EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Bir 'Geç gelen adalet' örneği: 'Mirzabeyoğlu Davası'

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Nis 17, 2011 8:31 pm    Mesaj konusu: Bir 'Geç gelen adalet' örneği: 'Mirzabeyoğlu Davası' Alıntıyla Cevap Gönder

Bir 'Geç gelen adalet' örneği: Salih Mirzabeyoğlu 16 yıl cezaevinde yattıktan sonra beraat etti
02 Mart 2016



Dünya Bülteni'nin haberine göre; İBDA/C lideri olduğu gerekçesiyle 'Anayasal düzeni silah zoruyla devirmek' iddiasıyla 28 Şubat sürecinde tutuklanan, 16 yıl hapis yattıktan sonra tahliye edilen Fikir adamı Salih Mirzabeyoğlu yeniden yargılandığı davada beraat etti.

Mahkeme verdiği kararda, Salih Mirzabeyoğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiğine dair hukuka uygun kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden üzerine atılı suçtan beraatine karar verdiğini açıkladı.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yeniden yargılamanın dördüncü duruşması bugün görüldü.

SAVCI AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET İSTEDİ

Duruşma savcının mütalaasını okumasıyla başladı. Savcı Ali Kaya verdiği mütalaada, yeniden yargılanma aşamasında dosyaya yeni delil sunulamadığı gerekçesiyle daha önce verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükmünün onaylanmasını talep etti.

Hükümlü sanık Mirzabeyoğlu’nun avukatları savcı mütalaasına itirazlarını yaptı. Avukatlardan Halil Kılıç mütalaaya tepki göstererek: “Önceki kararda Mirzabeyoğlu’nun herhangi bir eyleme katılmadığı ancak yazdığı kitaplar sebebiyle eylemleri yönlendirdiği iddiasıyla hüküm verilmiştir. O zaman Karl Marks’ın da yazdığı kitaplar sebebiyle komünistlere etki ettiğinden hakkında dava açılması gerekir. Böyle bir anlayışın düşünce özgürlüğü ile ilgisi yoktur” dedi.

DAVANIN GEÇMİŞİ

Dönemin İstanbul 6 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 2 Nisan 2001'de verdiği kararla Mirzabeyoğlu'nu “Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak” suçundan idam cezasına çarptırmıştı. Dönemin meşhur Yargıtay 9. Ceza Dairesi de Mirzabeyoğlu'na verilen cezayı onamıştı.

Mirzabeyoğlu hakkında verilen idam cezası, 23 Eylül 2002 tarihinde uyarlama yapılarak, müebbet ağır hapis cezasına çevrilmiş, 30 Kasım 2004'te tekrar yapılan uyarlama ile ağırlaştırılmış müebbet ağır hapse dönüştürülmüştü.

YENİDEN YARGILAMA TAHLİYE VE BERAATLE SONUÇLANDI AMA

İBDA/C davası kapsamında, “Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak” suçundan aldığı idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilen ve 16 yıl cezaevinde tutuklu kalan Mirzabeyoğlu'nun avukatı Hasan Ölçer, müvekkilinin özellikle 28 Şubat döneminde yapılmış hukuksuzlukların, “en bariz ve en sembol” ismi olduğu gerekçesiyle, İBDA/C davasının arşiv dosyalarına bakmakla yükümlü İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine 27 Haziran 2014'te başvurarak yeniden yargılama talebinde bulunmuştu.
Talebi değerlendiren mahkeme heyeti, 22 Temmuz 2014'te verdiği kararla, Mirzabeyoğlu'nun yeniden yargılanmasına ilişkin talebini kabule değer görerek, Mirzabeyoğlu'nun tahliyesine hükmetmişti. Heyet, bu hükmünü, “Mirzabeyoğlu'nun tutuklulukta ve infazda geçirdiği süre ile kaldığı bu sürenin uzun olması ve telafisi güç mağduriyetlere yol açma ihtimalini” dikkate alarak vermişti. 23 Temmuz 2015'te tahliye edilen Mirzabeyoğlu 16 yıl süren hapis hayatının ardından Bolu F Tipi Cezaevi'nden çıkarılmıştı.

Şayet duruşma savcısı aleyhe mütalaa vermemiş olsaydı, mahkemenin verdiği beraat kararı ile dava "bir geç gelen adalet örneği olarak" sonuçlanmış olacaktı ama, görünen o ki; Dünya hukuk tarihine bir hukuksuzluk örneği olarak geçen bu dava, bir süre de temyiz macerası yaşayacak.
Haber 93

Kumandan carlos: KUMANDAN MİRZABEYOĞLU HEPİMİZ İÇİN BİR ÖRNEK TEŞKİL ETTİ
7 Nisan 2017

Dünyada olup biten hâdiselerle ilgili olarak değerlendirmeler yapıyorum normalde burada. Bugünse, hâlen Paris’te görülmekte olan mahkemem dolayısıyla getirildiğim Fresnes Cezaevi’ne vardığım günden itibaren başıma gelenlerle ilgili olarak konuşacağım.

Philippe Obiligis isimli bir cezaevi müdürü var burada. 20 yıldır tanıdığım büyük bir profesyonel; çok iyi, çok cesur, çok doğru, çok âdil bir adam. Ne var ki, buraya getirildiğim günden bu yana kendisini göremedim ve onun devreye girmediği bu demde rahatsızlık vermeye çalışıyor bazıları bana. Ufak tefek eşyalarımı çaldıkları yetmiyormuş gibi, bir de bilgisayar yazıcımı bozdular.

Bilgisayar yazıcısı benim için o kadar önemli ki oysa! Zira duruşmamla ilgili tüm resmî evraklar bilgisayar diski içerisinde geçiyor elime ve birkaç yüz bin belge var böyle. Her gün, her gece, bir sonraki günün duruşması için, -her şeyi olmasa da meselâ şâhidlerin bazı beyanları gibi çok önemlilerini seçip yazıcıdan çıkışını almak ve mahkemeye bunlarla gitmek gerekiyor. Ancak ben bunu yapamıyorum, çünkü yazıcımı bozdu bazıları.

Yarın söz konusu cezaevi müdürüne bir dilekçe yazacağım ve bana bir yazıcı satın almalarını taleb edecek, bunun parasını da ben ödeyeceğim. Gerçi yazıcımın bozulması dolayısıyla cezaevi aleyhine hukukî bir işlem de başlatmayacağım. Zira bana yaşatılan bu sıkıntıların ardında kimlerin olduğunu biliyorum. Ki, bunların ardındaki mihrak, cezaevi idarecisi olan zât değil kuşkusuz. Bu cezaevine getirileli iki haftadan fazla olmasına rağmen, şu âna kadar kendisini görmeme de izin vermediler ayrıca. İnanılmaz bir şey…

Sözün özü, büyük bir oyun oynanıyor bana karşı ve ben de tüm bunlara karşı direniyor, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Sizi daha önce de bilgilendirdiğim üzere, bu cezaevine getirildiğimin daha ilk günlerinde, üç gardiyan tarafından saldırıya uğradım ben. Bereket, bir cezaevi yetkilisi araya girdi sonra da beni rahatsız etmeyi azalttılar şu sıra.

Yalnız, şurası açık ki, belli polis servisleri için çalışan bazı gardiyanlara, etrafımda dolanıp bana rahatsızlık vermeleri talimatı verilmiş. Normalde görmezden gelir ve aldırmam ben böyle insanlara. Ne var ki, şu ân benim savunma yapmamı engelliyor bu saldırılar ve yarınki duruşmada bunları gayet net biçimde kınayacağım. Ayrıca, duruşmalar sürecinde savunmamı yapabilmek için de, cezaevi müdürü olan zâtı söz konusu problemleri çözmesi noktasında harekete geçirmeye çalışacağım.

Mahkeme demişken, aslında kanun dışı bir yargılama bu, çünkü tam 25 yıl önce zaman aşımına uğramış şeylerden dolayı mahkeme önüne çıkartılıyorum bugün. Üstelik o zaman ifâde veren şâhidler, eylemleri yapan kişinin ben olmadığımı söyler ve beni teşhis etmezken, zaman aşımından yıllar sonra ne oluyorsa oluyor ve anti-terör savcısı Jean-Louis Bruguière birden ve yeniden bu davaları açıyor. Bunun için de sahte gerekçeler icad ediyor, böylece 43 sene önceki hâdiseler tekrar karşıma çıkartılıyor. Bu kanun dışı süreç de böylece yıllardır devam ediyor. Zamanında beni teşhis etmemiş insanlar da, ki dürüst bir şâhid o gün ne demişse bugün de aynı şeyi söylemelidir, OPEC baskını ve sonrasında fotoğraflarım ve filmlerim tüm dünyaya yayıldıktan sonra, bu sefer beni teşhis etmeye kalkıyor!..

Oynanan büyük bir oyundur ve arkasında çok para olmalıdır bunun. AIDS hastası siyonist bir kadının dahli bu noktada önemli ki, şu ân çok hasta ve yakında ölür inşallah. Velhâsıl, kirli bir oyun var burada ve mahkemelere taşındığım şunca yıl bakımından söylemem gerekirse, bu adar kirli bir şey görmedim ben.

Mahkeme başkanı olan hâkim meselâ. Oynananın bir oyun olduğunu anlıyor ama manipüle edilmeye de müsaade ediyor, eline tutuşturulan işe devam ediyor hâlâ. Saçmalık da bu kadar!..

Bu vesileyle belirtmek istediğim bir diğer husus da şu ki, Fransa’da herhangi bir temeli olmasa bile yargılanabilir ve hâkimlerin varacağı “samimi kanaat” dolayısıyla ölüm cezasına -şu ân ömür boyu hapis cezasına- çarptırılabilirsiniz. Hiç de öyle delile falan ihtiyaçları yoktur yâni. Şayet suçlu olduğunuz kanaatine varmışlarsa, mahkûm ederler sizi. Fransız kanunlarında artık ölüm cezası yok ama ölene kadar mahpusluk şeklindeki “gerçek” bir ömür boyu hapis cezasına bile çarptırabilirler sizi. İslâmcı bazı kardeşlerimize yapıyorlar da zaten bunu.

Neyse, paramız yok gerçi ama direniyorum ve ayaktayım. Malî yaptırımlar dolayısıyla, ülkem Venezüella’dan tek kuruş geçmiyor elime. Eşim Isabelle Coutant-Peyre başta olmak üzere, Fransa’daki avukatlarımın içinde bulunduğu durum da berbat. Avukatım Francis Vuillemin’i anmalıyım burada. Buna rağmen ve ben avukatlarıma para vermem gerekirken, onlar maddî destek olmaya çalışıyor bana ki, hiç de normal bir şey değil bu. Bu arada, İsviçreli avukatım Marcel Bosonnet de mahkememe katılıyor şu ân. 1995’den bu yana avukatımdır kendisi. Zürihli iyi bir adam.

Mahkemem sürüyor ve ben elimden gelenin en iyisini yapmaya bakıyor, bir yandan dik duruyor, bir yandan da mizah ve şakalar yapmaya devam ediyorum. Konuşurken, ben de, hâkimler de, gazeteciler de gülüyoruz ama kolay değil bu yaşadıklarım. Üç hafta süren bir mahkemenin şakası yoktur.

Kendilerine ödeme yapamadığım avukatlarımın üç hafta boyunca mahkememe iştirak etmesi -bu süreçte çalışamayacakları için- bir servete mâloluyor onlara. Bu arada, zaman zaman eşim Isabelle’le birlikte çalışan bazı genç stajyerler, hukuk öğrencileri de oluyor avukatlarımın sırasında.

İnanılmaz bir durum fakat Lübnanlı avukatım Hani Süleyman uçak bileti parası bulamadığı için mahkememe gelemedi bu sefer. Hiç kolay değil elbette bu yaşadıklarımız, hiç kolay değil.

Her şeye rağmen ayaktayım ve direniyorum. Ne mutlu bana ki, avukatlarım başta olmak üzere, benimle dayanışma içerisinde olan erkek ve hanım kardeşlerim var Türkiye’de.

Bu vesileyle ifâde etmek istediğim husus, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hepimiz için bir örnek teşkil ettiğidir. Ki, hiçbir hukukî temeli olmamasına rağmen, bu örnekliğinden ötürü sahte kemalistler tarafından NATO ajanı Türkiye için tehlike addedilerek zındana atılmış ve yıllar yılı hapis yatmıştır. Gönüldaş Erdoğan değiştirir inşallah Türkiye’nin bu NATO ajanı ülke olma durumunu.

Yaklaşan referandum dolayısıyla şimdi Almanya, Hollanda ve diğerleriyle bir çatışma içerisinde gönüldaş Erdoğan. Bu ülkeler, Türk hükümetinin oralarda bir referandum kampanyası yürütmesine müsaade etmiyor; bunu milyonlarca Türkün yaşamakta olduğu söz konusu ülkelerin iç işlerine müdahale addediyorlar.

Geçen gün söylediğimi şimdi de tekrar edeceğim: Dikkatli olmak ve hem NATO’dan hem Avrupa Birliği’nden çıkmak zorundayız. Doğru değildir bu teşebbüsler.

Avrupalı ve Avrupa’daki milletlerin, İsrail ve ABD’nin ajanı olmaktansa, kendi içinde bir birlik olması gereğine inanırım, o başka. Kasdım da ABD’nin muhteşem halkı değildir burada; ABD devletini, ekonomisini ve ordusunu kontrol edenlerdir hedef aldığım.

Sonuç olarak, bugün kendi şahsî meselem hakkında konuştuğum için üzgünüm ancak yaşamakta olduğum şey budur. Şimdi burada direniyorum ve Türkiye’deki avukatlarımın da bildiğe üzere, dizlerimin üzerine çöküp ağlayacak değilim. Kaldı ki, korku bizim değil, onların saflarında!..

Doğru tarafta olan biziz ve korkmuyor, Allahı hakikaten seviyor, ne zaman ve nasıl olur bilmiyorum ancak problemlerin bir gün çözüleceğine inanıyoruz. Ben de işte bu istikamette direniş çizgisini muhafaza ediyorum. O direniş, o mukavemet ki, ırkçı siyonist rejimin yerine, ister müslüman, ister hıristiyan, isterse yahudi olsunlar, tüm inançlı insanlara kucak açacak şekilde, “Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e tek bir Filistin” direnişidir.

Lâ İlâhe İllâllah, Muhammedun Rasûlullah.

Allahü Ekber.

19 Mart 2017
Kaynak:Adımlar dergisi















Salih Mirzabeyoğlu yeniden yargılanma duruşmasında: Adalet herkes içindir



İBDA-C davasından 16 yıl cezaevinde tutulduktan sonra yeniden yargılanma talebi kabul edilerek tahliye edilen, fikir adamı Salih Mirzabeyoğlu'nun yargılanmasına devam edildi. Mahkeme, savunması alınan Mirzabeyoğlu’nun yurtdışı çıkış yasağının kaldırılmasına karar verdi.

İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 14. Ağır Ceza Mahkeme'sinde görülen ikinci celseye, Alih Mirzabeyoğlu ve avukatları katıldı. Duruşmayı Mirzabeyoğlu’na destek veren çok sayıda kişi de izledi.

"BİR ÖRGÜT YOK"

Sesli ve görüntülü kaydın yapıldığı duruşmada savunması sorulan Mirzabeyoğlu, Beni İBDA'cı olarak içeri alıyorlar. Beni alanların İBDA'dan haberi yok. İBDA demek, benzersiz oluş demektir. Kendinden zuhurdur. Cephe ise partilerin, teşkilatların faaliyet kolu gibi. Meselâ, bir binanın cephesi deriz, o İBDAC deyince niye örgüt anlaşılıyor, bunu karşı tarafa sormak gerek dedi.

Mirzabeyoğlu, kimseye hiçbir şekilde talimat vermediğini savunarak, Ortada bir örgüt, teşkilat yok. Emir verme yok diye konuştu.

"KUMANDAN LAKABINI BEN TAKMIŞ DEĞİLİM"

Hakimin, kendisine neden Kumandan denildiğini sorması üzerine Mirzabeyoğlu, “Kumandan” bir lakaptır. Süleyman Demirel'e de 'Baba' derlerdi. 'Demirel'in çocuğu var mı' diye bakılmıyor. 'Kumandan' çok da yakışıklı bir terim. Çok rahatlıkla nefsime kabul ettiğim bir şeydi, Necip Fazıl'dan geliyor. İnsanlar kendine 'güzel' demez. Bu lakabı ben takmış değilim. 1973-1974 yıllarında ortaya çıkmış bir şeydi dedi.

Salih Mirzabeyoğlu, O dönem darp edilip edilmediği, saçlarının kesilip kesilmediği yönündeki soruya karşılık da, Bunlar fantezi. Bana değil ama orada Dev-Sol'dan bir çocuk vardı, onu feci yaptılar dedi. Erdiş ayrıca, o dönem zihninin telegram yöntemiyle kontrol edilmeye çalışıldığını, şu an etkilerinin azaldıysa da bununsürdüğünü ileri sürdü.

İBDA-C işareti ve bayrağının ne anlama geldiği de sorulan Mirzabeyoğlu, mahkeme heyetine parmağını o şekilde göstererek işaretin anlamını anlattı, bunun yayınevinin arması olduğunu ve bütün kitaplarının kapağında bulunduğunu, bayrağınsa bir kitabının kapak resmi olduğunu belirtti.

"İDDİA EDİLENLERİ YAPMADIK"

Duruşmada tanık olarak dinlenen Ali Osman Zor ise 1994'te örgüt üyeliğinden ve üst düzey yöneticilikten yargılandım. Tutuklandığımızda o günün konjonktüründe işlemediğimiz suçlardan yargılandık. Salih Mirzabeyoğlu'ndan talimat aldığımızı iddia ettiler. Mesela o dönem birahanelerin molotoflanması talimatını Mirzabeyoğlu'ndan aldığımız iddia edildi. Oysa kendisini tanımıyordum. Kitaplarını okuyordum, halen okuyorum. Suçlandık ama iddia edilenleri yapmadık dedi.

"TALİMAT VERMEDİ"

Tanık olarak dinlenen Mehmet Tarakçı da, İBDA Yayınevi'nde 1986'dan bu yana çalıştığını ve kitaplarını bastığını belirterek, Kesinlikle Salih Bey talimat vermedi. Yayınevinde odası vardı. Kitap yazar ve çalışırdı. Bir dönem sonra yakınları ve bizim dışımızda kimseyle görüşmemeye başladı. Kitaplarının felsefi düzeyi yüksektir ve belli bir kültür seviyesi gerektirir diye konuştu.

Ergenekon davası sanıklarından olduğunu söyleyen tanık Okan İşgör ise Salih Mirzabeyoğlu ile cezaevinde tanıştıklarını, Mirzabeyoğlu’nun İBDAC örgütü üyesi olarak içeri alınan kişilerin çoğunu tanımadığına bizzat şahit olduğunu savundu.

YURTDIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI KALDIRILDI

Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatı Hasan Ölçer, dosyaya ilişkin yeni bir soruşturma taleplerinin olmadığını ifade ederek, Bize göre dosyada bir eksiklik kalmamıştır. Müvekkilimin duruşmalardan vareste tutulmasını ve hakkındaki yurtdışına çıkış yasağının kaldırılmasını talep ediyorum dedi.

Mahkeme heyeti, sanıkların duruşmalardan vareste tutulmasına ve Salih İzzet Erdiş hakkındaki yurtdışı çıkış yasağının kaldırılmasına karar verdi.

DURUŞMA ÇIKIŞI KONUŞTU: 'ADALET HERKES İÇİNDİR'

Duruşmanın ardından, kendisine destek verenler tarafından etrafı sarılı bir şekilde adliyeden ayrılan Salih İzzetMirzabeyoğlu, Yargılamadan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz sorusuna, İyi bir şey olacağını zannediyorum. Adalet herkes içindir. Bunu da adaletin ne demek olduğunu çok iyi bilerek söylüyorum. Bu mevzudaki herkesi alakadar eden bir şey söylüyorum dedi.

Bu konuda bir şey daha söylemek istediğini belirten Erdiş, Mesela af müessesesini ele alın... Sırasında af, bizzat affedenlerin affını getiren bir hadisedir. Bizim yaptığımız şeyi biliyorsunuz, 'Adalet mutlaka'... Bu da 'Adalet mutlaka'nın içinde ele alınması gereken basit bir hikmet diye konuştu.

DAVANIN GEÇMİŞİ

Dönemin İstanbul 6 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 2 Nisan 2001 tarihinde verdiği kararla Salih Mirzabeyoğlu Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak suçundan idam cezasına çarptırdı.

Mirzabeyoğlu hakkında verilen idam cezası, 2004'te tekrar yapılan uyarlama ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürüldü. Yargıtay 9. Ceza Dairesi de cezaları onadı.

Mirzabeyoğlu’nun avukatları İBDA-C davası kapsamında, Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak suçundan 16 yıl cezaevinde tutuklu kalan müvekkili için 27 Haziran 2014'te yeniden yargılama talebinde bulundu. Talebi değerlendiren mahkeme heyeti, 22 Temmuz 2014'te bu talebi kabul ederek Mirzabeyoğlu’nun tahliyesine karar verdi.
Haber 93

Mirzabeyoğlu yeniden yargılama talebinde bulundu
27/06/2014

İBDA-C lideri olarak 'Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak' suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatları, yeniden yargılanma talebinde bulundu.

İBDA-C örgütü lideri olarak "Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak" suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatları, yeniden yargılanma talebinde bulundu. Yeniden yargılama talebi dilekçesini mahkemeye sunmadan önce Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı önünde toplanan Mirzabeyoğlu'nun avukatları açıklama yaptı. 28 Şubat döneminde yapılmış hukuksuzlukların en bariz ve en sembol isminin Salih Mirzabeyoğlu olduğunu ifade eden avukat Hasan Ölçer, "O dönemde çok ciddi hukuksuzluklar ve çok ciddi haksızlıklara maruz kalmış, ve 16 yıldır cezaevinde bulunuyor kendisi. Şu anda bu hukuksuzluğun ve haksızlığın önüne geçmek maksadıyla ve bunun telafisi anlamında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yargılamanın yenilenmesi anlamında bir başvuru yapmak üzereyiz" dedi. Son günlerde hukuksuzlukların önüne geçmek adına çok ciddi bir gayret sezdiğini belirten avukat Ölçer, "Bu gayretlerin bugün itibariyle de bir zirve noktasına gelmesini ve 28 Şubata bir nokta konulmasının bir fırsatını Türk yargısına sunmuş bulunmaktayız. Dolayısıyla da diğer avukat arkadaşlarla birlikte bu dilekçeyi 14 Ağır Ceza Mahkemesi'ne vermek üzereyiz" diye konuştu.

'TÜRKİYE'DE HUKUKUN NORMALLEŞMEYE BAŞLADIĞINA İNANMAK İSTİYORUZ'
"Balyoz ve Şike davalarında verilen kararların kendilerine yol mu gösterdiği" yönündeki soruya avukat Hasan Ölçer, "Türkiye'de artık ortamın ve hukukun normalleşmeye başladığına biz inanmak istiyoruz. Türkiye'de siyasetin ve hukukun normal çerçevesinde, hak ihlallerinin, hak ihlali kararlarının bu anlamda bir adım olduğuna inanıyoruz. Yani hukuki normalleşmenin başlamış olduğunu gösterdiğine inanıyoruz ve bizim davamız da bu anlamda bir test niteliğinde olacaktır" diye yanıt verdi.

'MİRZABEYOĞLU'NA 28 ŞUBAT DÖNEMİNDE ÇOK BÜYÜK BİR HAKSIZLIK YAPILDI'
Ölçer, "Türkiye'nin ne kadar normalleştiğini hukuk adına ne kadar normalleştiğinin aslında bir göstergesi olacak. Zira şu anda biz malum olan bir şeyi ispat etmeye çalışıyoruz. Çünkü toplumun tüm kesimlerinde Cumhurbaşkanından Başbakanına kadar, Adalet Bakanından Anayasa Mahkemesi üyelerine kadar CHP lideri, MHP milletvekilleri, BDP milletvekilleri, sivil topum kuruluşları, aydınlar, herkes bir ağız birliği yapmışçasına Salih Mirzabeyoğlu'na 28 Şubat döneminde çok büyük bir hukuksuzluk ve haksızlık yapıldığını ifade ediyor" ifadesini kullandı.

'YENİDEN YARGILAMA VE İNFAZ DURDURULSUN TALEBİ'Mirzabeyoğlu'nun avukatlarının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu dilekçede, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı için halen Bolu F Tipi Cezaevi'nde bulunduğunu belirtti. Dilekçede, Mirzabeyoğlu hakkında yeniden yargılama talebinin kabulüne, daha fazla telafisi imkansız zararlara uğramaması için hakkındaki mevcut hükmün infazının durdurulması ve tahliyesine karar verilmesi talep edildi. Dilekçe şu ifadelerle devam etti: “Bugün gelinen noktada o dönemde verilen ve halen infazı devam eden yargı kararlarının adaleti yansıtmadığı, hukuka olan güveni zedelediği, kamu vicdanını rahatsız ettiği artık bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 'dan başlamak üzere, önceki Adalet Bakanı Sadullah Ergin, mevcut Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve başbakan yardımcısı Bülent Arınç, ve AK parti milletvekilleri, yine muhalafet lideri Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere Hüseyin Aygün, Veli Ağababa gibi bir kısım CHP milletvekili, Altan Tan ve Sırrı Süreyya Önder gibi BDP'li milletkillleri MHP milletvekilleri Tuğrul Türkeş, TBMM'de kurulan İnsan Hakları ve Araştırma Komisyonlarındaki başkan ve üyeler, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, akademisyenler, Orhan Pamuk, pek çok sanatçı, yazar, gazeteci, kısacası yelpazenin en sağından en soluna kadar her kesimden insanın gerek konjektürel olarak 90'lı yıllarda özellikle 28 Şubat sürecinde hukuka müdahale olduğu gerekse Mirzabeyoğlu davasına yapılam müdahalalerle hukuk tarihinde kara bir leke olarak yerini aldığı ve hukuksuzluğun derhal giderilerek Salih Mirzabeyoğlu'nun (bilinen adı ile) özgürlüğüne kavuşturulması gerekliliği hususunda tam bir konsesüns de bulunmaktadır"
Dönemin İstanbul 6 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), 1999 yılında Salih İzzet Erdiş'i (Salih Mirzabeyoğlu) "Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak" suçundan, eski TCK'nın 146/1. maddesi uyarınca idam cezasına çarptırmıştı. Erdiş hakkında verilen idam cezası, 23 Eylül 2002 tarihinde uyarlama yapılarak müebbet ağır hapis cezasına çevrilmişti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi de, Erdiş'e verilen verilen cezayı onamıştı.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/mirzabeyoglu_yeniden_yargilama_talebinde_bulundu-1199118

11 Ekim 2012'de, saat 12.30'da, Bakırköy Adliyesi önünde

Kamuoyu'na;



Türkiye'de bir Fikir Adamı'na;

28 Aralık 1998'te saldırı düzenlendi.

25 Ocak 2000'de “Noel Baba” adı verilen bir operasyon tertip edildi.

25 Haziran 2000'de fedâ eylemi yapmasına sebebiyet verecek kadar işkence yapıldı.

2 Nisan 2001'de sırf fikrinden dolayı idam cezası verildi.

8 Temmuz 2005'te üç metrekarelik tek kişilik hücreye konuldu.
26 Ocak 2000'den şu dakika, şu saniyeye kadar da Telegram işkencesi uygulandı.

Sebep?..

Fikrinden vazgeçmesi için!..

Peki o Fikir Adamı bunca saldırıya rağmen ne yaptı?!.

Herşeye, en başta da Telegram işkencesine rağmen fikir imâl etmeye devam etti, onlarca eser verdi!..

Sonuçta ne oldu?!..

“Uslanmaz Bir Şahsiyet” olduğu düşünüldü ve sırf bu yüzden hakkında dava açıldı!..

Fikri idam edeceklerini zannedenlere inat;

Her daim hükmünü yürüten “Fikir”in ve “Uslanmaz Şahsiyet”in yanında olduğumuzu bildirmek ve göstermek adına;

“Uslanmaz Şahsiyet” davasının da görüleceği 11 Ekim 2012'de, saat 12.30'da, Bakırköy Adliyesi önünde basın açıklaması yapacağız.

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun da katılacağı bu duruşmaya;

“Fikir'in yanındayım! O hâlde varım!” diyen herkesi bekleriz.

Saygıyla duyurulur.

15/09/2012.

Yeni Devir Hukukçular Derneği
MBR Haber

CHP'li Aygün'den sürpriz Mirzabeyoğlu çıkışı
11.05.2012



Aygün: ''Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir''

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla Bolu F Tipi Cezaevi'nde bulunan ve kamuoyunda ''Salih Mirzabeyoğlu'' olarak bilinen Salih İzzet Erdiş'in yıllardır tecritte tutulduğunu belirterek, ''Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir'' dedi.

Aygün, Erdiş'in avukatlarıyla birlikte TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, ''28 Şubat'la hesaplaşmanın yolunun o dönemin doğurduğu mağduriyetleri gidermekten geçtiğini'' söyledi. Aygün, Salih İzzet Erdiş'in yıllardır tecritte tutulduğunu söyledi.

SALİH MİRZABEYOĞLU DAVASI

Aygün, ''Eğer DGM'ler hukuksuz mahkemelerse, 1990'lı yıllarda mağdur olmuş bütün kişilerin sorunlarına çözüm bulunması gerekir. Mirzabeyoğlu da bunlardan biridir. Yıllardır tecritte tutulmaktadır. Hükümet bir taraftan 28 Şubat'la, darbelerle hesaplaştığını iddia ediyor, diğer yandan tecrit, işkence ve çeşitli mağduriyetlerin sürmesi karşısında ses çıkarmıyor. Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir'' diye konuştu.

ZİHİN YÖNLENDİRME İŞKENCESİNE UĞRADI İDDİASI

Erdiş'in avukatı Ali Rıza Yaman da ''Mirzabeyoğlu Davası''nın başladığı tarihin 28 Aralık 1998 olduğuna işaret ederek, ''Salih Mirzabeyoğlu, eşi ve çocuğuyla birlikte o zaman için ilkokula giden diğer çocuğunu almak üzere okula gittiğinde saldırıya uğramıştır. Bu kişilerin polis oldukları Emniyet'te anlaşılmıştır'' diye konuştu. Yaman, Erdiş'in sistematik fiziki işkencelerle geçen bir yargılama sürecinden sonra ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildiğini, çeşitli F Tipi cezaevlerinde tecritte tutulduğunu ve halen ''telegram'' (zihin yönlendirme) adı verilen bir işkenceye maruz bırakıldığını iddia etti.

Yaman, ''Saldırıya uğradığında 41 eseri bulunan Salih Mirzabeyoğlu, olağanüstü bir dönemde, DGM'nin yargılayıp mahkum ettiği bir kişidir. Bu bakımdan dava yeniden görülmelidir. Eğer 28 Şubat'la hesaplaşılacaksa, darbenin sonuçlarından başlanılmalıdır. Mirzabeyoğlu davası, bu sonuçların en önemlileri arasındadır'' dedi.
Kaynak: http://www.ensonhaber.com/chpli-aygunden-surpriz-mirzabeyoglu-cikisi-2012-05-11.html

"Mirzabeyoğu Davası" İle ilgili Basın Açıklaması
02 Nisan 2012



Salih Mirzabeyoğlu'na idam cezası verilmesinin 11'inci yılı nedeniyle Bolu F Tipi Cezaevi önünde Yeni Devir Hukukçukar Derneği bir basın açıklaması yaparken, Cezaevi önünde toplanan bir grup da protesto gösterisi yaptı.



'Fikir idam edilemez' yazılı pankart açan eylemciler, Mirzabeyoğlu'nun fotoğrafının bulunduğu maskeleri takarak sloganlar attı..



Yeni Devir Hukukçular Derneği adına basın açıklaması yapan avukat Ali Rıza Yaman, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde (DGM) verilen kararların kaldırılması gerektiğini söyleyerek, "Dünya fikir ve hukuk tarihi şahittir ki fikir idam edilemez. Fikre idam cezası verilen bir ülkede hukuk maşa, idam cezası verenler de emir alan emir kuludur. Tarih zulme rıza gösterenlerle, zulme rıza göstermeyenlerin mücadele alanıdır. Bütün 28 Şubat kararlarının ve kaldırılan DGM'lerin verdiği kararların iptal edilmesi ve yeniden yargılama yoluna gidilmesi gerekmektedir" dedi.

Ali Rıza Yaman, daha sonra eyleme katılanların adının yazılı olduğu kağıdı alarak Salih İzzet Mirzabeyoğlu ile görüşmek için cezaevine girdi.
haber1001

"FİKİR İDAM EDİLEMEZ!"
12 Mart 2012

Yeni Devir Hukukçular Derneği Salih Mirzabeyoğlu Davası ile ilgili bir açıklama yaptı.

Açıklama şöyle:

Kamuoyuna;

1. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; fikir idam edilemez!

2. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; “fikir”i idam edeceklerini zannedenler büyük bir yanılgı içindedir!

3. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; fikre idam cezası verilen bir ülkede hukuk; maşa, idam cezası verenler de; emir alan bir emir kuludur!

4. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; “fikir”i idam etme bedbahtlığını gösteren ülkelerin başında Türkiye gelmektedir!

5. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; hukuk, “Fikir”i idam etmek uğruna Türkiye'de olduğu kadar, alenen çiğnenmemiştir!

6. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; idam edilmek istenen “Fikir”in Mimarı; Türkiye'deki kadar zulme ve işkenceye maruz kalmamıştır!

7. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; idam edilmek istenen “Fikir”in Mimarı; fikri için Türkiye'deki kadar mücadele vermemiştir!

8. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahittir ki; tarih, zulme rıza gösterenlerle, zulme rıza göstermeyenlerin mücadele alanıdır!

9. Dünya hukuk ve fikir tarihi şahit olacaktır ki; Türkiye'de tarih, tarihin gördüğü en büyük hukuksuzluklardan biri olan “Mirzabeyoğlu Davası'na destek olanlar ve olmayanlar” ayrımı üzerine yazılacaktır!

10. Mirzabeyoğlu Davası'nda hukuksuzluğun her türlü izah ve ispattan vareste bir durum arzettiğini, bu yüzden RE'SEN, yeniden ve ivedilikle ele alınıp, zulme son verilmesi gerektiğini düşünen bizler; “Fikri İdam Teşebbüsü” olan Mirzabeyoğlu Davası'nın yanında yer aldığımızı bildirmek ve ismimizi “zulme rıza göstermeyenler” arasında yazdırmak adına; “Fikir”e idam cezasının verildiği 2 Nisan 2001'in yıl dönümünde, 2 Nisan 2012'de, saat 14'de, Bolu F Tipi Cezaevi'nin önünde olacağız. Herkesi bekleriz.

Saygıyla duyrulur.

Yeni Devir Hukukçular Derneği
yenidevir.hd@gmail.com
MBR Haber

O da 28 Şubat mağduru
16.03.2012



Gazeteci-yazar Salih Mirzabeyoğlu, 28 Şubat sürecinde askerin brifingine katılan hakimin kararıyla ağırlaştırılmış müebbete çarptırıldı. Hukukçular, İBDA-C üyeleri ile örgüt liderliği ilişkisi ispatlanamadığı halde tecritte tutulan Mirzabeyoğlu'nun yeniden yargılanması gerektiğini belirtti.

İSTİHBARAT SERVİSİ / İSTANBUL
28 Şubat sürecinde yapılan yargılamalar ve verilen cezalar tartışma konusu olmaya devam ediyor. Post-modern darbe sürecinde İBDA-C örgütünün lideri olduğu gerekçesiyle gözaltına alınıp yargılanan gazeteci ve 50 kitabın yazarı Salih Mirzabeyoğlu da 28 Şubat sürecinde karagahta brifing alan yargının mağdurlarından biri oldu. Gerçek adı Salih İzzet Erdiş olan Mirzabeyoğlu, lideri olmakla suçlandığı İBDA-C üyelerinin yargılandıkları davalarda, hiçbir örgütsel bağ tespit edilememesine rağmen olağanüstü şartlarda önce idam cezasına çarptırıldı. Daha sonra cezası, idamın kaldırılması nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Mirzabeyoğlu, halen Bolu F Tipi Cezaevinde tek kişilik hücrede kalıyor.

SAKALLARI ZORLA KESİLDİ

Mirzabeyoğlu, 1998 yılı Aralık ayında kızını okula götürürken gözaltına alındı. Çıkarıldığı mahkemede tutuklanıp Metris Cezaevi'ne götürüldü. Daha sonra Kartal Cezaevi'ne, oradan da Bolu F Tipi Cezaevi'ne gönderildi. Mirzabeyoğlu, İBDA-C üyeleri ile ilişkisi ispatlanmamasına rağmen terör örgütü lideri olarak yargılandı. Yargılama sürecinde hapishanede sakalları zorla kesilerek mahkemeye çıkarıldı.

SİLAHLI EYLEMİ YOK

Mirzabeyoğlu'nun avukatı Güven Yılmaz, ortada 'somut deliller' olmadığı gibi brifinglerde alınan kararlar sonucunda müvekkilinin mahkum edildiğini söyledi. Yılmaz, Mirzabeyoğlu'nun serbest kalmasını değil, 28 Şubat'ın diğer mağdurları gibi yeniden yargılanmasını istedi. Yılmaz "Mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs etmekten ve örgüt liderliği" suçlamasıyla yargılanan Mirzabeyoğlu'nun talimatını verdiği, tek bir silahlı eylem ilişkin delil olmadığını belirterek "Söz konusu deiller mahkemeye sunulmadan karar verilmesi hukuk açısından izah edilemez" dedi.

Gözaltına alındığı tarihte 41 tane kitabı olan Mirzabeyoğlu hakkında medyanın yalan manşetlerle 'yeraltı örgütü lideri' gibi gösterildiğini anlatan Yılmaz, müvekkiline polisin sorguda örgüt liderliğini kabul etmesi için baskı yaptığını söyledi. Yılmaz şöyle konuştu:

SORGUDA 'LİDERİM' DE BASKISI

"Yukarıdan bastırıyorlar, sen 'İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!' Sorgulama esnasında Salih Bey'e söylenen şeylerden birisi de şu: 'Biliyoruz. Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanımadığını kabul ediyoruz; talimat da vermediğini kabul ediyoruz... Gelelim şu liderlik mevzuuna...' Salih Bey de 'Hiç kimseyle görüşmemişim, talimat vermemişim, bunu siz de biliyorsunuz. Ben bu durumda illegal bir örgütün nasıl başı olabilirim ki?' diye mukabelede bulunuyor. Aynı polis 'Gel sen şunu güzellikle kabul et. Hem biz sana kötülük yapmak istemiyoruz. İsteseydik evinin bahçesine eroini gömer, 'eroin yakaladık' derdik' diyor."

DEĞİL LİDERLİK TANIŞIKLIK BİLE YOK

Yılmaz, örgüt liderliği ilişkisinin savcılık tarafından da ispatlanmadığını belirterek, "Ortada hiyerarşik bir ilişki yok. Hiyerarşi olması bir tarafa tanışıklık yok. Eylem yok. Talimat yok. Fikrî bir yakınlık, bağlılıktır söz konusu olan. O gün için 41 tane eser vermiş bir yazarın fikirlerinin etkisinin olmasından daha tabiî ne olabilir? Kaldı ki, tanışıklık da olabilir. Çocukların bile bildiği üzere, suçlar şahsîdir" diye konuştu. Yılmaz, iddianamedeki "örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilmemiş olmakla beraber..." ifadesine dikkat çekti.

5 ay telegram işkencesi gördü

Güven Yılmaz, Mirzabeyoğlu'nun Kartal Cezaevinde Telegram işkencesi gördüğünü belirterek şunları söyledi: "Salih Mirzabeyoğlu'nun Kartal Cezaevine naklinden sonra burada 5 ay süreyle maruz kaldığı telegram-zihin kontrolü ile, kendisine mahkemelerde 'Kemalist' olduğunu açıklaması istenmiş bunun üzerine müvekkilim de 'Kemalist' olduğunu açıklamaktansa ideolojik bir tavırla hayatına son vermek istedi. Bunun üzerine paniğe kapılan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün yazılı emri ile tek başına kalmaması için yanına birisinin verilmesi kararlaştırıldı."

Kararı veren hakim brifing aldı

Mirzabeyoğlu ile ilgili yargılamaları değerlendiren MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, 28 Şubat darbe sürecinde brifingler verilen yargı mensupları eliyle oluşan mağduriyetlerin henüz konuşulma düzeyine bile gelmediğini söyledi. Hakkında idam cezası verilen Salih Mirzabeyoğlu'nun da bu sürecin mağdurlarından biri olduğunu ifade eden Ünsal, "Söz konusu kararı veren mahkeme başkanının dönemin brifinglenen hâkimlerinden olması yanında, son günlerde gazetelere yansıyan beyanları da Mirzabeyoğlu kararı dâhil bu süreçte verilen kararları tartışmalı hale getirmek için yeterlidir ve getirmiştir" dedi.

Ünsal, şunları kaydetti: "Hâkim ve savcıların ordudan brifing aldığı, yargının ordu-medya ve çeşitli STK'lar aracılığıyla baskı altına alındığı, hâkimlerin "DGM'de siyasi baskı görmediğim dava olmadı" mealinde ve verdikleri kararlarda yanlış yapmış olabilecekleri yönünde beyanlarda bulunduğu, duruşmalar boyunca dile getirilen telegram dâhil bütün işkence iddialarının kulak ardı edildiği bir ülkede yapılan siyasi yargılamaların adil olmadığı ortadadır. Mazlum-der olarak, Salih Mirzabeyoğlu davası başta olmak üzere, 28 Şubat döneminde yapılan bütün siyasi yargılamaların yenilenmesi (iade-i muhakeme) gerektiğine inanıyoruz."
Kaynak: Yeni şafak

Basın Açıklaması; 28 Şubat Bolu F Tipi Cezaevi'nde Devam Ediyor!
22.02.2012



28 Şubat Bolu F Tipi Cezaevi'nde Devam Ediyor!

Kamuoyu'na;
1. Tam bağımsız ve millî devletlerde hak; hukuk, hukuk; adalet, adalet de; zulmün olmamasıdır!

2. Zulmün önündeki en büyük engel; hukuk, zalimin düşmanı da; tam bağımsız bir seciyenin sahibi olan hukukçudur!

3. Günümüzde kâmil bir hukukçu için en büyük zulümlerden biri de; Atlantik ötesinden gelen emirlere göre hareket etmektir!

4. Hukukun amir-memur, ast-üst münasebetine göre şekillendiği bir yapıda en büyük zalimler; 'hukukçu' kisveli memurlar ve onların amirleri konumunda olan kişilerdir!

5. “28 Şubat”; işte hukukçu kisveli bu memurların ve onların amirleri konumunda olan kişilerin yaptığı sürek avının bir diğer adıdır!

6. ABD'nin “Bizim Çocuklar” dediği kişiler eliyle yapılan 28 Şubat Operasyonu'nda;

• Hukukçu kisveli memurlar NATOcu paşalardan emir ve talimat almıştır!

• NATOcu paşalar adliyenin arka kapılarından bağımsız olduğu söylenen mahkemelere “nezaket” ziyaretlerinde bulunmuş, nezaket ziyaretlerinin ardından birçok genç daha 18 yaşından küçük olmasına rağmen idam cezası almıştır!

• İstanbul'un göbeğinde, Fatih'te kılık- kıyafet avına çıkılmıştır!

• Refah Partisi kapatılıp, Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN gibi siyasîler siyasetten uzaklaştırılmış, R.Tayyip Erdoğan'a okuduğu şiirden dolayı ceza verilmiştir!

• M. Esad COŞAN gibi bir fikir ve ilim adamı bile Avusturalya'ya göçmek zorunda bırakılmıştır!

• En az yarım asırdır bu ülke çocuklarına K. Kerîm öğretmekten başka hiçbir gaye taşımayan Kur'an kurslarına baskınlar yapılmıştır!

• Mustazaf- Der, Mazlum-Der, Özgür-Der, ÖNDER, İHH, MÜSİAD, MGV ve İLKAV gibi birçok dernek, vakıf ve mensubuna baskı yapılmıştır!

• Nurettin Şirin, İrfan Çağrıcı, Mehmet Kutlular, Mehmet Pamak, Müslüm Gündüz, Hüda Kaya, Mehmet Göktaş, Bülent Yıldırım, Mehmet Emin Akın gibi birçok yazar ve dernek yöneticisine zulmedilmiştir!

• Gençleri üniversiteye hazırlamanın haricinde bilinen başka bir faaliyeti olmayan belli-bazı dershanelere baskı yapılmış, bu dersanelerin kurulmasına öncülük eden isimler Amerika'ya gitmek durumunda bırakılmıştır!

• Akit, Milli, Yeni Şafak, Zaman, Yeni Asya ve Selam gibi birçok gazete baskılara maruz kalmıştır!

• Akıncı Yolu gibi o döneme damgasını vuran dergilerin yöneticileri ölümle tehdit edilmiştir!

• İskender Pala, Nevzat Tarhan, Ahmet Sınav gibi akademisyenler Türk ordusundan atılmıştır!

• Atlantik ötesinden gelen emirler doğrultusunda hareket edip, millet-ordu gelenek ve mânâsına saldırı düzenlenmiş, tek suçu Anadolu insanı olmak olan binlerce tam bağımsız ve millî bir seciyenin sahibi subay ordudan ihraç edilmiştir!

• O gün için 41, bugün içinse 60'a yakın eseri olan, 28 Şubat sürecinde tutuklanıp, 28 Şubat hukukuna göre yargılanan, sübut bulan tek eylemi kitap yazmak olan, 'olsa olsa budur' mantığı üzerine bina edilen hükümlerle sırf fikrinden dolayı
idam cezası verilen, tam 13 yıldır cezaevinde, son 7 yıldır da üç metrekarelik tek kişilik hücrede tutulan, 12 yıldır da “Telegram -Zihin Yönlendirme-” isimli işkenceye maruz bırakılan Salih MİRZABEYOĞLU'na ve O'nun şahsında
Anadolu insanına Atlantik ötesinden gelen emirler doğrultusunda gayrı-ahlâkî ve gayrı-insanî birçok saldırıda bulunulmuştur!

7. Şimdiye kadar yapılan ve hiçbir zaman millî olmayan bütün darbelerde olduğu gibi 28 Şubat darbesinde de hedef; milletin millî ve manevî değerleri olmuş, darbenin ardından millî ve manevî değerleri taşıdığı vehmini verenler iktidara gelmiş ve gerilen ortamda sûreta bir yumuşama görülmüştür. Oysa ki değişen; işin tonu ve üslubu olmuş, Dreyfus ve Rosenbergler Davası gibi zulümle eşdeğer olarak
anılması gereken bir dava olan ve adaletin HÂLÂ tecelli etmediği görülen Mirzabeyoğlu Davası'nda olduğu gibi, zulüm daha rafine bir şekilde devam etmektedir!

8. Biz bugün Dreyfus ve Rosenbergler Davası'ndan haberdarsak, bunu borçlu olduğumuz kimselerin başında; Emile Zola ve onun yolundan giden haysiyetli
aydınlar gelmektedir! 'İleri demokrasi'den, 28 Şubat'la hesaplaşmaktan bahsedildiği şu günlerde Mirzabeyoğlu Davası ısrarla unutturulmak isteniyorsa; bunu borçlu
olduğumuz kimselerin başında; zamanın aydınları gelmektedir!

9. Tıpkı Dreyfus ve Rosenbergler Davası gibi baştan sonra bir hukuksuzluk örneği olan, davasına bakan her iki hâkim tarafından emir ve talimatla hareket edildiği itiraf edilen, kararı veren mahkemeler kaldırılsa da hükmü HÂLÂ cari olan, hukuksuzluğu artık her türlü ispat ve izahtan vareste olduğu için hiçbir kayıt, şart ve taleple bağlı olmaksızın RE'SEN ve yeniden görülmesi gereken Mirzabeyoğlu Davası'nda adalet
HÂLÂ tecellî edip, zararlar tazmin edilmemişse; 28 Şubat farklı aktörler eliyle 15 yıldır devam ediyor demektir!

10. 'İleri demokrasi'den, darbelerle hesaplaşmaktan, devletin sebebiyet verdiği zararları tazmin etmesi gerekliliğinden bahsedildiği şu günlerde 28 Şubat kararları kaskatı bir
vakıa olarak devam ettiği için, sürecin aktör ve sonuçlarıyla hesaplaşmaya buradan başlanılması gerektiğini düşündüğümüz Bolu F Tipi Cezaevi'nde, 28 Şubat 2012'de, saat 14'de yapacağımız basın açıklamasına herkesi bekleriz.

Saygıyla duyrulur.
2 Şubat 2012.
yenidevir.hd@gmail.com
MBR haber

"Mirzabeyoğlu Davası"
Millî Birlik Ruhu-17.04.2011

Yeni Devir Hukukçular Derneği FİKRİ İDAM TEŞEBBÜSÜ "Mirzabeyoğlu Davası" NİÇİN'i- NASIL'ı- SONUÇ'u başlıklı panel düzenledi.

Panel 17 Nisan 2011 tarihinde, saat:16.00’da Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde başladı.

Paneli Av. Ali Rıza Yaman yönetti, diğer katışımcılar ise Av. Hasan Ölçer ve Av. Güven Yılmaz iken Av. Harun Yüksel Panele gönderdiği bir yazı ile katıldı.

