EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AİHM Büyük Dairesi, Doğu Perinçek'i haklı buldu

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Arl 24, 2008 9:55 pm    Mesaj konusu: AİHM Büyük Dairesi, Doğu Perinçek'i haklı buldu Alıntıyla Cevap Gönder

AİHM Büyük Dairesi, Doğu Perinçek'i haklı buldu: "AİHM kararı Türkiye'nin elini güçlendirdi"
Başak Çubukçu
Muhabir
15 Eki 2015



Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'i haklı buldu ve ‘İfade özgürlüğü ihlal edildi’ dedi. Uluslararası hukuk uzmanlarına göre karar, Türkiye’nin elini ve pozisyonunu da güçlendiren bir karar niteliğinde.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi, ‘Perinçek-İsviçre’ davasında kararını verdi. Mahkeme, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i haklı, İsviçre’yi haksız buldu. Perinçek, ‘Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır’ sözleri yüzünden İsviçre'yle davalık olmuştu.
Karar 7'ye karşı 10 oyla alındı. Büyük Daire, İsviçre'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğü ile ilgili 10. maddesini ihlal ettiğini de bu kararla teyit etmiş oldu. 10 yıldır süren Perinçek-İsviçre davası da kapandı.
Uluslararası hukuk alanında uzmanlaşan isimler kararın yeni bir içtihat oluşturduğunu ifade ediyor.

‘Tarihi bir karar’

Prof. Rona Aybay, Bosna Hersek İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıcı, milletlerarası özel hukuk ve insan hakları hukuku alanlarında uzmanlaşmış bir isim. Prof. Aybay’a göre kararın gereğini yerine getirmek, öncelikle İsviçre’nin yükümlülüğünde ama emsal teşkil etmesi bakımından tarihi bir karar ve İsviçre’yi bağlasa da Avrupa Konseyi’ne üye devletler için bir gösterge. Aybay "Bu karar Türkiye’nin elini güçlendirir" diyor.

Aybay: Bu karar önemli bir karardır. Teknik olarak sadece İsviçre'yi bağlasa da üye devletler için de göstergedir.

"Bu karar önemli, tarihi karardır; içtihat oluşturmuştur. Teknik olarak sadece İsviçre’yi bağlasa da, Avrupa Konseyi’ne üye devletler için de göstergedir. AİHM’in kararı, Türkiye’nin lehine bir karardır. Soykırım iddiaları konusunda Türkiye’nin elini, pozisyonunu çok daha güçlü kıldı bu karar. ‘Soykırım vardır ya da yoktur’ değil; düşünceleri açıklama özgürlüğü açısından çok önemli bir karar. ‘Soykırım olmadı’ demenin suç olmaktan çıkması anlamına geliyor. Anlatım özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin en önemli maddelerinden biridir. AİHM, benzeri durumlarda Türkiye’nin elini güçlendiren bir karar."

‘Tezler serbestçe konuşulabilecek’

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Başkanı Doçent Dr. Akif Emre Öktem için karar sürpriz değil. "Aksi olsaydı sürpriz olurdu" diyor.

"Genel olarak AİHM’in ifade özgürlüğü içtihadı ışığında bu sürpriz değil. İyi bir karar. İfade özgürlüğüne bu şekilde saygı göstermesi iyidir. Aksi kötü bir sürpriz de olabilirdi ama bu, mahkemenin kendi içtihadından ciddi bir sapma olurdu. Türkiye açısından ele alacak olursak, tezlerin serbestçe ifade edilebileceği anlamına geliyor bu karar. Bundan sonra şuna bakmak gerek: ‘Aynı ifade, aynı söylem başka bir devlette ifade edilseydi; aynı neticeyle karşılaşılır mı?’ Şimdi öyle görünüyor. AİHM kararları içtihadi olarak ileride aynı yönde karar verileceğinin ipuçlarını verir. Türkiye’nin tezinin onaylanması anlamına gelmiyor ama bunun ifade edilebileceği, konuşulabileceği, özgürce tartışabileceği anlamına geliyor. Karar ilgili devlet açısından bağlayıcıdır. Diğer devletler açısından da dolaylı bir bağlayıcılığı vardır. Şöyle ki: Şunu bilirler, benzer bir ihlali kendileri yaparsa, kendileri de bu kararla karşılaşırlar. Ona göre mevzuatlarını düzenler, değişiklikler yapabilirler."

Öktem bu noktada Fransa’nın devreye gireceğine dikkat çekiyor ve "Şimdiye kadar Türk tezlerine yakın duran ünlü Fransız tarihçiler çile çektiler. Mahkûmiyetlerle karşılaştılar. Genel olarak bu tür ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleler açısından tekrar düşünülmesi gerekiyor" diyor.

Perinçek-İsviçre davası

İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, İsviçre’de 2005 yılında çıkarılan “Ermeni soykırımını inkâr” yasasının ardından bu ülkeye giderek “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” demişti. İsviçre mahkemeleri tarafından 90 gün hapis cezasına mahkûm edilen Perinçek, 2008 yılında AİHM'e başvurmuştu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 2013 yılında İsviçre mahkemesinin bu kararını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin İfade Özgürlüğü başlıklı maddesinin ihlali olarak değerlendirmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2. Dairesi ise 17 Aralık 2013 tarihli kararında, ‘ifade özgürlüğü’ vurgusu yaparak İsviçre’yi haksız bulmuştu. Ancak İsviçre bu karara itiraz ederek, davayı Büyük Daire’ye taşımıştı. AİHM’in temyiz organı olarak görev yapan Büyük Daire, 28 Ocak’taki ilk duruşmada tarafların savunmalarını dinlemişti.
Kaynak: Al Jazeera

Ermeni Sorunu ve Sorumluluklar
Yılmaz Tezkan

Türklerin tarihleri ile yüzleşmekten kaçındıkları bazı çevrelerce ileri sürülen bir iddiadır. Bu iddianın gerçek yanı olabilir. Yüzleştiğimiz tarihimizin bazı sahifeleri bize pek gurur vermeyebilir; onları unutmak daha kolayımıza gelebilir. Ancak geçmişten bu şekilde kaçınmak sadece Türklere has bir davranış biçimi değildir. Başka milletler de kendi geçmişlerinde karışmış oldukları ve bugün kendilerine hiç de hoş gelmeyen davranışları, yöneticilerinin siyâsetlerini, onlara verdikleri destekleri unutmayı, daha doğrusu hatırlamamayı tercih etmektedir.

Ermeni sorunu, son yüz elli yıldır Türkiye'yi isyanlar, kıyımlar, tehcirler, suikastlar ve son yıllarda yabancı ülkelerin parlamentolarında ve Avrupa Parlamentosunda alınan soykırım kararları ile meşgul etmektedir. 1915 yılında bir cihan savaşı ortamında uygulanan Ermenilerin tehciri siyâsetinin ve bu siyâsetin sonucunda Ermeni milletinin uğradığı kayıpların ve bu tarihten önce Ermenilerin Osmanlı Devleti'ne karşı giriştikleri isyan hareketlerinde başlarına gelenlerin sorumluluğu sâdece Türklere yüklenilmek istenmektedir. Eğer ortada bir sorumluluk var ise bu sorumlulukta Ermenilerin ve onları teşvik eden ve destekleyen Avrupalı Büyük Devletlerin payı Türklerden hiç de az değildir. Bu devletler tarih sahifelerinde kalmış olan sorumluluklarını unutmuş görünmektedirler.

Bu yazının birinci bölümünde Avrupalı Büyük Devletlerden İngiltere İmparatorluğuna 20'nci yüzyılın ilk çeyreğinde hizmet etmiş üç İngilizin yazmış olduğu kitaplarda Ermeni sorunu ile ilgili görüşleri aktarılacak; ikinci bölümde de genel bir değerlendirme yapılacaktır.

Bu üç İngiliz yazarın ortak özellikleri, Osmanlı İmparatorluğunun -onlar kitaplarının pek çok yerinde "Türk İmparatorluğu" demeyi tercih ediyor.- son yirmi yılı içinde Osmanlı ülkesinin muhtelif illerini gezmiş olmaları; Türkler hakkında olumlu kanaatlara sahip olduklarını zaman zaman ifade etmiş olsalar da Osmanlı yönetimini devamlı olarak eleştirmeleri ve en önemlisi I. Dünya Savaşı'nda Kahire'de İngiltere tarafından teşkil olunan ve görevi Türk ordusu hakkında istihbarat toplamak, Arapları Türklere karşı ayaklandırmak ve savaş sonrasında bir Osmanlı ülkesi olan Arabistan'ın nasıl paylaşılacağı düzenlemek olan Arap Bürosunda görev yapmış olmalarıdır. Bu ortak özelliklerin belirtilmesinin maksadı, söz konusu kişilerin "Türk muhibbi" olmadıklarını ifâde etmektir. Bu kişilerin Türkiye'de bulundukları savaş öncesi yıllarda istihbarat faaliyetlerinde bulunmuş olmaları da ayrı bir ortak özelliktir.

Kitabında alıntı yapılacak ilk yazar Sir Mark Sykes'tır. Mark Sykes, 20. yüzyılın başlarında Kuzey Arabistan'da ve Türkiye'nin bugünkü doğu ve güney doğu illerinde değişik zamanlarda aylarca süren geziler yapmış, bölgenin etnik, dinî topografik yapısını incelemiş ve gezi izlenimlerini "Five Turkish Provinces" (Beş Türk Vilâyetinde,yayın tarihi 1900), "Dârül İslâm" (yayın tarihi 1904) ve "The Caliph's Last Heritage" (Halifenin Son Mirası, yayın tarihi 1911) isimli kitaplarında toplamıştır.Sir Mark I. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'nin nasıl bölüşüleceğini tespit eden andlaşmalardan Sykes-Picot andlaşmasının da (Mayıs 1916) müelliflerindendir.

Şimdi Mark Sykes'ın "Dârü'l İslâm" isimli kitabının (Türkçesi Dârü'l-İslâm, 21.Yüzyıl Yayınları, 2000) konu ile ilgili sahifelerine (Sh.70-74 ve 102-103) bakabiliriz. Yazar Maraş'tan sonra Zeytun'a (Süleymanlı) gitmiştir ve Ermenilerin 1895 yılında kalkıştıkları Zeytun isyanı hakkında topladığı bilgileri ve kendi gözlemlerini şöyle anlatmaktadır:

"...Son ayaklanma ehliyetsiz subayların sebebiyet verdikleri duruma şahane bir örnektir ve sonuç ihtilâlcilerin yöntemlerine hizmet etmiştir. Aşağıda okuyacaklarınız o bölgede olan çeşitli kaynaklardan derlediğim, olup bitenlerin doğru bir hikâyesidir:
Türkiye'deki genel durumdan tatmin olmayan ve gelecekteki yardım paralarının kokusunu alan Avrupa 'daki bazı ihtilâlci Ermeni dernekleri 1895 yılında Ermenistan 'a gizli ajanlar göndermenin en kestirme yol olduğuna karar verdi. Yarı başarılı bir ayaklanma başlatma ümidini, Zeytun 'un savaşkan ahalisi vermekteydi.

Bu yüzden en cesur ajanlardan altısı bu bölgeye sevk edildi. Avrupa'nın dikkati kendi dâvalarına ve yardım için açtıkları mendillere çekildiği sürece, ayaklanmanın sonucunun ne olacağına bu gözü dönmüş haydutlar hiç önem vermiyordu. Bu adamlar, bölge halkını hiç de bir ayaklanma için olgun bulamadığından etkili olamadılar. Evet, bazı duygusalca ve aptalca ve muhtemelen haince konuşan Ermeniler vardı ama hiç biri silâha sarılmaya hazır değildi. Buna rağmen soydaşlarının karıştığı bir anlaşmazlık beklenmedik bir fırsat yarattı. Bu fırsattan yararlanan ajanlar, hükümeti harekete geçmeye mecbur ettiler. Söz konusu fırsat şöyle ortaya çıkmıştı: Furnus'lu ve Zeytun'lu Ermenilerin bir kısmı tarım ve el sanatları işçisi olarak çalışıp para kazanmak için Adana'ya giderlerdi. Hükümet her nedense o tarihte Adana'daki bütün hariçten gelenlerin kendi bölgelerine ve şehirlerine dönmeleri için bir emirname yayınladı. Furnsu'lu ve Zeytun'lu Ermeniler zaten aşırı derecede yüksek olan vergilerini ödemek için para kazanmalarına Padişahın engel olduğunu söyleyerek çok kızdılar. Geldikleri yere dönerken de bir aptallık edip rastladıkları Türkmenleri soydular. Türkmenler Maraş mutasarrıfına gidip şikayette bulundular. Mutasarrıf da bir Türk binbaşısı ve bir Ermeni'den bir komisyon kurup, komisyonun beş zaptiyenin refakatinde bölgeye gidip durumun incelenmesine karar verdi. Ajanlar bu olayın durumu bir krize dönüştüreceğini gördüler; ya kendileri saldırdılar veya ikna ettikleri köylüleri saldırtarak binbaşıyı ve üç zaptiyeyi öldürdüler ve komisyonun Hıristiyan üyesini yanlarına alıp kaçtılar. Civardaki Ermeniler aslında kabahatsiz olduklarını bildikleri halde kendilerini ümitsiz bir durum içinde buldular, kaçınılmaz olanı kabul ederek isyancılarla birleştiler.

Maraş yönetimi olan biteni haber aldıktan sonra Bertiz'deki garnizonu takviye için bir piyade bölüğü gönderdi. İsyancılar bu birliğin yolunu kesti. Bertiz'deki Müslümanların verdiği yardım yüzünden başarılı olamadılar. Ertesi gün isyancılar. Osmanlıya karşı açtıkları cihada katılmaya zorlamak için Zeytun'daki (Bu şehrin ahalisinin isyancılara çok az bir meyli vardı) garnizona saldırmaya karar verdi. Komutanın beceriksizliği yüzünden Kale kısa bir mukavemetten sonra teslim oldu.

Bazı önemli zaferler kazanmış olan Ermeni kuvveti Kurtul bölgesine doğru ilerledi; buralardaki Türk köylerini yağmaladı ve Anderim'i ele geçirerek hükümet konağını yaktı. Zeytun'a dönerken en son Ermeni krallığının yıkıldığı Çukurhisar'da, onun hâtırasını yâdetmek için en utanç verici cinayetleri işlediler. Bu olayın sonrası, anarşi oldu. Abartılmış haberlerle öfkelenen Müslümanlar ve Kürtler, Ermenilerin küçük ama zengin çarşısının hazineleriyle iştahlanarak onları Maraş 'ta ve diğer yerlerde yenip katlettiler. Türk hükümeti bunun üzerine tam alarma geçti...Bir Tümen, güvenilir bir kişi olan Ali Paşa'nın komutasında Adana 'ya gönderildi. Ali Paşa büyük bir hızla, yolu üzerindeki Ermenileri de önüne katarak Zeytun'a doğru ilerlemeye başladı. Bu ilerleyiş sırasında her ne kadar bazı birlikler "çok çirkin fiiller" (Türk ordusundan başka herhangi bir ordu tarafından bu fiiller işlenseydi böyle nitelenmezdi.M.S.) işlediyse de, bence bu harekâtı sevk edişinden dolayı kendisi kabahatli görülmemelidir. Zira geride düşman bir halk bırakmak büyük bir askerî hata olurdu. Ali Paşa'nın teslim olmaya çağırdığı Ermeniler şartları kabul edemeyecek kadar panik içindeydiler, ya köylerinde kalıp sonuna kadar direnerek imha olmayı bekleyecekler veya Zeytun'a doğru kaçacaklardı. Zeytun'da da isyancı ajanlar kendi itibarlarını devam ettirmek için bir İngiliz askerî birliğinin onları kurtarmak maksadıyla İskenderun'a çıktığı yalanına halkı inandırmaya çalışıyordu. Bu ajanlardan biri dışarıya bir haberci göndermiş, o da kendisinin kaleme aldığı ümit verici bir mektupla geri dönmüştü. Bu sahtekâr ve arkadaşları Zeytunluların sadâkatlerinden endişe ettiklerinden ve halkın Hükümetten merhamet beklemek ümidini kırmak için bazı şeylerin yapılmasına karar verdiler. Böylece Ali Paşa'nın sürüp çıkardığı mültecileri bir araya topladılar ve beraberce esir aldıkları garnizon askerlerini doldurdukları hükümet konağına yollandılar ve burada bu askerleri en hayvani zalimlikle öldürdüler. Bu alçaklığı Zeytun halkına bulaştırmamak gerektiği unutulmamalıdır. İsyancıların rezil vicdansızlığı, ümitsiz ve öfkeli köylülerin fanatizmi bu katliama yol açmıştır. Bu iğrenç kasaplıktan sonra Zeytun Ermenilerinden bazılarının sürünerek Konağa yaklaşmaları ve asi arkadaşlarının cesetleri altında kalmış yetmiş askeri kurtarmaları onların hanesine sevap olarak yazılmalıdır. Bu askerlerden elli yedisi çarpışmalar bittikten sonra teslim edilmiştir. Bütün bu kanlı Ermenistan hikâyeleri içinde Hristiyanlarla Müslümanların yaptığı böyle asil iyi işler insana ferahlık veriyor ve her katliamdan sonra benzer olaylar açığa çıkıyor.

Bu aptalca katliamdan sonra isyancı ajanlar yaptıklarından övünmüş olmalılar. Zeytun, her türlü uyarıya rağmen kendini tehlikeye attı ve şehir sonuna kadar bir kuşatmaya karşı koymak üzere hazırlandı. Fakat bu arada Zeytun safhası kapandı. Zira üç hafta içinde eğitim görmüş bir Türk'ün asil bir örneği olan Ethem Paşa savaş alanına ulaşmış ve Avrupa Konsoloslarının da yardımıyla şehirdeki Ermenilerle şerefli bir barış yapmıştı. Anlaşma yazık ki bütün bu rezilliklere ve dökülen kanlara sebep olan sefillerin kıllarına dokunulmadan Avrupa 'ya dönmelerini sağlayan bir madde ihtiva ediyordu. Bu sefiller Avrupa 'ya muhtemel askerî maceraları kadar mümtaz varlıkları ile de katkıda bulunacaklardı!

Büyük devletler açısından bu isyancı ajanların kaçıp kurtulmalarına göz yumulması ciddî bir hata olarak görülmelidir. Zira bu rezil ve her şeyi yüzlerine bulaştıran entrikacılar çoktan hak ettikleri şekilde asılsalardı İstanbul'daki Büyükelçilerin eli kuvvetlendirilmiş olacaktı. Diğer taraftan Büyük Devletler katliamları durdurmak için hazırlıklı olsalar da katliamlara kendi emelleri için şehvetle sebebiyet verenlere hiç bir şekilde yardımcı olmamaları gerektiği bir kere daha anlaşılmış olmalıdır.

Türkler ne kadar hatalıdır, kim hüküm verebilir ki? Düşünülmesi gereken, madalyonun bir de onların tarafındaki yüzü vardır. Dört bir yandan düşmanları tarafından tehdit edilirken, ülkelerinin merkezinde çıkması yakın bir ihtilâle göz yummaları mümkün değildi. Düşünülmesi gereken bir vatanları vardı. Eğer isyancıların entrikalarına devam etmelerine müsaade etmiş olsalardı hiç şüphe yok ki en uygun bir zamanda korkunç bir isyan patlak vermiş olacaktı. Şu da akılda tutulmalıdır ki bir Ermeni ihtilâli vukuunda, komplocu Ermenilerin niyeti de benzer katliamlara girişmekti. Türklerin Ermenileri öldürmelerine bir bahane bulmayı bir kenara koyarken,Batı'da yakın zamanlara kadar olduğu gibi Doğu'da da katliamın bir siyaset yöntemi olarak kabul edildiği hatırlanmalıdır. Müttefik kuvvetlerin Pekin 'deki davranışları bu günün meselesi olduğuna göre neden "yakın zamanlara kadar" denmeli ki? Hindistan'daki büyük isyandan (2) sonra girişilen katliam resmî güçlerle yapılmış olsa ancak bunun kadar merhametsizceydi. Bütün bunlardan bir kimse, Skobeleff'in Orta Asyayı ele geçirirken en az Türklerin Ermeni isyanını bastırmada gösterdiği itidal kadar insaflı olduğu sonucunu çıkarabilir!

Şurası da bir gerçektir ki, Ermeniler onu karşılayacakları cesaretleri olmaksızın tehlikeye atılmak gibi şayanı hayret bir alışkanlığa sahiptiler ve dışarıdaki ihtilâlciler, Büyük Devletlerin kendilerine yardıma koşmalarına sağlamak için bir katliamı kışkırtmaya her an hazırdılar. Bu sefillerin Amerikanın Türkleri suçlu bulup Türkiye 'ye harp ilan etmesini ümit ederek Amerikalı misyonerleri katletmeyi gerçekten planladıklarına inanmak için çok sağlam delillere sahibim. Bundan dolayı böyle alçakça entrikalar ve acımasız politikalar yan yana olduğu sürece hüküm vermek çok zordur.
...Katliamlardan nasıl kaçınılabilirdi? Bir şey söylemek çok zor. Ermeniler ihtilal çıkarmak tehdidinde ısrar ettiler. Büyük Devletlerin kendilerine yardıma geleceğini söyleyerek açıkça övündüler. Hükümet aleyhine sessiz sedasız entrika düzenlediler. Birbirlerinin entrikalarını sessiz sedasız ele verdiler. Silâhlandılar ve Müslümanları darılttılar ama tavşanlardan daha fazla birbirine bağlı bir vurucu güce veya askerî varlığa sahip olamadılar. Diğer taraftan düşmanları olanlar, insanların en cesuru ve yiğidi Türkler ve Kürtler o kadar cahildiler ki, Ermenilere Hıristiyan devletler tarafından yardım edileceğine inandılar. Şüpheli şayiaları işitip inançlarını savunmak ve çarşıyı yağmalamak hevesiyle Haçlıların duyduğu hislerle dolu olarak ve Pekin 'deki Büyük Devletler askerlerinin gösterdiği vahşetten hiç bir şekilde fazla olmayan bir davranış içinde harekete geçtiler. Sonunda engellenemeyecek bir öfke patlak verdi. Entelektüel bakımdan üstün olan zayıflar, devamlı olarak kuvvetli olanı sıkıştırıp durmuşlar, devamlı olarak kuvvetli olanla alay etmişler, aptalca şiirler yazmışlardı. Ancak bir gün geldi kuvvetli olan doğruldu ve yirmi dört saat için kendini kör bir öfkeye kaptırdı ve misyoner yetiştirmesi ihtilâlciler ve onların Ermeni Cumhuriyeti hayalleri, ümitsiz bir harabe hâline geliverdi.Türk Hükümeti gerçekten ne yapmalıydı? Zayıf diplomatlar tarafından taciz edilen, ihtilâl kazanının kaynamakta olduğunu gören ama suçluları hapsetmeye muktedir olamayan, ihtilâlcileri salıvermeye mecbur bırakılan Hükümetin, bir ihtilâli boşa çıkarmak için yegâne ümidi Müslümanların erken davranarak sokağa dökülmesiydi. "

Kitabından alıntı yapılacak ikinci kişi, Aubrey Herbert'tir. Yazar, ilk olarak 1904 yılında İstanbul'a gelmiş ve buradaki İngiltere Büyükelçiliğinde diplomatik ateşe olarak çalışmıştır. İngiltere'ye döndükten sonra milletvekili olmuş, Balkanlara ve özellikle Arnavutluk'a pek çok kere gidip gelmiş, 1915'te yarbay rütbesiyle Çanakkale savaşlarına katılmıştır. 1916 ilkbaharında Kut'ta Türk ordusu tarafından kuşatılan general Townshend komutasındaki İngiliz kuvvetlerini kurtarmak için Türk kuvvetlerinin komutanı Halil Paşa'ya bir milyon sterlin rüşvet vermek için Irak'a yollanan ünlü casus T.E.Lawrence'e refakat etmiştir. Ancak ikilinin Kut'a varmasından önce İngilizler teslim olmuşlardı. Aubrey, Herbert, Arabistan'da, Balkanlarda ve diğer Osmanlı vilâyetlerinde yaptığı gezilerde gördüklerini ve izlenimlerini 1924 yılında yayımladığı "Ben Kendim, A. Record of Eastern Travel" (Ben Kendim,Osmanlı Ülkesine Son Seyahatler,21.Yüzyıl yy, 1999) isimli kitapta toplamıştır. 15 Mart 1921 tarihinde bir Ermeni komitacısı tarafından şehit edilen Talat Paşa'nın şahâdetinden 15-20 gün önce kendisiyle İngiliz istihbarat servisi hesabına Almanya'da görüşen A.Herbert yukarıda zikredilen eserinin 203.sahifesinde Ermeniler'den ve Ermeni sorunundan şu şekilde bahsetmektedir:

"Tek vücut bir Ermeni halkından bahsetmek imkânsızdır. Bu yüzyılın başındaki katliamlardan önce Ermeniler kabaca dört kategoriye ayrılabilirdi. Birinci kategoride Türkiye'nin şehirlerinde oturan Ermeniler bulunur. Bunların ticarî zekaları ve Müslümanlara yasak olan tefeciliği yapmaları onlara büyük bir ticarî avantaj sağlamıştır. İkinci kategoriye fakir köylüler girer. Bunlar dağınık, silâhsız ve savunmasızdır. Topraktan geçimlerimi sağlamaya çalışırlar ve Kürtlere devamlı av olurlar. Üçüncü kategori dağlı Ermenilerdir. Bunlar Sami ırkından olup düşmanları olan Kürtler'in kuzenleridir. Kürtlerle bir savaşçı olarak rekabet ederler, zalimlikte onlara denktirler, fakat iyi niyette onları geçerler. Ve dördüncü kategori sürgünde olan veya göç eden Ermenilerdir. Bunlar kağıt üzerinde ihtilâl komitelerini örgütlemede hünerlidir fakat siyâsi bir program görüşüne sahip değildir. Bogos Nubar Paşa gibi devlet adamlarının kontrol etmeye ve yönlendirmeye boşuna çabaladıkları ıstırap, entrika ve ehliyetsizlik içinde çırpınan karmakarışık kitle, işte buydu.

Büyük Savaş patlak verdiğinde Hıristiyan azınlıklar, Türkiye ile savaşan Büyük Devletlerin en küçük müttefikleri olarak Fransızlar ve Mr Llyod George tarafından selamlandı. Ermeniler, kendilerinin bir devlet olarak tanınacaklarını umarak 1915'te Türkiye'yi istila eden Rus Ordusuna yardıma gittiler ve o andan itibaren korkularının gerçekleşmesi dehşetli ve kaçınılmaz oldu. Her konuda değişken olan Mr. Lloyd Georg'ın Anadolu 'da bizim nâmımıza harbe katılmaları için yaptığı çağrıda ısrarlı oluşu Ermenilerin kötü talihini telâfi edilemez bir noktaya getirdi. İngiltere ana karadan ayrı bir ada olan İrlanda'da Sinn Fein ile mücadele etmişti. Türkiye ise ülkesinin içinde benzer bir tehditle karşılaşmıştı ve mücadelesini insafsızca başıbozuklarla beraber yürüttü. "

Üçüncü yazar, araştırmacı gazeteci (ve istihbaratçı) türünün ilk örneklerinden olan İngiliz Philip P.Graves'dir. 20. yüzyılın başında ünlü "Times" gazetesinin İstanbul muhabiri olan yazar, Osmanlı İmparatorluğunun çöküş yıllarında yaşanan pek çok olayın tanığı olmuştur. Bu olayların iç yüzünü ve siyâsî aktörlerini, İngiltere ile Türkiye arasındaki ilişkileri, başlangıcından 1939 yılına kadar hikaye ettiği ve 1941 yılında yayımladığı "Britons and Turks" ismini verdiği kitapta (İngilizler ve Türkler, Osmanlı'dan Günümüze Türk-İngiliz İlişkileri, 21.Yüzyıl yayınlan,1999) anlatmaktadır. Yazarın Ermeni sorunu ile ilgili olarak kitabına (Sh.89 ve 127) aktardığı tespitler de şöyle:

"...14 Nisanda bir Ermeni ile karısına sataşan iki Türk arasında çıkan ağız dalaşı, Güney Anadolu'nun bir şehri olan Adana'da bir isyana sebep oldu. Kısa zaman içinde kargaşa, silâhlı güruhlar arasında bir iç savaşa dönüştü ve bütün Kilikya ovasına ve kuzey Suriye 'ye doğru bir orman yangını gibi yayıldı. Azınlıkta olan Ermeniler en fazla zarar gören taraf oldu. Muzaffer olan Türkler ve Araplar yaş ve cinsiyet ayırımı yapmadılar. Yedi yüzden fazla Ermeni evinin yakıldığı ve içinde yaşayanların zalimce öldürüldüğü Payas gibi yerlerde Ermeniler saldırının kurbanları olmuşlarsa da Adana 'da mesele çıkarmak için çok fazla kışkırtmada bulunmuşlardı. Kilikya'da kuvvetli olan Hınçak Cemiyeti, bu bölgede bir Ermeni Prensliğinin kurulacağını övünerek söylemekteydi. Kilikya 'da küçük bir Ermeni Krallığı, Haçlı Seferlerinin sonuna kadar varlığını sürdürmüş, Memlûkların bölgeyi fethetmesiyle ortadan kalkmıştı. Mersin'in silâh ve patlayıcı madde kaçakçılığından ticarî menfaati olan Gregoryen Piskoposu, Türkler hakkında duyulan korkuyu beslemiş ve cemaatine verdiği vaazlarda Ermenilere yapılan zulümleri anlatıp bunlara karşılık vermek zamanının geldiğini söyleyerek onları şevke getirmişti. Fakat ayaklanmanın ilk çıkışında değilse de devamında ve yayılmasında sorumluluk, düzeni sağlamak için ciddî hiç bir gayret göstermeyen Genel Vali'den aşağıya doğru bütün mahalli yetkililerdeydi. 24-25 Nisan tarihlerinde Avrupa Türkiye'sinden gönderilen askerî birlikler, ateş etmenin ve etrafı yakıp yıkmanın sona erdiği Adana'ya ulaştı. 25 Nisan akşamı yabancıları müdahale etmeye mecbur bırakma ümidiyle Hınçaklar yeni gelen askerlerden on beşini öldürdüler ve böylece Adana'nın yarısının yakıldığı ve pek çok Ermeninin öldürüldüğü yeni bir ayaklanmayı kışkırttılar. Silâhlı kalabalıkların karıştığı bu ikinci saldırıya askerî birlikler iştirak etmedi. İttihat ve Terâkki Cemiyeti on bin cana mal olan bu katliamı önleyemediği, sonra da suçluları cezalandırdığı için haksız eleştirilere mâruz kaldı. İlk ayaklanma çıktığında İttihat ve Terâkki Cemiyeti ve onun desteklediği hükümet isyan karşısında gafil avlanmıştı. İkinci ayaklanma, hükümetin isyanı tam bastırdığı anda patlak vermişti. Adana'da kurulan askerî mahkeme önce tarafgirlik yaptı, ancak çok geçmeden denge sağlandı. Sorumlulukların tespiti için bölgeye gönderilen Meclis Komisyonunun hazırladığı rapor tamamiyle tarafsızdı. Hepsi önemsiz kişiler olan on bir Ermeni ve otuz iki Müslüman idam edildi. Bir Türk yetkilinin bir İngiliz gazetecisine söylediği gibi Ermeni katliamından dolayı Türkler ilk defa idam edilmişti.

...Türk siyâsetinde Rus karşıtı ön yargılar çok fazlaydı. Sözde Ermeni vilayetlerinde idarî reformlar yapmak üzere Türk hükümeti müşavirler davet ettiği zaman Sir Edward Grey bu çağrıya cevap vermedi. Bu vilayetler, pek çok Ermeni uyruğu olan Rusya'nın menfaat alanı içindeydi. Çar hükümetinin Kafkas sınırlarında olağanüstü yetkilerle donanmış İngilizlerin dolaşmasından hoşlanmayacağı açıktı.. Eğer Türk Hükümeti gerçekten reform yapmak istemiş olsaydı, Ermenistan için kolaylıkla Fransız, İsviçreli veya Hollandalı müşavirler bulabilirdi. Müşavirlerin İngiliz olmaları hususundaki ısrarları ve reddedilince uğradıkları düş kırıklığı, Ermeni azınlığın durumunu islâh etmekten çok Büyük Britanya ile Rusya arasında bir mesele çıkmasını istediklerini akla getirmekteydi. Her neyse. Almanya hariç Büyük Devletlerin Ermeni konusunda Türkiye üzerinde uyguladıkları baskı 1915-1916 katliamını getirmekten başka bir işe yaramadı. Talât ve arkadaşları, Ermenilerin Büyük Devletlerden destek aramalarını affetmediler. Enver Paşa ve diğer militarist Yeni Turancılar tarafından düşünülen Türklerle Kafkaslar ötesindeki Tatarların birleştirilmesi planı önünde Ermeniler bir engel teşkil ediyordu. Onların dinlerine ve kiliseye olan bağlılıkları da Panislâmcılara sevimli gelmiyordu. Ben bu talihsiz halkın geleceğinde dertten başka bir şey görmüyordum. Ermenilerin durumunu düzeltmek için Büyük Devletlerin giriştiği gayretlerde herhangi bir heyecan olmadığını söyleyebilirim. Onlar sadece Türkleri tahrik ettiler ve Rusya'ya güvenmelerine, 1915'te dindaşlarının Türk Hükümetine karşı ayaklanmaları için kışkırtılmalarına ve böylece suçsuz bir çoğunluğun katliama uğramalarına ve tehcir edilmelerine sebep olacak şekilde Ermeni ihtilâlcilerine cesaret verdiler... "

Her imparatorluğun çözülüp dağılış süreci ıstıraplı, kanlı, imparatorluk ahalisi üzerinde derin etkiler bırakan üzücü olaylarla doludur. Üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğunun 2. Dünya Savaşından sonra dağılma sürecine girmesiyle Hindistan'da Hindularla Müslümanlar; Filistin'de Müslümanlarla Yahudiler; Kıbrıs'ta Türklerle Rumlar arasında çıkan çatışmalarda binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bugün dahi zikredilen bölgeler tam bir huzura kavuşmuş değildir. İmparatorlukların dağılıp parçalanması çağında yaklaşık yüz sene süren bir tarih dilimi içinde dağılmaya uğrayan ilk imparatorluk Osmanlı İmparatorluğudur. Bu çözülme yıllarında İmparatorluktaki çeşitli kavimlerin ve özellikle de Ermenilerin başına gelen kanlı olaylarda devleti yönetenlerin sorumluluk payı elbette vardır. Ancak "Hasta Adamın" ölüm döşeğinin yanı başında mirastan pay kapmak için bekleşen Büyük Devletlerin (İngiltere, Fransa, Almanva, Rusya) ve hasta adamın bazı hayırsız evlâtlarının hiç mi sorumluluğu yoktur? Yukarıda kitaplarından alıntı yapılan üç İngiliz yazar, bu sorumlulukların var olduğunu söylüyor.

Türkiye son yıllarda Avrupa Parlamentosu dahil değişik ülkelerin parlamentolarında alınan soykırım kararlarıyla haksız ve mesnetsiz bir şekilde suçlanmaktadır. Soykırım gibi insanlık aleyhine işlenmiş bir fiil ile suçlanmak Türk milletine çok ağır gelmektedir. Böyle haysiyet kırıcı, millî gururu rencide edici, kabul edilmesi mümkün olmayan iddialar, suçlamalar karşısında ne yapılmalıdır? Yapılması gerekenler özetle şöyle sıralanabilir:

Ermeniler, Türklerin bin yıldır vatan yaptıkları Anadolu coğrafyasında beraber yaşadıkları, bu coğrafyanın nimetlerinden beraber istifade ettikleri, mihnetini cefâsını baraber çektikleri bir kavimdir. Anadolu onların da ata yurdu idi. Şimdi bu ata yurdundan her ne sebepten olursa olsun ayrı düştüler. Vatandan ayrı kalmanın acısının bu günkü nesillere aktarıldığı diaspora Ermenilerinin ruh hâli anlamaya çalışılmalıdır. Ermenistan Cumhuriyeti dışında yaşayan yüz binlerce Ermeni'nin büyükbaba ve büyükanneleri yıllarca yaşadığı, ekip biçtiği, sularından içtiği bir coğrafyadan belki de onların biç bir günahı olmadığı halde sürülüp çıkarılmışlar ve bir daha oraları görmeden bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Onların bu vatan hasretini çocuklarına ve torunlarına aktarmamış olmaları beklenmemelidir. Tehcir sonucu Avrupa ve Amerika'da kök salmaya çalışan Ermenilerin içine girmiş oldukları toplumla, Hristiyanlığın o toplum insanlarının pek de itibar etmediği bir mezhebine mensup olmaları dışında hiç bir ortak yanları yoktu. Kılık kıyafetleri, davranışları ve bütün alışkanlıkları ile onlar birer Anadolu insanı yani Doğu'lu idiler. Bu nitelikleri ile içinde yaşamak zorunda kaldıktarı toplumdan kendilerini ayrı hissettikleri hattâ dışlandıkları düşünülürse Ermeni kimliklerini ısrarla muhafaza çabalannı, abartılmış katliam hikayelerini sonraki nesillere aktarmaya çalışmalarını, başlarına gelen bütün olayların ve vatanlarında ayrı kalmalarının sebebi olarak Türkiye'yi görmelerini dikkate almak gerekir. Herhangi bir komplekse kapılmadan karşı tarafın zihniyet ve davranışlarının gerisinde bulunan ruh hâli anlamaya çalışılmalıdır.

Türkiye'nin bugün mâruz kaldığı soykırım ithamı, Ermenilerin 70-80 yıldır sürdürdükleri uzun bir uğraşla Amerika ve Avrupa'da meydana getirdikleri geniş bir kamuoyu oluşturmasının sonucudur. Bu kamuoyunun değişmesi veya en azından meseleye nispeten tarafsız bir bakışla yaklaşması ancak Türkiye'nin de yıllarını alacak bir çalışmasının sonucunda gerçekleşebilir. En az 30-40 senelik uzun vadeli bir planlama ve uygulama ile ve Batı ülkelerinde yaşamakta olan Türklerin de büyük katkıları ile belki Batı kamuoylarında bir değişiklik yapmakta başarılı olunabilir. Böyle bir gayrete girmeden günlük heyecanlarla alınacak tedbirlerin hiç bir etkisinin olmayacağı bilinmelidir. Doğu Anadolu'nun bazı yörelerinde toplu mezarlar bulup açarak "Onlar da Türkleri öldürdü" demenin Türk kamuoyunu tatmin etmekten başka hiç bir faydası yoktur. Hedef Batı kamuoyu olmalıdır.

Soykırım ithamından kurtulmak, bu ithamın ileride getireceği sıkıntılardan sakınmak,Türkiye'nin hakkı olduğu müspet görüntüyü yaratmak,Türkiye*nin çocukları. Kadınları, Ermenileri katleden bir ülke imiş gibi gösterilmesini ve bu utancın gelecek nesillere intikal etmesinin önlenmesi için yukarıda zikredilen uzun vadeli planlama çerçevesinde bir teşkilatlanmaya gidilmelidir. Teşkilat doğrudan Başbakana bağlı özerk bir yapıda olmalı, bürokratik işlemlerden arındırılmalı, ayrı bir bütçesi bulunmalı, ülkenin seçkin bilim adamlarını, sanatçılarını, halkla ilişkiler uzmanlarını ve tecrübeli siyasetçilerini bir araya getirmelidir.

Yukarıda alıntılar yapılmış olan kitaplar bir meraklısı tarafından bulunup ortaya çıkarılmıştır. Büyük devletlerin tehcir ve katliam olaylarındaki sorumlulukları görüldüğü gibi bu kitapların yazarları tarafından açıkça ifâde edilmektedir. Batı kütüphanelerinde Batılı yazarlar tarafından yazılmış benzer kitaplar bulunup Batı toplumlarının dikkatine sunmanın bir yöntemi araştırılmalıdır. Aynı şekilde 1914-1916 yıllarında İngiltere ve Fransa'da yayımlanan gazeteler taranmalı, bu ülke siyasetçilerinin Türkiye'deki Rumlara ve Ermenilere yaptıkları ayaklanma çağrıları tespit edilip aynı şekilde kullanılmalıdır. İngiliz ve Fransız devlet adamlarının kendi parlamentolannda yaptıkları konuşmalar da bu açıdan tutanaklar incelenerek bulunmalıdır. Böylelikle tehcir sırasında ve önceki olaylarda binlerce Ermeni'nin ölmesinde Büyük Devletlerin de sorumluluk payı olduğu ve bu sorumluluğun da bugünlere intikal etmesi gerektiği üzerinde durulmalıdır.

Soykırım bir insanlık suçudur ve bu suçun kabullenilmesi mümkün değildir. Ancak ortada olan bir gerçek 300.000 ilâ 800.000 arasındaki Osmanlı vatandaşı Ermeninin savaş şartları sebebiyle ülkenin bir bölgesinden diğer bir bölgesine sürülürken hayatını kaybetmiş olduğudur. Ermenileri, Asker kaçakları, eşkiya çeteleri, soyguncular ve misyonerlerin faaliyetleri sonucu topraklarını Hristiyanlara kaptıracaklarını zanneden beka derdine düşmüş Müslümanlarla dolu yolsuz, menzilsiz, hastanesiz ve yetersiz bir jandarma veya zaptiye korumasında veya hiç korumasız ülkenin bir başka bölgesine gönderilmesinin çok zayiatlı olacağının zamanın Osmanlı hükümeti tarafından bilinmesi gerekirdi. Hiç şüphesiz bu hükümet mensuplarının binlerce insanın yok olmasında büyük ihmali vardır ve bu ihmalin sorumluluğu kabul edilmelidir.

Anadolu'nun büyük bir bölümü 1850'lerden itibaren yoğun bir misyoner akımına uğramıştır. Bu misyonerlerin geliş sebebi Müslümanların dinini değiştirmek değildi. Hedefleri Ermenileri. Süryanileri, Keldanileri ve diğerlerini Katolik veya Protestan yapmaktı. Mark Sykes, Darül-lslâm isimli kitabında şöyle yazıyor; "Gerçekten de Bir Müslümanı Hristiyan yapmak, bir İngiliz Hristiyanı Musevi yapmak kadar imkânsız bir şeydir. Bundan dolayı misyoner faaliyetleri Türkiye 'de Hristiyanlara yönelmiştir. Bir tür Hristiyanı başka bir tür Hristiyana çevirmenin maksadı ne olabilir? bunu okuyucunun takdirine bırakıyorum. İnsanları Hristiyanlığın bir mezhebinden başka bir mezhebine çekmeye çalışmak rüzgar ekip fırtına biçmektir." (Sh.139)

Misyonerlerin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki faaliyetleri bu bölgelerin Müslüman ahalisi tarafından topraklarının, geçim vasıtalarının ellerinden alınacağı, yerlerinden yurtlarından edilecekleri şeklinde algılandı. Müslüman ve Hristiyan halklar arasındaki dinî farklılık böylece Müslümanların mallarından, canlarından ve geleceklerinden endişe etmeleri sekline dönüştü. "...Hem Kürtler hem de Hristiyanlar bu misyonerlere, Hristiyan güçlerin yerleşik Hristiyanları kollamaya, Müslüman üstünlüğünü tehdit etmeye yönelik daha çok siyâsî ve muhtemel askerî müdahalelerin öncüleri gözüyle bakıyordu..." (MartinV.Brainessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, İletişim yayınlan, 1999,Sh.l29)

Elli yılı aşkın süren militan misyoner faaliyetlerinin Anadolu'nun Müslüman Türk ve Kürt halklarında beraber yaşadıkları, aynı köylerde kasabalarda yaşadıkları Ermeniler hakkında olumsuz duygular beslemelerine ve beka endişesine kapılmalarına sebep olduğu kesindir. Aynı şekilde misyoner destekli Ermenilerin de Müslüman komşularına eskiden olduğu gibi iyi niyetle bakmadığı görülmektedir. 1915 tehciri dahil önceki karşılıklı kıyımlarda misyoner faaliyetlerinin bir sorumluluk payı mutlaka vardır ve bu payın nispeti tespit edilmelidir. Bunun için Osmanlı, İngiliz, Fransız ve özellikle Amerikan arşivlerinden Anadolu'nun hangi kasabasında hangi Hristiyan mezhebinin misyonu olduğu, bunların faaliyetleri, bağlı oldukları kiliselere verdikleri raporlar, Büyük Devletler elçiliklerinin bu konuda kendi hükümetleri ve Osmanlı hükümeti ile yaptıkları yazışmalar, bu devletlerin Anadolu'daki konsolosluları ile bu misyonerlerin ilişkileri, kısaca yazıya geçmiş belge olmuş ne varsa bulunup çıkarılmalıdır.

Ermenistan Cumhuriyeti ile iyi komşuluk münasebetleri çerçevesi içinde ilişkilerin geliştirilmesi her iki ülkenin yararınadır. Bu ilişkiler Ermenistan yöneticilerinin tutumuma bağlı olarak yönlendirilmelidir.

Yukarıdaki yapılması önerilen işlere şüphesiz başkaları da eklenebilir Ancak gözden kaçırılmaması gereken husus, bugün Ermeni meselesini Türkiye'nin önüne süren pek çok ülkenin sütten çıkmış ak kaşık olmadığının, ortada bir sorumluluk varsa bu sorumluluğun müşterek olduğunun bilinmesi ve ortaya çıkarılmasıdır. Ermenilerin bugün yaşadıkları Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye'yi soykırım kararları ile suçlamaları veya böyle suçlamalara sessiz kalmaları bu ülkeleri tarih önünde sorumluluktan kurtaramayacaktır.

NOTLAR:
(l)Çin'deki bütün yabancıların ülkeden çıkarılmasını amaçlayan "Hak ve Uyum Yumruklan'' isimli örgütün (Boxer-Boksörler) başlattığı ayaklanma üzerine, Avrupa devletlerinin Çin'deki yabancıları, Hristiyanlan ve ticari menfaatlerini korumak üzere Çin'e gönderdiği müşterek bîr askerî kuvvet 14 Ağustos 1900 tarihinde Pekin'e girmiş ve şehri yağmalayarak pek çok Çinliyi katletmişti.(Y .T.)
(2)Bengal Ordusunda 10 Mayıs 1857'de çıkan bir isyan genel bir başkaldırıya dönüşmüştü. İsyanın temelinde İngiliz sömürge yönetiminin yarattığı derin hoşnutsuzluk vardı. İsyancılar Mecrut, Delhi, Kanpur ve Lucknow gibi şehirleri ele geçirip İngiliz askerlerini öldürmüşlerdi .İki yıl süren isyan, İngilizler arasında öç alma duygusunun yükselmesine ve sonunda toplu kıyımlara yol açmış, De!hi halkının tamamı şehirden sürülmüş, binlercesi hiç yargılanmadan öldürülmüştü. (Y.T.)
(3)Mihail Dimitriyeviç Skobelev (Skobeleff) (D. 1843TÖ. 1882.)Orta Asya'daki Türk Beylik ve Hanlıklarının 1868 -1881 yılları arasında Rusya İmparatorluğuna ilhak edilmesinde görev yapmış olan Rus subayı. Skobelef, 1880'de Hazar Denizi ve Aral gölü arasında ve Horasanda yürütülen askerî harekâtın komutanıydı. 24 Ocak 1881'de Göktepe'yi ele geçirdikten sonra bütün erkek nüfusu öldürmüş ve bölgeyi teslim olmaya zorlamıştı.
Kaynak: YARIN Dergisi, 2006

Pierre Loti: Birliklerimizin önünde, kudurmuşçasına saldıran Fransız giysileri içindeki Ermeni çeteleri bulunuyordu



Hayasızca Bir Riyakarlık (*)
Pierre Loti



Ermeni katliamı üzerine gönülden ve vicdanen inandığım şey olan gerçekler hakkındaki sâfiyane düşüncelerimi tekrar, tekrar söyledim. Bu olayları asla onaylamadığımı ifade etmezsem Allah beni affetmez. Sadece bu olayların küstahça abartıldığını kanıtlarıyla ispat ettim.

Zaten hafifletici şartlar kendilerini savunmaktaydı. Her zaman, Türkiye’nin kemirici kurtları, profesyonel gammazları ve iftiracıları, zenginlerin ve fakirlerin tüm varlıklarını kendilerine akıtan bütün Hıristiyan âlemini Osmanlı vatanı aleyhine kışkırtan ve Yunanlılarla birlikte her fırsatta mezalim yapanlar Ermenilerdir.

Levantenlerin; hiçbir ülkede, hiçbir devirde Türklere karşı olan bir iftira eseri, bu kadar ustaca ve yüzsüzce icra edilmemiştir.

Bunu, Hıristiyan sıfatını kullanarak ve istismar ederek, dar kafalı binlerce Katolik nezdindeki itibarları sayesinde yapmışlardır.

Konu Doğu ülkeleri olunca, bizde ne kadar çok cahilin din fanatizmiyle, Katolikliğin en büyük düşmanı olan Ermeniler ve Ortodokslar lehine davrandığını hayretle görürüz.

Hâlbuki Türkler, aksine, bizim için hoşgörünün bizzat kendisi olmaktan hiç vazgeçmediler..

Ama tanınmış birçok Avrupalın, kelimelerin ne anlama geldiklerini bilmelerine rağmen, Türklerin bize ihanet etmiş oldukları iddiasında ısrar ettiklerini gördüğüm için tekrar, tekrar söyleyeyim.

"İhanet etme"nin birinci şartı, bir söz verilmiş olması seğil midir?

Peki Türkler bize ne vaat ettiler. bize ne borçlular da biz onları ihanetle suçluyoruz?

Bence hiç bir şey.

Biz onları Mısır’da, İngilizler Tripoli’de, İtalyanlar, Balkanlarda Bulgarlar ve Yunanlar karşısında – ve daima en kalleşçe hareket ederek – yalnız bırakmadık mı ?

Gerçekten onlar üzerinde ne hakkımız var ?

Nihayetinde, Rus devinin ağır pençesi altında ezilmenin ve İstanbul'u kaybetme tehlikesinin karşısında yapayalnız kaldıklarını görünce, vatanlarını kurtarmak için çaresizce Almanya’nın yardımını kabul ettiler. Onların yerinde kim olsa öyle yapmaz mıydı ?

Bunun için Türkiye’nin parçalarının üzerine çullanmış Avrupa halklarının aç gözlü politikalarına hizmet etmek üzere tam vaktinde ortaya çıkan “Ermeni katliamı”iddialarını özellikle şüpheyle karşıladım.

İlk bakışta sözde "Maraş katliamı" bana imkânsız geliyor. ÇünküTürkler, Avrupa’nın tam bir kötü niyetle onların açığını bulmak için pusuya yatarak fırsat kollamakta olduğu bir zamanda, bu infazları yapacak kadar akılsız olamazdı.

Bu sebeple konu hakkında bilgi sahibi olmak için araştırmalar yaptım.

Ve çok ciddî Fransız kaynaklarından şu bilgilere ulaştım:

Öncelikle, bizde ne yaparlarsa yapsınlar, cahil ve kötü niyetli Avrupalılar tarafından daime hakarete uğratılan ve en kötü şeylerle itham edilen Türklerin yerine bir an kendimizi koyalım.

Onların Mütareke'nin imzalanmasından hemen sonra, kendilerine bırakılan Kilikya bölgesine, o sırada son derecede sâkin olan Kilikya’ya, arkalarında topçu bataryaları ve tam bir işgal malzemesi taşıyan İngiliz ve Fransız işgal kuvvetlerinin girişi – ki, bu da asla inkâr edilemez bir olaydır – karşısındaki öfke dolu şaşkınlıklarını tasavvur edelim.

Ve bu olay, İzmir’in katliamcı ve kundakçı Yunanlı bir çetenin, her şeyi ateşe ve kana bulamak amacı taşıyan istilasıyla aynı zamanda gerçekleşiyordu. Dünyada hangi ülke kendisini bütün gücüyle savunmadan buna tahammül edebilirdi ?

Bu da yetmezmiş gibi, birliklerimizin önünde, kudurmuşçasına saldıran Fransız giysileri içindeki Ermeni çeteleri bulunuyordu. Peki o Ermeni çeteler neden Fransız üniforması içindeydiler ?

Bu kıyafetlerin seçiminde, bazı "müttefiklerimiz"in Türklerin bize duyduğu sevgiyi nefrete dönüştürmek ve sevgili Fransa’mızın Doğuda asırlarca uğraşarak kazandığı prestiji yıkmak amacı taşıyan aynı inatçı planlarının bir parçası olarak görülmesi daha doğru değil midir ?

Ermeni lejyonları olarak isimlendirilen bu vahşi çetelerin Köylere ellerine silâhlar verilerek salındıklarında silahsız Türk halkına neler yaptıkları kolayca tahmin edilebilir.

Başlangıçtan itibaren, bu çeeteler, Adana ve Haçin gibi şehirlerde düzeni korumak için görev(!)lendirilmelerinden ve Fransız üniformalarının ihsan ettiği dokunulmazlıktan aldıkları cesaretle en aşağılık içgüdülerini açığa çıkaracak tarzda davrandılar. Yağmalar, ırza tecavüzler, cinayetler, yıkımlar, Türk köylerinin yakılması birbiri ardından kesintisiz olarak geldi.

Haçin’de yüzlerce Müslüman inanılmaz işkencelerle sakat bırakıldı. Uzun süren ayrılıktan sonra yuvalarına dönen Türk esirler katledildiler ve hayâsızca parçalanan cesetleri günlerce açıkta bırakıldı.

Dünyanın en eski kentlerinden olan Maraş yoğun top ateşiyle bombalanarak harabe haline getirildi.

Antep ve Onria kentlerinde, bu Ermeni lejyonları, gene Fransız üniforması içinde, dehşet verici suçlar işlediler.

Olaylar öylesine trajik bir hal aldı ki, İstanbul’daki Fransız askerî makamları, maalesef kamuya açıklanmayan teferruatlı raporları Paris’e gönderdiler. Kitle halinde ayaklanan Türk halkı sonunda silâhlandı ve her iki tarafa da bir çok yaralı ve ölüye mal olan çatışmalar bunu takip etti.

Bu çatışmalarda Ermeniler de öldü ama çok daha fazla Müslüman, Rum ve yaklaşık 200 Fransız da hayatını kaybetti.

Ama bir tek Ermeni bile vahşice katledilmedi.

Gerek Latin, gerekse Gregoryen ve Katolik ruhban sınıfı tarafından gönderilen telgraflar da bunu doğruluyor.

Bu durumda ben, Maraş’ta Ermenilerin katledilmesi iddiasının bütün Fransız karşıtı davaların en büyüğüne hizmet etmek amacıyla uydurulmuş riyakârlıkların en hayâsızcası olduğunu iddia etme cesaretini gösteriyorum.

Zaten, ihtimal dahilinde olmasa da, yanlış bilgilendirilmiş olmam durumunda müttefikler arası bir soruşturma komisyonunun olay yerine gönderilmesinin rica ediyorum.

Bu isteklerini avaz, avaz haykıran Türkler ile beraberim.

Bitirirken, bir olayı istisnaî ciddiyetle ve çok üzülerek anlatmak zorunda olduğuma inanıyorum: Bu çatışmalarda yer alan Fransızlar, bizden ölenlerin İngiliz top mermileri, kurşunları tarafından vurulduklarını beyan ettiler ki, bu da bazı Türk ve Kürt çetelerindeki keskin nişancıların bize karşı İngilizler tarafından silâhlandırıldıkları izlenimini vermektedir.

Bu durumu da İngilizlerin bizzat kendilerine ihbar ediyorum. Çünkü biliyorum ki, özellikle Londra'da iyiler ve dürüst insanlar da vardır vardır ve onlar yöneticilerinin aç gözlü emperyalist tutumlarına karşı ilk öfkelenenler olacaklardır.

Pierre Loti
Académie française

*Akademi Française üyesi Pierre Loti’nin 1920 yılında, Paris’te yayımlanan “L’Est de Paris” isimli gazeteye gönderdiği makaledir...
Yazar bu makaleyi 12.04.1920 tarihinde Paris’ten postaya vererek dönemin askerî Müze müdürü Ahmet Muhtar Paşa’ya göndermiştir.

Haber 93

Ermeni vatandaşın intihar ederken yazdığı son mektup!
Aziz Üstel
Star Gazetesi
12 Ekim 2009

Geçen 23 Ocak’ta, Kadiköy’deki Ermeni Kilisesinde, girdiği ekonomik bunalımdan çıkış yolu bulamadığı için, ne yazık ki intihar eden, Sevan İnce’nin, ölümünden önce yazdığı son mektupdur bu:

“Bakıyorsun, bi yanda Ermenilere soykırım yapılmıştır!’ diyenler; diğer yanda ‘soykırım yoktur!’ diyenler. Şu sıralar moda ‘işi tarihcilere bırakalım’ diyenler... Soykırım yapışmıştır diyenlerin hepsi de kindar Ermeni diasporası mensubu, ya da bunlardan çıkarı olan siyaset erbabı.

Yoktur diyenlere bakıyorum, bu konuda derin bir tarihi bilgileri yok ama adettir diye reddediyorlar. Tarihciler deseniz neyi ortaya çıkaracaklar? Soykırımın belgesi mi olur? Eskaza bi belge çıksa, mutlaka karşısına bi belge daha çıkar. Tartışma sürer gider.

“Bizler Türk Ermenileriyiz. Gerçeği bizler biliriz. Bizler tek tip hikaye dinlemedik. Diaspora Ermenisi, sadece ölüm hikayesi bilir. Olaylardan sonra geri dönmemiş, komşularının mahçup yüzlerine şahit olmamıştır. Onlar bu ölümler için bütün Türk’leri suçlarlar.

“Türk Ermenisi’ninse daha değişiktir öyküsü. Anneannem, örneğin, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını anlatırdı. Üniformalarını yabancı dil konuşanlar getirmiş. Büyükbabam, Kayseri’de tüm sülalesini kurtarmak için çırpınan Osmanlı Yüzbaşı’sı Sinan’ı ağlayarak anlatırdı. Sayesinde sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş. Bizler, katliam hikayeleri dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türk’lerin ya da yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan Türk komşularının hikayeleriyle büyüdük.

“Onun için bize sorulsun diyorum. Kimse bizden daha yansız olamaz. Hikaye şudur kısaca: Tebanın bir bölümü, emperyalist güçlerin gazına gelip ayrılıkcılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti, bölgede tehcir (göç) kararı almıştır. Osmanlı tarafından örgütlü bir biçimde kıyım yapılmamıştır! Hastalık dışındaki ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan eşkiyalarca yapılmıştır! Ülkenin Batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin kılına dokunulmadığına göre, buna soykırım denemez! Ayrıca söz konusu 1.5 milyon Ermeni sayısı, ölü değil, kayıp sayısını ifade eder.

“Biz Türk Ermenileri iyi biliriz. Anadolu bu olaylar sırasında ve sonrasında

Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Daha sonra, serbest olmasına rağmen, Müslümanlığı bırakıp kendi dinlerine dönmemişlerdir. Ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır.
Konuşmak gerekirse biz konuşur olayların uzun öyküsünü anlatırız! Fransızlara gelince... onlara da küflü peynir yemek düşer.

Kalın sağlıcakla

Sevan İnce”

Dün De Bugün De!!
Mesut Akgül
20 Mart 2010

Ermeniler Siyonistlerin kurbanı, Türkiye günah keçisi;

Görmemek, göstermemek için ısrarla özel çaba harcamayanlar için tüm gerçeklik olanca çıplaklığıyla boncuk gibi ortada, gözler önünde duruyor; hiçbir alet ve vasıtaya gerek olmadan çıplak gözle net görülüyor; yeter ki görülmek istensin…

Öyle ki; “basının amiral gemisi” Hürriyet’in Başyazarı Oktay Ekşi bile saklanamayan bu gerçekliği hiç yadsımadan -İsrail’e hizmet etmek amacıyla çarpıtarak da olsa- pat diye köşesine koyup kör, kör parmağım gözlerine pervasızlığı içerisinde şu sözlerle adeta herkesin gözüne soktu:

“Daha açık konuşalım: Dış İlişkiler Komitesi'nin Yahudi kökenli Başkanı Howard Berman'ın gayretlerine, aslında Türkiye hakkında olumlu değerlendirmeleriyle bilinen Komite Raportörü Yahudi kökenli Alan Makovsky'nin tutumuna, Komitedeki Yahudi kökenli 7 üyenin hepsinin de ‘Evet, Türkler soykırım yapmıştır.’ yönünde oy kullanmalarına... Ve ABD'deki güçlü Yahudi örgütlerinin bu defa ‘ne haliniz varsa görün’ dercesine Türk tezini sahipsiz bırakmasına bakınca gerçek ortaya çıkıyor:

Geçen yılki meşhur ‘Davos’ zaferimiz(!) vardı ya... Hani Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İsrail Cumhurbaşkanı'na yedi cihanın gözü önünde, ‘Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz!’ diyerek terk ettiği Dünya Ekonomik Forumu toplantısı... İşte o skandalın bedelini ödedik.”

