EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ordu Bu Hale Nasıl Geldi?

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 08, 2010 12:54 am    Mesaj konusu: Ordu Bu Hale Nasıl Geldi? Alıntıyla Cevap Gönder

1930’lara dönüş: General ve amiral kalmadı, tugayları albaylar komuta ediyor
10/07/2017



Darbe girişiminin ardından TSK’da general-amiral sayısının azalmasının ardından tugayları albaylar komuta etmeye başladı. Bu durum, Kurtuluş Savaşı sonrası dönemde yaşanmıştı.

Cumhuriyet’ten Sertaç Eş’in haberine göre Manisa 1’inci Piyade Er Eğitim Tugayı’nı fiilen albaylar yönetiyor.

Bini aşkın askerin zehirlenmesiyle gündeme gelen tugayda, Albay Şevki Güvenç’in görevden alınıp başka bir göreve atanmasının ardından, yerine Albay Güven Dere getirildi.

Eğitim tugaylarının yanı sıra çok sayıda muharif tugayı da albayların komuta ettiği belirtildi.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, 1930’lu yıllarda orduda yeterli sayıda general ve amiral bulunmaıdğı için, o rütbedeki kişilerin komuta etmesi gereken tugayları albaylar yönetmeye başlamıştı. 21 Mayıs 1938’de de rütbeler yeniden tanımlanmış ve tugaya komuta eden albaylara ‘tuğbay’ denmesine karar verilmişti.
Diken

'FETÖ' iddianamesinden: TSK'da 150 general, 10 bin subay ve 12 bin astsubay örgüt üyesi!
04 Eylül 2016



İddianame, savcı Zafer Dur tarafından hazırlandı

İzmir’deki ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında hazırlanan iddianameye göre TSK’da general kadrosunda 150, subay kadrosunda 10 bin, astsubay kadrosunda 12 bin örgüt üyesi olduğu ileri sürüldü.

Sabah gazetesinden Ceyhan Torlak ile Emirhan Ergen’in haberine göre, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca ‘FETÖ'ye finansal destek sağlanmasına yönelik hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede çarpıcı tespitler yer aldı. Savcı Zafer Dur'un hazırladığı iddianamede Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde ‘FETÖ’ üyelerinin general kadrosunda 150, subay kadrosunda 10 bin, astsubay kadrosunda 12 bin kişi olduğu vurgulandı.

TSK’da 358 general ve amiral, 39 bin 468 subay, 97 bin 145 astsubay bulunuyor.
T24

size=24]Yavuz Selim Demirağ: Askere işkence[/size]
18 Ağu, 2016



15 Temmuz kanlı kalkışmasını okuyabilmek için “bu işten kim kârlı çıktı” sorusunun peşine düşmek lazım. Askere darbe yaptıramayanlar aslında askere darbeyi vuranlardır. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Poyrazköy gibi kumpas davaları ile Türk ordusunu zayıf düşürenler 15 Temmuz ile çökerterek hedeflerine ulaşmış oldu. Daha önce yazdım. Altını çizerek tekrar ediyorum. “2004 yılı ile başlayan kumpas davaları olmasa 15 Temmuz gerçekleşemezdi.

“Peki 15 Temmuz’dan bu yana askerin durumu nasıl? Şu ana kadar 3 bin ihraç var. 10 binden fazla tutuklama ve gözaltı. Halen sürmekte olan soruşturmalarla bu rakamlar 2-3 katına çıkabilir. Varsın soruşturma dibine kadar devam etsin ama hukuksuz olmasın. Hiç de iyi haberler almıyoruz. Her şeyden önce işi eğitim olan asker artık eğitime çıkamıyor. Bırakın sabah akşam içtima(toplantı)ları, tekmil almaları 3-4 kişinin yan yana gelmesi bile yasak. Askeri zinde tutan, disiplini sağlayan eğitimdir. Ancak Türk ordusunun en seçkin birliklerinde bile eğitim yapılamıyor. Bu arada “silah arkadaşlığı hukuku” neredeyse bitme noktasına gelmiş. Asker, askere güvenmiyor. Aynı timde biri birine hayatını teslim edenlerin arasına şüphe virüsü girmiş. Kimse farkında değil ama askerde şüphe, ağaç kurdu gibidir. İçini yer bitirir. FETÖ temizliğini anladık ama kriptolar halen görev başında. Alışılagelmiş taktiklerini yine uyguluyorlar. Kirli ihbarlarla FETÖ ile ilgisi olmayan personelin kıyımına sebep oluyorlar. Ortada somut delil olmadığı halde bu ihbarlara, şüphelere dayanılarak başlarına çuval geçirilen subay, astsubay ve uzmanlara korkunç işkenceler yapıldığı iddiaları hiç de boş değil. İzlerini gözlerimle gördüm. Güvenilir kaynaklardan teyit ettim. Kaba dayaktan, elektrik işkencesi, basınçlı suya kadar insanlık dışı uygulamalar günlerce sürüyor. Ne soruşturma dosyası, ne ifade tutanağı olmadan direkt olarak polise, savcıya teslim edilen askeri personel var. Daha da vahimi darbenin izlerini silme gayretleri de söz konusu. Bazı bilgilerin karartılması için personele çeşitli yöntemlerle baskılar yapıldığı iddialarının mutlaka üstüne gidilmeli.

***

En başından belirttiğimiz gibi Türk ordusuna en az 15-20 yıl kendisini toparlayamayacak halde darbe vuranlar personelin psikolojisini de alt üst etmiş. Öyle ki derhal istifa etmeyi, emekliye ayrılmayı düşünenler arkamızdan FETÖ’cü denir ve bizi de tutuklayabilirler diye çaresizce bekliyorlar. Bir çoğu farklı kurumlara geçmeyi istiyor. Sivil hayatta şimdiden iş arayanların sayısı da hiç azımsanmayacak miktarda.
Gelelim yargı ayağına. Bu şartlarda görev yapmak çok zor. Hakim ve savcılar da baskı altında. “Önce tutukla, sonra sorgula” anlayışı var. İfadesi alınmayan, hakim huzuruna çıkmadan binlerce tutuklamanın olduğu bir gerçek. Telafisi mümkün olmayan yaralar açacağı görmemek mümkün değil.

Elbette bu hain örgütün köküne kibrit suyu dökülmeli. En tepeden, dibine kadar belirlenip cezalandırılmalı. Ancak hukuk kuralları kesinlikle çiğnenmemeli. 20 bine ulaşan tutuklunun yanında 40 bin göz altı var. Bütün bunların tek tek sorgulanmasının ne denli güç olduğunun bilincindeyiz. Hukukçu kaş yapayım derken göz çıkartmaz. Aksi halde FETÖ’nün özel yetkili tetikçilerinden farkı kalmaz.

***

Bir başka uyarıyı da vazife sayıyorum. Başta Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının emir subayları, özel kalem müdürlerinin durumu ortada. Güvenlik önlemleri şimdi sıkılaştırıldı. Bazı makamlara atanan koruma görevlilerine de dikkat çekmek istiyorum. Kısacası iyi kokular almıyoruz.
yeniçağ

E. Tümgeneral Ahmet Yavuz Tayyip Erdoğan’a açık mektup yazdı: “Gelinen nokta iflas noktasıdır”
17 Ağu, 2016



Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz Tayyip Erdoğan’a açık bir mektup yazarak, “FETÖ” ile mücadelede Bülent Arınç, Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik’e dokunulmamasına şaşırdığını söyledi…Yavuz, mektubunda darbe sonrası alınan kararları da sert ama saygılı bir üslupla eleştirdi.

İşte Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un Odatv’de yer alan o mektubu:

“Sayın Cumhurbaşkanım,
Ülkemiz yakın tarihin en sıkıntılı dönemini yaşıyor. Çevremiz ve hatta içimiz adeta yangın yeri. Bu yangının acil olarak söndürülmesi gerekiyor.
Bunun için hepimize ağır sorumluluklar düşüyor. Ama en çok da size…
Hayatı, bir anlamda, araba kullanmaya benzetirim. Hep önüme bakarım. Ama ara sıra dikiz aynasına da göz atmak kaydıyla…”

“ABD’nin ‘FETÖ’yü darbeye ittiğini görüyorum”

“Yine öyle yapmak istiyorum. Önüme bakıyorum. ABD’nin FETÖ’yü darbeye ittiğini ve Türkiye’yi istediği gibi yönetmek istediğini görüyor ve kendimi doğal olarak sizin yanınızda konumlandırmak istiyorum.”

“Dikiz aynasına baktığımda BOP eş başkanlığınızı görüyorum”

“Ama dikiz aynasına göz attığımda, bir yandan BOP eş başkanlığınızı; diğer yandan jeopolitikderinlikten yoksun, öngörüsüz, ABD’ye koridor inşa etme olanağı sunan, 3 milyon vatandaşını beslemek zorunda kaldığımız harap edilmiş Suriye’yi görüyorum. Bulantı yaşıyorum…”

“Bu caninin sizin sunduğunuz imkanlarla devleti ele geçirdiğini görüyorum”

“Önüme dönüyor ve FETÖ’yle mücadelenin eksiksiz yapılması gerektiğine ve bunun için sizinle birlikte olmanın zorunluluğuna odaklanıyorum. Dikiz aynasına baktığımda, bu caninin sizden önce de bir geçmişi olmasına rağmen sizin sunduğunuz çok geniş imkânlar yüzünden devleti ele geçirdiğini görüyorum. Onunla yaptığınız yakın işbirliği sonucu, yargının, devlet kurumlarının ve özellikle TSK’nın genetiğiyle oynandığını ve 15 Temmuz darbesine giden yolun taşlarının katkılarınızla döşendiğini anımsıyorum. Sis bulutu içinde kalıyorum.”

“FETÖ ile mücadele edilirken bu üç zatı muhtereme dokunulamıyor olmasına şaşıyorum(!)”

“Bu bağlamda, Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırırken elindeki Ergenekon ve Balyoz davalarını tamamlama hakkını bu haysiyet cellatlarına bıraktığınızı unutamıyorum.

Balyoz sanıkları TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonuna üç defa “bizi de inceleyin” diye dilekçeyle başvurduğunda kaale bile alınmadıklarını hatırlıyorum.

“Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyen Bülent Arınç’ın, 16 Temmuz sabahı uyandığında, “çeteyi yeni anladım” demesine hayıflanıyor; Türkiye’nin akciğerlerini söken bu cinayet örgütünün kim olduğunun yeni farkına varmasına/rol yapmasına acıyorum.
“Cemaat devleti ele geçirdi” iddialarına, Hüseyin Çelik’in “buna kargalar bile güler” dediğini; Balyoz Darbe Planı sahte, 2007 yılında piyasaya sürülmüş bir fontla yazılmış denildiğinde Sadullah Ergin’in Adalet Bakanı sıfatıyla “bunlar PR çalışması” nitelemesi yaptığını unutamıyorum.
Ancak FETÖ ile mücadele edilirken bu üç zatı muhtereme dokunulamıyor olmasına şaşıyorum(!)”

“Devlet aklını silerek giriştiğiniz açılım politikanızı hatırlayıp donakalıyorum”

“Üst akılın” FETÖ’den sonra son çare olarak devreye soktuğu PKK ile kararlı mücadeleniz cesaret veriyor ama devlet aklını silerek giriştiğiniz Açılım politikaları esnasında kamu güvenliği ve düzenini hiçe sayan anlayışınızı hatırlayıp donakalıyorum.
Arabayı çarpmamak için yeniden önüme dönüyorum. Sizin ve özellikle Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşmalarından umutlanıyor, çok benimsemediğiniz ortak akıl üretme gayretine dönüş diye seviniyor; ancak aceleyle verilmiş TSK düzenlemelerini dikiz aynasında görünce, bu politikalarla mı sıkıntılı dönemi atlatacağız diye kendimi sorgulamaktan alıkoyamıyorum. Zamanlaması baştan aşağı yanlış bir uygulama görüyor, ister istemez bir arka plan sorgulamasına yöneliyorum. Kışlaların bu denli acele edilerek boşaltılmasını da, şehir içinde muharip birlik barındıran kışla olmamasını savunan bir kişi olarak benimsemiyorum.”

“Darbeyi engelleyen 1 . Ordu Komutanı askeri lise mezunuydu”

“Önüme dönüyor ve yanınızda olmak istiyorum. Ama dikiz aynasında askeri liseler ile ilgili kocaman yanlışınız orta yerde duruyor. Önceki ve mevcut Genelkurmay Başkanlarının sivil lise mezunu oldukları için darbeci olmadıklarını ileri sürüyorsunuz. Bu açıklamanız hem bu iki komutanın 15 Temmuz kalkışmasına giden yolda üslendikleri olumsuz rolleri görünmez kılıyor hem de darbenin önlenmesinde önemli bir payı olduğunu düşündüğüm 1. Ordu Komutanı’nın Kuleli Askeri Lisesi 1972 mezunu olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.
Askeri lise, sivil lise tartışmasına hiç girmek istemiyor ve çok gereksiz buluyorum. Ama 15/16 Temmuz gecesinin İstanbul’da, Kara Kuvvetleri bazında bilebildiğim beş kahraman albayından dördünün askeri lise mezunu, birinin sivil lise mezunu olduğunu hatırlatmak istiyorum. Eğer o gece İstanbul’da daha çok kan dökülmediyse… Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanını derdest Hançeri Sayat ve Erkan Olgay albaylar (ikisi de tuğgeneral olmuştur) ve onların emirlerine uyanlar sayesindeydi. Her iki arkadaşımızın da askeri lise mezunu olduğunu hatırlayalım diyorum.
Aynı şekilde Topkule’deki 66. Mknz. Tugay’dan da daha çok tankın dışarı çıkmasını engelleyen Albay Sait Ertürk’ün askeri lise, Albay Davut Ala’nın sivil lise mezunu olduğunu bilelim istiyorum. Birincisi şehit, diğeri gazi olan bu iki muhterem arkadaşımızı neden bu tartışmanın tarafları yaptığınızı anlamıyorum. Oysa biri canını, diğeri bedeninden parçalar verdi alçaklara karşı direnerek…
Kuleli Askeri Lisesi mezunu olmakla övünen şehit Albay Sait Ertürk’ün ruhunu incitmeye hakkımız var mı, diye soruyorum.
Ömrünün üç yılını bu devletin Balyoz aptallığı yüzünden hapishanede geçirmek zorunda kalan, o gece ve gündüzü uyumadan geçiren ve bu arkadaşlarıyla iletişim halinde, alçak çete mensuplarına karşı mücadelesini uzaktan ama etkili olarak sürdüren Albay Nedim Ulusan’ın da askeri lise mezunu olmaktan övünç duyduğunu biliyorum.”

“İmam Hatipli darbecileri nereye koyacağız?”

“Askeri liseleri kapatırken, ortaokul seviyesine kadar indirilen İmam Hatip Liselerinin darbeci mensuplarını nereye koyacağız? Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan uzaklaştırılan 3 bin civarında kurum mensubunun sanırım en az yüzde sekseni İmam Hatip Lisesi mezunu değil midir? Ya o haysiyet celladı hâkim ve savcıların, birisi açıklasa da hangi okul kökenli olduğunu öğrensek! Her İmam Hatipliyi masum ya da bunlara bakarak darbeci görmek ne kadar yanlışsa, askeri liselerin darbeci ürettiği tezi de o kadar yanlıştır.”

“Gelinen nokta iflas noktasıdır”

“Sayın Cumhurbaşkanım,

Gelinen nokta iflas noktasıdır. Ama orada takılıp kalmak istemiyorum, kimse de istemiyor. Çünkü bu badireye seyirci kalma lüksümüz olmadığı gibi, çıkış yolu bulmak gibi bir sorumluluk omuzlarımıza çökmüştür. Bunun için aklı başında olan herkese görev düşüyor. Bu yolu açmak da size… Bunun için sade, basit ama zor bir yöntem var… Liyakati merkeze koymak ve sorun çözme becerisini devreye sokmak.
Bunun nasıl yapılacağı önemli ölçüde sizin göstereceğiniz ferasete bağlıdır. Bunun için sadece size oy verenleri değil, herkesi kucaklamanızı sizden bekliyoruz.
Cumhuriyet ve kurucularıyla kavga etmek bir yana onun herkesi hukuk karşısında eşitleyen felsefesine sahip çıkmanızı bekliyoruz.
Herkesin inancını kendisiyle Allah arasındaki bir ilişkiye indirgemesinin gerekliliği ortadadır. Bunun siyasal bir örgütlenme için yapı taşı olarak ele alınamayacağını ilke olarak benimsemenizi ve taraftarlarınıza benimsetmenizi bekliyoruz.
Her dediğinize “evet” diyen ve size ve ülkenin geleceğine zerrece katkısı olmadığı açığa çıkmış bazı danışmanlarınızı da etrafınızdan uzaklaştırmanızı, gerçeğin sadık bekçilerine çevrenizde yer vermenizi bekliyoruz.
TBMM’yi gerçek hüviyetine kavuşturma iradesini sergilemenizi bekliyoruz.
Bunları yapmadığınız takdirde, benim gibi düşünen milyonları ikna edemeyeceksiniz. Ve ülkenin çökme tehlikesini giderek büyütecek ve muhtemelen ilk altında kalan da siz olacaksınız! Çünkü deniz bitti…
Saygılarımla.”

Kaynak: İlk Kurşun

E. Orgeneral Bilgin Balanlı: ABD’nin bölgedeki çıkarlarını gerçekleştirmesi için zayıf bir TSK nın varlığı gerekiyor
07 Ağustos 2016



Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenirken, emekli olan Emekli Orgeneral Bilgin Balanlı, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan Akın Öztürk için "Bir havacı Orgeneralin böyle rezil bir duruma düşmüş olmasına üzüldüm. Daha önce de söylediğim gibi bu makam ve rütbeler hak edilmiş rütbe ve makamlar değil bizlerden ve hak etmiş arkadaşlarımdan çalınmış makam ve rütbelerdi" dedi.

Emekli Orgeneral Bilgin Balanlı, Balyoz sanıkları arasında tek muvazzaftı. Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenirken 2011 Mayıs’ta tutuklandı, 2014 Haziran’da serbest kaldı. Balyoz davasında mahkemeye “Komplonun amacı, çirkin iftira kampanyası operasyonuyla 100’üncü kuruluş yılını kutlayan kartalın başının koparılmasıdır” demişti. Hürriyet’e “Darbe girişimiyle kartalın kanadı ve kuyruğu da kopmuştur” diyen Balanlı özetle şunları söyledi:

8-10 YILDA TOPARLANAMAZ

1 Şubat 2013’te yazdığınız mektupta, ‘Kartalın başı kopartıldı’ demiştiniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda Balyoz davası sonrası oluşan duruma dikkat çekmiştiniz. Darbe girişiminden sonra oluşan tabloya baktığınızda ‘kartalın’ durumu nedir ?

Tutuklandıktan sonra ilk defa 15 Ağustos 2011 tarihinde bizi yargılayacak olan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıktım. ‘Kartalın başının koparıldığını’ ilk defa o gün mahkemede söyledim. Komplolarla komuta kademesi tasfiye edildikten sonra bizlerin yerine komuta kademesine getirilen kişilerin yıllarca büyük emeklerle ve fedakârlıklarla oluşturduğumuz ve tüm dünyanın gıpta ile bakarak kıskandığı Hava Kuvvetlerimizi ne hale düşürdüğünü gördükçe kahroluyorum. Bu hainler bütün emeklerimizi 5 yıl gibi kısa bir sürede heba ettiler. Hem Türkiye’mize hem milletimize hem de Türk Silahlı Kuvvetlerimize büyük zararlar verdiler. Balyoz davası ile başı koparılmış kartalın bugün için kanatları ve kuyruğu da kopmuştur. 2011’ deki gücüne 8 -10 yıldan önce kavuşmasını çok olası görmüyorum.

TÜRK PİLOTLARI OLAMAZLAR

Cami bombalama iddiaları için Goebbels yalanı demiştiniz. 15 Temmuz günü TBMM’yi bombalayan, sivil vatandaşlara ateş açan pilotları, Hava Kuvvetleri mensuplarını görünce ne hissettiniz, bunu nasıl yorumladınız?

15 Temmuz’da TBMM’yi bombalayan, polis merkezlerine ve sivil vatandaşlara ateş açan pilotlar Türk pilotları olamaz. Ben onları Hava Kuvvetleri mensubu vatanı ve millet için ölmeye yemin etmiş gerçek kahraman pilotlarla asla bir tutamam. Bu darbeciler aklını ve vicdanını bir başkasının menfur emellerine satmış vatan hainleri ve teröristlerdir.

UZUN HAZIRLIK DÖNEMİ

F-16’lar darbe günü havadaydı, bu savaş uçaklarının havalanması bu kadar kolay mıdır ? Teknik olarak bunun nasıl olabileceğini anlatır mısınız ?

Bir savaş uçağının havalanması en az 1 hafta öncesinden planlanır. Hangi uçak, kaçta nereye, hangi göreve gidecek bunlar belirlenir. Ciddi bir hazırlık devresi gerektirir. Bir savaş uçağının havalanması için sadece filo komutanın emri yeterli değildir. Üs komutanın da buna izin vermesi gerekir. Ayrıca uçaklara silahların yüklenmesi vesaire ayrı bir iştir, zaman gerektirir. Bütün buralarda bir çok subay, astsubay görev alır. Bütün bunlara rağmen F-16’ların havada olması çok ciddi sayıda askeri personelin bu işte yer aldığını ve epeyce uzun bir zaman diliminde hazırlık yaptıklarını gösteriyor.

NEREDEN NEREYE GELİNDİ

15 Temmuz sürecine nasıl gelindi ?

15 Temmuz sürecine gelinirken maalesef siyasetçiler 17-25 Aralık sürecine kadar bu tehlikeyi tam olarak göremediler. Bu tarihten sonra bazı tedbirler alındı ise de geç kalındığını düşünüyorum. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere birçok siyasetçi çeşitli vesilelerle açıkladı. Kısaca ifade etmek gerekirse “Ne istediler de vermedik?” söyleminden “Rabbim ve milletim beni affetsin” noktasına geldik. TSK ise tam bir aymazlık içinde bu çete mensuplarını bırakın temizlemeyi kritik görevlere getirerek bu hain kalkışmaya adeta zemin hazırladı. Hava Kuvvetleri’ndeki tasfiye sadece Balyoz ve benzeri davalarla sınırlı kalmadı. Disiplin soruşturmaları altında yüzlerce subay astsubay Hava Kuvvetleri’nden atıldı. Kimse buna ses çıkarmadı. Ne oluyor diye sorgulamadı. Tüm bunları görmezlikten gelen komuta kademesinin en basitinden büyük bir zafiyet içinde olduğunu değerlendiriyorum.

PİLOTLARIN İSTİFA İHTİMALİ

TSK’nın bundan sonra nasıl yapılandırılması gerekiyor ?

TSK büyük bir güçtür. İyi yetişmiş, çok kaliteli ve özverili personeli de vardır. Her türlü siyasi etkiden uzak bir şekilde komuta makamlarına liyakatli personel atanırsa bu yaralar birkaç yıl içinde büyük ölçüde sarılabilir diye düşünüyorum. Ancak TSK’nın yapısını oluşturan temel değerler ile oynanmamalıdır. Devlet öfke ile hareket etmez. Devlet, bilimsel analizler yaparak devletin ve milletin çıkarlarına en uygun rasyonel çözümleri bulmak zorundadır. Bu bağlamda acele ile alınmış kararları çok uygun bulmuyorum. Darbeyi kurumların varlığı değil buradaki personel yapar. Bu kurumlar yeniden organize edilerek darbeye meyilli personel temizlenir ve buralarda yuvalanmalarının önüne geçecek ciddi tedbirler alınabilir diye düşünüyorum. Ancak bir tehlike var ki, oluşan bu travmada bir çok pilot subayın istifa etme ihtimali var. Çünkü TSK’da büyük bir güven bulanımı oluştu. Bu pilotlar TSK’dan istifa ederse önemli ölçüde sıkıntı oluşacağını düşünüyorum. Bu konuda alınacak önlemler şimdiden planlanmalıdır.

ÇALINMIŞ MAKAMLAR

Akın Öztürk‘ü olayların içinde gördüğünüzde ne hissettiniz? Kendisini nasıl tanırdınız, darbe girişimin ardındaki 1 numaralı isim olduğunu düşünüyor musunuz?

Akın Öztürk ile hiç beraber çalışmadım. Balyoz sürecindeki tavırları nedeniyle de hiç temasım olmadı. Çok iyi tanımıyorum. Basına yansıyan haberlere bakıldığında darbe girişiminde önemli bir pozisyonu olduğu görülüyor. Ancak 1 numara mıdır bilemem. Bunlara rağmen onu olayların içinde görünce inanın çok üzüldüm. Bir havacı Orgeneralin böyle rezil bir duruma düşmüş olmasına üzüldüm. Daha önce de söylediğim gibi bu makam ve rütbeler hak edilmiş rütbe ve makamlar değil bizlerden ve hak etmiş arkadaşlarımdan çalınmış makam ve rütbelerdi. Yine de bizlerin ne kadar haklı olduğumuzun bir kez daha ortaya çıkmış olmasına sevinemedim. Çünkü bu girişim ülkemize, milletimize ve TSK ya çok pahalıya mal oldu. 250 ye yakın şehit verdik. Binlerce yaralımız var. Kurumlar alt üst oldu. Diğer taraftan Türkiye’nin uçurumun kenarından döndüğünü düşünüyor ve şükrediyorum. Darbe girişiminin başarılı olması halinde yaşanabilecekleri düşünmek bile istemiyorum. Ancak bu husumetten dersler çıkararak bir faydaya dönüştürme şansımızın da bulunduğunu görmemiz gerekir.

ABD'NİN ÇIKARI İÇİN ZAYIF BİR TSK GEREKİYOR

Balyoz davasının ardında CIA ve ABD’nin varlığına dikkat çekmiştiniz. 15 Temmuz’un arkasında hangi güçler var? Böyle bir güç varsa düşüncenize temel oluşturacak deliller ne?

Balyoz davasının arkasında CIA var’ dediğimde elimizde bir delil yoktu. Sadece bazı CIA görevlilerinin yazılarındaki ifadelerinden yola çıkarak
yorum yapmıştım. Ancak daha sonra dava içinde bunun izlerini daha çok gördük. Bu konudaki en önemli emare ise bu kumpas davalarının kimin yararına sonuçlar vereceği değerlendirmeleri idi. Aşikârdı ki ABD’nin bölgedeki çıkarlarını gerçekleştirmesi için zayıf bir TSK nın varlığı gerekiyordu. Şimdi gelinen durum itibariyle TSK’nın bugün düştüğü durumu görünce aynı değerlendirmeleri yapmak mümkündür. Diğer taraftan Allah korusun darbe girişimi başarılı olsaydı yine kimin bundan yararlanacağını hesaplamak da mümkündür. Sanıyorum darbe soruşturması kapsamında bu konuda da bazı somut bulgulara ulaşılabilir.

KOMUTA KADEMESİ HATALI

DARBE girişimin öne çekilmesinin büyük bir felaketin engellediğini düşünüyorum. Planladıkları gibi 03.00 sıralarında yapabilselerdi, hepimiz darbe olmuş bir Türkiye’ye uyanabilirdik. Bu anlamda, darbe girişimini bir binbaşının MİT’e haber vermesini çok önemsiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın televizyona çıkması, 1.Ordu Komutanı’nın ve Özel Kuvvetler Komutanı’nın darbenin komuta kademesi içinde yapılmadığını halka anlatmaları olayın kırılma anlarıdır. Halkın bunlara reaksiyon vermesi, sokaklara çıkması, polisin ve TSK içindeki vatansever Atatürkçü subayların darbeye direnişleri bu noktada önemlidir. Bu bağlamda muhalefet partileri ile basının tutumunun da direnişte önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. TSK’nın komuta kademesi bu olayda baştan sona hatalıdır. Başlangıçtan itibaren darbe girişimden haberdar olmamaları önemli bir zafiyettir. Fetullahçı subayları tasfiye etmemiş, hatta terfi ettirmişlerdir. Adeta 15 Temmuz’a gelinmesi için davetiye çıkarmışlardır.
Kaynak: Cumhuriyet

Kara Tahsin Paşa
Ahmet TAKAN
30.07.2016

Beklediğim, sizlere  aktardığım gibi oldu. "YAŞ" çok yaş çıktı. Hele, Çarşamba günü saray zirvesinde  R. Erdoğan'ın dikte ettirdiği  kararların, 1 günlük Perşembe toplantısında  alınmış "YAŞ" kararları gibi saraya onaya götürülmesi seremonisi yok mu?.. Evlere şenlikti. Hiç,  "aynı karargahla aynen devam" analizlerine  dalıp vaktinizden boşa çalmayacağım. Halk arasında yaygın olarak kullanılan bir deyiş olabilir ama  Anayasa da  "Başkomutan" olarak tarif edilen  ismin "dere geçilirken at değiştirilmez"i  yakıştırdığı koca koca komutanlar bunu içine sindirebildiyse diyecek fazla bir şey kalmaz. Dere geçildikten sonra  neler olacağı da onların bileceği iştir!..

" TSK tasfiye ediliyor" diye avaz avaz bağırıyoruz. Sözde 1 günlük "YAŞ"ın ardından  Başbakan Yıldırım da çıkıp  "tankların çıkarıldığı, helikopterlerin kaldırıldığı bütün kışlaları kapatıyoruz" demez mi?.. Allah, darbeye girişip  bu millete, devlete hainlik edenlerin bin kez daha cezasını versin. Cinnet sürecinde bambaşka bir yere doğru  sürüklendiğimiz  ortada. Kışlaları kapatmak...  Atatürk'ün Gençliğe hitabesi hiç gözümün önünden gitmiyor...

Açık açık "güçler dağıtılacak" deniyor. Genelkurmay'ın, Kuvvet Komutanlıklarının dağıtılması gündemde. Askeri liselerin kapatılması, harp okullarının tasfiyesi.. Bir de bunlara eklenen demokrasi bayramı söylemleri, başkanlık sistemi yorumları yok mu?.. Çıldırmak içten bile değil!..

TSK'nın tasfiye sürecinde  "YAŞ" kararları ile nasıl  sinsi bir adım daha atılıyor farkında mısınız?.. TSK'nın beyni "kurmay"lık müessesesi hızara verildi!..  Balyoz, Ergenekon vs.. gibi süreçlerle başlayan kurmay kıyımı farklı versiyonu ile  devam ediyor...Benim gibi  sivil bir vatandaş yapmıyor bu tespiti sadece. Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, satır satır inceledi "YAŞ" kararlarını ve YENİÇAĞ'a şu açıklamaları yaptı:

 "Tuğgeneralliğe yükseltilen Albaylar listesine baktığımızda da liyakat sisteminin önemli derecede hasara uğratıldığı ve TSK'daki kurmay subayların tasfiye edildiği görülüyor. Günümüz muharebeleri birleşik ve müşterek harekât şeklinde cereyan etmektedir. Ayrıca, TSK kadrolarında yapılan görev tanımında, general rütbesine terfi ettirilecek subayların birleşik ve müşterek harekâtı sevk ve idare edecek yetenekte olması gerektiği yazılıdır. Birleşik harekât çok uluslu harekât olup İngilizce dilinin iyi derecede bilinmesi gerekir. Müşterek harekât ise kara, deniz ve hava kuvvetlerinin ortaklaşa yaptığı bir harekât olup, Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitiminin alınmasını gerektirir. 2016 YAŞ kararlarında, Kara Kuvvetlerinde 24 Kurmay Albay ile birlikte Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimini almayan 30 Albayın tuğgeneralliğe yükseltildiği görülmektedir.Özellikle Kara Kuvvetlerindeki kurmay subayların tasfiye edildiği görülüyor. Kumpas davalarında da özellikle kurmay subaylar hedef alınmış ve TSK'dan kurmay subayların tasfiye edilmesi sağlanmıştı. Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimini almayan ve Tuğgeneralliğe yükseltilen Albayların değerli subaylar olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Ancak anılan subaylara verilen en yüksek eğitim KOMKARSU (Komutanlık ve Karargâh Subaylığı ) eğitimidir. Yetersiz eğitimle üst düzey görevlere atanan subayların bu görevlerde zorlanması kaçınılmazdır. Bu durum, pratisyen hekime, kalp ameliyatı yaptırılması ile eşdeğerdir. "

Kara Tahsin Paşa

"Balkan Savaşı sırasında yeteri kadar eğitimli olmayan paşaların Osmanlı Devletinin toprak kaybetmesine ve parçalanmasına neden olduğu bilinmektedir. Yanya Komutanı Esat Paşa, İşkodra Komutanı Rıza Paşa ve Edirne Komutanı Şükrü Paşa vatan topraklarını kahramanca savunurken Selanik Komutanı Tahsin Paşa (Kara Tahsin Paşa olarak anılır.Yunanlılar onu  milli kahraman da ilan etmiştir-aht-) hiçbir savunma yapmadan Selanik'i Yunan askerlerine teslim etmiştir. Tahsin Paşa, Harp Akademisi eğitimi almadığı için stratejik seviyede düşünememiş ve Selanik'i teslim etmek suretiyle Balkan cephesinin çökmesine neden olmuştur."

 Ümit Yalım, Şura kararlarında dikkat çeken önemli  diğer ayrıntıları ise şöyle sıralıyor;

" E-muhtıra döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri Salih Zeki Çolak Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine devam ediyor. 28 Şubat döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak Tümgeneral rütbesinden emekliye sevk edilmişti. 28 Şubat dönemi Genel Sekreteri Tümgeneral rütbesinden emekliye sevk edilirken, e-muhtıra dönemi Genel Sekreteri'nin önce Korgeneral, daha sonra orgeneral rütbesine terfi ettirilmesi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesi, Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetlerinin muhtıralar ve darbelerle mücadele konusunda samimi olmadığının somut bir göstergesidir. Orgeneral Çolak'ın 2016 YAŞ kararları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine devam ettirilmesi de e-muhtıranın danışıklı dövüş olduğunu açıkça gösteriyor."

Terör Bölgesine Kimler Atanacak?

"Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un emriyle, TRT'de Kürtçe yayın yapılması için rapor hazırlayan ve raporu hükümete gönderen subayın, 2016 YAŞ kararları ile Korgeneral rütbesine terfi ettirilmesi de dikkat çeken önemli bir ayrıntı. Albay rütbesindeyken rapor yazan subay defalarca ödüllendirilerek Korgeneral rütbesine kadar yükseltildi. Atama listeleri henüz resmi gazetede yayımlanmadı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine atanacak generaller arasında Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimini almayan generallerin oranı ne olacak onu da hep birlikte göreceğiz
Yeniçağ

İsmail Hakkı Pekin paşadan güzel bir TSK eleştirisi: TSK ihtiyaçları konusunda ‘milli’ düşünemedi
6 Nis 2015
Semin Gümüşel Güner
Editör

'Sadece kendi işimizle uğraşmalıydık'

Genelkurmay İstihbarat Dairesi'nin eski başkanı İsmail Hakkı Pekin, TSK’ya yönelik eleştirilerini bir kitapta topladı. Pekin’e göre, TSK bazı olayları önleyebilseydi, en azından sadece kendi işiyle uğraşabilseydi, Ergenekon–Balyoz gibi olaylar yaşanmayabilirdi.

Genelkurmay İstihbarat Dairesi'nin eski başkanı İsmail Hakkı Pekin, Ergenekon davasından hapis yatarken TSK'ya yönelik eleştirilerini kendisi gibi asker olan Ahmet Yavuz ile birlikte "Asker ve Siyaset" adlı kitapta topladı. Tahliye olduktan sonra siyasete girdi. Halen Vatan Partisi'nde Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Pekin ile Türkiye'nin neden yıllardır bir füze savunma sistemi olmadığından darbe girişimlerine, Ergenekon sürecinin nasıl önlenebileceğinden ordunun şeffaflaşma sorununa kadar pek çok konuyu Al Jazeera'den Semin Gümüşel Güner konuştu.

İsmail Hakkı Pekin 2007’de Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı’yken Eylül 2011’de Ergenekon davası kapsamında tutuklandı. Ağustos 2013’te tahliye oldu. Cezaevinde geçen sürede, TSK’ya yönelik eleştirilerini Balyoz davasından tutuklu Ahmet Yavuz ile “Asker ve Siyaset” adlı kitapta topladı. Halen Doğu Perinçek’in kurduğu Vatan Partisi’nde genel başkan yardımcısı. Soruşturma kapsamında Kozmik Oda’ya girme olayının detaylarını kamuoyuna anlatan Pekin açık sözlülüğüyle dikkat çeken bir isim.


Neden böyle bir kitap yazdınız?

Kitabı Hadımköy Cezaevi’nde yazmaya karar verdik. O sırada muvazzaf subaylığımız sürerken böyle bir kitabı yazamazdık. Daha sonra Silivri Cezaevi’ne gittiğimizde, kitabı beraber yazdığım arkadaşım Ahmet Yavuz ile aynı koğuşa düştük. Silahlı Kuvvetler nasıl olmalı, neler görüyoruz, tarihsel gelişim nasıldı diye kafamızda bir düşünce vardı. Aramızda zaman zaman çok eleştiri yapıyorduk.

Ergenekon davası sürecinde hapse girmeseydiniz, bu kitabı yazar mıydınız?

Hayır, yazamazdım. Ama emin olun, kitapta yazdıklarımdan çok daha fazlasını görev yaptığım dönemlerde komutanlarıma arz ettim.

Gerçekten mi? Genelde askerler eleştirilerini ancak emekli olduktan sonra yapıyor.

Kesinlikle evet. Mesela 1997’de Kara Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanlığı Savunma Araştırma Şube Müdürü olarak göreve geldiğimde, Kara Kuvvetleri’nin yeniden yapılanmasıyla görevlendirildim. Bu görev sırasında tüm bu konuları komutanlara arz ettik. Cesaret edemediler çok fazla böyle bir değişime. Daha sonra 2002’de Kara Kuvvetleri’ne Personel Başkanı olarak tayin oldum. O dönem de askerlik sürelerinin kısaltılması, karma bir sistem kurulması, ordunun modernizasyonu, daha mobil hale getirilmesi dahil pek çok konuyu içeren bir çalışma yaptık. Ama TSK’da değişiklik yapmak çok zor. Daha doğrusu zor geliyor.

Neden?

Büyük bir teşkilat. İnsanlar bir yerden bir şey çektikleri zaman, başka şeylerin de etkilenebileceğini düşünüyor. Silahlı Kuvvetler’in (SK) modernizasyonu gerekiyor bu iş için. Modernizasyon konusunda da çok geç kalıyoruz. Özellikle de Savunma Sanayii Müsteşarlığı’yla alınan malzemelerde... Mesela tank alımı, füze savunma sistemi gibi prosedürler çok gecikiyor. 15-20 seneyi buluyor. Bunlar gecikince de, onların yerine daha farklı şeyler çıkıyor. Eğer ülkenizin bekasını savunacak bir hava ve füze savunma sisteminiz yoksa yerde tankınızın, havada uçağınızın olması çok fazla bir şey ifade etmiyor.
Türkiye ilk kez 1991’de Saddam döneminde füze tehdidini yaşadı. Komşumuz İran’ın, İsrail’in füzeleri var. Şimdi de Suriye’nin füzeleri yanı başımızda tehdit.
Şu an Suriye’nin 217 tane füzesi, Scud’u var ve bunlarla İstanbul’u vurabilecek kabiliyette.

Peki neden TSK 24 senedir bir füze savunma sistemi kuramadı?

Yapmamız gerekiyordu, yapamadık.

TSK bunu devletten talep etti mi?

Evet, söyledi, söylüyor. Bunlar her dönemde konuşuldu. Sorun, belki biraz bizde, SK’da. Çünkü SK’nın önce ne istediğini bilmesi gerekiyor. Füze savunma sistemine mi, yoksa tanka mı, helikoptere mi ihtiyacımız var? Mesela Yunanistan’ın elindeki tankların ilk atımda vuruş kabiliyetleri çok yüksek. Biz de ona göre tank projesi yapıyor, parayı oraya harcıyoruz. SK’nın Soğuk Savaş döneminden kalma, uçağın uçakla karşılanmasına dayalı bir hava savunma sistemi var. Bu yanlış. Ama asıl Türkiye’de caydırıcılığı sağlayacak olan sisteme para harcanmadı. Bu konuda tabii SK’nın suçu var.

Bu nasıl mümkün olabildi?

Bu bizim biraz düşünce sistemimizden, eğitimimizden kaynaklanıyor. TSK’nın hatası. Ben Savunma Araştırma Şube Müdürlüğü yaparken şunu gördüm: Bize daha evvel Amerikalılar malzemeleri vermiş. Bir kısmı hibe... Biz istediğimiz silahı değil, onların bize vermek istediklerini almışız. Ve biz Türkiye’ye hangi silah lazım, Türkiye’nin savunmasıyla ilgili nasıl sorunlarımız var, bu konularda biraz cahil kalmışız. Sonra Soğuk Savaş dönemi bitmiş, cebimizde biraz paramız olmuş. Kendi silahımızı alma olanağı ortaya çıkmış. Mesela 1996’da rahmetli Doğu Aktulga ve Çevik Bir’in ortaklaşa hazırladıkları 150 milyar dolarlık bir milli savunma sanayii planı vardı. Onu gerçekleştiremediler. Hava savunma sistemi için kendi sanayi sistemlerinizi kuracaksınız. Şimdi cebimizde para var, alamıyoruz. Birisi roket, birisi başka bir şey istiyor. Ama en önemli konularda neye ihtiyacımız olduğunu bilmiyoruz. En kötüsü bu. Amerika’da kullanıcı ve üretici birlikte çalışıyor. Ama bizde bu tabu gibi...

Ama bu konuda çalışmalar da var, değil mi?

Evet, füze savunma sistemi lazım. Ama bunları Amerika bize satıyor ve bunların yazılımlarını vermiyor, teknoloji transferi yapmıyor. Bu füzeleri alıyorsunuz ama bu füzeler her gün, her dakika geliştiriliyor. Ve bunlara bir mühendislik hizmeti olarak yıllık bir para ödemek zorundasınız. İkincisi, bunlar ömürlü. 10-15 sene sonra yenilemelisiniz. Belli zamanlarda bunlar modernize edilir. Bu iş için de yazılım olmazsa gene Amerika’ya ihtiyacınız var. Dolayısıyla TSK bunu ortak yapma çalışmalarını başlattı. İsrail ile ortak füze yapacaktık, o proje de yarım kaldı.

Başka girişim yok mu?

1998’de Çin’den teknoloji transferi yapıldı. Şu anda 200 km. menzilli füze yapıyoruz Roketsan’da. Şimdi Türkiye bu teknolojiyi alacağı başka teknolojilerle geliştirmek istiyor. O yüzden Çin füzelerini almaya çalıştık. Ama bu konuda da maalesef çok ciddi bir siyasi baskı var. Amerika bize ‘patriot’ları alın’ diyor. Patriot’lar 1980’de de, 1991’de de vardı. Çok eski silahlar. NATO’yu kendi silahlarını satmak için bir araç gibi görüyor. Bir de NATO birlikte çalışabilirlik diye bir sistem getirdi. Tabii Türkiye o sisteme uymuyor, çok yeterli değil. Kürecik’teki olay, NATO ve İsrail’i korumak için yapılmıştı. Kürecik Malatya’da ama İran’dan ya da Rusya’dan füze atıldığı zaman Kürecik devreye girip, şimdi Akdeniz’deki ABD gemilerinden, daha sonra da Romanya – Polonya’ya konulacak füzelerle vurulduğunda bile Türkiye’nin yaklaşık üçte biri tehdit altında savunmasız kalıyor.

TSK ihtiyaçları konusunda ‘milli’ düşünemedi

Bu durumun sebebi Türkiye’nin NATO’ya katılması mı?

Evet. Biz Akademi’deyken de, Genelkurmay’dayken de, Soğuk Savaş döneminde de istihbaratı hep Amerika’dan aldık. Peki Türkiye’nin neye ihtiyacı var? Neyle karşılaşacak? Milli planlarımız vardı ama o planlar tamamen savunmaya yönelik. Tüm planlar üç aşağı beş yukarı aynı. Maalesef bu konuda milli düşünmedik.

Kitapta bu anlayışa örnek olarak bölgenin en büyük hava kuvvetlerinden biri olunmasına rağmen, yıllarca bir yangın söndürme filosu kurulamadığını anlatıyorsunuz.

Tabii başka şöyle şeyler de var. Hava Kuvvetleri için aldığınız uçakların elektronik harp kabiliyetleri yok. Alınan F-16’ların elektronik karşı tehditlere karşı bir yeteneği yok. Yani sizin radarınızı karıştırabilirler. Bunları önleyecek bir sisteminiz yok. Sadece uçan bir uçak almışsınız ama dost-düşman tanıma sisteminiz yok. Yukarıda ve aşağıdaki hava savunma sisteminde de olacak ki birbirimizi vurmayalım. Bunlar hep sonradan yapıldı.

24 senede füze savunma sistemi kurulamıyor ama bu sürede 28 Şubat, 27 Nisan olabiliyor. Ordunun hedefleri konusunda bir sapma var mı?

TSK’nın bu ülke için yapması gereken tek faydalı şey, kendi işini yapmak. Bunlarla uğraşacağına kendi işini yapsaydı, çoktan bunları hallederdik. Ama Türkiye’yi kurtarmaya kalktığınızda, diğer öncelikleri bir tarafa bırakmış oluyorsunuz.

Ergenekon – Balyoz süreçleri belki de ilk kez TSK mensuplarının kendilerine farklı bir açıdan bakmalarına sebep oldu, denebilir mi?

Tabii... Bir defa yeni baştan düşünme olanağı elde ettik. “Nerede hata yaptık, neler yaptık?” diye sorduk. 2002’de Personel Başkanı olduğumda TSK’nın iki konuda sorunu vardı: Toplumla iletişim kopukluğu ve kendi içimizdeki iletişim sorunları. Astın üstle, üstün astla, hemen her rütbede büyük bir kopukluk vardı. Bunları nasıl önleyebiliriz diye çalıştık. Ama karar mekanizmalarımız farklı çalışıyor. Herkes komutana karar verdirmek için hazırlık yapıyor ama her şey komutanın bir sözüne bağlı. Bu özeleştiriyi yaptık. Bunun dışında TSK içerisinde pek çok bu tür olay oldu. İntiharlar, bazı başarısızlıklar var. Bunların bir kısmı maalesef kapatıldı. 2007’nin Eylül ayında İstihbarat Başkanlığı'na geldiğimde, bir komutanıma gidip gördüğüm her şeyi anlattım. ‘Bakın bütün bunları halının altına süpürüyoruz. Yarın bir gün bu halı patlayacak, hepimiz bunun altında kalacağız’ dedim.

Olacakları öngördünüz yani?

Öngörmek değil ama gerçekten böyle bir şey vardı. Bizim almadığımız tedbirleri, bazı açıklarımızı ortaya çıkartmak suretiyle maalesef bizleri “Komutanlara suikast, Ergenekon” gibi çok kötü şeylere bulaştırdılar. Aslında kendi içimizdekileri temizleyebilseydik, daha dikkatli olabilseydik ya da bu gördüğümüz olayları önleyebilseydik veya en azından sadece kendi işimizle uğraşabilseydik belki farklı olurdu.

Ne yapılsaydı Ergenekon – Balyoz süreçleri yaşanmazdı?

Mesela 2002’den sonra yapılan komutan konuşmaları var. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Ordu komutanı, kuvvet komutanı, Genelkurmay Başkanı hepsi farklı bir şey diyor. Bunları yapmamalıydık. 2003 – 2004’te birlikleri dolaştığımda genç arkadaşların bana söyledikleri şuydu: “Komutanım, komutanlara söyleyin de bir kişi konuşsun, hepsi konuşmasın!” Genç subaylar çokseslilikten rahatsızdı.

Benim gibi özeleştiri yapan çok asker var

Bu özeleştirileri sadece siz mi yapıyorsunuz? Yoksa bu süreçlerden geçen askerler de benzer düşüncelerde mi?

Benim gibi çok arkadaşım var ama aidiyet duygusundan dolayı TSK’ya söz söyletmiyorlar. Ben de o aidiyeti hissediyorum ama bu, benim hatalarımız konusunda özeleştiri yapmamı engellemiyor. Kıbrıs Harekâtı, hudut alay komutanlığı, bölük komutanlığı, Güneydoğu görevleri yaptım. Sonuçta mutlaka değişmemiz gerektiğini anladım.

Gördüğünüz hangi olaylar sizi bu değişim fikrine getirdi?

Mesela 1992’de Doğan Güreş Genelkurmay Başkanı, Muhittin Fisunoğlu da Kara Kuvvetleri Komutanı. Bir anda verilen kararla tümen kuruluşundan tabur, tugay, kolordu kuruluşuna geçildi. Bütün tümenler lağvedildi, birlikler küçültüldü. 92’deki iç güvenlik harekâtı hiç dikkate alınmadı. Bazı karakollar kaldırıldı, hudutta karakollar arasında boşluklar oluştu. 93’te Sultantop baskını oldu, üsteğmen dahil 20 küsur kişi şehit oldu. Böyle hatalar yapıldı. Bir başka olayda, 365 kilometrelik Ermenistan, Nahçivan, İran sınırına 5.Hudut Alayı’nı kurmakla görevlendirildim. Küçük Ağrı Dağı’nın önünde bir taburumuz var. Su yok. İçme suyunu parayla alıyoruz. Ama banyo, vs. için kullanma suyu lazım. Hududun sıfır noktası. Mayın var. 1996’da oraya su getirmeye çalıştım, beceremedim. 97’de ayrıldım. 2006’da Elazığ’da görev aldığımda hâlâ su yoktu. Daha sonra köye destek projesi kapsamında, 2007’de oraya su getirebildik. 50-60 km. su borusu döşendi. O bölgeye su 11 yılda gelirken, Ankara’da çimler bilgisayarlı sistemle sulanıyordu.

TSK’da en büyük sorunun generaller düzeyinde yaşandığını yazıyorsunuz kitapta. Bu aşamada kimler, neye göre yükseliyor? Değerlendirmelerde sorunlar ne?

Albaylıktan tuğgeneralliğe terfilerde çok büyük haksızlık olmaz. Asıl generallikteki terfilerde yani biraz daha komuta kademelerinde olanlarda, kendini farklı gösterenlerde sorun oluyor. İnsanları tanımak çok zor. İnsanlar kendini farklı gösteriyor. “Benim birliğimde zayiat olmadı” diyor. Halbuki birlikteki olayın performansla ölçülmesi lazım. Performans ölçülmesi yapılmadığı için, siz komutana ne gösterirseniz ya da sizinle ilgili komutana ne haber giderse, komutan ona göre davranıyor. O kişiyle ilgili sübjektif bir bakış açısı oluyor. O zaman da çok basit, küçük olaylardan dolayı bazı insanlar terfi edemeyebiliyor. Bunu özellikle generallikten itibaren söyleyebilirim. Albaylıktan general olmak en zor işlerden biridir. Ama generallikten sonra iş daha farklı. Çok küçük sorunlar, kişisel kaprisler bile etkili olabiliyor.

Hanımlar gibi mi?

Evet öyle. Olduğu olmuştur. Hanımlar arasında yanlış bir uygulama var. Maalesef böyle.

Sizce TSK’nın en büyük hatası neydi?

TSK’da bence iki büyük hata var. Biri, SK öncelikle kendi görevine odaklanmalıydı. İkincisi, TSK’da hiç kimse kendi kafasının içindekini söylemiyor. Komutanın kafasındakini söylemeye çalışıyor. Komutanlar değiştikçe, fikirler de değişiyor. Mesela bir durum muhakemesi hazırlatıyorsunuz, sonuç ‘uygundur’. Komutan değişiyor, aynı adamlar tekrar aynı durum muhakemesine ‘uygun değildir’ diyor. Aslında komutanlar da birbirlerine fikirlerini gerçek anlamda söylemiyor. Sağlıklı, devamlı işleyen bir sistem oluşamıyor.

Kitapta, “Orduda aslında herkese fikri sorulur ama herkesin komutanla aynı fikirde olması beklenir” yazmışsınız. Komutanla aynı fikirde olmayanlara ne oluyor?

Farklı görüş genelde bloklanıyor, mecburen diğerlerine uymak zorunda kalıyor. Çünkü farklılıkları söylemeye başladığınız andan itibaren, istenmeyen adam ilan ediliyorsunuz. O zaman da diğerleri önünüze geçiyor. Gençler de bunun iyi bir şey olmadığını düşünüyor. Tabii riyakârlık ortaya çıkıyor.

TSK Türk toplumunu tanımıyor

TSK’nın yıllarca toplumsal sorunlara da duyarsız kaldığını da söylüyorsunuz.
Deprem, sel olur, TSK her yere koşar. Ama bu olaylar karşısında hiç gerçekten “İnsanların acısını paylaşıyoruz” gibi bir yaklaşım görmedim. Mesela köy destek projeleriyle köylere gittik, makarna dağıttık, okulları tamir ettik. Ama yaptığımız işin hiçbir tutarlı tarafı yoktu. Adamın umurunda bile değil. Bunlar toplumda karşılığı olmayan şeyler. Toplumun daha farklı bir beklentisi var; mesela bir komutanının bir eve gelip onlarla çay içip sohbet etmesini, bir hasta varsa, nasılsın diye hatır sorulmasını bekliyor. Biz TSK personeli olarak biraz fazla aristokrat mı davranıyoruz ya da toplumla aramıza bir mesafe mi koyuyoruz, bilemiyorum. Ama bunların görev gereği yapıldığı, içten ve samimi olmadığı hissediliyor.

TSK Türk toplumunu tanıyor mu?

Hayır. Türk subayları belki Türk toplumu gibi yaşamıyor, biraz farklı yaşıyor. Biraz Batı, biraz burjuva özentisi var. Ama benim babam balıkçıydı. Evimde kitap falan yoktu. Bir sürü insan benim gibi kütüphanesi olmayan evlerden çıkma. Ama toplumdan yabancılaşıyoruz. Sanıyoruz ki bizde birtakım değişimler olurken, toplum da aynı değişimleri yaşıyor. Toplum biraz daha gelenek göreneklerin etkisiyle gelişiyor. Belki bir süre sonra biz o gelenek görenekleri unutuyoruz. Kimimiz Avrupalarda, kimimiz başka yerde çalışıyor. Orduevlerinde, kendi içimize yönelik yaşıyoruz. Toplumun bir askerden ne beklediği konusunda sorunlarımız var. O toplumu tanıyamıyoruz, o yüzden de iletişim kuramıyoruz. Bir de herhalde gittiğimiz bazı yerlerde toplumu bazen potansiyel tehdit, bazen dost olarak ya da tedbir alınması gereken insanlar olarak görüyoruz. Böyle kategorize ediyoruz. Bu yanlış. Askerlik ve toplumla kaynaşmak farklı şeyler. Sanırım empati yapma konusunda da sorun var. Toplumla SK arasında iletişim kopmuş vaziyetteydi.

