EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Hani “Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytan”dı?..

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Nis 30, 2010 11:52 am    Mesaj konusu: Hani “Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytan”dı?.. Alıntıyla Cevap Gönder

Hani “Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytan”dı?..
Oğuz Gürses

AKP’yi kimler kurmuştu?

“Millî Görüş gömleği”ni çıkaranlarla "radikal İslâmcılık gömleği”ni çıkaranlar...

Sonra da iktidar nimetlerinden istifade fırsatını kaçırmak istemeyen solcusu, liberali, kemalisti, Alevîsi...

Gömleğini çıkaran AKP’ye koştu...

TC’de İktidar, efsunu da rantı da bol olan bir yer...

Yeter ki küreselcilere kul ol...

Küreselcilere kul ol da ne olursan ol...

Çıkar gömleğini gel mamaya...

Gömlekler çıkarılmadan önceki günlerde Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül şu bu... Bütün AKP önde gidenlerinin de, arkada kalanlarının da dillerinden düşürmedikleri bir hadis vardı:

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”...

Ne müthiş, ne güzel bir prensip...

Bir haksızlık varsa susmayacaksın...

Susarsan...

Ki Şeytan bütün haksızlıklar karşında sevinç içinde susmaktadır... Hiçbir haksızlığa hiçbir şekilde karşı çıkmamaktadır...

Zaten o haksızlığın en büyük destekçisi/sponsoru/teorisyeni bizzat şeytanın kendisi değil midir?...

İşte o yüzden...

Susarsan bir haksızlık karşısında...

Daha önce hangi gömleği giymiş veya çıkarmış olursan ol...

Şeytan’ın gömleğini giymiş olursun...

Tam o anda...

Haksızlık karşısında sustuğun anda...

Şeytan gibi olursun...

Şeytan’dan olursun...

Şeytan olursun...

Şimdi şu habere birlikte gözatalım:

***

'TECAVÜZÜ PROTESTO EDENE GÖZALTI'
30 Nisan 2010

Siirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifi dün Meslek Yüksekokulu (MYO) önünde bir basın açıklaması yaparak, kentte yaşanan tecavüz ve cinsel istismar olaylarını ve devletin bunların üstünü örtmeye çalışmasını protesto etti. Eylem sonrası bir basın açıklaması yapan Barış Ataman üniversite çıkışında sivil polisler tarafından gözaltına alınarak sorgulandı
Dün (28 Nisan) Siirt Üniversitesi’nde bir araya gelen yaklaşık 200 üniversiteli “Kadınlardan ve çocuklardan elinizi çekin” yazılı pankart açarak bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ellerinde “Güvenli bir gelecek istiyoruz”, “Sorumlular derhal yargılansın”, “Kız kardeşlerimize dokundurtmayacağız” yazılı dövizler taşıyan öğrenciler Siirt Valisi'nin açıklamalarını protesto eden sloganlar atarak üniversite çıkışına doğru yürüdüler. Yürüyüş sırasında öğretim görevlileri ve öğrenciler de eyleme alkışlarla destek oldular.

Öğrenciler yürüyüşün ardından üniversitenin önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Barış Ataman Siirt Valisi’nin "Bölücülük ve eylem yapmasınlar, fuhuş yapsınlar" sözlerini kınayarak Vali Necati Şentürk'ü istifaya çağırdı. Siirt’te yaşanan tecavüzlerin ortaya çıkmasının ardından savcılık tarafından gizlilik kararı alınmasını da eleştiren üniversiteliler “Polisler, cemaat şeyhi, asker, AKP milletvekilinin yeğeni ve daha birçok kişi bu insanlık dışı eyleme katıldığı için mi gizlilik kararı alındı?” diye sordular. Yaşananları açığa çıkaran rehberlik öğretmenine teşekkür eden üniversiteliler "Tüm zanlılar sorgulanıp cezalandırılana kadar bu olayın peşini bırakmayacağız" dediler.

Eylem sonrası gözaltı

Eylem ve basın açıklamasının bitmesinin ardından, basın açıklamasını okuyan Barış Ataman iki sivil polis tarafından üniversite çıkışında zorla polis aracına bindirilerek gözaltına alındı. Kendisine “çocuklara tecavüz eden kişilerin isimlerini açıkladığı” için gözaltına alındığı söylenen Ataman'a karakolda Öğrenci Kolektifleri hakkında sorular soruldu.

Ataman'ın gözaltına alınmasını protesto eden arkadaşları ise “Dışarıda suçlular ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar, bu olayları protesto edenler ise karakollara götürülüyor.” sözleriyle tepkilerini dile getirdiler. (*)

***

Siirt’tte olanlar malûm...

Tekrar etmeye bile dilim varmıyor, yüreğim dayanmıyor...

Öğretmeni, memuru, esnafı, öğrencisi bir ilköğretim okulunu kerhaneye çevirmişler ilkokul çocuklarına toplu tecavüz ediyorlar...

Yatılı Bölge İlköğretim okulu öğrencilerinin yaptıkları ise ayrı bir facia...

Bunlar bir haksızlık mıdır?

Hem de nasıl?

Siirt’teki Üniversite öğrencileri bu vahim haksızlığa karşı çıkmak için toplanıp gösteri düzenliyor ve hazırladıkları bildiriyi okuyorlar...

Ne güzel...

Eşşek kadar adamlar gırtlaklarına kadar pisliğe/haksızlığa gömülmüşken bu ülkede...

Bu ülkenin genç evlâtları susmuyor...

Haksızlığa karşı çıkıyorlar...

Peygamberlerinin kendilerinden yapmaları istediği şeyi yapıyorlar...

“Aferin onlara” demelerini bekliyorsunuz değil mi?

Hiç olmazsa eski günlerin hatırına...

Gömlekleri çıkarmadan önce dillerinden düşürmedikleri bu hadisin hatırına...

Onlar ne yaptı peki?

- Ne?

- Haksızlığa karşı çıkmak ha...

- Al! Al! Al! Bunu da Al... Onu da Al... Vurmayın Lan... Dıııııııııııııııııt!...

Haksızlığa karşı çıkmak bir yana...

Haksızlık karşısında susmak öbür yana...

Yahu bunlar haksızlık karşısında susmayanları bile susturuyorlar...

Uyanmanız için daha ne yapmaları lâzım acaba ey hipnotize olmuş ecmain/şakirt kardeşler..

Dipnot:
* sendika.org


İrfan Değirmenci: Susmak daha ağır geliyor, insan simit satarak da onurlu yaşar



"Ne kahraman ne de hainiz, sadece onurlu yaşamaya çalışanlar insanlarız"

Referandumda ‘Hayır’ diyeceğini açıkladığı için Kanal D’deki işine son verilen İrfan Değirmenci “İnsan simit satarak da, limon satarak da onurlu yaşar. Ne kahraman ne de hainiz, sadece onurlu yaşamaya çalışan insanlarız” dedi. Susmanın daha ağır geldiğini söyleyen Değirmenci, “Biz hiçbir zaman susma taraftarı olmadık” ifadesini kullandı.

Doğan Medya Grubu'nun tarafsızlığını Fatih Çekirge'nin 'Evet'i değil, İrfan Değirmenci'nin 'Hayır'ı bozdu!

BirGün’den Uğur Şahin’e konuşan Değirmenci, şunları söyledi:

“Biz işimizi kaybettik, ama biliyoruz ki ilelebet işsiz kalmayacağız. Ama hayat devam ediyor, insan simit satarak da, limon satarak da onurlu yaşar. Biz üçümüz de böyle insanlarız. Susmak daha ağır geliyor insana, biz hiçbir zaman susma taraftarı olmadık. Benim de sıralarından geçtiğim Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Cebeci Kampüsü’nde yaşananları da görünce oturdum yirmi madde sıraladım. Ben öyle bir adım sonrasını düşünen biri değilim, duygularımla yazıyorum. Son maddelerden birinde de, ‘öyle uygun gördüğüm için hayır’yazdım. Bunu deme şansım ve hakkım olduğunu sanıyordum, demek ki bunu söyleyenler cezalandırılıyormuş. Fakat bu ilelebet gitmez, bunu herkes biliyor. 24 saattir inanılmaz telefonlar ve destek mesajları geliyor ki, bu bizi umutlandırıyor. Biz doğru bildiğimizi söyleyerek, mutlu yaşamaya devam etmek isteyen insanlarız. Ne kahraman ne de hainiz, sadece onurlu yaşamaya çalışanlar insanlarız.”

Değirmenci şöyle devam etti:

“Biz on yıldır birlikte çalışan bir ekibiz. Başta Ertuğrul Albayrak var, sonra da Buluş Akpolat. Buluş, on yıl önce yanımıza geldiğinde gencecik bir iletişim fakültesi mezunuydu ve staj için gelmişti. O günden beri de beraberiz ve her şeyi birlikte gördük. İyi günleri de kötü günleri de. Fox TV’de başladık, sonra Mehmet Ali Birand’ın teklifiyle Kanal D’ye birlikte transfer olduk. Yıl 2013’e geldi ve son 2013’ten beri dört yıldır Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamla paralel karşılaşmadığımız baskı kalmadı. Çok zor günler geçirdik, herkes gibi, hep de birikti. Biz ekip olarak vicdanımızın sesini dinlemeye çalıştık, mağdurun yanında yer almaya gayret ettik. Her geçen gün de mağdurların sayısı arttı. Şimdi en son mağdurda biz olduk, bizim mağduriyetimiz, insanların yaşadıklarının yanında hiçbir şey.”
T24

Kanal D'de dayanışma istifası: Ben de hayır diyorum
12.02.2017



İrfan Değirmenci’nin programını hazırlayan sorumlu müdür Ertuğrul Albayrak: Benim kalmam istendi. Ben de hayır diyorum. Kanalda kalmam etik olmazdı. Onurlu yaşamayı seçtik.

İrfan Değirmenci ile birlikte 10 yıldır birlikte çalışan Ertuğrul Albayrak, Kanal D’den istifa ettiğini duyurdu.

Serbay Mansuroğlu'nun BirGün'deki haberine göre Doğan Medya tarafından sosyal medya hesabı twitterdan ‘hayır’ dediği için kovulan İrfan Değirmeci’nin sunduğu programı hazırlayan Ertuğrul Albayrak, “Devam etmem istendi. Ama ben de ‘hayır’ diyorum. Kanalda devam etmem etik olmaz. Sonuçta kolektif olarak karar aldık” dedi.

Albayrak, “Hayır diyeceğimiz belliydi. Ekrandan bunu belli etmedik. Tarafsızlıksa kanalda buna uyduk. Ancak her gün sana şeytansın, hainsin diyen, yaşam değerlerine saygı duymayan birilerine dur demek gerektiğine karar verdik” dedi.

“Esas olarak İrfan’ı gönderdiler, benim kanalda kalmamı istiyorlardı. Başka bir spiker çıkacak ve ben buna haber hazırlayacakmışım. Sorumlu müdür olarak bunu kabul etmedim. Ben de istifa ettim” diyen Albayrak, “Buluş arkadaşımız da kalmak istemediğini ifade etti. Ancak diğer arkadaşlarımızın evine ekmek götürmesi için istifalarının doğru olmayacağını düşündük” diye konuştu.

Albayrak, “Bundan sonra bize kim iş verir, hangi kanala gideriz. Hamburgercide çalışma ihtimalimiz daha güçlü. Buna rağmen onurlu yaşamayı seçtik. Vicdanımız rahat” ifadelerini kullandı.

“Gazetede ‘evet’ yazan çalışmaya devam ediyor” diyen Albayrak, “Bunun iki yüzlülük olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.
Yönhaber

KHK ile ihraç edilen Prof. Taşkın’dan kar altında ders: Onlara benzersek insanlıktan utanırız
12 Şubat 2017



Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’yle ihraç edilen Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yüksel Taşkın, yazı tahtasının başına geçerek kar yağışı altında ders anlattı. Bosna-Hersek’in lideri Aliya İzzetbegoviç’in “Bana düşmanlık yapanlara verebileceğim en büyük ceza adalettir” sözlerini hatırlatan Taşkın, “Biz de onlara adaleti vereceğiz, onlar gibi çirkinleşmeyeceğiz. Biz onlara benzersek insanlıktan utanırız. Biz insan kalarak kazanacağız, hiç şüpheniz olmasın” diye konuştu.

CHP İstanbul Gençlik Kolları’nın düzenlediği “Demokrasi Dersi” adı verilen etkinliğe CHP milletvekilleri Şafak Pavey ve Selina Doğan da katıldı.

"Başkası için üzülmeyen insanın vicdanı olmaz"

Doğan Haber Ajansı’nın (DHA) haberine göre, Cumhuriyet tarihindeki kamudan ihraçların 20 katı kadar ihraç söz konusu olduğunu belirten Taşkın, 28 Şubat’ta yaşanan mağduriyetleri hatırlatarak “İnsan sadece kendisine yapılan mağduriyetlere odaklanırsa, bu çok büyük bir insanlık ayıbıdır. Çünkü vicdan bölünmez bir bütündür. Başkası için endişelenmeyen, üzülmeyen insanın vicdanı olmaz. Sadece kendi mahallesinin mağduriyeti üzerinden konuşan insanların evrensellikle de vicdanla da alakaları olmaz” şeklinde konuştu.

Dünyanın en eski suçlarından bir tanesinin düşünce suçu olduğunu söyleyen Taşkın, “Bu ülkede düşünce suçu utancını yaşadığımız için gerçekten üzülüyorum” diye konuştu.

"Onur duyuyorum"

Aynı KHK ile üniversiteden ihraç edilen Anayasa Hukuku Profesörü İbrahim Kaboğlu’nu ‘kamusal entellektüel’ olarak nitelendiren Taşkın, “Onunla aynı yerde durmaktan büyük bir onur duyuyorum” cümleleri alkışlarla karşılandı.

Beşiktaş Abbasağa Parkı’da açık havada gerçekleşen derse, soğuk havaya rağmen öğrencilerinin yanısıra vatandaşlar katıldı.

T24

İhraç edildi, pasaportu iptal edildi; ülkeye dönemeyen akademisyen her gün eylemde
11 Şubat 2017



Son yayımlanan KHK ile birçok üniversitede akademisyenler barış bildirisine imza attığı gerekçesiyle görevinden ihraç edildi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde Araştırma Görevlisi olan Betül Havva Yılmaz da ihraç edilenlerin arasında.

Pasaportu iptal edildiği için Almanya’dan Türkiye’ye dönemeyen Yılmaz, bugünden (11 Ocak) itibaren her gün 12.00 - 13.00 arasında direnenlerin sesini, Almaya'nın Tübingen'den şehrinde yükseltecek.

Betül Havva Yılmaz'ın, ihraçlara karşı gerçekleştirdiği eylemde, elinde bulundurduğu karton üzerinde şunlar yazıyor:

"Ben barış için Akademisyenler’den biriyim. Türkiye’de Haziran 2015’ten beri artan şiddeti, kıyımı, hak ihlallerini protesto ettiğim için; barış istediğim için Türkiye hükümeti tarafından çok sayıda akademisyenle birlikte ihraç edildim. İhraç edilen akademisyenler için dün Ankara Üniversitesi’nde akademisyenler ve öğrenciler bir basın açıklaması yaptılar ve polis tarafından şiddetle bastırıldılar, gözaltına alındılar.

"Hükümet bizi susturmak istiyor ama biz susmayacağız. Türkiye’de barış için, akademik özgürlük için dayanışma.

"Bu bir direniş değil. Direniş dediğin Yüksel’deki, Kadıköy’deki, Cebeci’dekidir. Bu ancak bir dayanışma, dayanışma çağrı olabilir.

"Sevgilerimle"

T24

Ahmet Hakan'dan Cübbeli Ahmet Hoca'ya: Bir kere de hırsızlık, çocuklara tecavüz günah de!
03 Aralık 2016



Cübbeli Ahmet Hoca "Erkeklerin başı açık gezmesi günah" demişti

'Cübbeli Ahmet Hoca' olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün "Erkeklerin başı açık gezmesi günahtır" açıklamasını eleştiren Ahmet Hakan, "Bir kere de namussuzluk günah de... Bir kere de çocuklara tecavüz günah de... Bir kere de çocukların yanmasına sebep olmak günah de" dedi.