“En son Haber. Com” İnternet Sitesinin alıntılayarak “Birileri Oktay Ekşi’ye İsrail Ha’aretz Gazetesi Başyazarı olmadığını söylemeli” şeklinde değerlendirdiği yazı, sözde Ermeni soykırım tasarısının ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunda 1 oy farkla kabul edilmesini işte böyle izah ediyor!

Evet, işte böyle; bu kadar! Demek ki, Millî Görüş’ü her taşın altında Yahudi aramakla suçlayıp dünyadaki her işe Siyonistlerin mutlaka karıştığına ilişkin söylemlerine komplo teorisi diyenler, şimdiye kadar bu gerçekliği bile bile göz ardı edip insanları yanıltmaya çalışıyorlarmış.

Olayı değerlendiren Başbakan Erdoğan kararın oylamasında yapılan katakulliler nedeniyle tam bir komedi oynandı derken; amacına ilişkin olarak da “Bu karar ABD’ye mi; Ermenistan’a mı yaradı” diye sordu.

Açıkça belirtilmese de bu sorunun zımnen göndermede bulunduğu tartışmasız cevabı “Bu karar ne ABD’ye, ne de Ermenistan’a yaradı; aksine her iki ülkeye zarar verdi. Eğer gözetilen bir yararı varsa sadece İsrail için söz konusudur” şeklindedir.

Keza Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da “Kararın oylanmasında sonucun Türkiye aleyhine çıkması için Yahudi Lobisinin oynadığı belirleyici role ilişkin ne düşünüyorsunuz” şeklindeki bir soruya cevap verirken “Olayı bir Yahudi meselesi haline getirmek istemiyoruz” deyip alakası yok demeyerek yine İsrail faktörünü zımnen kabul etti.

Başbakan’ın yaptığı gönderme ve Dışişleri Bakanının bu gerçekliği yadsımayan ifadeleri Türkiye’nin Yahudi Lobisinin bu tutumunu İsrail hesabına not ettiğini gösteriyor. Geri çekilen ABD büyükelçimiz olsa da faturanın İsrail’e yazıldığı belirgin şekilde hissettirilmiştir.

Ama asıl mesele şudur: Peki, Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i azarlayıp hakaret etmesinin karşılığı neden İsrail Parlamentosu Kneset tarafından değil de ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunda veriliyor?

Oysa İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez Davos Platformunda uğradığı o hakaretlerden 10 dakika kadar sonra Başbakan Erdoğan’dan özür dilemiş ve bu dünya kamuoyuna canlı yayın sırasında duyurulmuştu!

Daha sonra da misilleme niteliğinde bazı yetkililerce verilen karşılıklar nedeniyle İsrail her seferinde özür diledi. ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu ABD’nin çıkarlarını ihlal edip Türkiye-Ermenistan ilişkilerine zarar veren bu kararı sadece İsrail çıkarlarını gözeterek 22’ye karşı 23 oyla almıştır. Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Clinton’ın çabaları etkisiz kalmıştır. Ancak tabii, Türkiye resmen İsrail’i değil ABD yönetimini sorumlu tutmuştur.

Hep şunu deriz: YAHUDİ, SAVUNAMAYACAĞI KİRLİ İŞLERİ DAİMA BAŞKALARININ ARKASINA SAKLANARAK, ONLARIN KİMLİĞİ İLE YAPAR. DÜŞMANINA DOĞRUDAN DEĞİL BAŞKASI ÜZERİNDEN ZARAR VERİR. GELECEK TEPKİLERİ TEK BAŞINA GÖĞÜSLEMEK YERİNE BİRLİKTE KARŞILAYACAK PARAVAN ORTAKLAR BULUR.

İsrail, Başbakan Erdoğan’ın rahatsız olduğu açıklamalarına ve Türkiye’nin izlemeye başladığı bağımsız politikalarla çıkarlarına zarar veren yaklaşımlarına doğrudan kendisi karşılık vermek yerine ABD ve Avrupa Birliği üzerinden dolaylı cevap vermeyi yeğlemektedir. Böylece ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerini bozarak Türkiye karşısında kendine zorunlu müttefikler haline getirmeye çalışmaktadır.

İsrail, ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri yönetimleri nezdinde büyük desteğe sahip olsa bile uzun vadede bu desteğini yitirmemek için kamuoylarını da etkileyecek şekilde Türkiye ile aralarını bozmak amacıyla her fırsatı sonuna kadar değerlendirmektedir.

Ayrıca bir de Türkiye’yi, ABD ve Avrupa Birliği yönetimlerini kullanarak vesayeti altına alıp hiçbir konuda İsrail’i aşarak bu ülkelerle doğrudan ilişkiler kurmasın diye kendine mahkûm etmeye, ipotek altına almaya çalışmaktadır.

Bugün Ermeni diasporası üzerinden soykırım iddiasını sürekli gündeme getirip kullanarak Türkiye’nin Ermenistan ile arasını bozmaya, Batı ile ilişkilerini vesayet altına almaya, böylece İsrail hesabına kazanımlar sağlamaya çalışan Dünya Siyonizm’inden başkası değildir. Bu bugün böyle olduğu gibi dün de böyleydi.

Haydi, soykırım demeyelim ama Tehcir olayı da ta başından beri tamamen Siyonistlerin tezgâhladığı, Ermenilerin kurban edilip Türkiye’nin günah keçisi yapıldığı, kitlesel katliamlara yol açan, her türlü kötülüğün örgütlendiği bir planlı, programlı tarihi operasyondur.

Ermeni Tehciri sadece, Selanik ve Balkanlardan Müslüman diye göç ettirilip Anadolu’ya getirilen Sabetayist Yahudilerin kurucu unsur olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni bir gizli Yahudi devleti olarak inşa etmeleri amacına hizmet etmiştir.

Buna karşın Tehcir nedeniyle ortaya çıkan kargaşa ve çatışmalardan, olumsuzluklardanmeniler ve Rumlar bütün bu toplumsal trajedileri, büyük dramları yaşarken; Dünya Siyonizm’inin sağladığı uluslar arası konjonktür ve baskı nedeniyle başta düveli muazzama olmak üzere diğer bütün Hıristiyan Avrupa ülkeleri seyirci kalıp hiçbir şekilde seslerini çıkartmamışlardır!

Osmanlı Devleti’nin en zayıf döneminde Anadolu’daki bu iki kadim Hıristiyan azınlığa karşı uygulanan sürgün ve arındırma operasyonlarına Hıristiyan Dünyasının bu şekilde göz yumup izin vermesi Dünya Siyonizm’i faktörü dışında başka türlü nasıl izah edilebilir?

Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın, hangi dezenformasyonlara başvurursa vursun, ne tür komplolarla yaşanan tarihi farklı mecralara sürükleyip başka türlü göstermeye çalışırsa çalışsın; Ermeni Tehciri ve Rum Mübadelesinin, Dünya Siyonizm’inin, Osmanlı Devleti’ni tasfiye edip Türkiye Cumhuriyeti’ni bir örtülü Yahudi Devleti olarak kurma amacına yönelik yaptığı planın bir parçası olarak programladığı ve gerçekleştirildiği realitesi asla değiştirilemez.

Bir kere Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran çekirdek kadronun, İngilizler İstanbul’u işgal ederken merkezi Ankara’da kurulacak devletin sınırlarını ve niteliklerini bildikleri bugün belgeleriyle ortaya çıkmış bulunan bir tarihi gerçekliktir.

Sabetayist Yahudi unsurların, Osmanlı yönetimindeki toplumlar içerisinde son derece etkin konumlara sahip bulunan Anadolu’daki en kadim iki Hıristiyan azınlık olan rakip konumundaki Rum ve Ermeni toplumlarından bir şekilde kurtulmadan kurucu irade olarak yeni devlete sahip olmaları asla mümkün olamazdı.

Çünkü ileride her sahada ortaya çıkması kaçınılmaz rekabet ve ihtilaflar nedeniyle Rum ve Ermeni topluluklarının, Sabetayist Yahudiler karşısında Hıristiyan unsurlar olarak Batılı Toplumlar tarafından sahiplenilip himaye görmeleri ihtimali büyüktü. Ayrıca Ortodoks olmaları nedeniyle Rusya’dan da himaye ve destek görmeleri söz konusuydu.

İşte Dünya Siyonizm’i bütün bu kaçınılmaz handikapları ortadan kaldırmak için Anadolu’yu bu iki etkin Hıristiyan azınlıktan arındırıp Sabetayist Yahudi toplumu için kılçıksız bir ülke, sorunsuz bir rejim oluşturmak durumundaydı. Üstelik devam eden 1.Dünya Savaşının sağladığı elverişli bir konjonktür, her türlü bahane ve gerekçe de söz konusu iken bu fırsat kaçırılır gibi değildi.

Sabetayist Yahudi unsurların, her zaman dış destek bulabilecek rakip Ermeni ve Rum azınlıklardan kurtulduktan sonra geriye kalan ezici Müslüman çoğunluğu kolay zapturapt altına alabilecekleri düşünülüyordu. Çünkü Osmanlı Devleti dağıtıldıktan sonra bütün İslam Âlemi işgal altına alınacak ve Anadolu Müslümanları sahipsiz ve yardımsız kalacaklardı. Nitekim öyle de oldu.

Başsız ve sahipsiz bırakılan Müslüman Anadolu halkını devlet yönetiminden, siyasetten, ekonomiden, sosyal, toplumsal ve kültürel hayattan soyutlayıp kırsal alana mahkûm etmek; fakir, cahil, köylü, kültürsüz bir toplum haline getirmek, dininden uzaklaştırarak asimile edip sindirmek ve paryalaştırmak zor olmadı. Bütün bunlar Lozan Konferansı sırasında İsmet İnönü’ye danışmanlık yapan Mısırlı Haham Haim Nahum doktrini uygulanarak gerçekleştirildi.

Müslüman Anadolu halkı üzerinde her türlü ayırım, dışlama, baskı, dayatma ile sistematik asimilasyon uygulamaların yürütüldüğünü, Millî Selamet Partisi’nin 1973 Genel Seçiminde 1milyon 200 bin oy alarak 52 parlamenter çıkarmasını değerlendiren 2.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü “Bir bakıma iyi oldu; 50 yıl sonra kaç kişi kaldıklarını öğrenmiş olduk” sözleriyle itiraf ediyordu.

Cumhuriyet’in 23 Ekim 1923’te ilan edilmesinden itibaren Millî Görüş’ün ikinci partisinin ilk kez girdiği 14 Ekim 1973 Genel seçimine kadar geçen 50 yılda Müslümanlara uygulanmadık baskı, zulüm, sindirme ve yok edip kökünü kazıma yöntemi bırakılmadı. Buna rağmen halen ülkede kaç Müslüman’ın dini bilincini muhafaza edebildiğinin tüm siyasi hayatını buna adamış bulunan İsmet İnönü için merak konusu olması normaldi.

İsmet İnönü, merak ettiği sonucu öğrendikten sonra o yıl vefat etti. Artık gözleri açık mı gitti; yoksa muradına ermiş olarak mı hayata veda etti bilinmez.

Ermeni Tehciri ve Rum Mübadelesinin Sabetayist Yahudi unsurların kurucu unsur olarak Türkiye’yi bir Tekelistan haline getirdikleri gerçekliğini teyit eden gelişmeler daha sonra da devam etmiştir. Çünkü Anadolu’nun Tehcir ve Mübadele ile Rum ve Ermeni azınlıklardan arındırılmasına karşın İstanbul’da hala hatırı sayılır bir Ermeni ve Rum nüfus vardı.

İstanbul’daki Rum ve Ermeni nüfusu da göçe zorlayıp Sabetayist Yahudi Toplumu için tam bir Tekelistan oluşturmak için İsmet İnönü döneminde yalnızca azınlıklara yönelik Varlık Vergisi diye bir özel vergi getirildi. Düşünün, bir insanlık suçu olan bu ayırımcılığa da yine ABD ve Avrupa ülkeleri yönetimleri göz yumup görmezden geldiler!

Spesifik olarak azınlıklara getirilen Varlık Vergisi Yasası Rumları, Ermenileri, bir de açık kimlikli Yahudileri kapsıyordu. Sabetayist Yahudiler ise Müslüman sayıldıkları için kapsam alanına girmiyorlardı. Böylece Rumlar ve Ermeniler göçe zorlanıp Türkiye bu iki azınlıktan tamamen arındırılırken açık kimlikli Yahudiler de Dünya Siyonizm’inin öteden beri yürütmekte olduğu İsrail’e göç planı çerçevesinde Türkiye’yi terk etmeye zorlanıyorlardı.

Dünya Siyonizm’i Türkiye’deki bu bir insanlık suçu olan Varlık Vergisi Yasasına destek verdiği için medeni (!) Batı Dünyası göz yumup gıkını bile çıkaramıyordu!

Sabetayist Yahudi unsurların yönetimindeki Türkiye’yi Ermeni ve Rum iki azınlıktan arındırmak için yapılanlar bu kadarla da kalmadı. Dahası yapıldı. İnönü’den sonra Demokrat Parti iktidarında ise 6-7 Eylül olayları diye bilinen, Rum ve Ermeni halkına karşı resmen devlet eliyle başlatılan yağma, talan ve çapul hareketi de Tehcir, Mübadele ve Varlık Vergisi Yasası uygulamasına rağmen hala yerlerini yurtlarını terk etmeyen bu iki azınlık mensuplarını göçe zorlamaya yönelik tertiplenen operasyonlardı.

İlginçtir, daha 1955 yılında resmen devlet tarafından planlı ve organize şekilde yürütülen bu insanlık dışı operasyonlar da sözde medeni Batı Dünyasında en ufak bir tepkiye yol açmıyordu. Çünkü tüm bu insanlık dışı ahlaksız uygulamalar Siyonist plan çerçevesinde yürütülüyordu.

Aman Allah’ım; Siyonizm nelere kadirdi!

Evet, 1915 yılında Ermeniler Tehcire tabi tutularak Anadolu’dan sökülüp sürülürken uygar (!) Batı Dünyası gıkını çıkarmazken; şimdi bir asır sonra adına soykırım diyerek Türkiye’yi bir kaşık suda boğmak için fırtınalar koparıyor!

Bunu yaparken yine, İsmet İnönü’nün CHP iktidarında bir insanlık suçu işleyerek spesifik olarak azınlıklara yönelik çıkardığı Varlık Vergisi Yasasının hesabını soran yok. Keza Demokrat Parti iktidarında azınlıklara yönelik devlet eliyle planlı ve organize yürütülen çapul, yağma, talan için de herhangi bir hesap sorulmuyor…

…Ve çok önemli bir hususa daha dikkatleri çekmek istiyoruz: Sözde Ermeni soykırım iddiaları ne zaman dünya gündeminde yer almaya başladı; hiç düşündünüz mü?

ABD tarafından planlandığı ve yürürlüğe konduğu artık Mısır’daki sağır Sultana kadar herkesin bildiği 12 Eylül 1980 askeri darbe yönetiminin dış güçlerin güdümünden çıkıp millî çıkarlarımızı esas alan bağımsız politikalar izlemesi üzerine patlak veren ASALA terörü ile başladı!

Daha da somutlaştırırsak; Kenan Evren’in Sivas’ta tertiplenen mitingde “Kimse bizden bu tencereyi kirletenlere tekrar teslim etmemizi beklemesin, kolay temizledik!” sözleri ile Ecevit ve Demirel’in siyasete dönmesine izin vermeyeceğini ima etmesi üzerine patlak verdi ASALA terörü!

Ancak diplomatlara yönelik eylemler gerçekleştiren ASALA’nın iki nedenden ötürü Siyonizm’in amacına hizmet etmediği kısa sürede fark edildi. Birincisi, öldürülen diplomatların tamamına yakını Sabetayist Toplum unsurlarıydı; çünkü Dışişleri Bakanlığına Sabetayist olmayanların kapıdan içeri adım atmaları bile olası değildi. Bu yüzden diplomatlara yönelik bu katliamlar yanlıştı.

İkincisi ve asıl önemlisi, her diplomatımızın katledilmesi sonrasında gösterilen tepkiler ve oluşan Batı karşıtlığı nedeniyle ülkede milli birlik ve beraberlik ruhu canlanıyor, sağ-sol ayrılıkları külleniyor ve daha da önemlisi 12 Eylül yönetimi ASALA eylemleri nedeniyle güçlenip kamuoyu nezdinde itibar kazanıyordu. Bu yüzden ASALA organizasyonuna derhal son verilerek bu kez PKK için revize edilip vizyona konuldu.

Daha sonra Ecevit ve Demirel’in yasakları kaldırılıp siyasete dönmelerine imkân verildiği halde Türkiye 12 Eylül çizgisinden bir türlü çıkarılamadı. Bu yüzden de bir yandan PKK terörü desteklenirken öte yandan Ermeni soykırım iddiaları gündemdeki yerini koruyup arttırarak devam ettirildi.

Daha sonra Türkiye’yi 12 Eylül sürecindeki çizgiden koparıp yeniden 1980 öncesi şablona geri getirip oturtmak için bu kez 28 Şubat post modern darbe süreci başlatıldı. Çok kısa sürede bu süreç de tersyüz edilerek 12 Eylül çizgisi güçlendirilerek sürdürülürken; potansiyel karşı hamlelere fırsat verilmemek üzere her sahada büyük tasfiyeler gerçekleştirildi.

Sonuçta Sabetayist Toplum unsurlarının sermaye, medya ve siyasetteki tekelleri kırılıp ülkenin yönetimi hızla tamamen el değiştirmeye başladı. Nihayet Millî Görüş geleneğinden gelenler Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı olup ülke yönetimi tamamen Sabetayist unsurlardan kurtarıldı. Üstüne üstlük Ergenekon Davası ile de Sabetayist Unsurlar yargı önüne çıkartılıp Cumhuriyetin kurucu iradesini temsil eden unsurlar itibarsızlaştırılarak ülke yönetiminde söz sahibi olmaktan tamamen uzaklaştırılmaya başlandılar.

Cumhuriyet tarihi boyunca sadece İsrail ile dost olup bütün komşu ülkelerle kanlı bıçaklı ve düşman olan Türkiye, şimdi tam aksine bütün komşuları ile sıfır sorunlu hale gelerek yalnızca İsrail


En son Ekim tarafından Cmt Eyl 28, 2013 1:23 am tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Arl 24, 2008 9:59 pm    Mesaj konusu: Muhayyel Ermeni soykIRımI Alıntıyla Cevap Gönder

Muhayyel Ermeni soykırımı ikonasının kurbanı olarak Türkler
Prof. Dr. Hacı Duran
Adıyaman Üniversitesi Öğretim Üyesi
hduran@adiyaman.edu.tr

Aşağıdaki makale Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi 175. Sayısında yayımlanmıştır.

Özet:Bu makalede, ilkin ataları soykırıma uğramış bir halk olmaya inanmanın sosyolojisi ve tarihi ortaya konmaya çalışılacak. İkinci olarak, bir milletin tarihte meydana geldiğine inanılan bir olaydan dolayı, katil olarak itham edilmesinin ve suçlanmasının anlamı üstünde durulacak. Üçüncü olarak, Ermeni soykırım inancını kabul etmeme ve böyle bir inanca karşı gelmenin, suç olarak yasalaşması ve tanımlanması sorunu araştırılacaktır. Ataları soykırıma uğramış bir halk olmaya inanma -ki Ermeniler bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar- Ataları soykırım suçlusu olarak görülen bir millete mensup olma duygusu –Bilhassa yurt dışında yaşayan Türklerin karşı karşıya kaldığı bir sosyal baskı--ve atasının soykırım suçlusu olmadığına inanmanın suç sayıldığı bir dünyada yaşamanın –Türkler bu suçu kabullenmeye zorlanmakta ve bu amaçla küresel güçler tarafından baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır- bedeli üstünde durulacaktır

Anahtar Kelimeler: Muhayyel Ermeni Soykırım İkonası, Diaspora Ermenileri, Soykırım Metaforu İnancı, Muhayyel Soykırım Suçuyla Dehümanizasyon, Maktul Ata Metaforunun Simulasyona Dönüşümü ve Küresel Dolaşımı, Mazlumiyet Figürü, Muhayyel Suçla Suçlanmanın İşkencesi, Söylemsel Tarihi Suç, Ahlaki Şiddete Maruz Kalma

TURKS AS THE VICTIMS OF FICTITIOUS ARMENIAN GENOCIDE ICON

Abstract

This study first deals with explanation of sociology and history of a nation believing that their ancestors have been victims of genocide; secondly, the meaning of accusation a nation of murder because of an event alleged to have occurred in history; and thirdly, the problem of acceptance of denial of alleged Armenian genocide as a crime. The study also explores the matters such as believing to be a nation of which ancestors have been victims of a genocide –which Armenians have long been longing for achieving-, to be a member of a nation whose ancestors have been accused of having committed a genocide –a social pressure which is experienced especially by Turks abroad, living in a world where believing their ancestors have not been guilty of genocide has been seen as a crime and the pressure on Turks to confess having committed that crime and keeping them under pressure for achieving that purpose by the global powers.

Key words

fictitious Armenian genocide icon, Diaspora Armenians, metaphor of genocide, dehumanization by fictitious genocide crime, simulacrum of metaphor of murdered ancestor, figure of being victim of atrocity, torture of being accused of fictitious crime, historical crime discourse, moral atrocity


Türkiye son otuz yıldır Ermeni soykırımı yalanıyla itham edilmekte ve suçlanmaktadır. Bu suçlamayı yapan ülkelerin ve güçlerin sayısı her yıl daha da artmaktadır. Türkiye suçlamaya karşı tarihi belgelere baş vurarak bunun bir yalan olduğunu dünya kamu oyuna anlatmaya çalışmaktadır. Tarihi metinler ve arşiv belgeleri ile masumiyetini isbatlamaya çalışan bir mahkum gibi davranmaktadır.

Öte taraftan soykırım yalanının yürütücüsü konumundaki Ermeni Diasporası, Türkiye karşıtı güçlerle işbirliği içerisinde, Türklerin soykırım suçlusu olduklarına kesin bir inançla, propaganda yapmaya devam etmektedir. Türkiye’nin soykırım yalanıyla mahkum edilmesi ile yetinmiyor. Aynı zamanda soykırıma inanmayanların yargılanması yolunu da bir çok ülkede açmış bulunmaktadır. Diaspora Ermenileri, Ermeni soykırımı inancını inkar etmenin, bir insanlık suçu olduğunu, bir çok ülkenin mevzuatında yasal bir düzenleme haline getirmeyi başarmıştır. Diaspora Ermenileri bununla da yetinmiyorlar. Türk milletinin yaşayan bu günkü neslini katillerin çocukları, torunları ve işbirlikçileri olarak suçlamaktadır.

Bu makalede, ilkin ataları soykırıma uğramış bir halk olmaya inanmanın sosyolojisi ve tarihi ortaya konmaya çalışılacak. İkinci olarak, bir milletin tarihte meydana geldiğine inanılan bir olaydan dolayı, katil olarak itham edilmesinin ve suçlanmasının anlamı üstünde durulacak. Üçüncü olarak, Muhayyel Ermeni soykırım inancını kabul etmeme ve böyle bir inanca karşı gelmenin, suç olarak yasalaşması ve tanımlanması sorunu araştırılacaktır.

Anlaşılacağı gibi, tarihi metinlere inilerek soykırımın işlenip işlenmediğini tartışmayacağım. Bu konudaki tartışmalar için tarihi belgeler yeterince açık olsa bile, sonuçta yapılacak tarihi incelemelerde bilimsel bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bilimsel bir açıklamanın ve bulgunun bir inancı ortadan kaldırmaya yetmeyeceği bilim tarihi, din tarihi ve sosyolojik kaynakları takib edenlerin bildiği bir husustur.

Bundan dolayı, inanç ve dogma haline getirilen tarihi metaforlar için tarihi belgelerin gerçek içeriklerinin fazla bir anlamı da yoktur. Ermeni diasporasının konu ile ilgili anlatımlarına bakılırsa, tarih onlar için yeniden yaratılan ve anlamlandırılan bir araçtır. Yani tarihi metinler, inancın meşruiyeti ve aklileştirilmesi için araç olarak işlem görmektedir.

Bilindiği gibi, tarihi belgelerin ve metinlerin yaşayan inançlar ve söylemler için yeniden yorumlanması, işlenmesi, metaforlara dönüştürülmesi ve inşa edilmesi ilk defa Ermeni diasporasının baş vurduğu bir yöntem değildir. Aynı tavrı ve tutumu 19. ve 20. yüzyılda inşa edilen ulusal kimliklerin ve halen inşa edilmeye çalışılan çeşitli etnik kimliklerin yapılandırılmasında da görmek mümkündür(Balibar E.,1995:112) Çünkü dönemin Avrupası’nda, Ulrich Im Hof’un belirttiğine göre, “Her ulus efsaneye değil, gerçeğe dayalı olduğunu iddia ettiği kendi geçmişi ile ilgili bir tarihe sahip olduğuna…Ölülerle dirilerin birlikte olduğuna dair”(Duran H., 2002:86) bir inanç geliştirmişti.

Bundan dolayı bu çalışmada doğrudan doğruya olayın tarihte meydana gelip gelmediği ile ilgilenmeyeceğiz. Ataları soykırıma uğramış bir halk olmaya inanma -ki Ermeniler bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar- Ataları soykırım suçlusu olarak görülen bir millete mensup olma duygusu –Bilhassa yurt dışında yaşayan Türklerin karşı karşıya kaldığı bir sosyal baskı-ve atasının soykırım suçlusu olmadığına inanmanın suç sayıldığı bir dünyada yaşamanın –Türkler bu suçu kabullenmeye zorlanmakta ve bu amaçla küresel güçler tarafından baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır- bedeli üstünde durulacaktır.

MUHAYYEL MAKTULLERİN İKONASI:SOYKIRIM METAFORU İNANCI

Ermeni Diasporası, soykırıma uğramış bir halk olmayı, bir inanca dönüştürmüştür. Bu inancı pekiştirme yönündeki çalışmalarına devam etmektedir. Muhayyel ölü atalarının intikamını alamadıklarına inanıyorlar, yanıyorlar. Onlar Baudrillard'ın: “Ermeniler yaşadıklarını isbatlamak için öldüklerini isbatlamak zorundalar” şeklindeki ifadesinin, kendi durumlarını ortaya koyduklarına inanıyorlar.

Fransa’daki Diaspora Ermeni hareketlerinin liderlerinden P. Deveciyan atalarının öldürülmelerine inanmanın kendileri için ne kadar hayati bir önem taşıdığını şu şekilde anlatmaktadır: “Ben ne zaman torunuma baksam onun yaşındaki çocukların bir zamanlar sadece Ermeni olduğu için öldüğünü düşünüyorum. Bu her gün yaşanması imkansız bir acıdır. Bu Yahudilerin yaşadığı travma gibi, çok büyük bir travmadır. Ben bir yüzyıl daha halımın altında kadavralarla yaşamak istemiyorum” (Temelkuran E., 2006) . Asala liderlerinden Avedikyan: “Soykırım demezsem aynada yüzümü göremem”(Temelkuran, E., 2006) demektedir. Bu anlatı, ölümleri propaganda malzemesi olarak kullanmanın ve bir nefreti tarihi/arkeolojik ikonalarla temellendirmenin, en çarpıcı örneklerinden birisidir. Muhayyel kitlesel kıyımın ikonlaşması olarak tanımlayabileceğimiz bir süreç var ortada. Tıpkı kiliselerde Hz. İsanın çarmıha gerilme sahnesinin sürekli gösterimde tutulması ve ikonlaşması gibi bir durum.

Öldürülme, cinayet, zulüm ve işkence görmüşlük üstüne kurulu bir propagandanın, bir varoluş biçimi olarak algılanması ve kabul edilmesi gibi bir sorunla karşı karşıyayız. Bu ifadeler, cinayet mağduriyeti ve soykırım miti, üstüne kurulmuş bir propagandanın Diaspora için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Ermeniler ataları gerçekten öldürüldükleri için mi? Maktul ata metaforlarına sığınıyorlar. Yoksa soykırıma uğramışlık inancı onlar için başka bir değer mi? Taşımaktadır. Bu konuya açıklık getirmek için soykırıma uğrayan halkız, demekle neyi kast ettiklerine bakmak gerekir. Soykırıma uğradık demekle birlikte, Türkleri suçladıkları açıktır. O halda soykırıma uğramışlık inancı onlar için aynı zamanda başka bir millete karşı önyargılı olma anlamına gelmektedir. Onlar için soykırıma inanma bir hesaplaşmayı gündeme getirmektedir. Bundan dolayı olsa gerek, Ermenilerin Azeri Türklerine uyguladığı soykırımı Azeri düşünür Cemil Hesenli(Hesenli C., 1997:73), Müslüman toplumlardaki kerbela faciasına, Batı toplumlarında ise 1572’de Paris’te Katolikler tarafından üç bin kişinin bir gecede kıyımdan geçirilmesi olaylarına benzeterek anlatmaktadır.

Bir milleti soykırım yapmakla suçlamanın ne anlama geldiğini daha sonra tartışacağım. Şimdilik soykırıma uğramışlık söyleminin Ermeniler için aynı zamanda Türklere karşı bir kin ve nefret duygusu taşıdığını belirterek asıl konuya dönelim.

Ermenilerin gerçekten soykırıma uğrayıp uğramadıkları tarihi belgelerle açıklığa kavuşacak bir konudur. Bu konuda bir çok tarihi belge soykırımın olmadığını ortaya koysa da Ermeniler yine de soykırıma uğradıklarına inanmak zorunda olduklarını belirtiyorlar. Yukarıda belirtmiştik: Konu gerçekten bir soykırımın gerçekleşmiş olması değildir. Sorun her türlü bilgi ve belgeye rağmen Ermenilerin kendilerini soykırıma uğramış bir halk olarak görmelerinde yatmaktadır. Bir manada Ermeniler varolmalarını soykırıma inanmaya borçlu olduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Durum böyle olunca, ortada bir inancın meşruiyetini ve bir nefretin doğallığını göstermek için etkili propaganda ile kendini var etmeye ve güçlendirmeye çalışan bir etnik kimlikle karşı karşıya bulunmaktayız. Erol Göka’nın belirttiği gibi, Diaspora Ermenileri, cemaat kimliği ile varoluşlarını devam ettirmek için mazlumiyet ve Türk düşmanlığı inançlarını yeni nesillere öğretmek zorunda hissediyorlar, kendilerini(Göka E., 2007:189).

Bu figürle Ermeniler, farklı siyasi coğrafyalara dağılmış olan ırkdaşlarını ortak bir inanç etrafında toparlamaya, korumaya ve ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Osmanlı devleti döneminde mağduriyet ve mazlumiyet figürleri, Türk karşıtı propaganda da kullanılmaktaydı. Ancak soykırım miti bu dönemde, henüz kullanıma sokulmamıştı. Soykırıma uğramışlık inancının oluşturulması ve bunun dolaşıma sokulması yaygın olarak 1970’lerden sonra gerçekleşmiştir. Her iki durumda da -yani soykırımsız mazlumiyet ikonası ve soykırımlı mazlumiyet ikonası- dağınık yaşayan Ermenilerin ortak bir siyasi etnik kimlikte buluşturulması amaçlanmıştı. Ancak bu etnik kimlik belli bir coğrafyada yaşayan ve kendini ifade eden bir kimlik de değildir. Küresel çapta, küresel bir güç olarak ve küresel yönlendirme, manipülasyon aygıtları ve güçleri ile kendini ifade eden, anlatan bir kimliktir.

Ermenilerin Türk karşıtı propaganda ile kendilerini siyasi ve ideolojik olarak var etmeye, inşaya ve güçlendirmeye çalışmaları çabalarını, iki ayrı dönemi esas alarak tahlil etmek gerekir. Birincisi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadarki Osmanlı devleti dönemidir. İkincisi ise 1973’ten sonra Türk diplomatların öldürülmesi ile birlikte Diaspora tarafından ileri sürülen ve kısa bir zaman içinde bütün Ermenilerce benimsendiği anlaşılan soykırıma uğramışlık figürünün yoğun olarak işlendiği dönem.

Osmanlı devleti döneminde siyasi ve ideolojik Ermeni propagandası, mağduriyet, hak gaspı, eşitsiz tutulma ve hürriyetten yoksun bırakılma imajlarını, Batı ülkelerinde propaganda malzemesi olarak kullanıyordu. Batı toplumlarının bilinç altında yatan barbar Türk imajı onların işini kolaylaştırıyordu. Ermeni siyasi ve ideolojik propagandası bilindiği gibi, 1915’ten sonra başlamadı. Bu mağduriyet propagandası çok önceleri vardı. Propaganda bugün iddia edildiği gibi 1915 olaylarını söylemleştirmeden çok önce şekillenmiştir. 1915 olayları Ermeni propagandasına sadece yeni ikonlar ve göstergeler eklemiştir. Soykırım metaforu, 1973 de, Asala tarafından başlatılan terörist saldırılarla birlikte, Ermeni siyasi ve ideolojik propagandasının en önemli figürü olmaya başlamıştır.

Osmanlı devleti döneminde, Ermeniler Türk karşıtlığı imajı ile bütün Ermenileri ortak bir etnik siyasi kimlikte bütünleştirmeye çalışıyorlardı. Ancak bunun gerçekleşmesi için, siyasallaşmış etnik bir Ermeni kimliğinin bütün Ermeniler tarafından benimsenmesi gerekirdi. Fakat böyle bir kimliğin edinimi için önemli engeller vardı. Ermeni halkında Osmanlı döneminde cemaat kimliği olarak tanımlayabileceğimiz, bir dini kimliğin mevcut olduğu, bu kimliğin geleneksel ilişkilerle kurumsallaştığı ve yaşandığı bilinmektedir. Bu dini kökenli cemaat kimliği, bu gün söylenen ve yaygın olarak kullanılan etnik kimlik deyimi anlamını ise tam olarak içermez. Kısaca şöyle belirtelim etnik kimlik özünde bir karşı-kimlik bilinciyle içkindir. Oysa dini cemaat kimliğinde karşı-kimlik olma durumu yoktur.

Ermenilerde bir ideolojik siyasi etnik merkezcilik bilincinin uyandırılması gerekiyordu. Etnik merkezcilik bilinci kendi içinde ayırımcılığı, kendi grubunu diğer gruplardan üstün görmeyi, kendi kimliğini ayrıştıran değer yargılarını, inançları ve yaşam biçimlerini başka gruplarınkinden üstün görmeyi öngörür. Böyle bir önyargı ile etnik kimlik oluşturulmaya çalışılır. Kendini diğer gruplardan üstün görme ve onlar tarafından sömürüldüğüne inanma çoğu kere fiili gerçeklikle alakalı değildir. Öğrenme, uyarılma ve propaganda ile etnik bilinç oluşturulur( Hogg M.A ve Vaugan G., 2007:435).

Siyasi, ideolojik ve etnik Ermeni hareketler, Osmanlı devleti döneminde Ermeni cemaat, fiili olarak mağdur olduğundan dolayı değil, Türk ve Müslüman karşıtı bir propaganda ile etnik kimlik inşa etmenin kolay olacağını varsaydıklarından dolayı, mağduriyet, mazlumiyet metaforlarını propaganda malzemesi olarak ikonlaştırdılar. Çünkü Hıristiyan olarak Müslümanlardan zulüm görmüş olma imajı, dönemin emperyalist Hıristiyan ülkelerin desteği için çok önemli bir slogandır ve Avrupalılar için hayati bir sorundur.

Ermenilerin siyasi programı Osmanlı devletini parçalamak, Osmanlı toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan devleti kurma şeklinde özetlenebilir. Ermenileri bölgede bulunan Türklerden ve Müslümanlardan farklı bir ulus kimliği altında birleştirme çabası, bu siyasi programın başlangıç ilkesi olmuştur.

Ancak bu siyasi program’ın başarıya ulaşma şansı, uluslaşan diğer halkların mevcut varlıklarına bakıldığında, baştan itibaren mevcut değildi. Muhtemelen bu eksikliği telafi etmek için mağduriyete dayalı etkili propaganda yöntemlerini kullandılar. Bundan dolayı, öncelikle Ermenilerin mağduriyet ve ezilmiş bir halk olma imajını sürekli dolaşımda tutma nedenlerini ve bu yönteme niçin başvurduklarını ortaya çıkartmak gerekir.

Çünkü milli ve etnik kimliklerin inşası her zaman ezilmişlik ve mağduriyet temaları ile kurgulanmamıştır. Bazen toplumun gelenekleri, töreleri, yaşam biçimi kendiliğinden örgütlü milli toplumu oluşturur. Bazen de milli toplum kimliği, kahramanlık, yiğitlik ve zafer miti üstüne kurulur(Hof, U.I.,:1995:264). Kimi toplumlarda ise bu üç yöntem birlikte kullanılır. Ancak bunlardan bir tanesi ağırlıklı olarak işlenir. Milli kimliklerin inşası ile ilgili ayrıntılı tartışmalar bu çalışmanın konusu değildir. Öncelikle biz, mağduriyet, ezilmişlik ve soykırıma uğramışlık temaları ile kurgulanmaya çalışılan Ermeni kimliği üstünde duracağız.

Osmanlı devleti döneminde, Ermeni siyasi ve ideolojik propagandasının amaçlarını gerçekleşmesi için, baştan beri Ermeni halkının sosyal durumu uygun şartlar taşımıyordu. Ermeniler hep dağınık yaşamışlardır. Tarihte güçlü bir siyasi birleşme ve yönetim oluşturma başarısı göstermemişlerdir. Onların bu durumu, muhtemelen onların Türk ve Müslüman karşıtlığına dayalı, ezilmişlik mitleri oluşturmalarına neden olmuştur. Ermenilerin Osmanlı devleti döneminde, sosyal, siyasi ve ekonomik varlıklarıyla değil, yarattıkları mitolojik metaforlara sığınarak kendilerini ifade etme nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz. Bu nedenler aynı zamanda Ermenilerin ezilmişlik ve mağduriyet duyguları ile kendilerini ifade etme ve gösterme alışkanlığı kazanmasına da sebep olmuştur.

Tarih eksikliğinin mağduriyet imajı ile kapatılması.

Siyasi birliktelik ve var oluş Ermeni tarihçiler için her zaman önemli bir sorun olmuştur. Çünkü siyasal manada örgütlenmiş, bürokratik kurumları ile varlığını ortaya koymuş bir Ermeni devleti tarihte hiçbir zaman mevcut olmadı. Bu eksiklik onların propaganda ile ve mitolojik inançlarla kin ve nefret üstüne kurulu bir tarih bilinci oluşturmalarına neden olmuştur.

Bilindiği gibi, Ermeni tarih kitaplarında, Ermenilere ait bir siyasi varoluş ve devlet tarihi örneği yoktur.(Rutland Peter, R., 1995:9). Ermeni tarihleri aşiret, feodal bey ve kilise tarihi ile sınırlı bilgiler içermektedir. Ermeni tarih uzmanları, millet olduklarını isbat edebilmek için, pozitif ilmin kaynağından ziyade, mitolojik söylentilere, varsayımlara, dini hikayelere köklü bir dine ve dile sahip olduklarını ileri sürerler(Çarşın, M.H., 1996:52). Ermeni tarihi abartılar, yüceltmeler ve efsaneler üstüne kuruludur(Henze, P.,1988:174). Ermeni terörü kötü saptırılmış bir tarih anlayışına dayanır. Kötü Türk, İyi Ermeni Efsanesi bu anlayışın temelini oluşturur( Justin, M. Carthy, M.J., 1984:81-87).

Aslında Ermeni tarihi özü itibarıyla Gregoryan Ermeni kilisesi tarihidir. Ermeni kültür geleneğinin varoluş biçimi siyasi varoluşa ve ifadeye dayanmaz, dini ve kişisel başarı inançlarına dayanır. Ermenilerin bağımsız bir siyasi varolma biçimi tarihte mevcut olmayınca, bu varoluşu muhayyel bir inanca dayandırma çabası önemli bir ihtiyaç olarak belirmiş olmalıdır.

Bağımsız devlet kurma ve bağımsız bir toplum olma örneği, tarihte yaşanmadığı ve mevcut olmadığı için, bu varolma biçimini engelleyen bir düşman yaratma ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkar. Bundan dolayı Ermeni halkı tarihi, Justin M. Carthy’nin söylediği gibi, zalim Türk imajı üstüne kuruludur. Geçmişte yaşanmayan bir varolmayı veya iktidar gösterisini, muhayyel kurgu ile yaşama, bilindiği gibi bütün fanatik dini ve ideolojik hareketlerde rastlanan bir durumdur. Bir gruba ya da ideolojiye katı bir şekilde bağımlı olma ile tanımlanan fundamentalist aidiyetlerde(Göral S., 2007:72) rastlanan bir durum, Ermeni tarih anlayışında içkin bulunmaktadır. Bu durum fiilen yaşanmamış bir geçmişi, başka şekilde imana dönüştürerek yaşama sevdasıdır. Yani tarih eksikliği, mağduriyet, soykırıma uğramışlık, ezilmişlik duygusuyla kapatılmaya çalışılmaktadır. Tamamen sosyo-psişik bir muhayyel kurgu ve inançla karşı karşıyayız.

Vatan eksikliği, siyasi sınırları ve yeri belli olmayan bir vatanın, söylemle oluşturulması

Ermeni Siyasi doktrinin hedefe ulaşması için gerekli olan en önemli şartlardan ikincisi de vatan denebilecek bir coğrafyadır. Ancak Ermenilerin her yönüyle kendilerine ait olan bir şehirleri, bir coğrafik bölgeleri yoktu. Ermeni vatanı denebilecek bir coğrafya fiilen hiçbir zaman mevcut olmamıştır. Çünkü, Ermeniler Osmanlı coğrafyasında yaşadıkları bütün bölgelerde, nüfus olarak azınlıkta bulunuyorlardı. 1896 yılında Fransa Dışişleri Bakanı M. Hanotaux, Fransa parlamentosunda yaptığı konuşmada Ermenilerin Osmanlı Ülkesinde Ermeni vilayetleri olarak ileri sürülen vilayetlerde bile, toplam nüfusun % 13’ünü oluşturduğunu belirtmektedir. (D.A.G.M., 2002:75) Rus kaynaklarında da Ermeni nüfusun bulundukları bütün bölgelerde azınlık olduğu belirtilmektedir.

Coğrafik olarak bir kültürün bir arada yaşanmaması ve kültür aktörleri arasında yeterince paylaşılmaması, metaforlara dayalı bir coğrafik yakınlık fikrini meydana getirme çabalarını ortaya çıkarmış olmalıdır. Gerçekten de Ermeni etnik edebiyatında vatan belirli bir coğrafya ile sınırlı olarak gösterilmez. Bir dağın, nehrin ve sokağın özlemi üstüne kurgulanmış vatan imajı daha çok işlenir. Her ne kadar Anadolu’daki belirli bazı bölgeler, Ermeni hareketlerince siyasi propaganda için Ermeni vatanı olarak gösterilmiş ve haritalandırılmış olsa da, söz konusu coğrafyanın her yönüyle bir Ermeni vatanı olmadığı, Ermeni edebiyatında da fark edilebilir. Çünkü tarihte her yönüyle, yani kültürü, nüfusu, gündelik yaşamı, sanat eserleri ve üretim faaliyetleriyle tamamen Ermeni olan bir şehir bile mevcut değildir. Muhtemelen bu vatan eksikliği duygusu onları, başkalarına/hemşehrilerine karşı, karşıtlık duygularını canlandırmaya ve bu karşıtlık duygusuyla üretilen ezilmişlik, öldürülmüşlük ve mağduriyet imajlarını varolma sorununa dönüştürmelerine neden olmuştur.

Ermeni geleneği ve kültürünün parçalanması ve yapı-bozumuna uğraması

Ermeni siyasi projesinin önüne üçüncü bir engel daha çıkmıştı. Üçüncü engel, bizzat Ermenileri sözü edilen siyasi ve ideolojik proje için, kışkırtan misyonerlerin propagandalarıyla meydana gelmişti. Çünkü misyonerler geleneksel Ermeni Gregoryan kilisesine bağlı olan Ermenileri, bu kiliseden kopartmışlardı. Onların bir kısmını Protestan, bir kısmını ise Katolik yapmışlardı. Mesela Richter J. ‘in belirttiğine göre, Amerikan Board kontrolündeki Protestan Evangelist misyoner örgütler, Gregoryan Ermenilerin Protestan mezhebine inanmaları ve geleneksel dini inançlarından kopartılarak özgürleştirilmelisi(Kocabaşoğlu, U., 2000:53-54) gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü kolonizatör misyonerler, Ermenileri geleneksel inançları ile kendilerinden saymıyorlardı.

Osmanlı millet sistemi içinde Ermeniler yüzyıllarca dini geleneklerini olduğu gibi korudular, muhafaza ettiler. Kültürlerin paralel yaşaması Osmanlı millet sisteminin en önemli özelliklerinden birisiydi. Ancak Batı kültürü farklılıkların bir arada varolmaları durumunu hoş görmüyordu. Bundan dolayı farklı kültürleri de, kendilerine benzetmeye çalışıyorlardı. Bu benzetme çabası Ermenileri geleneksel kültürden ve inançlardan koparmıştı.

Protestan ve Cizvit misyonerlerin/kolonizatörlerin Ermeni cemaatini kendilerine yakın buldukları doğrudur. Muhtemelen duyulan bu yakınlıktan dolayı, Ermenilere bütün sömürge ülkelerindekine benzer biçimde, yoğunlaştırılmış bir kolonizasyon eğitimi uyguladılar. Bilindiği gibi, Ermenilerin yaşadığı şehirlerdeki Osmanlı toprakları, kolonizatör emperyalist batılı ülkelerce işgal edilmemişti. Buna rağmen Ermenilerin kültürel olarak kolonileştirilmeleri çok erken dönemde başladı. Çünkü dini inanç yakınlığı Ermenilerin gönüllü olarak misyonerlere ve kolonizasyon eğitimine, kendilerini açmalarına neden olmuştur. Böylece, Ermeniler misyonerlerin vaad ettiği kurtuluş umutlarına inanmakla emperyalist/oryantalist propagandanın gönüllü nesnesi haline geldiler.

Osmanlı devleti döneminde Ermenilerin emperyalizm karşısındaki duruşu, müstemleke halkların batı propagandası karşısındaki duruşu gibidir. Ancak Osmanlı vatandaşı Hıristiyanların hepsi için bu durum ve değerlendirme doğru değildir. Mesela Lübnan ve Suriye bölgesindeki yerli Arap Hıristiyanlarla Anadolu’daki Ermeni Hıristiyanların emperyalistler karşısındaki duruşu, bu bakımdan karşılaştırılabilir. Lübnan ve Suriye Hıristiyanları doğulu ve Osmanlı kimliklerini sonuna kadar korumuşlardır. Bundan dolayı olsa gerek, Edvard Sait gibi anti-siyonist ve anti-emperyalist aydınların sayısı Arap Hıristiyanlar arasında hayli fazladır. Ancak Ermeniler arasında Sait gibi aydınların sayısı yok denecek kadar azdır.

Ermeniler misyoner propagandası etkisiyle kendi aralarında değişik mezheplere bölündüler. Çünkü bütün kolonizatör misyoner faaliyetleri, otantik bir doğu kilisesi mensubu olan Gregoryan Ermenileri, Protestan, Katolik ve bu dinlerin çeşitli tarikatlarına irtidat etmeye odaklanmıştı. Bilindiği gibi bu propaganda başarılı oldu. Ermeniler sonuçta geleneksel inançlarından koptu. Katolik oldular. Protestanlaştılar. Bölgede keşif gezisi yapan İngiliz ajan, M. Sykes, bu misyoner propagandasını, rüzgar ekip, fırtına biçmeye benzetmiştir(Sykes, M, 2000:139)

Muhtemelen bu misyoner fırtınaları otantik Ermeni dini geleneğini parçaladı. Etkisiz kaldı. Ermeni siyasi doktrini bundan dolayı üçüncü bir engele takıldı. Bu dinsel parçalanma ve çözülme önemli bir kimlik ve zihniyet bunalımıdır. Daryush Shayegan’ın emperyalist şiddete maruz kalan doğulu Müslüman milletlerin zihniyet ve kimlik bilinci için kullandığı “Yaralı bilinç”(Shayegan D.,1993) tanımlaması, kolonizatör misyoner propagandasına maruz kalan Ermeniler için de doğrudur. Ermeniler bu yaralı bilinci mağduriyet söylemiyle derinleştirdiler. Ancak suçlu olarak hep Türkleri gösterdiler. Türk düşmanlığı metaforu, Ermeniler için söylem düzeyinde de olsa misyonerlerin açtığı bu yarayı kapatan bir araçtır.

Misyoner etkisi ile Ermenilerin geleneksel inançları parçalandı. Bu parçalanmanın etkisi ile oluşan yaralı bilinç onları bir günah keçisi aramaya yöneltti. Bu günah keçisini de onları geleneksel kimliklerinden kopartan Protestanlar ve sömürgeciler, onlara gösterdi. Günah keçisi olarak Türkler seçilmişti. Protestan hareketlerin yöntemleri ile oluşturulan bu propaganda figürü ve göstergesinden dolayı, geleneksel Ermeni Gregoryan kilisesine bağlı olan Ermeniler, Protestan müfrit gruplara katılmak zorunda kaldılar. Ve Türkler günah keçisi konumuna indirgenerek Batı kamu oyu tarafından sürekli suçlandılar.

Ermeni masumiyeti ve mağduriyeti imajı, Türklere saldırmayı meşrulaştırıyordu. Onun için misyonerlerin de amacına hizmet ediyordu. Bu durum, Amerikan ırkçı beyazların tarım mahsullerinin kuraklıktan dolayı düşmesinin suçlusu olarak siyahları cezalandırmasına benzemektedir. Türk karşıtlığı imajı, kendini kaybeden bir kültürün kendini bulması için araçsal bir işlev görmektedir.

Değerini gizlilikle arttıran mahrem ilişkiler:Gizli anarşist hareket ve kutsal itaat örneği olarak Ermeni örgütler

Ermeni siyasi projesini akamete uğratan dördüncü faktör ise, Ermeni çetelerini gizli bir şekilde örgütleyen emperyalist devletler olmuştur. Gizlilik bu çetelerin en önemli örgütsel değeriydi. Örgüt emirlerine körü körüne bağlılık bu gizlilikle sağlanıyordu. Kaynaklar 19. yüzyılda Rusya’da ve Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde örgütlenen nihlist-anarşist gruplarla Ermeni çeteleri arasında yoğun bir işbirliğinin ve temasın olduğunu belirtmektedir. Düzene isyan ve gizli dayanışma bu anarşist grupların en önemli özelliğiydi. Nihlist anarşist tavır nisbeten açık olan geleneksel Ermeni kültürünü ve toplumsal yapısını yapı-bozumuna uğratmıştır

Ayrıca Ermeni çetelerin bir kısmı, Rusya’nın, bir kısmı Fransa’nın, diğer bir kısmı ise İngiltere’nin kontrolündeydi. Birinci Dünya savaşına kadar bu çeteler hem Osmanlı devleti, hem yerli Müslüman komşularıyla hem de kendi aralarında çatışıyorlardı. Birinci Dünya savaşında her üç emperyalist güç, Osmanlı devletine birden saldırınca, onların direktifi ile Ermeni örgütleri Rusların safında Türklere karşı savaşa katıldılar. Dolayısıyla emperyalist güdüm her ne kadar Ermeni siyasi doktrini projesini gerçekleştirmek için kurgulandıysa da fiili, bürokratik örgüt düzenleri ve iktidar çekişmeleri, Siyasi doktrin projesini fiilen kendi kendini çürüten bir şekle sokmuştur.

Örgütsel gizlilik ve kapalılık aynı zamanda mitolojik kurgulara inanmayı da kolaylaştırır. Onların halk arasında kökleşmesini sağlar. Çünkü yukarıdan gelen emirlerin sorgulanmadan uygulanması, cemaat üyelerinin biri birleriyle gönül rahatlığı ile konuşamaması, efsanelerin kurgulanmasına neden olur. Aynı durum kapalı bir dini örgütle yapılanan ve örgüte inanmayı dini bir rükün olarak gören bütün fundamentalist gruplar için de geçerlidir. İşte bu gizlilik kurbanlarla ve muhayyel ölü ruhları ile beslenen intikam ve nefret duygularını besler.

Bu gizliliğin beslediği Türk karşıtı duyguyu, Hıristiyanların Yahudilerden nefret etmesi duygusunun kökleşmesine neden olan, Hıristiyan inancına benzetebiliriz. Bilindiği gibi ilk Hıristiyanlar gizli olarak örgütlendiler. Kilise gizli kutsal cemaat anlamına gelir. Yahudilerin Hz. İsa’yı Roma’ya ihbar etmesi, bu ihbar üzerine Hz. İsa’nın çarmıha gerilek kurban edilmesi, Hıristiyan inancında her zaman çok önemli bir metafor olmuştur. Bu metafor anti-semitik duyguları beslemiştir. Bundan dolayı Yahudiler Avrupa’da tarihin her döneminde taciz edilmişler, soykırıma uğramışlar, baskı görmüşler. İşte gizli Ermeni örgütlenmesi Ermenilerin Türk karşıtı bir nefret duygusu ile beslenmesine neden olmuştur. Bu nefret böylece inanca dönüşmüştür.

Halk aydın çelişkisinin gayrı resmi bir baskıya dönüşümü, Kötü Türk ve komşu Türk inançlarının diyalektiği

Ermeni siyasi doktrini projesinin etkisiz olmasının beşinci sebebi ise, Ermenilerin halk olarak Müslümanlarla, Türklerle birlikte yaşama konusunda çağlara yayılan bir geçmişe sahip olmaları ve çoğu Ermeni’nin Ermenice’yi unutmuş olması, Türkçe ve Kürtçe konuşmasıdır. Bilindiği gibi, birçok Ermeni Türkçe şiirler ve şarkılar yazmıştır. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Türkçe söyleyen ve şiirler yazan Ermeni aşık ve yazar sayısı 400 üzerindedir. Ermeniler ve Türkler ortak adetleri yaşamaktaydı. Komşuluk ve dostluk ilişkileri, her iki halk arasında sevgiye ve dayanışmaya bağlı olarak yaşanmaktaydı. Aşağıdaki hikaye Türk ve ermeni halkın karşılıklı iyi ilişkilerini çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır:

19 (259).

SARGİS YETARYAN'IN HİKÂYESİ

(1907, Afyonkarahisar doğumlu)

"MEZARINA NUR İNSİN"

Eskiden Türkiye'de Ermeniler dürüst ve fedakârca çalışmaları sayesinde itibar görürlerdi. Ermeniler Türklerle barışık olarak ve barış içinde yaşarlardı; ama Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin çok sayıda kayıpları oldu.Türkiye'nin birçok bölgesinde Ermeniler Türkçe konuşurdu. Bizim şehrimiz, Afyonkarahisar'dan başlayarak Uşak, Eskişehir, Akşehir, Bursa, Kesarya[Kayseri], Yozgat, Çar, Gemerek, Konya, Adana, Bilecik, Kütahya, Maraş, Antep, Elmalı ve diğer birçok yerde yaşayan Ermeniler Türkçe konuşurlardı ama kiliseye bağlıydılar. Ben küçük bir çocukken, kiliseye gittiğimi, yetişkin erkek ve kadınları diz çöküp dua ederken gördüğümü hatırlıyorum. Ayinden sonra da Türkçe vaaz verilirdi. Vaazında papaz şöyle derdi: "...Ermeni Hristiyanlar, birbirinizi sevin, başka milletleri de sevin; Osmanlı Hükümeti'ne tam olarak itaat edin; Hükümet'in devamlılığı için elinizden geleni yapın; vatandaşlık görevlerinizi yerine getirmek için hiçbir gayreti esirgemeyin..."

Türk kadınlarının siyah çarşaf giydiklerini, Ermeni kadınlarının ise onlardan ayırdedilebilmeleri için beyaz mahrama giydiklerini hatırlıyorum. Onlar da birbirlerine karşı sevgi dolu ve birbirleriyle uyumluydular.

Afyonkarahisar'da büyük bir yangın olduğu anlatılırdı. O sırada annem beni doğurmuş; ama korkusundan ağır bir şekilde hastalanmış; göğsündeki süt kurumuş ve artık beni emziremez olmuş. O dönemde bana verebilecekleri suni besin de yokmuş. Bizimkiler de annemin hastalığıyla meşgul olduklarından beni unutmuşlar; zira şöyle düşünmüşler: tekrar çocuk yapmak mümkün ama anne sahibi olmak mümkün değil. Amcamın karısı Sandukht Türk askeri hastanesinde hemşire olarak görev yapıyormuş. O etkin ve becerikli bir kadındı. O yüzden kendisine "Osmanlı Sandukht" derlerdi. O da yeni doğmuş bebeği, yani beni düşünen olmadığını görür; beni alıp Türk mahallelerine götürür. Bir eve girer; bakar ki, kadının biri çocuğunu emziriyor. Ona şöyle der: "Kızım, çocuğuna bir kardeş getirdim. Bunun anası doğumdan sonra hastalandı; sütü yok. Allah aşkına bunu da emzir ki, ölmesin. Ben senin bu iyiliğini unutmam."

"Seve seve emziririm anne" der Türk kadın "ne kadar gerekirse emziririm; sütüm çok." Ve o iyi kalpli Türk kadın beni kucağına alır; başlar emzirmeye, ta ki ben biraz büyüyünceye kadar.Yeterince büyüyüp olgunlaştığımda bütün bunları bana amcamın karısı Sandukht anlattı. O zaman ben hayatımı, görünüşe göre çoktan rahmetli olmuş o Türk sütanneme borçlu olduğumu hissettim. Allah ona cennette bir yer nasip etsin; zira ben onun sayesindedir ki 90 yıldır yaşıyor ve size hayatımı anlatıyorum. Hayatımın o kadar da mutlu geçmediği doğrudur ama, ben hep onun mezarına nur inmesi için dua ediyorum(V.Svazlian: 2004)

Ermeni halkı ile Müslüman Türk halkı arasında gündelik hayat dostluk samimiyet ve iyi komşuluk üstüne kurulu idi. Bu ilişkiyi, Ermeni şair, Aşık Emir (Öl. 1882) Türkçe yazdığı şu mısralarda belirtmektedir: Din ayrı, möhkem gardaşıg/ Senin bahtına benzerik/ Gol bir, el bir eli yek, birlikte dağık (dağız)/ Ayrılıgda, nazik bir goluk (kuluz)(Arıkan Z., 2003:52-53)

Ermenilerin dil sorunu konusunda Mayevsky şunları belirtmektedir: Öyle Ermeni köyleri vardır ki, Kürtçe’den başka hiçbir lisanla mütekellim değiller( Mayevsky, 2007:187). Başpiskopos Vahabetian 1895’te Anadolu’daki ihtilalci Ermeni gruplarına gönderdiği talimatnamede, Ermeni çocukları ile Türk çocukları arasında bir sevgi ve şefkat ortamının tesisinin engellenmesi için önlem alınmasını ve Ermeni çocukların Türk okullarına gönderilmemsini(D.A.G.M. 2002:37) özellikle tembihlemektedir.

Ayrılıkçı Ermeni örgütlerle Ermeni halkı arasında Türkler konusunda anlaşılan çok önemli ve derin farklılıklar ortaya çıkmıştı. Ayrılıkçı Ermeni hareket, modern değerlerle hareket ederek Ermeni varlığını ideolojik tabanlı siyasi bir varoluşa dönüştürmek için çaba sarf ederken ve propaganda yaparken, geleneksel Ermeni kültürünü ve cemaat kimliğini modernleştirmeye çalışırken, aslında aynı zamanda Ermeni varoluşunu tabii tarihi bağlamından kopartmış olmaktadır. Bu bir kültürün kendi kendine yabancılaşmasıdır. Bir inancı, geleneği ve kültürü geleneksel bağlamından koparıp, onu modern ideolojik söylemlerle yeniden inşa etme, aynı zamanda o kültürü yapı bozumuna uğratmaktır.