Panel Sinevizyon gösterisi ile başladı. Mirzabeyoğlu'nun "Tiyatro Bitti!" Başlıklı sözü bu sinevizyon gösterisinde vurgulandı.

Panel esnasında Bir çocuk annesinde "anne bu film mi ?" diye bir soru sordu. Katılımcı "Hayır yavrum gerçek." cevabını verdi.

Av. Ali Rıza Yaman, bu diyolog ile konuşmasına başladı. Her şeyin bir tiyatro olduğundan bahsetti. Müvekkilinin haksızlığa uğradığını söyleyen Yaman, Av. Harun YÜksel'in panel için gönderdiği yazıyı okuyarak sözlerine son verdi. Bu Yazının tam metni aşağıdadır.

Buı esnada Kumandan Carlos telefonla Av Güven Yılmaz’ı arayarak Mirzabeyoğlu ve bütün siyasi mahkûmların yanında olduğunu belirten bir konuşma yaptı.

Sonraki konuşması Av. Hasan Ölçer, müvekilline yapılan hukuksuzluk süreçlerini ayrıntılarıyla anlattı ve katılımcıları bilgilendirdi.

Son konuşmacı Av. Güven Yılmaz ise neden mirzabeyoğlunun hedef seçildiğini irdeledi. Müvekkilinin gördüğü işkence süreçlkerine değinen Yılmaz, bulundukları suç duyurularına yanıt bile vermeyen bütün yetkilileri suçladı. Bütün resmi makamların Mirzabeyoğlu’nun işkence gördüğünü bildiğini belirtti.



Fikre Özgürlük Platformu: "28 Şubat darbe sürecinde verilmiş bütün yargı kararları iptal edilsin"
18 Mays 2011
28 Şubat Müslümanlara yönelik bir sürek avının başlatıldığı, halka karşı “Topyekûn Savaş” manşetlerinin atıldığı, Kelime-i Tevhid’in suç unsuru sayılıp, örgüt bayrağı diye sergilendiği, Kur’an Kurslar’nın basıldığı, “Çocuklara küçük yaşta Kur’ân öğretilmesin” diye MGK toplantılarının yapıldığı, bunun için “Sekiz yıllık kesintisiz eğitim” dayatmalarının yapıldığı, başörtüsüne düşmanlık naralarının atıldığı, kısaca bütün İslâmi değer ve sembollere savaş açıldığı Allahsız ve ahlâksız bir darbe süreciydi.

Amerika ve İsrail destekli yürütülen bu darbe sürecinde, ön cephede “medya”, onun hemen yanında da, 28 Şubat darbecilerinin “BRİFİNGLEDİĞİ” yargı yer almaktaydı.

Bu dönemde binlerce Müslüman değişik bahaneler altında, kılıfına uydurulup, “emir komuta” zinciri içinde verilen “brifingli yargı” kararlarıyla mahkûm edildi.

“Artık bu kararların yeniden gözden geçirilmesi ve darbecilerin yargılanmasının zamanı gelmiştir” diyen Fikre Özgürlük Platformu;

15 Mayıs Pazar günü bu konu ile ilgili bir basın açıklaması yaparak, imza kampanyası başlattıklarını duyurdular.

Fikre Özgürlük Platformu, 28 Şubat darbe sürecinde verilmiş bütün kararların iptal edilmesini ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasını istiyor.

“28 Şubat darbecilerince ‘brifinglenmiş’ yargı tarafından verilen bütün kararlar iptal edilmelidir, hukuka ve adalete saygısı olan, kendisini demokrasi ile tarif edenlerin en öncelikli olarak yapmaları ve gündeme getirmeleri gereken konu budur” diyen Fikre Özgürlük Platformu adına basın açıklaması yapan Şükrü Sak şunları söyledi:

BASIN AÇIKLAMASI

Salih Mirzabeyoğlu; 28 Şubat sürecinde hukuksuz bir şekilde tutuklanıp, yine 28 Şubat darbecilerince BRİFİNGLENMİŞ yargı tarafından idama mahkum edilmiş, hukuktan edebiyata, şiirden hikâyeye, fizikten dile, matematikten resime, mitolojiden estetike, iktisattan ahlâka kadar 56 tane eserin altında imzası bulunan Müslüman bir Fikir adamıdır.

Adil bir hukukun üstün olduğu ülkelerde asla yaşanmayacak bir haksızlığa maruz kalan S. Mirzabeyoğlu, amir-memur, ast-üst ilişkilerinin hukukta daha bir belirgin hâle geldiği, hukukun bütün kurum ve kuruluşlarıyla rafa kaldırıldığı, Müslümanlara yönelik sürek avının başlatıldığı bir süreç olan 28 Şubat sürecinde tutuklanmış, davasının İddianame ve Gerekçeli Kararı'nda da geçtiği şekilde, “her ne kadar bir eylemi ve eylem talimatı olduğu tespit edilememiş olsa da” idam kararı almıştır.

Salih Mirzabeyoğlu tam 12 yıldır cezaevindedir. 12 yıllık cezaevi hayatının son 6 yılını tek kişilik hücrede geçirmekte, 11 yıldır da Telegram –Zihin Yönlendirme- işkencesine maruz kalmaktadır.

Bir fikir adamına yapılan işkenceyi önlemek; hükümetin en temel görevlerinden biri olsa da mevcut hükümet bu konuda son derece duyarsız bir tavır sergilemektedir.

Biz “Fikre Özgürlük Platformu” olarak;

Müslümanlara yönelik Allahsız ve ahlâksız bir sürek avı başlatan 28 Şubat Darbecilerinin yargılanmasını…

Bu darbe sürecinde tutuklanan, mağdur edilen, yargılanan ve BRİFİNGLENMİŞ yargı kararlarıyla mahkum edilen bütün Müslümanlarla ilgili kararların iptal edilmesini…

Başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere verilen kararların kaldırılmasını…

Bu süreçte Haksızlığa ve adaletsizliğe uğrayan bütün Müslümanların haklarının iade edilmesini istiyoruz.

FİKRE ÖZGÜRLÜK PLATFORMU
haber1001

Mirzabeyoğlu Davası Hakkında(*)
Av. Harun Yüksel

Yeni Devir Hukukçular Derneği’nin nazik davetine sağlığımın elverişli olmaması sebebiyle katılamadım.

Derneğin Başkanı Av. Sayın Ali Rıza Yaman kardeşimin verdiği ev ödevi çerçevesinde bu metni hazırladım. Bu önemli panelin hayırlara vesile olmasını dilerken değerli katılımcı ve izleyicileri saygıyla selâmlıyorum...

Mirzabeyoğlu’nun “terör örgütü lideri olduğu” gerekçesiyle gözaltına alınıp, tutuklanıp, idama mahkûm edilmesi sürecinin üzerinden 12 yıl geçti...

Mirzabeyoğlu’na yapılan bu isnadın ne kadar haksız hukuksuz, delilsiz mesnetsiz bir isnad olduğu mahkemeden başlayarak her zeminde sözlü ve yazılı olarak defalarca izah ve ifade edildi...

Bugün de katılımcı arkadaşlar bu konu üzerinde hassasiyetle duracaklardır...

Mirzabeyoğlu’nun şahsını hedef alan bu zincirleme haksızlık ve hukuksuzluklar, üç açıdan irdelenebilir...

Bunun birincisi ve en kolay anlaşılabilir olanı insanî açıdır:

Herhangi bir insanın, herhangibir yer ve zamanda, herhangi bir şekilde haksızlık ve hukuksuzluğa maruz kalması, bu haksızlığın derecesi her ne olursa olsun vicdan sahibi her insanı incitir/incitmelidir...

Bir haksızlıktan incinen insan vicdanı, o haksızlık ortadan kalkıncaya kadar sızlamaya devam eder...

Bunun için de, insanlar bir başka insana haksızlık yapıldığında o haksızlığın giderilmesi için harekete geçerler...

Mirzabeyoğlu’na yapılan haksızlık 12 yıldır sürüyor ve 70 milyonluk bir ülkede bu haksızlığı kaldırmak için bir şeyler yapmaya çalışan insan sayısı ne kadar az...

Burada kendimize sormamız gereken soru şu:

Sorun nerede?

Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı vahim haksızlığın bu ülke insanına yeterince ulaştırılamamasında mı?

Yoksa bu ükede vicdanının sesini dinleyen insanların oranının, cüzdanının sesini dinleyen insanların oranı karşısında ortaya çıkan negatif tabloda mı?

Birincisinde...

Veya ikincisinde...

Veya birincisiyle ikincisi bir arada...

Ne farkeder?..

Her durumda ortada insanî açıdan derhal giderilmesi gereken ciddi bir problem olduğu açık...

İnsanî yani ahlâkî...

Ahlâk olmadan insan ve vicdan olur mu?

***

Bu konuda İkinci açı hukukî açıdır:

Haksızlıkla hukuk birbirinin zıddı kavramlardır...

Birinin olduğu yerde diğeri yoktur...

Hukuk haksızlıkları kaldırmak için vardır...

Kime karşı yapılırsa yapılsın, yapılan büyük veya küçük bir haksızlık ortadan kaldırılamıyorsa orada hukukun varlığıdan bahsedilemez...

Mirzabeyoğlu’na yapılan çok vahim haksızlık 12 yıldır sürdüğüne göre, bu ülkede kimse hukukun varlığından söz edemez...

Söz eden yalancıdır...

Bir ülkede hukuk yoksa, o ülkede yaşayan hiç kimsenin ırz, can ve mal emniyeti yoktur...

O kadar yoktur ki...

Dün Mirzabeyoğlu’na yapılan hukuksuzluğun bir parçası olan DGM başkanı bugün, Silivri toplama kampı kapılarında “Bu ülke de hukuk yok mu?” diye bizim ona Mirzabeyoğlu Davası’nda, Mirzabeyoğlu’na yapılan hukuksuzluğu anlatmak için 12 yıl önce kullandığımız cümleleri birebir kullanarak feryad ediyor...

Bu ülkede hukuk olsaydı, sen Mirzabeyoğlu için kalemini bu kadar pervasızca kırabilir miydin?

***

Bir ülkede hukuk yoksa problem hukukî değil siyasîdir...

O zaman geldik üçüncü ve üzerinde en az durulan ama asıl çözümün üretilebileceği bakış açısına...

Yani siyasete...

Hayır, “yargının siyasallaşması”ndan sözetmiyorum...

Onun için bile eğri veya doğru bir hukuka ihtiyaç var...

Burada hukukun hiç olmamasından sözediyorum...

O’nun kalemler kırılarak idama mahkûm edildiği duruşmadan çıkarken söylediği şu sözü hatırlayın: “Tiyatro bitti!”

“Yargılama bitti!” değil...

Tiyatro bitti...

Tiyatro nedir?

Gerçek olmayan, varolmayan, tamamiyle hayalî, kurgusal bir takım olayları bize o anda yaşanıyormuş gibi gösteren bir gösteri sanatı...

Bir tiyatro oyununda bir duruşma sahnesi düşünün...

Hakimler heyetinden savcısına, sanığından avukatlarına, zabıt kâtibesinden, mübaşirine, tutuklu sanığı oraya getirip arkasında dikilen jandarmalara, gözü yaşlı ve kalbi endişeyle çarpan sanık yakınlarına, meraklı ve arsız gazetecilere, seyircileri mimlemek/fişlemek için oraya gelmiş sivil polislere kadar herkes, tam bir mahkeme dekoru içinde yerli yerinde...

Herşey yerli yerinde ama bu tiyatro oyununun hukukla ne alâkası var?

Bunun hukukla ne alâkası olabilirse, Mirzabeyoğlu Davası’nın da hukukla alâkasının ancak o kadar olduğunu bu oyunda kendisine beceriksiz bir avukat rolü düşen biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim...

“Tiyatro bitti!” cümlesi, bu davayı izah bakımından, hem hukukî alanda hem de edebî alanda kıyamete kadar unutulmayacak bir nitelemedir.

Mirzabeyoğlu’na yapılan haksızlığın mahiyeti doğru anlaşılmadan bu haksızlığın nasıl giderilebileceği de doğru anlaşılamaz...

Mirzabeyoğlu, adlî bir hata, hukukî bir eksikliklik, delillerin değerlendirmesinde yapılan bir yanlışlık sebebiyle idama mahkûm edilmemiştir...

Siyasî bir merkezin aldığı bir kararla siyasi bir saldırıya uğramıştır...

Bu siyasî merkez, O’nu “suikast yaparak kahramanlaştırmamak için”, adliye eliyle infaz yolununu tercih etmiştir.

Bu “siyasî merkez” neresidir?

Niçin böyle bir karar almıştır?

Bu karar nasıl ortadan kaldırılabilir?

Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı haksızlığı gerçekten ortadan kaldırmak niyetinde olanların bu üç sorunun doğru cevaplarını bulması gerekir...

Bu konuya girersek ne bende anlatacak takat kalır ne sizde dinleyecek sabır...

O yüzden çok kısaca değinip gerisini irfanlarınıza ve ihlâslarınıza havale edeceğim...

Bu Siyasî merkez içte değil dıştadır...

Onun ismi “Batı emperyalizmi”dir...

Batı emperyalizmi, hegemonyası altındaki ülkelerdeki saldırılarını genellikle o ülkeden seçtiği taşeronlarına yaptırır...

Çok mecbur kalmadıkça ateşe elini doğrudan sokmaz maşa kullanır...

İçinizde 12 yıl öncesini hatırlayanlar varsa o dönemin 28 Şubat NATO darbesi dönemi olduğunu da hatırlıyor olmalıdır...

Bu saldırının maşaları da işte o 28 Şubat darbecileridir...

28 Şubat NATO darbesi hernekadar TSK’daki NATOCU subaylar eliyle kotarılmış görünse de, bu darbe esas olarak NATOCU siyasetçi, hakim, savcı, polis, istihbaratçılardan oluşan sivil bürokratlar, işbirlikçi medya, işbirlikçi sivil toplum kuruluşları eliyle yürütülmüştür.

Bugün şahit olduğumuz yanlışlardan biri Mirzabeyoğlu’na yönelik saldırının Batı emperyalizminin bugünkü taşeronlarına yanaşarak, yalvararak, yaltaklanarak çözülebileceğini sanmaktır...

Düşman’a yanaşarak, yalvararak, yaltaklanarak kazanılmış siyasal bir başarı var mıdır ki; düşmanın taşeronlarına yanaşarak, yalvararak, yaltaklanarak kazanılmış bir siyasî başarıya ümit bağlanabilsin?

Adam insan olsa ahlâkı olur, ahlâkı olsa vicdanı olur, vicdanı olsa insafı, merhameti ve haysiyeti olur...

Haysiyeti olsa işbirlikçi olmaz...

Batı emperyalizmi küresel bir saldırıya geçmiştir... Bunun önünde engel olabilecek herkesi ve her şeyi imha etmeye kararlıdır...

Böyle bir saldırı ancak küresel bir karşı taarruzla yokedilebilir...

Bunun adına siyasî literatürde vaziyete göre bazen ayaklanma, bazen, isyan, bazen devrim, bazen de savaş deniliyor...

Siyasî bir fikirden, ideolojiden o ülkenin irfanına uygun devrimci bir dil geliştirilmeden de devrim/inkılâp olmaz, ihtilâl olur, isyan olur ayaklanma olur ama devrim/inkılâp olmaz...

Burada sözü misâl olsun, emsâl teşkil etsin diye İbda Fikriyatı’nı bünyeleştirmiş ve hadiselere o fikrin verdiği geniş perspektiften bakabilen aksiyoncu bir entellektüele, Ali Osman Zor’a bırakmak lâzım...

Ülkesinde yaşayıp da gözünün önünde olup bitenlere düşmanın propagandasının zihnine çizdiği sınırlar içinden bakarak, düşmanın istediği cevapları verenlere, düşmanın istediği yerde durararak, düşmanın istediği gibi davranmayı siyasî tavır zannedenlere inat binlerce kilometre öteden bakın nasıl doğru teşhis ve tespitler yapıyor:

- Türkiye'de Özal'la başlayan yeni paradigma süreci -12 Eylül'le de başladığını söylemek mümkün- bugün “Eşbaşkan” Tayyip Erdoğan ve AKP ile devam etmekte. Mevcut yapının ismi ne şu ne bu, sadece “Batıcı düzen”... Batıcı düzenin yürümesi ve düzen lehine tıkanıklığın aşılması için kurgulanan yeni paradigma, geçerliliği test edildikten ve Batıcı düzen lehine kitleler devşirildikten sonra, İslâm coğrafyasına “model” olarak sunulmasına karar verildi.

- Eski paradigma mensuplarıyla ortaklaşa yapılan “28 Şubat operasyonu”yla eskiye duyulan tepkinin şiddeti arttırılırken, diğer taraftan yeni paradigma ve mensuplarının yeri sağlamlaştırıldı.

- Eğer paradigmaya duyulan tepkiyi örgütleyip ve bu tepkiyi düzenin kendisine yönelterek iktidarı ele geçirirseniz, bunun adı devrim olur. Bu da şu demektir, paradigmalar, değişim-devrim dönemlerinde düzenin gerçek sahipleri tarafından kendi lehlerine olarak kurgulanır.

- 28 Şubat operasyonuna duyulan tepkiyi, devrimci hareket, nihayetinde örgütlemeyi başarmış ve hedefe bir adım mesafede 99 yılına girmişti. Fakat 3 aylık hapisle parlatılan yeni paradigmanın figüranı, düzenin gerçek sahiplerinin maddi ve manevi bütün desteğini arkasına alarak, tabiri caizse bu tepkiyi çaldı. Ve böylece, Hıristiyan-Yahudi Batıcı düzeni değiştirmeye ramak kala İslâm Devrimi'nin önünü kesmeyi başardılar.

- Yeni paradigmanın bir düzen değişimi olmadığını, sadece zihinlerdeki algıyla oynanarak düzen değişimi gerçekleştirildiği hissini yaşattığını ve böylece bir taraftan mevcut düzen bütün kurum ve kuruluşlarıyla devam ederken, diğer taraftan da devrimci hareket ve fikirlerin benzeri ve sahtesi kullanılarak, bunun devrimin önünün kesilmesi demek olduğunu anlamak gerekir.

- Tekrar etmek gerekirse, “paradigma”, kesinlikle “düzen” mânâsına gelmez. Paradigma değişimi, mevcut düzenin tıkandığı dönemlerde, onun yürütülmesi ve kuvvetlendirilmesi için yapılan zihni operasyonlardır.

- Bu mânâda, dünyaya hâkim Batı hayat tarzı ve Hıristiyan-Yahudi Batı düzeni açısından değerlendirdiğimizde, Suudî Arabistan'daki sözde “şeriat” düzeniyle Türkiye'deki “laik” düzen arasında herhangi bir fark yoktur.

(..)

- Bugüne geldiğimizde, Asya Kıtası'nda yaşanan son gelişmeler bize gösteriyor ki, şu an için Batı'nın kendi düzenini yürütebilmek için, elinde, “Ilımlı İslâm” paradigmasından farklı veya daha elverişli bir paradigma mevcut değil. Ya bu paradigmayla işleri yürütmeye devam edecek, yahut yavaş yavaş geldiği yere, yani evine geri dönecek.

- Eğer, Özal'la birlikte başlayıp Eşbaşkan Tayyip Erdoğan ile neticelenen Ilımlı İslâm paradigmasının mânâsını bu güne kadar anlamamış ve onu çözememişsek, bize geçmiş olsun. “Algımız”ın -gerçeğin değil- ve “algılar”ın esiri olarak yaptığımız, hiçbir aksiyon doğurmayan çer-çöp değerlendirmeler de bizim olsun.

- Bütün ideolojiler ve davalar, bağlılık iddia edenler tarafından yükseltilir veya batırılır. “Vitrin”de, mevcut düzenin yürütülmesinin aleti olan paradigma ile yapılan her türlü işbirliği görüntüsü, heyecanı ve iktidar arzusunu öldüreceği, buna bağlı olarak da “donma”, “çözülme” ve “çürüme”yi beraberinde getireceğinden, paradigmanın tam çöküş anında altında kalınması mukadder olur. “Kaim” ve “Daim”den olmak, paradigmaların üstüne çıkmayı gerektirir. (**)

Ali Osman Zor’a kalbî bir selâm yolladıktan sonra...

Bu ülkenin saygıdeğer entellektüellerinden bir başkasına...

Aynı zamanda meslekdaşım da olan sayın Suat Parlar’a geçelim ve sosyalist bir devrimci aydınımızın çok geniş ve kıymetli Türkiye analizinden kısa bir bölüme kulak verelim:

- 12 Eylül yargılanamaz. Bu sisteme işkence, katliam, yargılı veya yargısız infaz suç olarak duyurulamaz. Kendini devrimci diye tanımlayan hiç kimse bu sistemden adalet dilenemez. Bu sistemden adalet dilenciliği, bu sistemi meşrulaştırmak anlamına gelir.
- Bu sistemin yargılanmasının tek yolu, bu sistemdeki sınıfsal egemenliği ortadan kaldıracak bir girişimin parçası olabilmekle ve bunu sonuca ulaştırmakla mümkündür.
- Bunun haricinde 12 Eylül yargılamalarından söz etmek ve 12 Eylül yargılamalarını, 12 Eylül'den sorumlu olan tekelci sermayenin ekonomik, politik, hukukî iktidarına emanet etmek ikiyüzlülük değil ise, nedir?
- Bu söylem ile yürümek sistemle bütünleşmenin siyasetidir. Bunun başka bir anlamı yoktur. (***)

Devrimlerin dili, devrimlerin niteliği bir birinden farklı da olsa birbirine çok benzer...

İşte devrimin dili, devrimcinin eşya ve hadiselere bakışı böyle bir şeydir...

Böyle bir siyasî dil olmadan/oluşmadan hiçbir fikir aksiyon kalıplarına dökülemez...

Mirzabeyoğlu bu sebeple 12 yıldır betondan bir hücrede esir olarak tutulmaktadır.

Bunun vebali bu ülkede yaşayan herkesin omuzlarındadır...

Hepinizi saygıyla selâmlıyorum...

* Av. Harun Yüksel'in, Yeni Devir Hukukçular Derneği'nin FİKRİ İDAM TEŞEBBÜSÜ "Mirzabeyoğlu Davası" NİÇİN'i- NASIL'ı- SONUÇ'u başlıklı panel'e gönderdiği konuşmanın tam metnidir. (Tarih: 17.04.2011)

** Ali Osman Zor'un, "ASİ ASYA AYAKTA
TÜRKİYE’DEN TÜRKİSTAN’A KITA ÇAPINDA CEPHELER" başlık yazı dizisinden alınmıştır. Bu yazı için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3500

*** Av. Suat Parlar ile yapılan "ANAYASAL KUŞATMA ve SERMAYE" başlıklı söyleşiden iktibas edilmiştir. Bu söyleşinin tamamı için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3735
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Nis 07, 2017 11:29 pm tarihinde değiştirildi, toplam 32 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Nis 23, 2012 9:49 pm    Mesaj konusu: "Mirzabeyoğlu Davası" Ve ... Alıntıyla Cevap Gönder

"Mirzabeyoğlu Davası" Ve ... -I-
Av. Ali Rıza yaman



Mirzabeyoğlu Davası; 28 Şubat'la ve onun şahsında bütün Amerikancı darbelerle hesaplaşmak demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; hukuktaki âmir-memur münasebetini sorgulamak demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; hukukun görünmez bağlarla idarî hiyerarşiye bağlanması zafiyetini en net bir biçimde müşahade etmek demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; artık sadece adı kalan "savunma hakkı"nın mücadelesinin verilmesi demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; cemiyetin örselenen fıtrî adalet hissinin kısmen onarılması demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; mütemadiyen tekrar edilen toplumsal mutabakatın etrafında sağlanması demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; emperyalizmle mücadele demek olan işkenceyi ve işkencecileri sorgulamak demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; O'na idam cezası verenlerin bile daha sonradan yüksek sesle dillendirdiği "fikir hürriyeti" meselesinin vuzuha ermesi mücadelesi demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; dinamik karakterli hayatı her ân tanzim etmekle mükellef olan ve hayat gibi her dem dinamik olması gereken hukukun ne denli statikleştirildiğinin müşahede edilmesi demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; akademik mahfillerdeki birçok kişinin artık pek bir şekvacı olduğu 'modern' mânâlı hukukla hesaplaşmak demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; 'modern' mânâlı devlet ile 'modern' mânâlı hukukun arasındaki karşılıklı ilişkinin zafiyetini görmek demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; 'olması gereken'i ihtar edip, 'olan'ı tanzim eden hukukun günümüzde bu ulvî vasıfları ne denli haiz olduğunun anlaşılması demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; devlet, hükûmet ve fikir ricâlinin meseleleri ne denli ciddiyetle ele aldığını görmek için güzel bir turnusol demektir.

Mirzabeyoğlu Davası; toplam hâlde ve hemen her mevzuda ciddiyet ve samimiyetin kriteridir.


"Mirzabeyoğlu Davası" Ve Amerikancı Darbecilerle Hesaplaşma


Samimiyeti, ciddiyeti, girişkenliği ve muhatabının şuuruna ulaşmadaki yetkinliğiyle belli-bazı psikolojik eşiklerin aşılmasına çok ciddi katkılar sağlayan sayın Yakup Köse 12 Nisan'da telefon açtı:

"Çok güzel bir son dakika haberi... Çevik Bir başta olmak üzere birçok kişi 28 Şubat soruşturması kapsamında gözaltına alındı."

Türkiye'de "28 Şubatçılar'dan Hesap Soruyoruz!" mottosuyla Çevik Bir vd.leri hakkında suç duyurusunda bulunan belki de ilk insanlar olarak bu habere Y. Köse gibi sevinmemek mümkün değildi.

Ancak Mirzabeyoğlu Davası'nın takipçisi olan bir avukat olarak ciddiyet ve samimiyet esaslı kaygımız bâki.

Zira işin tıpkı 12 Eylül'de olduğu gibi, yürümeye bile takâti olmayan birilerine yurtdışına çıkış yasağı koyma türünden muhtevadan yoksun hissîlikle yürütülmesi tehlikesi fazlasıyla söz konusu.

Bu türden meseleleri ele alış tarzının ciddiliği ve samimiyetine dair kriter bellidir:

"Sonuç" odaklı hareket etme yahut etmeme.

Amerikancı bir darbe olan 12 Eylül'le de, 28 Şubat'la da tabi ki hesaplaşılsın.

Ve fakat bu hesaplaşma, bizim suç duyurumuzda ifade ettiğimiz üzere, kendi öz ve millî gücümüze istinaden, sadece ve sadece ona güvenerek yapılsın.

Ve tabi ki, hesaplaşmaya darbenin sonuçlarından başlansın.

Zâhir plânda 28 Şubat'la uzun süredir hesaplaşılıyor.

Ancak "sonuç" odaklı hareket etmekten ısrarla kaçınılıyor ve bu yüzden de mesele asıl mihverinden, Mirzabeyoğlu Davası'ndan uzak bir şekilde ele alınıyor.

Mütemadiyen ifade ettiğimiz üzere;

Mirzabeyoğlu Davası hukukî olmaktan çok çok daha ziyade siyasîdir.

Bu yönüyle hukukîdir.

Ve temyiz dilekçesinde BİLE siyasî-politik konjöktüre atıf yapılması âdeta bir zaruret belirtmektedir.

Nitekim aşağıdaki ifadeler de 2002'de, Av. Harun Yüksel ve Av. Güven Yılmaz tarafından kaleme alınan Mirzabeyoğlu Davası'nın temyiz dilekçesinde geçen ibareler olup, "sonuç" odaklı bir tavrın zaruretini ihtar etmektedir:

"Bazı yargıçlar ve savcılar 28 şubat brifingleri sonrası edindikleri yanlış reflekslerden ne zaman kurtulacaklardır?
Bu ülkede 146/1'de tanımlanan suçu bütün unsurlarıyla birlikte işleyen asker ve sivil kişiler ne zaman mahkemeye çıkarılıp yaptıklarının hesabını vereceklerdir?"


Onların yaptığı ihtarın muhatapları; günümüzde tasviye edilen kişilerdi.

Bir NATO operasyonu olan 28 Şubat'ın görünürdeki aktörlerinden olan Çevik Bir vd.lerinin gözaltına alındığı günde, ne garip bir ironidir ki, Mirzabeyoğlu'nun bir başka avukatı Mirzabeyoğlu Davası'nı görüşmek ve "sonuç" odaklı bir tavrın zaruretini ihtar etmek üzere Köşk'teydi.

Ve 2002'de Av. Harun Yüksel ve Av. Güven Yılmaz tarafından söylenen hususları 10 yıl sonra, HÂLÂ ve "Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatı" sıfatıyla hemen hemen aynıyla tekrar edip, muhataplarını ciddiyet ve samimiyete davet etmek zorunda kalıyordu:

"Şeytanın bariz vasfı; unutturmaktır.
Unuttuğunuz Mirzabeyoğlu Davası'nı hatırlatmak için buradayız.
Mirzabeyoğlu; 1998'in sonundan beri cezaevindedir.
Şu ân da Bolu'da, F Tipi'nde, tek kişilik hücrede tutulmaktadır.
O dönemin hukuksuzluğunu anlamak için 15 yıl geçmemesi gerekirdi.
Ama madem bunu anlamak ve dillendirmek için 15 yıl geçti.
O zaman gereği de yapılmalı.
Devletin sebebiyet verdiği zarar herhangi bir talep, şart ve kayıtla bağlı kalmaksızın re'sen tazmin edilmeli, Mirzabeyoğlu ve onun gibi hukuk aracılığıyla zulme maruz kalanlar hemen özgürlüğüne kavuşmalıdır.

Hukuksuz bir şekilde alınıp, emniyete götürülmesinden davanın Yargıtayca onandığı safhaya gelene kadar ki bütün hukuksuzlukları bir kenara bırakalım.

Sadece ve sadece "bu davada baskı gördük" minvalli ifadelere dikkat kesilelim.

Davaya bakan her iki heyetin başkanı da açık ve net olarak emir ve talimatlarla hareket ettiklerini medyaya ilân ettiler.

Dikkat edilsin; bu beyanlar, polisin, savcının veyahut hâkimin karşısında verilmiş beyanlar değildir.

Medyaya yapılan açıklamalardır.

Ve bu açıklamalar, sair hukuksuzlukları bir kenara bırakalım, davadaki hukuksuzluğu her türlü ispat ve izahtan vareste hâle getirmektedir.

İşin bu noktasında meselelere devlet ve hükümet ciddiyetiyle yaklaşıldığını göstermek için güzel bir fırsat vardır.

Muhtevadan yoksun hissîliklere girmeden, meseleye ivedilikle çözüm üretmek gerekir.
Mirzabeyoğlu Davası her kesimden insanın fıtrî adalet hissini örselemiştir.
Örselenen hisleri tatmin etmek için güzel bir fırsat var.
Meselelere devlet ciddiyetiyle yaklaşanlar bu fırsatı kaçırmaz ve gerekeni re’sen yapar."


Peki gereken yapılmazsa ne olur?

Toplumun her kesimi ilgilileri ciddiyet ve samimiyete davet edici mahiyetteki aynı soruyu sorar:

"Mirzabeyoğlu niçin hücrede siz niçin Köşk'tesiniz?!.
Ve Mirzabeyoğlu hâlâ Bolu F Tipi Cezaevi'nde, tek kişilik hücresinde tam bir tecrit altındayken ‘28 Şubat'la hesaplaşıyoruz’ sözüne ne kadar itibar edilebilir?!."


(... devam edecek)

"Mirzabeyoğlu Davası" Ve ... -II-
Av. Ali Rıza yaman



"Mirzabeyoğlu Davası" Ve Amerikancı Cuntayla Mücadele

Önemine binaen zarurî bir tekrar:

Mirzabeyoğlu Davası, hukukî olmaktan ziyade siyasîdir.

Bu yönüyle hukukîdir.

Yargı kararı, konjöktüreldir.

Ama "Dava"; tarihî ve hayatîdir.

Dava'nın tarihî ve hayatî vasfını anlamak için; gerek Doğu, gerek Batı, gerek Türk ve gerekse İslâm

tefekkür tarihinin son 500 yılına dair asgarinin en asgarisinden bir malûmat sahibi olmak ilk şarttır.

**

Millet, devlet, vatan; her dem yeniden üretilmesi gereken 'değer'lerdir.

Bu değerler; 'ne, nasıl, niçin'e verilen sahici cevaplara nispetle üretilir.

Son kertede varoluşu mânâlı kılma esaslı ve gayeli olan bu değerler;

Fert, cemiyet ve devlet plânında ve de toplam hâlde; bir varoluş şeklinin, bir ahlâkın, meselelere bir nazar
ediş tarzının ifadesidir.

Devlet; bu değerlerin hem sebebi, hem âmili, hem saiki, hem nedeni, hem neticesi, hem toplamı, hem kurucusu, hem koruyucusu ve hem de tatbik edicisidir.

Demek ki; devlet ve millet 'değer'leriyle vardır ve toprak üzerinde varoluş hakkını o 'değer'ler sayesinde edinir ve yine bu sayede 'toprak'ı vatanlaştırır.

Bu 'değer'lerin (artık o neyse) bir ayniyet olmaktan uzaklaşıp, birbirine ters düştüğü noktada devlet, kaba bürokratik bir aygıttan başka hiçbir şey ifade etmez.

Böyle bir vasatta hukuk; 'öte'yle olan bütün ilgi, alâka ve ünsiyetinin koparıldığı ve bürokratik bir aygıttan ibaret olan devleti ele geçirenin elinde tuttuğu basit bir maşa mesabesindedir.

Bahsedilen değerlerin zamana ve zemine göre yeniden üretimi; fikir imâlidir.

Hem sebep ve hem netice hâlinde; devlet fikirsiz olmaz.

Fikirsiz olmayacak olan devlet, ricâlsiz de olmaz.

Devlet ricâli; geçmişi, öncesi, kökü ve toplam hâlde derinlik ve sürekliliği olan bir fikirden beslenir.

Bu bağlamda her büyük devletin; mutlak surette bir "derin devlet"i vardır.

Derin devlet; devletin ahlâkı, devletin duyuşu, devletin düşünüşü, devletin tavrı, devletin aklıdır.

"Derin devlet"in suret bulduğu form ve bunun adı farklı olsa da, özde aynı tavır, aynı ahlâk, aynı duyuş, aynı düşünüş, aynı nazar ediş tarzı vardır.

Bu çerçevede; bir süreklilik arzeden "Britanya derin devleti"nden pekâlâ söz edilebilir.

Meselâ Campenalla da, Shakespeare de, Bacon da, Russel da bu "derin devlet"e dahil olup, "derin devlet"in ricâlidir.

Aynı şekilde bir "Germen derin devleti"nden de bahsedilebilir.
Kant, Hegel, Fichte, Goethe, Mozart ve hatta Nietzsche bile Germen derin devletinin ricâline dahildir.

Ve gayet tabi, "Rus derin devleti"nden de söz etmek mümkün.
Gogol'ü, Puşkin'i, Dostoyevski'si, Tolstoy'u, Malevich'i, Kandisnki'si vs.i... hep derin devletin ricâlindendir.

Peki bu ülkelere mukabil günümüzde bir "Türk derin devleti"nden söz etmek mümkün müdür?

Şu hâliyle hem evet hem hayır.

Hayır mümkün değildir;

Zira "Türkiye'de dışarıdan herhangi bir müdahaleye gerek kalmaksızın Amerika'nın âl-i menfaatlerini gözetecek politikacı tipi yetişmiştir" raporlarının tanzim ediliş tarihi yeni olmayıp, 1950'li yıllara dayanmaktadır.

İşte o günden bugüne Türkiye'de derin değil, "derin devlet"i tetikçilik falan zanneden, "devlet"i hissetmeyecek kadar köksüz zavallılardan oluşan bir 'çukur devlet' vardır.

NATO'nun kurguladığı 27 Mayıs'ta rol alıp; Osmanlı terbiyesinden gelen, istiklâl şuurunu yaşatan, bu yönüyle AB-D için tehlike teşkil eden paşaların tasfiyesinde aktif rol alan ve; "Bu operasyon bize bir hayli pahalıya mâloldu, ABD büyükelçisine gidip, durumu izah ettik ve gerekli parayı onlardan tedarik ettik" diyen de,

NATO'nun kurguladığı 12 Eylül'de aktif rol alıp; "Darbeyi yapmasaydık ülkeye İslâm gelirdi" diyen de,

NATO'nun kurguladığı 28 Şubat'ta aktif rol alıp; "İslâm'la gerekirse 1000 yıl mücadele ederiz!" diyen de,

NATO'nun kurguladığı BOP'da görev alıp, "Türkiye'nin sınırları NATO sınırlarıdır!" diyen ve bu hâline bakmaksızın "stratejik derinlik"ten bahseden de;

Aynı "çukur devlet"in temsilcisi ve sözcüsüdür meselâ.

Amerika için bile, oluşturduğu ve üzerinden operasyonlar yaptığı cuntacıların atanmış yahut seçilmiş olmasının hiçbir ehemmiyeti yokken bizim için niçin olsun?!.

Bu bağlamda ister darbeyle gelsin, isterse seçimle... hiç farketmez;

Amerikancı cuntacı; "Amerikancı cuntacı"dır.

İşte bu temsilci ve sözcüler; Amerikancı cuntanın bir 'elemanı', bir 'personeli', bir 'çocuğu'dur.

Ve bunlarla mücadele; sadece ve sadece öz ve millî bir güçle yürütülebilir.

Öz ve millî bir güç de; tam bağımsız ve millî bir fikrin etrafında şekillenir ve ona nispetle gerçek işlevini görür.

İşin tam bu noktasında; 'derin Türk devleti'nden söz etmek mümkündür.

Zira; "derin devlet"; derin 'devlet aklı'dır.

Bu "akıl"ın devlet tahtından iniş tarihi; 1908'dir.

Erilmesi gereken bir şuur seviyesi olan Abdülhamîd Han'ın dönemini ifade eden "Devr-i Hamidî"nin mânâ ve misyonu;

Bir "hâl" olarak Abdülhakîm Arvasî Hz.'nde tevarüs eder.

Necip Fazıl; O'ndaki "hâl"i fikirleştirir ve meydan yerine diker.

Salih Mirzabeyoğlu da; meydan yerine dikilen 'fikir'i; devletleştirir.

Bu yönüyle bakıldığında arada bir inkıta yoktur; derin devlet hayatiyetini devam ettirmektedir.

"Türk derin devleti"nin bir formülasyonu olan "Devlet-i ebed müddet"in temel dört unsuru (Ehl-i sünnet, Türk, ordu ve devlet) Mirzabeyoğlu'nda ve O'nun şahsından ayrı düşünelemeyecek fikrinde mündemiçtir.

Mânâya düşmanlıkla o mânâyı temsil plânında olduğu vehmini verenlere düşmanlık ayrı şeylerdir.

Bugün temel sorunlardan biri de; mânâlardaki temsil sorunudur.

Bu temsil sorununu iliklerine kadar hissetmek için; devleti hissetmek gerekir.

"Türk derin devleti"nin günümüzdeki ricâlinden olmanın ilk basamağı belki de budur.

Devleti hisseden, devleti hissettiği için "devlet-i ebed müddet"i gayet iyi idrak eden, bunu idrak ettiği için "temsil sorununa bakıp, mânâlara düşman olmamak, bilâkis onlara sahip çıkmak gerekir" dediğimiz vakit cevap olarak; "Bunlar bizim temel omurgamızdır! Mirzabeyoğlu şimdiye kadar hep dik durdu! Çok direndi! Lütfen biraz daha sabretsin! Omurgamız zedelenirse hepimiz mahvoluruz!" diyen ve orduya dair Türkiye'de hem keyfiyet ve hem de kemmiyet itibariyle en sahici eserlerden birini veren; "Türk derin devleti"nin ricâlinden olmaya namzettir bizce.

Aynı şekilde; hem devleti hissetmesi ve hem de kamu hukukçusu olması hasebiyle olsa gerek; devlet-i ebed müddet ve bunun unsurlarından bahsedip, ardından "Bunların şahsında mündemiç olduğu İBDA; bir fikir olarak aynı zamanda da bir kurucu iktidardır!" dediğimiz vakit, aradığı sorunun cevabını bulmuş olmanın verdiği zevkle gözlerinin için parıldıyan ve; "Evet; bir kurucu iktidar.... İhtiyacımız olan tek şey bu" diyen de "Türk derin devleti"nin ricâli olmaya namzettir.

"Türk derin devleti"nin ricâli olmaya namzet insanların anladığını Batı'nın derin devleti de gayet iyi idrak etmiş olacak ki; Türkiye'nin çukur devletinin aktörleri aracılığıyla Mirzabeyoğlu'na yıllarca işkence etmektedirler.

28 Şubat'ın o yoğun günlerinde suyun öte tarafındaki İslâm düşmanı bir Bektaşî yahut onlarla yakın bir mesai içinde olan biri şeklinde anılan NATOcu Çevik Bir, 12 Nisan'da alındı ve hemen ertesi gün bir diğer NATOcu paşayla, Kenan Evren'le çekilmiş çok eski bir fotoğrafı yayınlandı:

Önde Kenan Evren, arkada da onun yaveri gibi duran Çevik Bir.

Bu, kadraj mühendisliği çerçevesinde operasyonel maksadlı yayınlanan ve "biz ikisiyle de hesaplaşıyoruz"u zerketmek için kullanılan manipülatif bir fotoğraftı şüphesiz.

Kim hangi saikle kullanırsa kullansın, şu noktada bizim için önemli değil.
Zira biz bu fotoğrafa baktık ve Duran'ı, Duran'ın şahsında Telegramcıları, Telegramcılar'ın şahsında bütün Amerikancı cuntayı, Amerikancı cuntanın şahsında da onların asıl düşman olarak gördüğü Salih Mirzabeyoğlu'nu gördük

"DURAN"?!.

Hani şu; Telegramcı köpeklerden olan...
Hani şu; NATO aklının kurguladığı 28 Şubat'ta gözaltına alınıp tutuklanan ve 28 Şubat hukukuna göre yargılanan S. Mirzabeyoğlu'na Telegram işkenceleri esnasında;

"Burası Türkiye'yi yöneten albaylar cuntasının merkezidir!!! Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanları... hepsi bizim emrimizdedir!!!" diye çemkiren...

Hani şu; Telegram işkencesi seanslarında devamlı suretlerde "rit"lerden, "müz"lerden bahseden ve; "Müz... Bize bu müzleri Kenan paşanın yaveri öğretti!!!" diyen...

Hani şu; tam bağımsız ve millî bir fikre nispetle ve özgücüne güvenerek hareket edilerek görülecek hesaplaşmada, hesabı görüleceklerin başında olan DURAN!

Cuntacılarla hesaplaşıldığının söylendiği şu vasatta Mirzabeyoğlu Davası'nın takipçisi olan bir avukat olarak sormak durumundayız;

Hesap görülmeye Duran'dan başlanıldı mı?..

Şimdilik hayır!

Sonuç odaklı hareket edilip, Mirzabeyoğlu Davası RE'SEN ele alınıp, hukuk aracılıyla yapılan zulme son verildi mi?..

Şimdilik hayır!

"12 Eylül'le hesaplaşma" namına yargılanan Kenan Evren'e ve diğerlerine; operasyonu yapan NATO hakkında tek bir soru soruldu mu?..

Şimdilik hayır!

"28 Şubatçılarla hesaplaşma" namına alınan Çevik Bir'e ve diğerlerine; operasyonu yapan NATO hakkında tek bir soru soruldu mu?..

Şimdilik hayır!

Bütün bunlara bakarak "Amerikancı cuntacılarla hesaplaşılıyor" diyebilir miyiz?..

ŞİMDİLİK hayır!

Bu durumda "Amerikancı cuntalar hayatiyetini devam ettiriyor" denilebilir mi?!.

ŞİMDİLİK evet!

Peki bütün Amerikancı cuntalar ne zaman tasviye edilebilir?..

Tam bağımsız ve millî bir fikir iktidar olduğu zaman!

**

Başa dönüyoruz:

"Mirzabeyoğlu Davası, hukukî olmaktan ziyade siyasîdir.

Bu yönüyle hukukîdir.

Yargı kararı, konjöktüreldir.

Ama "Dava"; tarihî ve hayatîdir."

(... devam edecek)


28 Şubat Soruşturması Suriye Rüşveti Mi -1-
Alihaydar Can
23.04.2012



Düğün deği bayram değil...

Bir sabah uyandık ki...

28 Şubat’ın vitrindeki anlı şanlı lideri TEM polislerinin arasında gidiyor...

28 Şubat NATO darbesi hangi yıl yapılmıştı?

1997'de...

Kaç yıl geçmiş aradan?

15 yıl....

Darbe olduğu hakkında yapanlar da dahil hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmayan bir suç için...

15 yıl boyunca kılını kıpırdatmayan adlî bürokrasi...

Ne oldu da bu uzun uykusundan uyanıverdi?

1998’de harekete geçse deliller topşanacak şu bu filan hantal adliye bürokrasisi için normal...

1999, 2000, 2001...

İçinde fail olarak yargı mensuplarının da bulunduğu darbe süreci tam gaz yürürken...

Hangi savcı da, bırakın soruşturma açmayı, o tarafa dönüp bakmaya bile yetecek bir mecal olur?..

Eyvallah...

3 Kasım 2002...

AKP tek başına iktidar...

2003... 2004... 2005... 2006...

Adliyeden tık yok...

Yahu adamlar iktidar oldular ama bürokrasi 28 Şubat’ın bürokrasisiydi...

Pekiyi..

2007...

AKP yine tek başına iktidar...

Türk adliyesi neyi bekliyor?

2007’den bu yana 5 yıl daha geçmiş...

Bu arda AKP bir seçimden daha tek başına iktidar olarak çıkmış...

Bir sabah bakıyoruz ki...

“Yat yat yat!”

“Al al al!”

“Vurmayın lan vurmayın lan!”

Klasik polis üslubunda olmasa bile...

Batı Çalışma Grubu isimli illagal ihanet örgütünün üst düzey yöneticileri TEM polisleri arasında paşa paşa terörle mücadele şubesine dolduruluyor...

Bu Tam da “Düğün değil bayram değil bu ne iş?” durumu değil midir?..

28 Şubat’ın DGM savcılarından biri kapatmaması gereken bir dosyayı kapatmak için ifadeye çağırdığı Cengiz Çandar’a “Burası Türkiye, olur böyle şeyler” diyor... (1)

Aynı dönemin terörle mücadele sorgucusu da “Salih Mirzabeyoğlu’na “Kimseyle görüşmediğini, kimseye emir ve talimat vermediğini biliyoruz, ama yapacak bir şey yok, yukarıdan bastırıyorlar, örgüt lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin” diyor... (2)

Savcı "Yukarısı öyle istediği için" dosya kapatıyor...

Sorgucu polis "Yukarısı öyle istediği için" bir fikir adamına idamlık suç yüklüyor...

Hakimler ortada somut bir delil olmadığı halde "Yukarısı öyle istediği için" idam cezası veriyor...

Dönem 28 Şubat NATO darbesi dönemi...

"Yukarısı" ne isterse o oluyor...

Politıkacılar "Yukarısı öyle istediği için" işadamlarının kendi bankalarını soymalarına göz yumuyor...

Dünya tarihinin en büyük banka soygunları bu dönemde yapılıyor...

Bu soygunların faturası iktisadî bir kriz manüple edilerek halka çıkarılıyor...

Fukara halk yüzlerce milyar dolar tutan bu faturayı halen kuzu kuzu ödemeye devam ediyor...

AKP iktidara geldiği 8 yıl içinde bu soygunun faturası olarak uluslarası ve iç tefecilere tam 408 milyar Tl. borç faizi ödemesi yapıyor (2010 sonu itibariyle)...

15 yıldır olan biten ortadayken...

“Yukarısı öyle istediği için” hiçbir savcı bu kirli dosyanın kapağını açamamışken...

Bir sabah uyandığınızda illegal Batı Çalışma Grubu’nu TEM polislerinin refakatinde, uygun adım Terörle Mücadeleye götürüldüğünü gördüğünüzde...

Ne düşünebilirsiniz ki?..

“Düğün değil bayram değil, bu nasıl iş”ten başka?

Bu durumda...

Buna en uygun cevap...

“Demek ki yukarısı böyle istemiş” değil midir?

Bence öyledir...

“O zaman kim bu yukarısı?”

Sorusunun cevabını bulmalıyız ki...

Olan bitene dair doğru fikir sahibi olup, doğru değerlendirmeler yapabilelim...

Dipnotlar:

1-) Neşe Düzel, “Cengiz Çandar: 28 Şubat darbesinde İsrail var”, 16.04.2012, Taraf gazetesi.
2-) “YDHD 25 Ocak'ta Bolu'da Basın Açıklaması Yapacak” , 23.01.2012, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3343


(Devam edecek)

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=4307


"Mirzabeyoğlu Davası" Ve Modern Mânâlı Hukuk
Av. Ali Rıza Yaman
11.05.2012



Mirzabeyoğlu Davası; trajik ve derinlikli bir tiyatrodur.

Bu tiyatro; dekoru, repliği, figüranları... sair unsurlarıyla geçmişin ve geleceğin her türden muhasebesinin yapılabileceği bir hususiyet arzeder.
Tiyatroda çok mühim iki replik vardır.

Biri Sedat Karagül'e âit:

"Yargının siyasallaşması konusunun en güzel örneğini ben yaşadım. (...)İşine geleni tutukla, işine gelene beraat, işine gelene ceza..."