Ahmet  Hakan'ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

- Bir kere de hırsızlık günah de...

Cübbeli Ahmet...

Bu sefer de...

“Erkeklerin başı açık gezmesi günah” demiş.

*

- Bir kere de namussuzluk günah de...

- Bir kere de çocuklara tecavüz günah de...

- Bir kere de çocukların yanmasına sebep olmak günah de...

- Bir kere de hırsızlık günah de...

- Bir kere de yalancılık günah de...

- Bir kere de küçük kız çocuklarını istismar etmek günah de...

Be adam...

Kaynak: T24

Adıyaman'da 74 çocuk, 14 memurun tacizine uğradı... İddianameyi okusanız kusarsınız'
24 Kasım 2016



CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın da katıldığı genel kurulda istifa çağrısı yaptı. Yarkadaş, "74 çocuk okullarda tacize uğruyorsa; orada bir dakika dahi oturmamanız gerekir. Ya bunun sorumluluğunu üstlenin istifa edin ya da çıkın gerçekleri anlatın'' dedi.

TBMM Genel Kurulu'nda Milli Eğitim Bakanlığı'nın getirdiği kanun tasarıları üzerine söz alan CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "AKP iktidarı geçmişten hiç ders almadığını bir kez daha gösteriyor. Öğrencilere yönelik özel barınma hizmeti veren yurtlarda sosyal demokrat belediyelerin inisiyatifi yok ediliyor. Yurtlar, FETÖ'den alınıp METÖ'ye verilmek isteniyor'' diye konuştu. Yarkadaş, tüm bakanlıklarda Fethullahçıların yerine Menzilcilerin ikame edildiğini de dile getirdi.

'HİÇ DERS ALMIYORSUNUZ'

Yoksul ailelerin devlet eliyle tarikatlara teslim edilme politikasının sürdüğünü belirten Yarkadaş, ''Bu politikanın,  hangi tür acılara yol açtığını geride kalan yıllar içinde gördük. İktidar bunlardan hiçbir ders almadığı gibi yanlış politikasını sürdürüyor. Bu kurumlarda çocuklar yine korumasız, yine hiçbir şekilde denetime tabi tutulmayan şartlarda yaşamaya ne yazık ki devam edecekler'' dedi.

OKULLARDAKİ TACİZİ HATIRLATTI

Adıyaman ve çevresinde son bir ayda okullarda yaşanan ve birçok öğrencinin mağduriyetine yol açan tacizi de gündeme getiren Yarkadaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Sayın Bakan, çok değil, daha yirmi gün önce, sizin sorumluluğunuzda olan okullarda,  Adıyaman'ın merkezinde, Gerger ilçesinde,  Adıyaman Bir Aralık Orta Okulu'nda, 15 Temmuz Şehitler Lisesi ve Adıyaman Gerger İmam-hatip Lisesi'nde tam 74 çocuk 14 kamu görevlisi tarafından tacize uğradı. Cumhuriyet Halk Partisinin ısrarlı çabaları sonucu 13 kamu görevlisi açığa alındı, bir müstahdem tutuklandı. Bu çocuklar, yasak olmasına rağmen müstahdemle aynı yatakhanede yatırıldı. Bu çocuklar,  bazı öğretmenlerin tacizine maruz kaldı ve  hiçbirine biz bu konuyu gündeme getirene kadar psikolojik bir destek verilmedi. ''

TACİZ DOSYASININ ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR

CHP'li Yarkadaş, genel kurulda kendisini izleyen Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'a dönerek sözlerine şöyle devam etti:

"Eğer  üzerinde durduğunuz bu yasa çıksaydı, belki de o çocukların bazılarını evlendirmek isteyecektiniz. Bizim bu konuyu kamuoyunun gündemine getirmemizle birlikte iddianame hazırlandı. İddianame bugün Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildi. Gerger ve  Adıyaman'ın merkezindeki taciz sadece 20 çocukla sınırlandırıldı. Oysa ki ifadesine başvurulan çocuk sayısı 74. Ne oldu da bu 54 çocuk, bir anda dosyadan çıkarıldı.''

BAKANA DÖNEREK 'İSTİFA ET' DEDİ

İktidarın okullarda yaşanan tacizler karşısında sorumluluğu olduğunu belirten Yarkadaş, ''Bakanlığınıza bağlı okullarda 74 çocuk tacize uğruyorsa orada bir dakika dahi oturmamanız gerekir. Ya bunun sorumluluğunu üstlenin, istifa edin ya da Adıyaman'da ne oluyorsa çıkın gerçekleri bu topluma anlatın'' dedi.

'OLAN BİTENİ OKUSANIZ KUSARSINIZ'

CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, çocukların taciz edilmesine ilişkin iddianameyi okuduğunu belirttikten sonra, genel kurul sıralarına dönerek şöyle seslendi:  

"Bu ülkenin çocukları okulda tacize uğrar, yurtlarda tacize uğrar, müstahdemle aynı yatakhanede yatırılmak zorunda bırakılır... Ve burada anlatamayacağım, bakın, altını çizerek söylüyorum;  anlatamayacağım muamelelere maruz kalırlar. Bir gazeteci olarak Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı'ndaki iddianameye ulaştım. Emin olun, bir parça vicdanı olan o iddianameyi okuduğunda  kusar arkadaşlar kusar...  Ne yazık ki; bunu söylemek zorundayım. Çocuklara yapılan muameleleri gördüğünüzde emin olun kusarsınız. Biraz sonra Sayın Bakan bunların iddia olduğunu söyleyip geçiştirecek ve ne oluyorsa o çocuklara olacak.''

'AYDINLARDAN İNTİKAM ALIYORSUNUZ'

Yarkadaş, konuşmasında Grup Yorum üyelerinin tutuklanması ile Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan'ın tutukluluğunun devamına da değindi. Yarkadaş, alkışlarla kesilen sözlerini şöyle tamamladı:  
    
"Biz, "O çocuklara kirli eller uzanmasın" derken ne yazık ki o kirli elleri uzatanlar dışarıda istedikleri gibi rahatça dolaşıyor. Ama, elleri sadece gitara, saza, flüte, kavala uzanan Grup Yorum üyeleri bu gece yine tutuklanıyor. Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan'ın tutukluluğu haksız bir biçimde devam ettiriliyor. 74 çocuğun başına gelenlerden hesap soramayanlar bu ülkenin aydınlarından, yazarlarından, sanatçılarından olağanüstü hâl adı altında âdeta intikam alıyor
Kaynak: Cumhuriyet

Artvin'de Ensar panelini protesto eden HAZİRAN üyeleri darp edilerek gözaltına alındı
26.11.2016

Ensar Vakfı'nın Artvin'de düzenlediği paneli protesto eden Birleşik Haziran Hareketi üyesi 6 kişi darp edilerek gözaltına alındı.

Adı çocuk istismarıyla gündemde olan Ensar Vakfı'nın Artvin'de düzenleyeceği panel, HAZİRAN üyeleri tarafından protesto edildi.

Protestoya saldıran polis aralarında HAZİRAN Yürütme Kurulu üyesi Sercan Dede'nin de yer aldığı 6 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan Hazirancılar Artvin Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

Üyelerinin gözaltına alınmasının ardından HAZİRAN'dan bir açıklama geldi. Gözaltılara tepki gösterilen açıklamada, "HAZİRAN memlekete, çocuklarımıza ve geleceğimize asla geri adım atmadan sahip çıkmaya devam edecek. Cengiz'den Ensar'a tecavüzcü zihniyetini yeneceğiz. Deremizi, toprağımızı, ormanımızı, çocuklarımızı bu karanlığa asla teslim etmeyeceğiz" ifadeleri yer aldı
BirGün

İslamcı aydınların sefaleti
LEVENT GÜLTEKİN
13/11/2016

İslamcıların bir ülke, dünya, medeniyet tasavvurları vardı. Savundukları değerler, o değerler etrafında kurmayı tasarladıkları bir yaşam şekli vardı.

Yıllarca bunu gerçekleştirme hayaliyle yazdılar, konuştular, çabaladılar.

Fakat hiçbir şey hayal ettikleri gibi olmadı. Çünkü hayatın gerçekleri farklıydı. Farklı inanan, farklı düşünen, farklı yaşayan, milyonlar vardı bu ülkede.

İslamcılar, başkalarının haklarını, fikirlerini, düşüncelerini, yaşam tarzlarını hesaba katan, onları da hayal ettikleri yaşamın bir parçası yapan yaklaşımı ortaya koyamadı. Gelinen noktada, kendilerini yenileyip yeni duruma göre yeni bir fikir, yeni bir yaklaşım da geliştiremiyorlar.

Sonuçta İslamcılık derin bir iflasa sürüklendi. Savundukları bütün değerler, muhalifken ileri sürdükleri bütün fikriler büyük bir erozyona uğradı.

Şimdi İslamcıların tam olarak neyi, yani hangi değerleri savunduklarını, neden şikayet ettiklerini, ülkenin karşı karşıya kaldığı sorunlara ne tür çözüm önerileri getirdiklerini bilmiyoruz.

Bir ideolojinin iflası anlaşılabilir bir durum. Çünkü bu, sadece İslamcıların başına gelen bir şey değil. Dünyada birçok ideolojik hareket iktidara geldiğinde benzer bir iflas yaşadı. Fakat mensuplarının bütünüyle iflas etmesi, çaresizliğe teslim olması, kendini yenileyememesi, evrensel değerlerden hatta kendi inanç değerlerinden bile vazgeçmesi, olacak şey değil.

Sakın yanlış anlamayın. TV ekranlarında gördüğünüz üç beş devşirme iktidar yandaşı soytarıdan bahsetmiyorum.

Edebiyatla uğraşan, şiir, hikaye, roman yazan; sinemayla, felsefeyle ilgilenen, düşünen, tartışan birçok İslamcı yazar, akademisyen, kanaat önderi vardı. Hepsi birden ortalıktan kayboldu. Sanki bu ülkede öyle insanlar yaşamıyor artık.

Ülkede bunca olay oluyor, yazarlar, gazeteciler, aydınlar birer birer hapse atılıyor. Tek birinden itiraz, kınama sesi veyahut farklı bir öneri gelmiyor.

Yıllarca dindar kesime yapılan haksızlıklara özgürlük adına karşı durmuş, sesini yükseltmiş farklı kesimden birçok kimse bugünlerde iktidarın hedefinde. Ya hapisteler ya da işlerinden oldular.

Tek bir İslamcı aydın, yazar, gazeteci, akademisyen olup bitenle alakalı tek bir satır yazı yazmıyor, bu insanlara yönelik baskılara tek bir cümle etmiyor.

Mesela Aslı Erdoğan, Özgür Gündem gazetesinde yayın danışmanı diye müebbet hapisle yargılanıyor.

Yayın danışmanlığı ile hapis ya da müebbet ceza arasındaki korkunç adaletsizlikten rahatsızlık duymuyorlar.

Yıllarca İslamcılara uygulanan baskıya karşı çıkmış Ahmet Altan, Mehmet Altan, Şahin Alpay, Murat Aksoy, Ahmet Turan Alkan, Nazlı Ilıcak, Necmiye Alpay ve diğerleri, aylardır hapis yatıyorlar. Tek bir İslamcı aydın çıkıp da “Nedir bu insanların suçu?” diye sorma cesareti gösteremiyor.

İktidara muhalif bir gazetenin, Cumhuriyet’in karikatüristi Musa Kart, yazarı Kadri Gürsel gibi 10 yazarı ve yöneticisi sudan bahanelerle hapse atıldılar. Tek bir İslamcı yazardan “Siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına?” sorusunu duymadık. Duymuyoruz.

İslamcı aydınlardaki bu duyarsızlık sadece farklı kesimlerden aydınlara, yazarlara değil. Kendi arkadaşları, “Ağabey” dedikleri Ali Bulaç aylardır hapiste, tek bir tanesi çıkıp da Ali Bulaç hakkında tek bir cümle edecek cesareti de gösteremedi.

Diğer yazarlara kendi mahalleleri bir şekilde sahip çıkıyor. Fakat Ali Bulaç’a kendi arkadaşları bile sahip çıkmadığı için bütünüyle unutuldu içeride.

Korkunç bir sinmişlik hali var.

KHK ile on binlerce suçsuz, günahsız insan işinden atıldı. Atılmaları yetmezmiş gibi iktidar bu insanların SGK’sına KHK ile ihraç edildiğini işlediği için, bu insanlar hiçbir yerde iş bulamıyorlar.

Bu da yetmezmiş gibi büyük bir kısmına bir de yurt dışına çıkış yasağı konulmuş.

On binlerce aile alenen açlığa, yokluğa mahkum edilmiş.

Şehirler yıkılmış. İnsanlar aç, susuz çadırlarda yaşıyor. Her gün onlarca çocuk ölüyor.

Başkanlık sistemi adı altında, kanun yapma dahil bütün yetkilerin tek bir kişiye devredilmesi gündemde.

Bütün bu yaşananlarla ilgili tek bir İslamcı aydından eleştiri, itiraz veyahut aklıselim yaklaşım gösteren, tek bir söz eden kimse çıkmıyor.

Tüm bu sessizlik, korkaklık, araziye uyma tavırları İslamcılar açısından utanç verici bir durum.

İslamcı aydınlara şunu söyleyebilirim:

Ülkede her gün onlarca haksızlık, hukuksuzluk, gaddarlık yaşanıyor. Ülke adeta bir uçuruma sürükleniyor. Her alanda büyük bir yıkım ve sefalet yaşanıyor.

Tüm bu olup bitenlerle alakalı tek bir itirazınız, tek bir görüşünüz, tek bir esaslı fikriniz yok.

Bunca entelektüel çaba, bunca hikaye, roman, bunca okuma, araştırma sonunda varacağınız yer burası mıydı?

Bugünlerde sergilediğiniz duyarsızlık, korkaklık, vicdansızlık ne Müslümanlığa ne de aydın sorumluluğuna sığar.

Bu korkaklığınızı, bu vicdansızlığınızı, bu aydın sorumluluğundan uzak olmayı, araziye uyarak ortadan kaybolma tavrınızı bir utanç tabelası olarak ömür boyu boynunuzda taşıyacaksınız. Yazdığınız şiirlerle, hikayelerle, romanlarla değil, bu korkaklığınızla, vicdansızlığınızla anılacaksınız.

Bütün bu yaşadıklarımızı ve tüm bunlara karşı sizin suskunluğunuzu insanlar unutmayacak. Kuşlar, kediler, ağaçlar bile unutmayacak.

Benim asıl merak ettiğim çocuklarınızın, eşlerinizin, dostlarınızın yüzüne nasıl bakıyorsunuz?

Hatta aynaya baktığınızda ne hissediyorsunuz?

İçine düştüğünüz bu sefaletten bir utanç, mahcubiyet duymuyor musunuz?

Duyuyorsanız nasıl yaşıyorsunuz peki?

Duymuyorsanız daha kötü.

Bu ülkede işlerin iyiye gitmesi, yüzlerin gülmesi, umudun ve cesaretin yeşermesi sizin sesinizi yükseltmenize bağlı.

Bunu anlamıyor musunuz?

Sinerek, pısarak, utançla, parazitçe mi yaşayacaksınız?

Böyle bir halde yaşasanız ne olur yaşamasanız ne olur.
Kaynak: Diken

Tehditler savuran saray soytarılarına
LEVENT GÜLTEKİN
09/11/2016

Çocuklar ölüyor. İnsanlar evsiz, yurtsuz kalmış, sokaklarda yaşıyor. Yazarlar, gazeteciler, aydınlar hapse atılıyor. Ülke bir yıkımın eşiğinde.

Böyle bir ortamda bir köşe yazısını kendim için ayırmam yakışıksız bir durum. Fakat atılan iftiralara, yapılan tehditlere cevap vermediğimiz zaman bundan farklı anlamlar çıkarıyorlar.