Ermenilerin tabii kültüründe Türklerden nefret imajı o kadar belirgin değildir. Bu imaj ayrılıkçı Ermeni örgütler tarafından Ermeni kültürüne eklemlenmiştir. Ermeni propagandası öncelikle bu birlikteliği yıkmak zorundaydı. Bunu gerçekleştirmek için barbar Türk imajını bütün Ermenilere kabul ettirmek zorundaydı. Terörle, misyoner desteği ile ve köklü inanç farklılıklarıyla desteklenen ayrılıkçı Ermeni propagandasına rağmen bir çok Ermeni Osmanlı devlet yönetiminde önemli görevlerde bulunmaya devam etmiştir.

Meslek, sanat ve ticaret becerileriyle tanınan sınıfların bu becerileri dünya çapında dolaşıma sokması: Ermenilerin ekonomik göçü

Ermeni siyasi projesinin akamete uğramasının altıncı nedeni ise, Ermenilerin ekonomik amaçlar için Avrupa ülkelerine ve Amerika kıtasına göç etmeleridir. Tehcir kanunundan ve 1895-1896 Ermeni isyanlarından önce, bir çok Ermeni, eğitim, ticaret ve benzeri amaçlardan dolayı sözü edilen ülkelere göç etmişti. Zaten dağınık olan Ermeniler bu ekonomik ve refah arayışı göçlerinden dolayı, Dünya’nın bir çok ülkesine dağılıyorlardı. Bulundukları bölgelerde gettolar oluşturmaya çalışıyorlardı. Bu gün kendilerine Diaspora Ermenileri denilen grupların temelleri, 1890’lı yıllardan önce atılmıştı. Bu nüfus dağılmışlığı durumu karşısında gösterilecek tepki, önceki dağılmışlıklara karşı gösterilen tepki biçimlerinden etkilenmekle kalmadı, tamamen modern refleksler şeklinde biçimlendi ve daha etkili metaforların oluşturulmasına neden oldu.

Ermenilerin ekonomik varlıkları’da ayrılıkçı ermeni hareketleri önünde önemli bir engel teşkil etmekteydi. Çünkü 19. yüzyılda Osmanlı devletinde iktisadi bakımdan toplumsal statüsü en yüksek olan cemaatlerin başında Ermeni iş adamları, tüccarlar ve politikacılar gelmekteydi. Ermenilerin çok önemli ekonomik imtiyazları vardı(Umar, Ö.O.2003:122).Ülkenin ekonomisini onlar yönetiyordu. Refahı bırakıp ayrılıkçı terörist hareketlere katılma çok zordur. Bundan dolayı ekonomik, siyasi ve bürokratik konumu iyi olan Ermeniler ayrılıkçı Ermeni hareketlere katılma konusunda her zaman mütereddit davranmışlardır.

SOYKIRIM METAFORU İKONASININ MEDYATİK VE KÜRESEL ŞİDDETE DÖNÜŞÜMÜ:ERMENİ SOYKIRIM PROPAGANDASI

Ermeni siyasi doktrini yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı gerçeklere dayanmıyordu. Bu eksikliği telafi etmek için, Ermeni siyasi ve ideolojik varoluşu, baştan itibaren sloganlar ikonalarla ve göstergelerle anlatıldı. Slogan ve gösterge ise sanal bir varolma ve ifade biçimidir. Bir dogmadır, bir mittir. Söylencelerde ve Mitlerde ilk zaman, şimdiki zamanı değerlendiren bir ölçüdür. Mit izin verdiği sahtecilik aracılığı ile, kökenini unutmuş bir toplu varoluşun yeniden düzenlenmesi ve eleştirilmesi için araçsal bir işlev görür.(Besnier, M.J., 2003: 825) Ermeni soykırım metaforu bu bakımdan Türklere eziyet için kullanılan bir aygıt olmakla birlikte, sanal alanda bir gösterge olarak siyasi ve ideolojik Ermeni varoluşu için de önemli bir dayanak işlevi görmektedir.

Diaspora Ermeni propagandası bundan dolayı mazlumiyet metaforunu çok eski tarihlere dayandırmakla birlikte, bunu halen kendilerine tatbik edilen bir işkence olarak kabul etmektedir. Yaşanan durumun olumsuzluklarını, yoksunluklarını inşa edilen tarihsel metaforla yeniden yaşamak, onların inancına göre bir ibadet olduğu gibi, aynı zamanda karşı tarafa, ötekine yani düşmana karşı bir kin, nefret ve intikam duygusunu da beraberinde yaşatır, canlandırır. Türklerden intikam alma, siyasi ve ideolojik Ermeni hareketlerinin doğasına bu yol ile girmiş bulunmaktadır. Asala liderlerinden Avedikyan’ın: “Soykırım demezsem aynada yüzümü göremem”(Temelkuran, E., 2006) şeklindeki ifadesi, yaşayan Diaspora Ermenilerinin bu metaforla varoluşlarını canlandırdıklarının tipik bir örneğidir.

Diaspora Ermeni propagandası Türklere şiddet ve saldırı uygulama teması üstüne kuruludur. Ermeni Diasporası öldürülmüşlük, ezilmişlik metaforu ile kendini kabul ettirmek ve bu muhayyel cinayetin suçlusu olarak Türkleri yargılatmak için, doğu toplumlarına özgü olan kan davası örneklerinde benzerlerine rastladığımız bir intikam duygusunun meşruiyetini propaganda yoluyla küresel güçlere ve Türklere kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için propaganda tekniklerini etkili kullanmaktadır. Dolayısı ile propaganda ile inşa edilen bir siyasi etnik ve karşıt kimlikle karşı karşıya bulunmaktayız. Saldırganlığı kışkırtan şey ise yapılan sosyo-psişik araştırmalara bakılırsa yaşanan nesnel gerçekler ve engellemeler değildir. Bilişsel öğrenmelerle yani propaganda ile ayırımcılık ve saldırganlık öğrenilmektedir.

Mesela Türk büyük elçilerine saldıran Ermenilere bakıldığında bunların hiç birisinin soykırım propagandasında iddia edilen olayları, engellemeleri ve mağduriyetleri yaşamadığı görülmektedir. Birinci kuşak Ermenilerde Türklere karşı önyargı, ikinci ve üçüncü kuşak Ermenilere göre daha azdır. Türk diplomatlarını katleden Ermenilerin hemen hepsi çok genç insanlardı ve 1915 sevk ve iskânından sonra yabancı ülkelere gidip yerleşen Ermenilerin torunlarıydı. Hemen hepsi yaşamlarında bir Türk ile karşılaşmamıştı. Büyük çoğunluğunun sabıkası yoktu. Bu durumda olan kişilerin cinayet gibi son derecede ağır bir suçu işlemeleri ilk bakışta makul görülmüyordu. Normal koşullarda 1915 sevk ve iskânına tâbi olan birinci kuşağın Türklere karşı bu olumsuz duyguları beslemesi beklenirdi. Onların çocuklarının oluşturduğu ikinci kuşağın ise anne ve babalarının aksine, bulundukları ülkeye uyum sağlamaları nedeniyle, soykırım söylentilerine daha az önem vermesi gerekirdi. Torunları oluşturan üçüncü kuşak için ise bu söylentilerin fazla bir değeri olmaması normaldi. Ancak bu konuda gerçeğin farklı olduğu ve söz konusu üç kuşak arasında Türkiye ve Türklere en az kin besleyenlerin birinci kuşak olduğu görülmüştür(Lütem, Ö.E:2008) Olaylar soykırım ithamının etkili bir propaganda ile inşa edildiğini göstermektedir. Çağdaş propaganda tekniğinin en önemli aşamaları, bir siyasi doktrinin; programa, programın slogana, sloganın refleks uyandırıcı resimlere indirgemedir(Ellul J.2003:385). Diaspora Ermenileri, propagandanın bu aşamalarını başarılı bir şekilde gerçekleştirmiş görünüyorlar. Yoksa üçüncü nesil, Diaspora Ermenileri bu bilinçte olmazdı.

Siyasi ve ideolojik Ermeni hareketler propagandada, ilkin Hıristiyanlıktan kaynağını alan maduniyet, masumiyet, mazlumiyet metaforlarını kullandılar. Bu metaforlar onların geleneksel inançlarında zaten vardı. Soykırım ifadesi nasıl ki Yahudilerin acılarına kutsal bir anlam kazandırdıysa aynı şekilde, Ermeni propagandasına da kutsal bir değer kazandırmıştır. Hatta Hıristiyan inancına göre, soykırım yani toplu kurban olma, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi gibi kutsal bir uygulamadır. Kurban olma aynı zamanda yeni bir dönemin başlangıcıdır(Garaudy R.,1997:158) Siyasi ve ideolojik Ermeni hareketlerin, soykırım inancı ile kendilerini ifade etmelerinin sebebi, varoluşlarını kutsal bir inanca dayandırma çabalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu toplu kurban inancı/soykırım, yeni bir dönemin de başlangıcı ve müjdeci olarak kutsanır. Bir insanı ideolojik olarak ikna etmenin en güzel tekniklerinden birisi böyle bir inancın kullanımda tutulmasıdır. Ve Ermeni Diasporası bunu başarılı olarak kullanmaktadır.

Mazlumiyet, mağduriyet metaforları, Emperyalist Batı devletlerinin kamuoylarını, geniş Osmanlı coğrafyasında dağınık bir şekilde yaşayan ve ticari amaçlarını her şeyden önemli gören Ermeni halkını uyarmak ve canlandırmak için, araçsal bir değere dönüşmüştür. Ermeniler siyasi ve ideolojik etnik kimliğin korunması ve inşası sürecinde, seçici bellek, aidiyetin korunması ve dış gruplarla farklılaşmanın abartılmasını sağlamaya çalıştı. Tarihi metaforlar Diaspora Ermeni propagandasında araçsal bir işlev gördü (Bilgin N., 2006)

Yani Türk karşıtı Ermeni propagandasında, geleneksel inanç modern bir metafora dönüşmüş bulunmaktadır. Geleneksel bir inancın yeniden üretilerek modern metafora dönüşmesi durumu burada ortaya çıkmış bulunmaktadır. Aynı tutum bütün modern Batı kolonizatör devletlerin kurumsallaşmasında, milli bütünlük oluşturmasında ve başka milletleri hakimiyet altına alma süreçlerinde de başarılı bir şekilde uygulandı. Nazilerin Yahudileri toplu kıyımdan geçirmeden önce kullandığı propagandaya benzer bir propaganda ile karşı karşıya bulunmaktayız. Çünkü Naziler Yahudi düşmanlığı metaforunu eski inançtan almakla kalmadılar. O inancı, modern disiplin, bürokrasi ve propaganda yöntemlerinin uygulamasında aynı zamanda araçsal bir değer olarak da kullandılar.

Bundan dolayı muhayyel Ermeni masumiyeti, mazlumiyeti ve soykırıma uğramışlık miti, etkili propaganda teknikleri ile kullanıma sokuldu. Bu modern propaganda teknikleri ise, J. Ellul’un belirttiği biçimde ifade edecek olursak; eleştiri yeteneğinin bastırılması, güçlü bir sosyal bilincin oluşturulması ve kutsal bir alanın yaratılması(Ellul J., 2003:387) aşamaları ile biçimlendirilmeye çalışılmıştır.

Ermeni propagandasının aldığı niteliği tanımlamak için Stjefan G. Mestrovic’in Sırp saldırganlığını ifade ederken kullandığı geçmişe ait duyguların denetimi( Mestrovic S.G.,1999:56) ve yönetimi kavramsallaştırmasını kullanmak, konuyu anlamamızı kolaylaştıracaktır. Sırplar Boşnakları ve Arnavutları toplu kıyımdan geçirirken Kosova savaşında uğradıkları mağlubiyetin intikamını aldıklarını iddia ediyorlardı. Dünyaya biz Türkleri öldürüyoruz diyerek saldırganlıklarına meşruiyet kazandırıyorlardı. Ermeni Diasporası, toplumun geçmişine ait olduğu var sayılan muhayyel toplu acıları ve kurbanları çok kolay bir şekilde kontrol etti. Tıpkı Sırpların Kosova savaşı ile ilgili duyguları canlandırması, denetlemesi ve yeniden kullanıma sokması sürecinde olduğu gibi. Çünkü zaten bu acı ve kurban metaforunu kendisi kurgulanmıştı. Başlangıçta propaganda modern yöntemlerle kurgulandı. Ancak şimdi post modern düşünürlerin sözünü ettikleri ikonlaştırma, figürleştirme ve göstergelerin dolaşıma sokulması, propagandada etkili bir şekilde kullanılmaktadır.

Diğer taraftan propagandanın sloganlarını ve göstergelerini belirleyenler ise, gizli bir şekilde örgütlenen Ermeni Taşnak örgütü gibi örgütlerdi. Propagandanın bu iki faktör etkisiyle biçimlenmesi zulüm, eziyet ve azap görme metaforlarını baştan itibaren bir inanç şeklinde benimsetme ile sonuçlandı. Çünkü bu propaganda geleneksel olarak Hz. İsa’nın dolayısıyla tapınılan tanrının zulüm ve işkence görmesi metaforu ile destekleniyordu. Bilindiği gibi, Hıristiyanları bir birine bağlayan olgu, Hz. İsa’nın kurban edilmesi olgusudur.(Bataille G., 1995:15) Ermeni propagandası kıyıldıklarına inandıkları atalarının Hz. İsa gibi bir bedel için ölüme razı olduklarını varsaymaktadır. Propagandada içkin olan inanç budur. Ancak Yahudilerin yerine bu kez Türkler kondu. Bunu ilk Hıristiyan cemaatlerin Roma korkusu ile gizli örgütlenmesine benzetebiliriz. Bu gizlilik kiliseyi/cemaati kutsallaştırdı. Kehanetleri ve beklentileri kutsallaştırdı. Kabalacılığı yaygınlaştırdı. Ermeni siyasi ve ideolojik hareketinin başlangıçtan itibaren gizli örgütlerce yönetilmesi, Ermeni propagandasının metaforlara, kurgulara önyargılı suçlamalara göre biçimlenmesine neden oldu.

İnancın eleştirisi olmaz. Dolayısıyla Ermeni propagandası söyleminde soykırıma uğramış olma tarihi bir yaşanmışlık durumu değildir. Bir inançtır. Böylece Ermeni propagandasının eleştirisi bastırıldı. Farklı düşünen Ermeniler ağır bir şekilde cezalandırıldı. Propaganda da terör etkisi denilen bir ruh söz konusu olunca farklı düşünme imkanı da ortadan kalkar. Hatırlanacağı gibi Propaganda 1973 yılında Los Angeles’te bir gösteri salonunun sahnesine Türk başkonsolosu Mehmet Baydar’ın sahneye davet edilerek bütün izleyicilerin önünde öldürülmesi ile başlatıldı. Şiddet ve öldürme ile başlatılan bir soykırım propagandası ve mağduriyet imajı, Ermeni propagandasının ne kadar fanatik bir yapı ile kurgulandığının da tipik göstergesidir

Türk karşıtlığı ve mazlumiyet Ermeni örgütleri tarafından yaratılan bir metafor olduğu için, ortalama bir Ermeni tarafından eleştirilemez, sorgulanamaz. Ermeniler Kiliseye, Hz. İsa’ya Hıristiyanlığa ve dinin kutsal sakramentlerine iman ettikleri gibi, Türklerin kendi atalarını öldürdüklerine inanmak zorunda bırakıldılar. Propaganda’da oluşturulan kutsal alan bu şekilde ortaya çıkmış oldu.

Bu propaganda tekniği daha önce Batı toplumlarının canlandırılması ve Dünya çapında bir güç olmaları için etkili bir şekilde kullanılmıştı. Mircea Eliade’nın belirttiğine göre, kökene dayalı mitler, Avrupa kültürlerinde yaşamaktadır. Batı devrimlerinin hepsi kendini yeniden yapılandırma, Reform, Rönessence olarak tanımlar. Reform kutsal kitaba dönüş, Fransız ihtilali, Roma ve İsparta’ya dönüş, Nazi Almanya’sı Ari ırkı ruhuna dönüş, Marksizm, altın çağa ve binyılcı kehanete dönüşün örnekleridir(Besnier M., J., 2003:825). Çünkü, Mit kitleleri harekete geçirmek, ortak bir ruh oluşturmak ve her türlü mantığı hiçe saymak için Marksistlerin bile baş vurduğu bir yöntemdir(Besnier M., J., 2003:826).

Ermeni ihtilal hareketlerinin alt yapısı Batı Protestan ve Katolik misyonerler tarafından hazırlandığı için, Batı toplumlarının inşasında kullanılan mitler ve metaforlar Ermeni propagandasında da kullanıldığını daha önce belirtmiştik. J.Derrida, “…Hiçbir zaman mevcut olmamış ve hiçbir zaman olmayacak bir geçmişin…”(Balibar1995:109) varlığından bahseder. Bu sözde, geçmiş yaşam inancına dayalı varoluş, diriliş, saldırı veya ifade biçimleri, Batı kültürlerinin tümünde mevcuttur. Muhayyel bir toplum ve muhayyel bir ülkenin mazlum halkı olarak Ermeniler, bu mazlumiyetlerini belgelendirmek için, kendilerini örgütleyen ve ayaklandıran Fransız keşişlerini bile öldürmüşler. Bu ölümü Türkler din adamlarını, rahipleri öldürüyor(Sykey M.,2000 :102) diyerek, Ermeni propagandasında bir figür olarak kullanmışlardır.

Bilindiği gibi, 19 yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar Ermeni edebiyatına hakim olan en önemli tema, kurtuluş duygusu, soykırıma uğramışlık, zulüm ve şiddet psikolojisi ve sürgün edilmişlik miti olmuştur. Acı, baskı, direniş olayları Ermeni milliyetçi söyleminde temel temayı oluşturur. İlginçtir onların bu kültürü ve inancı, 1988 yılı depremini de, bir Türk komplosu olarak yorumlamalarına sebep olmuştur (Rutland P., 1995:9).

Mağduriyet ve maduniyet Ermenilerin siyasi eylemlerde kullandığı en önemli psiko-sosyal söylem olduğundan dolayı bütün Ermenilerde Türklerden nefret etme bilinci yapılan araştırmalara bakılırsa tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bu söylem bütün Ermenilerde ortak bir sosyal bilinç meydana getirmiştir. TESEV’in 2005 yılında Ermeniler ve Türklerin karşılıklı tutumları hakkında yaptığı saha araştırmasının sonuçlarına göre, Ermeniler’de Türklere karşı aşırı ve bağnaz bir önyargı vardır. Rapora göre Ermenilerin % 99.9’u Türklerin Ermenileri öldürdüğüne, göçe zorladığına inanmaktadır. Ermeni Türk çatışmasının 1914 savaşıyla başlamadığına, çok eski bir tarihe dayandığına, %97.7 oranlarında inanmaktadırlar. Ermeni halkının, düşman olarak Atatürk, Talat Paşa ve Enver Paşa isimlerini çok iyi bildiği, anılan raporda belirtilmektedir. Yine anılan raporda Ermenilerin Türkleri sevmediği, buna karşılık Türklerde Ermenilere karşı merkezileşmiş ve keskin bir önyargının, ırkçı tutumun mevcut olmadığı da görülmektedir. (Kentel ve Gevorg, 2005: 13-26) Raporun bulguları Ermenilerin Türkler hakkındaki duygularının, tutumlarının, inançlarının ve bilgilerinin ne kadar korkunç olduğunu göstermektedir. Türklerin Ermeniler tarafından tamamen dehümanize edildiğine işaret etmektedir. Türkleri yakan Irkçı dazlakların Almanya’da Türklere karşı taşıdığı önyargıdan(Duran, H.,2008:21) daha keskin ve şiddet içeren bir önyargının Ermenilerde mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

MUHAYYEL SOYKIRIM SUÇUYLA SUÇLANMA İŞKENCESİNİN KURBANLARI: TÜRKLER

İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre: “İşkence; bir kimseye karşı kendisinden itiraf almak, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak….” Cümleleri ile başlamaktadır. Bu ifadeler işkence tanımının başlangıç cümlesini oluşturmaktadır.

BM sözleşmesinin başlangıç cümleleri, Nazilerin Yahudileri kamplara toplamadan ve kitlesel kırımdan geçirmeden

İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre: “İşkence; bir kimseye karşı kendisinden itiraf almak, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak….” Cümleleri ile başlamaktadır. Bu ifadeler işkence tanımının başlangıç cümlesini oluşturmaktadır.

BM sözleşmesinin başlangıç cümleleri, Nazilerin Yahudileri kamplara toplamadan ve kitlesel kırımdan geçirmeden önce, Yahudilere uygulanan ayırımcı, ırkçı şiddete atıfta bulunmaktadır. Bu ayırımcı ırkçı şiddet, bir grubu ötekileştirme ve dehümanize etme süreci ile başlar. Yani toplu kıyımdan önce, kıyılacak grubun insan olmadıklarını, öldürülmeyi hak ettiklerini, çağdaş yaşam biçimine ve değerlere uyum sağlamadıklarını, ekonomik, kültürel ve sosyal haklar bakımından hakim toplum değerleriyle uyumlu olmadıklarını geniş toplum kesimlerine kabul ettirme sürecindeki propagandanın kendisi de bir işkencedir. Soykırıma hazırlık evresidir. Birleşmiş milletler sözleşmesi işkencenin bedene uygulanmasından önce zihinlere, bilinçlere ve kültürel ifade biçimlerine uygulandığına işaret etmektedir. Bu türden ayırımcı propagandaları ve baskıları yasaklamaktadır. Bir toplumu ve kültürü soykırım yapmakla suçlama, suçlanan toplumu düşman olarak görme, o toplumu suç itirafına zorlama, bu amaçla müeyyideler koyma sürecinin kendisi dehümanize etme ile ne kadar alakalıdır? Bunun üstünde ayrıntılı olarak durmak gerekir.

Hitler Yahudileri suçlarken, onlara ayırımcı politikalar tatbik ederken, onların sadece kutsal inançlardan kaynaklanan söylemsel tarihi suçlarını gündeme getirmemişti. Aynı zamanda onların Almanya’nın geleceği için oluşturdukları muhtemel potansiyel tehlikeleri de önemli bir suçlama gerekçesi olarak öne sürmüştü. Dolayısıyla soykırım öncesi propagandalar ve söylemler, varolduğuna inanılan söylemsel tarihsel suçların yanı sıra, ilerde işlenecek muhtemel suçlar ve uyumsuzluklar üzerinde kurgulanmıştı. Bu kurgu daha sonra fiili soykırım yapma eylemlerinde araçsal bir işlev görmüştür.

Bir toplumu tarihi kutsal metaforlara dayalı olarak dehümanize etme ve buna dayanarak yargılama bir adalet sorumluluğu değildir. Düşman olarak damgalanan halkın geleceğini karartmadır. Tarihe mal olmuş olaylardan dolayı mahkemeler kurma ve yeni cezalandırma biçimleri geliştirme işlemleri hukukla, insan hakları ile alakası olmayan uygulamalardır. Doğrudan doğruya suçlanan, dışlanan ve barbar olarak damgalanan halka bir eziyettir. Zaten tarihi metaforların intikam duygusunu canlandırmak amacıyla kullanımı, kendi başına düşünülecek olsa hukukla alakası olmayan bir işkence uygulama biçimidir.

Ermeni Diasporasının Türkleri soykırım suçlusu olarak damgalaması kendi başına önemli bir olgudur. Sosyal psikologların gruplar arası ayırımcılığı, ırkçılığı, suçlamaları ve önyargıları açıklamak için kullandıkları yansıtmalı ve yansıtmalı özdeşim kuramları Ermenilerin Türklere karşı olan önyargılarını açıklayabilir. Kurama göre bir grup kendi içindeki olumsuz duyguları karşısındakine yükler. Önyargı ili kurgulanmış olan bu duyguları karşıdakinin temel özelliği olarak görür. Karşıdakini bu olumsuz sıfatları kabullenmeye zorlar. Bunun için baskı uygular. Yansıtma kuramına örnek olarak, Amerikalı beyazların siyahlar hakkındaki olumsuz, ayırımcı duygularını onların gerçek özelliği gibi değerlendirmeleri ve onlara ekonomik, hukuki ayırımcılık politikaları uygulamaları gösterilebilir. Aynı şekilde Hitler önyargı ile dışladığı Yahudileri tehlikeli bulduğu için öldürmüştü. Toplu kıyımdan geçirmişti. Yahudilerde Hitlerin kendilerine atf ettiği suçlamaları kabul etmişti. İçselleştirmişti. Tıpkı zencilerin yüzyıllarca kendilerine uygulanan ayırımcılığı benimsemiş olmaları gibi. Yani Ermeniler Türklere karşı taşıdıkları önyargıları, kinleri ve nefretleri meşrulaştırmak için, Türklerin soykırım yaptıklarına inanarak kendi çelişkilerini gizlemeye çalışıyorlar.

Soykırımla suçlanma olgusunu iki şekilde değerlendirmek gerekir. Birincisi soykırımla suçlanan halkın gördüğü ve göreceği muhtemel işkenceler, şiddet hareketleri ve eziyetler. İkincisi ise soykırım öncesi şartların sosyolojisi bakımından Diaspora Ermeni iddialarının tahlili.

İlkin şunu belirtelim, Ermeni diasporasının Türkleri, soykırım suçlusu olarak görmesi, bu amaçla dünya kamuoyunu yönlendirmesi, böyle bir kabahatle ikonlaştırması ve suç itirafına zorlaması kendi başına bir eziyettir. Bir işkencedir. Burada işkence ilk biçimiyle Türklerin bedenine değil bilincine yönelmiş bulunmaktadır. Ancak bu propaganda hatırlanacağı gibi önce Türk büyük elçilik görevlilerine doğrudan saldırma ve onları öldürme ile başladı. Karabağ işgalinde ise kitlesel Türk kıyımına neden oldu. Bir çok Karabağlı sırf Türk ve Müslüman olduğu için öldürüldü. Türkler başlangıcı kan dökmeyle başlayan ve her yönüyle şiddet içeren bir söylemin kurbanı konumuna indirgenmiş duruma gelmişlerdir.

Diaspora, kendileri için bir metafor olan soykırım suçunu Türklere kabul ettirmeye çalışırken, Türkleri, itirafa zorlarken ve gerçekle yüzleşmeye çağırırken, M. Foucault’dan alınan kavramları kullanmaktadır. Foucault delilere/akıl hastalarına uygulanan çağdaş tedavi tekniklerinin içeriğini açıklığa kavuşturmaya çalışırken, delilerin hasta olduklarını kabul etmesi beklentisini, suçun kabullenmesi ve gerçekle yüzleşmeyi göze almaları olarak tanımlamaktadır(Tekelioğlu O.,1999:18) Delilerin toplumdan izole edilmeleri, tımarhaneye kapatılmaları ve delilere uygulanan bir dizi bilinç bunalımı tedavileri bu aşamadan sonra başlar.

Foucault’ya göre, akıl hastası olarak damgalanmış birisinin, ben akıl hastası değilim, sağlıklıyım, deme gibi bir hakkı yoktur. Çağdaş sağaltım anlayışına göre deli olarak damgalanan birisinin, ben sağlıklıyım demesi, hastalığı veya suçu inkar olarak algılanmaktadır. Diaspora Ermenileri, Türkleri ikonlaştırılan söylemsel tarihi suçu, kabul etmeye zorlarken, böyle bir suçu ben işlemedim, diyen akıl hastalarına tatbik edilen muameleyi Türklere tatbik etmeye çalışmaktadır.

Küresel iletişim araçları, bu araçları yöneten güçler ve küresel hukuk ağlarının kurgucusu olan kolonizatörler dünyanın her yerinde Türkleri ciddi manada baskı altında tutmaya çalışıyorlar. Diaspora ve küresel güçler, hiç olmayacak şekilde, Türkleri, atalarının katil olduğunu kabul edecek kadar anlayışlı!? ve hoşgörülü!? olarak görmek istediklerini söylüyorlar. Mesela H. Dink’in cenaze törenine Türk halkının yoğun bir şekilde katılmış olmasını, Türklerin suç itirafında bulunduklarını söyleyen Ermeni yazarlar bile oldu. Tıpkı Hitler’in Yahudilerden beklediği davranışı yani yansıtmalı özdeşim davranışını, Diaspora Ermenileri ve onların küresel ortakları Türklerden bekliyorlar.

Bazı ülkelerde kabul edilen soykırım yasası daha çok düşünce suçu kapsamında ele alındı. Tepkiler bu bağlamda geliştirildi. Ancak böyle bir yasanın kendisi, doğrudan doğruya soykırım suçlusu olarak görülen halka bir eziyettir. İşkencedir. İnsan hakları sorunudur. Benzer uygulamalar, Amerika’da zencilere, Kızılderililere, Almanya’da Yahudilere, İngiltere’de Asyalı göçmenlere uygulanmıştır. Burada bir halk hedef alınmaktadır. Bir halkın, kültürün nesiller boyunca katil olduğu, suçunu kabullenmeyecek kadar gaddar olduğu, korku ve nefret kaynağı olduğu belirtilmektedir. Bilindiği gibi bir çok araştırmada, bir halkı soykırım yapmakla suçlama olgusu o halka şiddet uygulama(Hogg A.M., 2007:410) olarak tanımlanmaktadır.

Sırplar Boşnakları, Arnavutları Avrupa’daki Türk bakiyesi olarak dışlarken ve onları toplu kıyıma hazırlarken nasıl insan haklarını çiğnediyse, Türklerin soykırımla itham edilip ötekileştirilmeleri de insan hakları sorunudur. Hitler Yahudileri öldürmeden önce ötekileştirmişti. Soykırım ithamı da Türkleri ötekileştirmektir. İşkenceye görmeye hazırlamaktır. Çünkü ilkin bir çok Türk, hakkında hiç bilgi sahibi olmadığı, hiçbir zaman yaşamadığı ve görmediği bir suçu işlemiş olmakla suçlanmaktadır. Tıpkı iftira edilen birisinin yaşadığı bilinç bunalımı gibi bir bunalımı, duygu olarak yaşamak zorunda kalmaktadırlar. İkincisi iftiraya kurban gittiğine inanan birisi, kendisine iftira atanların kendisi için daha kötü bir gelecek hazırladıkları kaygısını taşır. Bu kaygı onda güvensiz bir ortamda ve Dünyada yaşadığına dair bir inanç uyandırır. Bu tutum da kendi başına bir eziyettir. Izdırabtır. İşkencedir. Çünkü suç işlemeyen birisi kendisine atılan iftira karşısında, iftira atanların kendisi hakkında önyargılı olduklarını, kendisi hakkında kötü niyetli olduklarını ve kendisini şu yada bu şekilde cezalandıracaklarını, kendisine yaptırım uygulayacaklarını düşünür. Bu türden kaygılar geliştirir. Bu kaygıların kendisi, ayrımcılığa tabi tutulduğu ve başına felaketler getirileceği anlamına gelir.

Türkler, Franz Kafka’nın Dava adlı romanında’ki Joseph(Kafka F. 2003:1) gibi, Bürokratik, hukuki ve kamuoyu otoritelerince suçlanmakta, itirafa zorlanmakta. Soykırım suçlusu ablukası altına alınmakta. Büyük elçiler, büyük elçilik görevlileri hiç tahmin etmedikleri, sebebini daha önce hiç düşünmedikleri kurşunlara hedef oldular. Onların bir çoğu soykırım diye bir şeyi hiç duymamışlardı. Dolayısıyla, Soykırım ithamı her şeyden önce Ermeni diasporasının Türkleri soykırımla suçlarken Türkleri dehümanize etmesi, çağdaş toplumların dışına itmesi ve soykırım suçunun ezikliği ile yaşamaya zorlamasıdır.

İkincisi ise Ermeni iddialarına göre, düşünecek olsak, Türklerin Ermenileri 1915 yılı olaylarından önce dehümanize etmesi gerekirdi. Çünkü Almanya toplu Yahudi kıyımını fiilen başlatmadan önce, Avrupa kültüründe kökeni çok eskilere dayanan antisemitik inançları gündeme getirdi. Almanlar arasında Yahudilerden nefret etme duygusunu canlandırdı. Yahudileri adam olmaz ırk olarak damgaladı. Onları kültürel, siyasal ve ekonomik hayatın dışına itti. Kıyım bu mantıksal olarak örgütlenmiş söylemden sonra, yine bürokratik bir disiplin çerçevesinde gerçekleştirildi.

1915 olaylarında kaç tane Ermeni ve Türkün öldüğü ayrı bir tartışmadır. Ancak saldırma eylemlerinden önce Türkler tarafından Hitler’in Yahudilere uyguladığı dehümanizasyona benzer bir uygulama Ermenilere uygulandı mı? Bu konuda tarihi metinlere baktığımızda tam tersi bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. Öldürüldük diyenlerin öldürenleri dehümanize ettiği görülmektedir. Yani Ermenilerin ayırımcı davrandıkları, Türkleri dehümanize ettikleri, kendileriyle yaşanmaz bir halk olarak gördükleri, Misyoner ve kolinizatör emperyalist güçlerin etkisiyle biçimlenen Ermeni propagandasında açıkça görülmektedir. Yani Hitlerin ikinci dünya savaşı öncesinde Yahudilere uyguladığı ötekileştirme, dehümanize etme süreçlerini, Türkler Ermenilere uygulamadı. Bilakis Ermeniler Türklere uyguladı. H. Arındt’ın çalışmalarında ortaya koyduğu gibi ifade edecek olsak, soykırım bir gecede alınan bir kararla veya bir telgraf emri ile işlenebilecek bir suç değildir. Mantıklı bir şekilde düzenlenmiş, disiplin altına alınmış, bürokratik olarak kurgulanmış ve çok etkili propaganda ile şartları oluşturulmuş ve başarılı bir şekilde yönetilen bir sürecin sonunda meydana gelen kitlesel öldürmeler ve gerçekleştirilen kitlesel kıyımlar soykırımdır. Osmanlı devletinin ve Türklerin tehcir yasasından önce mantıksal olarak kurgulanmış Ermeni karşıtı bir propagandası bile mevcut değildi. Bilakis bu suçlamaları ve dehümanize etme biçimlerini, Ermeniler Türklere uygulamışlardır.

Ermenilerin Türkleri dehümanize etmesi ve dışlaması, 1915 yılındaki olaylarla başlamadı. Hatırlanacağı gibi yukarıda belirtmiştik; Ermeni örgütler, 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren Ermenilerin Türklerle dostluk kurmamaları, çocukları Türk okullarına göndermemeleri, Türklerle komşuluk ilişkilerini kesmeleri konusunda ciddi propagandaları olmuştur. Dehümanize etme yoluyla tarizde bulunma ve şiddet uygulama görüldüğü gibi, Türklerin yaptığı bir eylem değildir. Diaspora tarafından soykırım başlangıcı olarak görülen tehcir yasasının çıktığı savaş ortamında bile, Osmanlı yöneticilerinin, bürokratlarının, sermaye çevrelerinin ileri gelenlerinden bir çoğu Ermeniydi.

Holocaust/soykırım olgusu, Z. Bauman’ın ifadeleri ile söylersek: “Kötülerin masumlara karşı işlediği korkunç bir suç. Bir yandan deli katiller, öte yandan ise çaresiz kurbanlar…”(Bauman Z.1997:7) anlamına gelen bir imaj yaratmak üzere kurgulanmıştır. Bu Yahudilerin ve ikinci dünya savaşı galiplerinin yarattığı ve kurguladığı bir imajdır. Bu imajı yine Baumun’ın tesbitleri ile anlamlandırılacak olsak; daha sonra soykırım miti bir taraftan kendini ölenlerin sözcüsü konumunda görenler tarafından genelleştirilerek Hıristiyanlaştırılmaya çalışıldı. Diğer taraftan ise, Yahudi İsrail devleti, bu trajik anıları, siyasi meşruiyetinin sertifikası, geçmişteki ve gelecekteki politikaları için bir geçiş izin belgesi, hepsinden öte kendi yapacağı haksızlıklar için bir ön avans olarak kullanmaya çalıştı(Bauman Z. 1997:9). Almanlara yaptırım uygulamak için Yahudi soykırım imajı görüldüğü gibi araçsallaştırılmıştır. İsrail ise soykırıma uğramış olma imajına sığınarak Arap topraklarını işgal etmiştir. Bu mağduriyet imajı ile hala Filistinlileri öldürmeye, baskı altında tutmaya ve onlara sistematik işkence uygulamaya devam etmektedir.

Soykırım suçu, modern değerlerin hakim olduğu bir toplumda söz konusudur. H.Arendt ve Z. Bauman, tanımlamalarıyla söylersek; soykırım, modern akılcı toplumda, uygarlığın yüksek sahnesinde ve insanoğlunun kültürel zaferinin zirvesinde doğmuş ve uygulanmıştır. Bu nedenle toplumun uygarlığın ve kültürün bir sorunudur(Bauman Z. 1997:11). Holocaust, fabrika yapısı araçlarla, ancak en ileri bilimin sağlayabileceği silahlar kullanılarak bilimsel tarzda yürütülen organizasyonlarla tasarlanmıştır. Modern uygarlık holocaust’un yeterli şartı değil, gerekli şartıdır(Bauman Z., 1997:32).

Ermeni soykırım ithamları ile ilgili olaylara, Arındt ve Bauman’ın Yahudi kırımına getirdikleri tanımlamalar ile bakılacak olsak, şunu görürüz: Dönemin Osmanlı toplumu modern manada örgütlenmiş değildi. Önceden planlanmış, disiplin altına alınmış ve Ermenilere ayırımcılık yapmayı meşrulaştıran modern bir bürokratik aygıt bile söz konusu sözde soykırım dönemlerinde henüz mevcut değildi. Sözde soykırımın olduğu dönemin sosyolojik şartları, disipline, mantıksal örgütlenmelere hatta her türlü çağdaş sınai üretim ve ticari ilişki biçimlerine kapalıdır. Ermenilerin yaşadığı bölgelerin bir çoğunda olayların yaşandığı dönemde, ayni mübadeleye dayalı ticari ilişkiler söz konusudur. Modern örgütlenme biçimlerinin hiç birisi o dönemin Osmanlı toplumsal yapısında mevcut değildi.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Arl 28, 2008 1:58 am    Mesaj konusu: 'OsmanlI'ya baka seçenek bırakmadIlar' Alıntıyla Cevap Gönder

MUHAYYEL SOYKIRIM SUÇUYLA SUÇLANMA İŞKENCESİNİN KURBANLARI: TÜRKLER

(Devam)

Yahudi soykırımı olayında, Almanların öldürmeyi meşru görmeleri ve ahlaki kaygılardan uzaklaşmalarını sağlayan üç tane faktör vardı(Herbet C. Kelman’a Göre) Bunlar: 1-Yasal olarak insanlara şiddet uygulama yetkisi verildi. 2-Yahudi karşıtı fiiller rutinleştirildi. 3-Yahudiler dehümanize edildi.(Bauman Z., 1997:41) Yukarıda belirtildiği gibi Türklerin Ermenileri öldürmeleri için, Ermenilerin önceden dehümanize edilmeleri gerekirdi. Oysa hiçbir zaman Ermeniler hakkında bir dehümanizasyon düşünülmedi, bu amaçla bir propaganda yapılmadı. Bilakis Ermeniler hep millet-i sadıka olarak görüldü. Tehcir yasasında Müslüman halka Ermenilere şiddet uygulama konusunda bir yetki ve sorumluluk verilmedi. Bilakis göçe tabi tutulan Ermenilerin eşkiyaya karşı korunması için yasaya özel maddeler kondu. Ayrıca Ermeniler tehcir yasasına rağmen Anadolu’da kalmaya devam ettiler. Bütün Ermeniler belirli kamplarda toplanmadı.

Kelman’ın yukarıda belirttiği Yahudi soykırımındaki üç aşamanın üzerinde ayrıntılı olarak düşündüğümüzde, Ermeni iddialarının tersi bir durumla karşılaşmaktayız. Çünkü, Türkleri soykırım suçlusu olarak gören Diaspora Ermenileri, Türk yetkililerini öldürmeyi kutsallaştırdı(Nazilerin Yahudileri öldürmesi gibi). Onların öldürülmesini rutin bir intikam duygusunun gereği olarak biçimlendirdi. Ayrıca bütün Ermenilere Türklerin barbar, vahşi, ilkel ve kan emici olduğunu bir inanç olarak benimsetti. Türklere biz katillerin çocuğuyuz demeyi, içselleştirmek için yasal aygıtlar hazırladı.

Bilindiği gibi Türkler 1970’li yıllardan bu yana suç itirafı işkencesine maruz kalmaktadır. Tarihte işlendiği varsayılan bir suçtan dolayı bir milletin itirafa zorlanma işkencesi görmesi, Ermeni diasporasının uygulamalarıyla ortaya çıkan bir durum değildir. Aynı uygulamayı önce Naziler Yahudilere uyguladı. Daha sonra İkinci Dünya savaşının galipleri Almanlara uyguladı. Son on yıldır bu işkence Sırplar tarafından Boşnaklara, Arnavutlara ve Hırvatlara uygulandı.

Burada işkence ve şiddet; suçla itham edileni itiraf etmeye zorlamayla başlamaktadır. Bu durumda Ermenilerin Türkiye’yi ve Türkleri soykırım yapmayla suçlaması ve bu suçun itirafı için zorlaması, baskı altında tutulması ve şiddet uygulaması sorunu ile karşı karşıya bulunmaktayız.

Öte taraftan yukarıda belirmiştik yansıtmalı özdeşim kuramına göre düşünecek olsak, soykırım mağduriyeti inancı, kendi içinde başka milletlere karşı bir öfke, kin nefret, şiddet, intikam ve saldırganlık duygusu ve inancı taşır. Aynı duyguyu Siyonist gruplara mensup Yahudilerde, Yahudileri soykırıma tabi tutan Naziler’de ve Boşnaklara, Hırvatlara, Arnavutlara saldıran Sırplarda görmekteyiz.

Burada mağduriyet, ezilmişlik, işkence görme miti, Hıristiyanlıktaki Hz. İsa’nın işkence görme metaforunu aşmaktadır. Hz.İsa’nın işkenceye katlanma metaforu, bazı Hıristiyan gruplar ve düşünürler tarafından hak için işkence görme bir fedakarlık ve şiddete rıza olarak algılanmıştır, yorumlanmıştır. Bu şiddet ve işkence algılaması, yani şiddete tepki gösterme biçimi, şiddeti bir nefis terbiyesi olarak algılama biçimine dönüşmektedir. Yaşanan şiddeti masumiyet duygusu ile metafora dönüştürme ve bir değer yargısı haline getirme, hatırlanacağı gibi yukarıda üzerinde durduğumuz bir konuydu. Ermenilerde bu inancın yerleşmesinin sebeplerinden birisinin bu işkence gören Hz. İsa metaforu olduğunu belirtmiştik.

Ancak modernizmin etkisi ile bu metafor 19.yüzyıl ve modern çağ boyunca Bütün batılı toplumlarda olduğu gibi Ermeniler’de de ötekiye saldırı ve ötekine şiddet uygulama metaforuna dönüşmüştür. Mağduriyet, ezilmişlik ve şiddet görmüşlük benimsenen, içselleştirilen bir tapınma biçimi olmaktan çıkmaktadır. Ötekileştirilen gruba yani Türklere bir saldırı duygusu yaratmaya neden olmaktadır. İçselleştirilerek yaşanan mağduriyet duygusunun kutsallık derecesi ile, dışsallaştırılarak saldırganlığa dönüştürülen mağduriyet duygusunun kutsallık derecesi arasında fazla bir fark yoktur. Birincisinde mağduriyetin sabra, sebata dönüşümü, ikincisinde ise bu dönüşümün saldırganca kullanımı söz konusudur.

Saldırgan duygunun gerçekleşmesi ise karşı tarafın ötekileştirilmesiyle başlar. Bu da Ermenilerin Türkleri dehümanize etmeleri, öldürmeleri ve Türkiye hakkında ölümcül yıkım planlara yapmalarını kutsal bir inanç haline getirmektedir. Meşrulaştırmaktadır. Ancak soykırım suçlusu görülen Türklerin kutsal bir inançla tarize, saldırıya ve şiddete maruz kalması, kendi başına sadece kutsal inançla sınırlı bir temele dayanmıyor. Aynı zamanda tıpkı Nazilerin Yahudileri dehümanize ederken kullandığı mantıksal, hukuki, bürokratik ve örgütlü yapılar ve uygulamalarla da desteklenmekte ve tatbik edilmektedir. Yani kutsal dini inançla içkin bir çağdaş uygulama saldırısı söz konusudur.

Ortada Türklere uygulanan bilinçli bir şiddet var. Bu şiddet her hangi bir çekişmeden kaynaklanan tutkusal, duygusal bir şiddette değildir. Bilinçli şiddet, tutkusal şiddetten biraz farklıdır. Tutkusal şiddetin dayandığı düşmanlık, öfke, intikam ve hırs güdüsünü etkinleştirmek, kalıcılaştırmak ve sürdürülebilir kılmak için kurumsallaştırır, rasyonelleştirir, hesaplanabilir değerlere, güç ve iktidar ilişkilerine dönüştürerek meşrulaştırır. Bürokratik hukuki ve felsefi aygıtlar ihdas eder, yürütür. Makyavel, Hobbes iktidar ve güç meşruiyeti için uygulanan sözlü şiddeti yalan dahi olsa meşru kabul etmişlerdir. 19. yy. büyük boy batı felsefeleri de “mutlak özne” kavramıyla şiddet uygulamayı meşrulaştırmışlardır. Hegelin geist’i, Marx’ın proleteryası, Nietzsche’nin üstün insanı Makyavel’in hükümdarı ve vatan’ı bu işlevi görmüştür. Suçlama yolu ile şiddet uygulamanın meşru olduğunu tarihi bir zorunluluk ve doğal bir uygulama olarak görmüşlerdir.( Sergio Cotta, 2003:851)Bu saldırı ve şiddet simülasyonlarla, küresel iletişim ağlarının göstergeleri ile desteklenerek, simülasyonlarla yaratılan bir inanç şeklinde Lefebvre’in(Çakır S.,2008:164) ifadesi ile söyleyecek olsak terör yoluyla egemen kılınmaktadır. Türklerin üstünde bir bahar bulutu gibi sürekli dolaşımda tutulmaktadır.

Ermenilerin Türkleri soykırım suçu ile itham etmeleri temsillere ve göstergelere dayalı olarak gerçekleşmektedir. Bu temsiller ve göstergeler mevcut veya yaşanmış fiili bir gerçekliğe bağlı olarak üretilmiş değildir. Böyle olmakla birlikte inandırıcı ve etkilidir. İletişim çağının algı yanılsamalarının bütün teknikleri başarılı bir şekilde kullanılarak, Türklere yönelmiş bir şiddet ve terör hareketi fiilen varlığını devam ettirmektedir. Öte taraftan Kafka’ya göre, Suçu itiraf etme, suçsuzluğu ortaya koyma ve isbatlama gerçekten mümkün değildir. Çünkü kanunda yazılanlara göre suç başka bir şeydir, benim duyup işittiklerime göre suç başka bir şeydir. Ceza duyup işittiklerime göre verilmektedir.(Yumul A., 2005:14) Burada duyup işitilenler ise Ermeni diasporasının ikonlaştırarak, sürekli dolaşımda tuttuğu şey ise Türklerin soykırım suçlusu olarak gösterilmesidir.

Ermeni diasporası soykırım suçu ile Türkleri suçlarken, itirafa zorlamaya çalışırken, bu ithamla gösteriye dönüşen bir şiddetle muhatabını cezalandırmaya çalışırken tarihsel gerçeklikle alakalı değildir. Artık şiddet uygulamayı, yani itirafa zorlama tekniklerini kullanmayı bir sanat, edebiyat ve gösteriye dönüştürmüştür. Bir anlamda şiddet için şiddet gibi bir çaba ile karşı karşıya bulunmaktayız. Aslında metaforla üretilen bütün bilinçler için böyle bir çaba söz konusu olabilmektedir. Burada üretilen bilinç katil ve barbar Türk imajıdır. Bu imaj çağdaş medya ve gösteri araçları ve güçleri ile desteklendiğinde, tamamen sanal bir alanda yaratılan bir gerçeklik sorunu karşımıza çıkmaktadır. Türklerin taciz edilmesi, itirafa zorlanması ve gösterge denilen metaforlarla şiddete maruz bırakılması bu şekilde gerçekleşmektedir.

Karşılıklı anlaşma, işbirliği, konuşma ve dinlemenin olmadığı bir ortamda şiddet başlar. Diyalog saygı ve kabulün karşılıklı olmasını gerektirir. Şiddet uygulamakla suçlanmak, ahlaki şiddete maruz kalmaktır. Taraflardan biri yoldan çıkmış bir iradenin egemenliği altına girince diyalog mümkün değildir. Bu durum insani yüzünü tanımadığı rakibine gerçek anlamda hiç “değer vermeyen”, şiddet uygulayan tarafından “hor görülen” ötekinin kişisizleştirilmesi sonucunu doğurur.( Sergio Cotta,. 2003 :848)Şiddet uygulayanların şiddet uygulama nedenlerini açıklama ve doğrulama gibi bir kaygıları yoktur. Çünkü şiddeti besleyen tutku ve arzu kendini doğrulama ihtiyacı duymaz. Sadece başarı için teknik bilgiye ve beceriye ihtiyaç duyar.(Sergio Cotta 2003: 850) Siyasi ve ideolojik Diaspora Ermeni hareketleri, Türkleri katillerin torunları olmakla suçlarken, suçlamanın gerekçesini bilimsel olarak ortaya koymaya da ihtiyaç duymuyor. Ekspresyonist sanatçıların bakış açısına benzer bir tutumla, hayal ettikleri bir tarihi, bir suçu ikonlaştırarak saldırmaktadırlar. Tıpkı Pikasso, ve kubist sanatçılar gibi, hayal ettikleri, kurguladıkları, düşündükleri ve inandıkları değerleri tarihe, tabiata ve Türklere yakıştırıyorlar. O türden ikonlar oluşturuyorlar.

Sözün bittiği yer şiddetin başlangıcıdır. Ermeni diasporası, Türkleri soykırım itirafına küresel güçlerle, medya ile birlikte zorlarken şiddeti de başlatmış olmaktadır. Benim senin hakkında inandığım şeye sen de inanmak zorundasın demek, kendi başına bir şiddettir, zorlamadır, hak ihlalidir. Üstelik bu itiraf kendi kendine hakareti içeriyorsa, durum çok daha vahimdir. Ben katliam yapan ataların çocuğuyum deme, kendi başına bir sosyo-psişik bozukluktur, sapmadır. Sağlıksız bir varolma biçimidir. Ben katil çocuğu değilim deme, katle gösterilen tepkinin sonucudur. Katle rızasızlığın anlatımıdır.

Şiddet iktidarı somutlaştırır. Belirginleştirir sanal bir kabul olmaktan çıkartır. Ermeni diasporasının araçsallaştırılmış soykırım söylemini işlerken, bunu Türklere işkence edecek şekilde dolaşımda ve kullanımda tutması, aynı zamanda diasporanın iktidarını da somutlaştırmış olmaktadır. Şiddetin varlığı iktidarı alternatifsiz kılar. Çünkü belli bir alanda otorite kurmakla şiddet kışkırtıcılığı arasında her zaman yakın bağlar vardır(Arendt H., 2003:10) Ermeni suçlamalarının küresel hukuk aktörlerince onaylanıp dolaşımda tutulması, Diaspora iktidarının bürokratik ve şiddet içeren göstergesidir.

Ermeni diasporası soykırım ikonasını ve simularkını sürekli dolaşımda tutarak, Türkleri ahlaki manada utandırmaya çalışarak, işkencenin bilinç altına işlenmesini sağlamaya çalışmaktadır. Tıpkı Amerikan işgal kuvvetlerinin Irak halkına yaptığı işkenceyi fotoğraflayarak bir gösteri haline getirmesi ve dolaşımda tutması gibi. Utancı çoğaltarak şiddet uygulama bilindiği gibi şiddeti her alanda görme anlamına gelir. Amerikan askerleri Iraklı mahkumların utancını arttırarak onlara uyguladıkları şiddeti yaygınlaştırdılar. Bir insanın katil olduğunu söylemesi için, Amerikan askerleri gibi öldürmesi ve işkence etmesi gerekir. Çünkü bu öldürmeler ve işkenceler faaliyet süreci içinde onların intikam hırslarının boşalmasına neden oluyordu. Öldürme ve işkence onlarda büyük bir güç olduklarına dair bir duygu uyandırıyordu. Bundan dolayı Amerikan askerleri, bu işkenceleri ve öldürmeleri biri birleriyle paylaştılar. Dostlarına güçlerinin bir göstergesi olarak gönderdiler.

Hiç öldürmeyen, işkence etmeyen birisinin öldürme fiili ile suçlanması, işkence ve şiddet uygulayan birisi olarak tanımlanma zorunda bırakılması, kendi başına bir işkencedir. Yapmadığı, bilmediği, duymadığı bir kabahati kabullenmek vicdani bir ızdıraptır. Kabullenilmeyen, doğru bulunmayan bir davranışla damgalanma ise ayrı bir utançtır. Atasından utanma, toplumundan utanma ve utanç duyulan bir eylemin suçlusunun çocuğu olma. İşte Türklerin içine itilmek istendiği durum budur.


KAYNAKLAR:

Arendt H., Şiddet Üzerine, çev. Bülent Peker, İletişim yay. İstanbul 2003

Arıkan Zeki, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri Üzerine”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Nisan 2003, Yıl 4. Sayı: 38, Ankara 2003, s.52-53.

Arus Yumul, “Kafkanın Kehanetleri, Arendt’ın Tanıklıkları” Doğu Batı, İdeolojiler 3, yıl 8, sayı 30, Doğu Batı yay. Ankara 2005

Balibar E.ve Wallerstein I., Irk Ulus Sınıf, çev. Nazlı Ökten, metis yay.İstanbul 1995

Bataille G. İç Deney, ter. M. Mukadder Yakupoğlu, YKY,İstanbul 1995

Bauman Z., Modernite ve Holocaust, çev. Süha Sertabiboğlu, Sarmal yay. İstanbul 1997

Benjamin Walter, Psajlar, çev. Ahmet Cemal, yapı kredi yay. İstanbul 2001

Besnier, M. J., Söylence maddesi çev. Kamil Sevil, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, Edit. Raynaud P. Rials S.,İletişim yay. İstanbul 2003

Bilgin Nuri, “Kimlik İnşası İçin Tarihin Araçsallaştırılması”, Türk Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul Üniversitesi, 15-17 Mart 2006

BM, İşkenceye Karşı Komite (1944), http//undp.un.org.tr/doc_pdf/metin

Çakır S., “Medya ve Şiddet” Doğu Batı Yıl, 10, sayı 43, Ankara 2008

Duran H., Endüstri Çağının Dinamikleri, değişim yay. İstanbul 2002

Duran H., “Dazlak Şiddet Eylemleri ve Türk Hoşgörüsü”,Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi,sayı 256, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay. İstanbul 2008

Garaudi Roger, İsrail Mitler ve Terör, ter. Cemal Aydın, Pınar yay. İstanbul 1997

Göral, Sevinç A., “Fundamentalizmin Psikolojik Boyutları”, Stratejik Analiz, Asam yay. Ankara Eylül 2007

Göka Erol, “Ermeni Sorununun Gözden Kaçan Psikolojik Boyutu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, Der. Ömer E. Lütem, Asam yay. Ankara 2007

Gündüz Aktan, “Hukukta Soykırım ve Ermeni Olayları”, http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/makale32.html

Hesenli Cemil, “1918-ci İlin Yazı:Azerbaycan’da Ermeni Terörizmi ve Soykırım”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. S.110, İstanbul Ekim 1997

Hogg, A. M. Ve Vaughan M.Graham, Sosyal Psikoloji, Çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez, Ütopya yay. Ankara 2007

Justin, M. Carthy, “Ermeni Terörizmi: Zehir ve Panzehir Olarak Tarih”, Uluslar arası Terörizm Sempozyumu, Ankara Üniversitesi yay. 1984 sh. 81-87

Kalafat Yaşar, “Türk-Ermeni İlişkilerinde Siyasi ve Kültürel Boyut”

http://www.haberakademi.net/default.asp?inc=makaleoku&hid=7206

Kafka Franz, Dava, çev.Kamuran Şipal, cem yay. İstanbul 2003

Kentel, F. Ve Gevorg P., Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi, TESEV yay. İstanbul 2005

Lütem, Ö.E., http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/makale39.html,2008

Mayevsky G., 20.Yüzyıl Dönemecinde Rus General Mayevsky’nin Türkiye Gözlemleri Van-Bitlis Vilâyetleri Askerî İstatistiği, ter. Bayram Bayraktar, İnkılap Yay. İstanbul 2007

Mestrovic Stjepan G., Duygu Ötesi Toplum, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı yay.İstanbul 1999

Mesut Hakkı Çarşın,”Ermenistan Silahlı Kuvvetleri”, sh. 52, Avrasya Dosyası, Uluslar arası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, C:2, sayı:4, Ankara 1996

Ölmez Adem, “1909 Adana Ermeni Olayları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay. Mart –Nisan 2008, İstanbul

Perinçek M., “Çarlık Arşivlerinden Ermeni Meselesi Üzerine 20 Yeni Belge (1914-1918)”, Teori Dergisi, Nisan 2008 Güney yay. İstanbul 2008

Paul Henze, “Ermeni Şiddetinin Kökenleri”, Uluslar Arası Terörizm, Ankara Üniv. Yay.sh.174, Ankara 1988

Rutland Peter, “Ermenistan’da Demokrasi ve Milliyetçilik” ter. Cahide Ekiz, Avrasya Dosyası, C.2, S:4, Ankara 1995

D.A.G.M., Osmanlı Belgelerinde Ermeni Fransız İlişkileri, c.1 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yay. Ankara 2002

Sergio Cotta, “Şiddet Maddesi” çev. İsmail Yerguz, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, Edit. Raynaud P. Rials S, , İletişim Yay., İstanbul 2003,.

Sykey Mark, Daru’l-İslam, ter. Yılmaz Tezkan, Ankara 2000

Talas Mustafa, “Türk-Ermeni İlişkileri Üzerine Tarihsel-Sosyolojik Bir Araştırma”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay. Sayı 166, İstanbul Şubat 2007

Taşdelen Musa, “Tehcirden Soykırım Mitine:Bir Ulus İnşa Süreci Olarak Ermeni Meselesi”,Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu, Fırat Üniv. Yay. Elazığ 2002

Temelkuran, E., www. Milliyet.com.tr/2006/11/16/yazar/Temelkuran.html

Ulrich Im. H.,Avrupa’da Aydınlanma, çev. Şebnem Sunar, Afa yay. İstanbul 1995

Umar Ö. Osman, “Hatay ve Çevresinde Ermenilerin Faaliyetleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı 146, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay., İstanbul Ekim 2003

Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, imge yay. Ankara 2000

V.Svazlian, 2004, www.ermeni.org/turkce/vkayutyunner.php, Nisan 2008

Kaynak: Haber10

BİR MİLYON ERMENİ KUZEYE GÖÇ ETTİ
1 Haziran 2009
Ermeni nüfusunun o dönemde 2.5 milyon değil, 1 milyon 400 bin olduğunu söyleyen Prof. Karpat, İngiliz arşivlerinden elde ettiği bir mektupta Ermeni patriğinin aradaki farkı “Çünkü biz Ermeni nüfusunu bazı yerlerde iki defa saydık” sözleriyle açıkladığını anlatıyorKemal Karpat şöyle diyor: “Sürgünün yapıldığı 1915’te Doğu Anadolu Rus işgali altındaydı. Ancak 1917’de Rus orduları Bolşevik ihtilali nedeniyle geri çekilme kararı aldı. O tarihte Rus ordusuyla beraber, onların güvencesi altında yaklaşık bir milyon Ermeni gerilere çekildi”
Kemal Karpat’ı bulmuşken ne sorulmaz ki; her şey. Din, dinin toplumdaki yeri, İslam tarihi, Osmanlı tarihi, yakın dönem Cumhuriyet tarihi, azınlıklar meselesi, kimlik meselesi, ulus-devlet, Atatürk, Kürt, Arap, Rus tarihi, Ortadoğu tarihi, hepsi…

Kendisi davet üzerine gidip ABD’nin Wisconsin Üniversitesi’nde Osmanlı Tarihi Bölümü'nü kurmuş, kimi eserleri “kütüphanelere girmesi gereken en üst seviyede kitaplar” arasında gösterilen, 20 ülkede 130 makalesi yayınlanmış, ABD’deki Türk Araştırmaları’yla Orta Asya cemiyetlerinin kurucusu, dünyaca ünlü bir tarihçi. Böyle birinin karşısında bir konuyla yetinmek çok yazık, ama mesele de öyle önemli ki tek söyleşiye ancak sığıyor.