AK Parti 13 yıldır iktidarda. TSK AK Parti’ye oy verenleri, toplumdaki bu kesimi genelde “dinci” diye kategorize etti. Hiç anlamaya çalıştı mı?

Hayır, çalışmadı. Hâlâ da çalıştığını sanmıyorum.

“TSK’nın Sayıştay’ın denetimine tabi olmaması için hiçbir neden yok”

Orduda şeffaflık da ciddi bir sorun. TSK neden Sayıştay denetimine tabi değil?

Aslında TSK’nın Sayıştay’ın denetimine tabi olmaması için hiçbir neden yok. Ama sanki Sayıştay tarafından kontrol edildiğinde, hükümet ya da yukarıdakiler TSK’yı etkisi altına alacak gibi bir korku var. Kendine güvenen bir SK’da harcamalarımız da düzgünse, korkacak bir şey yok. Sayıştay millet adına yapıyor bu işi, milletin de vergilerinden TSK’ya giden parayla ne yapıldığını bilmek hakkı. Bu şeffaflıktan korkmamalıyız.

Görev sürenizde TSK’nın Sayıştay’ın denetimine açılması hiç tartışıldı mı?

Çok konuşuldu. Ama bırakın halka şeffaf olmayı, iç iletişimdeki sorunlar bile çözülemedi ki. Mesela altı, yedi aylık görevler için yurtdışına çıkışlarla ilgili insanların merak ettiği kriterler, seçim usulleri var veya birlik komutanı seçme usulleri var. Bunları yayınlayalım diye kaç kez komutana gittim. Elimiz daralmasın diye yayınlamıyoruz. Kimseye hesap vermek istenmiyor.
Asker ölümleri, kazalar, intiharlar... Bu konularda da şeffaflık hiç yok.
Bunları saklamanın bir anlamı yok. Neden oluyor açıklamalıyız. Bir defa ihmal olduğunda, “benden kaynaklanmadı” diye suçu başkasına atma olayı var. En büyük sorunumuz bu. Halbuki birlik komutanı böyle bir şey olduğunda, hiç utanmadan, hatasını örtmeye çalışmadan olanları tüm açıklığıyla anlamaya çalışmalı. Anne baba çocuğunu askere emanet ediyor, o birlik komutanı da çocuğa gerekli ihtimamı göstermek zorunda. İkincisi, ölen insanın üzerine “şundan dolayı intihar etti” diye suç atmak daha kolay. Bu tabii çok utanç verici. TSK bu intihar ya da askerde ölüm olaylarında olayın nedenini, nasıl olduğunu halka açık açık anlatmalı. Eğer birlik komutanının ihmali varsa, kendisini kurtarmak için bir şey söyler. Yukarı doğru da “Biz her türlü tedbiri almıştık ama bu adam intihar etti” diye suçtan kaçma ya da kolaycı bir açıklamayla bu iş bitirilmek istenir.

TSK’da işleyen mekanizmanın da çok şekilci olduğunu söylüyorsunuz.

Çok şekilci. Çok katı bir hiyerarşiyle bağlı. Bazen zarf içeriğin önüne geçiyor. Ve herkes o şekille bir şey kazanmaya çalışıyor. Ama diğer tarafta, TSK’nin muharebe gücü konusunda çok ciddi endişeler oluşuyor. Her şey badanalı, boyalı. Benim oğlum acemilik eğitimini er olarak İskenderun’da yaptı. Orada bir gün teftiş olacak diye erleri çıkartıp her yeri boyuyor, tuvaletleri kapatıyorlar. 2000 erin olduğu yerde tuvaletler kapalı olur mu?

Harp Okulu’ndaki eğitim nasıl peki?

Şabloncu bir eğitim anlayışımız var. Bir türlü o şablondan dışarı çıkamıyoruz. Çıkamadığımız için de yeni şeyler geliştiremiyoruz. Farklı bir şey söylediğinizde toplum sizi dışlıyor. Bazı şeyler çocuklara saçma geliyor. Kendi kendine soruyor, “Ben bunu neden yapıyorum?” diye. Cevap, askeri mantık… Her şeyin bir izahı olmalı. Böylece çocuklar mesleklerine yabancılaşıyorlar, askerlikten uzaklaşıyor.

Kitapta “Eğer milli anlayış TSK’da yerleşmezse birileri tarafından kullanılırsınız. Halen olduğu gibi…” diye yazmışsınız. TSK’yı kim kullandı, şimdi kim kullanıyor?

TSK’yı daha önce kendi müttefiklerimiz, ABD kullandı. Burada sadece siyasi olayları kastetmedim. Diğer konular da var. Mesela Türkiye’nin NATO’da savunmaya katkısı konusunda, Amerikalılar nereden mevzi geçirmişse, oraları savunduk, oralara birlik koyduk. Birçok şey sorgulanmıyor. Devamlı mühimmat almışız. Mühimmat depoları ağzına kadar dolmuş. Peki bu mühimmatın ömrü var. Belli bir süre sonra bunları atacağız. Mesela 90 mm. tank mühimmatı almışız. Tankları bir değiştirdik, 105 mm. tank topu oldu. O geri kalan tank mühimmatını ayırmanız lazım. Siyasetle ilgili bir şey söylemedim. O konuda da kullanılmış olabilir. O ayrı konu. Ama kullanılmamak için milli sorunlarınızı iyi bilmelisiniz. İlla NATO’dayız diye her şeyi kabul etmek zorunda değiliz.

Genelde bütün sorun, ikbal sorunu

Orduda West Pointciler ve Kuvvacılar denen iki grup olduğu söylenir. Doğru mu?

Zaman zaman o tip şeyler oluyor. ABD’de, İngiltere’de, Akademi’de okumuş, uzun süre görev yapmış insanlar olabiliyor. Mesela Genelkurmay Başkanı İlker Paşa, Ergun Saygun Paşa vardı uzun süre kalanlardan. Böyle bir algı var. NATO’cular yani NATO’da çalışmış, Batı’da okumuşlar. Bir de milli görevlerde kalan, yurtdışına çıkamayan, gidemeyenler, daha çok birlik komutanlığı yapanlar. Bu tip ayrımlar var. Sonuçta komutanlar çalışabilecekleri insanlarla çalışıyor. Bir komutan karargâha geldiğinde ekibini kendi seçiyor. Tabii harekât başkanı olan birinin terfi etme şansı daha fazla. Aynı devreden farklı bir general, diyelim birlikte, diğeri de karargâh başkanı olmuş. Harekât başkanı olmak için de lisan bilmek, NATO ve birkaç yerde görev yapmak gerekiyor. O zaman diğerinin terfi şansı daha fazla olduğundan, diğerinde arkadaşına tepki oluşuyor. Gruplaşmalar bundan kaynaklanıyor. Bütün gruplaşmaların hedefi, ya yurtdışı göreve gitme, terfi ya da uygun mevkiye gelme konusudur.

Orduyu da aslında bu gruplar yönetiyor, denir.

Bunlara inanmıyorum. Hiç görmedim. Ama bazı insanlar birilerinin fikirlerini beğenmeyip “Bu daha Batıcı, bu daha NATOcu” diyebilir. Genelde bütün sorun, ikbal sorunudur.

TSK’da halen 345 general var. Sizce bu sayı fazla mı?

Evet. Bu zaman içinde kadro arttırmayla oluyor. Kadro arttırınca insanların yükselme imkânı daha çok olur. Şöyle bir sistem var: Herkes albaylığa kadar, albaylık dahil terfi ediyor. Başka ordularda yarbay olmak, hele albay olmak çok zor. Şimdi 200-300 albayı birden yukarı çıkartıyorsunuz, onlardan 20 tanesini general yapıyorsunuz. Çok büyük bir küskünlük meydana geliyor. Halbuki eleme daha aşağılarda yapılmalı. Bu yüzden general kadrosunu biraz fazla tutuyorlar. Bence de general ve amiral kadrosu çok fazla. Mutlaka azaltılmalı. Şimdi komutanlarım kızarlar bana ama Kara Kuvvetleri'nde 10 tane orgeneral çok fazla.

Başka ordularda bu durum nasıl?

Hepsi liyakate dayalı. Binbaşılığa kadar normal, sonrası liyakate dayalı. Pakistan ordusunda bile yarbay, albay olmak zordur. Mutlaka binbaşılıktan sonra elimine edilir.

TSK’ya ait orduevleri, OPET, OYAK gibi yapılar mevcut. Orduevleri gerekli mi?

Yeterli maaşı sağlayamadığınızda bazı haklar vermek durumundasınız. İngilizlerde aynı kapsamda Officer Club vardır. Ama biz işi biraz lüks yaptık. Orada sadece yatacak yer ve yiyecek birkaç şey vardır. Fransa’da, Paris’in göbeğinde de orduevi var ama bizimki gibi 15 - 20 katlı değil. Biz fazla abarttık işi. İngiliz ordusunda albaysanız size orduevinde süit oda verirler. Binbaşı, yarbay daha farklıdır. Lojman orada da var. Üsteğmene 2, albaya 5 odalı lojman verirler. İngiltere’de de subayların ve astsubayların pub’ı, dekorasyonları bile ayrıydı. Bu farklar her yerde var ama biz biraz abartmayı, kendi beyliğimizi kurmayı seviyoruz.

Cumhuriyet mitingleri, 367 kararı vs… Askerlerin bu olaylarla ilişkili olduğu konuşuldu. Bunlar doğru şeyler miydi?

Cumhuriyet mitingleriyle ilgili konuda mutlaka emekli askerler işe dahil olmuştur. TSK’dan muvazzaf askerler de katılmıştır. Tabii, doğru değildi. SK bu işlere karışmamalıydı. 367 için de aynı şeyi düşünüyorum. Çünkü karıştığı zaman işleri daha berbat ediyor. Sonuçta bu hukuksal bir sorunsa, bırakın hukukçular halletsin. Bize ne? Hukukçu kendi verdiği kararın arkasında durmuyor, onun arkasına SK’yı koymaya çalışıyor. Asıl sorun bu.

Silahlı Kuvvetleri darbeye teşvik eden insanlar var

Ama 367 kararının alınması sürecinde askerlerin hukukçulara bu yönde karar almaları için baskı yaptıkları anlatılıyor.

Hayır. Darbelere baktığımızda da öyle. O darbelerde asker kadar siviller de suçlu. SK’yı darbeye teşvik eden insanlar var. Her gün gelip insanların kafasını şişiren bir sürü insan var. Zamanında komutanların odalarından çıkmayan gazeteciler, işadamları vardı. Bunlar ne konuşuyorlardı? Şu an bildiğimiz gazetecilerin arasında da var. Oradan bilgi alıp kitap yazanlar da var. TÜSİAD’dan gelip komutanlarla görüşüyordu bir zamanlar insanlar. Ben de şahit oldum. Genelkurmay Başkanı’nı, ordu komutanını ziyaret eden insanlar, işadamları var. Ben merak ederim, bir işadamı bir ordu komutanını niye ziyaret eder?

27 Nisan hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence hatalı bir konu. 27 Nisan’da Genel Sekreter ya da İkinci Başkan, Yaşar Büyükanıt’a “Bu yanlış olur” demeliydi. Ayrıca bunu yazdınız, bundan sonra hükümetten Cemil Çiçek çıkıp “Siz bizim memurumuzsunuz” dedi. İkinci adım ne olacak? Silah alıp hükümeti mi basacaklar? İkinci adımı düşünmezseniz olmaz. Ayrıca hiçbir desteği de yoktu bu davranışın.

Peki neden yaptı bunu Yaşar Büyükanıt?

Bilmiyorum, büyük ihtimalle emekli komutanlarımızın teşvikiyle, telkiniyle yaptığını değerlendiriyorum. Bizim emekli komutanlarımız çok karışırlar böyle işlere. İkide birde ararlar genelkurmay başkanlarını, “şunu, bunu yapın” diye, “memleket elden gidiyor” diye…

Ergenekon – Balyoz davalarıyla ilgili belli kesimlerde şöyle bir algı var: Birkaç kişi darbe yapmak istedi ama kurunun yanında yaş da yandı. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Hayır, darbe niyeti olduğunu düşünmüyorum. Ben de bir sene evvel 1. Ordu’da Tugay Komutanı'ydım. Söz konusu seminerdeki konuşmalara yani irticanın, iç güvenliğin incelenmesi, vs. bakıldığında kastını aşan konuşmalar var. O bir darbe falan değil. Bir gözdağı vermek olabilir. Hem TSK’ya yani üst komutanlara hem de hükümete. Çünkü o zamanlar büyük ihtimalle kimin kuvvet komutanı olacağı gibi konular da vardı. Ayrıca isteseler bile darbe yapamazlardı. Ben Personel Başkanı’ydım, bütün birlikleri dolaştım. Hiçbir birlik komutanı, hiçbir genç subay bunu istemiyordu. Ve genç subaylar artık bu konuşmalardan da bıkmıştı. Nasıl yapacaklardı? Komutan tek başına darbe mi yaparmış?

Askerin genetiğinde “vatanı koruma, darbecilik” var mı?

Vatanı koruma var tabii ve devamlı işleniyor. Harp Okulu’nu bitirip yıldız taktığınızda kendinizi dünyanın en büyük adamı gibi görürsünüz. Ülkeyi kurtaracak insan gibi görürsünüz.

Peki bu değişti mi yeni nesilde?

Bence yeni nesil yasalara uyma, ülkenin demokratikleşmesi, ülkeyi, toplumu okuma, analiz etme, bilgi, görgü, toplumla ilişkiler konularında bize göre daha iyi. Bence tek hataları bireysel düşünme konusu, bu da çağımızın getirdiği bir şey.

İstihbarat çalışmaları yetersiz

Türkiye’deki istihbarat çalışmaları yeterli mi?

Hayır. Uzun süre MİT müsteşarı korgeneral rütbesinde biriydi. 1992’de Sönmez Köksal ile bu değişmeye başladı. O sırada MİT Kanunu çıktı ama SK istihbaratıyla ilgili bir kanun çıkartılmadı ve SK istihbaratı güdük kaldı. Elinde bir tek GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanlığı vardı. 2006’da yeni malzemeler alınmaya başlandı. Arkasından GES Komutanlığı’yla ilgili birtakım iddialar ortaya atıldı; şunu, bunu dinliyor diye. Sonuçta Başbakan MİT’e katılmasına karar verdi. Ve zaten budanmış olan şey iyice budandı.

Şimdi Genelkurmay istihbaratı nereden alıyor?

Stratejik istihbaratı MİT’ten alıyoruz. Dışarıdaki ataşelerimizden alıyoruz. Buradaki yabancı ataşelerle, başka istihbarat örgütleriyle irtibattayız. İstihbaratın yüzde 80 – 85’i açık kaynak istihbaratıdır. Yüzde 10’u belki sinyal istihbaratı, yüzde 5’i de insan istihbaratıdır. En zor ve en gerekli olan insan istihbaratıdır. MİT’in de, Emniyet'in de insan kaynağı zayıf. Dinleme çok basit. İsrail’in sattığı cihazları baz istasyonlarının yanına koyunca bütün bilgileri alırsınız. Ama bu istihbaratçılık değil. İstihbaratçılık, muhalifleri dinlemekten çok, olayları önleme amaçlı ve stratejik olmalı. Böyle bir istihbaratçılık yok Türkiye’de.

Ne eksik?

Analiz yeteneğimiz yetersiz. İngiltere’de Amerikalılara ait Joint Analysis Center diye bir analiz merkezi var. Tüm Avrupa istihbaratı bilgileri oraya gider. Orada PKK ile ilgili bir birim vardı. O bölümde benim terörle ilgili iç istihbarata bakan 2. Daire'mde çalışandan daha fazla adam vardı. Bölümün başındaki uzmanın analizlerini biz yapamıyoruz. Maalesef Türkiye’de stratejik, taktik ve operatif istihbaratın yeterli olduğunu sanmıyorum. Mesela uydumuz yok. İsrail’in ise bölgede en az 8-10 uydusu var.

Niye uydumuz yok?

Atacağız güya. Biz bu eksikliği dile getirdik. Uydu ihalesi de yapıldı. Dinleme sistemlerinde de eksiğimiz var. MİT GES’i aldı. Hakan Fidan’ın Türkiye’de büyük bir istihbarat çiftliği yaratmak gibi bir projesi vardı. Ama askeri istihbarat farklı bir şey. Dünyanın her yerinde askeri istihbarat var. Bir tek Almanya’da BND ile askeri istihbarat 2009’da birleşti. BND’nin karargâhında bir tümgeneral var, ona bağlı 600–700 asker çalışıyor. MİT’te şu an 30 asker çalışıyor. Ortak analiz gerekli. İstihbaratçılar çok fazla bilgi sahibi olursa, bize karşı kullanabilirler diye bir korku var. O darbeleri düşününce haklı da olabilirler, bir şey demiyorum. Kontrol altında tutulmaya çalışılıyor, çok fazla gelişmiyor. Genelde iç ve dış istihbaratın ayrı olması gerekirken, ayrı değil. Bizde de mutlaka ayrılmalı.

Siyasete alıştınız mı?

Alışamadım. Eylül’den beri birçok milletvekili, siyasetçiyle görüşmeler yapıyoruz. Bir akşam söz veriyorlar, ertesi öğlen o sözden dönüyorlar. Milim milim hesap yapıyorlar. Şimdi de bu aday adayı olma meselesi var. Ben şahsen aday olmak istemiyorum. 25-26 yaşlarındaki iyi yetişmiş gençler siyasete girmeli. Ama şu an Türkiye’deki siyaset tam menfaat üzerine kurulu. Herkes hesap içerisinde. Mesela birileri diyor ki, ‘CHP seçime girsin, nasılsa az oy alır, o zaman da yönetim gider, biz geliriz yönetime.’
Süleyman Şah operasyonu konusunda mensubu olduğunuz Vatan Partisi’yle tamamen zıt bir tutum izlediniz. Onlar çok yanlış bulurken, siz operasyonun askeri olarak doğru olduğunu söylediniz. Bu birliktelik uzun sürer mi?
Bilemiyorum ama burada olmamın nedeni, bir, AKP iktidarına karşı bir alternatif olma niyeti. İkincisi, ülkenin bütünlüğünün savunulması, Cumhuriyet felsefesinin devam ettirilmesi. Atatürk’le, Altı Ok’la birleşmek için buradayım. Bunlar olmazsa burada işim yok zaten.

CHP de AKP’leşmeye, dini kullanmaya başladı

CHP’li bir aileden geliyorsunuz. Neden CHP’ye katılmadınız?

CHP AKP’leşmeye başladı, o da dini kullanmaya başladı. CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adayını (Ekmeleddin İhsanoğlu’nu kastediyor) yanlış buluyorum, CHP’ye uygun değildi. Ayrıca iyice Amerikancılaşmaya başladı. Mesela partiye yeni katılanlardan Murat Özçelik tam Amerikancı biri. Bağdat’ta büyükelçiyken çalışmalarını biliyorum, Amerika ne derse onu yapar. Sonra “Altı Ok”a, Atatürk’e sahip çıkmıyor CHP. Ben “Dersimli Kemal”im diyor. Tamam Dersimlisin, ben de Bursalıyım. Artık CHP’yi desteklemekten vazgeçmemin nedeni, tamamen Cumhuriyet felsefesini terk etmesi.

Peki neden Vatan Partisi?

Çünkü biz cezaevine girdiğimizde İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal dışında hiçbir şey bizi desteklemedi. Sadece onlar vardı. Girdiğim zaman da kimseyi tanımıyordum, orada tanıdım. Cezaevinde Cumhuriyet Gazetesi'ne yazı yazdım, gönderdim, basmadılar. Cumhuriyet Gazetesi askeri sevmiyor. CHP de sevmiyor.

Siyasete girmeden önce Doğu Perinçek hakkında ne düşünüyordunuz?

Tanıyıncaya kadar iyi şeyler düşünmüyordum. Ben de her TSK mensubu gibi “Bu adam gidip Abdullah Öcalan’la görüştü; şunu, bunu yaptı” gibi düşüncelerim vardı. Ama konuştuğumda fikrim değişti. Bir kere işin samimiyeti çok önemli. İnsanlar kendi ceplerinden para harcayarak bu işi yapıyor. Çok enteresan bir olay. O çalışmayı görünce daha farklı bakmaya başladım. Bir de gerçekten minnet borcum var.

Perinçek fikirleri o kadar farklı biri değil miymiş?

Hayır. Öcalan’la görüşmesinin nedeni, Öcalan’ı yabancı istihbarat örgütlerine kaptırmamak.

Kaynak: Al Jazeera

Bir eniştem beni niye öptü vaziyeti: ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Odierno’dan Orgeneral Hulusi Akar’a liyakat nişanı
28 Ocak 2015

Hürrriyet'in haberine göre; ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ray Odierno, Washington’ı ziyaret eden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akar’a liyakat nişanı verdi.

Akar’ın Suriye konusundaki tutumu ve Türkiye ile ABD askeri kuvvetlerinin işbirliğine sağladığı katkılardan dolayı verildiği açıklandı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, geçen sene Türkiye'yi ziyaret eden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ray Odierno’nun davetlisi olarak geldiği Washington’da liyakat nişanı aldı. Odierno’nun takdim ettiği ödül için Washington’daki Fort Myer askeri üssünde düzenlenen törene 100’e yakın üst düzey askeri yetkili katıldı. Cuma gününe kadar Washington’a kalacağı açıklanan Akar için yapılan seremonide ödülün Akar’a Türk Kara Kuvvetleri’nin başarılı bir şekilde yeniden yapılandırmasını sağladığı, Türk ve Amerikan kuvvetleri arasında bir koordinasyon oluşturduğu, Suriye konusunda sergilediği tutum, Türk ve Amerikan özel kuvvetleri arasında daha geniş bir işbirliği geliştirilmesine katkı sunduğu için verildiği belirtildi.

Akar, askeri üssün Conmy Hall salonundaki yarım saatlik merasimin ardından, üssün bitişiğinde yer alan Arlington Askeri Mezarlığı’na bir saygı ziyaretinde bulundu. Ve burada Meçhul Asker anıtına çelenk koydu. Ardından da toplantılar için Pentagon’a geçti.

DEMPSEY YOK WINNEFELD VAR

Diplomatik kaynaklar, resmi ziyaret kapsamında iki ülke Kara Kuvvetleri arasındaki rutin askeri işbirliği, karşılıklı eğitim, öğretim ve tatbikatlara katılım konularının görüşüleceğini belirtti. Hürriyet’e bilgi veren yetkililer, Amerikan Kara Kuvvetleri’nin istihbarattan sorumlu G2 biriminin organize ettiği programda Suriye’nin de ele alınmasının şaşırtıcı olmayacağını aktardılar.

Pentagon’daki programda Akar’ın Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey ile görüşmeyeceği belirtildi. Ancak Türk komutanın Amerikan Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral James Winnefeld’ın ofisine bir ziyarette bulunacağı açıklandı.

GELECEĞİN BAŞKANLARI MI

Akar’ın Washington ziyaretinin başka bir çarpıcı boyutu ise eğer sıra dışı bir durum oluşmazsa iki ülkenin Genelkurmay Başkanları’nın bu sene değişecek olması. Ve hem Akar’ın hem de onu davet eden Odierno’nun isimlerinin, Genelkurmay Başkanlığı için geçmesi. Akar’ın Ağustos’taki askeri şurada, Washington’a Mayıs 2012’de resmi bir ziyarette bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in yerini alması bekleniyor. Orgeneralliğe 2008’de yükselen ve 3.5 yıldır da kuvvet komutanlığı yapan Odierno’nun şansı Akar’ınki kadar yüksek değil. Ayrıca Başkan Obama ile uyumlu çalışıp çalışamayacağına dair de soru işaretleri var. Ancak Amerikan Kongresi’nde güçlü bir desteği olan Odierno’nun da bu sene görevde dördüncü yılını dolduracak olan ve Obama tarafından teamül gereği bir daha aday gösterilmeyecek Dempsey’nin yerini alabileceği belirtiliyor.
Haber 93
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Tem 11, 2017 1:14 am tarihinde değiştirildi, toplam 35 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 10, 2010 8:58 pm    Mesaj konusu: Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan arama Alıntıyla Cevap Gönder

Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın!


yahya kemal beyatlı
26 ağustos 1922






KÂZIM KARABEKİR PAŞANIN ASKERLERİNİ AĞLATAN BAYRAM TEBRİĞİ (1915)

“Yarın Kurban Bayramıdır.

Yüzbinlerce muvahhidinin Kâbe-i Muazzama’da dergâh-ı ulûhiyete yöneldiği, rahmet-i ilâhiye kapılarının âlem-i İslâm’a açıldığı gündür.

İngiliz vahşeti, Fransız denaeti, Rus zulüm ve esareti milyonlarca İslâm kardeşimize bu sene Kâbe-i Muazzama’nın yollarını kapadı. Bu melanet elbette gayretullaha dokunacaktır. Ordu-yı İslâm pek yakında mansur ve muzaffer olacaktır. Gelecek yılın bu günleri, dört yüz milyon ehl-i İslâm hür, müstakil ve müttehit, livaü’l-hamd-i Ahmedî altında, Al-i Osman bayrakları sayesinde, müştak ve müftehiri olduğu, Beytullah’a kavuşacak, “lebbeyk!” diye haykıracaktır.
Her evde, her bucakta, tehliller, tekbirlerle kurbanlar kesilirken, biz de Kerevizdere kurbanlarımıza ve şehit kardeşlerimize fatihalar gönderelim.

Bizler ya şehitlik ya da gazilik duygusuyla Hakk’a bel bağlayalım. Tâ ki dinimiz kurtulsun, namusumuz masum kalsın. Nâm-ı millet yükselsin. Vatan ebedi şan ve şeref bulsun. Bu mübarek gün vesilesiyle zabitan ve efrat arkadaşlarımın gözlerinden öper cümleyi tebrik ederim.” /EREN

14. Fırka Komutanı Kaymakam Kâzım Karabekir
Kerevizdere
(17 Ekim 1915)

Ordumuz ve İslam
Mehmet Şevket EYGİ
26 Aralık 2010

SULTAN İkinci Abdülhamid zamanında Osmanlı ordusu son derece dindardı. Bütün birliklerde, kışlalarda, askerî okullarda, garnizonlarda camiler vardı. Bölüklerin imamları bulunurdu. Alaylarda müftüler vardı. Küçük savaş gemilerinde imam, büyük zırhlılarda müftü bulunurdu.

Askerî mekânlarda günde beş kere ezan okunur ve cemaatle namaz kılınırdı.

Osmanlı ordusunun en dindar sınıfı bahriye (deniz kuvvetleri) idi. Eskiden basılmış hayli din ve tasavvuf kitabı hep Bahriye Matbaasında tab' edilmiştir.

Hiçbir subay ve rütbeli askerlerin dinine, imanına, mukaddesatına, anasına bacısına küfr etmezdi. Hem küfr etmezdi, hem de (farz-ı muhal etmeye kalksa) edemezdi.

Kasımpaşa'daki Bahriye kışlasındaki, Ortaköy tepesindeki Orhaniye kışlasındaki kubbeli minareli camiler durmaktadır. Sanırım ibadete kapalıdırlar.

Heybeliada'daki Bahriye okulunda da kubbeli minareli bir cami varmış. 1930'lu yıllarda bir devlet büyüğü tarafından yıktırılmış.

Yıktırılan Taksim'deki Topçu Mektebinde de cami varmış.

1960'lı yıllarda bir gün sıkıyönetim tarafından tutuklanmış, Harbiye'ye götürülmüştüm. Orada beklerken, nöbetçi subaya namaz kılabilir miyim dediğimde yanıma bir asker katarak beni Harbiye'nin camiine göndermişti.

1897'de Osmanlı devleti ile Yunan krallığı arasında savaş çıkmış, dindar ordumuz büyük bir zafer kazanmıştı. Sâlih ve kâmil bir Müslüman olan Abdülezel Paşa, ilerlemiş yaşına rağmen ön safta bir Yunan kurşunu ile o savaşta şehid olmuştu.

Günlerce süren Sakarya meydan savaşında Müşir Fevzi Paşa'nın siperlerde Fetih suresi okuyarak dolaştığını duymuştum.

Birinci dünya savaşı yıllarında Mevlevî birliği kurulmuştu.

1980'li yıllarda Kadıköy ile Kızıltoprak arasında bulunan yaşlı bir çiftin evine gitmiştim. Evin beyi Cumhuriyet'in ilk yıllarında orduda din subayı imiş, bana üniformalı eski fotoğraflarını göstermişti. Başında güneşliği bulunmayan ayyıldızlı bir şapkası vardı. (Osmanlı devrinde ve Cumhuriyetin başında Türkiye Müslümanları Hıristiyan şapkasına benzer serpuşlar giymezlerdi.) Diyanet Reisi olan Ahmed Hamdi Akseki'nin arkadaşı imiş.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuduğum yıllarda (1952-56) Türk ordusu, İlahiyat Fakültesinde (O zaman tek ilahiyat fakültesi vardı) ileride "Moral subaylığı" yapmaları için talebe okutuyordu. Onların bazılarıyla görüşürdüm.

1980'lere kadar subayların, astsubayların analarının, hanımlarının başörtüsüne karışan yoktu.

İsteyen subaylar namaz kılabilirdi.

Bundan otuz yıl öncesine kadar sokaklarda ve camilerde üniformalı subaylar görülüyordu.

1970'lerin sonlarına doğru bazı dinî cemaatler "orduyu ele geçirme" hevesine kapıldılar. Askerî okullarda sorumsuzca ve ihtiyatsızca deli dana gibi öğrenci devşirme faaliyetlerine giriştiler. Keşke böyle yapılmasaydı.

Dünyanın bütün medenî, ileri, insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerinin ordularında en geniş şekliyle din hürriyeti vardır. Hıristiyan ülkelerde bile ordu mensubu bir Müslümanın ibadetine, orucuna, namazına engel olunmaz, aksine yardımcı olunur.

Başka ülkelerin ordularını bilmem ama Türkiye'nin ordusu, İslam dini ile barışık olmazsa vazifesini yapamaz.

Ordumuz, hükmî şahsiyet (tüzel kişi) olarak elbette İslam'a ve din hürriyetine karşı değildir ama son otuz yıl içinde son derece olumsuz gelişmeler olmuştur. Bu olumsuzluklar nasıl giderilecektir? Çok zordur ama imkansız değildir.

Sayın yeni Genelkurmay Başkanımıza çok hürmetli bir açık mektup yazmayı düşünüyorum. O yüksek rütbeyi kazanmış, o yüksek makama çıkmış bir devlet büyüğü olarak, fikirlerimi ve görüşlerimi paylaşmasa bile, bunları ceffelkalem reddetmeyip üzerlerinde düşüneceğini sanırım.

Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramada şoke eden belgeler ortaya çıktı
10 Aralık 2010
Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramada şoke eden belgeler ortaya çıktı. İstihbarat Şube müdürünün odasındaki gizli bölmelerde darbe planları, darbeye karşı çıkan komutanların yurtdışına sürgüne gönderilmesiyle ilgili yazılar ile devletin üst düzey 46 ismine ait özel fişlemelerin bulunduğu belirtiliyor. On çuval delilin arasında 'Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın devamı niteliğinde dokümanlar da var.

'Askerî casusluk ve şantaj' soruşturması kapsamında, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nca Gölcük Donanma Komutan-lığı'nda yapılan aramalarda ele geçirilen 10 çuval belge ve dijital materyaller arasından darbe planları, fişlemeler ve şoke eden belgeler çıktı.

Casusluk ve fuhuş çetesinin arşivi olduğu belirtilen belgeler arasında devletin üst düzey 46 ismine ait özel fişlemeler, askerî müdahale sonrası yapılacaklar, amiral eşlerine ilişkin bilgilerin bulunduğu belirtiliyor. Özel bölmedeki 10 çuvalın içinde 'Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın devamı niteliğindeki belgelerin de yer aldığı ileri sürüldü. Alınan bilgilere göre, kimliği gizli tutulan bir subayın komutanlıktaki belgelerin imha edileceğine dair gönderdiği e-mail ihbarı üzerine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın en büyük üslerinden biri olan Gölcük Donanma Komutanlığı'nda önceki gün arama yapıldı. Özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen'in gerçekleştirdiği aramada üst düzey askeri yetkililer de hazır bulundu. Edinilen bilgiye göre savcı, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü'nün makam odasında zeminindeki gizli bölmeyi fark etti ve parkelerin sökülmesini istedi. Parkelerin sökülmesiyle gizli bölmeler ortaya çıkarıldı. Özel olarak belirlenen 167 ismin darbe sonrasında nerede tutulacağına ilişkin bilgilerin de yine bu gizli bölmeden çıkarıldığı ileri sürülüyor. Savcı ve polis ekipleri ile birlikte aramaya eşlik eden askerleri bile şaşırtan gizli bölmeden çıkan belgeler arasında, darbe sonrası planlar, sürgüne gönderilecek komutanların listesi, devlet büyüklerine yönelik fişleme bilgileri bulundu.

Alınan bilgilere göre, kimliği gizli tutulan bir subayın komutanlıktaki belgelerin imha edileceğine dair gönderdiği e-mail ihbarı üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın en büyük üslerinden biri olan Gölcük Donanma Komutanlığı'nda önceki gün arama yaptı. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen'in gerçekleştirdiği aramada Merkez Komutanlığı ve Donanma Komutanlığı'ndan üst düzey askeri yetkililerin hazır bulunduğu öğrenildi.

Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat şube müdürünün makam odasında zeminindeki gizli bölmeyi fark etti ve parkelerin sökülmesini istedi. Parkelerin sökülmesiyle gizli bölmeler ortaya çıkarıldı. Savcı ve polis ekipleri ile birlikte aramaya eşlik eden askerleri bile şaşırtan gizli bölmeden çıkan belgeler arasında, darbe sonrası planları devlet büyüklerine yönelik fişleme bilgileri bulundu.

Darbeye karşı olan bazı komutanların yurtdışına sürgün gönderilmesiyle ilgili yazıların yanı sıra devletin kritik birimlerine ilişkin kripto dökümlerinin belgeler arasında olduğu kaydedildi.

BELGELER KAFES'İN DEVAMI NİTELİĞİNDE

Liderliğini Deniz Albay İbrahim Sezer'in yaptığı ileri sürülen casusluk ve fuhuş çetesiyle ilgili soruşturma, ortaya çıkan bu belgelerle yeni bir boyut kazandı. Çok sayıda general ve amiralle birlikte yüzlerce TSK personeline şantaj yapan ve çok gizli askeri projeleri başka ülkelere sattıkları iddia edilen çetenin Donanma Komutanlığı'nda bulunan arşivi, çarpıcı bilgileri ortaya çıkardı. Gizli bölmeyi, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli bir binbaşının yaptırdığı ileri sürüldü. El konulan belgeler, İstanbul Emniyeti'ne getirilerek askeri yetkililer eşliğinde incelendi. Belgelerin içerikleri yazılarak tutanaklara geçirildi.

Gizli bölmede ele geçirilen belgeler arasında devletin üst düzey 46 ismine ait özel fişlemeler, askeri müdahale sonrası yapılacaklar, amiral eşlerine ilişkin sır niteliğindeki bilgilerin bulunduğu öğrenildi. Bölmedeki 10 çuvalın içinde 'Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın devamı niteliğindeki belgelerin de olduğu belirtildi. Bunların arasında özel olarak belirlenen 167 ismin askeri darbe sonrasında nerede tutulacağına ilişkin bilgilerin de yer aldığı belirtiliyor. El konulan çuvallarda ayrıca Deniz Filo Komutanlığı sefer seyir tutanakları, 34 ses kaseti ve yeni mühimmat alanlarını gösteren gizli krokilerin olduğu belirtiliyor.

Savcı: Donanma'daki aramalar benim gözetimimde yapıldı

Askerî casusluk ve şantaj soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen, Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nda gerçekleştirilen aramaların kendisinin nezaretinde yapıldığını söyledi. Aramaların bazı basın organlarında 'Donanma'ya polis baskını' şeklinde yer almasına soruşturma savcısı Fikret Seçen tepki gösterdi. Bu haberler nedeniyle askerî yetkililerin kendilerini aradığını belirten Seçen, askerî mahallerin yasa gereği asker kişiler tarafından aranabildiğini söyledi. Seçen, "Askerî mahalde askerî makamlar tarafından arama yapılır. Polis giremez. Donanma'daki aramada bizzat ben de bulundum. Aramalar askerî makamlarca benim kontrolümde yapıldı. Yasa gereği polis oraya giremez. Askerî yetkililer isterse girebilir." ifadelerini kullandı.

Kaynak: Zaman

1. Ordu Darbe Planı!
10 Aralık 2010

Balyoz Darbe Planı'nın ele alındığı 2003'teki 1. Ordu Plan Semineri toplantısı için hazırlanan sonuç raporunda, öncelikle iç tehdidin bertaraf edilmesi vurgusu var.
SABAH, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen 1. Ordu Plan semineri sonuç raporuna ulaştı. Raporda Türkiye'nin kritik bir dönemden geçtiği, siyasal İslamın ülke kaderini önemli ölçüde etkilediği ve duruma "müdahale" edilmesi gerektiği belirtiliyor. "Bir siyasi parti militanca irticai kadrolaşma için mücadele vermektedir" tespitinin yapıldığı raporda yapılması gereken şu cümlelerle özetleniyor: "İç tehdide yapılacak müdahalenin başarılı olabilmesi için çok iyi planlama yapılmalıdır." 18 Mart 2003'te imzalanan 16 sayfalık özet rapor, iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde dönemin ordu komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın şu tespitleri yer alıyor: "Dış tehdidin bertaraf edilmesinin ancak ülke içerisinde sağlam ve sağlıklı devlet yapısı ile mümkün olabileceği, siyasal İslam'ın ülke kaderini bütünüyle ele geçirmek için kadrolaşmaya hız verdiği bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik en büyük tehdidin siyasal İslam'dan kaynaklanan iç tehdit olacağı dikkate alınarak, iç tehdide yönelik plan ve eklerin mevcut bilgiler ile güncelleştirilmesini ve müteakip Ordu Plan seminerlerinde iç ve dış tehdidi kapsayan alternatif harekat planlarının incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir."

AK PARTİ'YE ELEŞTİRİLER
Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na sunulan özet raporun ikinci bölümü ise 13 sayfadan oluşuyor. 1. Ordu Harekat Başkanı Kurmay Albay Süha Tanyeri tarafından hazırlanan bu bölümde, AK Parti üstü kapalı olarak, "Bir siyasi parti militanca irticai kadrolaşma için mücadele vermektedir" sözleriyle eleştiriliyor. Raporda şu ifadeler yer alıyor: "Ülkenin içinde bulunduğu durumun endişe verici olduğu, bir tarafta dış tehdit diğer tarafta bir siyasi partinin militanca irticai kadrolaşma için mücadele verdiğinin bilindiği, böyle bir ortamda 1. Ordu sorumluluk bölgesinde irticai tehdit açısından özellikle İstanbul, Sakarya ve Kocaeli bölgelerinin önem arz ettiği değerlendirilmektedir." "İç tehdide yapılacak müdahalenin başarılı olabilmesi için çok iyi planlama yapılmadır" tespitinin yapıldığı raporda sıkıyönetim uygulamasına geçilmesi durumunda tüm sorumluluğun Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) olacağı belirtiliyor. Tek tek ev araması yerine, Jandarmanın haritalarından yararlanılarak nokta istihbarata yönelineceği belirtiliyor.

Kaynak: Sabah

'Islak imza' talimatı Gölcük'ten
11 Aralık 2010
Albay Dursun Çiçek imzasını taşıyan İrtica ile Mücadele Planı'nın talimat yazısı Gölcük Donanma Komutanlığı'ndan çıktı. Ele geçirilen belgeler arasında, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in 'Yassıada'da tutulması' emri de yer alıyor

ASKER ve bürokratlara şantaj yaptıkları ve devletin güvenliğine ilişkin belgeleri yabancı istihbarat birimlerine verdikleri iddia edilen çeteye yönelik soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen gözetiminde Gölcük Donanma Komutanlığı'na yapılan baskında çok ilginç belgelere ulaşıldığı belirtildi.

İlk incelemede Nisan 2009'da Kurmay Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanan ve kamuoyu gündemini uzun süre meşgul eden İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın hazırlanma aşaması ile ilgili bilgilere ulaşıldığı öne sürüldü. İddiaya göre belgeler arasında bulunan 'Islak İmzalı' bir evrakta Dursun Çiçek'e 'Çok Gizli' kodu ile bir talimat gönderildi. Bir 'Oramiral' imzalı talimata göre Dursun Çiçek'ten artan irtica tehdidi, AKP ve Fethullah Gülen Cemaati ile ilgili olarak detaylı çalışma yapması isteniyordu. Talimatta Çiçek'in özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi ve Fethullah Gülen'e yakın kişilerin tespit edilmesi, bu kişilerin ekonomik ve siyasi güçlerinin belirlenmesinin de istendiği iddia edildi.

Baskında ele geçirilenler arasında bulunan bu belge ilk incelenmenin ardından orjinal olup olmadığının belirlenmesi için kriminal laboratuvara gönderildi. Belgede imzası bulunan ve adı açıklanmayan oramiralin ıslak imzasının orjinal olup olmadığının belirlenecek.

ORAMİRAL YİĞİT YASSIADA'YA
Donanma'da ele geçirilen belgelerde, yapılacak askeri bir darbenin ardından tutuklanacak isim listesinin de hazırlanmış olduğu öğrenildi. Listedeki isimlerden en dikkat çekeni Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit oldu. Yiğit'in adının karşısında 'Yassıada'da tutulacak' ibaresinin yer aldı. Yiğit'in adı daha önce de 'Amirallere yönelik suikast' soruşturmasında geçiyordu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı içerisinde teğmen ağırlıklı bir oluşum tarafından dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç ve Yiğit'e düzenlenecek suikast ile ilgili bilgi, belge ve krokiler ele geçirilmişti.
Akşam

Ordumuz ve İslam
Mehmet Şevket EYGİ

SULTAN İkinci Abdülhamid zamanında Osmanlı ordusu son derece dindardı. Bütün birliklerde, kışlalarda, askerî okullarda, garnizonlarda camiler vardı. Bölüklerin imamları bulunurdu. Alaylarda müftüler vardı. Küçük savaş gemilerinde imam, büyük zırhlılarda müftü bulunurdu.

Askerî mekânlarda günde beş kere ezan okunur ve cemaatle namaz kılınırdı.

Osmanlı ordusunun en dindar sınıfı bahriye (deniz kuvvetleri) idi. Eskiden basılmış hayli din ve tasavvuf kitabı hep Bahriye Matbaasında tab' edilmiştir.

Hiçbir subay ve rütbeli askerlerin dinine, imanına, mukaddesatına, anasına bacısına küfr etmezdi. Hem küfr etmezdi, hem de (farz-ı muhal etmeye kalksa) edemezdi.

Kasımpaşa'daki Bahriye kışlasındaki, Ortaköy tepesindeki Orhaniye kışlasındaki kubbeli minareli camiler durmaktadır. Sanırım ibadete kapalıdırlar.

Heybeliada'daki Bahriye okulunda da kubbeli minareli bir cami varmış. 1930'lu yıllarda bir devlet büyüğü tarafından yıktırılmış.

Yıktırılan Taksim'deki Topçu Mektebinde de cami varmış.

1960'lı yıllarda bir gün sıkıyönetim tarafından tutuklanmış, Harbiye'ye götürülmüştüm. Orada beklerken, nöbetçi subaya namaz kılabilir miyim dediğimde yanıma bir asker katarak beni Harbiye'nin camiine göndermişti.

1897'de Osmanlı devleti ile Yunan krallığı arasında savaş çıkmış, dindar ordumuz büyük bir zafer kazanmıştı. Sâlih ve kâmil bir Müslüman olan Abdülezel Paşa, ilerlemiş yaşına rağmen ön safta bir Yunan kurşunu ile o savaşta şehid olmuştu.

Günlerce süren Sakarya meydan savaşında Müşir Fevzi Paşa'nın siperlerde Fetih suresi okuyarak dolaştığını duymuştum.

Birinci dünya savaşı yıllarında Mevlevî birliği kurulmuştu.

1980'li yıllarda Kadıköy ile Kızıltoprak arasında bulunan yaşlı bir çiftin evine gitmiştim. Evin beyi Cumhuriyet'in ilk yıllarında orduda din subayı imiş, bana üniformalı eski fotoğraflarını göstermişti. Başında güneşliği bulunmayan ayyıldızlı bir şapkası vardı. (Osmanlı devrinde ve Cumhuriyetin başında Türkiye Müslümanları Hıristiyan şapkasına benzer serpuşlar giymezlerdi.) Diyanet Reisi olan Ahmed Hamdi Akseki'nin arkadaşı imiş.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuduğum yıllarda (1952-56) Türk ordusu, İlahiyat Fakültesinde (O zaman tek ilahiyat fakültesi vardı) ileride "Moral subaylığı" yapmaları için talebe okutuyordu. Onların bazılarıyla görüşürdüm.

1980'lere kadar subayların, astsubayların analarının, hanımlarının başörtüsüne karışan yoktu.

İsteyen subaylar namaz kılabilirdi.

Bundan otuz yıl öncesine kadar sokaklarda ve camilerde üniformalı subaylar görülüyordu.

1970'lerin sonlarına doğru bazı dinî cemaatler "orduyu ele geçirme" hevesine kapıldılar. Askerî okullarda sorumsuzca ve ihtiyatsızca deli dana gibi öğrenci devşirme faaliyetlerine giriştiler. Keşke böyle yapılmasaydı.

Dünyanın bütün medenî, ileri, insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerinin ordularında en geniş şekliyle din hürriyeti vardır. Hıristiyan ülkelerde bile ordu mensubu bir Müslümanın ibadetine, orucuna, namazına engel olunmaz, aksine yardımcı olunur.

Başka ülkelerin ordularını bilmem ama Türkiye'nin ordusu, İslam dini ile barışık olmazsa vazifesini yapamaz.

Ordumuz, hükmî şahsiyet (tüzel kişi) olarak elbette İslam'a ve din hürriyetine karşı değildir ama son otuz yıl içinde son derece olumsuz gelişmeler olmuştur. Bu olumsuzluklar nasıl giderilecektir? Çok zordur ama imkansız değildir.

Sayın yeni Genelkurmay Başkanımıza çok hürmetli bir açık mektup yazmayı düşünüyorum. O yüksek rütbeyi kazanmış, o yüksek makama çıkmış bir devlet büyüğü olarak, fikirlerimi ve görüşlerimi paylaşmasa bile, bunları ceffelkalem reddetmeyip üzerlerinde düşüneceğini sanırım.

Millî Gazete

Tümamiral'in Skandal Tavsiyeleri
29 Aralık 2010

Tümamiral Cem Gürdeniz'e ait olduğu iddia edilen ve internet sitelerine düşen ses kayıtlarının ardından, Gürdeniz'e ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı daha Dailymotion internet sitesinde yayınlandı.
Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in skandalları bitmek bilmiyor. Dailymotion internet sitesine düşen yeni ses kaydında Cem Gürdeniz’in, çocuklarına inanılmaz tavsiyelerde bulunduğu iddia ediliyor.

İŞTE CEM GÜRDENİZ’E AİT OLDUĞU İDDİA EDİLEN O SES KAYDI…
Amerika’ya yerleşmek üzere hayatını kuracaksın tamam mı? Çünkü Türkiye Arplaşıyor, İslamlaşıyor, çok feci bir ülke oluyor.
Amerika şart değil yani Kanada’da olabilir, Japonya’da olabilir, Çin’de olabilir ama sen dışarıda kuracaksın hayatını başka çaremiz yok.
Hepimizi sen kurtaracaksın. Ülkemin pasaportu ve senin aklın ona göre. Ülkemin tabii ülkemin de aklı var. Amerika – Londra bacağını sağlam tut dedim. Can’a da söyle planlarınızı ona göre yapın. Çünkü sizin yaşayacağınız ülke, her metrekaresine bir cami düşecek ve ezandan uyuyamayacaksınız zaten. Çok problemli. Sizin nesil kurtarsın kendini siz kurtarın tamam mı. Sen dediğimi yap, hedefini ona göre çiz.

Daha önce de Tümamiral Cem Gürdeniz’e ait olduğu iddia edilen ses kayıtladı gündeme bomba gibi düşmüştü. Daha önceki ses kayıtlarında ise Gürdeniz’in AKP’ye oy veren kesime ağır hakaretler ettiği ortaya çıkmıştı.

İŞTE GÜRDENİZ’İN DAHA ÖNCEKİ O SES KAYITLARI
C: Dün Ege'yle konuştuk gidiyor New York'a, dört gün New York’ta kalacak. Çok seviyor Newyork'u ya herif.
E: Lan Newyork Amerika 'nın en iyi yeridir lan !
C: Ne tuhaf değil mi? Engin ya hayata bak, sen orda yaşadın, İrem orda
Yaşadı. Şimdi bu herif yaşıyor çok ilginç lan yani var ya..
E: Yanlız sen bu i...(küfür ediyor) sevmiyorsun!
C: Yoo, ben Amerikalıları seviyorum. Benim o kadar iyi arkadaşlarım var
ki Türk'ten daha iyi arkadaşlarım var ya onların içinde.
YUNANLILARI AKP'LİLERDEN DAHA ÇOK SEVİYORUM, YEMİN EDİYORUM.
E: Benim de öyle de bu i...(küfür ediyor) sevmiyorum
C: O i...(küfür ediyor) her zaman ben de mesela AKP'lileri,
Yunanlıları AKP'lilerden daha çok seviyorum, yemin ediyorum.
C: O... ç...(Küfür ediyor)
E: Rantiye partisi olum herifler
C: Gazeteleri okudukça sinirlerim tepeme çıkıyor ya vallahi,billahi..
AKP TAMAMEN POPÜLİST YA, P...(Küfür ediyor)
C: AKP tamamen popülist ya, p...(küfür ediyor) bak İlhan Selçuk geçen
Gün şahane makale yazdı neden herşeyi kadının türbanına indirgiyorlar
dedi.
E: Çünkü en kolayı o da onun için

YANİ FİKİR SAVAŞIYLA FALAN OLMAZ BU
C: En kolayı o tabii, şaklabanlık o işte. Yani fikir savaşıyla falan olmaz bu.
E: Şu an dünyada fikir savaşı olmuyor ki şu an fikir savaşı diye bir şey yok.
ABDULLAH GÜL EFENDİ, BU MUDUR LAN DEMOKRASİ?
C: Ama onlara sorarsan öyle bak ne diyor

Abdullah Gül efendi, demokrasiyle her şeyi hallederiz diyor BU MUDUR?
LAN DEMOKRASİ?
Kaynak: Dailymotion

http://www.aktifhaber.com/tumamiralin-skandal-tavsiyeleri-373443h.htm

"HASSASİYETLERİMİZ KULLANILDI"

Emperyalizm iktidara gelmek ister. 60'ıyla, 70'iyle, 80'iyle emperyalizm tarafından, dış dinamikler tarafından ortam yaratılmıştır ve darbe yapılmıştır.
"Büyükanıt e-muhtırayı tek başına hazırladı"
29.12.2010
YAŞ sonrası istifa eden Emekli Tuğamiral Ertürk, 27 Nisan e-muhtırayı dönemim Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın tek başına hazırladığını söyledi.

Emekli Tuğamiral Türker Ertürk, Deniz Harp Okulu Komutanlığı görevini yürütürken 2010 YAŞ toplantıları sonucunda terfi ettirilmeyince istifa etmişti. CHP'den siyasete atılan Ertürk, "Başörtüsüne takılı kaldık" ifadesiyle 28 Şubat'ı korkunç bir hata olarak nitelendirmişti.
Habertürk TV'de Belkıs Kılıçkaya'nın sorularını yanıtlayan Ertürk, e-muhtırayla ilgili çok çarpıcı bir iddiada bulundu:
KILIÇKAYA: 27 Nisan 2007 e-muhtırasını nasıl bir yere oturtuyorsunuz?
ERTÜRK: İyi bir yere oturtmuyorum. Ben o zaman Karadeniz Bölge Komutanıydım, televizyondan duydum, şaşırdım. Yani böyle bir açıklama yapmaya hakkı yok komutanımızın. Sonunda ben de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yönetim piramidindenim. Bana danışılmamış. Bazı arkadaşlarım var, bana dediler ki 'Ya Türker sen kendini çok ciddiye alıyorsun.' Dedim ki 'Ne demek ya? Böyle bir açıklama yapmaya hakkınız yok, ben müdahale ederdim.' Gerçekten ben kendimi fazla önemsemişim, sonradan öğrendim ki Deniz Kuvvetleri Komutanımız bile televizyondan öğrenmiş.
E-muhtırayı... Peki e-muhtırayı kim verdi?
Genelkurmay Başkanımız ne yazık ki belki ikinci başkanını yanına alarak böyle bir şey veriyor.
Bu ordunun kendi içinde tartışmaya yol açmaz mı?
İşte durum bu, ben size arz ediyorum. Ben kendimi önemsiyorum bana niye danışılmadı diyorum, böyle bir şey yapmaya hakkınız yok diyorum. Deniz Kuvvetleri Komutanımız bile televizyondan öğreniyor...
Bu çok ciddi bir iddia.
Esasında deşebilirsiniz bu konuyu. İlgililere gidebilirsiniz. Siz bana inanın Deniz Kuvvetleri Komutanımız bunu televizyondan öğreniyor.

"HASSASİYETLERİMİZ KULLANILDI"

Ertürk, yaşanan askeri darbelerle ilgili de şunları söyledi:
ERTÜRK: Emperyalizm iktidara gelmek ister. 60'ıyla, 70'iyle, 80'iyle emperyalizm tarafından, dış dinamikler tarafından ortam yaratılmıştır ve darbe yapılmıştır.
KILIÇKAYA: Türk ordusu bunun farkında değil miydi?
ERTÜRK: Bazen bu işin içinde yaşadığınız zaman hassasiyetleriniz istismar edilerek kullanılabilrisiniz, farketmezsiniz.
KILIÇKAYA: Hassasiyet laiklik mi?
ERTÜRK: Hassasiyet laikliktir, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesidir, Anayasa'nın değiştirilmeyecek ilkeleri ve üniter yapıdır. Bu konudaki hassasiyetlerimiz kesinlikle kullanıldı.
(haberturk.com)

Özkök'ten Raporu Kim Gizledi?
03 Ocak 2011
Genelkurmay gözlemcisinin 1. Ordu Plan seminerine ilişkin "Öncelikle bir Milli Mutabakat Hükümetinin kurulmasının gerektiği" şeklindeki tespiti G.Kurmay Başkanı Hilmi Özkök'ten kim gizledi?
Genelkurmay gözlemcisinin 1. Ordu Plan seminerine ilişkin "Öncelikle bir Milli Mutabakat Hükümetinin kurulmasının gerektiği" ne ilişkin tespit yaptığının ortaya çıkmasından sonra savcılık, "Hilmi Özkök'ten bu raporu kim gizledi ?" sorusunun yanıtını arıyor.