Bir haftadır bir grup saray soytarısı meczup TV ekranlarında, internet sitelerinde, sosyal medyada bir kampanya halinde bana tehditler savuruyor.

“Sıra sana geldi.” “Bu adam hâlâ niye dışarıda? “Savcıları göreve çağırıyoruz” gibi akıl almaz sözler sarf ediyorlar.

Sadece böyle tehditler değil. Öyle sefil ruhlu, öyle pespaye, öyle insanlıktan yoksun sözler ediyorlar ki insan dinlemeye utanıyor.

İnsanlıktan çıkmış bir halde “Filanı da içeri alın” diye tempo tutuyorlar.

Çünkü kötülük ruhlarını o kadar esir almış ki, başkalarının başına gelen kötülükten kendilerine bir böbürlenme payı çıkarıyorlar.

Bu nedenle müsaade ederseniz bugünkü yazımda bu kimselere bir çift söz söylemek istiyorum.

Yapabildiğiniz tek şey

Devlete sırtınızı dayamışsınız. İktidarın soytarısı olmanın verdiği rahatlıkla önünüze gelene istediğiniz kelimelerle istediğiniz hakareti yapıyorsunuz.

Bunu da yiğitlik, cesurluk, vatanseverlik sanıyorsunuz.

Herhangi bir konuda kendinize ait tek bir sözünüz, tek bir görüşünüz yok. Kişiliğiniz, karakteriniz, ahlaki, insani bir kaygınız da yok.

Yapabildiğiniz tek şey soytarı yazıldığınız iktidarın gücüne güvenerek sağa sola tehdit savurmak, hakaret etmek.

Arkanıza aldığınız iktidar yeterince güçlü. Asker de onda polis de. Yargı da onda medya da. İstediği kimseyi hapse atıyor, istediği kimsenin malına el koyuyor.

Bunu engelleyecek, buna karşı duracak bir gücümüz mü var?

İktidar istedikten sonra elbette beni de hapse atar. Hatta hapse atmakla kalmaz isterse öldürür, isterse sürgüne yollar. Ne yapabilirim ki?

Hal böyleyken utanmadan hâlâ tehditler savuruyorsunuz.

Geçmişte arkadaşlık yaptığım insanlar bugün iktidarda. İsteseydim onlarla beraber gücün, paranın, iktidarın safında yerimi alırdım.

Hapse atılmaktan, öldürülmekten korksaydım, ya sizin gibi gücün yanında yer alırdım ya da sesimi keser korkakça bir yaşam sürerdim. Ama öyle yapmadım. Sizin gelmek için kırk takla attığınız o makamların hepsini elimin tersiyle ittim ve onuruyla, haysiyetiyle insan gibi yaşamayı seçtim.

Sırf iktidar bu ülkeyi insan gibi yönetsin, biz de insan gibi yaşayalım diye işsizliği, yalnızlığı göze alma pahasına söylenmesi gerekeni söyledim. Dilim döndükçe, imkan buldukça bu ülke nasıl daha huzurlu olur, nasıl insan gibi yaşayacak koşulları yaratırız diye kendimce bir çaba sarf ediyorum.

Vicdanınızı, aklınızı, insanlığınızı, kaybettiğiniz için bu çabaların ne anlama geldiğini bir türlü anlayamıyorsunuz.

Yazdım. Uyardım. “Yapmayın felakete gidiyoruz” dedim. Yapma dediğimiz ne varsa yaptınız ve sonu felaketle bitti.

Şimdi utanmadan bütün suçu benim gibi, iktidara “Böyle yapma” demekten başka bir şey yapmayan insanların üzerine atıp, onlara düşman muamelesi çekiyorsunuz.

Meczubun biri…

“PKK yandaşlığından yargılanacak.”

Meczubun biri benim için böyle diyor.

“PKK’lı değilim” diye kendimi savunmayı bile zül sayarım. Bir ‘dava’ uğruna insanları ölüme göndermek çağdışı bir aklın ürünüdür.

(..)

İster polis olsun, ister asker olsun, isterse de PKK’lı olsun. Benim için ölen herkes bu ülkenin evladıdır. Bu ülkenin çocukları ölmesin diye çabaladım, çabalıyorum.

Terörle mücadele ediyoruz diye insanların evleri başlarına yıkıldı, şehirler yerle bir edildi. Bu yöntemin yanlış olduğunu, şiddet sarmalını daha da büyüteceğini düşündüğüm, zarar gören insanların acısını yüreğimde hissettiğim için bu politikalara karşı durdum.

Fakat siz vicdandan, merhametten, akıldan, insanlıktan yoksun olduğunuz için ne dediğimizi, ne yapmak istediğimizi anlamıyorsunuz.

Eğer PKK’lı arıyorsanız çevrenize bakın. PKK şehirlere bomba döşerken göz yumanlara bakın. Terörle mücadele ediyoruz diye uyguladığı politikalarla adeta PKK’nın ekmeğine yağ sürenlere bakın.

Gerçi baksanız da bir şey değişmez. Çünkü onlara bir söz söyleyecek ne cesaretiniz, ne kişiliğiniz ne de vicdanınız var. Gölgesine sığındığınız iktidarın gücünü, kendi gücünüz sanıyorsunuz.

“Yurtdışına kaçacak, savcıları göreve çağırıyorum.”

Aynı meczup bir başka programda benim yurtdışına kaçacağımı söylüyor ve bu nedenle ivedilikle tutuklanmam için savcılara çağrı yapıyor.

Ben niye kaçayım? Bu ülkede herkes için huzurlu bir yaşam istemekten başka ne yaptım?

Yoksul insanların parasını çalanlar kaçsın. İktidarda kalma uğruna yanlış politikalarla ülkeyi felakete sürükleyenler kaçsın. Ülke felakete sürüklenirken bir makam, bir koltuk, üç kuruş uğruna bunlara sessiz kalan, ortak olan ahlaksız, vicdansız saray soytarıları kaçsın.

“Yolsuzluk yapmayın”, “İnsanları ölüme göndermeyin”, “Ülkeyi felakete sürüklemeyin”, “Burası hepimizin ülkesi, üç günlük iktidar uğruna bu ülkeyi harcamayın” dediğim için mi kaçacağım?

Tekrar edeyim: Kaçacak, korkacak, sinecek olsaydım en başından bana sunulan imkanları kabul eder, iktidarın yanında saf tutardım.

“Bunun arkasında kim var? Bu kime güveniyor?”

İktidarın sosyal medya trolleri arkamda kimin olduğunu, kime güvendiğimi, nasıl böyle konuşabildiğimi merak ediyor.

Devlet elinizde. Eminim ki kiminle oturduğumu, kiminle arkadaşlık ettiğimi, kiminle ne konuştuğumu… hepsini biliyorsunuz.

Buna rağmen hâlâ böyle saçma sapan, pespaye sorular soruyorsunuz.

İnancımın bana öğrettiği bir şey var

Yine de merakınızı gidereyim.

İnancımın bana öğrettiği bir şey var: Allah’ın dediği olur. İnanıyorum ki O’nun istemediği hiçbir şeyi yapamazsınız. O’nun istediği hiçbir şeyi de engelleyemezsiniz.

“Bir elime güneşi bir elime ayı verseniz de doğru bildiğimi söylemekten vazgeçmem” diyen bir peygamberin ümmeti olduğunu iddia eden soytarılar baskıyla, hapisle, tehditle insanları sindireceğini sanıyor. Ne garip.

Demek istediğim: Buradayım. Anlım açık, başım dik bir hayat sürüyorum.

Vicdanım, ahlak anlayışım, ülke sevdam neyi yapmamı gerektirdiyse onu yaptım. Neyi söylememi gerekli kıldıysa onu söyledim.

İmkanım olduğu sürece de söylemeye devam edeceğim.

Ne demişti Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç: “Zalim olmak ile mağdur olmak arasında bir tercihe zorlansaydık kuşkusuz mağdur olmayı tercih ederdik.”

Siz zalim olmayı seçtiniz, ben ve benim gibi gidişata itiraz edenler de mağdur olmayı.

Siz karakterinize, ahlakınıza, vicdanınıza yani kendinize yakışanı yapacaksınız. Biz de kendimize yakışanı.

Siz zalimliği seçtiyseniz, bunu da büyük bir gururla her ortamda sergilemekten geri durmuyorsanız bize ne demek düşer ki?

İnsanın karakteri, ahlakı neye müsaade ediyorsa öyle yaşar.

Kaderimizi karakterimiz belirler.

Bu nedenle kaderimizden kaçamayız.

Anlıyor musunuz?

Hiç sanmıyorum.

Çünkü işinize gelmiyor. Çıkarcılıktan, yalancılıktan, yalakalıktan, gevezelikten başka şey bilmiyorsunuz.
Kaynak Diken

Haksızlık karşısında susmayan Meram Kaymakamı'na görevden uzaklaştırma
12 Ekim 2016



"Amcazâdesi darbeci diye bir mülki idare amirini ihraç eder, damadı onlara sponsorluk edeni yanında gezdirirsen susmam"

Konya'nın merkez Meram İlçe Kaymakamı Nuh Mehmet Hamurcu, hakkında yürütülecek disiplin soruşturması nedeniyle geçici olarak görevinden uzaklaştırıldı. Hamurcu'nun sosyal medya hesaplarından paylaştığı mesajlar nedeniyle görevden alındığı iddia edildi.

Hamurcu'nun 18 Eylül 2016 tarihinde 'FETÖ' iddiası nedeniyle açığa almalar yapılırken hükümetin "FETÖ' ile ilişkisi olmasına rağmen kendisine yakın olan kişileri koruduğu" iddiasını taşıyan seri tweetler attığı belirtildi. Buna göre, Hamurcu tweetlerinde "Kitap dağıtımını FETÖ'ye peşkeş çeken yazarını destekleyen merkez bürokrasisi orada dururken sendikasına üye odacıyı ihraç edersen susamam. Amcazâdesi darbeci diye bir mülki idare amirini sorgusuz sualsiz ihraç eder de damadı onlara sponsorluk edeni baş tacı edip yanında gezdirirsen susmam. Adam gibi bir valiyi sırf yakınının yediği bir herzeye müdahele etti diye, merkeze alıp da 2 aylık bir valiyi müsteşar yaparsan susmam" ifadelerini kullanmıştı. Hamurcu ardından "Şimdi bunlara siyasî bir anlam yükleyeceksiniz biliyorum.Eğer bunlar siyasî iş ise evet siyâset yapıyorum ama kaygım memleketimdir. Susamam" mesajını paylaşmıştı.

Hamurcu görevden uzaklaştırma haberinin ardından yaptığı paylaşımda "Suya sabuna dokunmamak;bu deyimi kim bu dile sokmuş ise bana dokunmayan yılan bin yaşasın ifadesini de o dahil etmiştir. Yılan bu elitemizi de kirliyi de sokar hiç değilse tertemiz gidelim bu âlemden.Hakkımda çıkan yayınlar gerçeği yansıtmamaktadır. 18 eylül tarihli attığım tweetler ile alakalıdır meraklısı o tweetleri mi okuyabilir." ifadelerini kullandı. Ardından Hz. Hüseyin'in "Ben zalimlerle birlikte varlık içinde yaşamayı alçaklık, zalime karşı gelerek bulacağım ölümü ise yücelik sayarım" sözlerine yer verdi.
Konya Valiliğinden konuyla ilgili yapılan açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Meram Kaymakamı Nuh Mehmet Hamurcu, hakkında Devlet Memurları Kanunu'nun (DMK) 15. maddesiyle ilgili olarak yapılacak disiplin soruşturması nedeniyle geçici olarak görevinden uzaklaştırılmıştır."

Devlet Memurları Kanunu'nun 15. maddesi nedir?

Madde 15 – (Değişik: 12/5/1982 - 2670/7 md.) Devlet Memurları, kamu görevleri hakkında basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç veremezler. Bu konuda gerekli bilgi ancak bakanın yetkili kılacağı görevli illerde valiler veya yetkili kılacağı görevli tarafından verilebilir. Askeri hizmet ile ilgili bilgiler özel kanunların yetkili, kıldığı personel dışın da hiç bir kimse tarafından açıklanamaz.

Nuh Mehmet Hamurcu'nun mesajları







Kaynak: Diken

Kayseri'de 6 milyon dolarlık "kul hakkı" savaşı

Bir tarafta Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğer tarafta AKP’li Başkanın damadı ve Kayserili işadamları. Bu süreçte, Vakıflar’ın hakkını savunan üç Bölge Müdürü koltuğunu kaybetti. Şimdi gözler, yeni atanan Ali Veral’in ne yapacağına çevrildi.

Kayseri Park Alışveriş Merkezi yönetimi, şartname dışı ve sözleşmeye aykırı olarak, ortak kullanım alanı şeklinde kullanılması gereken 5 bin metrekarelik alanı ticari alana dönüştürdü. Mülk sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu “ek ticari alanlar” için, karşı taraftan 6 milyon dolar ek kira talebinde bulundu. Ancak Kayseri PARK Alışveriş Merkezi patronları bunu ödemeyi kabul etmeyince, Vakıflar Genel Müdürlüğü de “anlaşmazlığı” mahkemeye taşıdı.

Ancak bir tarafta mahkeme sürerken diğer tarafta, Kayseri PARK Alışveriş Merkezi yönetimi, yine Vakıflar ile yapılan sözleşme ve ihale şartnamesine aykırı olarak, kalan ortak kullanım alanlarından yaklaşık 2-3 bin metrekarelik alanı daha “ek ticari alana” dönüştürerek kiraya verdi. Önceki yapılanlar mahkemeye taşınmışken, Kayseri PARK’ın buna rağmen Vakıflar ile yaptığı sözleşme ve ihale şartnamesine aykırı olarak, “tekrar” aynı “işleri” yapmasına Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün "dur!" deyip demeyeceği ve yeni ek kira bedeli talep edip etmeyeceği merak konusu.

Merak edilen konulardan biri de, ihale şartnamesi ve Vakıflar ile yapılan sözleşmeye aykırı olarak yapılan “ek ticari” alanların niçin yıkılıp yasal haline dönüştürülmesinini istenmediği...

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için burayı tıklayın: http://habertaraf.com/yazarlar/2826.html

19 Mayıs 2010 - habertaraf

28 Mayıs 2010
Hakkari'de "Fuhuşa, Tecavüze ve tefeciliğe dur" eylemi
24 STÖ’nün destek verdiği "Fuhuşa, Tecavüze ve tefeciliğe dur" yürüyüşünün ardından olaylar çıktı.

İrfan Temeş Bildiriyor- Barış ve Demokrasi Partisi(BDP) Hakkari İl Örgütü tarafından organize edilen ve ildeki 24 STÖ’nün destek verdiği "Fuhuşa, Tecavüze ve tefeciliğe dur" yürüyüşünün ardından olaylar çıktı.
BDP İl Başkanlığı'nda toplanan grup daha sonra yürüyüşe geçerek, Bulvar Caddesi üzerinde bulunan Belediye Başkanlığı binası önüne kadar yürüdü. Burada aralarında 24 Sivil Toplum Örgütü temsilcilerinin de bulunduğu yaklaşık bin kişi Hakkari’de son günlerde artan fuhuş olaylarını ve tartışılan tefecik iddialarını protesto etmek için bir araya geldi.
Grup adına açıklama yapan Kent Kadın Meclis üyesi Zeynep Besi,Hakkari’de ortaya çıkan fuhuş çetesinin içersinde yer alanların güvenlik mensubu, eğitimci olmaları olayın organizeli bir biçimde işletildiğinin net bir göstergesi olduğunu iddia etti.
BDP Hakkari İl Başkanı M. Sddık Akış ise Kürtçe bir açıklama yaparak, fuhuşa, uyuşturucuya tefeciliğe ve tecavüze karşı her zaman mücadele edeceklerini belirtti.
Devletin artık bu olayların önüne geçmesi ve gerekenin yapması gerektiğini ifade eden Akış, "Ya yetkililer bu rezaleti def edecekler ya da biz onları görevlerinden edene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Biz bundan tefecilik ve tefecilerde para alanlara sesleniyoruz. Tefeciden para alan tefeci kadar suçludur” şeklinde konuştu.