Mesele dediğimiz, geçen 22 Nisan’da Ermenistan’la Türkiye’nin bir tarih komisyonu kurmaya karar vermesi ve tabii 1915. Karpat bu konuda ilk kez bu açıklıkta ve uzunlukta konuşuyor. Başkası söylese belki hiç üzerinde durulmayacak, ama o söyleyince tartışma yaratacak tezler öne sürüyor.

Tabii bir de “AKP” başlığı var. Karpat aynı Ermeni meselesinde olduğu gibi AKP’ye de en az 100 yıllık bir projeksiyon tutarak bakıyor, ancak önce 1915:

- Sizce 1915 için bir tarih komisyonu kurulması faydalı mı olur, yoksa bu meseleyi çözmek öncelikle siyasetçilerin işi midir?

Bence çok faydalı ve lüzumludur. Benim Ermeni meselesine bakışta “üçüncü yol” dediğim de budur. Ve belki sonuç alınmasında birinci derecede de rol oynayabilir.

- Ne bakımdan?

Bu meselenin tarihini sağlam vesikalara göre incelemiş bir adamım ben. Ermeni meselesi ne zaman doğdu? 1877-78’de Rus orduları Osmanlı toprakları olan bugünkü Bulgaristan’a girince orada ekseriyeti Bulgar olan bir millet yaratmak istediler. Çünkü Bulgaristan o şekilde Rusya’nın balkanlarda öncüsü olacaktı. Fakat o tarihte Bulgaristan’ın Hıristiyan nüfusu Müslümanlardan fazla değildi. Bir Bulgar milli devleti kurmak için önce bir Bulgar ekseriyeti yaratmak lazımdı. Bu amaçla Rus ordusu ve Bulgar çeteleri 300 bin Müslüman Türkü öldürdü, bir milyona kadar insanı da yerinden itti. Böylece Balkanlardan Anadolu’ya en büyük Müslüman Türk akını başladı 1878’de…

- Ermeni meselesini anlatmak için neden Balkanlardan başladınız?

Hemen oraya geleceğim: Böylece 1878 temmuzunda Berlin kongresi toplandı ve o kongrede otonom bir Bulgaristan yaratılmasına karar verildi. Ayrıca Sırbistan, Romanya, Karadağ istiklâlini kazandı, Bosna-Hersek Avusturya tarafından işgal edildi, Batum-Kars ve Ardahan Ruslara bırakıldı. Artık Osmanlı için yıkılış dönemi başlamıştı.

İşte bu tarihte, Ermeni milliyetçileri de bir millet yaratmanın, müstakil bir ülke kurmanın bu kadar mümkün olduğunu gördüler. Hemen Berlin kongresine bir muhtıra gönderdiler. Muhtırayı kaleme alan o zamanın Ermeni kilisesi lideri “Anadolu’da iki buçuk milyon Ermeni vardır. Onlar da istiklalini istiyor. Onlara da özgürlük verin, müstakil Ermenistan kurulsun” dedi.

- 1878’de Osmanlı’nın Ermeni nüfusu iki buçuk milyon muydu peki?

Oraya da geleceğim, acele etmeyiniz. Bizde hep olduğu gibi hemen işin son noktasına gelmek istiyorsunuz, ama her şeyin bir akışı vardır. (Bu küçük fırçayı bütün sabırsızlar adına kabul edip dinlemeye aynen devam ediyoruz) Böylece Berlin anlaşmasının değiştirilen 61 ve 16’ıncı maddesinde Ermenilerin kesif yaşadığı Doğu Anadolu bölgesinde reformlar yapılmasına karar verildi. Bu reformlara nezaret etme sorumluluğunu da İngiltere üstlendi. Bu çok mühim, altını çizelim: Ermeni reformunu izleme işi İngiltere’nindi.

HER ŞEYİN BAŞLANGICI BERLİN KONGRESİ

- Neye sebep oldu bu anlaşma?

Berlin muahedesinden evvel Müslümanlarla çok iyi yaşamış Ermeniler, birden bire siyasi bir mesele oldu. O güne kadar sadece kültürel, sosyal, ekonomik bir mesele olan Ermeniler artık siyasileşmişti. 1878 Berlin Antlaşması her şeyin başlangıcı oldu.

- İngiltere ilk ne yaptı?

Otonomide bütün mesele nüfus üzerine odaklandığı için İngiltere hemen Ermeni nüfusunu tespit etmeye yöneldi. Ancak bu arada İngiltere’de de büyük bir iç değişiklik oldu. 1880 seçimlerinde bir Yahudi dönmesi ve Osmanlı dostu olan Benjamin Disraeli gitti, yerine sözde liberal, ama aslında koyu bir Protestan ve İngiltere’de İslam’ı küçük görenlerin öncüsü durumundaki Gladstone geldi. Gladstone’un ilk işi Osmanlı’daki elçisi Goschen’e talimat vermek oldu, “Derhal gidiniz, Doğu bölgesinde reformlara girişiniz” dedi.

Ancak tabii bu kadar kolay değildi. Çünkü Osmanlı hükümeti Goschen’in bitaraf olmadığını, Osmanlı aleyhine çalışacağını düşünerek ayak diriyordu. O kadar gerginlikler oldu ki 1881-82’de İngiltere Adriyatik sahillerine, yani bugünkü Arnavutluk’a harp gemilerini gönderdi.

- Bu arada reformdan kasıt ne; otonomi mi?

Gayrimüslimler için kültürel ve ekonomik otonomi öteden beri zaten mevcuttu Osmanlı’da. Kendi okullarını kuruyorlar, kendi kiliselerine istediği başkanı seçiyorlar, o kilise o toplumun başı oluyor, devlet- hükümet ona karışmıyor vs, yani zaten otonomi vardı. Şimdi istenen idari otonomiydi. Çoğunlukta oldukları yerlere bir Ermeni veya hiç olmazsa Ermeni taraftarı olan bir vali tayin edilecekti.

PATRİK BAZI YERLERDE İKİ KEZ SAYIM YAPMIŞ

- Bulgaristan’da olduğu gibi?

Tabii, Berlin muahedesi Bulgaristan’ı otonom yaptı, Bulgaristan da 30 yıl sonra istiklâlini ilan etti. Çünkü otonomi siyasi özgürlüğe, ayrılığa giden yolun ilk adımıydı. Bunun başka bir tarifi de yoktu. İngiltere’nin şimdi yapmaya çalıştığı da buydu.

- Peki sonra ne oldu; Goschen bir nüfus sayımı yapabildi mi?

Şimdi oraya geleceğim, fakat kusura bakmayın, ben bunları yazdım. Tarih Vakfı’nın yayınladığı “Osmanlı nüfusu” isimli kitabımda bütün rakamlar, vesikalar mevcut. Ama alıp okuyan kimse yok. Çünkü biz Türkler oturup bir şeyi araştırmaya gitmez, bir çırpıda genel bir fikir elde edip ona göre fikir yürütmeye çok alışkınız. Belki biraz sert konuşuyorum, kusuruma bakmayın lütfen, fakat ben bütün hayatım boyunca gerçeklere dayanarak çalışmayı öngördüm. Onun için de Türkiye’de tutunamadım, Batı’ya gidip orada başarı sağladım bu yöntemlerim sayesinde. (Fırça seansı-2. Ama hiç itirazımız yok, doğru söze ne denir? Hele de 85 yaşındaki bir derya söylüyorsa…)

Şimdi reformlar meselesine gelelim. Goschen Doğu’daki İngiliz konsolosluklarına “İki buçuk milyon iddiası ne derece doğru, araştırın” talimatını verdi. O dönem Erzurum’da, Van’da, Trabzon’da çok bilgili İngiliz konsolosları vardı. Bunlar bir rapor hazırlayıp gönderdiler İstanbul’a. Diyorlar ki, “Ermeni nüfusu en fazla 1 milyon 400 bin.” Sefir tabii büyük şüpheye düşüyor. Arada bir milyondan fazla fark var. Bu defa İngiltere bizzat Ermeni patriğine soruyor, “Bu fark neden?” Ermeni patriğinin mektupları var, orada diyor ki, “Çünkü biz Ermeni nüfusunu bazı yerlerde iki defa saydık. Mesela Sivas vilayetinde saydığımız Ermenileri bir de Erzurum vilayetlerinde saydığımız Ermeniler arasına soktuk. Üstelik biz göçebe Müslümanları da saymadık, yalnız yerleşik halkı saydık.”

BİR MİLYON GÖÇÜ ERMENİLER DE KABUL EDİYOR

- Bu yazışma bilinen bir şey midir?

Hayır, kendi aralarında kaldığı için bilinmiyor.

- Siz nereden aldınız?

İngiliz arşivlerinde bulunan diplomatik mektuplaşmalardan aldım. Ve Ermeni alimleri ekseri ciddi insanlar oldukları için benim bu yazdıklarıma hiç itiraz etmediler. Yine ilan edilmeyen, ama benim bulduğum başka belgelere göre Sultan Abdülhamit de altı vilayette sayım yaptırmış. Onun ulaştığı rakam bir milyon 200 bin. Hemen hemen İngilizleri doğruluyor.

- Peki ne oluyor o bir milyon 400 bin Ermeni’ye?

Bir kısmı tehcir sırasında yolda hücuma uğradılar. Bu kesin. Kürtler ve Türkler tarafından, bazen de jandarmalarca öldürüldüler. Bir kısmı da göç etti.

- Ne kadar kısmı?

Sürgünün yapıldığı 1915’te Doğu Anadolu Rus işgali altındaydı. Ancak 1917’de Rus orduları Bolşevik ihtilali nedeniyle geri çekilme kararı aldı. O tarihte Rus ordusuyla beraber, onların güvencesi altında yaklaşık bir milyon Ermeni gerilere çekildi.

- Bir milyon?

Evet, bir milyon kadar Ermeni Doğu Anadolu’dan Rus ordularıyla beraber kuzeye göçtü.

- Bir milyonu yaşıyor muydu yani 1917’de?

Yaşıyordu tabii ve en can alıcı nokta da bu zaten. Bizzat Ermeni tarihçileri, hatta en milliyetçileri dahi kabul ediyor bunu. Ama ne diyerek; “Nüfus iki buçuk milyondu, bir milyonu çekilince bir buçuk kaldı, bir buçuk milyon Ermeni öldürüldü” diyerek…

- Baştan anlattığınız o iki buçuk milyon meselesi bu yüzden önemli yani?

Tabii, çünkü bütün mesele bu nüfus üzerinde dönüyor. Oysa elimizde tüm vesikalar toplam Ermeni nüfusunun bir buçuk milyon bile olmadığını gösteriyor. Bunun bir milyonu göç ettiyse, 100-200 bini de Anadolu’da kaldı, Müslüman oldu, şu oldu, bu olduysa… İstanbul Ermenilerine de kimse ilişmediğine göre...

TÜRK MİLLİYETÇİSİ DEĞİLİM, AMA GERÇEK BU

- Bir milyon Ermeni’nin Güney Rusya’ya göç ettiği ne kadar kesin; bunun bir belgesi var mı sizde?

Rus nüfusu istatistiklerine bakmak yeterli. İlk mevcut Rus nüfus istatistikleri Erivan’da 40-50 bin kadar Ermeni olduğunu gösteriyor. 1927’de yapılan nüfus sayımında ise bir milyondan fazla çıkıyor. Bunların çoğu da Rusya, Romanya veya Bulgaristan’dan değil, Anadolu’dan gelen Ermeniler. Ama şimdi size de bunlar şok gibi geliyor. Bakıyorum yüzünüze, inanamıyorsunuz, “Vay bu adam uyduruyor mu, ne yapıyor” der gibisiniz...

- Elbette hayır, ama anlamaya çalışıyoruz. Mesela bizzat Talat Paşa’nın tuttuğu iddia edilen notlara göre tehcir öncesi ve sonrasındaki fark 972 bin 246 imiş. Ama bu Ermenilerden kaçının öldüğü, kaçının göç ettiği bilgisi yok.

İşte ben göç etti diyorum size ve bunu da Türklerin yazmalarından değil bizzat Ermenilerin kayıtlarından söylüyorum. Şimdi en başa dönersek, siz komisyonla ilgili bir sual sorarak başladınız, ben de size uzun bir cevap verdim. Belki de beklemediğiniz bir cevap aldınız.

- Doğrusu evet, sizin bu görüşlerinizi daha önce okumamıştık…

Çünkü, ben medya üzerinden devam eden bu 1915 tartışmasına hiç girmem. Bu kapsamda ilk kez konuşuyorum, çünkü bir tarih komisyonunun kurulacak olmasını çok önemsiyorum. Ve ben bunu yeni de değil, daha 40 sene evvel söyledim.

- 40 yıl önce de mi böyle düşünüyordunuz?

Evet, ama beni sakın bir Türk milliyetçisi tarihçi olarak da görmeyin. Ben tam bir Ermeni dostuyumdur. Ermenileri insan olarak çok takdir ederim. Hakikaten Osmanlı devletine büyük katkıları, büyük kabiliyetleri olan, kültüre yatkın, her yerde iz bırakmış, isim yapmış bir millettir Ermeniler. Keşke bizim Türkler de onlar kadar verimli, yaratıcı olsalardı. Bunda hiç şeyim yok, ama gerçekler ayrıdır ve gerçekler de bu.

SADECE 1915’İ DEĞİL, 150 YILI İNCELEMEK GEREKİYOR

- Sizin verdiğiniz rakamlara göre 1915’te ölen Ermenilerin sayısı 100-200 bin kadar galiba, değil mi?

Ama bunun bir tanesi bile fazladır ve çok acıdır. Ben öldürmeye kesinkes karşı biriyim.

- Zaten bu çağın insanı değil 100-200 bin, Yugoslavya’da sekiz bin Müslüman’ın öldürülmesine de soykırım diyor.

Evet…

- Peki o halde soykırımın ilk kez tanımlandığı 1948 Cenevre Sözleşmesi geriye dönük işlese 1915 de soykırıma girer mi, girmez mi?

Hayır, çünkü planlı bir hareket değildi. Ermeni milliyetçileri böyle bir planın olduğunu bin bir dereden su getirerek ispat etmeye çalıştılar fakat kullandıkları malzemenin uydurma olduğu hep ortaya çıktı. Bu ispat edilmiş bir şey değil.

- Ya yolda öleceklerini bile bile göndermek?

Bir kere sürülen Ermeni gruplarının bir kısmı sağ salim Suriye ve Lübnan’a yerleşebildi. Bugün Lübnan’ın Suriye’nin nüfusunun büyük bir kısmı Anadolu’dan tecrit edilen ve sağ kalan Ermenilerdir.

İkincisi, 1878’de yüz binlerce Müslüman Türk Rumeli’den sökülüp yok edildi. 1912-1913’te Balkan harbinde 400 bin Müslüman öldürüldü. Aynı miktarda adam göçe mecbur edildi. Yine Kafkaslarda bir buçuk milyon insan öldürüldü. Peki o devirde bütün milletler birbirine soykırım yapıyordu mu diyeceğiz? Hayır, onlar savaş ortasında yaşanmış katliamlardı. Bir coğrafyanın üzerinde sivil savaş gibi bir şey yaşanıyordu ve çok acıydı.

- Dolayısıyla siz 1915’e bir yılın olayları değil, bir dönem olarak bakılsın diyorsunuz…

Evet, 1915’i anlamak istiyorsak tam o 150 seneyi incelemek lazım. Ancak o zaman o devirde nasıl bir büyük göç ve ölüm hareketi yaşandığını görebiliriz. Eğer bunu bütünüyle ele alırsak o zaman bunun insanlığa karşı, herkes tarafından, o dönemki tüm milli devletler tarafından işlenmiş bir suç olduğu ortaya çıkar. Buna Müslüman da maruz kalmış, Rum da, Ermeni de… Çünkü maalesef milli devletlerin kuruluşunda bu gibi acı safhalar vardır ve bir bakıma her yerde olmuştur. Elbette bu hiçbir acıyı hafifletmez, ama bize o dönemi açıklar. Ben bununla da kimseyi savunmuyorum, benim tek savunduğum gerçek.

YARIM SAAT DİNLEMEK AVEDİS’İ BİLE DEĞİŞTİRDİ

- Ermeni meselesiyle ilgili bu görüşlerinizi anlattığınızda ABD’de ne tür tepkiler alıyorsunuz?

Size çok basit bir misal vereyim: Benim Amerika’da çok yakın Ermeni dostlarım vardır. Onlardan biri de 1962’de ben Harvard’dayken tanıştığım Avedis Sanjiyan’dır. Avedis’le öyle dost olmuştuk ki bir gün kendisine “Ya bak, ben seninle kardeş gibi konuşuyorum, birbirimize sıcak bakıyoruz, yakınız, aynı topraklardan gelmişiz, aynı kültürde yaşamışız. Gel toplumlarımız arasında da yine bu eski dostluğu kuralım. Bir taraf Ermenilerden bir taraf Türklerden oluşan kendi aramızda komisyon oluşturup, şu 1915 olaylarını inceleyelim” dedim. Bana dostumun cevabı şu oldu: “Önce soykırımı tanıyınız ondan sonra dostuz.”

Tabii komisyonu kuramadık, ama yine dostluğumuz devam etti. Seneler sonra Şikago’da “Osmanlı’da Ermeniler” başlıklı bir panele davet edildim. Orada Ermenilerin Osmanlı devletindeki yerinden söz ettim. Türkiye’de aslen bir Ermeni aleyhtarlığı olmadığını, bir Rumelili olarak bütün çocukluğumun İstanbul’daki Ermeni Türkçe’sine gıptayla geçtiğini, 1915 olaylarının gerisine de bakmak gerektiğini, peşin hüküm vermenin ne büyük hata olduğunu anlattım. Kimse karşı çıkmadı konuşmama. Hatta bittikten sonra bir-iki Ermeni ve Amerikalı geldi, bana “Ya bu meselenin başka yönleri varmış, seni dinledikten sonra bu meselenin yeni yönlerini keşfettik” dedi. Bir baktım onların arasında benim Avedis de var ve bana aynen şöyle diyor, “Kemal, senin bundan 20-30 sene evvel teklif ettiğin komisyonu kurma zamanı geldi galiba.”

- Ne değişmişti Sanjiyan için sizce?

Beni bu konuyla ilgili yarım saat dinledi. Dinleyince gördü ki bende 1915’e dair körü körüne Türk tezini savunma hali yok. O zaman işte gerçekleri araştırdığım fikri onda uyandı ve buradan hareketle “Konuşabiliriz” dedi.

KARPAT’IN KOMİSYON KRİTERLERİ

1- Önce Türk ve Ermeni’lerden seçici bir komisyon oluşturulmalı. BM ve AB gözlemcilerinin de bulunacağı bu komisyon asıl tarih komisyonuna kimlerin seçileceğine karar vermeli.

2- Tarih komisyonu ilgili her ülkeden ve her akademik alandan belirmenmiş bitaraf üyelerden oluşmalı.

3- Çalışma süresine sınır konmamalı, ancak bir buçuk yıl içinde bitirilebilir.

4- Komisyon hiçbir yargıya varmamalı. Sadece olayların gelişimi hakkında görüş birliğine ulaşmalı. İlk anlaşılacak konu da rakamlar.

5- Böyle bir komisyonun kurulabilmesi Türkiye, ama asıl uzun vadede Ermenistan’ın lehine bir başarıdır. Komisyondan sonrasını siyasetçiler çözebilir.

OSMANLI’YLA BAĞIMIZI KESMEK İYİ NİYETLİ BİR HATA

- Cumhurbaşkanı Gül, ABD Başkanı Obama’yla yaptığı ortak basın açıklamasında “Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yeni nesilleri nefret duygusuyla beslememek için biz o dönem kaybettiğimiz Türkleri büyük olay haline getirmedik” dedi.

Çok doğrudur. Bu olaylar bizim tarih kitaplarımızda, hatıratlarımızda hiç yer almaz. Tarihle meşgul olan bir insan olarak ben bu olayların ne kadar büyük olduğunu ancak ve ancak İngiliz arşivlerine gittikten sonra öğrendim, Türkiye’de okurken değil.

- Neden böyle oldu, yas mı tutmadık?

Çünkü cumhuriyet yeni bir başlangıç yapmak, eski tarihi bir yana atmak, eski düşmanları unutmak, kimseden toprak talebinin olmadığı, tertemiz bir sayfa açarak dünyaya katılmak istedi. Bizzat Atatürk’ün söylediği bir şey bu, “Biz eski tarihi burada bitiriyoruz, yeni bir hayat başlatıyoruz” diye. O yüzden de yas tutulmadı.

- Sizce hata mıydı?

Evet, bence çok iyi niyetle yapılmıştı, ama sonuçta bir hataydı. Çünkü sırf bu yüzden bile herkes olayların 1915’te başladığını sandı, kimse 150 yılda neler olduğunu göremedi.

- Tabii bunun yalnız iyi niyetten değil, asıl 1915’in suçundan kurtulmak için yapıldığını söyleyenler de var?

Yanlış. Eğer siz Türkiye’yle Osmanlı’nın kesişmesini ve Osmanlı tarihini yalnız ve yalnız 1915’e bağlarsanız çok büyük hata yaparsınız. 500 sene boyunca Osmanlı korkusu ve İslam tehlikesiyle yaşamış Avrupa’ya bunu unutturma fikri çok daha kapsamlı düşünülmüş bir şeydi, sebep asla 1915 değildi.

Tabii Osmanlıyla birden tüm bağımızı bıçak gibi kesmek sadece bir 1915’i tek bir açıdan görmeye değil, daha başka bir çok sancıya sebep oldu.

- Neye mesela?

Biz cumhuriyetin ilk günlerinde dünyada ne kadar kötülük varsa hepsini Osmanlılara yükledik. Kendi tarihimizi öyle bir kesip attık ki sonraki bütün yıllar bunun kopukluğunu yaşadık. Çünkü sonuçta rejim değişmişti, ama toplum hâlâ aynıydı.

AKP SADECE BAŞLANGIÇ, YENİ LİDERLER GELECEK

- Sizce bu sancı hâlâ sürüyor mu?

Nihayet halkla hükümetin, milletle devletin bir araya geldiği bir devrin içine girdik. Şimdi o dönemdeyiz. Osmanlı’dan bu yana ilk defa halkımızla idarecimiz birbiriyle kaynaşıyor. Devlet ve sosyal elitizmi ilk kez halk arasından gelmiş yeni liderlere teslim ediyoruz. Tabii Cumhuriyet kurulmasaydı, Atatürk demokrasinin bu temellerini atmasaydı bugün bu noktaya da gelmemiz asla mümkün değildi.

- Peki Türkiye’nin ideal noktası bu mudur; sizce görüp göreceğimizin hepsi bu kadar mı?

Hayır, bugünkü AKP bu yeni dönemin sadece bir başlangıcı. Elbette bizim giderek daha yeni bir lider kadrosuna ihtiyacımız oluşacak. AKP de kalite bakımından yükselerek yerini hem dünyayı hem kendi toplumunu daha iyi anlayan başka liderlere teslim edecek.

- Ne zaman?

Bu değişim sancısı hemen bitmez; belki 15-20 sene daha sürer.

- Ya o 15-20 yıl nasıl geçecek; daha muhafazakarlaşarak mı?

Kısmen muhafazakârlaşma, biraz eski kökenlerine dönmenin, yani normalleşmenin ilk etaptaki şartıdır. Biz bu sancıyı eninde sonunda mutlaka yaşayacaktık, ama bu da geçecek. Kehanette bulunmak istemem, ancak ben iyimserim.

- Şimdi yalnız biraz kafalar karışmıştır; AKP’li misiniz, değil misiniz diye…

Ben ömrüm boyunca kimseden olmamak için hep tek durdum. Benim yegane özelliğim budur. Zaten o yüzden de söylediklerim hiçbir tarafın işine gelmez. Mesela iki yıl önce Başbakan’a bir mektup yazıp, “Kendini koyu Atatürkçü sayan kesime de güven vermek zorundasınız. Herkesin sizinle aynı fikirde olması şart değil” dedim, yanıt dahi vermedi.

Sonra o mektubu bir başka büyük gazete duymuş, benden istedi, ama onlar da basmadı. Çünkü yine o mektupta Başbakan’a hitaben dedim ki, “Kader sizi Türkiye’nin çok büyük bir değişim noktasında iktidara getirdi. Bunu değerlendiriniz ve yapınız.”

Ama ben orada AKP’ye sarılarak, “Ah sen kurtuluşsun” demiyorum ki, tam tersi “Büyük entelektüel kabiliyete ihtiyaç duyulan bir dönemde yaşıyorsunuz, ama sizin seçtiğiniz adamlar bu kabiliyetten mahrum. Bunu yerine getirin, Obama gibi olun” diyorum.
Haber10

'Osmanlı'ya başka seçenek bırakmadılar'
28 Aralık 2008
Sarıkamış harekatının 94. yıl dönümünde konuşan ATAM Başkanı Prof. Dr. Cezmi Eraslan, savaştaki Osmanlı'nın içerden nasıl vurulmak istendiğini anlattı.

Atatürk Araştırma Merkezi (ATAM) Başkanı Prof. Dr. Cezmi Eraslan, ''Bugün bir kısım vatandaşlarımız şahısları adına olsa bile özür dilemek gibi bir yaklaşım içine girebiliyorlar. Bir tarihçi olarak bu psikolojiyi isimlendirmem yakışık almayacaktır. Bu anlamakta zorluk çektiğim bir psikolojidir'' dedi.

Sarıkamış Harekatı'nın 94. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında Kars'ın Sarıkamış ilçesindeki Toprak Otel'de ''Sarıkamış Harekatı ve Sonuçları'' konulu söyleşi düzenlendi.

Burada konuşan Eraslan, Birinci Dünya Savaşı'nda açılan Kafkas cephesinin en dramatik olayının Sarıkamış'ta yaşandığını belirtti. Harekat kapsamında 3. Ordu Komutanlığı ile çarpışan Rusların iki kolordu ile kuşatılmasının planlandığını anlatan Eraslan, ''Harekat planlanırken Aralık ayının şartları düşünülmediği için istenmeyen sonuçlar yaşandı'' diye konuştu.

Savaşarak ölen askerlerin sayısının 2-3 katının savaşmadan salgın hastalıklar ve kış koşulları nedeniyle öldüğünü dile getiren Eraslan, şunları söyledi:

''Bu savaştan sonra doğunun kapıları Ruslara açılmıştır. Ruslar, savaştan sonra bu bölgeye saflarında olan, Türk birliklerinin arkasında bulunan Ermeniler ile gelmiştir. İşgal edilen şehirlerin valiliklerini Ermenilere işbirliklerinin karşılığı olarak vermişlerdir. Bundan sonra buralarda yaşamak, Türk ve Müslüman ahali için mümkün olmamıştır. Çünkü ya göç edecekler, ya da katledileceklerdir.

Bu süreçte çok sayıda insanımızın katledildiğini biliyoruz. Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı'nda Paris Konferansı'na verdikleri dilekçede '300 bin kayıpları olduğunu' ifade etmişlerdir. Yapılan tarihi araştırmalar, aynı dönemde bu coğrafyada Rus, Ermeni ve diğer sebepler dolayısıyla hayatını kaybeden bir milyondan fazla Türk Müslüman nüfusunu işaret eder.''

- ''ERMENİLERİN NAKLEDİLMESİ'' -

Eraslan, Osmanlı'nın Mayıs 1915'te ''kendisini iki ateş arasında bırakan, düşmanı ile işbirliği yapan, 1800'lü yıllardan sonra ''millet-i sadıka'' olarak isimlendirdiği vatandaş kitlesini'' ayrı bir yere nakletme ihtiyacı duyduğunu kaydetti.

''Savaşta kendinizi o yere koyarsanız sizi arkadan vuran, düşmanla işbirliği yapan kim olursa olsun, ya önünüze alır cephede savaşırsınız ya da kenara itersiniz'' diyen Eraslan, o şartlarda Osmanlı yönetiminin en insani yolu tercih ettiğini belirtti.

Seferberlik ortamında kendi askerinin, vatandaşının sağlık, yiyecek bakımından temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı dönemde Ermenilerin, Osmanlı'nın bir vilayeti olan Suriye'ye nakledildiğine işaret eden Eraslan, buradaki yaşam ve çalışma şartlarını da devletin o imkansızlıklar içinde hazırladığını söyledi.

Yaşanan olumsuz olayların genç nesillere aktarılması konusunda sıkıntı yaşandığını belirten Eraslan, ''Dün yaşananı, ecdadımızın maruz kaldığını bilmezsek, bugünü değerlendiremeyeceğimiz ve yarını planlayamayacağımız bir gerçektir'' dedi.

Yaşanan sıkıntıları gençlere yeteri kadar anlatılmadığı için milli bir bilinç oluşmadığını, bunun da kötü olayların hatırlanmasının istenmediğinden kaynaklanabileceğini ifade eden Eraslan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bir milli tarih şuurunu nesillerimize yeterince, gerektiği ölçüde veremediğimiz anlaşılmaktadır. Öyle olmalıdır ki bugün bir kısım vatandaşlarımız şahısları adına olsa bile özür dilemek gibi bir yaklaşım içine girebiliyorlar. Bir tarihçi olarak bu psikolojiyi isimlendirmem yakışık almayacaktır. Bu, anlamakta zorluk çektiğim bir psikolojidir. Biz nesillerimize gerektiği kadar bunları anlatamadık. Bunların hesaplarını muhataplarından sormak gibi kan davası peşinde olmadık.

Bir takım problemleri deve kuşu misali kafanızı kuma sokunca ortadan kaldıramıyorsunuz. Belki bir müddet sizin için ortadan kayboluyor ama dış dünyada bu meseleler konuşuluyor. 90 yıllık bir süre zarfında yapılan bir ihanet, bugün şanlı milletimizin suçuymuş gibi dünyanın çeşitli parlamentolarında karar altına alınmaya teşebbüs ediliyor.''
haber7

Ermeni katliamı belgeleri ABD'deki arşivlerde gizli
11 Nisan 2009
Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Köni, "Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları anlatan arşivler ABD'nin Boston kentindedir. Bunların açılması gerekir" dedi.
Iğdır'daki Şehit Türkler Anıt ve Müzesi'ni ziyaret eden Prof. Dr.Köni, yaptığı açıklamada, Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları anlatan belgelerden çok azının Iğdır'daki müzede yer aldığını belirtti.
Asıl belgelerin ABD'nin Boston kentinde olduğunu ifade eden Prof. Dr. Köni, "Söz konusu arşivler açılsa Ermeni çeteleri tarafından yapılanlar ortaya çıkacak" diye konuştu.
1. Dünya Savaşı'nda Ermenilerin, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanıldığını anlatan Prof. Dr. hasan Köni, şunları söyledi:
"İngilizler ve Ruslar, Ermenilere (Sizlere devlet kuracağız) diye vaadde bulundular. Ermeni çetecileri de örgütlenip İngilizler Çanakkale'ye, Ruslar da Kars'a saldırırken Türkiye'yi sıkıştırmaya başladılar. Amaç İ ngiliz ve Rusların önünü açmaktı. Türkiye de bu çetecilere (Dur) demek için bazı tedbirler almak zorunda kalmıştır. Iğdır'daki müzede sergilenen belgeler, Ermeniler tarafından yapılan katliamın çok küçük bölümünü anlatıyor."
netgazete

Azeri Vekil Ganire Paşayeva; "Size katil diyenlere kapı açılır mı; bizim değil, Türkiye'nin kârı ne ?"
Ankara'da temaslarda bulunan Azerbaycan milletvekili Ganire Paşayeva, Ermenistan'ın Karabağ'da yaptığı soykırımı gözler önüne seren fotoğrafları ve Anadolu topraklarını Batı Ermenistan olarak iddia eden haritayı basın mensuplarına göstererek, "Ermenistan, bu işgalden vazgeçmediği sürece bu kapı açılmamalıdır. Bu ancak Ermenistan'ın yararına olur. Ermenistan sınırının açılmasıyla Azerbaycan'ı bırakın, Türkiye'nin kazancı ne olacak? Dünyanın her tarafından 'Türkler katil' diyor. Size katil diyen bir topluma kapı açılır mı? Bu bence gurur meselesidir herşeyden önce" dedi. 16.04.2009 ANKARA netgazete

Fransa'da, öğrenciye 'soykırım' cezası
17 Kasım 2009
Fransa'da, 'soykırım' iddialarını kabul etmeyen 13 yaşındaki bir Türk öğrenci okuldan uzaklaştırıldı.

Fransa'da Ermeni soykırımını inkâr edenleri cezalandırmayı öngören kanun teklifi henüz yasalaşmadı. Ancak Fransız okulları şimdiden soykırımı kabul etmeyen Türk öğrencileri cezalandırmaya başladı. 13 yaşındaki Mustafa Doğan, Ermenilere soykırım yapılmadığı fikrinde ısrar edince okuldan uzaklaştırıldı. Fransız koleji, Mustafa'ya soykırımı araştırması ve kabul etmesi için iki gün süre verdi. Ayrıca ödev yaparken Türk sitelerine bakmaması ve soykırım tanıkları ile görüşmesi istendi.

Nancy şehrinde yaşayan Musta-fa'nın tarih öğretmeni, geçen hafta yapılan yazılı sınavda, 1915 olayları ve "Ermeni soykırımı" ile ilgili bir soru sordu. Daha önce bu konuda sınıfta öğretmeni ile tartışan Türk öğrenci, "sinirlenerek", "Soykırım olduysa da hak ettiler" diye yazdı.

Zaman'a konuşan Mustafa, daha önce öğretmeni ile arasında geçen tartışmaya işaret ederek, "Olmadı deseydim sıfır vereceklerdi. Brevet (ortaokul bitirme sınavı) için önemli bir sınavdı." şeklinde konuştu. Bunun üzerine, okul müdür yardımcısı derhal Mustafa'nın babasını arayarak "Çocuğunun Fransız yasaları önünde büyük bir suç işlediğini ve hemen görüşmeleri gerektiğini" bildirdi. Baba Mehmet Doğan, "Ben, soykırımı kabul etmeyenlerin cezalandırılmasını öngören bir yasa duymadım." diye tepki gösterince müdür yardımcısı, "Oğlunuzun, bunları nereden öğrendiğini görmüş olduk." diyerek babayı da suçladı.

Olay üzerine toplanan okul yönetimi, bu tavrından dolayı Mustafa'yı iki gün okuldan uzaklaştırma cezası ve bu süre içerisinde soykırımı tanıma ödevi verdi. "Osmanlı İmparatorluğu tarafından işlenen Ermeni soykırımı: İnsanlığa karşı bir suç" başlıklı ödevde, Mustafa'dan "soykırım"ın, "Tarihî konteksini araştırması", "olayları (katliamları, kaç kişinin öldüğünü ve nasıl yapıldığını) detaylandırması", "tanıklarla görüşmesi" ve özellikle "soykırımın tanınması ve soykırım için militanlık yapan Türkler üstünde durması" istendi. Ayrıca araştırma yaparken Türk internet sitelerine bakmaması ve Wikipedia'ya dikkat etmesi gerektiği bildirildi. Mustafa, bu ödevi hazırlayıp dün arkadaşları önünde "Ermeni soykırımını" anlatacaktı. Fakat Türk öğrenci, ödev yerine Fransa'da faaliyet gösteren COJEP isimli Türk sivil toplum örgütünün hazırladığı bir mektubu verdi. Dün tarih öğretmeninin "Sana hatanı düzelt diye bir fırsat verdik. Soykırımı kabul et" diye kızdığını ifade eden Mustafa, öğretmeninin buna Fransa'da soykırımı inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören bir yasa olduğunu gerekçe gösterdi. Mustafa ise söz konusu kanun teklifinin henüz yasalaşmadığını söylese de öğretmeni dinlememiş.

OKUL MÜDÜRÜ CEZAYI SAVUNDU

Fransız Parlamentosu, 2001 yılında çıkardığı bir yasa ile 1915 olaylarını soykırım olarak tanıdı. Fakat, "Ermeni soykırımını" tanımayanların cezalandırılmasına ilişkin tasarı henüz yasalaşmış değil. 2006 yılında Fransa Milli Meclisi'nden geçen kanun teklifi, üç yıldan bu yana Senato gündemine gelmeyi bekliyor. Fakat Nicolas Sarkozy yönetimi söz konusu kanun teklifinin yasalaşmasını istemediğini açıkça dile getiriyor. Öte yandan, Milli Meclis başkanı başkanlığındaki bir parlamento komisyonunun hazırladığı raporda artık tarihî konularda yasa çıkarılmamasını önerilmişti. Mustafa'nın yaşadıkları, bazı Fransız okullarının sanki bu kanun çıkmış gibi uygulamaya geçtiklerini ortaya koyuyor.

Paris, AB'nin ocak ayında çıkardığı, üye ülkelerde soykırım, savaş ve insanlık suçlarını inkar ya da tahfif edenleri cezalandırmayı öngören çerçeve kararına şerh düşerek bu suçların ancak uluslararası bir mahkemenin kararıyla kesinleşmesi halinde cezalandırılabileceğini beyan etmişti.

Baba Mehmet Doğan, okul müdür yardımcısını ırkçılıkla suçluyor. Oğluna, 1915 olaylarını soykırım olarak tanı diye baskı yaptıklarını dile getiren Doğan, öğretmenin daha 13 yaşında olan ve "sıcakkanlı" olarak nitelediği Mustafa'yı "provoke etmekle" itham ediyor. "Ermeni soykırımına" inanmadığını ve oğlunu desteklediğini ifade eden baba Doğan, "Ama soykırımı hak ettiler diye yazmaması iyi olurdu. Keşke bu cevabı vermeseydi. Sinirlendirmişler." şeklinde konuşuyor. Sınavda neden böyle bir cevap verdiğini açıklayacağını, ama zamanın yetmediğini belirten Mustafa ise öğretmenlerinin 1915 olaylarını anlatırken çok yanlı olduklarını ve olayların öncesini anlatmadıklarını iddia etti. Öğretmenine, "Türkiye'de yaşayan Ermenilerin Türklere karşı savaşta Türklere karşı Ruslarla birlikte olduklarını neden anlatmıyorsunuz?" diye sorduğunu bildiren Mustafa, öğretmeninin ders programında olmamasını gerekçe gösterdiğini söyledi. Olay üzerine okul nezdinde girişimlerde bulunan Türk sivil toplum kuruluşu COJEP ve Mustafa'nın babası, cuma günü okul müdürü ile görüşecek.

Zaman'ın ulaştığı Jacques Marquette isimli ortaokulun müdürü Francis Vignola, Mustafa'ya uygulanan yaptırımı ve öğretmeni savundu.
Kaynak: Zaman

Ermeni katliamı gün yüzüne çıkartılıyor
Ardahan'da, 1915'te, Ermeniler tarafından katledilen Müslüman Türklere ait toplu mezarın ortaya çıkarılması için kazı çalışması başlatıldı. Kars Müze Müdürü Necmettin Alp, "Bugün tamamlamayı planladığımız kazıda çıkan bulgular, bölgede masum Türklere yönelik yapılan katliamın en önemli belgelerinden biri olacaktır" dedi. 19.10.2010 ARDAHAN netgazete

"Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı'yı katlettiği ortaya çıktı"
25 Ocak 2012

hurriyetusa'nın haberi:

Bruce Fein: Ermeniler Osmanlı'ya ihanet etti

Ermeniler, ABD'deki ve Ermenistan'daki arşivleri açmıyor..

ABD'nin eski baskanlarindan Ronald Reagan'in hukuk danismani Bruce Fein, Ermeni soykirim iddialarinin tamamen gerçek disi oldugunu ve ABD Kongresinde Ermeni tasarisinin imzaya açilmasinin tamamen iç politik kaygilardan kaynaklandigini söyledi.

Fein , New York Baruch Koleji Ögrenci Birligi ve Türk Amerikan Dernekleri Federasyonunun (TADF) davetiyle üniversitede “Osmanli Imparatorlugunda Azinliklar” konulu bir konferans verdi ve agirlikli olarak Ermeni soykirimi iddialariyla ilgili konustu.

ERMENILER OSMANLI'YA IHANET ETTI

Ermeni soykirim iddialarinin dogru olmadigini söyleyen Fein, konusmasinda Osmanli Imparatorlugu'nun, topraklarinda yasayan tüm azinliklara karsi son derece anlayis gösterdigini, azinliklarin kendi kanunlari ve dini özgürlüklere sahip özerk bir statüde varliklarini sürdürdüklerini söyledi.

Özellikle Ermenilerin Osmanli yönetiminde yüksek makamlarda görev yaptiklarini hatirlatan Fein, Ermenilerin, 19. yüzyildan itibaren gücünü kaybetmeye baslayan Osmanlilar'a karsi bagimsizlik yolunda ayaklandiklarini ve Ermeni terör çetelerinin Birinci Dünya Savasi'nda Rusya ve Fransa ile isbirligi yaparak Osmanli ordusuna karsi savastiklarini, pekçok Müslüman Osmanli'yi öldürdügünü anlatti.

Fein, “Ermeniler'in yaptigi Osmanli'ya ihanetti ve bu durumda Osmanli yönetimi askeri açidan hassas olan bölgelerdeki Ermenileri bölgeden çikartmak istedi” diye konustu. Fein bu sirada bazi talihsiz olaylarin yasandigini, ancak bunlara “soykirim” demenin mümkün olmadigini söyledi.

Fein iki tarafta da kayiplar oldugunu belirterek Müslüman Türklerin kayiplarinin 2 milyon, Ermeni kayiplarinin ise 300 ile 600 bin civarinda oldugunun sanildigini ancak Ermenilerin kendi kayiplarinin sayisini giderek arttirdiklarini söyledi.

Fein, 1948 BM Soykirim Suçunun Önlenmesine ve Cezalandirilmasina Iliskin Sözlesme'de soykirim taniminin yapildigini ve o tanima göre Osmanlilarin Ermenileri din, irk, etnik ayrimcilik gibi nedenlere day

Tazminat talebinin ardında, toprak talebi var
Ermenilerin Osmanlı dönemindeki mülkleriyle ilgili tazminat taleplerini eleştiren Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Erol Kürkçüoğlu, "Ermenilerin tazminat talepleri 4T (tanıtma, tanınma, tazminat, toprak) planının bir uygulamasıdır. Erzurum olmak üzere Kars'ı, Iğdır'ı, Ardahan'ı, Van'ı, Erzincan'ı Batı Ermenistan olarak gösteriyorlar'' dedi. 19.08.2010 ERZURUM netgazete

Ermeni mezalimine bir kanıt daha
Giresun'un Görele ilçesinde, 1. Dünya Savaşı sırasında 20 Türk gencinin, Rus Ordusunda bulunan Ermeni askerler tarafından kurşuna dizilerek öldürüldüğü iddia edilen yerde toplu mezar kazısı yapıldı. Kazı çalışmalarında, Rus işgali sırasında öldürülen gençlere ait olduğu tahmin edilen kemik parçaları bulundu. 24.10.2010 GİRESUN netgazete

Rusya'da Türk Katili Ermeni General Andranik'in Anıtı Açılıyor

30 Ekim 2010
Rusya'nın Karadeniz kıyısı Soçi kentinde Türk katili Ermeni general Andranik Ozanyan'ın anıtı açılıyor. Andranik Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk...
Rusya'nın Karadeniz kıyısı Soçi kentinde Türk katili Ermeni general Andranik Ozanyan'ın anıtı açılıyor. Andranik Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye topraklarında isyan çıkartarak, binlerce sivil insanı katletmişti. Sovyet Rusya'sı da Andranik'i "Emperyalizmin Ajanı" olarak nitelendirmişti.
Rusya'da yayınlanan Ermeni Erkramas gazetesi, Soçi'nin Lazarevski semtinde General Andranik'in anıtının açılacağını duyurdu. Anıtla ilgili girişim ise Lazarevski semtinde oturan Ermeni diasporası teşkilatına ait. Andranik anıtını Ermenistan Halk Ressamı ve mimarı Marat Minasyan inşa ediyor. Dört metre yükseklikteki anıtın ağırlığı birkaç ton.

Ermeniler Andranik'i sözde "ulusal kahraman" olarak nitelendiriyor. 1927'te Amerika'da ölen Andranik'in naaşı 1928'te Fransa'ya getirilerek toprağa verilmişti. Eski Sovyetler Birliği döneminde Andranik adı Sovyet Ermenistanı'nda siyasi açıdan sakıncalı idi. 1990'da Ermenistan'ın bağımsızlığından sonra yeniden ulusal kahraman ilan edildi. Naaşı Erivan'a getiridi. Erivan'ın ana meydanına Andranik heykeli dikildi.

ANDRANİK BİNLERCE MASUM TÜRK İNSANININ KANINI DÖKTÜ

Andranik 1865'te Şebinkarahisar'da (Trabzon) doğdu. İstanbul'da Ermeni Hınçak komitesine katıldı. Bir polis şefini öldürerek Batum'a kaçtı. Hınçak grubundan uzaklaşarak, aşırı ırkçı Ermeni Devrimci Federasyonuna (Taşnak Partisi) katıldı. Rusya'ya kaçarak Türkiye'deki Ermeni kökenlerin vatandaşların ayaklanması ve gerekli silahların alınması için görüşmeler yaptı. 1901'te Türk topraklarında silahlı isyan çıkardı. Bu isyan Osmanlıyı parçalamak isteyen Batı ülkelerinin dikkatini çekiyor. Birinci Dünya Savaşı'nın ilk günlerinde Andranik Bulgaristan'dan Tiflis'e döndü.

12 Ağustos 1914'te Rus Kafkasya Ordusu yetkilileriyle görüşerek ilk Ermeni çetesini örgütlemekle görevlendirildi. Mart 1915'te Van'da başlatılan isyanı destekledi. Ocak 1916'da Çar ordusuyla birlikte Bitlis'e girdi. Kenti yaktı ve sivil halktan çok sayıda kişiyi öldürttü. Bu nedenle Rus Divan-ı Harbinde yargılanıp tutuklandı ise daha sonra rütbesi iade edildi. 1917'de Rusya İmparatorluğu yıkılınca Anadolu'daki Rus birlikleri dağılmaya başladı. Bu durumda Ermeni çetelerin kapasitesinden yararlanan Kafkasya cephesi komutanı Lebedenski, Ocak 1918'de Andranik'i tuğgeneral ilan etti.

Andranik, Osmanlı birlikleri Erzurum'a yaklaşınca katliamlara başladı. Ermeni çeteler Erzurum'da çok sayıda kadın, çocuk ve ihtiyarı öldürdü. Kazım Karabekir Paşa, o dönemi şöyle dile getiriyordu: "Erzurum'da..sokaklarda canlılıktan bir iz bile kalmamıştı. Yerlerde çocuk, kadın ve yaşlılar kanlar içinde yatıyordu." Rus Yarbay Tverdo Helebov da anılarında Ermenilerin son gece (11-12 Mart 1918) üç bin Müslüman Türk'ü öldürdüklerini de yazmıştı. Karabekir Paşa, Ermeni çetelerini bölgede püskürmesinin ardından Andranik Batı'ya kaçtı. aktifhaber

SAHTE ERMENİ SOYKIRIM TEZLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Yücel TANAY
17.01.2011

Soykırım tezini savunan Ermenilerin ve yerli işbirlikçilerinin nasıl tutarsızca davrandıkları tarihi belgelerde mevcuttur.

Bugün Ermenistan’ın nasıl bir ırkçı devlet olduğunu görmezlikten gelen bu akıl fukaraları, bugünkü Ermenistan’ın kurulduğu topraklarda niye hiç Türk kalmamış diye bir soru sorma gereğini düşünmezler, kafalarında tek bir olgu vardır ‘’Barbar Türk’’ imajı.

Ermenilerin bugün hak ettikleri topraklar tarihsel olarakta bir Türk yurduydu bunun en belirgin özelliği buralarda yaşayan Türk nüfusudur. Bugün o topraklarda bir tane Türk bulamazsınız. Ne oldu bu! Türkler buharlaşıp uçtular mı?

Rus tarihi belgelerinde Türk nüfus yapısı hakkında detaylı bilgiler mevcuttur. Çarlık Rusyası’nda Çar’ın başbakanına sunulan 9 Haziran1849 tarihli bir raporda “Erivan gubernayasında (Vilayet sınırları içinde) yaşayan toplam nüfus 829.550, Türk nüfusu 313.178 olarak gösterilmiş. Bugün Erivan gubernayasında tek Türk yoktur. 313.178 Türk buhar olup uçtu mu?

Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nin 1926 yılı baskısında Ermenistan’ın nüfusu 1.510.000, Ermenilerin sayısı 795.000, Türklerin sayısı ise, 575.000 olarak gösterilmiş. Bugün o topraklarda tek Türk yoktur. 575.000 Türk, yer yarıldı da içine mi düştü?

Bir Ermeni olan Korkadyan’ın “ Ermenistan Nüfusu.1831–1931” adlı kitabında yazdıklarına bakalım.” 1920 yılında Sovyet Ermenistan’ında Taşnakların soykırımından dolayı ancak 10.000 kişi dolaylarında Türk kalmıştı” Bugün ise hiç Türk kalmamıştır.

31 Mart 1918’de Bakü’ye giren Ermeniler, bir-iki gün içinde 30.000 Türk’ü katletmişlerdir.

1914–1920 arasında Van, Bitlis, Çatak, Kars ve Nahcıvan’da Ermeniler 150.000 Türk’ü katletmişlerdir.

Erivan’da 2002 tarihinde basılan Hıristiyan Ansiklopedisi, 2001 yılında Ermenistan’ın toplam nüfusunun 3.520.000, bunun sadece 5568 inin Türk olduğunu yazıyor. 1995 yılında Moskova’da basılan Sovyet Ansiklopedisi’nin Ermenistan maddesinde ise, Ermenistan’da 155.000 Türk’ün yaşadığı yazılmış. Ne olmuş da beş sene içinde 149.000 Türk yok olmuş?

Eğer, Türkler Ermeniler gibi hareket etselerdi, bugün dünya üzerinde belki bir Ermeni kalmazdı Ermeniler bin yıla yakın bir zaman Türklerle iç içe yaşadılar. Eğer Türkler, senede iki bin Ermeni öldürselerdi, bugün dünya üzerinde bir tane Ermeni bile olmazdı. İşin ilginç yanı Ermenilerin sahte soykırım tezlerinin ismi Türk olan fakat ruhen Türk olmayan devşirme beyinler tarafından desteklenmesidir.
ordu millet

"Soykırım Kelimesi Beni Rahatsız Ediyor" Deyince..
08 Eylül 2011
ünlü şarkıcı Charles Aznavour’un "Soykırım kelimesi beni rahatsız ediyor" sözleri Ermenileri kızdırdı.

Bazı Ermenilerin, Fransa’daki derneklerinin internet sitelerine mesajlar göndererek, ünlü şarkıcıyı eleştirdiği, bazılarının da Aznavour’a destek verdiği görüldü.
Aznavour, “France 2” televizyon kanalında “Vivement Dimanche” isimli programda, “Soykırım kelimesi beni rahatsız ediyor, Türk-Ermeni sınırının açılması ve Türklerin diyalog istemesi için başka bir kelime bulmak gerekir” ifadesini kullanmıştı.
Ünlü şarkıcı, “Türkiye’yi ziyaret etmenin rüyasını görüyorum. Çünkü Türkler söylendiğinden çok farklı, iyi insanlar. Orada hava güzel, yemekler güzel” diye konuşmuştu.
Ünlü şarkıcıya tepki gösteren Ermeniler, Aznavour’u, “inkarcılıkla” ve “davalarına ihanetle” suçladı. Aznavour, televizyon programında izleyicilere dönüp, “Burada Türk var mı, hesap soralım” diyen sunucuya da tepki göstermiş, “Türkler iyi insanlardır. Eğer buradaysalar onlar da hoş gelmişlerdir” diyerek rahatsızlığını dilme getirmişti.
TRT

"Hiçbir zaman başarı elde edemeyeceğiz"
Ünlü Ermeni sanatçı ve Ermenistan'ın İsviçre Büyükelçisi, Ermeni tezlerini topa tuttu
07 Ekim 2011

Ermenistan'ın İsviçre Büyükelçisi Charles Aznavour, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarını değerlendirerek, ''1915 olaylarıyla ilgili iddiaları gündeme getirmekle Ermenilerin hiçbir zaman başarı elde edemeyeceğini'' söyledi.

Azeri Azertaç ajansının haberine göre, Les Nouvelles D'Armenie dergisine bir demeç veren Aznavour, 1915 olayları ve Ermeni işgali altındaki Yukarı Karabağ sorunu ile ilgili düşüncelerini paylaştı.

Aznavur, ''Bu mesele beni sıktı. Biz bu yolla hiçbir zaman başarı elde edemeyeceğiz. Hangi devlet kendi çıkarlarını hiçe sayıp bizi savunuyor ki? Hiçbiri. Hiçbir devlet hiçbir zaman bu meselede bize yardımcı olmayacaktır'' şeklinde konuştu.

Türk modelinin bugün Araplar için ilham kaynağı olduğunu söyleyen Aznavur, böyle bir durumda Türklerin giderek daha da güçlü hale geldiğini söyledi ve ''Türkiye ayrıca G-20'nin üyesi. Ermenistan ise acılar çekiyor ve giderek boşalıyor. Böyle bir durum kime yararlı? Bir kaç mafya babasına mı?'' diye ekledi.

Tüm dikkatini ''soykırım'' terimine yönlendiren Ermenistan'ın, böyle bir durumda fazla gelişemeyeceğini belirten Aznavour, ''Ermenistan büyük tehlikeyle yüz yüzedir. Herkes bu terim üzerine yoğunlaşmış. Anlamıyorum, bu durumda Ermenistan nasıl gelişebilir? Bu mantık bizi nereye götürecek? Beni bu düşüncelerimden dolayı kınayan kişiler nerde? Bu kişiler acaba Ermenistan'a yardım etmek için ne yaptı? Ermenistan'a para gönderiyorlar mı? Bu kişiler bana akıl veremez, ben onlara akıl vermeliyim'' ifadelerini kullandı.

Ermeni halkının zor durumda olduğunu ve halkın her geçen gün ülkeyi terk etmeye devam ettiğini ifade eden Aznavour, bu durumun önüne geçmek için her hangi bir çalışmanın yapılmadığını söyledi.

Ülkedeki nüfusla ilgili rakamların abartıldığını belirten Aznavour, şöyle devam etti: ''Ülkede kaç kişi kaldı? 2,3 milyon deniyor, hükümet ise 3,6 milyon olduğunu söylüyor ama bu rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Kısa bir sürede bu rakamlar 1,8 milyona, daha sonra ise bir milyona düşecektir. Bu durumda ne olacak, Çinlilerden mi yardım isteyeceğiz?''
habertürk

New Jersey Eyaleti, 31 Martı "Azerileri Anma Günü" ilan etti
27 Mart 2013



ABD'deki Azeri ve Türk toplumunun Pax Turcica kuruluşu aracılığıyla yürüttükleri çalışmalar sonucunda New Jersey Eyalet Meclisi, "1918'de silahlı Ermeni gruplarının Azerilere yönelik bir soykırım işlediği" ve eyalet genelinde 31 Mart'ın "Azerileri Anma Günü" olması kararını aldı.

Karar belgesi, Eyalet Meclisi Üyesi ve Demokrat Parti Çoğunluk Lideri Yardımcısı Thomas P. Giblin tarafından Amerika Azerbaycan Cemiyeti (ASA) Başkanı Tomris Azeri'ye takdim edildi. Meclisin onayladığı belgede, Mart 1918'de "20 bin masum Azerbaycanlının hayatını kaybetmesi ile sonuçlanan öldürme hadiselerinin, insanlık tarihinin en çok kınanması gereken vahşetlerinden biri olduğu"na vurgu yapıldı.

Tomris Azeri, konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Giblin'in meclisin imzaladığı belgeyi kendi elleri ile evlerini ziyaret ederek takdim ettiğini belirterek, ''Bu Hocalı soykırımından çok daha büyük bir etnik temizliktir. Hocalı'da 600 civarında kaybımız var. Ancak 1918'de yapılan bu katliamda, 20 binden fazla Müslüman hunharca katledilerek kuyulara atılmıştı. Kazılan kuyulara Müslüman cesetlerini istif yapmışlar ve üzerine kapatmışlardı'' diye konuştu.

31 Mart'ın Azerilere yönelik soykırım nedeniyle anma günü kabul edilmesi kararı ilk olarak 2012'de New York Eyalet Meclisi'nde alınmıştı. ABD genelinde aynı kararı alan ikinci eyalet New Jersey olurken, söz konusu iki eyaletin California'dan sonra Ermenilerin en yoğun yaşadığı eyaletler olması dikkat çekiyor.
TRT

Ermeni çeteleri, 95 yıl önce Kafkasya'da 100 bin Azerî Müslümanı katletti



28 Mart 2013

Ermeniler Kafkasya coğrafyasında birçok katliam yaptı. Ancak bunlardan en kanlısı 95 yıl önce gerçekleştirildi. Bolşevik Rusya'nın da desteğiyle Ermeni çeteleri 100 bin kişiyi öldürdü. Sadece başkent Bakü’deki katliamda, 12 bin masum Azerbaycanlı şehit edildi.

ERMENİ ÇETELERİ TAŞ ÜSTÜNDE TAŞ BIRAKMADI

1918'de Bolşevik Rusya’nın desteğiyle Ermeni çeteler tarihin en kanlı katliamlarından birini gerçekleştirdi.

Kafkaslarda bir millet, Türk milleti yok edilmek istendi. Genciyle yaşlısıyla, kadınıyla çocuğuyla yaklaşık 100 bin masum vahşice katledildi.

"HEDEF BÜYÜK ERMENİSTAN'I KURMAKTI"

O kanlı dönemi anlatan Tarihçi Elhan Memmedov, “Aslında hiçbir vakit olmayan Ermenistan devletinin yaratılması için bu arazilerden Türklerin katledilmesi etnik temizleme ve buralarda büyük Ermenistan'ı kurmak onların hedefiydi” dedi.

KATLİAM 30 MART'TA BAKÜ'DE BAŞLADI

Takvim yaprakları 1918 yılının 30 Mart gününü gösterirken Bakü’deki katliam başladı.

Azerbaycan halkı akıllara gelmeyecek işkencelere maruz kaldı. Kimi canlı canlı toprağa gömüldü, kimi kurşuna dizildi, kimi de bütün dinlerde kutsal olarak kabul edilen ibadethanelerde diri diri yakıldı.

Şark Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Arif Aşırlı da söz konusu katliamla ilgili olarak, “Kentten Bakü'ye gelen Müslümanları önce soyuyorlardı sonra katle getiriyorlardı” diye konuştu.

Yüz binlercesi Azerbaycanlı da göçe zorlandı.

Bolşevik Rusya'nın Ermeni çetelerine verdiği desteğe vurgu yapan Gazeteci Arif Aşırlı , “Rus Hazar Harp Donanması da onları müdafa etti. Ve içeri şehri Hazar Denizinde topa tuttu yandırdı” diye konuştu.

Kadın çocuk, genç yaşlı ayırt edilmedi. Bakü sokakları adeta kan kırmızısına boyanmıştı. 5 gün içerisinde tam 12 bin masum insan katledildi. Toplamda ise Ermeni çeteleri 100 bin cana kıydı.
TRT

Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Mar 21, 2010 11:19 pm    Mesaj konusu: Sen hiç sırtından bıçaklandın mı Alıntıyla Cevap Gönder

Beyaz Saray Ermenilerin yaptığı soykırımı belgelemiş

Başkan Reagan döneminde, yapılan araştırmayla Ermeniler`in 2 milyon Müslüman Osmanlı`yı katlettiği ortaya çıkartılmış.