Genelkurmay eski Başkanı Org. Hilmi Özkök, Balyoz darbe planı iddialarının ortaya çıkmasından sonra kendisine suç sayılacak raporların sunulmadığını açıklamıştı. Ancak Genelkurmay gözlemcisinin önemli ayrıntılar verdiği raporun dönemin Daire Başkanı Tuğgeneral Bekir Kalyoncu tarafından paraflandığı ve Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt tarafından onaylanmasına rağmen Özkök'e sunulmamış olması anlamlı bulundu. Savcılık, şimdi bu raporun Özkök'ten neden ve nasıl gizlendiğini araştırıyor.

Genelkurmay eski Başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök, Balyoz Darbe Planı iddialarının gündeme gelmesinden sonra önemli açıklamalarda bulunarak, "Seminer sonuç raporu emreden makama hiyerarşik komuta kanalıyla sunulur. Bu raporu Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı karargâhları inceler ve özetini komutanlara sunarlar. Basında yer aldığı şekilde suç sayılacak şeyler bana sunulmadı" demişti. Bu arada dava süreci ile birlikte plan seminerine katılan 14 gözlemcinin raporlarının akıbetleri de merak ediliyor. Savcılık kayıtlarında sadece plan seminerinde "Milli mutabakat hükümeti tartışıldı" tespitinde bulunan Genelkurmay temsilcisi Kurmay Albay Hasan Durak'ın raporu yer alıyor.

Seminere gözlemci olarak katılan Tuğgeneral Mehmet Pınar, Tuğgeneral Tevfik Özkılıç ve Tuğgeneral Cevdet Kurnaz'ın da oduğu 13 gözlemcinin raporu ise araştırılıyor.
Kaynak: Sabah

General 'Kaçak Sigara' İşine Girmiş
Kaçak sigara soruşturması kapsamında 1 tuğgeneral 27 muvazzaf asker hakkında soruşturma başlatıldı. Askerlerin kaçak sigara servisleri ise şaşkınlık verecek cinsten...
Iğdır, Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Ankara ve Manisa’daki askeri birliklerde bulunan bazı askerlere kaçak sigara gönderdikleri iddiasıyla biri tuğgeneral, 27 muvazzaf asker hakkında soruşturma başlatıldı

ADLİ SORUŞTURMA BAŞLADI
Ankara Ağrı’da yürütülen sigara kaçakçılığı operasyonu çerçevesinde, aralarında bir tuğgeneralin de yer aldığı çeşitli rütbelerde 27 muvazzaf asker hakkında sigara kaçakçılığı iddiasıyla adli soruşturma açıldı. Soruşturmada, Ağrı Garnizon Komutanlığı’nda görevli bazı muvazzaf askerlerin Doğubeyazıt’tan sağladıkları yaklaşık 30 bin paket gümrük kaçağı sigarayı kargo aracılığıyla ya da askeri personel taşıyan araçlarla Iğdır, Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Ankara ve Manisa’daki askeri birliklerde bulunan bazı muvazzaf askerlere gönderdiği anlaşıldı. İsimleri gizli tutulan TSK personelinin iddialarla ilgili ifadelerine başvurulacak.

Teknik takibe takıldılar
Milliyet’in aldığı bilgiye göre, Ağrı’nın Doğubeyazıt Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup Amirliği, bir süre önce bölgede sigara kaçakçılığı yapan gruplara yönelik çalışma başlattı. Geçen Nisan’da başlatılan çalışma kapsamında, mahkeme kararlarıyla yapılan teknik takip ve telefon dinleme işlemleri sonrasında suç örgütünün içinde yeralan kişiler ile yürüttükleri faaliyetler tek tek tespit edildi. Soruşturmada ilk aşamada 60 paket gümrük kaçağı sigara ele geçirilirken, zanlıların üzerindeki kargo gönderi fişleri, banka hesap hareketleri ve telefon dinleme ve fiziki takip çalışmalarına hız verildi. Bu çalışmalar sonrasında savcılık, suç örgütünün içinde bazı TSK personelinin varlığını ortaya çıkardı.

Askere satılıyormuş
Belge ve bilgilerin yapılan analizleri sonucunda, Ağrı Garnizon Komutanlığı’nda görevli bazı muvazzaf askerlerin Doğubeyazıt’tan sağladıkları yaklaşık 30 bin paket gümrük kaçağı sigarayı kargo aracılığıyla ya da askeri personel taşıyan araçlarla Iğdır, Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Ankara ve Manisa’daki askeri birliklerde bulunan bazı muvazzaf askerlere gönderdiği anlaşıldı.

İki albay ve iki yarbay da var
Soruşturmada delillendirme aşamasının tamamlanmasıyla birlikte geçen hafta içinde 1 tuğgeneral, 2 albay, 2 yarbay, 2 binbaşı, 1 teğmen, 9 astsubay, 6 uzman çavuş ve 4 er ile 4 sivil şüphelinin isimlerinin de bulunduğu adli soruşturma dosyası savcılığa gönderildi. Dosyada TSK personelinin isimlerinin yeralması nedeniyle soruşturma savcısı askeri savcılık ile temasa geçerek gerekli bilgilendirmeyi yaptı. Alınan bilgiye göre, bu bilgilendirme sonrasında askeri savcılık adı geçen 27 TSK personelinin ifadesini alarak Cumhuriyet savcılığına gönderecek
Kaynak: Milliyet

Tugay'da Adımız Sigara Kaçakçısı
11 Ocak 2011
Sigara, askeri konvoyla taşınmış. Tugay kantininin parası bile bu işe yatırılmış. Eski Tugay Komutanı Tuğgeneral S.S de ifade verecek.
Sigara çetesini 7 ay boyunca takibe alan polis müthiş bilgilere ulaştı.
Sigara, askeri konvoyla taşınmış. Tugay kantininin parası bile bu işe yatırılmış. Eski Tugay Komutanı Tuğgeneral S.S de ifade verecek...

Sigaraya yapılan zamların ardından pi yasayı sahte sigaralar işgal etti. Polisin çeteleri takibinde ise çarpıcı bilgilere ulaşıldı. Eğitim Daire Başkanı Tuğgeneral S.S de 'şüpheli' sıfatıyla ifade verecek. Ağrı Doğubeyazıt'taki 1. Mekanize Piyade Tugayında patlak veren sigara soruşturmada önemli bir gelişme yaşandı. Doğubeyazıt Başsavcılığı, aralarında eski Tugay Komutanı Tuğgeneral S.S'nin bulunduğu 21 muvazzaf ile 4 erin 'talimatla' ifadesinin alınması için 8 ilin Cumhuriyet Savcılığına yazı gönderdi.

Binbaşıdan sigara siparişi

Teknik-takibe, geçen yılki YAŞ'ta 3. Ordu Komutanlığı'ndan EDOK'a atanan Orgeneral Saldıray Berk'in eski emir subayı Binbaşı A.E. ile emir astsubayı M.K. de düştü. A.E. ve M.K'nin Doğubeyazıt'ta görevli başçavuş S.G'ye sigara sipariş vermesi kayda girdi.

Doğubeyazıt KOM Grup Amirliği, 7 ay önce İran'dan getirdikleri kaçak sigaraları piyasaya süren bir şebekeyi takibe aldı. Polis, mahkeme kararı ile sigara kaçakçılığı yapan Ahmet B. ile oğlu Erhan B'nin telefonlarını dinledi. Baba-oğuldan düzenli sigara satın alan Faris K. ve Ser-can Y'nin dinlemeye düşmesi soruşturmanın seyrini değiştirdi.

'Tugayda adımız kaçakçı'

Bu kişilerin ilçedeki 1. Mekanize Piyade Tugayı'nda görevli erler olduğu anlaşıldı. Faris K. terhis olan bir askerle yaptığı konuşmada, "İş aynen devam ediyor. Tüm Türkiye'ye sigara göndermeye devam ediyoruz. Tugayda adımız kaçakçıya çıktı" dedi.

İki erin konuşmalarında o dönem l.Mekanize Piyade Tugay Komutanı olan Tuğgeneral S.S'nin emir astsubayı S.G ile şoförü uzman çavuş A.Ç dikkat çekti. S.G ve A.Ç'nin görüşmeleri 8 il'de-ki birliklere kaçak sigara sevkiyatı yapıldığını ortaya koydu. Dinlemeye astsubay ve uzman çavuş ile sigara işi yapan 3 albay, 2 yarbay, 2 binbaşı, bir teğmen, ikisi terhis olmuş 6 asker ve astsubayların ye-raldığı 27 askeri personel takıldı.

Paşa'nın aracı da kullanılmış

Emir astsubayı S.G.'nin 24 Nisan 2010 günü kargo ile Afyon'da görevli Binbaşı T.T'ye sigara göndereceği belirlendi. Polis, Savcılık talimatı ile kargoya baskın yaptı ve 60 karton kaçak sigara ele geçirdi. Bu operasyondan sonra sevkiyatlara bir hafta ara verildi. Kaçak sigaralar "KTM" adı verilen askeri konvoydaki araçlar ya da izne giden personel ile sipariş veren rütbeli personellere gönderilmeye başlandı. Astsubay S.G ve uzman çavuş A.Ç'nin görev seyahatlerinde Paşa'nın makam arabasıyla da sigara sevkiyatı yaptıkları öne sürüldü.

Teknik takip döneminde Tugaydan işi yöneten S.G. ve A.Ç'nin 14 ayrı sevkiyat yapıp, Erzurum, Erzincan, Afyon, Manisa, Kars, Ankara, Ardahan ve İğdır'daki birliklere bin 500 karton kaçak sigara gönderdiği tespit edildi. Bu sevkiyatlar karşılığında subay/astsubayların Uzman Çavuş A.Ç'nin hesabına yatırdığı 20 bin TL'lik havalenin kayıtlarına ulaşıldı.

Kantin hesabı bile yatırıldı

Soruşturmada, S.G. ve A.Ç.'nin kaçak sigara paralarını Tugayın kantin hesabından karşıladığı ve ödemeler geldikten sonra parayı yerine koydukları belirlendi. Kaçakçılardan 'vadeli' satın alınan sigaraların Tugay'a getirildiği ve çevre illerdeki birliklere "KTM" adı verilen askeri konvoydaki araçlarla gönderilmesi dinlemeye düştü. Paşanın emir astsubayı S.G ile uzman çavuş A.Ç ile görüşme yapan Ankara'da Yarbay Ü.B, Afyon'da Binbaşı T.T, Erzincan 3.Ordu'da görevli Binbaşı A.E, astsubay M.K, Erzican'da görevli Albay A.S.Ö, İğdır'da Albay H.N.T, Doğubeyazıt'ta görevli Albay H.K, 1.Mekanize Tugay'da görevli Yarbay S.A, Erzurum'da emir astsubayı S.Ş, Manisa'da Binbaşı M.A ile KTM aracında görevli teğmen F.U ile 6 er-erbaş dinlemeye takıldı.

Örgüt lideri emir astsubayı

Fezlekede; astsubay S.G. ile uzman çavuş A.Ç, "Suç işlemek için örgüt kurmak, teşekkül halinde sigara kaçakçılığı yapan örgütün kurucusu ve lideri olmak', 2'si terhis olmuş 6 er örgüt üyesi, Tuğgeneral ve diğer subay-astsubaylar 5607 Sayılı Gümrük Kaçakçılığı Kanunu'na muhalefet etmekle suçlanıyor.

Paşa’yı zora sokan görüşme

O dönem Tugay Komutanı olan Tuğgeneral S.S'yi eski emir astsubayı S.G. ile uzman çavuş şoförü A.Ç.'nin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar zora soktu. Bu görüşmeler Paşa'nın sigara kaçakçılığından haberdar olduğu şüphesini gündeme getirdi.

Polis fezlekesinde Tuğgeneral'in sigara kaçakçılığı olayını bildiği ifade edildi. Sevil'in adı geçtiği konuşmalar ile birlikte dosyaya girdi. Emir astsubayı S.G, Uzman Çavuş A.Ç'yle yaptığı görüşmede, şunları kaydetti: "Komutan beni makama çağırdı. 'Faaliyet nasıl gidiyor onu anlat' dedi. Ben de tüm olayı anlattım. Şimdi makamdan çıkıyorum, olayı bana sordu nasıl oluyor? Hesap-kitapları nasıl yapıyorsun? Nasıl gönderiyorsun diye sordu. Ben de oradaki emir astsubayları ile korumaların adına gönderdiğimi söyledim. İlk 3-4 ay 10-12 karton gönderdik dedim. Daha sonra biraz yüklü gönderdiğimi söyledim."

Komutana arz ediyoruz

Paşanın makam şoförü uzman çavuş A.Ç. ile Erzurum'da bir generalin emir astsubayı S.Ş arasında ilginç bir konuşma geçti. Başçavuş S.Ş'nin "Millet kar ettiğimizi düşünüyor" sözlerine A.Ç, "Biz bu olayları Tugay Komutanı'na arz ediyoruz. O okey dedikten sonra size gönderiyoruz" karşılığını verdi.

İkili arasında bir başka görüşmede A.Ç, "Komutanım para elimizde, kantin hesabından parayı çekiyoruz. Öyle alıyoruz. Elimizde para hazır oluyor, tık para verip alıyoruz ve size gönderiyoruz. Sizden gelince de yerine koyuyoruz" dedi.

Emir astsubayı S.G ile uzman çavuş A.Ç arasında geçen bir görüşme organizasyonun çok dikkatli çalıştığını ortaya koydu. S.G'nin A.Ç'ye, şu ifadeleri kullanıyor: "Komutan işi nasıl yaptığımızı sorunca 'Bu kişiler malı alınca A'-nın hesabına para gönderiyorlar' dedim. Sorun olursa diye hesapta sigara parası gözükmüyor. Hesap (havale) açıklamalarında sigaradan doğan bir paranın gelişi gözükmüyor dedim."
Kaynak: Bugün

Hoşgeldin ziyareti ile fişlemişler!
12 Ocak 2011
'Eşi başörtülü, bizlerle tokalaşmadı. Gereğinin yapılması için bilginize.'

'28 Şubat' sürecinde yaşam tarzı gerekçe gösterilerek önce başka bir ile tayin edilen, ardından da yeni görev yerinde komutanları tarafından "hoşgeldin" ziyareti ile fişlenip ordudan ihraç edilen Üsteğmen Yusuf Önce, eşini kanser eden ve kızını öksüz bırakan dram dolu hikayesini anlattı.
1997'de Hayrabolu'da Tabur ve Sefer Komutanı tarafından 'hoşgeldiniz' ziyaretiyle fişlendiğini belirten Üsteğmen Yusuf Önce,28 Şubatsürecinde 'İslam örgütüne' üye olmak ve disiplinsizlik suçlamalarının ardından YAŞ kararıyla ordudan atılmış. Çok sevdiği mesleğinden atılmasının ardından mesai arkadaşları ve emrindeki askerleri ile vedalaşmasına bile izin verilmeyen Önce, "emir öyle" denilerek taburdan uzaklaştırılmış. Olayın üzüntüsü ile eşi kanser olan Önce, kızına bakabilmek için yıllardır bir marangoz atölyesinde işçi olarak çalışıyor.

Yusuf Önce'nin hayatı 1982'de Kuleli Askeri Lisesi'ni kazanınca değişmiş. 4 yıl askeri lise, 4 yıl da kara harp okulunda okuduktan sonra Polatlı'da Topçu Füze Okulu'nda teğmen olarak göreve başlayan Önce, 2 yıl Tunceli, 4 yıl da Adana'da başarıyla görev yaptı. Adana'da görev yaptığı sırada ilginç olaylar yaşamaya başladığını belirten Önce, lojmanda kalırken eşiyle birlikte orduevlerinde içkili balolara, toplantılara katılmasının istendiğini, ancak buralara gitmediğini söyledi. Balolara gitmeyince hakkında, "Baloya, eğlencelere çağrıldı gelmedi, eşi başörtülü," şeklinde rapor tutulduğunu anlatan Önce, baskılara dayanamayarak tayin istemiş. Tekirdağ Hayrabolu'ya atanan Önce ve eşi hakkındaki fişlemeler burada da devam etti. Önce'ye, Tabur Komutanı Binbaşı Zeki G. ve Tabur Harekât Subayı Yüzbaşı Şenol Ş..., "ailece (hoş geldiniz) ziyaretine gelmek istiyoruz" talebinin geldiğini belirten Önce daha sonraki süreci şöyle anlattı:

"Ancak ziyaretten bir yıl sonra 16 Haziran 1998'de komutanlığa çağrılarak, YAŞ kararı ile disiplinsizlik ve 'İslam Örgütü' mensubu olma suçlarından TSK ile irtibatının kesildiği bildirildi. Evrakları imzaladım. silahımı teslim ederek, birlikte çalıştığım arkadaşlarım ve askerlerimle vedalaşmak istedim. Ancak talebim kabul görmedi. Çalışma arkadaşlarım ve erlerimle günlerdir birlikteydim. Birbirimize hakkımız geçmiştir, onlarla helalleşmek istedim. Ama görevliler bana; (Şu andan itibaren orduyla ilişiğin kesilmiştir. Hemen gidin, kimseyle görüşemezsiniz, emir böyle) yanıtını verdiler. Bu söylenenler karşısında adeta yıkıldım.''

FİŞLEMEYİ YAPAN İKİ KOMUTAN OLAYDAN TRAFİK KAZASINDA ÖLDÜ

İşlemlerin ardından özlük dosyasını kontrol eden Önce, "Bir tutanak gözüme çarptı. Tutanakta Tabur Komutanımın imzaladığı bir evrakı gördüm. Tutanakta şöyle yazıyordu: (Üsteğmen Önce'nin evine ziyarete gittik. Eşi başörtülü, biz erkeklerle tokalaşmadı. Üsteğmen de eşlerimizle tokalaşmadı. Gereğinin yapılması için bilginize.) yazıyordu. Meğer komutanlarımız beni ve ailemi hoş geldiniz ziyareti ile fişlemişler. Çok şaşırdım." dedi.

Yaşananları Allah'a havale ettiğini, iş bulmak için İstanbul'a geldiğini aktaran Önce, bir mobilya fabrikasında işçi olarak çalıştığını ifade etti.

EŞİ ÜZÜNTÜDEN KANSERE YAKALANARAK HAYATIN KAYBETTİ

"Eşim ordudan atılmamın sebebinin başörtüsü, komutanlarımın eşlerinin elini sıkmamak ve namaz kılmak olduğunu öğrenince üzüldü" diyen Önce, hüzün veren hikayesini şöyle sürdürdü:

"Eşim olayın içeriğini öğrendikten sonra içine kapandı, günlerce ağladı. Hayata küstü, hemşireliği bıraktı. Sonra hastalandı. Yapılan tetkiklerden üzüntüden kanser olduğu belirlendi. Tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Şimdi çocuklarımla hayata tutunmaya çalışıyoruz. Bu fişleme beni mesleğimden etti, eşinden ayırdı, çocuklarımı annesiz bıraktı." haber10

Muhammed İsminde Bahriyeli Mi Olur!
18 Ocak 2011

ÇYDD ve ÇEV hakkında açılan davanın avukatlara dağıtılan ek klasörlerindeki belgelerde Deniz Lisesi'ni kazanan öğrencilerin isimlerine dikkat çekiliyor.
Ergenekon soruşturmaları kapsamında ÇYDD ve ÇEV hakkında açılan davanın ek delil klasörleri avukatlara dağıtıldı. 61 ek delil klasöründen her iki demeğin Ergenekon bağlantılarına dair elde edilen deliller sıralandı.

Avukatlara dağıtılan ek delil klasörlerinde, askeri casusluk soruşturması kapsamında Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramada ele geçirilen, Balyoz, Ergenekon ve Poyrazköy davalarını ilgilendiren 8 çuval dolusu belgeyle ilgili tutuklanan İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Kemalettin Yakar ile ilgili bilgiler de yer aldı. Belgelerde Yakar'ın kozmik bilgilere ulaşmak ve şantaj amaçlı kurulan fuhuş çetesi tarafından kontrol altında tutulduğu öne sürüldü.

Ek klasörlerde, emekli Deniz Albay Aydın Ortabaşı'nda ele geçirilen dijital belgede, Deniz Albay Hüseyin Vural imzalı bir e-mail yer aldı. E- mail'de Deniz Lisesi'ni kazanan öğrenciler arasında 8 Muhammed, 5 Enes ile Usame, Taha Yasin ve Huzefye adlı öğrencilerin bulunduğu belirtilerek, "Bu performansta veya mülakatta çocuklarına bu isimleri yakıştıran ailelerin özel tahkikatları herhalde yapılmıştır. Bunun gözden kaçtığı düşünülse dahi Yelkenli Dönemi dahil bu isimlerde bir Bahriye subayı duyulmuş işitilmiş midir?" ifadeleri yer aldı.

FUHUŞ DOSYASI

Poyrazköy davası sanığı Levent Bektaş'tan ele geçirilen fuhuş dosyasıyla ilgili belgeler de klasörlere girdi. Bektaş'tan ele geçirildiği belirtilen belgelerde, fuhuş ve şantaj çetesi soruşturmasında adı geçen Zuhal Azeri'nin ilişki kurduğu kişiler arasında askeri casusluk soruşturması kapsamında tutuklanan Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Kemalettin Yakar da sayılıyor.

NUTUK'U MU ATARSIN KURAN'I KERİM'İ Mİ?

Deniz Albay Hüseyin Vural imzalı e-maildeki, isim fişlemesi akıllara ünlü edebiyatçı İskender Pala'nın, "İki Darbe Arasında" isimli kitabında aktardığı sınav yöntemini akıllara getirdi. 12 Eylül sonrasında “öğretmen teğmen” olarak girdiği ordudan 28 Şubat sürecinde “irticacı” diye ihraç edilen Prof. Dr. İskender Pala, kitabında, askeri liselere başvuran adaylara yöneltilen ilginç sorulara da yer vermişti. Pala, bizzat kendisinin de girdiği sınavlarda öğrencilere, “Bir elinde Kur'an var, diğer elinde Atatürk'ün Nutuk'u. Denize düştün ve tek elle yüzebileceksin, hangisini atarsın?" şeklinde sorular yöneltildiğini bu şekilde dindarlık testinden geçirildiklerine dikkat çekmişti.
Kaynak: Habertürk

Gözaltına Alınacak 16 AMİRAL?

Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen Balyoz'a ait yeni belgeler darbe planının uygulamaya koyulduğunu ortaya çıkardı.
Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki aramada bulunan çuvallardan ele geçirilen belgeler Balyoz Darbe Planı'nı uygulamaya sokulduğunu gözler önüne serdi.

Darbede görev alacak personelin tek tek belirlendiği, darbeye karşı çıkan amirallerin isimleri ve kimler tarafından gözaltına alınacağı ayrıntılı bir şekilde yazıldığı ortaya çıktı.

Darbe karşıtı amiralleri gözaltına alacak personele MP-5 makineli tabanca tahsis edildiği ve yemin ettirilerek muhtıra imzalatıldığı tespit edildi.

AYİM'in terfi ettirdiği paşa

Hükümetin onaylamamasına rağmen Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararıyla terfi ettirilen Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nun albay rütbesiyle 10 Ocak 2003 tarihli hazırladığı şok belgede, "Suga Harekat Planı İcrası'na ilişkin önemli bir detay yer aldı. Donanma Komutanlığı'nın emri doğrultusunda Suga planının icrasına karşı çıkan ve engel olan komutanların gözaltına alınması ve yetki devri içeren tebligatın yapılması amacıyla personel görevlendirilmesinin istendiği belirtilen yazıda, "Görevlendirilen personele MP-5 makineli tabanca tahsiz edilmiş, yemin ettirilerek muhtıra imzalatılmıştır" denildi.

Alpkayaya Kadir Paşa zimmetli

Bu kapsamda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda darbe karşıtı 16 amirali gözaltına alacak askeri personel tek tek belgelerde belirtildi. Dönemin Ege Deniz Bölge Komutanı olan Tuğamiral Hüseyin Hoşgit imzalı belgede gözaltına alınacak komutanların isimleri ve işlemi yapacak askerlerin isimleri tek tek kaydedildi.

GÖZALTINA ALINACAK AMİRALLER

Buna göre Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Alpkaya, özel sekreteri Albap Soner Polat ve o dönem Tuğgeneral rütbesiyle Genelkumay Yunanistan-Kıbns Daire Başkanı olan Kadir Sağdıç (Halen Koramiral-MEBS Komutanı) tarafından gözaltına alınacak. Dönemin Deniz KuvveÜeri Kurmay Başkanı olan Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Metin Ataç, albaylar Semih Çetin (Halen Tümamiral) ve Serdar Okan Kırçiçek (Halen Tuğamiral) tarafından gözaltına alınması planlanırken, dönemin Deniz Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanı olan Deniz KuvveÜeri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit ise albaylar Fatih Ilgar (Halen Tuğamiral) ve Selçuk Güneri tarafından gözaltına alınması planlandı. Tuğgeneral Hoşgit imzalı belgede Tümamiral Ömer Esen-türk, Tümamiral Engin Heper ve Tuğamiral Necati Kurt'un isimleri yer aldı.

Gözaltına alınacak paşalar

Güney Deniz Saha Komutanlığı bünyesinde görevli amirallerin gözaltı yazısını ise son YAŞ'ta tuğamiralliğe yükseltilen Fahri Can Yıldırım hazırladı. Poyrazköy soruşturmasında ele geçirilen belgede "İyi çocuk" olarak adı geçen Yıldırım'ın hazırladığı bu listede gözaltına alınacak darbe karşıtı komutanlar olarak Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Yener Karahasanoğlu, tuğamiraller Nusret Güner, Bülent Bostanoğlu, Ahmet Ak-soy, Ahmet Şenol ve Hüseyin Çiftçi'nin adı geçti. Yine Poyrazköy sanığı Albay Tayfun Duman imzalı bir başka belgede ise darbeye karşı oldukları gerekçesiyle Tuğamiraller Nus-ret Güner ve Ahmet Aksoy'un gözaltına alınmasının istendiği görüldü.

Hassasiyet durumu...

Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek'in emri ile Suga Harekat Planı'nın Koordinatörü olarak görevlendirilen dönemin Albayı Ramazan Cem Gürdeniz'in (Halen Tümamiral) hazırladığı bir başka belgede ise Deniz Kuvvetleri'ndeki 54 paşanın darbe karşısındaki 'hassasiyet' durumu masaya yatırıldı. Darbeye karşı olan generallerin karşısına (-) işaretinin konulduğu dikkat çekerken, halen bazıları Balyoz davasında yargılanan birçok generalin ise karşısında (+) işaretinin konulduğu görüldü. Eski işareti konulan generallerin neredeyse tamamının gözaltına alınacak generaller listesinde yer aldıkları dikkat çeken bir başka ayrıntı oldu.

Bugün


'Kur'an okuttu oruç tuttu, tutuklayın!'
22 Ocak 2011



İnanılır gibi değil! Komutanlar bu sebeplerden dolayı 'sakıncalı' listesine konmuş

FUAT ATİK - İLHAN TOPRAK'ın haberi

Balyoz'u hazırlayan cuntanın, darbeden önce tutuklanmaları için hazırlık yaptığı 16 amirali adım adım izlediği ortaya çıktı. Amiralleri göz hapsine alan subayların, "Müslümanların kutsal kitabı olarak bilinen Kur'an'ı radyodan okuttu", "Ramazan'da bazı günler oruç tuttu" gibi fişlemeleri, komutanları 'sakıncalı' listesine soktu.

Balyoz'un eylem planlarından 'Suga' çerçevesinde İstanbul, İzmir ve Ankara'daki birliklere gönderdiği emirle komutanların tutuklanmasını isteyen DöneminDeniz KuvvetleriKomutanı Oramiral Özden Örnek, amiralleri izleterek fişletti. Şenol'la ilgili her ay tutulan fişleme notlarında "Müslümanların kutsal kitabı olarak bilinen Kur'an'ı okuttu", "Ramazan'da bazı günler oruç tuttu" gibi ifadeler darbe hazırlıklarının en ince ayrıntıya kadar hesaplandığını gözler önüne serdi.

TUĞAMİRALE YÜZBAŞI TAKİBİ

Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen Balyoz belgeleri, başını dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın çektiği yapılanmanın, darbe karşıtı komutanları gözetim altında tuttuğunu gösterdi. Belgelere göre, Oramiral Özden Örnek'in darbe öncesi tutuklanmaları için ağır silahlı 2 subay görevlendirilmesini emrettiği komutanlar, adım adım izlenerek haklarında aylık raporlar tutuldu. İzmir'den TCG Gaziantep Gemisi'nin komutanı Dz. Kurmay Yarbay Ümit Metin adına imzaya açılmış 'gizli' ibareli 'yeniden yapılanma faaliyetleri' konulu bilgi notunda, tutuklanacak komutanlardan Tuğamirel Ahmet Aksoy'la ilgili fişleme bilgileri yeraldı. 2 maddelik notta "Tuğa. Ahmet Aksoy, Ekim 2002 ayında mesai saatleri dahilinde resmi görüşmeler haricinde ziyaretçi kabul etmemiştir. Mesai Sonrası izleme faaliyetleri Ekim ayı boyunca Dz. Yzb. Aykar Tekin tarafından icra edilmiştir. Mesai saatleri sonrası faaliyet programında sıra dışı ziyaret tezpit edilmemiştir. Arz ederim" ifadesi yeraldı.

'RADYODAN KUR'AN OKUTMAK SUÇ OLDU'

Aynı subay tarafından kasım ayına ait raporda ise amiralin mesai saatlerinde, resmi görüşmeler haricinde önemli bir ziyaretçi kabul etmediği belirtildi. Ancak Ramazan ayının ilk iki gününde Aksaz Üs Radyosu'nda yaptırdığı yayın anlatılırken Kur'an'dan 'Müslümanların kutsal kitabı' diye bahsedilmesi dikkat çekti. Notta "Müslümanların kutsal kitabı olan Kur'an'dan bölümler yayınlanmasına izin vermiş, ancak Kurmay Başkanı'nın itirazlarına dayanamayarak yayına son verilmiştir" denildi. Raporda, Aksoy'un mesai saatleri dışındaki ziyaretlerinde sıra dışı bir gelişme olmadığı belirtildi. İki belgedede son değişikliği kaydedenin Balyoz sanığıemekliTuğamiral Ramazan Cem Gürdeniz olduğu tespit edildi.

MİSAFİRLERİNİ BİLE TAKİBE ALDILAR

Darbe öncesinde tutuklanacak 16 komutandan Tuğamiral Ahmet Şenol'un da adım adım izlendiğini gösteren belgeler Donanma'dan çıktı. TCG Kartal Gemisi'nin komutanı Yüzbaşı M. Cem Kızıl'ın imzasına açılan 'şenolkasrap' adlı belgede, Şenol'un da mesai içinde ve mesai sonrasında izlendiği, ziyaretçilerinde herhangi bir olağandışı durum tespit edilemediği belirtildi. Belgede "Ramazan ayında bazı günlerde oruç tuttuğu tespit edilmiştir" fişleme bilgisine de yer verildi.

ŞİFAHİ EMİRLE ATATÜRKÇÜLÜK KONTROLÜ

Gölcük'te ele geçirilen Balyoz belgeleri, darbe yapılanmasına karşı olan komutanların yanı sıra Yunanistan'la Ege'de gerginlik çıkarmayı öngören 'Suga' planında görev alacak personelin de sızmalara karşı gözetim altında tutulduğunu ortaya kodu. 'Takip' isimli, 'yeniden yapılandırma faaliyetleri' konulu 'gizli ibareli' belgede planda görev alacak subay ve astsubayların evlerinin 2 personel tarafından incelendiği belirtilerek şu ifadelere yer verildi:

EVLERE KADAR İNCELEMİŞLER

"Suga harekat planı yeniden yapılandırma faaliyetleri kapsamında aşağıda açık kimlikleri belirtilen görevli personel tarafından; Muğla bölgesinde görevli subay ve astsubayların Kasım ayında Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri ileAtatürkİlke ve İnkılaplarının kontrol edilmesi maksadıyla, evlerinde gerekli incelemeler yapılmıştır. Bu kapsamda takip edilmesi gereken bir duruma rastlanmamıştır. Arz ederim. "

Darbe planında görev alacak personelin kontrol altında tutulduğunu gösteren 'rapor03' adlı bilgi notunda ise 5 astsubayın yaptığı incelemenin detaylarına yer verildi. Notta "Ekim ayı içerisinde Donanma Komutanlığı bağlısı birliklerde görevli astsubayların Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri ile Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılıklarının kontrol edilmesi maksadıyla, ev ve işyerlerinde gerekli incelemeler yapılmıştır" denildi. İncelemelerde, görevli personelin evlerine gelen ziyaretçilerin de takip edildiği belirtilerek olumsuz bir duruma rastlanmadığı not edildi.

AMİRALİN MAİLLERİ KONTROL ALTINDA

'Devrim' isimli bilgi notunda ise Suga'da görev alacak personelin maillerinin de incelendiğini gösterdi. 3 maddelik belgede "Daha önce emredilen listedeki personele ait 18 Kasım-16 Aralık tarihleri arasında e-mail hesap kayıtları EK'te sunulmuştur. ÖzellikleAnkarabölgesindeki personelin e-mail kayıtlarının büyük olması sebebiyle ön incelemeye devam edilmektedir. Diğer bölgelere ilişkin yapılan ön incelemede kayda değer bilgi/belgeye ulaşılamamıştır. Ayrıca özellik arz ettiği belirtilen Tümamiral Murat Bilgel'e ait e-maillerde kişisel veriye rastlanmamıştır" denildi.

YENİ ŞAFAK

Ekmek Teknesi'ndeki Nusret Baba'yı bile fişlemişler...
Nuh GÖNÜLTAŞ
nuhgonultas@gmail.com

Balyozcular'ın hedeflerini gerçekleştirmeleri halinde nasıl bir Türkiye'de yaşayacaktık?

Hayal etmeye çalışıyorum da...

Aslında hayal bile edemiyorum...

Tam bir Pol Pot yönetimi aklıma geliyor.

Gölcük donanmasında ortaya çıkan belgelere göre, ordu içindeki cunta, eğer amaçlarını gerçekleştirip darbe yapabilmiş olsaydı, Balyoz'u planladıkları gibi hayata geçirebilselerdi, Türkiye'de Pol Pot yönetimindeki Kamboçya'da 1975-1979 yılları arasında yaşananların benzerleri yaşanacaktı.

Hiç şüpheniz olmasın, aynen bunları yapacaklardı.

Ele geçen darbe planları söylüyor bunu.

Ne garip aslında Pol Pot da Kamboçya'da Kızıl Kmer gerilla teşkilatını örgütleyerek askeri yönetimi devirerek işbaşına geçti.

İktidarı döneminde 3 milyon 300 bin kişiyi katletti.

Okulları işkencehaneye dönüştürdü.

Yaşlı, genç, kadın, çocuk demeden 7 milyon nüfuslu ülkenin 3 milyon 300 binini öldürdü.

Herkesi pirinç tarlalarında çalışmaya zorladı.

Zamanla pirinç tarlaları ölüm tarlalarına dönüştü.

Peki Balyozcular ne yapacaktı, eğer muvaffak olsalardı?

Bir kere adamlarda cibilli bir din alerjisi olduğu kesin.

Dini olan her şeye karşıydılar ve özellikle dindar kesime yönelik tepelerine binme, tepeleme harekâtını öngörüyorlardı.

Planlamışlardı zaten.

Bombalanacak camileri, öldürülecek, tutuklanacak, üzerine bir karabasan gibi çökülecekleri fişlemişlerdi.

Düşünüyorum da bunları Pol Pot'a benzetmek abartı mı oluyor acaba diye?

Değil değil, vallahi değil, billahi değil.

Gerçekten öyle, bu tabiri hak ediyorlar.

Ülkeyi tam bir işkencehane, tam bir açık hava cezaevine dönüştürecekler, özellikle dindarların tepesine bineceklerdi.

Ben kahraman ordumuzda yetişen subaylarda nasıl bu derece bir din alerjisi olabiliyor bunu anlamakta güçlük çekiyorum.

Bu durumu cuntacıların özellikle liderlerinin cibilli olarak dinimize alerjili olmalarına bağlıyorum.

Değilse Müslüman bir ülkede, Müslüman bir ordunun, Müslüman mensuplarının nasıl bu derece din dışı, din düşmanı, dine karşı, dindar alerjili olabileceğini anlamakta güçlük çekiyorum.

Başka bir makul açıklama bulamıyorum.

Ne istiyorsunuz be adamlar, başı örtülü eşi olan subaylardan?

Ne istiyorsunuz namaz kılan subaylardan?

Ne istiyorsunuz?

Derdiniz ne?

Bir savaş olsa onları "şehit olmaları için" cepheye sürersiniz değil mi?

Neyse...

Size ne söylense az, siz haddi aşmışsınız.

Milleti esir alabilmek için bu kadar plan, bu kadar efor sarf etmenizi başka türlü açıklayamıyorum.

Televizyon dizilerinde namaz kılan dizi karakterlerini bile fişleyecek kadar ileri gitmişler.

Fatih Camii'ni, Beyazıt Camii'ni bombalayacaklarmış zaten.

Ekmek Teknesi dizisinde Nusret Baba'nın namaz kılması bu cibilli din düşmanı cuntacıları rahatsız etmiş.

Nusret Baba'yı bile fişlemişler...

Bu adamlar televizyon kanallarında yayınlanan dizileri kendi dar anlayışlarına göre fişlemişler.

Demek ki bunların yönetiminde ülkede tek kanal olacakmış.

Söz konusu dizileri fişlediklerine göre hemen hepsi kapatılmış olacak...

İşte Ekmek Teknesi hakkında darbecilerin notları:

"Dizide oldukça fazla miktarda dinî temalar içeren 'Hayırlı günler', 'Allah yardımcın olsun', 'Allah her şeyi görür', 'Allah'tan kork', ibareleri kullanılmakta. Yine dizide rol alan Hasan Kaçan isimli şahıs tarafından zaman zaman dinsel içerikli hikâyeler ile kahramanlık hikâyeleri abartılı duygu ifadeleri ile anlatılmakta. Özellikle Osmanlı padişahları ve o dönemin tarihî kişiliklerinin yaptıkları kahramanlıklar yüceltilerek, abartılarak birtakım destansı ve dinî öğeler kullanılarak anlatılmakta, padişahların devlet adamlıkları övülmekte."
(..)

Bugün

Cunta Elemanlarının Vaaz Oyunu
31 Ocak 2011
Donanma'da ele geçirilen 9 çuval belge arasında yer alan 2008 tarihli kaos planının uygulamaya konulduğu ortaya çıktı.
Donanma'da ele geçirilen 9 çuval belge arasında yer alan 2008 tarihli kaos planının uygulamaya konulduğu ortaya çıktı. Gölcük Değirmendere'deki Yüzbaşılar Camii'ni hedef seçen cunta elemanları, 'ortalığı karıştırmak' için merkezî vaaz sistemi frekansına sızmış. Plandaki gibi cami hoparlöründen Kur'an ve ilahi yayını yaptıktan sonra da ihbarda bulunmuşlar.

"Kartal veya Gözcü, en kısa zamanda çevredekilerin duyacakları şekilde Yüzbaşılar Camii ile belediye hoparlöründen dinî yayın yapılmasını, Kur'an okunmasını sağlayacak.

Yayın, cep telefonuna kaydedilecek.

Duyumu alan, ortalığı karıştırmak için polise ihbarda bulunacak. Derhal sivil savcılığı da arayarak ihbarı yenileyecek. Polise, durumu Donanma'ya da bildireceğini, bunların artık hadlerini aştığını söyleyecek."

Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki gizli bölmede ele geçirilen bir belgede yer alan bu ifadeler, kaos oluşturmak için halka nasıl tezgâh kurulduğunu gözler önüne seriyor. Balyoz'daki Çarşaf ve Sakal planlarına benzer bu çalışmanın, plan olarak kalmayıp 2008 yılında uygulamaya konulduğu ortaya çıktı. Gölcük Değirmendere'de görevlendirilen elemanlar, plan doğrultusunda 'irtica yaygarası' koparmak için cami ve belediye hoparlörlerinden Kur'an, ilahi ve vaaz yayını yapılmasını sağlamış. Ardından da ortalığı karıştırmak amacıyla polis ve askerî birliğe ihbarda bulunmuşlar. Ancak her şey planlandığı gibi yürürken, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın imam hakkında başlattığı soruşturma, oyunu bozmuş. Çünkü merkezî vaaz sistemi frekansına çevre apartmanlardan girilerek cami hoparlöründen dinî yayın yapıldığı tespit edilmiş. Şikâyette bulunan Ali Cengiz Kurt'a ise bir türlü ulaşılamamış.


Balyoz davasının görüldüğü mahkemeye gönderilen 43 klasör arasında yer alan söz konusu 2008 tarihli belgede, Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne ait olduğu değerlendirilen toplantı tutanakları yer alıyor. Tutanaklara göre Gölcük Değirmendere'de görevlendirilecek kişilerin irtica görüntülü protesto eylemleri düzenleyerek, kaos ve kargaşa ortamı oluşturması hedefleniyor. Buna göre 'Barış, Fener, Gözcü ve Kartal' koduyla görevlendirilen elemanlar, 'irtica yaygarası' yapmak için cami cemaatlerinin yoğun bulunduğu küçük yerleşim birimlerinde vatandaşın güvenini kazanarak provokatif eylemler yapmayı planlıyor. Cami hoparlöründen Kur'an okutulacağı, bir grubun polis ve askeri birliğe ihbarlarda bulunarak ortalığı karıştırmaya çalışacağı tek tek sıralanıyor.

Belediye hoparlörlerinden yükselen vaaz, cemaati de şaşırttı

Belge ve notlarda geçen konuların Donanma Komutanlığı'nın yanı başındaki Gölcük Yüzbaşılar Mahallesi'nde uygulandığı belirlendi. Yüzbaşılar Mahallesi'ndeki caminin ve belediyenin hoparlörlerine kaçak girilerek vaaz sesleri yükseldiği, Kur'an-ı Kerim okutulduğu öğrenildi. "Camiden Kur'an yayını yapılıyor" iddiası ile Ali Cengiz Kurt isimli bir kişi tarafından cami imamı Haşim Eroğlu hakkında şikâyette bulunuldu. Şikâyet üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı, imam Eroğlu hakkında soruşturma başlatarak ifadesini aldı. Araştırmalar sonucunda, yayının çevreden frekansa girilerek yapıldığı anlaşılınca imam hakkında işlem yapılmadı. Şikâyet eden Ali Cengiz Kurt'un da kim olduğu öğrenilemedi. Yüzbaşılar Mahallesi'nde 1992'den beri yaşayan cami cemaatinden İslam Karaaslan, olup bitenlere tanıklık etmiş. Karaaslan, "Bizim cami hoparlörlerinde ve mahalledeki belediye hoparlörlerinde ikide bir dini vaaz veriliyordu ve Kur'an okutuluyordu. Bu yayınlar belli bir süre devam etti. Önüne geçemedik. Daha sonra camiden yapılıyor, denilerek imamımız hakkında dava açıldı. Biz imamımızın arkasında durduk. Çünkü bizim camiden yayın yapılmadığını biliyorduk. O gün yapılanların, ortaya çıkan belgelerle ne yapılmak istendiğini şimdi çok iyi anlıyoruz." dedi.

O dönemde Yüzbaşılar Camii Derneği başkanlığını yapan Mustafa Saruhan da 2008 yılında bu yayınlara tanık olmuş. Camilerinin merkezi sisteme bağlı olduğu için kaçak yayın girdiğini belirten Saruhan, bunun önüne bir türlü geçilemediğini söyledi. Saruhan, "2008 yılında bu yayın bir süre devam etti. Bunu engellemek için çalışma yaptık fakat olmadı. Ama bir süre sonra bu yayın birden kesildi. Ne için yapıldığını bilmiyorum. Plan olup olmadığı hakkında bilgim yok." şeklinde konuştu.

İsmini vermek istemeyen cami cemaati de o dönemde komutanların cami imamına çok baskı yaptığını ve sık sık cami imamını şikâyet ettiklerini söyledi. Cami cemaati, "Cami hoparlörlerinin askerî lojmanlara çevrildiği iddiası ile ilgili şikâyetler geldi. Ezanın imam tarafından kasıtlı bir şekilde yüksek okunduğu ve uzatıldığı söylendi. Bu oyunları kimin yaptığını o zaman da biliyorduk. Ama elimizden bir şey gelmiyordu. Bugün bu planlar ortaya çıkınca, olayları çok daha iyi anladık." ifadelerini kullandı.

Deniz Kuvvetleri Komutanlı-ğı'nda görevli iki amirale suikast planladıkları iddiasıyla Şubat 2010'da açılan soruşturmada gündeme gelen uyuşturucu partilerinin yapıldığı evler de Yüzbaşılar Mahallesi'nde yer alıyordu.

Kaynak: Zaman


09 Şubat 2011
Casusluk Soruşturmasının 1 Numarası

"Askeri casusluk ve şantaj" soruşturması tamamlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yaklaşık 250 sayfalık iddianame hazırlandı.
İddianamedeemekli Albay İbrahim Sezer'in de aralarında olduğu 16'sı tutuklu 56 sanık yer alıyor.

Kafes Eylem Planı davasının tutuksuz sanıklarından Tuğamiral Şafak Yürekli ile Balyoz davasının sanığı Tuğamiral Fahri Can Yıldırım iddianamede şüpheli olarak yer alıyor.

Soruşturma sırasında şüpheli sıfatıyla ifade veren İşadamı Sadettin Saran hakkında ise takipsizlik kararı verildi

Soruşturma kapsamında mağdur sıfatıyla ifadesi alıınanDeniz KuvvetleriKomutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in kızı Sibel Kuli ve damadı Ali İhsan Kuli "şikayetçi" olmadıkları için iddianamede müşteki olarak yer almıyor.

Ergenekon savcılarından Fikret Seçen'in tarafından yürütülen "Askeri casusluk ve şantaj" soruşturması tamamlandı. Savcı Seçen tarafından hazırlanan iddianame akşam saatlerinde Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi üzerinden başsavcılığa sunuldu.

İDDİANAME YAKLAŞIK 250 SAYFA

Hazırlanan yaklaşık 250 sayfalık iddianamede, aralarında emekli Albay İbrahim Sezer'in de olduğu 16 tutuklu şüpheli yer alıyor.

56 SANIK, 68 MÜŞTEKİ YER ALIYOR

Toplan 56 sanığın ve 68 müştekinin yer aldığı iddianamede, şüphelilerin "Haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, örgüte üye olmak ve örgüte yardım ve yataklık etmek, devletin güvenliğine, iç ve dış yararlarına ilişkin belgeleri yok etmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek, siyasal veya askeri casusluk" suçlarından cezalandırılması isteniyor.

TUĞAMİRALLER ÖRGÜTE YARDIM ETMEKLE SUÇLANIYOR

İddianamede bir numaralı sanık olarak yer alan emekli Albay İbrahim Sezer'in örgüt lideri olduğu iddianamede anlatılıyor. Kafes Eylem Planı davasının tutuksuz sanıklarından Tuğamiral Şafak Yürekli ile Balyoz davasının sanığı Tuğamiral Fahri Can Yıldırım iddianamede şüpheli olarak yer alıyor. Yürekli ve Yıldırım "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek" ile suçlanıyor.

SADETTİN SARAN'A DAVA AÇILMADI

Soruşturma sırasında şüpheli sıfatıyla ifade veren İşadamı Sadettin Saran hakkında ise takipsizlik kararı verildi.

YİĞİT'İN KIZI VE DAMADI MÜŞTEKİ DEĞİL

Msn ve mail kayıtlarının uydudan takip edildiği ve özel fotoğraflarının çetenin elinde bulunduğu öne sürülen ve soruşturma sırasında mağdur olarak ifadeleri alınan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in kızı Sibel Kuli ve damadı Ali İhsan Kuli "şikayetçi" olmadıkları için iddianamede müşteki olarak yer almıyor.

GÖLCÜK BELGELERİNİN SORUŞTURMASI DEVAM EDİYOR

‘Askeri casusluk ve şantaj' soruşturması kapsamında Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramalarda elde edilen belgelere ilişkin ise farklı bir soruşturmanın yürütüleceği öğrenildi. Aramalarda Poyrazköy kazıları ve Kafes Eylem Planı iddialarına ilişkin yeni belgeler elde edildiği belirtilirken, söz konusu belgelere ilişkin soruşturmayıErgenekonsoruşturması savcılarından Murat Yönder'in yürüteceği öğrenildi. aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Eyl 05, 2016 12:38 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Şub 26, 2011 1:43 am    Mesaj konusu: Askeri Şantaj Çetesinin Ödül Tarifesi Alıntıyla Cevap Gönder

26 Şubat 2011
'İyiki Savaşa Girmemişiz"

Kozmik Evrak Bürosu sorumlusu olarak görev yapan emekli Binbaşı Şahin'den şok açıklamalar.
'Çok gizli' belgelerin korunduğu Kozmik Evrak Bürosu sorumlusu olarak görev yapan emekli Binbaşı Şahin, casusluk çetesinin 160 bin belgeyi nasıl ele geçirdiğine yönelik çarpıcı açıklamalar yaptı. Şahin'e göre bu tablo ciddi kadrolaşmanın sonucu...

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) çok gizli projeleri dahil 160 bin gizli belgenin Askeri Casusluk ve Şantaj Çetesi'nden ele geçirilmesi, 'Bu belgeler nasıl korunuyor' sorusunu akıllara getirdi. 'Çok gizli' belgelerin saklandığı Kontrollü Kozmik Evrak Bürosu'nun sorumlusu olarak görev yapan emekli Jandarma Kurmay Binbaşı Kemal Şahin, belgelerin saklama usullerini, sızdırmaların nasıl ve hangi amaçla gerçekleştirilmiş olabileceğini anlattı. Şahin, çift kilitli kapılar ve demir parmaklıklı özel odalarda korunan 'çok gizli' belgelerin nasıl sızmış olabileceğini şöyle izah etti: "Bu kadar gizli belgeye ulaşabilmeleri iyi kadrolaştıklarının kanıtı. Bu darbeci kadrolaşma ile çetenin ortak çalıştığını ortaya koyuyor."

Çift kilitli özel odalar

Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde 1983'ten 1992'ye kadar personel hizmetlerinde görev yapan emekli Binbaşı Kemal Şahin, Kurmay Binbaşı rütbesine yükseldiği dönemde Çanakkale'de İstihbarat Harekat Eğitim Şube müdürü olduğunu söyledi. Bu dönemde 3 boyunca 'çok gizli' gizlilik derecesine sahip Kontrollü Kozmik Evraklar Şube Sorumlusu olarak çalıştığını anlatan Şahin öncelikle 'gizli' ve 'çok gizli' şekilde derecelendirmeyi ve belgelerin nasıl muhafaza edildiğini anlattı:

"Evrakların tasnif dışı, özel, hizmete özel, gizli ve çok gizli şeklinde gizlilik dereceleri vardır. Gizli evrakların saklanması için TSK kendi içinde yönergeler hazırlamıştır. Kontrollü evraklar dediğimiz 'çok gizli' belgelerdir. Bunların kaç suret çıkartıldığı, nerelere gönderildiği, koruma ve imha şekilleri yönergeyle belirlenmiştir. Çok gizli belgeler Kontrollü Evrak Büro'da saklanır. Talimat yönergelerine göre görevliler haricine oraya girebilen sıralı amirler belirlenmiştir. Çok gizli evrak ofislerinin pencereleri demirlidir. Kapıları da iki tane kilit sistemiyle düzenlenmiştir. Bütün belgeler kilitli dolaplarda korunur."

Çürük elmalar tasfiye edilmeli

Emekli Binbaşı Şahin, casusluk çetesinin 160 bin 'gizli' belgeyi el geçirmiş olmasının çetenin darbeci kadrolaşmayla ortak çalıştığına işaret ettiğini kaydetti. Çetenin gizli projeleri satarak para kazandığını hatırlatan Şahin, "Bir savaşa girmiş olsaydık ne yapacaktık? Bunları fuhuş ve şantajla elde etmişler. Bir de kadrolaşmışlar. Müthiş bir organizasyonla çete oluşturmuşlar. TSK çok ciddi şekilde çalışıp bu çürük elmaların tamamını tasfiye etmelidir" şeklinde konuştu.

Kaynak: BUGÜN

Askeri Şantaj Çetesinin Ödül Tarifesi
25 Şubat 2011
'Askerî casusluk, fuhuş ve şantaj' çetesi, en iyi projeleri sızdıranlara 'motivasyon' için prim verip, fuhuş tuzağıyla 'kaliteli görüntü' elde edenleri Antalya'ya tatile göndermişler.
'Askerî casusluk, fuhuş ve şantaj' iddianamesinde yer alan deliller, çetenin vatana ihanette ne kadar ileri gittiğini gözler önüne seriyor. Gizli askerî bilgileri ve savunma sanayiinin kilit projelerini yabancı servislere pazarlayan sanıklar, sorun yaşamadan gerçekleştirilen satışları 'başarılı' diye not etmişler. En iyi projeleri sızdıranlara 'motivasyon' için prim verip, fuhuş tuzağıyla 'kaliteli görüntü' elde edenleri Antalya'ya tatile göndermişler.

'Askerî casusluk, fuhuş ve şantaj' iddianamesindeki ihanet belgeleri gündeme damgasını vurdu. 16'sı tutuklu 56 sanığın ev ve işyerlerindeki aramalarda ele geçirilen 165 bin belge arasında, savunma sanayiinin kilit projelerinin yanı sıra terörle mücadele planları da var. Mahkemenin kabul ettiği 250 sayfalık iddianame, devletin güvenliği açısından gizli kalması gereken bu projelerin yabancı servislere para karşılığı nasıl pazarlandığını deşifre etti. Teröre karşı geliştirilen projeleri sekteye uğratmak amacıyla GES Komutanlığı gibi devletin en stratejik kurumlarında örgütlenen çete üyeleri, "dağ kadrosu için tehlikeli" bulduğu TÜBİTAK projelerini engellemeye çalışmış. Fuhuş tuzakları kurarak elde ettikleri bu projeleri yabancılara sattıktan sonra da 'başarılı' diye not etmişler. Sızdırmayı yapan çete üyelerinin kâr payları performanslarına göre ayrı ayrı hesaplanmış ve önemli projeleri ulaştıranlara prim verilmiş. Çetenin yazışmalarında bir pazarlama işlemi şöyle anlatılıyor: "Yunus projesinin tüm detayları, Denizaltı Projesi, MİLGEM Sonar ve MİLPAS projeleri Necmi Yıldırım tarafından organize edilerek başarılı bir şekilde pazarlanmıştı. Necmi Yıldırım için yapılacak bir ek ödüllendirmenin diğer personelde olumlu bir motivasyon olarak algılanacağı değerlendirilmektedir."