Diğeri de Metin Çetinbaş'a:

"O dönemde verilen bir karardır. Yüzde yüz doğrudur diyemem."

Bu şahısların her ikisi de; Mirzabeyoğlu Davası'na bakan heyete başkanlık yapmışlardır.

Ve her ikisinin ifadesinden de hukukun insanı âcizleştiren rolünü görmek mümkündür.

Şahsî mesuliyetleri bâki.

Aynı şekilde hukuksuzluğa niçin destek çıktığı sorusu ve bunun hesabı da...

Fakat son kertede masumlar.

Zira; mevcut hukuk bu.

Mezkûr şahıslar da mevcut hukukun basit figüranları.

Dolayısıyla asıl hesaplaşma; bu figüranlar ve onların şahsında 'modern' mânâlı hukukla olmalıdır.

S. Karagül'ün ifade ettiği hukukta 'işine gelen' ve 'işine gelmeyen' ayrımı; 'modern' mânâlı hukukun mantığını gayet güzel özetler.

'Modern' mânâlı hukukun hayata intibak kabiliyeti yok denecek kadar azdır.
Zira statiktir ve icracısına fazlaca bir takdir hakkı tanımaz.

Çünkü; kanun metninden ibarettir.

Kanun; yapılan bir şeydir.

Yapılan 'şey' ise bir tercih.

Tercih; sahibinin ilgi, istek, ihtiyaç, öncelik ve temayüllerinin neticesinde şekillenir.

Bu yönüyle son derece keyfîdir.

Keyfîlik; 'millî irade' gibi artık hurafe hâline gelen ve tamamen tahayyülî ve tasavvurî olan söylemlerle gizlenmek istenir.

Kanunu yapan; siyasî iradedir.

Siyasî irade; güya varolan millî iradenin, güya tevdi edildiği ve güya yüce olan bir makamdır.

Tevdi edilemeyecek belki tek şey olan iradenin tevdi edildiği mihrak olduğu söylenen siyasî irade; güya 'millet iradesi'ni esas alarak yasama faaliyetinde bulunur.

Kanun yaparken ki gayesini ifade ediş tarzı herkesin malûmudur: daha medenî bir toplum.

Daha medenî bir toplum; şiddetten arınmışlık temelli modern bir toplumdur.
Modernite, M. Foucault'nun ifadesiyle; bir kültürel oluşumdur, davranış biçimidir.

"Kültürel oluşum"a, "davranış biçimin"e mânâ, mahiyet ve üslûp kazandıran; modern devlettir.

Modern mânâlı hukuk; modern ulus-devlete hizmet eden basit bir maşadır.

Bu yönüyle, biteviye tekrar edildiği üzere; olması gerektiği şekliyle temel değil, son derece tâli bir pozisyondadır.

Dolaylı vasıtalarla idarî hiyerarşiye bağlanan hukukçular da; Romalı hukukçuların ifadesiyle; "lag saga" (hukuk söyleyicisi)dır, günümüzdeki ifadesiyle memurdur.

Memurların hizmet ettiği âmirler; şiddet kullanma tekelini elinde bulundurandır.

Bu tekeli ele alış biçimi ve dayandığı temeller yeni değildir.

Her dem dayandıkları bir 'ilâhiyat'ları vardır.

"Zâtî itibariyle kötü olan Batı"yı zâtî itibariyle kötü yapan hususlardan biri olan "antropomorphist Tanrı" telâkkisi, siyaset felsefesinde de kendini gösterir.

Şiddet kullanma tekelini eline almanın realize edici unsurlarını sunan T. Hobbes, Leviathan'ını tarif eder:

"Tanrı, insan, hayvan ve makine karışımı bir varlık olan Leviathan, insanlara barış ve emniyet sağlayan bunun karşılığında da mutlak itaat bekleyen ölümlü bir Tanrı'dır."

"Mutlak itaat bekleyen ölümlü Tanrı"; siyasî otoritede mücessem hâle gelirken, "modernleşme, barbarlıktan arınma, şiddete yönelmeme ve bu yolda kesintisiz ilerleme" unsurlarını muhtevi olan söylem, şiddetten arındırmak için her türlü şiddeti mübah gören anlayışın hegemonyasını kolaylaştırır.

Bu anlayış değişik suret ve formlarda kendini hep hissettirir.

İlmî-akademik mahfillerdeki popülaritesi özellikle son yıllarda daha bir artan ve "20. yüzyılın Hobbes'u" olarak anılan Carl Schmitt, Mirzabeyoğlu Davası'nı, o davaya bakan iki başkanın konumunu ve bu davanın şahsında modern mânâlı hukukun mantığını Siyasi İlahiyat'ında enfes bir şekilde özetler:

"Egemen, olağanüstü hâle karar verendir."

C. Schmitt devam eder:

"Ahlâk nasıl ki iyi/ kötü, estetik güzel/ çirkin, ekonomi kâr/ zarar zıtlığından neş’et eder, bu zıtlıklar üzerinde vücut bulursa siyaset de sadece ve sadece dost/ düşman ayrımından neş’et eder, bu zıtlıkta vücut bulur. Bütün siyasi nizâm bu anlayış üzerine bina edilir. O yüzdendir ki devletin ivedilikle dost ve düşman kategorilerini tanımlaması gerekir."

Millî irade gibi hurafeler üzerinden kendini realize etme yoluna giden 'egemen'; Olağanüstü hâle (=bir ABD operasyonu olan 28 Şubat)karar verir,

Dost ve düşman (=İBDA)kategorilerini tanımlar, Olağanüstü hâl kararının ardından 'öteki' (=Salih Mirzabeyoğlu) tam da Rousseau'nun isteğine uygun bir şekilde hain yahut asi ilân edilir(= "Her ne kadar bir eylemi ve eylem talimatı tespit edilememiş olsa da sanığın idamına"),

Hukukta 'işine gelen ve işine gelmeyen' ayrımı yapılır(="Yapacak birşey yok, yukarıdan bastırıyorlar, örgüt lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin"),

Hukukçu kisveli memurlar aracılığıyla (=Sedat Karagül/ Metin Çetinbaş) ve hukuk zannedilen kanunlar (=Türk Ceza Kanunu)üzerinden 'öteki' (=S. Mirzabeyoğlu) mahkûm edilir (="Tiyatro Bitti"!).

İnsanın insanla savaşını önlemek için varolan insanımsı tanrı/ Leviathan; bizzat canavara dönüşür, şiddet kullanma tekelini fütursuzca kullanır, 'öteki' olarak gördüğünü mahkûm eder ve bütün fütursuzluklarını hukuk kisvesiyle örtmek ister.

Bu örtüyü kaldıranlardan biri de Zygmunt Bauman olur:

"(...)modern uygarlığın şiddet içermeyen karakteri tam bir yanılsamadır.
Daha doğrusu onun, kendini kandırma ve kendini ilahlaştırmasının; kısacası, onun meşrulaştırıcı mitinin ayrılmaz bir parçasıdır…
Uygarlaşma sürecinde gerçekte olan şey, şiddetin daha etkili biçimde yeniden düzenlenmesi ve şiddete yeni alanlar açılmasıdır…
Şiddetin varlığına son verilmemiş, yalnızca gözden uzaklaştırılmıştır."


Hukuk zannettirilen kanunlar aracılığıyla gözden uzaklaştırılmak istenen şiddet; bütün mahiyeti ve unsurlarıyla Mirzabeyoğlu Davası'nda mevcut olup, duruşma esnasında yaşanan şu diyalog, anlatmaya çalıştığımız mevzuu gayet güzel özetler niteliktedir.

S. Mirzabeyoğlu'nun tarihî Savunması'nda devamlı surette dillendirdiği bir husus:
"Hukukunuza uyun!"

"Hukukunuza uyun" diyen; sanıktır.

Muhatap; hâkim heyetidir.

Duruşma esnasında "hukukunuza uyun" ikâzına muhatap kalan hâkim heyetinin hukuksuzluğu zımnen kabul eden cevabı muazzamdır:

"Sen de hukuka uy!"

Şimdi;

Mirzabeyoğlu Davası'nın görüldüğü mahkeme salonunda hukuka uymayan yahut uymadığı düşünülen iki taraf vardır.

Dolayısıyla iki taraf da "hukuka uymayan sanık" pozisyonundadır.

Ve fakat hukuka uymayan iki taraf olduğu hâlde bu davada taraflardan biri niçin idamla yargılanan bir sanıktır da diğeri hâkim kürsüsündedir?!.

Aradaki fark nedir?!.

Ve bu fark; ne kadar ahlâkî ve hukukîdir?!.

Dahası bu fark, hangi fıtrî adalet hissini tatmin etmektedir?!.

Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatlarından açıklama



Sayın Yetkili;

Haber sitenizde 17 Mayıs 2012 tarihinde bir haber yayınlanmıştır.

CHP milletvekili sayın Veli Ağbaba;

Güzel bir hassasiyet göstermiş, bizim hiçbir bilgimiz ve talebimiz olmaksızın, tamamen kendiliğinden Bolu F Tipi Cezaevi’ne gitmiş,birçok hükümlüyle görüşmüş, gözlemlerini de kamuoyuyla paylaşmıştır.

Sayın vekilin görüştüğü isimler arasında 60’a YAKIN ESERİN SAHİBİ olan müvekkilimiz Salih Mirzabeyoğlu da vardır.

Müvekkilimize dair belirtilen hususlar gerçeği tam da yansıtmamaktadır.

Bu yüzden aşağıdaki metni yollama zarureti doğmuştur:

Salih Mirzabeyoğlu; 2000 yılından beri Telegram–Zihin Kontrolü- İŞKENCESİNE maruzdur!

Müvekkilimiz bu işkenceyi birçok eserinde dillendirmiştir.

“Telegram” ve “Ölüm Odası” bunlardan sadece iki tanesidir!

Telegram; insan iradesini ele geçirerek, istenildiği gibi yönlendirilmeye çalışılması için yapılan bir işkence türüdür.

Telegram işkencesinin felsefî, fizikî, ilmî, tıbbî,teknik, mühendislik…vs. bir çok yönü vardır.

Şayet bir kişinin bu alanlara dair asgari bir malûmatı yoksa kolaylıkla “böyle bir şey olamaz” diyebilir.

Konuya ilgi duyanlar, internet arama motorlarına“zihin kontrolü, telegram ve mind control” yazarak Türkçe ve yabancı dillerde yazılmış bir çok kitap ve makaleye ulaşarak meselenin mahiyet ve şiddetini görebilirler.

Bu konuda Türkçe kaleme alınmış veya Türkçeye çevrilmiş onlarca kitap da mevcuttur.

Nevzat Tarhan, Selim Şeker, Ahmet Maranki, ÜmitSayın, Ömer Özkaya… bu konuya dair Türkiye’de ihtisas sahibi olan akademisyen ve araştırmacılardan sadece bir kaçıdır!

Telegram işkencesi; artık iyice avamîleşmiş olan bir işkence yöntemi olup, artık herkesçe bilinmektedir!

Bu işkence yeni bir işkence de değildir!

Tarihi 1940’lara dayanmakta olup, özellikle ABD,Sovyet Rusya ve İsrail tarafından o günden bugüne değin GELİŞTİRİLEN BİR TEKNOLOJİNİN ÜRÜNÜDÜR!

Nitekim birçok istihbarat örgütü devlet başkanlarını yurtdışı ziyaretlerinde elektro-manyetik dalgalarla yapılan saldırılara karşı korumak için ciddi tedbirler almaktadır!

Holywood sinemasının özellikle son 5 yılda ele aldığı bu işkenceyi;

BİLDİK VE HÂKİM İSPAT MATIĞIYLA ispatlamak mümkün değildir!

İşkencenin temel mantık ve hedefini Doç. Dr. Ümit Sayın bir konuşmasında gayet güzel özetler: “VERİRSİN DALGAYI… ANLATMAYA KALKSA ANLATAMAZ.”

Gerek müvekkilimiz ve gerekse bizler;

S. Mirzabeyoğlu’nun Kartal F Tipi Cezaevi’ne konulduğu 2000 yılından beri maruz kaldığı TELEGRAM İŞKENCESİ’ni her mahfilde dillendirmemize rağmen, devlet ve hükümet yetkilileri işkencenin giderilmesi için en ufak bir teşebbüste dahi bulunmamışlardır.

İşkenceyi gidermek bir tarafa “işkence yapılmamaktadır” türünden bir açıklama dahi YAPAMAMIŞLARDIR!

Çünkü herkes bilmektedir ki; müvekkilimize TELEGRAMişkencesi uygulanmaktadır.

Kamuoyunun daha ziyade dikkat çekilmesi gereken nokta;

60’a yakın eser veren FİKİR ADAMINA uygulanan bu işkencenin niçin ciddiyetle ele alınmadığıdır?!.

Unutulmamalıdır ki; SON DERECE TEKNİK bir işkence olan Telegram işkencesine;

Psikiyatrik bir vakıaymış gibi yaklaşmak İŞKENCENİN BİZÂTİHÎ kendisi ve asıl hedefidir!

Saygıyla duyurulur. 17 Mayıs 2012.

Av. Harun YÜKSEL

Av. Hasan ÖLÇER

Av. Güven YILMAZ

Av. Ahmet ARSLAN

Av. Zafer ŞAHİN

Av. Ahmet CENGİZ

Av. Halil BİNGÖL

Av. Halil KILIÇ

Av. Hasan SOLAK

Av. Zeliha KILIÇPARLAR

Av. Mehmet TIĞLI

Av. Ali Rıza YAMAN

Mirzabeyoğlu, yeniden... Ak Parti, ses ver!
Hilal Kaplan
hilal.kaplan@yenisafak.com.tr
06 Temmuz 2012



Salih Mirzabeyoğlu. Müslüman bir mütefekkir. Eline kalem hariç başka bir mücadele aracı almamış Mirzabeyoğlu, 28 Aralık 1998 tarihinden beri cezaevinde. 25 Ocak 2000 tarihinden beri aralıklarla telegram işkencesine maruz bırakıldığı söylenen bir mağdur; 8 Temmuz 2005 tarihinden beri tecrit altında tutulan bir mahkûm.

Süreci başından anlatalım: İlkokul öğrencisi olan çocuğunu almak için okul yoluna giden Mirzabeyoğlu, Aralık 1998'de gözaltına alınıyor. Bu gözaltı işlemi, 28 Şubat medyasından beklenen şekilde "İBDA-C'nin efsanevî lideri yakalandı" şeklinde yansıtılıyor. Ailesi ve çocuklarıyla beraber kaldığı ev "örgüt evi" olarak lanse ediliyor. Cumhuriyet rejimi kurulduğundan beri talebeleri olan pekçok Müslüman öncüye reva görülen Mirzabeyoğlu'ndan da esirgenmiyor. Bir düşünce/ inanç sahibi "örgüt lideri", onun düşüncesini takip edenler de direkt "örgüt mensubu" olarak yaftalanıyor; böylelikle bir taşla iki kuş vurulmuş oluyor.

Mirzabeyoğlu'nun ifadesi bile alınmadan hakkında tutuklama kararı veriliyor. Dava dosyası İstanbul ve Adana arasında gidip geledursun, "yasa dışı örgüt lideri" olduğuna dair herhangi bir geçerli delil sunulamıyor.

28 Şubat düzeninin medya ayağı da boş durmuyor elbette. Günümüzde vaktini bazı başörtülü yazarların verdiği doğum günü partilerine iştirak ederek, 28 Şubat mağduru olup, bunun üzerine kitap bile yazan entelektüellerle fasıllara katılarak sürdüren bir 'gazeteci'nin de patronajında olduğu Star gazetesinde Mirzabeyoğlu'nun zorla traş edilip işkenceye maruz kaldığı görüntüleri sanki kendisi kendine zarar vermiş gibi haberleştiriliyor. Her haber bülteninde "yasa dışı terör örgütü lideri" tanımlamasıyla ismi geçirtiliyor, âdeta bir cani adalete teslim edilmiş görüntüsü veriliyor. Bu canhıraş propagandaya bakınca mahkemenin nasıl bir karar vereceği tahmin etmek de pek güç olmuyor.

Şu anda Ergenekon davası sanığı Kemâl Alemdaroğlu'nun avukatlığını yapmakta olan, dönemin hakimi Mirzabeyoğlu'nu –idam kalktığından- ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm ediyor. Fakat ne ironiktir ki "mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs etmekten" yargılanan Mirzabeyoğlu'nun karar gerekçesinde bile "örgüt mensuplarıyla katıldığı eylemi tespit edilememiştir" yazıyor... Geçtiğimiz günlerde, annesinin cenazesine dahi katılmasına izin verilmeyen Mirzabeyoğlu, yedi yılı üç metrekare bir hücrede olmak üzere on bir yıldır çile dolduruyor.

***

Bu satırları yazmamın üzerinden nerdeyse altı ay geçti ama bu süre zarfında Mirzabeyoğlu ve onun gibi '28 Şubat yargısı' mağdurları için hayırlı sayılabilecek gelişmeler de oldu. Öncelikle CHP'nin Dersim milletvekillerinden Hüseyin Aygün, Mirzabeyoğlu'nu önce Bolu F-Tipi Cezaevi'ne giderek ziyaret etti. Ardından Mirzabeyoğlu'nun avukatlarıyla beraber Meclis'te basın toplantısı düzenledi ve şunları söyledi:

"Eğer DGM'ler hukuksuz mahkemelerse, 1990'lı yıllarda mağdur olmuş bütün kişilerin sorunlarına çözüm bulunması gerekir. Mirzabeyoğlu da bunlardan biridir. Yıllardır tecritte tutulmaktadır. Hükümet bir taraftan 28 Şubat'la, darbelerle hesaplaştığını iddia ediyor, diğer yandan tecrit, işkence ve çeşitli mağduriyetlerin sürmesi karşısında ses çıkarmıyor. Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir."

Bazılarımıza ironik gelebilir ama CHP'nin 28 Şubat yargısından şikâyetçi olması, nereden bakarsak bakalım, müsbet bir gelişmedir. Üstelik bu çıkışın Müslüman kimliğiyle tanınan bir mütefekkir için yapılması ayrıca olumludur. Geçtiğimiz altı ay içinde sadece CHP'den değil, BDP'den de Mirzabeyoğlu ve onun gibi darbe mağdurlarına destek verici açıklamalar geldi. Örneğin Diyarbekir milletvekili Altan Tan, yine Meclis'te düzenlediği basın toplantısında şu açıklamalarda bulundu:

"Türkiye'de ne kadar İslami grup, cemaat, tarikat ve düşünce sahibi, kanaat önderi var ise bunlar belli bir plan ve proje çerçevesinde karalanıp itibarsızlaştırılmış ve düzmece davalarla sözde yargılanıp mahkûm edilmişlerdir. Ama bugün bu işin bazı sorumluları biliyorsunuz, cezaevlerinde yargılanıyorlar ve yargılanma sureci de henüz bitmedi. "Ne yazık ki siz 28 Şubat döneminde haksızlık yaptınız, zulüm yaptınız, insanlara iftira ettiniz, insanları suçladınız ve düzmece mahkemelerle hayatlarını kararttınız, cezaevine koydunuz denilerek yargılanan insanların, cezaevine koydukları ve hüküm verdirdikleri insanlar da hâlâ cezaevinde. Bunlardan birisi de Salih Mirzabeyoğlu'dur.

Onlarca kitabı olan yazan, düşünen bir beyin, bir entelektüel sudan bahanelerle o dönemde önce idama daha sonra da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmiştir. 14 senedir cezaevindedir. Son 10 senede de F Tipi cezaevinde kendisine tecrit uygulanmaktadır ve tek başına bir hücrede kalmaktadır. Bu zulüm durdurulmalıdır.

Madem ki 28 Şubat dönemi olağanüstü bir dönemdi, madem ki 28 Şubat döneminde birçok insanın haksız muameleye maruz bırakıldığı artık Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından bile kabulleniliyorsa ve mahkemeler bu yönde yeniden işlem yapıyorsa... O halde o dönemde gerçekleştirilen bütün siyasi davaların, özellikle de İslami kesime yönelik olan bütün siyasi içerikli davaların yeniden görülmesi lazım."

Bu süre zarfında İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya ve Mazlumder Başkanı Ahmet Faruk Ünsal'ın da aralarında bulunduğu bir heyet de Mirzabeyoğlu'nu cezaevinde ziyaret ederek benzer açıklamalarda bulundular ve 28 Şubat yargı kararlarının iptalini istediler.

Lâkin, ne yazık ki aradan geçen bunca zamana rağmen Ak Parti kanadından tek bir ses çıkmadı. Her fırsatta Necip Fazıl'a referansta bulunan bir hükümetin yetkililerinin, O'nun en önde gelen talebelerinden olan Mirzabeyoğlu'na reva görülen bu eziyete de dur demesi gerekmez miydi? Bu saatten sonra Meclis'ten yeni bir karar çıkması mümkün değil ama yeni yasama döneminde, iki muhalefet partisinin de desteğiyle bu hususta bir girişimde bulunulacak mı, dikkatle takip edeceğim. Olmadığı takdirde, sırf bu günâh bile Ak Parti'ye yeter...
Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Default.aspx?t=06.07.2012&y=HilalKaplan

Ak Parti, ses verdi!
Hilal Kaplan
hilal.kaplan@yenisafak.com.tr
08 Temmuz 2012



Cuma günü yayınlanan yazımda Salih Mirzabeyoğlu'nun 28 Şubat sürecinde yaşadığı haksızlığı tekrar gündeme getirip, 28 Şubat yargı kararlarının iptali noktasında hem CHP'nin hem de BDP'nin olumlu manada inisiyatif aldığından bahsetmiş ve 'Ak Parti'den neden ses yok?' diye sormuştum.

Bunun üzerine Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi Mehmet Metiner aradı ve konu hakkında değerlendirmelerini paylaştı. Öncelikle basına sunulmayan bir bilgiyi bu vesileyle aktarmış olayım. Mehmet Metiner, geçtiğimiz hafta başı, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün ile beraber Salih Mirzabeyoğlu'nu kaldığı Bolu F-Tipi Cezaevi'nde ziyaret etmişler. Metiner, Mirzabeyoğlu'nun aile ve avukatlarıyla da görüştüklerini ve dava dosyasını dikkatle inceleyerek kendi inisiyatifleriyle bu ziyareti gerçekleştirdiklerini anlattı. Mirzabeyoğlu davasına ilişkinse 'tam bir hukuk faciası' tanımlamasında bulundu. Sürecin ifade, sorgu ve mahkeme boyutlarını ayrıntısıyla araştırdığını ve sonucun tam bir 'yargısız infaz' olduğunu düşündüğünü söyledi. Son gelişmeler ışığında Mirzabeyoğlu özelinde tüm 28 Şubat yargısı mağdurları için biraz daha umutlandım. Gelecek yasama döneminde nasıl gelişmeler olacak, inşallah takip etmeye devam edeceğim.

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Default.aspx?i=33131&y=HilalKaplan

SALİH MİRZABEYOĞLU OLAYI
HASAN KARAKAYA



Bir de, şöyle bir “argüman” geliştirmişler ki, iler-tutar yanı yok!..

“Siyasallaşan yargı, Hükümet’in istediği yönde kararlar veriyor... Bu adamların örgütle ne ilgisi olabilir?.. Onların tek yaptığı kitap yazmak, gazetecilik yapmak!.. Bir insan kitap yazdı, gazetecilik yaptı diye hiç suçlanır mı?”

Farzedelim ki, bu “argüman” doğrudur... Farzedelim ki; “kitap” yazan bir adamın “örgüt”le bağlantısı olamaz!..

Peki, o zaman sormazlar mı;

“Salih Mirzabeyoğlu da sadece kitap yazdığı için gözaltına alınıp, tutuklanmadı mı?.. Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’i gündemden düşürmeyenler, neden Salih Mirzabeyoğlu’nun adını hiç ağızlarına almıyorlar?”

Öyle ya;

Salih Mirzabeyoğlu da, gözaltına alındığı 29 Aralık 1998’den bu yana, yani tam “11 yıldır” hapiste!..

Üstelik, “idam”la yargılandı!

Peki, “kitap” yazmaktan başka suçu(!) olmayan bir adamın, “örgüt liderliği” ile suçlanıp “idam cezası”na çarptırılması hangi “kanun”da, hangi “hukuk”ta yazar?..

Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “siyasallaşan yargı” tarafından tutuklandığını iddia edenler, Salih Mirzabeyoğlu hakkında “idam” kararı veren yargının “hangi yargı” olduğunu açıklamalı değil midir?..

Demek oluyor ki;

Bunların “özgürlük” anlayışı da, sadece “kendileriyle sınırlı”dır!.. “Benim adamım özgür olsun da, diğerleri ne olursa olsun!” anlayışı, sadece “çelişki” değil, aynı zamanda “ikiyüzlülük”tür!..

BRİFİNGLİ YARGI’YA SES YOK!

Sahi, Mirzabeyoğlu nasıl gözaltına alındı, hangi “işkence”lere maruz kaldı, onun uğradığı işkencelerle kimler “alay” etti ve sonunda nasıl “idam”a mahkûm edildi?..

Buyrun, o süreci yeniden hatırlayalım.

Malûm, dünkü Akit’in manşetinde; “Brifingi aldı, idamı verdi” başlıklı bir haber vardı..

Bahçelievler davasından tutuklanan Haluk Kırcı ve Mehmet Ali Ağca ile 1. Ergenekon Dâvâsı sanığı Fuat Turgut’un avukatlığını yapan Doğan Yıldırım, Genelkurmay ve sivil uzantılarının hükümet yıkma planına bizzat şahitlik ettiğini söylüyordu... 1. Ordu Komutanlığı’na ait Harbiye Orduevi tesislerinde tertiplenmiş çok gizli bir toplantıya katıldığını söyleyen avukat Doğan Yıldırım, darbenin sivil kadrolarına bu toplantıda brifing verildiğini ifade ediyordu...

O “gizli toplantı”ya katılanlardan biri de, Hakim Metin Çetinbaş idi...

İBDA-C Dâvâsı’na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; “Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz” diyerek, “brifingte alınan kararlara” gönderme yapmıştı... Adana DGM’nin; “Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine” karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş’ın; “brifingte alınan kararları uyguladığı” yorumlarını güçlendiriyordu...

Sormak lâzım değil mi;

Bugün “siyasallaşan yargı”dan dem vuranlar, “28 Şubat Süreci”nde keyfi kararlar veren “brifingli yargı”yı niye hiç hatırlamazlar?..

TEK SİLAHI KALEM’Dİ!

Söyleyin Allah aşkına;

Salih Mirzabeyoğlu denilen adam, hayatında eline “silâh” almış mıdır?.. Eline; “kitap” yazmak için “kalem”den başka hiçbir şey almamış bir adam; nasıl “örgüt lideri” sayılmıştır?..

Ali Bulaç’ın da yazdığı gibi;

6 No’lu DGM, 2001 yılında Mirzabeyoğlu’na “Anayasal düzeni cebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan, dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslam devleti kurmaya teşebbüs”ten 146/1 maddesi gereğince idam cezası verirken, onun fiili hiçbir eylemini delil gösterememiş, kitap ve dergilerindeki yazılarını referans göstermiştir ki bu gerekçe, Adana DGM tarafından reddedilmiş ve Mirzabeyoğlu’nun faaliyetlerinin “örgüt lideri” sayılmasına yeterli delil oluşturmayacağına karar vermiştir...

Bilirkişi sıfatıyla Gazi Üniversitesi’nden Prof.Dr. Nurullah Aydın da, İstanbul DGM’nin kararının yeterli delil olamayacağını belirtiştir. Daha sonraları hukuki mevzuat değişmiş, ama Mirzabeyoğlu’yla ilgili “ağırlaştırılmış müebbet cezası” devam etmektedir.

Şimdi, bu karar da yeniden gözden geçirilmeli ve avukatların “karar tashihi” talepleri incelenmeli değil midir?..

HUKUK, AMA HERKESE!

Bu ülkede, gerçekten bir “hukuk kavgası” veriliyorsa, “devletin vukuatları”ndan dolayı gerçekten bir “yüzleşme” isteniyorsa; Dersim’den başlanarak, bütün “kirli bağırsaklar” temizlenmeli ve “mağdur”ların itibarları iade edilmelidir!..

Ama, “bütün mağdurlar”ın!..

Sadece “birkaç kişi”nin değil, “itibarsızlaştırılan” herkesin itibarı iade edilmelidir!..

Aksini savunmak,

“İkiyüzlülük”tür!..

“İkiyüzlüler”in bulunduğu bir ortamda ise, “ceberrutların saltanatı” devam eder.

Hukuk, sadece “Alevi”lere ve “candaş”lara değil, “herkese” lâzım!..

Bilmem, anlatabildim mi?..
Yeni Akit

İDEALİST BİR MAHKÛM, SALİH MİRZABEYOĞLU
MUSTAFA K. TOPALOĞLU
MİLLİ GAZETE
23 Aralık 2011



Belediyeler, vakıflar, kurum ve kuruluşlar, "Üstad Necip Fazıl Kısakürek" için organizeler yapıyorlar, lüks salonlarda anma programları, kitap sergileri ve tanıtım programları yapıyorlar...

İslâmi kesim bu mirası tepe tepe kullanıyor.

Bunlar sevindirici ve gurur verici etkinlikler.

Ancak, onun talebesi olan, onun yolunda hayatını feda eden bir bakıma öğrencisi ve savunucusu olan, "Salih Mizrabeyoğlu" cezaevinde çile dolduruyor, işkence görüyor ve sürgünden sürgüne gönderiliyor...

Lüks salonlarda ve rahat koltuklarda miras yemek ve ego tatmini yapmakla herkes görevini yaptığını sanıyor. Adaletin temsili binalarında, adaletsizlik ve hukuksuzlukla boğuşan idealist bir fikir adamı, haksız yere mahkûm edilmiş, fiili olarak suç unsuru tespit edilememiş ama 28 Şubat sürecinin kurbanı olarak "ömür boyu hapse mahkûm edilmiş.

Camianın içerisinde olan pek çok kişi bunun farkında bile değil!..

Salih Mirzabeycğlu ne suç işlemiş de "müebbete mahkûm" olmuş?..
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Eyl 10, 2012 12:50 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Tem 08, 2012 1:18 pm    Mesaj konusu: Metin Çetinbaş ya doğru hatırlamıyor veya doğru söylemiyor Alıntıyla Cevap Gönder

Metin Çetinbaş ya doğru hatırlamıyor veya doğru söylemiyor... (*)
Av. Harun Yüksel
08.07.2012



Yeni Şafak gazetesini ve gazeteci OrhanTuran’ı, Salih Mirzabeyoğlu ile yaptığı röportajla ilgili olarak gösterdiği gazetecilik başarısından dolayı tebrik ediyorum.

Bu röportajın sayın Mirzabeyoğlu’nun 28 Şubat’ın o karanlık ortamında, yargının tetikçi olarak kullanıldığı suikast girişiminin arka planının aydınlatılmasına katkı sağlayacağına eminim.

Röportajın son bölümünde idam cezası hükmünü veren DGM başkanı Metin Çetinbaş’la yapılan görüşme de, bu davanın hangi şartlarda görülüp karara bağlandığının anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Bu röportajda Çetinbaş, 'Kanıt var mıydı' sorusuna; “Diyelim ki, bugün için bir suç tayin ettiler. 'Kırmızı giymek suçtur' dediler. Kırmızı giyen adam da hâkimin önüne gelmişse ne yapacak hâkim” demiş...

Bir nebze Hukuk kültürü olan herkes bilir ki; teorik olarak hakimi bağlayan iki unsur vardır hukuk ve vicdan... Hukuk yalnızca kanunlar, mevzuat ve üst mahkeme kararları demek değildir... Hukuk bunlarla beaber ama bunların da üstünde varolduğu kabul edilen prensipler bütünüdür... Bu prensiplerden bazıları o kadar önemlidir ki, bunlara ‘Hukukun temel prensipleri” denilir.

Hukukun temel prensiplerine aykırı bir kanun, mevzuat hükmü veya üst mahkeme içtihadının teorik olarak olmaması gerektiği de genel kabul gören bir yaklaşımdır.

Bu açıdan bakıldığında 'Kırmızı giymek suçtur' diyen bir kanun varsa bunun hukukun temel prensiplerine aykırı olduğunu her hakim bilir ve yürürlükteki mevzuat çerçevesinde bunun iptali için tayin edilmiş yol ve yöntemler varsa öncelikle o yol ve yöntemlere başvurur.

Yani bu durumda bir hakim için “Ne yapalım kanun böyle” mazeretine sığınmak olmaz. Olursa bu hakimlik değil, “Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” diyen klasik memurluk olur.

Hukuka aykırı bir kanunu uygulamakla karşı karşıya kalan bir hakim, mevzuat içinde o kanunu yürürlükten kaldıracak bir yol bulamazsa, yine de “Ne yapalım kanun böyle” mazeretine sığınamaz. Çünkü vicdanı buna mani olur... Yazar istifa dilekçesini, çıkarır cübbesini, vicdanı rahat olarak evine döner...

Hakim olmanın gereği budur...

Mirzabeyoğlu davası tarihi bir davadır...

Bir hukuk skandalı olarak kıyamete kadar hatırlanacağından ve hukuk fakültelerinde her yönüyle değerlendirip ders konusu yapılacağından hiç şüphem yok.

Böyle bir dava konusunda bilgisi olanın, onu kendine saklama hakkı yoktur.

Ben bu davanın başından sonuna kadar savunma avukatlığı yaptım.
Yani bu hukuk faciasının en yakın tanıklarından biriyim.

Çetinbaş’tan önceki başkan Sedat Karagül dosyada mahkûmiyete yeter delil olmadığı için karar veremiyordu.

Ülkenin yönetimine hakim halk düşmanı cuntanın baskılarıyla bizim haklı savunmalarımız arasında sıkışıp kalan vicdanının tezahürünü her celse gözlemliyorduk.

Bu sebeple de görevden alınarak yerine Metin Çetinbaş getirildi.

Metin Çetinbaş bu dosyada iki önemli şey yaptı.

Bunlardan birincisi; savcının delilsiz dosyanın delil boşluğunu doldurmak için Mirzabeyoğlu’nun 1991 yılında Irak’ın işgaline karşı çıkması sebebiyle uydurma bir bir isnadla tutuklandığı davanın diğer sanıklarının işkence ile veya işkence tehdidi altında alınmış polis ifadelerini doldurmuştu.
Biz bunların işkence veya işkence tehdidi Altında alınan ifadeler olduğunu, bu zanlıların polis ifadelerini savcılık ve mahkemede kesin olarak reddettiklerini, bu zanlıların savcılık ve hakim huzurundaki ifadelerinin de dosyaya getirilmesini ve bu zanlıların tanık olarak dinlenilmesini istedik. Çetinbaş’ın başkanlık ettiği mahkeme bizim bu haklı talebimizi reddetti.

Niçin?

Savcının ve mahkemenin temel görevlerinden biri de sanık aleyhine ifadeler kadar sanık lehine ifadeleri de toplamak değil midir?

İşte Çetinbaş’ın “Örgüt lideri olduğu hem kendi örgüt mensuplarınca, ya da en yakın adamları tarafından teyit edilmişse” dediği ifadeler işkence veya işkence tehdidi ile alınmış bu ifadelerdir.

O zaman gözaltı süresi 15 gündü. Polis bu 15 günün ilk yarısını işkence ile ifade almaya, ikinci yarısını da işkance izlerini yoketmek için tedaviye ayırıyordu.

Ayrıca Mirzabeyoğlu’nun idam cezası aldığı TCK’nın 146. maddesi o tarihte de yürürlükteydi. O tarihte DGM savcılığı bu ifadeleri TCK’nın 146’ncı maddesi için yeterli görmediğinden davayı 163. maddeden açmıştı. Bu madde kaldırılınca da o dava düştü.

Yani herhalükârda bu ifadeler Çetinbaş’ın verdiği haksız idam cezası için kâfi gelmiyordu.

Çetinbaş ikinci olarak; davanın sonlarına doğru bir celse 40 elli klasör evrakı dava dosyasına dahil etti.

Nedir bunlar diye baktık...

Savcılık, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı yazmış İBDA-C’nin yaptığı SANILAN ne kadar faili meçhul eylem varsa hepsini dosyaya doldurmuşlar.. Biri oraya taş atmış, beriki bir yere pankart asmış, öbürü duvara yazı yazmış ama ortada fail veya failler yok... Sadece İBDA-C’nin yaptığı SANILIYOR...

Faili olmayan eylemin İBDA-C’nin yaptığını nereden anladın ve faili belli olmayan bu eylemlerin sayın Mirzabeyoğlu ile “illiyet bağını” hangi mantıkla kurdun?

İşte Çetinbaş’ın “Devletin arşiv kayıtlarında 'a' örgütünün (İBDA-C) 100 tane 150 tane bombalı eylemine katıldığı, yaralama, silahlı saldırı yapıldığı sabitse” dediği de bu kayıtlardır.

Dosya orada duruyor dileyen gidip bakabilir.

Biz son savunmamızda bu konuda çok net bir soru sorduk:

“Bu davada müvekkilimiz yasadışı silahlı bir terör örgütünü kurup yönettiği iddiasıyla yargılanıyor. Savcılık bu terör örgütü’nün silahlı eylemler yaptığını iddia ediyor ama ortada garip bir durum var. Mahkeme salonundaki müşteki sıraları bomboş. Nerede bu eylemlerin mağdurları, müştekileri? Bizim bu soruyu davanın en başında sormamız gerekirdi fakat bunu kasten yapmadık. Çünkü bunu yapsaydık savcılık polisi harekete geçirerek, dosya içindeki bir yığın uydurma delil gibi bir kaç uyduruk müştekiyi de bulup getirdi.”

Şimdi burada Metin Çetinbaş’a soruyorum:

- “Devletin arşiv kayıtlarında 'a' örgütünün (İBDA-C) 100 tane 150 tane bombalı eylemine katıldığı, yaralama, silahlı saldırı yapıldığı sabit”ken örgüt liderinin yargılandığı davada niçin bir tek mağdur veya müşteki yoktu? Bu durum hayatın olağan akışına uygun mudur? Yoksa şu pek güvendiğin “Devletin arşiv kayıtları”ndaki yanlışlığı, saçmalığı ve uydurmacılığı mı gösterir?

Son olarak; ceza hukukunun temel prensiplerinden biri olan “Şüpheden sanın yayarlanır” ilkesi Mirzabeyoğlu Davası’nda niçin uygulanmamıştır?

* Bu yazı aslında Yeni Şafak gazetesine 10 gün kadar önce gönderdiğim ancak yayınlanıp yayınlanmadığını takip edemediğim açıklama metninden oluşturuldu.

Mirzabeyoğlu ve vebal!
Özlem Albayrak
albayrakozlem@yahoo.com
17 Temmuz 2012

(..)
Oysa, yakılıp yıkılmış, dağılmış, viran eylenmiş hayatlara adalet getirmek, zulme uğramış kalplere bir nefes ferahlık olabilmek o kadar da kolay değilmiş. Kimsenin elinde sihirli değnek yok ve dikkat çekilmedikçe, üstüne düşülmedikçe, iz sürmedikçe; 28 Şubat kalıntısı eğilimler, kararlar, uygulamalar zulüm etmeye, zulüm üretmeye devam ediyor; biz farkında olsak da, olmasak da...

Nitekim; bakınız Salih Mirzabeyoğlu hâlâ, hiçbir tutarlı gerekçeyle açıklanamaz şekilde hapis yatıyor; 10 yıldır tecrit ve işkence görmeye devam ediyor. Sebep; İBDA-C örgütünün lideri olmak. Delil? O yok.

Vakti zamanında DGM savcıları ve hakimlerinin paşa keyifleri öylesini uygun gördüğü için, Salih Mirzabeyoğlu ömür boyu hapse mahkum halde, çile dolduruyor. Mirzabeyoğlu, 48 yaşında girdiği damda 62. yaşını sürüyor ve 28 Şubat'la hesaplaşılma adımları atılan böylesi bir dönemde, O'na hâlâ 'pardon bir yanlışlık olmuş' diyen biri bulunamıyor.

Niyetim "onlar çıkmasaydı" demek değil; ancak bendeniz dahil pek çok gazetecinin "Şu kadar yıldan bu yana bu mesleğin mensubuyum ama adını hiç duymadım" dediği Ahmet Şık ve diğerleri, "basın özgürlüğü" kaleminden savunulup, Türkiye'yi Avrupa'ya/dünyaya şikayet edecek denli gürültülü bir çıngarla içeriden çıkarılırken;

Büşra Ersanlı ve onunla birlikte 16 KCK tutuklusu medya-akil adamların kamuoyu oluşturması sayesinde -ortak vicdanın itirazının tahliyelerde önemli rolü olduğu kanaatindeyim, iyi de olduğunu düşünüyorum- tahliye edilirken, Salih Mirzabeyoğlu kanıtlamamamış bir suçtan dolayı, hapiste unutuluşa terk ediliyor.

Bir özeleştiri: Kendi nefsimi bunun dışında tutarak söylemiyorum; ama İslamcılar, fikri manada yol ve kader arkadaşlığı yaptığı, yapmasa bile 'Allah' dediği için kardeşi sayılan insanlar düştüğünde, onu tutup kaldırmak, destek ve ilgiyle ayakta tutmaya çalışmak konusunda pek mahir değildirler.

Özellikle medyadaki çoğu İslamcının aklına, mesaisinin büyük bölümünü 'öteki mahalle'ye şirin gözükmeye, onların trendlerini yakalamaya harcadığı, dolayısıyla kendi değerlerine ve insanına yönelik bir 'görme' faaliyetine yeterli zamanı ayıramadığı için; haksızlığa uğramış bir müslümana el uzatmak gelmez.

Hadi öncesi 28 Şubat'tı ve İslamcıların elini, rejimin gazabına uğrama ihtimali bağlardı. Ama Salih Mirzabeyoğlu'nun 2002 yılından bu yana aynı işkencelere maruz kalarak haksız yere hapiste yatıyor olmasında; biz medya mensuplarının bu haksızlığı gündemde tutmadığımız için, AK Parti hükümeti'nin de 28 Şubat yargı kararlarını yeniden karar masasına koymadığı için, sorumluluğu var.

Bunu kim nasıl ödeyecek, bilmiyorum; ama emin olduğum bir husus var ki, o da Salih Mirzabeyoğlu'nun işlemediği bir suçtan dolayı hapiste yattığı her dakikanın üzerimize vebal olarak yazıldığıdır... O vebal, ağır vebaldir...

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=17.07.2012&y=OzlemAlbayrak

Salih Mirzabeyoğlu
Mehmet Metiner
mehmet.metiner@yenisafak.com.tr
24 Temmuz 2012



Bundan bir ay önce TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'na yakınları tarafından bırakılan hayli hacimli dava dosyasını okumaya başladıkça, her aşamada hukuk ihlalleriyle karşılaşacağımı doğrusu tahmin etmiyor değildim.

Nitekim beklediğim gibi oldu.

Yakalanma sürecinden başlayarak yargılama süreçlerinin sonuna kadar tam bir hukuk faciasıyla karşılaştım.

Savcılık iddianamesini okuduğumda şoke olmuştum; sadece iddialar var, hukukun esas alacağı somut belge ve delilden eser yok. Ortada bir örgüt (İBDA-C) var. O örgütün lideri olarak gösterilen Salih İzzet Erdiş (Mirzabeyoğlu) var, kimi örgüt mensuplarının eylemleri var. O eylemler de kurulu düzeni sarsacak ve yıkacak boyutlarda hiç değil. Mirzabeyoğlu'nun bu eylemler için talimat verdiğini gösterir bir tek objektif delil yok. Sadece istihbarat örgütlerinden geldiği belirtilen notlar var. O notlarda Mirzabeyoğlu'nun örgütün lideri/kumandanı olduğu belirtiliyor.

Mahkeme kararını okuyorum. Üzülmemek elde değil. İdam cezası kaldırıldığı için bir insana verilebilecek en ağır ceza veriliyor. Yargıtay'ın ilgili dairesi bu kararı aynen onaylıyor. Yargıya duyduğum güvenin çatırdadığını hissediyorum. Elbette bir hukukçu değilim ama mevcut dosya üzerinden Mirzabeyoğlu'na nasıl ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilebildiğini aklım bir türlü almıyor.

Buradan ünlü hukukçularımıza sesleniyorum: Lütfen bu dosyayı alıp okuyunuz. Orada istihbarat notu dışında Mirzabeyoğlu'nun ölümden bin beter bir cezaya çarptırılmasını haklı kılacak somut bir delil veya belge bulabilecek misiniz?

Okurken vicdanım kanadı.

Mirzabeyoğlu eşiyle beraber çocuğunu okuldan almaya gitmişken yakalanıyor. Bu nasıl bir terör örgütü (!) lideridir ki normal bir aile hayatı sürüyor? Eşini yanına alıp okula gidiyor ve orada derdest ediliyor. Sonrasında Kafka'nın Dava'sını aratmayacak yargılama süreçleri ve o gün bugündür tek kişilik hücrede devam eden bir yaşam öyküsü. Mezalim demek en doğrusu.

Mirzabeyoğlu'nun ardında bıraktığı çocuklar büyümüşler. Eşinin gözyaşları hâlâ devam ediyor. Kendisini seven dostlarının yürek sızısı ise günden güne artıyor.

Yanlış anlaşılsın istemem, İBDA-C örgütü adına işlenen eylemleri hiç bir şekilde tasvip etmiyorum. O eylemler birer terör suçu. Ama gördüğüm kadarıyla o eylemler için verilen cezalar da pek orantılı değil.

Benim derdim; çok iyi bir mütefekkir, filozof ve şair olan Mirzabeyoğlu'yla ilgili. İBDA fikriyatının kurucusu olarak bilinen Mirzabeyoğlu'nun ortada hiçbir somut delil olmadan örgüt yöneticisi sıfatıyla sanki bu eylemlerin talimatını vermiş gibi değerlendirilerek cezalandırılmış olması tam bir hukuk faciası. Sahiden hukuktan ve adaletten yana olan hiç kimsenin bunu içine sindirebileceğini zannetmiyorum.

Belli ki 28 Şubat sürecinde malum yargı sistemimiz Mirzabeyoğlu olayında da hukukun canına ot tıkamış. Hukuku ideolojiye kurban etmiş. Dönemin malum güç odakları kimlerin ne şekilde cezalandırılmasını istemişlerse militan yargı sisteminin unsurları da o şekilde kararlar vermişler. Bunun başka bir izahı olamaz.

Evet, büyük bir hukuk gaspıyla karşı karşıya bulunuyoruz.

28 Şubat sürecinde bunlar yapılabilmişse 12 Eylül askeri darbesinden sonra nelerin mahkemeler marifetiyle yapılmış olabileceğine varın siz karar veriniz.

O yüzden bu darbeler süreciyle topyekûn hesaplaşmak gerekiyor.

Bu hukuksuzlukların defterini dürmek gerekiyor.

Toplumun vicdanı başka türlüsünü kabul etmez.

Adalet anlayışının tesisi için bu tür yargısal işlemlerin yeniden görülmesi acil bir gerekliliktir.

Bir yanda içerde cezaevi koşullarında, tek kişilik hücrelerde nahak yere yatan/yatırılan insanlar, öbür yanda onların yürekleri paramparça aileleri ve yakınları.... Babalarını görmeden büyüyen evlatlar... Fiilen dul kalmış kadınlar... Gözü yaşlı anneler ve babalar...

Hangi vicdan kabul eder bunu?


* * *
Türkiye vakit geçirilmeden bu ayıptan kurtarılmalıdır.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun bir üyesi olarak bu konuyu bir kaç kez Komisyondaki arkadaşlarımın dikkatine sundum.

Başta Komisyon Başkanımız Ayhan Sefer Üstün olmak üzere Komisyon üyesi arkadaşlarımız bu tür hukuksal facialar karşısında ziyadesiyle duyarlı davrandılar.

Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanımız da darbe dönemlerine ait bu tür yargısal işlemlerin masaya yatırılması konusunda nasıl bir duyarlılığa sahip olduklarını apaçık beyan ettiler.

Darbeler dönemi kapansın isteniyorsa, bu davalar yeniden görülmelidir.

İçerideki mezalim de, dışarıda ki dram da sona erdirilmelidir.

Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş'ın bir televizyon kanalında, Adalet Bakanlığından darbe dönemlerine ait Mirzabeyoğlu vb. davaların yeniden açılması, yani iade-i muhakeme talebinin isteneceği şeklindeki beyanları demokrasi ve hukuk tarihimiz açısından bir dönüm noktasını oluşturacaktır.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun da eminim ki bu yönde bir talebi olacaktır.

Meclisin açılmasıyla beraber her iki Komisyonumuzun Adalet Bakanlığı'na sunacağı bu yöndeki öneriler haksız ve adaletsiz bir dönemi sonlandıracak yeni yasal düzenlemeleri de inşaallah beraberinde getirecektir.

Darbeler dönemi her boyutuyla sonlandırılmalıdır.

Aksi takdirde darbe dönemlerinin sona erdiği iddiası inandırıcı olmaz.


* * *
2 Temmuz 2012 tarihinde İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanımız ile ben Mirzabeyoğlu'nu yattığı Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde ziyarete gittik.

Kendisini yattığı tek kişilik hücrede ziyaret ettik. Bizzat ben hücresine girerek gözlemlerde bulundum. Allah kimseyi düşürmesin. Adalet Bakanımızdan bu vesileyle bir ricada bulunacağım: Lütfen tek kişilik hücrede kalan mahkumların avlu kapıları sürekli açık tutulsun. Bu kadar özgürlüğü çok görmemek lazım.