-OLAYLARDA 1 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI-

Yürüyüşün ardında küçük bir grup, Dağgöl Mahallesi’nde lastik yakarak yolu trafiğe kapatmak istedi. Gruba müdahale eden güvenlik güçleri, tazyikli su ve biber gazı kullandı. Olay yerine gelen çevik kuvvet polisleri de ara sokaklara kaçan grubun peşine düştü. Burada olaya karıştığı belirtilen 14 yaşlarında bir çocuk gözaltına alındı. haber101

'Cinsel istismar' protestosu: 9 gözaltı
Siirt'te cinsel istismar protestosunda çatışma çıktı
30 Mayıs 2010

http://im.haberturk.com/2010/05/30/519154_detay.jpg

Barış ve Demokrasi Partisi'ne (BDP) bağlı Yurtsever Demokratik Meclis (YDM) üyelerinin Siirt'te yaşanan cinsel istismar olayını protesto amacıyla düzenlediği basın açıklamasında gerginlik yaşandı. Çıkan olaylarda 9 kişi gözaltına alındı.

Diyarbakır, Batman ve Mardin'den gelen BDP'ye bağlı YDM üyeleri Siirt'te yaşanan cinsel istismar olaylarını protesto etmek için Ulus Mahallesi'nde basın açıklaması yapmak istedi. Polis Cumhuriyet Caddesi'ndeki BDP binası önüne kadar yürümek isteyen göstericileri yürüyüşün izinsiz olduğu gerekçesiyle uyardı. Yasadışı slogan atmaya başlayan bin kişilik grubu polis bu kez anonslarla uyardı. BDP Siirt Milletvekili Osman Özçelik'in emniyet yetkilileri ile görüşmesinden sonra kalabalık BDP il binasına kadar yürüdü.
Polis gösterilere müdahale ederken 200 kişilik YDM'li grup BDP il örgütünün bulunduğu iş merkezine girip kapısını kapattı. Bazı göstericiler ile polis arasında gerginlik yaşandı. Atılan sandalyeler nedeniyle işhanının camları kırıldı. Olayda 9 kişi gözaltına alındı. habertürk

İlk duruşmada 5 tahliye!
02 Haziran 2010
Siirt'te bir ilköğretim okulundaki dört kız öğrenciye yönelik cinsel istismar iddiasıyla ilgili davanın ilk duruşmasında tutuklu 19 sanıktan 5'i tahliye edildi

Siirt Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya 19'u tutuklu toplam 35 sanık ile cinsel istismara uğradığı iddia edilen kızlardan ikisi katıldı.

Davada gizlilik kararı bulunduğu gerekçesiyle duruşma salonuna avukatlardan başka kimse alınmadı.

Sanıklar, ifadelerinde suçsuz olduklarını söyledi.

Mahkeme heyeti, sanıklardan 5'inin tahliyesine karar vererek duruşmayı 29 Temmuz 2010 tarihine erteledi.

İddianamede, sanıklar hakkında 3 ile 15 yıl arasında hapis cezası isteniyor.

Duruşmanın ardından gazetecilere açıklama yapan Siirt Baro Başkanı M. Ali Özel, ilk duruşmada sanıkların savunmasının alındığını ifade ederek, ''35 kişi savunmasını yaptı. Duruşmada mağdurlardan sadece ikisi hazır edildi. Dava boyunca dosyadaki gizlilik kararı sürecek'' dedi.habertürk

“Hocaefendi her zaman olduğu gibi doğruyu (mu) söylüyor”?
Murad Salih

Bülent Arınç, Fethullah Gülen'in İsrail'in gemi saldırısı ile ilgili sözlerini, “Hocaefendi her zaman olduğu gibi doğruyu söylüyor” şeklinde değerlendirmiş...

Ne zaman?

Türkiye, Mavi Marmara şehidlerini “Ya Muntakim Allah intikamına bizi memur et” dualarıyla toprağa verirken...

Türkiye ve Dünya bu şehidlerin intikamı için meydanları “Kahrolsun İsrail! Kahrolsun ABD! Kahrolsun İşbirlikçiler!” sloganlarıyla inletirken..

Nerede?.

“8. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nın ödül töreninde...

Yani “Hocaefendi”nin “marifetleri”nin sergilendiği bir organizasyonda...

Eğitim dili İngilizce olan okullarda beyinleri yıkanan dünya çocuklarının, bir şarkı veya bir şiir ezberletilerek, sanki o okulda okuyan bütün çocuklara Türkçe öğretiliyormuş, o okulların eğitim dili Türkçeymiş imajı verilen bir gözboyama ve reklâm organizasyonunda... (1)

Peki Arınç’a göe “Hocaefendinin, herzamanolduğu gibi söylediği” bu yeni “doğru” neydi?

Onu da bütün ruhuyla vermeyi başaran kısa bir haberden okuyalım:

[Gülen: "İHH İsrail'le işbirliği yapmalıydı, bizimkiler öyle yapıyor"
05.06.2010
Wall Street Journal Fethullah Gülen’in yardım filosu yetkililerini İsrail’le uzlaşmadıkları için eleştirdiğini duyuruyor. Haberde, Gülen için "a controversial and reclusive US resident" tanımlaması yapılmış: "Tartışmalı, münzevi bir ABD sakini"
Gülen, yardım filosu organizatörlerinin yardım dağıtma girişiminden önce İsrailli yetkililerle uzlaşma aramamasını, otoriteyi yok sayma girişimi olarak değerlendirdi ve bunun olumlu sonuçlar doğurmayacağını söyledi. Gülen, kendi hareketiyle bağlantılı bir yardım kuruluşu Gazze’ye yardım götürmek istediğinde, İsrail’in iznini almaları konusunda ısrar ettiğini belirtti. Gülen, yaşanan olayda kimin suçlu olduğu konusunun Birleşmiş Milletler’e bırakılması gerektiğini kaydetti. ” ]
(2)

Arınç’ın “doğru” dediği şey, işte yukarıdaki dinî, ahlâkî, siyasî, insanî, vicdanî yönlerin hangisinden bakarsanız bakın bu bir müslümanın ağzından çıktığına asla inananılamayacak kadar apaçık, ağır ve vahim bir yanlıştı...

Arınç, bu kadar apaçık, ağır ve vahim bir yanlışı doğru olarak tasdik etmekle kalmıyor; ayrıca “Hocaefendi her zaman olduğu gibi doğruyu söylüyor” diyerek Fetullah Gülen’in bundan önce her dediğinin ve her yaptığını “doğru” bulduğunu ifade ediyor...

Bunu yaparken de Gülen’i Şia inaçlarında varolan ama ehl-i Sünnet inançlarında olmayan “masum imamlık” makamına orurtuyordu... İşin ilginç bir ayrıntısı da Wall Street Journal’in sözkonusu haberinde Gülen’den “imam” sıfatıyla bahsetmesi...

Bülent Arınç malûm, düne kadar AKP’nin işbirlikçi politikalarını örtmek için “radikal/keskin” çıkışlarıyla tanınan ve bu tavrıyla TSK ile diğer köktenci laiklere “Gül ve Erdoğan’a razı olmazsanız bakın onların yerine Arınç gibi ‘kökten dinci’ bir bağnaz gelir ve sizi kabak gibi oyar” mesajı verilen politik bir figürdü...

Laikliği dinleştirmiş kesim o gösterilerek Erdoğan ve Gül’e razı ediliyordu...

Erdoğan ve Gül’ün AB-D emperyalizmiyle olan al gülüm ver gülüm işleri, yine onun vasıtasıyla AKP tabanına karşı “Muhterem kardeşim ,ortada gerçrekten yanlış bir iş olsa ona önce mücahit Bülent abimiz karşı çıkar. Çıkmadığına göre demek ki Tayip abi ile Abdullah abi keferelere takiyye yapıyor... İşi bozmayalım... Kefereyi uyandırmayalım.” Diye “kamufle” ediliyordu...

Ama Son günlerde ne olduysa...

Artık Bülent Arınç kendine oynatılan kefereye karşı “kötü adam”, içe karşı “mücahid” rolünden bıkıp usandı mı?..

Yoksa...

Ortada komplo teorisi olarak dolaşan rivayetlerdeki gibi; AB-D emperyalizm’i Erdoğan’ın yerine daha mülayim/uslu/pısırk yeni bir politık figür aramaya başladı da, Bülent Arınç fırsatı bu defa kaçırmamak için “kriter ‘mülayimlikse’ benden mülayimini bulamazsınız” sinyalleri mi çakıyor?..

Veya...

“Mücahid Bülent abi” eskisen beri AKP içinde Fetullah Gülen’in truva atı olarak yer almıştı da, Pensilvanya’dan gelen emir üzerine “mücahidlik maskesi”ni çıkarıp asıl hüvetiyle görünmeye mi başladı?..

Bilmiyorum...

Başlangıçtan bu yana Türkiyedeki müslümanlar içinde bir Truva atı olarak yer alan Fetullah Gülen her araziye uyarak, her boyayı sürerek, her kılığa girerek; sonunda ABD’nin Pensilvanya’daki “verimli işçisi” statüsüne kavuştu...

Artık o bir Pensilvanyalı...

AB-D’nin emir ve direktifleri doğrultusunda bütün dünyada ve özellikle de AB-D’nin girmekte sıkıntı çektiği ülkelerde İngilizce eğitim veren okullar açıyor ve her okulda binlerce dolar maaş vererek protestan Papazlar istihdam ediyor...

ABD savcısının verdiği bilgiye göre tam 25 milyar dolarlık iktisadî varlığa hükmediyor...

Türkiyedeki medyanın yarısından fazlasının o semaye ile satın alındığı rivayetleri dolaşıyor...

Her neyse...

Yukarıdaki haberi okudunuz...

Bülent Arınç’ın “masum imam”ı Fetullah Gülen...

ABD-İsrail-Mısır-Ürdün yapımı kahpe bir ambargoyla dünyanın en büyük toplama kampına dönüştürülan Gazze’nin kahraman halkı bir yudum su, bir lokma ekmek karşılığında “siyonist otorite”ye boyun eğmeye zorlanırken...

Vicdanları kanayan İNSANLARIN yardımlarını ancak siyonist eşkiyadan izin alarak yapabileceklerini, bunun aksinin, yani İHH’nın yaptığı gibi ambargoyu kırma/delme eylemlerini “otoriteye başkaldırma girişimi olarak” değerlendiriyor...

Ne otoritesi?

Gazze İsrail toprağı değil...

Aslında İsrail de İsrail toprağı değil...

Orası Filistin...

Osmanlı toprağı...

Osmanlı’dan gaspedilen topraklar...

Dünkü ve yarınki Vatanımız...

İsrail, Filistinlilerden gaspedilen topraklar üzerine kurulmuş gayrımeşru bir çete/korsan devlet...

Ona rağmen Gazze halen İsrail toprağı değil... Gazze limanı İsrail karasularına dahil değil...

Gazze'de tek otorite var; o da Gazze halkının meşru temsilcisi HAMAS Hükûmeti...

Kimin memleketine girmek için kimden izin alınmasını istiyor Fetullah Gülen?..

Haydi Fetullah Gülen dediğimiz adam bir kara cahil... Ne dinden anlar ne imandan, ne siyasetten... Ne hukuktan anlar ne de ahlâktan...

Eline ne tutuşturulduysa onu okur, kulağına ne fısıldanırsa onu söyler...

Ya Büllet Arınç?

“Mücahid Bület abi”?..

Avukat...

Hukuk okumuş...

Kopya ile geçmediyse sınıfları...

Gazze’nin hukukî durumunu...

Oranın İsrail toprağı olmadığını...

Gazze toprağı olduğunu...

Gazze Limanının İsrail Karasuları dışında olduğunu biliyor olmalı...

Buna rağmen...

Fetullash Gülen’in bu kadar kadar apaçık, ağır ve vahim bir yanlışına...

Nasıl olur da “Hocaefendi her zaman olduğu gibi doğruyu söylüyor” diyebilir?

Malûmunuzdur “nasıl” sorusunun cevabı, doğrudan doğruya o kişinin ahlâkıyla ilgilidir?

Konu Bülent Arınç olunca işin “nasıl”ını anlamak kolay “Önce ahlâk ve maneviyat” diyen “Millî Görüş” gömleğini çıkararak AKP kuranların ilk üçündedir ya kendileri...

Bu durumda cevabı bulunması gereken soru şudur:

Bir hukukçu ve tecrübeli bir siyasetçi böyle apaçık bir yanlışı niçin doğru gibi yutturmaya çalışır?

Bakın vicdan sahibi bir aydın...

Üstelik de uzun yıllar Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yamış bir insan...

Nihal Bengisu Karaca...

Habertürk Tv’de Serdar Turgut’un sunduğu iki’de Bir programında...

Fethullah Gülen’in İHH’nın Gazze`ye yardım götürmeden önce İsrail`le uzlaşma yolunu seçmemelerini "faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye baş kaldırmak" şeklindeki beyanını tartışıyorlarken...

Serdar Turgut’un, “Gülen rasyonel davranıyor, devlet adamı mantığıyla davranıyor” sözlerine karşılık, Nihal Bengisu Karaca, “Ben meselenin şu boyutuyla ilgiliyim dindar vicdandan ayrı düşerse dinden geriye ne kalır? Vicdan ve dindarlık birlikte akan bir nehirdir,ikisini ayırdığınız zaman geriye şekli kurallar kalır?” diye cevap veriyor...

Ardından “Hangi otorite” sorusunu da soran Karaca, “İsrail uzlaşılabilir, insani itirazları ciddiye alan bir ülke olsaydı, zaten oraya gemi götürmeye gerek kalmazdı. İsrail meşru bir otorite olsaydı Gazze diye bir yer de olmazdı” diyerek Fetullah Gülen’in de Bülent Arınç’ın da pekalâ bildikleri ama dile getirmedikleri ve üstünü örtmeye çalıştıkları bir gerçeğin altını cesaretle çiziyor... (3)

Şevket Eygi ise konuyu –Fetullah Gülen’in bile anlayabileceği kadar- sade bir dille şöyle izah ediyor:

[1. Mavi Marmara barış ve insanî yardım gemisi İsrail'e değil, Gazze'ye gidiyordu. Binaenaleyh oraya gidebilmek için İsrail'den izin istemesi ve alması gerekmezdi. Gazze, İsrail toprağı değildir, orada bir Filistin hükümeti vardır, Filistin bayrağı dalgalanmaktadır.
2. Yardım gemileri oraya niçin gidiyorlardı?.. Siyonist devletin inatla sürdürdüğü; hukuka, ahlâka, insanlığa, vicdana, adalete aykırı bir ambargoyu kırmak için... Gazze halkı işkence, baskı, sıkıntı, yokluk içinde yaşamaktadır.
3. Siyonistler Türk barış ve yardım gemisine saldırarak hiç lüzumu olmadığı halde kan dökmüşler, sivil ve masum insanları öldürmüşlerdir.
4. İsrail ordusunun dünyanın en etik ordusu olduğu iddiası kocaman bir yalandan ibarettir.
7. Siyonistler Nazi Almanyasının temerküz kamplarından bahs edip duruyor. Hiçbir Alman temerküz kampı, Gazze esir kampından büyük ve kötü olamaz.
Gazze ambargosunu kırmak için yola çıkmış olan yardım gemilerinin İsrail devletinden izin istemeleri gerektiği iddiasının hiçbir tutar tarafı yoktur.
Gazze ambargosu kaldırılmalı, sivil halka eziyet edilmemeli, çocuklar öldürülmemeli, dünyanın her yerinden mazlum Filistinlilere sivil yardım gelmelidir. ]
(4)

Ne doğrusu Bülent Arınç?

Hangi doğru?

Hangisi doğru?

El insaf...

Büyüklerin “hubb-u câh” dedikleri tehlikeli bir zaafı var insanoğlunun...

Makam arzusu, şöhret düşkünlüğü... (5)

Senin bu “hakikati örtme” çabalarının sebebi belki de budur...