ABD eski Başkanı Reagan`ın danışmanı Fein: Beyaz Saray araştırma yaptı Ermeniler`in 2 milyon Müslüman Osmanlı`yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor...

ABD Başkanı Ronald Reagan`ın hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein, sözde Ermeni soykırımı iddialarını Takvim`e değerlendirdi. Ermeniler`in bu iddialarının son derece asılsız olduğunu belirten Fein, Reagan`ın başkan olduğu 1981`de bu konunun Beyaz Saray tarafından araştırıldığını ve iddiaların asılsız olduğunun belgelendiğini söyledi. İşte sözde Ermeni soykırımı konusunda Fein`in açıklamaları: Osmanlı İmparatorluğu`nun azınlıklara karşı `müthiş` sayılabilecek bir özen gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü.

`ÇETELER, OSMANLILAR`I ÖLDÜRDÜ`

Ermeni terör çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlılar`ı öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu bir gerçek. Ermeni kayıplarının ise 500 bin civarında olduğu araştırmalarla kanıtlandı. Burada asıl önemli konu, Ermeniler`in ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu. Özellikle ABD`de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük rant sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermeniler`i karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen rantı kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak.

2010-04-15 Tümgazeteler.com

BU İKİ YÜZLÜLÜKLERİNDEN BIKTIK YORULDUK ARTIK
Soner Yalçın
03.04.2010

Şansölye Angela Merkel’in Türkiye ziyareti, Almanya’da Türk lisesi açılmasına izin verilip verilmeyeceği tartışmaları gölgesinde geçti. İyi de oldu. Çünkü bu tartışmaların sözde “Ermeni Soykırımı” ile yakından ilgisi var. Nasıl mı? “Ermeni Soykırımı” denince herkesin aklına neredeyse sadece 24 Nisan 1915 tarihi geliyor! Gelin sizi bu tarihten beş ay sonrasına, 2 Eylül 1915’e götüreyim. “Soykırım yaptı” denen İttihatçılar bakın o gün neyin altına imza attı?

Önce bir tespitimi paylaşmama izin veriniz:
Birinci Dünya Savaşı deyince aklınıza ne geliyor; Çanakkale, Sarıkamış, Galiçya, Kut’ülammare, Medine Müdafaası vs.
Hayır, bunlar değil.
Ya da yakında bu tarihsel olaylar anımsanmayacak!
Çünkü toplumsal belleklerde, sürekli Ermeni sorunu odaklı bir gündem yaratılmaya çalışılıyor. Üstelik alan sürekli de büyütülüyor; Ermeni’nin yanına Süryani, Keldani, Rum “soykırımları” da eklendi!
Tarihimizden utandırmak ve dolayısıyla geçmişimizi unutturmak istiyorlar.
Bunu salt tarihçiler yapmıyor. Sorun akademisyenlerin boyunu çoktan aştı. Dünya parlamentoları, tarihi siyasetin malzemesi haline getirdi; geçmişi, bugünün politik kurgusuna göre istedikleri gibi bozup yeniden yazıyorlar.
Düne, dünün koşullarını göz önüne alınmadan bugünün kavramlarıyla/göreceliğiyle yaklaşıyorlar.
Adı üstünde “Dünya Savaşı” olan; ve insanoğlunun o güne kadar yaşamadığı/görmediği bu büyük harp, hiç göz önüne alınmadan değerlendirmeler yapılıyor, sonuçlara varılıyor. Ülkelerin birbirinin gırtladığına sarıldığı; Anzakların Çanakkale’de, Yeni Zelandalıların-Hintlilerin Kut’ülammare’de, Anadolulu Mehmetçik’in Galiçya’da, İngiliz’in Süveyş Kanalı’nda ve nicelerinin, hayal bile edemeyecekleri bir coğrafyada savaştığı; sadece askerlerin değil kadınların, çocukların yani topyekun toplumsal katmanların hedef alındığı; savaş yöntemlerinin bile değiştiği (denizaltıların, uçak gemilerinin vs. kullanıldığı); büyük kıyımlara yol açan bu ilk dünya savaşı, salt Ermeni sorununa indirgenmek isteniyor.
Ve ne yazık ki bizler de bu büyük oyunun parçası oluyoruz. “Soykırım”ın bir safsatadan ibaret olduğunu bilmemize rağmen dayatılan gündeme esir oluyoruz.
Aynı bugün yazdığım gibi…
Halbuki bambaşka konularda yazmak istiyorum. Örneğin, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun anımsattığı; Amerikalıların borçlarımıza karşılık Akdamar Adası’nı nasıl istediklerini yazmak istiyorum; ama bir türlü fırsat bulamıyorum.
Evet, suni gündemlere yenik düşüyorsunuz sonuçta.
Neyse, bu tespiti yapıp rahatladıktan sonra gelelim Merkel’in “soykırım” ile ne ilgisi olduğu konusuna…

İttihatçılar mı,
Merkel mi ilerici

Tarih: 24 Nisan 1915.
Osmanlı Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) Ermeni komitelerini feshedip, İstanbul Ermeni cemaatinin önde gelen 250 ismini Çankırı’ya sürdü. Bu olay, diaspora Ermenileri tarafından “soykırımı”nın başlangıcı olarak görüldü.
Bir ay sonra 27 Mayıs 1915.
Hazırlanan geçici “Tehcir Kanunu”yla yerlerinden edilen Osmanlı Ermenileri bu göç sırasında onbinlerce ölü verdi.
Bugün bazı ülkelerin parlamentoları, bu acı olayı “jenosit” kabul ediyor. Yani bunlara göre, Osmanlı tüm Ermeni cemaatini yok etme politikası gütmüştü.
Sahi öyle mi? Osmanlı tüm Ermenileri öldürmek mi istedi?
Bunun yanıtını vermek için, hiç öyle savunma yapıp dönemin siyasi, ekonomik, toplumsal şartlarını filan yazacak değilim.
Sadece…
Önce bugünden bir olgu vereceğim:
Yıl 2010.
Almanya’da Türk lisesi açılıp açılmaması; bu okulların müfredatının nasıl belirleneceği ve dersleri Türk öğretmenlerin verip vermeyeceği tartışmalarını bir kez daha anımsatıp sizleri yaklaşık 100 yıl geriye götüreceğim.
Bakalım Osmanlı nasıl “soykırım” yapmış?!
“Türkleştirme politikaları uyguladı” diye bugün sürekli dinciler ve liberaller tarafından aşağılanan İttihatçılar, Almanya Şansölyesi Merkel’den ilerici miymiş?

“Soykırım” iddiasını
boşa çıkaran mevzuat

Tarih: 2 Eylül 1915.
Geçici “Tehcir Kanunu”ndan beş ay sonra…
Yani Anadolu’da Ermenilere zulüm yapıldığı o günlerde…
Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı) “Mekatib-i Hususiyye Talimatnamesi” yayınladı.
Bu talimatname Türkiye’deki özel okulların mevzuatını yeniden düzenlemek amacıyla çıkarıldı.
Diyeceksiniz ki savaş sırasında böyle bir eğitim-öğrenim talimatnamesi çıkarılmasının gizli bir amacı mı vardı? Hayır, gizli maksatlar filan yoktu. Talimatnameden tam 1 yıl önce İttihatçılar, Osmanlı’nın kanını emen kapitülasyonları kaldırmıştı.
Kapitülasyonların kaldırılması yabancı okulların hangi mevzuata tabi olacağı konusunda karışıklığa neden oldu.
İşte “Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi” bu sorunu ortadan kaldırmak için çıkarıldı.
Şimdi gelelim bu talimatnamenin içeriğinde neler olduğu konusuna: Bu konu çok önemli. Hani deniyor ya “İttihatçılar Türkleştirme politikaları güttü” ya da “Ermenilere soykırım yapıldı!”
Bakınız…
Bilindiği gibi eğitim, asimilasyon ya da soykırım politikalarında “turnusol” kağıdı işlevi görür. Yani bir ülkenin eğitim-öğretim mevzuatına bakarak, o ülkede ne derece “öteki”leştirme siyaseti yapıldığını anlayabilirsiniz.
Peki, o savaş koşullarında “tehcir kanunu” çıkaran, “Türkçülük” yaptığı iddiasıyla sürekli kötülenen ve yaşanılan birçok sorunun müsebbibi görülen İttihatçıların, eğitim mevzuatının nasıl olmasını beklersiniz? Örneğin; “Okullarda öğrenim dili Türkçe’dir, dersleri de Türkçe öğretmenleri verir” gibi bir eğitim mevzuatları olabilir mi?
Hayır, hiç öyle değil.
Talimatnamenin 6’ıncı maddesi diyor ki:
Her yabancı ve Osmanlı cemaati kendi dilinde eğitim yapar. Ancak bu okullar Osmanlı’nın resmi dili Türkçe’yi de öğretmek zorundadır.
Türkçe dersi; ilkokullarda 4, orta ve liselerde 2 saatten az olmama şartı vardı.
Talimatname yabancı okullara ve cemaat okullarına ayrıca bir ek “ödev” daha verdi:
Osmanlı tarihi ve coğrafyası ders olarak okutulacaktı. Ama bunu kendi dillerinde yapacaklardı.
Peki gelelim bir başka ayrıntıya; bu okullarda dersleri kim verecekti:
Ermeni okullarda Ermeni öğretmenler; Rum okullarında Rum öğretmenler; Yahudi okullarında Yahudi öğretmenler!
Talimatnamenin 26’ıncı maddesine göre, bu öğretmenleri de Yahudi, Rum, Ermeni cemaatlerinin ruhani liderleri seçecekti. Onun onayı olmadan hiçbir Yahudi, Rum, Ermeni öğretmenlik yapamayacaktı.
Bir daha anımsatmak isterim: Tarih 2 Eylül 1915.
Ve beş ay önce tehcir kanunu çıkaran İttihatçıların “soykırım” yaptığı iddia ediliyor!
Yahu böyle bir talimatnameyi bugün Merkel bile çıkaramıyor!

Maarif Nazırı
sürgüne gönderildi

Hadi gelin şimdi yüksek sesle düşünelim:
Deniyor ki Osmanlı “soykırım” yaptı!
Bu nasıl soykırımdır; bir yanda “soykırım” yapacak ve diğer yanda Ermenilerin kendi dilinde eğitim yapmasına, öğretmenlerinin Ermeni olmasına olanak verecek. Tarihte bu hiçbir “soykırım” tanımına uymamaktadır.
Böyle bir eğitim mevzuatı olan bir iktidar, Ermeni cemaatine nasıl “jenosit” uygulamak ister? Bırakın jenosidi, homojen bir ulus hedefleyenler, böyle bir talimatname çıkarır mı?
Ağızlarından “soykırım” sözcüğünü düşürmeyen -bırakın Batılıları- bazı Türk tarihçiler bu gerçeği nasıl inkar eder?
Bu bizim, “soykırım” değirmenine su taşıyan “diaspora tarihçileri”, soykırım suçlusu Almanya’nın, İttihatçılardan bile geride olduğunu görmüyor mu?
İttihatçıların çıkardığı “Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi”, bugünün Alman eğitim mevzuatına göre, halkları daha birleştirici politika amaçlamıyor mu?
Başta yazdığım gibi; tarihi, siyasetin oyuncağı haline getirdiler.
Öyle ki, “anayasal vatandaşlık” gayesiyle eğitim talimatnamesi çıkaran Dahiliye Nazırı Şükrü Beyi, İngilizler “Ermeni kıyıcısı” diye Malta’ya sürgüne gönderdi.
Ve bugün bilindiği gibi “soykırım” yalanının mucidi İngilizlerdir.
Dört gün önce İngiltere Lordlar Kamarası’nın “soykırım” iddialarını oylayıp, reddetmesinin politik olarak belki önemi vardır; ama tarih açısından hiçbir değeri yoktur. Lekelidirler.
Ve biz, İngiliz ya da Alman olsun, bu tür Batılı politikacıların iki yüzlülüklerinden bıktık, yorulduk artık…

Odatv.com

Ertuğrul Özkök
Sen hiç sırtından bıçaklandın mı
,ARKADAŞ, sen hiç sırtından bıçaklandın mı?

Sen hiç Çanakkale’de savaştın, ayağında tabanı delik, dikişi atmış postalla, siperden sipere koştun mu?

Sırtındaki yırtık pırtık çul parçasını bu milletin ordusunun şerefli üniforması haline getirmek için canını, kanını verdin mi?

Arkadaş, sen hiç, Balkan bozgununun utancından kılıcını pantolonunun içine saklayıp, sana vatan diye kalmış avuç içi kadar toprağa, bu hüzünle döndün mü?

Döndün mü arkadaş...

O Balkan savaşının utanç teri daha soğumadan, Çanakkale’ye koşup İngiliz’in, Fransız’ın Avustralyalısının, Yeni Zelandalısının üniforması afili, zaferden gözleri çakmak çakmak askerinin karşısına dikildin mi?

O sefalet siperlerinde, aç biilaç Afrikalısının, Magribisinin, Gurkasının, şununun bununun karşısına dikildin mi?

Dikildin mi ha...

* * *

Arkadaş, ahval ve şerait böyleyken.

O yorgun insanlar yüz bir cephede savaşırken.

Yani vatan toprağını canıyla kanıyla savunurken.

Anasının, babasının, dedesinin, kızının, oğlunun torununun geride eli kanlı ağzı bıçaklı çetelerin baskınına uğramasının ne demek olduğunu biliyor musun?

Biliyor musun söyle.

Senin için hiç, ta şurasından böyle cayır cayır yandı mı arkadaş?

Diklenmediysen, dönmediysen, için cayır cayır yanmadıysa, niye gazel okuyorsun arkadaş.

Bu ülkenin başbakanı ne yapacaktı?

O değil başkası olsaydı ne yapacaktı.

Gidip “Kusura bakma benim ecdadım senin ecdadını kıtır kıtır kesti” mi diyecekti?

Senin tarih mezhebin geniş, onunki dar.

O başbakan, dar olacak elbet.

Arkasında bir tarih, bir ecdat, bir de millet var.

Arkasında, Çanakkale’de yatan o insanlar var.

O insanlar cephede savaşırken, arkasından vurulmanın yaşanmış ıstırapları var.

Sen silsen, o mezar taşının altındaki silecek mi?

* * *

Bırak şimdi, o can havliyle, o öfkeyle söylenmiş birkaç lafı.

Sen o öfkeye, o can havline bak. O can havliyle ecdadı savunmaya bak.

Adam sana diyor ki, “1.5 milyon Ermeni’yi kestin”.

Ötekinin derdi ise kendisi. Parlamentosunda, senin sırtından kendi vicdanını aklama peşinde.

Tarihin mezardaki trajedilerine suni teneffüs yaptırıp, faturasını 21’inci yüzyılın Türk’üne ödetmeye çalışıyor.

Ne yapacaktı bu ülkenin başbakanı.

Senin gibi çıkıp, “Evet maalesef biz kestik. Özür dileriz” mi diyecekti?

O, senin Çanakkale’de vurulup düşerken, bir de kendi evinde vurulan şehidinden, annesinden, babasından özür diliyor mu?

Sakın bana, yine “Sen devletsin, o tebaa” masalını okuma.

Cephe gerisinde çetecinin insafına bırakılan o gariban da tebaa.

Sen ve arkadaşların çekilmiş gitmiş ama o maziyi savunacak koskoca bir millet ayakta bekliyor.

Başbakanına görev vermiş.

Başbakanı savunmayacak da kim savunacak bu ülkeyi arkadaş.

Onun sırtında ağır bir yük var.

Birini tarih yüklemiş.

Ötekini ecdadı.

Sonuncusunu da bu millet, oylarıyla.

Söyle, o savunmayacak da kim savunacak.

Sense kendi yükünü, kendi mazini bile taşımıyorsun.

Her 10 yılda bir yük ata ata, bu milletin mazisini, ıstıraplarını, fedakârlıklarını safra gibi bıraka bıraka gelmişsin, gerinde bir şey kalmamış.

Karda yürümüş, izini örtmüşsün.

Şimdi niye kızıyorsun Başbakan ille de senin dediğini yapmadı diye.

* * *

Biliyorum içinden “Sakarya edebiyatı yapıyor” diyorsun.

Burun kıvırıp, “Geçti bunun modası” diyorsun.

Biz de biliyoruz ki, o moda senin kafandan çoktan geçti; benimkinden, bu milletin kafasından hiç geçmedi.

Bu mazi, bu ecdat, bu tarih, bu ıstıraplar orada durduğu sürece de geçmeyecek.

Ha bir gün onlar gelip, Çanakkale’deki anıtın önünde çeteler için özür dilerse, biz de üzerimize düşeni yaparız.

Çünkü kimse bize, ecdadımızın hiçbir hafifletici nedeni yoktu, bütün bunlar durup dururken oldu dedirtemez.
Hürriyet

Genelkurmay'ın arşivini kim çaldı
Aziz ÜSTEL
austel@stargazete.com

Genelkurmay arşivlerinin neredeyse tümüne yakın bir bölümü çalındı!

Çalınan sadece Genelkurmayın arşivleri değil, İttihat ve Terakki Partisinin bütün belgeleri de bir gemiye yüklenip Türkiye’den kaçırıldı.

Neden?

Sözde Ermeni soykırımını gündeme sürerek Türkiye’yi huzursuz kılmak, Türkleri birbirine düşürmek için.

Kim çaldı arşivleri?

General Hans von Seeck. Osmanlı Ordularının başına General von Schellendorf’un yerine atanan adam, 5 Kasım 1918’de, sabaha karşı,1914’den o güne değin kaleme alınmış bütün yazışmaları, bir gemiye yükledi ve gitti. Enver Paşa da İttihat ve Terakki’nin bütün evrakını bir Alman zırhlısıyla Türkiye’den ayrılırken yanında götürdü. Bunca evrak niye önemli? Çünkü bunlar ortaya çıkarsa, para karşılığı yalan üstüne yalan yazan kimi sözde tarihçilerin oyunları bozulacak.

Tarihte zaman çok önemlidir. İngiliz ve Fransızlar 19 Şubat1915’de ikinci bir saldırıyla Çanakkale’yi topa tutarken, 2 Şubat 1915’de Türk askerleri nasıl tehcire başlayabilir? Hangi güçle, hangi kuvvetle? Çanakkale Savaşı, 19-20 Aralık 1915 tarihleri arasında, Arıburnu ve Suvla’nın boşaltılması sonrası 8-9 Ocak 1916 tarihinde sona erer.

Osmanlı orduları Çanakkale’yi savunurken, aynı tarihlerde nasıl Ermeni tehcirini başlatabilirler?!

Yani ordu bi yandan Çanakkale’yi savunacak öte yandan Ermeni soykırımı uygulayacak? Osmanlı ordusu Alman genelkurmayının emir ve komutasındadır o tarihlerde! Gelin Osmanlı’nın, Alman emir ve komutasında başına gelenlere bi göz atalım kısaca:

1. 19 Aralık 1914 Sarıkamış

2. 1914-1915 Çanakkale

3. 1916 Irak

4. 9 Aralık 1917 Kudüs işgali.

Ve aynı Almanya 2005’te nasıl ve hangi hakla soykırımı tanıyabiliyor?!

Uzun lafın kısası, Alman arşivlerine dalıp bu belgeleri ortaya çıkarmamız gerek. Bronsart Von Schellendorf’tan fiilen Genelkurmay Başkanı diye söz edilen bir dönemde Osmanlı ordusu kimin emriyle, nasıl soykırım gerçekleştirmiş?

Anlayalım bakalım! (Toplumsal Tarih Dergisi Kasım 2000 sayısı-Sayın Muammer Karabulut’a saygılar teşekkürler)

25 Nisan 2010
İDDİALARI 'FOS' ÇIKARTAN BELGE
Ermeni diasporasının tehcir sonrası 1,5 milyon Ermeni'nin yok edildiği tezini çürüten ABD'deki 'çok gizli' belgelere ulaşıldı.

Tarihçi Cezmi Yurtsever, ABD'nin devlet arşivinde 'NARA 867.4016/816' numarada kayıtlı bulunan ve üzerinde 1961 yılına kadar açılması yasak "çok gizlidir" damgası bulunan belgenin bir kopyasına ulaştığını kaydetti.

Yurtsever, "Amerika'da ortaya çıkan belgede Ermenilerin İstanbul ve Anadolu'da 281 bin Ermeni'nin yaşadığı bilgilerine yer veriliyor. Dünyadaki Ermenilerin toplam sayısı ise 3 milyon olarak açıklanıyor. Bu bilgiler 1915 olayları sonucu 1,5 milyon Ermeni'nin soykırıma uğradığı görüşlerini propaganda ortamında savunan Ermeni diasporasının tarih tezlerinin esastan sorgulanmasını sağlıyor." dedi.

Yurtsever, 'soykırım' bilgilerinin abartılı olduğu kadar tarihi analiz ve eleştiriler dikkate alınırsa gerçekleri de yansıtmadığını belirterek, "Osmanlı yönetiminin Ermenilerle ilgili sürgün, göç ve ölümler dahil 1915-1922 yılları arasında yaşananlar ile ilgili olarak ABD'nin devlet arşivinde 'NARA 867.4016/816' numarada kayıtlı bulunan ve üzerinde 1961 yılına kadar açılması yasak "çok gizlidir" damgası bulunan belgenin bir kopyasına ulaştım. Belgenin düzenleme tarihi Kasım 1922'de elde edilen savaş sonuçları ayrıntılarını açıklayan James W. Gerard imzası ile ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 'gizli rapor' mektup olarak açıklanmış. Belgenin içeriği 1922 yılındaki dünyada yaşayan Ermenilerin toplu sayısı hakkında bilgiler yer alıyor." şeklinde konuştu.

BELGENİN TÜRKÇESİ

"Dünyadaki Ermenilerin yaklaşık sayısı, Kasım 1922. Toplam gösterge aşağıdadır: Türkiye'den gelen mülteciler 817 bin 878'dir. Mülteci rakamları (İstanbul'daki) İngiliz Elçiliği ve Yakındoğu Yardım Kuruluşu'ndan 1921 yılında alınmıştır. Rakamlara bedeni gücü olan Kemalistlerin elindeki, kadın ve çocuklar -Kavimleri Cemiyeti'ne göre- İslam'a geçmeye zorlanmış yaklaşık 95.000 kişi vardır, dahil değildir."

GİZLİ ARŞİV BELGELERİ ADANA'DA SERGİLENECEK

915 yılından 1922'yekadar geçen zaman içinde yaşanan Ermeni göçleri, yerleşim ve yapılan yardımlarla ilgili olarak Ermeni gizli belgelerinin yer aldığı AGBU kuruluşunun arşivinde yer alan fotoğraf ve belgeleri 26-30 Nisan tarihlerinde Adana Büyükşehir Belediyesi önünde "Adana'dan Halep'e Tehcir Yolu" adıyla sergilenecek.
aktifhaber

Türkiye'de, adını değiştiren 500 bin Ermeni var

Almanya Ermeni Patriği Karekin Bekciyan da ilginç bir iddiada bulundu. Anne tarafından Ankara Keskinli, baba tarafından Kayserili olan Bekciyan, Türkiye'de ismini değiştiren yaklaşık 500 bin Ermeni olduğunu savundu.
Şeyh Said'in torunu Abdülilah Fırat'ın dedeleri döneminde binlerce Ermeni köyünün İslam'a geçerek Kürtleştiğini ileri sürmesinin ardındın Almanya Ermeni Patriği Karekin Bekciyan da ilginç bir iddiada bulundu.


AHMET ÖZAY'ın röportajı
07 Ocak 2007


Adını değiştiren 500 bin Ermeni var ... Komşuluk yaparsak sorun çözülür “

Almanya’daki üç Ermeni kilisesinden sorumlu Patrik Karekin Bekciyan, Türkiye-Ermenistan sorununun ‘komşuluk hukuku’ ile çözüleceğine inanıyor: “ Anadolu’da, yan yana yaşadığımız zamanlarda nasıl davranıyorduysak, yine öyle olmalıyız."

Almanya Ermeni Patrikliği 1991’den beri faaliyet gösteriyor. Ülkedeki Ermeni nüfus bugün 40 binin üzerine çıkmış durumda. Sayının artışı, yıkılan Sovyetlerden sonra Doğu Almanya’ya gelen Ermeniler ile doğru orantılı. Türkiye kökenli Ermenilere yenileri eklenince 1990’lı yılların başında Almanya Patrikliği kuruldu. Ancak, Katolik, Ortodoks ve Protestan kiliselerini dini cemaat olarak tanıyan Almanya “Almanya Ermeni Patrikliği”ni resmen tanımadığından, “patriklik” dernek statüsünde gözüküyor.

Almanya’daki Ermeniler nerelerden gelmiş, ne zaman başladı göçler?

Ermenilerin büyük bir kısmı Türkiye’den, 1960’larda gelmeye başlamış. 1970’lerde Beyrut’ta çıkan savaşın ardından epeyce Ermeni buraya geldi. İran’dan 1978’den sonra geldiler. 1990’dan sonra da Ermenistanlı Ermeniler göç ettiler. Şimdi, üç kilisemiz var; Köln’de, Göppingen’de ve Halle’de.

Türkler gibi siz de inançlarınızı koruma mücadelesinde misiniz?

Tabii, onlar için çalışıyoruz. Hem dini ayinler hem sosyal etkinliklerle. İlk geldiğim dönemde etik normlar, dini inançlar güçlüydü. Mesela ben Bochum’da oturuyordum. Cemaatimiz yoktu, Ermeni yoktu. O tarihlerde en göze çarpan şey, ailelerin sokaklarda temiz giyinmiş çocukları ile ayine gitmeleri idi. Şimdi böyle bir şey söz konusu değil. Yozlaşmaya doğru giden bir şey seziyorum.

Almanya’daki Ermeniler varlıklı mıdır?

Yok yok... 1985’ten sonra küçük küçük dükkanlar açtılar. Gençler okuyup bazı yerlere gelmeye çalışıyor. Üniversitede öğretim üyesi olan birkaç kişi çıktı. Doktorlar var mesela...

Ermeni ailesinde önemli kavramlar nedir?

Namus tabii ki. Namus en önemli şeylerden biri. Yalan dolan olmayacak. Biz çok fakir bir aileydik örneğin. Babam kunduracıydı İstanbul Kumkapı’da. Annem de orada burada çalışırdı. Bir yere gittiğimizde ben çocuk olarak özenirdim. Bir ailenin çocuğu var benim yaşıtım. Bir kamyonu var, bir oyuncağı var. ‘Aman el sürme ona’ derlerdi. Biz böyle büyütüldük. Dini inancı olan herhangi bir insanda, Türk olsun, Azeri olsun, Ermeni olsun aynı kavramlar vardır. Çocuk yetiştirirken dini yönden vaftiz olması gerekir. Vaftizin karşılığı Müslümanlarda sünnettir... Biz vaftize Ermenicede ‘Mıgırduçun’ deriz. ‘Mıgrat’ yani ‘makastan’ gelir.

Peki cemaatinizde Türk ile evli var mı?

Var. Türkiye’de yarı yarıya çıkmış mesela evlilikler. Burada da yarı yarıya diyemeyiz ama var. Gençler var. Annelerine, babalarına söylemiyorlar. Geliyorlar ‘Arkadaşlığımız var. Türk ile evleneceğiz’ diyorlar. Ben de ‘Eğer ayrılmanız mümkün değilse, evlenmeniz ve aile kurmanız gerekliyse bunu yapın; ama ikiniz de birbirinizi kandırmayın dini yönden. Kendi kendinizi kandırabilirsiniz; ama Allah’ı kandıramazsınız. Bir oğlun oldu diyelim. Eğer kocan Türk’se o sünnet olsun diyor, sen de ‘Olmaz, vaftiz olsun!’ diyorsan bunu oturun önceden halledin. Burada anlaşırsanız mesele yok’ diyorum.

İSMİNİ DEĞİŞTİREN 500 BİN ERMENİ VAR

Cemaatinizde çok Türk ismi taşıyan insan var. Sizce caiz midir?

Caiz derseniz başka... Mesela bir Türk ailesinin çocuğunun ismi her iki taraf da Türk ise Michael olmaz yani. Anadolu’da yaşayanlar üzerinde baskı vardı. İşte ‘gavur, mavur’ lafları duymamak için... İnsanlar çekinerek kendi isimlerini değiştirdi. Bazıları, Anadolu’da ‘Bugün Ermeni var mı, yok mu?’ sorusuna karşı, sanki biliyorlarmış gibi ‘yok’ deyip çıkıyorlar. Ama Kemal Yalçın’ın kitabını okursanız bugün yarım milyondan fazla ismini değiştiren Ermeni var Anadolu’da. Mesela... Adıyaman’da, Rize’de, Hemşin’in oralarda bir sürü ismini değiştirmiş insanlar var.

Misyonerlik konusunda korkular var. Ermenistan’da da var mı misyonerlik tehdidi?

Baştan beri öyle bir misyonerlik faaliyetleri olmamıştır bizde. Ancak misyonerlik bildiğin şeyi vaaz etmekse bu yasak değil Türkiye’de. Ama adam onu ikna edip de kendi cemaatine alabiliyorsa buna karşı ne yapabilirsin sen? Mesela bugün Ermenistan’da bütün mezhepler var. Bize yönelik Yehova Şahitleri var. Protestan, Katoliklerden sonra Mormonlar var. Çünkü bunların işin içine girip de bugünkü Ermenistan halkının iktisadi durumunu suiistimal etmesinden kaynaklanıyor. Orada fakir, ekmeğe muhtaç olan insan var. Sen orada ‘Benim dinime gel, ben sana her şeyi veririm’ dediğin zaman bu kötü bir şey. Bunu yaptıkları için benim zoruma gidiyor. Karşındaki o kadar büyük bir güç ki.

Ermeni-Türk ilişkileri üzerine gençlere ne söylemek istersiniz?

Diyaloğa inanan biriyim. Hem Ermeni hem de Türk çevrelerinde aşırı düşünenler var. ‘Onlarla konuşulmaz’ diyorlar bir kısmı. Efendim Türk kısmı da ‘Onlar zaten kendileri yapmıştır, tarihte, biz onlarla konuşamayız’ tutumunda. Bunlar boş laflar. Sizin benim ne farkımız var? El ayak, burun, kafa olarak. Bizim böyle şartlanmalarla oyuna gelmememiz lazım. Diyalog yoluyla, aklımızı kullanarak medeni bir şekilde oturup konuşmamız lazım.

Türklerle Ermeniler arasında halledilemeyecek mesele yok denilebilir mi?

Niye hal olmasın ki? 1915’e kadar iyi yaşadıklarına göre. Ondan sonra başladı bütün mesele. Onun içinde de başka bir sürü şey var. Şimdi o Ermeni tehcir meselesi falan filan. Bazı konular var. Hiç konuşulmuyor. Başka faktörler var işin içinde.

Siyaset mi?

Siyaset tabii. Mesela ‘Berlin-Bağdat Demiryolu Meselesi’ var. Ondan sonra İngilizlerin, Almanların tutumu var. Türklerle beraber güvensizlik meseleleri var. Bir tek Talat Paşa oturup da ‘Bunları böyle yapalım’ diye düşünmemiş. Ama gerçekte burada etik bir mesele var. Kan meselesi var ortada. Tehcirdi, soykırımdı, şuydu buydu bir yana. Daha önce ortadaki ölüler hakkında konuşalım. Benim şöyle bir düşüncem var. Bilmiyorum bunu gündeme getirmemiz ne kadar doğru olur? Ne olursa olsun... Ortada bir kere ölen insanlar var. Bu insanlar benim ailemden, başkalarının ailesinden de var, Türklerden de var. Şimdi Türkler Türkiye’de, anıt koyuyorlar, hürmet diye değil mi... Ölüleri hatırlamak için. Şimdi böyle bir şeyi Ermeniler dese, bizim de bu kadar insanımız öldü. Kabul ediyorsunuz ya bu kadar insanın da öldüğünü. Ha, kimin öldürdüğünün hesabını sormuyoruz şimdi. Binlerce ölü var ortada. Peki bunlar için bir anıt koyarsak ne olur? Bizim de o memlekette bir hakkımız var. Şimdi ‘Böyle bir anıtı dua etmek için yapmak niye mümkün olmasın Türkiye’de?’ diye bir soru sormak lazım. Belki bir gün ben mebus olursam getiririm.

Siz Türk vatandaşı mısınız?

Yok, Alman oldum. Ama orada doğdum büyüdüm.

Ermeni konusunu Avrupa’da Türklerin siyasette yükselmelerini engellemek için kullanmak ahlaki mi? İnsan bir ırka mensup diye, Hollanda’da olduğu gibi cezalandırılabilir mi?

Yok değil, tabii değil. Ama eğer bunu orada yaşamamış olmasına rağmen, aynı ırka mensubiyet olma anlamında başlıyorsa konuşmaya o insan o zaman düşünülmesi lazım. Doğru değil öyle bir şey. Ama şimdi meselenin iç yüzünü bilmeden ‘Yok öyle olmamıştır. Olamaz’ diyerek girmemesi lazım insanın meseleye. Eğer Ermeni ise susması ecdadına karşı suç olabilir. Mesela benim ailemde annemin dayıları varmış. Yedi sekiz tane dayıdan biri kurtulabilmiş. O da gitmiş Nice taraflarına yerleşmiş. Türk ile evlenmiş. Çocuklarından bir tanesi de Almanya’ya gelmiş. İsmi de Hamdi. Ben buraya geldiğim zaman bana telefon etti. Stuttgart taraflarında oturuyor. ‘Seninle görüşmek istiyorum. Ben Hamdi. dedi. İyi, dedim. ‘Bizim orada cemaatimiz var. Bir gün geliriz, konuşuruz. dedim. Hamdi Bey’le buluştuk, 72, 73 yaşlarında bir adam. Dedi: ‘Sen çok küçüktün, belki hatırlarsın. Arada bir seni annen amcanlara gönderir miydi. Kumkapı’da otururdu amcan. ‘Allah Allah!, dedim sen nereden biliyorsun bunu, ‘İşte o zamanlar ben size gelirdim. Annen söylemek istemezdi. Biz çekinirdik. Siz ağzınızdan bir şey kaçırıp da konuşmayasınız diye amcana gönderirdi.’ Ankara’da oturuyorlarmış bunlar. Şoförmüş, kamyon şoförü. İstanbul’a gelip gittiği zaman bizde kalırmış. Onun bir kardeşi var Halim. Demek istediğim o ki, bizim aile içinde de böyle insanlar var. Böyle gizli kapaklı gelir konuşurlar. Şimdi bu meselelerin içyüzünü gerçekten bilmek lazım. Bilerek hiç konuşmamak, o zaman işte ecdadına karşı manevi suç işlemiş oluyorsunuz.

Bir Alman, tarihiyle ilgili susarsa, yüz yıl sonra sustuğu için cezalandırılabilir mi?

İnsanların oturup aklı başında, soğukkanlı olarak konuşması lazım. Her iki tarafı ilgilendiren konularda, tarihi konuların tabu olmaktan çıkması lazım. Şimdi ‘Bu böyledir, yahut da böyle değildir.’ Tartışma olması lazım. Belki benim düşüncem yanlıştır. ‘Soykırım’ değildir, belki de başka bir şeydir adı. Yahut da soykırımdır da onlar yanlış söylüyor. Ama bunların tartışılması ve açık açık korkmadan konuşulması lazım. Susturulmak kötü bir şey. Bazı şeyler de susturulmak yüzünden çıkıyor. Korkudan bazı abuk sabuk şeyler söyleniyor. Ben aşırı ırkçı düşünenlerin hepsine karşıyım. Almanya’da en çok kızdığım dazlak kafalılar. Hiçbir işe yaramaz, zamanını bitirmiş, kullanma tarihi geçmiş, demode olmuşlar. Hitler bitmiş. Delinin biri. Vatanseverlik başka bir şey. Vatanını sevsin, insanlar milletini sevsin. Ama ırkçılık yapmak, başkasının ırkına dil uzatmak bunlar iyi şeyler değil.

Türk-Ermeni ilişkileri nasıl olursa sorun çözülür sizce?

Türkiye’nin Ermenistan’a bir komşu gibi davranması lazım. Anadolu’da biz yan yana yaşadığımız zaman nasıl davranıyorduysak komşu gibi, mesela ben İstanbul’da olduğum zaman komşularımız vardı. Ayrı gayri yok gibiydi. Herkes birbirine gider, bayramlaşırdı. Biz mesela Kurban Bayramı’nda gider ‘Hatice Ananın’ elini öperdik. Şeker bayramında bol bol şeker alırdık (gülüyor). Bizim karnavalda, onların çocukları veyahut büyükleri de kılık kıyafet değiştirir, bize gelirlerdi, eğlenirdik. Öyle komşuluk yapılması lazım. Anadolu örfünü temel alarak bir açılım sağlanabilir.

Türkiye’de yaşamak isterim

Türkiye’ye sık sık gidip gelir misiniz?

Son yıllarda devamlı gidiyorum. Ondan önce bir otuz sene kadar gitmedim. Türkiye’de çok değişti. Zaten Anadolu’yu pek bilmem, bir kere gittim. İstanbul, biraz kaba tabirle çığırından çıkmış durumda. Birincisi zaten trafik berbat. İkincisi de çok kalabalık. Haziranda Ermenistan patriğine refakat etmek için gittim. Büyük çapta sivil polis koruma vardı yanımızda. Onlarla konuşma fırsatı buldum. Baktım çok entelektüel bazda konuşuluyor. Eskiden polis yanımızda durdu mu korkar kaçardık.

Gençlik yıllarınızın önemli Ermenileri kimlerdi?

Mebus ‘Mıgırdiç Şelefyan’ Demirel’in de çok iyi arkadaşı idi. ‘Apikoğlu’ vardı ‘Apikoğlu Sucukları’nın sahibi. Galatasaray’da ‘İşkembeci Apik’ vardı. Sinemacı ‘Nubar Terziyan’ ve ‘Hazinses’ vardı. Sami Hazinses de Ermeni’ydi. Mesela Udi Hırant vardı.

Papa Türkiye’de bayrağı eline aldı, salladı, nasıl karşılıyorsunuz?

Camiye girmesi, kıbleye dönmesi hepsi normaldir. Yadırganacak hiçbir tarafı yok. Ama bu bayrak meselesi filan, abartılmış yani. Yapmaması lazımdı. Ama, bir din görevlisinin düşünebiliyor musunuz bir ibadethaneye girsin, dua etmeden çıksın yani; olmaz.

Siz kime bağlısınız kilise olarak, İstanbul’a mı?

Ben İstanbul’da doğdum. Oradaki patrikhanenin bir parçasıyım. Ama asıl olarak Ermenistan’daki Eçmiatzin’e bağlıyız. İstanbul da oraya bağlıdır. İlk baştan, MS 301 tarihinden beri. Dünyada ilk kilise zaten 301’de kuruldu orada.

Nerede yaşamak istersiniz emekli olduğunuzda?

Bundan önce söylediğim gibi İstanbul’da yaşamak isterim. Çünkü İstanbul’da doğdum. İstanbulluyum. Benim her şeyim orası.

İstanbul Üniversitesi mezunu

21 Aralık 1942 tarihinde İstanbul’da doğdu. Eğitimine Pangaltın’da devam etti. 1962 yılında Üsküdar Ruhban Okulu’nu bitirdi. İstanbul Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenimin ardından, 1965 yılında Almanya’ya geldi. Bochum Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nden mezun oldu. Türkiye’ye dönerek Ermeni Patrikhanesi’nde görev aldı. 1972 yılında din görevlisi olarak atandığı Marsilya’da 1991 yılına kadar görev yaptı. Almanya’da eski Sovyetler Birliği’nden gelen Ermeni nüfusun artması üzerine bu ülkeye atandı. 1991 yılından bu yana Almanya Ermeni Cemaati’nin dini lideri olarak “Almanya Patriği” unvanı ile görev yapmakta.

Kaynak : haber7

CENGİZ ÇANDAR'A İBRET ALINACAK BİR MEKTUP

06.05.2010
ABD'de yaşayan bir Türk vatandaşının CHP milletvekili Onur Öymen'e gönderdiği, Öymen'in de Odatv'ye gönderdiği mektubu olduğu gibi yayınlıyoruz:

“Sayın C. Çandar bey,
Bugünkü yazınızı okudum. Ataları Ermeniler tarafından hunharca öldürüldüğü için üç nesil sonrası bile bunun etkisini yasayan bir insan olarak sizin hiç araştırma yapıp neden Ermenilerin sürüldüğünü ve konuyu hiç bilmeden yorum yaptığınızı anladım. Neden Erzurum, Kars ve Van a gidip hiç araştırma yapmıyorsunuz. Benim çocukluğumda yegane sağ kalan babaannemin anlattıklarına göre(yalnız b.annem değil şahit olan herkes) Rus işgali sırasında Erzurum halkı Ruslardan çok Rus ordusuna katılan Ermenilerin zulmüne uğramışlar. Hele Bolşeviklik çıkıp da Rus ordusu çekilince silahlı Ermeniler tam bir terör estirmişler. Yaslı erkekleri camilere koyup yakmışlar, kızların kadınların ırzına geçip kimini öldürmüşler, askere alınmamış erkekleri sıraya dizip baltayla kafalarını ikiye ayırmışlar yani akla hayale sığmayacak işkenceler yapmışlar. Bu arada Türk ordusu 3 ayrı düşman ordusuyla savaştığını unutmayın. Bakin ben Amerika’da yaşıyorum. Bunlar neden 100 sene bekleyip işe çıktılar. Bütün şahitler olsun diye beklediler yoksa 50–60 sene evvel neredeydiler. Yahudiler Alman hükümetinden tazminat alınca bunlarda işe çıktı. Gayeleri Anadolu’dan toprak kazanıp Türkiye’den para koparmak. Şöyle bir düşünün burada (USA) çok çok zengin Ermeni var. Niye Ermenistan’a yardim etmiyor buradaki mebus ve senatörlere dünya kadar para veriyorlar. Buradaki bir Ermeni arkadaşım Ermenistan’a gitmiş diyor ki zelzeleden sonra acele yapılmış teneke evlerde hala yasayan birçok Ermeni aile var. Taner Akçam Minnesota üniversitede Ermenilerden aldığı maaşla Türk aleyhtarlığı 2 film yaptı ve Public TV’ye Ermenilerin çok para vermesi neticesi o filmleri oynatıyorlar. Taner Bey Ermenilerden daha fazla Türkiye’yi suçluyor ve hiç ölen Türklerden bahsetmiyor. Şimdi Boston’da küçük bir üniversitedeymiş. Türklere zehir akıtıyor. Ona yazıp bakin benim dedelerim öldu dedim cevap bile vermedi. Biz Amerika’daki Türkler elimizden geldiğince senatörlerimize ve mebuslarımıza mektuplar yazıp gerçeği öğretmeğe çalışıyoruz sizin yaptığınız nedir? Bu kadar saf mı Türk milleti. Hakikati öğrenmeğe o kadar mı tembeliz. Yazıklar olsun Ermeni pususuna düşen sözüm ona cahil aydınlar. Unutmayın benim ve benim gibi binlerce Türkün Ermeniler tarafından öldürülmüş atalarından kim özür dileyecek. Lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve Ermenilere düşman olmayın ama onların da oyununa gelmeyin. Evvela onlar kinlerini unutsunlar ve olanların nedenini öğrenmeğe çalışsınlar. Yoksa neden sadece Ermeniler sürüldü. Yahudiler, Kürtler, Çerkezler vs. niye sürgüne gönderilmedi. Sayın Ataöv’ün kitaplarını okuyun, konferanslarına gidin, her şeyi resmi belgelerle ispatlıyor.

Saygılarımla,
Şükran Gözüm Minneapolis, MN. USA”

Odatv.com

Erzurum’a ‘Türk Soykırım Anıtı’
25. Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları’nda yerli ve yabancı binlerce sporcuyu ağırlayacak Erzurum’a Atatürk Üniversitesi ile Büyükşehir ve Yakutiye belediyelerinin girişimiyle, ‘Türk Soykırım Anıtı’ yaptırılacak
05 Haziran 2010 milliyet

Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkilerini Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Erol Kürkçüoğlu, “Soykırım anıtı kesinlikle kin ve nefreti ifade eden anıt olmayacak. Türklerin, Ermeni çeteleri tarafından katledildiğini belgelerle ortaya koyan bir anıt olacak” dedi.

Batılı ülkelere yanıt
Anıtın hemen bitişiğinde bir de kütüphane bölümü oluşturulacağını kaydeden Kürkçüoğlu, burada Başbakanlık Osmanlı, Genelkurmay arşivleri başta olmak üzere bilimsel eserler, Erzurum ve çevre köylerde yapılan kazılardan elde edilen bulgu, katliam fotoğraflarının sergileneceğini söyledi.
Anıtın sözde Ermeni soykırımı iddialarını gündeme getiren Batılı ülke parlementolarına bilimsel anlamda yanıt verecek bir mekân olacağını kaydeden Kürkçüoğlu, “1916-1918 yılları arasında Ermeni çetelerine Erzurum vilayet sınırlarında 50 bine yakın şehit verildi.
Binlerce şehidin anısını yaşatmak için Türk Soykırım Anıtı’nı Kış Oyunları öncesi dikmeye karar verdik. Ermeni mezaliminin yaşandığını Erzurum’da anıt ve kütüphane şehir merkezindeki tarihi yapılara yakın bir mekâna kurulacak” diye
konuştu.

Sultan Abdülhamid'in İstihbarat Gücü
09 Ağustos 2010
Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han'ın İngiliz Büyükelçisine verdiği bir cevap var ki...

Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu'da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi'nin Sultan Abdülhamid'e gelip, küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan'ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek:

"Filan gün, filan saatte Karadeniz'in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz." cevabını vermiştir....

Sultan Abdülhamid'in bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaşmışlardır..

Kaynak: Kısakürek, N. Fazıl; Ulu Hakan, Büyük Doğu Yay., İst, 1988 s 244

ERMENİ SOYKIRIMI VAR DİYEN HARBORD RAPORUNA BAKSIN

Tarihçi, hukukçu, yazar Mehmet Niyazi Özdemir, Ermeni soykırımı olmadığının 1919'da zaten kanıtlandığını, Amerikan Başkanı Wilson'un General Harbord başkanlığında gönderdiği heyetin "Burada katliam yok, iki milletin birbirine karşı düşmanlığı var" diye rapor verdiğini söylüyor.

Bunların hepsinin cevabı verilmiştir. Ermeni diasporası bunu Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson'a mal ederiz diye gidip "Biz Hıristiyanız. Bize soykırım uyguladılar" dediler. Bunun üzerine Wilson, 1919'da Genel- kurmay Başkanı James Harbord'u büyük bir heyetle gönderdi. Sosyologlar, psikologlar gelip böyle bir soykırım var mı diye araştırdılar. Paris'e gelip buradan kaçan Ermenilere sordular. Ermeni'nin biri dedi ki "Çok feci katliam oldu generalim, ben iki defa katledildim." Yani hesaba iki kere girdim diyor. Sonra buraya gelip bütün Güneydoğu'yu dolaşıp inceleyip rapor yazdılar. "Burada bir katliam yoktur. İki milletin karşılıklı birbirine düşmanlığı var" diye. Böyle bir kanun olmaz. Bunu Ermeniler de biliyor. Hem hürriyet diyeceksin, hem de burada soykırım olmadı diyene ceza vereceksin. Bunun mantığı yok ama adam ben kuvvetliyim Hıristiyan alemi olarak bu kanunu koyuyorum diyor. Mesele bu.

http://yenisafak.com.tr/roportaj-haber/ermeni-soykirimi-var-diyen-acip-harbord-raporuna-baksin-08.05.2012-358560

İttihat ve Terakki Partisi'nde kaç Ermeni milletvekili vardı
Halit Kakınç
24.04.2014



Bir gerçeğin altını çizerek başlayalım. 1915 yılında yaşanan acı olaylar, 1944 yılından itibaren jargon’a giren soykırım (genocide) sözcüğünden farklı bir nitelik taşımaktadır.

Karşılıklı vuruşanlar, Türkler ve Ermeniler’dir (kıtâl-mukatele). Dramı en anlamlı şekilde ifade eden, bu Osmanlıca tanımdır.

İki komite’den de kasıt, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Taşnaksutyun (Hay Heğapohagan Taşnaktsutün) Partisi’dir.

Gerçek bir dramdır olup bitenler. Osmanlı’nın parçalandığı günlerdir... İttihat ile Taşnak, kader birliği içinde canciğer kuruluşlardır. O kadar ki, 1908’de yapılan seçimlere Taşnak Partisi’nin adayları, İttihat Terakki Partisi’nden katılırlar ve meclise 14 milletvekili gönderirler. Osmanlı İmparatorluğu’nun geriye kalan bölümünde birlikte yaşanacaktır hesapça…

Emperyalizm ise aynı fikirde değildir. Bu yüzden bu hesaplar tutmaz… Çarlık Rusyası’ndan ve Avrupa’dan yollanan ajanlar, Anadolu’nun Ermeni yoğun bölgelerinde fitne tohumlarını saç maya başlarlar.

Tehlikeyi önceden gören en önemli isimlerden biri, Ermeni Patriği Boğos Mağakya Ormanyan’dır (1841-1918)… Çocuk yaşlarda Anadolu’dan devşirilerek İtalya’da Katolik yapılmış… Okulları bitirdikten sonra İstanbul’a dönerek yeniden ulusal mezhepleri olan Lusavoriçagan (Gregoryen) mezhebini seçmiş… Ve bu mezhebin başına geçmiştir.

PATRİK BOĞOS ORMANYAN: “DÜNYA DEVLETLERİ, BİZİ RAHAT BIRAKSINLAR!”

Ormanyan’ın 1896 tarihli bir beyanına özellikle dikkatinizi çekmek isterim:

“Asırlarca beraber yaşadığımız Osmanlı-Türk devleti topraklarında hemen her şekilde sakin ve mutlu bir hayat sürmekteyiz. Büyük devletimizin ve haşmetli padişahımızın ‘Sadık Millet’ lakabıyla ödüllendirdiği bizler, yani Ermeni kulları, hemen her şekilde devletimize bağlıyız. Bundan dolayı bütün dünya devletleri bizleri rahat bıraksınlar!”

Emperyalizmin ajanları ve maşaları bir türlü rahat bırakmazlar Patrik Ormanyan’ı…

Patrik, 1903 yılında, Avrupa parlamentolarında Osmanlı Ermenileri adına konuşmalar yapar. Paris, Londra ve Berlin gibi başkentlerde, dostluk içeren bu konuşmaları, hem Avrupalılar’ı hem de Çarlık Rusya’sını kızdırır. Suikaste uğrar. Ölümden kurtulur, ama görevini bırakmak zorunda kalır.

Ve en beteri gelir çatar. Bu konuda kırk bin çeşit iddia vardır ama, gerçek nedeni bilinmez – Sadrazam Talât Paşa, Taşnaklar’la dostluktan vazgeçer ve Mayıs 1915’te tehcir emrini içeren telgrafını çeker.

Ermeniler’in ‘Büyük Felaket’ (Medz Yeğern) diye adlandırdıklardı acılı günler başlar.

Bu gerçek bir dramdır. Çünkü Ermeni Toplumu, batılı araştırmacılar tarafından zamanında ‘HıristiyanTürkler’ diye adlandırılacak kadar Türkler’e yakın ve daima içiçe olmuştur. Bunlarda iki isim vermek isterim: Dede Hamparsum Limonciyan Efendi (1768-1839) ve Besteci Vartabed Gomidas (1869-1935)…

Hamparsum Efendi, hıristiyandır, aynı zamanda Mevlevi Dedesi’dir. Ortaçağ’da Ermeni kiliselerinde kullanılan Khaz Sistemi’ne dayalı, Hamparsum Notası diye bilinen bir notasyon geliştirerek Klasik Türk Müziği’nde kullanılmasını sağlamış; böylece Türk Musîkisi eserlerinin kaydedilerek günümüze ulaşmalarında hayati bir rol üstlenmiştir.

Gomidas ise Anadolu’yu adım adım dolaşarak Türk-Kürt-Ermeni, 3 bin’den fazla halk şarkısı derleyerek bugüne aktarımlarını sağlamıştır.

DİYASPORA ELİNİ ÇEKSİN… ERMENİ ARŞİVLERİ AÇILSIN!

Olayların daha fazla ayrıntılarına girmiyorum. Bu aşamadan sonra söylenmesi gereken şudur:

Atılan adım, olumludur. Anlamsız bir şekilde geç bile kalınmıştır.

Ermenistan yoksul bir ülkedir. Diyaspora’nın eline bakmaktadır. Diyaspora Ermenileri’nin ise halleri vakitleri yerindedir. Soykırım teraneleri, içki masasındaki mezeleri haline gelmiştir.

Türkiye, ilişkilerini Ermenistan üzerinden yürütmeli… Bu arada bütün dünyaya bu dramın Osmanlı’nın bir iç sorunu olduğu… Söz konusu çokuluslu Devlet’in zamanında kurucuları Türkmenler’le bile kahredici bir çatışmaya girmiş olduğu anlatılmalıdır.

Bu arada en önemli sorunlardan biri, Ermeni arşivlerinin kapalı olmasıdır. ABD’deki, Ermenistan’daki ve diğer ülkelerin Ermeni kiliselerindeki arşivler kapalıdır. İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nin arşivleri de kapalıdır.

Bu arşivler bir an önce açılmalıdır.

Anadolu’da ortaya çıkan toplu mezarların incelenmesine, Diyaspora ve Ermenistanlı uzmanlar, bütün davetlere rağmen katılmayı reddetmektedirler.

Neden?

Çünkü cesetlerin bir kısmı Ermeniler’den bir kısmı ise Müslümanlar’dan kalmadır. Dolayısıyla, soykırım’ın değil mukatele’nin kanıtlarıdır ortaya çıkan kalıntılar. İşlerine gelmeyecektir.

Bağlayalım.

Bu iş, toprak veya tazminat talebi gibi bir noktaya kadar uzanır mı?

Toprak talebi olamaz. Çünkü işlemez. Türkiye, böyle bir talebi ciddiye bile almaz… Ermenistan’a bile gitmeyen Diyaspora Ermenileri de, sanmayın ki 2 bin yıl sonra Filistin’e dönen Yahudiler gibi davranırlar… Geçiniz.

En fazla, parasal bir gönül alma konusu gündeme gelebilir… O da tartışılır.

Ben, AKP’nin, dış politikada ilk defa önemli bir adım attığını düşünüyorum.

Umarım ‘Açılım Politikası’ gibi yarım kalmaz… Gerisi gelir.

Odatv.com

Türk yağıdan üzr istemez
Prof. Dr. Nurullah Çetin
26 Nisan 2014



Enver Paşa’nın akl ettiği ve Talat Paşa’nın uyguladığı 1915 tehcir hadisesi olmasaydı, bugün Türkiye’de Türk diye bir ırk kalmayacaktı ve “Türk diye bir ırk yoktur” diyen bir vatandaşın dilekleri o zaman yerine gelmiş olacaktı. Zira Fransız, İngiliz ve Rus üniforması giymiş ve bu devletler tarafından silahlandırılmış Ermeni terör örgütlerinin amacı, Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın en çetrefilli döneminde, en zor ve sıkıntılı dönemimizde bizi arkadan vurarak yok etmekti.

Biz Çanakkale’de canımızı dişimize takmış Haçlı ordularıyla cihad ederken 17 Nisan 1915'te Van, Bitlis ve Çatak'a saldıran Ermeni terör örgütü mensupları, 80 bin Müslüman Türk’ü acımasızca katletti. Müslüman Türk kadın ve kızlarını Akdamar Kilisesi’ne zorla götürüp tecavüz ettiler. Birçoğu da iffet ve namuslarını korumak için Van Gölü’ne atlayıp şehit olmayı seçtiler. Bu namuslu Türk kadınlarından özür dileyen, “hayatlarını kaybeden Türklerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” diyen bir Ermenistan başbakanı görmedik.

1890’lı yıllardan günümüze kadar yüzbinlerce Türk, Ermeni terör örgütleri tarafından vahşice katledildi ama Ermenistan’da hiçbir başbakan bunlar için özür dilemedi, taziyede bulunmadı, acılarımızı paylaşmadı.
Vaktiyle Ermeni terör örgütü ASALA, yüzlerce Türk diplomatını ve vatandaşını vahşice katletti ama hiçbir Ermenistan başbakanı bunun için özür dilemedi.

Hocalı'da 1992’de Ermenistan eşkıyası tarafından Türk soykırımı yapıldı. Hiçbir Ermenistan yöneticisi bundan dolayı Türklere taziyelerini bildirmedi. Şehit olan savunmasız Türk çocukları, kadınları ve ihtiyarları için hiçbir Ermeni başbakanı “hayatlarını kaybeden Türklerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” demedi.

Her yıl 24 Nisan günü, 24 Nisan 1915 olayları münasebetiyle hem Ermenistan’da hem ABD'nin bir çok eyaletinde Türk bayrağı yakılır, ama hiçbir Türkiyeli başbakan bu konuda ciddî ve sonuç getirecek şekilde resmî bir tavır ortaya koymadı.

Şimdiye kadar Ermenistan’da, Amerika’da, orada burada yaşayan Ermeniler, toplanıp sokağa çıkarak “HEPİMİZ TÜRK’ÜZ” diye pankartlar eşliğinde yürüyüş yapmadı.

Ermenistan’da Türkleri katil gösteren ‘Soykırım Müzesi’ vardır ama Türkiye’de Ermenileri katil gösteren böyle bir müze yoktur.

Türk düşmanı Ermeni terör örgütleri yandaşları, Türkiye’nin değişik şehirlerinde toplanıp "Türkler'in gerçekleştirdiği Ermeni soykırımı"nı lânetleme törenleri yaparlar. Hiçbir zaman Türk olamamış “Türkiyeli!...” siyasetçiler, bunları demokrasi faaliyeti olarak görür ve ilişmezler. Öbür tarafından Ermenistan’ın hiçbir şehrinde "Ermeniler'in gerçekleştirdiği Türk soykırımı"nı lânetleme törenleri yapılmaz.

Türk’ü katletme niyetinde olmamış, teba-i sâdıka olarak kalmış ve Ermeni terör örgütlerine destek vermemiş olan, işinde gücünde sıradan Ermeni vatandaşlara insan olarak saygı duyarız; ama Türk ırkını yok etmek için eline silah alıp alnımıza doğrultmuş terörist Ermenilere de gül tutmayız. Türk yağıdan üzr istemez. İsteyen varsa Türk değildir.

Kaynak: http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009684/turk-yagidan-uzr-istemez/prof-dr-nurullah-cetin

Hikmet Kıvılcımlı'nın Ermeni Meselesi Hakkındaki Görüşleri



Hikmet Kıvılcımlı çeşitli eserlerinde Ermeni meselesini ele alıyordu. “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı kitabında Ermeni meselesini de ele alan “Doğu Sorunu”nu şöyle anlatıyor:

“Osmanlı İmparatorluğu’nda, Çarlık Rusyası ile İngiliz Emperyalizmi arasında, Orta Asya pazarları üstünde başlayan rekabete kilit ve anahtar noktası, bugünkü Doğu İllerinde, bir Ermenistan hükümeti veya muhtariyeti [özerkliği] kurup kurmamak sorunuydu. Bu soruna bir zamanlar “Doğu Sorunu” deniyordu. Osmanlı İmparatorluğu, derebeyi saltanatı biçimini koruduğu sürece, Doğu İllerinde iki zümre vardı:

1- Kürtlük: Daha çok derebeylik, klan ve aşiret sistemleri içinde, dağınık, siyaset dışı bir kalabalık şeklinde idi.

2- Ermenilik: Genellikle burjuvalaşan ve İstanbul, Trabzon gibi önemli ticaret merkezlerindeki kodaman kapitalist ırkdaşlarıyla sıkı sıkıya bağlı, İngiliz metalarını İran yaylasından İç Asya’ya taşımakla görevli bir küçük burjuva çoğunluğu üzerinde kurulmuş bezirgânlık sistemi demekti.

Emperyalist çelişkilerin dış kışkırtmaları yüzünden biraz daha şiddetle alevlenen Kürt-Ermeni karşıtlığı, bu iki zümre insanın arasındaki din, dil vb. farklarından çok, adeta bu rejim farkından doğma bir Derebeyi-Burjuva karşıtlığı oldu. İki kutup, Osmanlı Avrupası’nda geniş ölçekte rol oynayan: Müslüman-Hıristiyan (Derebeyi-Burjuva) çelişkisi, daha çok tarihsel ve yerel şartlar yüzünden Doğu İllerinde, Balkanlar’dakinin aksine, ikincilerin mağlubiyeti ile halloldu.”