Mirzabeyoğlu ile cezaevi yönetiminin sağladığı ferah bir odada saatlerce konuştuk. Gözyaşlarımızı içimize akıtarak dinledik kendisini. Ömründen çalınan yıllara yazık. Çalınacak yılları engellemek bizim elimizde. Başbakanımızın bu konudaki hassasiyeti biliniyor. Adalet Bakanımızın da... İnşaallah adalet tecelli eder.

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=24.07.2012&y=MehmetMetiner

HUKUKA MİSAL
Şükrü SAK (*)
01 Eylül 2012
Tutuklu Gazete



Bugün içeri tıkılan 28 Şubat postmodern darbesinin hukuk tanımaz paşalarının “astığı astık, kestiği kestik” dönemlerinde, emir komuta zinciri içinde güya “yargılanarak”(!) idama mahkum edilen Salih Mirzabeyoğlu, kendisine verilen idam kararı ile ilgili olarak “ne düşündüğü” sorulduğunda yargılamanın hukukla bir ilgisi olmadığını kastederek “Tiyatro Bitti” demişti. Hukuk adına yapılan “mizansen-kurguya” dikkat çeken Mirzabeyoğlu “Yargıladıkları gibi yargılanacaklar!” demişti.
Bu sözün üzerinden 10 sene geçti, geçmedi… Onlar şimdi yargılanıyorlar. “Yargıladıkları gibi” olmasa da yargılanıyorlar (Belkide yargıladıkları gibi yargılanacaklar, bunu şimdilik bilemiyoruz).
Sadece bu misal üzerinden “keyfiliğin” nasıl tavan yaptığını görmek mümkün.
Darbelerle “kendi koydukları hukuku çiğneyenlerin” nasıl bir hukuku olabilir ki…
Böyle bir vasatta, ilkokul seviyesinde bile bir “hukuk kültürü” bulunmayan bir camiaya; büyük bir hukuk eseri (Hukuk Edebiyatı) bir de “hukuk haysiyeti” diye bir kavramı kazandırmış Salih Mirzabeyoğlu.
Bu denli önemli eseri ve bu kadar hayati bir kavramı, “hukuk literatürü”ne kazandıran Mirzabeyoğlu aklı ve mantığı çatlatan zulümlere ve haksızlıklara maruz kalmış, bir “hukuk cinayeti” işlenerek idama mahkum edilmiş ve hala cezaevinde bulunan bir fikir adamı.
İşte bu fikir adamının, 90’lı yıllarda bir dergiye verdiği röportajda, o zaman için bize çok orijinal ve çarpıcı gelen -ki, hala öyle- bir misal vermişti. Bu misal, yazılı metinler, kanunlar ve onu rastgele uygulayanlar bakımından “hukuk düzeni” nin tam bir fotoğrafıydı.
Misal hala güncel. Hala durumu en iyi tarif eden örnek olmayı sürdürüyor bence misalin kaynağı, avukat Faruk Eren’in “Bir Ceza Avukatının Anıları” isimli kitabı…
Kitapta aynen yaşanmış bir vaka anlatılıyor.
Mahkeme salonunda hakimin karşısında bir hayat kadını… İfadesi alınacak… Hakim kanunu uyguluyor ve klasik girişini yapıyor: “Doğruyu söyleyeceğine şerefin ve namusun üzerine yemin eder misin?”
Kadında bir şaşkınlık ve suskunluk.
Hakim soruyu tekrarlıyor; kadın kekeleyerek cevap veriyor:
“Yaptığım işi biliyorsunuz hakim bey. Nasıl namus üzerine? Çarpılırım sonra.”
Bu sahnenin şu veya bu şekilde, “Müslüman” bir toplumda yaşandığını ilave edin. “Şeref” ve “Namus” kavramının içeriğini tartışın demiyorum tabii…
Mirzabeyoğlu’nun bu misali verdikten sonra yaptığı yoruma daha da dikkat edilmesi gerekiyor…
Hatırladığım kadarıyla mealen şöyleydi:
“Bu kadın kendisine bu tabloyu yaşatanlardan daha namusludur.”
O kadın “çarpılmasa” da hukukun “çarpıldığı” bir gerçek. İşte dün hukuku, kendisi gibi düşünmeyenleri üzerinden tank gibi geçiren 28 Şubat darbeciler bugün içeride…
Fakat “çarpılma” ya bakın ki, onların emir ve talimatlarıyla ceza alanlar da içeride…
Peki hukuk nerede?
Hukukun “adaleti sağlamak” adına değil, gücü eline geçirenin düşman bellediklerini hizaya sokmak için “sopa” gibi kullanıldığı bir sistemde, “adalet” bir türlü gerçekleşmez ama “sopa” her an el değiştirebilir…
Hukuka son bir misal de; Türkiye’de “ileri demokrasi” arttıkça içerideki gazeteci sayısının çoğalması oluyor.
“Hukuk haysiyeti” gibi bir derdi olana ise şimdiye kadar pek rastlanmadı.
Bundan sonra rastlanır mı, onu da bilemeyiz…

* Sivas E Tipi Kapalı Cezaevi
D-6 Koğuşu, aa

“BOLU” DA OLUP BİTENLERİ AÇIKLAMAK ZORUNDASINIZ!
Şükrü Sak



İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu şu kadar zamandır Bolu F tipi cezaevinde...
Tek kişilik hücrede...
Kendisine “bir şebeke” tarafından, ‘işkence’ yapıldığını söylüyor...
Daha önce maruz kaldığı ‘telegram-zihin kontrolü’ işkencesini, ‘TELEGRAM’ adlı bir eser yazarak, bütün yönleriyle ortaya koydu.
Sonrasında gelişen hadiseler kamuoyunun malûmu;
‘Devlet içinde devlet’ gibi hareket eden, liderliğini Emekli Binbaşı İhsan Güven’in yaptığı, azgın ve sapkın bir ‘tarikat’ bütün yönleriyle kamuoyuna açıklanmıştı...
Ardından da; Türkiye’yi de aşarak, -buradaki etkili ve yetkili makamları da iplemeden- doğrudan CIA ve MOSSAD destekli faaliyet gösteren bu sapık çetenin-tarikatın lideri İhsan Güven, İBDA-C tarafından öldürülmüştü...
Bu tezgah çökertildikten sonra?..
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu Bolu F tipi cezaevine nakledildi; ve kanun geriye doğru yürütülerek ‘tek kişilik hücreye’ konuldu...
Sonra...
Aylardır, son teknoloji ürünü bazı cihazlar kullanılarak kendisine yapılanları anlatıyor...
Avukatları aracılığıyla, kendi imkanlarıyla..
Aylık dergide yaptığı açıklamalarla...
Söylediği şu;
“Tek kişilik hücremde, 15 aydır betatron denilen “elektron makinesi” ve doğrudan beyne dahil çeşitli derecelerde ses gönderen “ses cihazı” ile 24 saat taciz altındayım.
Tehdit ve şantajcı, rejimin garip ilişkileri içinde Cezaevinde çeteleşmeye çalışan, “homoseksüel ve yumurtaları alınmış”, hilkat garibeleri; adlî’nin adisi mahkûmlar… Tecrübe fareleri hâlinde kullanılan bu mahlûklar, aslında benim karşımda adaletin aşağılanmasını temsil etmektedirler. Bu durum, beni ihyâ edicidir, alçaltıcı değil!”
Orda inanılması güç, çok garip şeyler oluyor;
Salih Mirzabeyoğulu’nun anlattıkları’na göre;
Bu sapık çete içinde;
“Sedat isimli birinin;
“Genelkurmaydan izin aldık!”
Diyerek, kandırıp kullandığı tipler var...
Aynı lanetli çetenin içinde bulunan ve geçen temmuzun 13’ünde intihar eden Yılmaz Uzun isimli çete elemanı var...
“İsimler”, son teknoloji ürünü Betatron denilen aletler, “Genelkurmaydan izin aldık!” diyen tipler...
Nedir bütün bunlar?..
Salih Mirzabeyoğlu diyor ki;
“Şu 24 saat devam eden ve 17 aydır Avukatlarıma da anlattığım ve görevli veya görevli niyetine yumurtasızların da dinlediği ve küfürlerime ses çıkaramadığı durum...”
Ortada çok açık ve ciddi bir durum var;
Bu “iddialar” niçin araştırılmıyor, niçin incelenmiyor?..
“Adalet Bakanlığı” bu konuda niçin ‘suskun’ kalıyor?..
Salih Mirzabeyoğlu bir hususa özellikle vurgu yapıyor; “isbatı zor” duruma...
“İsbatı kabil olmayan şartlar”da at oynatmaya heveslenen bu “çetenin”, VARLIĞINI VE YAPTIKLARINI o şartlarda çözen ve ‘kamuoyuna’ duyuran İbda Mimarı’nın bu söyledikleri karşısında, bu saatten sonra, başta bu “çeteyi kamufle eden” cezaevi yetkilileri, Adalet Bakanlığı ve –kendileri adına iş gördüklerini söyledikleri- Genelkurmay yetkilileri bir açıklama yapmak ve bu hadiseyi aydınlatmakla yükümlüdürler!..
Kıytırık bir “liman” için birbirine düşen ve bütün dünyaya “dört başlı devlet” garabetini gösteren “yetkililer”in, özellikle bu konuda “susmaları”, ilgililere “susmalarının emredildiği” kanaatini güçlendirmektedir!
Bu tür, ‘teknolojilerle’, özellikle dört duvar arasında kıstırılmış insanlar üzerinde, “ses dalgalarıyla”, elektromanyetik sinyallerle işkencelerin yapıldığı, insanların çıldırtılmaya, delirtilmeye çalışıldığı, artık sır değil!..
O yüzden, kendilerini güya “karanlık bir sis perdesi” ardına gizlediklerini ve “bilinmediklerini” zannedenler boşuna heveslenmesin...
Salih Mirzabeyoğlu;
“Kartal’daki gibi “bunalım geçirdi!” numarasına yatılmaması için, bu izâhatı veriyorum.”
Diyerek, bu İslâm düşmanı çetenin fotoğrafını ortaya koyuyor...
Bütün bunlar karşısında, ısrarla bir şey yapmayan “yetkililer” şunu bilsinler ki;
Bu mevzuda ‘taraf’ olan bizler, yarın bir gün herhangi bir şey olduğunda, “duymadık, görmedik, bilmiyoruz” mazeretini kabul etmeyeceğiz!. Mevki ve makamı ne olursa olsun!.
Şırnak’da; 6 yaşındaki iki kız çocuğuna tecavüz ederek öldüren sapığı korumak için, can siperane duran, sapığı linç etmek isteyen halka karşı adeta meydan savaşı veren ve bunu “devlet görevi” sayanlara...
Sapığı korumak için temiz ve masum bir insanın ölmesine yol açanlara, “Hukuk, namus, vicdan ve insanlık” adına söyleyecek herhangi bir sözümüz olamaz!..
Ama “CAN GÜVENLİĞİNİ” sağlamakla yükümlü oldukları bir “Müslüman Liderin” bu sözlerine kulak vermek; “Kafir olmayan, İslâm düşmanı olmayan, Yahudiliğe ve Siyonizme köpekliği reddeden” her YETKİLİNİN en acil ve öncelikli görevi olmalıdır!.
En başta da “Adalet?”in!..
Bu çerçevede, “adaletin aşağılanmasına” göz yummak, en başta bu “yetkili ve ilgililerin” aşağılanması demektir!
Bu aşağılanmayı ve aşağılık durumu kabul etmeyen ve hadise kendi yetki sahasına giren bütün “memurların” –mevki ve makamı ne olursa olsun?-bu işteki hukukî sorumlulukları ve zorunluluklarını yerine getirmeleri, olayı aydınlatmaları kanunî bir zorunluluktur!.
6 Yaşındaki iki masum yavruya tecavüz ederek öldüren Şırnak sapığını korumakta gösterilen “büyük(!) başarı (!)”dan memnun olan ve bunu “devlet görevi” sayanlara da, herkes, kim nerede rast gelirse şunu sormak borcu altındadır;
-“Ya onlardan biri senin çocuğun olsaydı?”
Kalbinde ve kafasında zerre kadar; hukuk, namus, vicdan ve insanlık olan bütün “yetkililere” soruyoruz bu soruyu!.

Kaynak: http://www.facebook.com/pages/%C5%9E%C3%BCkr%C3%BC-SAK/376625979082909

Salih Mirzabeyoğlu'nun 1 saat ifadesi alındı
28 Kasım 2012



Tam 14 yıldır cezaevinde olan 28 Şubat dönemi mahkumu Salih Mirzabeyoğlu yıllar sonra ilk kez cezaevi dışında görüntülendi. Mirzabeyğlu, Başbakanlık İletişim Merkezi'ne gelen bir ihbar üzerine savcıya ifade verdi.

Salih Mirzabeyoğlu 28 Şubat döneminin ismi en çok duyulan isimlerindendi o. 1999 yılında DGM tarafından "hızlı" bir yargılama ile cezaevine atıldı. Yalnızca islamcı çevreler değil sol kesimden de bir çok isim Mirzabeyoğlu'nun bir 28 Şubat mahkumu olduğu görüşünde.

En son CHP vekili Hüseyin Aygün, Mirzabeyoğlu'nu cezaevinde ziyaret etmiş, ''Eğer DGM'ler hukuksuz mahkemelerse, 1990'lı yıllarda mağdur olmuş bütün kişilerin sorunlarına çözüm bulunması gerekir. Mirzabeyoğlu da bunlardan biridir. Yıllardır tecritte tutulmaktadır" açıklaması ile Mirzabeyoğlu'nun durumuna dikkat çekmişti.

Bugün yıllar sonra ilk kez cezaevinde çıkarılan Mirzabeyoğlu'nun DGM yargılaması hakkında da bir çok soru işaretleri vardı. Bu soru işaretleri; "28 Şubat hesaplaşması çerçevesinde bir "salıverme" ihtimalini yeniden akıllara geldi.

Başbakanlık İletişim Merkezi'ne (BİMER) gelen bir ihbar üzerine ifade vermek için Bolu Adliyesi'ne getirilen Salih Mirzabeyoğlu'nun 1 saat ifadesi alındı.

Erdiş'in ifadesi hakkında bilgi verilmedi. Polis ve jandarma adliye çevresinde yoğun güvenlik önlemi alırken, adliyeye giren vatandaşlar didik didik arandı.
haber7

AÇIKLAMA
Av. Zafer Şahin
02.12.2012



NTVmsnbc Haber Sitesinde yayınlanan 'Mahkumlardan CHP'ye Teşekkür' Başlığını taşıyan şu ( http://www.ntvmsnbc.com/id/25402627 ) haberde yer alan :

'Salih Mirzabeyoğlu da avukatları aracılığıyla Kılıçdaroğlu’na teşekkürlerini gönderdi. Ayrıca CHP'lilerle yapıtığı görüşmede cezaevinde elektro manyetik dalgalarla beyninin yönlendirildiğini, "telegram iskencesine" maruz kaldıgını iddia etti.'

İfadeleri hakkında tarafımıza bu haber hususunda yoğun sorular gelmektedir.

Bilindiği üzere CHP Malatya Milletvekili Sayın Veli Ağbaba, beraberindeki Milletvekili arkadaşlarıyla 11 Mays 2012 tarihinde Bolu F Tipi Cezaevine bir ziyaret gerçekleştirmiş ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile bir görüşme gerçekleştirmişlerdi. Oradaki, 'Telegram Aşılmışları' ilgili ve yetkililerin bizde mâlum 'psikolojik vakıa' bilgilendirmeleri (!) ne rağmen Sayın Vekil, devlet himayesi altında 12 yıldır devam edegelen bu menfur terör fiili olan 'TELEGRAM - elektromenyetik cihazlarla uzaktan zihin kontrolü ve 24 saat taciz, gözetim' işkencesini gündeme getirdi. Bu ziyaret akabinde katıldığı program ve verdiği demeçlerde cesurca ve allahlık tiplerin dalga geçmelerine rağmen bu işkenceyi dile getirdi, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine anlattığı Telegrama son verilmesini ve Kendisinin 'İçerde Tutulmaması' gerektiğini v.s. Hususları defaatle beyan ettiler.

Bu arada, daha ilk günlerde yani mezkür ziyaretten birkaç gün sonra CNN Turk İnternet Sitasinde şu haber yayınlandı :

http://www.cnnturk.com/2012/guncel/05/17/bir.baska.hapishane.manzarasi/661450.0/index.html

Bu haber üzerine ise CNN Türk'e şu bilgilendirme ve düzeltme metni gönderildi :

-

Sayın Yetkili;

Haber sitenizde 17 Mayıs 2012 tarihinde “Bir Başka Hapishane Manzarası” başlığıyla bir haber yayınlanmıştır.

CHP milletvekili sayın Veli Ağbaba;

Güzel bir hassasiyet göstermiş, bizim hiçbir bilgimiz ve talebimiz olmaksızın, tamamen kendiliğinden Bolu F Tipi Cezaevi’ne gitmiş, birçok hükümlüyle görüşmüş, gözlemlerini de kamuoyuyla paylaşmıştır.

Sayın vekilin görüştüğü isimler arasında 60’a YAKIN ESERİN SAHİBİ olan müvekkilimiz Salih Mirzabeyoğlu da vardır.

Müvekkilimize dair belirtilen hususlar gerçeği tam da yansıtmamaktadır.

Bu yüzden aşağıdaki metni yollama zarureti doğmuştur:

Salih Mirzabeyoğlu; 2000 yılından beri Telegram –Zihin Kontrolü- İŞKENCESİNE maruzdur!

Müvekkilimiz bu işkenceyi birçok eserinde dillendirmiştir.

“Telegram” ve “Ölüm Odası” bunlardan sadece iki tanesidir!

Telegram; insan iradesini ele geçirerek, istenildiği gibi yönlendirilmeye çalışılması için yapılan bir işkence türüdür.

Telegram işkencesinin felsefî, fizikî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik…vs. bir çok yönü vardır.

Şayet bir kişinin bu alanlara dair asgari bir malûmatı yoksa kolaylıkla “böyle bir şey olamaz” diyebilir.

Konuya ilgi duyanlar, internet arama motorlarına “zihin kontrolü, telegram ve mind control” yazarak Türkçe ve yabancı dillerde yazılmış bir çok kitap ve makaleye ulaşarak meselenin mahiyet ve şiddetini görebilirler.

Bu konuda Türkçe kaleme alınmış veya Türkçeye çevrilmiş onlarca kitap da mevcuttur.

Nevzat Tarhan, Selim Şeker, Ahmet Maranki, Ümit Sayın, Ömer Özkaya… bu konuya dair Türkiye’de ihtisas sahibi olan akademisyen ve araştırmacılardan sadece bir kaçıdır!

Telegram işkencesi; artık iyice avamîleşmiş olan bir işkence yöntemi olup, artık herkesçe bilinmektedir!

Bu işkence yeni bir işkence de değildir!

Tarihi 1940’lara dayanmakta olup, özellikle ABD, Sovyet Rusya ve İsrail tarafından o günden bugüne değin GELİŞTİRİLEN BİR TEKNOLOJİNİN ÜRÜNÜDÜR!

Nitekim birçok istihbarat örgütü devlet başkanlarını yurtdışı ziyaretlerinde elektro-manyetik dalgalarla yapılan saldırılara karşı korumak için ciddi tedbirler almaktadır!

Holywood sinemasının özellikle son 5 yılda ele aldığı bu işkenceyi;

BİLDİK VE HÂKİM İSPAT MATIĞIYLA ispatlamak mümkün değildir!

İşkencenin temel mantık ve hedefini Doç. Dr. Ümit Sayın bir konuşmasında gayet güzel özetler: “VERİRSİN DALGAYI… ANLATMAYA KALKSA ANLATAMAZ.”

Gerek müvekkilimiz ve gerekse bizler;

S. Mirzabeyoğlu’nun Kartal F Tipi Cezaevi’ne konulduğu 2000 yılından beri maruz kaldığı TELEGRAM İŞKENCESİ’ni her mahfilde dillendirmemize rağmen, devlet ve hükümet yetkilileri işkencenin giderilmesi için en ufak bir teşebbüste dahi bulunmamışlardır.

İşkenceyi gidermek bir tarafa “işkence yapılmamaktadır” türünden bir açıklama dahi YAPAMAMIŞLARDIR!

Çünkü herkes bilmektedir ki; müvekkilimize TELEGRAM işkencesi uygulanmaktadır.

Kamuoyunun daha ziyade dikkat çekilmesi gereken nokta;

60’a yakın eser veren FİKİR ADAMINA uygulanan bu işkencenin niçin ciddiyetle ele alınmadığıdır?!.

Unutulmamalıdır ki; SON DERECE TEKNİK bir işkence olan Telegram işkencesine;

Psikiyatrik bir vakıaymış gibi yaklaşmak İŞKENCENİN BİZÂTİHÎ kendisi ve asıl hedefidir!

Saygıyla duyurulur. 17 Mayıs 2012.

Av. Harun YÜKSEL

Av. Hasan ÖLÇER

Av. Güven YILMAZ

Av. Ahmet ARSLAN

Av. Zafer ŞAHİN

Av. Ahmet CENGİZ

Av. Halil BİNGÖL

Av. Halil KILIÇ

Av. Hasan SOLAK

Av. Zeliha KILIÇPARLAR

Av. Mehmet TIĞLI

Av. Ali Rıza YAMAN

-

Ve bu açıklama metni aynı zamanda Sayın Milletvekillerine, Veli Ağbaba'nın e-mail adresi ve facebook sayfasına da iletildi. Buradaki amaç, kamuoyunun doğru bilgilenmesi, hem mevzuun özel mahiyeti hem Telegram işkencesi hâmilerinin negatif maniplasyonlarına da engel olmaktır.

Bu yukarda belirttiğimiz umumi açıklama ve bilgilendirme metninden ayrı, onunla birlikte ve fakat 'şahsi' ve genel değil, şahsa hitaben-özel bir 'teşekkür ve bilgilendirme' metni tarafımızca Sayın Vekil'e e-mail yoluyla umumi açıklamayla birlikte ek olarak iletilmiştir. Tarafımızın 20 Mayıs 2012 Tarihinde Sayın Vekil'e e-maille ilettiği işte bu şahsi teşekkür ve bilgilendirme mektubu, NTVmsnbc haber sitesinin başta belirttiğimiz haberinde yer alan ifadelere kaynak teşkil ettirilmiştir. Olayın aslı ve faslı budur.

Ben, şahsen buradan Sayın Veli Ağbaba'ya göstermiş olduğu duyarlılık, hassayiyet ve alakalarından dolayı tekrar teşekkür eder ve Sayın Kılıçdaroğlu'da Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu için, 12 yıldır devam etmekte olan işkence için sesini yükseltse, icra makamlarından bir hesap istese, aynı şekilde Sayın Kılıçdaroğluna'da teşekkür ve vefayı borç bilmekten çekinmem.

Bu minvalde, mezkür habere kaynak olan Sayın Ağbaba'ya şahsen hususi olarak ilettiğimiz 'Teşekkür ve Bilgilendirme' yazısı aynen şudur :

-

İleti başlangıcı:

Kimden: "Av. Zafer Şahin" <av>
Tarih: 20 Mayıs 2012 09:27:46 GMT+03:00
Kime: "bilgi@veliagbaba.com" <bilgi>
Konu: Bolu F tipi cezaevi ziyareti hakkında

-

Sayın Milletvekili,

Öncelikle 11 Mayıs 2012 Tarihli Bolu F Tipi Cezaevini ve Müvekkilimiz Sayın Salih Mirzabeyoğlu'nu ziyaret ederek göstermiş olduğunuz hassasiyet ve duyarlılıktan ötürü teşekkür ederim.

Aynı gün Şahsımız ve üç Avukat meslektaşımızla birlikte saat 15:00'te Müvekkilimizi ziyarete geldiğimizde, Sizin, Müvekkilimizle görüşmede olduğunuzu öğrendiğimizde görüşmenizi bölmemek için saat 16:00'ya kadar bekledik. Görüşmeniz bittiğinde Biz görüşmeye girdik. Saat 17:00'de çıktığımızda Sizin diğer ziyaretleriniz devam ettiğinden, biraz bekledikten sonra cezaevinden ayrıldık. Dolayısıyla o gün Sizle görüşme ve Teşekkür etme fırsatı olmamıştı.

Müvekkilimiz de ziyaretinizden, ilgi ve alakanızdan memnuniyetle bahsetti.

Sayın Milletvekili,

Bilindiği üzere Salih MİRZABEYOĞLU, 1998'in sonunda gözaltına alınmış, 2001 yılında tartışmalı bir yargılama süreciyle idam cezasına mahkum edilmiş, aynı yıl cezası onanmış ve bugün halen cezaevinde, tek kişilik hücrede ağır tecrit şartları altında.

Fakat asıl temas etmek istediğimiz konu hadisenin bilinmeyen kısmı, Telegram - uzaktan zihin kontrolü uygulamasıdır. Müvekkil 2000 yılından, Metris Cezaevinde askerler tarafından linç edilerek Kartal Cezaevine naklediği tarihten bugüne kadar ve HALEN Bolu F Tipi Cdzaevinde 24 saat bu 'Telegram - zihin kontrolü' adı verilen uygulamaya-işkenceye maruzdur. Bugüne kadar hiçbir Devlet kurumu bu hususta en ufak bir açıklama yapmamışlardır. Bu konu her mahfilde dillendirilmesine rağmen adeta üzerinde bir 'sessizlik mutabakatı' vardır ve Hukukta gayet tabi olarak yeri olmayan bu uygulama-işkence hakkında etkili - yetkili HİÇ KİMSE hiç bir şey yapmamakta, hiç bir açıklama da yapılmamaktadır. Müvekkilin, Kartal Cezaevindeki süreç hakkında o dönem ve aynı işkence şartları altında yazdığı 'Telegram - Zİhin Kontrolü' adlı bir eseri mevcuttur. Şu an haftalık tefrika edilmekte olan ve kitap olarak ilk cildi basılma aşamasında olan 'Ölüm Odası - B-7 Koğuşu' isimli eserinde de bu zihin kontrolü işkencesi (hem halen yaşanmakta) anlatılmaktadır.

Hiçbirşeyin ilelebed gizli kalmadığı özellikle günümüzde, bu mevzu da mutlaka bir gün ortaya çıkacaktır. Fakat o zaman, şu an Devlet koruması ve Devlet gözetiminde 'terörle mücadele (!)' kılıfı altında tatbik edilen (tabiri caizse) vahşetin bedeli ne olacaktır, hesabı nasıl verilebilecektir ?

Zaten tek kişilik hücrede tecrit altında bulunan bir insanla 'terörle mücadele' den bahsedilebilir mi ? Hukukun en temel prensibi 'suç ve cezada kanunilik' prensibiyle mevcut durumun izahı kabil değildir.

Sayın Milletvekili,

Bugüne kadar ne zaman bu konu biraz konuşulmaya başlansa, kasıtlı ve bilinçli olarak 'cezaevi şartlarının insan psikolojisini bozduğu' daha açık söyleyelim 'isterseniz doktora sevk edelim' mukabelesi ve tehdidiyle karşılaşıldı.

Buradaki başlıca amaç ise :

Birincisi; 'Telegram - zihin kontrolü' nü yok saydırmak gizlemek, işkence ve 24 saat sözlü ve fiziki elektromanyetik-görünmeyen işkencenin gizli kalmasını sağlamak.

İkincisi; hedef kişinin (yani Müvekkilin) psikolojik sorunları olduğu intibaı ve algısı oluşturmak. Bu yolla Şahsiyetini yok etmeye, fikriyatını-düşünce hayatı ve eserlerini değersizleştirmeye çalışmak.

Eskiden işkence siyasi şubelerde kaba dayak ve doğrudan elektriğe bağlama şeklindeydi. Şu anki bizim bahsettiğimiz yöntem ise görünmeyen, hiç bir iz bırakmayan, bununla birlikte hedef kişinin her türlü zihinsel veya fiziksel kontrolünü sağlamaya matuf, insan onur ve kişiliğini (durdurulmadığı sürece) mütemadiyen ayaklar altına alan bir yöntemdir.

Müvekkilimzin yaşarken yazdığı eserinden, bir nebze bilgi edinmenizi sağlayabilecek hususlarla ilgili bir linki buraya kopyalıyorum :

http://www.yeniakademya.org/yazarkonu-58-__salih_mirzabeyoglu__-479-mirzabeyoglu_telegram’in_faillerini_ifsâ_ediyor.html

Umarız bir fikir verebilir. Biz yıllardır Müvekkilimizle her hafta görüşmekte ve konuya şahit ve vakıf olmaktayız fakat mevzuyu yeni duyan, bilgisi olmayanlar bakımından ilk başta mevzu yabancı gelebilir. Fakat bu hadise maalesef vardır. Hangi hukuk ve yetkiyle bilinmez şekilde 'gizli' tutulmaktadır. Şu an 'cihaz' ve 'fail'lerini bilme imkanımızın olmaması, konuyu görmezden gelmemize, izah etmeye çalışmamamıza sebep değildir.

Sayın Veli Ağbaba,

Müvekkilimizin bugün itibariyle14 yıldır yaşadığı her şeye rağmen hiçbir ruhi ve fiziki rahatsızlığı, psikolojik bir şikayeti veya rahatsızlığı yoktur. Zannederiz görüşmeniz esnasında Sİz de müşahade etmişsinizdir. Belirttiğimiz gibi yalnız bugün değil, yıllardan beridir sırf 'gizli' ve 'ileri teknoloji ürünü' bir üniteyi perdelemek adına Müvekkilin psikolojik rahatsızlığı olduğu ileri sürülmeye çalışılmakta, Telegram - zihin kontrolü hususunda ise Hukuka en başta kendisinin uyması gereken devlet organları tarafından 'sessizlik' ten başka hiç bir şey yapılmamaktadır. Bu hususları bilgi ve dikkatlerinize sunar, iyi niyetli emek, çaba ve alakalarınızdan dolayı tekrar teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz.

20 Mayıs 2012

Avukat. Zafer Şahin

Sultanahmet - İSTANBUL

av.z.sahin@gmail.com

Tel 0533 547 04 88

(Not : Sayın Ağbaba, CNNTÜRK Haber kanalı sitesine gönderdiğimiz 'cevap ve düzeltme' mahiyetindeki açıklamamızı, Zatıalinize ayrı bir e-mail olarak ileteceğiz.)

Haber1001

28 Şubat’ın çilesini en fazla o çekti çekmeye devam ediyor
07.12.2012
E-Posta: rcakir@gazetevatan.com



Salih Mirzabeyoğlu ile baş başa iki saat


Ruşen Çakırİzzet Salih Erdiş, 28 Şubat sürecindeki yargılama sonucu “somut delil bulunmamasına rağmen” örgüt lideri olduğu gerekçesiyle önce idama sonra müebbete mahkum oldu. Eserlerinde Salih Mirzabeyoğlu maslahını kullanan Erdiş 14 yıldır cezaevinde.

VATAN yazarı Ruşen Çakır, 60’a yakın kitabının dörtte birini ‘içerde’ yazan Erdiş’le cezaevinde konuştu.

Önceki gün öğleden sonra, Bolu F Tipi Cezaevi’nde tek kişilik hücrede yatmakta olan Salih Mirzabeyoğlu ile (gerçek adı İzzet Salih Erdiş) yaklaşık iki saat açık görüş yaptım. En son yaklaşık 25 yıl önce sohbet etmiştik, 13 yıl önce de kendisini uzaktan gördüm. Hafif kilo alması ve tabii yaşlanması dışında bıraktığım gibi bir Mirzabeyoğlu bulduğumu söyleyebilirim. Galiba aradan bir çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen pek bir şeyin değişmediğini sohbet sırasında ağzımdan dökülen şu sözler özetliyor: “İnan bana, senin söylediklerini 25 yıl önce de anlamıyordum, şimdi de anlamakta zorlanıyorum!”

Mirzabeyoğlu’nu biraz bilenler, onun kitaplarına şöyle bir göz atmış olanlar ne demek istediğimi çok iyi anlamışlardır. Çünkü o Türkiye’deki İslami hareket içinde bir başka dalga boyutunda yazan, çizen, fikir üreten ve belki de yaşayan biriydi ve hâlâ öyle. “Üstad” gördüğü ve son yıllarında en yakınında olduğu Necip Fazıl Kısakürek’in yoğun etkisi altında felsefi yönü hayli ileri ve derin bir İslamcılık yorumu geliştiren, bunu yine Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” adını verdiği düşüncesinden esinlenerek “İbda” diye adlandıran Mirzabeyoğlu’nu 25 yıl öncesinin ortalama İslamcı söyleminin çerçevesi içinde anlamak, anlamlandırmak zordu, bugün de öyle.

Genç yaşta ideolog

Mirzabeyoğlu ile ilk kez 27 yıl önce, İstanbul Cağaloğlu’nda, takipçilerinin çıkardığı Tavır Dergisi’nin bürosunda karşılaştık. Ben 23 yaşında mesleğe yeni atılmış bir gazeteciydim. O ise 35 yaşında olmasına rağmen çoktan “ideolog” olarak tanımlanıyordu. Kendisiyle Nokta Dergisi’nin “Dinci Gençlikte Patlama” başlığıyla çıkan kapak dosyası için söyleşi yaptım ama benim somut sorularıma son derece soyut ve bir haber dergisinin sınırlarını epey zorlayan cevaplar vermiş olduğu için bunu yayınlama imkanımız olmadı. Bu nedenle bana kızgındı, ama arada sırada Tavır’a uğradığımda çay-sigara eşliğinde sohbetlerimize, mesafeli de olsa devam ettik. (Ben 15 yıl önce bıraktım ama Mirzabeyoğlu günde yaklaşık 3 paket sigara (Tekel 2000) içmeyi sürdürüyor.)

Onu yıllar sonra Metris Cezaevi’nde İbdacı tutukluların 5 Aralık 1999’da çıkarttıkları olaylardan kısa bir süre sonra uzaktan görme şansım oldu. Olayların aslını doğrudan kendilerine sormak için bir ziyaret günü Metris’e gitmiştim ve tanıdığım bazı genç İbdacılarla görüşüyordum. Tam o sırada tel örgülerin diğer tarafında büyük bir hareketlilik oldu ve diğer tutukluların saygı gösterileri arasında içeri Mirzabeyoğlu girdi. En uca oturup ailesiyle görüşen Mirzabeyoğlu’nu ne doğru düzgün görebildim, ne de kendisiyle konuşma imkanım oldu.

Ne kusur işledi?

“Değişmemiş” diyorum ama tam bir çileyle geçmiş 14 yılın ondaki insani, duygusal yönü daha fazla ön plana çıkarmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öyle ki, o duygusal atmosferde kendisine şu soruyu sorma cüreti bile gösterebildim: “Bu süre içinde İslamiyet ile, Allah ile ilişkini yeniden düşündün mü?”

Sanıyorum 25 yıl önce kendisine bir şekilde buna benzer bir soru sorsam ağzımın payını alırdım ama Mirzabeyoğlu bu soruma hiç kızmadı, hatta belki memnun bile olmuştur ve tereddütsüz şu cevabı verdi: “Bir tek defa bile Allah’a sitem etmedim. Kusuru hep kendimde buldum.”

Peki Mirzabeyoğlu ne kusur işledi ki 14 yıldır içerde, 3 metrekarelik hücrede dışarı çıkma imkanı olmadan ömrünü geçiriyor? Hızla hatırlayalım: Kamuoyu onu, küçük çaplı da olsa bazı terör eylemlerine karışmış olan İBDA-C’nin lideri olarak tanıyor. Nitekim kendisi bu suçlamayla 28 Aralık 1998 günü, büyük kızının okuduğu ilkokulun bahçesinde, eşi ve çocuklarının gözleri önünde gözaltına alındı. Hızlı bir yargılamanın ardından 2 Nisan 2001 tarihinde idama mahkum edildi, idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte cezası ağırlaştırılmış müebbete çevrildi.

Nevi şahsına münhasır

Ama tarafsız bir gözle dosyasını inceleyecek bir hukukçu, onun 28 Şubat sürecinin olağanüstü yargısının bir mağduru olduğunu kavrar. Ayrıca benim gibi Türkiye’de İslami hareketi, Mirzabeyoğlu’nu ve İbda/İBDA-C olgusunu az buçuk bilen birileri de sağa sola atılan molotof kokteylleriyle Mirzabeyoğlu arasında doğrudan bağ kurmanın akıldışı olduğunu bilir. Nitekim mahkeme “somut delil bulunmamasına rağmen” onun örgüt lideri olduğuna hükmetti.

28 Şubatçıların çok aradığı günah keçilerinden birisi olduğu için Mirzabeyoğlu’nun başına bunların geldiği açık. Ancak 10 yıldır AKP tarafından yönetilen Türkiye’de onun hücresinde unutulmuş olmasını sadece 28 Şubat’la açıklayabilir miyiz? Sanmıyorum. Örneğin iç içe geçmiş iki nedenin altını çizebiliriz:

1) İslami hareket içinde “nevi şahsına münhasır” bir isim olan Mirzabeyoğlu ve onun başlattığı İbda hareketi, diğer İslami gruplara karşı oldukça mesafeli ve hatta yer yer saldırgan bir tutum benimseyerek baştan yalnızlığı seçmişti;

2) 1990 ortalarından itibaren gerçek güçlerinin çok üstünde bir meydan okuyuşla ortaya atılan İbdacılar çok ciddi darbeler yiyip iyice marjinalleştiler, öyle ki Mirzabeyoğlu’na bile uzun bir süre yeterince sahip çıkamadılar.

“Telegram işkencesi”

Önceki gün, hep olduğu gibi Mirzabeyoğlu anlattı, ben dinledim. Mirzabeyoğlu, cezaevinde yıllar boyunca “Telegram” adını verdiği bir işkenceye maruz bırakıldığını söylüyor, hatta bu konuda iki ayrı kitabı da var (60’ya yakın kitabının dörtte birini içerde yazmış). Avukatlarından Ali Rıza Yaman “telegram”ı şöyle özetliyor:

“Telegram, düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla iradenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik olarak yapılan bir işkence türüdür. Telegram, insan iradesini ele geçirerek, istenildiği gibi yönlendirilmeye çalışılması için yapılan yeni bir işkence türüdür. Telegram işkencesinin felsefi, fiziki, ruhi, ilmi, tıbbi, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vs... birçok yönü vardır. Şayet bir kişinin bu alanlara dair asgari bir malumatı yoksa kolaylıkla ‘böyle bir şey olamaz’ diyebilir. Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik hukuk ve tıp mantığıyla ispatlamak pek mümkün değildir. En büyük işkence de budur.”

Mirzabeyoğlu uzun uzun “telegram” yüzünden başına neler geldiğini, sık sık “anlatabiliyor muyum?” diye sorarak anlattı, ben de başımı “evet” anlamında salladım ama anlamış olduğumu sanmıyorum. Yanlış anlaşılmasın, onun iddialarının asılsız olduğunu savunmuyorum; sadece avukatı Yaman’ın da dediği gibi söz konusu alanlarda bilgi sahibi değilim. Yapabileceğim tek şey, devletten, uzmanları görevlendirip Mirzabeyoğlu’nun iddialarını araştırmasını talep etmek olabilir.

Ama daha başka bir talebim daha var: 28 Şubat sürecinde alelacele sonuçlandırılan Mirzabeyoğlu ve onunkine benzer dosyaların mahkemelerce yeniden ele alınmasını mümkün kılacak yasal düzenlemeler yapılması.

Mirzabeyoğlu bana, “Hakikaten cezaevinde yaşayan insanlar var, ama ben öyle biri değilim” diyerek özgürlük beklentisini dile getirdi, ama hemen arkasından şunu da ekledi: “Eğer başka türlü davransaydım şu an burada olmazdım.”

Ne demek istediğini çok iyi anladığımı sanıyorum. Benim tanıdığım Mirzabeyoğlu gurur ve onuruna çok düşkündür, yani çektiği çilelerden kurtulmak veya bunları azaltmak için eğilip bükülecek biri değildir. Umarım onun bu dik duruşu özgürlüğüne kavuşmasını daha da geciktirmez.

Sonuç olarak Mirzabeyoğlu ülkemizde sayıları hiç de az olmayan düşünce suçlularından biridir ve en kısa sürede kendisine yapılan haksızlığın sona erdirilip özgürlüğüne kavuşması sadece o ve sevenleri için değil tüm Türkiye için hayırlı olacaktır.

KİMDİR?

Salih Mirzabeyoğlu tam 14 yıldır cezaevinde

1950’de Erzincan’da doğan İzzet Salih Erdiş’in yazı ve şiirleri lise yıllarında Babıali’de Sabah gazetesinde yayınlanmaya başladı. 1970’li yılların ortalarında Milli Selamet Partisi’ne yakınlığıyla bilinen Akıncılar Derneği’nin kurucularından oldu. Gölge ve Akıncı Güç dergilerini çıkarttı. Necip Fazıl Kısakürek yönetimindeki Büyük Doğu-Rapor (1979-80) seçkisinde yazılar yazdı. 12 Eylül askeri darbesinden sonra bir süre arandı, ancak tutuklanmadı. 1984’ten sonra yazı hayatına ağırlık verdi. Erdiş 1991’de bir süre tutuklanıp serbest bırakıldı. 1998’de tekrar tutuklandı ve idamla yargılandı. İdam cezası kalkınca ömür boyu hapse mahkum edildi. 60’a yakın kitabı İbda Yayınları tarafından yayınlandı.

Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/Haber/497678/1/Gundem


Çevik Bir, Karadayı adına Yargı'da terör estirmiş
8 Aralık 2012



28 Şubat sürecinde Çevik Bir ‘Genelkurmay Başkanı adına’ yüzlerce suç duyurusu yaptı. ‘Takipsizlik’ verilen dosyaları emirle yeniden açtırıp, istediği gibi karar çıkarttı. Emre itaat etmeyen hakim-savcı sürgün edildi.

HAMZA ERDOĞAN / STAR

TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na Adalet Bakanlığı’ndan yeni gelen belgeler, 28 Şubat sürecinde TSK’nın, mahkemelere ve Adalet Bakanlığı’na resmen emir ve talimatlar yağdırdığını ortaya çıkardı. Buna göre, kendileri ile ilgili en küçük bir eleştiri yapan gazeteciler hakkında Adalet Bakanlığı’na suç durusunda bulunan 28 Şubatçıların, takipsizlikle sonuçlanan yada kapanan dosyaları talimatla yeniden açtırdıkları ve lehte karar aldırdıkları görülüyor. Üstelik kararın istedikleri yönde çıkması için dosyaları ‘derhal’ vurgusuyla askeri üyelerin bulunduğu Ağır Ceza Mahkemelerine aldırmışlar. Talimatlara uymayan hakim ve savcılardan bazılarının yerini değiştirilmiş, bir kısmına ise cezalar verilmesi sağlanmış. Yargıya verilen talimatların çoğunun altında ise dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ‘namına’ Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in imzaları var.

Çevik Bir, yargıya emir veriyor

STAR, Adalet Bakanlığı’ndan geç geldiği için Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu raporuna girmeyen belgelere ulaştı. Adalet Bakanlığı’ndan yeni gelen belgelerde, BÇG’nin başındaki Çevik Bir’in yargıya yönelik şok yazışmaları yer aldı. Gelen belgelerde askerin, özellikle Adalet Bakanlığı ve mahkemeler üzerinde kurduğu baskının sadece brifinglerle sınırlı kalmadığı anlaşıyor.

İsteğimiz işlemi yap acil bilgi ver

Adalet Bakanlığı’ndan gelen çok sayıdaki belgelerde, TSK’nın, 28 Şubat sürecinde tüm yazılı basın taranarak kendileri aleyhinde olan yazı ve haberler varsa, kendilerine suç isnat eden yada tenkit eden ne kadar yazı varsa bunlarla ilgili Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulundukları görülürken, sonucundan da Genelkurmay Başkanlığı’nın acilen haberdar edilmesi talep ediliyor. Yazışmaların baskı unsuru olarak kullanılması dikkat çekiyor. Suç duyurularındaki temel suçlamanın “devletin askeri kuvvetleri alenen tahkir ve tezyif edilmektedir” klişesi olması da dikkat çekiyor.

Bakanlık takipçisi olmuş

Savcılıklara yapılan suç duyurularının ardından Çevik Bir’in ‘gizli’ ibareli yazışmalarla Adalet Bakanlığı’ndan ivedi olarak bilgi istediği görülüyor. Bakanlıkların, ilgili makamlardan dosyalarla ilgili aldıkları bilgi ve belgeleri ise Genelkurmay Başkanlığı’na ‘Arz olunur’ ibaresi ile çok kısa sürede ulaştırdıkları anlaşılıyor.

Beğenmedim ağır cezaya gitsin

Genelkurmay Başkanlığı, o dönemde sadece suç duyurusu yapmakla kalmamış, suç duyurusunda bulundukları dosyalara bakan hakim ve savcıları yakın markaja da almış. Açtıkları davaların sonuçlarını beğenmeyince müdahale etmişler. Örneğin gazetecilerle ilgili yapılan suç duyurularında takipsizlik kararı verilince derhal harekete geçip itiraz ettikleri görülüyor. Çevik Bir imzalı yazılarda, mahkemelere “Siz... takipsizlik verdiniz. Derhal dosyayı Ağır Ceza mahkemesine gönderin” diyerek savcı ve hakimlere doğrudan talimatlar verildiği görülüyor.

Emre karşı gelene ceza var

Belgelere göre, ayrıca, Çevik Bir imzası ile açılan davalarda istenen sonuçlar alınmayınca zorbalığa başvurulmuş. Buna göre, kendi talimatlara uymayan ya da istedikleri yönde karar vermeyen hakim ve savcıları cezalandırmışlar. Bunun için özellikle hakimler hakkında Adalet Bakanlığı ile HSYK üzerinden baskılar kurulmuş. Hakim ve savcıların tayinleriyle ilgili bizzat müdahil olmuşlar. Çok sayıdaki belgelerden bunların bir kısmında yer değiştirme bir kısmında ise cezalar verdikleri anlaşılıyor.

‘Postallı demokrasi’ dedi Yazıcıoğlu’nu cezalandır

GENELKURMAY’IN 28 Şubat sürecinde hakkında suç duyurusu yaptığı binlerce kişilik isim listesi de belgeler arasında. Ancak; suç duyurusunda bulunanların çoğunluğunu gazeteciler, siyasetçiler ve STK temsilcileri oluşturuyor. Bunların arasında Nazlı Ilıcak ve merhum BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu dikkat çekiyor. Özellikle Yazıcıoğlu hakkında Meclis’te yaptığı “Türkiye Cezayir olmayacak; ama Suriye de olmayacak” sözü başta olmak üzere çeşitli konferanslarda yaptığı konuşmalarla sürece karşı çıkışını özetleyen “Postallı demokrasi istemiyorum” şeklindeki beyanatları tek tek tespit edilerek hakkında tek suç duyurusunda bulunulmuş.

KAPANAN DOSYA AÇILDI BİR’İN İSTEDİĞİ KARAR ÇIKTI

KOMİSYONA gelen belgeler arasında, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi H. Atasoy, başörtüsüyle kampusa girdiği için “Bir yarıyıl yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma” cezası aldı. Kararın iptali için dava açtı. Davayı inceleyen Bursa 2. İdare Mahkemesi, disiplin cezasının uygulanmaması için “Yürütmenin durdurulmasına” karar verdi. Ancak BÇG devreye girdi. Mahkemenin Başkanı Sabri Ünal Aydın Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine, mahkemenin üyesi Mehmet Ali Ceran ise Gaziantep Vergi Mahkemesi üyeliğine gönderildi. Yerlerine atanan yeni hâkimler kanalıyla, dosyanın yeniden açılmasını sağlanarak dava öğrenci aleyhine sonuçlandırıldı.

Star Gazetesi

28 Şubat'a temyiz
Okan KONURALP/ANKARA
27 Aralık 2012



CHP Lideri Kılıçdaroğlu gazete ve TV’lerin Ankara temsilcilerinin katıldığı basın toplantısında bir soru üzerine 28 Şubat yargılamalarının yeniden yapılmasına destek verebileceklerini söyledi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gazete ve televizyonların Ankara temsilcileriyle dün kahvaltıda bir araya geldi. ODTÜ olaylarına değinen ve “Eğer bir ülkenin başbakanı üniversite kampusuna 3500 polisle giriyorsa, olayların çıkması da şaşırtıcı olmaz. Siz bir düşman ülkesine mi giriyorsunuz?” diyen Kılıçdaroğlu özetle şunları söyledi:



Kılıçdaroğlu'nun dikkat çeken açıklamaları arasında İBDA/C lideri olduğu iddiasıyla 28 Şubat sürecinde yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılan Salih Mirzabeyoğlu’nun ismi çevresinde sürdürülen “28 Şubat süreci yargılamalarının yenilenmesi” tartışmasına verdiği yanıt oldu. Kılıçdaroğlu, “28 Şubat sürecindeki yargılanmaların yenilenmesi olasılığına nasıl bakarsınız?” sorusuna “Olağanüstü mahkemelerin tümüne karşıyız, onların yaptığı yargılamalara da karşıyız. Yeniden yargılama başlarsa destek veririz. Mağdur kim olursa olsun olağanüstü mahkemelerde yargılanıyorsa bu mahkemelerin adalet dağıtmadığı kanısındayız” dedi. Bir süredir aralarında Mazlum-Der’in de olduğu bazı sivil toplum örgütleri öncülüğünde 28 Şubat sürecindeki yargılamalarının yenilenmesi kampanyası yürütülüyor. Özellikle Mirzabeyoğlu bu kampanyanın merkezinde yer alıyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün’ün de, “Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatları ve sevenleri bize bu konuda başvurdu. O dönemde yargılamaları örnek teşkil edecek cinsten” diyerek, dönemin yargılamalarıyla ilgili dosyayı Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiğini açıklamıştı.