Yazık...

Yaşını başını almış, bir ayağı çukurda bir adamsın; değer mi?

Bak kabinedeki arkadaşın Ertuğrul Günay ne kadar sade ve zarif bir değerlendirme yapıyor bu konuda:

[Günay, havaalanında gazetecilerin Fethullah Gülen'in, Gazze'ye yardım malzemesi götüren gemilere İsrail'in saldırısına ilişkin yaptığı açıklamaların sorulması üzerine, ''Fethullah Bey, uzunca bir zamandan bu yana ülkemizin dışında. Sanıyorum Türkiye'deki ve bölgedeki gelişmeleri yakından takip edemiyor. Uzaktan bakılınca olaylar öyle görülüyor demek ki. İçinde yaşayınca bizim baktığımız gibi görünüyor '' dedi.] (6)

Dipnotlar:
1- Bu konuda güzel bir analiz için: Peren Birsaygılı, “Türkçe olimpiyatları mı, çocuk simsarlığı mı?”, http://www.haber10.com/makale/15923

2- http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=3739#3739

3- Habertürk gazetesi, 07 Haziran 2010.

4- Mehmet Şevket EYGİ, “İsrail’den İzin İstemek...”, 8 Haziran 2010, Millî Gazete


5- [Hubb-u câh, makam arzusu ve şöhret düşkünlüğü demektir ve kalbin üzerine zift çekip, ruhu felç eden kötü hasletlerdendir. Bediüzzaman Hazretleri, gönlüne böyle bir virüs bulaştırmış tali'sizlere şöyle seslenir: "Şöhret, zehirli bala benzer. Eğer o belâya düşersen 'Biz, Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz'de ve kurtul."
Evet, Hz. Ömer'in (radıyallahu anh) ifadesiyle, "Allah, bizi diniyle şerefli kılmıştır." Bunun dışında başka bir şeref aramak beyhudedir. Zaten irade insanları, Allah'a intisap etmenin dışında herhangi bir şan u şerefe de iltifat etmezler.
Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) yurdunu, yuvasını terk ederek Medine'ye gelmiş, burada şehrin içinde oturabileceği bir arsa bulamamış ve "Sunh" isimli bir kenar mahallede oturmuştur. Dahası o, tam on yıl izzet, gurur, şan ve şeref demeden komşularının koyunlarını sağarak geçimini temin etmiştir. Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra halife olarak seçilmiş; bugünkü Türkiye'nin dört-beş katı büyüklüğünde bir ülkeyi çok iyi yönetmiş, bunu yaparken de yine Sunh'daki evinde kalmış ve belli bir süre daha komşularının koyunlarını sağmaya devam etmiştir. ] Fetullah Gülen, http://www.hikmet.net/content/view/56134/13/

6- 05.06.2010, habertaraf.


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

İsrail'i kınamayan dengeci Müslümanlar
Kevser TOPKAR
ktopkar33@gmail

En ufak bir acabanın büyüyüp zulmün alkışlanması anlamına gelecek krıtik bir anı yaşıyoruz. Söz sahiplerinin kendilerinin de inanmadığı “İsraile danışılıp da bu hareket yapılsaydı” mealindeki yorumları hiçbir cevabı hak etmiyor. Yumuşak ve masum görüntüsünün altında kaybedileceğinden korkulan menfaatler, bozulacağından endişeye düşülen dengeler var ki, İsrail askerlerinin mermilerinden daha yaralayıcılar...

Hangi dinin mensubu olursa olsun Mavi Marmara gemisindeki katliamdan yüreği sızlamayan bir insan tahayyül edemiyorum.Olayın akabinde global dengeleri gözetmek adına “şöyle olsaydı böyle olmazdı” mealinde talihsiz açıklamalara şahit olduk.

"Doğru içtihatta iki sevap, yanlış içtihatta bir sevap" hesabı menfaat gözetmeksizin iyi niyetle yanılarak yapılan içtihadi yorumlar için muhtemeldir. Eğer söylenen sözde vicdanı susturan, dili eğip büken bir dünya menfaati gizliyse nasıl isimlendirilir bilemiyorum.

Evet, dünya siyaseti ve finansmanında Yahudiler son derece etkinler. Devletlerin, dünya tekellerinin, tröstlerinin, bankacılık sektörünün ve sisteminin ipleri onların elinde. İslam coğrafyasındaki devletlerle, müslüman cemaatlerle ekonomik ilişkiler içindeler. Ülkem müslümanlarıyla da bir hayli sıkı ticari ilişkileri bulunmakta. Nükleer silahlarının gölgesinde Ortadoğunun kalbinde dünyanın muhtelif ülkelerinden topladıkları Yahudilere bu bölgeyi işgal ederek yurt edindirdiler. Dahası bunu tanrılarının kendilerine vaadettiği bir hak olarak görüyorlar. Bundan cesaretle Filistin’i işgal ettiler, halkını katlettiler, öldüremediklerini aşılmaz duvarların arkasında tecrid ettiler. Şimdi de gözleri Türkiye'yi de içine alan Dicle-Fırat arasındaki sözde vaadedilmiş topraklarda... Buralarda tıpkı Filistinde olduğu gibi yatırım yapıyorlar. Sinsi bir yayılma faaliyeti içindeler. Paralarının gücünü müslümanlara sempatik görünmek için kullanıyorlar ve başarılı da oluyorlar.

İslamın dünya üzerinde yaygınlaşması için özverili faaliyetlerde bulunan müslüman kardeşlerim; İsrailin bölgedeki hedeflerini görmezden gelerek, kendi menfaatlerine zarar gelmemesi adına sivillere yapılan katliamı kınayamıyor ve İsrailin yaptığı her şer işe bir kılıf hazırlayabiliyorsanız, bu çıkarların her ne olursa olsun en yüksek düzeyde korunması değil de nedir.

Bu eğer bir takiye ise evet peygamberimiz de takiye yapmıştı. Bir taktik olarak savaş esnasında düşmana dezenformasyonda da bulunmuştu. Bu sayede önemli kazanımlar elde edilmişti. Ama bu takiye yıllarca sürüp sonunda kendini kuşatmamıştı.

Bir güce sahip olmanın niçin istenildiği o gücü kazanma sürecinde takip edilen yollarda unutulursa kazanıldığında fonksiyonunu tamamen yitirebilir. Pratik hayattan iki örnek vermek istiyorum. Pahalı bir arabaya binmek için yıllarca para biriktirenler vardır. Sonunda istedikleri aracı alırlar. Bu süreci yaşarken öyle alışkanlıklar edinmişlerdir ki sahip oldukları arabalarına zarar gelecek endişesiyle gönül rahatlığıyla kullanamazlar. Sağı çizildi mi, solu bir yere sürttü mü, çukura mı düştü, yokuşu mu çıktı? Bin türlü hesap huzurlarını kaçırır.

İkinci örnek mahalle kasabımızdan; bazı zenginlerin et satın alırken acaip ince pazarlıklar yaptığını ve buna çok hayret ettiğini ifade ediyor. Aslında hayrete şayan bir durum değil, ibretlik bir hal. Bir isteğimizi elde etme sürecindeki davranışlar uzun süre devam ederse alışkanlık haline gelebiliyor. İnsan davranışlarında olduğu gibi kurumların ve devletlerin davranışlarında da bunları gözleyebiliyoruz. ”Araçların amaç haline gelmesi” dediğimiz bu yanılgı sinsice bizi kuşatabiliyor. Bu gibi hallerde başlangıç noktamıza geri dönerek “ben bu yola niçin çıktım” sorusunu kendimize sorarak özümüze dönebiliriz.

Bugün pek çok dünya ülkesinde güzel işlere imza atan, hizmet aşkını yüreklerinde canlı tutan kardeşlerim; zalimin zulmünü de kınayamayacaksınız acaba siz bu yola niçin çıktınız?

9 Haziran 2010 habertaraf

İslamcı yazarlarda Fethullah Hoca korkusu
Mehmet Yakup YILMAZ
mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr
9 Haziran 2010

FEHMİ Koru, geçtiğimiz pazar akşamı evinde gazetecileri ağırlamış. Taraf’ta Rasim Ozan Kütahyalı’nın yazdığına göre seçkin bir topluluk varmış, yemek yenilip, sohbet edilmiş. Meselenin bu kısmıyla ilgili değilim, afiyet olsun demekle yetinmeliyim.
Yemekte güncel konulardan biri olan “Fethullah Gülen’in WSJ demeci” de tartışılmış.
Kütahyalı, Fethullah Hoca’nın söylediklerinin yanlış olduğunu düşündüğünü belirttikten sonra şöyle yazıyor:
“Bir yandan yazılmamak kaydıyla olan özel konuşmalarda birçok isim Gülen’e karşı burukluğunu belirtiyordu, bir kısmı şaşırmıştı. Burukluğunu ve sitemlerini anlatanların bir kısmı Gülen’den çok içten biçimde ‘Hocaefendi’ diye bahsetmeye devam ediyordu, çünkü Gülen’le manevi gönül bağları vardı. Öte yandan kimi isimler Gülen’i eleştirmeye çekindiklerini de ifade ettiler. ‘Eskiden böyle değildi, Gülen’e dair daha rahat yazılıyordu, şimdi herkes söyleyeceğini yutuyor’ dedi bir davetli. Buradaki ‘çekinti’ Türkiye’nin çıkarını düşünerek olan bir çekinti de değil, bildiğiniz korkuya benzer ‘Acaba başıma bir şey gelir mi?’ duygusuyla karışık bir çekintiydi bu. İslami kesim içinde bile Fethullah Gülen ve hareketine dair bu hisler yükselmeye başladıysa durum iyi değil demektir.”
Kütahyalı, bunu “ulusalcılar tarafından uydurulmuş şehir efsanelerinin etkisinde kalmaya” bağlıyor.
Ama yazıdan anlıyoruz ki bu konuda İslamcı gazetecilerin çoğunluğu gerçekten düşündüklerini yazamıyorlar. Kütahyalı “Karnından konuşmalar, içinden geçeni saklamalar artıyor” diye yazıyor.
Demek ki Fethullah Gülen’i eleştiren bir şeyler yazdığımızda bizlerin başına gelenler, yandaş arkadaşların da başına geliyormuş!

(..)
Milliyet

CHP, ‘AKP’nin ağır tahribatı’nı yayınladı
26.02.2017



Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak sorumluluğunda "15 Yılın Faturası- AKP’nin Ağır Tahribatı" isimli bir rapor hazırladı.

Cumhuriyet’in haberine göre, son yedi yılda borcunu ödeyemeyen 852 bin kişi ceza alırken, tüketicinin banka borcu 70 kat yükseldi. Aralık 2002’de 242 milyar lira olan devlet borcu ise 2016 Aralık ayında 759.6 milyar liraya ulaştı. Aralık 2002’de bir kilogram ekmeğin fiyatı 1.03 TL iken 3.5 kat artarak 3.89 TL’ye ulaştı.

KADINA ŞİDDET YÜZDE 1400 ARTTI

Hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye, 113 ülke arasında 99. sıraya düştü. Basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 151. Sırada yer aldı. Son 5 yılda 600 bin çocuk suça sürüklendi. 550 bin çocuk mağdur oldu. Çocukların cinsel istismarı yüzde 434, kadına şiddet yüzde 1400, boşanmalar yüzde 38, fuhuş yüzde 790, tutuklu ve hükümle sayısı yüzde 231, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678 , adam öldürme yüzde 261, cinsel taciz yüzde 499 arttı
BirGün

Akif Beki: Bakın hangisi daha dava adamı
01/11/2017

Gökçek siyaseten doğruları söyleyerek, inanmadığı halde rol keserek, koltuğu boşaltmanın gerekliliğine inanmış gibi yaparak yani oynayarak gitti.

Uğur ise içinden geldiği gibi dümdüz konuşarak, doğruculuk yaparak, gerçek kanaatini saklamayarak, söylediklerine inanarak, inanmadıklarını söylemeyerek gitmeyi seçti.

Reklam

Karşılaştırdığınızda hangisi daha düzgün, daha makbul davranış, hemen ayırt edersiniz.

Fakat ne hikmetse…

Öbürü daha şahsiyetli, daha erdemli, daha dürüst, daha saygın davranmış gibi lanse edilebiliyor.

Parti disiplini açısından, katı otoriter bir hiyerarşiye tabi olmak, yani kurşun askerlik özendirilebilir, bir kıymet ifade edebilir.

Ama kurşun askerliği dava adamlığı olarak sunmak, her şeyden önce Erdoğan’ın adam ve dava tariflerine de uymuyor.

Akif Beki’nin yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/bakin-hangisi-daha-dava-adami-5344

Serdar Akinan
Doğu'nun hainleri

Allah vicdanı neremize gömmüştür?
Beynimize mi? Kalbimize mi?
Yanıtı malum.
'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır'
Hz. Muhammed'in bu hadisi beynime değil kalbime kakılıdır. Öyle olduğu için susamadım. Susmayacağım...

Yaşantım kalbim öyle dedi diye ziyan olacaksa... Varsın olsun...
Adlarını ağzıma alarak kirletmeyeceğim birileri, kalkmış gökyüzünde çığlık çığlığa uçan kırlangıçlar gibi vicdanlı insanlara necaset atmaya kalkıyor. Haddinizi bilin!...

Ona buna küfür ederek rating yapmayı öğrendiğiniz adamlar, bir şişe viskiye, bir yalıya, bir yanak okşamaya fit oluyordu. Üstelik onlar inançsızlıklarını bir kimlik gibi taşıma cüretini gösterecek cesarette insanlar...

Siz utanmadan 'Müslüman' kimliğine sığınarak anlamı kirletiyorsunuz.
'Doğu Konferansı'ndan yola çıkarak; oradan kendinize de paye vererek, her şart altında, namus ve vicdan adına direnenlere 'ölçü
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Arl 03, 2016 11:06 pm    Mesaj konusu: 'Filistin'in cesur kızı' Ahed'e Özgürlük Alıntıyla Cevap Gönder

'Filistin'in cesur kızı' Ahed'e Özgürlük



Ahed'in babası Haaretz'e yazdı: Kızım bir özgürlük savaşçısı
30.12.2017



İsrail askerlerini tokatlarken görüntülenen ve gözaltına alınan 16 yaşındaki Ahed Tamimi'nin babası, İsrail'in Haaretz gazetesine yazdı: Kızımla gurur duyuyorum, o bir özgürlük savaşçısı, gelecek yıllarda İsrail yönetimine karşı direnişe liderlik edecek.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü 'İsrail'in başkenti' olarak tanıma kararı Batı Şeria'da protesto edilirken İsrail askerlerini tokatladığı cep telefonlarına kaydedilen ve ertesi gün şafak sökmeden evine yapılan operasyonla gözaltına alınan 16 yaşındaki Ahed Tamimi için babası Bassem Tamimi bir açık mektup kalem aldı.

​'BUNLAR MÜCADELENİN GÖZYAŞLARI'

İsrail'in Haaretz gazetesinde yayımlanan makalade, baba Tamimi 'Filistin'in cesur kızı' lakaplı Ahed'e ''Kızım, bunlar mücadelenin gözyaşları'' diye sesleniyor.

'SİZİN DÜNYANIZDA TÜMÜYLE FARKLI BİR YAŞAMI OLURDU'

''Kızımla gurur duyuyorum, o bir özgürlük savaşçısı, gelecek yıllarda İsrail yönetimine karşı direnişe liderlik edecek'' diyen Bassem Tamimi, İsraillilere ve uluslararası topluma da şöyle hitap etti: ''Kızım sadece 16 yaşında. Başka bir dünyada, sizin dünyanızda tümüyle farklı bir yaşamı olurdu. Bizim dünyamızda ise Ahed halkımızın genç özgürlük savaşçılarından oluşan yeni neslinin temsilcisi.''