Meşrutiyet Burjuvazisi, ‘Doğu Sorunu’nun tedhişi (korkusu-yıldırması) altında, ilk ve büyük tehlike olarak gördüğü Ermeniliğe çullandı. Zaten, Osmanlı saltanatında kalmış uluslar içinde -Balkanlar bir tarafa bırakılırsa- siyasi bilince ve örgüte kavuşmuş en keskin metalipli [talepler ileri süren] yığın Ermenilerdi. Meşrutiyet Burjuvazisi, birçok alanda olduğu gibi, Ermeni Milliyetçiliğine karşı da derebeylikle el ele verdi. El ele verdiği derebeylik, öteden beri iki ayrı rejim karşıtlığıyla Ermeniliğe karşı tutuşan Kürt derebeyliğiydi. İttihat ve Terakki devlet cihazı, illegal bir kararla başa geçti; Kürt derebeyleri milisçil örgütler halinde silahlandırıldı. Kürtlükle Türklük, Ermenileri, dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı. Fakat bu katliamdan, Türk Meşrutiyet Burjuvazisi kadar ve belki ondan çok daha fazlasıyla yararlananlar, Kürt derebeyleri oldu. Ve Kürdistan’da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla, biraz daha şişman oldu.”

Yine aynı eserde Kıvılcımlı, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'nin başına bela olabilecek bir Ermeni meselesini çözme yolunda olduğunu şöyle ifade ediyordu: “Sovyet Devrimi, Ermenilik sorununu da fiilen çözmüş durumdadır. Bir defa sayıca Ermenilerin dörtte üçünden fazlası (%77,9) Ermenistan Sovyet Cumhuriyetine girmiştir. Böylece dünyada biricik işçi ve köylü devleti, Ermenilerin yurt sorununu kökünden çözmüş bulunuyor. Fakat Cumhuriyet burjuvazisinin Sovyet devrimine yalnız bu sorunda borçlu olduğu huzur, bundan ibaret değildir. Sovyetler devrimi, emperyalizmi sevindiren, komünizme ve Türkiye'nin başına bela olabilecek bir Ermeni sorununu tamamen tasfiye etme yolunda bulunuyor.”

Gençlik yıllarında yazdığı eserlerinde konuyu bu şekilde ele alan Kıvılcımlı'nın, daha sonraki yıllarda yazdığı “Oportünizm Nedir?”, “Halk Savaşının Planları” ve “Devrim Zorlaması, Demokratik Zortlama” adlı üçlü kitabına yansıyan görüşleri şöyle:
“En sonunda, Türkiye’nin Birinci Demokratik Devrimi (Milli Mücadele) açıktan açığa sırf birsömürgeleştirme baskısına karşı İngiliz-Fransız-Amerikan Emperyalizminin maşası Yunan ve Ermeni istilasına karşı bir Kurtuluş Savaşı oldu.”, diyor, Kıvılcımlı Usta. ( s. 363)
Odatv

İşte Doğu Perinçek'in AİHM’de yaptığı tarihi konuşma
28 Ocak 2015



İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek, AİHM Büyük Daire'deki temyiz davası duruşmasında konuşması bitti.

İşte Perinçek'in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’ndeki Sunumu:

"Sayın Yargıçlar,
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Mahkemenize güveniyorum.

1. Avrupa insanının özgürlüğü için buradayız. AİHM 2. Dairesi’nin 17 Aralık 2013 günü açıklanan kararı, Avrupa’nın özgürlük mirasını temsil ediyor ve Avrupa’daki özgürlükleri güvence altına alıyor. O kararı aynen tekrar ediyoruz.

Düşünceyi açıklama özgürlüğü, farklı, hatta aykırı görüşe özgürlüktür. Özgürlük, statükoya karşı çıkanlara gereklidir. Iordano Brunolar, yerleşik inançları tartışmaya açtıkları için yakıldılar.

Birinci Dünya Savaşında taraf olan devletlerin ve halkların birbirlerine karşı o tarihlerden kalan belli yargıları var. Bunların geleceğimiz üzerindeki olumsuz etkilerinden kurtulmalıyız. Avrupa insanının bilinci, 1915 olayları konusunda yasaklarla kuşatılmasın.

2. Daire kararında 1915 olaylarına ilişkin görüşlerin tartışmalı olduğu saptanmıştır. Ermeni Patrik Vekili Ateşyan ve Başpiskopos Anuşyan bu ay yaptıkları konuşmalarda, kimi Ermeni ve kimi Türk çevrelerinin “birbirlerini zalim ve kendilerini mazlum” olarak görmelerindeki olumsuzluğa değindiler ve “dış mihrakların rolünü” vurguladılar (Ateşyan ve Anuşyan’ın konuşmaları ekli). Biz de aynı görüşteyiz. 2. Daire, Ermeni Patriği dahil, herkesin özgürce konuşmasına güven sağlayan bir karar vermiştir.

Biz, 1915 olaylarının ”soykırım” tanımına uymadığını belirttik ve bu savımızı bilimsel usavurmayla öne sürdük. İsviçre Mahkemesine 90 kilo Rus ve Ermeni belgesi verdik. Rus raporlarına ve mahkeme kararlarına, Ermeni devlet adamlarının ve subaylarının resmî rapor ve kitaplarına, Alman generallerinin tanıklığına dayandık. Görüşlerimiz tartışılabilir, ama bizim özgürlüğümüzü korumak, Avrupa hukukunun gereğidir.

2. Soykırım hukuki bir tanımdır. Ankara Hukuk Fakültesinde Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri alanında ders vermiş bir bilim insanı olarak yaptığım araştırmalar sonucu vardığım kanaat şudur: Osmanlı devleti, Ermeni yurttaşlarımıza karşı uygulamalarda, Ermeni toplumunu toptan yok etme amacıyla hareket etmemiştir. Bununla birlikte Birinci Dünya Savaşı sırasında karşılıklı kırım ve zorla göç ettirme (tehcir) olduğunu her zaman belirttim. Ermeni yurttaşlarımızın acılarını her zaman paylaştım. Ermenilere karşı husumet veya nefret içeren tek sözcüğümü bulamazsınız. Onların kültürümüze ve hayatımıza katkılarını her zaman vurguladık. Ermenileri değil, “büyük devletleri” sorumlu tuttuk. Bu söylemimizle de Ermeni yurttaşlarımızı koruduk.

3. Avrupa’da ve Türkiye’de barış ve kardeşliği koruyalım. “Ermeni soykırımı” iddiaları tabulaştırıldı ve Avrupa’da Türkleri aşağılamanın aracı haline getirildi. Türkler ve Müslümanlar, bugün Avrupa’nın karaderilileridir. Bırakınız mazlumları savunanlar da konuşabilsin. Ermeniler de bu mazlum kavramı içindedir. Mazlumların konuşma hakkı, Avrupa’da hoşgörünün ve kardeşliğin gelişmesi için en sağlam güvencedir. AİHM, ifade özgürlüğünü güvence altına alan kararıyla nefret söylemini de mahkum etmiş olacaktır. Biz Avrupa ve Türkiye’de barış ve kardeşlik için buradayız.

Doğu Perinçek"
Kaynak: Ulusal Kanal
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Tem 24, 2010 11:31 pm    Mesaj konusu: Teşkilat-ı Mahsusa'nın Son Kurşunu Alıntıyla Cevap Gönder

Teşkilat-ı Mahsusa'nın Son Kurşunu
Şükrü Alnıaçık
Haberiniz Olsun

Aşağıdaki resimler, bir Ermeni web sitesinden alınmıştır.(1) Sırasıyla ve “kozmik bir gözle” inceleyince akıl almaz olayların ipuçlarını bulacağımıza ve olanı biteni ANLAMAYA başlayacağımıza inanıyorum.

Web Sitesinde “KESİNTİSİZ SOYKIRIM 1894-2007” başlığı altında aşağıdaki resimlere yer veriliyor.

A- İlk önce Osmanlı dönemi: Aşağıdaki şahısların Ermenilere soykırım uyguladıkları, soykırımın ya fikir babası, ya da siyasi veya askeri sorumluları oldukları ilan ediliyor.



Listedekilerin Akibeti:

1- Sultan II. Abdülhamit, 40 kişinin öldüğü bombalı Ermeni Suikastinden kurtuldu; “Masonlarla” vuruldu.

2- Talat Paşa Ermeni kurşunuyla vuruldu.

3- Enver Paşa Ermeni davasından yargılanmamak için gittiği yurt dışında Basmacı hareketinin başında Rus kurşunuyla vuruldu.

4- Cemal Paşa Ermeni kurşunuyla vuruldu.

5- Ziya Gökalp 1924’te öldü, Türkçülük, 1944, 1980 ve 2008’de defalarca Vuruldu

6- Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Mütarekede Ermeni tehciri davasında yargılanarak idam edildi.

7- Sait Halim Paşa Ermeni kurşunuyla vuruldu.

8- Dr. Bahaeddin Şakir Ermeni kurşunuyla vuruldu.

9- Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey Ermeni kurşunuyla vuruldu.

Ermeniler rövanş maçında 1-0 önde.

Bu kadar mazlum, “katliamdan çıkmış” bir halkın, kendi başına “hesap görmede” bu kadar atak ve başarılı olabileceğine inanıyor musunuz?

B- Cumhuriyet Döneminde 80’lerdeyiz: Aynı siteden alınan aşağıdaki resim grubundaki ilk üç resim, aynı sitede yan yana veriliyor; son ikisi ise Çatlı’nın cenazesine katılanlar arasında zikrediliyor. Asala’nın 1973’ten itibaren 10 yıl içinde 42 diplomatımızı şehit ettiğinden hiç bahsedilmiyor.

Bu gruptaki Kenan Evren, Hiram Abas ve Abdullah Çatlı’nın, Asala’yı bitiren eylemler sırasında masum Ermenilere de zarar veren 20 kadar eylemi planladığı ve yaptığı iddia ediliyor.



Listedekilerin Akibeti:

1- Kenan Evren’in yargılanması için Anayasa Referandumunda kampanya yürütülüyor.

2- Hiram Abas, bir suikast sonucunda öldürüldü. Eymür’e göree Abas’ı yerli

işbirlikçilerin peşinde olduğu için Amerikan istihbaratı öldürdü.

3- Abdullah Çatlı, şaibeli bir kazada öldü.

4- Muhsin Yazıcıoğlu, şaibeli bir kazada öldü.

5- Drej Ali Ergenekon sanıklarından.

Ermeniler maçta 2-0 öne geçiyor.

“Ermenilere dalaşanların uzun bir hayat yaşaması için Genelkurmay başkanı mı olması gerekiyor acaba?” diye insan sormadan edemiyor.

C- Cumhuriyet Döneminde 2000’lerdeyiz: Fotoğraflı listede bu kez 4 isim var. Listedekilerin 2007’deki Hrant Dink cinayetinin mimarları oldukları iddia ediliyor. Üç Türk generalinin bu kadar kolay hedef gösterilmesini hiç şüphesiz Ergenekon Davası sağlıyor. Bu resimlere yine Ergenekon sanıklarından Şehit Ailelerinin İmralı’daki müdahil avukatı, Ergenekon sanığı Fuat Turgut da eklenebilirdi.



Listedekilerin Akibeti:

1- Şener Eruygur, Ergenekon davasında tutuklandı yargılama devam ediyor.

2-Hurşit Tolon, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklandı; yargılama devam ediyor.

3- Veli Küçük, Ergenekon davasının 2 nıumaralı sanığı olduğu iddia edildi. Susurluk davası ve faili meçhuller ile ilgili de suçlanıyor.

4- Kemal Kerinçsiz, Hrant Dink’e Türklüğe hakaret davası açmıştı. Dink 6 ay ceza aldı. Kerinçsiz, Ergenekon sanığı.

Ermeniler rövanş maçında 3-0 önde.

Daha doğrusu 100 yıldır bu ülkede Ermenilere dokunan yanıyor. Yaşatmıyorlar adamı. Yakında Ogün Samast’ın da diğer kısa ömürlü Ermeni karşıtlarına benzeyeceğinden hiç kuşkum yok.

Ergenekon sanıklarının Perinçek dahil son zamanlarını Ermeni meselesine odaklanarak geçirmiş olmaları, gündemin zorladığı bir tesadüf mü yoksa Ergenekon işinin içinde “Ermeni Sorunu” mu var?

Yazımızın temasını faili meçhul bir Ermeni web sitesindeki fotoğrafların ilginç kurgusu oluşturuyor. Ancak bu kurgunun dışına çıkıp ta Ermeni Sorunundaki taraflarla Ergenekon davasındaki tarafları alt alta koyduğumuzda basit toplama işlemlerine elverişli bir homojenleşmeyle karşılaşınca doğrusu şaşırıyoruz. Yani elmalar bir tarafta armutlar diğer tarafta toplanıyor.

Kimler açılımcı ve Ergenekon düşmanıysa aynı zamanda “Ermeni sempatizanlığı” korosunun bir üyesi olarak karşımıza çıkıyor. Dinler arası diyalog ütopyaları ve Etyen Mahçupyan’ın Zaman’da yazması da işin fantezi tarafı.

Teşkilat-ı Mahsusacı milis komutanı Said Nursi’nin öğrencileri, Antranik’in torununa köşe tahsis etmişse yüz yılın çok uzun bir zaman olduğuna artık inanmaya başlayabiliriz.



Türkiye’de olan bitene bir bütün olarak baktığımızda 1915’te Türk Ulusal Devletini kurmaya başlayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın 2007’de son mermisini kullandığı ve tarih sahnesinden çekildiğini görebiliyoruz.

Tezgahın Önünde de Arkasında da ABD var.

Hedef Teşkilat-ı Mahsusa Cumhuriyetini Yıkılması Yerine Protestanlaşmış İslam Cumhuriyetinin kurulmasıdır. Bunun için gönüllü ve rövanşist Müslümanlar kullanılmaktadır.

Kendinizi bir an için 1,5 Milyon nüfuslu bir kitle üzerinde çalışan ve 100 yılda 150 bin Protestan üretmiş misyonerlerin yerine koyunuz. Yani bir an için ABD’nin Dış İlişkiler Konseyi olunuz.

1914 itibariyle Birden bire savaş-tehcir-ihtilal ve inkılâp oluyor; 100 yıllık misyoner pazarı birden kapanıyor, tüm yatırımınız heba oluyor. Siz o zaman Robert ve Boğaziçi gibi okullarla Türklerden intikam almayı düşünmez misiniz?

Türkler, Teşkilat-ı Mahsusa operasyonlarıyla 1915’te Protestan misyonerlerin Ermeni pazarını yani “hedef kitleyi” yerinden sürüp çıkarmışlar; onca ajan mektebi ve faaliyet boşa gitmiştir.

Osmanlı ülkesinde faaliyet gösteren Amerikan Protestan misyon örgütlerinden en büyüğü ve önemlisi American Board of Commissionars for Foreign Missions’dur. Bu örgüt 1810 yılında Boston’da Presbyterian ve Congregational kiliselerinin üyeleri tarafından kurulmuştur.

Başlangıçtaki hedefi Amerikan yerlilerini ve Amerika kıtasındaki Katolikleri Protestanlaştırmak iken, sonradan “bütün dünyayı Protestanlaştırmak” olan yeni bir hedef belirlemiştir. (2)

Bu hedefe ulaşmak için de iki önemli aracın bulunulduğu düşünülmekteydi: “İslam’ı yok etmenin bir yolu olarak Müslümanları ve ‘sözde’ Hıristiyanları (Gregoryen, Süryani, Keldani vb.) Protestanlaştırmak.”

20. yüzyılın pek çok misyoneri, toplantılarda sürekli, kilise ve okullar yoluyla ulusların Hıristiyanlaşmasını, bunun için de hükümet desteğini reddetmemek” gerektiğini söylüyordu. (3)

Bu arada Ermeniler Gregoryendi ve Fatih tarafından kendilerine tahsis edilen kiliselerinde Osmanlı millet sistemi içinde özerk ve özgür yaşıyorlardı. Yani “sözde” Hıristiyan sayılıyorlardı.

Operasyon 1820’de Başladı:

Yıl 1820: İlk Amerikan Protestan Misyonerleri Pliny Fiks ve Levi Parsons İzmir'e ayak bastılar. Levi Parsons, İzmir'e çıkar çıkmaz, "Bu günah İmparatorluğunu tamamen yıkmak ahdim olsun" diye yazdı. (4)

Yıl 1848: Amerikan Misyonerleri, Osmanlı Devletinde bir Protestan Cemaati yarattılar. Tamamı Ermenilerden oluşan bu yeni cemaati Osmanlı Hükümetine resmen tanıttılar.

Bu arada 2007’de İstanbul’da öldürülen Agos gazetesi yazarı (TKP/ML’li Fırat) Hrant Dink de Protestan Ermenilerdendi.

Yıl 1850: Amerikan Misyonerleri Osmanlı Ermenileri arasında eğitim çalışmalarını hızlandırdılar ve bundan sonraki 35 yıl içinde 80 Lise, 8 yüksek kolej ve 16 kız okulu açtılar.



Bu okullardan en önemlisi şüphesiz Robert Kolej ve onun üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesidir. Robert Kolej Müdürü DR. Gates'in Paris Barış Konferansı dolayısıyla Prof. Albert Lybyer’e gönderdiği mektupta adeta “geleceği okuduğunu” görüyoruz. (Robert College March 2, 1919)

“Ermeniler ve Rumları kurtarmak için Türkleri de kurtarmamız lazımdır….

….Türkiye de nasıl bir hükümet kuracağız? Türkiye’deki Hıristiyan milletler meselesi ancak bu mesele halledildikten sonra ele alınabilir.”(5)

Robert Kolej’deki bu Amerikan görüşü, Türkiye’nin 1919’dan sonra artık Türklere bırakılmayacak kadar önemsendiğinin bir göstergesidir. Bir Amerikalı Protestan misyoner okulu müdürünün elindeki en iyi reçetenin “Türkleri Protestan yapabilecek bir idare” olduğu açıktır.

Cumhuriyetle gelen Laiklik, Türklerin istenilen tarzda westernize olmalarına Protestan ahlakıyla ehlileştirilmelerine fırsat vermemiştir. Onlara göre yetersiz kalmıştır.

İmparatorluktan Cumhuriyete süzülen fikir akımları, cemaatler, tarikatlar ve yükselen Milliyetçiliğin Ülkücülük adı altında İslam’la senteze girmesi, halkın yaşamına tatbik edilen Amerikan tarzının ideolojik ve felsefi bir Protestanlıkla sonuçlandırılmasını engellemiştir.

Merkez bürokrasisi, Atatürk İlkeleri ile direncini sürdürürken Aleviler dahi Protestanlıktan çok Proleterya kültürüne yaklaşarak istenen “ehlileşmiş” düzeye gelmemişlerdir. Amerikan Protestan kültürü sadece Robert-Boğaziçi arasında, Şişli-Nişantaşı sosyetesinde ve büyük şehirlerin elitleri arasında etkisini gösterebilmiş ve marjinalleşerek toplumdan kopmuştur.

Sünni çoğunluk şifahi aile içi eğitimle sürekli “iman tazelemekte” olduğundan Sünnileri elde etmeden Türkiye’yi elde etmenin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Türkiye’yi iyi analiz eden ABD ajanları, hedeflerine ulaşmak için Müslüman cemaatlerin ve İslamcı partilerin Protestanlık misyonunu üstlenmesi gerektiğini fark etmişlerdir.

Ilımlı İslam ve dinler arası diyalog söylemlerinin Ermeni diasporasının atakları ve Ergenekon davalarıyla aynı anda gündeme gelmesi tesadüf değildir.



Ergenekon’dan içeri alınanların en ilginç ortak paydası, yakın zamanda Ermeni sorunu konusunda milli bir çaba göstermiş olmalarıdır. Doğu Perinçek bile “toprak çekmiş gibi” son zamanlarında Yusuf Halaçoğlu’na destek için İsviçre’ye gidip soykırımı reddederek kendini İsviçrelilere tutuklattırmaya çalışmıştı. Ayrıca 6 CD’den oluşan “Büyük Yalan” Belgeselinde ADD ile birlikte çaba göstermiş, katkı sağlamıştır.

Çok çeşitli ve “kozmik katmanlı” senaryolar olabilir. Ancak hiç kimse bunların sıradan demokratikleşme çabaları olduğunu söyleyemez.

ABD, önce Saddam’ı Kuveyt’e yollayıp ardından Irak’a girdiği gibi, Önce Robert Kolejli Misyonerin evinde örgütlenen Maocuları kozmik katmanlarda yol aldırıp zayıf bir darbe örgütlenmesine ittikten sonra İslamcıların elini kuvvetlendirecek demokrasi ataklarıyla “Türkiye’ye girmeyi” planlamış olabilir. 1 Mart tezkeresinde ABD, Türkiye’nin sandığından daha bağımsız olduğunu fark edip buna epece içerlememiş miydi? Bırakın Sevr’i Lozan’ı bunun intikamı için bile ABD 1915 kod adlı bir operasyon başlatabilir ve bizim muhterem monşerler de çok kolay bu ilaçlı demokrasi yemeğine yumulabilirler.

Ancak Amerika’nın girebileceği bir Türkiye’de, Cumhuriyet muhafızlarının gürültüye papuç bırakmayacağı belli olduğundan Apo’yu yakalayan Özel Harpçi Komutanlar Apoyla el sıkışan Maocu Perinçek’le yan yana konulmuştur.

Devir her bakımdan uyanık olma devridir. Bizim kendi akıl oyunlarımızla tüm şifreleri çözmemiz tabii ki mümkün değildir; ancak Hrant Dink cinayetinin, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurduğu I. Cumhuriyetin tasfiyesi ve Kurtuluş Savaşı öncesinin Türkiye’sine dönüş sürecinin başlatıcısı olduğuna dair pek çok belirti vardır.

Bundan Yasin Hayal’in bir menfaati olmayacağına göre; gerçek planlayıcının bulunması, milli bir görevdir.

Ben bu yüzden darbecilerin ve konunun uzağında kendi çizgisinde demokrasi yoluyla iktidar olmaya ve milli hedeflere odaklanmış olan MHP gemisine biniyorum; tufandan önceki son çıkış olan referandumda HAYIR diyorum.

Ve “beyler arkanızdan Atatürk mü kovalıyor? Bu kadar açılıp saçılmakta niye acele ediyorsunuz?

“TSK’ya sataşmada niye böyle ailecek birbirinizle yarışıyorsunuz?”

Diye soruyorum.

---------------------------------------------------------------------------

1- “http://wwwermenisoykiriminet/index.html”

2 -Çağrı Erhan, “Ottoman Official Attitudes Towards American

Missionaries”, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı- The Turkish

Yearbook of International Relation, 2000, XXX, Ankara, 2001, s.192.

3 -Joseph L. Grabill, Protestant Diplomacy and the Near East- Missionary

Influence on American Policy, 1810-1927, Mineapolis, 1971, s. 33-34.

4- Grabill, age, s. 42

5- Ömer TURAN, “Amerikan Misyonerlerinden E. Simith ve H.G.O.Dwigh’e Göre 1830-1831 Yıllarında Ermeniler”

Açıkistihbarat

Tecavüz Adasında Devlet Töreni
Tarihi Bakış
www.acikistihbarat.com
20.09.2010

Van gölündeki Akdamar Adası”ndaki kilisenin tamir edilmesine de isyan eden Leman öğretmen…

"Ermeniler şehre gelerek genç kızlara ve kadınlara sizi kurtaracağız dedi. Ardından kadınları alarak Akdamar adasına götürdüler. Burada Türk kadınlarına tecavüz etmeye kalkıştılar ve Türk kadını namusunu kurtarmak için kendilerini göle atarak intihar ettiler. O adada ve gölde onların hatırası var. 2000 yılında Van Valiliğine yazı yazarak o namuslu kadınların anısına adaya bir anıt dikilmesini teklif ettim. .Eski Van kayıtları çıkartılarak, intihar eden kadınların isimlerini bulalım anıtın yan tarafına isimleri yazalım bir kenarına da burada şu tarihte Ermeniler tarafından şu kadar genç kız tecavüze uğradı ve intihar etti, diye yazalım dedik. Oraya anıt dikileceğine kilise açılıyor.” (11.2.2005- Yeniçağ)

Dünyanın her noktasında ki Ermeniler ve AB-D “Ermeni Davası” na tüm dünyanın arka çıkması için ellerinden geleni yaparken, Türkiye Cumhuriyeti de onlar için önemli Ruhban Okulunu restore ederek, belki de önümüzde ki günlerde “dini formatını” kazanmasını sağlayarak farkında olmadan “davaya” destek olmakta.

Bu kilisenin restore edilmesinde en önemli etken bu kiliseye Ermenilerin çok önem vermeleri, Ermeni komitacılarının toplantı yaptıkları yer oluşudur.

*
Akdamar Ruhban Okulunu milletin kesesinden onaranlara şu satırları ithaf ediyorum:

“VAN’DA ERMENİ ZULUMÜ- Van jandarma alay komutanının Raporu:

* Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi kızartılarak bir süngü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri kesilerek ağızlarına sokulmuş dört Türk’ün cesedi bulunmuştur.

* Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş oldukları ve bu kötü hareketin sonucu her ikisinin de sakat kaldıkları görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla Ali adında bir ihtiyarın, çene kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van’ı geri alan Türk ordusunun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.

* Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha’nın altı aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler; zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlardır. Bu gün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.

* Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk çocuğunu tezek yığınları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde yapılan inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır.

* Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun boğazlar gibi boğazladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehit etti. Ermeniler o kadar çok Müslüman boğazladılar ki, akan kanlar koskoca tandırları doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.

* Ermeniler, esir ettikleri Müslüman kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürüyorlar; ikide bir; “Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa’ya götürüyoruz Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!” diyorlardı. Sonra koro halinde: “Cevdet Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)” diyorlardı.
*
* Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe tuttular. Zeve’de toplanmış Müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş’u yakalayıp, korkunç şekilde şehit ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları süngülerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.

* Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı. (Anadolu’da Ermeni Zulmü –II – www.ermenisorunu.gen.tr)

Van’da bir kısmını anlattığım bu olaylar vuku buldu. Ne zaman? İstiklal Savaşında vatan savunmasına girdiğimizde.

Netice olarak; Akdamar adasında ki adı geçen kilise, İstiklal Savaşında Ermenilerin silah deposu olarak kullandığı, kaçırılan Türklerin kurşunlanıp öldürüldüğü ve kadınlarımızın tecavüz edildiği bir yer.

Müze olacak, ibadet edilmeyecek, tepesine haç takılmayacak denilen yer devlet eli ile onarıldı. Şimdi ibadet yapılacak. Tepesine haç asılmazsa gelmem diyen Ermenistan patrikhanesinin isteği kabul edildi. 100 kiloluk dev haç adaya gönderildi.

AMA O ADAYA TÜRK MİLLETİ ADINA BİR SOYKIRIM ANITI BİLE DİKEMEDİK………

Ermeni Komitacıların Gizli Mektupları

Ermeni komitalarının 1878-1923 yılları arasındaki eylemlerini, faaliyetlerini, çalışma yöntemlerini ortaya koyan, bugüne kadar yayınlanlamıış 100 mektup ortaya çıktı.

29 Nisan 2011
Anadolu Haber

Ermeni komitalarının 1878-1923 yılları arasındaki eylemlerini, faaliyetlerini, çalışma yöntemlerini ortaya koyan, bugüne kadar yayınlanlamıış 100 mektup ortaya çıktı.

Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Türk - Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Haluk Selvi, "Millet-i Sadıka'da İsyan: Ermeni Komitacılar'ın Gizli Mektupları" adlı kitabında, Ermeni komitacıların aralarındaki yazışmaları topladı.

Ermeni komitalarının 1878-1923 yılları arasındaki eylemlerini, faaliyetlerini, çalışma yöntemlerini içeren kitap, Osmanlı Arşivi'nden elde edilen ve bugüne kadar yayınlanmamış olan 100 mektuptan oluşuyor. Kitapta, Ermeni komitacıların kimi zaman eylemlerini planlamak, kimi zaman silahlanmak, kimi zaman da cemiyete parasal destek sağlamak için haberleşmelerinin detayları yer alıyor.
Prof. Dr. Selvi, yaptığı açıklamada, 10 yıldır Ermeni meselesiyle ilgili belge, bilgi ve dokümanların birçoğunu incelediğini söyledi.

Selvi, "Araştırmalarımızla itirafnamelere ve mektuplara ulaştık. Amaç 'Tehcir neden gerçekleştirildi?' sorusuna cevap bulmaktır. 1915 yılında Ermeniler durduk yere Osmanlı'nın sadık bir tebaası olarak mı tehcir edilip, göçe tabi tutuldular, yoksa bir bağımsızlık hareketi mi vardı? Bunun cevabını aramaya çalıştık arşiv belgelerinde. Hem itirafnamelerde, hem de mektuplarda gördük ki; Ermeniler gerçekten bir bağımsızlık düşüncesi içindeler. Osmanlı'dan ayrılıp bağımsız bir devlet kurma düşüncesiyle hareket etmişler. Birinci Dünya Savaşı'nı fırsat bilerek bu bağımsızlık düşüncesini ihtilal halinde organize bir şekilde uygulamaya koymuşlar. İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı'nın karşı cephesinde yer aldığı için onların bu eylemlerini desteklemiştir" dedi.

Araştırmaları sırasında savaş boyunca ABD'deki Ermenilerin varlarını yoklarını Amerika ve İngiltere uğruna harcadıklarına dair bilgiler edindiğine dikkati çeken Haluk Selvi, "Düşünceleri, 'İngiltere ve Fransa Osmanlı'yı mağlup etsin, biz de nihai hedefimize ulaşalım.' Bu mektuplar Osmanlı'nın Ermenileri tehcir etmesinde ki haklı gerekçeleri ortaya koyuyor" dedi.

Kitabında, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin savaş çıktığında Fransız, İngiliz ve Rus ordusuna gönüllü olarak kaydolduğunun emareleri bulunduğunu dile getiren Selvi, Osmanlı'nın her şeye rağmen Ermenileri kendi topraklarına yerleştirerek savaş alanının dışına taşıdığına işaret etti.

"ERMENİ YA DA FRANSIZ BAYRAĞI OLMAYAN MÜSLÜMANLAR HAPSEDİLDİ"

Kitapta, Ermenilerin işgal kuvvetlerinin yanlarında yer aldıklarına işaret eden mektuplara yer verildi.

Mersin'de bulunan komitacı Dires Nazbaryan tarafından Diyarbakır'daki bir komitacıya gönderilen mektupta, "Burada bulunan Müslümanlardan yanında Ermeni ya da Fransız bayrağı olmayanlar hapsediliyor. Ermenistan kurulacaktır. Bir süre sonra sizleri memnun edecek müjdeler vereceğiz" ifadeleri yer alıyor.

"Tanil Çavuş" adlı Ermeni bir komitacının İstanbul'da bulunan zengin bir Ermeni'den haraç istediği mektupta şu ifadeler dikkat çekiyor:

"Şu mektubu yazmamda ki maksat sizin milletperverliğinizi anlamaktır. Bu şirket ve dağ çetesi sizin için bedenen ve malen çalışmaktadır, millet için kan döküyoruz. Bu çete İngiltere usulünce ve dağ harekatı tertibatına uygun olarak kurulmuştur. Dağ reisi Tanil Çavuş'un iktidarını gördünüz zannederim. İşte Tanil Çavuş benim. Dağ kuşuyum. Ben Ermeni kahramanlarını yücelteceğim. Panukyan bilmiş ol ki 'Maden' gibi seni de perişan edeceğiz. Sinek denilen hayvanın 3 aylık ömrü olduğunu bilirsin. Senin o kadar da ömrün yok. Çarşıda, mahallede ya da herhangi bir yerde sana rast gelirsek seni telef edeceğiz. Eğer senin namını bu dünyadan kaldırmazsam bana da Tanil Çavuş demesinler. Eğer yaşamak istersen Seyrantepe'de bir dikili taş var. Onun altına 100 adet İngiliz lirası bırak. Biz onu alırız. Eğer vermezsen bilmiş ol ki evini viran edeceğiz. Bu kadarı kafidir. Bu mektubu oku güzelce düşün, akçenin tedarikine bak göreyim seni. Git bunu da hükümete haber et. İstediğini yapmakta serbestsin."

OSMANLI DEVLETİ'NİN CAKARTA ELÇİSİNE TEHDİT

Kitapta, Ermeni çetecilerin Osmanlı'nın bürokratlarını tehdit ettiğini gösteren bir mektup da yer alıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun Batavia (Cakarta) Elçisine yönelik "İncognito" takma adlı Ermeni tarafından yazılan ve alt tarafına bir tabanca figürü çizilen mektupta, şu ifadelere yer veriliyor:

"Seni gidi canavar. Mahalli gazetelerde Ermeniler hakkında yayınlattırdığın makalelere son vermediğin takdirde, o cehennemlik kafana bir kurşun sıkacağım. Ve bu hareket benim hayatıma mal olsa bile asla umursamayacağım. Siz Türklerin ne zalim ve ne kadar haramzade olduğunu bütün dünya bilir. Kendinizi masum bir kul gibi halka tanıtmanıza gerek yoktur. Ermenilerin sizlerden intikam alacağı vakit geldiğinde yazık ki kafir ve tutucu bir millet olarak sizler, cesur Ermenilerin öfkesi karşısında kaçacaksınız. Şimdi sana bir centilmen sıfatıyla, yani senin gibi zalim ve alçak değil, uyarıda bulunuyorum. Şayet bundan böyle Ermeniler hakkındaki o pis makalelerini bir kez daha görecek olursam, şundan asla şüphe etme, bu makaleler senin hayatına mal olacaktır. Bunu iyi bil, insafsız yayınlarına son ver. Bir daha böyle şeyler yazma."

Kitapta bulunan bazı mektuplar Ermeni komitacıların Fransa, İngiltere ve Rusya ile ilişkilerini de ortaya koyuyor.

6 Temmuz 1898 tarihinde Adana Ermeni Piskoposu Paul Terziyan tarafından Fransız Dışişleri Başkanı'na yazılan mektupta, "Adana ve Maraş sancaklarını içine alan bölgede Fransız himayesinde bir Ermeni devletinin teşkili gereklidir. İki piskoposluğun bulunduğu bu bölgede Ermeni sayısı 150 bin veya 200 bin civarındadır. Ermeni devletinin kurulması için Fransız hükümetinin yardım ve desteğine ihtiyaç vardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu iki sancağında bir Ermeni devletinin teşkili halinde Ermeniler Orta Doğu'da memnuniyetle Fransız kültürünün temsilcisi olacaklar ve Ermeni okullarında Fransızca öğrenimine de yer vereceklerdir. Böyle bir Ermeni devletinin bölgede varlığı Orta Doğu'da Fransa'nın politik ve ekonomik hakimiyetini ve nüfuzunu diğer güçlü devletlere göre artıracaktır" deniliyor.

Eşkıya reisi Babek tarafından Halep'teki İngiliz konsolosuna yazılan mektupta şu ifadeler yer alıyor:

"Ayağınızın toprağına yüzlerimizi sürüp buradan oraya kadar ayaklarınızı öperiz. Bizim tutuklularımız için çalıştığınızı işittik, son derece memnun olduk. Mektubu aldık, manasını biliyor ve bekliyoruz. Bize emrettiğiniz gibi hareket ettik. Hem siz de biliyorsunuz ki emrinizden çıkmadık"

MEKTUPLARDA AYAKLANMA PLANLARI

Ermeni çeteleri tarafından yapılan ayaklanma planları da kitapta dikkat çekiyor.

Van'daki Pandos ve Haropen Efendi tarafından Muş'taki Kigork'a yazılan 10 Mayıs 1907 tarihli mektup:

"Van'da 160 kadar fedai silahlı olarak hazırdır ve fedailerin reisleri Sadesta ve Bedtorgon isimli kimselerdir. Bunları Muş ovasına getirmek ve yolları göstermek için aklı başında 4 adamın gönderilmesi gerekmektedir. Rupen'e yazarak bu konuda ne yapmak lazım geleceğine dair talimat talep ettik. Rupen'in verdiği cevapta, Papşin'de Rusya konsolosu ile ettiği müzakere ve istişarede bu sırada katiyen böyle bir teşebbüse ihtiyaç hissetmeyip, ancak Mayıs yahut Haziran nihayetinde genel ayaklanma suretiyle büyük bir olay çıkarmak düşünüldüğünden o vakte kadar ihtiyat ile sabretmemizi istedi."

Ermeni komitacılardan Aram Aramyan'ın 10 Nisan 1897 tarihli mektup:
"Komitalarımız bu baharda büyük bir kuvvetle İran taraflarından Van'a ve Bulgaristan'dan Rumeli taraflarına saldırmak niyetindedirler. Erzurum tarafına dahi bazı silahlı arkadaşlarımızı göndermeyi kararlaştırdık. Avrupa'daki komita şubelerinden gönderilen üyelerin toplanmasıyla geçen sene ihtilal teşebbüslerine dair Londra merkez komitasınca alınan kararları ihtiva eden lahiyanın bir suretini takdim ediyoruz. Silah ihtiyaçları kısa sürede tamamlanacaktır."

Rusya'daki Eğrek Karyeli Minas Ağa Eniştesi Aramel'e gönderilen mektup:
"Önceki mektubunuzu aldım, afiyetteyiz. Size silah vermek üzere iki arkadaşı gönderiyorum. Buradaki teşkilata kaydolmalısınız. Köydeki delikanlıların bu teşkilata yazılması için çalışmalısın. Mamuk Ağa'nın oğlu Ağanik ve Mardinos'un fedai yazıldığını işittim. Bu habere çok sevindim. Silah ve para meselesi çok önemlidir. Silahlanmadan Türklerin hakkından gelmek güçtür. Korkmayınız, bu kötü günler geçecek, birlikte hareketle, güçle zafere ulaşacağız."

"Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı'yı katlettiği ortaya çıktı"
3/28/2007



hurriyetusa'nın haberi:

Bruce Fein: Ermeniler Osmanlı'ya ihanet etti

Ermeniler, ABD'deki ve Ermenistan'daki arşivleri açmıyor..

ABD'nin eski baskanlarindan Ronald Reagan'in hukuk danismani Bruce Fein, Ermeni soykirim iddialarinin tamamen gerçek disi oldugunu ve ABD Kongresinde Ermeni tasarisinin imzaya açilmasinin tamamen iç politik kaygilardan kaynaklandigini söyledi.

Fein , New York Baruch Koleji Ögrenci Birligi ve Türk Amerikan Dernekleri Federasyonunun (TADF) davetiyle üniversitede “Osmanli Imparatorlugunda Azinliklar” konulu bir konferans verdi ve agirlikli olarak Ermeni soykirimi iddialariyla ilgili konustu.

ERMENILER OSMANLI'YA IHANET ETTI

Ermeni soykirim iddialarinin dogru olmadigini söyleyen Fein, konusmasinda Osmanli Imparatorlugu'nun, topraklarinda yasayan tüm azinliklara karsi son derece anlayis gösterdigini, azinliklarin kendi kanunlari ve dini özgürlüklere sahip özerk bir statüde varliklarini sürdürdüklerini söyledi.

Özellikle Ermenilerin Osmanli yönetiminde yüksek makamlarda görev yaptiklarini hatirlatan Fein, Ermenilerin, 19. yüzyildan itibaren gücünü kaybetmeye baslayan Osmanlilar'a karsi bagimsizlik yolunda ayaklandiklarini ve Ermeni terör çetelerinin Birinci Dünya Savasi'nda Rusya ve Fransa ile isbirligi yaparak Osmanli ordusuna karsi savastiklarini, pekçok Müslüman Osmanli'yi öldürdügünü anlatti.

Fein, “Ermeniler'in yaptigi Osmanli'ya ihanetti ve bu durumda Osmanli yönetimi askeri açidan hassas olan bölgelerdeki Ermenileri bölgeden çikartmak istedi” diye konustu. Fein bu sirada bazi talihsiz olaylarin yasandigini, ancak bunlara “soykirim” demenin mümkün olmadigini söyledi.

Fein iki tarafta da kayiplar oldugunu belirterek Müslüman Türklerin kayiplarinin 2 milyon, Ermeni kayiplarinin ise 300 ile 600 bin civarinda oldugunun sanildigini ancak Ermenilerin kendi kayiplarinin sayisini giderek arttirdiklarini söyledi.

Fein, 1948 BM Soykirim Suçunun Önlenmesine ve Cezalandirilmasina Iliskin Sözlesme'de soykirim taniminin yapildigini ve o tanima göre Osmanlilarin Ermenileri din, irk, etnik ayrimcilik gibi nedenlere dayanarak yok etmek gibi bir amaçlarinin hiçbir zaman olmadiginin görüldügünü söyledi. Fein, Ermenilerin en yogun yasadigi Istanbul'dan hiçbir Ermeni'nin ayrilmasinin istenmedigini belirterek konusmasina söyle devam etti:

“Osmanli'nin böyle bir amaci olsa Ermenilere kötü davranan Osmanli subay ve askerleri mahkum edip bazilarini idam eder miydi? Örnegin siz Hitler'in Yahudilere kötü davranip onlari gaz odalarina gönderen SS subaylarini idam ettirmesini hayal edebilir misiniz? Ya da Hitler'in Berlin'de yasayan Yahudiler'e dokunmayip onlari toplama kampina göndermemesini düsünebilir misiniz?”

Fein, Ermenilerin iddialarini soykirim olarak sunmasinin, “soykirim” tanimlamasinin ciddiyetini de ortadan kaldirdigini söyledi.

“MADEM KANITLARI VAR...”

Soykirim iddialariyla magdur psikolojisi tasiyan Ermeniler'in ABD'deki ve Ermenistan'daki arsivleri açmadiklarini anlatan Fein, “Peki Ermeniler bu arsivleri neden gizli tutuyor, madem kanitlari var, neden Uluslararasi Adalet Divani'na gitmek istemiyorlar? Çünkü arsivlerinde çikacak sonuçlarin kendilerinin bagimsizlik kazanmak için Osmanli'ya ihanet ettiklerini, Müslüman Türkleri öldürdüklerini ve teröre basvurduklarini çikaracak da ondan” diye konustu.

Fein, kurban olduguna inanan Ermenilerin ABD'de baslattiklari ASALA terörüyle Ermeni iddialarini reddeden pekçok Türkü öldürdügünü de hatirlatarak yakalanan Ermeni teröristin kahraman olarak görüldügünü ve okul kitaplarinda Türklere karsi nefret duygularinin asilandigini vurguladi.

“ABD KONGRE ÜYELERININ TARIHI OLAYLARDAN HABERI YOK”

Konusmasinda, ABD Kongresine sunulan Ermeni karar tasarilarindan da söz eden Fein, “ABD Kongresinin bu tarihi konuyla ilgili karar almasi Einstein kuramlariyla ilgilenmesi gibi bir sey. Kongre üyeleri bu konuyla ilgili hiçbir sey bilmiyor, yalnizca seçmen baskisi ve yeniden seçilme endisesinden dolayi bu karara imza atiyorlar. Su anki durum, Türk parlamentosunun çikip Amerikalilarin Kizilderilere soykirim yaptigini söylemesi ve bu konuda bir karari oylamasi gibi trajik bir sey ve çok yanlis” dedi.

Fein, ABD'deki Ermeni lobisinin son derece güçlü ve zengin oldugunu hatirlatarak “Politikacilar tarihi degil seçim bölgesindeki seçmenlerin isteklerini çalisiyorlar ve onlari kazanmak istiyorlar” diye konustu.

“GERÇEK KENDILIGINDEN ORTAYA ÇIKMAYABILIR”

Bu gerçek disi iddialara karsi Türklerin ve Türkiye'nin bir stratejisi olmasi gerektigini belirten Fein “Soykirim yasanmadi, ama sadece bunu söylemekle is bitmiyor” dedi.

Fein, ABD'de Kongre üyelerine mektuplar yazilmasi gerektigi, bu konuda dergilerde, gazetelerde makaleler yazilmasi ve bu konunun tartisilmasi gerektigini söyledi. Fein “Önyargilari degistirmek zor ve agir bir süreçtir ama bu konuda ciddi adimlar atilmalidir. Bazen gerçegin kendiliginden ortaya çikacagini düsünmek dogru olmayabilir” dedi.

“TASARININ KABULÜ YA DA REDDI YÜZDE 50-50 GIBI”

Konferanstan sonra Kongredeki Ermeni karar tasarisiyla ilgili Türk gazetecilerin sorularini yanitlayan Fein, “Demokratlarin özellikle su an Irak'ta devam eden kaos ortaminda Türkiye'nin destegini kaybetmek isteyeceklerini sanmiyorum. Bu konuda iyimserim ama yine de tasarinin kabulü ya da reddi yüzde 50'ye 50 gibi” dedi.

Tasarinin kabülünün iki ülke iliskilerini kötü yönde etkileyecegini söyleyen Fein, “Bu konu tamamen siyasi bir konu olarak karsimizda ve ABD'nin kendi iç politika endiseleri yüzünden imzaya açildi. Kongre üyeleri tarihsel açidan konuyla ilgili hiçbir sey bilmiyor, ancak seçmen baskisi ve (Ermeni lobilerinden gelen) parasal katkilar söz konusu” dedi.

Fein, Ermenilerin arsivleri açmama nedeninin, kendilerinin saklayacak olduklari seyleri oldugunu kanitladigini da belirterek sunlari söyledi:

“ABD'de ya da dünyanin baska bir yerinde parlamentolarda oylanan ya da kabul edilen bu tasarilar tamamen Ermeni seçmenlerin baskisindan kaynaklaniyor. Iki taraf için de olaylar trajik, ama soykirim söz konusu degil. Bu konuda Bernard Lewis ya da Justin McCarthy gibi tarihçiler çikip dogrulari söylüyor, ama herkesin bunu yapmasini bekleyemezsiniz, çünkü bu çok cesaret ister. 'Bu iddialar asilsizdir' dediginizde geceleri evinize tehdit telefonlari gelebilir, çocuklariniz taciz edebilir ya da evinize saldiri düzenlenebilir.”

“ASIL KURBAN TÜRKIYE VE AMERIKALI TÜRKLERDIR”

Fein, uluslararasi topluma sürekli magdur oldugunu söyleyen Ermenilerin ABD'de bu tür karar tasarilarinin alinmasini saglayarak iddialarin gerçek olmadigini söyleyen Amerikali Türklere gözdagi vermek istediklerini vurguladi.

“Aslinda su an asil magdur Türkiye ve Amerikali Türklerdir” diyen Fein, Ermenilerin bu tür kararlarla Türkiye'nin ve Türklerin onurunu ve imajini zedelemek istedigini anlatti.

Kaynak: http://www.hurriyetusa.com/


Fransa Fransalığını yapmıştır
30 Ocak 2012
Prof. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi



"Bizim ‘seçim yatırımı’ diye değerlendirdiğimiz ‘soykırımı inkar yasası’ AB’nin hâkim üyelerinin, Fransa ve Almanya’nın, Türklerin AB üyeliğini def etme stratejisidir."

Bu, Avrupa değerlerinin saldırısıdır. Duyduklarınız ve sizin, “Canım, Sarkozy’nin seçim yatırımıdır” dediğiniz şey, saldırı sabahındaki top sesleridir. Önümüzdeki günlerde, ay ve yıllarda bu ‘değerler’in dalga dalga üstümüze geldiğini izlemeye hazır olun. Metot değişebilir. Fikir yasaklamak ve fikir dikte etmek Avrupa değerinin Fransız tarzıdır. Diğerleri başka yöntemler kullanabilir ama hedef aynıdır.

Sarkozy’nin seçim yatırımı... Peki... Bir konu seçim yatırımı ise bu onun ‘popüler’, yani halkın hoşlandığı bir şey olduğunu göstermez mi? Öyleyse şimdi Alman, Avusturya vs. siyasilerinin “seçim yatırımları”na hazırlanınız. Gerçek daha kapsamlıdır. Seçim yatırımının ötesindedir. Doğrudan “Avrupa değerleri”nin sonucudur. Batı’da hâkim düşünceye göre önümüzdeki on yıllarda, ihtiyarlayan Avrupa’nın karşısındaki baş tehdit, genç nüfus jeneratörü Müslüman azınlıklardır. Bu azınlıkların başını Türkler çekmektedir. Bu, ‘Avrupa değerleri’nin Avrupalı olmayan değerlerce tehdididir. Dolayısıyla Türklerin değil AB’ye üye olarak girmesi, turist pasaportuyla girmesi bile sakıncalıdır! İşte bizimkilerin ‘seçim yatırımı’ diye yanlış değerlendirdikler şey AB’nin hâkim üyelerinin, Fransa ve Almanya’nın, Türklerin AB üyeliğini def etme stratejisidir.

AB’den defetme stratejisi

Bu stratejide Fransa’nın başı çekmesi normaldir. Çünkü Fransa hem ta Napolyon döneminde başlayan Mısır macerası hem de Sykes-Picot anlaşmasından ötürü Kuzey Afrika, Suriye, Lübnan ve Çukurova’ya tutkundur. “Arap Baharı”na niçin bu kadar del’lendi dersiniz? Fransız üniforması giydirerek Türkleri katletmekle görevlendirdiği Ermenilerden de sorumludur. Fransa’daki 500 bin Ermeni’nin oraya nasıl ve ne zaman yerleştiğini biliyor musunuz? Hal bu iken siz Fransa’nın “tarihi tarihçilere bırakın” teklifinizi kabul etmesini nasıl beklersiniz? Bakın tarihçiler ne diyor (Stanford Shaw, 5 Mayıs 2005 sözlü bildiri): “Birinci Dünya Harbi’ni takiben güneydoğu Türkiye’yi işgal eden Fransız ordusu Türklerin Fransız işgalini kabul etmelerini sağlamak için Türk şehir ve köylerini bombaladı. Kendi askerleriyle birlikte bir de Ermeni Lejyonu getirdi ki bunlar arazide dolaşıp binlerce Türk’ü katletti. Bu bilgiler Fransız Ordusu subaylarınca Fransız Başbakanı’na verilen dilekçelerde dile getiriliyordu. Binlerce Türk öldürüldükten sonra bu lejyon feshedildi. Bu bilgiler, Fransız Ordusu’nun hazırladığı ve Fransız askerî arşivlerince yayınlanan bir kitapta mevcuttur ve son olarak Türk Tarih Kurumu’nca yayınlanan, emekli Amerikan Subayı Robert Zeidner’in doktora tezinde dile getirilmiştir. Yine Türk Tarih Kurumu’nca yayınlanan ‘İmparatorluktan Cumhuriyet’e, Türk İstiklal Savaşı’ kitabımda da bunlardan ayrıntısıyla bahsettim. Ruslar gibi Fransızlar da Ermeni katliamlarını durdurmaya çalışıyordu. Müslümanlara merhametlerinden değil, bu saldırılar Türklerin Fransızlara direnmesine yol açtığı için. Fransızlar bu toprakları bir Fransız kolonisine dönüştürmeyi ve burada gıda ve tekstil üretmeyi planlıyordu..”.

“İngiliz ve Rus casusları Ermeniler ve Kürtler arasında dolaşıyor, para ve silah sağlıyor, hem birbirlerini hem de Türkleri katletmelerini temine çalışıyordu. Fransız ve Rus orduları beraberlerinde Fransız ve Rus silahlarıyla donatılmış Ermeni grupları getirmişlerdi ve bunların temel görevi Türkleri ve Kürtleri öldürmekti. Öyle de yaptılar. İngiliz, Fransız ve Rusya’nın bu politikaları I. Dünya Savaşı’nda meydana gelen jenosidin asıl sebebidir. Dolayısıyla Üçlü Antant, Osmanlı Felaketi (Holokost) sırasında meydana gelen jenositten, başka herhangi bir gruba kıyasla en büyük sorumluluğu taşır...”

Bu bir Avrupa değeridir

Tarih, Fransa için karanlık bir sokaktır. Girilemez. Bugüne dönersek: AB içinde, Türklere kabul edemeyecekleri şartlar ve hakaretler yönelterek onları Avrupa’dan def etme stratejisi vardır ve uygulanmaktadır. Sarkozy, son karar ile bir taşla üç kuş birden vurmuştur. Türklerin Ermenileri, Rumları ve cümle Hıristiyanları katleden vahşi insanlar imajını pekiştirmiştir. Bu, imaj AB için iyi bir Türk ve Müslüman karşıtı barajdır. Tekrar tekrar kullanılabilir. Asırlardır işlendiği için de ‘Avrupa değerleri’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Ve bu, Türklerin AB’ye girmesinin önünde güçlü bir engeldir.

Türkiye’de Fransa’ya karşı hiddet uyandırmıştır. Ve bu da Türklerin AB’ye girmesinin önünde güçlü bir engeldir.

Belki Sarkozy’ye popülarite ve dolayısıyla seçim avantajı da sağlamıştır. Ama bu madde, olsa olsa yarar listesinin en dibindedir.

Peki bizim karşı stratejimiz nedir? Ben ne olduğunu bilmiyorum. Bilen var mı; onu da bilmiyorum. Strateji tuhaf bir şeydir. Ona sahipseniz, her olaydan, her tesadüften bir avantaj yakalarsınız. Fakat bu avantajlardan faydalanmaya vakit bile bulamazsınız, çünkü her an ne yapmanız gerektiği bellidir. Stratejiniz yoksa dünya çok karanlık görünür. Hemen her gelişme başınıza açılmış yeni bir derttir. Ne yapmalı sorusuna cevabınız yoktur. Bu halin kısmî bir tasvirini, “Stratejisi (veya planı) olmayanlar başkalarının stratejisinin (veya planının) parçası olurlar” diye ifade ederler.

Üzerinde düşünülmesi için iki teklifim var: 1-) Türkiye’nin cevabı - ki ‘cevap’ kelimesi bile stratejimizin yokluğuna işarettir-cezalandırma maksatlı değil, caydırma maksatlı olmalıdır. Çünkü bu aşağılamaların arkası gelecektir. 2-) Acaba, bütün bu saldırıların kök sebebini önümüze koyup tekrar düşünsek mi? AB’ye tam üyeliğe bu kadar aşağılanacak kadar, Avrupa’ya bu kadar düşman edilecek kadar, bu kadar ayrıştırılacak kadar muhtaç mıyız?

Bakınız, şimdi İkinci Dünya Savaşı esnasındaki Türkiye konusunda ne düşünülüp ne düşünülmeyeceği dikte ettiriliyor ve “doğru düşünmeyenlere” ceza kesiliyor. Daha altı yıl önce Fransa’nın Cezayir ve Vietnam cinayetleri konusunda ne düşünüleceği de kanunla tespit etmişti. Buyurun, 23 Şubat 2005 tarihli Fransa Cumhuriyeti Resmî Gazetesi’nde (Journal Officiel) yayınlanarak yürürlüğe giren kanundan seçmeler: “Fransa, eski toprakları olan Cezayir, Fas, Tunus ve Hindiçini’de ve daha önce Fransız egemenliğinde bulunmuş bütün bölgelerdeki çalışmalarda rol alan kadın ve erkeklere borcunun bilincindedir... Üniversite müfredatlarında, Fransa’nın denizaşırı ve özellikle Kuzey Afrika’daki varlığına lâyık olduğu yer verilmelidir. Okullardaki derslerde, denizaşırı ülkeler ve özellikle Kuzey Afrika’da Fransız varlığının oynadığı olumlu rol tanınmalı ve bunun ve Fransız silahlı kuvvetleri mensuplarının fedakârlıklarının tarihte hak ettiği seçkin konum teslim edilmelidir.” Herhalde Türkiye’nin Urfa, Antep ve Maraş’ı da bu kanun çerçevesinde düşünülmelidir. Garp Cephesi’nde yeni bir şey yok. Henüz on yıllar önce Cezayir’de katliam yapan, Süveyş’i işgale kalkan Fransa ile bugünkü üç aşağı beş yukarı aynı Fransa’dır. Bir asır önceki, yani Suriye ve “Kilikya”yı işgal eden Fransa ile bugünkünün pek az farkı vardır. Hatta iki asır önce Mısır’a çıkartma yapan Fransa’nın... Ya bizim cephe? Bizim düşünce tanklarımız ve kanaat önderlerimiz?

Kabahatli hep İttihat ve Terakki!

Eskiden bu kıymetlerimiz Marksist idi ve konuyu sınıf mücadelesi, olmazsa Lenin’in emperyalizm teorisi ile hallediverirlerdi. Şimdi evrildiler. Bunların evrimi ile garip bir post-Marksist liberal ittihat ve içtihat doğdu ki şimdi moda, her şeyin kabahatlisinin ulus devlet olduğunu söylemektir. Böyle de yapıldı. Bir kısmı Fransa ulus devlet olduğu için kabahatlidir dedi, bir kısım da biz ulus devlet olduğumuz için Ermenileri kestik ve kabahatliyiz dedi. Bu arkadaşların asimetrik bir strateji teklifi de var. Fransızları ulus devletlikten Fransızlıktan da vazgeçiremiyoruz. Öyleyse onlara günlerini gösterelim. Biz ulus devletimizden ve Türklükten vazgeçelim! Mosmor olurlar! Bu bana, Bertrand Russel’ın siyaset stratejisini hatırlattı. Hani İngiltere ordusunu terhis ederse Hitler mahcup olup üzerlerine gelmeyecekti ya! Bir de “kabahatli olan İttihat ve Terakki’dir” var. Millî Mücadele tarihini dikkatle okursanız bu cümleciğin Damat Ferit Hükümeti’nin ve Ali Kemaller’in ana fikri olduğunu görürsünüz. Kuvayi Milliye ve sonra Millî Mücadele de, başından sonuna bu cümleyle suçlanmıştır. Malta sürgünleri de. Vallahi eski Marksistleri özlüyorum. Onlar da gerçeklerden kopuktu ama daha tutarlı idiler. Aslında bu sloganların kökeninde de post-modern ve post-Marksist Fransız kanaat önderleri var ki böylelikle çember tamamlanıyor. Bunlar da Marksist ataları gibi konu ne olursa olsun aynı sözleri tekrarlayan grup...

Bir başka grup, “tarihimizle yüzleşmeliyiz, bal gibi kestik Ermenileri, kabul edelim de bizi AB’ye alsınlar” diyenlerdir. Bunlar AB ajanlarıdır. Şimdi benim de komplo teorilerine kapıldığımı ve sağda solda kara gözlüklü, fötr şapkalı, dik pardösü yakalı ajanlar görmeye başladığımı sanmayın. Biz bu ‘ajan’ kelimesinin nedense casus anlamlısını sevdik. Halbuki ‘ajan’ın asıl anlamı başkadır. Temsilci, memur, görevli demektir. Bizim ‘ajans’, ‘acente’ sözlerimiz aynı kelimenin o cephelerini ifade eder. Demek istediğim de o: Bu ikinci grup AB ajanlarıdır. Veya AB ajanslarıdır veya AB acenteleridir. Bu işler, casusluktan daha risksiz ve daha iyi gelir getiren mesleklerdir. Ne yani, ABD’nin NED’i, olacak da AB’nin Adenauer Vakfı olmayacak mıydı? Peki hem bizi almayacaklar diyorsun hem de ajanları var, bu nasıl iş, derseniz, açıklayayım: AB Türklerin girmesine karşıdır. Türklerden ve Türklükten arındırılmış bir Anadolu’nun AB’ye ‘girmesine’ demeyelim de -Merkel Hanımefendi’nin tabiriyle- “AB’ye sağlamca demirlenmesine” karşı değildir. Kilikya’da hâlâ çok güzel tarım ve tekstil yapılabilir. Peki tarih? Hani yüzleşeceğiz ya... Fransızlar Cezayir ve Süveyş harpleri, Suriye ve Kilikya maceraları, Napolyon ve hatta Haçlı Seferleri devrinde yaşarken bizimkilerin hafızaları korkarım kendi buluğ çağlarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla yukarıya aldığım gibi ciddî tarih metinlerine verecekleri cevap, “Şimdi gerçeklerle kafa karıştırmanın zamanı değil” cinsinden bir şeydir.