SİVAS’TAN EMEÇ’E

Kampanya Sivas Davası hükümlülerini de kapsıyor. Sivas Davası sürecinin ikinci yargılanması Kasım 1997’de tamamlandı. Aralık 1998’de Yargıtay hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000’de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. Aralarında “Düzce- Hizbullah” davasının da bulunduğu bazı yargılamalar, Aczmendilerin lideri Müslüm Gündüz ile Çetin Emeç ve Turan Dursun’un öldürülmelerinden sorumlu tutulan İslami Hareket Örgütü üyesi İrfan Çağrıcı’nın ismi de 28 Şubat yargılamaları kapsamında değerlendiriliyor, yargılamalarının yenilenmesi talep ediliyor.
(..)

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22240730.asp

"TÜM DARBELERİN MAĞDURLARI İÇİN KOMİSYON KURULACAK"

18 Şubat 2013

28 Şubat darbesinin mağdurları için bir komisyon kurulup kurulmayacağı yönündeki soruya Karayel, sadece 28 Şubat için değil tüm darbelerin mağdurları için böyle bir teklifin söz konusu olduğunu aktardı. Karayel, şu ifadeleri kullandı: “Özellikle bu darbelerde mağdur olmuş olan, hak kaybına uğramış olan haksız yere şuanda hapishanelerde yatan insanlarla ilgili yeni düzenlemeler yapılarak, tabiri caizse bunlarla ilgili yeni düzenlemeler hayata geçirilmelidir diyoruz. Darbe mağdurları için komisyon, önerdiğimiz teklifler içerisinde darbe mağdurlarının hak kayıplarının araştırılması ile ilgili kısımda var. 60 darbesi dahil olmak üzere, 27 Nisan da dahil olmak üzere bunların hepsinde memuriyetten atılanlar var, iş kaybına uğramış olanlar var, emekliliğini elinden alınmış olan var, tabiri caizse işkence görenler var, uzuvlarını kaybedenler var, aile içerisinde çok büyük zarar görmüş insanlar var. Bunların hepsi birer hak kaybıdır. Bunların hepsinin tespiti yapılarak, bunları hükümete ve devlete bildirerek, bunlarla ilgili düzenlemeler yapılabilir. Bu düzenlemelerin olabilmesi için verilerin olması gerekir. Bu verileri elde etmenin yolu da böyle bir komisyon kurarak, tüm millete açık olarak mağduriyeti olan insanların müracaatı sağlanabilir. Bunlar bir komisyonca incelenebilir. Komisyonun neticesinde de eğer bir hak kaybına uğramış insanlar topluluğunun listelemesi yapılırsa bunların gereği devlet tarafından yapılması icap eder.

Yaşar karayel
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma 28 Şubat Alt Komisyonu ve AK Parti Kayseri Milletvekili
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Şub 24, 2013 12:47 am    Mesaj konusu: Salih Mirzabeyoğlu’nun Avukatlarından "Paket" açık Alıntıyla Cevap Gönder

Mirzabeyoğlu'nun avukatlarından 'yeniden yargılama' açıklaması
04.11.2012



Kamuoyuna; 11.10.2013 günlü Bolu Cezaevi’nde Sayın Salih Mirzabeyoğlu ile gerçekleştirilen görüşme sonrası yapılan açıklamada da belirtildiği üzere; yeniden yargılama müracaatı ile ilgili çalışmalar Av. Hasan ÖLÇER başkanlığında devam edilmektedir. Bu çalışmaların mahiyeti gereği; müracaatın zamanlaması ve kapsamı, hukukçulardan müteşekkil heyet tarafından kararlaştırılacaktır. Çok yönlü temas ve değerlendirmeler halen yapılmakta olup, konuya ilişkin kamuoyunun bilgilendirilmesine ihtiyaç duyulduğunda, tabii olarak heyet başkanı Av. Hasan ÖLÇER tarafından gerekli açıklamalar yapılacaktır.

Av. Hasan ÖLÇER Av. Güven Yılmaz Av. Ahmet Arslan Av. Ali Rıza Yaman Av. Harun Akdere Av. Zafer Şahin
haber93

Salih Mirzabeyoğlu’nun Avukatlarından "Paket" açıklaması
08 Ekim 2013



Kamuoyu’na;

Mirzabeyoğlu Davası, herkesin bildiği üzere, olağanüstü bir dönemde, 28 Şubat’ta başlayan bir davadır. Olağanüstü dönemde görülen bu davada birçok hukuk cinayeti işlenmiş ve hukuk, işlenen cinayetin basit bir âleti konumuna indirgenmiştir.

Bu yönleriyle hukukî olmaktan daha çok siyasi mahiyet arzeden bu dava aynı zamanda tarihi bir nitelik de taşımaktadır.

Salih Mirzabeyoğlu’nun karar sonrası “TİYATRO BİTTİ” şeklinde ifade ettiği üzere davada hukukun nasıl katledildiğine, hâkimlerin, savcıların nasıl baskı altına alındığına dair her türlü bilgi, belge ve şâhitlik bizim için son derece değerlidir.

Tarihî belgeler arasında, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 2013/ 43 Esas numaralı davanın iddianamesi de yer almaktadır.

28 Şubat’a ilişkin olan bu iddianamenin tanzimi, mahkemece kabulü ve üzerine bir yargılamanın bina edilmesi BİLE o dönemdeki hukuksuzluğun her türlü izah ve ispattan vareste bir durum arzettiğini ortaya koymaktadır.

Diğer taraftan TBMM tarafından oluşturulan darbeleri araştırma komisyonu tarafından da Mirzabeyoğlu davası’na ilişkin özel bir bölüm açılarak, bu dava 28 Şubat dönemi yargılamalarındaki hukuksuzluğun en önemli misali olarak gösterilmiştir.

Bütün bu değerli belgelerin, bilgilerin ve şâhitliklerin Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında devam eden MEVCUT HUKUKSUZLUĞU GİDERİCİ BİR MAHİYET ARZ ETMESİ için Türkiye’nin hem siyasî ve hem de hukukî olarak bir normalleşme sürecine girmesi gerekmektedir.

Ne zaman ki, 28 Şubat yargı kararları hiçbir kayıt, şart ve talebe bağlı kalmaksızın, ivedilikle ve re’sen iptal edilir, bunun hukukî ve teknik alt yapısı hazırlanırsa işte o zaman Türkiye’de belki bir normalleşmeden bahsetmek mümkün olabilir.

Kamuoyu, 28 Şubat’ın aktörlerinin hukuku baskı altına almaktan yargılandığı ve hepsinin teker teker tahliye edilmesine karşın müvekkilimiz Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere o dönemde yargılanan birçok insanın HÂLÂ cezaevinde esir tutulduğu bir Türkiye tablosuyla karşı karşıyadır.

28 Şubat yargı kararlarının hâlâ câri olduğu günümüzde, Mirzabeyoğlu Davası’ndaki hukuksuzluklara ilişkin her türlü bilgi, belge ve şâhitliğin hukukî ve teknik mânâsıyla da değerli bir hâl alması için yapılması gereken; “AMA, FAKAT, LÂKİN VE ANCAK”A MAHÂL VERMEYECEK AÇIKLIK, NETLİK VE BAĞLAYICILIKTA BİR YASAL DÜZENLEMENİN YAPILMASIDIR.

Bu yasal düzenlemeyi yapıp, teknik alt yapısını hazırlayacak merci; hükümet partisi, hükümet partisinin yapacağı düzenlemeye binaen gerekli işlemleri yapacak olanlar da yargının unsurlarıdır.

Mezkur yasal düzenleme yapılmaksızın, “yargı mercilerinin inisiyatifine” bağlı yeniden yargılama yoluna şimdilik başvurmayacağımızın da bilinmesini istiyoruz.

Bu cümleden olarak, 28 Şubat zihniyeti ve şartlarının devam edegeldiği şu günlerde, Mirzabeyoğlu Davası’na ilişkin değerli bilgi, belge ve şâhitliklerin ansiklopedik bir malûmattan öte bir mânâ ifade etmesi ve ‘adalet’in basit bir temenniden ve sadece bir parti isminden ibaret kalmaması için başta iktidar partisi olmak üzere tüm aktörlerin üzerine düşen mükellefiyeti yerine getirmelerini beklediğimizi ifade etmek istiyoruz.

Saygıyla duyurulur. 08/10/ 2013
Salih Mirzabeyoğlu’nun Vekilleri

Av. Hasan ÖLÇER
Av. Güven YILMAZ
Av. Ahmet ARSLAN
Av. Zafer ŞAHİN
Av. Ali Rıza YAMAN

Kaynak: http://www.dunyatime.com/?p=1929

On Beş Senedir Devam Eden TARİHİ ADALETSİZLİK NEYİ BEKLİYOR?
Şükrü Sak



Bu sene 28 Şubat Darbesinin on yedinci yılı…

Geçen sene darbeciler tutuklandı ve malum olduğu üzere “yargılanmayı” bekliyorlar…

Onlar bekleye dursun, bunların “emir ve talimatlarıyla” ceza alanlar da; başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere cezaevindeler;

Hem darbe yapanlar hem darbecilerin brifingleriyle içeri atılanlar…

Bu “derin çelişki” aşılmadan, kimse önünü göremez;

“Hak ve Adalet” kaygısı güden, insaf ve vicdanı körelmemiş kim varsa, öncelikli olarak, meydanda, alenen işlenmiş bu “hukuk cinayetini” ve sonuçlarını görmesi gerekir:

Daha önce sorduğumuz…

Bütün Müslüman kamuoyunun da sorduğu en hayati soruyu güncelleyip tekrar soralım:

28 Şubat’ın BRİFİNGLİ YARGI KARARLARI SORUNU ne zaman çözülecek?..

28 Şubat’ın üzerinden on yedi yıl geçti. Bir senedir de DARBECİLER cezaevinde.

Bu konudaki sessizliği anlamak ve anlamlandırmak mümkün değil!

Zira, hükümette, Mecliste, hatta Bakanların da içinde bu süreçten şu veya bu şekilde etkilenmiş, haksızlığa ve zulme uğramış insanlar var; kendileri değilse bile bir yakınları, akrabaları, tanıdıkları… Mutlaka var. Bu süreçten, 28 Şubat darbesinden payını almış bir tanıdıkları…

Başta, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın İslami duyarlılıkları malum…

“Adalet”i çok mühimsedikleri de…

Bunu AKP Milletvekili Sayın Mehmet Metiner de konu ile ilgili yazdığı bir yazıda ifade etti…

Bütün bunlara rağmen;

28 Şubat darbesinin “BRİFİNGLİ YARGI kararları SORUNU” konusunda neden sessiz kaldıklarını bir türlü anlamlandıramıyoruz;

Bu “baskıyı” Sayın Başbakan “şiir okuduğu” için hapse atılarak en somut şekilde gördü…

Bu “baskıyı” Sayın Cumhurbaşkanı “367’ye rağmen” engellenerek gördü…

Bu “baskı” devletin o yüksek kademelerinde, bu kadar ağır ve somut bir şekilde görüldüğüne göre, aşağılardaki baskının ve adaletsizliğin şiddetini siz düşünün artık…

Aslında düşünmeye de gerek yok;

Bu “BASKI”nın aşağılarda nasıl göründüğü;

İfadelere, tutanaklara, fişlemelere, resmi belgelere, andıçlara, Mahkeme kararlarına geçmiş…

Hepsi kayıtlı… Hepsi göz önünde…”Baskı”nın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin şiddetini gösteren belgeler bunlar…

Darbeciler tutuklanıp içeri atıldıktan sonra….

Meclis’te Darbeleri Araştırma Komisyonu kurulup:

28 ŞUBAT DARBESİNİ araştırmaya başladığında;

Bu süreçte haksızlığa ve ADALETSİZLİĞE uğrayan Müslümanlar çok ümitlenmişti…

Haklılardı da ümitlenmekte…

Zira, bu kadar aleni-açık haksızlığın ve adaletsizliğin, en azından sonuçlarının giderileceğini düşündü herkes:

Hala da öyle düşünüyorlar;

Çünkü bütün bu, 28 Şubat darbesinin araştırılması sürecinde yapılan açıklamalar, medyada yazılanlar, bizzat ilgili ve yetkililerin kamuoyu önünde söylediği sözler ortada:

En başta, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş; katıldığı bir televizyon programında;

“28 Şubat döneminin sembol ismi İBDA-C Lideri Salih Mirzabeyoğlu’yla ilgili Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunacaklarını açıklayan Baş, ’12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde HAKSIZ ŞEKİLDE CEZALAR VERİLMİŞ hükümlülerin YENİDEN YARGILANMASINI sağlamanın yollarını aradıklarını belirtti.
Tek tek isimlerden gitmeyelim. Belki bunu ilk kez sizin programınızda açıklıyorum. Adalet Bakanlığı’na yazı gönderiyoruz. Bir şekilde terörden suçlanan ve cezasını infaz kurumlarında çekenlerle ilgili BİR ÇALIŞMA BAŞLATTIK. Bu davalar kesin hüküm teşkil ettiği için, Ceza Usul Kanunu’nun değişmesi lazım. Sadece bunlar değil, hala 12 Eylül’den içerde yatan insanlar da var. Biz bu YARGILAMALARI YENİDEN ele almak zorundayız’ diyen Baş, bu isimler için bir defaya mahsus olmak üzere YENİDEN YARGILANMA yolunun açılabileceğini ifade etti.”

Yine AKP Milletvekili ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi Mehmet Metiner, aynı komisyonun başkanı Ayhan Sefer Üstün ile Bolu cezaevinde kaldığı tek kişilik hücrede Salih Mirzabeyoğlu ile görüştükten ve Mirzabeyoğlu Dosyası’nı inceledikten sonra Yeni Şafak’ta yazdığı yazıda;

“Yargıya duyduğum güvenin çatırdadığını hissediyorum, mevcut dosya üzerinden Mirzabeyoğlu’na nasıl ağırlaştırılmış müebbet verilebildiğini aklım bir türlü almıyor” dedikten sonra;

“Buradan bütün ünlü hukukçularımıza sesleniyorum; bu dosyayı alıp okuyunuz. Orada istihbarat notu dışında, Mirzabeyoğlu’nun ölümden bin beter bir cezaya çarptırılmasını haklı kılacak somut bir delil veya belge bulabilecek misiniz?” diye soruyordu.

“Dosyayı okurken vicdanım kanadı” diyen, İnsan Hakları Komisyonu üyesi Sayın Metiner: ”Ömründen çalınacak yılları engellemek bizim elimizde. Başbakanımızın bu konudaki hassasiyeti biliniyor. Adalet Bakanımızın da… İnşallah adalet tecelli eder.”

Diyordu.

Yine söz konusu yazısında sayın Metiner; “Adalet anlayışının tesisi için bu tür yargısal işlemlerin YENİDEN GÖRÜLMESİ acil bir gerekliliktir.” tesbitini yapıyor ve Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanımız da darbe dönemlerine ait bu tür yargısal işlemlerin masaya yatırılması konusunda nasıl bir duyarlılığa sahip olduklarını apaçık beyan ettiler. DARBELER DÖNEMİ KAPANSIN isteniyorsa BU DAVALAR YENİDEN GÖRÜLMELİDİR.” diyordu.

Haksızlığın ve Adaletsizliğin gün gibi aşikar olduğu bu mevzuda ortaya konan bu yaklaşımları tabii ki çok mühimsedik ve mühimsiyoruz.

Bununla birlikte bu TARİHİ ADALETSİZLİĞİN sona erdirilmesi için, YENİDEN YARGILAMA için, ne yapılacağını, kimin bunu yapacağını, ne zaman somut bir adım atılacağını da Müslüman kamuoyu bilmek istiyor tabii olarak.

Ortada on beş yıldır devam eden tarihi bir zulüm, tarihi bir adaletsizlik var.

Bunu sürdürmenin, bunu daha da uzatmanın, ne kadar büyük bir vebal olduğunu da, yine Yeni Şafak’tan Özlem Albayrak, bir değil, bir kaç defa dillendirdi.

Müslüman kamuoyunun bu konuda ortak ve tek talebi var:

“Af” da değil…

Sadece yeniden ADİL BİR YARGILANMA… Diyorlar…

Bu konu da;

Daha önce ifade ettiğimiz gibi, zamana yayılacak, ertelenecek bir durum yok, çok farklı ve birbirine zıt görüşler de yok; tam tersine AKP’den CHP’ye, CHP’den BDP’ye kadar;

ADİL BİR YENİDEN YARGILAMA konusunda tam bir mutabakat da var.
Zira bu “Tarihi Adaletsizliğin” herkes farkında…

“Bu zulüm ve adaletsizlik sürsün” diyen kimse de yok!

O yüzden diyoruz;

Darbecilerle, darbecilerin emir ve talimatlarıyla içeri atılan insanların aynı anda cezaevinde olmaları “derin çelişkisi” aşılmadan kimse önünü göremez diye.
Darbecilerin “brifingleri-emir ve talimatlarıyla” içeri atılanlar, “emir ve talimatla” değil;

ADİL bir şekilde YENİDEN YARGILAMA talep ediyorlar…

Bu kadar zor mu, bu kadar içinden çıkılmaz bir konu mu?..

İstisnasız bütün Müslüman kesimlerin- özellikle darbecilerin de içeri atılmasından sonra- son bir senedir, tek bir ağızdan dillendirdikleri ortak talebi bu…

Son olarak; Hakan Albayrak’ın 29.12.2012 tarihli Star gazetesinde; “Ayıptır, günahtır, Mirzabeyoğlu çıksın artık!” başlığıyla yazdığı yazının son satırlarını bir kere daha hatırlatalım:

“12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerindeki YARGILAMALARIN YENİLENMESİ için yasal düzenleme yapılması nihayet gündeme geldi, elhamdülillah.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, sağolsun, bu düzenlemeye destek vereceklerini ilan etti.
E hadi artık!”
E hadi!..
Bu “kürt sorunu” değil ki, üç beş sene zaman alsın…

Bolu F Tipi Cezaevi
B2-7 -40

Kaynak: http://www.facebook.com/pages/%C5%9E%C3%BCkr%C3%BC-SAK/376625979082909

İlker Başbuğ Sanki Mirzabeyoğlu davasını anlatıyor
07/10/2013



Radikal'in haberi: "Allah'ım aklımı koru"

Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'terör örgütü lideri' olarak ceza almasından 17 gün sonra bir vatandaşa kendisine 'terör örgütü lideri' dediği için verilen hakaret cezasını değerlendirdi...

Ergenekon Davası'ndan müebbet hapis cezasına çarptırılan Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, apartman panosuna “Ergenekon ve PKK terör örgütü lideri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Emekli İlker Başbuğ" yazısı asan İ.S. adlı vatandaşa gıyapta hakaret suçu işlediği gerekçesiyle 3 bin TL para cezası verilmesini değerlendirdi.

"TÜRKİYE 'DE İNANILMAZ OLAYLAR YAŞANIYOR"

Twitter ve kendine ait internet sitesinde yayınlanan yazısında Başbuğ, "Türkiye'de inanılmaz olaylar yaşanıyor. Yaşanılan olaylar karşısında, insanların akıl sağlığını koruyabilmeleri gerçekten çok zor. Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk, bir konuşmasında şöyle diyor: "Bir Genelkurmay Başkanının bir örgütün başı olabileceğini benim aklım almıyor. Hukuki olarak sorarsanız, bunun güneşin batıdan doğması kadar doğa dışı bir şey olduğunu düşünüyorum" Sayın. Prof. Dr. İzzet Özgenç ise, "Suç Örgütleri" kitabına yazdığı dipnotta şunları söylüyor: "Türkiye'de Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış ve görevden yaş haddinden emekli olarak ayrılmış olan bir kişinin, görevi başında iken terör örgütü yöneticisi olarak faaliyet icra ettiğini iddia etmek, bir akıl tutulmasının yansımasıdır." Sayın Selçuk, böyle bir iddiayı benim aklım almıyor derken, Sayın Özgenç de, böyle bir iddiayı ileri sürenlerin ve bu iddiayı kabul edenlerin bir akıl tutulması yaşadıklarını söylemektedir" dedi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kendisi hakkında verdiği cezaya atıfta bulunan Başbuğ, "İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise, birçok hukuksuzluğun yanında iki seçkin hukuk adamının sözlerine de kulaklarını tıkayarak, 5 Ağustos 2013 günü açıkladığı kararı ile Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanı hakkında aşağıdaki hükme ulaştığını açıkladı: "Sanık Mehmet İlker Başbuğ hakkında TCK 314/1 ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması talebi ile kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemleri bir bütün halinde TCK 312/1 maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından, neticeden müebbet hapis cezası ile cezalandırılması... Bu karar ile, terör örgütü yöneticisi suçlaması ile açılan kamu davası düşmemiştir. Bu durum ancak suçlamadan dolayı mahkemenin beraat kararı vermesi ile gerçekleşebilir. Sadece, Yargıtay içtihatları çerçevesinde, terör örgütü yöneticisi olmaktan ayrıca ceza verilmemiştir. Peki, mahkemenin verdiği bu karar hangi gerekçelere dayanmaktadır? Bilmiyoruz. Çünkü, hüküm tutanağında gerekçelere ilişkin bir kelime bile yoktur" ifadelerini kullandı.

"İNSANLARIN HAKSIZ VE GEREKSİZ YERE CEZAEVLERİNDE TUTULMASININ NE MAHSURU OLABİLİR Kİ!"

Yasalara göre mahkemenin hükmün gerekçesini 15 gün içinde dava dosyasına koyması gerektiğini söyleyen İlker Başbuğ, "Mahkemenin karar vermesinin üzerinden iki ay geçti. Daha ne kadar ay geçecek bilmiyoruz. Burası Türkiye! İnsanların haksız ve gereksiz yere cezaevlerinde tutulmasının ne mahsuru olabilir ki! Herhalde, hakimler önce karar verdiler, şimdi de verdikleri bu kararın gerekçelerini yazmak üzere yoğun şekilde meşguller!" ifadelerini kullandı.

"HUKUKTA DA VARSAYIMLARIN YERİ YOKTUR. AMA BURASI TÜRKİYE!"

İlker Başbuğ, "İşin ilginç yönü, savcılar mütalaalarında, terör örgütünün varlığına ve terör örgütü yöneticileri ile üyelerinin varlığını ileri sürdükleri bir örgüte nasıl yönetici veya üye olduklarına ilişkin ortaya somut deliller koyamadılar. Duruşma tutanakları, savunmalar ve mütalaa ortada iken, mahkeme kovuşturma esnasında ortaya konulamayan somut delillere, gerekçeli kararda nasıl gösterecektir? Büyük bir olasılıkla, gerekçeli karar savcıların hazırladığı mütalaaya dayandırılacaktır. Savcılar mütalaada, "genel örgüt tanımı" ile Ergenekon Terör Örgütü vardır, dediler. Ancak, örgüt içinde yer aldıklarını iddia ettikleri kişiler arasında da inandırıcı, kabul edilebilecek hiç bir somut bağı da ortaya koyamadılar. Bu nedenle, Ergenekon Terör Örgütü vardır ve bu kişilerde bu örgüte mensuplardır denmesi, sadece ve sadece bir varsayımdır. Hukukta da varsayımların yeri yoktur. Ama burası Türkiye!" dedi.
Başbuğ, "İnsanın aklını karıştıran bir diğer nokta ise, terör örgütlerinin var olup olmadığının ortaya çıkartılması mahkemelerin işi midir, yoksa devletin istihbarat birimlerinin mi? Bakınız. Devletin istihbarat birimlerinden hiçbirisi Ergenekon Terör Örgütü diye bir örgütü tespit ettik, böyle bir örgütü biliyoruz şeklinde mahkemeye bilgi sunmadı. Bunlar dikkate alındı mı? Hayır. Çünkü burası Türkiye!" ifadelerini kullandı.

"SULH CEZA MAHKEMESİ AYNI GENELKURMAY BAŞKANINA 'TERÖR ÖRGÜTÜ LİDERİ' DENİLMESİNİ HAKARET SUÇU OLARAK KABUL ETMİŞTİR"

Başbuğ yazısını şöyle tamamladı: "Bütün bu yaşananlar yetmezken, Türkiye'de bir sulh ceza mahkemesi, Yalova 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 1 Ekim 2013 günü bir karara imza atıverdi. Sulh Ceza Mahkemesi, 23 Ocak 2012 günü, yani bizim tutuklanmamızdan 17 gün sonra oturduğu apartmanın duyuru panosuna el yazısı ile; "Ergenekon ve PKK Terör Örgütü lideri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Emekli İlker Başbuğ" diye yazan kişinin TCK'nun 125. Maddesi uyarınca "hakaret" suçunu işlediğine karar verdi. Verdiği hükmün açıklanmasının da geri bırakılmasına yer olmadığına da ayrıca karar verdi. Şimdi, aklınız iyice karıştı değil mi? Benim de. Sulh Ceza Mahkemesi, dikkat edilirse, bu kararını 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 5 Ağustos 2013 günü açıklanan kararından sonraki bir tarihte, yani 1 Ekim 2013 günü vermiştir. Türkiye'de bir ağır ceza mahkemesi, hukuk normlarını altüst ederek, değerli hukukçuların bile aklının alamayacağı şekilde, üstelik hiçbir somut delile dayanmadan bir Genelkurmay Başkanı'nın "terör örgütü yöneticisi" olduğuna karar verirken, Türkiye'de bir sulh ceza mahkemesi aynı Genelkurmay Başkanına "terör örgütü lideri" denilmesini hakaret suçu olarak kabul etmiştir. Eğer yaşanılan bu ve benzeri olaylar karşısında, ülkemizde hala aklı başında olan insanlar kalmışsa, onların yapacağı tek şey de: "Allah'ım, ne olur aklıma mukayyet ol (aklımı koru)" demek olmalıdır. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu durum, hepimizin içinde bulunduğu durumdan daha önemli görünse de artık burası Türkiye demeyin. Adalet bir ülkenin her şeyidir. Adaletin olmadığı bir yerde, diğer şeylerin var olmasının hiçbir anlamı yoktur. Bu hafta, Türk Yargısının kendisini test tarihi olarak tarihte yerini alacaktır!"
haber93

Hükümetin önünde nasıl bir af tasarısı var
Av. Hüseyin Ersöz
25.11.2013

Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması sonrası, KCK, Balyoz ve Ergenekon Davası sanıkları muhtemel bir "af" tartışmasının merkezine oturdu.

Sayın Başbakan, "Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını göreceğiz" demişti. Bu sözler bir "genel" affın sinyali olarak yorumlansa da bir kaç gün içinde hükümetin en yetkili isimlerinden gelen açıklamalar, devlete karşı işlenmiş olan suçlar için yapılacak bir "düzenlemenin" gündemde olduğuna işaret etti.

Peki bu ne anlama geliyor?

Öncelikle terimsel bir karmaşanın önüne geçmek için "af" kavramını tanımlamakla başlayalım.

"Af", kime karşı ne şekilde işlendiğine bakılmaksızın yargı önüne çıkmış ve ceza almış olanlar ile yargılaması devam etmekte olan herkesin suçlarının yok sayılması anlamını taşır.

Bir genel af düzenlemesinde ayrıma gidilmesi ve sadece devlete karşı işlenmiş olan suçların yok sayılması gibi bir ihtimal ise söz konusu değildir.

Meclis sadece devlete karşı işlenmiş olan suçların affına yönelik bir yasa çıkarmış olsa dahi geçmiş senelerdeki örnekler gibi konu Anayasa Mahkemesi'ne taşındığında, Yüksek Mahkemenin "Eşitlik İlkesi" uyarınca bu düzenlemeyi kişilere karşı suç işlemiş olanlara da uygulanmasına karar vermesi kaçınılmazdır.

Hükümetin adi suçlar açısından bir düzenlemeye gitmek istemediği ortadayken bir "genel" af ihtimalinin söz konusu olmayacağı açık.

Bu durumda kamuoyunda kullanılan terminolojinin aksine aslında bir affın değil de yasal düzenlemeler yoluyla cezaların infazına yönelik bir yasa değişikliğinin yapılma ihtimali daha yüksek görülmeli.

Bu yasal düzenleme iki şekilde olabilir. Birinci ihtimal, "Silahlı Suç Örgütü Yöneticisi ve Üyesi" olmayı düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 314. Maddesinde değişikliğe gidilmesidir.

Bu maddeye, "şiddet eylemlerine karışmayan" kişiler hakkındaki suçların düşeceğine ilişkin tek cümlelik bir ekleme, tüm KCK Sanıkları hakkında istenen cezaların tek kalemde ortadan kalkmasını sağlayacaktır.

Ancak şiddet eylemlerine girişmiş ve terör örgütü olarak varlığı yargı kararları ile sabit hale gelmiş olan PKK mensupları için bu düzenlemenin bir fayda sağlaması ise mümkün değil.

Aynı durum Ergenekon Davası'ndaki bazı sanıklar açısından da geçerli. Danıştay Saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesi'ne Bomba Atılması gibi eylemlerle ilişkili görülen kişiler açısından da "şiddete karışmama" kriteri sağlanamamış olacağından yapılacak yasal düzenleme bu kişiler açısından bir sonuç doğurmayacaktır.

Bu düzenlemenin Ergenekon Davası'nda Örgüt Yöneticiliğinden ceza almış olan İlker Başbuğ ve Tuncay Özkan açısından ise uygulanabilirliği yok.

Kanunlarımıza göre örgüt yöneticileri örgüt üyelerinin tüm fiillerinden sorumlu kabul edilmekte. Somutlaştırırsak, Örgüt Yöneticiliğinden ceza almış olan sanıklar Danıştay Saldırısının da azmettiricisi konumunda kabul edildiklerinden "şiddete eylemlerine karışmama" kriterini sağlayamayacaklar.

Balyoz Sanıkları için ise olaya çok daha farklı bir açıdan bakmak gerekli. Çünkü bu davada yargılananlar, suç tarihi itibariyle daha az ceza öngören Eski TCK'nın 147. Maddesi uyarınca cezalandırıldı.

Keza Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve Gazeteci Tuncay Özkan gibi isimlere, Mevcut TCK'nın 312. Maddesine göre ömür boyu hapis cezası verildi.Bu kişiler açısından da örgütü düzenleyen 314. Madde de yapılacak olan bir değişikliğin hiçbir anlamı bulunmamakta.

Kısacası Balyoz Sanıklarının, sadece 314. Madde de yapılacak bir değişiklikten faydalanmaları mümkün değil.

Mevcut TCK'nın 312. Maddesinde yapılacak olan bir değişiklikle, Balyoz Davası Sanıklarının hali hazırda aldıkları cezalardan daha az ceza öngören bir düzenlemeye gidildiğinde ise bu ceza indiriminden faydalanmaları söz konusu olabilecek. Aksi halde durumlarında hukuken bir değişiklik gerçekleşmeyecek.

Abdullah Öcalan açısından ise durum çok daha farklı. Öcalan, Eski TCK'nın 125. Maddesi uyarınca ömür boyu hapis cezası aldı. Bu maddeye Mevcut TCK'da karşılık gelen madde ise 302.

Bir başka ifadeyle 314. Madde de yapılacak olan bir düzenlemenin doğrudan Abdullah Öcalan açısından bir sonuç doğurması da mümkün değil.

Görüldüğü gibi teknik hukuk açısından sadece örgüt üyeliği konusunda, "şiddet eylemlerine karışmamış olma" kriteri çerçevesinde tartışılan bir yasal düzenlemenin PKK, KCK, Balyoz ve Ergenekon Sanıkları/Hükümlüleri açısından ortak sonuçları olmayacaktır.

Bu konuda tüm bu davalarda yargılananlar açısından ortak sonuç doğurabilecek tek düzenleme ancak ve ancak İnfaz Kanunu'nda yapılacak olan bir değişiklikle mümkün.

Terör suçlarında alınan cezanın 3/4'ü Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda geçirildiğinde kişinin salıverilmesi söz konusu olabilmekte. Bu oranın düşürülmesi, farklı davalarda yargılanan sanıkların tamamı açısından lehe bir durum oluşturacaktır.

Anlaşılacağı üzere, sadece örgüt üyeliği konusunda yapılacak olan bir değişikliğin, tüm siyasi davalarda yargılanan sanıkların hukuki durumlarında lehe bir farklılık yaratması ise söz konusu değil.

Bir başka ifadeyle böyle bir yasal değişiklik, zaman zaman alevlenen suni bir tartışma olması haricinde, farklı davalarda yargılanan sanıklar açısından ortak bir etki doğurmayacak.

Hükümetin önünde bir genel af tasarısı olmadığı açık ise de İnfaz Yasasında yapılacak olan bir değişiklikle "örtülü" kısmi bir affa imza atılması, her zaman mümkün olabilecek bir durum.

Ancak bunun şartlarını ve zamanını belirleyecek olan her koşul altında Hükümet olacak. İktidar Partisinin siyasi rotasına göre şekillenecek olan bu tartışmanın Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine kadar ısıtılarak belli periyotlarla kamuoyuna servis edileceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Her şey bir yana, "af" tartışması gündemden düşmezken bu davalarda yaşanan Adil Yargılanma Hakkı ve Özgürlük Hakkı ihlallerinin nerdeyse hiç tartışılmaması demokrasimiz açısından hiç de umut verici bir durum değil.

Çağdaş demokrasilerde hayata geçmiş olan Hukuk Devleti İlkesi, olur da ülkemizde de bir gün sorunsuz olarak uygulanırsa, her bahar gündeme gelen af tartışması da kendiliğinden neticelenecektir.

Çözüm siyasetin yalnızca bu iradeyi ortaya koymasından geçiyor.

twitter.com/ersozhuseyin
Odatv.com

MİRZABEYOĞLU’NUN AVUKATLARINDAN AÇIKLAMA
08 Ocak 2014



Son gelişen hadiseler çerçevesinde Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarınca bir basın açıklaması yapıldı. Milli Gazete’nin haberinde dikkat çeken ibareler şöyle:

Mirzabeyoğlu’nun avukatları Av. Harun Yüksel, Av. Hasan Ölçer, Av. Güven Yılmaz, Av. Ahmet Arslan, Av. Ali Rıza Yaman, Av. Zafer Şahin, Av. Hasan Solak, Av. Ahmet Cengiz, Av. Halil Bingöl, Av. Halil Kılıç, Av. Zeliha Kılıçparlar, Av. Çağrı Cengiz ve Av. Mehmet Tığlı’nın ortak yaptığı açıklamada, “28 Şubat sürecinde yargıya yapılan müdahalelerin de dikkate alınmasıyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından verilen kararların iki kere iptal edilmesi gerekmektedir” ifadelerine yer verildi., “Madem ki DGM’ler olmaması gereken mahkemeler olarak kaldırıldı, o halde bu mahkemelerin verdiği kararlar da yok sayılarak iptal edilmeli ve bu kararlar nedeniyle halen cezaevinde tutulanlar derhal serbest bırakılmalı ve hatta infazı tamamlananların iade-i itibarları sağlanmalıdır” ifadelerine yer verildi.



Haberin tamamı aşağıda:

Mirzabeyoğlu’nu yargılayan Mahkemeler kaldırıldı ama…

Bolu F Tipi Cezaevinde hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunan Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarından Mirzabeyoğlu davası ile ilgili açıklama geldi. Avukatları tarafından yapılan açıklamada, “Madem ki DGM’ler olmaması gereken mahkemeler olarak kaldırıldı, o halde bu mahkemelerin verdiği kararlar da yok sayılarak iptal edilmeli ve bu kararlar nedeniyle halen cezaevinde tutulanlar derhal serbest bırakılmalı ve hatta infazı tamamlananların iade-i itibarları sağlanmalıdır” ifadelerine yer verildi.

“Başbakan sözünü tutmadı”

Açıklamanın devamında ise, “Yaklaşık 2 sene önce Adalet Eski Bakanı Sayın Sadullah Ergin’e bu konuda bir taslak çalışma tarafımızdan sunulmuştur. Nitekim Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yaklaşık 19 hafta önce, “Adalet Bakanlığı tarafından başta Mirzabeyoğlu Davası olmak üzere bir kısım davaları da içeren bir yasa çalışmasına başlanıldığı” bildirilmiştir. Ancak bu konuda bugün itibariyle henüz kamuoyuna yansıyan elle tutulur bir çalışma bulunmamakla birlikte, yakın zamanda Sayın Başbakan ve TBB Başkanı Sayın Metin Feyzioğlu arasında yapılan görüşme ardından yapılan açıklamalarla, konunun Özel Yetkili Mahkemeler ile sınırlı bir şekilde ele alındığı anlaşılmaktadır. Elbette Özel Yetkili Mahkemeler de tıpkı İstiklal Mahkemeleri, Yassı Ada Mahkemeleri ve DGM gibi olağanüstü dönemlere ait mahkemelerdendir. Olağanüstü dönemlere ait bu Mahkemeler, gerek kuruluş gerekse işleyişleri açısından ve bunun doğal sonucu olarak verdikleri kararlar yönünden, haklı olarak, her kesim tarafından ve her zaman eleştirilmişlerdir” ifadelerine yer verildi.

Bolu F Tipi Cezaevinde hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunan Salih Mirza Beyoğlu’nun avukatlarından Mirzabeyoğlu davası ile ilgili açıklama geldi. Avukatları tarafından yapılan açıklamada, “Madem ki DGM’ler olmaması gereken mahkemeler olarak kaldırıldı, o halde bu mahkemelerin verdiği kararlar da yok sayılarak iptal edilmeli ve bu kararlar nedeniyle halen cezaevinde tutulanlar derhal serbest bırakılmalı ve hatta infazı tamamlananların iade-i itibarları sağlanmalıdır” ifadelerine yer verildi.

28 Şubat döneminde hukuksuz bir şekilde yargılanan Salih Mirzabeyoğlu davası ile ilgli avukatlarından önemli açıklamalar geldi. Mirzabeyoğlu’nun avukatları Av. Harun Yüksel, Av. Hasan Ölçer, Av. Güven Yılmaz, Av. Ahmet Arslan, Av. Ali Rıza Yaman, Av. Zafer Şahin, Av. Hasan Solak, Av. Ahmet Cengiz, Av. Halil Bingöl, Av. Halil Kılıç, Av. Zeliha Kılıçparlar, Av. Çağrı Cengiz ve Av. Mehmet Tığlı’nın ortak yaptığı açıklamada “ 28 Şubat sürecinde yargıya yapılan müdahalelerin de dikkate alınmasıyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından verilen kararların iki kere iptal edilmesi gerekmektedir” ifadelerine yer verildi.

Derhal Serbest Bırakılmalı

Salih Mirzabeyoğlu’nun Avukatlarının yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verildi “Madem ki DGM’ler olmaması gereken mahkemeler olarak kaldırıldı, o halde bu mahkemelerin verdiği kararlar da yok sayılarak iptal edilmeli ve bu kararlar nedeniyle halen cezaevinde tutulanlar derhal serbest bırakılmalı ve hatta infazı tamamlananların iade-i itibarları sağlanmalıdır.”

http://www.milligazete.com.tr/haber/O_hl_tutuklu/304364#.Us06Y9JdW4x

Demokratikleşme paketi mi, AKP'yi kurtarma paketi mi?
Oğuz Gürses
06.02.2914



Gazeteport'un haberine göre Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin hazırlanan yasa teklifi Meclis Başkanlığı'na sunuldu.
Teklif 22 maddelik 22 maddelik. 22 Maddelik bu teklifte ÖYM'ler kaldırılıyor ama, ÖYM kararlarının iptali ve re'sen yeniden yargılama yapılması yok.

Daha önceden kaldırılmış DGM kararlarıyla yıllardır cezaevlerinde haksız ve hukuksuz olarak yatanların ise adı bile anılmıyor...

Tutukluluk süresi 10 yıldan 5 yıla indiriliyor ama bu indirimden Ergenekon ve KCK sanıkları faydalanamıyor...

Ya ne var?

POLİSE DE MİT BENZERİ SORUŞTURMA KALKANI GETİRİLİYOR:Teklifle, savcıların "en üst dereceli kolluk amirleri" yani polis müdürleri hakkında izinsiz soruşturma açmaları imkansız hale getiriliyor. MİT mensupları için soruşturma iznini Başbakan verirken, polis müdürleri için bu yetki Adalet Bakanı'na tanınıyor. Adalet Bakanı'nın izni olmadan, "en üst düzey adli kolluk amiri" hakkında savcılar soruşturma başlatamıyor.

Yani hoşgeldin polis devleti...

MİT'i BTK'yı hukuk dışına çıkardıkları gibi, polisi de tamamiyle hukuk dışına çıkararak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye İstihbaratçı ve Polis Devleti haline getiriyorlar...

90 yılda cumhuriyet olamamıştık ama 22 maddelik bir "demokratikleşme paketi" ile göz açıp kapatıncaya kadar istihbaratçı ve polis devleti, yani tam bir diktatörlük haline dönüşüyoruz...

Yok canım olur mu öyle şey diye düşünecekler için AKP'nin demokratikleşme paketinden ikna edici bir örnek verelim:

MAHKEME KARARINI YERİNE GETİRMEYEN POLİSLERE TAZMİNAT CEZASI YOK: Mevcut yasada, mahkeme kararlarını 30 gün içinde yerine getirmeyen kamu görevlileri aleyhine tazminat davası açılabiliyordu. Ancak yapılacak değişiklikle, mahkeme kararlarını gerçekleştirmeyen kamu görevlisine karşı değil, onun bağlı olduğu idareye karşı tazminat davası açılması hükme bağlanıyor.

Yani yargının değil yürütmenin emrini dinleyerek yargı kararlarını yerine getirmeyen polisler için ceza davası açılması yürütmenin iznine bağlanırken, bu sebeple zarara uğrayanların zararını görevini yapmayan polis değil, devlet ödeyecek...

Siz polis olsanız; tayininiz, terfiniz, lojmanınız, cezalandırılmanız, mükâfatlandırmalarınızın iki dudağının arasından çıkacak bir emire bağlı olan "yürütme/diktatör"ün emrini mi dinlerdiniz, yoksa "yargı" diye hiçbir etkisi ve yetkisi olmayan göstermelik bir erkin hükmünü mü?

Efendim duyamadım?

Gelelim teklifin veriliş sebebini çok açık bir şekilde gösteren bölüme:

MEVCUT DİNLEME KARARLARININ HEPSİ YOK HÜKMÜNDE- Mevcut dinleme kararlarının tümü, yasa kabul edildiğinde geçersiz hale gelecek. Dinlemelerin devam edebilmesi için yeniden karar alınması gerekecek.

Yani...

Bilal oğlan olmak üzere bütün yağmacı bakan çocukları ile babaları ve içerdekilerin belki de en masumu olan Reza Sarraf da bu arada yırtacak...

Bu dosyalardaki henüz soruşturma safhasındayken polis ve yargıya yapılan bir hükümet darbesiyle önü kesilen ve ucunun Başbakan'a kadar uzandığı açıkça anlaşılan bütün soruşturma delilleri yok edilecek...

Ne güzel "demokratikleşme paketi" bu böyle... İnsanın "Yaşasın demokrasi" diye eşşek gibi anırası geliyor...

Çünkü AKP, "demokratikleşme paketi" diye sunduğu "paçayı kurtarma paketl"yle bu ülkenin tüm halkını resmen eşşek yerine koymuş olmuyor mu?

Sıcağı sıcağına yaptığımız bu değerlendirmeye ek olarak bu konudaki ilk güzel değerlendirmelerden biri CHP milletvekili Akif Hamzaçebi'den geldi:

[CHP'li Akif Hamzaçebi, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında AKP tarafından verilen Ağır Ceza Mahkemelerinin Kaldırılmasına ve Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifini değerlendirdi.

YENİ YASA NELER GETİRİYOR?

"BU BİR AKLAMA PAKETİDİR"

Hükümetin demokratikleşme paketi adını verdiği pakette demokratikleşme başlığı altında olmaması gereken, hukuk devletinde olması gereken, hukuk devletini ortadan kaldıran düzenlemeler olduğunu ifade eden Hamzaçebi, "Bu bir aklama paketidir. Rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını, oradaki soruşturulan kişileri, bakanları, yakınlarını, hükümetin bazı mensuplarını aklama paketidir" dedi.

"BALYOZ HÜKÜMLÜLERİNE, ERGENEKON DAVASI HÜKÜMLÜLERİNE HİÇBİR OLUMLU KATKISI OLMAYACAKTIR"-

Hükümetin hareket noktasının İstanbul'daki "rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını kapatmak" olduğunu savunan Hamzaçebi, şöyle dedi:
"10 yıllık tutukluluk sürelerinin kaldırılmasının Balyoz hükümlülerine, Ergenekon davası hükümlülerine hiçbir olumlu katkısı olmayacaktır. Mağdur olan aydınımızın, bilim adamının, gazetecinin, askerin mağduriyeti devam edecektir. Onların duygularıyla Sayın Başbakan oynamış, özel yetkili mahkemeleri kaldıracağız, yeniden yargılama yolunu açacağız diyerek vicdanları sızlatan o kararlar için büyük bir beklentiye yol açmıştır. Ama bu tasarıda o düzenlemelere yer vermemiştir. Yeniden yargılama konusunda bu tasarıda hiçbir hüküm yer almamaktadır."

"ANA HEDEF RÜŞVET VE YOLSUZLUK SORUŞTURMASINI KAPATMAK"

Teklif ile rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını kapatmak için adımlar atıldığını iddia eden Hamzaçebi şöyle devam etti:
"Birinci olarak daha evvel adli kolluk yönetmeliği ile yapılmak istenen değişikliğin bir kısmı burada yasayla yapılmak istenmektedir. Buna göre en üst dereceli kolluk amirleri hakkında inceleme ve soruşturma izni Adalet Bakanı tarafından verilecektir. Adli kolluğu bu hükümle hükümet yürütme organına bağlamış durumdadır. Bu anayasa ihlalidir. Yine, birçok konuda mahkemelerin oy birliği ile karar vermesi düzenlemesi getirilmektedir. Bir hukuk devletinde bunun kabul edilmesi mümkün değil. Bir kişi adam öldürmek suçundan yargılanıyorsa onun hakkında müebbet hapis cezasını oy çokluğuyla veren mahkeme tedbir kararını, el koyma kararını oy birliği ile verecektir. Ana hedef rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını kapatmak.
Mahkemelerin el koyma kararı verebilmesi için MASAK, BDDK, SPK gibi kurumların olumlu görüşünün olması şartı getirilmektedir. Mahkemenin el koyma kararları yürütmenin kontrolüne verilmiştir. Bunun kabulü mümkün değildir.
Yürürlüğe girmesinden itibaren 30 gün içerisinde bu kanunla düzenlenen hükümler uyarınca karar alınması zorunludur. 30 günlük süre içinde tedbir kararı yenilenmez ise malvarlığındaki tedbirler kalkacaktır."

"BU PAKETİ BİRKAÇ OLUMLU DÜZENLEMESİ DIŞINDA KESİNLİKLE KABUL ETMİYORUZ"

Bu paketi birkaç olumlu düzenlemesi dışında kesinlikle kabul etmediklerine dikkat çeken Hamzaçebi, "Ama öyle anlaşılıyor ki hükümet 10 yıllık tutukluluk süresini kaldırıyorum, özel yetkili mahkemeleri kaldırıyorum şemsiyesinin altına dünya kadar kirli çamaşırını saklamıştır" diye konuştu.

"Teklife destek verecek misiniz?" sorusuna da Hamzaçebi, "Elbette, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması bizim CHP grubu olarak teklifimizdir, o maddeye kesinlikle karşı çıkmıyoruz. O maddeyi tabii ki destekliyoruz. Terörle Mücadele Kanunun 10. Maddesinin kaldırılmasını kayıtsız, şartsız destekliyoruz. Ama sözünü ettiğim bu maddelere destek vermemiz mümkün değildir. Hükümet bu kadar kendine yönelik soruşturmayı o soruşturmaya konu olan kişileri aklama gayretindeyse ayrı bir paket getirsin" yanıtını verdi.]
(*)

Bu kanun teklfinden herhangi bir beklentisi olanlar (DGM ve ÖYM hükümlüleri, Ergenokon ve KCK tutukluları) için peşinen söyleyelim ki: bu teklif bu haliyle yasalaşırsa; yargı kıskacında debelenen iktidar ve çevresi dışında kimseye bir faydası olmayacağı gibi, 90 yılda kanun devletinden bir türlü "hukuk devleti"ne geçemeyen TC'yi, "kanun devleti"nden de geriye doğru itecek ve tam bir hukuksuz diktatörlüğe dönüştürecektir...

Bizden söylemesi...