'KAZANMAYA YETECEK KADAR CESUR'

''Ahed, dünyada hiçbir anne baba evladını hapishane hücresinde görmek istemez. Ama Ahed, kimse de seninle benden daha fazla gurur duyamaz. Sen ve senin neslin kazanmaya yetecek kadar cesursunuz. Senin eylemlerin ve cesaretin bana huşu veriyor, gözlerimi yaşlarla dolduruyor'' diyen baba Tamimi, İsrail devletine de ''Ahed ilk kez gözaltına alınmış olsa da sizin hapishanelerinize yabancı değil. Kızım bütün yaşamını İsrail hapishanelerinin gölgesinin ağırlığı altında geçirdi'' diye seslendi.

TAMİMİ AİLESİNDEN 4 KADIN GÖZALTINDA

İsrail askeri mahkemesi 19 Aralık'ta gözaltına alınan Ahed'in gözaltı süresini sürekli uzatıyor. Ahed evlerinin girişine gelen İsrail askerlerini tokatlayıp geri çekilmelerini sağlarken yanında olan ve bu anları cep telefonlarına kaydeden annesi Neriman ve kuzeni Nur da daha sonra gözaltına alındı. Son olarak perşembe günü bir diğer kuzeni Manal, Ofer Hapishanesi önünde Ahed'in bırakılması için protestoda bulunurken gözaltına alındı. Yani Tamimi ailesi kadınlarının büyük bölümü, İsrail hapishanelerine atıldı.

'AHED'İN HESABINI TWITTER KAPATTI'

Manal gözaltına alınmadan önce Ahed'in Twitter'daki hesabının aniden ortadan kaybolmasından Twitter'ı sorumlu tutan bir paylaşımda bulunmuş, ifade özgürlüğünün kalesi olarak görülen sosyal medya işletmesinin İsrail'in emirlerini yerine getiriyor olabileceğine dikkat çekmişti.

​ABBAS BABAYI ARADI

Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'ın Bassem Tamimi'yi arayıp Ahed'in durumunu sorduğu, kızının cesareti için teşekkür ve tebrikte bulunduğu öğrenildi.
Sputnik

İsrail 'Filistin'in cesur kızını' serbest bırakmıyor
17.01.2018



İsrail askerlerini tokatlarken videosu çekilen 'Filistin'in cesur kızı' Ahed Tamimi'nin İsrail askeri mahkemesindeki davası bitene dek hapiste kalmasına karar verildi.

Geçen ay Kudüs protestoları sırasında İsrail işgali altındaki Batı Şeria'da İsrail askerlerini tokatlayan Ahed Tamimi hakkında İsrail askeri mahkemesi ilk kararını verdi: Dava bitene dek gözaltında kalacak.
Olaydan sonra sabaha karşı evi basılarak gözaltına alınan ve 12 ayrı suçlamadan 10 yıl hapsi istenen Tamimi'nin, evinin girişine gelen iki İsrail askerini üzerlerine yürüyerek tokatlamasının görüntüleri sosyal medyada yoğun ilgi görmüştü.

'İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, SOSYAL AKTİVİZM DEĞİL'

Askeri yargıç binbaşı Haim Baliti, 16 yaşındaki kızın dava sırasında 'tutuksuz yargılanma' talebini reddetti. İsrail Yüksek Mahkemesi'nin 'ifade özgürlüğünün huzuru bozma ya da şiddete başvurmaya izin vermediğine' dair görüşünü temel aldığını belirten askeri yargıç, savunmanın, Tamimi'nin 'kışkırtıcı hareketlerini' sosyal aktivizm protestolarıyla eşdeğer tutarak yanlış yaptığını iddia etti.

'ALEYHİNE KANITLAR ÇOK SAĞLAM'

''Tamimi aleyhine çok sağlam kanıtlar var'' diyen Baliti, kızın 'İsrail'e yönelik önceki saldırılarıyla ilgili uzun bir liste olduğunu', bu kez 'geniş çaplı ağır şiddete başvurduğunu ve bu yüzden risk oluşturduğunu' savundu. 18 yaşından küçük olmasını kaale alınması gereken bir etken olduğunu, ama gözaltında tutulmasının alternatifi bulunmadığını öne sürerek ''Davanın sonuna dek gözaltında tutulmasını emretmekten başka seçeneğim yok'' dedi.

KUZEN SERBEST, ANNE HAPİSTE

İsrail askeri tokatlama videosundaki üç kadından biri olan Ahed'in kuzeni Nur ise geçen hafta şartlı salıverilmişti. Üçüncü kadın olan Ahed'in annesi Neriman, hala hapiste. Ahed gözaltına alındığında, İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett, ''Hayatı hapishane hücresinde son bulacak'' demişti.

Sputnik

İsrail 'Filistin'in cesur kızını' gözaltına aldı, 'hapiste ölecek' dedi
19.12.2017



Batı Şeria'daki Kudüs protestolarında evinin girişine gelen İsrail askerlerini tokatlayan Ahed Tamimi sabaha karşı evine baskın düzenlenerek gözaltına alındı. 'Filistin'in cesur kızı' lakabıyla tanınan 16-17 yaşlarındaki genç kız için İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett ''Hayatı hapishane hücresinde son bulacak'' dedi.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Küdüs'ü 'İsrail'in başkenti' olarak tanıma kararı üzerine Filistinlilerin protesto gösterileri İsrail güvenlik güçleriyle çatışmaya dönüşürken 'Filistin'in cesur kızı' lakabıyla tanınan Ahed Tamimi de gözaltına alındı. 200 Filistinlinin İsrail güçlerine taş attığı eylemlere sahne olan Batı Şeria'nın Nabi Salih köyünde, 16-17 yaşlarındaki genç kız evlerinin girişine gelen iki İsrail askerinin üzerlerine yürüyüp tokatlarken görüntülendi. Babası Besim Tamimi, sabaha karşı evi basıp kızını alıp götüren asker ve polislerin aile üyelerini darp ettiklerini, cep telefonları, bilgisayarlar ve kameralara el koyduklarını söyledi.

​14 YAŞINDAKİ KUZENİNİ YÜZÜNDEN VURDULAR

Tamimi'nin iç güvenlik servisi Şin Bet tarafından sorgulandığı belirtildi. İsrail ordusu, Tamimi ile yanındaki kadınların cep telefonu kameralarını çalıştırırken İsrail askerlerine vurmalarını 'provokasyon' diye niteleyen bir açıklama yaptı. Açıklamada o sırada askerlerin hiç karşılık vermeyerek 'profosyonelce' davrandığı dile getirildi. Ancak öncesinde Nabi Salih köyündeki çatışmalarda İsrail askerlerinin plastik mermiyle yüzünden vurduğu Ahed Tamimi'nin 14 yaşındaki kuzeni Muhammed beyninden yaralanıp yapay komaya alınmıştı.
Sputnik

SEMİH VESİLESİYLE YARGI, SİYASET, MEDYA ÜÇGENİNDE ADALET
Av. Mehmet TIĞLI
2 Aralık 2017



Semih Özakça beraat etti, onunla birlikte tutuklanan Nuriye Gülmen de tahliye oldu bu gün.

Peki öncesinde ne oldu?

Masumiyet karinesi asıl iken, savunması dahi alınmadan suçlu ilan edildi, ögretmenlikten atıldı…

Hakkı talep etmek kutsal, hak ve mesuliyet iken hakkını aradı diye jop yedi, gaz yedi, tutuklandı, hakkı için aç kaldı, dalga geçildi, siyasetin en üstünden terorist olarak damgalandı, rencide edildi, susturuldu, medyada çarşaf çarşaf terorist olarak afişe edildi.

Her türlü iftiraya mikrofon uzatılırken, kendisine “yahu kardeşim senin derdin ne” diye söz hakkı veren olmadı…

Hal böyle iken görsel ve yazılı medya siyasetin bildiri bülteni gibi davranarak hukuksuzluğa iştirak etti.

Medyanın görevi basına servis edilen bilgiyi haberlestirmek degildir.

Bu haber de değil, bir bülten, bir bildiridir.

“Basın bilgi almaz! Bilgiyi araştırır, bulur, toplar ve sunar“

Eksik ya da hatalarla dolu bir yargımız var…

Medya ve siyasetin müdehalesi ile hepten çalışamaz duruma geliyor yargı. Çalışsa da yapılan bu müdehalelerle sonradan telafisi imkansız onarılmaz yaralar açan kararlar çıkıyor. Bozulan psikolojiler, oluşan mağduriyetler, kişinin ve yakınlarının hayatından çalınan yıllar, yara alan vicdanlar, haksız kararlar neticesinde milletin cebinden çıkan tazminatlar…

Daha karar kesinleşmedi… Sonuçta karar onanabilir ya da bozulabilir. Ama bırakın önce yargı doğru ya da hatalı kararını versin. O zaman tartışalım siyasetiyle, medyasıyla, hukukçusuyla karar doğru mu yanlış mı diye… Doğru olan budur…

Lakin mahkemelerden önce, medya ve siyaset hükmü veriyor; İddia ediyor, yargılıyor ve infaz ediyor…

Ve bunun bedelini topyekûn millet ödüyor…

Av. Mehmet TIĞLI – 01.12.2017

Adımlar Dergisi

Etiketler:
ADIMLAR DERGİSİ beraat hukuk Medya Nuriye Gülmen Semih Özakça siyaset tahliye yargı

Açlık grevindeki Nuriye Gülmen: İyi ki varız, iyi ki beraberiz
03/12/2017



Yargılandığı davada ceza verilip tahliye edilen açlık grevindeki akademisyen Nuriye Gülmen, evine geldikten sonra destekçilerine mesaj verdi.

OHAL KHK’sıyla ihraç edilmelerinin ardından başladıkları açlık grevini sürdüren Gülmen ve öğretmen Semih Özakça 23 Mayıs’ta tutuklanmıştı.

Özakça, 20 Ekim’deki üçüncü duruşmada tahliye edilirken, önceki günkü karar duruşmasında beraat etmiş, Gülmen de ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla suçlu bulunmasının ardından tahliye edilmişti.

Tek şart iade

İki eğitimci de halihazırda işlerine dönebilmek için OHAL Komisyonu’na başvurmuş durumda. Ancak komisyondan henüz karar çıkmadı.

OHAL Komisyonu’ndan Gülmen ve Özakça için işe iade kararı çıkıp çıkmayacağı da kestirilemiyor.

Gülmen ve Özakça ise açlık grevlerini işe iade edilene kadar sürdürmekte kararlı. Özakça, “Suçsuzluğum kanıtlandığına göre işime derhal döndürülmek istiyorum” derken, Gülmen bu konuda bir şey söylemedi.

Ancak Gülmen’in ailesi, akademisyenin açlık grevini işe iade edilene kadar sürdüreceğini kaydetti.

Gülmen’den mesaj var

Gülmen, aylar sonra evine gelmesinin ardından Twitter hesabından bir de video paylaştı.

Gülmen şunları söyledi: “Herkese merhabalar. Ben artık dışarıdayım bildiğiniz gibi, tahliye oldum ve siz beni çok güzel karşıladınız. Çok teşekkür ederim ‘hoşgeldin’ mesajlarınız için. Teşekkür çok kuru bir sözcük her seferinde söylüyorum ama iyi ki varız, iyi ki beraberiz, iyi ki el eleyiz, sizleri çok seviyorum.”

Sağlık durumları ciddi

İkilinin sağlık durumu ise ciddiyetini koruyor.

Gülmen’in doktoru, akademisyen için “Her geçen günün aleyhine işlediğini” söyledi. Özakça ise durumunu şu sözlerle özetledi: “Hücre hücre eriyorum.”
Diken

CHP'li Emir, Erdoğan'a açlık grevindeki eğitimcileri sordu: İnsanı​ öldürerek mi devleti yaşatacaksınız?
28 Haziran 2017



"Övündüğünüz o icraatlarla değil, iki insanın ölümünü durdurmamakla anımsanacaksınız"

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a, 112 gündür açlık grevinde bulunan eğitimciler Semih Özakça ve Nuriye Gülmen için kamuoyuna açık mektup yazdı.​CHP'li Emir, "Gülmen ile Özakça’nın durumunun, insani değerlerini yitirmemiş herkes tarafından kolaylıkla anlaşılacağını düşünüyüorum ve size soruyorum: İnsanı yaşatarak mı, öldürerek mi devleti yaşatacaksınız?" diye sordu.

CHP'li Emir'in mektubu şöyle:

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan;

Şahsınızın da konuşmalarında sık sık kullandığı, Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e nasihatlerinden “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü hatırlatarak mektubuma başlamak istiyorum. Bu nasihat, insan hayatının devlet yapısının temel taşı olduğunu; insanı çıkardığınızda ‘devlet’ denilen yapının çökeceğini kuşku götürmez şekilde ifade etmektedir. Ancak bu nasihatin, sizin tarafınızdan aynı içerikte kullanıldığına ilişkin ciddi kuşkularım söz konusu. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü hangi samimiyetle, hangi amaç için söylediğinizin test edildiği günlerden geçiyoruz. Eğitim emekçileri Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, başta şahsınız olmak üzere başında bulunduğunuz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin izlediği politikalar nedeniyle ne yazık ki ölümle karşı karşıya.

Akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ilan edilen olağan üstü hal (OHAL) kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) mesleklerinden uzaklaştırılan binlerce kişiden sadece ikisi. Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, uğradıkları haksızlığa karşı Ankara’nın Kızılay semti Yüksel Caddesi üzerindeki İnsan Hakları Anıtı önünde “İŞİMİZİ GERİ İSTİYORUZ” çağrısıyla 8 Kasım 2016 tarihinde oturma eylemine başlayan iki insan. Haklılıklarının bilinciyle işlerini geri isteyen eğitim emekçileri, geçen kış aylarının her gününde eylemlerini sürdürdü. Karşı karşıya kaldıkları muamele ise darp edilmek, gözaltına alınmaktı. Hükümet yetkilileri tarafından uzun süre muhatap alınmayan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın zamanla kararlılıkları görülünce, bu kez farklı bir senaryo sahnelendi. Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, bizzat sizin bakanlarınız tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, ‘terörist’ suçlamasına maruz kaldı. Kendilerinin ve ailelerinin emekleriyle kazandıkları işlerini geri istemekten başka talepleri olmayan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, eylemlerini açlık grevine dönüştürmek zorunda bırakıldı. Açlık grevlerinin Türkiye ve dünya kamuoyunda yankı uyandırması üzerine Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’ya reva görülen muamele ise tutuklamaydı. İki eğitim emekçisi, bu mektubu kaleme aldığım 28 Haziran 2017 tarihi itibariyle cezaevinde açlık grevlerinin 113’üncü gününe girmiş durumda. Kısaca aktardığım bu hak arayışını, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak sizin daha detaylı takip ettiğiniz umuduyla Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın son durumunu paylaşmak istiyorum. İki eğitim emekçisi yaşadığımız vakit itibariyle hayatta kalma mücadelesi verirken, vücutlarında kalıcı hasarlar oluşmaya başladı. Nuriye Gülmen’in boyun ve göğüs kaslarında yoğun ağrısı var, kas ağrısından boynunu hareket ettiremiyor, kollarını kaldıramıyor; içtiği bir yudum su bile gaz yapıyor, artık sıvı alımında zorlanıyor ve yataktan kalkamıyor. Semih Özakça’nın açlık grevinden kaynaklı kulakları tıkanmış durumda, kendi sesini dahi zor duyuyor; bacaklarında kas ve kalça kemiğinde yoğun ağrısı var; her iki gözünde batma hissi yaşıyor; boyun ağrısı çok fazla ve sürekli uzanma ihtiyacı duyuyor.

Nuriye Gülmen 36, Semih Özakça 28 yaşında iki genç ve hayatlarının baharında haklı oldukları bir mücadele uğruna ölümle yüz yüze getirildiler. Emin olun, tarih, bu iki insana yaşatılanları kara bir leke olarak sayfalarına alacaktır. O sayfalarda, dönemin devlet yetkilileri olarak başta siz ve başında bulunduğunuz partinin yöneticilerinin isimleri de altı çizili şekilde çokça yer alacak. Övündüğünüz o icraatlarla değil iki insanın ölümünü durdurmamakla anımsanacaksınız. Böyle anımsanmak istemiyorsanız, yukarıda da ifade ettiğim üzere kendinize düstur edindiğiniz “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı çerçevesinde, karşı karşıya kaldığımız bu insanlık ayıbına son verilmesi için zaman geçirmeksizin harekete geçmelisiniz.