Nihayet değerli basınımızın bir saplantısına, haddim olmayarak bulaşayım: Fransa’nın yaptığı demokrasiye aykırı değildir. Gayet demokratik bir tarzda seçilmiş bir meclis ve en az onun kadar demokrasiyle gelmiş bir senato ve Sarkozy var karşımızda. O meclis ve senato, Sarkozy kabinesinin bir bakanının demokratik önderliğinde demokratik oylamalarla kanaat dikte ettirme kararı almıştır. Burada çiğnenen demokrasi değil hürriyettir. Tam da Ferit Zekeriya’nın (İnternet’te ararsanız İngilizce transkripsiyonu Fareed Zakaria) koyduğu isimle “hürriyetsiz demokrasi”.

iskenderoksuz@gmail.com
Kayanak: Star gazetesi

Ermenilerin Müslüman katliamı



Rus işgali sırasında Ermeni ve Rusların Muş, Sason, Malazgirt,Hasköy, Varto, Bulanık, Korkut ve Talori Dağlarındaki kaza köy ve mahallelerde Müslümanları yok etmek amacıyla yağma ve katliama giriştikleri görülmektedir.

Köyleri ateşe vererek, insanları samanlıklara doldurarak canlı canlı yaktıkları, bazı çocuk ve erkeklerin kol ve bacaklarını kesip canlı ateşe attıkları, kız çocuklarına ve kadınlarına tecavüz ettikleri, hastaları dipçiklerle öldürdükleri kayıtlara geçmişti.

İnsanların üzerinden atla geçip kılıçtan geçirdikleri, kaçan köylü muhacirlerin üzerinde şarapnel patlattıkları, mal sahiplerinin mallarını gaspedip vermeyenleri öldürünceye kadar dövdükleri, ve hapse mahkum ettikleri görülmektedir.

Ayrıca bazı yerlerdeki camiileri kiliselere çevirdikleri bazı kiliseleri silah deposu olarak kullandıkları katliamdan kurtulan ahalinin durumunun araştırılmasıyla görevlendirilen memurların 6 Nisan 1916 tarihli tahkikatlarından anlaşılmaktadır...



Düşman da şaştı bu mezalime…

Yapılan mezalim öyle boyutlara vardı ki, işgalci diğer düşman kuvvetleri de olan bitenden rahatsız olmaya başladı. Savunmasız Müslüman halka yapılanlara dayanamayan Rus Başkomutanı, “bütün bu hallere son verilmezse Müslüman halka silah dağıtmak zorunda kalacağı” söyledi.
Yine bunlardan birinde Rus Albayı Griasnoff, genç bir Ermeni kızını bir caminin avlusuna götürerek Ermenilerin yaptığı mezalimi göstermiş, yapılan iş karşısında üzüleceğini beklediği Ermeni kızın büyük bir zevkle kahkaha attığını ve yapılan işi beğendiğini söylemesi karşısında, bu Ermeni kızdan tiksindiğini ifade etmişti.
Kaynak: BANU AVAR DÜNYA DÜZENİ VE BİLİNMEYEN GERÇEKLER

Ermenilerin katliamları Beyaz Saray sitesinde
15 Şubat 2013

Beyaz Saray resmi internet sitesinde, Ermeni çetelerin 1914-22 yıllarında Anadolu'da yaptıkları katliamların duyurulması ve ABD Başkanı Barack Obama'nın konuya ilişkin bildiri yayımlaması amacıyla imza kampanyası başlatıldı.

Amerikada faaliyet gösteren Türk ve Azerbaycan dernekleri, Obama yönetiminin resmi sitesinin "We are the people" (Biz Halkız) bölümüne "Soykırımı anın ve hatırlayın" isimli bir dilekçe yerleştirdi.
Sözde "Ermeni soykırımı" kurbanlarının anısına Başkan Obama'nın bir bildiri yayınlaması için Ermenilerin başlattığı kampanyaya karşı başlatılan ve Amerikan halkını ve politikacılarını bilinçlendirmeyi amaçlayan dilekçede şu ifadelere yer verildi:
"1914-22 yıllarında, Ermenilerin 'Taşnak' ve 'Hınçak' çeteleri ve Rus, Yunan ve Fransız ordularında hizmet eden Ermeni gönüllüleri, sistemli bir şekilde Anadolu ve Kafkasya'da yaşayan Türkleri ve Kürtleri katletti. 523 bin 955 Müslüman, bu soykırımın kurbanı oldu. Çok sayıda insan kayboldu veya toplu mezarlara gömüldü. Batılı tarihçilerin araştırmalarına göre bu yıllarda en az 2,5 milyon insan milliyetçi Ermeniler tarafından katledildi. Amerika'da yaşayan Türkler ve soykırım kurbanlarının aileleri adına biz Devlet Başkanı'nı bu katliamı tanımaya çağırıyoruz."
ABD hükümeti, bu tarz kampanyalarda belirtilen tarihte yeterli imza toplanması halinde ABD Başkanı Obama'nın konuya ilişkin resmi açıklama yapabileceğini vadediyor.
Kampanyanın geçerli olması için 15 Mart'a kadar 100 bin imza toplanması gerekiyor
haber10

Osmanlı arşivinden bir belge

İçişleri Bakanlığı
Emniyet Genel Müdürlüğü
3052 Özel Kalemi
Osmanlı Ordusu Başkomutanlığına

Başbakanlıktan, Başkomutanlığa yazılan tezkerenin aslından kopya edilmiştir.
Arzınıza
Ermeni komitelerinin Osmanlı memleketlerindeki siyasî ihtilâl teşkilâtları ile öteden beri, kendilerine idarî bir özerklik teminine yönelik teşebbüsleri, harbin ilânını takiben Taşnak Ermeni Komitesinin Rusya’da bulunan Ermenilerin derhâl aleyhimize hareketine ve Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin de ordunun zayıf düşmesini bekleyerek o zaman bütün kuvvetleri ile ihtilâle kalkışmalarına dair aldıkları kararları, her fırsattan yararlanmak suretiyle vatanın hayatına ve geleceğine tesir edecek hain hareketlere cür’etleri, özellikle devletin harp hâlinde bulunduğu şu sırada Zeytûn ile Bitlis, Sivas ve Van’da meydana gelen son isyan hareketleri ile bir kere daha kesinleşmiştir. Esas olarak merkezleri yabancı ülkelerde bulunan ve bugün unvanlarında bile ihtilâlcilik sıfatını koruyan bütün bu komitelerin çalışmalarının Osmanlı Devleti aleyhine olarak, her türlü sebebe ve vasıtaya başvurmak suretiyle, son emelleri olan özerkliği elde etmek amacı etrafında toplandığı, Kayseri, Sivas ve diğer yerlerde ortaya çıkarılan bombalar, Rus ordusuna gönüllü alaylar teşkil ederek Ruslarla birlikte memlekete saldıran, aslında Osmanlı uyruğundan olan Ermeni komite başkanlarının harekâtı ve Osmanlı ordusunu arkadan tehdit etmek suretiyle pek büyük ölçüde aldıkları tertipleri ve yayınları ile meydana çıkmıştır.

Bunun üzerine devletin kendisi için duygusal bir mesele teşkil eden bu cins tertipler ve teşebbüslerin devam etmesine hiçbir zaman göz yummayacağı, hoş görmeyeceği ve fesat kaynağı olan komitelerin hâlâ varlıklarını kanuna uygun kabul edemeyeceğinden, sözlü olarak da ifade edildiği gibi, bütün siyasî teşkilâtların kaldırılmasını acil ihtiyaç olarak hissetmiş ve gerekli tedbirleri almıştır. Nubar’ın Hınçak, Taşnak ve benzeri komitelerin gerek başkentte ve gerekse illerde bulunan şubelerinin derhâl kapatılmaları, evrak vesairenin kesinlikle kayıp ve imhasına imkân bırakmamak suretiyle alınması, komitelerin başkan ve üyelerinin, bu işe teşebbüs eden şahıslar ile emniyet güçlerince tanınan önemli ve zararlı Ermenilerin hemen tutuklanmaları, bulundukları yerlerde ikametlerinin devamında sakınca görülenlerin il dâhilinde uygun görülecek yerlerde toplattırılarak kaçmalarına meydan verilmemesi, gerekli yerlerde silâh aramaya başlanarak, her türlü ihtimale karşı komutanlar ile haberleşilerek kuvvetli bulunulması, uygulamaların iyi yapılmasının temini ve bitirilmesi ile ortaya çıkacak evrak ve belgelerin incelenmesi sonucunda tutuklanan şahısların askerî mahkemeye verilmeleri uygun görülmüştür. Onaylandığı takdirde, gereğinin yapılmak üzere durumun bildirilmesine izin verilmesi konusu emirlerinize arz olunur.
24 Nisan 1915
İçişleri Bakanı
Talât

BİRİ ERMENİLER MASUM MU DEDİ?

ERMENİ ÖZEL TALİMATNAMESİ ( ERMENİ PATRİKHANESİ TARAFINDAN )
1)Kim olursa olsun , her ermeni asıl ihtiyaçlarından bile kesmek suretiyle silahlanmalıdır.
2)Seferberlik ilanıyla silah altına çağrılan Ermeniler , bu çağrıya uymayacaklar ve çevresindeki halkın , Müslümanlar dahil orduya katılmalarını engelleyeceklerdir.
3)Her ne suretle olursa olsun, silah altına alınan ermeni askerler ordudan kaçarak , ermeni çetelerine veya gönüllü alaylarına(rus milis kuvvetleri)katılacaklardır.
4)Ruslar sınırı geçer geçmez , komiteciler , kaçaklar ve çeteler rus ordusuna katılacak ve onlarla birlikte onlarla birlikte Osmanlı Ordusuna saldıracaklardır.
5)İkmal yollarını ve telgraf hatlarını kesmek suretiyle Osmanlı ordusunun ikmal ve istihbaratını sekteye uğratacaklar.
6)Cephe gerisinde 2 yaşından büyük Müslümanları gördükleri yerde öldüreceklerdir.
7)Müslüman halkın yiyecek , mal ve mülkünü ele geçirecek veya yakıp yıkacaklardır.
8)Terk edecekleri ev ,tarım ürünleri,kilise ve hayır kurumlarını yakıp bunları Müslümanlar yapmış gibi propaganda yapacaklardır.
9)Resmi devlet dairelerini havaya uçurarak, Osmanlı jandarmalarını pusuya düşürerek öldüreceklerdir.
10)Cepheden yaralı ve hasta dönen Osmanlı askerlerini öldüreceklerdir.
11)Şehirde,kasabalarda ve köylerde isyanlar çıkaracaklardır.
12)Müslüman halkın ve askerin moralini bozup,göç etmelerini sağlayacaklardır.
13)Bomba , silah yapımı ve teminini sağlayarak Ermenileri silahlandıracaklardır.
14)Ermenilerin yaptığı isyan ve katliamların faturasını Müslümanlara çıkararak, içerde ve dışarıda yayınlayacaklardır.
15)İtilaf devletleri hesabına casusuluk ve klavuzluk yapacaklardır.

https://www.facebook.com/pages/Ermeni-Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1-Yalan%C4%B1-Armenian-Genocide-Lie-/179071972200237?ref=stream

Türkiye'de Tahminen 2.5 Milyon Müslümanlaş (tırıl) mış Ermeni var:

2.5 Million Islamized Armenians Estimated in Turkey
October 29th, 2014



A scene from the Hrant Dink Foundation's conference on 'Islamized Armenians' at the Istanbul Bosphorus University. Nov. 3, 2013.

ISTANBUL (Horizon Weekly)—A rediscovery of national identity among Turkey’s millions of “hidden Armenians” is rattling national taboos in Turkey. Specialists studying the matter have related the trend to various political and cultural changes that are enabling Turkey’s Islamized Armenians to return to their roots.
The director of the Study Center for Western Armenian Issues, Haykazun Alvrtsyan, says that the movement started long ago, and it was greatly influenced by the Kurdish armed rebellion, the collapse of the Soviet Union, and Turkey’s campaign to join the European Union.
The 88th article of the first Turkish constitution adopted in 1924 said that all Turkish residents, regardless of their religious and national belonging are considered Turkish. In order to improve its chances for EU membership, Turkey had to revise some of the points in its constitution. However, even after some changes in the country’s constitution the terms Turkish citizen and Turkish national succeed each other – each Turkish citizen is considered a Turk.
Alvrtsyan says that only upon the Treaty of Lausanne Armenian, Greek and Assyrian communities were recognized as religious, not ethnic. A huge amount of other ethnicities – 50 ethno-religious groups speaking 36 languages, were recognized as Turkish.
“Now this taboo has been broken, can you imagine what kind of a movement has been started? Armenians are no exception in this movement, but on our part the interesting thing is that Turkey today has the Armenian Question – a complicated political wrinkle. It does not have a Syrian, Greek or Jewish question, but it has an Armenian Question, which is a serious problem for Turkey, and in this context the revival of Armenians unlike other nations is highly important,” Alvrtsyan said.
Addressing the question of Islam-converted Armenians, he mentioned that their number grew to 3 million, a part of whom emigrated. In Germany alone, there were 300,000 Muslim Armenians. He insisted that today in the Eastern part of Turkey, in various areas of historic Armenia there live at least 2.5 million Muslim Armenians, half of which are hiding.
“Both of the groups are converted Muslims, but (those who hide their ethnic identity), unlike the other group, secretly preserve the national traditions, ceremonies, beliefs. And they marry among themselves, which is a highly important factor. The other group gets baptized and returns to the Armenian Church. The number of these people is not much yet, because pressure and persecution against Armenians still continue. Thus, they endanger their and their children’s lives, property, their children’s future,” Alvrtsyan said. “But let me tell you that last week I baptized several Alevis and Muslim Armenians from Dersim. One of them had his private business in Dersim four years ago and now he lost it because he announced he is an Armenian and he became a member of the Armenian union in Dersim.”
Armenians in Hamashen have the Vagf union, and in Istanbul they established Hatig. Last month Armenians from Mush and Taron established the social and touristic union of Taron. According to Turkey’s State Statistical data, there are 37,000 Armenian families in 17 cities of the country – a total of about 200,000 (about 50-60,000 in Istanbul).
“Upon official data there are 3,000 Armenians in Mush now, but the locals say that there are more. In Van, again the locals say that they form 12 percent of the 350,000 population, which makes 40-42,000 Armenians. Recently, when there was an earthquake in Van, numerous sacred books, crosses, and church relics were found from under the ruins. It was surprising that Armenian icons were found from that unilaterally Kurdish and Islamic city,” he said.

Kaynak: http://asbarez.com/128378/2-5-mil-muslim-armenians-estimated-in-turkey/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ksm 11, 2014 12:20 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş May 01, 2014 10:20 pm    Mesaj konusu: Bir zaman Erivan Türk Toprağı idi.. Alıntıyla Cevap Gönder

Ermeni Soykırım Tasarısına Karşı Politik Hamle: Ayasofya Açılsın!
Av. Harun Yüksel



Eski bir yazıyı yeniden yayınlarken kısa bir izah: Tashih hataları dışında herhangi bir ekleme ve çıkarma yapmadan yeniden yayınlanan bu yazı, ilk olarak, o tarihte İslâmcı, tam bağımsızlıkçı, millî ve anti emperyalist tavrı olan bir dergide yayınlanmıştı.

Tam tarihini hatırlayamıyorum ama, yazıda zikredilen olaylara bakıldığında 10-12 yıl önce yazılmış gibi duruyor. Anlaşılan o günlerde de bugün olduğu gibi, Emperyalizmin TC hükümetlerini yönlendirmek için şantaj unsuru olarak kullandığı temel enstrümanlardan biri olan "Ermeni meselesi" yine gündeymiş ve o günkü TC hükümeti de bugünkü gibi her yönüyle ABD-D emperyalizmi tarafından sımsıkı kuşatıldığından ve kuşatmayı yaracak politik veya askerî bir hamle yapmaktan aciz olduğundan, bugünkü gibi "kem küm" etmekten başka bir şey yapamıyormuş ki, böyle bir yazı yazmak gereği duymuşum...

Bu yazının güncelliğini hala muhafaza ediyor oluşu bile, maalesef o günden bugüne Türkiye'yi yönetenlerin dış ve iç politikalarda nasıl utanç verici bir acziyet tablosu sergilediklerini, Türkiye'nin temel meseleleri ve çözümlerinden ne kadar bihaber olduklarını göstermeye kâfidir diye düşünüyorum. 16 Nisan 2015
H.Y.


Ayasaofya yalnızca Konstantiniyye’nin fethinin sembolü değil, aynı zamanda Hilâl’in Haç karşısındaki tartışılmaz zaferinin/üstünlüğünün de sembolüdür..

AB-D, bugüne kadar “Ermeni Soykırımı Kanunu Tasarısı” şantajı ile TC hükûmetlerini maymun gibi oynattı, her istediği tavizi kopardı...

Buna karşı TC hükûmetlerinin yahudi lobicilere yüz milyonlarca dolar haraç vermesi dışında hiç bir karşı siyasî hamle geliştiremedi...

Şayet kullanmayı becerebilse elinde ne kadar çok koz var bu hükümetin; o kozlarla hem ABD’yi, hem de AB’yi sustalı maymuna çevirebilirler...

İşte onlardan biri de Ayasofya...

Ayasofya’nın, dönemin CHP hükûmetinin bir bakanlar kurulu kararıyla cami olmaktan çıkarılıp müze yapıldığı malûm...

Bu kararın bu ülkenin yüzde 90’dan fazlasını oluşturan Sünnî çoğunluğu nasıl yaraladığı ve mevcut rejimle arasını ne kadar bozduğu da malûm...

Bu kararın, başta o dönemin emperyalist .patronu İngiltere olmak üzere bütün Hıristiyan alemini ne kadar sevindirdiği ve bütün İslâm alemini ne kadar üzdüğü de bir başka malûm...

Bu kadar malûmun bize apaçık gösterdiği bir başka malûm da şu: Ayasofya çok önemli bir dinî, tarihî, kültürel sembol olduğu kadar çok önemli siyasî bir güç/kozdur...

TC, bu çok önemli kozu doğru kullanabilseydi, halkı Hristiyan hiçbir ülkenin meclisinden bu Ermeni soykırımı tasarıları geçmezdi... Ama artık iş işten geçmiş olan olmuştur. Herkes biliyor ki; Amerikan Kongresi bu sürecin son noktasıdır. Bundan sonra Ermeniler TC’nin kapısına tazminat ve toprak talebi ile dayanacaktır ve TC’nin bu taleplere hukuki ve siyasî ve askerî olarak direnmesi çok daha zor olacaktır...

Halbuki Ayasofya’yı yeniden cami olarak açmakla başlayacak dinamik bir karşı hamleler zinciri ile bu sürecin durdurulması ve geriletilip, püskürtülmesi şansı halâ mevcuttur: Bir bakanlar Kurulu Kararı ile Ayasofya’yı müze olmaktan çıkartır, yeniden cami olarak ibadete açarsınız... Çankaya’da hükûmetin her doğru isteğine hiç duraksamadan “hayır” diyen bir ANS faktörü de artık mevcut olmadığına göre, bu hükûmet için bir saatlik bir iştir... Bu kararın Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayınlanmasından sonra bir basın toplantısı düzenleyerek “Bakanlar Kurulu’nun Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılıp, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Vakfiye Senedi’ndeki amaca uygun olarak yeniden cami olarak ibadete açılmasına karar verdiğini... Açılışın Cuma günü yapılacağını.. Açılış Törenine Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları ile Milletvekillerinin de katılacağını” söylersiniz... Türkiye'nin dört bir yanından açılış için gelecek milyonlarca insanla beraber cuma namazını Ayasofya’da kıldıktan sonra, İstanbul Valiliği’nde bir basın toplantısı daha düzenleyerek: “TC hükûmetinin halkın talepleri doğrultusunda; TC Anayasas'ındaki milli hakimiyet prensibine açıkça aykırı ve halkın iradesinin tecelisini sınırlayıp engelleyen değişmez/değiştirilemez maddelerinin değişime açık hale getirilmesini, NATO’nun askerî kanadından çekilmeyi, Afganistan’daki askerlerini geri çekmeyi, İncirlik Üssü’nün havadan ve karadan her türlü iniş-kalkışlara/giriş çıkışlara kapatılmasını, Türkiye’nin hava sahası, limanları ve gümrük kapılarından Irak’a transit olarak geçecek her türlü askerî malzeme, araç ve gereç geçişinin durdurulmasını, Habur Sınır kapısından Irak’a giriş ve çıkışların durdurulmasını, Gümrük Birliği Antlaşması’ının askıya alınmasını, AB üyeliğinden vazgeçilmesini, İsrail ve ABD ile yapılan bütün askerî ve siyasî antlaşmaların yeniden gözden geçirilmesini, ABD ve İsrail ile yapılan her türlü silah, mühimmat, uçak helikopter, gemi alım ve onarım ihalelerinin iptal edilmesini, Merkez Bankasıı'nın elindeki dolar stokunu Avro ve altına dönüştürülmesini, Merkez Bankası’nın ABD Bankalarına ve fonlarına yatırdığı bütün dövizleri geri çekmesini, İMF ve dünya bankası ile olan bütün ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini kararlaştırmıştır. Bu karar doğrultusunda çalışmalar derhal başlatılacak ve en kısa zamanda sonuçlandırılmaya gayret edilecektir.” dersiniz...

Bakın bakalım ortada Ermeni Soykırımı Kanun Tasarısı filan kalıyor mu?

Bırakın Ermeni Soykırımı Kanun Tasarısı gibi uyduruk kaydırık işleri, “Yahu bugünkü Ermenistan, dün sizin toprağınızdı niçün gidip almıyorsunuz caanim” filan diye etrafınızda dolanmaya başlıyorlar mı, başlamıyorlar mı?

Haaa...

“ABD kapılarında ‘Pek muhterem Bush abiciğim, dünyalar güzeli Condalisa Rice ablacığım elinizi ayağınızı öpeyim, ocağınıza düştük; şu Ermeni Tasarısı’nı bir zahmet geri çekseniz...N’olur şu hain terör örgütü PKK’ya iki bomba sallasanız.... Gözünüz yağını yiyiim şu sıcak para akışında bir kesilme olmasa...’ Diye salya sümük dolanmayı büyük ve tek politika zanneden siyaset esnafı ve tırığı çıkmış asker/sivil bürokrat takımı ile bu mümkün olur mu?” Diyorsanız; sorduğunuz sorunun cevabını zaten biliyorsunuz demektir...

Avrupa Parlamentosu 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanımasını öngören tasarıyı kabul etti
15 Nis 2015



Oturuma Fransa Ulusal Cephe Partisi Lideri Marine Le Pen de katıldı.

Türkiye, Katolik dünyasının Ruhani lideri Papa'nın 1915 olayları için "soykırım" demesini tartışırken Avrupa Parlamentosu (AP), 1915 olaylarının "soykırım" olarak tanınmasını içeren tasarıyı kabul etti. Avrupa Birliği sınırları içerisinde yaşayan 500 milyon kişiyi temsil eden 751 parlamenterin görev yaptığı AP'nin oylamadan sonra kabul ettiği kararda, Türkiye'ye 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımlaması ve arşivlerini açması çağrısında bulunuluyor.
Karar, Türkiye açısından bağlayıcı nitelik taşımıyor.

Kararda Türkiye ve Ermenistan'a, 2009'da imzalanan protokolleri "ön koşulsuz onaylayarak ve uygulayarak ve sınırı açarak" ilişkilerini normalleştirme yolunda ilerlemeleri tavsiye edildi. Metinde, soykırımlar İçin Uluslararası Avrupa Anma Günü oluşturulması da öneriliyor.

AP Genel Kurulu'ndaki oylamada sembolik nitelikteki karar metnine, kabul edilen değişiklik önergeleriyle, Papa Franciscus'un Ermeni iddialarını destekleyen açıklamaları da dahil edildi.

AP'de aşırı sağ, ırkçı ve AB karşıtı partileri bünyesinde toplayan, liderliğini İngiliz Avrupa Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi (EFDD) grubunca verilen ve 269'a karşı 351 oyla kabul edilen değişiklik önergesinde, "Avrupa Parlamentosu Papa Franciscus'un Ermeni soykırımının yüzüncü yılı hürmetine 12 Nisan'da barış ve uzlaşma ruhu içinde verdiği mesajı takdir etmektedir" ifadesi yer aldı. Oylamada kabul edilen bir diğer değişiklik önergesiyle Papa'nın açıklamalarına yeniden atıf yapıldı.

Kararda ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 1915 olaylarına ilişkin Ermeniler'in acılarının paylaşıldığı yönündeki mesaj ve açıklamalarının "memnuniyetle karşılandığı" da ifade edildi.

Avrupa Parlamentosu'ndaki karar tasarısı oy çokluğuyla kabul edildi.

Kararla ilgili AP Genel Kurulu'ndaki tartışmada kurumunu temsilen söz alan AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Kristalina Georgieva ve AB Dönem Başkanı Letonya'yı temsilen konuşma yapan AB işlerinden sorumlu Devlet Sekreteri Zanda Kalniņa-Lukasevica, bazı parlamenterlerin "soykırım" kelimesini kullanmaları yönündeki ısrarlı çağrılarını reddederek 1915 olaylarını "trajedi" olarak nitelendirdi.
Yeşiller grubunun İspanyol Üyesi Ernest Maragall, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşananlardan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin sorumlu tutulamayacağını vurguladı.
Türkiye'nin yüz binlerce sığınmacıyı ağırladığını ve barıştan yana tavır aldığını hatırlatan Maragall, Avrupa Parlamentosu'nun böyle bir karar almak yerine Türkiye ve Ermenistan arasındaki uzlaşma çabalarına destek olması gerektiğini belirtti.
Liberal Grup'tan Türk asıllı Bulgar AP Üyesi İlhan Küçük ise, "Türkiye ve Ermenistan kendi meselelerini çözecek kadar olgunlar. Avrupa Parlamentosu'nun kararı faydalı olmaz" uyarısında bulundu.
İade edilmesi bekleniyor
Türkiye'nin AP'nin 1915 olaylarına ilişkin bağlayıcı nitelik taşımayan kararını diplomatik yollardan iade etmesi bekleniyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosu'nun oylayacağı 1915 olaylarıyla ilgili tasarı için, "Karar ne olursa olsun bir kulağımızdan girer, öbüründen çıkar" demişti.
Erdoğan, bundan önce de "soykırım" ifadesini kullanan Papa'yı uyarmış ve ortak komisyon ile arşivleri açma önerisini yinelemişti.
Avrupa Parlamentosu daha önce de, İnsan Hakları ve Demokrasi Raporu'nun karar metninde AB ülkelerine, "Ermeni soykırımını tanıma" çağrısı yapmıştı.
Kaynak: Al Jazeera,

Bir zaman Erivan Türk Toprağı idi...
Yrd. Doç. Dr. Erol KÜRKÇÜOĞLU

XIX. asrın başlarında Rusya tarafından suni olarak kurulan, Ermenistan’ın arazisinde asırlar boyu Türk insanı, bu coğrafyada yaşamış, Türk kültürü ve medeniyetinin bölgede yerleşmesine hizmet etmiştir. Ermenistan arazisinde, Türk menşeli coğrafi isimler; dağ, dere, ova, şehir, köy, akarsu ve göl adları ile bölgenin etnik yapısının Türk menşeli olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bugün Ermenistan’ın başkenti Erivan olmak üzere, bütün bölgede Türk hâkimiyeti dönemine ait (XI-XIX) yüzlerce mimari eserin varlığı Kafkasya’nın Türk coğrafyasına ait olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Erivan şehri XIX. yüzyılın başında tarihi, sanatı, kültürü, medeniyeti ve demografik yapısıyla bir Türk şehri idi.

Anadolu’nun, Kafkaslardaki coğrafi sınırını göstermesi açısından Osmanlı vesikalarında dikkati çeken bir husus Revan ve Eçmiyazin’in Anadolu coğrafyasında kabul edilmesidir.

Bizans çağında “Anadolu’nun Doğu Kilidi” sayılan ve göçlerle, istilalar yolu üzerinde bir kapı olan Ermenistan’ın fethi ile bu bölge, Türk hâkimiyeti altına alınmakla kalmamış, gelecekte Anadolu’ya yapılacak akınlara da yol açmıştır. Nihayet böylesine sistemli, planlı ve programlı olarak başlatılan, fakat aralıksız yıllarca devam eden akınların tek gayesi Ermenistan’ı Bizans’tan koparmak ve onu Türk Vatanı haline getirerek, asıl hedef olan Anadolu ve Bizans topraklarının fethinde üs olarak kullanmaktı.


Bilindiği üzere Selçuklu Türkleri Malazgirt Savaşı öncesi, Anadolu’ya yönelik Türk akınlarını, Ermenistan üzerinden düzenlenmişlerdir. 1028 yılında Arslan Yabgu’ya bağlı Türkmenler, Ermenistan üzerinden Anadolu’ya girmişler ve Bizans topraklarına yönelik akınlar yapmışlardır. 1042 yılında da Ermenistan’a giren on beş bin kişilik Selçuklu Ordusu Vaspuragan havalisine (Van Bölgesi) kadar ilerlemişlerdir.

1064 tarihinde Selçuklu Sultanı Alp Arslan Anı ve çevresini fethederek bu toprakları Selçuklu hâkimiyeti altına almıştır. Anı ve çevresini 1045 yılında Bizans Orduları işgal etmişti. 1064 yılında Anı ve Kars bölgesinde kesinlikle bir Selçuklu-Ermeni çatışması vuku bulmamıştır. 1045 yılında Bizanslılar Bagratuni Krallığı’nın varlığına son vererek Anı ve Kars bölgelerindeki Ermenileri tehcire (göçe) tabi tutmuşlardır. Ermeni tarihçi Asoghik’in ifade ettiği üzere Ermeniler, Selçukluları kurtarıcı olarak karşılamışlardır. Bu tarihlerde Selçuklular bir Ermeni Devleti yada Prensliğinin topraklarını istila ve işgal etmemişlerdir.

Bilindiği üzere, Ermeniler kendilerine “Hay” vatanlarına da “Hayistan” adını vermişlerdir. Hay ve Hayistan ancak Ermeni milletinin dilinde ve yazısında mevcuttur. Bu Arap, Batı ve Türk dillerinde “Ermeniyye, Armenia, Armiyani, Ermenistan” adları verilmiştir. Şüphesiz bu isimler Ermeni Milleti’nin adı olmayıp, bu coğrafi bölgeye verilen addır.

1071’den sonra Ermenilerin yaşadıkları yerler, önce Selçukluların sonra sırasıyla İlhanlıların, Karakoyunlu ve Akkoyunluların ve kısmen de Safevilerin yönetiminde kaldı.

Erivan, Timur zamanında bir köy olarak ortaya çıktı ve sadece XVI. yüzyılda Şah İsmail zamanında bir şehir hüviyeti kazandıktan sonra, yine aynı zamanda şimdiki ismini aldı.

Fatih’in Doğu Anadolu hâkimiyeti için Uzun Hasan ile yaptığı savaş bir ölçüde Osmanlıların bugünkü İran coğrafyasını doğrudan ilgilendiren, doğuya yönelişlerinin ilk adımını oluşturdu.

Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferinden sonra, Revan surları önünde konakladığından bahsedilmesi ile bu şehrin adı ilk kez Osmanlı tarihlerinde yer almıştır.

Tebriz’den kışlamak üzere, Aras soluna geçip Karabağ’a giren Yavuz Sultan Selim ile ordusunun Aras’ı geçtikten sonra Bayburt’a varınca uğradıkları konakları ve olup bitenleri en doğru olarak günü gününe resmi “Çaldıran Ruznamesi’ nden öğreniyoruz. Bu eserde şunlar anlatılıyor.

“29 Receb” (20 Eylül 1514) Çarşamba günü “Nehr-i Aras geçilip Alınca-Kal’ası’nın yukarı tarafındaki Kesikkünbet”e varıldı. 20 Perşembe Nahçıvan Şehri’ne 1 Şaban (22 Eylül) Cuma günü (Batı Karabağ veya Nahçıvan-Karabağı da denilen) Karabağ şehri yakınlarına ulaşıldı. Ertesi gün Nahçıvan’ın “Ahmedbeg-Zaviyesi daha gün Sederek’e ve 4 Şabân’da “Çukur-Sâ’ad’la (Revan) bağlı “Hacı Lalalu” yanından geçilerek, “Büyük-Vedi” ile “Küçük-Vedi” köyleri arasında yerleşildi. 26 Eylül günü Çukur-Sa’ad dan Zengi-Çayı geçilrek İrevan şehri yakınlarına ulaşıldı. Ertesi gün İrevan şehrine alınarak Osmanlı topraklarına katıldı. 7 Şaban’da Çukur-Saad bölgesinin önemli yerleşmelerinden ve Ermenilerin dini merkezi olan Üçkilise (Eçmiyazin) fethedildi.

XVI-XVIII. yüzyıllar arasında Osmanlı-Safevi ilişkilerinin karakterini etkileyen faktörlerin başında, jeopolitik, ekonomik ve dini faktörler yer almış ve bu faktörlerin iki devlet arasındaki ilişkilerin çeşitli aşamalarında önemli rolleri olmuştu. Osmanlı-İran savaşlarında Revan şehri hem Osmanlılar hem de Safeviler için stratejik önem arzeden bir şehirdir. Bu yüzden de Revan şehri iki devlet arasında sık sık el değiştirmiştir. Şüphesiz Revan’ın bu coğrafi konumundan kaynaklanan bu el değiştirmeleri Revan’ın etnik yapısını da etkilemiştir.

Erivan, Safevi hükümdarı Şah İsmail’in de önem verdiği şehirlerden biridir. Şah İsmail kumandanı Revangulu Han’ı Erivan’ın hâkimi olarak tayin ettikten sonra şehrin imar edilmesi için de gerekli emirleri vermiştir. Erivan kalesi Şah İsmail’in emri ile (1509-1510) yedi yıllık bir inşaat süresince Revangulu Han tarafından inşa edilmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde bu bölgedeki muhtelif faaliyetlerde Revan şehrinden bahsedildiği görülmektedir. Revan’ın Osmanlı topraklarına katılması, III. Murat döneminde Özdemiroğlu Osman ve Ferhat Paşaların Demirkapı’ya kadar yaptıkları seferlerle olmuştur.

Yıl 991 (M. 1583) İslâm askeri menzilden menzile ilerleyerek Revan ülkesine vardı. Bu bölgeler bir iki yıl içinde öncekinden daha bayındır bir hale getirilmiş, imar edilmemiş bir yeri bırakılmamıştı. Çevredeki her köy, üçer, dörder yüz binadan oluşan birer kent ve kasabaya dönüşmüştü. Osmanlı hâkimiyeti döneminde Revan ve çevresi yüksek bir kalkınma düzeyine kavuşmuştu. Halkın refah seviyesi de çok yüksekti.

Şark seferi serdarlığına tayin olunan Ferhat Paşa komutasındaki Osmanlı orduları 22 Recebde (11 Ağustos 1583) Kars’a ulaşmış ve müteakiben güzergâhta bulunan Şuregel ve Talin harap kaleleri Ferhat Paşa’nın emri ile tamir ettirilmiştir. Osmanlı ordularının daha sonra Revan önlerine gelmesi üzerine, Safevi valisi Tokmak Muhammedî Han, Revan’ı tahliye ettiği öğrenildi. Şehre ulaşıldığında civardaki bağlar içine konulup Tokmak Han’ın kasrını ortaya alan bir kale inşa olundu. Sekiz kule, beş demir kapı, bir cami ve hamamı ihtiva eden iç kale ve kırk üç kuleli dış kale 45 gün içinde tamamlandı. Beylerbeyliğine de Hızır Paşa tayin olundu.

Revan 1590 yılında Safeviler ile imzalanan antlaşma sonucu Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Osmanlılar Doğu Anadolu ve Revan’ı Safevilerden alarak Osmanlı topraklarına katmıştır. Osmanlılar Revan’ı fethettiklerinde doğuda 470 yıldan beri herhangi bir bağımsız Ermeni Devleti mevcut değildi.

Revan 1604 yılında Şah Abbas tarafından işgal edilerek Safevi topraklarına katıldı. Başta Revan olmak üzere Osmanlı doğu vilâyetleri alt-üst edilip, ziraî ve iktisadi hayat felce uğratıldı; her tarafta zulüm, asayişsizlik, can emniyetsizliği hakim kılındı ve en mühimi büyük halk kitleleri esir edilerek İran’a sürüldü.

Revan kalesi küçük bir kale olmasına rağmen hudut üzerinde bulunması sebebiyle önemi büyüktü. Kalenin muhafızı Emirgüneoğlu Tahmasb Kulu Han idi. Revan kalesi 1635 Temmuz sonlarında (12 sefer 1045) muhasara edildi; kalede on iki bin muhafız vardı. Revan muhasarası onbir gün sürüp kale muhafızı Emirgûne oğlu kaleden çıkararak padişahla görüşüp kaleyi teslim etti. Sultan Murad Tahmasb Kulu Han’a Yusuf adını ve vezirlik verdi.

Revan kalesi tamir edilip içine onikibin asker, cephane konup muhafızlığı Vezir Murteza Paşaya bırakılarak sefere son verildi. Revan’ın alınmasından, yedi buçuk ay sonra kış esnasında İranlılar tarafından muhasara olunmuş, mevsim dolayısıyla yardım gelmeyince 1636 Nisanında (1045 Şevval 24) Revan şehri yeniden İranlıların işgali altına düşmüştür. 17 Mayıs 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Antlaşması ile Osmanlı Devleti Revan’ı İranlılara bırakmıştır.

XVIII. asrın ortalarında Azerbaycan toprağında kurulan hanlıklardan biri de Erivan Hanlığı’dır. Bu hanlık, Nadir Şah’ın hâkimiyeti devrinde bağımsızlık mücadelesine başlamıştır. “Çar Muharebelerinin Salnamesi” adlı eserde 1747 yılında Nadir Şah, kendisine tabi olan bölgelerden aldığı haracın miktarını o kadar artırmıştı ki, yerli feodaller ona karşı silâhlı isyana teşebbüs etmişlerdir. İsyan neticesinde birçok şehir ve Erivan İran’ın tabiliğinden çıkmıştı.

15 Mart 1747 tarihinde Azerbaycan’a gelen Rusya Nümayendesi M.M. Golitsin İran’ın birçok vilayetinde vergilerin ağırlığı yüzünden Nadir Şah’a karşı isyanların başladığını ve bu isyanlardan biri de Erivan şehrindeki isyan olduğunu bildirmekte idi. 1747 yılının Mayıs ayında Nadir Şah Horasan’da öldürüldükten sonra Revan’da yerli feodal Mir Mehdi Han’ın liderliğinde başlayan isyan sonrası İran’daki iç kargaşalıklardan da yararlanan Mir Mehdi Han eski Çukursaad Beylerbeyliği’nin büyük bir bölümünde bağımsız bir hanlık kurmakla birlikte, komşu hanlıklarının da topraklarına göz dikmiştir.

Rusya çarı I. Petro’nun 1723-1724’de Kafkslar’a inmesi ile Rus Hükümeti Hıristiyan Gürcü ve Ermeni prenslikleri ile ayrı ayrı dostluk ve ticaret antlaşmaları imzalamıştır. Taraflar arasındaki bu andlaşmanın, 1783 senesinde muhteviyatı değiştirilerek yenilendiğini görmekteyiz. Bu yeni andlaşmaya göre Ruslar, Hıristiyan Gürcü ve Ermeni prensliklerini İran ve Osmanlı Devletine karşı korumayı vaadediyordu.

Rusya’nın Kafyasya’ya inmesi, Büyük Petro’nun vasiyeti gereğince Hindistan’a, Akdeniz’e İstanbul’a sahip olmak için yapılacak bir hareketin başlangıcı idi. Rusya’nın yüzyıllar boyunca Anadolu ile İran’ı istila etmek istemesi, Hindistan ile Boğazları elde etmeye çalışmasıyla ilgiliydi. Rusya’nın Kafkasya’ya doğru yayılması, Ermeni tarihinde yeni bir sayfa açıyordu. Ermeniler Rusya’daki Eçmiyazin çevresinde birleşerek, Rusya’nın yardımıyla Kafkasya’da başta Revan olmak üzere Türk yerleşim bölgelerini işgal etmeye çalışıyorlardı.

Revan hâkimi Mehemmed Han Gacar, İran hükümetinin izlediği siyasetten rahatsızdı. Revan halkının çoğunu Rum ülkesine gönderdi. Kendisi de kaleye çekilerek Rusya’dan yardım istedi. Knyaz Sisiyanov Erivan’ı almak maksadı ile sefere çıktı. Üçkilise (Ecmiyadzin) yakınlarında Kırkbulak denilen yerde ordularının dört katı olan Abbas Mirza komutasındaki İran ordularını mağlup etti. Daha sonra Rus kumandanı Revan’ı kuşattı. Fakat Rus ordularının erzak sıkıntısı çekmesi ve ordu içinde salgın hastalıkların baş göstermesi üzerine kuşatmaya son verilerek 1219 (1805) Gürcistan’a geri çekilmek zorunda kaldı.

XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında Kafkasya’yı işgal etmeye başlayan Rusya’nın başlıca hedefi Revan Hanlığını ele geçirmek olmuştur. Kafkasya’yı ele geçirmeyi mutlak bir zaruret olarak değerlendiren Ruslar, işgallerini kolaylaştıracak her türlü yola başvurmuşlardır.

1804-1805 yıllarında Revan ve Bakü Hanlıkları, Gürcü menşeli Tsitsianov tarafından Rus hakimiyeti altına alındılar. 1810 yıllarına doğru Kafkasların büyük bir kısmı Rusların eline geçmişti. Rusya’nın sınırları, bu suretle Doğu Anadolu’ya dayanmış Anadolu için Rus tehlikesi başlamış bulunuyordu.

1827’de Ekim ayında Rus orduları Serdar Abad ve Abbas Abad kaleleri önünde bir hayli can kaybından sonra bu kaleleri ele geçirmiş ve Revan kalesini sarmıştır. Bir ay devam eden kuşatmada çetin savaşlar verildikten ve çok kan akıttıktan sonra Ruslar Revan’ı İran kuvvetlerini komuta eden Hasan Han’dan almışlardır. 1826’da Gence ve Aslandüz’de Ruslarla yaptığı büyük meydan muharebesinde yenilen İran Şahı Abbas Mirza, Revan’ı kaderine terk etmiş ve bu savaşlarda hiçbir yardımda bulunamamıştır.

22 Şubat 1828-5 Mart 1828’de Rusya ile İran’daki Devleti Kaçarlar arasında Türkmençayı antlaşması yapılmıştır. Antlaşma ile Kars Eyaleti’nin doğusundaki yarı müstakil Revan-Türk Hanlığı bölgelerinden Gümrü ve Doğu-Şüregel ile Sürmeli çukuru (şimdiki Iğdır ve Tuzluca Bölgesi) gibi Aras’ın iki yanındaki yerlerde Rusya idaresine geçmiş ve Ağrı Dağı Türkiye İran-Rusya sınırlarının kavuştuğu bir yer olmuş, bu durum 1877 Savaşına kadar devam etmiştir.
Rus Çarı I. Nikola, kendisinden önceki Rus çarları gibi bir Türk düşmanı idi. “Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak” siyaseti artık Rusya’nın dış siyasetindeki ana prensiplerinden biri haline gelmişti.

Rus Çarı I. Nikola, Ermenilerin yerleştirildiği bir Revan ve Nahçıvan Hanlıklarını içine alan bir Ermeni bölgesi (Armiyanskaya Oblast) kurduğunu ilan etmiştir. Rusya böylece merkezi Revan olmak üzere Ermeniler için bir yerleşme bölgesi oluşturmuştur.

1828’de Kars ve 1829 Erzurum ile Bayburt ve Muş kuzeyine değin istilâ eden Ruslar, 1830’da bu bölgelerden çekilirken yanlarında götürdükleri 40 bin Ermeni göçmenini Revan vilâyetine ve Ahıska bölgesine yerleştirerek Azerbaycan ile Anadolu Türklüğü arasında fizikî bir set, Hıristiyan duvarı oluşturmaya çalışmıştır.
Yeni kurulmuş olan İran’daki Kaçar hanedanı için Kafkas bölgesinde (İran varlığının azınlık olarak bulunduğu yerler), saldırgan Rus kuvvetlerinin önüne set çekebilmesi için hayati önem taşıyordu. Küçük başarılar elde edilse de Kaçar Hanedanının Kafkasya siyaseti müspet gelişme sağlayamadı. Gürcistan’ın ve Ermenistan’ın Hıristiyan bölgeleri Rus Ortodoks vesayetinde “bağımsız” oldular.
Kafkasya’da bugün Ermenistan olarak tanınan coğrafi bölgede yaşayan milletler arasında Ermeniler hiçbir zaman çoğunluk teşkil etmemişlerdir. Erivan da dahil olmak üzere bölgenin her tarafında Türkler çoğunlukta idi.

Çarlık Rusyası; 1804-1813 ve 1826-1828 yılları arasında Rusya-İran savaşları esnasında; İran ve Türkiye’den Zakavkasya’ya (Transkafkasya) bilhassa Dağlık Karabağ’a göç ettirilen Ermenilerle bölgede Ermeni nüfusunun artmasına çalışmışlardır. Sadece 1826-1828 yıllarında Rusya-İran savaşlarında İran’dan 18 bin Ermeni ahalisi göç ettirilmiştir. Bilindiği üzere 1826-1828 Rusya-İran savaşlarının Rusya’nın üstünlüğü ile sona ermesi ve iki devlet arasında imzalanan Türkmençay Antlaşmasına göre; İran Ermenilere herhangi bir zorluk çıkarmadan kendi arazisinden geçmelerine izin vermiştir. Bu anlaşma ile Ermenilerin İran’dan Ermenistan’a bilhassa Karabağ’a kalabalık kitleler halinde geçmelerine zemin hazırlamıştır. 1828-1830 yılları arasında İran’dan 18 bin Ermeni ve Osmanlı ülkesinden 84 bin Ermeni göç ettirilerek onların sayıca çok az oldukları Gümrü ve Erivan bölgelerinin en verimli topraklarına yerleştirilmişlerdir.

1823-1827 yılları arasında Dağlık Karabağ %91’i Türk, %8.4’ü Ermeni idi. Erivan’da da %76’sı Türk, %13.5’i Ermeni halkı yaşıyordu. Erivan’da XIX. yüzyılın sonunda Türk nüfusu %75 iken bu oran I. Dünya Savaşı sonrasında %4.3’e kadar düşmüştür. Bilindiği üzere Çarlık Rusyası Eriven’ı bir hanlık olarak Ermenilerden değil, ahalisi Türk, fakat İran işgalinde olduğu için İranlılardan aldığı tarihi bir gerçektir.

XIX. yüzyılın başlarında Rus Alimi İ.İ. Şavrov “Zakavkazya’da Rus Menfaatleri İçin Yeni Tehlike” adlı eserinde yazdığına göre, “XX.asrın başlangıcında Zakawkazya’da yaşayan 1.300.000 Ermeni’den bir milyondan fazlası bu bölgenin yerli ahalisi değildir. Onlar buraya bizim tarafımızdan yerleştirilmiş” diyerek Rusya’nın Kafkasya’da Türk toprakları üzerinde Ermenistan devleti kurma siyasetine dikkati çekmektedir.

Ruslar, 1827 yılı Kasım ayında Erivan’ı İranlılardan geri aldıktan sonra, orada bulunan zamanın Rus yazarları uzaktan Erivan kalesinden pek çok cami minaresinin göründüğünü ve kale alındıktan sonra ahalinin çoğunluğunun Türk olduğunu görmüş ve eserlerinde belirtmişlerdir. Kısacası XIX. yüzyılda Erivan’ın bir Türk şehri olduğunu Rus kaynakları da doğrulamaktadır.

Erivan Hanlığı’nın siyasi tarihi gibi, sosyal ve iktisadi vaziyeti de araştırmacılar tarafından tam olarak incelenmemiştir. XVII. asrın sonlarında İran’da başlamış hem siyasi ve hem de iktisadi buhran, XVIII. asrın başlarında daha da artmıştı. Nadir Şah’ın silâh gücü ile kurduğu devlet parçalandıktan sonra, ülkede merkezi hakimiyeti ele geçirmek taht-taç ve toprak uğrunda çıkan kanlı feodal iç savaş daha da şiddetlenmişti. Birbirini takip eden saray entrikaları merkezi hükümeti daha da zayıflatmış ve İran’a tabi feodaller İran’ın hâkimiyetinden kurtulmuşlardır. Böylelikle Azerbaycan’da uzun süren İran hâkimiyeti de son buldu. Lakin Azerbaycan arkasından tarih sahnesinde tek devlet değil de müstakil ve dağınık hanlıklar şeklinde görülmüştür. Bu hanlıklardan biri de Erivan Hanlığı idi. Azerbaycan’ın kuzey batısında yerleşen bu hanlığın başkenti Erivan şehri olmakla beraber idari bakımdan 15 bölgeye ayrılmıştır.

1.Kırkbulak, 2.Zengibasar, 3.Garinbasar, 4.Vedibasar, 5.Şerur, 6.Suran, 7.Derek, 8.Saatlı, 9.Tala, 10.Seyidli, 11.Serdarabad, 12.Garpi, 13.Abran, 14.Dereçiçek, 15.Göyçe bölgeleri.

Erivan kalesi sanat tarihi bakımından Türk Dünyasının önemli merkezlerinden biridir. Erivan kalesinin 60 burcu mevcuttur. Kaledeki Han sarayı XVII. asrın nadir mimarlık incisi olan Gök Mescut, bu bölgeyi geçen seyyahları kendisine hayran bırakmıştır. Kalede 7 mescit, erkek ve kadın hamamları ve Gürcü, Culfa, Serdar, Tağlı, Sulu, Susuz, Hacı Ali adlarında kervansaraylarda Erivan’ın önemli bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir.

Erivan Kalesi’nden bahseden seyyah ve araştırmacıların kaydettikleri bazı toponimler şunlardır; Şileçi, Demirbulak, Bağçalar, Yoncalık, Börkçü Mahalleleri; Gürcü, Culfa, Serdar, Tağlı, Sulu, Susuz, Hacı Ali Kervansarayları; Demirbulak, Kırkbulak, Delmebulak, Serdar Bulakları; Geredçay, Kırkbulak, Zengi Nehirleri, Dere Bağı, Demirbulag, Derekent, Şehir, Abbas bağları; Mescit Meydanı, Zal Hal Meydanı, Fehle Meydanı, Büyük Meydan, Şehir Meydanı Gök Mescit, Kale Mescidi, Hacı Beyim Mescidi, Zal Han Mescidi, Günlüklü Mescit, Günbezli Mescit, Şehir Mescidi, Novruzeli Mescidi, Hüseynali Mescidi, Kanlı Tepe, Üçtepe, Kızıl Tepe…

Hanlıklar devrinde merkezi şehir olan Erivan yeşilliklerde donanmış bir şehirdi. Kale duvarı Zengiçay Köprüsü, Demirbulak Mahallesi, Abbasdarı, Köşeli, Abagayat, Karabağ, Zokalkale adlanan yerlerden geçerek Zengiçay’ı tarafına dönüp bir daire oluşturuyordu. Kale dahilindeki sahanın önemli bir bölgesini bağlar teşkil ederdi. Revan kalesi, idari bakımdan üç mahalleye ayrılırdı. Şehir mahallesi; Topbaşı mahallesi ve Demirbulak mahallesi en geniş sahayı tutardı. Erivan şu yönden Azerbaycan’ın diğer şehirlerinden farklı idi. Şirinsulu Kırkbulak çayı Abbasdere, Şehir, Demirbulağı ve Hosrovabad adlanan sahalardaki bağları sulayarak Zengi çayına akardı.

Erivan’da 8 mescit Müslümanlara hizmet ederdi. Her bir mescidin kendi mektebi vardı. Hüseyin Ali Han Mescidinde 200 öğrenci tahsil alırdı. Revan’da Seher ve Topbaşı mahalleleri arasında Pazar yerleşirdi. Burada kervansaray tacir ve sanatkâr dükkânları vardı. Revan kalesinde yedi kervansaray mevcuttu.

Erivan Ağrı vadisinin kuzeyinde Zengi Nehri’nin sahilinde yerleşen tarihi Türk-Oğuz yurdudur. Revan muhtelif tarihlerde Çukur-Saad vilâyetinin Revan Hanlığı’nın merkezi olmuştur. Azerbaycan Türkçesinde İrevan/Erivan muhtelif kaynaklarda Erivan, Türkçe’de Revan olarak adlanan bu şehre Ermeniler Yarevan demektedirler.

Tarihi kaynaklarda İrevan adına ilk defa M.Ö. VII. rastlanmaktadır. Şehir, Urartu Kralı I. Erkişti tarafından M.Ö. 782 yılda inşa edilen Edebuni Kalesi’nin Harabalıkları yakınlarında kurulduğu iddia edilmektedir. Ermeni ilim adamları Erivan tarihini daha eski tarihlere götürmek ve kendilerinin de bölgenin eski halkı olduklarını ortaya koymak gibi gülünç bir uğraş içine girdiklerini görmekteyiz. Çünkü ne Erivan’ın ne de Erebuni kalesinin şimdiki Ermenilere yani Haylara ve onların bilhassa ilimde ihtilâflı olan ecdatları ile tarihi bir bağlarının olmadığı bir gerçektir. Aslında Ermeniler Erivan’ın eski bir yerleşim yeri olduğunu ispat etmekle bu arazilerde Türk-Oğuz Milleti’nin çok eski tarihlerde bu bölgelerde yaşadıklarını doğrulamaktadır.

Ermeniler’in dini merkezi Eçmiadzin’dir. Ermeni Patriği de Yerevan vilâyetine bağlı Eçmiadzin Kilisesi’nde ikâmet etmekte idi. Bu şehir Türk kaynaklarında “Üç Kilise” adıyla geçmektedir. Ermeniler Ermenistan’daki çeşitli yerleşim yerlerinin adlarını değiştirmelerine rağmen, maalesef Hıristiyan taassubu ve Vatikan düşüncesi doğrultusunda buranın adını değiştirmemişlerdir.

Oğuz Türkleri’nin yaylağı Ağrı dağımızı Ermeniler kendi coğrafyaları içinde göstermek için Ağrı dağına önce “Ayrarat” “Ararat” daha sonra da “Masis” adını vermişlerdir. Hâlbuki Ağrı Dağı Türk-İslâm dünyasının manevi ve stratejik bölgelerinden biridir. Dede Korkut kitabında “Arkuri-Yatan Ala Dağ” deyiminin başındaki ilk sözden geldiğini yazmaktadır. 1635’de Revan seferine katılırken bu dağı gören Kâtip Çelebi, bugün bile çevresindeki halkımızın söylediğine uyarak bu dağın adını “Cihannüma” adlı eserinde hem “Argı” hem de “Agrı” şeklinde yazmıştır.

Alagöz dağı Türkçe olup, ilkçağlardan beri Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin yaylak yerleri idi. Ağrı dağı etekleri ve Sürmeli Çukuru Orta Asya Türk Dünyasıyla Anadolu Türk Dünyası arasında tarihi, iktisadi, kültürel bir geçiş noktası olması özelliğiyle Oğuz Türklerini birleştiren, bütünleştiren bir kavşak noktasıdır.

Ermeniler dağlar güzeli Türk’ün Oğuz’un “Gökçe Gölü”nü Ermenileştirerek “Sevan Gölü” olarak değiştirmişlerdir. Sevan Gölü’nün adı Urartu dilinden Ermeni diline geçmiş “su” sözünden alınmıştır. Lâkin eski Ermeni kaynaklarında Sevan adına rastlanmaz. Gökçe Gölü’nün Sevan olarak adlandırılması 1930 yılındadır. Tarihte Gökçe bölgesi Azerbaycan Türklüğünün arazisi olmuştur. V. Asır Ermeni tarihçisi Moisey Horenski eserinde Ermenilerin bu araziye yerleşmesinin Ermeni Kralı Artaşes (M.Ö. XI. Asır) ait olduğunu yazmaktadır.Gökçe Bölgesi, Azerbaycan Türklüğünün yoğun yerleştiği ve vatan bildiği bir Türklük coğrafyasıdır. Lakin XIX. asırda Türkiye, İran ve Rusya’dan getirilen 45 bin Ermeni, Azerbaycan Türklerinin topraklarından zorla atılması ile Gökçe Bölgesine yerleştirilmiştir.

Bugün Rusların yardımıyla Ermenilerin zorla işgal ettiği Gökçe Gölü, Aygır Gölü sahillerinde, Borçalı ovasında at koşturan, avlanan yiğitler kimin atalarıdır? Erivan’daki Şehir Mescidi, Köprü Kulağı Mescidi, Tepebaşı Mescidi, Kale Mescidi, Serdar Kalesi ve Kervansaray gibi muhteşem eserleri kim inşa etmiştir? Krasni bölgesindeki Karakoyunlu, Ararat yöresindeki Afşar, Ecmiadzin bölgesindeki Türklenli, Artaşat yöresindeki yine Karakoyunlu v.s… köylere verilmiş soyadları hangi millete mahsustur? Elbette bu soruların muhatabı Oğuz Türkleri’dir. Erivan toprağının altı da, üstü de Türk Milleti’ne aittir. Şurası da bir gerçektir ki, Erivan XIX. yüzyılın başına kadar bir Türk-İslam beldesi olma misyonunu sürdürmüştür.