* BKZ: http://www.cumhuriyet.com.tr/

“BOLU” DA OLUP BİTENLERİ AÇIKLAMAK ZORUNDASINIZ!
Şükrü Sak

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu şu kadar zamandır Bolu F tipi cezaevinde...
Tek kişilik hücrede...
Kendisine “bir şebeke” tarafından, ‘işkence’ yapıldığını söylüyor...
Daha önce maruz kaldığı ‘telegram-zihin kontrolü’ işkencesini, ‘TELEGRAM’ adlı bir eser yazarak, bütün yönleriyle ortaya koydu.
Sonrasında gelişen hadiseler kamuoyunun malûmu;
‘Devlet içinde devlet’ gibi hareket eden, liderliğini Emekli Binbaşı İhsan Güven’in yaptığı, azgın ve sapkın bir ‘tarikat’ bütün yönleriyle kamuoyuna açıklanmıştı...
Ardından da; Türkiye’yi de aşarak, -buradaki etkili ve yetkili makamları da iplemeden- doğrudan CIA ve MOSSAD destekli faaliyet gösteren bu sapık çetenin-tarikatın lideri İhsan Güven, İBDA-C tarafından öldürülmüştü...
Bu tezgah çökertildikten sonra?..
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu Bolu F tipi cezaevine nakledildi; ve kanun geriye doğru yürütülerek ‘tek kişilik hücreye’ konuldu...
Sonra...
Aylardır, son teknoloji ürünü bazı cihazlar kullanılarak kendisine yapılanları anlatıyor...
Avukatları aracılığıyla, kendi imkanlarıyla..
Aylık dergide yaptığı açıklamalarla...
Söylediği şu;
“Tek kişilik hücremde, 15 aydır betatron denilen “elektron makinesi” ve doğrudan beyne dahil çeşitli derecelerde ses gönderen “ses cihazı” ile 24 saat taciz altındayım.
Tehdit ve şantajcı, rejimin garip ilişkileri içinde Cezaevinde çeteleşmeye çalışan, “homoseksüel ve yumurtaları alınmış”, hilkat garibeleri; adlî’nin adisi mahkûmlar… Tecrübe fareleri hâlinde kullanılan bu mahlûklar, aslında benim karşımda adaletin aşağılanmasını temsil etmektedirler. Bu durum, beni ihyâ edicidir, alçaltıcı değil!”
Orda inanılması güç, çok garip şeyler oluyor;
Salih Mirzabeyoğulu’nun anlattıkları’na göre;
Bu sapık çete içinde;
“Sedat isimli birinin;
“Genelkurmaydan izin aldık!”
Diyerek, kandırıp kullandığı tipler var...
Aynı lanetli çetenin içinde bulunan ve geçen temmuzun 13’ünde intihar eden Yılmaz Uzun isimli çete elemanı var...
“İsimler”, son teknoloji ürünü Betatron denilen aletler, “Genelkurmaydan izin aldık!” diyen tipler...
Nedir bütün bunlar?..
Salih Mirzabeyoğlu diyor ki;
“Şu 24 saat

'Mirzabeyoğlu'nu Fethullah Gülen tutuklattı' iddiası
24.07.2014



Dün tahliye edilen Salih Mirzabeyoğlu'yla ilgili Gülen cemaatinin eski üyesi Latif Erdoğan, 'Fethullah Gülen, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine suikast düzenleyeceğini düşünüyordu' dedi.

A Haber'de Zeynep Bayramoğlu'nun sunduğu Kadraj programı yazar Latif Erdoğan'ı konuk etti. Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklanmasının 'paralel yapı' işi olabileceğini iddia eden Erdoğan, "Fethullah Gülen, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine suikast düzenleyeceğini düşünüyordu" dedi.

GÜLEN'İN YAPTIĞI EN GÜZEL ŞEY KAÇMAK

"Dinleme meselesi kendi boyutlarını çok aşmış, ahlaksızca hatta şerefsizce bir boyut almış vaziyette. Bu yapı beni de dinledi. Düşünün kırk beş yıllık yol arkadaşını dinleyen biri kime ne yapmaz. Dinleme işini yapanlar da bir emirle yaptılar. Gülen'in en güzel yaptığı şey kaçmaktır. Cemaatini yüzüstü bırakıp kaçtı. Bir misal anlatayım. 1975'te Edremit'te bir kampa gittik, başımızda Gülen var. Jandarma gelip kampı bastı, fakat her zaman başımızda olan Gülen yoktu ortada. Okunan kitapları ben üstlenmek zorunda kaldım. Ben hapishaneye girdim, o ise evine gitti. Son dönemde de cemaate öncülük yapan ve onları bir ölçüde suça iten herkes yurtdışına gitti. Bu yapı yanlış yapılmıştır ve yanlışı esas yaptıran buraya getirilmelidir."

MİRZABEYOĞLU'NUN TUTUKLANMASI 'PARALEL' İŞİ

"Fethullah Gülen, Salih Mirzabeyoğlu'nun kendisine suikast düzenleyeceğini düşünüyordu. Bu bilginin kendisine emniyetten geldiğinin ifade ediyordu. Eğer bunlar doğruysa Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklanması da paralel yapının işi olabilir. Çünkü o dönemde İBDA-C'nin çıkardığı dergilerde "Fethullah'ın copları" isimli yazılar yayınlanıyordu. Hatta bu yazılarda cemaatten polislerin kendilerine yaptıkları işkenceler anlatılıyordu."
(Sabah)

YDHD 25 Ocak’ta Bolu’da Basın Açıklaması Yapacak
23.01.2012

Yeni Devir Hukukçular Derneği’nin “Tarihin gördüğü en büyük hukuksuzluklardan biri olan MİRZABEYOĞLU DAVASI” ile ilgili olarak bir basın açıklaması yapacağı bildirildi.

YDHD’nin bu konudaki açıklaması şöyle:

1. Mirzabeyoğlu Davası; hukukî olmaktan daha ziyade siyasî olup, Atlantik ötesinden plânlanan operasyonun diğer adıdır. Bu operasyonda kritik dört gün vardır: 28 Şubat 1997-28 Aralık 1998- 25 Ocak 2000- 2 Nisan 2001.

2. Atlantik ötesinden gelen emir ve talimatlara göre hareket eden ve bu milletin aslî değerlerine düşman olan NATO’cu grup, 28 Şubat 1997′de; “tam bağımsız ve millî iradeye karşı gerekirse 1000 yıl mücadele etme” kararı aldı.

3. Hukuk, medya ve sivil toplum örgütleri başta olmak üzere birçok kurum, alınan bu kararlar
doğrultusunda dizayn edildi.

4. Kararların en şedit bir şekilde tatbik edildiği günlerden biri de; 28 Aralık 1998′dir.

5. Bu gün de tam bağımsız ve millî bir fikir adamı olup, o zamana değin 41 esere imza atan, bu tarihe kadar hakkında hiçbir arama, yakalama vb. bir karar olmayan Salih Mirzabeyoğlu; o gün için ilkokula giden çocuğunu almak üzere gittiği okulun önünde, kendisine herhangi bir bildirimde bulunmayan kolluk kuvvetleri tarafından eşinin ve çocuklarının gözü önünde saldırıya uğramış ve yine kendisinin “Tiyatro” olarak ifade ettiği süreç başlamıştır.

6. Operasyonun emniyet safhasında kendisine; “Kimseye emir ve talimat vermediğini, kimseyle görüşmediğini, eylemlerinin olmadığını biliyoruz. Ama yapacak bir şey yok. Yukarıdan bastırıyorlar, örgüt lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin” denilen Salih Mirzabeyoğlu; “Hayata Dönüş Operasyonları”ndan tam 11 ay önce, 25 Ocak 2000′de, Metris Cezaevi’nde düzenlenen, “NOEL BABA” adı verilen, öldürücü mahiyette kimyevî gazlar kullanılan, bir kişinin öldürüldüğü, birçok kişinin yaralandığı operasyonda öldürülmek istenmiştir.

7. “NOEL BABA” operasyonundan sonra Kartal Cezaevi’ne konulan ve burada “TELEGRAM – Zihin Kontrolü- İşkencesi”ne maruz bırakılan Salih Mirzabeyoğlu’na ve avukatlarına; en tabiî hak olan savunma hakkı bile tam mânasıyla kullandırılmamış, savunma bir tarafa “İddianame”yi almak bile başlı başına bir işkenceye döndürülmüştür.

8. Sabah gazetesine verdiği bir röportajda; “İBDA-C davası dahil olmak üzere baskı görmediğim hiçbir dava olmadı” diyen hâkim Sedat Karagül’ün ardından göreve getirilen ve Vakit gazetesine “Mirzabeyoğlu hakkında o dönemde yanlış karar verilmiş olabilir” şeklinde beyanda bulunan Metin Çetinbaş başkanlığındaki mahkeme heyeti 2 Nisan 2001′de; “her ne kadar bir eylemi ve eylem talimatı olduğu tespit edilememiş olsa da sanığın idamına” şeklinde bir karar vermiştir.

9. Hukuk ve hukuka dair bütün değerlerin rafa kaldırıldığı, hukukta emir-komuta zincirinin işleyip, amir-memur, ast-üst münasebetlerinin daha bir câri hâle geldiği, hiç kimseden emir almaması gereken hâkimlerin NATOculardan brifing alıp, ona göre hareket ettiği 28 Şubat Dönemi’nde verilen BÜTÜN hükümlerin hukuksuz olduğu artık her türlü ispat ve izahtan varestedir. Dolayısıyla bu süreçte alınan bütün kararlar hiçbir kayıt, şart ve talebe bağlı kalmaksızın RE’SEN ve yeniden gözden geçirilmeli ve siyasî irade, millet iradesine mutabık bir şekilde tecellî etmelidir.

10. “İleri Demokrasi”den, 28 Şubat’la hesaplaşmaktan, yargının bağımsızlığından, devletin sebebiyet verdiği zararların tazmin edilmesi gerekliliğinden bahsedildiği şu günlerde; hukuka bir maşa muamelesi yapılan ve tarihin gördüğü en büyük hukuksuzluklardan biri olan Mirzabeyoğlu Davası’na bir hukuksuzluk daha eklenmiş, işin esasına dair suçlamaların asılsızlığı bir yana usulî açıdan öncelikle incelenmesi gereken ZAMANAŞIMININ VARLIĞINA RAĞMEN “Noel Baba” operasyonuna maruz kalan insanlar mahkûm edilmiş, Yargıtay da bütün hukuksuzluğu gözardı ederek kararı onamış, böylece 12 yıl önce başlayan operasyonun hukuk ayağı tamamlanmıştır. “Noel Baba Operasyonu”nun yıldönümü olan 25 Ocak 2012, saat 14.00′de Bolu F Tipi Cezaevi’nin önünde yapacağımız basın açıklamasına herkesi bekliyoruz.

Saygıyla duyrulur. 11 Ocak 2011.
yenidevir.hd@gmail.com
Kaynak: http://millibirlikruhu.wordpress.com/

20 Sivil Toplum Örgütü: 28 Şubat'ın Brifingli Mahkeme Kararları İptal Edilsin
02 Nisan 2012



Ankara'da bir araya gelen 20 sivil toplum örgütü temsilcisi, 28 Şubat sürecinde alınan brifingli yargı kararlarının iptal edilerek, yeniden muhakeme yolunun açılmasını istedi.

Burnunuzun Yeni Görünümüne Hayran Kalacaksınız Yalnızca 29-T
Ankara'da bir araya gelen 20 sivil toplum örgütü temsilcisi, 28 Şubat sürecinde alınan brifingli yargı kararlarının iptal edilerek, yeniden muhakeme yolunun açılmasını istedi. Sivil toplum örgütü temsilcileri, yargı kararlarının iptali için imza kampanyası başlattı.

28 Şubat mağdurları ile Metropol Otel'de bir araya sivil toplum temsilcileri adına konuşan Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, brifingli yargı kararlarının iptal edilerek, yeniden muhakeme yolunun açılmasını istedi. "28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan ve ilan edilen kararlar ile ve sonrasında hukuk dışı yapılanmalar eliyle kurumlara ve sivil siyasete müdahale edilmiştir" diyen Ünsal, sözlerine şöyle devam etti: "İdari işlemlerin usul ve esas yönünden geri alınamaz bir işlem hüviyetine bürünmesi, brifing almış hakimlerin önünde adil yargılanmanın ihlal edilmesi, mağduriyetlere yönelik yargılamaların hukuksuz bir yapı tarafından karara bağlanması sebebiyle, 28 Şubat sürecindeki tüm yargılamalar hukuka aykırı olarak yürütülmüştür. 28 Şubat sürecinde, Kuvvet Komutanlıklarından, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde, 'Batı Çalışma Grubu' adı altında illegal bir yapılanma kurulmuştur. İdarenin bütünlüğü ilkesine göre, idare kuruluşu ve teşkilatları ile bir bütündür ve idari teşkilatların oluşumu kanunlarla düzenlenir. 'Batı Çalışma Grubu', kuruluşu ve işleyişi bakımından tümüyle hukuk dışı bir yapılanma olup, idarenin bütünlüğü ilkesine aykırıdır."

Batı Çalışma Grubu'nun aldığı hukuksuz kararlar ve fişlemeler sonucu birçok kişinin görevinden alındığını, öğrencilerin eğitim haklarından yoksun bırakıldığını, disiplin cezaları ile üniversitelerden ilişiklerinin kesildiğini ve farklı görüş ve ideoloji sahiplerinin hürriyeti bağlayıcı cezalarla tecziye edildiğini vurgulayan Ünsal, sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Hukuksuzluk uygulamalarına karşı dönemin hukuk yargılamaları da çare olmamış, ideolojik kararlarla insanların hayatları karartılmıştır. Bu sebeple, binlerce insanın hayatını karartmış olan 28 Şubat süreci siyasi yargı kararlarının iptal edilerek yeniden muhakeme yolunun açılması gerekmektedir. STK'lar olarak, konuyla ilgili yasa çalışmasının yapılması talebiyle imza kampanyası başlatmış olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz."

14 YAŞINDA CEZAEVİNE KONULAN KÖSE: BENİ YENİDEN YARGILAYIN

28 Şubat sürecinde daha 14 yaşında iken Çeçenistan'a destek gösterisine katıldığı için idamla yargılanan ve 10 yıl hapis yatan Yakup Köse ise toplantıda, post modern darbe sürecinde verilen kararların yargısız infaz niteliğinde olduğunu kaydetti. 14 yaşında iken tüm hukuki haklarının elinden çalındığını ifade eden Köse, "Henüz 14 yaşındaydım. Çeçenistan halkına destek eylemine katıldım ve baba evime baskın yapıldı. Annemin gözleri önünde yere yatırıldım. Ellerimden kelepçelendim. Gözlerimi kapattılar. TEM şubede 7 gün tutuldum. Mahkemem 3,5 dakika sürdü ve tutuklandım. Hücrelere kapatıldım. İşkence gördüm. Halen suçumu bilmiyorum. Ama bugün daha sivilleşen bir Türkiye var. Yeni Türkiye'de yeniden yargılanmak istiyorum. 28 Şubat süreci ile hesaplaşılmasını ve ellerimizden çalınan hakların iade edilmesini istiyorum." diye konuştu.

İKNA ODASI MAĞDURU GÖKDEMİR: HESAP VERSİNLER

İkna odası (başörtüsü) mağduru Hanife Gökdemir de, karanlık odalarda yaşadıklarını anlatarak, şunları söyledi: "Şimdi haklarımızı gasp edenlerden hesap sorulmasını bekliyoruz. İkna Odaları, başörtüsü kullanan üniversiteli bayan öğrencilerin başörtüyle eğitim almalarını engellemek için yasal dayanaktan yoksun fiili bir uygulamadır ve sayısızca mağdur yaratmıştır. İkna odaları, gençlerin psikolojik ve manevi olarak çökertildiği, tehdit edilerek başörtülerinden taviz verilmesinin istendiği, kişisel hak ve özgürlüklerin yok sayıldığı bir işkence odası mahiyetindedir."

Destek veren sivil toplum kuruluşları şöyle: Ahde Vefa Platformu, Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu, Ankara Gençlik Eğitim Merkezi Derneği, Araştırma Kültür Vakfı, ASDER, Bab-ı Ali Ehlibeyt Vakfı, Hür Beyan Hareketi, Hak-İş Sendikası, İLKDER, İNFAK, Memur-Sen, Özgür Eğitim Sen, Vahdet Vakfı, Toç Bir Sen, Başkent Kadın Platformu, Anadolu Gençlik Derneği, Milli Türk Talebe Birliği, Birlik Vakfı, Salih Mirzabeyoğlu İçin Hukuk Platformu.
Kaynak: http://www.haberler.com/

Ortak utancımız Salih Mirzabeyoğlu
Ahmet Hakan
10 Nisan 2012

2000 yılıydı.

Ocak ayının başı...

İBDA-C örgütünün lideri olduğu gerekçesiyle cezaevinde tutulan Salih Mirzabeyoğlu, kolları arkasından bağlı şekilde mahkemeye getiriliyordu.
İki yanında jandarmalar olduğu halde.

Fakat o da ne?

Salih Mirzabeyoğlu'nun durumu vahim görünüyordu.

Yüzünde yara izleri vardı.Her tarafı morarmıştı.

AYağı aksıyordu.

Ayakta zor duruyordu.

Saçları kesilmişti.

Saatler süren işkencenin ardından bu hale getirilmişti Salih Mirzabeyoğlu...

O günlerde bu açık zulüm karşısında hiç kimse " gık" bile demedi.

İslamcı aydınlar sustu.

İslamcı teşkilatlar sustu.

İnsan hakları dernekleri sustu.

Siyaset sustu.

Salih Mirzabeyoğlu ahkkında kalem oynatmanın artık sıfır risk taşıdığı bugün kim konuşuyor, kim yazıyorsa o gün sustu.

Ben de susanlar arasındaydım.

Ben de sustum.

Salih Mirzabeyoğlu'nun iki avukatıylabuluştum geçen akşam...

Avukatlar anlattı, ben dinledim.

Ama gözümde hep Salih Mirzabeyoğlu'nun işkence sonrası hali vardı.

Kalbimde ise o gün duruma isyan etmemiş olmanın derin utancı...

avukatlar o işkenceyi anlattılar.

Bütün ayrıntılarıyla...

Biliyorum, o gün susmuş olmamım derin utancını bastırmayacak ama yine de şunu söylemek istiyorum:

28 Şubat'ın olağanüstü koşullarında yargılanan, " anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek" suçundan idam cezası alan, idam cezası kalkınca da cezası ağırlaştırılmış müebbede dönüşen Salih Mirzabeyoğlu...

Eline silah almamış, herhangi bir eyleme katılmamış, 50'yi aşkın kitap yazmış düşünce adamıdır.

Bırakın " ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezası1 ile cezalandırılmayı, karakola çekilmesini gerektirecek bir kanıt bile yoktur ortada.

Demem o ki:

Yıllardır tecritte unutulmuş, hakkı hukuku asla savunulmamış bu fikir adamı için önce vicdanlar ayağa kalkmalı, ardından da bir şeyler yapılmalıdır.
Hürriyet

Salih Mirzabeyoğlu'na CHP'li vekilden ziyaret
11.05.2012
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, bugün Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı cezaevinde bulunan Salih Mirzabeyoğlu'nu ziyaretti.
haberpan

“DÜŞÜNÜYORUM!
O HÂLDE;
-BOLU'DA, 'FİKİR'İN YANINDA-
VARIM!”


“Düşünüyorsun O Hâlde Yok Olmalısın!”
diyenlere inat;
Düşünen;
Varolan;
Fikrî bir Mimarî ortaya koyan;
Sırf bu yüzden idam cezası verilen;
Türlü işkencelerden geçen;
Maruz kaldığı
TELEGRAM “-ZİHİN YÖNLENDİRME-”
işkencesi neticesinde,
“FİKİR”İ UĞRUNA 25 HAZİRAN 2000'de
KENDİSİNİ FEDÂ
ETMEKTEN BİLE ÇEKİNMEYEN
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nu;
'Varlık' ve 'Fikir'imize sahip çıkıp, 'Varolmak' adına;
25 Haziran 2012'de ziyaret edecek,
"Mirzabeyoğlu Davası" hakkında bir basın açıklaması yapacağız!
“Fikir”e sahip çıkarak varolmak isteyen herkesi yapacağımız
Basın Açıklaması'na bekleriz.
Saygıyla duyrulur.
Bolu F Tipi Cezaevi
25 Haziran 2012, saat: 14.00.

Adalet Bakanı neden susuyor
25.06.2012

İBDA-C lideri olduğu gerekçesiyle hüküm giyen ve 14 yıldır cezaevinde bulunan Salih Mirzabeyoğlu, 12 yıldır işkence altında tutulduğunu iddia ediyor. "Telegram" adını verdiği zihin kontrol operasyonuna maruz akaldığını söyleyen Mirzabeyoğlu, kendisine işkence yapanların bu yolla zihnine girdiğini söylüyor.

Yeni Şafak gazetesine namaz kılarken bile kulağına küfürlü sözlerin geldiğini söyleyen Mirzabeyoğlu "Kur'an okurken özellikle bazı harfler üzerine geldiğimde adeta şok uyguluyorlar" dedi. Halen Bolu F tipi Cezaevi'nde bulunan Mirzabeyoğlu, işkencenin burada da devam ettiğini gazeteye söyledi.

İşkencenin bir insanlık suçu olduğu tartışılmaz. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, işkence iddiaları konusunda sessiz. Salih Mirzabeyoğlu'na zihin kontrolü yöntemiyle işkence ediliyor mu? Kamuoyu bu sorunun yanıtını bekliyor.
Kaynak: http://www.odatv.com/n.php?n=adalet-bakani-neden-susuyor-2506121200

Bu pilav daha çok su götürür
27 Haziran 2012
Nusret Çiçek
Yeni Akit
nusretcicek@yeniakit.com

Mirzabeyoğlu(Salih İzzet Erdiş) dosyası. İsterdim ki bu dosyayı dürüstlük adına mangalda kül bırakmayan Kılıçdaroğlu ile ekibi okusa. Haksızlık mı işte burada. Laik adaletin tokatladığı insanların halini görsünler. "Laik düzene karşıyım" demekle, ağırlaştırılmış müebbet hapis nasıl oluyor? Sen laik cumhuriyete karşıysan biz de sana haddini bildiririz. İBDA-C dosyası ideolojik bir dava. Ben yaptım oldulardan...

Sincan'daki Kudüs Gecesi öyle olmadı mı?

İsrail'in Filistin halkına karşı giriştiği zulüm kınanıyor diye DGM'nin savcıları gece yarılarında insanları kelepçelemeye başladılar.

Uydur yap bir şeyler, yaz Müslümanın hesabına.

İBDA-C dosyası aynen öyle.

Birileri kiliseye patlayıcı atmışsa hesabını Mirzabeyoğlu'ndan sordular.

Oysa ki herkes kendi eyleminden sorumlu değil midir?

Şimdi KCK operasyonu yapılıyor, yakalananların her birisinin bir eylemi var, işte o eylemler BDP Genel başkanından mı soruluyor?..

Veya Öcalan, PKK militanlarının eylemlerinden sorumlu mu?

İBDA-C dosyası önümde.

Okuyorum, okuduğumdan bir şey anlamıyorum, nedeni ise dikişle tutturulmuş bir sürü olay. Olaylardan tor yapmışlar, balıkları avlamışlar...

Danıştay cinayetini hatırlayın.

Sanık tetiğe asılırken cebine Vakit Gazetesini neden koymuş?

İşte o gün iktidarda derinciler olmuş olsaydı Danıştay cinayeti Vakit gazetesinin hesabına yazılacaktı, Allah'tanki olay çözüldü de birçok masum insan zulüm görmekten kurtuldu. Şimdi de, Cumhuriyet gazetesine patlayıcıyı kim atar?

Aya Yorgi kilisesini kim bombalar?

Tabii ki Mirzabeyoğlu...

Yakıştırılanı da o değil mi?

Şunu anlatmaya çalışıyorum. Mirzabeyoğlu'nun anayasal düzeni silah zoru ile devirmeye yönelik bizzat karıştığı hiçbir olay yok. Sadece evinde yapılan aramada birkaç silah bulunmuş. Onların da cezası herhalde ağırlaştırılmış müebbet hapis değildir.

İşte o silahlar ve bir de bir kuzudan iki post.

Geçmişten bir tanesini anlatalım.

Güneydoğuda görev yapan bir yüzbaşı hafta sonu Ankara'ya gelirken Keskin civarında kaza yapıyor. Yüzbaşı ağır yaralı, takla atan araçtan bir de kaleşnikof çıkıyor.

Yüzbaşının sosyal durumuna gelince; hanımı başı kapalılardan, eteği uzunlardan.

Silah, asker tamam da bir de örgüt lazım.

Psikolojik rahatsızlığı nedeniyle hanımı bir sefer Menzil denilen tarikata gidince örgüt de tamam. Yüzbaşı komada iken tahkikat başlatılmış bile.

Bu dosyayı da okuyunca faltaşı gibi gözlerim açıldı. Ankara DGM'de yüzbaşı hakkında silahlı örgüt üyesi olmaktan dava açmışlar.

Suçlama silah zoru ile laik düzeni yıkmak.

Hemen görevinden atılıyor.

Yüzbaşı işsiz ve de aç susuz kimin umurunda...

İBDA-C denilen hayali örgütü DGM yargılamış.

Delilleri DGM savcıları toplamış...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi DGM için ne dedi?

Yüzlercesi için dedi ki, bu mahkemeler adil yargılama yapmıyor...

O halde, adil bir yargılama...

Özel yetkili savcılardan birisi bu dosyayı yeniden ele almalı, yoksa tarih bu kadar ölçüsüzce verilen bir cezayı affetmez. Sen de yanarsın, ben de yanarım...

Cübbeli Ahmet Hoca'dan Salih Mirzabeyoğlu'na Taziye
07 Eylül 2012



Cübbeli Ahmet Hoca, perşembe sohbetinde okunan mektubunda Salih Mirzabeyoğlu'nun geçtiğimiz günlerde vefat eden Babası merhum Şerif Muammer Erdiş ile alakalı taziye mesajı yayınladı.

Cübbeli Ahmet Hoca'nın taziye mesajı şöyle:

* Salih Mirzabeyoğlu kardeşimizin babası Muammer Şerif Beyefendi’nin vefatını duymam dahası Salih Efendi’ye babasının cenazesine katılma izni verilmemesini öğrenmem beni çok mahzun etti, yakında benim başıma gelen annemin vefatında cenazeye iştirak edebilmiştim, niye ona izin verilmedi anlamadım, halbuki kendisi 28 şubat sürecinde ceza aldı, şimdi

Mirzabeyoğlu!
HAŞMET BABAOĞLU
23 Ocak 2012

Dikkatimi çekiyor...
F Tipi cezaevleri, tartışmalı yargı kararları ve cezaevlerinde süren kötü muamele hep belli bir siyasi çevre açısından medyaya taşınıyor.
Hak, hukuk savunuculuğu adına haksız ve manidar bir ayrımcılık bu!
Mesela tartışmaya çok açık bir yargı süreci sonrasında müebbet hapse mahkûm edilmiş ve on iki yıldır hücrede tutulan Salih Mirzabeyoğlu'nun durumunu merak edip sorgulayan var mı?
Sabah

28 Şubat döneminde Genelkurmay brifingine katılan hakim ve savcılar için soruşturma
16 Şubat 2012

Star gazetesinin haberi:

Karargahtaki brifinglere katılana 28 Şubat sorgusu
Mustafa Türk

Ankara Özel Yetkili Savcısı Bilgili, 28 Şubat ile ilgili soruşturma kapsamında Genelkurmay brifingine katılan savcı ve hakimleri belirliyor. Belirlenen listede yer alan isimlerin aldığı kararlar gündeme getirilecek.

ANKARA Özel Yetkili Savcısı Mustafa Bilgili’nin 28 Şubat postmodern darbesi döneminde Genelkurmay brifingine katılan hakim ve savcılar için başlattığı incelemede Karargah’a katılımcıların isimlerini sordu. Katılan savcı ve hakimler, listenin belirlenmesinden sonra tek tek ifadeye çağrılacak. Aldıkları kararlar tekrar gündeme getirilerek değerlendirilecek.

O brifinge neden gittiniz?

Başsavcıvekilliği, 28 Şubat ile ilgili soruşturmada çarpıcı bir karara imza attı. 28 Şubat yargı kararlarını masaya yatıran Savcılık, Karargaha giderek Genelkurmay’ın irtica brifinglerine katılan hakim, savcı ve avukatların listesinin çıkartılmasını istedi. Soruşturma kapsamında isim isim çağrılarak ifadesi alınacak yargı mensuplarının verdiği bilgilerle soruşturmanın seyrinin netlik kazanacağı belirtildi. O dönem verilen yargı kararlarına ilişkin yürütülecek soruşturma kapsamında, üst düzey yargı mensuplarına “görevi kötüye kullanma” ve Karargahtan talimat alındığı gerekçesiyle “kuvvetler ayrılığı ilkesini çiğneme” soruşturması yürütülmesi bekleniyor. Ankara Başsavcılığı, soruşturma sürecinde o dönem görev yapan emekli yargı mensuplarının ifadesine başvurmayı planlıyor. Başsavcılığın ifadeler kapsamında 28 Şubat’ta Karargah’taki brifinglere katılan yargı üyelerine “Neden gittiniz? Neler anlatıldı? Yargı kararlarını değiştirecek talimat verildi mi?” gibi sorular yönelteceği belirtildi.

Yargı kararları da inceleniyor

Genelkurmay Orbay salonunda yapılan brifinglerde Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner ile İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri, “irticai faaliyetler”i anlatmıştı. Yargı üyelerine, “Baktığınız davalarda dikkatli olun. Cumhuriyet tehlikede. Rejimi ve laikliği koruyun, kararlarınızı buna göre verin. Laiklik ilkesine aykırı faaliyette bulunanlara müsamaha göstermeyin” talimatı verilmişti. Ankara Özel Yetkili Başsavcıvekilliği,çok sayıdaki suç duyurusu üzerine 28 Şubat sürecine ilişkin soruşturma başlatmıştı. Savcılığın 28 Şubat sürecinde yaşanan yargı skandallarını da mercek altına aldığı öğrenildi. Ayrıca dönemin gazete haberlerinin de delil olarak dosyaya girdiği öğrenildi.

KOMUTANLAR DA ÇAĞRILABİLİR

Soruşturmayı yürüten Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet savcısı Mustafa Bilgili’nin gerek görmesi halinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, kuvvet komutanları, Sincan’da tankları yürüten Erdal Ceylanoğlu’nun ifadesine başvuracağı öğrenildi. Soruşturma savcısı Bilgili, Refahyol hükümetinin kurulmasından Başbakan Necmettin Erbakan’ın istifasına kadar olan sürece ilişkin tüm bilgi ve belgeleri incelerken 28 Şubat kararlarının alındığı Milli Güvenlik Kurulu bildirisini de mercek altına aldı. Savcılık, Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi uyarınca, cebir ve şiddet kullanmadan Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmalarına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme iddiasıyla soruşturmasını sürdürüyor. Soruşturmada şüpheli olarak yer alan isimler ise şöyle: Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Kara Kuvvetleri Komutanı Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, MGK Genel Sekreteri İlhan Kılıç, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Doğu Aktulga.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 01, 2016 12:00 am    Mesaj konusu: Salih Mirzabeyoğlu'nun Beraat'inin gerekçesi açıklandı Alıntıyla Cevap Gönder

Salih Mirzabeyoğlu'nun Beraat'inin gerekçesi açıklandı
28 Mart 2016



Fikir ve aksiyon adamı Salih MİRZABEYOĞLU’nun 16 yıl tutuklu kaldığı davasının “yeniden yargılama” kapsamında görülen duruşmaları, 2 Mart 2016 tarihinde verilen “beraat” kararıyla son bulmuştu.

ADIMLAR Haber'in haberine göre; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkeme heyetinin verdiği beraat kararı hakkındaki gerekçeli kararı yayınlandı. 26 sayfalık söz konusu gerekçeli kararın 22 ve 24. sayfalarında yer alan ilgili kısmını ve ardından karar metninin tamamını yayınlıyoruz.

(..)

İzah olunan tüm bu hususlara; bu bağlamda hükümlü Salih İzzet Erdiş’in yargılamalardaki savunmalarına, yeniden yargılamaya konu önceki mahkumiyet hükmüne esas alınan ve tevilli ikrar olarak değerlendirilen gözaltındaki avukatsız ifadelerine, bununla ilgili gerek suç tarihinde yürürlükteki usul mevzuatı ve gerekse suç ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren usuli hüküm ve düzenlemelere, konu ile ilgili AYM hak ihlali kararlarına, örgüt mensuplarının hükümlü ile ilgili beyan ve anlatımlarını içeren hazırlık ifadelerinin kollukta avukatsız alınan “ceraim evrakı” niteliğinde oluşuna, hükümlü ile ilgili yakalama ve arama tutanaklarına, yeniden yargılamadaki tanık anlatımlarına, tanık Okan İşgör ile ilgili resmi niteliği haiz bazı bilgi ve belgelere, İstanbul ve Adana DGM Başsavcılıklarınca verilen ve hükümlünün 1997 öncesinde örgütsel bir eyleminin tespit edilemediğini ortaya koyan karşılıklı yetkisizlik kararlarına, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyon raporu, gazete yayınları, verilen demeç ve yorumlar ile tüm dosya kapsamına nazaran;

Türkiye’de 1970’li yılların ikinci yarısında kurulan dönemin gençlik hareketlerinden Akıncılar Derneğinin kurucuları arasında yer alıp, daha sonra şair-yazar Necip Fazıl Kısakürek’in kurucusu olduğu ve kökü 1940’lı yıllara dayanan Büyük Doğu adındaki edebiyat ve fikir akımının devamı niteliğinde olduğu kabul edilen İBDA adlı fikir akımını geliştirerek 1984 yılından itibaren İBDA yayınları adı altında sayısı yaklaşık 60’a yakın kitaptan oluşan bir külliyatı meydana getiren; şiir, sanat, estetik, dil, içtimai sistem, iktidar, hakimiyet, politika, devlet, siyaset bilimi gibi geniş bir sahaya hitap eden konuları felsefi, fikri ve ideolojik yönleriyle analiz ettiği ve kaleme aldığı eserlerinde Salih Mirzabeyoğlu müstear adını kullanan ve kamuoyunda da bu adı ile tanınan ve bilinen hükümlü Salih İzzet Erdiş’inTürkiye’de yerleşik laik ve demokratik devlet düzenini benimsemeyen, yerine dini esaslara dayalı yeni bir dünya düzeni hedefleyen bir sistem karşıtı ve muhalif olduğu, hükümlünün eserleri ve konferanslarında dile getirdiği söylemleri ve verdiği mesajların devlet ve toplumun bir kesimini rahatsız edici, çarpıcı, saldırgan, kışkırtıcı ve şok edici, toplum kesimlerinin kahir ekseriyeti tarafından paylaşılmayan fikir ve düşünceler olduğu hususlarında kuşku ve duraksama bulunmamakla birlikte kaleme aldığı eserlerinde ve verdiği konferanslarda dile getirdiği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1979 tarihli ünlü Birleşik Krallık / Handyside kararında ifade özgürlüğü kapsamında kabul edilmesi gereken sisteme yönelik karşıt görüş ve fikirlerinin düşünsel ve fikri düzeyi aşarak anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bombalama, soygun, ölüm ve yaralama ile sonuçlanan silahlı saldırı biçimindeki şiddet hareketlerini kışkırttığına, bunları teşvik ettiğine, şiddet eylemleri konusunda İBDA/C örgütü mensuplarına emir veya talimat verdiğine, İBDA/C silahlı terör örgütünün kurucusu veya yöneticisi olduğuna, böyle bir silahlı terör örgütünde emir ve kumandayı haiz olduğuna, şiddet eylemlerini sevk ve idare ettiğine, silahlı örgüt üyeleri ile arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ ve altlık – üstlük ilişkisi bulunduğuna, önceki mahkumiyet hükmünde kabul edilip benimsendiği şekliyle şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmeye başlandığı 1991 – 1992 yıllarından sonra oluşturulan cephe hareketlerinde emir, talimat verme veya sair şekilde yönlendirmesi olduğuna, İBDA/C silahlı örgütünü oluşturduğu ve şiddet eylemlerini gerçekleştirdiği kabul edilen birbirinden bağımsız cephe ve hücre oluşumları ile arasında organik bağının bulunduğuna dair mahkumiyetine elverişli ve yeterli, kesin ve inandırıcı, somut ve objektif hiçbir kanıt mevcut olmadığı;

Aralarında hiyerarşik bir yapılanma olmaksızın birbirinden bağımsız hareket ederek aldıkları kararları faaliyete geçirdiği kabul edilen İBDA/C örgütü mensuplarının gerçekleştirdikleri anayasal düzeni değiştirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik şiddet eylemlerine doğrudan doğruya katıldığı tespit edilemeyen hükümlünün, salt kitaplarından etkilenildiği ve eserlerinin örgüt üyelerinin siyasi ve ideolojik altyapısını oluşturduğu düşüncesiyle söz konusu eylemlerden cezai yönden sorumlu tutulması şeklindeki bir anlayış ve hukuki yorumun kabul edilemeyeceği, önceki mahkumiyet hükmünde kabul edilip hükme dayanak yapılan “lidersiz bir örgüt düşünülemeyeceğinden örgüt mensuplarının Kumandan sıfatı ile lider olarak gördükleri ve bağlı oldukları Salih İzzet Erdiş’in İBDA/C silahlı terör örgütü lideri olduğu ve bu yüzden de örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden örgüt lideri olarak sorumlu olduğu” şeklindeki bakış açısının modern ceza hukukunun şahsiliği ve kusur sorumluluğu ilkeleriyle bağdaşmayan, toptancı bir anlayışı ifade eden, deyim yerinde ise örgüte lider bulmaya dönük, dönem hukuku anlayışını ve zorlama bir bakış açısını yansıttığı;

Bu gerekçelerle hükümlü Salih İzzet Erdiş’in üzerine atılı 765 sayılı TCK’nın 146/1 maddesine mümas Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Tağyir ve Tebdil veya İlgaya ve Anayasa ile Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya Vazifesini Yapmaktan Men’e Cebren Teşebbüs Etmek (Anayasayı Cebren İlgaya Teşebbüs) suçunu işlediğine dair her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği,
(..)



T.C. İSTANBUL 14. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
SALİH MİRZABEYOĞLU DAVASI’NIN GEREKÇELİ KARARININ
TAM METNİ



T.C.
İSTANBUL
14. AĞIR CEZA MAHKEMESİ



DOSYA NO : 2015/210

YENİDEN YARGILAMA KARAR NO : 2016/60

HÜKMÜN İPTALİ/BERAAT



T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
GEREKÇELİ KARAR



BAŞKAN : CANEL RÜZGAR 39902

ÜYE : CEM KARACA 43103

ÜYE : MEHMET ÇELİK 165787

C. SAVCISI : ALİ KAYA 29642

KATİP : ERDOĞAN DEMET 143803



DAVACI : K.H.

HÜKÜMLÜ : SAADETTİN USTAOSMANOĞLU ……..

MÜDAFİİLERİ : AV. ABDULLAH ÖZBEK, ……

KAYA KARTAL, ……..

OKAN KADİR BEKTAŞOĞLU,………

GÖZALTI TARİHİ : 30/12/1998 – 04/01/1999

TUTUKLAMA TARİHİ : 04/01/1999

TAHLİYE TARİHİ : 29/09/2005 (ŞARTLA TAHLİYE)

TAHLİYE TARİHİ : 30/12/2007 (BİHAKKIN TAHLİYE)

HÜKÜMLÜ : SALİH İZZET ERDİŞ ……

MÜDAFİİLERİ : AV. HASAN ÖLÇER, ………

GÜVEN YILMAZ, ……..

ÇAĞRI CENGİZ, ………

İBRAHİM HALİL YILMAZ, ……..

AHMET CENGİZ, …….

İBRAHİM HALİL BİNGÖL, ……….

MEHMET TIĞLI, ……..

KAYA KARTAL, ………

ALİ RIZA YAMAN, ……….

HALİL KILIÇ, ………

GÖZALTI TARİHİ : 29/12/1998 – 04/01/1999

TUTUKLAMA TARİHİ : 04/01/1999

TAHLİYE TARİHİ : 22/07/2014 (İNFAZIN DURDURULMASI İLE)

SUÇ : Anayasal Düzeni Zorla Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs (hükümlü Salih İzzet ERDİŞ yönünden),Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak (hükümlü Saadettin USTAOSMANOĞLU yönünden)

SUÇ TARİHİ : 29/12/1998 ve öncesi

SUÇ YERİ : İSTANBUL

KARAR TARİHİ : 02/03/2016



Anayasanın 9.maddesine göre Türk Milleti adına yargılama yapmaya ve hüküm vermeye görevli ve yetkili mahkememizce yukarıda açık kimliği yazılı hükümlüler hakkında yapılan yeniden yargılama neticesinde;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

İDDİA – YARGILAMA SAFAHATİ VE ADLİ SÜREÇ:

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 12/01/1999 tarih ve 1998/2956 hazırlık, 1999/34 esas, 1999/34 iddia nolu iddianamesi ile;

Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine dini esaslara dayalı, merkezi Türkiye olan ve Ortadoğu ülkelerini de içerisine alan Büyük Doğu İslam Devleti kurmak amacıyla faaliyetlerini sürdüren ve bu fikir doğrultusunda 1985 yılında İBDA / C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) adlı yasa dışı örgütü oluşturan “Kumandan” kod sanık Salih İzzet Erdiş’in kurmuş olduğu İBDA/C adlı örgütün 1994 yılından sanığın yakalandığı 29/12/1998 tarihine kadar gerek İstanbul’da ve gerekse Türkiye genelinde çok sayıda bombalama, molotof kokteyli atma, silahlı saldırı, 6136 SKM, zorla para toplama, pankart asma, duvarlara yazılama yapma, adam öldürme ve 2911 SKM suçlarını gerçekleştirdiği, İBDA/C adlı yasa dışı örgütün kurucusu ve liderinin sanık Salih İzzet Erdiş olduğu,

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürülüğünce yasa dışı İBDA/C örgütüne yönelik yürütülen istihbari çalışmalar neticesinde Kumandan kod adlı sanık Salih İzzet Erdiş’in 29/12/1998 günü saat 14.15 sıralarında Tuzla Atatürk İlköğretim Okulu önünde Harun Yüksel isimli şahsa ait 34 PV 384 plakalı oto içerisinde iken yakalandığı, yakalanan sanığın sevk ve idaresindeki araç içerisinde yapılan aramada bir adet siyah deri el çantası ele geçirildiği, el çantası içerisinde yapılan aramada çeşitli miktarlarda mark ve dolar cinsinden döviz ele geçirilerek adli emanete alındığı, örgüt lideri sanık Salih İzzet Erdiş’in yakalanmasını müteakip ikametgahı olan İstanbul Tuzla Manastır Mevkii Geçici 26.Sokak No:14 sayılı adresteki meskende yapılan aramada bir adet 7,65 mm çapında tabanca, bu tabancaya ait şarjör ile 20 adet mermi, bir adet 9 mm çaplı tabanca, bu tabancaya ait şarjör ile 25 adet mermi, bir adet 22 kalibre tüfek, tüfeğin üzerine monte edilmiş bir adet dürbün, bu tüfeğe ait 49 adet fişek, bir adet pompalı tüfek ve buna ait 70 adet fişek, bir adet havalı av tüfeği, kamera cihazı, cep telefonu, daktilo makinesi, bir adet mavi zemin üzerine 3 hilal ve bir yıldızdan oluşturulmuş İBDA/C adlı örgütün simgesi olan bayrak, bir adet tevhid bayrağı, İBDA yayınları ile örgütsel nitelik arzeden çok sayıda doküman ele geçirildiği,

Sanık Salih İzzet Erdiş’in 29/12/1998 tarihinde bu şekilde yakalanmasından sonra örgüt içerisinde faaliyet gösteren ve örgütün üyesi olduğu belirlenen sanık Sadettin Ustaosmanoğlu’nun bir gün sonra 30/12/1998 tarihinde yakalandığı, adı geçenin kalmakta olduğu Fatih Hatip Muslahattin Mahallesi Mismarcı Sokak No:24/1 sayılı adreste faaliyet gösteren Furkan Dergisinde ve ikametinde yapılan aramada örgüt bayrağı, 30 metre uzunluğunda bez üzerine basılı örgüt amblemi, bol miktarda örgütsel yayın ve doküman ele geçirildiği,

İBDA/C adlı örgütün içerisinde faaliyet gösteren sanık Mehmet Fazıl Aslantürk’ün İstanbul Tuzla Çınarlı Mahallesi Fatma Hanım Sokak No:11 sayılı adresteki ikametinde aynı tarihte yapılan aramada bir adet 32 kalibrelik toplu tabanca, bir adet 45 kalibrelik toplu tabanca elde edildiği, adı geçen sanığın olayı müteakip firar ettiği ve yakalanamadığı,

Yasa dışı silahlı terör örgütü İBDA/C örgüt mensuplarının hal ve sıfatlarını bilerek yardım ettiği tespit edilen ve 31/12/1998 tarihi itibariyle yakalanan sanık Hüsnü Göktaş’ın Tuzla Postane Mahallesi Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi İsmailefendi Sokak No:2/1 sayılı adresteki ikametinde yapılan aramada üç adet 12’lik otomatik yivsiz av tüfeği, iki adet kuru sıkı tabanca elde edildiği,

Emniyet Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalarda sanık Salih İzzet Erdiş’in İBDA/C adlı örgütün lideri olup, kod adının “Kumandan” olduğunun belirtildiği, ayrıca örgütün 1994 yılından liderinin yakalandığı 29/12/1998 tarihine kadar İstanbul ve Türkiye genelinde gerçekleştirdiği bombalama, silahlı saldırı, banka soygunu, adam öldürme şeklindeki şiddet eylemlerinin 98 ayrı başlık halinde tarih ve zaman gösterilmek suretiyle sayıldığı, örgütün yapısı incelendiğinde “Kumandan” kod sanık Salih İzzet Erdiş’in yazdığı kitaplardan etkilenen şahısların bir araya gelerek aralarında hiyerarşik bir yapılanma olmadan birbirinden bağımsız hareket eden ve aldıkları kararları faaliyete geçiren “kendinden zuhur” adı ile oluşturulan cephelerden meydana geldiği,

Sanık Salih İzzet Erdiş’in Tuzla’daki ikametinde ele geçen silahlara ilişkin alınan uzmanlık raporlarında atışa salih olup, bu halleri ile 6136 SK kapsamında kaldıkları ve daha önceki olaylarda kullanılmadıklarının tespit edildiği, sanık Hüsnü’nün evinde ele geçirilen av tüfeklerinin faili meçhul olaylarda kullanılmadığı ve 6136 SK kapsamında kalmadığı, iki adet gaz tabancasının atışa salih olup 6136 SK kapsamında kalmadığı, sanık Mehmet Fazıl’ın ikametinde ele geçen iki adet toplu tabancanın ateşleme tertibatının arızalı olup bu haliyle 6136 SK kapsamında kalmadığının belirtildiği,

Sanık Salih İzzet’in Tuzla’daki ikametinde ele geçirilen bir kısım belgelerde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ilahiyatçı danışmanına, MGK kararlarına, İsrail’in Ankara Büyükelçisine yönelik hakaret içeren sanığın eli ürünü ve el yazısı ile yazılmış yazılar bulunduğu, aynı şekilde sanık Saadettin’de ele geçirilen ve eli ürünü olan dokümanlardan dönemin siyasilerine, bazı iş adamlarına üst düzey askeri personele hakaret içeren yazıların yer aldığı,

İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğünün 1991 yılından 1998 yılı sonuna değin İBDA/C terör örgütüne yönelik gerçekleştirdiği operasyonlarda yakalanan ve mahkemelerde yargılanan çok sayıda örgüt mensubunun, örgüt liderinin “Kumandan” kod adlı hükümlü Salih İzzet Erdiş olduğunu belirtikleri, nitekim bu kişilerin ifade örneklerinin dosyaya eklendiği,

Sanıklar Saadettin ve Salih İzzet’in gerek savcılıkta gerekse yedek hakimlik huzurunda alınan beyanlarında emniyette baskı altında kalmadıklarını, hür iradeleri ile savunmalarının yaptıklarını belirttikleri, sanık Salih İzzet’in aşamalardaki tüm savunmalarında laik düzeni benimsemediğini, bu düzeni yıkarak yerine İslami esaslara dayalı ve tüm ortadoğu ülkelerini içine alacak Büyük Doğu İslam Devleti kurmayı amaçladığını ve bu yönde faaliyet gösterdiğini samimi olarak belirttiği,

İBDA/C adlı örgüt mensuplarının gerçekleştirdikleri eylemlerin çokluğu, bunların toplum içerisinde yarattığı huzursuzluk, kaygı ve panik derecesinin toplum huzurunu bozan, kamu güvenliğini sarsan, istikrar ve gelişmeyi engelleyen boyutlara vardığının görüldüğü, örgüt lideri olan ve kod adı ile kurulacak Büyük Doğu İslam Devletinin komutanı seçilecek olan Kumandan kod sanık Salih İzzet’in örgüt mensuplarının gerçekleştirdikleri eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla birlikte bizzat kendisi tarafından kaleme alınan ve örgüte sempati ile bakanlara okutturulmak suretiyle siyasi ve ideolojik bir bilinç yerleştirilmesinde kullanılan kitaplarında Büyük Doğu İslam Devletinin nasıl kurulacağına yer vererek örgüt mensuplarına bu bakımdan yön verdiği, lidersiz bir örgüt düşünülemeyeceği gibi örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden örgüt liderinin sorumlu tutulmamasının da eşyanın tabiatına aykırı düşeceği, bu bakımdan İBDA/C adlı örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği tüm eylemlerden örgütün lideri olarak sanık Salih İzzet’in de sorumlu olduğu, örgüt mensuplarının sanık Salih İzzet Erdiş’e olan bağlılıkları, bağlı oldukları örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü, gerçekleştirdikleri eylemlerin çokluğu ve ağırlığı, toplum içerisinde yarattığı korku ve vehamet derecesi dikkate alındığında adı geçen sanığın eylemlerinin anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu,