Örgüt yöneticilerinden Tamer Zor- lubaş'a bağlı hareket eden sanıklar Necmi Yıldırım, Ahmet Yasin Erdoğan, Hakan Özergün'ün illegal bir şekilde temin ettikleri Araştırma Merkez Komutanlığı'na ait gizli askerî bilgi ve belgelerin İbrahim Sezer'e ulaştırıldığı tespit edildi. Yurtdışına satılan gizli belgeler arasında, Türkiye'nin savunma sanayii için çok önemli projeler yer alıyor. Yunus Projesi, Denizaltı Projesi, MİLGEM, Sonar ve MİLPAS projeleri bunlardan sadece birkaçı. Şebekenin sızdırdığı gizli projelerin en dikkat çekeni ise Denizaltı Savunma Harbi ve Keşif Karakol Gemisi (MİLGEM). Bu projeyle 'keşif ve gözetleme, hedef tespit, teşhis ve tanıma, erken ihbar görevleri ile üs ve liman savunması, denizaltı savunma harbi, su üstü harbi, hava savunma harbi, amfibi harekât ve karakol faaliyetlerinin icrasının yerine getirilmesi' hedefleniyor. Tamer Zorlubaş tarafından hazırlanarak, İbrahim Sezer'e ulaştırıldığı tespit edilen 2 No'lu CD'de yer alan 'Genel değerlendirme' isimli word belgesinde projelerin sızdırılmasının detayları yer alıyor. Sezer'e hitaben yazılan notlarda söz konusu projeler için kritik nitelemesi yapılıyor. Projeler planlandığı şekilde sızdırıldığı zaman 'başarılı' bir şekilde pazarlandığı' notu düşülmüş. Sızdırmayı yapan çete üyelerinin kâr payları performanslarına göre ayrı ayrı hesaplanmış ve önemli projeleri ulaştıranlara prim verilmesi kararlaştırılmış.

BİR PROJE SIZDIRANA 20 BİN LİRA PRİM

Olayın iç yüzünü deşifre eden notlarda şu ifadelere yer veriliyor: "Pazarlanan dosyalardan kâr payı almaya hak kazanan kişiler detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Sabit ödemelerin aynen devam etmesi, buna karşılık önemli projeleri ulaştıran arkadaşlara prim usulüne göre daha fazla ödeme yapılması iyi olacaktır."

Çetenin yazışmalarına göre, söz konusu projelerin sızdırılıp pazarlanma işleminin planlandığı anlaşılıyor: "Yunus projesinin tüm detayları, Denizaltı Projesi, MİLGEM Sonar ve MİLPAS projeleri Necmi Yıldırım tarafından organize edilerek başarılı bir şekilde pazarlanmıştı. Necmi Yıldırım için yapılacak bir ek ödüllendirmenin diğer personel tarafından da olumlu bir motivasyon olarak algılanacağı değerlendirilmektedir. 20 bin TL'lik bir miktar bu motivasyon için Necmi Yıldırım'a ödenebilir."

'Genel değerlendirme' isimli word dosyasının 21.4.2010 tarihinde Tamer Zorlubaş tarafından oluşturulduğu ve aynı tarihte söz konusu kullanıcı tarafından bizzat kaydedildiği tespit edildi. Şüpheli İbrahim Sezer'den el konulan belgelerde de projelerin satıldığını itiraf eden "Genel değerlendirme" isimli belgenin çıktısı bulundu. Soruşturma kapsamında ele geçen belgelerin tümü 'devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken' dokümanlardan oluştuğu askerî makamlar tarafından tespit edilmiş.

Gizli belge paketi: Ücreti 3 bin dolar

Davanın sanıklarından Yücel Çipli, gözaltına alındığında TÜBİTAK'ta daire başkanı olarak görev yapıyordu. Yücel Çipli'nin oluşturduğu '2007-2009-projeleri.xls' adlı excel belgesinde, 'Sheet2' adlı çalışma sayfasında gizlenmiş bir şekilde yer alan notlarda, Birdem Çetinkaya adının karşısında 'yabancı bir ülkeye bilgi sızdırdığı' yönünde açıklamalar yer alıyor. İddianamede, "Şüpheli İbrahim Sezer'den ele geçirilen flash bellekte bulunan 'Doouments' isimli klasördeki 'notlarim.xls' isimli excel dosyasının, 'notlarım' isimli çalışma sayfasında, 'Birdem Çetinkaya'ya ulaştırılacak gizli belgeler paketi ücret 3 bin dolar' yazdığı tespit edilmiştir.'' deniliyor.
Zaman

Kemalizm mi hedonizm mi?
EYÜP CAN
24/02/2011

Bir 'fuhuş çetesi' ihbarı ile başlayan operasyon belki de Türk Silahlı Kuvvetler tarihinin 'en büyük casusluk davalarından' birine döndü.

4 Ağustos 2010’da emniyete bir ‘fuhuş çetesi ihbarı’ gelir.

Polis hemen harekete geçer.

Dinleme ve takip sonucu TSK mensubu İbrahim Sezer ve Zeki Metsen’in çeteden sık sık kadın temin ettiği anlaşılır.

Bunun üzerine Sezer ve Metsen yakın takibe alınır…

Kadın pazarlamaktan şantaja ilişkiler ağı çorap gibi sökülür…

Fakat asıl dehşet verici tablo emekli Albay İbrahim Sezer ve Zeki Metsen’in ofis ve evleri-ne yapılan baskın sonucunda ortaya çıkar.

Çünkü baskın sırasında hem üst düzey komutanların özel hayatına hem de en stratejik askeri birimlere dair birçok ‘gizli çekim’ ve yaklaşık 165 bin belge ele geçirilir.

***
Savcılık ilk iş ele geçen bilgi ve belgeleri Genelkurmay’a sorar…

Genelkurmay Başkanlığı hızla soruşturma başlatır.

Sonuç?

İddianameye göre bir ‘fuhuş çetesi’ ihbarı ile başlayan operasyon belki de Türk Silahlı Kuvvetler tarihinin ‘en büyük casusluk davalarından’ birine dönüşür…

Çünkü Genelkurmay, savcılığa verdiği cevapta ele geçen belgelerin ‘devlet sırrı’ kapsamına giren çok gizli belgeler olduğunu söylüyor…

Öyle ki davaya bakan hâkimler bile özel gözetim olmadan belgeleri göremiyor.
Bu yüzden tüm bilgi ve belgeler adli emanette.

***
Birçok üst düzey komutanın müşteki, şüpheli, zanlı ve tutuklu sıfatıyla adının karıştığı askeri soruşturma devam ederken dün 11. Ağır Ceza Mahkemesi ‘Askeri Casusluk ve Şantaj Soruşturması’ iddia-namesini kabul etti.

250 sayfalık iddianameyi hızlıca okudum; tek kelimeyle dehşet verici…

Fuhuş, şantaj ve çete kısmını bir kenara bırakıyorum…

İddianameden çıkan asıl önemli sonuç şu:

“Genelkurmay’a ait 165 bin gizli belge ve görüntü casusların eline geçmiş.”
Ne tür belgeler bunlar?

Sadece kozmik odada olması gereken devletin güvenliğine dair yazışmalar.
Gizli askeri tesisler, savaş gemileri ve denizaltılar gibi son derece ‘gizli’ yerlerin gizlice çekilmiş video görüntüleri. TÜBİTAK’a ait çok sayıda gizlilik dereceli projeler.

Genelkurmay’a göre…

Yabancı bir devletin eline geçmesi durumunda yabancı devlete yarar sağlayacak belge ve bilgiler…

Fotoğraf ve görüntüler düzenlenebilecek saldırı ve sabotajlara yönelik bir keşif bilgisi sağlayacak nitelikte…

Açıklanmaları halinde güvenlik güçlerimizin terör örgütüne karşı verdikleri mücadelede zafiyet yaratır…

***

Savcılık iddianameyi kabul edince Ankara Temsilcimiz Murat Yetkin’i aradım.
“İddianameye göre 165 bin belge casusların eline geçmiş” dediğimde hiç şaşırmadı…

Çünkü Ergenekon davası kapsamında askerin yargı ve siyasete müdahalesini gösteren bazı önemli belgeler basına yansıyınca Murat, 21 Haziran 2008’de ‘Genelkurmay kevgire dönmüş’ başlıklı çok yerinde bir yazı yazmıştı.
Hemen o satırları hatırlattı:

“Genelkurmay adeta kevgire dönmüş görüntü veriyor. İnsanın aklına, neticede ülke içi gelişmelere ait bu belgeler bu kadar kolay dışarı çıktığına göre, acaba ülke güvenliğine, terörizmle mücadeleye, hassas istihbarat üzerine belgelerin de bu kadar kolaylıkla çıkıp çıkmadığı sorusu, bu belgelerin rakip ülkelerin, örgütlerin eline geçip geçmediği sorusu takılıyor. Genelkurmay harekât ve istihbarat başkanlıklarının, hangi sivil toplum örgütüyle nasıl ilişki kurulacağından çok, bina güvenliğine sahip çıkmaya çalışmalarında ülke çıkarı açısından yarar var.”

Arkasından ekledi…

“Bu dava Kemalizm’den değil hedonizmden…”

Haksız mı?

Radikal

Yıllar sonra sahte rapor itirafı!
8 Mart 2011

28 Şubat sürecinde, 'namaz kılıyor' 'eşi başörtülü' gibi sebeplerle yüzlerce subay ve astsubayın orduyla ilişiği kesildi.

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla ordudan atılanlardan birisi de Yüzbaşı Mehmet İnkaya olmuştu. Yüzbaşı İnkaya, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in 'Astsubaya mürit olduğu için attık' dediği kişinin kendisi olduğunu söyledi. Mehmet İnkaya, bu durumu yıllar sonra kendisi hakkında rapor tutan astsubaydan öğrendiğini belirterek, "Astsubay arkadaş vicdan azabı sebebiyle emekliliğini isteyip ordudan ayrıldı. Benden de yaptıkları için özür diledi. Bu düzmece rapor sebebiyle yıllarca sürgün hayatı yaşadım." dedi.

Mehmet İnkaya (53), hayallerini süsleyen subaylık için ilk adımı 1979'da attı.TSKüniformasını giydiği 17 yılda meslek hayatında 23 takdir ve teşekkür belgesi alan İnkaya, 1990'lı yılların ortalarında eşinin başörtülü olması sebebiyle komutanlarından baskı görmeye başladı. 2 Ocak 1996'da TSK ile ilişiği kesilen İnkaya, çalıştığı özel kurumlarda da Batı Çalışma Gurubu elamanlarınca takip edildiğini söylüyor. "Ailemle birlikte büyük acılar yaşadım." diyen Mehmet İnkaya, yüzbaşı rütbesinde birçok ile sürgün edildiğini dile getiriyor.

"DÜZMECE RAPORLA HAYALLERİMİ YIKTILAR"

Kırıkkale 9. Zırhlı Tugayı'nda yüzbaşı olarak görev yaptığı sırada hakkında hazırlanan raporla ordudan atıldığını kaydeden İnkaya yaşadıklarını şöyle anlattı: "O dönem de Tugay komutanı olan tuğgeneral, askeri birlikte görev yapan 4 personeli çağırarak hakkımda bir rapor hazırlatacağını ve onların da bu raporu imzalamalarını istemiş. Bu raporda benim bir astsubaya bağlı mürit olarak gösterileceğimi ifade etmiş. Hazırlanan düzmece rapor o kişilerce imzalanıp Yüksek Askeri Şura'ya (YAŞ) gönderilmiş. TSK ile ilişiğim bu rapor üzerine kesildi. O dönemde Genelkurmay Başkanı olan Doğan Güreş, 'Astsubaya mürit olan bir yüzbaşıyı atmayacaktık da ne yapacaktık' demişti. Bir süre sonra bahse konu rapora imza koyanlardan Hüseyin isimli astsubay bana gelerek 'Komutanım genelkurmay başkanımızın ifade ettiği o yüzbaşı sizsiniz, bunu biliyor musunuz? O düzmece rapora ben de imza koydum, dayanamadım, onun için TSK'dan emekliliğimi istedim,emekliolacağım, hakkını helal edin' dedi. Bu da gösteriyor ki, o dönem TSK ile ilişiği kesilen bin 630 kişi bu tür düzmece raporlarla liyakate bakılmadan mağdur edilmiştir."

"BİZİ FİŞLEDİLER, KİMSENİN SESİ ÇIKMADI"

Emekli yüzbaşı İnkaya, ailesiyle Bursa'ya yerleştikten sonra bir takım kişiler tarafından takip edildiğini ifade etti. Telefonlarının dinlendiğini, evine giren çıkanların da fişlendiğini dile getirdi. İnkaya, şunları kaydetti: "Oturduğum sitenin kapıcısına evime girenleri, çıkanları, eve kaçta girip çıktığımı sormuşlar. Polis karakolunda yıllarca form doldurttular. Formlarda 'ahlaklı mısınız?' gibi sorular yöneltildi. 6 ayda bir doldurulan formlar BÇG'na gönderilmiş. Suçum sadece namaz kılmaktı. Tugay'ın bahçesindeki camiye gidiyordum, 'gitme' dediler." Yaşadığı sürgünler sebebiyle çocuklarının eğitiminin aksadığını anlatan İnkaya, çocuklarının 'baba hiçbir yerde aynı arkadaşlarla okulu bitiremedik' dediğini gözyaşları içerisinde anlattı.

Ergenekonve Balyoz darbe planlarının28 Şubatdöneminde hangi görevde olduklarının da araştırılmasını isteyen İnkaya, TBMM'deki tasarının bir an önce yasalaşmasını istedi. Halen bir dershanede yönetici olarak görev yapan İnkaya, sözlerini şöyle tamamladı: "28 Şubat, hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği, keyfi tutumlarla insanların mağduriyet yaşadığı bir dönemdir. Bugün TSK'da çeşitli darbe teşebbüsleriyle tutuklananlar acaba o günlerde hangi görevleri yapıyorlardı, bizim atılmamızda acaba nasıl roller aldılar. Bunların da açıklanması bundan sonraki Türkiye'nin geleceğinde huzur ve mutluluğunda önemli olduğu kanaatindeyim." haber10

'Yıldırım'dan Paşa'ya 3 Rus' iddiası!
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde casusuluk iddiasıyla hazırlanan "Askeri Casusuluk ve Şantaj" davasının İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamesinde çarpıcı bilgiler yer aldı.

10 Mart 2011
Anadolu Haber

28 ek delil klasöründe yer verilen "çok gizli belgeleri" adli emanete teslim eden savcı Fikret Seçen'in sanıklardan Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı'nda Proje Subayı olarak görev yapan Tamer Çetin'e ilginç sorular yönelttiği ortaya çıktı.

Savcı Seçen, Çetin'e emekli albay İbrahim Sezer'den ele geçrildiği öne sürülen 20 subaya ait istihbarat notlarını içeren flashbellek içerisinde "İtalyan İşi/The İtalian Job/İtalyan Amada" adlı klasördeki belgeyi gösterdi.

Klasörde eski genelkurmay Başkanı Yaşar Büyük anıt için "Aziz Yıldırım ona 3 Rus (kadın) verdi. Sonra videoya çekmiş. Şimdi de ağzını açmıyor demiş" şeklinde yazılar olduğu belirtildi.

Habertürk'te yer alan habere göre klasörde Çetin'in Ergenekon'ta tutuklu arkadaşlar için para toplayalım diye devre arkadaşlarına mail gönderdiği de yer alıyor. haber10

'Kalp Krizi mi Komutan Dayağı mı?
12 Mart 2011
4 yıl önce kalp krizi geçirerek öldüğü iddia edilen askerin, kalp krizi nedeniyle değil, komutanların dayak atması sonucu hayatını kaybettiği iddia edildi.
Esat Mengilli 4 yıl önce askeri birliğinde katıldığı koşuda kalp krizinden öldü. Arkadaşları, Mengilli'nin babasını bulup ‘Esat kalp hastası olduğunu söyledi ama komutanları döverek koşturdu' dedi. Baba komutanlara dava açtı...

Afyonkarahisar'ın Emirdağ İlçesi'nde 4 yıl önce vatani görevini yaptığı askeri birlikte teçhizatlı koşu sırasında kalp krizi geçirip kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren Esat Mengilli'nin (27) komutanları tarafından dövüldüğü; kalp rahatsızlığı olduğunu belirtmesine rağmen koşuya zorlandığı ve bu nedenle öldüğü iddia edildi.

Emirdağ 3'üncü Jandarma Eğitim Tabur Komutanlığında 7 Şubat 2007'de meydana gelen olayda, er Esat Mengilli, birliğindeki teçhizatlı koşuya katıldı. Varış yerine az bir mesafe kala aniden fenalaşıp yere düşen ve askeri ambulansa alınarak Emirdağ Devlet Hastanesine kaldırılan Mengilli, doktorların tüm çabalarına rağmen hayatını kaybetti. Doktor raporlarında, askerin kalp krizi sonucu öldüğü belirtildi.

Olaydan bir yıl sonra, vatani görevini tamamlayıp terhis olan bir grup er, Hatay'a giderek ölen Esat Mengilli'nin babasıyla görüştü.

Tekme atılıp sürüklendi

Silah arkadaşları, Mengilli'nin koşu öncesinde ve koşunun sonlarına doğru yere düşmesi nedeniyle komutanları Jandarma Kıdemli Üstçavuş Özay Ayvaz (34) ile jandarma uzman çavuşlar Mustafa Korkmaz (35), Muhittin Baş (34) ve Sinan Almış (34) tarafından tekme ve sopalarla dövüldüğünü öne sürdüler ve bu konuda tanıklık yapabileceklerini belirttiler.

Duydukları karşısında harekete geçen baba Yusuf Mengilli, oğlunu döverek öldürdükleri ileri sürülen 4 asker hakkında askeri savcılığa suç duyurusunda bulundu. Açılan soruşturmada, olay tarihinde Mengilli'nin birliğindeki erlerin tek tek ifadeleri alındı.

Mengilli'nin silah arkadaşlarından Hüsamettin V, ifadesinde, "Mengilli, koşu sırasında yere düştü. Bu sırada Mengilli'yi, tekme atıp yerde sürükleyerek zorla koşturmaya çalıştılar" dedi. Er Halil S. de Mengilli'nin koşu öncesi komutanlarına rahatsızlığı olduğunu bildirdiğini belirterek, "Bunun üzerine astsubay ile uzman çavuşlar Esat'a sopa ile vurdu. Koşuda da yere düşünce aynı kişiler tekmeledi" diye konuştu.

10 yılla yargılanıyorlar

Bunun üzerine 4 komutan hakkında 10 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Önceki gün yapılan duruşmaya, tutuksuz yargılanan komutanlar da katıldı. Ancak komutanların, haklarındaki iddiaları kabul etmedikleri öğrenildi.

'Tabutunu açmayın şehitliği düşer' dediler

Baba Yusuf Mengilli (63) ile anne Fetva Mengilli (60), olayda suçu olanların cezalandırılmasını istedi. 4 kızlarının olduğunu, tek erkek çocukları Esat'ın vatani görevini yaparken yaşamını yitirdiğini belirten Yusuf Mengilli şöyle konuştu: "Oğlumun öldüğü tarihte tabur komutanlığından bizi arayıp Esat'ın koşuda geçirdiği kalp krizi sonucu şehit olduğunu, cenazenin gönderildiğini, tabutu açmamamız gerektiğini aksi halde şehitliğinin düşeceğini söylediler. Biz söylenenlere uymayıp tabutu açtık. Ben çocuğumu vatani görevini yapması için gönderdim. Birkaç kişinin dövülmesi sonucu öldü. Tabur içerisinde bu olayı örtbas etmeye çalıştılar."

Bugün

Çetin Doğan TÜRKÇE'YE Savaş Açtı
14 Mart 2011



Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, Çetin Doğan'la ilgili önemli itiraflarda bulundu. Zeybek, Doğan'ın başörtüsüne ve Türkçeye savaş açtığını söyledi.
Bugün'e konuşan DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, Çetin Doğan'la ilgili çarpıcı itiraflarda bulundu. Zeybek, Çetin Doğan'ın, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Ahmet Yesevi Üniversitesi'ne mütevelli heyeti başkanı olarak atandıktan sonra Türkçe'ye savaş açtığını söyledi.

İşte o röportajdan ilgili bölüm;

DOĞAN ÖNCE BAŞÖRTÜSÜYLE SONRA DİN DERSİ İLE SAVAŞTI

*Uzun yıllar Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti başkanlığı yaptınız, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sizin yerinize Çetin Doğan'ı atadı. Doğan'ın atanmasıyla Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde neler değişti?

Hemen gelir gelmez başörtüsü yasağı getirdi, trajikomik şeyler oldu. Üniversite bitirmeyen bir insanın bir üniversitenin başında ne işi var sorusu da ilginç bir sorudur. Üniversite başka bir şeydir, akademi başka bir şeydir. Hayatı boyunca savaşmaya göre yetişmiş bir insan üniversitenin başına getirilirse ne yapar? Savaşır. Çünkü, hayatı savaşmak. O da ilk önce başörtüsü ile savaştı, ilk icraatı başörtüsü savaşı. Bırakın üniversiteyi de bizim Bahçelievler'de küçük bir binamız vardı, o binanın kapısına "Burası kamusal alandır, buraya başörtüsü ile gelmek yasaktır, gelen olursa kime geliyorsa o sorumlu tutulacaktır" diye yazı yazdılar. Bu dediğim yer irtibat bürosu, öğrencilerimizin anneleri durumlarını sormak için ve çocuklarına harçlık göndermek için geliyor, "İçeri giremezsin, başörtün var, aç" diyor. İkinci olarak Ahmet Yesevi dersi adı altında din dersi koymuştuk, onunla savaştı.

TÜRKÇE DERSLERİNİ KALDIRTTI

* Bam telinize mi bastım? Çok dertlisiniz...

Benim 60 tane lisem vardı, onları kapattı. O bölgede Türkiye Türkçesi öğretmek için açtığım 60 lise vardı, hepsini kapattı. 3 tane üniversitede birisi Rusya'da olmak üzere Türkoloji bölümleri açmıştım, onları kapattı. Bir öğretmen tayin ediyoruz oraya, 100 Dolar maaşla. Bütün okula Türkiye'yi öğretiyor, Türkiye Türkçesi öğretiyor, Türkiye'yi sevdiriyor. Harika bir sistem. Bunu gitsin birisi açsın şimdi veriyorlar mı? Kampusun içinde bir mescit projesi vardı, onu yapmaya uğraşıyorduk, kaldırdı.

ASKERLER ÜNİVERSİTEYİ SARDI

* Üniversitede devrim mi yaptı?

Ankara'nın başına bir tuğgeneral getirdi koydu, İstanbul'da bir büromuz vardı bir albay getirdi, Türkistan'daki üniversitenin başına 4 tane albay getirdi, Kazaklar, "Türkiye ordu mu kuruyor? Bizimle savaş mı yapacak?" diye bana sordular, "Yok, kendisi subay olduğu için arkadaşlarını getiriyor" dedim. Bu arkadaşlar içinde çok değerli olanlar da vardır, o ayrı bir bahis, ben kişilerle ilgili söylemiyorum, üniversitenin her tarafı albaylarla donatılırsa. Görev teslim almaya geldiği zaman bir manga askerle sardılar bizim buradaki yerin etrafını. Öyle teslim aldı. Ben çağırıyorum, "gel, teslim edeyim" diyorum, ama ondan önce bir manga asker geliyor, binanın etrafını sarıyor, başlarında bir başçavuş. Böyle tuhaf bir şey, devir teslim sırasında, sanki 28 Şubat müdahalesi yapılıyor. Maalesef böyle oldu. Benimle de mücadele etti, savaştı. Karşısına hedef tahtaları koyup savaşıyordu. aktifhaber

Astsubay İntihar Etti
26 Mart 2011
Kocaeli’de bir astsubayın yalnız yaşadığı evinde intihar ettiği iddia edildi
Kartepe ilçesinde bulunan Cengiz Topel Deniz Hava Üst Komutanlığı'nda görevli astsubay Emrah Zorlu'nun(26), tek başına kaldığı Atakent Sitesi’ndeki evinde intihar ettiği ifade edildi. Silah sesini duyan Zorlu'nun komşuları polise haber verdi. Kapıyı kırarak içeri giren polis ekipleri, Zorlu’yu kanlar içinde gördü. aktifhaber

Sezer Ve TSK'dan Gül'e Türban Baskısı
26 Mart 2011

Wikileaks Belgelerinden AK Parti Hükümetinin İlk MGK Toplantısı Çıktı.
10 Aralık 2002 tarihli "kişiye özel" ibareli telgrafı, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nden Müsteşar Robert Deutsch kaleme almış. Başlığı, "Türkiye'de Karar Verme Süreci: AK Parti'nin Milli Güvenlik Kurulu'yla Tanışması" olan telgrafın tam metnini sunuyoruz:

(1)ÖZET: Birbirinden tamamen farklı ve iyi konumdaki kaynakların (Büyükelçiliğin irtibatta olduğu farklı çevrelerden kişiler kastediliyor) öngördüğü üzere, İslamî etkilenimli AK Parti hükümeti, iktidara gelişinden sonraki ilk Milli Güvenlik Kurulu toplantısı olan 29 kasım buluşmasında, "mürteci" İslam'ın teşkil ettiği tehlikeler konusunda bir nutuk dinledi. (AK Partili Başbakan Gül'e, 9 aralıkta, Genelkurmay Başkanı'na yaptığı nezaket ziyareti sırasında "irtica tehlikesi" konusunda ayrıca bir brifing dinletildi.) Bu nutuk, Türklerin, seçilmiş hükümetlerle Kıbrıs, Irak, reform ve ABD açısından merkezî önem taşıyan diğer konularda Türkiye'nin nasıl bir tepki vereceğini doğrudan etkileyen Devlet'in kudretli unsurları arasında kalan karar verme sürecini bir yönüyle ortaya koyuyor. ÖZETİN SONU.

Başörtüsünü hiç konuşmayalım

(2) İşittiğimiz aktarımlara göre, 29 kasım toplantısında, Ordu, Cumhurbaşkanı Sezer'in arka çıkmasıyla, Türk kamu görevlilerinin başörtüsü giymesine ilişkin yasağın kaldırılıp kaldırılamayacağı konusunu tartışmaya açmanın sözkonusu bile olamayacağını AK Parti'ye açıkça söyledi. Sezer'in bu konuda Gül'e, "Konu kapanmıştır" dediği anlatılıyor.

Arınç'ın eşiyle gelmesine tepki

Toplantıdan önce, Genelkurmay Başkanı General Hilmi Özkök ve diğer Genelkurmay Komutanları, geçen ay Sezer'i bir dış geziye uğurlarken yanına başörtülü eşini de alarak tartışma yaratan Parlamento Başkanı Bülent Arınç'a yaptıkları "nezaket" ziyaretlerini gayet kısa bir üç (3) dakika ile sınırlandırmışlardı. (Büyükelçi, sürenin bu kadar kısa olmasının Washington'da inandırıcı bulunmayabileceğini ve muhataplarının, bir yazım hatası yaptığını düşünebileceklerini hesaba katmışçasına, 3 dakikayı hem rakamla hem yazıyla vurgulama gereği duymuş.)

Resmî fotoğraflar, Arınç'ı, iki yanında Özkök ve diğerleriyle çevrelenmiş halde, biraz zoraki bir edayla otururken gösteriyordu. Bu ziyaret, askeriyenin ve müesses nizamın diğer unsurlarının nispeten daha pragmatik ve makûl buldukları Gül'e daha önce yaptıkları yirmi dakikalık ziyaretle belirgin bir tezat oluşturdu.

İstikameti asker belirleyecektir

(3) Anayasa'ya göre, sadece bir danışma işlevi gören MGK, geleneksel olarak Türk askeriyesinin istikamet çizgisini resmen belirlediği ve eğer buna gerek görülürse, Türk siyasetinde neyin doğru, neyin bozuk gittiği konusunda, seçilmiş hükümete uyarılarda bulunduğu yerdir.

Mesela, Türkiye'nin İslamcı Refah Partisi liderliğindeki hükümetin 1996'da iktidara gelmesinden sonra, MGK, İslami "irticacıların" ulusal güvenliğe karşı (PKK'nın o zamanlar aktif durumdaki silahlı isyanıyla birlikte) birinci dereceden bir tehdit oluşturduğunu kamuoyuna açıkladı.

1999'da, Milliyetçi Hareket Partisi, Bülent Ecevit liderliğindeki koalisyona katıldığında da "milliyetçi mafya"nın tehdidi konusunda benzer bir uyarı yapılmıştı.

Değişmez madde endişesi var

(4) Aynı zamanda, askeriyenin, 1997'de Refah hükümetine karşı "postmodern" darbe gerçekleştirmesine yardım eden Batı Çalışma Grubu'nda da çalışmış eski bir MGK personeli, diğer birçok kişinin de bize söylediği bir şeyin altını çizdi: Ordu, AKP'nin, 1982 Anayasası'nın Türkiye'yi, muğlak biçimde tanımlanmış da olsa dar "laik" ve Atatürkçü sınırlar içinde dondurmak üzere tasarlanmış olan başlangıç bölümünü ve değiştirilemez ilk dört maddesini değiştirmek için anayasayı değiştirmeye ya da yeniden yazmaya kalkışmasından endişe duyuyor.

İrtibatta olduğumuz kişi, bizzat tanıdığı Türk Genelkurmayı'nın subayları arasında, AK Parti'nin askeriye ve müesses nizamın geri kalanıyla uzlaşmak yerine, ONLARI İslamcı bir şekilde dönüştürmeye çalışacağı yönündeki atadan kalma korkuyu bize gayet canlı bir şekilde tarif etti.

Kırmızı çizgiyi bilmeden aşabilir

(5) Türk Anayasa Mahkemesi'nin (Yüksek Mahkeme) uzun süredir görev yapan bir hâkimi, askeriyenin ve müesses nizamın diğer unsurlarının AK Parti'ye yaklaşımı konusunda benzer şekilde konuştu. Hâkime göre, siyasetin anahatları belirlenirken karşılaşılan en büyük sorun, "laikliğin" ve Atatürk'ün ilkelerinin muğlak özünden kaynaklanıyor. Ordunun, kuralları tanımlarkenki (ya da tanımlamaktan kaçınırkenki) nüanstan yoksun genellemeci yaklaşımı bir kriz yaratma riski taşıyor; teorik olarak, AK Parti, askeriyenin "kırmızı çizgi"lerinden birini o çizginin nerede olduğunu bilmeksizin aşabilir.

(6) Hâkim, bize bu "yönlendirme"nin (komutanların MGK'daki yönlendirmesi kastediliyor) demokratik değerlere aykırı olduğunu ve sadece seçilmiş siyaset sınıfı üzerinde değil, bireysel haklar ve siyasi özgürlükten ziyade ideolojik statükonun korunmasına odaklanma eğilimi gösteren yargının karar süreçlerinde de muazzam bir etki yaptığını kaydetti.

Özkök açık fikirli ve oruç tutuyor

YORUM

(7) AK Parti ile askeriye arasında gelişmekte olan ilişkiyi değerlendirirken, Özkök faktörü de, Erdoğan'ın karakteri kadar önem taşıyacaktır. Özkök'ün daha açık fikirli bir askerî lider olduğu söyleniyor (başka şeylerin yanı sıra, Ramazan'da da oruç tutuyor.) 1996'dan beri, Türkiye'de başbakanlarla genelkurmay başkanları arasında sınırlı bir diyalog var. Böyle bir diyalogu kurmanın zorluğuna karşın, AK Parti ile Türkiye'nin askerî liderliğinin daha kolay bir diyalog kurabilmeleri Türkiye'nin çıkarına olacaktır. Bu bağlamda, bazı AK Parti liderleri, Arınç'ın hareketlerinin –ki bunlar, onun sadece tabanın çıkarlarına verdiği desteği değil, aynı zamanda kendisinin, Meclis Başkanı olarak, parti lideri Erdoğan'dan ve AK Parti hükümetinin politikalarından bağımsızlığını da göstermek için tasarlanmıştı– zamanlamasının yanlış olduğunu teslim ediyorlar. Başörtüsü olayı, sadece generaller arasındaki endişeyi tahrik etmedi, aynı zamanda, daha yolun başında, askeriye içindeki katı tutumluların eline bir konu vermiş oldu.


Devlet politikası dokunulmaz mı

(8) AK Parti kendini, Türklerin çoğunluğunun, sosyal politikalar da dahil olmak üzere daha temiz ve daha adil yönetişim için duydukları arzunun temsilcisi olarak görüyor. AK Parti aynı zamanda, Kıbrıs konusunda ve diğer dış politika meselelerinde, dokulara nüfuz etmiş olarak tarif ettiği "çözümsüzlük" yaklaşımından uzaklaşmak istiyor. Bu son konu açısından, Türkiye, Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs planına doğru ilk adımı atmış görünüyor çünkü Erdoğan, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'nün ifadesiyle "Devlet'in politikaları" haline gelen, yani hiçbir hükümetin dokunmaması gereken konulara taze bir bakışla bakmaktan yana. AK Parti, müesses nizamın dokulara nüfuz etmiş olan çıkarlarını yerinden oynatmanın kolay olmadığını hızla öğreniyor ve AK Parti'nin reform, Kıbrıs ve ABD açısından merkezî önem taşıyan diğer konularda, askeriyenin ve Devlet'in diğer unsurlarının da hazmedebileceği aktif bir yaklaşım geliştirip geliştiremeyeceğini göreceğiz. aktifhaber


Wikileaks belgeleri: Yolsuzluk bir kanser gibi sardı
KORPORATİST KÜLTÜR
28 Mart 2011

(2) İrtibatta olduğumuz şahıslar bize, kişisel çekişmelere karşın, Türk Genelkurmayı’nı birbirine bağlayan belli kurumsal içgüdülerin de kuşkusuz mevcut olduğunu hatırlatıyorlar. Bu içgüdüler şunları kapsıyor:
(1) Kemalizme olan sarsılmaz bir bağlılık (Atatürk’e tapınma ve ordunun, Devlet’in sivil denetimden muaf, yüce ve korkutucu muhafızı olma görevine duyulan inanç): (2) Alt rütbelerde bireysel inisiyatifi hoş görmeyen katı bir şirket (corporate) kültürü; (3) “Laikliğe” katı bir bağlılık ve Türkiye’nin İslam’la kültürel olarak özdeşleştirilmesinin ötesine geçen her şeyden duyulan korku; (4) Sahip olduğu bol teşvikler, bütçe dışı fonlar, yüklü emeklilik fonları, maaşlı rahat işler (burada “arpalık” diye de tercümesi mümkün olan “sinecure” kelimesi kullanılıyor) ve diğer imtiyazlar konusunda kuvvetle korumacı olan içe dönük bir kültür (XXX bize somut örnekler verdi): (5) Kürtlerden duyulan derin şüphe; (6) Kıbrıs’ta her türlü pratik çözüme karşı direniş; (7) Askeriyedeki yolsuzluk kanseri ve Türk Genelkurmayı’nın kendini temizlemek konusundaki ortak gönülsüzlüğü:

Rus kızlarla silah partisi

––(Askerî ) alım skandalları (irtibatta olduğumuz birçok kişi İsrail’e verilen M-60 tankları ve F-4 savaş uçağı modernizasyon ihalelerinde rüşvet döndüğüne ilişkin ısrarlı haberleri gündeme getiriyor; savunma alanında önde gelen bir Batılı müteahhitlik şirketinin Türkiye’de yaşayan yabancı uyruklu üst düzey temsilcisi de bize, Bell helikopterlerinin rakibi olan Kamov’un ve diğer Rus şirketlerinin Türkiye temsilcisi olan Rusya yanlısı meşhur işadamı Ali Şen tarafından, 2002 ağustosunda, deniz kıyısındaki tatil beldesi Bodrum’da Türk subayları için verilen ve çok sayıda Rus tele-kızın katıldığı partinin ayrıntılarını anlattı):

Taraf

Erhan Başyurt/ Bugün
03 Nisan 2011
Genelkurmay'ın "skandal" yanılgısı



BUGÜN, Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Nöroloji bölümünde 20 er üzerinde, izinleri alınmadan yasa dışı şekilde deneyler yapıldığını ortaya çıkardı.

Hareket bozukluğu (diskinezi) rahatsızlığı bulunan ve birliklerinden tedavi amaçlı olarak gönderilen erler, herhangi bir bilgilendirmede bulunulmadan "elektromanyetik alan" deneylerine tabii tutulmuş.

Neredeyse "hazır ol" vaziyetinde koltuklarında oturan erlere, "tanı" ve "tedavi" amaçlı olmadığı video kaydına alınmasından da belli şekilde, art arda elektroşok veriliyor.

Kimi kasılıyor, kimi kıvranıyor, kiminin bilinci kapanıyor...

20 erin 3'ünde elektroşoklar sara (epilepsi) nöbetlerini tetikliyor.

Deney tamamlandıktan sonra da askerliğe elverişsiz oldukları gerekçesiyle hepsi terhis ediliyor.

GATA Nöroloji'de görevli 6 doktor, bu deneyleri bilimsel (!) bir rapora dönüştürüyor.

23 Nisan ve 11 Kasım 2008'deki iki ayrı ulusal kongrede bu bulgular paylaşılıyor.

6 doktor, bilimsel (!) çalışmalarını 12 Eylül 2009'da uluslararası alana da taşıyor.

İtalya'nın Floransa kentindeki Dünya Nöroloji Kongresi'nde sunuyorlar.

Şimdi sıkı durun...

Yapılan bu çalışmanın tamamı yasa dışı ve suç.

Birincisi, erler üzerinde deney yapılması yönetmelikle yasak.

İkincisi, üzerinde deney yapılan insanlar bunu tedavi amaçlı sanıyor.

Üçüncüsü, deneylerden 3 er sara nöbetleri tetiklenerek, zarar görüyor.

Dördüncüsü, deney yapmak için Sağlık Bakanlığı Etik Kurulu'ndan izin alınmamış.

BUGÜN bu skandallar zincirini ortaya çıkarınca, Genelkurmay'dan ilginç bir açıklama yapıldı.

"Bu çalışma için 27 Ocak 2009'da GATA Etik Kurulu'ndan onay alınmıştır."

Skandalın kahramanları maalesef Genelkurmay'ı da yanıltmış.

Birincisi, deneyler 2008'de bitirilmiş. 2009'da geriye doğru izin alınması da söz konusu değil.

İkincisi, erler üzerinde deney yapılması zaten mümkün değil.

Üçüncüsü, GATA Etik Kurulu'na yapılan başvurunun üzerinde "Sağlık Bakanlığı'nın izin vermesi şartı ile" notu düşülmüş.

Sağlık Bakanlığı da böyle bir başvurunun olmadığını açıkladı. Olay üzerine inceleme başlattıklarını ve GATA'dan da açıklama istediklerini kaydetti.

Yani ortada üzerinin örtülmesi mümkün olmayan ve şüpheye mahal bırakmayan bir "kobay erler skandalı" var.

Sadece erlerin değil Genelkurmay'ın da yanıltıldığı ve açığa düşürüldüğü bir skandal.

Bu skandal herhangi bir Batılı ülkede yaşansaydı yer yerinden oynardı.

Medya ve yürütme olaya seyirci kalmaz, muhalefet susmazdı.

Sorumlulara bir an önce görevden el çektirilir, üst sorumlular da ya istifa eder ya da halktan özür dilerlerdi.

Meclis ve savcılık soruşturması açılır, gerçeklerin ortaya çıkması sağlanırdı.

Türkiye'de de vicdan sahiplerinin daha fazla seyirci kalmayacağına inanıyorum.

Başta Genelkurmay, herkesin üzerine düşeni, kamuya ve hukuka karşı sorumluluklarını yerine getireceğini düşünüyorum.

BUGÜN Gazetesi olarak, yalnız da kalsak, skandalı sonuna kadar takip etmekten vazgeçmeyeceğiz.

Türkiye'de de "erlerin canları" Batı'dakiler kadar değerli olduğu günler gelene kadar, hiç değilse tarihe not düşeceğiz.
Bugün

"Yüzbaşı Beni Dövüp Camdan Attı"

06 Nisan 2011
Kışlada ‘ağaçtan düştü’ denilen asker, yoğun bakımda ayılıp babasına gerçeği anlattı: Yüzbaşı beni revirde dövdü, sonra da camdan aşağı attı.
Van’ın Erciş İlçesi’nde askerlik yapan Yakup Yorgun’un ailesine “Oğlunuz ağaçtan düşerek ağır yaralandı” bilgisi verildi. Ancak hastaneye giden aile çok farklı bilgilere ulaştı. Baba Ahmet Yorgun, oğlunun ağaçtan düşme değil, dövülerek komaya sokulduğu iddiasıyla Van Askerî Mahkemesi’ne başvurdu. Baba suç duyurusu dilekçesinde “Oğlumuz bir uzman çavuş tarafından dövüldü ilk olarak. Yaralanınca götürüldüğü birlik revirinde de yüzbaşı ve diğer askerler tarafından dövülüp üçüncü kattan atıldı” dedi.

Kışlada askere kötü muamele, dayak iddialarına bir yenisi eklendi. Van Erciş’te askerlik yapan 21 yaşındaki Yakup Yorgun, 21 Mart 2011 tarihinde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde buldu kendini. Yorgun hemen yoğun bakıma alınırken, babası Ahmet Yorgun’a “Oğlun ağaçtan düştü. Ayaklarında kırık var sadece” bilgisi verildi. Panik içinde hastaneye koşan baba Yorgun, inanılmaz bir görüntüyle karşılaştı. “Sadece ayağında kırık var” denilen oğlu, yoğun bakım servisinde cihazlara bağlı olarak yaşatılıyordu. Doktorlardan “Beyninde ödem oluşmuş” bilgisini de alan Ahmet Yorgun, daha sonra yaşadıklarını şöyle anlattı:

Yoğun bakımda konuştu

“Hastanede oğlumun yanındayken 0 5......... numaralı telefonu arayan ve kendisini ‘Uzman Çavuş Fatih’ olarak tanıtan kişi oğlumu bir yüzbaşı ile iki askerin dövüp üçüncü katın camından attığını söyledi. Bu arada kendisine gelen çocuğum da bana aynı yüzbaşının ismini verip ‘Beni dövdü, camdan attı’ dedi. Sonra oğlumun hastanelik edildiği gün bir uzman çavuşla kavga ettiğini, revire götürüldüğünü öğrendim. Revirde o yüzbaşı ve yanında bulunan iki askerî personel oğlumu dövüp üçüncü katın camından atmışlar.”

Askerî Mahkeme’ye başvuru

Ahmet Yorgun daha sonra avukatı Zeki Yüksel aracılığıyla Van Askerî Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Yorgun, suç duyurusunda başta yüzbaşı O.S olmak üzere oğlunu bu hale getirenlerden şikâyetçi olduğunu belirtti. Avukat Yüksel, “İki gün önce hastanede Yakup Yorgun’la konuştum bende. Bana kendisini 3. kattan atanın Yüzbaşı O.S olduğunu söyledi. Biz de Van Askerî Mahkemesi’ne olayın aydınlatılması ve faillerin ortaya çıkarılması için suç duyurusunda bulunduk. Dilekçemizde bahsettiğimiz telefon görüşmesi ile ilgili askerî savcılık iletişimin tesbitini isteyecek. Ayrıca ifadeler alınacak” dedi.

Bu arada ağır yaralı olan Yakup Yorgun tedavisinin sürmesi için Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edildi.

Taraf

Amiral Kızlarına Kurulan Seks Tuzağı!
21 Nisan 2011
"Şantaj ve askeri casusluk" davasının ek delil klasörlerinde dehşet veren belgeler ortaya çıktı. Ortaya çıkan belgelerde, amiral ve ailelerine kurulan plan deşifre oldu.
Şantaj ve askeri casusluk" iddianamesinin adli emanette tutulan ek delil klasörlerinde yer alan belgeler, Deniz Kuvvetleri'nin yürüttüğü çok gizli savunma sanayi projelerinin çete tarafından özel şirketlere ve yabancı ülkelere pazarlandığını gözler önüne serdi.

Aralarında emekli Albay İbrahim Sezer'in de olduğu 17'si tutuklu 56 sanık hakkında, 1 ile 172,5 yıl arasında değişen hapis cezaları istemiyle açılan davanın ilk duruşması dün yapıldı. 254 sayfalık iddianamenin delil klasörleri arasında yer alan belgeler Deniz Kuvvetleri Araştırma Merkezi Komutanlığı'nın (ARMERKOM) yürüttüğü çok gizli ve önemli projelere ilişkin bilgilerin çete tarafından başkalarına pazarlandığını ortaya koydu.

Tutuklu sanıklardan Deniz Albay Tamer Zorlubaş tarafından hazırlanan bir belgede gizli projelerin pazarlanması için şu öneriler yer aldı:

* Pazarlanan dosyalardan kâr payı almaya hak kazanan kişiler detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Sabit ödemelerin aynen devam etmesi buna karşılık önemli projeleri ulaştıran arkadaşlara pirim usulüne göre daha fazla ödeme yapılması iyi olacaktır.

* SSM'nin kendi uzmanlarını yetiştirmesinden dolayı ARGE projelerine çok müdahil olması uzun vadede daha çok problemlere yol açabilir. Şu an HAVELSAN yapılanması önemli ölçüde tamamlandı. HAVELSAN, ARMERKOM'u devre dışı bırakabilir.

* Modernizasyon projelerinde daha rahat hareket edildiği arkadaşlarımızın genel kanaati.

* AYKA Projesi'ndeki torpido alımlarından dolayı ilgili kişilere bu adımlara karşılık bağlılığı belirtecek ödemenin henüz yapılmamış olması kısmi problemlere sebep olmaktadır. Transferin gerçekleşmesi iyi olur. Cem Gür de niz, İz zet Ar tunç ve Necmi Yıldırım mutlaka ödüllendirilmeli.

* Projeleri adımıza takip eden arkadaşların kendilerine rakip olarak gördükleri kişiler, işlerimize engel olduğu düşünülen kişiler Ankara Personel'den Bnb.Hüseyin Arslan'a iletildi. Takip edilmesinde fayda var.
* Yunus Projesi'nin tüm detayları, Denizaltı Projesi, MİLGEM SONAR ve MİLPAS projeleri Necmi Ylıdırım tarafından organize edilerek başarılı bir şekilde pazarlanmıştı. Necmi Yıldırım için yapılacak bir ek ödüllendirmenin diğer personel tarafından da olumlu bir motivasyon olarak algılanacağı değerlendirilmektedir.

KOMUTANLAR ÇETENİN 'KOLİSİ'NDE

Bugün'de yer alan habere göre, Askeri Casusluk ve Şantaj Çetesi'ne yönelik hazırlanan iddianamenin ek delil klasörleri, fuhuş yoluyla TSK personelini nasıl tuzağa düşürdüğünü ve şok fişlemeleri de gözler önüne serdi. Aralarında amirallerin de olduğu askerler ve ailelerinin özel hayatlarını raporla-yan çete, fuhuş için ücret tarifesi dahi oluşturmuş. Şüpheli İbrahim Sezer'den ele geçirildiği belirtilen belgeler arasında 'Çalışmalarım.doc' isimli dosyada çoğunluğu TSK personeli olduğu anlaşılan 66 şahıs ve 3 aile hakkında özel hayatları ve cinsel yaşamları ile ilgili notların yazılı olduğu belirlendi.

B.U. isimli askeri personelin adının karşısında yazan şok notlar şöyle: "Yeni düştü. Karısı 8-17 arası çalışıyor. Para ile yapıyor. Yaşları 25-28 arası olanları tercih ediyor" Z.T. isimli askeri personelin ismini karşısında ise şu ifadeler var: "Karısı İ. kontrol edilmeli. Nilüfer'in grubunda" Ayrıca, 'Mece- helle GRTOUX ve Patrişka isimlerinin karşısında 3 teğmenin adının yazılı olduğu ve isimlerinin karşılarında "Hafta sonları kontrol altında tutuyorlar. Ayrıca teğmenlerle çekilmiş sex görüntüleri var" şeklinde notların yazılı olduğu belirtiliyor. '2010 Koliler Paket Dağıtım' adlı başka bir dosya ise çetenin çalışma mantığını gözler önüne seriyor. 'Koli, Adres iletişim, Servis Elemanı, İlişki Türü, Aracı kurye, Yer, Ücret, Masraf, Alınan, Kalan, Çekim' gibi başlıklar halinde fuhuş yaptırılan her isim için özel tablolar oluşturulmuş. Koli başlığının altında TSK personeli olan Koramiral Kadir Sağdıç ve Tümamiral Cem Gürdeniz gibi isimler de yer alıyor. Bilgilerin en sonunda yer alan 'Çekim' kısmında ise şantaj amacıyla kullanılmak için bazılarının görüntülerinin kaydedilerek karşılarında 'Çekim var' notu düşülmesi dikkat çekiyor.

AMİRAL KIZLARINI FİŞLEMİŞLER

Çeteden ele geçirilen belgeler, aralarında amirallerin de olduğu TSK personeli ve ailelerine ilişkin inanılmaz fişlemeler yapıldığını da ortaya çıkardı. 'A.KIZLARI' adlı belge içerisinde 10 amiralin ismi ve kızlarının özel hayatları ve cinsel yaşamlarına ait notların yer aldığı tespit edildi.

İşte Amiral kızlarına ilişkin çetenin tuttuğu o notlardan sadece bazıları:

..kızı C. (19): Harp Okulu'ndan biri ile ilişkisi var.

..kızı G. (27): İnternete çok takılır. İnternet üzerinden alınmış sanal sex görüntüleri var.

..kızı D.S. (22): Ö ile ilişkisi var. Ailenin farklı cinsel tercihleri var.

..kızı E. (19): Kızı için sipariş verdi. Görüntüleri var.

..kızı T.(19): Arşivde görüntüleri var. Farklı cinsel tercihleri var.

Bugün

Balyoz'a Destek Delilleri Eskişehir'den Çıktı
27 Nisan 2011
İstanbul Emniyet Müdürlüğünden "Balyoz Planı" davasına bakan mahkemeye gönderilen yazıda Balyoz darbe planı ile ilgili şoke eden yeni deliller ortaya çıktı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğünden "Balyoz Planı" davasına bakan mahkemeye gönderilen yazıda, 19 Şubat 2011'de emniyetegelen bir elektronik ihbar mektubu kapsamında Eskişehir'deki bir adreste yapılan aramada, soruşturmada ele geçirilen delilleri teyit edecek nitelikte yenideliller bulunduğu bildirildi.

Emniyetten "Balyoz Planı" davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen yazıda, 19 Şubat 2011'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne isimsiz bir elektronik ihbar mektubu geldiği belirtildi.

Söz konusu mektupta, "Sizlere 'Balyoz Darbe Planı'nda yer alan ancak bugüne kadar yakalanmayan bir şahıs hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu şahıs şuan emekli olan hava istihbaratçı albay Hakan Büyük'tür. Hakan Büyük, 1996-2003yıllarında Ankara'da askeri istihbarat birimlerinde çalışmış ve 28 Şubatsürecinde önemli görevler almıştır. Buradaki başarılı çalışmaları üstlerindentakdir görmüş ve 28 Şubat sürecinde çok sayıda askeri personeli ordudan attırmayı başarmıştır" iddiası yer aldı.

Büyük'ün 2003-2006 yıllarında görev yaptığı Eskişehir'de elde ettiği bilgi ve belgeleri "Balyoz Darbe Planı"nda kullanmak üzere üstlerine bildirdiği öne sürülen mektupta, "Hakan Büyük'ün, İstanbul merkezli planlanan ve ardından ülke yönetimine el konulacak darbe sonrası kendileri açısından irticai odakolarak görülen kuruluş ve kişilere yönelik eylem planı hazırladığı, bu eylem planını gerçekleştirmek için çok sayıda yasa dışı faaliyette bulunduğu" iddia edildi.

Mektupta, Büyük'ün elde ettiği görüntü ve belgeleri emekli olduktan sonra yanında götürdüğü, emeklilikten sonra başına bir iş gelmesi durumunda üstlerinin kendisine sahip çıkmaması ihtimaline karşı bunları kullanmayı planladığı ileri sürüldü. Ayrıca, mektupta, Hakan Büyük'ün söz konusu belgeleri Eskişehir'deki adresinde sakladığı ve "Balyoz" soruşturması kapsamında çok sayıda askerin tutuklanmasından sonra kendisinin de gözaltına alınabileceği korkusuyla bu belgeleri yok edebileceği öne sürüldü.

-EMNİYETİN DEĞERLENDİRMESİ-

Emniyetin yazısında, ihbarda belirtilen hususlar doğrultusunda,belirtilen adreste yapılan aramalarda elde edilen flaş bellekte "Oraj HarekatPlanı" ve "Suga Harekat Planı" ile ilgili bilgi ve belgelere rastlandığı kaydedildi.Söz konusu ihbar sonucunda yapılan aramalarda ele geçirilen bilgi ve belgelere ilişkin olarak emniyet yetkililerince hazırlanan "Netice ve Kanaat" başlıklı bölümde, "Oraj Harekat Planı"nda 1. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığının görevleri olarak belirtilen Ege'de uçuşların planlanması ve l. Ordu Komutanlığıile doğrudan irtibat kurulması konusundan hareketle 1. Taktik Hava KuvvetiKomutanlığının "Oraj Harekat Planı" kapsamında daha etkin bir konumu olduğu belirtildi.

Emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına'nın 23 Ocak 2003 tarihli sözlüemrine istinaden "ihtimalat" planı hazırlama grubunun oluşturulduğu, grubun oluşturulduğuna ilişkin bilginin 2003 yılının şubat ayında Bilgin Balanlı tarafından İbrahim Fırtına'ya bildirildiği ifade edilen yazıda, "Bilgin Balanlı'nın 3 Mart 2003 tarihli sözlü emri doğrultusunda 'Oraj Harekat Planı'nınuygulanamaması veya başarısız olması durumunda uygulanacak tedbirleri içeren ihtimalat planlarının oluşturulmaya başlandığı anlaşılmıştır" denildi.

Emniyetin değerlendirmesinde, ele geçirilen verilerden "Oraj Harekat Planı"nın uygulanamaması veya başarısızlıkla sonuçlanması durumunda, yeniden yapılanmak, yeni plan hazırlamak, muhtemel soruşturmaları boşa çıkarmak için soruşturma komisyonlarında yer almak gibi önlemlerin yer aldığının tespit edildiği kaydedilerek, bunların dışında, kamufle olup planı engelleyenlerin yanında gözükme, planın gizliliğini koruması durumunda ise planı tekrar hayatageçirme ve plana muhalif olanları tasfiye etme gibi stratejilerin belirlendiği bildirildi.

Değerlendirmede, ele geçirilen belgeler ışığında "Balyoz Planı"nın başarısız olması durumunda ne tür hukuki sonuçlar doğuracağı ve buna karşıalınacak önlemlerin yanı sıra başarısızlık halinde ilk olarak planın inkaredilmesi, soruşturmanın derinleşmesi halinde ise planın aleyhine görüşbildirilmesinin planlandığı kaydedildi.

Emniyetin değerlendirmesinde "Bu haliyle Hakan Büyük'ün adresinden eldeedilen incelemeye konu belgelerin 'Balyoz Planı' soruşturmalarında elde edilendelilleri teyit edip destekler mahiyette yeni delil niteliğinde olduğu belirlenmiştir" denildi. aktifhaber

Asker Menderes'i Sille Tokat Dövmüş!