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Ali Arslan, Kutsal Ermeni Papalığı, İstanbul, 2005, s.27.
Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul, 1944, s.45-46.
Rene Grousset Histoıre De L’Armenie, Paris, 1947, s.577-581.
Yâkût, Mu’cemu’l-Buldân, I, Beyrut, 1399/1979, s.159-160; S.N. Glinka, Opisanie Preseleniya Armyan Azerbaydjanskih v Predeli Rossii, Bakü, 1990, s.3; Charles Burney-Davıd Marshall Lang, The Peoples of the Hills, New York, 1971, s.179; B.E. Budakov-G.E. Geybulayev, Ermenistan’da Azerbaycan Menşeli Toponimlerin İzahlı Lügati, Bakü, 1988, s.21; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Dede-Korkut Oğuznameleri, I, İstanbul, 1952, s.17.
Abdulkadir Yuvalı, İlhanlılar Tarihi, I Kuruluş Devri, Kayseri, 1997, s.6-7.
H. Thorossıan, Historie De L’Armenia et du Peuple Armenıen, Paris, 1957, s.112; Manuel Sarkisyan, A Modern History of Transcaucasian Armenia, Ketsch-Germany, 1975, s.30; John E Woods, Akkoyunlular, çev: Sibel Özbdun, İstanbul, 1993, s.71-73; Faruk Sümer, Kara Koyunlular, I, Ankara, 1984, s.20-21; Abû Bakr-i Tihrânî, Kitâb-i Diyarbakriyya Akkoyunlular Tarihi, I, yay: Necati Lügal-Faruk Sümer, Ankara, 1990, s.90; Walther Hınz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, çev. Tevfik Bıyıklıoğlu, Ankara, 1992, s.33;
Abdurrahman Çaycı, Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Ankara, 2000, s.7.
W. Barthold, “Azerbaycan ve Ermenistan”, çev. İsmail Aka, Tarih Araştırmaları Dergisi, 1970-1974, VIII-XII, sayı: 14-23, Ankara, s.86.
Feridun M. Emecen, “Osmanlı Devleti’nin” Şark Meselesi’nin Ortaya Çıkışı İlk Münasebetler ve İç Yansımalar”, Tarihten Günümüze Türk-İran İlişkileri Sempozyumu 16-17 Aralık 2002 Konya, Ankara, 2003, s.33-34.
Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri (1578-1914), I, Ankara, 1992, s.28.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlılar’ın Kafkas-Ellerini Fethi (1451-1590), Ankara, 1993, s.108.
Süleyman Memmedov, “İrevan Şeherinde Etnik Çevrilişler” (1724-1760), Azerbaycan 1-2, Bakü, 1992, s.151; Aziz Elekberli Gedim Türk-Oğuz Yurdu Ermenistan”, Bakü, 1994, s.184-185.
Oktay Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Devleti, Bakü, 1993, s.64-77.
Peçevî, İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, II, Haz: Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, 1999, s.84-85.
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri (1578-1612), İstanbul, 1993, s.133-137; Kırzıoğlu, Osmanlılar’ın Kafkas-Ellerini Fethi, s.344-347; Sarkisyanz, A Modern of Transcaucasian Armenia, s.30; Ataullah-i Hasanî, “İranlı Tarihçilere Göre Osmanlı İran İlişkilerindeki Krizin Nedenleri (985-1049/1577-1633)” çev. Derya Örs, Tarihden Günümüze Türk-İran İlişkileri Sempozyumu, 16-17 Aralık 2002 Konya,. Ankara, 2003, s.18.
W. Barthold, “Azerbaycan ve Ermenistan”, çev. İsmail Aka, Tarih Araştırmaları Dergisi 1970-1974, VIII-IX/14-23, Ankara, s.85; Çaycı, Türk Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, s.7.
Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri, s,259-269; Ataullah-i Hasanî, “İranlı Tarihçilere Göre Osmanlı İran İlişkilerindeki Krizin Nedenleri (985-1049/1577-1639)”, çev: Derya Örs, Tarihden Günümüze Türk-İran İlişkileri Sempozyumu, 16-17 Aralık 2002 Konya, Ankara, 2003, s.19; M. Fahrettin Kırzıoğlu, 100. Yıldönümü Dolayısyla 1855 Kars Zaferi, İstanbul, 1955, s.15; Thorossian, Histoire De L’Armenie et du Peuple Armenien, s.112.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi III/1, Ankara, 1988, s.197-198; Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, s.439-440.
Kırzıoğlu, 100. Yıldönümü Dolayısıyla 1855 Kars Zaferi, s.15.
İran müelliflerinin Çuhr-i Sa’d ve Osmanlı kaynaklarındaki Sa’d Çukuru, Erivan bölgesinin batı ve güney taraflarındaki yöre olup, bu yöre batıda Arpaçay’ın Aras’a karıştığı yere ve güneyde Aras’a kadar uzanmaktadır (bkz: Faruk Sümer, Kara Koyunlular, I, Ankara, 1984, s.21; Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul, 1992, s.289.
Fuad Aliyev-Urfan Hasanov, İrevan Hanlığı, Bakü, 1997, s.51-52; Manuel Sarkisyanz, A Modern History of Transcaucasian Armenia, Ketsch Germany, 1975, s.31; Mirze Cemal Cavanşir, Karabağ Tarihi, Bakü, 1959, s.126.
Mehmet Saray, “Türk-Sovyet Münasebetleri ve Ermeni Meselesi”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Ankara, 1985, s.127.
Mehmetzade Mirza Bala, Ermeniler ve İran, Haz: Yavuz Ercan, Ankara, 1994, s.19.
A. Bakıhanov, Gülüstani-İrem, Bakü, 1951, s.193.
Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dâir Arşiv Belgeleri I (1578-1914), Ankara, 1992, s.17.
Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’e Kadar, Ankara, 1993, s.300; Vidadi Umudov, “Gence Hanlığının İşgali” Elm ve Hayat, No: 9-10, Bakü, 1991, s.1-3.
D.B.O. “Sovyet Rusya’nın Kafkasya’da yarattığı İsrail, Ermenistan Türk Kültürü, sayı: 59, Ankara, Eylül 1967, s.856; Kurat, Rusya Tarihi, s.323.
H. Thorossian, Histoire De L’Armenie et du Peuple Armenien, Paris, 1957, s.113; Mahmud İsmayıl, Azerbaycan Tarihi, Bakü, 1993, s.213-214; İstoriya Azerbaydjana, II, Bakü, 1960, s.42-45; M.N. Aleskerov, Turkmençayski Dagavor, Hazar, No: 1 (2), Bakü, Mart 1990, s.140-146; Mehemmed Emin Resulzade, “Kafkasya Türkleri”, Azerbaycan, sayı: 12, Bakü, 1990, s.149; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s.57; Mirze Yusuf Garabaği, “Tarih-i Safi”, Garabağnameler, Bakü, 1991, s.89-90; V.V. Barthold, Rusya ve Avrupa’da Oryantalizm, İstanbul, 2004, s.392.
Kırzıoğlu, 100. Yıldönümü Dolayısıyla 1855 Kars Zaferi, s.25-26.
Kurat, Rusya Tarihi, s.323.
Dursun Yıldırım-M.Cihat Özönder, Karabağ Dosyası, Ankara, 1991, s.5.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Armenya Yukarı-Eller”de 2700 Yıllık Türk Varlığı, Ermeniler’in Rus İstilâsına Alet Olması ve Mezâlimi”, XX. Yıl Armağanı Ermeniler Hakkında Makaleler-Derlemeler, II, Ankara, 1978, s.58-59.
Kaçarlar XIX. Yüzyılda Erivan ve çevresinde yaşamış, Türkçe konuşan Türk boylarından birisi idi. (bkz: Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), s.355-356.
Michael M. Mazzouni, “Erken Modern Dönemde İran ve Orta Asya’da İslâm Kültürü ve Edebiyatı”, Akdeniz’den Hindistan’a Türk-İran Esintileri, çev. Ömer Avcı, İstanbul, 2005, s.119.
Bahtiyar Necefov, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Bakü, 1992, s.37-46.
İsmayil, Azerbaycan Tarihi, s.217-218.
Cemil Hasanov, Ak Lekelerin Kara Gölgesi, Bakü, 1991, s.59.
D.B.O. “Sovyet Rusya’nın Kafkasya’da Yarattığı İsrail: Ermenistan”, Türk Kültürü, s.856.
Fuad Aliyev-Urfan Hasanov, İrevan Hanlığı, Bakü, 1997, s.26-27; Gıyaseddin Geybullayev, Kadim Türkler ve Ermenistan, Bakü, 1992, s.66-71.
Aziz Elekberli, Kadim Türk-Oğuz Yurdu “Ermenistan”, Bakü, 1994, s.186-187; Mehmed Zıllîoğlu, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, I-II, İstanbul, s.602; Mirza Bala, “Erivan Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, IV, İstanbul, s.315.
Fuad Aliyev-Urfan Hasanov, İrevan Hanlığı, Bakü, 1997, s.41-42; H.F. B. Lynch, Armenia Travels and Studies I, London, 1901, s.135, 213-215.
Aziz Elekberli, Kadim Türk-Oğuz Yurdu Ermenistan”, Bakü, 1994, s.184-185.
Ermeniler bu şehre “Yerevan” Azerbaycan Türkleri “İrevan” ve Osmanlılar “Revan” ve bugünde “Erivan” adını kullanmışlardır.
David Marshall Lang, Armenia, Cradle of Civilazation, London, 1970, s.158-159; Lynch, Armenia Travels and Studies, s.228-244; Edgar Ahmet Caferoğlu “Azerbaycan Tarihine Umumi Bir Bakış”, Azerbaycan Yurt Bilgisi, Yıl: 1, sayı: 1, İstanbul, 1932, s.9.
Lang, Armenia Cradle of Civilization, s.25-26; Lynch, Armenia Travels and Studies, I, s.143-155; Stain Lloyd, Türkiye’nin Tarihi bir Gezgincinin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, çev: Ender Varinlioğlu, Ankara, s.208; Geybullayev, Kadim Türkler ve Ermenistan, s.36; Tofig Ahmedov, Azerbaycan Toponimikasının Esasları, Bakü, 1991, s.36.
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İstanbul, 1969, s.146.
Geybullayev, Kadim Türkler ve Ermenistan, s.36; Lynch, Armenia Travels and Studies, s.137.
Tofig Ahmedov, Azerbaycan Toponimikasının Esasları, Bakü, 1991, s.37; David Marshall Lang, Armenia Cradle of Civilization, London 1970, s.26-28; Gıyaseddin Geybullayev, Garabağ Etnik ve Siyasi Tarihine Dair, Bakü, 1990, s.92.
Gıyaseddin Geybullayev, Garabağ Etnik ve Siyasi Tarihine Dair, Bakü, 1990, s.156.

Kaynak: https://www.facebook.com/pages/TAR%C4%B0H-ODASI/606894889326347?ref=stream

Cevanşir Fevziyev, Çanakkale Savaşı ve Ermeni ayaklanması arasındaki ilişkiyi anlattı
24 Nisan 2015



Türk dünyasına yönelik çalışmaları ile tanınan Azerbaycan Milletvekili Cevanşir Fevziyev, İtilaf devletlerinin Çanakkale'ye hücum ettikleri tarih ile Ermeni ayaklanmasının aynı güne denk gelmesi arasındaki ilginç bağlantıyı anlattı.


Azerbaycan Milletvekili Cevanşir Fevziyev, Çanakkale Savaşı'nı Türkiye kamuoyunun bildiği ve duyduğunun çok ötesindeki yönlerine dikkat çeken bir çalışmaya imza attı. Bütün dünyada Ermeni soykırımı iddialarını çürütmeye yönelik çalışmaları ve Karabağ Hocalı'daki katliamı anlatması ile tanınan Azeri Milletvekili Fevziyev, "100 yıl önce" adını verdiği makalede, Çanakkale Savaşlarının Türk tarihindeki yeri anlattı.

Azerbaycan Milletvekili Cevanşir Fevziyev'in çalışması şöyle:

Bütün milletler birbirinden kendine mahsus özelliklerle ayrılır. Onlar sadece fiziksel, antropoloji, kültürel özelliklerine göre değil, bazen kendi geçmişi dolayısıyla da kendi karakterini açıyor, kimliğini ortaya koyuyorlar.

Türkleri kendi tarihi ile birleştiren - sonsuz ve mutlak bir zafer duygusudur. Türk tarihinde böyle zaferlerin sayısı çoktur. Onların en muhteşemi ise tüm dünya türklüğünün 100 yıldır, büyük coşku ile yaşadığı Çanakkale Zaferidir.

Ermeniler içinse tarih başka topraklarda kurulması düşünülmüş "büyük Ermenistan" hülyasından, "Ermeni soykırımı" efsanesinden ve bu sendromun yarattığı toplu psikozdan oluşan ağır bir yüktür. Hilekarlıktan, ihanetten ve terör eylemlerinden yoğrulmuş bir tarihin yükü altında sürekli ezilen, alçalan Ermeniler de artık 100 yıldır, kendilerini şerefsizlik tarihinden kendilerini alamıyorlar.

24 Nisan 2015 yılında büyük Türk dünyası Çanakkale savaşının, Ermeniler ise 100 yıldönümünü kutladığımız edecekler: bir halk tarihi zaferinden gurur duyacak, bu galibiyetin dünya önemini uluslararası düzeyde bir daha doğrulayacak, diğeri ise yeniden "çilekeş halk" rolünü riyakarlıkla oynayacak , ihanet tarihinin matemine toplanacak ve kendisine "siyasi ve maddi sadaka" toplamaya çalışacak ...

I. DÜNYA SAVAŞI, OSMANLI'YI BÖLMEK İÇİN ÇIKARILDI

Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918) en dramatik olayı sayılan Çanakkale Savaşı, harp ve siyaset tarihinin benzersiz sahnelerinden biridir: 100 yıl önce (1915 - 1916) Çanakkale'de öyle bir savaş oldu ki, o yeryüzünde tek bağımsız Türk devletinin "olum, ya ölüm" meselesini çözmekle birlikte, emperyalizmin gezegen hüküm çarpışmalarında Batı - Doğu ilişkilerine de açıklık getirdi - ikincinin birinciye hiçbir zaman sömürge olmayacağı katiyetini ortaya çıkardı.

Yirminci yüzyılın başlarında dünyanın yeniden paylaşılması uğruna Avrupa'nın önde gelen devletleri iki askeri-siyasi blokta - itilaf (İngiltere, Fransa, Rusya imparatorlukları) ve İttifak devletlerinde (Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı imparatorlukları) kutuplaşarak yüz yüze gelmişti. Küresel çatışmanın esas tarafları Almanya ve İngiltere idi.

O zaman yerkürenin birçok kıtalarında, esasen de, Asya'da geniş sömürgeleri olan İngiltere ve müttefikleri savaş yoluyla Almanya'yı zayıflatmak, onun sömürge topraklarını ele geçirmek, Avrupa için sürekli tehlike sayılan Osmanlı İmparatorluğu'nu tek çökerterek, Doğu'da hâlâ büyük topraklara sahip olan bu ihtiyar imparatorluğun topraklarını kendi aralarında paylaşmak niyetinde idiler. "Itilaf" nın üç güçlü devletinden biri - Rusya İmparatorluğu gittikçe daha çok Doğu Avrupa'ya nüfuz etmeye çalışan Almanya'yı ekonomik ve askeri açıdan zayıflatmak, aynı zamanda, Osmanlı devletinin kontrolündeki Karadeniz bölgesinde daha da takviyeye, Balkanlar'da, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında kendi hükümranlığını kurmaya çalışıyordu.

OSMANLI'YI ÇÖKERTMEDE ERMENİLERE VERİLEN ROL

Devlerin savaşında rakibe arkadan darbe vurmak için yerine getirilmesi gereken ihanet misyonu da vardı ki, bu da Osmanlı tebası olan Ermenilere verilmişti. İhanet karşılığında başarılı savaştan sonra Türk topraklarında kendi devletini yaratacağını uman hain Ermeniler bu şerefsiz misyonu hevesle kabul etmiş, hala savaş arifesinde artık ilk adımlarını atmışlardı. Van eyaletinde isyana kalkmış, Doğu Anadolunun 2 milyon 200 binden fazla Türk nüfusunun büyük bir kısmını katletmiş, onlardan sadece 600 bin kişi ülkenin iç kesimlerine doğru doğru giderek, kurtula bilmişlerdi. Ihanet ise tükenmek bilmiyordu. Hala savaşın en kızgın aşamasında o kendi pis suratını bir daha gösterecekti.

Böylece, büyük güçlerin çatışma arenasında kendi tarihinin en zayıf dönemini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın en kudretli devletinin - İngiltere ve müttefiklerinin askeri donanması ve orduları ile kendi ülkesinde - Çanakkale'de yüz yüze gelmişlerdi.

Bu sırada Balkan savaşlarındaki yenilgiler Osmanlı devletinin ve ordusunun nüfuzunu önemli ölçüde etkilemiştir. Derin çelişkiler içerisinde boğulan Osmanlı Türkiyesinin, Çanakkale cephesindeki ordusu tüm ciddiyeti ile fark ediyordu ki, kendisini işte bu savaşta feda etmese, vatansız kalacak. Geriye yol yoktu. Ordu sadece ve sadece galibiyete doğru yürümeliydi.

AVRUPA'NIN KURSAĞINDA KALAN PLANI

Itilaf Kuvvetleri kısa bir zamanda ihtiyar Osmanlı'yı yeryüzünden, Avrupa kıtasından silip atacağına emin idi. Talih ise zaferi büyük Türk milletinin alnına yazmıştı.

1915 yılının 18 Martında başlayan ve Nisan 23-24'te ölüm kalım mücadelesine dönüşen Çanakkale Savaşında Türk ordusu deniz ve kara savaşlarında, belki de harp sanatında Spartalılar'dan sonra tarihin en parlak kahramanlığını gösterdi. Tarihin bu kritik anında Türk askerleri güçlü düşman kuvvetleri önünde canlarıyla vatan toprağına siper oluşturdular. Ölerek vatanlarını ölümsüz ettiler. Kendi kanları ile doğdukları toprak üzerinde kahramanlık destanı yazdılar. Itilaf Kuvvetleri çok büyük kayıpla geri çekilmeye mecbur oldu. Onların donanmalarına ait askeri gemileri Çanakkale Boğazının sularına gömüldü...

Birinci Dünya Savaşı'nda on ayrı cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı ordusu, Türk vatanının bütünlüğünü işte Çanakkale cephesinde zaferi Batıların elinden çalarak koruyabildi. Ülkeyi parçlamaya karar vermiş düşman ordusuna İstanbul'a erişmenize izin vermedi.

TARİH VE SİYASET YENİLGİYİ ASLINDA OSMANLI İÇİN YAZMIŞTI

Savaş bittikten sonra, tüm olup bitenleri soğuk kanlılıkla inceleyen tarihçiler ve siyasetçiler, bu kanaate geliyorlardı ki, aslında, tüm ön koşullara göre, Osmanlı ordusunun bu savaşta yenilgiyi kaçınılmaz idi. Peki ona zafer kazandıran ne oldu? - Sadece Türk askerinin yenilmezlik ve fedakarlık ruhu, kendi hakkını savunmak kararlılığı, derin kökleri ile ulu toprağa bağlı vatandaşlık ahlakı!
Çanakkale Savaşında askeri dehasını ve liderlik özelliklerini göstermiş, az zaman sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracak ve onun ilk Cumhurbaşkanı olacak Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında - ölümünden bir yıl önce ise beyan edecekti: "... Türk Ordusu! Bütün milletin göğsünü itimat ve gururla dolduran şanlı ad budur! Ordumuz Türk birliğinin, Türkün kudret ve qalibiyyetinin, Türk vatanseverliğini poladlaşmış bir ifadesidir. Ordumuz - Türk topraklarının korunması ve Türkiye idealinin gerçekleştirilmesi için gösterdiğimiz sistemli çabaların yenilmez teminatıdır ".

ÇANAKKALE, SONRAKİ BAĞIMSIZLIK MÜCADELELERİNİN SEMBOLÜ OLDU

Bu yıl 100. yıl dönümü anılmakta olan Çanakkale Savaşı Türk tarihinin şeref anı ve aynı zamanda, tüm milletler için özgürlük ve bağımsızlık uğrunda üstün mücadelenin örneği gibi, bölgede ve dünyada yaşanan sonraki olayları da etkileyecek sonuçları ile birlikte, dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında sadece Çanakkale'de yaşanan dönüş yörünge o zamanki dünya siyasetinde belirli değişiklikleri meydana getirdi:

1. Çanakkale cephesinde Osmanlı Türkiye'sine savaş açmış dünyanın iki dev devleti - İngiltere ve Fransa birlikte yarım milyondan fazla canlı askeri gücünün, neredeyse yarısını kaybetti. Bu süreç "İtilaf"ın kudretini sarstı ve yeni müttefiklerle güçlenmesi yoluna itti.

2. Osmanlı Türkiye'sine düşman olan "İtilaf"ın üçüncü dev devleti - Rusya İmparatorluğu Asya ve Avrupa'yı birleştiren boğazlardan geçmek imkanından ve müttefiklerinin yardımından yoksun olduğundan, harp meydanlarında geniş manevra imkanlarını kaybetti. Onun "sıcak denizlere" çıkmak hülyası boşa çıktı. Savaştan sonra ülkede iç sosyo-politik durum keskinleşti. Böylece, bu süreç Çarlık Rusyası'nın çökmesine ve rejim değişikliğine zemin yarattı.

3. Çanakkale Zaferi Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcından sonuna kadar Osmanlı devletine Akdeniz ve Karadeniz'i birleştiren boğazları kapatmak, düşman kuvvetlerini bu "hayat yollarında" hareketten mahrum etmek imkanı yarattı. Osmanlı Türkiye'sinin, bölgesindeki boğazların koşulsuz olarak sahibi olduğunu gösterdi.

4. Böylece, Batı emperyalizminin Osmanlı Türkiyesini parçalamak ve bu devletin varlığına son verip Anadolu üzerinden doğrudan Doğu'ya doğru ilerlemek niyetleri altüst edildi.

5. Çanakkale Savaşındaki zafer - Türk milletinin eski zamanlardan kurtuluşunun ve yeni tarih için seferber olmasının, özüne dönmesinin başlangıcı oldu. Bu savaş Türk askerinin inanç ve azminin en modern askeri teknolojilerden üstünlüğünü teyit etti. Çanakkale Savaşı - dünya emperyalizminin gururunun kırıldığı, onun sömürge politikasının sekteye uğradığı bir savaş oldu.

6. Çanakkale Zaferi - Balkan savaşlarındaki yenilgiler nedeniyle sarsılmış Osmanlı'da iç ve dış politikanın yeniden güçlenmesine yolaçtı. Aynı durumu Mustafa Kemal Atatürk şöyle deyerlendirmişdi: "Balkan savaşlarında alnımıza sürülen lekeyi Çanakkale'de temizleyebildik ..." Dünyanın en güçlü donanmasını ve yüksek düzeyde donatılmış ordusunu darmadağın eden Çanakkale savunucuları, Türk İstiklal Harbi'nin başarıyla sonuçlanmasına yol açdı. Bu zafer çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun içinden onun muhteşem tarihine layık ve varlığına dayanan modern bir devleti - Türkiye'yi ortaya çıkarma imkanları kazandırdı. Türk milletinin sosyal ve siyasi gücünü bu devletin teşekkülü sürecini başlattı.

ERMENİLER BÖLGEYE 200 YIL ÖNCE PLANLI BİR ŞEKİLDE YERLEŞTİRİLDİ

Peki Ermenilerin akıbeti nasıl oldu?
Yüzyıllar boyunca Türklere karşı çarpışan Çarlık Rusyası, henüz 1. Dünya Savaşından da 100 yıl önce İran'dan ve Suriye'den getirdiği çok sayıda Ermeriyi, Azerbaycan'ın batısındaki Rus-Türk savaşlarında ele geçirdiği Türk topraklarında ve Osmanlı sınırlarında ve Karabağ bölgesinde yerleştirmeye başlamıştı. Böylece Erivan Hanlığında sınır bölgelerde iskan edilen Ermeniler aracılığıyla, sınırın öbür tarafındaki Osmanlı topraklarında olan bölgelerde yaşayan Ermenilerle temas kuruldu. Böylece gelecek çatışmalarda Osmanlı içindeki Ermenilerden Türk ordusuna karşı kullanması planlanıyordu.

Ermeni karakterini iyi bilen Ruslar, yıllar içinde Ermenileri silahlandırdı ve gelecek günler için hazırladı. Yapacakları ihanetin karşılığında kendilerine "denizden denize uzanan büyük Ermenistan" yaratmayı vaat ettiler. Batıdan Doğu'ya anakara boyunca Avrasya'nın tüm güney dilimini kucaklayan uçsuz bucaksız Türk topraklarını parçalamak ve bölümlere bölmek gibi kurnaz bir plan sadece çar Rusyasının değil, aynı zamanda Avrupa ve ABD siyasetinin de çıkarlarına uygundu.

ERMENİ OLAYLARININ BAŞLAMASI İLE ÇANAKKALE SALDIRILARININ ZAMANLAMASI

İşte bu yüzden mutsuz Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu'nun imhasına inanır ve onun topraklarında kendilerine devlet kurmak için istenilen görevi canla başla yerine getirmeye hazırdılar. Hele1870'lerden başlayarak zaman zaman başgösteren Ermeni isyanları, Osmanlı'nın zayıflatılması için düşünülmüş planın ilk aşaması idi. Fakat Osmanlı İmparatorluğu bu isyanlara katılımcıları affederek bölgede istikrarın sağlanması için iyi niyetini ortaya koymuştu. Bir süre sonra meydana gelen olay ise asıl Ermeni karakterinin iç yüzünü açıp gösterdi. Dünya Savaşı başlayınca yüzyıllar boyunca Türk İmparatorluğu himayesinde diğer toplumlarla birlikte hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan yaşayan Osmanlı Ermənileri, bu tarihi noktada alınlarına yazılmış ihanet misyonunu ustalıkla yerine getirmeye başladılar.

Ermeni kartı, bölgede siyasi ve askeri üstünlüğü her veçhile sağlamaya çalışan Batı ve Rusya için bedelsiz araç gibi görünüyordu. Savaş cephelerindeki, hem de Çanakkale Savaşındaki gerilimle aynı zamanda Doğu Anadolu'da Ermeni isyanlarının başlaması da sadece tesadüf değildi... Hem de bu dönemde sadece Anadolu Türkleri değil, aynı zamanda, Azerbaycan Türkleri de kendi vatanında - tüm Güney Kafkasya'da Ermeni ihanetinin kurbanına döndürdüler. 1918 yılının Mart ayında - işte Osmanlı Türkiyesi'nde Çanakkale Savaşının sürdüğü bir zamanda Ermenilerin Bakü'de, Şamahı'da, Kuba'da yaptıkları gerçek soykırım suçları hiç de mazlum, ezilmiş halkın neden olabileceği olaylara benzemiyordu. Tüm bunlar büyük Türk bölgesinin her taraftan paylaşılması girişiminin bir parçası idi.

SARIKAMIŞ HEZİMETİNDE ERMENİLERİN ROLÜ

Osmanlı ordusunun 1915 yılında Sarıkamış'ta Ermeni ihanetine uğraması, Osmanlı ordusunda hizmet eden Ermeni askerine silah bıraktırılmasını zaruri kıldı. 1915 yılının Mayıs ayında ise alınan diğer bir karar uyarınca, devlet güvenliğinin sağlanması ve Doğu Anadolu'da bölücü eğilimlerin önlenmesi amacıyla 400 bin Ermeni sınır bölgelerden ülkenin içlerine doğru göçe maruz bırakıldılar.

Göç birliklerinin yolu, bir zamanlar Ermenilerin Doğu Anadolu'dan toplu cinayetler işlemek suretiyle sürüp çıkardıkları Türklerin yeni iskan edildikleri bölgelerden geçmek durumunda idi. Göçürülen Ermeniler, jandarma güçlerinin eşlik etmesine rağmen, Türk göçmenlerin intikam peşinde koşanları tarafından ara sıra saldırıya uğradılar. Saldırganlar bir süre önce Ermeniler tarafından öldürülmüş yakınlarının öcünü almaya gayret gösterirdiler. Dünya devlerine karşı amansız savaşın devam ettiği sürece Ermeni muhacirlerin geldiği Suriye topraklarında de onları ideal ortam beklemiyordu . Göçe maruz kalmış hainlerin bir kısmının telef olması kaçınılmaz idi.

BATI'DAKİ ERMENİSEVERLİĞİN ALTINDA YATAN NEDEN

Tüm beklentilerin aksine, Çanakkale Savaşında Türklerin muhteşem zaferi, olayların gidişatını tamamen değiştirdi. İtilaf güçlerinin Osmanlı imparatorluğunu yok etmek planları ve Ermenilerin de Osmanlı kalıntıları üzerinde kendilerine "büyük Ermenistan" yaratmak hülyaları sekteye uğradı. Aynı zamandan mateme bürünmüş Ermeniler halen gerçekleşmeyen hayallerine yas tutmakta devam ediyorlar.
Buna rağmen, müttefik güçler Ermeni elemanlarının "kahramanlığını" (oku: ihanetini) ödüllendirmeyi da unutmadılar. Türkiye'ye diş geçiremeyen ve neticede kendi amaçlarına ulaşamayan Batı ve Rusya, Ermeniler için Azerbaycan Erivan Hanlığı topraklarında Ermenistan adlı oyuncak devlet oluşturdular. Bununla birlikte, hamileri tarafından Ermenilerin "toplu katliamı" iddiası ortaya atıldı ve bu güne kadar buna hukuki kılıf bulmak için çok sayıda girişimler yapılmaktadır. Halbuki 1915 olaylarının araştırılması için savaştan hemen sonra İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nin girişimiyle düzenlenen komisyonlarda da bu olayların soykırım olduğunu kanıtlayan hiçbir esaslı delil bulamamış ve itham edilen kişilerin çoğunluğuna beraat verilmişti.

"Ermenilerin toplu katliama maruz kalması" olgusu henüz o zaman öyle Batı dünyasının en kızgın Ermeni fanatikleri tarafından kanıtlanamadı. Olayların üzerinden 100 yıl geçtikten sonra onun soykırım eylemi olarak kaleme verilmesi ise artık modern günümüz siyasi riyakarlığından kaynaklanmaktadır. Bu Ermeniseverliğinin arkasında hiç de "Tarihi adaletin" sağlanması yatmıyor. Maksat günden güne güçlenen Türkiye'nin etki alanını kısıtlamaktan, Türk devletleri birliğinin güçlenmesine yönelik çabalardan ibarettir.

Çanakkale yenilgisini hala hazmedemeyen güç sahiplerinin bu olaylardan 70 yıl sonra da Azerbaycan topraklarının - Dağlık Karabağ'ın ve çevresindeki bölgelerin Ermenistan tarafından işgalini desteklemesi, büyük Türk dünyasının önemli kesimlerini birbirinden ayırmak, bu bölgenin sahip olduğu potansiyel gelişme ve bütünleşme süreçlerini engellemek amacı taşıyor. Bugün de "çilekeş Ermenistan" bölgede ekonomik, siyasi, askeri konumlarını giderek güçlendirmekte olan Türkiye ve Azerbaycan'a karşı kullanılan ideal baskı aracı gibi görünüyor.

Uydurma Ermeni soykırımının tanınmasına uluslararası düzeyde verilen destek de işte bu politikanın bir parçasıdır. Lakin bu siyaset Ermenilerin kendisini de siyasi tecride, ekonomik yıkıma ve manevi çöküşe sürükler. Bu gerçeği idrak etmeyen Ermenistan devleti ise halen uydurma iddialarını gerçekleştirmek umuduyla yaşıyor ve içerisinde debelendikleri çukuru daha da derinleştiriyorlar. Dünyada yaşanan bütünleştirici çabalara rağmen, düşmanlık tohumları eken, işbirliğine değil, kendini tecride yol açan, geleceğe hedeflenmeyen, geçmişin uydurma tarihinde takılıp kalan Ermeni siyaseti şimdi daha miskin görünüyor.

Bir çok ünlü tarihçiler, siyasi analistler de kendi araştırmalarında Ermeni soykırımı iddialarının gerçek tarihi olgulara dayanmadığını döne döne ifade ediyorlar. Türkiye defalarca 1915 olaylarının kapsamlı şekilde incelenmesi için arşivlerini açmaya hazır olduğunu ilan etti. Fakat Ermenistan ve Ermeni topluluğu arşivlerin inceleneceği takdirde asıl gerçeğin ortaya çıkacağından çekinerek Türkiye'nin bu teklifini reddediyorlar.

Böylece, bir yanda diyalog, işbirliği teklif eden Türkiye, diğer tarafta ise niyet çağrısı, tarihe realist yaklaşımı kabul etmek istemeyen Ermenistan. Böylece, 100 yıldır, hakikatle yalan, samimiyetle riyakarlık, barışla savaş, uluslararası siyaset meydanında birlikte yürüyor.

24 Nisan tarihinde büyük Türk dünyası Çanakkale Zaferinin 100 yıl dönümünü, Ermeniler ve onların diasporası ise sahte "soykırım" tarihinin 100 yılını idrak edecekler. Çanakkale savaşındaki zafer tüm dünya devletlerinin itiraf ettiği gibi, 100 yıl önce sömürge emperyalizmi politikasına karşı dünya halklarının mücadelesine başlangıç ve ruh veren dünya önemli tarihi olaydır. Çanakkale Zaferi vatan uğruna savaşın, hürriyet ve adalet uğrunda mücadelenin eşsiz örneği gibi zaman zaman insanlığı şereflendirecektir. Dünyada barış, güven, kardeşlik ve birlik politikasına her zaman ışık tutacaktır.

Düşmanlık tohumu serpen "Ermeni soykırımı" ise halklar ve devletler arasında nefret ve düşmanlığı körükleyen dev bir uydurmadır. Tarihi gerçekleri bilerek çarpıtmak, adalet ilkesini taraflı siyasi çıkarlara kurban vermek, sahte olanı gerçek görüntüsüne sokmak ise yanlış yoldur ve eninde sonunda Ermenistan'ı iflasa götürüyor. Bunu anlamayan Erməniler ise, hala riyakarlıklarını sürdürmektedirler. Devam edin, beyler. Eğer sahte gözyaşları dökülerek kendi efendilerinize köleliğinizi sürdürün. Büyük Türk Dünyası ise barışa, ilerleme ve hoş geleceğe doğru uzanan yolda uğurdan başarıya, zaferden zafere yürüyecek. 100 yıl önce Çanakkale Savaşından sonra olduğu gibi!

Kaynak: http://www.rotahaber.com/gundem/fevziyev-canakkale-savasi-ve-ermeni-ayaklanmasi-arasindaki-iliskiyi-anlatti-h526494.html

İsveç hükümeti, meclisin 1915 olaylarıyla ilgili kararını rafa kaldırdı
29-04-2015



İsveç hükümetinin, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddiaları ve Süryaniler hakkında 2010 yılında parlamentoda alınan kararın uygulanmasını rafa kaldırdığı, konuyla ilgili bağımsız bir kurulun araştırmasına göre hareket edeceği bildirildi.
İsveç Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Erik Boman, Başbakan Stefan Lövfen'in birkaç gün önceki sözlerini hatırlatarak, 1915'teki olayların bağımsız bir kurul tarafından araştırılmasından sonra çıkan sonuca göre hareket edileceğini belirtti.
Bununla ilgili Dışişleri Bakanlığı'nın çalışma başlattığını söyleyen sözcü Boman, halklar arasında barışçıl bir çözüm bulunmasını istediklerini ve İsveç parlamentosunda 2010'da kabul edilen kararı rafa kaldırdıklarını bildirdi. Boman, bu konuda yapılacak araştırma bitmeden kimsenin bir beklentiye girmemesi gerektiğini vurguladı.
100 yıl önce yaşanmış bir trajedi için araştırma yapılmadan parlamento kararı ile bir ülkenin "soykırım uyguladığının ilan edilemeyeceğini" ifade eden Boman, uzman tarihçilerin detaylı araştırmasından sonra karara varılacağını kaydetti.
İsveç hükümetinin 2010'da alınan parlamento kararını rafa kaldırma kararı, ülkedeki Ermeni ve Süryani lobileri arasında hayal kırıklığına neden olmuştu. İsveç Devlet Televizyonu SVT'ye konuşan İsveç Süryani Federasyonu Başkanı Afram Yakoub, Başbakan Stefan Löfven'in eylülde yapılan seçimlerden önce söz vermesine rağmen konu hakkındaki geri adımı ve 24 Nisan etkinliklerine katılmamasının kendilerini üzdüğünü belirtmişti. Yakoub, kararın rafa kaldırılmasının da kendilerinde çok büyük hayal kırıklığına neden olduğunu ifade etmişti.
İsveç parlamentosundaki karar, 2010 yılında muhalefette olan Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller Partisi'nin ortak tasarısı olarak bir oy farkla kabul edilmişti. Daha önceki sağ koalisyon hükümetinin Başbakanı Fredrik Reinfeld ve Dışişleri Bakanı Carl Bildt, kararın kağıt üzerinde kalmasını sağlayarak Ermeni ve Süryani lobilerinin tepkisini çekmişti.

Kaynak Kutlu Pusula
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Nis 30, 2015 7:51 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Nis 25, 2015 12:25 am    Mesaj konusu: TSK arşivini açtı: 1915 olaylarının bilinmeyen yüzü Alıntıyla Cevap Gönder

TSK arşivini açtı: 1915 olaylarının bilinmeyen yüzü...
23 Nisan 2015



1915 olaylarına ilişkin ortaya atılan iddiaların aksine, Türk Silahlı Kuvvetleri arşivleri, Ermenilerin nakil ve sevkleri sırasında gösterilen azami dikkati ortaya koyuyor.

Belgelerde, Ermenlerin geride bıraktıkları mal ve arazilerinin korunmasından, nakiller sırasındaki şartların Osmanlı askerlerine sağlanan şartlarla aynı olmasına yönelik birçok bilgi bulunuyor. Ermenilere kötü muamelede bulunanların Divanı Harp'e gönderilecekleri de göze çarpan bir başka belge olarak yer alıyor.

Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı arşivindeki belgeler, 1915 olaylarında yaşananların fazla bilinmeyen yüzünü de ortaya koyuyor. Arşivde, 1915 olaylarına ilişkin çok sayıda belge bulunuyor.

Ermenilerin nakil ve sevklerini gerektiren sebepler, "Bakanlar Kurulunca kabul ve ilan edilen karar"da tüm açıklığıyla ele alınıyor. 31 Mayıs 1915 tarihli kararda, "Harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermenilerden bir kısmının Osmanlı hududunu düşman devletlere karşı korumaya gayret eden ordumuzun harekatını zorlaştırdıkları, erzak ve askeri malzeme nakliyatını güçleştirdikleri, düşmanla işbirliği yapmak ve birlikte hareket etmek emelinde oldukları, düşman saflarına katıldıkları, yurtiçinde askeri kuvvetlere ve masum halka silahlı saldırılar düzenledikleri" belirtildi.

Bu tespitler nedeniyle "isyancı unsurların harekat sahasından uzaklaştırılmasının gerekliliği" vurgulanan kararda, bu faaliyete başlanacağı da yer aldı. Kararda, "İsimleri yazılı olarak bildirilen köy ve kasabalarda oturan Ermenilerden gönderilmesi gerekenlerin, gidecekleri yerlere rahat bir şekilde taşınmaları ve ulaştırılmasıyla yolculukları boyunca istirahatlerinin sağlanması, can ve mallarının korunması ve tespit edilen yerlerine vardıklarında kesin olarak yerleştirilmelerine kadar göçmenler ödeneğinden iaşeleri sağlanacak, daha önce sahip oldukları mali ve ekonomik durumları oranında kendilerine emlak ve arazi dağıtılacaktır" ifadesi dikkati çekti.

Söz konusu kişilerden muhtaç durumda olanlara devlet tarafından ev yapılacağının belirtildiği kararda, ayrıldıkları yerlerde kalan eşya ve malların veya bunların değerleri karşılığının Ermenilere aynı şekilde verileceği de vurgulandı.

"Ermenilerin yol boyunca can ve mallarının korunması"

Belgelerde, savaş hali ve olağanüstü siyasi zorunluluklar dolayısıyla başka yerlere nakledilen Ermenilerin, iskan ve beslenme konularına gösterilen özeni de ortaya çıkıyor. Bununla ilgili 10 Haziran 1915'te yayımlanan yönetmelikte, "İskan yerlerine sevk edilen Ermenilerin yol boyunca can ve mallarının korunmasıyla iaşe ve dinlenmelerinin sağlanmasından gidiş yerleri üzerinde bulunan yerel görevliler sorumludur. Bu konuda meydana gelecek gevşeklik ve ilgisizlikten sırasıyla bütün görevliler sorumludur" ifadesi yer alıyor.

Yönetmelikte, Ermenilerin kesin yerleşimlerine kadar geçecek sürede beslenmelerinin ve ihtiyacı olanların evlerinin inşası için gerekli harcamaların yerel makamların göçmen ödeneğinden karşılayacağı da yazıyor.

Ermenilerin bıraktığı mal, mülk ve araziler

Başka yerlere nakledilen Ermenilerin bıraktıkları mal, mülk ve arazilere uygulanacak tedbirler ise bir başka yönetmeliğin konusu oldu. Yine 10 Haziran 1915 tarihli yönetmelikte, "Bir köy veya kasabanın tahliyesinden sonra nakledilenlere ait ve içinde eşya bulunan bütün binalar, idare kurulu tarafından uygun görülecek memur veya özel heyet tarafından derhal mühürlenerek koruma altına alınacak" ifadesi yer aldı.

Koruma altına alınan eşyanın cinsinin, miktarının, kıymetlerinin, sahiplerinin isimleriyle ayrıntılı olarak kaydedildikten sonra kilise, okul, han gibi yerlere naklettirilmesi istenen yönetmelikte, kiliselerdeki eşyaların, resim ve kitapların kaydedilerek oldukları yerde korunmasına özen gösterilmesi gerektiği belirtildi. Sahibi belli olmayan taşınabilir malların, eşyanın bulunduğu köy adına kaydedilerek korunması bildirilen yönetmelikte, "Taşınmaz mal, mülke ve terk edilen arazide ürünler ve ekili yerler bulunduğu takdirde, kurul tarafından uygun görülecek şahıslardan oluşan bir heyet tarafından açık artırma yoluyla satılarak, bedelleri sahipleri adına emanet olarak mal sandığına teslim edilecek ve bir tutanak düzenlenerek aslı yerel idareye ve onaylı bir sureti de irade kuruluna verilecektir" hükmü yer alıyor.

Köylerdeki bina ve dikili ağaçların korunmasından köye yerleştirilen göçmenlerin sorumlu tutulduğu yönetmelikte, olası bir tahrip durumunda yapanların köyden uzaklaştırılacağı ve tahrip bedelinin bütün köye ödettirileceği kaydedildi.

"Emir hemen eksiksiz olarak uygulanacaktır"

Ermenilerin nakillerinde gösterilen dikkat, bir başka belgede de kendini gösteriyor.

4. Ordu Komutanlığı tarafından bildirilen Başkomutanlık emrinde şu ifadelere yer verildi:
"İçişleri Bakanlığınca bir karar alınıp tebliğ edilinceye kadar Pozantı-Halep lojistik destek hattı üzerinden sevk edilen ikmal askerleri gibi sevk edilmekte olan Ermenilerin iaşesinin de ordu tarafından sağlanması için ilgililere kesin emir verilecektir. Emir hemen eksiksiz olarak uygulanacaktır."

Divan-ı Harp

Bir başka belgede yer alan emir ise görülen lüzum üzerine belirlenen yerlere gönderilen Ermenilere kötü muamelede bulunanlara verilecek cezayı düzenleniyor. 8 Kasım 1915 tarihli "Harbiye Nazırı" adına tüm ordu ve kolordulara gönderilen yazıda şunlar kaydedildi:
"Görülen askeri ve asayiş ihtiyacı üzerine belirlenen yerlere gönderilen Ermenilerin sevkleri esnasında mahallerinde meydana geldiği anlaşılan suistimaller ve kanuna aykırı muameleler hakkında gerekli incelemeleri yapmak ve suçluları Divan-ı Harplere göndermek üzere Bakanlar Kurulunca alınan karar gereği, bazı vilayet ve sancaklara soruşturma heyetleri gönderilerek bu yerlerdeki memur ve jandarma ile halktan kişilerin suça ortak oldukları görülmüştür. Bunlar hakkında yapılan soruşturmanın ayrılarak görevlilerin Divan-ı Harplere, halktan kişilerin Nizamiye Mahkemelerine gönderilmesi ve bu gibi suçlara çeşitli dairelerde bakılması istenilen sonucu veremeyeceğinden sivil olanların da Divan-ı Harplere gönderilmesi zorunludur. Yukarıda belirtilen suçu işleyen sivillerin de bu suçlarından dolayı Divan-ı Harplere gönderilmelerinin, ilgililere tebliğ edildiği İçişleri Bakanlığından bildirilmiştir. Belirtildiği gibi işlem yapılması beyan olunur."

Ermeni çetelerinin katliamları

Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı arşivindeki belgeler arasında Ermeni çetelerinin yaptığı katliamlar da tüm detaylarıyla yer aldı.

Van'da Kaymakam Kemal imzalı belgede, Ermeni çeteleri tarafından bazı köylerde yapılan katliamlara yer veriliyor. Köylülerin nasıl öldürüldüğüne dair bilgilerin de yer aldığı belge, katliamın boyutlarını da ortaya koydu. Buna göre, köyün erkeklerinin bir bölümü kurşuna dizilerek, geri kalanı süngülenerek öldürüldü. Köyün kadınlarından bazıları tandıra atıldı, bazıları tecavüz edildikten sonra öldürüldü.

Keçikayası köyünde Hacı Molla Sait'in kızını kendi eliyle boğazlaması için zorlandığı, her teklifte uzuvlarından biri kesildiği yönündeki bilgi de söz konusu belgede yer aldı. Van'ın bir başka köyüne ilişkin belgedeki, "Nezu Hatun, tandırda yakılarak iki torununun etini babasına ve anasına yedirmek üzere zorlandığını ve onların yemek istememelerinden dolayı öldürüldüğünü görmüş olmasından etkilenerek delirmiştir" ifadesi ise Ermeni çetelerinin yaptığı mezalimi gözler önüne seriyor.
Kaynak: Cumhuriyet

PROF. JUSTIN McCARTHY: “BATI'DA KORKUNÇ TÜRK” EFSANESİ
19 Mayıs 2015



Adımlar dergisinin haberine göre;Batı’nın Türk Milleti karşısında istismar ettiği “Ermeni Meselesi” etrafındaki kitaplarıyla yayın hayatına başlayan Tarih & Kuram Yayınları, bu çerçevede ilk olarak 3 eserini yayınladığı Amerikalı Prof. Justin McCarthy’yi 17 Mayıs 2015 tarihinde, Taksim The Marmara Oteli konferans salonunda “Amerika’daki Türk İmgesi ve Ermeni Meselesine Yansımaları” başlıklı bir konferansa ev sahipliği yaptı.

Türkiye’de özellikle “Ermeni meselesi” etrafındaki çalışmalarıyla tanınan, Türk Tarihi ile ilgili dünyaca ünlü uzmanlardan olan Prof. Justin McCarthy Amerika’nın Louisville Üniversitesi’nde “Ortadoğu Tarihi Profesörü” olarak ders vermekte ve akademik çalışmalarını yürütmekte. Bu çerçevede Sosyal ve Beşerî Bilimler Enstitüsü’nün de başkanlığını yürütmektedir.

“AMERİKA’DAKİ TÜRK İMGESİ”

Batı’nın İslâm coğrafyasında yürütülen misyonerlik faaliyetleri etrafında şekillendirdiği ve dönüp Hıristiyan toplumuna ilkokullardan başlayarak kilise ve bürokraside Batı insanına benimsettiği, İslâm’ı ve sancaktarı Türk Milleti’ni canavarlaştırma eylemini kronolojik bir biçimde anlatan eseri “Amerika’daki Türk İmgesi”nin bir özeti hâlinde konuştu McCarthy…

“Tarihteki en hummalı girişimlerden biri” olarak ifadelendirdiği “Amerikalı misyonerlerin Ortadoğu ve Balkanlar’a yerleşmeleri” sürecini de anlatan McCarthy, Batı’daki İslâm düşmanlığının kökleri üzerine detaylı bir sunum yaptı…

Batı’da Türk’ün de bu çerçevede ele alındığını ve İslâm Coğrafyası’nın Batı’ya bakan dinamik yüzü Türk’ün sistemli propaganda faaliyetleriyle “canavar”laştırıldığına dikkat çekti.

Bu çerçevede Türk’e karşı koca bir yalan olan “Ermeni Soykırımı”nın Batı’ya daima cazip geldiğine dikkat çeken McCarthy, Türk’ün üstün seciyesi ve mizacının istismar edilerek kendisini ifâde etmeye lüzum görmemesinin tarihçiler tarafından istismar edildiğine dikkat çekti.

Ermeni meselesinde Türk tezlerini savunan Justin McCarthy “Amerika’daki Türk İmgesi ve Ermeni Meselesine Yansımaları” konulu verdiği konferansında yüzyıllardır süregelen bir propagandanın ardından, Müslüman bir Millet olan Türk’ü Ermenilere karşı Amerika’da anlatabilmenin zor olduğunu ifâde etti.

“TÜRKÜ İNCİTİRSEN İKİ ŞEY YAPAR”

Üzerinde araştırmalar yaptığı Türk Milleti’nin karakterine hayranlık duyduğunu gizlemeyen McCarthy, iyi özelliklerin bazen dezavantaja dönüşebildiğini, bunun fertler için de toplumlar için de geçerli olduğunu söyledi.

Türklerin güçlü, şeref kavramına sahip, şikayet etmeyen kişiler olduğunu aktaran McCarthy, “Türkü incitirsen iki şey yapar, ya boşverir ya da sert bir karşılık verir. Ağlamaz, kendisine acındırmaz” dedi.

Bunun iyi bir özellik olduğunu ifade eden McCarthy, şöyle devam etti:

“Ama bunun kötü yanı, dışarıdaki insanların duyduğu tek şeyin ağlayanlar olmasıdır. Türklere bu nedenle aktif olmalarını tavsiye eder dururum. Olanı biteni anlatın, Ermenilerin evlerinden ettiği 1 milyon Türk’ü ve Ermeni’yi, Van’da Müslümanların 3’te 2’sinin katledilmesini anlatın. Bazen güçlü olmanın yanı sıra yüksek sesle konuşmak da gereklidir.”

McCarthy, “Amerika’daki Türk İmgesi” kitabında “mutlu bir öykü” anlatamadığını, Türkler hakkındaki geleneksel Amerikan ve Avrupa görüşünü tasvir için kullanılabilecek tek kelimenin “ön yargı” olduğunu vurguladı.

Bu konuyla ilgilenmeye Müslümanlara yönelik etnik temizlik hareketlerini incelerken başladığını dile getiren McCarthy, şunları kaydetti:

“Bu çalışmalarım sırasında milyonlarca Osmanlı Müslümanı’nın katledildiğini veya evinden sürüldüğünü keşfetmekle kalmadım, Amerika’da hiç kimsenin bu olup bitenlerden haberdar olmadığını da fark ettim. Müslümanların maruz kaldığı katliamların ABD’de ne gazetelere yansıdığını, ne de ders kitaplarında yer bulmuştu. Tersine, hem gazeteler hem de ders kitapları sadece Ermenilerin ve Rumların çektiklerini yazıyordu. Üstelik bu yazılanların çoğu da yanlıştı.”

“KORKUNÇ TÜRK EFSANESİ”

McCarthy, ABD’de Ermeni meselesinin tartışılmasının bile güç olduğunu söyledi.

Siyasetçiler, hatta akademisyenlerin Türklerin soykırım yaptığına çok fazla ikna olduğunu belirten McCarthy, şöyle devam etti:

“O kadar ikna olmuşlardı ki Birinci Dünya Savaşı’ndaki diğer felaketlere yönelik başka açıklamaları dikkate bile almıyorlardı. Gerçek tarih hakkında çok az şey biliyorlardı ama zihinleri de tamamen kapalıydı. Bu konuyu tartışmak isteyenlerimizin de karşısına “Korkunç Türk efsanesi” konuluyordu. Efsaneler tanımları gereği akılcı değildir. Onlara sadece inanılır. Efsaneler ‘Bunu herkes bilir,’ ‘Doğru olmalı, çünkü herkes inanıyor’ denile denile kültürleri, ülkeleri etkisine alır.”

McCarthy, Türklerle ilgili Ortaçağ’a dayanan ve çoğunlukla da dinden kaynaklanan ön yargıların etkisindeki Amerikalıların Türkleri “doğal katliamcılar” olarak gördüğünü, bunda Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyeti yürüten Amerikalıların 1830’lardan itibaren yazdıkları raporların da etkili olduğunu dile getirdi.

SORU-CEVAP

Konuşmasının ardından davetlilerin sorularını yanıtlayan McCarthy, bir soru üzerine de “Ermeni milliyetçilerin 3 amacı var. Birincisi, Türkiye’nin bir soykırımın gerçekleştiğini kabul etmesini istiyorlar. İkinci olarak, Türkiye’nin 80 milyar doları aşkın bir tazminat ödemesini istiyorlar. Üçüncü olarak da Türkiye’nin Ermenistan Cumhuriyeti’ne Erzurum, Bitlis, Van, Trabzon ve Tunceli’yi de içine alan bir toprak parçasını vermesini istiyorlar” yanıtını verdi.

McCarthy, Ermenistan’daki milliyetçilerin bu taleplerinin meydana getireceği sonuçlar konusunda dürüst olmadığını belirterek, “Türkiye’den talep edilen topraklarda, bütün dünyadaki Ermeni nüfusunun iki katından daha fazla Müslüman yaşıyor. Demokrasilerde bir adam, bir oy ilkesi vardır. Söz konusu topraklarda yeni bir Ermenistan oluşturmanın tek yolu da Müslümanları kovmak ya da öldürmek olabilir. Başka yolu yoktur. Ermeni milliyetçileri dürüst olurlarsa gerçek isteklerinin de bu olduğunu kabul edeceklerdir” diye konuştu.

McCarthy, bir soru üzerine, Sultan 2. Abdülhamit’in, döneminde iyi bir diplomasi yürüttüğünü belirterek, “Abdülhamit’ten hoşlanabilir veya hoşlanmayabilirsiniz ancak bir şey kabul etmelisiniz ki iyi bir diplomattı. ‘Tamam, bir şeyler yapacağız ama yavaş yavaş’ diyecek kadar akıllı biriydi. Osmanlı Bankası’nın Ermeniler tarafından basılmasını insanlar çoğunlukla sadece bir baskın zannediyor, halbuki banka bombalandı, bütün İstanbul’da bombalar patladı, insanlar öldü. Abdülhamit o ortamda sükuneti sağlamayı başardı.

“SİYASİ DEĞERLENDİRMELER YAPMAK İSTEMİYORUM”

Adımlar dergisi çalışanlarımızdan Aydın Alkan’ın kendisinden önce soru soran dinleyicilerin sorularında “bundan sonrası için ne yapmalıyız?” biçimindeki soruları karşısında, tarihin hâlihazırda yaşadığını, Barbar Batı’nın bugün Irak’ta Arap kardeşlerimize uygulanan soykırımı esas gündem hâlinde dile getirmenin elzem olduğunu dile getirerek Prof. McCarthy’e şu soruyu sordu:

– Geçmişte Ermeni Taşnak ve Asala çetelerinin Türk’e karşı ifâ ettikleri rolü, bugün devam ettiren Etnik Kürtçü hareketler hakkında ne gibi gözlemlere sahipsiniz diye sorduğu soruya, “siyasî değerlendirmeler yapmak istemiyorum” biçiminde yanıt verdi.

McCarthy konferansın ardından okuyucuları için Tarih ve Kuram Yayınları tarafından Türkçe çevirileri yayınlanan 3 kitabını da imzaladı.
Haber 93

Amerika, Ermenileri 120 yıl önce de destekliyordu
Mustafa Armağan
14 Mart 2010
Ermeni tasarısının komisyondan geçerek Temsilciler Meclisi'ne gelecek olması Türkiye-ABD ilişkilerini yeniden gerdi.

Büyükelçi Namık Tan geri çağrıldı. Restleşme sürecek gibi. Ancak ABD'nin bu ilk Ermeni çıkışı değil. Bundan yaklaşık 120 yıl önce de benzer bir kriz yaşanmıştı.

Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Amerikalı kadın misyonerlerden Mary Mills Partrick, "Son Sultanların İstanbul'unda" adıyla Dergâh Yayınları'nca basılan hatıralarında Abdülhamid'in tahta çıkış töreniyle ilgili bir ayrıntıya dikkat çeker. Patrick'e göre ABD elçisi H. Maynard, 1876'daki bu törende diğer büyükelçilerin bulunduğu platformdan "epeyce aşağıda" oturtulmuştur.

İlk bakışta şaşırdınız ve belki de aklınıza hemen David Ayalon'un Tel Aviv Büyükelçimiz Oğuz Çelikkol'un elini sıkmaması ve alçak bir koltuğa oturtması krizi geldi. Ancak tarih her zaman göründüğünden daha karmaşıktır. ABD elçisinin diğerlerinden alçak bir yere oturtulmasının sebebi şudur:

Biz o tarihlerde henüz ABD'yi 'büyük devlet' olarak tanımamış, 1906 ortalarına kadar da ABD'nin ülkemizde ancak Orta Elçilik düzeyinde temsil edilmesine izin vermiştik. ABD normal devletlikten büyük devletliğe terfi etmek istiyor, fakat biz büyük devlet olduğumuzdan Abdülhamid başına yeni bir iş almamak için ABD'ye büyükelçilik açma iznini vermiyordu.

Gelin görün ki, direnmesini haklı gösterecek yanlar da az değildi. Misyonerler hem Amerikan kamuoyunu Ermeni sorununa duyarlı hale getiriyor, hem de Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin bilinçlendirilmesine çalışıyorlardı. O kadar ki, Gaziantep'teki Ermeniler ibadet dili olarak Türkçeyi kullanırlarken, bilinçlendirme faaliyetleri sonucunda Ermeniceye dönmüşlerdi.

Abdülhamid, Batılı güçlerin Ermeni meselesindeki samimiyetten uzak görüşlerini iradeler halinde ifade etmiş ve devlet yetkililerini uyarmıştı. İşte bu uyarılardan biri:

"Bir süreden beri müstakbel Ermenistan'ın sınırları çizilmek isteniyor. Oysa Ermenilerin oturdukları yer, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgedir. Buraya Ermenistan denilecek hiçbir işaret yoktur. Burada istenen, ıslahat adı altında bir Ermeni devletinin kurulmasıdır. Bu kesinlikle mümkün değildir. Maliyenin ıslahı, askeri tensikat ve donanımın ikmali, deniz kuvvetlerinin üstün seviyeye çıkarılması, herkesin gayretiyle kısa zamanda 1 milyonluk bir orduya kavuşularak devletin durumunun yükseltileceği padişah tarafından ferman buyurulmuştur." (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YEE 31.1727/2, Z 158, K 86.)

6 Ocak 1893'te Ankara çevresinde toplanan Ermeni isyancılar kilise, okul, kamu binası demeden Sultan'a ayaklanma çağrısı içeren bildiriler astılar. Ardından Merzifon ve Amasya'da ayaklananlara güvenlik güçleri müdahale etti. Olayların iki kışkırtıcısı tutuklandı. Bunlar Merzifon Amerikan Koleji'nde öğretmenlik yapan Ermenilerdi. O öfkeyle kolej binası da tahrip edildi. Olaylar Anadolu sathına yayıldı ve aralarında ABD uyruğuna geçmiş Ermenilerin de bulunduğu 500 kişi tutuklandı. Osmanlı Devleti'ne göre bina, halkı isyana teşvik için üs, hatta silah ve cephane deposu olarak kullanılmıştı.

Tabii Amerika tepki göstermekte gecikmedi. Dışişleri Bakanı Gresham, İstanbul'daki elçisine okulun tamir edilmesi ve tazminat ödenmesi için harekete geçmesini bildirdi. Hasar 500 lirayı buluyordu. Osmanlı Dışişleri Bakanı hasarı ödemeyi kabul ediyor ancak tazminat vermeye yanaşmıyordu. ABD ise hem tazminatta, hem de suçluların cezalandırılmasında ısrarlıydı.

Osmanlı Devleti 500 lirayı ödedi, kışkırtıcılık yapan iki öğretmen de padişah tarafından affedildi. Ortam biraz yumuşamıştı. Ancak Osmanlı Devleti Amerikan misyonerlerinin faaliyetinden duyduğu rahatsızlığı resmen dile getirdi ve önlem alınmasını istedi. "Misyonerlerin yıkıcı faaliyetleri ve Ermenilerin ABD vatandaşlığına geçerek ülkede karışıklık çıkarmaları engellenmeliydi." Washington elçimiz Mavroyeni Bey, Dışişleri Bakanlığına bir nota verdi ve artık başka bir ülkenin vatandaşlığına geçen Ermenilerin topraklarımıza girmelerine izin verilmeyeceğini bildirdi. Hatta bu gibilerin ABD vatandaşlığına geçirilmesinin Monroe Doktrini'ne aykırı olduğunu belirtti. Gresham doktrine aykırı bir yan bulunmadığını söylese de Mavroyeni ısrar ediyordu. Monroe Doktrini başka ülkelerin iç işlene karışmamak anlamına gelmiyor muydu? ABD kendi doktrinini çiğniyordu karışıklık çıkarmak isteyen Ermenileri destekleyerek.

İtalyan kökenli bir diplomat olan Mavroyeni Bey'e göre Osmanlı Devleti'nin hiçbir din ve ırka düşmanlığı yoktur. Dolayısıyla ırk ayrımına dayanan bir Ermeni sorunu da yoktur. Amaç, bölücü faaliyetleri önlemekten ibarettir.

Notalar savaşından Osmanlı diplomasisinin galip çıktığını söyleyen Prof. Çağrı Erhan, "Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri" adlı çalışmasında şu bilgiyi de aktarır: Ekim 1893'te ABD Dışişleri Bakanı Gresham, Elçi Terrell'a yeni bir talimat yollamış ve Osmanlı Devleti'yle aralarında bir anlaşma yapılmadığı için Babıali'nin ABD vatandaşlığına geçen Ermenileri ülkesinden çıkarmak veya kabul etmemek hakkının bulunduğunu bildirmiştir.

Dahası, bazı Ermenilerin New York'taki kamplarda silahla eğitildiklerini öğrenmiş olan Mavroyeni Bey, kampların kapatılmasını istemiş fakat gariptir, kendisine bu yetkinin eyalet yönetiminde olduğu söylenmiştir. Buna karşılık Babıali, ABD tabiyetine geçen Ermenileri tutuklamaya başlamış, bu yeni bir krizin patlamasına sebebiyet vermiş, ABD'nin bölgeye savaş gemileri göndereceği tehdidi üzerine Abdülhamid, elçi Terrell'ı sarayına davet ederek Ekim 2009'da "Aksiyon" dergisinde özeti yayınlanan konuşmayı yapmıştır.

Bunları okuduktan sonra Abdülhamid'in Doğu Anadolu'da Ermeni devletine doğru gidişi destekleyen Berlin Kongresi'nin 61. maddesini 'ölürüm de uygulatmam' demesi ve bu yüzden "Kızıl Sultan" ilan edilişi üzerinde yeniden düşünmek gerekmez mi?
Zaman
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com