Sanıklar Saadettin ve Mehmet Fazıl’ın İBDA/C adlı silahlı örgütün sair efradı oldukları, sanık Hüsnü Göktaş’ın ise örgüt mensuplarının hal ve sıfatlarını bilerek örgüte silah alınmasına yardımcı olduğu ve bu şekilde örgüte yardım ettiği,

Sanık Salih İzzet Erdiş hakkında İBDA/C adlı silahlı örgüt içerisinde amirliği ve kumandayı haiz görev almak suçundan suç tarihi 1997 ve öncesi olan olaylarla ilgili olarak Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10/06/1998 tarih ve 1998/275 hazırlık numaralı iddianame ile adı geçenin 765 sayılı TCK’nun 168/1 ve 3713 SK’nun 5.maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, davanın halen Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde derdest olup yargılamasının sürdüğü, söz konusu davanın bu dava birleştirilmesi hususunun mahkemenin takdirine bırakıldığı belirtilerek;

Sanık Salih İzzet Erdiş’in mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs suçundan eylemine uyan 765 sayılı TCK’nun 146/1 maddesi; sanıklar Saadettin ve Mehmet Fazıl’ın İBDA/C adlı örgütün sair efradı olmak suçundan eylemlerine uyan 765 sayılı TCK’nun 168/2 ve 3713 SK’nun 5.maddeleri; sanık Hüsnü Göktaş’ın yasa dışı örgüt mensuplarına yardım etmek suçundan eylemine uyan 765 sayılı TCK’nun 169 ve 3713 SK’nun 5 maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına karar verilmesi istemiyle açılan kamu davası açılmış,

Yargılamanın devamı sırasında 12/08/1999 tarihinde yakalanan Mehmet Fazıl Aslantürk’ün davası da bu dosya kapsamında görülmüş ve yürütülmüş,

Kamu davasının İstanbul 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesince yapılan yargılaması neticesinde sanık Hüsnü Göktaş hakkında açılan kamu davasının 4616 SK’nın 1/4 maddesi uyarınca kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine; sanıklar Saadettin ve Mehmet Fazıl’ın sübuta eren silahlı örgütün sair efradı olmak suçundan eylemlerine uyan 765 sayılı TCK’nun 168/2 ve 3713 SK’nun 5.maddeleri gereğince ayrı ayrı 18 er yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmalarına; sanık Salih İzzet Erdiş’in Adana Devlet Güvenlik Mahkemesince 22/07/1999 tarih ve 1998/258 esas, 1999/175 karar sayılı karar ile birleştirilen dava dosyasına konu eylemleri de birlikte kül halinde değerlendirildiğinde sübuta eren Anayasal Düzeni Cebir ve Şiddet Kullanarak Zorla Değiştirmeye Teşebbüs suçundan eylemine uyan 765 sayılı TCK’nun 146/1 maddesi uyarınca idam cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş,

İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 02/04/2001 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı ilamına konu mahkumiyet hükümlerinin re’sen temyize tabi olması ve sanıklar vekillerince temyiz edilmesi üzerine olağan kanun yolu incelemesini gerçekleştiren Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 18/04/2002 tarih ve 2002/621, 2002/889 esas – karar sayılı ilamıyla mahkumiyet hükümlerini onaması üzerine hükümler kesinleşmiş ve kesinleşmesi ile birlikte infazına başlanılmış,

Kesinleşen hükümlerin infazı sırasında İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin uyarlamaya dair 23/09/2002 tarihli ve 2002/475 müteferrik sayılı kararı ile, 765 sayılı TCK’nın 2.maddesi gözönünde bulundurularak ve 4771 SK’nın 1/A maddesi hükmü uyarınca hükümlü Salih İzzet Erdiş hakkındaki idam cezasının müebbet ağır hapse çevrilmesine ve 4771 SK’nın 1.maddesinin B/2 fıkrası gereğince müebbet ağır hapis cezasının ölünceye kadar sürdürülmesine, ayrıca hükümlü Salih İzzet Erdiş hakkında 647 SK ile 3713 SK’nın şartla salıvermeye ilişkin hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiş, bilahare Haziran 2004 itibariyle DGM’lerin kapatılması ile İstanbul 6 Nolu DGM yerine kurulan ve faaliyete geçirilen 5190 SK ile yetkili İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/11/2004 tarih ve 2004/1161 müteferrik sayılı kararı ile 5218 SK kapsamında değerlendirme yapıldığı belirtilerek hükümlü Salih İzzet Erdiş hakkındaki müebbet ağır hapis cezasının 5218 SK’nın geçici 11.maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına tahvil edilmesine, aynı şekilde 5218 SK’nın 1/I maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 17.maddesine eklenen son fıkra gereğince adı geçen hükümlü hakkında 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun şartla salıvermeye ilişkin hükümleri ile 3713 SK’nın şartla salıvermeye ilişkin hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına, hükümlü hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasının ölünceye kadar sürdürülmesine karar verilmiş, son olarak 5237 sayılı TCK kapsamında lehe / aleyhe yasa değerlendirilmesi amacı ile İstanbul (Kapatılan) 14. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK.nun 250.maddesi ile görevli) 13/06/2008 tarihinde verilen uyarlamaya ilişkin ek karar ile 5237 sayılı TCK’nın 7/2 ve 5252 sayılı Yürürlük Kanununun 9/3 maddesi hükümleri ışığında yapılan değerlendirme neticesinde suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın hükümlü Salih İzzet’in eylemine karşılık gelen 309 ve 311.maddeleri hükümlerine kıyasen suç tarihi itibariyle yürürlükteki 765 sayılı TCK hükümlerinin bir bütün olarak uygulanması halinde adı geçen hükümlünün lehine olduğu gerekçesiyle 5252 SK’nın ağır hapis cezalarını hapis cezasına dönüştüren 6.maddesi hükmü de gözetilerek hükümlü Salih İzzet Erdiş’e uyarlama sonucu verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasındaki “ağır” kelimesinin çıkarılarak adı geçen hükümlünün ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve infazın bu şekilde devamına karar verilmiş,

Hükümlüler Saadettin Ustaosmanoğlu ve Mehmet Fazıl Aslantürk açısından ise suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK hükümlerinin lehlerine olduğu değerlendirilerek adı geçen hükümlüler hakkında verilen 13/06/2008 tarihli uyarlamaya ilişkin ek karar ile hükümlülerin silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan eylemlerine uyan ve lehe hüküm – sonuç doğuran 5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 SK’nın 5.maddeleri uyarınca 9 ar yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, infazın bu şekilde devamına, hükümlüler Salih İzzet Erdiş, Saadettin Ustaosmanoğlu ve Mehmet Fazıl Aslantürk’ün koşulları oluşmadığından 4959 sayılı Topluma Kazandırma Yasasından ve 5237 sayılı TCK’nın etkin pişmanlığa ilişkin 221.maddesi hükümlerinden yararlanmalarına yer olmadığına karar verilmiş, hükümlüler hakkındaki uyarlamaya dair ek kararlar da Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 26/01/2011 tarih ve 2009/18130 esas, 2011/378 karar sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiş, infaza bu şekilde devam olunmuş, hükümlü Saadettin Ustaosmanoğlu hakkındaki hapis cezasının infazı 29/09/2005 tarihi itibariyle koşullu ve 30/12/2007 tarihi itibariyle bi hakkın tamamlanır iken, hükümlülerden Salih İzzet Erdiş hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı sırasında yeniden yargılama talebinde bulunulmuştur.

YENİDEN YARGILAMA TALEPLERİNE DAYANAK YAPILAN GEREKÇELER :

Hükümlü Salih İzzet Erdiş vekilleri Av. Hasan Ölçer, Av. Güven Yılmaz, Av. Ahmet Arslan, Av. Zafer Şahin ve Av. Ali Rıza Yaman tarafından müşterek imzalı olarak sunulan 27/06/2014 havale tarihli yargılamanın yenilenmesi talebini içeren dilekçe ve eklerinde özetle;

İstanbul 6 No’lu DGM’nin müvekkilleri Salih İzzet ERDİŞ ile ilgili vermiş olduğu mahkumiyet kararının hukuki olmaktan ziyade tamamen siyasi ve konjoktürel bir nitelik arzettiğini, Türk siyasi hayatında 28 Şubat postmodern darbesi olarak adlandırılan siyasi süreçte emir komuta zinciri içerisinde yargıya müdahale edildiğinin gelinen aşamada artık tüm çıplaklığı ile bilinen bir gerçek olduğunu, Genelkurmay Başkanlığınca gerek doğrudan yargı mensuplarına verilen brifinglerle ve gerekse dönemin etkin konumdaki askeri aktörlerince mahkeme heyetlerine doğrudan yapılan baskı ve telkinlerle yargılamalara müdahale edildiği ve istenilen hükümlerin çıkmasının sağlandığını, yargı mensuplarına verilen brifinglerde “…….bugün itibariyle artan boyutta devam eden irticai tehdidin Türkiye Cumhuriyetini yıkmayı hedef alan fevkalade ciddi boyutu, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda memleketini seven demokratik ve laik her vatandaşın dikkatle izlemesi ve bu tehdidi her kesime anlatması, tarafsız kalmaması ve icraatta bulunması ana görevidir……” denilerek yargıya açıkça tavsiye ve telkinde bulunulduğu ve bunun ötesinde yargının irtica tehdidi karşısında tarafsız kalmayarak icraata geçmesinin istenildiğini, nitekim bu yaklaşımın bir sonucu olarak müvekkilleri Salih İzzet Erdiş hakkında soruşturma açılarak aleyhinde tek bir delil olmamasına rağmen hukuk mantığı ile alakası olmayan, kendi içerisinde türlü çelişkiler barındıran iddianame ve sonrasında yapılan yargılama sonucunda idamına hükmedildiğini,

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu tarafından düzenlenen Kasım – 2012 tarihli meclis araştırma komisyonu raporunun 1235.sayfasında Salih Mirzabeyoğlu müstear adı ile bilinen Salih İzzet Erdiş davasının müstakilen ele alındığı ve yaşanan hukuksuzluklara işaret edildiğini, oysa ki gelinen noktada örgüt suçunun tanımı ve konseptinin de tamamen değiştiğini, nitekim bundan birkaç yıl öncesinin hukuk anlayışı geçerli olsa gün itibariyle aktüel olarak siyasi arenada boy gösteren BDP ve HDP’li milletvekilleri ve belediye başkanları da dahil olmak üzere binlerce kişinin yasa dışı terör örgütü PKK üyesi olmaktan cezalandırılmasının gerekeceğini, hükümlü Salih İzzet’e dosya kapsamındaki deliller muvacehesinde isnat olunabilecek tek bir silahlı eylem veya eylem talimatı bulunamadığı gibi İBDA/C üyesi olmaktan mahkum olan ya da hakkında soruşturma yapılan örgüt mensupları ile arasında mevcut organik bir bağın varlığının da tespit edilemediğini, müvekkilinin mahkemeye getirilişi sırasında yoğun işkence ve baskılara maruz kaldığı 26/01/2000 ve takip eden günlerde işkence görmüş halini gösterir fotoğraflarının yazılı görsel basında manşetlerden verilerek alaycı bir üslupla işkencenin mazur gösterilmeye çalışıldığını,

Yargılamanın karar aşamasında görev yapan ve tam karar verileceği sırada görevinden ayrılan mahkeme başkanı hakim Sedat Karagül’ün 12/01/2006 tarihinde Sabah gazetesinde haber yapılan açıklamalarında “İBDA-C davası da dahil olmak üzere baskı görmediğim hiçbir dava olmadı, hep baskı gördüm” diyerek yargıya müdahale edildiğini açıkça deklare ettiğini,

Müvekkili hakkındaki karar duruşmasına katılan heyetin başkanı olan hakim Metin Çetinbaş’ın ise 23/09/2011 tarihinde Yeni Akit adlı ulusal bir gazetede haber yapılan açıklamalarında müvekkilleri hakkındaki yargılama ile ilgili olarak “Allah’ın adaleti değil ki mutlak ve kesin olsun, hiçbir hakim verdiği kararların yüzde yüz doğru olduğunu söyleyemez, ben hata yapılmadığını düşünüyorum ama o dosyadan yüzde yüz hata yapılmadı demek değildir, hakimler de hata yapabilir, dosyanın detaylarını da hatırlamıyorum, biz o günkü şartlara göre karar verdik” dediğini,

Gizli darbe toplantılarına ve brifinglere iştirak eden ve aynı zamanda eski askeri kimliği sebebiyle üst düzey askeri şahıslarla yakın teması ve arkadaşlığı bulunan Av. Doğan Yıldırım’ın vefatından önce Akit gazetesi ve Ülke TV gibi yazılı – görsel basına yaptığı açıklamalarda 28 Şubat yargılamalarına ve özellikle de müvekkilleri Salih İzzet’in davasına müdahale edildiğini açıkça ifade ettiğini,

1999 – 2000 yıllarında müvekkili ile Metris Cezaevinde aynı koğuşta kalan ve aynı zamanda kamuoyunda Ergenekon davası olarak bilinen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) dava dosyası sanıklarından Okan İşgör’ün İstanbul 13. ACM’nin huzurunda verdiği ifadede, Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesindeki bir dava dosyasında ve bilahare Ankara C. Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında müşteki sıfatı ile vermiş olduğu 05/06/2014 tarihli ifadelerinde müvekkilleri ile ilgili ayrıntılı beyan ve anlatımlarda bulunarak istihbarat elemanı olarak İBDA/C tutukluları ve hükümlüleri arasındaki istihbari bilgi akışını sağlamak amacıyla o dönem Metris Cezaevine girdiğini, bu görevi esnasında İBDA/C mensuplarının müstakil bir birliktelik içinde olmayıp münferit hareket ettiklerini ve Salih Mirzabeyoğlu’nun örgüt mensupları ile bir bağının bulunmadığını müşahede ederek bu hususu İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığında görevli rütbeli istihbarat personeline rapor ettiğini ifade ettiği, Okan İşgör’ün bu minvaldeki beyanlarının Akit gazetesinin 02/04/2013, 11/05/2014 ve Milat gazetesinin 01/10/2013 tarihlerinde yayınlanan nüshalarında haber yapıldığını,

Müvekkillerinin örgüt lideri olarak yakalandığı tarih olan 29/12/1998 tarihinden yalnızca 7 ay önce bizzat İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen 25/05/1998 tarihli yetkisizlik kararının dahi tek başına davanın hukuki değil siyasi olduğunun delili olduğunu, zira söz konusu yetkisizlik kararında müvekkilleri Salih İzzet Erdiş’in suç tarihi olarak gösterilen 1997 ve öncesinde İstanbul DGM C. Başsavcılığı yetkisi alanına giren bir eyleminin tespit edilemediği ve İçişleri Bakanlığının dosya içerisinde bulunan 03/03/1998 tarihli yazısında geçtiği şekilde adı geçenin İstanbul’da yayınlanan yasal dergilerdeki faaliyetlerinin yasa dışı silahlı terör örgütünün yöneticisi veya üyesi olduğunun delili olamayacağının belirtildiğini, söz konusu kararda zikredilen bu hususun dahi örgüt lideri olduğu iddia edilen hükümlü Salih İzzet Erdiş’in 25/05/1998 tarihine değin 3.kişilerce yapılan fiillerden sorumlu tutulamayacağı ve bu tarihe kadar işlenen fiillere dayanılarak bir örgütün varlığının ispatlanmış olamayacağının delili olduğunu,

Gelinen noktada 28 Şubat sürecinde verilen ve halen infazı devam eden yargı kararlarının adaleti yansıtmadığının, hukuka olan güveni zedelediğinin ve kamu vicdanını rahatsız ettiğinin artık bilinen bir gerçek olduğunu beyanla müvekkilleri hakkında yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü ile 29/12/1998 tarihinden beri 16 yıla yakın süredir cezaevinde bulunan müvekkillerinin daha fazla telafisi imkansız zarara uğramaması için hakkındaki mevcut hükmün infazının durdurulması ve tahliyesine karar verilmesini talep ettikleri anlaşılmış,

Hükümlü Saadettin Ustaosmanoğlu vekili Av. Abdullah Özbek de 24/07/2014 havale tarihli yargılamanın yenilenmesi talebini içeren dilekçe ve eklerinde özetle; hükümlü Salih İzzet Erdiş vekillerinin yargılamanın yenilenmesi talepli dilekçelerinde dile getirdikleri maddi vakıa, olgu ve olayları tekraren ve benzer gerekçelere dayanarak mahkumiyet kararını veren mahkeme başkanının kararla ilgili olarak gazetecilerin yıllar sonra kendisine sordukları soruya karşılık olarak verdiği “biz o günkü şartlara göre karar verdik” şeklindeki cevabın aslında davanın ve hükmün o tarihte hakim siyasi konjonktür ve şartlara göre verildiğinin çok açık bir göstergesi olduğunu, Av. Doğan Yıldırım’ın basına yansıyan görgü tanıklıklarına ilişkin ifadelerinin de önem arzettiğini, zira Doğan Yıldırım’ın İstanbul 1.Ordu Komutanlığına bağlı Harbiye Orduevi tesislerinde tertiplenen gizli bir toplantıya katıldığını, burada 28 Şubat’ın sivil kadrolarına brifing verildiğini, söz konusu gizli toplantıda önemli kararlar alındığını, bu toplantıya katılan şahıslardan birinin de mahkumiyet kararının altında imzası bulunan mahkeme heyetinin başkanı hakim Metin Çetinbaş olduğunu, Çetinbaş’ın brifingde alınan kararlar doğrultusunda Mirzabeyoğlu’na idam cezası verildiğini söylediğini, bu beyanın çok önemli olduğunu, eski istihbarat elemanı Okan İşgör’ün tanıklık ve beyanlarının da önem arzettiğini, müvekkili ile aynı dosyada yargılanan Salih İzzet Erdiş hakkındaki yargılamanın yenilenmesi talebinin 22/07/2014 tarihli ek karar ile kabule değer bulunduğunu, müvekkilinin davadaki konumunun hemen hemen diğer hükümlü ile aynı olduğunu, örgütsel hiçbir bağının bulunmadığı halde örgüt üyeliğinden hüküm giydiğini beyanla müvekkili hakkındaki yargılamanın yenilenerek önceki hükmün iptaline ve müvekkilinin beraatine karar verilmesini talep etmiştir.

YENİDEN YARGILAMA TALEPLERİNE DAYANAK OLARAK SUNULAN YAZILI BELGE, BİLGİ – DELİLLER:

-Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbeleri Araştırma Komisyonunun Kasım 2012 tarihli raporu,

–İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi eski başkanı hakim Sedat Karagül ile Sabah Gazetesi yazar ve muhabirleri tanık Murat Keklikçi ve Özlem Yılmaz arasında yapılan sözlü sohbet ve mülakata dair söz konusu gazetenin 12/01/2006 tarihli nüshasının 13.sayfasında yayımlanan “Ünlü Davaların Hakimleri Dizisi – Ağır Ceza Reisleri Anlatıyor” başlıklı yazı dizisine ait gazete nüshası,

-İstanbul 6 Nolu DGM ve CMK’nın 250.maddesi ile görevli (Kapatılan) 14. Ağır Ceza Mahkemesi eski başkanı hakim Metin Çetinbaş’ın Akit gazetesi muhabiri tanık Murat Alan ile yapmış olduğu telefon görüşmesinin haber yapılması neticesi 23/09/2011 tarihli Yeni Akit adlı ulusal bir gazetede yayımlanan açıklamalarına ilişkin gazete haberleri,

-Yeni Akit Gazetesi muhabiri tanık Murat Alan ile Av.Doğan Yıldırım arasında geçen röportaj ve yüz yüze mülakatın aynı gazetenin 29/11/2011 tarihli 3054 sayılı nüshasının 1 ve 11.sayfalarında haber ve mülakat olarak yayımlanmasına ilişkin gazete nüshaları,

-Tanık Okan İşgör’ün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunun 2014/70188 sayılı soruşturması kapsamında Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müşteki sıfatı ile vermiş olduğu 05/06/2014 tarihli ifadesi ve ekleri (söz konusu soruşturma dosyasının yetkisizlik ile geldiği İstanbul C.Başsavcılığınca 2014/87680 soruşturma nolu evraka kayden takipsizlik ile sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır),

-Tanık Okan İşgör’ün 25/01/2000 tarihinde Metris Kapalı Cezaevinin İBDA-C hükümlülerinin bulunduğu koğuşunda meydana gelen olaylar ve öncesine ilişkin açıklamalarının yayınlandığı Akit ve Milat Gazetelerinin 02/04/2013, 01/10/2013 ve 11/05/2014 tarihli nüshaları,

-Tanık Okan İşgör’ün Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2000/285 esas, 2010/84 karar sayılı dosyasında devam eden yargılamanın yenilenmesi davasının (Metris Cezaevinde Ocak 2000 tarihinde çıkan olaylara ilişkin olarak hükümlülerin yargılandığı dava dosyası) 23/03/2015 tarihli oturumundaki beyan ve anlatımları,

-Adana DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 11/05/1998 tarih ve 1998/44 yetkisizlik nolu ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 25/05/1998 tarih ve 1998/1115 hazırlık, 1998/219 karar nolu yetkisizlik kararları,

-İstanbul (Kapatılan) 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/196 esas sayılı dava dosyasında Anayasal Düzeni Cebren Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olup, Mahkememizin 2015/277 esas sayılı dava dosyası üzerinden yapılan yeniden yargılama neticesi beraatlerine karar verilen Burak Çileli ve arkadaşları ile ilgili Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin hak ihlali kararları.

YENİDEN YARGILAMA GEREKÇELERİ :

Hükümlüler vekillerinin sundukları ve yukarıda içerikleri özetlenen yeniden yargılama talepleri üzerine İstanbul (Kapatılan) 14.Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı dosyası üzerinden yapılan değerlendirmeler neticesinde hükümlü Salih İzzet Erdiş hakkında verilen 22/07/2014 tarihli ve hükümlü Saadettin Ustaosmanoğlu hakkında verilen 26/09/2014 tarihli ek kararlar ile yeniden yargılama taleplerine dayanak ve gerekçe yapılan hususların 5271 sayılı CMK’nun 311/1-e maddesi kapsamında hükümlüler lehine yargılamanın yenilenmesini gerektiren “yeni olaylar ve yeni deliller” niteliğinde olduğu, bu bağlamda;

–Dava dosyasının yargılamaları sırasında görev yapmış olan eski mahkeme başkanı hakim Sedat Karagül’ün 12/01/2006 tarihinde ulusal basın organlarından birine verdiği sözlü mülakatta davada baskı gördüğünü belirtmesi,

–Dava dosyasında karar veren mahkeme başkanı Metin Çetinbaş’ın “biz o günkü şartalar göre karar verdik” şeklindeki beyanatları,

–Bir dönem Deniz Harp Okulunda öğrenim görmüş ve yine bir dönem MİT’te çalışıp bu kimliği sebebiyle asker kişilerle yakın irtibatı olduğu kamuoyunca bilinen Av. Doğan Yıldırım’ın 2011 yılında ulusal basın organlarına verdiği demeçlerde hükümlüler hakkında karar veren mahkeme başkanının 28 Şubat sürecinde Harbiye Orduevinde tertip edilen gizli bir toplantıya katılarak kürsüden konuşma yaptığını, o dönemde yapılan anti demokratik uygulamaların hepsinin geri planında o toplantıda alınan kararların olduğunu bildiğini, nitekim toplantıya katılan DGM hakimlerinin önlerine gelen dosyaları buna göre değerlendirip delil aramadıklarını, zaten gerekçenin de önemli olmadığını, bu şekilde brifing medyasının irticacı yaftası ile hedef ürettiğini, brifinge katılan kolluk güçlerinin sahte delil ürettiğini, brifinge katılan yargı mensuplarının ise dosyada bilgi, belge ve delil aramadan irticacı diye yaftalanan kişilere ağır cezalar verdiklerini, İBDA/C davasının da bunlardan biri olduğunu söylemesi,

–Kasım 2012 tarihli TBMM Darbeleri Araştırma Komisyon raporundaki tespitler; bu tespitlerde özellikle 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Harekat Başkanlığına bağlı olarak ve fakat yasal bir zemine dayanmaksızın faaliyet gösteren Batı Çalışma Grubu (BÇG) adlı oluşum ve yapılanma tarafından tertiplenen irtica brifinglerine katılan hakim ve savcıların irticai tehditle etkin mücadele için göreve davet edildikleri, böylelikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 138.maddesinin açıkça ihlal edildiğinin belirtilmesi, bunlardan özellikle 10 Haziran 1997 tarihinde yargı mensuplarına verilen brifingde o dönem artan boyutta devam eden irticai tehdit karşısında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak herkesin tarafsız kalmaması ve icraatta bulunmasının ana görevi olduğu belirtilerek yargıya açıkça talimat, tavsiye ve telkinde bulunulduğunun belirtilmesi,

–1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başlarında İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğüne bağlı ASAF biriminde istihbarat elemanı sıfatı ile görev yaptığı anlaşılan, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Ergenekon davası (bu dava ile birleştirilen Şile kazıları iddianamesi sanığı) sanıklarından Okan İşgör isimli şahsın İstanbulve Ankara C.Başsavcılıklarının bazı soruşturma dosyaları ile Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesindeki müşteki ve tanık sıfatı ile tespit olunan beyan ve anlatımları ile vermiş olduğu somut bilgilerin hükümlüler lehine yargılamanın yenilenmesini gerektirir nitelikte yeni olay ve yeni delil niteliğinde olduğu kabul edilerek yargılamanın yenilenmesi taleplerinin 5271 sayılı CMK’nun 318/1 maddesi gereğince ayrı ayrı kabule değer olduklarına karar verilerek hükümlü Salih İzzet Erdiş hakkında halen devam eden infazın durdurulmasına, delillerin toplanmasına, delillerin toplanması aşaması tekemmül ettikten sonra da 5271 sayılı CMK’nun 321/2 maddesine istinaden yargılamanın yenilenmesine ve duruşma açılmasına karar verilmesi cihetine gidilmiş, yeniden yapılan yargılamaya mahkememizin 2015/210 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam olunmuştur.

YENİDEN YARGILAMADAKİ SAVUNMA VE BEYANLAR :

Yeniden yapılan yargılama sırasında hükümlü Salih İzzet Erdiş 07/01/2016 tarihli oturumdaki beyanlarında özetle; geçmişte örgüt üyelerine yönelik hiçbir eylem talimatının söz konusu olmadığını, örgüt üyelerinin cebir – şiddete dönük eylemleri ile kendi arasında hiçbir bağ kurulamayacağını, kendisinin sadece kitap yazdığını, faaliyetlerinin fikir ve düşüncelerini açıklama boyutunda kaldığını, kendisine atfedilen Kumandan sözcüğünün sadece övgü içeren ve İBDA fikriyatına sempati duyan kişilerce kendisine atfedilmiş bir söz olduğunu, bunun ötesinde örgütsel bir mana ve içerik taşımadığını, nitekim malum olduğu üzere eğitim camiasında görev yapanların tümünü ifade etmek için maarif ordusu tabirinin kullanıldığını, Milli Eğitim Bakanına buna benzer şekilde maarif ordusunun komutanı denildiğinde nasıl örgütsel bir içerik ve anlam ihtiva etmiyorsa aynı şekilde kendisine söylenen ve atfedilen kumandan lafzının da bu şekilde örgütsel bir anlam ve içerik taşımadığını, emniyette gözaltında olduğu süreçte ağır psikolojik baskı ve işkence gördüğünü, siyasi şubede ifadesini alan polislerin de zaten sürekli olarak yukarıdan baskı gördüklerini ifade ettiklerini, diğer hükümlü Saadettin ile geçmişe dayalı hiçbir tanışıklığının olmadığını, İBDA/C içerisinde faaliyet gösterdiği iddia edilen hiçbir illegal cephenin oluşturulması yönünde bir talimatı, emri, tavsiye veya telkini bulunmadığını beyan etmiş,

Yeniden yapılan yargılama sırasında hükümlü Sadettin Ustaosmanoğlu 07/01/2016 tarihli oturumdaki beyanlarında özetle; dergici ve yayıncı olduğunu, İstanbul Cağaloğlunda Refref yayınevi adı altında Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarını sattıklarını, Furkan Dergisinin genel yayın yönetmeni iken 1998 yılı sonunda gözaltına alındığını, hiçbir örgütsel bağı ve faaliyetinin olmadığını, yasal çerçevede yapmış olduğu yayıncılık faaliyeti dışında yasa dışı hiçbir eylem ve faaliyetinin bulunmadığını, dergi çıkardığını, yazı yazıp konferans düzenlediğini, kendisi ile birlikte silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılanan Hüsnü Göktaş’ı hiçbir şekilde tanımadığını, Mehmet Fazıl Arslantürk’ün ise bir iki sefer görüştüğü bir şahıs olduğunu beyanla atılı suçu işlemediğini ifade etmiştir.

Yeniden yargılama sırasında oturumlarda söz alan hükümlüler vekilleri yazılı – sözlü beyanlarında özetle; yazılı olarak sunmuş oldukları yeniden yargılama talep dilekçelerinde ileri sürdükleri beyanları tekraren önceki mahkumiyet hükmünün tamamen siyasi konjonktür nedeni ile verilmiş bir karar olduğunu, önceki hükümde örgüt lideri olduğu kabul edilen Salih İzzet Erdiş’in herhangi bir somut eyleme katılmadığı ve herhangi bir eylem talimatı vermediği açıkça zikredildiği halde daha sonra “…..her ne kadar İBDA/C adlı örgütün lideri olan kod adı ile kurulacak Büyük Doğu İslam Devletinin komutanı seçilecek olan kumandan kod Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla birlikte, lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi örgüt mensuplarının gerçekleştirdikleri eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer” denilerek hukuk mantığı ile bağdaşır hiçbir yönü olmayacak şekilde ve akla, vicdana ve hukuka sığmayacak bir yorum getirilmek suretiyle Salih İzzet Erdiş’in Anayasal Düzeni Cebren Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan cezalandırılmasına karar verildiğini, önceki hükmün tamamen işkence altında ve avukatsız olarak alınan hükümlü ifadeleri ile birbirinden bağımsız kişilerce değişik zaman ve mekanlarda örgüt adına işlendiği iddia edilen suçlardan oluşan ve sırf emniyette avukatsız işkence altında alınan ifadelerden müteşekkil ceraim dosyaları üzerine kurulduğunu, yargılama sırasında ceraim dosyalarına ilişkin savcılık soruşturma dosyaları ve mahkeme kovuşturma dosyaları getirtilmediği gibi adı geçen şahısların özellikle ortada hukuken bir örgüt olup olmadığı, dosyalara konu fiiller arasında irtibat bulunup bulunmadığı ve en önemlisi de eylem talimatının varlığı açısından değerlendirmeye tabi tutulmadığını, emniyet ifadelerinden oluşan ceraim evrakının hukuka aykırı delil niteliğinde olup yok hükmünde olduklarını, Anayasa Mahkemesi kararları ışığında hükümlülerin emniyette avukat yardımından faydalanmaksızın alınan ifadelerinin yok hükmünde olup delil niteliğini haiz olmadığını, eski mahkeme başkanı Metin Çetinbaş’ın söylediği “yanılmış olabilirim, biz o günkü şartlara göre karar verdik” şeklindeki ifadelerinin dahi başlı başına önceki hükmün iptalini gerektiren bir neden olduğunu, bir önceki mahkeme başkanı Sedat Karagül’ün davada baskı gördüklerine dair beyanlarının o dönem yargı üzerinde açıkça baskı kurulup, tavsiye ve telkinde bulunulduğu ve etki edildiği yönündeki bilinen gerçekleri ilk elden teyit eder mahiyette olduğunu, mahkeme başkanının röportaj verdiği gazetecinin yeniden yargılamada tanık olarak dinlenildiğini, bu tanığın da eski mahkeme başkanının sözlerini ve röportaj içeriğini yeminli anlatımı ile doğruladığını, iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına da katılmalarının mümkün olmadığını, iddia makamının esas hakkındaki görüşünde serdettiğinin aksine TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu tarafından yapılan faaliyetin sadece bilgilendirme amaçlı basit bir yasama faaliyeti olduğundan söz edilemeyeceğini, Komisyon raporundaki tespitlerin ülke gerçekleri ile örtüştüğünü, Okan İşgör’ün beyanlarının somut bilgilere dayalı ve itibar edilmesi gereken nitelikte beyanlar olduğunu, 28 Şubat sürecinde TSK tarafından tertip edilen yargı mensuplarına yönelik irtica brifinglerinin gizli brifingler olup, kamuoyuna açık olmayan, yargı mensuplarını açıkça etki altına almaya ve yönlendirmeye dönük brifingler olduğunu, aksine dair iddia makamı görüşüne katılmanın mümkün olmadığını, hukukun normal olmadığı şartlarda yapılan yargılama sonucu verilen hakkaniyete ve hukuka aykırı önceki mahkumiyet hükmünün ortadan kaldırılarak hükümlülerin beraati yönünde hüküm kurulması gerektiğini ifade etmişlerdir.

YENİDEN YARGILAMADAKİ TANIK ANLATIMLARI :

-Tanık Sedat KARAGÜL yeniden yargılamanın 22/10/2015 tarihli celsesinde alınan beyanında; “Basında çıkan benim söylemiş olduğum belirtilen sözleri ben söyledim, iade-i muhakeme gerekçesinde bana okumuş olduğunuz beyanlar da bana aittir, dönemin Adalet Bakanı tarafından hakkımda ceza davası açıldı, bundan kurtardım, yalnız 8.500 TL para ödemek zorunda kaldım, bu davaya uzun süre baktım, ancak ne kadar süre baktığımı aradan uzun geçen zaman sebebiyle hatırlayamadım, bu dava ile ilgili olarak bana görev yaptığım süreç içerisinde bana herhangi bir baskı olmadı, ben Susurluk davasına da bakıyordum, bu davaya bakarken bu davada karar vermek üzereydik, bana dönemin Adalet Bakanından direkt talimat gelmedi, ancak duruşma Savcısı aracılığıyla karar vermem yönünde telkinde bulunuldu, ancak İbrahim Şahin kaza yapıp raporlu olduğundan dolayı konuşamadığından beyanını alamamıştık, ben konuşamadığına ilişkin raporu bekliyordum, bu sebeple de o zamanki duruşma savcısına nasıl karar vereyim diye söylemiştim, sanık Salih ilk duruşmaya geldiğinde kimlik tespitinden sonra “ben nasıl ifade vereyim, kötü durumdayım” dedi, kendisine işkence yapıldığını söylüyordu, büyük davalar bizde olduğu için bu davalarda sanıklar kendilerine işkence yapıldığını söylüyorlardı, ancak ben bu şu anda sanıkların duruşmadaki hallerini hatırlamıyorum, aradan 15 sene geçmiştir, basına yansıyan şekilde büyük davalar dediğim davalarda üzerimizde az önce anlattığım şekilde baskı vardı, ancak bu dava ile ilgili olarak özel gelen giden bir yönlendirme olmadı, biz bu davanın dosyasının duruşmalarını normal bir şekilde yapıyorduk, ben bu dava ile ilgili diğer mahkeme heyeti ve savcıya yönelik de herhangi bir baskı olduğu yönünde bir şey duymadım, söylediğim üzere basına verdiğim demeçler doğrudur, bu davayı biz normal bir dava olarak gördük, ben basına İBDA-C davası dahil olmak üzere davalarda baskı gördüğümüz yönündeki demeci verirken ben bunu genel bir tabir olarak kullandım, dosyadaki hükümlü Salih’e ilişkin fotoğraf gösterildi, soruldu; sanık devamla; şu anda fotoğrafı görünce hatırladım, yüzünde kızarıklık ve çizikler olduğunu hatırlıyorum, kendisi işkence yapıldığını bana söyledi, bu haldeyken nasıl savunma yapayım diye söyledi, biz de buna ilişkin olarak süre vermiştik, ancak kendisine yüzündeki kızarıklık ve çiziklerle ilgili birşey sorduğumuzu hatırlamıyorum, zaten işkence yapılıyor deyince bunu sorma gereği duymadım, artık biz bu durumu kanıksadık, Salih’in saçının kesilmiş olduğunu da gördüm, ayağında herhangi bir şişlik olduğunu hatırlamıyorum, bizim önümüze sakal tıraşı olmuş şekilde gelmişti, ben hükümlü Salih’in üzeri çamurlu şekilde geldiğini hatırlamıyorum, benim özelliklerimden dolayı benim odama benim iznim dışında kimse giremezdi, 1.Ordu Komutanlığından gelenleri de odamda ağırlamadım” şeklinde beyanda bulunmuş,

-Tanık Murat KEKLİKÇİ yeniden yargılamanın 22/10/2015 tarihli celsesinde alınan beyanında; “Benim şu an huzurda bulunan tanık Sedat KARAGÜL ile ropörtaj yaptığım doğrudur, yaptığım ropörtaj sadece İBDA-C davası olarak gözüken davaya ilişkin değil, diğer birçok davaya ilişkin Susurluk, Nesim Malki, Türkbank gibi davalarla ilgiliydi, bu ropörtajın üzerinden 10 yıl geçmiştir, ses kaydı da almıştık, ancak bu ses kaydını da bu zamana kadar elimizde tutmadık, basında çıktığı şekilde ne yazıldıysa o beyanları biz aynısını aktardık, yazılanlar neyse bunları kendisi söylemiştir, biz ne söylendiyse aynı şekilde yazmıştık, aksi bir şey olsaydı bu zamana kadar bize söyler ve düzeltilmesini söylerdi, kendisinin böyle bir talebi de olmamıştır, ben ne yazmışsam bunları kendisinden duyup yazmışımdır” şeklinde beyanda bulunmuş,

-Tanık Ali Osman ZOR yeniden yargılamanın 07/01/2016 tarihli celsesinde alınan beyanında özetle; 1994 yılında İBDA/C örgütü üyeliğinden ve üst düzey yöneticiliğinden tutuklandığını, o tarihte bir birahaneye molotof kokteyli atmak eyleminden suçlandığını, oysa ki söz konusu eylemi kesinlikle gerçekleştirmediğini, siyasi konjonktür nedeniyle tutuklandığını ve yargılanıp hüküm giydiğini, o dönem başka suçlardan tutuklananları da getirip bunların dava dosyalarını kendi dosyaları ile birleştirip bir örgüt davası gibi lanse edildiğini, Salih Mirzabeyoğlu’ndan hiçbir dönem ve hiçbir şekilde talimat almadığını, cezaevine girmeden önce kendisini hiç görmediğini, sadece cezaevinde gördüğünü, emniyette ve siyasi şubede sürekli Salih Mirzabeyoğlu’ndan talimat aldığına dair beyanda bulunması için baskı ve yönlendirme olduğunu, ancak bunu kesinlikle hiçbir zaman kabul etmediğini, Mirzabeyoğlu’nun kaleme aldığı kitaplarda da şiddeti teşvik eden, şiddete çağrı niteliğinde herhangi bir dil ve üslup kullanılmadığı gibi yasa dışı somut bir eylem talimatının da söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

-Tanık Mehmet TARAKÇI yeniden yargılamanın 07/01/2016 tarihli celsesinde alınan beyanında özetle; İBDA yayıncılıkta 1984’ten 2005 senesine değin editörlük yapıp kitap bastığını, Mirzabeyoğlu’nu o tarihlerden beri tanıdığını, 1980’li yıllarda yayınevinde bir odasının bulunduğunu, sabah saat 08.00’de odaya girip akşam saat 17.00’ye kadar kimseyle görüşmeden sürekli kitap yazdığını, 1990’lı yılların başından itibaren yayınevine de gelmemeye başladığını, bir süre sonra birçok kişi ile irtibatını kestiğini, yakınları dışında kimseyle görüşmediğini, Mirzabeyoğlu’nun sadece kitap ve yayın işleri ile uğraştığını, arada bir konferans verdiğini, 90’lı yıllarda bunları da yapmamaya başladığını, İBDA/C örgütü adına silahlı eylem yapan kişilerle ve örgüt mensupları ile bir irtibatının bulunduğuna tanık olmadığını, yazdığı kitapların daha ziyade felsefi içerikli ve entellektüel düzeyi bir hayli yüksek ve derinlik ihtiva eden, şiir, roman, hikaye tarzındave idrak etmek için de belli bir kültür düzeyi ve altyapı gerektiren eserler olduğunu, Kumandan lakabının örgütsel bir mana ve içerik taşımayıp babasının havacı astsubay olması hasebiyle 1980’li yılların öncesinden beri söylenegelen ve ona atfedilen bir hitap şekli olduğunu bildiğini ifade etmiştir.

-Tanık Burak ÇİLELİ yeniden yargılamanın 07/01/2016 tarihli celsesinde alınan beyanında özetle; kendisinin de İstanbul (Kapatılan) 14.Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/196 esas sayılı dosyasında İBDA/C silahlı terör örgütü üyesi olmak ve üyesi olduğu örgüt adına anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçundan hüküm giyip cezavinde 11 yıla aşkın süre kaldıktan sonra 2015 yılında Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararı ile tahliye edilip İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesince tekrar yargılanıp beraat ettiğini, Salih Mirzabeyoğlu’nun yasa dışı hiçbir eylem talimatını duymadığını, özellikle 1990’lı yıllarda yakın akraba çevresi dışında kimseyle görüşmeyen dışa kapalı bir hayat tarzı seçtiğini, hatta bunun o dönem yani gözaltına alındığında İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir tarafından da resmi ağızdan dile getirildiğini, kitaplarında da somut eyleme dönük herhangi bir talimatının söz konusu olmadığını, kitaplarının içerik itibariyle zaten hayli “sıkıcı” olduğunu, kitaplarında Kumandan tabirinin herhangi bir şekilde geçmediğini, Mirzabeyoğlu’nun geliştirdiği İBDA fikriyatının şair, yazar ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek’in kurucusu olduğu Büyük Doğu fikriyatının devamı niteliğinde olduğunu, bu fikriyatın esasen tasavvuf meşrep kökeni ihtiva eden, dolayısıyla şiddete dönük hiçbir dil ve üslup taşımayan bir nazariyat olup, Mirzabeyoğlu’nun da sadece kitap yazan, düşüncelerini dile getiren bir mütefekkir ve düşünce adamı olduğunu, bunun haricinde silahlı bir terör örgütü lideri olmasının söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

-Tanık Murat ALAN yeniden yargılamanın 07/01/2016 tarihli celsesinde alınan beyanında özetle; Yeni Akit gazetesinde çalıştığını, Mirzabeyoğlu ile ilgili mahkumiyet kararı veren dönemin mahkeme başkanı Metin Çetinbaş ile bir telefon görüşmesi ve röportaj gerçekleştirdiğini, bunun öncesinde bir haber hazırladığını, röportajı da bu amaçla gerçekleştirdiğini, Metin Çetinbaş’ın yapmış oldukları telefon görüşmesinde kendisine o dönem yapılan yargılamanın olağanüstü dönem ve şartlar içerisinde yapılmış olması hasebiyle şüphe uyandırabilecek işlemler olabileceğini, nitekim kendisinin de hata yapmış olabileceğini ifade ettiğini, bir hakimin “hata yapmış olabilirim” şeklindeki sözlerinin bir gazeteci olarak kendisi için yeterli olduğunu düşündüğünden teşekkür edip telefonu kapattığını, konuşmayı aynen haberleştirdiğini, Metin Çetinbaş’ın görüşme sırasında biz o günkü şartlara göre karar verdik şeklinde bir beyanda bulunduğunu, sözlerini aynen habere yansıttığını, Av.Doğan Yıldırım ile 2011 yılında Kayseri’de yüz yüze görüştüklerini, onun da Harbiye Orduevindeki gizli toplantıyı doğrulayarak toplantıya mahkeme başkanı Metin Çetinbaş’ın da katıldığını ifade ettiğini, dava neticesinde verilen kararın etki altında ve yönlendirme neticesi verildiğini söylediğini, hatta o dönem yapılan anti – demokratik bazı uygulamaların temelinde o toplantıda alınan kararların olduğunu bildiğini ifade ettiğini, söylediklerini kelimesi kelimesine haber yaptıklarını, hatta bu ropörtajdan bir süre sonra Ersoy Dede’nin Ülke TV’de yayınlanan programına da katılarak aynı sözleri burada da tekrarladığını, bir süre sonra vefat ettiğini ifade etmiştir.

-Tanık Okan İŞGÖR yeniden yargılamanın 07/01/2016 tarihli celsesinde alınan beyanında özetle; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Ergenekon davasında sanık olarak yargılanıp 20 yıl hapis cezası aldığını, sonra bilindiği üzere toplu tahliyeler sırasında 2014 yılında kendisinin de tahliye edildiğini, o davada yapılan hukuksuzlarla Mirzabeyoğlu’nun davasında yaşananların benzer nitelikte olması nedeniyle yani aynı şeyleri yaşadığını düşündüğü için Başbakanlık Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlık Makamına 09/04/2014 tarihli dilekçe yazdığını, dilekçede belirttiği hususların tamamen doğru olduğunu, Salih Mirzabeyoğlu’nun 25/01/2000 tarihinde Metris Cezaevinde gerçekleştirilen ve Noel Baba operasyonu olarak bilinen jandarma müdahalesi öncesinde öldürülmesi yönünde kendisine verilmek istenilen gayri-resmi görev ile alakalı şikayet ve ihbarına ilişkin Ankara CBS Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca yürütülen soruşturma kapsamında soruşturma savcısının kendisi ile ilgili koruma tedbirleri uygulanabileceği yönündeki taahhüdü ve sözü üzerine can güvenliğinin devlet tarafından sağlanacağı ve koruma tedbirleri uygulanacağı inancıyla Ankara CBS’nin 2014/70188 soruşturma numaralı dosyası kapsamında Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müşteki sıfatı ile ayrıntılı ifade verdiğini, ancak ifade verdikten sonra kendisine verilen sözlerin yerine getirilmediğini, hakkında koruma tedbirlerinin uygulanmadığını ve geçmişte olduğu gibi tek başına bırakıldığını, bu yüzden duruşmalarda artık konu ile alakalı başka bir şey söylemek ve anlatmak istemediğini, Ankara Emniyetindeki önceki ifadelerinin doğru olduğunu, Salih Mirzabeyoğlu ile Metris Kapalı Cezaevinde 1999 Eylül – 2000 Ocak ayları arasında 4 – 5 ay süreyle birlikte aynı koğuşta kaldığını, Mirzabeyoğlu’nun koğuşta kalan İBDA/C’lilere emir ve talimat vermesi bir yana herhangi bir irtibat ve bağının bulunmadığına tanık olduğunu, hatta İBDA/C mensubu olmaktan içeri girenlerin Salih Mirzabeyoğlu’nu öncesinde tanımadıklarını, sadece kendisine sempati duyduklarını ve aynı görüşte olduklarını söylediklerini, bu şahıslarla Mirzabeyoğlu arasında cezaevine girmeden önce kesinlikle bir irtibat ve bağı bulunmadığını gözlemlediğini ifade etmiştir.

Av.Doğan Yıldırım’ın vefat etmiş olması sebebiyle tanık olarak ifadesinin alınması mümkün olmamış,

Yeniden yargılama talep gerekçelerinde ve kararında ismi geçen İstanbul 6 Nolu DGM Mahkemesi Başkanı sıfatı ile yeniden yargılamaya konu önceki mahkumiyet hükmünde imzası bulunan hakim Metin Çetinbaş’ın tanık sıfatı ile celbi ve ifadesinin tespiti düşünülmüş ise de; Metin Çetinbaş’ın mahkememize sunduğu 05/10/2015 havale tarihli dilekçesinde somut olayda yargılamanın yenilenmesi koşullarının oluşmadığını, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre yargılamanın yenilenmesi sebeplerinin yorum yolu ile genişletilmesinin mümkün bulunmadığını, kendisi ile ilgili yapılan haberlerin tamamen manipüle, yanlış ve yanıltıcı haberler olduğunu, karar verilirken hiç kimsenin, hiçbir kurum ve kuruluşun etkisi ya da yönlendirmesi altında karar verilmediğini, tamamen dosyadaki delillere ve vicdani kanaatine göre yasalara uygun şekilde karar verdiğini, heyette kendisinin de diğer üyeler gibi sadece bir oyunun bulunduğunu, verilen kararın Yargıtay incelemesinden geçmek suretiyle kesinleştiğini, hatta AİHM denetiminden de geçtiğini, röportaj diye adlandırılan düzmece, yanıltıcı ve sahte beyanların asla yargılamanın yenilenmesi nedeni olamayacağını, ayrıca Avukat Doğan Yıldırım ve Murat Alan isimli şahıslar aleyhinde kişilik haklarını zedelediklerinden bahisle Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı manevi tazminat davasını kazanarak adı geçenleri tazminata mahkum ettirdiğini, böylelikle hakkında yapılan gazete haberi ve yayının gerçek dışı olduğunun kesinleşmiş yargı kararı ile hüküm altına alındığını, bir silahlı terör örgütü ve lideri hakkında hüküm verdiği dava ile tekrar tanık olarak çağrılarak açıkça hedef gösterildiğini, hakkındaki tanıklık celbi işleminin kaldırılmasını talep ettiği anlaşılmakla adı geçenin tanık sıfatı ile tespit olunacak ifade ve anlatımlarının yeniden yargılamaya bir katkı sağlamayacağı düşüncesi ile tanık sıfatı ile dinlenilmesinden sarf-ı nazar edilmiştir.