28 Mayıs 2011
Menderes'i havalalanında sille tokat dövmüşler..
Adnan Menderes'in yeni görüntülerinin yayınlanması dönemin canlı tanıklarının açıklamalarını da beraberinde getirdi. 72 yaşındaki Mustafa Nevzat Eskioğlu, 50 yıllık '27 Mayıs' sırrını Adnan Menderes'in TRT Haber'de yayınlanan görüntülerini izleyince açıkladı. 1960 ihtilalinde Yeşilköy'de görevli olan Eskioğlu, darbecilerin Bursa'dan getirdikleri ve uçaktan indirdikleri Başbakan Adnan Menderes'i tekme tokat havaalanı binasına soktuklarını açıkladı. O günleri anlatırken gözleri dolan Eskioğlu, "En garibime giden ve acı olan bir Başçavuş bile Başbakan'a tokat attı." dedi.1958 yılında Esenboğa Havalimanı'nda elektrik teknisyeni olarak iş başı yapan Eskioğlu, 1959 senesinde Yeşilköy Havalimanı'na görevlendirildi. aktifhaber

GATA Komutanından Subaylara Fişleme
19 Haziran 2011
Hastanede tedavi gören Nejat Uygur'u ziyaret etmek isteyen Başbakan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'a izin vermeyen eski GATA Komutanı emekli Tümgeneral Tuncay Çakan, bu kez de fişleme iddiasıyla gündeme geldi.
Hastanede tedavi gören Nejat Uygur'u ziyaret etmek isteyen Başbakan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'a izin vermeyen eski GATA Komutanı emekli Tümgeneral Tuncay Çakan, bu kez de fişleme iddiasıyla gündeme geldi.

Gölcük'te bulunan 'Balyoz darbe planı' belgelerine göre Çakan, Marmara Bölgesi'nde görevli 800'ü aşkın subay ve astsubay ile eşlerini takip ettirerek fişletmiş.

Eski GATA Komutanı emekli Tümgeneral Tuncay Çakan, Balyoz darbe planı soruşturmasının üçüncü dalgasında gözaltına alınmış, daha sonra da serbest bırakılmıştı.

Haydarpaşa Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nin (GATA) eski komutanı emekli Tümgeneral Tuncay Çakan ile ilgili önemli bir belge ortaya çıktı. Paşanın, görevi alanındaki çok sayıda komutanlıkta çalışan üst düzey subay ve astsubayla ailelerini 'sakıncalı, şüpheli, irticacı, takipte, eşi çağ dışı kıyafet giyer' diyerek fişlediği tespit edildi.

Balyoz darbe planı soruşturmasının 3. dalgası kapsamında gözaltına alınan ve daha sonra serbest bırakılan Tuncay Çakan, emri altındaki neredeyse tüm personeli aileleriyle birlikte fişlemiş. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler, emekli paşanın fişleme notlarıyla dolu. Personelinin özel hayatını tüm ayrıntılarıyla takibe aldıran Çakan, görevi alanına giren İstanbul başta olmak üzere Bursa, Edirne ve Çanakkale'yi kapsayan şehirlerde personelini, görevden alabilecek delillere ulaşabilmek için uzun süre takip altına aldırmış. Gölcük'te bulunan '1. Ordu, 2. Kolordu, 3. Kolordu bölgesinde ilişiği kesilmesi teklif edilen personel listesi' başlığı altında yer alan ve Kurmay Albay İzzet Ocak imzalı fişleme belgesinde yaklaşık yüzlerce askerî personelin özel hayatına ilişkin bilgiler yer alıyor.

Çakan'ın fişlemelerinin kapsamı bunlarla da sınırlı değil. Belgeye göre Harp Akademileri, Kuleli Askerî Lisesi ve Bursa'da bulunan Işıklar Lisesi'nde eğitim veren subaylar da fişlemeden nasibini almış.

Öte yandan '5'inci Kolordu bölgesinde ilişiği kesilmesi teklif edilen personel listesi' başlığı altında da subaylardan 23'ünün askeriye ile bağlantısının kesilmesi tavsiyesinde bulunuluyor. Buna gerekçe olarak da subay ve astsubayların 'irticai eğilimleri mevcuttur, siyasal İslamî görüşleri benimser ve destekler, mesai saatlerinde namaz kılar, takipte, bölücü örgütlerle irtibatlıdır, Zaman gazetesi okur' şeklinde açıklamalar bulunuyor. Ayrıca mevcut 11 No'lu CD'de 2002-2003/1.nci ORDU/İSTH. BŞK. LIĞI isimli klasör içerisinde bulunan 'Ek-C (ilişiği kesilmesi teklif edilen personel)' isimli word belgesi içerisinde bulunan listelerde de 840 askerî personele ait ad-soyad, görev yeri ve düşünceler ile ilgili bilgiler yer alıyor.

Bunun yanı sıra Harp Akademileri'nde ilişiği kesilmesi istenen personel arasında ise Piyade Albay Gürcan Ünal, Kurmay Binbaşı Saner Sağcan, Piyade Binbaşı Hüsnü İsmail Temel, Binbaşı Ercan Atalay, yüzbaşılar Esen Ünalan, Tansel Güçkan, Ersan Kazaz, Mustafa Atabek ve Ömer Faruk Demirbilek gibi isimler yer alıyor. Gerekçe olarak da Ünal için 'sakıncalı şüpheli', Sağcan için 'siyasal İslamî görüşleri benimser' ve Temel için de 'irticaî eğilimleri mevcuttur' gerekçesi gösterilmiş. GATA'da görevli bayan personelin de yakın takibe alındığı belgelerde yer alıyor. Buna göre hastanede Dişçi Tabip Yüzbaşı Jülide Özen, 'Siyasi İslamî görüşleri benimser' notuyla fişlenmiş.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin temelini oluşturan Kuleli ve Işıklar Lisesi personeli de adım adım izlenmiş. Belgeye göre; Topçu Yarbay Emin Kefeli 'irticacı', öğretmen Yarbay Kenan Ülgütol, 'irticai eğilimleri mevcut', öğretmen Yarbay Hasan Aydın, 'irticai görüşleri benimser' ve öğretmen Binbaşı İbrahim Tüfekçi de 'Fethullah Gülen. Nurcu Grubu üyesidir' diyerek kara listeye yazılmış. Subay eşlerini de yakından izleyen askerî istihbarat, bu konuda da üstlerine rapor sunmuş. Buna göre 1. Ordu'da görevli Piyade Yüzbaşı Necati Kalafat ve Tabip Yarbay Ali İhsan Bektaş da 'eşi irtica eğilimlidir', 'eşi çağ dışı kıyafet giyer' notlarıyla takibe alınmış. Binbaşı Mustafa Saraçoğlu hakkında ise 'mesai saatlerinde namaz kılar' notu düşülmüş.

Zaman

TSK'ya göre cemaat kadınları nasıl örtünür
24 Haziran 2011
Balyoz davasına ilişkin, Askeri Savcılık raporunda “hangi cemaatin kadınlarının nasıl giyidiği”ne ilişkin canlı mankenlerle çekilmiş başörtüsü anlatımları çıktı.



Askeri Casusluk soruşturması kapsamında Gölcük Donanma’da ele geçirilen harddisklerle ilgili Askeri Bilirkişi raporunda, harddisk içinden çıkan ve fişlemeler için hazırlanan dökümanlara da yer verildi.

Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’nin ‘Askeri casusluk ve şantaj çetesi’ soruşturması kapsamında Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yaptığı aramalarda ele geçirilen video kasetleri, ses bantları ve belgelerle ilgili Askeri Savcılık tarafından hazırlatılan bilirkişi raporu tüm ekleriyle birlikte Balyoz Mahkemesi’ne ulaştı. Askeri Savcılık raporunda askeri personelin ailesine yönelik “fişleme formları” ile “hangi cemaatin kadınları nasıl giyinir”i anlatan canlı mankenlerle çekilmiş başörtüsü anlatımları dikkat çekti.

Tuğamiral başkanlığında 5 bilirkişi

Gölcük Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından Tuğamiral Sinan Azmi Tosun başkanlığında 5 personele hazırlatılan 30 sayfalık raporda, Gölcük Donanma’da ele geçirilen 5 harddiskle ilgili detaylı tespitlere yer verdi. Harddisklerin imajını alan bilirkişiler, bu harddisklerdeki incelemeye konu olan belgeleri de bilirkişi raporuna ekledi. Dava dosyasına giren bilirkişi raporunda, ilginç belgelere yer verildi. Bilirkişi raporunda 3 ve 5 nolu harddisklerde yer alan ‘jpeg’ formatındaki fotoğraflara dikkat çekildi.

Hangi cemaat nasıl örtünüyor?

Şubat sürecinden kaldığı anlaşılan bu fotoğraflarla askeri istihbarat elemanlarına “türban bağlama şekilleri”nin detaylı bir şekilde anlatıldığı görüldü. Başörtülü kadınların değişik tarikat grupları adı altında fişlendiği anlaşıldı. “Radikal İslamcı gruplara mensup kadın üyelerin türban bağlama şekilleri” başlığıyla hazırlanan fotoğraflarda başörtülü kadınlar, “Acz-i Mendi tarikatı ve Hizbullah”, “Fethullah Gülen Grubu”, “Milli Görüş (Fazilet Partisi)”, “Nakşibendi Tarikatı” olmak üzere 4 grupta gösteriliyor. Kadınların ön ve yan cepheden çekilmiş fotoğraflarının altında başörtüsünü bağlama şekilleri detaylı bir şekilde anlatılıyor.

3 ve 5 nolu harddisklerde yer alan “005_A_Ev Ziyareti Formu” isimli word dosyasında da “Takip ve kontrol altında tutulan personelin birlik dışı faaliyetlerinin takibinde dikkat edilecek hususlar” maddeler halinde anlatılıyor. Birlik dışında takip edilmesi istenen askeri personellele ilgili fişleme sırasında dikkat edilmesi gereken noktalar şöyle:

Eş veya kız çocuklarından peruk kullandığı izlenimi edinilen var mıdır?

Aileye ait fotoğraf albümünün incelenmesi sonucu tespit edilen menfi hususlar var mıdır?

Evde hangi markalar kullanılıyor?

Evde alkollü içki bulunmakta mıdır?

Kolonya / gülsuyu ikram edilmekte midir?

Kütüphanede / evde bulunan yayın ve dokümanların (kitap, dergi, gazete, kaset, CD v.s.) adı, yazarı, konusu nedir?

Ev ve gıda amaçlı kullanılan malzemelerin markaları nelerdir? (Deterjan, tuz, bisküvi, beyaz eşyalar v.s.)

TV’de hangi kanal izlenmektedir?

Aile yakınları arasından siyasetle aktif olarak ilgilenen var mıdır? Hangi siyasi görüşe mensuptur?

Akademisyenlere ‘türban’ takibi

Asker eşlerini ve ailelerini garnizonların içinde ve dışında takip etmek için fişleme formları hazırlayan şüphelilerin, başörtüsü özgürlüğüne destek veren akademisyenleri de yakın takibe aldıkları ortaya çıktı. Gölcük Donanma Komutanlığı’ndaki zilada ele geçirilen 5 nolu hardiskte yer alan bir word belgesinde ise 1 Şubat 2008 tarihinde üniversitelerde kılık kıyafetin serbest bırakılmasını destekleyen bildiriyi (Türbana Destek Bildirisi) imzalayan 3 bin 600 akademisyenden 32’sinin Kocaeli Üniversitesi’ne mensup olduğu belirtilerek bu akademisyenlerle ilgili istihbari çalışma yapıldığı görülüyor. Hazırlanan listede Türbana Destek Bildirisi’ni imzalayan akademisyenlerin isimlerine ve görev yerleri tek tek belirtiliyor.

Star

Balyoz Darbecilerinin "ÖKSÜZ" Planı?

30 Haziran 2011
İkinci Balyoz iddianamesinde darbe yapmak isteyen cuntanın planları bir bir deşifre oldu. İşte Cuntan'ın "Öksüz"ü devirme planı
Mahkeme tarafından kabul edilen 2. Balyoz iddianamesine göre Çetin Doğan'ı Hilmi Özkök'ün yerine Genelkurmay Başkanlığına taşıyacak olan cunta planı, Çetin Doğan'ın boşboğazlığı sonucu deşifre oldu.

HURŞİT TOLON'UN İFADELERİ



Eskişehir'de emekli Albay Büyük'ün evinde ele geçirilen belgelere dayandırılan İkinci Balyoz iddianamesinde, Ergenekon sanığı Hurşit Tolon'un şu ifadeleri yer aldı. Yalman Paşa istifa edip yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı olacaktı ama Çetin Paşa bu planı herkese anlattı.

YALMAN'DAN SONRA SIRADAKİ...

Tolon'un sözleri, "Çetin Paşa'nın Özkök Paşa'yı istifa ettirip Genelkurmay Başkanı olacaktı" diye sürüyor. 28 Şubat'çı Çevik Bir'le Erol Özkasnak'ın "boşboğaz" olmasından yakınan konuşması da iddianameye girdi.
aktifhaber





Pazarlamacı Kılığında Eş Fişlemesi
05 Aralık 2010
Bin 637 subayın ordudan atıldığı 28 Şubat darbesinde akıl almaz bir fişlemenin yapıldığı ortaya çıktı.
Subayların evine, adres sorma ve pazarlamacı kılığında giren istihbaratçıların kadın ve kızların kıyafetlerini en ince detayına kadar rapor ettiği belirlendi. Üstelik tüm bunlar Jandarma Genel Komutanı'nın emriyle yapılmış.

Türkiye, 28 Şubat darbesinde ağır bedeller ödedi. Brifinglerle hareket eden yargı ve 'üst düzey komutanlar'ın beyanatlarına endekslenen medya hala tartışmaların odağında. Akademisyenlerden siyasilere, iş adamlarından büfecilere kadar toplumun her kesimi fişlendi. Bu süreçte TSK bünyesinde de inanılmaz bir fişleme operasyonu yürütüldüğü ortaya çıktı. TSK'dan uzaklaştırılmak istenen subayların evlerine 'pazarlamacı' kılığında istihbaratçılar gönderilmiş. Adres sorma bahanesiyle bile subayların kapıları çalınmış. Kadınların, kızların üstlerindeki elbiseler en ince detayına kadar rapor edilmiş.

Bu süreçte bin 637 subay ve astsubay TSK'dan atıldı. YAŞ kararıyla mağdur edilen askerler 12 Eylül'de kabul edilen referanduma kadar yargıda haklarını arayamıyordu.

JANDARMA KOMUTANIN EMRİYLE

Fişleme emrinin 28 Şubat sürecinin Kurmay Başkanı Korgeneral Çetin Haspişiren imzasıyla 29 Ağustos 1998'de Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı'na gönderildiği belirlendi. 'Araştırma' konulu emirde; "J. Gn. K.lığının 28 Ocak 1998 gün ve İSTH: 3570-1-9B İKK Ş. (25391) sayılı emri, 16 Nisan 1998 gün ve İSTH: 3590-216-98 İKK Ş. (93906) sayılı emri ve 27 Nisan 1997 gün ve PER: 7200-216-97/ P1. Ynt. D. Disipmor Ş. (102546) sayılı emri" esas alınıyor. Haspişiren, bu emirler doğrultusunda, kimlik bilgileri ve iletişim adresleri yazılı 3 subay hakkında araştırma yapılmasını istiyor. Toplanan bilgilere mutlaka belge eklenmesini isteyen Haspişiren, "Ek-A Formatı" olarak nitelendirilen şablon sorular doğrultusunda toplanan bilgilerin en geç 9 Ekim 1998'e kadar İstihbarat Başkanlığı'na gönderilmesini rica ediyor. Belgede 'Jandarma Genel Komutanı emriyle' ifadesi yer alıyor.

TELEFONLAR KAYIT ALTINDA

İstihbarat elemanlarının yakın takibe aldığı 3 TSK personeli kritik görevler ve illerde görev yapıyor. Açık adresleri ve telefon numaralarına kadar bilgileri yazılan ve araştırılması istenen TSK personellerinin ilk sırasında MGK Genel Sekreterliği'nde görev yapan Jandarma Yüzbaşı H.V. yer alıyor. Bir diğer isim Diyarbakır Hava Grup Komutanlığı İstihbarat şubesinde görevli Jandarma Yüzbaşı İ.Ö. Bir diğer asker Hakkari İl Jandarma Komutanlığı'nda görev Komutan Yardımcısı olarak görev yapan Jandarma Üstçavuş H.C.

MİSAFİR GELDİĞİNDE NASIL OTURUYOR?

İstihbaratçılar araştırılması istenen askerlerle ilgili 'İrticai Bilgiler Formu' başlıklı bir belge dolduruyor. 'Özel' mührü bulunan fişleme belgesinde yapılan tahkikatla ilgili şablon halinde 12 soru yer alıyor. Son olarak komutan kanaati bölümünün yer aldığı belgede uyarı mahiyetindeki şu madde dikkat çekiyor:

"Personel hakkındaki komutanlık kanaati, yukarıda belirtilen bilgileri tamamlayıcı veya açıklayıcı mahiyette olmalı, çelişkili olmamalıdır."

İlk soruda, personelin Atatürk ilke ve inkılapları ile 'devrim kanunlarına' aykırı tutum ve tavır içinde olup olmadığı irdeleniyor. 'Erkek ve kadın olarak karşı cinsle tokalaşıp tokalaşmadıkları?' diye soruluyor. Personelin okuduğu gazete ve kitaplar ile gittikleri dernek veya lokaller de yakın takibe alınmış. İrticai faaliyet yürütüldüğü öne sürülen mekanlar arasında 'Kuran kursu, Mescit ve Cami' yer alıyor. Askerlerin evlerine misafir geldiğinde nasıl oturulduğu araştırılması istenen bir diğer husus.

TÜRBAN TABİR EDİLEN KIYAFET

Formda özellikle subay eşlerinin başörtüsü takıp takmadığı üzerinde duruluyor. Fişleme formunun 4. sorusunda 'Eşlerinin başına türban tabir edilen kıyafet giyip giymediği?' ibaresi yer alıyor. Aynı hususu araştırmak düzenlenen 5. soruda, "Eşinin tesettür tabir edilen yaz-kış tamamen kapalı bir kıyafet giyip giymediği" deniliyor.

Bu hususları araştıran istihbaratçılar birbirinden ilginç yöntemlere başvuruyor.

BLUZ UZUN KOLLU, ETEK UZUN

İstihbaratçılar, 3 Ekim 1998'de Jandarma Yüzbaşı H.V.'nin evinde yaptıkları fişleme faaliyetini şöyle anlatıyor:

_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Nis 01, 2012 7:23 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 29, 2011 10:13 pm    Mesaj konusu: TSK'da Asker Ailelerine Seminer Alıntıyla Cevap Gönder

TSK'da Asker Ailelerine Seminer
29.04.2011



İnternete düşen bir ses kaydında TSK'nın yaklaşan seçimler öncesi asker ailelerine kurum içi eğitim semineri verdiği ortaya çıktı.
VİDEO
Asker eşlerine seçim semineri!.. -2 Asker eşlerine seçim semineri!.. -1 Daha fazla video galeri için TIKLAYIN
Video paylaşım sitesi dailymotion.com'a yeni bir ses kaydı düştü.

Sözkonusu ses kaydında Garnizon komutanı Albay Engin Kabadaş olduğu iddia edilen kişi, subay eşlerine seçime yönelik kurum için eğitim semineri veriyor.

AKP'nin icraatlarının eleştirildiği ses kaydında Bülent Arınç'a ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e de eleştiriler var.

Ses kaydında bu seminerlerin sadece asker ailelerine değil, subaylara, astsubaylara, uzman erbaşlara ve yedek subaylara da verildiği belirtiliyor

TSK'NIN SEÇİME YÖNELİK KURUM İÇİ EĞİTİM SEMİNERLERİ-1

EĞİTİMCİ: GARNİZON KOMUTANI ALB.ENGİN KABADAŞ

DİNLEYİCİLER: SUBAY EŞLERİ

ORİJİNAL SLAYTLARLA EŞLİĞİNDE

BU TÜR KONFERANSLARI ALDIĞIMIZ EMİRLER GEREĞİ UYGULAMAK ZORUNDAYIZ

SAYGIDEĞER HANIMEFENDİLER. KONFERANSA İLGİLİZDEN DOLAYI HEPİNİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. PLANLI KONFERANSLARIN UYGULAMASINA BAŞLADIK. DEDİK BİRDE BURDAKİ SİNAMA SALONUNDA TOPLAYALIM. EŞLER OLMADAN BÜYÜK BİR KATILIM OLSUN. BİR PLANLAMA YAPTIK VE BU UYGULAMAYA BAŞLADIK. BU TÜR KONFERANSLARI ALDIĞIMIZ EMİRLER GEREĞİ UYGULAMAK ZORUNDAYIZ. BİRAZ EVVEL TUG. KOMUTANIMZLA GÖRÜŞTÜM BEN. O DA YAPTIĞIMIZ FAALİYETİN İYİ OLDUĞUNU VE FAALİYETLERE DEVAM ETMEMİZ GEREKTİĞİNİ, BURADA DAHA KOLAY UYGULADIĞIMIZIİZAH ETTİM BEN.

BU KONFERANSLARI SUBAY, ASTSUBAY, UZMAN ERBAŞLARA VERİYORDUK ŞİMDİ EŞLERİNEDE VERMEMİZ EMREDİLDİ

SİZLEREDE BEN SELAMLARINI İLETİYORUM TUG. K.NIMIZIN. ŞİMDİ TABİ BU FAALİYETLER PLANLI OLAN, BİZLERE, İŞTE ÜST KOMUTANLIKLARDAN GELEN HEDEF KİTLE DEDİĞİMİZ SUBAYLARA, ASTSUBAYLARA, UZMAN ERBAŞLARA ERBAŞ VE ERLERİMİZEC, YEDEK SUBAYLARA VERMEMİZ GEREKEN KONFERANSLAR. BİRDE, HEDEF KİTLE OLARAK GÖZÜKEN SB ASTSB. AİLELERİNE VERİLMESİ GEREKEN PLANLI KONFERANSLAR VE VERİLMESİ EMREDİLEN KONULAR. ÜLKEMİZ ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLARDA SİLAHLI KUV. PERSONELİ VE AİLELERİ OLARAK NE GİBİ OYUNLAR OYNANDIĞINI GÖRÜN, BİLİNÇLİ OLUN, ÇEVRENİZİ AYDINLATIN.

ÜLKE GÜNDEMİNDE NELER OLDUĞUNU BİLİP UYANIK OLMALIYIZ, YOKSA ÜLKE ELDEN GİDER

BAZI ŞEYLERE GÖZÜNÜZÜ KAPATMAYIN, BAZI ŞEYLERİ DUYMAZLIKTAN GELMEYİN BİLİNÇLİ OLUN DİYE BUNLARI YAPMAK ZORUNDAYIZ. EĞER YAPMADIĞIMIZ TAKDİRDE SADECE KENDİ KABUĞUMUZU GÖRÜYORUZ, KENDİ ÇEVREMİZDEKİNİ GÖRÜYORUZ, KENDİ EVİMİZİN İÇİNİ GÖRÜYORUZ. AMA BİZ T.C.NİN EN DEĞERLİ KURUM OLAN SİLAHLI KUVVETLER OLARAK VE AİLELER OLARAK HER ZAMAN UYANIK, DİMDİK AYAKTA OLMAK ZORUNDAYIZ. EĞER, BİZ DE YIPRANIRSAK Kİ YIPRATMAYA ÇALIŞIYORLAR ÜLKE ELDEN GİDER. VE BAZI OLAYLARINDA SİZLER DE FARKINDASINIZ. UYANIK OLMAMIZ LAZIM, DİKKATLİ OLMAMIZ LAZIM. ŞİMDİ BEN SİZLERE ÜLKEMİZİN GÜNDEMİNDE NELER OLDUĞUNU, HEPİMİZİN GAZETELERDEN, İNTERNETTEN OKUDUĞUNUZ, FAKAT BELKİDE İÇİNİZDEN BAZILARININ FARKINDA OLDUĞU BAZILARINIZIN FARKINDA OLMADIĞI KONULARI ŞİMDİ SİZE BEN YANSI ÜZERİNDEN BAZI KONULARI SÖYLEYECEĞİM.

BEN GARNİZON KOMUTANI OLARAK PERSONELİMİ AYIKDIRMAK DURUMUNDAYIM

SADECE BEN BURANIN GARNİZON KOMUTANI OLARAK KENDİ PERSONELİMİ BAZI KONULARDA AFFEDERSİNİZ AYIKDIRMAK, UYANDIRMAK DURUMUNDAYIM. BAZI GÖRDÜĞÜM TESPİTLERİ SÖYLEMEK ZORUNDAYIM. ÇÜNKÜ BURADA TSKYI TEMSİL EDEN BEN VE BENİM EMRİMDEKİ OLAN PERSONELDİR. BUNLARI GÖRÜRSENİZ, BİLİRSENİZ OLAYLARA DAHA BİLİNÇLİ YAKLAŞIRSINIZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM. SADECE BASİT GÖRÜNTÜLERLE, HEPİNİZİN ÇOK YAKINDAN BİLDİĞİ YANSILAR. ŞİMDİ BEN BUNLARI SİZE BİR İZAH ETMEYE ÇALIŞIYIM.

EĞER MALUM PARTİ İMAR YASASINI ÇIKARIRSA %67 İLE SEÇİMİ KAZANIR

EVET, GAYET BASİT, HÜKÜMETİ BAŞARILI OLARAK GÖRÜLEBİLECEĞİ BİR GÖRÜNTÜ. AMA BANA GÖRE BÖYLE DEĞİL ARKADAŞLAR. DEĞERLİ HANIMEFENDİLER. NEDEN DERSENİZ HÜKÜMET BUNU BABASININ HAYRINA ÇIKARMIYOR. BUNLARIN ÇOĞU VAROŞLARDADIR. HÜKÜMETİN DAHA DOĞRUSU MALUM PARTİNİN 23 TEMMUZ SEÇİMLERİNDE ALMIŞ OLDUĞU OY ORANI BELLİ. YÜZDE 47. ÖYLE DEĞİLMİ? NEREDEYSE İKİ KİŞİDEN BİR KİŞİ OY VERDİ. 10 MİLYON KAÇAK BİNA. YEREL YÖNETİMLER DE BİLİYORSUZ BU PARTİNİN YÖNETİMİNDE. AMA BURADAKİ AMAÇ FARKLI. BAKIN 10 MİLYON BİNA. HER BİNADA AİLE BAŞINA DÜŞÜNÜRSEK 3 KİŞİ OLSA NORMAL ŞARTLARDA KAÇ KİŞİ YAPAR? OTUZ MİLYON. BU 30 MİLYONDAN, BUNDAN HADİ SEÇİM YAŞINDA OLAN ATIYORUM BEN, ON MİLYON KİŞİ OY KULLANACAK. BAKIN ON MİLYON TANE OY DEMEK. YÜZDE 47 İLE DEĞİLDE, YÜZDE 67 İLE SEÇİMİ KAZANIR. ÖYLEMİ? ÖYLE.

SİVİL ANAYASA DEDİKLERİ TÜRBANIN SERBEST KALMASI

EVET, SİVİL ANAYASA TARTIŞMASI VARDI. YOK KAMPLARA GİTTİLER ABANTLARA GİTTİLER. ORDA ÜNİVERSİTE HOCALARI TOPLANDILAR. VS VS VS. BASINA YANSIYAN KADARIYLA, İŞTE TÜRBAN MESELESİ DENDİ. İŞTE RESMİ GÖRÜŞ DEĞİL DENDİ. SADECE TARTIŞMAYA AÇMADIK DENDİ. AMA BAKIN BU ZAT BU KURULUN BAŞINDAYDI AÇIKLAMASI BAKIN TÜRBANIN ÜNİVERSİTEDE SERBEST BIRAKILMASI. SİVİL ANAYASA DEĞİL YANİ. T.C. KURULDUĞU GÜNDEN BERİ ANAYASASI YOKMUYDU SİZLERİN TAKDİRİNE BIRAKIYORUM.

ANAYASAMIZ VAR KILIK KIYAFET DEVRİMLERİ VAR HERŞEY VAR. VAR OĞLU VAR. AMA AMACIN NE OLDUĞUNU GÖRÜYORSUNUZ. ZATEN DİKKAT EDİN CUMHURİYET REJİMİ VE ONUN İMKANLARINI ÇOK İYİ KULLANIYORLAR. HEP DİKKAT EDİN KONUŞMALARDA, DEMOKRATİK HAK VE ÖZGÜRLÜKLER DİYORLAR. DEMOKRASİ DİYORLAR. DEMOKRASİNİN KURALLARI DİYORLAR VS VS. AMA HİÇ CUMHURİYETİN İMKANLARI DEMİYORLAR. DEDİĞİM GİBİ DEMOKRASİ ZATEN CUMHURİYETİN İMKANLARI NETİCESİ OLAN BİR HUSUS.

TÜRBANI GATA'YA SOKMAK İSTEMELERİ MASUMANE GÖRÜNÜMLÜ BİR PLAN

EVET, YİNE SİZE MASUMANE BİR HUSUSU SÖYLÜYORUM. YİNE HEPİNİZ BİLİYORSUNUZ TİYATRO SANATÇISI NEJAT UYGUR ANKARA'DA BİR GÖSTERİ YAPTI. GÖSTERİDEN SONRA FENALAŞTI FELÇ GEÇİRDİ FİLAN DİYE YANLIŞ HATIRLAMIYORSAM BAŞKENT ÜNİVERSİTESİNE KALDIRILDI.

ORADA BAŞBAKANIMIZ KENDİSİNİ EŞSİZ OLARAK ÜNİVERSİTEDE GİTTİ, ZİYARET ETTİ. O ZAMAN NİYE EŞİNİ GÖTÜRMEDİ HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZMÜ. AMA BAKIN GATADA ASKERİ MEKAN ÇOK MASUMANE BİR ZİYARET AMA BASINA YANSIYIŞI NASIL. DOLAYISIYLA ÇOK MASUMANE BİR YAKLAŞIMLA TÜRBAN MESELESİNİ SANKİ HASTA ZİYARETİNE GİDİYORMUŞ İŞTE BİZ HASTAYI ZİYARET ETMEK İSTİYORUZ AMA BAKIN İŞTE ENGEL ÇIKARIYORLAR GİBİ LANSE EDİYORLAR. OLAYIN GÖRÜNTÜSÜ BU.

BÜLENT ARINÇ'IN EN ÖNEMLİ GÖREVİ ÜLKEYİ KARIŞTIRMAK

DEVAM, YİNE MEŞHUR, BİLİYORSUNUZ BU GEÇTİĞİMİZ DÖNEM MECLİS BAŞKANLIĞI YAPAN KİŞİ. Kİ, EN ÖNEMLİ GÖREVİ ÜLKEYİ KARIŞTIRMAK OLDUĞU İÇİN BU ŞAHSIN MEŞHUR İFADELERİ VAR BİLİYORSUNUZ CUMA GÜNLERİ TATİL OLSUN DEMİŞ. NEDEN DİYOR TABİ. İŞTE MİLLETVEKİLLERİ ÇOK YORULDUĞU İÇİN EL KALDIRMAKTAN ÇOK YORULUYORLARMIŞ İŞTE CTS PAZAR DİNLENEMİYORLARMIŞ BİR DE CUMA GÜNLERİ OLSUN DEMİŞ. VE CUMA GÜNLERİNİN TATİL OLMASINI TALEP EDİYOR. VE TEKLİF YAPIYOR. AMA TABİ BU MASUMANE. CUMA GÜNLERİNİN TATİL OLMASININ SEBEBİNİ HERALDE TAKDİR EDİYORSUNUZ. CUMA GÜNLERİ NAMAZI KILMAK İÇİN. İŞTE MECLİSTE MİLLETVEKİLLERİ BAŞLAYACAK ONDAN SONRA BELEDİYELER BAŞLAYACAK SONRA VALİLİKLER BAŞLAYACAK. VS VS. YANİ NE KADAR MASUMANE GÖRÜYORSUNUZ.

CUMHURİYETÇİ ÖĞRETMENLERE BASKI YAPILIYOR

EVET, BUNU GENE OKUDUNUZ. TÜRKİYENİN NE DURUMDA OLDUĞUNU GÖRÜYORSUNUZ. BU DA İÇİMİZDEKİ OLAN ÖĞRETMENLER GİBİ BİR TANE ATATÜRKÇÜ ÖĞRETMEN. BAKIN BAŞINA GELEN. CUMHURİYET MİTİNGİNE KATILMIŞ VE CUMHURİYETE SAHİP ÇIK YAZILI TİŞÖRT GİYDİRMİŞ ÖĞRENCİLERİNE VE SORUŞTURMA AÇILMIŞ VE MAAŞ CEZASI ALMIŞ. BAKIN TÜRKİYENİN GELDİĞİ DURUM. DEĞERLİ HANIMEFENDİLER. YANİ SİZLER DE ÖĞRETMENSİNİZ. BÜTÜN GÜN ÇALIŞAN BAYANLAR VAR. ÜLKEMİZ NERELERE GETİRİLMEK İSTENİYOR. NELER YAPILMAK İSTENİYOR NE GİBİ DAVRANIŞLARA KALIYORUZ BUNLARI GÖZÜNÜZÜN ÖNÜNE SÜRÜYORUM.

MİLLİ EĞİTİMDE TÜRBANLI, PERUKLU BAYAN VE BIYIKLI ERKEK ÖĞRETMENLERİ HEPİNİZ GÖRÜYORSUNUZ.

DEVAM, YİNE BAKIN AMASYADA BİR TANE, LİSEDEKİ OLAY. DÖRT TANE KIZ ÖĞRENCİ YANLIŞ HATIRLAMIYORSAM. HABERDE OKUDUĞUM KADARIYLA. OKULDAKİ YAŞIYORSUNUZ TÜRBANLI ÖĞRETMENLER VAR PERUKLU ÖĞRETMENLER VAR. OKUL YÖNETİMLERİNİN ERKEKLERİN BIYIKLARININ NASIL OLDUĞUNU BİLİYORSUNUZ. VE BU BASKILARIN NERELERE GELDİĞİNİ GÖRÜYORSUNUZ.

CUMHURİYET TARİHİNDE HİÇ OLMAMIŞ OLAYLAR BU PARTİ İKTİDARA GELDİĞİ ZAMAN OLMAYA BAŞLADI VE ASKERİ ŞURADA ŞERH KOYDULAR

DEVAM. ASKERİ ŞURALAR BİLİYORSUNUZ ŞU ANDA CUMHURBAŞKANIMIZ OLAN GÜL İLK BU PARTİ İKTİDARA GELDİĞİ ZAMAN 2002 YILINDA ÜÇ AY BAŞBAKANLIK YAPTI. BU DÖNEMDE YÜKSEK ASKERİ ŞURA OLDU. TABİ TÜRKİYE C. TARİHİNDE SİLAHLI KUVVETLER KURULDUĞUNDAN BERİ HİÇ OLMAMIŞ OLAYLAR, YAŞANMAMIŞ OLAYLAR BU PARTİ İKTİDARA GELDİĞİ ZAMAN, BU ŞAHIS BAŞBAKAN OLDUĞU ZAMAN YAŞ KARARLARINA ŞERH KOYDU.

CUMHURBAŞKANIN, ERDOĞAN'IN VE UNAKITAN'IN OĞULLARI MİLYON DOLARLARLA OYNUYORLAR

EVET ,BİRDE BİLİYORSUNUZ MEŞHUR ÇOCUKLAR VAR. BAKIN BU MALİYE BAKANIMIZ MEŞHUR, ONUN OĞLU, BAŞBAKANIMIZIN OĞLU, CUMHURBAŞKANIMIZIN OĞLU. BU DA BAŞBAKANIN OĞLU. BU BİLİYORSUNUZ GEMİCİ KALDI. BUNUN MISIR YUMURTA FİLAN ÖYLE FABRİKALARI VAR. BİR SÜRÜ YUMURTA SATIYOR ORADAN İTHALAT İHRACAT YAPIYOR. BENİM KARDEŞİM ŞU ANDA ORDUDA İŞSİZ KALDI. İŞ BULAMIYOR YANİ. AMA 16 YAŞINDAKİ ÇOCUK NEREDEYSE BENİM YAŞIMIN ÜÇTE BİRİ. MİLYON DOLARLARLA OYNUYOR.

TAYYİP ERDOĞAN BİZE ASKERLİK YATMA YERİ DEĞİL DİYOR KENDİ OĞLUNA ÇÜRÜK RAPORU ALIYOR

DEVAM,İŞTE BUNU GENE BİLİYORSUNUZ. ASKERLİK YATMA YERİ DEĞİLDİR DEDİLER. AMA KENDİ OĞLUNA ÇÜRÜK RAPORU ALDIRILDIĞI ZAMAN CEVAP VEREMİYOR.

GÜL, ÇANKAYA SOFRASI İLE ATATÜRK'Ü TAKLİT EDİYOR AMA MASASINDA ŞARAP YERİNE SU VAR

DEVAM,YİNE İŞTE ATATÜRK TAKLİTÇİLİĞİ ATATÜRKE ÖZENME GENE ÇIKIYOR YANİ GÖZÜNÜZÜ BOYAMA NE KADAR MASUMANE BİR DAVRANIŞ GİBİ YANSITILMAYA ÇALIŞILIYOR. AMA BAKIN BÜYÜK ÖNDER ATATÜRKÜN MASASINDA TARTIŞILAN KONU. HALBUKİ ATATÜRK BİLİYORSUNUZ O ÇANKAYADA EVDEKİ KİTAPLARDAN BİLİYORSUNUZ. ÜLKENİN İLERİ GELENLERİNİ TOPLAYIP SAVAŞTAN SONRA KADINLARA NASIL ÖZGÜRLÜK VERİRİZ. EĞİTİM NASIL DÜZELİR. SEÇİM NASIL OLACAK CUMHURİYET REJİMİ NASIL OLACAK

ÜLKEMİZİ NASIL İDARE EDERİZ ZİRAATI NASIL YAPARIZ GİBİ KONULARI TARTIŞIYOR. AMA BAKIN TAKLİT EDİLİYOR BUNLAR DA İLERİ GELEN BİLİM ADAMLARIYMIŞ PROFESÖRLER. AMA TARTIŞILAN KONU BAKIN BU. ARTI BİZİM MEDYAMIZDA NASIL YER ALIYOR: ATATÜRK SOFRASI. AMA ATATÜRK SOFRASINDA BAKIN BURDA TAMAM O TERCİH MESELESİDİR O AYRI KONU AMA BURADA SU VAR BURADA GÖSTERMELİK ŞARAP KADEHLERİ VAR FİLAN FİLAN. AMA BAKIN BU GELENEĞİ CANLANDIRDI DİYOR. GELENEK İSLAM CUMHURİYET GELENEĞİ DEĞİL. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ NASIL MÜREFFEH DURUMA GETİRİRİZ ONUN ÇALIŞMALARI.

GENKUR BAŞKANIMIZ HARİÇ DEVLETİN ZİRVESİNİN EŞLERİ TÜRBANLI

EVET, BU DA ÇOK İLGİNÇ BU DA ÇOK HOŞUMA GİDER. GEÇTİĞİMİZ KONFERANSIMIZDA BEN SİZE HATIRLARSINIZ ÜLKEDEKİ İLK BEŞ ALTI KİŞİNİN EŞİNİN GENKUR BAŞKANIMIZ HARİÇ EŞİNİN NASIL TÜRBANLI OLDUĞUNU GÖSTERMİŞTİM. İŞTE BAKIN TÜRKİYEDEKİ DEVLETİN TEPELERİNE ATANANLAR ARANAN HUSUSLAR. HANIMI TÜRBANLI OLACAK, İHL MEZUNU OLACAK.

ATATÜRK LAİKLİĞİ BU ÜLKEYE BOŞA MI GETİRDİ.

DEVAM, AMA BAKIN BÜYÜK ÖNDER ATATÜRK NE DEMİŞ. ZAMANINDA. OKUYORSUNUZ. DİN İŞLERİNİ MİLLET VE DEVLET İŞLERİYLE KARIŞTIRMAMAYA ÇALIŞIYOR. KASIT VE FİİLE DAYANAN TUTUCU HAREKETLERDEN SAKININ. NE ZAMAN SÖYLEMİŞ 1930 YILINDA. YOKSA ATATÜRK LAİKLİĞİ BU ÜLKEYE BOŞUNAMI GETİRDİ. YANİ O KADAR T.C.Nİ KURMUŞ SAVAŞLAR KAZANMIŞ. KAZANDIKTAN SONRA ÜLKEMİ NASIL GELİŞTİRİRİM NASIL MODERN DURUMA GETİRİRİM DİYE KAFASINI PATLATAN, İŞTE O MEŞHUR ÇANKAYADA ATATÜRK SOFRASI DENEN SOFRALARI KURAN SABAHLARA KADAR UYKUSUZ KALAN İNSAN.

ATATÜRK KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR DERKEN BAŞBAKAN ANANIDA AL GİT DİYOR

EVET, HATIRLIYORSUNUZ BU CÜMLEYİ, ATATÜRK'ÜN BÜYÜKLÜĞÜ. NE KADAR İLGİNÇ. YANİ ATATÜRK'ÜN BÜYÜKLÜĞÜ, BAKIN GÖZLERİNDEKİ DİKKATİ, KÖYLÜYLE KONUŞMASI, SAYGIYLA GÖZLERİNE BAKMASI VS.VS.VS. ŞU FOTOGRAFA BAKIN BİR DE ŞU FOTOGRAFA BAKIN. TEHDİT, AŞAĞILAMA, HER ŞEY VAR. SÖYLENEN CÜMLE. FARKI GÖRÜN DİYE ANLATMAYA ÇALIŞIYORUM.

DEVAM, DİĞER BİR BAŞLIK ÜLKEMİZİN İÇ SİYASETİ ÜZERİNDE YABANCILARIN, ETKİSİNİ NİSPETEN, BURDA İZAH ETMEYE ÇALIŞIYOR. ÜLKEMİZİN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ DURUMU GÖRÜN. EVET, YİNE BAKIN BUNLAR HEP PLANLI, BİLİNÇLİ YAPILAN İŞLER. YİNE 30 AĞUSTOSTA, İŞTE RESEPSİYON GİBİ.

YOK KÜRT KARDEŞİMİZ YOK KÜRT REALİTESİ FİLAN FİLAN, ÜLKE KÖTÜYE GİDİYOR

DEVAM, YİNE BAKIN ÜST KİMLİK, ALT KİMLİK, YOK KÜRT KARDEŞLERİMİZ, KÜRT REALİTESİ FİLAN FİLAN. AMA ATATÜRK GÖRMÜŞ HEPSİNİ, ATATÜRK'ÜN BÜYÜKLÜĞÜ BURDA İŞTE.

EVET YİNE BAKIN, SÖYLEDİĞİ İKİ KONU, MİLLİYETÇİLİK VE LAİKLİK. ŞUANDA TÜRKİYE'DE TARTIŞILAN İKİ KONU. ÜLKEMİZİ PARÇALAMAK İÇİN MİLLETİMİZİ DAĞITMAK İÇİN BUNLAR TARTIŞILDI. ÜLKEMİZİN İÇİNDE OLDUĞU DURUMU BEN ARKADAŞLARIMA BURDA İZAH ETMEYE ÇALIŞTIM. ŞİMDİ SİZE İZAH ETMEYE ÇALIŞTIM. SİZLERDE ÇEVRENİZDE BU OLUŞUMLARI GÖRÜYORSUNUZ. FARK EDİYORSUNUZ. NE KADAR DİKKATLİ OLMAMIZ GEREKTİĞİNİ, NE KADAR BİLİNÇLİ OLMAMIZ GEREKTİĞİNİ EĞER SİZLER BİLİRSENİZ. ÇOLUĞUMUZU ÇOCUĞUMUZU KORURUZ. ÇÜNKÜ YAŞADIMIZ SÜREÇ İNANIN HEP BÖYLE OLUMSUZA GİDİYOR.

TSK YI PASİFİZE EDİYORLAR. T.C'Nİ YAŞATAMAMA SIKINTIMIZ VAR

T.C'Nİ YAŞATAMIYORUZ SIKINTISI OLUYOR. GÜNDEN GÜNE SİLAHLI KUVVETLERİ PASİFİZE ETME SENARYOLARI UYGULANIYOR. ÇEVREMİZDEKİ OLAYLARI GÖREMEDİĞİMİZ TAKDİRDE İNANIN UÇURUMA DOĞRU YUVARLANIYORUZ. BAKIN SON KALE OLARAK SİLAHLI KUVVETLER KALDI.

MİLLİ EĞİTİMDE TÜRBANLI ÖĞRENCİLERİ KÜRSÜYE ÇIKARIYORLAR

HEDEF BİZİZ. HEP MASUMANE YANLIŞLAR. GÖZÜMÜZ BOYANIYOR. BAKIN GENE GÖSTERDİM BEN SİZE GAZİANTEPTEKİ OLAYLAR. BURADA DA BİZİM İÇİN GEÇERLİ. İŞTE TÖRENLERE KATILIYORUZ RESMİ TÖRENLERE. SALONDA HEMEN TÜRBANLILAR VAR. HEMEN ÇIKARTTIRIYORUZ. BURDA TABİ AVANTAJIMIZ ŞU: ÇANKIRI VALİSİ ALLAHTAN CUMHURİYETÇİ AYDIN ATATÜRKÇÜ BİR ÇİZGİYE SAHİP BİR KİMSE. YARIN ÖBÜR GÜN O DA BURADAN ALINDIĞI ZAMAN ARTIK İŞİMİZİN BENİM VE BENİM GİBİ OLAN ARKADAŞLARIMIN DURUMUNUN NE OLACAĞINI HERALDE KESTİRİYORSUNUZ. ONUN İÇİN LÜTFEN ÇOK DİKKATLİ OLALIM ÇOK AKILLI OLALIM. ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM. ÇOK MASUMANE OLARAK YAKLAŞILAN DAVRANIŞLARIN ALTINDA MUTLAKA BİRŞEYLER ARAYALIM.

ÇOLUK ÇOCUĞUNUZA SAHİP ÇIKIN. SİVİLLERİN ÇOCUKLARI BİLE BAŞÖRTÜLÜ

İŞTE HEPİMİZİN ÇOLUĞU ÇOCUĞU VAR. DERSANELERE GİDİYOR. DERSANELERİ MUTLAKA VE MUTLAKA ÇOK İYİ ARAŞTIRIN. ÖĞRETMENLERİ ÇOK İYİ ARAŞTIRIN ARKADAŞLARINI ÇOK İYİ ARAŞTIRIN. DİKKATİMİ ÇEKİYOR. ÇOCUKLAR SEVİYESİNDE DAHİ BAŞÖRTÜSÜ VAR. BUNU SİZ DE YAŞIYORSUNUZ BELKİ OKULUNUZDA VE ÇEVRENİZDE. YANİ OKULA GELİYOR BAŞINI AÇIYOR OKULDAN ÇIKIYOR DAHA KÜÇÜCÜK ÇOCUKLAR. NEREYE GİTMEYE ÇALIŞIYORUZ.

ÇOKTAN MALEZYA OLDUK BİLE

HANİ BİR ARA TARTIŞILDI YA MALEZYA OLUYORMUYUZ DİYE. BEN DİYORUM Kİ MALEZYA OLDUK. ONUN İÇİN LÜTFEN TSKNIN PERSONEL EŞLERİ OLARAK HEM DE BEN BURANIN GARNİZON KOMUTANI OLARAK BURANIN PERSONEL EŞLERİ OLARAK SİZLERİ ÇAĞDAŞ OLMAYA Kİ ÖYLESİNİZ ZATEN ÇEVRENİZDEKİLERİ GÖRMEYE BİLİNÇLİ OLMAYA DAVET EDİYORUM. BENİM SİZE SÖYLEYECEKLERİM BU.
Asker eşlerine seçim semineri!.. -2 Asker eşlerine seçim semineri!.. -1 Daha fazla video galeri için TIKLAYIN
"KREMALI BİSKÜVİ"Yİ DOĞRU YAZAMAYAN HALK OY VERİYOR VATAN ELDEN GİDİYOR

AMA İŞTE BAKIN TÜRK İNSANININ NASIL OLDUĞUNU DA ŞİMDİ GÖRELİM.

EVET.BAKIN. HALAMIN SÜLÜMAN TUR. TÜRK İNSANININ NASIL BİR İNSAN OLDUĞUNU ALGILAYIN.

DEVAM

BAKIN BU ŞAHİN MARKA ARABA. TRAFİK KURALLARINI HİÇE SAYARAKTAN. HEPİMİZİN ÇOK SEVDİĞİ MUZLARI EVİNE PAZARA NASIL GÖTÜRÜYOR.

EVET. HEPİMİZ EŞYA TAŞIYORUZ. ARABAYI BU ŞEKİLDE HİÇ TAŞIMADIK. BUNDAN SONRA BÖYLE TAŞIYACAĞIZ HERALDE. YANİ TRAFİK KURALLARINA UYUN DİYOR.

EVET

BU DA TRABZONDAN. TRABZONLU HEMŞERİLERİMİZ OKEY OYNAMAYI ÇOK SEVİYORLAR DEMEKKİ NAMAZA DA GİDECEKLER. CAMİ UZAKMIŞ ONUN İÇİN VAKİT KAYBETMEMEK İÇİN HEP BERABER BİR CAMİ YAPTIRMIŞLAR. ZATEN OKUL YAPTIRMAZLAR HEP CAMİ YAPTIRIRIZ.

EVET, BU DA KAPI OTOMATİK KAPI EVET.

BU DA KARPUZCUMUZUN YARATICI DÜŞÜNCESİ. MALLARINI BUNA KATEGORELENDİRMİŞ. KARPUZ ALIRKEN BUNDAN SONRA DİKKAT EDELİM FİYATLAR.

BİR DE BİR BİSKÜVİ ÇIKMIŞ YENİ. BENİM HABERİM YOK SİZİN HABERİNİZ VARMI BİLMİYORUM. BU BİSKÜVİ REYONU. KIREMALI. FİYATIDA BU.

EVET. SONUÇTA BİRAZ EVVEL ARKADAŞIM DA SÖYLEDİ. DEĞERLİ HANIM EFENDİLER İŞTE TÜRK İNSANI BU.

BİRAZ EVVEL SÖYLEDİĞİM İNSANLAR. BUNLAR OY VERİYOR. ONDAN SONRA VATAN GİDİYOR ELDEN.

AKILLI OLMAZSAK SONUMUZ İRTİCA OLACAK

İŞTE BİZ DİKKATLİ OLMAK ZORUNDAYIZ. AKILLI OLMAK DURUMUNDAYIZ. BAKIN RAHAT YAŞAMA YOLLARINI ARADIĞIMIZ MÜDDETÇE SONUMUZ BU. SONUMUZ BU.

DEVAM.BAKIN 1930'LAR. BUDA, BİR RESEPSİYON, İŞTE YANINDAKİ AÇIK, MODERN ÇAĞDAŞ BAYANLAR. AMA ÜLKEMİZİN NEREYE GETİRİLMEK İSTENDİĞİNİ GÖRÜYORSUNUZ. İŞTE YAŞADIĞIMIZ SÜRECİ BEN GÖZÜNÜZÜN ÖNÜNE GETİRMEYE ÇALIŞTIM. BENİ SABIRLA DİNLEDİĞİNİZ İÇİN HEPİNİZE TEŞEKKÜR EDERİM.

İşte O Ses kaydı; (Kaynak: dailymotion.com)

http://www.dailymotion.com/video/xigz9m_tsk-nin-secyme-yonelyk-kurum-ycy-eyytym-semynerlery-bolum-1_news

http://www.dailymotion.com/video/xigzp5_tsk-nin-secyme-yonelyk-kurum-ycy-eyytym-semynerlery-bolum-2_news

Nuh Gönültaş/ Bugün
Kurmay zekâsı bu mu?
01 Mayıs 2011

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurmay zekâsı bu mu yani?

Bu kadar mı düşünebiliyorsunuz, bu kadar mı çalıştırabiliyorsunuz saksıyı?

Toplamış subay-astsubay eşlerini, onlara hangi partiye oy vermemeleri gerektiğini anlatıyor.

Bunu yaparken de çok komik, azıcık aklı zekâsı olan kimsenin itibar etmeyeceği, saçma sapan gerekçeler söylüyor, çok komik biçimde hazırlanmış slaytlar gösteriyor.

Sanıyor ki, bu saçmalıklarla salonda bulunan herkesi ikna edebilecek!

Şöyle bir TSK düşünüyorlar demek ki:

TSK'da bulunan subay-astsubay, diğer görevliler, eşleri, aileleri, çocukları, anaları, babaları vs. hepsi tek tip, aynı tornadan çıkmış kadınlar ve erkeklerden oluşuyor.

Hepsi aynı biçimde düşünür, aynı biçimde giyinir, aynı partiye oy verir, aynı partiye oy vermez...

Konuşmaya bakıldığında rahatlıkla "Bu konuşmayı yapan kişi hangi çağda yaşadığının farkında bile değil" denilebilir.

Anakronik bir metotla medenileri iknaya çalışıyorlar.

Medeni insan böyle saçma sapan konuşmalarla ikna olmaz.

Konuşan kişi sanki TSK'nın bir albayı değil, CHP'nin üst düzey yöneticilerinden birisi...

TSK personeli ve eşleri bu albayın anlattığı ve gösterdiği slaytlardaki manipülasyonlara inanacak kadar çağdışı bir zihniyette olamaz diye düşünüyorum.

Yüzde 99 saçma salak hazırlanmış bir sunum ile kimi ikna edebilirsiniz ki?

Albayımız önüne gelene saydırıyor.

Cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcısı, bakanlar... Cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların çocukları, eşleri...

Adam TSK üniforması altında yüzde bin beş yüz siyaset yapıyor.

Bunu yaparken de "Üstlerimden aldığım emri yerine getiriyorum" diyor.

"Tugay komutanımızın selamı var hepinize" diyor.

"Vatan elden gidiyor, adamlar yüzde 67 ile iktidara geliyorlar" diyor.

Albayın sunumu, ne taktik, ne strateji, ne kurmay zekâsı, ne de azıcık da olsa akıl içermiyor.

Toplamış TSK personel eşlerini düpedüz kara propaganda yapıyor.

Slogan atıyor.

Çamur atıyor, karalıyor.

Ülke yönetimine halkoyu ile gelmiş meşruiyeti olan kim varsa hepsine veryansın ediyor.

Kim bilir, dinleyiciler kadın olmasa kendini tutamayıp sinkaf da yapacak.

Dikkat ettim de AK Parti'ye oy verenlere adeta "Bidon kafalı", "Göbeğini kaşıyan adamlar" diyor.

Konuşan sanki TSK'nın bir albayı değil, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan...

Tek kelimeyle yazıklar olsun!

Genelkurmay Başkanlığı bu konudaki haberler üzerine soruşturma açmış.

Soruşturma açtığına göre emir-komuta dışında bir durum söz konusu diye düşünüyor insan.