Mektubumu, Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın durumunun, insani değerlerini yitirmemiş herkes tarafından kolaylıkla anlaşılacağını düşündüğüm için burada kesiyor ve size soruyorum: İNSANI YAŞATARAK MI, ÖLDÜREREK Mİ DEVLETİ YAŞATACAKSINIZ?

DR. MURAT EMİR

Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili

TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi

ETİKETLER
chp murat emir recep tayyip erdoğan açlık grevi semih Özakça nuriye gülmen
T24

Hüda Kaya, TRT’de konuştu: “Ne kadar vicdanlıysak, o kadar insanız”
13 Nisan 2017



HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya, referanduma günler kala TRT’de propaganda konuşması yaptı. Kaya, 16 Nisan’da ‘hayır’ oyu verme çağrısı yaparken “Ne kadar vicdanlıysak, o kadar insanız” dedi.

Kaya’nın konuşması şöyle:

Bir kadın olarak, 28 Şubat’ta cezaevinde fotoğraf çekilirken bile başörtümü çıkarmamı dayatanlarla, Ak Parti iktidarında, yatak odama müsait olmadığım bilindiği halde saldıranlarla, kelepçeleyerek beni taciz edenler arasında ki zihniyet farkı nedir?

Dünün 28 Şubat darbecileri, halkın vicdanında, mağlup ve mahkûm oldular. Şimdi başkalarına 28 Şubat’ı misliyle yaşatanların Hakkın karşısında, tarih ve vicdan karşısında, yerleri nasıl olacak?

Bakın bir referandum sürecindeyiz. Siyasi eleştirilerimizi yaptık diye dokunulmazlıklarımız kaldırıldı ve partimizin Eş Genel Başkanları ve milletvekillerimiz aylardır hapislerde.

Diğer liderler, milletin, bizlerin hakkıyla, meydan meydan mitinglerini yaparken, milyonlarca insanın iradesi olan siyasetçilerimizin, zindanlarda olması bile, başlı başına bir eşitsizlik ve haksızlıktır.

Hangi düşünce ve partiden olursa olsun vicdanı olan insanlarımızın bu yanlışlara hayır diyeceklerini biliyoruz.

Değerli kardeşlerim!

Sayın Cumhurbaşkanı “Belediye başkanlığım elimden alındı, hapis yattım” diyor.

Bugün bir değil, on değil, 80’den fazla belediye başkanı cezaevinde. Seçilmiş 85 belediye başkanının yerine kayyum atandı. Başörtüsü mücadelesi verenlerden biri olan ve Türkiye’nin seçilmiş ilk başörtülü belediye başkanı bile, 2 yıldır hapiste ve yerine kayyum atandı.

Hani, atanmışların değil seçilmişlerin Türkiye’si olacaktık?

Bugün milyonlarca kadın, başörtülü veya başörtüsüz, içeride veya dışarıda zulümlerden, şiddetten, tacizlerden, adaletsizliklerden, haksızlıklardan dolayı nefes alamaz durumdayken, sadece ‘benim başörtülü bacım’ diye bu ülkenin kadınları ayrıştırılıyor.

Bugün kadınların, yıllar süren mücadesiyle, bedeller ödeyerek elde ettikleri bütün kazanımlar, gasp ve istismar ediliyor.

Değerli kardeşlerim!

‘Eski Türkiye’de devlet köyleri yakıp yıktı’ diyordu bugünkü yöneticiler.

‘Yeni Türkiye’de, tank ve topla yerle bir edilen şehirler, ilçeler. Evinden, yurdundan edilen, on binlerce aile. İşsiz bırakılan binlerce akademisyen, gazeteci, kamu emekçileri ve nicelerinin durumu, adalet ve vicdan ile izah edilemiyor.

Bu ülkenin acı hatıralarla dolu cezaevlerinde, OHAL sürecinde yaşananları da halkımıza anlatmıyorlar. Ülkenin barışı ve huzuru için, 50 günü aşkındır açlık grevi devam ediyor. Hiçbir referandum, hiçbir seçim, tek bir mahpusun canından önemli değildir. Bu görmezlik ve duyarsızlık kabul edilemez.

Hepimiz görüyoruz ki, insanlarımız bugün doğru, güzel ve iyi olan ne varsa kaybetmekle karşı karşıyadır.

Ülkemizin esas sorunu tekçi ve merkeziyetçi yönetim iken, yaşadığımız krizlerin aşılması için, yönetim ve yetkilerin paylaşılması ve yerelleşmesi gerekiyorken, atanmışların değil seçilmişlerin daha da güçlendirilmesi gerekiyorken; tüm gücün, yetkinin, yönetimin, yargının, ‘tek el’de toplanması, bizleri toplumsal barışa ve huzura nasıl kavuşturabilir?

Bir tek kişinin kararları ile ülke yönetilemez. Bir tek kişi hem cumhurbaşkanı, hem başbakan, hem başkomutan, hem baş yargıç olamaz.

Değerli kardeşlerim,

Hakk için de, halk için de, ‘adalet’ hiçbir zaman, saraylardan çıkmamıştır, çıkamaz.

Evi, halktan ayrı olan, Hak’tan da ayrılmıştır.

Adı ne olursa olsun saraylar birdir ve saraylardan adalet beklenemez.

Hem saraydan, saltanattan ve şatafattan, hem de Hak’tan ve halktan yana olunamaz.

Gelin! Yüzümüzü saraylara ve saltanata değil, hakka, adalete, vicdana ve kardeşliğe çevirelim. Hayır diyelim.

Bizler, ne kadar vicdanlıysak, adalete, ne kadar sahip çıkarsak, o kadar insanız.

Hakkı ayakta tutmak, bugün “kan dökülmesin, tabutlar gelmesin, gençler ölmesin” demektir.

İnsani ve vicdani olana yakışan, öldürerek, sürerek, hapsederek, aç bırakarak değil, yaşatarak, konuşarak helalleşmektir.

Hakk olan ‘Ölüm değil çözüm’ demektir.

Gelin! Hakkı müdafaa edelim ve ölümü değil, yaşatmayı kutsayalım.

Gelin! Hep birlikte tekçilik söylemlerine karşı, tekliğin, sadece Yaradan’ın hakkı olduğunu teslim edelim.

Bazıları, hiç kimse düşünmesin, aklını kullanmasın ve tek bir kişi, herkesin yerine karar versin, istiyorlar.

Kur'an’da Şûra suresi var. ‘Şûra’ konsey, kurul, meclis demektir. Allah, kendi seçtiği elçilere bile etrafındakilere danışmasını, Şura’dan ortak karar almasını emretmiştir.

Ne kadar çok sesli, özgür, adaletli bir toplum olursak, o kadar Allah’ın istediği bir topluluk olabiliriz.

Bütün insanlarımızın, mazlum, yoksul ve garibanlarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın ve çocuklarımızın şiddete, nefrete, savaşlara kurban edilmediği bir gelecek için, HAYIR diyelim.

Mutlaka ama mutlaka sandığa gidip, insani sorumluluğumuzu yerine getirelim.

Hayır diyelim ve hepimiz kazanalım. Sandıklara ve hayırlarımıza sahip çıkalım.

Hayırla kalın. Hak’la kalın.
T24

KHK ile ihraç edilen Prof. Cantek: Akademi bizimle birlikte sokağa yayıldı; bu da onlara dert olsun
Işıl Öz
12 Şubat 2017



7 Şubat gecesi Resmi Gazete'de yayımlanan kanun hükmünde kararnameyle (KHK) Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Funda Şenol Cantek, "Akademi bizimle birlikte sokağa yayıldı. Bu da onlara dert olsun" dedi.

T24’e konuşan Cantek, "İlk iki KHK ile ihraç edilen arkadaşlarımızın odalarını toplarken, onlarla vedalaşırken çok ağlayıp üzüldük. Bir avuç insandılar, ama sonra toplu olarak atılınca, inanılmaz rahatladık ve üzüntüden çok öfke doluyuz. Bir de, arkamızda bıraktığımız şey artık bir akademi değil, dört duvar. Akademi bizimle birlikte sokağa yayıldı. Bu da onlara dert olsun" dedi.

Ankara Üniversitesi BAK imzacıları olarak rektörlükçe soruşturmanın açılması ve yapılması sürecinde çok mağduriyet yaşadıklarını belirten Cantek, şu açıklamayı yaptı:

"Başka üniversitelerde de aynısının olduğunu biliyorum. Zaten soruşturma açılması bizatihi gereksiz ve anlamsızdı. Bunun yanında, soruşturmanın sonucu yasal süre çoktan dolduğu halde bize bildirilmedi. Bir toplu dilekçeyle soruşturma sonucunu sorduk, yanıt gelmedi. Darbe girişiminden sonra ise rektörlükçe yapılan hukuksuz uygulamalar iyice arttı. Kamu personeline yurtdışı çıkışlar izne bağlanmıştı. İlk zamanlar izin alamamamızı normal karşıladık ama daha sonrasında, bu yasak gevşeyince bile Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş'in keyfi uygulamasıyla birçoğumuz (eşlerimiz ve çocuklarımız dahil) yurtdışına çıkıştan men edildik. Tatil amacıyla bile çıkmamıza izin vermedi. İmzacı olan birçok kişiyi, ben de dahil, idari görevlere atamadı. Bunun yanında genel sorunlar da yaşandı. Mesela YÖK artık imzacılara doçentlik jürisi görevi vermemeye başladı. TÜBİTAK bursları ve projeleri alamadık.

"Kısacası, bir itibarsızlaştırma ve edilgenleştirme politikası uygulandı Türkiye akademisinde. Meslektaşlarımızın, özellikle kendisine, solcu yahut demokrat diyenlerin ilgisiz veya eleştirel tavrı da ayrı bir hadise. "Bir imzayla kahraman oldular" diye alay edenler mi istersin, destek metinlerine imza atmamak için bin dereden su getirenler mi, selamı sabahı kesenler mi?”

"Her şey bir tarafa, dışarda çok güçlü bir destek olduğunu" söyleyen Cantek, “Akademi bizimle çıkmış o dört duvarın arasından, onu anladık. Eski ve yeni dostlar, çeşitli vakıflar, kurumlar destek vermek için sıraya girdiler adeta. Sarılıp sarmalandık. O kadar iyi geldi ki bu. Hasılı, iyiyiz, moralimiz yerinde, güçlüyüz. Çünkü haklıyız. Umarım Türkiye daha barışçıl, huzurlu ve demokrasi kültürünün yerleştiği bir ülke haline gelir bu vesileyle. Mesleğinden ihraç edilen, gelirsiz ve itibarsız bırakılmaya çalışılan sadece akademisyenler değil. Öğretmenler, doktorlar, işçiler, sendikacılar, aklınıza gelebilecek her meslekten insan, solcu, demokrat veya aktivist oldukları için ihraç edildiler, haksızlığa uğradılar. Onlarla kardeşiz ve kader ortağıyız” diye ekledi.

Funda Şenol Cantek kimdir?

1970 Ankara doğumlu. A.Ü. İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olduktan sonra bir süre basın sektöründe çalıştı. Lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi SBE, Gazetecilik ABD’nda tamamladı. 1994 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2010 yılından bu yana Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görev yapıyordu. İhraç edilene kadar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı idi. Başlıca ilgi alanları, gazetecilik uygulamaları, iletişim sosyolojisi, kent sosyolojisi, basın tarihi, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve sözlü tarih çalışmalarıdır. Doktora tezi, “Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara” adıyla İletişim Yayınevi tarafından 2003 yılında basıldı. Yine aynı yayınevinden 2006 yılında,“Sanki Viran Ankara” adlı derleme ve 2010’da "Kenarın Kitabı: Arada Kalmak, Çeperde Yaşamak" adlı derleme kitabı yayımlandı. 2012 yılında ise “Cumhuriyet’in Ütopyası: Ankara” adlı derleme kitabı, Ankara Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlandı.
T24

Görevi Kötüye Kullanan Memura İndirim
02 Kasım 2010

Görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine uygulanan hapis cezalarında indirime gidilmesini öngören kanun teklifi kabul edildi.
TBMM Adalet Komisyonu, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak'ın, görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine uygulanan hapis cezalarında indirime gidilmesini öngören kanun teklifini kabul etti.

Teklifin tümü üzerinde konuşan CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in komisyon toplantısına katılmamasını eleştirerek, ''Bu, bunun vahim bir yasal düzenleme olduğunu gösteriyor'' dedi.

Köktürk, düzenlemenin bu suçtan hüküm giyen RTÜK Üyesi Zahid Akman ile hakkında aynı doğrultuda incelemeler bulunan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgisinin olup olmadığını sordu.

İsim vermeden Gökçek ile Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu arasında geçtiği iddia edilen ve internette yayımlanan telefon konuşmalarını anımsatan Köktürk, ''Bunun kişiye özel olmayan soyut bir düzenleme olduğuna insanları ikna edebilir misiniz? Bu, çok yanlış. Parlamentoya yakışmıyor. Ülkenin soyulmasına çanak tutacak bir yasal düzenlemeyi gündeme getirebiliyorsunuz. Türkiye'de yolsuzluk hızla artarken bunu özendirecek, cezasız bırakacak bir düzenleme ile karşımıza gelebiliyorsunuz'' diye konuştu.

''TEKLİFİ SAVUNAMIYOR''-
CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk de Bakan Ergin'in toplantıya katılmamasını eleştirerek, ''Bu, cesaretsizlik. Çünkü, teklifi savunamıyor. Niye katılmıyor? Desteği yoksa gelsin söylesin. Kamuoyunun tepkisini biliyor. Bu yüzden gelip sahip çıkamıyor'' dedi.

Teklifin yolsuzlukla mücadeleyi zaafa uğratacağını iddia eden Öztürk, ''Düzenleme yaparken toplumun vicdanını sızlatmamak lazım. Düzenleme toplumun vicdanını sızlatan bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin çok ahlaklı bir düzenleme olduğuna inanmıyorum. Oy birliğiyle reddedilsin'' diye konuştu.

CHP Ordu Milletvekili Rahmi Güner, teklifin kabul edilmesi durumunda caydırıcılığının ortadan kalkacağını, suç işleyenlere prim verileceğini savundu.

MHP Kırşehir Milletvekili Metin Çobanoğlu da Bakan Ergin'in toplantıya katılmamasını eleştirdi. Teklifin reddedilmesini isteyen Çobanoğlu, ''Bu, yolsuzluğu, hırsızlığı teşvik edecek bir tekliftir. Bu suçu işleyenleri hapsetmek mümkün olmayacak. Yetim hakkı yiyenleri cezadan kurtaracak'' dedi.

Gökçek ile Kuzu arasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmasına da değinen Çobanoğlu, ''Bu konuşma biliniyorken teklifin getirilmesinin manidar olduğunu'' kaydetti.

Çobanoğlu, teklifin geri çekilmesini istedi.

-''TİYATRO OYNAMAYALIM''-
CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, teklifin ''yangından mal kaçırılır gibi getirildiğini'' öne sürerek, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kalktığını, her şeyin yürütmeye bağlandığını öne sürdü. Dibek, ''Başbakan hegemonyası var'' görüşünü dile getirdi.

''Maydanoz olsun diye kazanç yerine menfaat kriterinin getirildiğini'' belirten Dibek, ''Buna, Maydanoz, Gökçek-Kuzu Kanunu da denebilir. Utanıyorum. Tiyatro oynamayalım'' diye konuştu.

Teklif sahibi olarak konuşan Veysi Kaynak, teklif ile yolsuzluğu önlemede daha kapsayıcı bir tanımın getirildiğini söyledi.

Gökçek-Kuzu görüşmesinin 2004 yılında yapıldığının iddia edildiğini belirten Kaynak, ''Konuşma olduğunda ben milletvekili değildim'' dedi.