İDDİA MAKAMININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ :

İddia makamı yeniden yargılamadaki karar tarihli oturumda sözlü olarak beyan ettiği esas hakkındaki mütalaasında;

“Dosya incelendiğinde hükümlüler hakkında 14.Ağır Ceza Mahkemesince Anayasal Düzeni Zorla Değiştirmek Amacıyla Terör Örgütü Kurmak ve Yönetmek suçundan mahkumiyet hükmü kurulduğu, kurulan bu hükmün Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onanmak suretiyle kesinleştiği, bu hükümlerin infazı devam ederken bir takım nedenler ileri sürülerek yeniden yargılama isteminde bulunulduğu, bu istemlerin mahkemeye iletilmesi üzerine mahkemece yeniden yargılama talebinin kabule değer olarak kabul edildiği, bu nedenler irdelendiğinde Doğan Yıldırım adlı avukat olduğu söylenen kişinin beyanlarının kabule değer görülerek hükme esas alındığı, dosyayla ilgisi olmayan avukat olduğu söylenen kişinin bu dosya ile ilgili ne şekilde bilgi sahibi olduğunun anlaşılamadığı, eski mahkeme başkanı Sedat Karagül’ün görev değişikliği olup başka mahkemede görevlendirilmesi üzerine kendisine sorulduğunda sitem mahiyetinde sözler söylediği, yargının bağımsız olmadığı niteliğindeki sözlerinin esas kabul edilmesi, bu sözün her zaman bir kısım yargı mensupları tarafından dile getirildiği, günümüzde de yoğun bir şekilde yargının bağımsız olup olmadığı hususunun tartışıldığı, huzurda dinlenen mahkeme başkanı kendisinin görev değişikliği olunca sitem mahiyetinde olduğu, gördüğü davalara karşı dışarıdan müdahaleye muhatap olmadığını beyan ettiği, keza kararda görevli 3 hakimden birisi olan mahkeme başkanının kendisi ile röportaj yapan görevliye “biz o günkü şartlara göre karar verdik” şeklindeki sözünün gayet açık olduğu, tüm mahkeme kararlarının karar verildiği zamanki şartlara göre verildiği, bundan iade sebebinin çıkarılamayacağının, keza aynı mahkeme başkanının kararın verildiği dönemde kamuoyuna açık olarak düzenlenen brifinglere katılmış olmasının da iade sebebi kabul edildiği, bu brifinglerin kamuoyuna açık ve isteyenin katıldığı, brifingi verenlerin de kamu görevlisi olup herhangi bir suç unsuru olması düşünülemeyecek bilgilendirme niteliğinde olduğu, farklı şekilde aynı brifinglerin günümüzde de verildiğinin malum olduğu, Jandarma istihbarat elemanı olduğu kabulü ile beyanı alınan Okan İşgör adlı şahsın akla ziyan anlatımlarının da kabule gerekçe yapıldığı, bu şahsın beyanlarına göre o dönemin cezaevi savcısı, Jandarma Bölge Komutanı, ilgili MİT görevlisi ve emniyet istihbarat görevlilerinin sanki bu dosyanın hükümlüsü olan örgüt liderini öldürmek için toplanıp karar almışlar, bu kararın infazı için de kendisini görevlendirmişler gibi anlattığı, bu anlatımın mahkeme tarafından da ciddiye alınmadığının bugüne kadar bu konuda bu toplantıya katılıp karar alanlar hakkında bir suç duyurusu yapılmadığından anlaşıldığı, yine 28 Şubat Meclis Araştırma Komisyonunun raporu da yeniden yargılama istemine dayanak yapılmış olup, bu komisyonun yasamanın bilgilendirme amaçlı bir komisyonu olduğu, komisyon üyelerinin kendi siyasi misyonuna göre değerlendirme yaptıkları, ancak bilgi edinme amaçlı değerlendirilebileceği, hüküm kurma görevinin anayasa ve yasalarımıza göre yargı organlarına verilmiş olduğu, bu değerlendirmelere göre yeniden yargılama konusu yapılan ancak bu aşamada toplanan delillerin önceki hükmü tesirsiz hale getirecek ve CMK’nın 311.maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisini oluşturmadığı, yeniden yargılamanın CMK’nın 311.maddesinde sınırlı olarak sayıldığı, bu nedenle CMK’nın 323.maddesinin 1.cümlesi uyarınca yeniden yargılama sonucunda önceki Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşecek hükmü yok edecek nitelikte yeni delil sunulamadığından savunmaların da önceki yargılamada serd edilip, Yargıtay tarafından itibar edilmemiş hususları olduğu anlaşıldığından hükmün onaylanmasına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur” demiştir.

(Devamı aşağıda)
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Nis 01, 2016 10:06 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 01, 2016 12:37 am    Mesaj konusu: Salih Mirzabeyoğlu'nun Beraat'inin gerekçesi (devam) Alıntıyla Cevap Gönder

(devam)


ÖNCEKİ MAHKUMİYET HÜKMÜNÜN DAYANDIRILDIĞI GEREKÇELER:

İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 18/04/2012 tarih ve 2002/621 esas, 2002/889 karar sayılı ilamı ile onanmak suretiyle kesinleşen 02/04/2001 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı mahkumiyet kararının delillerin değerlendirilmesi ve ulaşılan kanaat kısmında özetle;

Hükümlü Salih İzzet Erdiş’in, amacı ülkede mevcut Anayasal, demokratik ve laik sistemi cebir ve şiddet kullanmak suretiyle yıkıp, yerine merkezi Türkiye olan ve tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan, dini esaslara dayalı federal yapıda Başyücelik adında bir islam devleti kurmak olan yasa dışı silahlı çete niteliğindeki İBDA/C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) adlı örgütün kurucusu ve en üst düzey sorumlusu olduğu, hükümlünün emniyet güçlerince yakalandığı 29/12/1998 tarihine kadar yazdığı çok sayıda kitapta bu amaca yönelik emir, telkin ve tavsiyelerde bulunarak birçok legal ve illegal cephelerin oluşmasını sağladığı, yine hükümlünün kitap ve dergiler aracılığı ile cephe faaliyetlerinde bulunan örgüt mensuplarına yönelik telkin ve tavsiyeleri sonucunda örgüt mensuplarınca deliller kısmında açıklanan ve dosya içerisindeki ceraim evrakında da açıkça görüleceği üzere ülke çapında muhtelif yerlerde çok sayıda yazılama yapmak, bir kısmı ölüm ve yaralama ile sonuçlanan bombalama ve molotof kokteyli atmak gibi vehamet arz eden eylemlerin gerçekleştirildiği, örgütün yapısının örgüt liderinin yazdığı kitaplardan etkilenen örgüt mensuplarının bir araya gelerek oluşturdukları “kendinden zuhur” diye isimlendirilen çalışma yöntemini benimseyen birbirinden bağımsız cephelerden meydana geldiği ve örgüt mensuplarının 1994 yılından 1998 yılına değin örgüt amacına yönelik çok sayıda vahim eylemleri gerçekleştirdikleri, bu şiddet eylemleri ile resmi, gayri resmi kurum ve kuruluşlara, binalara, işyerlerine patlayıcılarla saldırıldığı, yerli – yabancı birçok insanın ölümüne, yaralanmasına, maddi – manevi zarara uğramasına sebebiyet verildiği, hükümlü Salih İzzet Erdiş’in kurup emir, tavsiye ve telkinleri ile yönettiği İBDA/C örgütünün bu eylemleri ile kurmayı amaçladığı devletin Başyüce sıfatı ile yöneticisi olmayı planladığı, yakalanan tüm örgüt mensuplarının ve yardım – yataklık eden şahısların beyanlarında hiçbir tereddüde mahal vermeyecek şekilde örgüt liderinin Kumandan kod adlı Salih Mirzabeyoğlu müstear adı ile tanınan Salih İzzet Erdiş olduğunu bildirmeleri karşısında adı geçenin örgüt lideri olmadığı yönündeki savunmalarına itibar etmenin mümkün bulunmadığı, Kumandan kod adının adı geçenin örgüt içerisindeki önemini, liderliğini hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde ortaya koyduğu, hükümlünün kurup yönettiği silahlı örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Anayasa ile tesis edilmiş demokratik, laik hukuk düzenini silahlı halk ayaklanması yoluyla değiştirmeye çalışan, son yılların en tehlikeli terör örgütlerinden biri olduğu,

Hükümlü Saadettin Ustasomanoğlu’nun ise örgütün legal cephelerinde yer alan ve en önde gelen elemanlarından biri olduğu, 1978 yılından yakalandığı 30/12/1998 tarihine kadar süren ve devamlılık arz eden faaliyetleri ile gazete, dergi çıkarıp yazılar yazarak konferans düzenleyerek örgütün legal cephe faaliyetlerini sürdürmüş olduğu, ayrıca örgütün bayrak ve dokümanlarını muhafaza edip eleman kazandırma faaliyetlerinde bulunduğu değerlendirme ve sonuçlarına ulaşıldığı, bir başka deyişle hükmün gerekçesinin bu hususların üzerine inşa edildiği ve üzerlerine atılı suçun bu gerekçelerle sübuta erdiğine kanaat getirildiği belirtilmiştir.

MAHKEMEMİZCE YENİDEN YARGILAMA SONUCU ULAŞILAN KANAAT VE NETİCE :

İstanbul 6 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinin yeniden yargılamaya konu 02/04/2001 tarihli önceki mahkumiyet hükmündeki “sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi” bölümünde hükümlü Salih İzzet Erdiş’in özellikle gözaltı sürecindeki kolluk ifadelerine atıfla müsnet suça ilişkin aşamalardaki tevilli ikrarları, bu ikrarları doğrular mahiyetteki diğer sanık anlatımları, yakalama tutanakları, ele geçirilen örgütsel dokümanlar, ceraim evrakı ve tüm dosya kapsamının atılı suçu işlediğinin sübuta erdiği yönündeki kabul ve değerlendirmeye esas teşkil eden deliller olarak gösterildiği anlaşılmaktadır.

Dosyanın tetkikinde; hükümlüler Salih İzzet Erdiş ve Saadettin Ustaosmanoğlu’nun soruşturma kapsamında İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde gözaltı sürecinde alınan 02/01/1999 tarihli ifadeleri ile İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı ve DGM Yedek Üyelikteki 04/01/1999 tarihli ifade ve sorgularının avukat bulundurulmaksızın alındığı görülmektedir.

Hükümlü Salih İzzet Erdiş’in gözaltı sürecindeki kolluk ifadesinde İBDA/C örgütünün kuruluşu, yapısı, stratejisi, nihai amacı, klasik örgüt yapıları ile farkından bahsederek ayrıca İBDA/C örgütünün kurulduğu 1984 yılından 1989 yılına kadar oluşturulan cephelerde etkisinin bulunduğuna, bunlardan legal ve illegal olanların isim ve faaliyetlerine dair ayrıntılı beyanda bulunup ayrıca fikir bazında İBDA/C örgütünün liderliğinin kendisine ait olduğuna, ancak eylemsel planda kim hangi cephede faaliyet gösteriyorsa o cephenin sorumlusu olduğuna, dolayısı ile eylem bazında Türkiye liderinin söz konusu olmadığına, örgüt mensuplarının da ayrıca bir emir alma ihtiyacı hissetmeksizin kendi kanaatleri doğrultusunda illegal olarak bombalama ve silahlı saldırı gibi şiddet eylemleri gerçekleştirdiklerine, ancak 1991 yılından sonra kurulan legal – illegal hiçbir cephenin kurulması yönünde emir veya talimat vermediğine, bu tarihten sonra kurulan cephelerle hiçbir organik bağının bulunmadığına, zaten örgütün yapısı ve mantığının da bu şekilde olmadığına, “kendinden zuhur” diyalektiğine göre kendisini İBDA fikriyatına adamış ve bulunduğu yerde bazı şeylerin değişmesi gerektiğine inanan her İBDA/C örgütü mensubunun bu cepheleri kuracağına ve eyleme geçeceğine dair beyan ve anlatımlarının yer aldığı,

Bununla birlikte gerek yargılama aşamasındaki savunmalarında ısrarla kendisinin İBDA/C örgütü lideri ve kurucusu olmadığını, böyle bir örgütü sevk ve idare etmediğini, kelime anlamı itibariyle “benzersiz, emsalsiz oluş” manasına geldiği şeklinde açıkladığı İBDA’nın bir fikir ve aksiyon hareketi olduğunu, iddia edildiği gibi açılımının İslami Büyük Doğu Akıncıları olmadığını, kendisinin İBDA adlı fikir hareketini geliştiren, fikir ve düşüncelerini yasal çerçevede yazdığı kitap ve sair eserlerle açıklayan bir kişi olduğunu, Salih Mirzabeyoğlu veya Kumandan şeklinde örgütsel bir kod adı bulunmadığını, uzun yıllardan beri yayıncılık yaptığını, yayınladığı kitap, dergi ve diğer eserlerde Salih Mirzabeyoğlu müstear adını kullandığını, İBDA ile İBDA/C’nin farklı olduğunu, iddia edildiği ya da gösterilmeye çalışıldığının aksine İBDA/C’nin İBDA’nın silahlı mücadele cephesi olmadığını, İBDA/C örgütü ile gerek düşünsel ve fikri anlamda gerekse eylemsel olarak bir ilişkisi bulunmadığını, İBDA yayınevinin legal bir yayınevi olduğunu, bu yayınevi adı altında yayınladığı eserlerini okuyanların değişik yorum ve anlamlar yükleyerek gerçekleştirdikleri eylemlerden sorumlu tutulamayacağını, İBDA fikriyatını ortaya koyan kendisi dışındaki faaliyetlerin hatasıyla, sevabıyla ve mesuliyetiyle kendisinin dışında olduğunu, İBDA/C örgütünden yakalanan ve haklarında yasal işlem yapılan örgüt mensuplarına ne yazılı ne de sözlü herhangi bir talimat vermediğini, mevcut laik düzene karşı olduğunu, arzusu ve gayesinin mevcut düzen yerine İslami esaslara dayalı Büşyücelik devletinin kurulması olduğunu, ancak bunun kendiliğinden oluşacağına inandığını ve düzenin değişmesi yönündeki fikir ve düşüncelerini yazdığı eserler ile okuyucuya aktardığını, fikir ve düşüncelerini hiçbir zaman saklamadığını, hiçbir örgüt mensubuna silah yoluyla mevcut anayasal düzeni yıkmaya çalışmaları için talimat vermesinin söz konusu olmadığını, esasen savunmasının başının da sonunun da “ben bir fikir adamıyım; bıçak yaparım, o bıçakla isteyen ekmek keser, isteyen adam keser” şeklinde özetlenebileceğini söylediği anlaşılmış,

Hükümlü Saadettin Ustaosmanoğlu’nun ise aşamalardaki savunmalarında ısrarla İBDA/C örgütü adına herhangi bir eyleme katılmadığını, İBDA/C örgütü üyesi olmadığını, sadece konferanslara konuşmacı olarak katılan, dergi ve yayıncılık işi ile uğraşan, örgütsel bir bağı ve faaliyeti bulunmayan, İBDA fikriyatını benimsemiş, İBDA yayınlarını takip eden bir şahıs olduğunu, İBDA’nın emsalsiz ve benzersiz oluş manasına gelen bir fikir hareketi ve oluşum olduğunu ifade ettiği anlaşılmıştır.

Bilindiği üzere; isnat olunan suç tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135.maddesi hükmünde, halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK.nun 147/1-c maddesine koşut biçimde, ifade veren veya sorguya çekilen şüphelilerin (sanık) ifadesinin alınması veya sorguya çekilmeleri sırasında müdafi seçme hakkının bulunduğu ve müdafi tayin edebilecek durumda değillerse baro tarafından atanabilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği düzenlenmiş olup, ayrıca suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nun 148/4 madde ve fıkrasında müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı, yine 5271 sayılı CMK.nun 213/1 maddesinde de buna benzer şekilde çelişki arz etmesi halinde sanığın ancak müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanakların duruşmada okunabileceğine atıfla bu hükmün mefhum-u muhalifinden müdafi hazır bulunmaksızın kollukta alınan ifadelerin çelişki olması halinde bir delil değeri taşımadığının anlaşılması gerekmektedir.

Oysa ki; İstanbul 6 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinin mahkumiyet hükmüne dayanak aldığı gözaltı sürecindeki kolluk ifadelerinde hükümlülerden Salih İzzet Erdiş’in müsnet suç ile ilgili sorumluluk doğuracak anlatımlarının yer aldığı, hükümlünün her ne kadar avukatsız alınan gözaltı ifadesinde 1991 yılından sonra kurulan legal – illegal cephelerin kuruluşu ve oluşturulması yönünde hiçbir emir veya talimatının bulunmadığını, cephelerle organik bir bağının bulunmadığını belirttiği anlaşılmakla birlikte İBDA/C örgütünün yapısı, oluşumu, stratejisi, yapısı, klasik örgütlerden farkı ve hareket tarzına ilişkin bir kısım beyanlarının hükmü tesis eden mahkemece atılı suçu tevil yollu ikrar yönünde değerlendirildiği, oysa ki kolluk ifade tutanaklarında hükümlüye ifade vermeden önce müdafii seçme hakkının bulunduğu ve müdafii tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından bir müdafii tayini talep edebileceği ve onun hukuki yardımından istifade edebileceğine dair o tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 135.maddesindeki yasal haklarının hatırlatıldığı yönünde herhangi bir ibare bulunmadığı,

Anayasa Mahkemesi’nin Burhanettin Yalçın (08/09/2015 – 2013/2578), Burak Çileli (09/09/2015 – 2013/2541), Selim Aydın, Emin Koçhan ve Abdulselam Tutal (08/04/2015 – 2013/2319) ile ilgili vermiş olduğu bireysel başvurulara dair hak ihlali kararları ışığında, hakkındaki suçlamanın vasıf ve mahiyeti ile cezanın ağırlığına nazaran hükümlü Salih İzzet Erdiş’in gözaltı süresi boyunca bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı talep etmeyerek ifade vermeyi kabul ettiğinin her türlü kuşkudan uzak biçimde gözükmediği ve adı geçenin bunu kabul etmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiğinin de somut olarak ortaya konulmadığı (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Salduz / Türkiye kararı, 36391/02, 27/11/2008), hükümlünün kendisi yönünden sorumluluk doğuran kısımlarını bilahare kabul etmediği avukatsız alınan gözaltı ifadelerinin mahkumiyet hükmünde belirleyici biçimde esas alınarak hükme dayanak oluşturmasının gerek suç tarihinde yürürlükte bulunan usuli düzenlemeler ve gerekse suç ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren usul hukukuna ilişkin düzenlemeler ve AİHM içtihatları (Hulki Güneş / Türkiye, 28490/95, 19/06/2003 tarihli kararı) karşısında hukuka açıkça aykırı olup bunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adli yargılanma hakkına ilişkin 6.maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38/6; 1412 sayılı CMUK.nun 135, 135/A; 5271 sayılı CMK.nun 148, 206/2-a, 213, 217/2, 230/1-b ve 289/1-i maddeleri hükümleri uyarınca “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hükme esas alınmasının mümkün olmayacağı“na dair uluslararası, anayasal ve yasal düzenlemelerin ihlali niteliğinde olup hükümlü Salih İzzet Erdiş’e yargılama aşamasında sonradan sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin de soruşturma başında savunma haklarına verilen zararı gidermediği, davanın anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durumun olağan kanun yolu temyiz aşamasında da değerlendirilmemiş olması karşısında adı geçen hükümlünün gözaltında avukat yardımından yararlandırılmaması ve bu nedenle savunma hakkına verilen zararın yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellediği, bu itibarla mahkumiyet hükmünün dayandığı ana gerekçelerden birinin temelinin bir anlamda çöktüğü yönünde değerlendirme yapılmıştır.

Her ne kadar hükümlü Salih İzzet Erdiş’in mahkumiyet hükmü gerekçelerinde hükümlünün aşamalardaki tevil yollu ikrarlarını doğrulayan diğer sanık beyanları ve ceraim evrakı ile yakalama tutanaklarından söz edilmiş ise de; eldeki dava dosyası kapsamında savunması alınan diğer sanıkların yargılamanın hiçbir aşamasında hükümlü Salih İzzet Erdiş aleyhinde ve cezai sorumluluk doğuracak nitelikte herhangi bir beyanları bulunmadığı gibi İBDA/C örgütüne üyelik ve yardım – yataklık suçlarından yargılanan örgüt mensuplarının hükümlü ile ilgili beyan ve anlatımlarını içeren hazırlık ifadelerinin de kollukta avukatsız alınan “ceraim evrakı” niteliğinde olup, her şeyden önce hukuka aykırı delil niteliğinde olmaları hasebiyle esasen yok hükmünde oldukları, nitekim İBDA/C örgütü mensubu şahısların gerçekleştirdikleri eylemler ile hükümlü Salih İzzet Erdiş arasında eylem talimatı bağlamında bir irtibatın mevcudiyetini ortaya koyan hukuka uygun şekilde elde edilmiş başkaca bir delil de bulunmadığı, kaldı ki yeniden yargılama aşamasında mahkememizce huzurda tanık sıfatı ile yeminli ifadeleri alınan ve mahkumiyet hükmüne esas alınan ceraim evrakında isimleri geçen Mehmet Tarakçı, Burak Çileli ve Ali Osman Zor’un hükümlü Salih İzzet ile örgüt arasında hiyerarşik bir bağın varlığına dair aleyhte hiçbir beyanları bulunmadığı gibi aksine adı geçenin sadece yayıncılık faaliyeti yaptığına, kitap yazdığına, fikir ve düşünce adamı olduğuna, İBDA fikriyatı olarak bilinen İslami düşünce ve fikir akımının temsilcisi olduğuna, eserlerinde somut olarak bir eylem talimatı veya cepheleşmeye dair herhangi bir ibare bulunmadığını söyledikleri, yakalama tutanaklarında sözü edilen ve hükümlünün ikametinde yapılan arama neticesi ele geçen ateşli silahlarla ilgili alınan uzmanlık raporlarında ise herhangi bir suçta ve şiddet eyleminde kullanılmadığının tespit edildiği, bu bağlamda yakalama tutanağında zikredilen silahlar ile bazı İBDA yayınlarının örgütsel bir amaçla kullanıldığının da sabit olmadığı anlaşılmaktadır.

Yeniden yargılama aşamasında tanık olarak dinlenilen Okan İşgör de Salih Mirzabeyoğlu olarak bilinen hükümlü Salih İzzet Erdiş ile Metris Kapalı Cezaevinde 1999 Eylül – 2000 Ocak ayları arasında 4 – 5 ay süreyle birlikte aynı koğuşta kaldığını, hükümlü Erdiş’in koğuşta kalan İBDA/C’lilere emir ve talimat vermesi bir yana herhangi bir irtibat ve bağının bulunmadığına tanık olduğunu, hatta İBDA/C örgüt üyesi sıfatı cezaevine girenlerin Mirzabeyoğlu’nu öncesinde tanımadıklarını, sadece kendisine büyük sempati duyduklarını ve aynı görüşte olduklarını söylediklerini, bu şahıslarla Mirzabeyoğlu arasında cezaevine girmeden önce kesinlikle bir irtibat ve bağ bulunmadığını gözlemlediğini ifade etmiştir.

Bu aşamada tanık Okan İşgör’ün konumu ve hükümlü ile ilgili beyanlarının itibar edilebilirliği ile sıhhıyetinin tartışılması gerekmektedir.

İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığınca İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 esas sayılı dava dosyasına gönderilen dosyaya mübrez 21/11/2012 tarihli cevabi bir yazıda Okan İşgör isimli şahsın 16/09/2001 tarihinde İstihbarat Şube Müdürlüğünde haber elemanı olarak kaydının yapıldığı ve fakat kendisi ile irtibat kurmada zorluklar yaşanması sebebiyle 27/12/2007 tarihinde söz konusu şahsın haber elemanlığına son verildiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır.

İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığınca İçişleri Bakanlığına yazılan ve dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır imzalı 08/10/2002 tarihli yazıda ise; 02/09/1999 günü İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce İBDA/C adlı yasadışı örgüte yönelik olarak yürütülen operasyon neticesi yakalanarak hakkında düzenlenen tahkikat evrakı ile birlikte sevk edildiği İstanbul 4 Nolu Yedek Hakimliğinin 07/09/1999 tarihli kararı ile tutuklanan Okan İşgör’ün Metris Cezaevine konulup bilahare 4 Nolu DGM Başkanlığının 13/12/1999 tarih ve 1999/307 esas sayılı yazısına istinaden tahliye edildiğinin, İstanbul İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğüne 2000 yılı içerisinde yasadışı İBDA/C örgüt mensuplarının teşkilatlanmalarını, örgütün yapısını, cezaevi içerisindeki konumlarını ve muhtemel bir cezaevi müdahalesine karşı hazırlıklarını anlatması sonucu İl Jandarma Komutanlığınca yapılan müdahalede örgüt mensuplarının etkisiz hale getirilerek bol miktarda yasak malzeme ve illegal doküman ele geçirildiğinin, İstihbarat Şube Müdürlüğünün 04/10/2002 tarihli yazısında Okan İşgör’ün kayıtlarda haber elemanı olarak gözüktüğünün belirtildiği anlaşılmıştır.

Tanık Okan İşgör’ün Başbakanlık Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlık Makamına yazmış olduğu 09/04/2014 tarihli dilekçesinde dile getirdiği hususlarla ilgili şikayet ve ihbarına ilişkin olarak Ankara CBS Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca 2014/70188 numaralı soruşturma evrakı üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müşteki sıfatı ile alınan 05/06/2014 tarihli ifadesinde; 1998 yılı başından itibaren sivil olarak jandarma istihbarata çalıştığını, bu dönemde aynı zamanda kendisinin de ticari faaliyette bulunduğu Avcılar Ambarlı liman bölgesindeki özellikle yasa dışı aşırı sağ örgütler ve mafyatik çetelerle ilgili istihbari bilgi akışını sağladığını, yüzbaşı rütbesindeki dönemin İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Abdurrahman Güven’in kendisini özellikle İBDA/C mensupları üzerine yönlendirdiğini, bu dönemde örgüt üyesi Hasan KAPAR isimli şahısla yakınlaştığını, Gölcük depreminin yaşandığı ve bölgeyi de etkileyen 17/08/1999 tarihine değin bu şekilde faaliyet gösterdiğini, 31/08/1999 tarihinde İstanbul Emniyetince gerçekleştirilen İBDA/C operasyonunda Hasan Kapar ile irtibatı nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandığını, emniyette ifadesini alan TEM Sağ Büro Amirine jandarma ile irtibatlı olduğunu söylediğini ancak inandırıcı bulunmadığından adliyeye sevk edildiğini, adliyede savcı ve hakim huzurundaki ifade ve sorgusunda deşifre olmamak için jandarma istihbarata çalıştığını söyleyemediğini, Salih Mirzabeyoğlu’nun da aralarında bulunduğu İBDA/C mensuplarının kaldığı Metris B-1, B-2 koğuşuna gönderildiğini, bu süreçte kendisi ile irtibat kuran jandarma istihbarata cezaevindeki örgüt mensupları ve Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili bilgi akışı sağladığını, 05/12/1999 tarihinde mahkemelere çıkmamak için cezaevinde direnç oluşturan İBDA/C örgütü üyelerine yönelik jandarma tarafından yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan ilk operasyon sırasında koğuşta bulunduğunu, 13/12/1999 tarihinde tahliye olduktan iki hafta sonra 31/12/1999 tarihinde kendisinin kabul etmemesine rağmen Noel Baba olarak bilinen 25/01/2000 tarihli ikinci operasyon öncesinde göstermelik olarak bir suç ile ilişkilendirilerek tekrar Metris Cezaevine sokulduğunu, bu sürede örgüt üyelerinin konumları ve yapılacak muhtemel bir operasyona karşı hazırlıkları ile ilgili olarak istihbarat görevlilerine içeriden bilgi akışı sağladığını, cezaevinde kaldığı süreçte Salih Mirzabeyoğlu’nu yakından tanıma fırsatını bulduğunu, Mirzabeyoğlu’nun devlet düşmanı değil ve fakat tipik bir sistem muhalifi olduğunu gözlemlediğini, operasyon sonrası Mirzabeyoğlu’nun Kartal Cezaevine nakledildiğini, 25/01/2000 tarihinden sonraki süreçte olaylar ile ilgili kendisinin de sanık olarak ifadesinin alındığını, bu ifadeleri sırasında İBDA/C örgütü davasında örgüt ve sanıklar aleyhine ifade vermesi için psikolojik baskı uygulandığını, uzun tutukluluk mahiyetinde cezalandırıldığını anlayınca isteklerine boyun eğerek aleyhte ifade vermek durumunda kaldığını, 25/01/2000 tarihli olaylar nedeniyle kendisinin beraat ettiğini, İBDA/C hükümlü ve tutuklularının ise yargılandıklarını ve ceza aldığını, bu olayları sanık olarak yargılandığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Ergenekon davasının (Ergenekon davası ile birleştirilen Şile kazıları davasında) 21/06/2012 tarihli oturumunda da ifade ettiğini belirttiği anlaşılmış,

Tanık Okan İşgör’ün 25/01/2000 tarihinde Metris Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda İBDA/C hükümlülerinin kaldığı koğuşlara yönelik jandarma operasyonu sırasında meydana gelen olaylarla ilgili Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde görülüp 05/04/2010 tarihinde karara bağlanan 2000/285 esas, 2010/84 karar sayılı dava dosyasının Okan İşgör’ün sonradan ortaya çıkan beyanları gerekçe gösterilerek yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi neticesi açılan duruşmaların 23/03/2015 tarihli oturumda tanık sıfatı ile alınan ifadelerinde de benzer anlatımlarda bulunduğu, Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevindeki olaylar sırasında herhangi bir eylem talimatı verdiğine tanık olmadığını ifade ettiği anlaşılmıştır.

Bu tespit ve belirlemeler ile resmi yazışma ve kayıtların da kısmen doğruladığı beyanlar ışığında, tanık Okan İşgör’ün zaman, mekan ve isim belirtmek suretiyle somutlaştırdığı bilgilerin gerçek olgu ve olaylara dayandığı, adı geçenin resmi olarak 2001-2007 yılları arasında İstanbul İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde haber elamanı bir başka deyişle yardımcı istihbarat elemanı (YİE) kaydının bulunduğu, olgu ve olaylara dayalı anlatımlarına nazaran 2001 yılı öncesinde de adı geçenden istihbari hizmetlerde gayri resmi olarak istifade edilmiş olmasının kuvvetle muhtemel gözüktüğü, nitekim Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde görülüp kesin hükme bağlanmış bir yargılama dosyasının da adı geçenin beyanlarına istinaden tekrar yenilenmesi cihetine gidildiğinin anlaşıldığı, bu itibarla tanık Okan İşgör’ün hükümlü Salih İzzet Erdiş’in Metris Cezaevindeki İBDA/C mensubu örgüt üyeleri ile aralarında örgütsel bir bağ bulunmadığına, Salih İzzet Erdiş’in örgüt lideri gibi hareket etmediğine dair anlatımlarına itibar edilmesi gerektiği vicdani sonuç ve kanısına varılmıştır.

Tanık Okan İşgör’ün, Hayata Dönüş Operasyonu olarak da bilinen 19/12/2000 tarihinde gerçekleştirilen cezaevlerine yönelik devlet müdahalesi öncesi ceza infaz kurumlarının adeta örgütlerin ideolojik ve askeri eğitim kampı haline geldiği sürece tekabül eden bahse konu döneme ilişkin bu yöndeki tanıklığının ve terör örgütü lideri olduğu kabul edilen hükümlü Salih İzzet Erdiş ile örgüt mensupları arasında cezaevi şartlarında dahi hiyerarşik ve örgütsel bir bağ gözlemlemediğine dair beyan ve anlatımlarının önem arz ettiğinin kabul edilmesi gerekmiştir.

Bu noktada değinilmesi ve tartışılması gereken bir diğer husus ise Adana ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılıklarının verdikleri yetkisizlik kararlarının içeriğidir.

Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca Salih İzzet Erdiş hakkında suç tarihi olarak gösterilen 1997 ve öncesinde İBDA/C örgütünün amir ve komutanı olmak suçundan yürütülen soruşturma neticesi düzenlenen 11/05/1998 tarih ve 1997/35 hazırlık, 1998/44 karar sayılı yetkisizlik kararında mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirerek yerine tüm Ortadoğu ülkelerini içine alan Birleşik İslam Devleti altında federal yapıda bir devlet kurmayı amaçlayan yasa dışı silahlı çete niteliğindeki İBDA/C örgütü ile ilgili Ramazan Yavuz ve Tahsin Yavuz hakkında Konya ilinde yürütülen soruşturma ve yargılamalar neticesinde Konya Devlet Güvenlik Mahkemesinin 17/10/1995 tarih ve 1995/201 karar sayılı kararı ile Ramazan Yavuz’un örgüt üyesi olmaktan cezalandırıldığı, Konya’da yürütülen dosyada sanık Salih İzzet Erdiş’in söz konusu örgütün emir kumandayı haiz lideri ve komutanı olduğunun ifade edilmesi üzerine hakkında gıyabi tevkif çıkarıldığı, aranmaya başlandığı ve fakat herhangi bir delil elde edilemediği, sanığın yayınladığı dergi ve örgütsel faaliyetleri İstanbul’da yaptığı, bu konularda delil elde edildiği belirtilerek buna ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünün 03/03/1998 tarihli yazısına da atıfta bulunularak yetkisizlik kararı verilerek soruşturma evrakının yetkili İstanbul DGM Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiş,

Soruşturma evrakının yetkisizlik ile geldiği İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 25/05/1998 tarih ve 1998/1115 hazırlık sayılı ve 1998/2119 karar sayılı kararda ise “………Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararında yazıldığı şekilde sanık hakkında delil elde edilememiş ise takipsizlik kararı verme olanağı bulunduğu gibi, dosya içeriğine göre sanığın İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı yetki alanına giren bir eylemi de tespit edilememiştir. İçişleri Bakanlığının dosya içerisinde bulunan 03/03/1998 tarihli yazısında bu sanığın İstanbul’da yayınlanan yasal dergilerdeki faaliyetlerinde yasadışı örgütün üyesi ve yöneticisi olduğunun delili olamaz……….” denilerek karşı yetkisizlik kararı verilmiş ve soruşturma dosyası tekrar gereğinin takdir ve ifası için Adana DGM Başsavcılığına gönderilmiştir.

Karşı yetkisizlik ile gönderilen soruşturma evrakı Adana DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden soruşturmaya kaydedildikten sonra düzenlenen 10/06/1998 tarih ve 1998/275 hazırlık, 1998/216 esas nolu iddianame ile sanık Salih İzzet Erdiş’in suç tarihi olarak gösterilen 1997 ve öncesinde İBDA/C ULTRA FORCE isimli silahlı örgütün liderliğini yaptığı, Kumandan olarak tanındığı, kitaplarını Salih Mirzabeyoğlu adıyla yayınladığı, İslam devleti kurulması fikrini benimsediği, bu konuda yazdığı kitapları İBDA ve Tilkinin Günlüğü adı altında yayınladığından bahisle silahlı terör örgütünün amir ve kumandayı haiz üyesi olmak suçundan eylemine uyan 765 sayılı TCK’nın 168/1, 31, 33, 40 ve 3713 SK’nın 5.maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı, açılan bu kamu davasının Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin 22/07/1999 tarih ve 1998/258 esas, 1999/175 karar sayılı kararı ile yargılama sırasında İstanbul 6 Nolu DGM’nin 1999/19 esas sayılı ana dava dosyası ile birleştirildiği anlaşılmıştır.

Burada dikkat çeken ve önem arz eden birinci husus; Adana DGM C.Başsavcılığının 11/05/1998 tarihli yetkisizlik kararında sanık ile ilgili Adana DGM Başsavcılığı yetki alanında suç tarihi olarak gösterilen 1997 ve öncesinde müsnet suç ile alakalı herhangi bir delil elde edilemediği belirtilmiş iken, soruşturma evrakının İstanbul DGM’den karşı yetkisizlikle geldiği 02/06/1998 tarihinden sadece 8 gün sonra tanzim edilen iddianame ile sanığın bu kez yasa dışı örgütün yöneticisi olduğunun iddia edilmesi, ikinci husus ise; İstanbul DGM Başsavcılığının 25/05/1998 tarihli karşı yetkisizlik kararında dosya içeriğine göre sanığın 1997 ve öncesinde İstanbul DGM Başsavcılığının yetki alanına giren bir eyleminin tespit edilemediği belirtilerek İçişleri Bakanlığının dosya içerisinde bulunan 03/03/1998 tarihli yazısında belirtilen sanığın yasal dergilerdeki faaliyetlerinin yasa dışı örgütün üyesi veya yöneticisi olduğunun delili olamayacağının ifade edilmesine karşılık bundan sadece 8 ay sonra 17/01/1999 tarihinde düzenlenen iddianamede ve 02/04/2001 tarihli mahkumiyet ilamında 2 ve 3 nolu klasörlerdeki ceraim evrakında belirtilen ve örgüt mensuplarınca gerçekleştirildiği ifade edilen şiddet eylemleri ile hükümlü Salih İzzet Erdiş’in ilişkilendirilerek 1997 öncesi özellikle 1992 – 1996 yılları arasında gerçekleştirilen şiddet eylemleri ile hükümlü arasında irtibat kurularak bu eylemlerin hükme esas alınmış olmasının ortaya koyduğu ve yarattığı hukuksal çelişkilerdir.

Her ne kadar DGM Başsavcılıklarının yetkisizlik kararları çekişmeli bir yargılama faaliyeti neticesi verilmiş kesin yargı hükmü niteliğini haiz olmasalar da; bahsedilen hususlardaki hukuki çelişkiler dikkate alındığında hükümlünün 1997 ve öncesinde örgütsel bir eyleminin tespit edilemediğini ortaya koyan bir soruşturma evrakının tanziminden kısa bir süre sonra bu kez anılan tarihleri de içerisine alan ve kapsayan döneme ilişkin yaklaşık 100’e yakın şiddet eylemi ile ilgili olarak örgütsel bağının bulunduğunun iddia ve kabul edilmesinin hukuki bir dayanağı ve haklı gerekçesinin olduğunu kabul etmek mümkün görülmemiştir.

İzah olunan tüm bu hususlara; bu bağlamda hükümlü Salih İzzet Erdiş’in yargılamalardaki savunmalarına, yeniden yargılamaya konu önceki mahkumiyet hükmüne esas alınan ve tevilli ikrar olarak değerlendirilen gözaltındaki avukatsız ifadelerine, bununla ilgili gerek suç tarihinde yürürlükteki usul mevzuatı ve gerekse suç ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren usuli hüküm ve düzenlemelere, konu ile ilgili AYM hak ihlali kararlarına, örgüt mensuplarının hükümlü ile ilgili beyan ve anlatımlarını içeren hazırlık ifadelerinin kollukta avukatsız alınan “ceraim evrakı” niteliğinde oluşuna, hükümlü ile ilgili yakalama ve arama tutanaklarına, yeniden yargılamadaki tanık anlatımlarına, tanık Okan İşgör ile ilgili resmi niteliği haiz bazı bilgi ve belgelere, İstanbul ve Adana DGM Başsavcılıklarınca verilen ve hükümlünün 1997 öncesinde örgütsel bir eyleminin tespit edilemediğini ortaya koyan karşılıklı yetkisizlik kararlarına, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyon raporu, gazete yayınları, verilen demeç ve yorumlar ile tüm dosya kapsamına nazaran;

Türkiye’de 1970’li yılların ikinci yarısında kurulan dönemin gençlik hareketlerinden Akıncılar Derneğinin kurucuları arasında yer alıp, daha sonra şair-yazar Necip Fazıl Kısakürek’in kurucusu olduğu ve kökü 1940’lı yıllara dayanan Büyük Doğu adındaki edebiyat ve fikir akımının devamı niteliğinde olduğu kabul edilen İBDA adlı fikir akımını geliştirerek 1984 yılından itibaren İBDA yayınları adı altında sayısı yaklaşık 60’a yakın kitaptan oluşan bir külliyatı meydana getiren; şiir, sanat, estetik, dil, içtimai sistem, iktidar, hakimiyet, politika, devlet, siyaset bilimi gibi geniş bir sahaya hitap eden konuları felsefi, fikri ve ideolojik yönleriyle analiz ettiği ve kaleme aldığı eserlerinde Salih Mirzabeyoğlu müstear adını kullanan ve kamuoyunda da bu adı ile tanınan ve bilinen hükümlü Salih İzzet Erdiş’inTürkiye’de yerleşik laik ve demokratik devlet düzenini benimsemeyen, yerine dini esaslara dayalı yeni bir dünya düzeni hedefleyen bir sistem karşıtı ve muhalif olduğu, hükümlünün eserleri ve konferanslarında dile getirdiği söylemleri ve verdiği mesajların devlet ve toplumun bir kesimini rahatsız edici, çarpıcı, saldırgan, kışkırtıcı ve şok edici, toplum kesimlerinin kahir ekseriyeti tarafından paylaşılmayan fikir ve düşünceler olduğu hususlarında kuşku ve duraksama bulunmamakla birlikte kaleme aldığı eserlerinde ve verdiği konferanslarda dile getirdiği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1979 tarihli ünlü Birleşik Krallık / Handyside kararında ifade özgürlüğü kapsamında kabul edilmesi gereken sisteme yönelik karşıt görüş ve fikirlerinin düşünsel ve fikri düzeyi aşarak anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bombalama, soygun, ölüm ve yaralama ile sonuçlanan silahlı saldırı biçimindeki şiddet hareketlerini kışkırttığına, bunları teşvik ettiğine, şiddet eylemleri konusunda İBDA/C örgütü mensuplarına emir veya talimat verdiğine, İBDA/C silahlı terör örgütünün kurucusu veya yöneticisi olduğuna, böyle bir silahlı terör örgütünde emir ve kumandayı haiz olduğuna, şiddet eylemlerini sevk ve idare ettiğine, silahlı örgüt üyeleri ile arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ ve altlık – üstlük ilişkisi bulunduğuna, önceki mahkumiyet hükmünde kabul edilip benimsendiği şekliyle şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmeye başlandığı 1991 – 1992 yıllarından sonra oluşturulan cephe hareketlerinde emir, talimat verme veya sair şekilde yönlendirmesi olduğuna, İBDA/C silahlı örgütünü oluşturduğu ve şiddet eylemlerini gerçekleştirdiği kabul edilen birbirinden bağımsız cephe ve hücre oluşumları ile arasında organik bağının bulunduğuna dair mahkumiyetine elverişli ve yeterli, kesin ve inandırıcı, somut ve objektif hiçbir kanıt mevcut olmadığı;

Aralarında hiyerarşik bir yapılanma olmaksızın birbirinden bağımsız hareket ederek aldıkları kararları faaliyete geçirdiği kabul edilen İBDA/C örgütü mensuplarının gerçekleştirdikleri anayasal düzeni değiştirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik şiddet eylemlerine doğrudan doğruya katıldığı tespit edilemeyen hükümlünün, salt kitaplarından etkilenildiği ve eserlerinin örgüt üyelerinin siyasi ve ideolojik altyapısını oluşturduğu düşüncesiyle söz konusu eylemlerden cezai yönden sorumlu tutulması şeklindeki bir anlayış ve hukuki yorumun kabul edilemeyeceği, önceki mahkumiyet hükmünde kabul edilip hükme dayanak yapılan “lidersiz bir örgüt düşünülemeyeceğinden örgüt mensuplarının Kumandan sıfatı ile lider olarak gördükleri ve bağlı oldukları Salih İzzet Erdiş’in İBDA/C silahlı terör örgütü lideri olduğu ve bu yüzden de örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden örgüt lideri olarak sorumlu olduğu” şeklindeki bakış açısının modern ceza hukukunun şahsiliği ve kusur sorumluluğu ilkeleriyle bağdaşmayan, toptancı bir anlayışı ifade eden, deyim yerinde ise örgüte lider bulmaya dönük, dönem hukuku anlayışını ve zorlama bir bakış açısını yansıttığı;

Bu gerekçelerle hükümlü Salih İzzet Erdiş’in üzerine atılı 765 sayılı TCK’nın 146/1 maddesine mümas Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Tağyir ve Tebdil veya İlgaya ve Anayasa ile Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya Vazifesini Yapmaktan Men’e Cebren Teşebbüs Etmek (Anayasayı Cebren İlgaya Teşebbüs) suçunu işlediğine dair her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği,

Hükümlü Saadettin Ustaosmanoğlu ile ilgili mahkumiyet gerekçesinde belirtilen 1978 yılından yakalandığı 30/12/1998 tarihine kadar süren ve devamlılık arz eden faaliyetleri ile gazete ve dergi çıkarıp yazılar yazarak konferanslar düzenleyerek örgütün legal cephe faaliyetlerini sürdürmüş olması ve örgütün bayrak ve bir kısım dokümanlarını muhafaza etmesi şeklindeki davranış ve eylemlerinin silahlı bir terör örgütüne üyelik suçundan mahkumiyet için yeterli kabul edilemeyeceği, hükümlünün örgüte eleman kazandırma faaliyetlerinde bulunduğunun da sabit olmadığı, bu itibarla adı geçen hükümlünün de üzerine atılı 765 sayılı TCK’nın 168/2 maddesine temas eden Silahlı Çetenin Sair Efradı Olmak (Terör Örgütünün Üyesi Olmak) suçunu işlediğine dair her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği vicdani sonuç ve kanısına varılmakla;

İstanbul6 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce hükümlüler Salih İzzet Erdiş ve Saadettin Ustaosmanoğlu hakkında verilen yeniden yargılamaya konu 02/04/2001 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı mahkumiyet hükümleri ve bu hükümlere istinaden verilen müteferrik karar ve uyarlamaya dair ek kararların 5271 sayılı CMK.nun 323/1 maddesine istinaden iptali ile hükümlülerin atılı suçu işlediklerinin sabit olmaması nedeniyle 5271 sayılı CMK’nun 223/2-e maddesi uyarınca müsnet suçtan ayrı ayrı beraatlerine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-Hükümlü Salih İzzet ERDİŞ hakkında İstanbul 6 Nolu DGM.nin 02/04/2001 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı kararı, bu kararın yasa değişikliği nedeniyle uyarlanmasına dair 23/09/2002 tarih ve 2002/475 müteferrik nolu ek kararı, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (5190 sayılı Kanunun 1.Maddesinde Yazılı Suçlara Bakmakla Görevli) 30/11/2004 tarih ve 2004/1161 müteferrik karar nolu kararı ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.nun 250.maddesi ile görevli) 13/06/2008 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı ek kararı ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Tağyir ve Tebdil veya İlgaya ve Anayasa ile Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya Vazifesini Yapmaktan Men’e Cebren Teşebbüs Etmek suçundan verilen mahkumiyet hükümlerinin 5271 sayılı CMK.nun 323/1 maddesi uyarınca ORTADAN KALDIRILMASINA (İPTALİNE),

Hükümlü Salih İzzet ERDİŞ’in üzerine atılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Tağyir ve Tebdil veya İlgaya ve Anayasa ile Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya Vazifesini Yapmaktan Men’e Cebren Teşebbüs Etmek suçunu işlediğine dair her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden hükümlünün 5271 sayılı CMK’nun 223/2-e maddesi uyarınca müsnet suçtan BERAATİNE,

Yargılanmanın yenilenmesi sonucunda hükümlünün beraatine karar verilmiş olmakla kararın kesinleşmesini müteakip 5271 sayılı CMK.nun 323/3 madde ve fıkrası uyarınca, önceki mahkumiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla hükümlünün uğradığı maddi ve manevi zararların 5271 sayılı CMK.nun 141 ila 144.maddeleri hükümlerinde koşulları tanımlanan ve ihlal edilen bir haklarının olduğunu iddia etmeleri halinde, bu hakkın aranmasına yönelik olarak karar veya hükmün kesinleştiğinin kendisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde tazminat isteminde bulunmakta SERBESTİLERİNE,

2-Hükümlü Saadettin USTAOSMANOĞLU hakkında İstanbul 6 Nolu DGM.nin 02/04/2001 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı kararı ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin (Kapatılan CMK’nın 250.maddesi ile görevli) 13/06/2008 tarih ve 1999/19 esas, 2001/105 karar sayılı uyarlamaya ilişkin ek kararı ile Terör Örgütünün Sair Efradı Olmak (Silahlı Terör Örgütünün Üyesi Olmak) suçundan verilen mahkumiyet hükümlerinin 5271 sayılı CMK.nun 323/1 maddesi uyarınca ORTADAN KALDIRILMASINA (İPTALİNE),

Hükümlü Sadettin USTAOSMANOĞLU’nun üzerine atılı Terör Örgütünün Sair Efradı Olmak (Silahlı Terör Örgütünün Üyesi Olmak) suçunu işlediğine dair her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden hükümlünün 2571 sayılı CMK’nun 223/2-e maddesi uyarınca müsnet suçtan BERAATİNE,
(..)

5271 sayılı CMK’nın 231/1 maddesi uyarınca 232/6 maddesine uygun hüküm fıkrası tutanağa geçirilerek hüküm alenen okunup gerekçesi ve ana çizgileri usulen anlatıldı.02/03/2016

Başkan 39902 Üye 43103 Üye 165787 Katip 143803

Kaynak: Adımlar Dergisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com