Böyle düşünmek istiyorum.

Değilse...

Yani bu albayın orada sarf ettiği görüşler TSK'nın resmi görüşü ise, ki buna asla inanmak istemiyorum...

İşte o zaman yandık.

İşte o zaman, "vatan elden gitmiş" de haberimiz yok diye düşünmemek için bir sebep kalmamış olur!

MHP’li Atılgan Başörtülü Avına Çıkmış!!!

06 Mayıs 2011
MHP Milletvekili Atılgan, evine başörtülü misafir gelen Astsubay’ı, ‘alkol’den ‘el sıkışma’ya kadar geçirdiği testlerle, 3 ay askeri istihbarata adım adım izlettirmiş.
MHP Milletvekili Kürşat Atılgan’ın Tuğgeneral olduğu dönemde, Renault Flash marka bir otomobilin arka koltuğundaki “türbanlı”nın peşine düştüğü ortaya çıktı. Teröristbaşı Abdullah Öcalan’la Şam’da aynı binada oturduğu ve MİT’in Öcalan’a yönelik operasyonunu deşifre eden telefon konuşmasını yaptığı iddiaları ile gündemde olan MHP’li emekli Tuğgeneral Kürşat Atılgan’la ilgili şok bir belge daha ortaya çıktı.

Eskişehir’deki Albay’da yakalandı

MHP’li Atılgan’ın başörtü tahammülsüzlüğünü ortaya koyan belge bir ihbar sonucu Eskişehir’deki evinden Balyoz Darbe Planı ile ilgili yeni belgeler çıkan ve tutuklanan emekli Albay Hakan Büyük’ün evinden çıktı. 22 Kasım 2004 tarihli ve Kürşat Atılgan imzalı belge, MHP Milletvekili Atılgan’ın, evine başörtülü misafir gelen TSK personelini bile aylarca takip ettirdiğini ortaya koyuyor.

Askeri İstihbarat 3 ay ‘türban’ çalıştı

Olay, 25 Temmuz 2004 Pazar günü Yıldıztepe Alarm İskan Tesisleri Nizamiyesi’nden içeri Renault Flash marka bir otomobilin girmesiyle başlıyor. Otomobilin arka koltuğunda türbanlı bir bayanın oturduğunun tespit edilmesi üzerine 3 ay sürecek geniş kapsamlı operasyona start veriliyor. Türbanlı bayanın araçtan indikten sonra girdiği lojmanın Başçavuş Mehmet İffet Töre’ye ait olduğu tespit edildikten sonra türbanlı bir bayanın içinde oturduğu aracın da plakasından (05 DV 638) sahibinin kim olduğu araştırılıyor. Aracın Başçavuşun kardeşi Ferhat Töre’ye ait olduğunu tespit eden askeri istihbarat, aracı “türbanlıyı taşıma anında” diğer erkek kardeş Rafet Töre’nin kullandığını büyük bir başarıyla tespit ediyor.

‘Eşi türbanlı mı’ - ‘tokalaşıyor mu’

3 ay süren takibin belgesinde, izlemenin “personelin durumunun netleştirilmesi” amacıyla yapıldığı iddia ediliyor. Bu çerçevede Başçavuş Töre’nin birlik içi yaşantısı, arkadaş ilişkileri ve davranışlarının yakın takibe alındığı belirtiliyor. İlk inceleme Töre’nin eşi üzerine yoğunlaştırılıyor ve “başının açık, giyim kuşamıyla modern” biri olduğu tespit ediliyor. Daha sonra el sıkıp sıkmadığına bakılıyor. Başçavuş’un eşi bu testten geçince, evinde “dini içerikli süs eşyası” aranıyor.

Yetmedi ‘alkol’ ve ‘isim’ testi yap

Bu tip bir süs eşyası da tespit edilemeyince en zor aşamaya geçiliyor: Alkol Testi... Bunun için geriye dönük araştırma yapılıyor ve Başçavuş’un 2004 Şubat’ına ait görüntüleri bulunuyor. Üniteler Komutanlığı’nın gecesinde Başçavuş Töre’nin eşiyle dans ettiği ve alkol kullandığı kamera görüntülerinden tespit ediliyor. Bu görüntülerden 13 adet fotoğraf karesi çıkartılıp dosyaya konuyor. Başçavuş ve ailesi alkol testinden geçtikten sonra sıra çocuklarına geliyor. Çocuklarının isimleri ve okulları “tespit” edilerek belgeye ekleniyor.

MHP’nin yeni paşası Alan da türban fişçisi

MHP’nin tartışmalı biçimde aday yaptığı Balyoz Davası tutuklu sanığı emekli Korgeneral Engin Alan’ın da benzer bir çalışması ortaya çıkmıştı. Engin Alan’ın Kolordu Komutanı olarak imzaladığı 24 Aralık 2002 tarihli ‘Kişiye Özel’ damgalı ‘Kategorili Personel İşlemleri ve İrticai Faaliyetler’ başlıklı yazıda, 2002 seçimleri sonrasında irticai faaliyetlerde artış olduğunu savunularak “Resmi bayram, bayramlaşma ve yemekli toplantılara eşleri ile birlikte katılmaktan kaçınan personel üzerindeki takip ve kontrolün yoğunlaştırılması”, “TSK personelinin takip edilmesi ve ev ziyaretleri adı altında fişleme ziyaretleri yapılması”, “Milli Güvenlik Dersi hocaları aracılığıyla İmam Hatip Liselerinde okuyan kız çocuklarının türban takıp takmadıklarının takip edilmesi” emri veriliyordu. Belgede, Alan, kesinlikle müsamaha gösterilmemesini emrediyordu.

1. Ana Jet Üs Komutanı olarak imzalamış

ARKA koltuktaki türbanlı misafir nedeniyle başlayan 3 aylık araştırma sonucu üç maddede özetleniyor; Personelin eşinin başının açık olması, alkol kullanması ve sicil amirlerinin olumsuz görüş beyan etmemesi. Bu üç madde nedeniyle personelin takibinin bırakılmasına, kontrol altında bulundurulmasına gerek olmadığına karar veriliyor. Kürşat Atılgan, hazırladığı belgeyi 1’inci Ana Jet Üs Komutanı Hava Pilot Tuğgeneral sıfatıyla imzalıyor ve personelin alkol aldığını gösterir 13 fotoğrafla birlikte, 1’inci Hava Kuvveti Komutanlığı’na gönderiyor.

Korgeneral Saner’le Albay Atılgan konuştu

ABDULLAH Öcalan’a 1997 yılında MİT tarafından düzenlenen operasyonun deşifre edilmesiyle ilgili tartışmalar yeniden alevlendi. Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner’in telefonda, Şam Askeri Ateşe’ye operasyonu telefonda anlatması üzerine Suriye İstihbaratı El Muhaberat’ın operasyonu deşifre ettiği ortaya çıkmıştı. O dönem Askeri Ateşe’nin MHP’li Kürşat Atılgan olduğu ortaya çıktı. Atılgan “konuşmadım” demişti.

Öcalan’la aynı caddede oturmuş olabiliriz

MHP’li Atılgan’ın Şam’da Öcalan’la komşu olduğu iddia edildi. İlk gün “Öcalan’la aynı binada oturmadığını, belki kendisinden önceki Askeri Ateşe’nin oturmuş olabileceğini” açıklayan Atılgan bir gün sonra geri adım atıp “Şam’da 3 katlı villanın ilk katında oturdum. O bölgede apartman ve villalar vardı. Sanıyorum o (Öcalan) apartmanların birinde kalmıştır’’ dedi.
Cevheri Güven/ Star

MHP’li Atılgan ‘arka koltuktaki türbanlı avı’yla ilgili olarak “üst komutanlığın verdiği emirle, kendisine bağlı bir personel hakkında rapor hazırlattığını” savundu
07 Mayıs 2011
MHP Adana Milletvekili Kürşat Atılgan “arka koltuktaki türbanlı avı”yla ilgili kendisini aklarken üst komutanlarını suçladı. Nizamiyeden bir aracın arka koltuğunda giren türbanlı kadın nedeniyle bir Astsubay Başçavuş’u 3 ay boyunca askeri istihbarata izlettiren ve bu sürede ‘alkol’, ‘el sıkışma’, ‘dini biblo’, ‘dans’ testlerinden geçirttiği altında ıslak imzası olan raporla gözler önüne serilen Atılgan, “kendisinin üstü komutanlık tarafından verilen emirle, kendisine bağlı çalışan bir personel hakkında bazı iddiaların araştırılmasının istendiğini” savundu.

PEKİ O ASTSUBAY ALKOL KULLANMASAYDI?

MHP’li Atılgan, 3 aylık takip ve testleri yalanlamazken, sadece izleme raporunun son bölümünde ‘personel hakkında olumsuz bir duruma rastlanmadı” bölümünü gösterip, o astsubayı koruduğunu savundu. Tüm ömrünce Türk-İslam mefkuresinin hayata geçirilmesi çabasında olduğunu ifade eden Atılgan, başörtüsü yasağının kaldırılması konusunda Meclis’teki Anayasa değişikliğine destek verdiğini söyledi. “Hayatımın hiçbir döneminde, hiçbir görevimde başörtüsü avcılığına çıkmadım’’ diyen Atılgan, halen avukatlığını yapan Mustafa Dokumacı’nın geçmişte personeli olduğunu belirterek, eşinin de başörtülü olduğunu söyledi.

MHP’li Atılgan’ın “arka koltuktaki türbanlı avı”yla ilgili kendisini savunurken, yaptıklarının sorumlusu olarak üst komutanlarını suçlaması geçen günlerdeki açıklamalarını akıllara getirdi. Atılgan, PKK lideri Öcalan’la aynı apartmanda oturduğu iddiaları gündeme gelince de “Ben oturmadım ama benden önceki askeri ateşe oturmuş olabilir” diyerek kendisinden önce Suriye’de Askeri Ateşelik yapan şimdiki Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Fikret Demirtaş’ı işaret etmişti.

Star

Darbeyi Doğrulayan Belgeler Çıktı
30 Mayıs 2011

Eskişehir'den çıkan Balyoz belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında ifade veren paşaların 'Belgelerde imzamız yok, hepsi dijital' savunmasını, Bilvanis Çiftliği'ni hedef alan hava operasyonuna ait dokümanlar çürüttü.
Eskişehir'de ele geçirilen ve Bilvanis Çiftliği operasyonuna ait bilgiler içeren belgenin altında Hava Harp Akademileri Komutanı Tümgeneral Bülent Kocababuç'un ıslak imzası bulunuyor.

Eskişehir'de emekli Kurmay Albay Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen Balyoz belgeleriyle ilgili ilfadeye çağrılan komutanların 'Belgelerde imzamız yok, hepsi dijital dokmüman' savunmasını Bilvanis Çiftliği'ni hedef alan operasyona ait dokümanlar çürüttü. Hava Harp Akademileri Komutanı Tümgeneral Bülent Kocababuç'un Bilvanis Çiftliği'ne yönelik hava operasyonuna ait 'kişiye özel-gizli' damgalı belgede ıslak imzası bulunuyor. Emekli Albay Büyük'ün evinden çıkan ve dönemin 113. Filo Üs Harekat Komutanı Kurmay Albay Bülent Kocababuç'un imzasını taşıyan 18 Temmuz 2006 tarihli belgede ise havadan çekilen fotoğraflar, 2005 yılının görüntüleriyle kıyaslanarak Bilvanis Çiftliği'ndeki değişiklikler anlatılıyor.

BELGELER İMZASIZ DEDİLER

Eskişehir'de emekli Albay Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen Balyoz planının ek belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında, Hava Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Korgeneral Turgut Atman, Hava Kuvvetleri Personel Başkanı Tümgeneral Nedim Güngör Kurutaş, Hava Harp Akademileri Komutanı Tümgeneral Bülent Kocababuç, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlık Koordinasyon Yardımcısı Tümgeneral Beyazıt Karataş, Hava Kuvvetleri Personel Daire Başkanı Tuğgeneral mehmet Eldem, Bilimsel kararlar Destek merkezi Başkanı Tuğgeneral Erhan Pamuk, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Temsilcisi Tümamiral Sinan Ertuğrul ve Kurmay Albay Mehmet Örgen geçtiğimiz gün Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne gelerek ifade verdi. Savcı Hüseyin Ayar tarafından sorgulanan komutanların ifadelerinde 'Belgelerde imzamız yok, hepsi dijital' dediği öğrenildi.

MÜSAADE KOCABABUÇ'TAN

Komutanların bu ifadesini Bilvanis Çiftliğini hedef alan operasyona ait dokümanlar çürüttü. Eskişehir'den çıkan Balyoz belgeleri arasında yer alan Bilvanis Çiftliği Harekatı'yla ilgili dokümanlarda Hava Harp Akademileri Komutanı Tümgeneral Bülent Kocababuç'un ıslak imzası bulunuyor. Kocababuç'un kurmay albay rütbesiyle 113. Filo Üs Harekat Komutanı olduğu dönemde hazırlanan 'kişiye özel-gizli' damgalı belgede Bilvanis Çiftliği'nin 2006 yılında havadan çekilen fotoğraflarıyla 2005 yılı görüntülerinin karşılaştırması yapılıyor. Belgede, Bilvanis Çiftliği'nin havadan görüntülenmesi talimatını verdiği belirtilen Kocababuç'un yanı sıra 2 subayın daha ıslak imzası bulunuyor. Belgenin 'Kaleme alanın ismi' bölümünde ise HAFOK Kıta Komutanı Hava İstihbarat Yüzbaşı Mustafa Sümer, 'Koordinasyon sorumlusu' bölümünde ise 113. Filo Komutanı Vekili Binbaşı Yaşar Kadıoğlu'nun imzaları görülüyor. Belgenin altındaki 'Müsaade Eden' kısmı ise Kocababuç'un ıslak imzasını taşıyor.

ÇİFTLİĞE 'JET HAREKATI'

Emekli Albay Hakan Büyük'ün Eskişehir'deki evinde Bilvanis Çiftliğiyle ilgili Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde 9 yıldır izleme ve fişleme faaliyetlerinin yürütüldüğünü ortaya koyan belgeler ele geçirilmişti. Albay Büyük'ten ele geçirilen belgelerde Bilvanis Çiftliğini irticai yapılanma gerekçesiyle askeri jetlerle izleyip fotoğraflarını çekilmesi emrini veren Eskişehir'deki 1. Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Korcan Pulatsü'nün de ismi geçiyor. Pulatsü ve beraberindeki bazı komutanların Hava Kuvvetleri'nin ekilen ürünlere kadar fişlediği Bilvanis Çiftliği ile ilgili belgeler 9 yıldır sürdürülen yasadışı faaliyeti tüm detaylarıyla ortaya koymuştu.

DARBEYİ DOĞRULAYAN BELGELER ÇIKTI

Büyük'ün Eskişehir'deki evinde yapılan aramalarda bulunan yeni belgeler, Balyoz soruşturmasını sulandırma amaçlı ortaya atılan iddiaları çürüttü. "Balyoz soruşturmasında ele geçirilen belgelerin askeri yazışma kurallarına uymuyor" iddiasını fos çıkaran yeni belgelerde "Planların güvenliğinin sağlanması için gerektiğinde belgelerde yer alan isim, yer, tarih, rütbe ve diğer ek bilgilerin kasıtlı olarak değiştirilebileceği" ifadeleri yer alıyordu. Balyoz seminerinin 5-7 Mart 2003 tarihinden sonra güncellenmediği iddia edilse de emekli Albay Büyük'ün Eskişehir'deki evinde bulunan bir belgenin 18 Kasım 2003 tarihinde oluşturulduğu belirlendi.

Yeni Şafak

Konuyla ilgili diğer haberlerin linkleri;

Balyoz Zihniyeti: Fidanları Fişlemişler!!!
http://www.aktifhaber.com/balyoz-zihniyeti-fidanlari-fislemisler-434300h.htm

BİLVANİS NOHUT HAREKATI!!!
http://www.aktifhaber.com/bilvanis-nohut-harekati-434860h.htm

Bilvanis Fişlemesinin Şok Raporları!
http://www.aktifhaber.com/bilvanis-fislemesinin-saka-gibi-raporlari-435389h.htm

Paşa Bornoz Parasını Devlete Ödetmiş!
http://www.aktifhaber.com/pasa-bornoz-parasini-devlete-odetmis-443791h.htm

MENZİL CEMAATİNE OPERASYON
http://www.aktifhaber.com/menzil-cemaatine-operasyon-447453h.htm

CD’LERE ESİR DÜŞMÜŞ BİR “YÖNETİCİ ELİT”LE NEREYE KADAR?
Alihaydar Can
04.06.2011



Baykal’ın CD’sinin birinci bölümü internete düştüğünde ”AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE BAYKAL“ başlığı altında konunun medya tarafından özenle gizlenen “ahlâkî” tarafına değinmiş ve bu CD’lerin muhtevasından ve bunların servis edilişinden daha vahimi, konunun bütün ilgili tarafları açısından tam bir ahlakî zaafı açığa vurduğunu izaha çalışmıştım (1).

Bu defa Yargıtay, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve MHP’de ortaya çıkan kaset skandalları üzerinden konunun başka bir boyutuna temas etmek istiyorum: TC’deki iflahı/ıslahı gayrıkaabil (Kurtarılması/düzeltilmesi imkânsız) çürüme...

Ortaya çıkan bu skandallar şüphesiz buzdağının görünen yüzü kadardır ve asıl büyük kütle gözlerden gizlidir.

Bunu MHP’nin millet vekili adaylığından kaset zoruyla istifa ettirilenlerden biri bakın nasıl ifşa ediyor:

[-Başbakan diyor ki, “Ancak eşle yaşanan özel hayattır”...

-Başbakan’a sormayacağız nasıl yaşayacağımızı. Bir namus bekçilikleri eksikti. Bu Meclis’te, hatta AKP sıralarında kaçamak yapmayan var mı? Güldürmeyin beni, komik olmasınlar...] (2)

“Komik olmasınlar” diyor...

“Bu Meclis'te , hatta AKP sıralarında” zina etmeyen mi var?” Diyor...

Bu ne demek?

“Bu Meclis’te” kim varsa...

Hepsinin CD’lerinin olması mümkün...

Geçelim...

İstanbul Özel yetkili Savcılığı’nca Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde yürütülen ve astsubayından amirallerine kadar yüzlerce ismin adının geçtiği (ki bazı isimlerin adları ailecek geçiyor) bir soruşturmaya:

[İnanılmaz Şantaj Yöntemleri

Asker, polis ve bürokratlara tuzak kuran fuhuş çetesinin şifreli dosyaları açıldıkça, zanlıların şantaj yöntemleri de deşifre ediliyor...
Asker, polis ve bürokrat avcısı fuhuş çetesinin çalışma yöntemi deşifre edildi. Şebeke, fuhuş için aracılığa zorlanan askeri öğrencileri, 'Sonunuz Münevver gibi olur' diye tehdit etmiş.

Kısa süre önce çökertilen Kocaeli merkezli şebekenin, gizli kameralarla, Rusya'dan getirilen kadınlarla ilişkiye giren asker, bürokrat, işadamı ve polisleri kaydettiği tespit edilmişti. İ.S. adlı bir albayın evinde bulunan klasörler ise çetenin fuhuş andıcını gözler önüne sermişti. Grupla bağlantılı çalışan askeri okul öğrencilerinin evinde kurbanlara ait iç çamaşırları bulunduğu iddia edilmişti. Albayın bilgisayarında bulunan şifreli dosyalardan çok çarpıcı belgelerin çıktığı öne sürüldü.

GÖRÜNTÜSÜ VAR - YOK

İddialara göre, belgelerde YAŞ'ta terfi alması beklenen Deniz Kuvvetleri personelinin isim listesi yer aldı. Şebeke, tuzak kurulan kişilerin karşısına 'görüntüsü var-görüntüsü yok' diye notlar tutmuş. Fuhuş için kullanılan kadınlar ile fuhuşa zorlanan bazı askeri öğrencilerin neler yapması gerektiğine ilişkin rapor hazırlanmış.

'FUHUŞ NİYE YAPILMALI'

Operasyonda, 'fuhuş neden yapılmalı?' ve kız öğrencilerin fuhuşa nasıl zorlanacaklarına ilişkin 9 sayfalık bir belge de bulundu. Belgelerde çeteye çalışan erkek öğrencilerin isimlerinin karşılarına, hedef gösterilen kız öğrencilerin adları yazılmış. Fuhuş'a aracılık etmeyen öğrencilere de Münevver Karabulut cinayeti örnek gösterilerek 'Sonunuz Münevver gibi olur. Başınızı ve bacaklarınızı ayrı ayrı yerlerde bulurlar' tehdidi savrulmuş. Şebekenin, ' Geçen yılki Ş. isimli öğrencinin başına gelenleri unutmayın' diyerek tehdit ettiği bilgisi de raporda yer aldı.

KOMUTANA İHALE ŞANTAJI

Çetenin, askeri ihaleleler için de devreye girdiği belirlendi. Deniz Kuvvetleri'nin radar kamera ihalesini çetenin desteklediği firmanın kazanamadığı, grubun bu nedenle bir komutana kızıp, görüntüleriyle şantaj yaptığı iddialar arasında.

FİYAT BİÇMİŞLER

POLİSİN ele geçirdiği belgelerde 14 kız öğrencinin ve 25 subayın isminin yer aldığı iddia edildi. Bir Deniz Üs Komutanlığı'nda görevli kadın Yüzbaşı Y.E. tarafından hazırlandığı öne sürülen belgelerde öğrenciler için fiyat bile biçilmiş. Kızlar ile jigalo olarak kullanılan erkek öğrencilerin fiyatları 2 bin 500 lira olarak belirlenmiş. Ele geçirilen belgeler arasında veresiye defter notları da yer alıyor. Fuhuş için gönderilen kızların aldıkları paralar ile borçlu subaylar gibi notlar tutulmuş. ]
(3)

Yukarıdaki haber o dosyadaki durumun özetin özetinin özeti bile değil...

Teferruata girsek yıllarca sürecek kimin şeyinin kimin şeyinde olduğunun asla anlaşılamadığı Dallasvari bir dizi film olur...

Adamlar -Çok üst düzeyleri de dahil olmak üzere-, amiralinden astsubayına, genel müdüründen alt düzey memurlara kadar bir çok bürokratı belden aşağısından kıskıvrak yakalayarak Ordunun, TÜBİTAK’ın en gizli, en staratejik bilgi, belge ve projelerini ele geçirrmişler..:

Yine Ergenekon Davası dosyalarından birinin içinde 90 küsur Yargıtay hakiminin porno görüntüleri çıktı...

Düşünün 90 küsur Yargıtay hakiminin kimselerin görmesini isteemediği ahlâkdışı CD’leri ortalıkta dolanıyor...

CD’yi kapan Yargıray’a koşup istadiği kararı çıkarıyor...

Ergrnekon Davası Savcısı bunları Yargıtay Başkanı’na yolladı...

Sonra ne oldu?

Hiiiç...

O Yargıtay Başkanı bir kaç gün önce gözyaşları içinde emekli oldu..

O hakimlerse orada görev yapmaya devam ediyor: “Yüce Türk Uluısu Adına” kararlar veriyor...

Tıpkı CD’leri ortaya çıkan asker/sivil bürokratların “devlet ve millet için” canla başla “çalışmaya” devam etmeleri gibi...

Bu CD’leri ele geçirenlerin TSK’da, Yargıtay’da TBMM’de ve diğer kurum ve kuruluşlarda lehlerine çıkaramayacakları hiçbir karar, almayacakları hiçbir ihale, çalmayacakları hiçbir gizli bilgi, belge ve proje yok...

Ondan sonra “Vaaay hakim kozmik odaya nasıl girer?” ulusalcı muhabbetleri yapılıyor...

Kardeşim bu CD’lerle dost düşman, hırlı hırsız hiç kimsenin girmediği devlet odası/sırrı, bitirmediği yasadışı bir işi mi kalır ki; kafayı kozmik odaya giren hakime takıyorsunuz?..

Girmedik bir o kalmıştı oda giriversin...

Ha bir eksik, ha bir fazla...

Devlet devlet olmaktan çıkmıış...

En düzey personelinden en alt düzeryine kadar CD’lere, rüşvetlere, şantajlara teslim bayrağı çekmiş...

Bitmiş...

Batmış...

Çökmüş...

Bazıları işin nutuklarla, kuru gürültülerle kapatılıp sürdürülebileceğini zannediyor...

Bunları geçiniz...

Laiklik maskesi altında yaklaşık 80 yıldır sürdürülen kuduz bir İslâm düşmanlığı ile varılacak yer işte budur:

Gırtlağına kadar ahlâksızlık bataklığıına gömülmek...

Gömülürken de beraberinde devleti de sürüklemek...

CD’lere, rüşvetlere, şantajlara esir düşmüş, gırtlağına kadar ahlkâsızlığa gömülmüş bir “yönetici elit”le bu çürümüş yapının en ufak bir sarsıntıyla bile un ufak olup gittiğini yakında herkes görecek...

Seçim mi?

Ne seçimi?

Dipnotlar:
1-) Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2709
2-) 22 Mayıs 2011 , "Evet kaçamak yaptım ama...", Balçiçek İlter'’in röportajı, Habertürk gazetesi.
3-) 17 Ağustos 2010, Akşam gazetesi.



Zorla Şarap İçirilen Bir Kuvvet Komutanı
Murad Salih

Önce biraz tarih:

[Osmanlıların kök ağacı olan KAYI’nın manası muhkem, kuvvet ve kudret sahibi demektir. Bozokların Ayhan kolunun ongunu kartal, Yıldızhan kolunun ongunu tavşandır.
Bugün Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı TSK’nin Osmanlı ordusunun bir devamı olduğu girişindeki kartal arması ve tasvîrî kartal heykelinden bellidir. AB yıldızlarının arasında yer almayı düşünen bozoklar, TSK’nın ongununu tavşan olarak tayin edebilir. Kartal, yırtıcılığın; tavşan ise korkaklığın remzidir. (..)
Kayı aşireti miladî 9. asırdan sonra Ceyhun’u geçerek Horasan’a, oradan Azerbaycan ve Ahlat’a, Hasankeyf ve Harput derken bir kısmı I. Alaüddin Keykubad (1219-1236) zamanında Ankara’nın batısındaki Karacadağ bölgesine yerleşmişlerdir. Söğüt ve Domaniç bölgesine iskan edilen Kayılar 400 çadır halkı olup 13. yüzyılın ikinci yarısında reisleri Gündüz Alp’in oğlu Ertuğrul Bey’dir (1188-1281). III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1264-1283) Cimri vakasından sonra hududa geldiği zaman Kayı aşiretinin beyi olan Ertuğrul Gazi, sultanın hizmetine girip, kendisini selamlayarak hediyelerini takdim etmiştir. Selçuklu sultanı da mülk olarak Söğüt’ü Ertuğrul Bey’e vermiştir(1279). Ertuğrul Gazi’nin 90 yaşını geçmiş olduğu halde 1281 yılında Söğüt’te vefat etmesi üzerine (..) Kayı aşireti son demlerinde zaten babasına vekalet eden Osman Bey’i intihap etti. Moğol hükümdarı Hülagu’nun Bağdat’ı istila etmesinden iki yıl sonra 1258’de Söğüt’te dünyaya gelen Osman Bey’le birlikte 1299 yılında da Osmanlı Devleti doğmuştur.

Osman Gazi aşiret beyi olduğunda 23 yaşında idi. (..)

Osman Gazi, İslam dünyasının övgüsünü kazanmış bir hakandır. Zira ila-yı kelimetullahı tüm cihana yayma ve hakim kılma anlamına gelen kızıl elmayı tahta, kılıcı ile diken Osman Gazi’nin kurduğu Osmanlı Devleti’nin armasındaki güneş halifeliği, ay padişahlığı, silahlar devletin gücünü, çiçekler sevgi ve muhabbeti, terazi adaleti, kitap hukuku ve Allah’ın kanunlarına bağlılığı, en alttaki şekiller, başarılı kimselere verilen devlet nişanlarını temsil ve ifade eder. En üstteki yuvarlak içindeki tuğra devrin padişahının tuğrasıdır. Ay içindeki yazının anlamı ise Osmanlı Devletinin padişahları Allah Teala’nın tevfikine dayanırlar anlamındadır.

Genelkurmay’ın Çakmak salonundaki sancak da Osmanlı’dan devralınan manevî emanetlerin sembolüdür.
(..)
“Osmanlı Devleti neden altı buçuk asır yaşamıştır?” sorusunun cevabı gayet açık ve nettir. Allah kendi dininin yücelmesine, bütün cihana yayılıp hakim kılınmasına yardım edene sebepler halk ederek yardım etmiştir. Allahu Teala’nın yardım eli, Osmanlı’nın kılıcının kabzasını kavrayan eli üzerinde olmuştur. Onlar Allah’ı sevmiş, Allah da onları sevmiş ve göktekilere ve yerdekilere de sevdirmiştir… O kadar…

Osmanlı Söğüt’te doğmuş ama uzun ömürlü bir cihan devleti olması hep ulu bir çınara teşbih edilmiştir. Neden? Çünkü babası Ertuğrul Gazi hayatı boyunca hocası ve mürşidi Şeyh Edebali hazretlerini kendine rehber edinmişti. Onun manevî terbiyesiyle kemâl sahibi bir aşiret reisi olmuştur. (..) Osman Gazi’de sık sık Edebali hazretlerini ziyaret ediyor, duasını alıyordu.

Şeyh Edebali’nin evinde misafir kaldığı bir gece Osman Bey ruhuna sükunet veren, nefsinin çırpınışlarını dindiren sohbetin huzuru içinde heyecan dolu anlar yaşamıştı. Kendisine yatması için gösterilen odanın duvarında asılı bir Kur'an-ı Kerim olduğu için ayağını uzatmayıp kıvrılarak oturduğu yerde tatlı bir uykuya dalmıştı. Rüyasında Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan ve giderek hilal şeklini alan ayın bir ucunun kendi göğsüne girdiğini ve kendisi ile Şeyh Edebali arasında çıkan bir fidanın giderek ÇINAR haline geldiğini ve bu çınarın dallarının üç kıtaya yayıldığını ve birçok milleti gölgesi altına aldığını görmüştü. Bu topraklarda haşmetli kule ve kubbeler üzerinde Ezan-ı Muhammedî okunuyor, bülbüller Kur'an tilavet ediyordu. Semanın görülen her yeri gülşen olmuştu. Osman Bey rüyasında bu güzel manzaraları büyük bir hayranlıkla seyrederken aniden bir ceylanın ortaya çıktığını görmüş, batıya doğru kaçmaya çalışan ceylana ok atmak üzere nişan alırken uyanmıştı.

Abdest alarak müsaade isteyerek Şeyh Edebali’nin huzuruna girdi. Rüyasını anlatmaya başladı.(..) Osman Bey susunca Şeyh rüyayı yorumlamaya başladı: “Oğlum! Gaibi ancak Allah bilir. Lakin bu gördüğün rüyada dolu dolu hayır vardır. Cenab-ı Hak sana ve soyuna saltanat nasip edecektir. Dünya oğullarının himayesine girecektir. Benim zürriyetimden biz kız ile evleneceksin. Bu izdivaçtan doğanlar, senin kuracağın ve giderek büyüyecek olan büyük bir devletin başına geçeceklerdir. Bu devlet de batıya doğru genişleyecektir. “

Ertuğrul Gazi, oğlu Osman Gazi’ye şöyle vasiyet etmişti:

“Bak oğul… Beni kır (ama) Şeyh Edebali’yi kırma. O bizim boynumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz. Bana karşı gel ama O’na karşı gelme. Bana karşı gelirsen üzülür incinirim. O’na karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur. Baksa da görmez olur. Sözümüz Edebali için değil, senceğiz içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say.”

İşte Osmanlı Devleti’ni cihan devleti yapan ruh budur.

(..)Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu, ilk Osmanlı kadısı, müftü ve mutasavvıfı, Horasan erlerinden İlyas Baba’nın müridi, Mevlid-i Şerif’in müellifi Süleyman Çelebi’nin dedesi, Nevşehirli Hacı Bektaş-ı Veli ile Kırşehirli Ahi Evren’in muasırı, ahi teşkilatının dönem reisi Osman Gazi ve bacanağı Dursun Fakih’in kayınpederi, (..) Bilecik’te dar-ı bekaya irtihal etmeden nasıl nasihat ediyor damadı Osman Bey’e:

“Oğul! İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezânında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın. Ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgarlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yene. Daima sabırlı, sebatlı, iradene sahip olasın. Dünyâ, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazîlet ve adâletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyâda inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin, deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir. Şu üç kişiye; yâni câhiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı!.. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücâdeleden korkma! Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervâsız, kahraman, gözü pek) derler.

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana... Güceniklik bize, gönül almak sana... Suçlamak bize, katlanmak sana... Âcizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adâlet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana... Ey Oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma, insanı yaşat ki, devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır ve çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun.” ]
(1)

Özet olarak ancak bu kadar anlatılabilecek bir cihan imparatorluğunun, 3 kıta 7 iklime hak, hukuk, adalet ve hürriyet götürmek için can veren kan döken ordusunun devamı ve varisi olduğunu GKB binasının girişindeki kartal arması ve tasvîrî kartal heykeli ile aynı binanın Çakmak salonunda muhafaza edilen sancak’tan da anlayabildiğimiz TSK’nın en üst 5 komutanı arasında geçen şu tüyler ürpertici hadiseye bakalım:

[2000 yılında Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası dönemim Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman’ın evinde Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarıyla bir araya geldiklerini ve bu yemekli toplantıda Kıvrıkoğlu'nun Özkök'e zorla içki içtirttiğini söyleyen Erdil olayı şöyle anlattı: “ 2000 veya 2001 olabilir. Kıvrıkoğlu Paşa, Genelkurmay Başkanı’ydı. Her Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra bir kuvvet komutanının evinde toplanıp akşam yemeği yeriz. Bir toplantı sonrası yine Cumhurbaşkanlığı Köşkü içinde yapılan komutanlık evlerinden birinde yemek yedik. Masada Kıvrıkoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkök, Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil, Hava Kuvvetleri Komutanı Ergin Celasun var. Masaya şarap servisi yapıldı. Herkesin önündeki kadehte kırmızı içecekler duruyor. Bir ara galiba Aytaç Paşa, Hilmi Özkök’e seslenerek, ’O Hilmi, ne güzel, sen de şarap içiyorsun’ dedi. O da, ’Evet biz de heyete uyduk içiyoruz’ cevabını verdi. Erdil bu noktada dönemin genel Kurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun söze girerek, "Nereden şarap içiyormuş. Önündeki şarap değil, kola." şeklinde çıkıştığını ve Kıvrıkoğlu'nun kimsenin tepki vermesine izin vermeden hizmet yapan garsona dönüyor ve "Oğlum şuradan şarap getir. Hilmi de doğru dürüst bir içki içsin" diyor.] (2)

Arkasında dev gibi bir tarihi miras/tecrübe/birikim bulunan bir ordunun en üst beş komutanı arasında geçen bu utanç verici hadise, o ordunun dününe, bugününe ve yarınına yakışıyor diyebilir misiniz?

Bir GKB insanlıktan, ahlâktan,haktan, hukuktan ve nezaketten bu kadar uzak, bu kadar saygısız, bu kadar kaba, bu kadar görgüsüz bir davranışı, kendisinden sonra o makama oturacak olan yaşlı bir komutana nasıl reva görebilir?

Hadi o yaptı bir ayılık...

O yemekte bulunan diğer üç komutan, kendilerinden daha kıdemli olan bir mevkidaş ve meslekdaşlarına reva görülen bu insanlık dışı muamele karşısında nasıl suskun kalabilir veya bu alçakça hakarete iştirak edebilir?

Hadi, onlar da tencere-kapak ilişkisi gibi bir ilişki içinde bu kabalık/seviyesizlik/terbiyesizlikten hoşnut oldular...

Ya bu hakarete doğrudan maruz kalan komutan, kendisine yapılan bu hakarete o anda, eliyle-diliyle ve misliyle mukabel etmek yerine, kendine uzatılan şarap bardağını gıkını bile çıkarmadan lıkır lıkır nasıl içer?

İnsanlık, askerlik, dostluk, arkadaşlık, şeref, haysiyet, bu çirkin tablonun neresindedir?

Biz de burada arpacı kumrusu gibi “ulan dünyanın en büyük ordularından biri, Süleymaniye’de kafasına geçirilen ABD çuvalını niye çıkaramadı” diye düşünüp duruyorduk...

Şimdi anladık...

Astı olan bir kuvvet komutanına zorla şarap içirmeyi marifet zanneden GKB ile buna yardım ve yataklık eden HKK, DZKK, JGK ve -getirilen şarap bardağını getirtenin kafasına fırlatrmaktan bile aciz- KKK gibileriyle bu işin oluru mümkün mü kardeşim?...

Yukarıda özetlediğimiz şanlı tarih-büyük miras nerede?

Bu çapsız cüceler nerede?..

Galiba düğümün çözümü şu iki soruya bağlı:

Biz o halden bu hale nasıl düştük?... (Bu soru bizi doğru bir tarih muhasebesi yapmaya mecbur eder...)

Ve...

Düştüğümüz bu uçurumun dibinden nasıl çıkacağız?.. (Bu soru da bizi doğru bir hal muhasebesi/durum değerlendirmesi-çözümlemesi ve harekât planı yapmamamız gerektiğini ihtar eder...)

“Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol”

Dipnotlar:
1-) A.Hamit ÖZYAYLA, Söğütte 400 Çadır, İlkadım Dergisi.
2-) Ertuğrul Özkök, O içtiğin şarap değil Hilmi, 20 Aralık 2008, Hürriyet

"Şantaj ve Askeri Casusluk" Davası
29.06.2011
Devletin güvenliğiyle ilgili gizli bilgileri sızdırmakla suçlanan 15'i tutuklu, 56 sanık hakim karşısına çıktı...

"Şantaj ve askeri casusluk" iddialarıyla ilgili, emekli Albay İbrahim Sezer’in de aralarında bulunduğu 15’i tutuklu, 56 sanığın yargılandığı davanın dördüncü duruşması yapıldı. Sanıklar devletin güvenliğiyle ilgili gizli belgeleri sızdırmakla suçlanıyor.

İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmaya, emekli Albay İbrahim Sezer ile Yücel Çipli’nin de aralarında bulunduğu tutuklu sanıklar ile "Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen belgelere" dair soruşturma kapsamında tutuklu bulunan Binbaşı Kemalettin Yakar ve bazı tutuksuz sanıklar katıldı.

Duruşmada tutuklu sanıkların savunmaları alındı.

Askeri casusluk ve şantaj davasında devletin güvenliğine ilişkin belgeleri sızdırmakla suçlanan sanıklar hakkındaki iddianame, Özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen tarafından hazırlandı.

Toplam 56 sanığın ve 68 müştekinin yer aldığı iddianamede, şüphelilerin ’Kişiler arasındaki konuşmaların hukuka aykırı olarak dinlenmesi ve kayda alınması, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek, siyasal veya askeri casusluk’ suçlarından cezalandırılması isteniyor.

İddianamede, 1 numaralı sanık olarak yer alan emekli Albay İbrahim Sezer’in örgüt lideri olduğu ifade ediliyor.

Tuğamiraller Şafak Yürekli ve Fahri Can Yıldırım Şüpheli...
"Kafes Eylem Planı" davasının tutuksuz sanıklarından Tuğamiral Şafak Yürekli ile Balyoz davasının sanığı Tuğamiral Fahri Can Yıldırım iddianamede şüpheli olarak yer alıyor.

Yürekli ve Yıldırım ’suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek’le suçlanıyor.

Davanın görülmesine Cuma günü devam edilecek. TRT

Çanakkale Şehitliğinde Başörtü Yasağı!..
05 Temmuz 2011



Kimi zaman savaşanlara cephe arkasında yardıma koşan, kimi zaman omzunda silah, mermi taşıyan, cephede savaşan başörtülü kadının, torunlarına ziyaret engeli !..
Çanakkale şehitliklerini gezmek için Aydın'dan gelen çarşaflı dört kadın, halka açık olan Çimenlik Kalesi'nden, askerler tarafından zorla çıkarıldı. İçinde Deniz Müzesi ve Nusrat Mayın Gemisi bulunan, askeriye kontrolündeki kaleyi gezmek isteyen Selimışıklı ailesinin beş ferdi, maruz kaldıkları davranış üzerine polise şikayetçi oldu.Tek amaçlarının, savaşlarda hayatını kaybeden şehit atalarının mezarlarını gezmek olduğunu belirten Serhat Selimışıklı, yönetmelik ve kanunlarda müze ve kalelere çarşaflı girilemeyeceği ibaresi olmamasına rağmen, sorumlu komutanın keyfi tutumu yüzünden hakarete uğradıklarını söyledi.
aktifhaber

Askerlere Yalan Makinesiyle İrtica Testi!
23 Temmuz 2011
28 Şubat sürecinde TSK’dan atılan askerlere ilişkin istihbarat raporları, emekli Albay Büyük’ün evinden çıktı. Bazı askerler yalan makinelerine oturtulurken, bazıları da evinde Kuran bulundurmakla suçlanmış.
Balyoz darbe planı davası tutuklu sanıklarından emekli Albay Hakan Büyük’ün Eskişehir’deki evinde yapılan aramalardan 28 Şubat sürecinde irticacı oldukları iddiasıyla TSK’dan ihraç edilen askerlerle ilgili hazırlanan raporlar bulundu.

Bazı askerlerin yalan makinesi testine tabi tutuldukları, namaz kılan askeri personelin evlerine baskınlar yapıldığı, arkadaşlarına faizsiz borç veren subayın ‘irticacı’ diye damgalandığı, evlerde bulunan Kuran-ı Kerim’lerin bile irtica delili sayıldığı ortaya çıktı.

Gönüllü ‘irtica avcısı’ olmuşlar
Emekli Hava İstihbarat Albay Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen irtica takip raporlardan en dikkat çekeni, Astsubay Başçavuş İshak Yılmaz hakkında hazırlanmış olan rapordu.

Astsubay Mustafa Ergin’in ihbarı üzerine takibe alınan Başçavuş Yılmaz’a yöneltilen suçlamalar arasında “cemaat pikniklerine katılmak”, “irticadan atılan bir astsubayla görüşmek” de var. İrtica faaliyetler nedeni ile takibe alınan askerler ile pikniğe gitmekle suçlanan Astubay Başçavuş Yılmaz, komutanları tarafından yalan makinasına bağlanarak irticacı olup olmadığı konusunda sorgulanmış. Yılmaz’la ilgili raporda “Polygraph (yalan makinası) testinde kendisine yöneltilen 4 soruya doğru cevap vermediği için ihraç edilmesi” istenmiş. İrtica takip raporlarından birisi de Astsubay Osman Kaçmaz hakkında. Rahatsızlanan başörtülü eşini Etimesgut Askeri Hastanesi’ne götüren Kaçmaz’ı aynı anda hastanede olan Astsubay Bülent A., takibe almış. Uzun süre hastane içinde Kaçmaz’ı takip eden Bülent A. daha sonra personel dosyalarından ismini ve rütbesini tespit ettiği Osman Kaçmaz’ı ‘eşi türbanlı’ diye üstlerine bildirmiş. Bunun üzerine sorguya alınan Astsubay Kaçmaz “Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu ancak İslam dinini ve inanç özgürlüğünü yaşamak istediğini, dinini yaşamak şeriatçılıksa evet şeriatçı olduğunu” söylemiş. Bunun üzerine Kaçmaz, TSK’dan ihraç edilmiş.

Eşin başını açsın seni atmayalım
Hakkında rapor hazırlanan bir başka isim ise Başçavuş Mehmet Çetin olmuş. Oturduğu evin sahibi “Süleymancı” olduğu için bu camiaya yakın olduğu iddiasıyla takibe alınan Çetin’in eşinin de böşörtülü olduğu belirlinmiş. Çetin, yapılan sorgusunda “eşinin başını açmasına karışmayacağını” söyleyince TSK’dan atılmış. Üsteğmen Ali Özden hakkında tutulan raporda ise Kanal 7 ve Samanyolu Tv seyrettiği, oruç tuttuğu ve eşi İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik yaptığı için takibe alınmış ve evinde arama yapılmış.

Yüzbaşı Mehmet İlhan’ın irticai olarak izlenmesinin nedeni ise eşinin başörtülü olması ve evine başörtülü sakallı kişilerin girmesi. İlhan’ın irticai personel arasında yer almasının nedenlerinden bir tanesi ise ailece sağ düşünceye mensup olması gösteriliyor. Yüzbaşı İlhan hakkında hazırlanan raporda eşinin evlendikten sonra başörtüsü takma konusunda fikrini sorduğu, İlhan’ın takıp takmama konusunda kendisinin karar vereceğini söylediği belirtildi. Hazırlanan Raporda Mehmet İlhan ile yapılan görüşmede eşinin ıyafetini değiştirmesi ve başını açmasının istendiği ancak İlhan’ın eşine bu konuda baskı yapamayacağını söylediği anlatıldı.

Türk Bayrağı asıyor, Kuran var
Hakan Büyük’ün evinden tutuklu sanık Orgeneral Bilgin Balanlı tarafından bir astsubay hakkında hazırlatıldığı iddia edilen Lahika da bulundu. Başçavuş Fahri Karakülah hakkında hazırlanan belgede, eşinin medeni kıyafet giymediği, kızının Anadolu İmam Hatip Lisesinde okuduğu, evinin camına Türk Bayrağı astığı, evinde yapılan aramalarda 1 adet Kuran-ı Kerim bulunduğu, telefon fihristinde aynı yerde çalıştığı irticai faaliyetleri nedeni ile takibe alınan bazı askerlerin telefonunun bulunduğu belirtilmiş ve ordudan atılması istenmiş.

ASTSUBAYA YÖNELTİLEN SUÇLAMA

Faizsiz borç veriyor dikkat irticacı olabilir
Başçavuş Mustafa Küçükgülüm hakkında hazırlanan rapor ise bu kadar da olmaz dedirtecek cinsten. Başçavuş Küçükgülüm’ün hakkındaki deliller ise “bazı askerlere faizsiz borç vermesi, kitap tavsiye etmesi, bir depoda namaz kılması, dini kitaplar satan bir dükkana girmesi, erkeklerin altın takmasına karşı olduğunu bir konuşmasında söylemesi, oruç tuttuğunu saklaması, evinde toplu namaz kılınması” şeklinde sıralandı. Eşi de takibe alınan Küçükgülüm’ün evi aranmış.

4 ASKERE BALYOZ SORGUSU

3 emekli albay ile 1 astsubay serbest
Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamında dün 3’ü emekli albay 4 kişi daha ifade verdi. Gölcük Donanma Komutanlığı ve emekli Albay Hakan Büyük’ün Eskişehir’deki evinde ele geçirilen yeni Balyoz belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında dün biri kadın 3 emekli albay ile bir muvazzaf astsubay Balyoz savcısı Hüseyin Ayar tarafından sorgulandı. 4 şüpheli serbest bırakıldı.

Star



Çileden Çıkaran Paşa Menüsü
05 Ağustos 2011
İhmaller, hatalar, hatta bazen kasıtlarla şehit olan erlerin ardından "'Hiç önemli değil, ufak tefek hata" açıklamaları yapılırken paşaların keyiflerinden taviz yok!..
Sabah Yazarı Sevilay Yükselir, bugün köşesinde şok eden bir belgeye yer verdi. Gerçekleştirecekleri bir seyahat öncesi komutanlığın özel kalem müdüründen kolorduya çekilen faksta Kuvvet Komutanı ve eşinin rahat ettirilmesi adına herşey en ince ayrıntısına kadar belirtilmiş.

İşte Yükselir'in o yazısı:

Tarih; 1 Ağustos 1992 Yer; Kara Kuvvetleri Komutanlığı-Ankara

Saat; 16.48

Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı ve eşi Adana'ya, 6. Kolordu Komutanlığı'na bir seyahat gerçekleştirecekler.

İşte bu seyahatle ilgili komutanlığın özel kalem müdürlüğünden 6. Kolordu'ya 2 sayfalık bir faks çekiliyor.

Ancak söz konusu bu faksta komutan ve eşinin saat kaçta kolorduya varacağı filan değil, "Sn. K.K.K'nın takıldığı hususlar" başlığı altında komutan ve eşinin ağız tadı ve keyifleri ile ilgili bütün ama bütün detaylar aktarılıyor karşı tarafa.

Son derece enteresan bu faks dolayısıyla biz de mesela öğreniyoruz ki dönemin kara kuvvetleri komutanı kahvaltıda muhakkak rafadan yumurta istermiş ama bu yumurtanın pişirilme süresi 3 dakika 15 saniyeyi geçmemeliymiş! Ayrıca yine aynı faks dolayısıyla bilgi sahibi oluyoruz ki paşamızın aksine saygıdeğer eşleri hanımefendinin yumurtanın pişirilme yöntemindeki tercihi çok farklıymış! (Yengemizin yumurtası kesinlikle katı olacakmış ama bu katılık katiyen kayısının katılığını filan geçmeyecekmiş!)

Bunun dışında her ikisi de sabah sofrasında muhakkak közde pişirilmiş acısız sivribiber, bol kızarmış ekmek, eritme peynir (markası Pınar olacakmış!) görmek isterlermiş.

Ha bu arada, paşamın ve karısının kahvaltı sonrası alacakları Türk kahvesinin ölçeklerinin belirtilmesi de ihmal edilmemiş. (Mesela paşam bir buçuk kaşık kahveye, 1/4, eşi ise 1 kaşık kahveye 1 şeker katılmış kahve içerlermiş.)

Bu kadarla sınırlı değil tabii aktarılan detaylar.

Daha öğleni var. Akşamı var. Arası var değil mi?

Öyle ya paşa ve eşinin midelerine dair zevkleri kahvaltıdan sonra göz ardı edilecek değil ya koskoca kolordu tarafından!

Mesela en çok deniz ürünlerini tercih ederlermiş ama terbiye edilmiş etlerden de büyük tat alırlarmış. Eşinin aksine komutan hamur işi tatlıları sevmezmiş. Onun tercihi genellikle sütlü tatlılardan yanaymış. Kazandibi, sütlaç ve dondurma gibi.

Meyveler ve sebzeler konusunda da bütün alternatifler sıralanmış.

Çift, ayva, yer elması ve elma tercih ederlermiş ama mesela elmanın muhakkak Amasya ve sert olanından olmasına özen gösterilmesi gerekirmiş.

Arada bir, çok iyi yıkanmış ve kabuğu çok ince soyulmuş salatalıktan da keyif alırlarmış.

Yanı sıra lahana kökü, haşlanmış mısırı da ihmal etmemek gerekirmiş.

Komutanımız puro içermiş. Markası da kesinlikle Panten Megnum diye bişi olmalıymış.

Anlayacağınız her detay tek tek bildirilmiş yani kolorduya!

Viskisinin, rakının markasına kadar (Buz ve su kullanıyormuş paşam. Yani sek içmiyormuş.

Ayrıca rakının export olmasına da dikkat ediyormuş!)

Paşanın ve karısının içtikleri "Nes Cafe"nin de bütün değerlemeleri aynı şekilde aktarılmış.

Marka Gold Lüx olacakmış. Ve yarım kesme şekere, bir buçuk kahve katılacakmış. (Sütlü arzulayıp arzulamadıkları ise her servis öncesi sorulacakmış muhakkak!)

Aktarılanlardan anladığımız kadarıyla sağlıklarına oldukça dikkat eden çiftin bir de şöyle bir özellikleri varmış:

Mesela greyfurt, portakal ve havuç suyunu ayrı ayrı da isteyebilirlermiş, üçünü bir arada da!

Bu detaya çok çok dikkat edilmesi gerekirmiş hani...

İstirahat edecekleri odadaki detaylar da tek tek aktarılmış Adana'ya...

Bir kere odada;

Sade gazoz (Çok soğuk olacak!)

Buzdolabında meyve

Kabuksuz Antep fıstığı, leblebi ve badem...

Kabukları soyulmuş şekilde Foça fındığı her biri ayrı ayrı tabaklarda olmak üzere bulundurulacakmış.

Ayrıca...

Johnson marka kolonya...

Lee Man Cleef after shave!

Rejoice şampuan

Reward sabun

Bir de...

Oda çok sıcak olmayacakmış... TV'nin bütün kanalları ise ayna gibi seyredilebilecek ayara getirilecekmiş!

Ve en önemlisi ise...

"Komutan ve eşinin odasında tek bir kıl parçası bile olmayacakmış!"

Mazallah bulursa...

Kimsenin gözünün yaşına bakmaz, yakarmış!



Gel de yazma!

Biliyorum. Daha önce de, "Paşanın karısına hizmet vatan borcu mudur?" başlıklı yazılarımdan dolayı beni TSK düşmanı, TSK aleyhtarı filan ilan edenlerin bugünkü yazdıklarımdan dolayı yine aynı şeyi yapacaklarını daha şimdiden görüyorum.

Ama umurumda değil.

Ben doğru bir şey yapıyorum.

Sınırlarımızı korumaları, güvenliğimizi sağlamaları, kelle koltukta görev yaptıkları için, "Gözümüzün nuru, başımızın tacı!" diyerek sahiplendiğimiz, yıllar boyu laf söyleyemediğimiz, söyletmediğimiz TSK'yı geçmişte yönetenlerin kurum içindeki ehlikeyf anlayışlarını gözler önüne seriyorum...

Evet. Dikkatinize sunduğum bu belge oldukça eski bir belge...

19 yıl öncesine ait.

Ama siz de biliyorsunuz ki TSK'da, bazı konular, yönetenlerin alt-üst ilişkileri, kurum içinde oluşturdukları yaşam tarzı hemen hemen aynıdır.

Özellikle komuta kademesinde görev yapanların TSK çatısı altındaki hal ve hareketlerinin, altındaki personelle ilişkilerinin, onlara davranışlarının benzerlik gösterdiğini daha evvel askerlik yapmış her Türk erkeğinin bildiğine adım gibi eminim.

Muhakkak ki TSK bünyesinde bütün bu genellemenin aksine, elinde bulundurduğu gücü şahsi çıkarları için kullanıp TSK'nın haysiyetini beş paralık etmeyecek, başı dik, şerefli askerlerimiz de var.

Ben bu yazıları TSK'yı yıpratmak için filan değil!

Bilakis!

Bu yazıları, onuruyla, haysiyeti ile görev yapan bütün namuslu askerlerimiz, TSK mensubu kişiler adına yazıyorum...