AK Parti Kastamonu Milletvekili ve Komisyon Başkanvekili Hakkı Köylü, mevcut düzenlemeyle de yargılananlar hakkındaki cezanın paraya çevrilmesi, hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasının mümkün olduğunu söyledi ve ''Bu, hakimin takdirine bağlı'' dedi.

-MUHALEFET TOPLANTIYI TERK ETTİ-
CHP'li milletvekilleri ile MHP'li Çobanoğlu, teklifin maddelerine geçilmesinin ardından komisyon toplantısını terk etti.

Daha sonra oylanan teklif kabul edildi.

Teklifle TCK'nın ''görevi kötüye kullanma'' başlıklı 257. maddesinde değişikliğe gidiliyor.

Maddedeki ''kazanç'' kelimesi yerine, ''menfaat'' kelimesi getirilerek suçun kapsamı genişletiliyor.

Teklife göre, ayrıca, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisine uygulanan hapis cezasının alt sınırı 1 yıldan 6 aya, üst sınırı da 3 yıldan 2 yıla indiriliyor.

Görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisine verilen hapis cezasının alt sınırı 6 aydan 3 aya, üst sınırı 2 yıldan 1 yıla düşürülüyor.

Teklif, ''İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden, kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi ise 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezasına çarptırılır'' hükmünü içeriyor. aktifhaber

Haysiyetsizleştirilmek
Serdar Akinan

Ülkemiz, demokratikleşme ve serbest pazar ekonomisi gibi konularda küresel vahşi kapitalizm tarafından kontrol altına alınmak, eşzamanlı olarak ise İslam dünyasına bir model olarak sunulmak istenmektedir.

Bu bir projedir.

Bu projenin kullandığı dildeki liberalizm, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi temel kavramlar kuşatmanın yapı taşlarıdır.

Mesele sadece İslam coğrafyasındaki enerji havzalarının bu eli kanlı çete tarafından kontrolü müdür?

Elbette değil. Bin yıllık bu savaşın günümüzdeki yeni evresinde temel hedefler değişmemiştir.

Meseleye vahyi ölçülerde bir anlayışla, aracısız, baktığınızda egemenlerin ne düzeyde bir kuşatma ile bir kez daha Müslümanların karşısına dikildiğini görebilirsiniz.

Bu kuşatmaya hangi enstümanla direneceğimize dair bir ipucu tespitte saklıdır.

Fethullah Gülen cemaati 80'li yıllarda ve özellikle 2001'den sonra bu projeye, gönüllü, eklemlenmiştir.

Tehvid sosuna bulanmış şirk bir haysiyet intiharı değil midir?

Kulu bir başka dünyevi iktidara mahkum kılan bu anlayışın küreselleşme adındaki gözü dönmüş canavarla yan yana durmadığını kim nasıl savunabilir?

Biriniz kalkın köşelerinizde Filistin'i açıkça savunun.

Savunduğunuzu mu savunuyorsunuz?

O halde Fatih Üniversitesi'nde başörtülü bir kız neden Filistin'de bebekleri katleden İsrail'in Başkonsolosu'nun önünde eğilip ona çiçek sunmak zorunda bırakılıyor?

Bunu biz Müslümanlara nasıl izah

edeceksiniz?

Haysiyetsizleştirilmek budur...

Elbette o başörtülü o kıza tepki duymuyorum.

Emir ve komuta...

Oysa Müslümanlık bireysel özgürlük değil midir?

İslam bir gizli devrim değil kişisel bir

isyandır.

İslam köleleştirmez özgürleştirir.

Amerika Irak'ta bir milyondan fazla Müslüman'ı katletti.

Telafer'de ramazan ayında iftar sofrasından kaldırılıp topluca tecavüz edilen o çocuklar ve anneleri için bu gözü dönmüş katillere lanet okumak gerekmez mi?

'Dick Cheney'nin ayağına

gittiniz' dedim.

Giden isim kendisinin olmadığını iddia etti. Bu köşede derhal düzeltmesini yayınladım.

Peki cemaatten hiç kimsenin eli kanlı Müslüman katili Cheney'nin başdanışmanlarına ve diğer adamlarının ayağına gitmediğini savunabilir misiniz?

Bu dünyada özgürlük adına, bedenine bomba bağlayıp şehadete eren adlarını bile bilmediğimiz binlerce Müslüman var.

Haysiyet budur. O kişisel bir isyandır. Gücünü de Kuran'dan alır. Hesabını da sadece Allah(c.c.)'a verir.

Siz ne yapıyorsunuz? Bu egemen yapıya biat eden; sessiz kalan başta kendisine samimiyetsiz bir anlayış inşa ediyorsunuz.

Burada inanan Müslümanları değil, siz tepedeki kanaat önderlerini itham ediyorum.

Benim bu ülkeye dair onulmaz aşkım özgürlük türküsünü söyleyebilmiş olmasıdır. Akif bunu anlatır.

O nedenle sadece Kur'an-ı Kerim'i okuyarak, sadece Allah'a(c.c.) hesap vererek tevhide ulaşılabileceğine inanıyorum.

İslam'ın bir isyan olduğunu ruhumda hissedip eli kanlı katillere; Amerika'ya ve İsrail'e kelimelerle saldırabiliyorum.

Bu vatanı gerçek İslam adına değil, küresel bir ihalenin müteahhidleri olarak parçalamaya soyunmanıza ise katlanamıyorum.

İntifadayı açıkça ve dürüstçe sahiplenemeyen bir Müslüman'ın önce haysiyetsiz olduğunu düşünüyorum.

Lafım bu size..

Ki yeter...

Akşam

Utanç davasında 5 tahliye çıktı
08 EKİM 2010
Siirt'te bir ilköğretim okulundaki 4 kız öğrenciye yönelik cinsel istismar davasının görülmesine devam edildi. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuklu 15 sanık katıldı. Duruşma sonrası bilgi veren Siirt Baro Başkanı M. Ali Özel, tutuklu 5 kişinin tahliyesine karar verildiğini belirtti. BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, Belediye Başkanı Selim Sadak ve Kurtalan Belediye Başkanı Necat Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu bir grup BDP'li ise partiden adliye sarayına kadar yürüdü. Adliye önünde açıklama yapan Ata, ''Çocuğunu, kadınını korumayan toplumun özgürlüğünden bahsedilemez'' dedi.
akşam

Serdar Akinan
Doğu'nun hainleri

Allah vicdanı neremize gömmüştür?
Beynimize mi? Kalbimize mi?
Yanıtı malum.
'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır'
Hz. Muhammed'in bu hadisi beynime değil kalbime kakılıdır. Öyle olduğu için susamadım. Susmayacağım...

Yaşantım kalbim öyle dedi diye ziyan olacaksa... Varsın olsun...
Adlarını ağzıma alarak kirletmeyeceğim birileri, kalkmış gökyüzünde çığlık çığlığa uçan kırlangıçlar gibi vicdanlı insanlara necaset atmaya kalkıyor. Haddinizi bilin!...

Ona buna küfür ederek rating yapmayı öğrendiğiniz adamlar, bir şişe viskiye, bir yalıya, bir yanak okşamaya fit oluyordu. Üstelik onlar inançsızlıklarını bir kimlik gibi taşıma cüretini gösterecek cesarette insanlar...

Siz utanmadan 'Müslüman' kimliğine sığınarak anlamı kirletiyorsunuz.
'Doğu Konferansı'ndan yola çıkarak; oradan kendinize de paye vererek, her şart altında, namus ve vicdan adına direnenlere 'ölçülü' çakıyorsunuz.
Neymiş efendim... Mavi Marmara konusunda laf etmişler.
Hükümeti eleştirmişler.

İslam ne demek? Teslimiyet...
Oysa o teslimiyet tıpkı Hz.Mevlana'nın, İbn ül Arabi'nin yaşamlarına, kitaplarına inciler gibi damıttığı mutlak bir isyandır...
'Firavun'a... Verili düzene... 'İktidar'a isyan... Yani baş eğmek, dilenmek, yaranmak, yanaşmak değildir... Otonomdur... Anarşisttir.
İslam'da ruhban yoktur. Yani Allah dışında külline reddiyedir.
Vicdanına teslimiyettir.

Vicdanınla ve bedeninle, bu hayata; zamanın firavunlarına bir meydan okumadır.
'Doğu Konferansı' Nihat Genç'in fikriymiş... Nihat bu ülkenin ıssız dağlarında çağlaya çağlaya akan ırmaklar gibi tertemiz bir vicdandır.
Siz sus pus otururken 28 Şubat'a karşı ayağa kalkan.
Halit Meşal buraya geldiğinde esen rüzgara karşı siz susarken ekranlardan, 'Helal olsun' diyebilmiş bir adamdır.

Hikayeyi başından anlattı:
'İlk Hakan Albayrak'a gittim. Hakan-Irak'ta Müslümanlar öldürülüyor.
Gel bir ses verelim... Aydınlarımızı toplayıp, komşularımıza, gidip bir kardeşlik türküsü tutturalım- dedim. Mehmet Bekaroğlu'na gittik. Ömer Laçiner'e gittik, Hrant Dink'e gittik, Nuray Mert'e gittik, Nihal Bengisu'ya gittik, Yıldız Ramazanoğlu'na gittik... Hepsiyle ve sonradan niceleriyle yola çıktık... Cüneyt 5N1K'da Özgül Apaçe ile neredeyse tek medya desteğini verdi ve sesimizi önce Türkiye, sonra dünya işitti...'
Her görüş, din, kültür, inanç ve anlayıştan bir grup vicdanlı insan tarafından siyasi duruşu inşa edilen 'Doğu Konferansı' bugün birilerinin yadırgadığı, birilerinin ayakta alkışladığı 'Türk dış politikası'nın omurgasıdır...
O gezilerde 'şehadet' aranmadı. Şehadet arayan yüzlerce Müslüman gencinin Afganistan'da, Bosna'da, Çeçenistan'da, Irak'ta hatta Afrika'da isimsiz mezarlarını en başta İbrahim Karagül bilir. Sorun o hüzünlü öyküleri anlatsın... O isimsiz gerçek şehitlerin ruhuna, şayet hala unutmadıysanız, bir Fatiha yollarsınız.

O gün barış için koşanlar, bugün yapılanlara en ufak bir itiraz sesi yükseltince 'İsrail muhibbi' ilan ediliyor. En kolay yaptığınız şeyi yapıp yaftalıyorsunuz.

Utanmadan...
Size tek bir soru sormak gerek...
Madem insani değil; İslami bir duyarlılıkla saf tutuyorsunuz...
O halde köşelerinizden, manşetlerinizden tek bir soru yöneltin iktidara...
'Irak'ta öldürülen bir milyon Müslüman'ın katili Amerika'ya karşı da aynı dik duruşu bekliyoruz. Nerede?'

Akşam

Cehennemin istiap haddi var mıdır?
MURAT SEVİNÇ

29/12/2017
Yılbaşı zamanı gelir de, kılıksızların ‘cehennem’ uyarıları eksik olur mu hiç. Adettendir, iki yüzlüğün bereketli toprağında.

Gezi eylemleri esnasında gencecik insanlar öldürüldü, terörist dediler, yas tutanlara sövdüler.

14 yaşındaki bir çocuğun cenazesi üzerinden, annesini yuhaladılar.

Uludere’de bombalanarak öldürülen köylülere sövdüler.

Suruç’ta paramparça edilen pırıl pırıl insanların anısına sövdüler.

Ankara Garı’nda, barış mitingi yapılmak için toplananların orta yerinde bombalar patladı. 100’ün üzerinde insan vefat etti. Hâlâ tedavi gören yurttaşlar var. Resmi açıklama yapılırken ‘Bakan’ sırıttı. Konya stadında, saygı duruşunda, parçalanan insanları yuhaladılar.

Bir annenin cenazesi, günlerce yol ortasında bekledi. Çocukları görebilecekleri bir mesafede nöbet tuttu. Seyrettiler. Sosyal medyada, Taybet İnan’ın asfalt üzerindeki bedenine sövdüler.

Bir TV kanalına bağlanıp ‘Çocuklar ölmesin’ dediği için hapse mahkum edilen genç kadın öğretmene sövdüler.

Yurtta yanarak ölen kız çocuklarının yanarak ölmesinde ihmali olanlardan hesap sormak gerektiğini düşünenlere sövdüler.

Her Allah’ın günü ölen işçilerin yaşamlarını kaybetme gerekçelerinin üzerine gidenlere, haklarını savunmak için çabalayanlara sövdüler.

Bir vakfın yurtlarında taciz ve tecavüze uğrayan çocukların haklarını arayanlara, olup biteni gündeme getirenlere, hesap soranlara sövdüler.

Basın özgürlüğünü sahiplenenlere, terörist diyerek sövdüler.

Akıl ve hukuk dışı tuhaf iddianamelerle içeride tutulan gazetecilere, onlarla dayanışma sergileyenlere sövdüler.

Cezaevine atılan siyasetçilere, yazarlara, iş adamlarına sövdüler. Önüne geleni daha ilk günden suçlu ilan edenlere karşı çıkanlara, adil yargı için mücadele edenlere sövdüler.

(..)

Memlekette kan akmasın, barış olsun diye bir metni imzalayan akademisyenlere sövdüler.

O akademisyenlerin kanında duş almak isteyen herifleri takdir ettiler. Hocaları hedef gösterdiler. Hakaret ettiler.

Bir gecede, sorgusu sualsiz işinden gücünden ekmeğinden edilen on binlerce insana sövdüler. ‘Ağaç kemirsinler,’ dediler.

Barış metni imzacısı Mehmet Fatih Traş intihar etti. ‘Oh olsun hainlere’ dediler.

KHK ile ihraç edilmiş iki eğitimci açlık grevine başladı. Aylardır sürdürüyorlar. Kılları kıpırdamadı. ‘Yemek yiyorlar’ diyerek sövdüler.

Sağlıklı her toplumun aklını kaçırmasına neden olacak, akıl fikir almaz yolsuzluk iddialarıyla ilgilenmediler; ‘Bal tutan parmağını yalar,’ ‘Devletin malı deniz yemeyen domuz,’ ‘Üzümünü ye bağını sorma’ kültürünün temsilcileri. Söz konusu iddiaları gündeme getirenlere, tepki gösterenlere sövdüler.

(..)

İnsan hakları savunucuları durup dururken tutuklandı. Durup dururken tutuklanıp eziyet edilen insanlara sövdüler, hedef gösterdiler, iftira attılar.

Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin toprağa verilmesini engellediler. Toprağa.

Kadınlar öldü, izlediler. İşçiler öldü, izlediler. FETÖ soruşturmalarından kaçmaya çalışırken üç çocuklu beş kişilik bir aile Ege denizinde boğuldu, izlediler. Ormanlık araziler bir gecede harap edildi, izlediler. Diyarbakır’da üstü çıplak bir genç miting alanına doğru koşarken hepimizin gözlerinin önünde vuruldu, izlediler. Madenciler ölürken, izlediler. İnanılması güç haksızlıklar yapılır ve adalet duygusu yerle yeksan edilirken, izlediler.

Ve daha neler neler…

Öte dünyada ‘ülke kontenjanı’ yok bildiğim kadarıyla. Cehennemin bir ‘istiap haddi’ olup olmadığını da bilmiyorum. Varsa eğer, bana kalırsa yeni bir yıla giriyor olmanın umudu ve mutluluğunu yaşarken fındık fıstık atıştıran Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, yılbaşını kutladıkları için ‘cehennemlik’ olacakları konusunda herhangi bir endişe duymalarına gerek olmadığı çok açık!

Velev ki bir istiap haddi yok ve yılbaşında kahkaha atıp leblebi yediğiniz için ‘cezalandırılma’ ihtimali sizi ürkütüyor. Yine de fazla endişelenmeyin derim. Nihayetinde Türkiye’den gideceksiniz; ne kadar sürprizli ve zorlu olabilir ki!

İyi, sağlıklı, mutlu yıllar dilerim. 2018 daha iyi bir yıl olsa, hiç fena olmaz…
Diken
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com