Böyle biline...
aktifhaber

"Mail yazmaktan bıktım. Bazı ifadelere ben bile gülüyorum"

Sivil memurun andıç isyanı: İşi gücü bıraktık, sahte mektup yazıyoruz
12 Ağustos 2011

Genelkurmay'da hazırlandığı iddia edilen 'kara propaganda' siteleriyle ilgili internet andıcı iddianamesinin ek klasörlerinden cok çarpıcı bir belge çıktı. Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi'nde görev yapan Hacettepe Üniversitesi mezunu sivil menur Mehmet Bülent Sarıkahya'nın üstlerine hitaben yazdığı şikâyet ve istifa dilekçesi, 'psikolojik harekât'ı bütün ayrıntılarıyla deşifre ediyor. Sarıkahya'nın bilgisayarında ele gecirilen 2003 tarihli dilekçe, gazetecile
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ağu 12, 2011 8:59 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Tem 19, 2011 11:10 pm    Mesaj konusu: Seçimlerin Aynasında TSK: Ordu Milletin Aynı Alıntıyla Cevap Gönder

Seçimlerin Aynasında TSK: Ordu Milletin Aynı -4-
Oğuz Gürses
15.07.2011



Diyarbakır İkinci Taktik Hava Üssü’nde görevli subay ve astsubayların oturdukları lojmanlardaki on tane seçim sandığı’ndan alınan neticeler ışığında dedik ki:

[Görüldüğü gibi üç aşağı beş yukarı asker kişiler ve onların ailelerinin oy verdiği sandıklarda da durum Türkiye’nin geneliyle aynı...

Bu iyi mi yoksa kötü müdür?

Ordu’yu kendi örgütlerinin silahlı kanadı gibi görmeye alışmış geleneksel beton kafa Kemalist azınlık için kötü...

Hem de çok kötü...

Silivri-Hasdal Cemaati’ndeki moraller ne kadar bozulsa yeridir...

Buna mukabil, binlerce yıllık ordu-millet geleneğiyle, orduyu kendinden bir parça kabul edip, kendinden ayrı tutmak istemeyen bu ülkenin çoğunluğu (yani millet) içinse müjdeli bir haber...

27 Mayıs 1960 NATO darbesiyle ayrışmaya başlayan ve ondan sonra her on yıllık peryotlarla yapılan NATO darbeleriyle kopma noktasına kadar gelen ordu-millet birliğinin yeniden kurulmakta olduğu görülüyor...

Ordu, millete tepeden bakıp, onu süngü zoruyla kendisinden başkası (Batılı) yapma hevesinden vazgeçiyormuş gibi gösteren bir tablo bu...]

Binlerce yıllık ordu-millet geleneği 27 Mayıs-27 Nisan arasındaki bütün NATO darbeleri boyunca kırıla kırıla, törpülene törpülene, elene elene neredeyse tükenme noktasına gelmişti ki...

27 Nisan NATO’cu muhtırasından sonra yaşanan mucizevî bir süreçle, uçurumun kenarından dönerek ordu-millet yakınlaşması şeklini almış görünüyor...

Bu süreci desteklemek lâzım...

Ancak bu konuda hem milletin hem de ordunun kafalarının çok karışık olduğu da ayrı bir vak’a...

Bütün kamuoyu yoklamalarında dünyanın en anti-Amerikancı, anti-Batcı ve anti- siyonist halkı çıkan bu milletin, bu ülkenin en Amerikancı, en Batıcı en siyonist partilerine (AKP ve CHP) oy vermeye mecbur eden sebepleri bulup acilen ortadan kaldırmak lâzım...

Ordudaki kendi halkının çoğunluğu ve onun millî ve manevî değerleri düşman kabul eden anlayışı da...

Geçen yıl kaybettiğimiz değerli ilim adamı merhum Durmuş Hocaoğlu’nun 1995 yılında yaptığı şu tespitler, bu çift taraflı kafa karışıklığını çok iyi teşhis ediyor:

[Türkiye:
Kimine göre, "İslamiyet'in en güzel şekliyle yaşandığı", kimine göre "laikliğin en iyi uygulandığı" ve kimilerine göreyse "dar-ül harb olduğundan Cuma namazı kılınmaması gereken" ülke!...
Türkiye:
Sözde panislamizmin, panslavizmin ve total hristiyanizmin ortak hedefi... "Gerici olduğu için" Batı'nın, "ilerici olduğu için" Doğu'nun ittiği, "yalnız ülke"...
... Ve bin yıldanberi din hürriyetinin en olgun biçimde uygulanıp İslami hoşgörünün dorukta yaşandığı yer olmasına rağmen; "düşmanımın en iyi nesi varsa, önce onu bozmalıyım" diyen mihraklarca, laikliği "ateizm"le ve ibadeti "yobazlık"la nifaklanan, inanç grupları arasına durmadan fit sokulan ülke: Türkiye...] (*)

Hem ordunun hemde milletin kafaları karışık...

O yüzden bir türlü ne olmaları gereken şekli alabiliyorlar, ne durmaları gereken yerde durabiliyorlar...

Bakın işin orduya ait yanını dünyanın en kalabalık ordusu olan, Çin ordusunun yayınladığı Liberation Army Daily gazetesi, “Çin askeri doktrininin modasının geçtiği tespitini yaptıktan sonra” ne kadar açık ifade ediyor, konuyla ilgili haberden -ve özellikle altını çizdiğimiz cümlelere dikkat ederek-takip edelim:

“.16.08.2010 - Dünyanın en kalabalık ordusuna sahip olan Çin, ABD destekli Tayvan ve Japonya ile bizzat ABD'ye karşı daha etkili bir silahlı kuvvetler oluşturmak için son birkaç yılda asker sayısını azaltmaya başladı. Ancak bunun için yaratıcılık ve daha açık fikirli olmak gerektiğini belirten gazete, "Geleneksel Çin kültüründe muhafazakar görüşün büyük etkisiyle ordumuzun kültür ve düşünme biçimini yenileme görevi son derece zor" ifadesi kullanıldı. Yazıda ayrıca "tarih ve gerçekler, dünya görüşü olmayan bir ülkenin çağdışı kaldığını tekrar tekrar göstermektedir. Küresel vizyonu olmayan bir ordunun umudu yoktur" denildi.” (**)

- “Çin, ABD destekli Tayvan ve Japonya ile bizzat ABD'ye karşı daha etkili bir silahlı kuvvetler oluşturmak için (..)asker sayısını azaltmaya başladı...”

- “(..) muhafazakar görüşün büyük etkisiyle ordumuzun kültür ve düşünme biçimini yenileme görevi son derece zor...”

- “Tarih ve gerçekler, dünya görüşü olmayan bir ülkenin çağdışı kaldığını tekrar tekrar göstermektedir...”

- “Küresel vizyonu olmayan bir ordunun umudu yoktur...”

Bunları kim söylüyor?

Çin ordusunun yayınladığı Liberation Army Daily gazetesi...

Her biri hem doğru hem de hayati tespitler...

Şimdi dönün bizim Genel Kurmay başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarının internet sitelerine bakın...

Çin ordusu eksiklerini farketmiş düzeltmeye, yeniden yapılanlamaya çalışırken...

Otur laiklik, kalk Atatürkçülük, otur laiklik, kalk Atatürkçülük içine kendi kendini hapsetmiş dünyanın en kalabalık ordularından birinin hazin hali...

Çin ordu gazetesi diyor ki: “Tarih ve gerçekler, dünya görüşü olmayan bir ülkenin çağdışı kaldığını tekrar tekrar göstermektedir...”

Pekiyi...

TC’nin bir dünya görüşü var mı?

Var...

Ne?

“Atatürkçü dünya görüşü”

Atatürk filozof veya mütefekkir miydi?

Hayır:..

Peki kim uydurdu bu “Atatürkçü dünya görüşü” hikâyesini...

ABD’nin “bizim oğlanlar “ dediği, 12 eylül NATO darbesini yapan 5 general...

Onlar filozof veya mütefekkir miydi?

Yok...

Öyleyse Çin ordu gazetesinin yazdıklarından çıkarılacak ilk ders ne oluyor?...

Bir ülkenin iyi bir ordusu olabilmesi için, o ülkenin iyi bir dünya görüşü olmalıdır..

İyi ve gerçek bir dünya görüşü!...

NATO darbecilerinin tuvalettem gazete bulmacası çözerken akıllarına geliveren uyduruk kaydırık cinsten bir taklit değil...

Bu aslında ordunun değil, milletin görevi...

Millet, kendi millî ve manevî köklerinden beslenen bir dünya görüşüne sahip olacak ve ordu da o dünya görüşünde kendine biçilen yer ve role uygun bir şekle bürünecek...

Bu öyle bir dünya görüşü olacak ki hem millete hem de orduya “küresel vizyon/ufuk/hedef/ideal” belirleyecek...

Çerden çöpten şeylere “dünya görüşü” ismi verilebilirse de bu isim o çerden çöpten şeyleri dünya görüşü yapmaz.

Sadece o çerden çöpten şeyleri dünya görüşü zanndenlerin cehaletini gösterir...

***

Vizyonun ne olup olmadığına dair güzel bir tanımlama:

[VİZYON NEDİR?
- Uzun bir gelecekte ulaşmak isteğimiz durum.
- Kendiliğinden gerçekleşmeyecek ancak gerekli çabaları harcarsak başarabileceğimiz bir ideal.
- Vizyon, içinde bulunduğumuz şartlarla uzun vadeli amaçlarımızın bileşiminden oluşur.
- Ulaşılmak istenen, farklılaştırılmış bir gelecek düşüncesi ve geleceği öngörmek.
- Vizyonun altında stratejilerin, amaçların, motivasyonların, duyguların ve değerlerin yönlendirileceği eğilimler belirlemek.
- Bir vizyon sanki oradaymışız gibi ulaşmak istediğimiz durumu tanımlayan nitelikli bir hedef seçimidir.
VİZYON NE DEĞİLDİR?
- Gelecek ile ilgili tahminler yapmak değildir.
- Hiçbir şey yapmadan, hayatın sizi yönlendirmesine izin vererek ulaşacağınız durumu tanımlamak değildir.
- Bugünden ve yarından vazgeçmek değildir.
- Gerçekleşmesi imkansız hayaller değildir.
- Yalnızca fantezilerle ve düşlerle varolan duygu ve görüntüleri, davranışların çıkış noktası yapmak değildir.
- Bir macera arayışı, bir koyup üç alınacak bir kumar değildir.] (***)

Ya İdeal?..

[İdeal, eşya ve hadiseler üzerinde kendi nakşını görmek isteyen her fikrin belirtiği hasret, iştiyak, hayâl ve plândır; eğer ideolocya bir beyin ise, ideal bir kalptir... Küçük ve miskin fikre dayanan hiçbir arzu, heves, merak ve davranış, ideal olamaz. Bir şeyin ideal olabilmesi için, mutlaka cemiyet plânında, ulvî bir oluş ve erişe göz dikmesi lâzımdır... Her ideal bir gayedir fakat her gaye ideal değildir. Gayeler aşağılara düşebilir, idealler düşemez.] (****)

Dünya görüşü ve küresel vizyon ihtiyacının ne kadar önemli ve acil olduğunun anlaşılmasına dair kısa bir iktibasla yazımızı bitirelim:

[Demokrasi ve liberalizmden, Birleşmiş Miletle teşkilatı ve Avrupa ortak Pazarı’na kadar; fikir ve kuruluşlar plânında içiçe bir yumak olarak şekillendirilen “Yeni Dünya Düzeni”, Amerika Birleşik devletleri ve Avrupa’nın birbirleriyle rekabet ortamı içinde de olsa bizim gibi ülkelere biçtikleri parya statüsünde müşterek, bir hegemonya sistemidir... Elbette “hayır!” diyoruz: Ülkemizden başlayarak teklif ettiğimiz “Yeni Dünya Düzenimiz” ile!] (*****)

Kısaca...

Bütün dünyayı ele geçirmek isteyen emperyalist “Yeni Dünya Düzeni”ne karşı, aynı çapta “alternatif bir yeni dünya düzeni”ne sahip olmadıktan sonra, ne milletin beli doğrulur ne de ordunun...

İkisi de, o yanlıştan bu yanlışa savrula savrula yok olur gider...

İhtiyaç bu kadar önemli ve bu kadar acil...

Dipnotlar:

* Durmuş Hocaoğlu, “Laisizm'den Milli Sekülerizme -Laiklik Sorununun Felsefi Çözümlemesi-“, 1995, Selçuk Yayınları, Ankara, ISBN: 975-9546-66-3, 503 sayfa

** Kaynak: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3010

*** Kaynak: http://www.vizyon2000.s5.com/vizyon.htm

**** Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti –Yeni Dünya Düzeni-, İbda yayınları, sayfa.8, İstanbul.

***** age, Sayfa: 9.

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2011/07/secimlerin-aynasnda-tsk-ordu-milletin_15.html

Yağmur Atsız
Star
Bir Hazin Hikaye : TSK
19 Temmuz 2011
Bu ordu muhârebe edemez! Bir silahlı güç için varılabilecek en kötü noktalardan biri, görev için arâzîye gönderilmiş bir kıt’anın kendini savunmakdan âciz olmasıdır!

İşte bizim TSK’da olan tamı tamına budur!
Enternasyonal Somali Filosu’na üstelik sancak gemisi olarak fırkateyn yollarsınız Hind Okyanusu’nda karaya oturur, römork yedeğinde süklüm püklüm geri döner.

Kurduğunuz karakollar 27 yılda iki düzineden fazla baskın yer.

Baskın bir yana 450’şer kiloluk toplarını iki gün önceden karşı yamaca çıkarıp mevzîlendirirler, haberiniz olmaz.

Haberiniz olur, kumandanlarınız o bölgeden asker çekip bir de dâvetiye çıkararak Mehmedcikleri bile bile ölüme gönderirler.

Heronlarınızı doğru dürüst kullanamazsınız.

Helikopterlerinizi doğru dürüst kullanamazsınız.

Ve daha neler de neler!

Şimdi deniyor ki Genelkurmay bu “aksilikler”e sebebiyet verenler hakkında soruşturma açmalıdır.

Açsın açmasına da... Ya Genelkurmay hakkında kim soruşturma açacak?

Bütün bu haysiyet-şiken vâkıaların başı orası değil mi?

Zâten şimdiye kadar Genelkurmay’ın bu meyanda açdığı “soruşturmalar”dan bir teki bile sonuca bağlandı mı? Yoksa ben mi atladım?

Tekrâr ediyorum ki bu ordu muhârebe edemez!

Eğitimiyle, kuruluş şemasıyla ve ideolojisiyle bu ordu artık mâzîde kalmışdır!

Onun için 790.000 mavcûda 363 general/amiral ve 8.500 albay gibi akıllara ziyan bir “kalabalık” sebeb değil netîcedir!

Tasavvur buyrulsun ki şimdi Genelkurmay zahmet edip Ankara’da “oturan” 170 general/amirali aktif göreve göndermeğe karar vermiş. “Gönül rızâsıyla” (!) bir anda 170’inden ferâgat etdiklerine göre geriye daha en az 100 general/amiral kalmışdır ve onlar şimdilik paçayı kurtarmışlar kategorisine dâhildir.

Toplam 363 general/amiralden 270’i Ankara’da acabâ hangi “önemli” görevleri îfâ ediyorlardı dersiniz? Ayrıca nasıl oluyor da bir çırpıda bunlardan 170’i ne kışla yolu gösterilebiliyor ve bunda bir sakınca görülmüyor?

Bence politik iktidar, milletin zekâsıyla düpedüz alay eden bu kadroyu bizzat hizâya sokmakla “mükellef”dir! Bunu yurddaşına borçludur!

Yapılacak iş en az üç yıl için terfîleri dondurarak general/amiral sayısını 200 dolayına, albay sayısını ise 3500 dolayına indirmek, sonra askerî eğitimin içeriğini 1950’lerin Soğuk Savaş Âlemi’nden çekerek 2011 Yılı’nın şartlarına uydurmak ve buna paralel olarak rütbeli kadroların “ideolojik” eğitimine de kökünden çeki düzen vermekdir.

“Damarlarındaki asil kan” edebiyâtıyla bu işler yürümüyor.

Bunlarla eşzamanlı olarak TSK’nın hantal emir-kumanda yapısı da temelinden değişmeli ve yüzde yüz profesyonel askerlik metoduna geçilmelidir.

Tabii Genelkurmay’ın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanması şartını ayrıca zikretmeğe bile gerek yok.

TSK ancak bundan sonra terör sorunuyla gereğince mücâdele ve onu askerî bağlamda bitirme yeteneğine kavuşabilir.

Yoksa bir 25 sene daha TSK mı PKK’yı kovalıyor yoksa PKK mı TSK’yı sualine cevab aramakla vakit ve can kaybederiz!

Ve bu arada fırsat bulup şehidler arasında neden tek bir subay yok da hep Mehmedcikler gümbürtüye gidiyor sorusunu da bir türlü gündeme getiremeyiz.

Erzurum'da Başörtüsü Skandalı

24 Temmuz 2011
Başörtüsü skandalı Erzurum Kongresi'nin 92. yıldönümü törenlerinde yaşandı.
Milli mücadelenin başlamasında önemli bir basamak olan 'Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz' kararının alındığı Erzurum Kongresi'nin 92. yıldönümü törenlerle kutlandı.

Bu yılki törenlere Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk'ün davetiyle 23 Temmuz 1919 tarihindeki Erzurum Kongresi'ne katılan Kelkit Delegesi Hafız Osman Fevzi Efendi'nin torunu Gültekin Nasuhbeyoğlu, eşi Güler ve çocukları Deniz ile Sürmene Delegesi Ahmet Kulakzade'nin torunu Emine Kulaç'la çocukları Ümit ve Efnan da katıldı.

ASKER UYARDI, VALİ ESKİ YERİNE GERİ DÖNDÜRDÜ

Ancak, Havuzbaşı'ndaki törene türbanıyla katılan Sürmene Delegesi Ahmet Kulakzade'nin torunu Emine Kulaç, görevli rütbeli bir asker tarafından askerlerin bulunduğu yerden ayrılması için uyarıldı. Kulaç, askeri yetkilinin uyarısıyla çocuklarıyla birlikte bulunduğu yerden ayrıldı. Bu durumu Vali Öztürk'ün emriyle Erzurum Valiliğinde görevli bir personel müdahale etti. Emine Kulaç, Vali Öztürk'ün müdahalesinin ardından askerlerin bulunduğu ve daha önce durduğu yere tekrar geri geldi.
aktifhaber

Şamil Tayyar'dan ÇARPICI İDDİA: “Şehidin arkasından okunan Kur’an’dan rahatsızlık duyan subay var!”
26 Temmuz 2011



Tv8’de Erkan Tan’ın konuğu AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar idi. Tayyar, gündemi değerlendirirken , bir şehit cenaze töreninde iki subay arasında geçen diyalogları açıklaedı: “Şehidin arkasından okunan Kur’an’dan rahatsızlık duyan subay var!”

Şamil Tayyar bir belediye başkanının kendisine anlattığı, Nurdağı’nda merasim töreni esnasında iki subay arasında geçen konuşma üzerine çok üzüldüğünü belirtti ve ekledi:

“Subaylar Belediye Başkanı’nın kendilerini duyduğunu fark etmeden konuşuyorlarmış ve bu konuşmaya ben çok üzüldüm. Kur’an okunurken bir subay diğerine dönüp, ‘Şu hale bak Türkiye Suudi Arabistan’a döndü’ diyor. Yani orada, şehit cenazesinde Kur’an okunmasından rahatsız olan bir subay zihniyeti var. İnsanlar orada canını, kanını, bedenini vermişler, şehit olmuşlar. Kur’an okumayacaksınız da ne okuyacaksınız? Bu kafayla mı terörle mücadele edeceksiniz? ” aktifhaber

Sedat Laçiner/ Star
Ordu ikinci bir polis olmamalı
26 Temmuz 2011



Askeri darbeler TSK’nın askeri kabiliyetlerine çok büyük darbeler vurdu. Ordu, asıl mesleğini yapmaktan ziyade siyasete daldı. Oysa ki Osmanlı’nın yıkılışında gördüğümüz gibi, siyasete girmiş bir ordu dünyanın en zayıf ordusudur. En kötüsü darbeci generaller sadece TSK’nın askeri ilgi ve becerisini zayıflatmakla kalmadılar, aynı zamanda jandarma, polis ve MİT’in gelişimine de büyük zarar verdiler.

Jandarma ve Ordu

27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra Ordu, diğer silahlı kurumlar olan jandarma, polis ve MİT’i adeta yedeğine aldı. Böylece özünde ‘kırsal alan polisi’ olması gereken jandarma bir türlü esas işine dönemedi ve ne olduğu tam olarak anlaşılamayan, asker ile polis arasında, ancak ikisi de olamayan bir kurum haline geldi. Kâğıt üzerinde İçişleri Bakanı’na bağlı olan jandarma, fiiliyatta Genelkurmay’a bağlı çalıştı, yani asker kaldı. Fakat jandarma, Ordu içinde de ikinci sınıf muamelesi gördü. Öylesine ikinci sınıf kaldı ki kendi komutanını bile kendisinin çıkarmasına izin verilmedi. Bildiğiniz gibi Jandarma Genel Komutanları her zaman Kara Kuvvetleri’nden gelen bir generaldir. Aynı şekilde her kuvvet komutanlığının bir harp okulu olmasına rağmen Jandarma’nın böyle bir okulu bile yoktur. Örnekleri uzatabiliriz, fakat gerek yok. Çünkü jandarmanın TSK içindeki konumunu en iyi jandarma olanlar bilir. Gelişmesine izin verilmeyen jandarma buna karşın askeri darbelerde çok etkili bir araç olarak kullanılmıştır. TSK’nın sanki polismiş gibi iç güvenlikte her türlü faaliyete girmesi jandarma sayesinde mümkün olabilmiştir. Böylece Ordu en ufak ilçelere kadar ev ev istihbarat faaliyetinde bulunabilmiştir.

Polis ve Ordu

Aynı şekilde polis de askerin ülkeyi yönetme sevdasının kurbanı bir diğer kurumdur. Darbeci generallerin gözünde polis ‘bekçi Murtaza’ rolünün ötesine geçememiştir. Aynı zamanda silah kullanma yetkileri olması nedeniyle Ordu’nun polise bakışında ‘ikinci bir orduya dönüşebilir’ endişesi her zaman olmuştur. Bu nedenle Emniyet Genel Müdürü’nün kim olacağı TSK için 27 Mayıs’tan bu yana hep önemli olmuştur. Bu bağlamda pek çok Emniyet Genel Müdürü’nün sözde sivil dönemlerde bile İçişleri Bakanı’ndan çok Genelkurmay’dan korktuğu, hatta ondan emir aldığı da bilinen bir gerçektir.

Polisin gelişimi açısından en önemli kırılma noktası Özal’ın gelişidir. Demokrasinin ve iç güvenliğin güçlü bir polis teşkilatı gerektirdiğinin bilincinde olan Özal’ın hayalinde tamamen sivilleşmiş bir jandarma ile güçlü bir polis teşkilatı vardı. Bu bağlamda ilk olarak polisin araçları ve silahları modernleştirildi. Daha önemlisi polisin eğitimine büyük önem verildi. O günden bugüne binlerce polis yurt dışına gönderildi, yurt içinde de Polis Koleji ve Akademisi’nin eğitim kalitesi arttırıldı. Belki Özal daha fazlasını da yapabilirdi, fakat polisin içindeki ‘darbeci polisler’ daha fazlasına izin vermediler. Çiller döneminde terörle mücadele adına polise bazı ağır silahlar ve terör bölgesinde yeni görevler verilmişse de 28 Şubatçıların ilk işi “ikinci ordu oluyorlar” diyerek polisin elinden teröre karşı kullanılan silahları toplamak oldu. Aynı bağlamda teröristle mücadelede büyük katkıları olan Polis Özel Harekât da fiilen dağıtıldı.

Her türlü olumsuz tavıra rağmen Özal’ın attığı tohumlar çok güçlüydü ve son dönemde kendisini en iyi yenileyen kurum polis oldu. Amerika ve Avrupa’dan dönen gençler önemli olanın silah değil mentalite yenilenmesi olduğunu kanıtladılar. Bugün darbeci zihinler polisin yeni roller almasından, özellikle teröristle mücadelede güçlenmesinden çekiniyorlar. Doğrudur, polis ikinci bir Ordu olmamalıdır. Fakat Ordu da ikinci bir polis olma özelliğini terk etmelidir. Kim ki bir diğerinin mesleğine soyunur, o zaman asli işini bile yapamaz.

Genç Subaylar RAHATSIZ Ama..?
02 Ağustos 2011



Canları pahasına Güneydoğu'da çarpışan subaylar Albaylıktan emekli olurken bi KLİK'e üye olanların terfisi sanki otomatiğe bağlanmış gibi... İşte şok iddia?
"Genç Subaylar Rahatsız" manşeti en son 2003 yılında Ergenekon davasıdan tutuklu bulunan Cumhuriyet'in Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay tarafından dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'e 1960 darbesinde dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun'un başına gelenleri hatırlatarak gözdağı vermek amacıyla atılmıştı.

O manşet bugün tekrar atıldı. Ama bir farkla. "Genç Subaylar rahatsız ama Ergenekonculardan..."

Taraf Yazarı Emre Uslu, Genç Subayların, Ergenekonculardan rahatsız olduğunu, Güneydoğu'da canlarını ortaya koyan subayların en son albaylıktan emekli edildiğini ama Ankara'da salon subaylığı yapanların Kuvvet komutanlığı için adının geçtiğini ifade etti.

Uslu, terfiler konusunda da çok çarpıcı bir iddiada bulundu: Bir klik'e üye olanların terfileri otamatiğe bağlanmış. Hızla yükseliyor...

İşte Emre Uslu'nun bugünkü röportajından ilgili bölüm;

GENÇ SUBAYLAR ERGENEKONCULARDAN RAHATSIZ

Ergenekon, Balyoz ve diğer davalar askeri nasıl etkiledi, siyasete bakışını, müdahale gücünü vs...

Ergenekon, Balyoz gibi davaların asker üzerindeki etkisi derin oldu. Aslında genç jenerasyondan binbaşı, albay seviyesine kadar konuştuğunuzda açıkça bu kesimin çoğunun dava sürecini desteklediğini görüyorsunuz. "Dinazorların başka türlü temizleneceği yoktu" diyen bir çok askerle konuştum ben. Ancak aynı askerler "biz kötü insanlar değiliz. Bu davalar zaman zaman kuruma saldırı aracına dönüşüyor, bundan da rahatsızız" da diyordu. Yani bir kurum aidiyeti üzerinden okuduklarında bu davalara karşı çıkıyorlar elbette...

Ya üst düzey komutanlarda?

Konuştuğum kaynaklarımın ifadelerine göre askerin içinde 28 Şubat'tan sonra generalliğe doğru bir "terfi tüneli" kazılmış.

Ne demek bu?

Şu şekilde açıklıyorlar: Biz Güneydoğu'da kendimizi parçalıyoruz, çalışırken terfi alamıyoruz, ama birileri sadece ve sadece bir kliğe üye oldukları için terfileri otomatiğe bağlamış, hızla yükseldi, yükseliyor. Ergenekon yapısı bu nedenle cazip hale geldi birçok düşük rütbeli subay için. Bakıyorsunuz general 23 yıldır Ankara'da hiçbir alan tecrübesi yok, adı kuvvet komutanı olarak anılıyor. Alanda savaşan kuvvet komutanı en fazla albaylıktan emekli oluyor. Özal döneminde benzer şey olmuştu.

Ne olmuştu?

Özal'ın emekliliğe zorladığı komutanlar askerin içindeki o "terfi tüneli"nin yapısını bozmuştu. Ordu içindeki klik o tüneli tamir etmeye çalıştı. Ancak o hamlesini kurumsallaştırmadı. Belki de kurumsallaştıramadı. Yani terfi tünelini bir defalığına sarstı sonra arkası gelmedi. Özal Ankara gazetecilerinin 'teamül' dediği esası itibariyle askeriyede Yoldaş Generaller için kurulmuş terfi tüneli sistemini kurumsallaştırmadığı için biz 28 Şubat'ı yaşadık. 28 Şubat ile o tünel yeniden onarıldı ve bu günlere geldik. Kendi devreleri dışarıda terörle boğuşurken bu tünele girebilenler güvenli ve hızlı bir şekilde geçiyor süreci. Bu da orduda Ergenekon ve Balyoz gibi cuntacı yapıların canlı kalmasını mümkün kılıyor zira o tünele girme hem güvenlik hem de hızlı terfi sağlıyor. Bundan sonra da benzer durumlar devam eder ta ki AK Parti hükümeti bu tüneli tamamen yıkacak kurumsal yapıyı kurana kadar.
aktifhaber

"Mail yazmaktan bıktım. Bazı ifadelere ben bile gülüyorum"

Sivil memurun andıç isyanı: İşi gücü bıraktık, sahte mektup yazıyoruz
12 Ağustos 2011

Genelkurmay'da hazırlandığı iddia edilen 'kara propaganda' siteleriyle ilgili internet andıcı iddianamesinin ek klasörlerinden cok çarpıcı bir belge çıktı. Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi'nde görev yapan Hacettepe Üniversitesi mezunu sivil menur Mehmet Bülent Sarıkahya'nın üstlerine hitaben yazdığı şikâyet ve istifa dilekçesi, 'psikolojik harekât'ı bütün ayrıntılarıyla deşifre ediyor. Sarıkahya'nın bilgisayarında ele gecirilen 2003 tarihli dilekçe, gazetecilere kara propaganda içerikli e-maillerin gönderilmesi ve kamuoyu oluşturulması için Genelkurmay'da calışan görevlilerin nasıl kullanıldığını da gözler önüne seriyor. 'Sayın Şube Müdürüm' diye başlayan mektupta Sarıkahya, verilen göreve tepki gösterirken özetle sunları söylüyor: "Eskiden asker kokuyor' diye düzelttiğim çoğu mektubu artık düzeltemiyorum bile. Kendimizi gazetecilerin yerine koyalım. 10 kişi dönüp dolaşıp hep benzer tarzda mail atsa bunlar organize mi?' diye düşünürüz."

Zaman gazetesinden Serkan Sağlam'ın haberine göre, Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi'nde görev yapan sivil memur Mehmet Bülent Sarıkahya'nın üstlerine hitaben yazdığı şikâyet ve istifa dilekçesi, AK Partiye yönelik 'kara propaganda ve psikolojik harekât'ı bütün ayrıntılarıyla deşifre ediyor. Sarıkahya, 2001 yılından itibaren 'kaos planının altında imzası bulunan Dursun Çiçek'in müdürü olduğu Bilgi Destek Daire Başkanlığında görev yaptıgını anlatıyor. "Sayın Şube Müdürüm" başlıklı şikâyet mektubu, Sürekli değişen gündemlerle ilgili mektuplar yazdığım malumunuz." ifadeleriyle başlıyor. İşte o mektuptan çarpıcı bölümler: "Bildiğiniz üzere bu göreve bilgisayar programcısı olarak başladım. Yardımcı olmak amacıyla hazırladığım birkaç mail maalesef bana görev olarak geri dönmüştü. Geriye dönüp baktığımda artık bir bilgisayar programcısı değildim ne yazık ki. Daha önce pasif olarak yaptığım POSTACILIK mesleğini yaklaşık 6 aydır aktif hale getirmiştik." Mehmet Bülent Sarıkahya, mektubun ilerleyen bölümlerinde yapılan psikolojik harekâtın geri teptigini anlatıyor. Şu ifadeleri kullanıyor: Ben mektup yazmaktan bıktım, bunaldım ve patlamak üzereyim. Mektup yazan kişi olarak böyle düşünürken gazetecilerin bizi kaale almamalanna şaşmamak gerek. Artık mektupta kullanmak amacıyla söylediğiniz kelimelere, ifadelere bile gülmeye başladım."

AYLARDIR SADECE MEKTUP YAZIYORUM

Sivil memur, mektubunda yaşadıgı vicdan azabını da aktarıyor. Aldığı kurslara değiniyor, kendisine yapılan binlerce dolar yatırıma yandığmı anlatıyor. Sarıkahya, "Çünkü aylardır sadece mektup yazıp diğer proje subaylarımızın yazdığı mektupları alıp göndermekten artık körelmek üzereyim." diyor. Mektubunda 'empati yapılmamasından da yakınıyor: "Her gazetecinin duygu ve düşüncesi farklı olabilir. Kendimizi onun yerine koyarsak ve her gün maillere baksak, 'bana 10 kişi dönüp dolaşıp hep benzer tarzda mail gönderiyor. Acaba bunlar organize mi?' diye düşünebilir. (...) Gönderîlen maîllerî halk dîlinde yazdığımızı düşünüyoruz. Ama bütün maîller mükemmel, imla hatası sıfır, bütün yanlışlıkları düzeltilerek gönderiliyor. Bu da karşı tarafta bir kuşku yaratabilir." Sivil memur Mehmet Bülent Sarıkahya, söz konusu mektupları gazetecilere postalamak için gittiği internet kafelerden de yakınıyor. İnternet kafelerin dumanaltı olduğunu, sigara içilmesi sebebiyle saglıgının bozuldugunu belirtiyor: "Hayatında hiç sigara içmemiş birisi için bunun ne tür bir işkence olduğunu anlatmak çok zor." 2008 tarihli istifa.doc başlıklı belgede ise Sarıkahya göreviyle bağdaşmayacak her türlü idari işlerle ilgili faalîyetlerde görev almak istemediğini belirtmesine ragmen bu konuda hiçbir şey yapılmadığından yakınıyor. Ruh sağlığının bozulduğunu, görevinden istifa etmek istediğini belirtiyor. Sarıkahya, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin haklarında yakalama kararı verdiği 14 kişiden birisi. Henüz teslim olmadı.
Habertürk

Anahtar Kelimeler
zaman gazetesi, internet andıcı

Balyozculardan Özel’e Eksi Puan
13 Ağustos 2011
[img]http://www.aktifhaber.com/balyoz-davasi-genelkurmaybaskani-necdet-ozel-ilker-basbug-ekklasor--253963h.jpg [/img]
İnternet Andıcı’nın ek klasörlerinde Balyoz belgelerinden biri olan generallere fişleme belgesi de yer alıyor. Belgede eksi verilen paşalardan biri de Genelkurmay Başkanı Özel.
Andıç iddianamesinin ekleri arasında Balyoz belgeleri arasındaki bir DVD’den çıkan TSK’nın komuta kademesinin fişlenmesine ilişkin bir liste de yer aldı. Beş Genelkurmay Başkanı’nın da bulunduğu 239 generalin isim, sicil numarası, görevleri ve görev yerlerinin yer aldığı listede, isimlerin yanında olumlu anlamında (+), (++), (+++), olumsuz anlamında (-) ve (?) gibi işaretler bulunuyor.

Listede, son sekiz yılda Genelkurmay Başkanı olanlardan üç isme olumsuz anlamında eksi (-) işareti konulması dikkat çekiyor. İsminin karşısına eksi işaretinin yer aldığı isimlerden biri de şimdiki Genelkurmay Başkanı Necdet Özel. Olumlu anlamında artılı (+) tek Genelkurmay Başkanı ise İlker Başbuğ.

‘_GEN ETÜD” isimli listede, çok dikkat çekici ayrıntılar yer alıyor. Listenin ek klasörde yer almasının nedeninin mahkemeye delil olarak sunulduğu mu yoksa andıç sanıklarının belgeleri arBALYOasından mı çıktığı konusunda bir bilgi yer almıyor. Ancak liste, TSK’nın son sekiz yıldaki değişimi açısından önem arz ediyor.

55 General Olumsuz

Listede 16 general “üç artı” (+++) ile 16 general “iki artı” (++), 99 general ise tek artıyla (+) işaretlenmiş. Bazı isimlere özel notlar düşülmüş. Listede 55 generalin isminin karşısında eksi işareti konulmuş.

Genelkurmay Başkanı’nın notu: (-)

Listede isminin karşısına eksi işareti konulan Orgeneral Necdet Özel Genelkurmay Başkanı oldu. Özel’e ilişkin düşülen notta “İkna edilmeli, Doğan Paşa yakın takip” deniyor. Özel’den sonra Genelkurmay Başkanı olması beklenen Kara Kuvvetleri Komutanı Hayri Kıvrıkoğlu da eskiyle (-) işaretlenmiş ancak notta “Kıvrıkoğlu Paşa’nın yeğeni, desteği alınabilir” deniyor.

Listede bir tek İlker Başbuğ’un notu artı (+) Jandarma Genel Komutanı Bekir Kalyoncu ise tek artıyla işaretlenmiş. Listenin hazırlandığı dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün isminin karşısı boş bırakılmış. Özkök’ten sonra Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt eksiyle işaretlenmiş ancak herhangi bir not düşülmemiş. Listede 2011 YAŞ toplantısı öncesi istifa ederek krize neden olan kuvvet komutanlarından Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu (+) işaretli ve notta “Köksal paşa ile arası iyidir” deniyor.

Andıççılar da artı

Listede özellikle üç artının yer aldığı generallerin çoğu şu an Ergenekon, Balyoz ve Andıç’tan tutuklu. Örneğin orgeneral Hasan Iğsız tek artıyla işaretlenmiş ve düşülen notta “Görüşüldü, tamam” yazılı. Iğsız, 2011 YAŞ toplantısında emekli edilmişti.

Artı alan paşalar

İsimlerinin karşında üç artı (+++) ve tek artı (+) olan ve şu anda Balyoz’dan tutuklu bulunan kimi paşalar şöyle:

Emekli orgeneral Çetin Doğan: Dönemin 1. Ordu Komutanı. Balyoz Darbe Planı’nın altında imzası olduğu belirtiliyor. Halen Silivri Cezaevi’nde.

Emekli Korgeneral Engin Alan: Dönemin 2. Kolordu Komutanı, Balyoz tutuklusu emekli korgeneral.

Emekli Orgeneral Ergin Saygun: Dönemin 3. Kolordu Komutanı.

Korgeneral Ayhan Taş: Dönemin 15. Kolordu Komutanı.

Emekli Korg. Metin Yavuz Yalçın: Dönemin 3. Kolordu Komutanı.

Korgeneral Nejat Bek: Dönemin 1. Ordu Kurmay Başkanı.

Orgeneral Saldıray Berk: Erzincan’daki Ergenekon iddianamesinde “Bir numaralı sanık” olarak geçti.

Emekli Orgeneral Hurşit Tolon: Ergenekon soruşturmasında tutuklanıp yedi ay cezaevinde kaldıktan sonra sağlık gerekçesiyle tahliye edildi.

Emekli Orgeneral Mehmet Şener Eruygur: Düşülen notta “Aytaç paşa ile görüşecekti” yazılı.

Taraf

Cuntacılardan Rektörlere 100Bin Mektup
13 Ağustos 2011

Cuntacılar, halkı AKP iktidarına karşı kışkırtmak için rektörleri de kullanmayı planlamış. Bu çerçevede 100 bin mektup projesi hazırlanmış.
İnternet siteleriyle kara propaganda yapan, sivil memurlarla gazetecileri yönlendirecek e-mail trafiği oluşturan cunta, kamuoyu oluşturmak için rektörler üzerinden “100 Bin Mektup” projesi hazırlamış.

Genelkurmay tarafından kurulan internet siteleri aracılığıyla Kara Propaganda yapılıp, cunta yapılanmasının Proje Subayları tarafından ‘vatandaş gibi’ gazetecilere e-mailler gönderilerek kamuoyu AK Parti iktidarı aleyhine yönlendirilirken kamuoyu oluşturma çalışmaları bunlarla sınırlı kalmamış. Ayışığı, Sarıkız, Yakamoz gibi darbe planlarının içine üniversite rektörleri üzerinden de kamuoyuna hükümeti yıkmaya yönelik olarak ‘irtica geliyor propagandası’ yapan 100 bin mektup gönderme ve radyoları kullanmayı da planlanmış.

42 site yetmez gazeteleri de kullan

İnternet Andıcı iddianamesinin ek klasörlerinde Ergenekon sanığı Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanlığı döneminde darbeye zemin oluşturmak için kurulduğu belirtilen “Cumhuriyet Çalışma Grubu Devre Faaliyetleri raporları” da yer aldı. Raporlarda “Kamuoyu oluşturma gücüne sahip, üniversiteler, basın mensupları, ile temasın muhafaza edilmesi: TSK ile benzer yaklaşımları paylaşanlarla iletişim sürekli hale getirilecektir” denilerek öncelikle üniversite radyolarının nasıl yönlendirileceği ve TSK çizgisinde yayın yapmaları sağlanacağı anlatılıyor.

Güvenilir 6 rektöre özel mektup

Gizli ibareli Cumhuriyet Çalışma Grubu faaliyet raporununun, “100 bin mektup çalışması” başlığı altında “... Cumhuriyet kazanımlarına zarar verecek diğer girişimlere karşı üniversiteleri birlikte hareket etmeye davet kapsamında (2) farklı mahiyette mektup hazırlanması çalışmalarımız devam etmektedir. Güvenilir 6 rektöre sayın komutanımızın imzası ile diğer rektörlere de Cumhuriyet Platformu imzasıyla gönderilmesi uygun değerlendirilmektedir” deniliyor.

Üniversite radyoları yönlendirilmiş

Raporlarda önce ulusal yayın yapan gazete ve dergilerin genel bilgileri hazırlanmış ve yakın veya irtibatlı oldukları kişi ve düşünceler belirtilmiş. En geniş çalışma ise üniversite ve üniversitelerin bünyesinde yayın yapan radyolara ayrılmış. Bütün bunların ardından yayınların yönlendirilmesi için “Yayın stratejisi, program konseptleri, Cumhuriyetçi Çalışma Grubunca belirlenecek, Yapılan Çalışmalar Jandarma Bölge Komutanlarının şahsi aracılığı ile üniversite yönetimine ulaştırılacaktır” deniliyor. CÇG’nin raporunda ise “Üniversite radyolarında sorumlu özel elemanlarının nezaretinde öğrenciler çalışmaktadır” deniliyor.

star



'Darbe Günlükleri'nin Yeni Bölümleri Ortaya Çıktı
17 Ağustos 2011.



Amirallere Suikast iddianamesinin ek klasörlerinden Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in günlüklerine ait hiç yayınlanmamış bölümler çıktı. Örnek, 4 Kasım 2004’te günlüğüne “Bugün 4 Kasım 2002 şanssız ve uğursuz bir gün. Sabahleyin seçim sonuçlarını öğrendik. AKP % 35.5 oy ve 363 milletvekili ile birinci parti oldu. Bu durumda ezici bir çoğunlukla Anayasa’yı değiştirme yetenekleri oluyor” notunu düşmüş
Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’e ait “Darbe Günlükleri” nin bir bölümü medya organlarında yer alınca kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Günlüklerde “Sarıkız” ve “Ayışığı” isimli iki darbe girişiminden bahsediliyordu. Amirallere Suikast iddianamesi ek klasörlerinden de Örnek’in günlüklerinin bugüne kadar hiç yayınlanmamış bölümleri çıktı. Özden Örnek’in 2001-2003 yılları arasında Donanma Komutanlığı yaptığı döneme ait 371 sayfalık notlarda son derece çarpıcı olaylar anlatılıyor...
LÜKS MİSAFİRHANE(15 Ağustos 2001)
ORAMİRAL Hayri Bülent Alpkaya ve eşi taşınmaya hazır olmadıkları için geleneksel donanma komutanı evine taşınamadık. Kuvvet komutanlığı iki yıl önceden belli olan bir kimse neden acaba taşınmaya hazır olamaz anlamak mümkün değil. Eğer bu başka bir zaman da olsa ve evlerine kendilerinden kıdemli biri taşınacak olsa zamanında taşınırlardı. Bu küçük olaylar insanlara gösterilen saygı ölçüsüdür. Biz bütün sıkıntımıza rağmen misafirhaneye yerleşerek kalmaya devam ettik. Benim için sorun olmamakla beraber Sevil için bu atmosfer sorun olabilirdi. Kaldığımız misafirhane Oramiral İlhami Erdil tarfından ve lüks olarak döşenmişti. Tabii döşeyenlerin kim olduğunu sormaya gerek yoktu.
KULLANILMAMIŞ 100 MİLYAR TL(16 Ağustos 2001)
GÖREV için masama oturduğum bu ilk gün canımı sıkacak bir olayla karşılaştım. İkmal Şube Müdürü Binbaşı Teyvik Akseli gelerek geçmiş yıldan kalan özel ödeneklerin hesabını getirdi. Oldukça fazla bir para vardı. 100 milyar TL civarında bir para depremde kullanılmak için gönderilmiş ve ayrıca Gölcük’e gelen Kore heyeti de 14 bin dolar civarında deprem maksatlı hibede bulunmuştu. Bütün bu para ne hikmetse personelin gereksinimleri kullanılmamış, olduğu gibi duruyordu. Halbuki o zamanlar ben İstanbul’dan çocuk bezi bile gönderiyordum. Oramiral Alpkaya ayrılırken İkmal Şube Müdürü’ne “Haberim olmadan bu paralar sarfedilmiyecek” diye emir vermiş.
MADALYA VERİLMESİ YANLIŞ (20 Ağustos 2001)
Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan bir törenle yeni terfi eden bütün orgeneral ve oramiraller TSK Üstün Hizmet Madalyası aldık. Belki oramiral olmak bazı vasıfları gerektirebilir ama bir madalya verilmesi doğru mu bilmiyorum. Bana yanlış gibi geliyor.
NEFRET DOLU BAKIŞLAR(24 Ağustos 2001)
ANKARA’YA giderek kuvvet komutanlarının devir teslim törenine katıldık. Nefret dolu bakışlarımız arasında Oramiral İlhami Erdil görevini teslim etti ve emekliye ayrıldı. Anlamadığım konu Cumhurbaşkanı dahil adamın ne mal olduğunu bilmesine rağmen hem törene gelmişler hem de adama iltifat ettiler. Bilhassa Oramiral Alpkaya’nın övücü konuşmalarını çok yadırgadım.
SARI DURUM İLANI(11 Eylül 2001)
PENTAGON’DA bir uçak düşmüştü. Artık durum anlaşılmıştı, ABD kurulduğundan beri belki de ilk defa kendi toprakları üzerinde bir düşman saldırısına uğramıştı. Bu arada ikinci binanın çöküşünüde seyrettik. İnanılmaz bir manzara. Bir zamanlar dünyanın en yüksek binaları olan bu ikiz binalar bir anda yok olmuştu. İnsanın inanası gelmiyordu. Biz de ABD yanlısı bir politika izlediğimiz ve İsrail ile dostane temaslar içinde olduğumuz için de hedef olabilirdik. Hemen “Sarı Durum” ilan ettirdim ve ayrıca terörist uçaklara ve suçüsütü vasıtalarına karşı gemiler ve Liman Emniyet Komutanlığı’nca tüm bölgelerde tedbir alınması emrini verdim.
İSRAİL İLE ORTAK GEMİ(05 Şubat 2002)
İSRAİLLİ komutan ile bazı konular görüştük. Öncelikle İsrail’in bölgede yaşayabilmek için Türkiye’nin dostluğuna ihtiyacı olduğu, bu dostluğu perçinlemek için de ilişkilerin artırılması ve hatta ortak projelerin gerçekleştirilmesine çok önem verdiklerini ifade etti. Amiral açık sözlü bir kişi. Bize istediğimiz her türlü teknoloji transferini kısıtlamasız olarak verebileceklerini söyledi. Bu arada konu MILGEM Projesi’ne geldi. Kendi SAR-5 lerinden çok memnun olduklarını ve daha fazla gemiye ihtiyaçları olduğunu, bu ihtiyacın ortak bir proje ile karşılanırsa her iki tarafın da yararına olacağını söyledi.
GÖLCÜK’TE YOLSUZLUKLAR(29 Nisan-05 Mayıs 2002)
GÖREVE başlamadan önce Gölcük bölgesinde bazı yolsuzlukların olduğunu biliyordum. Bu yolsuzlukların bir kısmı senelerce öncesine gittiği gibi yakın zamana ait bir çok duyum da vardı. Gördüğüm ilk manzara buradaki bazı şirketlerin adeta bir ihale mafyası gibi davrandıkları ve ihaleye katılmak isteyen bazı şirketleri kovaladıkları, istediklerini ihaleye soktuları ve böylece muhtemelen onlardan komisyon aldıkları, yerel bir çok iş sahibinin birden fazla şirketi olduğu ve ihelelere bunlar ile girdikleri böylece az kırım ile ihale aldıkları, bazı müteahhitlerin görevli personel ile anlaşarak şartnameleri uygun bir şekilde hazırlattıkları veya muayene komisyonlarını uygun bir şekilde yönlendirdiklei gibi hususlar tespit ettim. Bunun üzerine kurmuş olduğum heyetle geçmiş dosyaları incelemeye başladım. Bir çok konuyu tesbit etmek mümkün değil, aradan geçen zaman içinde evraklar tamamlanmış veya teftiş görerek evraklar sandıklanıp kaldırılmış. Buna rağmen en aşağı 10 dosyayı usulsüzlük yapıldı gerekçesiyle savcılığa verdim.
ÖZKÖK’LE ALAY EDİYORDU(19-25 Mayıs 2002)
AKŞAM Kalender’de Genelkurmay Başkanı ve eşi onuruna Harp Akademileri Komutanı tarafından verilen akşam yemeğine katıldık. Yemekte ilginç sahneler Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hilmi Özkök arasındaki konuşamalar ve davranış şekilleri idi. Orgeneral Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök’e onu hiçe sayar gibi muamele ediyor, her fikrini tersliyor ve bazen de onunla alay ediyor. Bence utanç verici davranışlardı.
GENERAL GENERALİ KOVALADI(29 Haziran 2002)
DİĞER olay Deniz Kuvvetleri’nden bir subayın ihracı ile ilgili bir belge nedeniyle patlak verdi. Bu subayın ihracı ile ilgili olarak herkes olumlu oy vermesine rağmen bir kişi çekimser kalmış ve daha bir süre bu kişinin denenmesini istemişti. Salim Paşa’da hiçbir mütalaa yazmadan yazıyı olduğu gibi göndermişti. Halbuki ihraç için herkesin olumlu oy vermesi gerekiyordu. Bu nedenle Genelkurmay Adli Müşaviri Tümg. Erdal Şenel durumu görüşmek için Deniz Kuvvetleri Karargahı’na geldi. Salim Paşa bir müddet sonra Erdal Paşa’ya hakaret ederek “Silahlı Kuvvetler’in canına okudunuz aklınızı başınıza toplayın” diye bağırır ve kovalar. O da gidip durumu Çevik Bir Paşa’ya rapor eder. Çevik Paşa, Salim Paşayı telefonla arar ve yaptığının doğru olmadığını söyler. Tam bu sırada ben Salim Paşa’nın odasına girdim. Önceleri sakin bir şekilde konuşuyordu. Sonra birden kıpkırmızı oldu ve bağırıp çağırmaya başladı. Ağzına geleni söylüyordu. Sonunda telefonu kapattı. Bana dönüp “Çevik’le görüşüyordum” dedi.
HÜKÜMETTE ÇÖZÜLME BAŞLADI(10-12 Temmuz 2002)
EN önemli olay 57. hükümette çözülme başladı. Başbakan’ın sağ kolu Hüsamettin Özkan, bakanlıktan ve partisinden istifa etti. Bunu istifaların takip edeceği ve toplam 60-70 kişinin ayrılacağına dair söylentiler var. Derviş’in de istifa edeceği söyleniyor. Doğruysa yakın zamanda bir siyasi kriz gelebilir.
ÖZKÖK İÇİN RAPOR(15-19 ağustos 2002)
MİT’ten bir şahsın ifadesine göre (ismi Fahir Öner). Bu kişiler arasında: ben, Yaşar (Büyükanıt), Hilmi Özkök ve Edip Başer varmış. Ayrıca bizim evin telefonları da dinleniyormuş. Bu şahıs emekli Genelkurmay Başkanı Necdet Uruğ’un yeğeni ve tanıtma vakfından çocukların istediği para için soruşturmaya gelmiş. İncelettireceğim... Bir dosya da Hilmi Özkök için hazırlanmış ve albay bunu komutanına o da Yaşar’a rapor etmiş ve konu genelkurmay başkanına intikal edince özel kuvvetler komutanı da hemen emekli edildi.
BAŞSAVCI’DAN İNTİKAM(26 Ağustos 2002)
BUGÜN İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici Aradı. Oğlu Ümit Çitici (Doktor Yüzbaşı) Aksaz’a tayin olmuş ve hanımı da ihtisas yapıyormuş, yardım istedi. Durumu bilmediğim için Ankara personel başkanını aradım ve atama isteğinin, kendisine banka davası sırasında başsavcı tarafından kötü muamele edildiği gerekçesiyle, oğlunu Aksaz’a atanmasını sağlayarak intikam almak için, emekli Oramiral Vural Bayazıd tarafından yapıldığını ve komutana durum arz edildiğinde onun da bu isteği onaylayarak atamasının çıktığını öğrendim. Dilim tutuldu ve başka bir şey söyleyemedim. Hangi zihniyetler kendi menfaatleri için bizi kullanıyorlar ne zaman bunu göreceğiz. Bu ne biçim personel yönetimidir.
BİR KOPYASINI BİLE ALMADIK(27 Ağustos 2002)
AKLIMA senelerce Boğaz’dan geçen Rus gemilerinin akustik gürültülerini toplayıp diskler halinde hiçbir işlem yapmadan Amerikalılara teslim etmemiz geldi. Hiç değilse ne tespit ettiğimizin bir kopyasını alsaydık, onu bile yapmadık. Bugün sıfırdan bir kütüphane geliştirmeye çalışıyoruz.
CHP BAŞKANI SEVİLMEDİ(30 Ağustos 2002)
ÜLKE 3 Kasım 2002 günü yapılacak olan milletvekili seçimine hazırlanıyor... Oy pusulasının boyu 97 cm, komik. Genelde halk kime oy vereceğini bilmiyor. Solda CHP, sağda AKP en kuvvetli parti olarak gözüküyor. Ama her ikisinin de başkanları sıkıntı yaratıyor. AKP Başkanın yasal olarak seçimlere katılıp katılamayacağı henüz belli değil. CHP Başkanı ise denendi ve sevilmedi.
BÜYÜKANIT HAKKINDA DOSYA(01 Eylül 2002)
BUGÜN Ankara’dan Filiz aradı. Laf arasında Sevil’e aldıkları bir haberden Yaşar (Büyükanıt) hakkında da bir dosya tanzim edildiğini öğrenmişler. Bu haber bize intikal eden haberleri doğrular mahiyette olduğu için önemli.
MİT ARAŞTIRMASI(10-15 Eylül 2002)
BİRİNCİ Ordu komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın oğlunun düğünü için Fenerbahçe Orduevi’ne gittik... Düğünden önce MİT’den bir arkadaşımdan aldığım bilgiler aşağıda olduğu gibidir: İstanbul MİT Bölge Başkanlığı’ndan benim için 2001 yılı haziran ayında bir rapor hazırlanmış. Böyle bir rapor ancak genelkurmay başkanı izini ile hazırlanabilir. MİT’deki bilgisayarda benim ismim ile beraber Tayyip Erdoğan ve Peter Hunt isimleri varmış. Bu bilgilerin doğruluk derecesi araştırılmaya muhtaç. Ancak vefat eden MİT mensubu bir diğer arkadaşım hep bana bir şeyler söylemek istediğini belitirdi ama ömrü vefa etmedi.
EN UĞURSUZ GÜN(04-10 Kasım 2002)
BUGÜN 4 Kasım 2002 şanssız ve uğursuz bir gün. Sabahleyin seçim sonuçlarını öğrendik. AKP % 35.5 oy ve 363 milletvekili ile birinci parti olarak, CHP % 19.5 oy ve ikinci parti olarak Meclis’e girmiş ve 9 da bağımsız milletvekili kazanmış. Bu durumda AKP ezici bir çoğunluk sağlamış oluyor ve Anayasa’yı değiştirme yetenekleri oldu.
ERDOĞAN’I PAYLAMAK (25-29 Kasım 2002)
TÖRENDEN sonra hep beraber komutanın odasına gittik. 8 orgeneral/amiral oturur oturmaz MGK Genel Sekreteri Tayyip Erdoğan’ı nasıl payladığını anlatmaya başladı. Hemen konu AKP’ye karşı ne yapılması gerektiğine ve onların neler yapabileceğine geldi. İnanılmaz bir konuşma seyrettim ve dinledim. Sanki ilkokul birinci sınıfta çocuklar öğretmenlerinin gözüne girmek için devamlı el kaldırıyorlarmış gibi herkes aynı anda konuşuyor, kimse kimsenin söz hakkına riayet etmiyor, genelkurmay başkanı ise ağzını açamıyordu. Herkes bir şahindi. Umarım başımız derde girmez.
‘Askerimize çuval geçirip utanmazca götürmüşler’
Örnek’in günlüğünde “Çuval Skandalı” ile ilgili de şu satırlar yer aldı: “Genelkurmay Başkanı anlattı. Bizim personel Amerikalılara karşı koyabilecek durumda iken ateş açmayarak tam bir felaketi önlemişler. Sonra utanılmaz bir şekilde bu personeli alarak Bağdat’a götürmüşler. Avrupa Kuvvetleri Komutanı General Jones bir hata olduğunu ama yapacak bir şey olmadığını, özür dilemeyeceklerini söyler”
Özden Örnek 16 Temmuz 2003’te günlüğüne “Çuval skandalı”yla ilgili bir not düşüyor. 4 Temmuz 2003’te ABD askerlerinin Süleymaniye’de Türk özel birliğinin karargahına düzenlediği baskın ve ardından 11 Türk askerini başlarına çuval geçirerek gözaltına almalarıyla ilgili geçen bir konuşmayı şöyle anlatıyor: “Birinci Ordu Komutanlığı Selimiye’de buluştuk. Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvetleri Komutanları, 1. Ordu Komutanı, ben (Özden Örnek) ve Harp Akademileri Komutanı İbrahim Fırtına. Genelkurmay Başkanı, Süleymaniye’de meydana gelen olayları ve sonrasını açıkladı. Yaptığı açıklamaya göre Amerkalılar çok bilinçli ve Kürtlerin desteğinde olarak bizimkilerin karargahına yaklaşıyorlar. Kendilerine birde helikopter desteği sağlanmış. Kapıdaki nöbetçiyi hemen etkisiz hale getirmişler ama diğer personel karşı koyabilecek durumdaykn ateş açmayarak tam bir feleaketi önlemişler. Sonra utanılmaz bir şekilde bu personeli alarak önce Kerkük’e sonra Bağdat yakınlarına götürmüşler. ABD ile sıkı bir temas başladı. Avrupa Kuvvetleri Komutanı General Jones ile yapılan görüşmede Kerkük valisine suikast yapılacağının ihbar sonucu bu harekatın yapıldığını söyler. Ama ihbar yapılan yer yeşil hattın güneyidir. Halbuki bizim birlik yeşil hatın kuzeyindedir. Ve hemen o görüşmede bir yanlışlık yapıldığı anlaşılır. General Jonel bir hata olduğunu ancak yapılacak bir şey olmadığını, özür dilemeyeceklerini söyler.
KOMUTANIN EŞİNE HEDİYE(19 Aralık 2002)
GENELKURMAY Başkanı eşi tarfından hediye konusunda yapılan bir tutarsızlık. Her şura toplantısında hanımefendiye bir hediye verilmesi adettendi. Bizim haberimiz yok ama 19 Aralık tarihli bir emir ile yılbaşında verilecek hediyelere bir düzen getirilmiş. Buna göre hediye verilmemesi tavsiye ediliyor. Kendisine hanımlar ziyarete gittiği zaman bir milyar liraya yakın bir hediye veriyorlar ve alıyor, kabul ediyor. Sonra evinden Jandarma Genel Komutanı’nın verdiği öğle yemeğine katılıyorlar. Yemekte hanım herkese küçük bir hediye hazırlamış. Hanım bunu görünce kıyamet koparmış. Siz Genelkurmay Başkanınızın verdiği emre karşı geliyorsunuz. Dinlemiyorsunuz. Ben bu hediyeyi kabul etmem diye bağırmış. Jandarma Genel Komutanı’nın eşi de “Bizim o emirden haberimiz yoktu. Hem siz kendinize verilen hediyeyi kabul ettiniz” deyince “Peki ben hata ettim” demiş. Tabii herkes bayılma noktasında ve ve ne kadar zevkli bir yemek yendiğini tahmin edersiniz.
TARİHİ BİR YAŞ OLDU(27 Aralık 2002)
YÜKSEK Askeri Şura (YAŞ) toplandı. 27 Aralık günü orgeneral ve oramirallerin toplantısı devam etti. Kanaatimce bu toplantı bir tarihi toplantı niteliğinde oldu. Birinci olarak Başbakan ve MSB Vecdi Gönül irtica nedeniyle ordudan atılan subay ve astsubayların listesine imza atmadılar ve şerh koydular. Belli ki planlı gelmişlerdi. Genelkurmay Başkanı önce çok şaşırdı. Sonrra kendini toplayıp karar sizin dedi. Bunun üzerine şura üyelerinin bombardımanı başladı ama adamlar kararlıydılar nuh dediler peygamber demediler. Çok ağır laflar söylendi. “Siz böyle yapmakla irticaya prim verdiğinizi ilan ediyorsunuz”, “Siz imza atmamakla Silahlı Kuvvetler ile olan bütün bağlarınızı koparıyorsunuz”, “Bu yetki bir anayasal haktır, ona karşı geliyorsunuz”, “Bugüne kadar 93 kişi böyle ayrılanlardan, AİHM’e başvurdu ve hepsi kaybetti. Siz şimdi hukuka da karşı geliyorsunuz” gibi sözler söylendi. Ama hiç tınmadılar. Belli ki adamlar Tayyip Erdoğan’dan talimat almışlardı. Sonuçda defteri ve kararları hepimiz imzaladık onlar da şerh koyarak imzaladılar.
DOĞAN VE TOLON RAHATSIZ(24 Şubat - 02 Mart 2003)
GENELKURMAY denetlemesi için bölgeye gelen Tümgeneral Can Teller ziyarete geldi. Oldukça ilginç bir görüşme yaptık. Genelkurmay Başkanı’nın şahsına karşı bir tepkisi olduğunu, dinci kesimlere kendisine yaraşır bir şekilde tepki vermediği gibi adeta onlarla işbirliği yaptığını ve Çetin Doğan Paşa ile Hurşit Tolon Paşa’nın bu konulardan çok rahatsız oldularını ve kendi aralarında bir şeyler yaptığını, benim de onlarla görüşmemi ima etti. Bir tümgeneralin böyle konuşması beni şaşırttı.
KIVRIKOĞLU’NUN DAİRESİ(21 Mart 2003)
NECDET Timur Orgenerallere oturmaya gittik. Bol dedikodu yaptık. Bu arada inanılması zor şeylerde öğrendim. Oturdukları daire Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun kendisi için yaptırdığı bloğun içinde 260 metrekare. Kıvrıkoğlu bir kez gelip daireyi görmüş ve beğenmeyerek baştan inşa ettirmiş. Hangi yetki ve hakla bu daireyi yaptırmış bilinmez. Bu kadar büyük daireler olunca yakıt parası da fazla. Hele binanın yarısı boş olunca daha da fazla 1 milyar lira olan yakıt parasının 400 milyonunu kendileri ödüyor, geri kalan ise Genelkurmay tarafından kantin parasından ödeniyormuş. Lojmanın boş kalmasıda ayrı bir yasal suç. Kantin parasının buraya ödenmesi ise tam yargılık bir mesele.
G.KURMAY RAHATSIZLIĞI(14-20 Nisan 2003)
22’NCİ Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı beni, eşi de Sevil’i ziyarete geldiler. Önce yarım saat odamda özel olarak konuştuk. Bana oldukça “özel” konular anlattı. Özet olarak Genelkurmay Başkanı’nın davranışlarından ve tutumundan memnun değiller. Makamını ezdirdiği kanaatinde. Bu kanaatin, sadece kendi kanaati olmadığı ve diğer emekli komutanların da aynı şekilde düşündüğünü belirtti. Bilhassa AKP’nin Cumhuriyete karşı yaptığı eylemleri yadırgıyorlar ve kendisinin buna ses çıkarmamasını daha çok yadırgıyorlar.
YOKSA İNSANA GİT DERLER(22 Mayıs 2003)
YILDIZ Harp Oyunu yemeğine gittik. Kara Kuvvetleri Komutanı beni bir köşeye çekerek ne düşündüğümü sordu. Ben de düşüncelerimi aynen söyledim. ‘Peki Deniz Kuvvetleri Komutanı bu mevzuları senle konuşmuyor mu?’ dedi. Ben de hayır biz hiç konuşmayız. Ben sorarsam bir iki kelime söyler dedim. Anladığım kadarıyla Genelkurmay Başkanı’na karşı bir tavır var. Bana “Yaparsa yapar yoksa insana git derler” dedi. Havacı ile bizimki anladığım kadarı ile bu tavır koymaya dahil değil. Onun için de sevilmiyorlar. Onun içinde emekliler onları sevmiyor.
KAÇACAK DELİL BULAMAZ(23 Mayıs 2003)
SEVİL ile beraber Sarıyer’de 1. Ordu Komutanı ve eşi tarafından Genelkurmay Başkanı ve komutanlar onuruna verilen akşam yemeğine gittik. Bizimki ve havacı yoktu. Kara kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanı ile yaptığımız görüşmelerden anladığım, Genelkurmay Başkanı’na karşı tam bir tavır oluşmuş vaziyete. Kendisini yumuşak ve korkak buluyorlar. Ayrıca AKP ile ilişki içinde olduğundan şüpheleniyorlar. Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mustafa Balbay, Janadarma Genel Komutanı’na gelerek “Bildiklerimi bir yazarsam kaçacak delik bulamaz” demiş. Bugün ayrıca Cumhuriyet gazetesinde “Genç subaylar AKP’den tedirgin” başlıklı bir haber yayınlandı.
IĞSIZ’I TAKİBE ALACAĞIM(23- 29 Haziran 2003)
CENGİZ beyler akşam yemeğine geldiler. Bizim konu ile ilgili her şeyi biliyordu. Herhalde Erdal Şener kendisine söylemiş olsa gerek. Konuşma arasında bana Genelkurmay Personel Daire Başkanı Tümgeneral Bahadır isimli general ile Korgeneral Hasan Iğsız’ın benim aleyhimde soruşturma açtırmak için çok ısrarcı olduklarını söyledi. Bu generalleri takip altına alacağım.
KOMUTANDA 50 MİLYON $(28 Temmuz 2003)
ALBAY Belgütay Varımlı emir subayımı arayarak benimle özel bir konu görüşmek istediğini söyledi. Öğleden sonra kendisini Kabul ettim. Belgütay daha önce benim anımda çalışmış bir deniz piyade subayı... Belgütay devamlı olarak TSK’da bir çok yerde hırsızlık yapıldığını bir generalin yut dışında 50 milyon doları olduğunu, bir albayın 52 dairesi bulunduğunu ve bunların hepsinin belgelerinin kendisinde olduğunu tekrarladı durdu. Ayrıca Erdal Şener’in de kasasında olan 535 bin dolar devlet özel ödeneği ile Zirvekentte kendisine iki daire aldığını belirtti. Genelkurmay başkanı bütün bunları biliyormuş. Ama işlem yapmıyormuş.
YAŞ’TA GERGİNLİK(01 Ağustos 2003)
YAŞ toplantısı başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ayrı ayrı salona geldiler. RTE, Genelkurmay Başkanı ile beraber salona girdi. Tüm orgeneral ve amiraller kendisine ne selam verdiler ne de ayağa kalktılar... Asparuk Paşa iki mektup okudu. Çetin Doğan ise “Siz Aralık şurasında da çekince koydunuz ve o günden bugüne hiçbir şey değişmedi. Eğer yapılan bu yasal işlemi beğenmiyorsanız bugüne kadar yasayı değiştirseydiniz. Tabanınıza hitap edeceğim diye yaptığınız iş ülkeye değil partinize yaramak ve yaranmak üzere yapılmaktadır. Bunu Silahlı Kuvvetler bir meydan okuma olarak kabul ediyoruz” dedi... RTE söz alarak “Bir güven bunalımı yok. Bu konuyu abartıyorsunuz, din istismarına biz de karşıyız. Ama Silahlı Kuvvetlerimiz neden bu sorununu yargı yolu ile halletmiyor. Biz diğer kararların örneği terfilerin yargıya kapalı olmasından yanayız ama atılanlara da ses çıkarmıyoruz. Onların bunu hakkettiğine inanıyoruz ama işleminin yargıya açık olmasını istiyoruz” diye bir konuşma yaptı. Bunun üzerine oylamaya geçildi ve 18 kişi askeri oyların tümü ile ordudan ihraç edildi.
SEZER ELİNİ SIKMADI(01 Ağustos 2003)
YEMEKTE Başbakan. Cumhurbaşkanı’nın elini sıkmak istedi ama o elini geri çekti. Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi? Tüm generaller, genelkurmay başkanı, başbakan ile konuşmaz ve ona yüklenir, Başbakan ile Genelkurmay, Başbakanı ile Cumhurbaşkanı birbiri ile dargın. Bizi kim dare edecek acaba. Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi?
ERUYGUR BİLGİ SIZDIRIYOR(4-10 Ağustos 2003)
AYRILMADAN önce Başbakan’ın gelmesini beklerken Yaşar Paşa ile bir saate yakın konuştuk. Daha doğrusu o konuşmak istedi. Bana Ankara’daki orgeneraller arasındaki çekişmeyi anlattı ve “Lafla pehlivanlık yapmaya çalışıyorlar” dedi. Jandarma Genel Komutanı Şener’in bütün bilgileri Cumhuriyet gazetesine sızdırdığını ve bunu bildiklerini anlattı.
GENELKURMAY BAŞKANINDAN ŞÜPHELENİYORLAR
(12 Haziran 2003)
ŞENER Paşa devamlı olarak Genelkurmay Başkanı’nın (Hilmi Özkök) zayıf karakterli bir kişi olduğunu, hükmetin bu tutumlarına karşı daha sert tavır koyması gerektiğini ve bunu o yapmadığı takdirde bizim ona yaptırmamız geeektiğini söyledi. Aytaç (Yalman) Paşa da aynı fikirde ve hep benim fikrimi öğrenmeye çalıştılar. (İbrahim) Fırtına Paşa’nın da aynı fikirde olduğunu söylediler. Genelkurmay Başkanı’na ne söylerlerse yaptıramadıklarını ve onu birazcık hükümet yanlısı olduğunu ifade ettiler. Sonunda Aytaç Paşa “Sen Ankara’ya gel de ondan sonra bir davranış tespit edeceğiz” dedi. Cumhurbaşkanı’nın da aynı fikirde olduğunu ve biz desteklersek sertleşeceğini söylediler. Bana açıkça söylemediler ama kendilerinin Genelkurmay Başkanı’nın bir şekilde hükümeti desteklediğinden ve bir dini tarikat ile ilişkili olduğundan şüphelendiklerini zannediyorum.
KAYNAK: VATAN GAZETESİ

Koşaner'in İTİRAFLARI Şok Etkisi Yaptı
24 Ağustos 2011
İçler acısı halimizi Genelkurmay Başkanlığı’nı 2 yıl erken bırakan Işık Koşaner’in internete düşen sözleri ortaya koydu.

Terörle mücadeledeki halimizi, darbeye teşebbüsten yargılanan subaylara destek için Genelkurmay Başkanlığı’nı 2 yıl erken bırakan Işık Koşaner’in internete düşen sözleri ortaya koydu.

İşte Paşa’nın yürekleri burkan o sözleri. “Mayınlar kontrolsüz döşendi. Emir komuta birliğini sağlayamıyoruz. Çatışma anında tim komutanlarımız mevziye silahını bırakıp kaçıyor. Hantepe’de halimiz tam bir kepazelik. Eğer zamanında İHA’ları uygun şekilde kullanabilsek...”

Son YAŞ toplantısına iki gün kala emekliliğini isteyen Genelkurmay eski Başkanı Org. Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen şok bir ses kaydı internete düştü. Video paylaşım sitesi dailymotion.com sitesinde yayınlanan kayıtta Koşaner, birbirinden çarpıcı itiraflarda bulunuyor. Terörle mücadeledeki çarpıklıkları gözler önüne seren kayıtta, eğitim zafiyeti nedeniyle terörist diyemasumerin vurulmasından, İHA’ların görüntülerine rağmen teröristlere bir şey yapılmamasına kadar birçok konuda skandal açıklamalar yer alıyor.

AKLINIZ NEREDEYDİ

Ses kaydı Koşaner’in mayınlarla ilgili eleştirileriyle başlıyor. “Huduttakinin bile işareti yoktur.Adamgidiyor basıyor, haberimiz yoktu” diyenKoşaner şöyle devam ediyor: “Bunları kimdöşemiş; biz. Şimdi ben desem ki yetkililere. Yahu bizimkiler mayın döşemişlerdi, 10 sene evvel 20 sene evvel, başı boş bırakıp gitmişler, ne derler? ‘Döşerken aklınız nerdeydi’ derler. Maalesef yine döşeyen biziz.” Emir komuta birliğini sağlayamamanın kendilerini sıkıntıya soktuğunu belirten Koşaner, “Nerede bir operasyon, bir harekât, bir baskın varsa sorumlusu mutlaka o bölgenin sorumlusu komutanlık olacak” diyor. “İHA’dan görüntü almak gibi büyük bir nimet var” ifadelerini kullanan Koşaner, şunları anlatıyor: “Büyük bir imkan var. Olayın olduğu yere süratle bir İHA’yı getiripmasamızın başından ekrandan adım adım görebiliyoruz. İHA’dan görüntü gören komutanmutlaka operasyonamüdahale edip sevk idare etmeli. Önümüzde örneği var. Bir daha o hataya düşmeyelim. İşte bu Hantepe olayında operasyon yapan komutan daha doğrusu sorumlu komutan 1. TugayKomando Tugay komutanıydı ve kendisi arazideydi. Amaekrana bakan komutanlık civardaki komutanlığın onamüdahale etme yetkisi yoktu. Böylece bir koordinesizlik oldu zamanındamüdahale edemedik.”

HALİMİZ TAM BİR KEPAZELİK

Koşaner, Hantepe’deki skandalla ilgili eleştirilerini şöyle sürdürüyor: “Hantepe- ’de halimiz tam bir kepazelik.Neden? Lider yok ortalıkta. Bu hale geldik. Çok zayıfız bu konuda.Hava Kuvvetleri Komutanımızla beraber İHA’ların bölgeye gönderilişini inceledik. Eğer zamanında İHA’ları uygun şekilde kullanabilsek çok büyük imkanlar kazandırıyor. Bunu yerinde zamanında izleyen komutanın gördüğü operasyona müdahale edebilecek tecrübeye ve bilgiye sahip olması gerekir. Komutanın topçu tanzim etmesi ve yönlendirmesi lazım. Ekranın başında olup da harekâtı sevk edecek komutan İHA’yı da sevk etmesi lazım. Herkes işine sahip olacak.”

Masum bir erimizi BAŞINDAN VURDUK

Koşaner, yaşanmış bir örneği aktararak şu çarpıcı tespitlerde bulunuyor: “Artık her şeymilletin önünde açık. Time sahip olunmazsa orada bir tane karaltı görülür. Tak diye ateş ederler. Başlar yine herkes basıldık diye ateş etmeye. Arkadaşımızı alnından vururuz. Vurdukmu? Evet haberiniz var demi takip ediyorsunuz olayları. Herkesin cebinde artık telsiz var eskisi gibi değil. ‘Ben ateş ediyorum herkes sussun’ diyeceksin herkes duyacak ama bir şey yapmayacak. Bunu yapmak gayet kolay ama eğitimle yapmalısınız. Bırakırsanız keyfine gider adam ateş et der. Basıldık diye herkes silaha sarılır. Masum bir erimizi başından vururuz. Kabahatli biziz.

Kum torbalarından mevzi olmaz

Ses kaydında, kritik bir araziyi korurken esas olanın mevzi kazıp içine gömülmek olduğunu vurgulayan Koşaner, kayalık bölgelerde kum torbalarından kulübemsi mevziler yapıldığını aktarıyor. “Bir de delik açıyoruz önüne nereden geldiklerini görmek için. Böyle bir koca hedef oluyor” diyen Koşaner şu ifadeleri kullanıyor: “Karanlıkta gece görüş aleti olmasa bile ben RPG7 ile 200 metreden onu vururum. Mevziye girdik deyince oraya giriyorlar. Sonra ilk rokette orası vuruluyor. Hantepe’de öyle oldu. Üsteğmenimiz de öyle gitti. Koşuştular hepsi mevziye giriyoruz diye sonra ilk rokette orası gitti.”

Küçük birliklerin idaresinde zayıfız

TSK’nın küçük birlik seviyesinde sevk ve idarede çok zayıf olduğuna dikkati çeken Koşaner, bu tespitinde çok tecrübeli ve profesyonel olduklarını belirttiği Jandarma Özel Harekât’ı ayrı tuttuğunu belirtiyor. “Sözüm bizimkilere” diyen Koşaner, şunları anlatıyor:

“Küçük birlik seviyesindeki tim komutanı eğer o adamına sahip olup da sevk idare edemezse iş buradan kopar. Hani derler ya bir nal bir at kurtarır. Bir at bir ordu kurtarır. O nal bizim komando kolumuz komando timimiz. Orada eğer sağlam duramazsak, gerisi çorap söküğü gibi gider. Duymayanlar da duysun. Benim tim komutanı, unsur komutanı diye koyduğum arkadaşım önce mevzide silahını bırakıp kaçarsa biz bu işi yürütemeyiz. Biz bu eğitimi yapmamışız, yetiştirmemişiz demektir. Tabii ki mevziimiz çöker, zayiat veririz.”

Koşaner şu örneği veriyor: “İki tane adam geliyor karşıdan, 30 tane adamı kaçırıyor, geri gidiyoruz, rezalet. Olacak şey değil, neden? Timimizi sevk idare edemediğimiz için. Tim komutanı da unsur komutanı da personelini göreceği yerde durur. Sesle, varsa telsiziyle adamını sevk idare eder. Zamanı geldiğinde de ateş açtırır. ‘Yerinden kıpırdama’ der, ‘kaçma’ der ‘ben buradayım’ der. Sevk idare eder. Onu gezinde tutar çatışmayı yürütür. Nadiren böyle oluyor. Çoğu yerde birkaç gözü kara arkadaş dayanıyor.”

İT'LE MİT'LE TEMASTA OLUN

Terör örgütünün eylemsizlik kararıyla ilgili de değerlendirmede bulunan Koşaner şöyle devam ediyor: "Seçime kadar eylemsizlik diye bir karar aldılar. Evet gerçekten kırsal alandaki eylemlerini azalttılar. Bu karar bizi kesinlikle bağlamaz. Lütfen bulunduğunuz yerde nabız tutun. Halkın içinde olun. Kışladan lojmana lojmandan kışlaya bu iş olmaz. Polisle itle mitle yakın temasta olun. TSK için eylemsizlik söz konusu olamaz. Terörle mücadelede bizim kimsenin talimatına ihtiyacımız yok. Kimsede bize bu operasyonu durdurun diyemez. Terörle mücadelede bir adım bile geri duramayız."

VARAN 2'DE NELER VAR?

Ses kaydının sonunda "VARAN 2: BEKLEYİN" başlığı dikkat çekiyor. Koşaner'in hükümet ve polisle ilişkiler ile Balyoz ve Ergenekon davalarına yönelik şoke eden görüşlerinin Varan 2'de olduğu öne sürülüyor. İşte Koşaner'in şok sözlerinden bazıları: "Gerekirse ortalığı ayağa kaldırırız. Hukuka ne kadar saygılı olacağız, biz enayimiz?

IŞIK PAŞA'NIN YENİ EMASYA PLANI

Sohbet ettiği subaylara "Çok dikkat edin herkesin gözü üzerimizde" uyarısında bulunan Koşaner, "Ufak bir hatamızda olay hemen basına taşınıyor manşet oluyor. Artık yasalara uygun hareket etmek zorundayız. Bizim yasalarımız kızsak da bize gerekli yetkiyi veriyor" diyor. Koşaner'in söyledikleri şu şekilde sürüyor: "EMASYA protokolü kalktığı için iller arasındaki harekette biraz sıkıntımız olacak. Ama valiler anlaştı biz bunu başka bir yasal çerçeveye oturtmaya çalışıyoruz. Neyimiz varsa kullanın. Mesela havada bilmem ne helikopteri var kullanın. Ama teması kurduktan sonra elimizden kaçırdık gece gittiler demeyin. Biz de her şey var gecede görüyoruz gündüzde. Silahlarımızın kabiliyetlerini iyi bilin ki ona göre kullanın. Sınır birliklerimizin biraz daha profesyonel olması için sınır birlikleri eğitim merkezi oluşturduk. Eğitilmiş askerlerimizi oraya gönderiyoruz."

10 kişi mayına basıyordu...

Son dönemde biraz daha mantıklı hareket ettiklerini dile getiren Koşaner, eskiden arazi taraması yapmak için kalabalık taburları araziye dizdiklerini belirtiyor. "Bu arada 10 kişi mayına basıyordu, 5 kişi bilmem ne yapıyordu" diyen Koşaner, "Hiç bir şey bulamayıp verdiğimiz zayiatla kalıyorduk. Bunun için dedik ki artık istihbarata dayalı operasyonlar yapalım. Boşu boşuna birlikleri sevk etmektense bilgi alıp öyle hareket etmek gerektiğini anladık" diyor.

Ben olsam insan içine çıkmam

Lider pozisyonunda olanları 'ortada yoklar' diyerek eleştiren Orgeneral Koşaner, en acısının da silahını bırakıp gidenler olduğunu kaydediyor. "Roj TV silahın numarasını da beraber gösteriyor" diyen Koşaner'in, "Ben o rütbelinin yerinde olsam insan içine çıkamam. Ama utanmıyor adam. Bunlarla iş yapamayız yoksa çeker gider. Ondan sonra mevzimize de girilir. Bir sürü de şehit veririz" sözleri dikkat çekiyor.

Bugün

Bizim bildiğimiz TSK'yı halk da öğrendi!
25 Ağustos 2011
Genelkurmay eski Başkanı Org. Işık Koşaner'in internete düşen şok ses kaydını değerlendiren gazeteci Alper Görmüş, 'Bu ses kaydı, zaten bilinen gerçekleri ortaya koyuyor. Bizim bildiğimiz gerçekleri, vatandaş da öğrenmiş oldu' dedi. İşte Görmüş'ün ve diğer uzmanların konu hakkındaki görüşleri:

Önceki gün internete düşen Org.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ağu 25, 2011 7:04 pm    Mesaj konusu: Bizim bildiğimiz TSK'yı halk da öğrendi! Alıntıyla Cevap Gönder

Org. Koşaner'in 2. ŞOK SES KAYDI
25 Ağustos 2011

Önceki gün Eski Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner'e ait olduğu iddia edilen ses kaydının ikinci bölümü video paylaşım sitesi dailymotion.com'da yayınlandı.
Terörle mücadelede hata, ihmal ve zafiyetlerin itiraf edildiği Eski Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen ses kaydı gündeme bomba gibi düşmüştü.

O ses kaydında bu itirafların devamının geleceğinin notu düşülmüş ve VARAN 2: BEKLEYİN denilmişti.

İşte yine Emekli Org. Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen güncel konulara ilişkin çok çarpıcı itirafların yer aldığı şok ses kaydı video paylaşım sitesi dailymotion.com'da yayınlandı.

Ayrıca bu ses kaydında konuşan kişinin Org. Işık Koşaner olduğu kesinleşti. Çünkü konuşmanın bir bölümünde "Yani ben Işık Koşaner olarak dava açabilirim" diyor...

www.dailymotion.com'daki SES KAYDINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN: http://www.dailymotion.com/video/xkpjr6_iyik-paya-guncel-konulari-deyerlendyryyor-varan-2_news

İşte o ses kaydında konuşulan konuların satırbaşları;

1. ASKER POLİS İLİŞKİSİ, GEREKİRSE ORTALIĞI AYAĞA KALDIRIRIZ.
2. HUKUKA NE KADAR SAYGILI OLACAĞIZ, BİZ ENAYİMİZ?
3. GAZETECİLERLE İLİŞKİLER, ONLAR ...........................
4. ERLERİN SUBAYLARIN ÖZEL İŞLERİNDE KULLANILMASI, KİMİ İTİNİ GEZDİRİYOR KİMİ EVİNİ BOYATIYOR.
5. ŞEHİT YAKINLARI İLE İLİŞKİLER, BARİ YAĞMASAK DA GÜRLEYELİM.
6. ASTLARIN GENELKURMAY KARARGÂHINA YALAN SÖYLÜYOR.
7. ERGENEKON VE BALYOZ DAVALARI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE İTİRAFLARI, BALYOZDA ESAS SORUMLULUK KİMDE?
8. OYAK İÇİN VERİLEN MÜCADELE, NEDEN VERGİ VERMEK İSTEMEDİKLERİ
9. HER KESİN EŞİT SÜRELİ ASKERLİK YAPMASI, SİVİLLERİN ALDIKLARI EĞİTİM NE KADAR ÖNEMLİ? 10. SÖZLEŞMELİ ER KİMİN FİKRİ?
11. MİLLİ SAVUNMA BAKANININ AÇIĞA ALMAMA İŞLEMİNİ NASIL DEĞERLENDİRDİK VE AYİM NİYE KALKMAMALI?
12. IRAK SINIRINI SİVİLLERİN KORUMASI KONUSUNA, HER KES GÜLER.
13. SAYIŞTAŞ, OMBUDSMAN VE DENETLEME, ARTIK PARALARI DAHA DİKKATLİ KULLANMALIYIZ.
14. TSK YASA VE YÖNETMELİKLERİN DIŞINA ÇIKMASINI YOL YAPTIK, HEP BÖYLE DEVAM EDECEK SANDIK. 15. 35.MADDE KALKSA NE OLUR? BİZİM GÖREVİMİZ BİTER Mİ? BİZ NİYE BURDAYIZ?
15) 35.MADDE KALKSA NE OLUR? BİZİM GÖREVİMİZ BİTER Mİ? BİZ NİYE BURDAYIZ?

www.dailymotion.com'daki SES KAYDINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

KONUŞMANIN TAM METNİ

ASKER POLİS İLİŞKİSİ, GEREKİRSE ORTALIĞI AYAĞA KALDIRIRIZ.

POLİSİN ASKERİ TUTUKLAMASI GÜCÜMÜZE GİDİYOR AMA BİZİMKİLER SUÇLARINI
ÖRTBAS ETMEK İÇİN ASKER OLDUĞUNU SÖYLEMİYOR SONRA KARAKOLDA SÖYLÜYOR. YOK ÖYLE !

IŞIK PAŞA: BU ÇOK GÜCÜMÜZE GİDEN BİR KONU OLDUĞU İÇİN TEKRAR HEPİNİZE SÖYLEYECEĞİM. ŞİMDİ ASKERİ ŞAHISLAR SUBAY ASTSUBAY UZMAN NEYSE SUÇ İŞLEMEZ DİYE BİRŞEY YOK. SUÇU HERKES İŞLER. BİLEREK İŞLER TAKSİRLİ OLARAK BiLMEDEN DE iŞLER. HEP BUNLAR HAYATIN iÇiNDE OLAN ŞEYLER. BİR ASKERİ ŞAHIS BİR SUÇTAN DOLAYI POLİS BÖLGESİNDE POLİSLE MUHATAP OLDUĞUNDA ÖNCELİKLE ASKER OLDUĞUNU SÖYLEMESİ LAZIM. ŞİMDİ BİZİMKİLER SUÇLARINI ÖRTBAS ETMEK İÇİN ÖNCE SÖYLEMİYORLAR. KARAKOLA GİDİP DE SOPA YEMEYE BAŞLAYINCA BEN ASKERİM DİYOR. İŞ İŞTEN GEÇİYOR, ÖYLE YOK. ÖYLE DERSEN BANA BAKMA. BAŞTAN SöYLEYECEKSİN. BEN ASKERİM HEMŞERİM HÜVİYETİM BU. HAA ASKER BİR SUÇ İŞLERSE POLİS ONU ORADA TUTAR KİMİ ÇAĞIRIR MERKEZ KOMUTANINI ÇAĞIRIR, AL BU HERİFİ BURDAN DER. SAVCIYA DA BİLGİ VERİR. MERKEZ KOMUTANI GEREĞİNİ YAPAR. SAVCI NE DERSE ONU YAPAR. ŞİMDİ BAŞTAN HÜVİYETİMİZİ SÖYLEMEDİĞİMİZ ZAMAN POLİS BİZİ İTE KAKA ALIYOR KARAKOLA GöTüRüYOR. BAŞLIYOR ORDA SIKILAMA SIKIYA GELİNCE ASKERİM. BU YANLIŞ. ZORLA KARAKOLA GÖTÜRÜRLERSE, GİDİN. O ZAMAN ROL BİZE GEÇECEK. O ZAMAN ORTALIĞI AYAĞA KALDIRACAĞIM BİZ NE DİYORUZ. ASKER OLDUĞUNUZU SÖYLEYİN. BENİ BURDAN ALMA, MERKEZ KOMUTANINI ÇAĞIRIN DEYİN. YOK KARDEŞİM ÇAĞIRMIYORUM.

YÜRÜ KARAKOLA DERSE HİÇ KARŞI GELMEYİN. KARAKOLA GİDİN AMA BAŞTAN ASKER OLDUĞUNUZU SöYLEYİN. KARAKOLA GiTTiKTEN SONRA ROL BiZE GEÇECEK. BAKIN BUNU iHMAL ETMEYECEĞİZ. EĞER BENİM BİR RÜTBELİ ŞAHSIMI KARAKOLA GÖTÜRMÜŞSE ONDAN SONRA MERKEZE HABER VERİYORSA ORTALIĞI AYAĞA KALDIRACAK. ORTALIĞI AYAĞA KALDIRACAK. BENİ DE ARAYACAKSINIZ GEREKİYORSA. BENİ DE ARAYACAKSINIZ. KANUN DİYOR Kİ ASKERİ ŞAHSI KARAKOLA GÖTÜREMEZSİN. GöTüRüRSEN BEN DE ORTALIĞI AYAĞA KALDIRACAĞIM.

HUKUKA NE KADAR SAYGILI OLACAĞIZ, BİZ ENAYİMİZ?

HUKUK'A SAYGILIYIZ'I YANLIŞ ANLAMAYIN. BİZ ENAYİ DEĞİLİZ.AĞRI'DA POLİSE ARKADAŞLAR HADDİNİ BİLDİRDİLER BAKINIZ ŞU SÖZÜMÜZÜ YANLIŞ ANLAMAYINIZ. BEN SIK SIK HUKUKA SAYGILIYIZ DİYORUM. BUNUN ANLAMI ŞU. BİZ ENAYİ DEĞİLİZ. SADECE BİZ HUKUKA SAYGILI OLMAYACAĞIZ. BİZE KARŞI OLANLAR DA HUKUKA SAYGILI OLACAKLAR. BEN BUNU İFADE ETMEYE ÇALIŞIYORUM. BEN HUKUKA SAYGILI OLACAĞIM AMA SEN DE SAYGILI OLACAKSIN. SEN DE OLACAKSIN. BEN DE BUNU HAKKIMI ARAYACAĞIM.

NASIL ARAYACAĞIZ. EL BİRLİĞİ İLE ARAYACAĞIZ. BİR TANESİ BU. KANUNLARIMIZDA AÇIK AÇIK YAZAN BİR KONU. EĞER HÜVİYETİNİ SÖYLEDİĞİ HALDE BİR ASKERİ ŞAHSI KARAKOLA GÖTÜRMÜŞLERSE MERKEZ KOMUTANI DERHAL ORTALIĞI AYAĞA KALDIRACAK. NE YAPACAK. GİDECEK MERKEZE. ALMAYACAK ADAMI. ARAYACAK SAVCIYI. BU HERİFTEN ŞİKAYETÇİYİM. İŞLEMİNİ YAP. İŞTE MIRIN KIRIN. VALİYİ MIRIN KIRIN. BENİ, BİZİ. BEN DE ORDAN BAKANLIĞI AYAĞA KALDIRACAĞIM FİLAN. ANCAK BUNLARIN BÖYLE ÖNLEYEBİLİRİZ. ÇÜNKÜ, BAZI POLİSLERİMİZ ARTIK İŞİ İYİCE AZIYA ALDILAR. BAŞINIZA GELİYODUR, DUYUYORSUNUZDUR.HANİ ASKER OLSUN DA NE OLURSA OLSUN BİR ATALIM İÇERİ, HESAP SORALIM GİBİ.

KENDİMİZİ DE KORUMAK ZORUNDAYIZ. ANLAŞILDI MI BU İŞ. KESİNLİKLE GERİ ADIM ATMAYACAKSINIZ. HAKKIMIZ HUKUKUMUZ BU. SEN BENİ ALAMAZSIN ORTALIĞI AYAĞA KALDIRACAKSINIZ. BİR YERDE BUNU AĞRIDA MI NERDE YAPTILAR BUNU GÜZEL BİR. Dİ Mİ AĞRI'DA ARKADAŞLAR YAPTILAR GÜZEL. HADDİNİ BİLDİRDİLER.

GAZETECİLERLE İLİŞKİLER, ONLAR ANALARINI BİLE SATAR

BASINDAN UZAK DURUN.GAZETECİ DEDİĞİN ADAM ANASINI BİLE SATAR ONU ORAYA HABER DİYE KOYAR.

ARKADAŞLAR NE ŞEKiLDE OLURSA OLSUN BAKINIZ BiR LAF VAR BENİM ÇOK HOŞUMA GİDİYOR. HİÇBİR BASIN MENSUBU BİZE DÜŞMAN OLMAZ. AMA DOST DA OLMAZ. DOST DA OLMAZ. BASIN, BASIN DEMEK BASIN MENSUBUNUN GÖREVİ DEMEK, HABER OLABİLECEK BİR ŞEYİ YAKALARSA ÇOK AFEDERSİNİZ ANASINI BİLE SATAR ONU ORAYA HABER DİYE KOYAR. HİÇKİMSENİN GÖZÜNÜN YAŞINA BAKMAZ. ÇÜNKÜ ONUN İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY HABER BULMAK GAZETEYE KOYMAK. PARA ALIYOR ÇÜNKÜ. BİR DE MANŞETE ÇIKARSA HABER PİRİMİ DE VARMIŞ. MANŞET OLDUN DiYE. ONUN iÇiN GAZETECiLERLE TEMASTA MAHALLi OLSUN ULUSAL BASINDAN OLSUN TELEVİZYONCU OLSUN GAZETECİ OLSUN, UZAK DURUNUZ. UZAK DURUNUZ. NEZAKETİNİZLE BİLMEM NEYİNİZLE UZAKLAŞTIRINIZ.

KESİNLİKLE BİRŞEY SÖYLEMEYİNİZ. ÇÜNKÜ PİRE DEVE OLACAKTIR. YARIN ORAYA ÇIKACAKTIR. BAKIN ŞİMDİ BAZI YAŞLI GAZETECİLER HATIRAT YAZIYORLAR. FALAN ZAMANDA FALAN KOMUTAN BANA BUNU SÖYLEMİŞTi. ÖBüRü DE BUNU SÖYLEMİŞTİ. HEP YAZMIŞLAR BİR YERLERE. ŞİMDİ GEÇMİŞİN HESABINI BİZE SORUYORLAR. EN İYİSİ BASINDAN UZAK DURMAK.

BASINA NE SÖYLENECEKSE BİZ SÖYLÜYORUZ. KiMiNE ŞiFAHEN, KİMİSİNE TEMAS EDEREK, KİMİSİNLE TELEFONLA MÜCADELE EDİYORUZ. HA BASINA NE SÖYLENECEK. ARKADAŞLAR, BİZ SÖYLÜYORUZ.

BASIN BİZE HAKARET DE EDİYOR. BİLMEM NE DE YAPARAK ZOR DURUMDA BIRAKIYOR. BU HERHALDE SiZiN DE GüCüNüZE GiDiYORDUR MAALESEF TüRK SiLAHLI KUVVETLERİNİN YANİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞININ TÜZEL KİŞİLİĞİ YOK. YANİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞINA VEYA SİLAHLI KUVVETLERE YAPILAN BİR HAKARETİ DAVA AÇAMIYORUZ GENELKURMAY OLARAK, TÜZEL KİŞİLİĞİMİZ YOK. NE YAPACAĞIZ? ŞAHIS OLARAK AÇMAK LAZIM. ŞAHIS OLARAK AÇMAK LAZIM. YANİ BEN IŞIK KOŞANER OLARAK DAVA AÇABİLİRİM. AMA GENELKURMAY BAŞKANI OLARAK O GAZETEYE DAVA AÇAMIYORUM. KANUN BU. ŞAHIS OLARAK AÇABİLİRİZ.

BİZİ ZOR DURUMDA BIRAKAN, HAKARET EDEN GAZETECİLERE, TOPLADIĞIMIZ PARALARLA (280.000-300.000 TL) DAVA AÇIYORUZ ŞAHIS OLARAK DAVA AÇMAK KOLAY DEĞİL. NEDEN DEĞİL? EN BASİT AVUKAT PARASI 10 BİN LİRADAN BAŞLIYOR ÖYLE Mİ? İFADE VERİRKEN YANINIZDA DURUYOR ADAM 5 BİN LİRA ALIYOR. İFADE VERİRKEN. BİR DE DAVAYA GİRDİ Mİ 5 BİN DAHA ALIYOR. BİLMEM NE YAPTI 5 BİN.

ARKADAŞLARIMIZ ÇOK ZOR DURUMDA. BAŞI SIKINTIDA OLANLAR. BİLİYORSUNUZ. ONLARA DA YARDIM TOPLADINIZ VERDİNİZ GENE. BUNLARI YAPIYORUZ. BENİM DEDİĞİM BAŞKA BİRŞEY HAKARETE UĞRAYANLARA İFTİRA ATILANLARA HEPİMİZ BİR ELİMİZDE PARAMIZ OLSUN ŞAHSEN DAVA AÇALIM DEDİK ÖYLE Mİ? HANİ SİZE YAZDIM GÖNDERDİM. ŞİMDİ ELİMİZDE PARAMIZ OLSUN, ŞİMDİ HANGİMİZE BİR HAKARET GELDİĞİ ZAMAN HEMEN HABER VERİN. AVUKATINIZ HAZIR, PARANIZ HAZIR. TAZMİNAT MI ALACAĞIZ. CEZA MI VERDİRECEZ O BİRER LİRALAR BİRİKTİ 300 KAÇ? 280 300'E FİLAN GELDİ. YETER. BU KADAR İSTİYORUZ. BU BİRER LİRALAR TOPLANIYOR İŞTE BİR ARKADAŞIMIZ İÇİN DE İLK DAVAYI AÇIYORUZ İNŞALLAH ONU KAZANACAĞIZ. AVUKATIMIZ HAZIR. ŞİMDİ SİZ SADECE BU HERİF BANA HAKARET ETTİ DİYECEKSİNİZ O KADAR. GEREĞİNİ BİZ YAPACAĞIZ. BUNU YAPMAK ZORUNDAYIZ ALTINDA EZİLİYORUZ.

BEN HİSSEDİYORUM BAZI ARKADAŞLARIMIZ BU HAKARETLERE MARUZ KALIYOR. TAMAM MI ARKADAŞLAR KORKMAYIN ÇEKİNMEYİN, O PARAYI ONUN İÇİN TOPLADIK. ONUN İÇİN TAMAMEN KONTROLÜMÜZDE. BİR KURUŞ BİR YERE SEKMEZ, HİÇ MERAK ETMEYİN. GAYRİ KANUNİ OLARAK BİR YERE GİTMEZ. BÖYLE BİR İMKÂNIMIZI KAZANMIŞ OLDUK.

ERLERİN SUBAYLARIN ÖZEL İŞLERİNDE KULLANILMASI, KİMİ İTİNİ GEZDİRİYOR KİMİ EVİNİ BOYATIYOR.

HERKESİN GÖZÜ ÜZERİMİZDE. ERLERİ KULLANMA İŞİNİ YAVAŞ YAVAŞ KALDIRALIM. YOKSA KALDIRTACAKLAR. BAKAKALACAĞIZ BÖYLE ŞİMDİ BİRKAÇ DA İDARİ KONUDAN BAHSEDEYİM. TABİ HERKESİN GÖZÜ ÜZERİMİZDE. NASIL ÜZERİMİZ DE? KİM HANGİ ASKER KANUNSUZ İŞ YAPIYOR. HANGİ SUBAY ER KULLANIYOR. HANGİ SUBAY, GENERAL, AMİRAL HER NEYSE KÖPEĞİNİ İTİNİ BİLMEM NESİNİ ASKERE GEZDİRİYOR. OKUYORSUNUZ DEĞİL Mİ GAZETEDE. HANGİ SUBAY ÇOCUĞUNU ARABAYLA BİLMEM NEREYE GÖNDERİYOR? HANGİ BİLMEM NE OKULA GÖNDERİYOR. EŞİNİ BİLMEM NEREYE GÖNDERİYOR. HERKESİN GÖZÜ ÜZERİMİZDE. HİÇBİRŞEY ARTIK GİZLİ DEĞİL. HERKES BİRLİĞİNE SAHİP OLSUN.

ŞU ER KULLANMA İŞİNİ YAVAŞ YAVAŞ PİYASADAN KALDIRMAMIZ LAZIM. EVİNİN BADANASINI ASKERE YAPTIRIYOR. ÖZEL EVİNİN BADANASINI HEY ALLAH'IM. EL BİRLİĞİ İLE KALDIRALIM. YOKSA KALDITTIRACAKLAR. BAKAKALICAZ, BAKAKALICAZ BÖYLE.

ŞEHİT YAKINLARINA SAYGIDA KUSUR EDİYORUZ. YAĞMASANIZDA GÜRLEYİN

BÖLGEMİZDE BULUNAN ŞEHİTLERİMİZİN YAKINLARINA GAZİLERİMİZE ARKADAŞLAR BİRAZ İLGİDE KUSUR EDİYORUZ. İLLA KAPISINI ÇALIP DA ZİYARET ETMEK DEĞİL, ARASIRA TELEFONLA DAHİ OLSA TELEFONLA DAHİ OLSA MUTLAKA HERKES BÖLGESİNDEKİ GAZİ ŞEHİT AİLESİ GAZİLERİMİZLE YAKIN TEMASINI DEVAM ETSİN. YAĞMASAK BİLE GÜRLEYELİM.

KÖY OKULLARINI TAMİR ETTİRELİM. KAYNAĞI VALİDEN, ORDAN BURDAN TIRTIKLARSINIZ

BİZİM GÜZEL ÂDETİMİZ VARDI. SENEDE HERKES BİR İKİ KÖY OKULUNU ELDEN GEÇİRİRDİ FİLAN. ONU PEK YAPAMIYORUZ HERHALDE. KÖY OKULLARINDAN EN AZINDAN HER SENE BİRİNİ İKİSİNE EL ATALIM. BUNUN KAYNAĞINI VALİDEN ORDAN BURDAN TIRTIKLARSINIZ BUNLAR KOLAY HEP YAPTIK BUNU YAV. İLLAKİ ÖDENEK GELECEK DEĞİL. MAHALLİNDEN AYARLAYACAĞIZ BU MALZEMEYİ.

PERSONELİMİZ BİZE DOĞRU BİLGİ VERMİYOR. DOĞRUSUNU BİLEMEYİNCE TEDBİR ALAMIYORUZ. OLAYLAR DOĞRU YANSIMADIĞI İÇİN SIKINTI YAŞIYORUZ BİR DE BİZİ EN ÇOK SIKINTIYA SOKAN OLAYLARDAN BİR TANESİ BİZE DOĞRU BİLGİ VERİLMEMESİ. BİRLİKLERİMİZDE HER TÜRLÜ OLAY OLABİLİR. VUKUAT OLUR, İYİ OLUR, KÖTÜ OLUR. BİRŞEYLER OLUR. AMA BİZ DOĞRUYU BİLEMEZSEK ARKADAŞLAR İŞ ORTAYA ÇIKINCA DOĞRUSU İŞ İŞTEN GEÇİYOR. ONDAN SONRA DA ARKADAŞIMIZ DİYOR Kİ BİZE BENLE NİYE İLGİLENMİYORSUNUZ. YA İLGİLENECEĞİZ DE SEN BANA BAŞTAN DOĞRUYU SÖYLEMEDİN Kİ. SÖYLESEYDİN DOĞRUYU BİZ ONA GÖRE BELKİ BİR YÖNTEM BİRŞEY HAFİF BİRŞEY YAPABİLİRDİK. AMA İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA GEÇMİŞ OLSUN.

HER NE OLURSA OLSUN LÜTFEN DOĞRUYU SÖYLEYİNİZ. BUNU İLLA BİLMEM NE RAPORUNA UZUN UZUN YAZIN DEMİYORUM. BU BAŞKA BİR ŞEY, DOĞRU BİLGİYİ VERİNİZ. HERKES ÜST MAKAMINA VERİRSE DOĞRU BİLGİYİ O BİZE GELİR ZATEN. BİZ DE HAH DERİZ BÖYLE BİR OLAY VAR ONA GÖRE HAZIRLIKLI OLURUZ. AMA OLAYI DOĞRU SÖYLEYEREK. BUNDAN BİRAZ SIKINTIMIZ VAR. OLAYLAR DOĞRU YANSIMADIĞI İÇİN BİZE SIKINTIYA DÜŞÜYORUZ. ŞİMDİ BU KONUYU KAPATIYORUM.

ERGENEKON HAKKINDA BENDE BİR ŞEY BİLMİYORUM. AMA BALYOZ HAKKINDA BİRŞEYLER SÖYLEYEBİLİRİM

GENEL, SİLAHLI KUVVETLERİMİZİ SIKINTIYA SOKAN BAZI OLAYLARDAN BAHSETMEK İSTİYORUM. BİR TAKIM ELE GEÇEN BULGULAR NEDENİYLE SİLAHLI KUVVETLERİMİZİN PEKÇOK PERSONELİ MAALESEF ÇEŞİTLİ SUÇLAMALAR NEDENİYLE SORUŞTURMA ALTINDA. BAZILARI TUTUKLANDI, ÇIKTI TEKRAR GİRDİ. TEKRAR ŞEYAPTI. BİRTAKIM OLAYLARLA KARŞI KARŞIYAYIZ. EN BÜYÜĞÜ İŞTE ERGENEKON DİYE BİR OLAY ÇIKTI. ONUN TAM TEFERRUATINI BEN DE TAM OLARAK YAV NEDİR BU ERGENEKON. NERDEN ÇIKTI. KİM NE HALT ETTİ FİLAN. ÇEŞİTLİ İDDİALAR VAR BEN DE BİLMEDİĞİM İÇİN BİRŞEY SÖYLEMEK İSTEMİYORUM. AMA BALYOZ HAKKINDA BİRŞEY SÖYLEMEK İSTİYORUM. BALYOZ DENEN OLAY HAKKINDA SÖYLEMEK İSTİYORUM.

BALYOZLA İLGİLİ, BİZDE HERŞEY İMHA EDİLMİŞTİ. HERŞEYİ İDDİANAMEDEN ÖĞRENDİK

ŞİMDİ BALYOZ DENEN YANİ 1. ORDU KOMUTANLIĞI KARARGÂHINDA 2003 YILINDA YAPILAN BİR PLAN SEMİNERİNDEN DOLAYI ORTAYA ATILAN BU İDDİALAR HAKKINDA BİRŞEYLER SÖYLEMEK İSTİYORUM. ARKADAŞLAR, BU OLAYLA İLGİLİ SEMİNERLE İLGİLİ EVRAKLARIN HEPSİ İMHA EDİLMİŞ OLDUĞU İÇİN OLAY ORTAYA ÇIKINCA BİR ŞEY BULAMADIK. ARAŞTIRDIK GENELKURMAYI, KARA KUVVETLERİNİ, 1. ORDUYU YA NEDİR BU NE DİYORLAR BUNLAR FİLAN. BALYOZ MALYOZ HİÇBİR EVRAK BULAMADIK. BİR TANE MESAJ ÇIKTI. BUNUN İÇİN BİR GİRİŞİM YAPAMADIK. BEKLEMEK ZORUNDA KALDIK.

BİLİYORSUNUZ BİR GAZETECİ GİTTİ BİR ÇUVAL EVRAK VERDİ FALAN CDLER MİDİLER. O GAZETECİYE. O DÖNEM İÇERİSİNDE O CDLERİ DE ELE GEÇİREMEDİK. BİZE NE KADAR DOĞRU YAZILDI NE YAPTI ONU DA BİLEMİYORUZ. NE ZAMAN Kİ İŞ İDDİANAME HAZIRLANDI VS. BU CDLER ELİMİZE GEÇTİĞİ ZAMAN OLAYIN NE BOYUTTA OLDUĞUNU NEYİN İDDİA EDİLDİĞİNİ AÇIK AÇIK ANLADIK.

BALYOZDA, BİZE ÜZEN TARAF NEYİMİZ VAR NEYİMİZ YOK ÇALDIRMIŞIZ. KONUŞMALARIMIZ DÂHİL.NE KONUŞUYORSAK VAR ADAMLARIN ELLERİNDE, NAMERDİN ELİNE MALZEME VERDİK

ŞİMDİ BİZİ ÜZEN TARAF ARKADAŞLAR BİRİNCİ ORDUDA HER ŞEYİMİZİ ÇALDIRMIŞIZ. HER ŞEYİMİZİ. SEMİNERLE İLGİLİ SEMİNERLE İLGİLİ NEYİMİZ VAR NEYİMİZ YOK ÇALDIRMIŞIZ YETKİSİZ KİŞİLERE ULAŞMIŞ KONUŞMALARIMIZ DÂHİL. ESAS REZALET BU. NASIL BU OLUR YAV, NASIL BU OLUR. NE KONUŞUYORSAK VAR ADAMLARIN ELİNDE. SIKINTI BURDA. BU REZİLLİĞİ YAPMIŞIZ. BALYOZUN HİKAYESİ BU. SUÇ OLAN KISMI DA İŞİN İÇERİSİNDE OLABİLİR, ONU BURADA KAYDI-İHTİYATLA SAYIYORUM. AMA BUNLAR HEP BİZİM ALEYHİMİZDEKİ KİŞİLERİN ELİNE ÇOK GÜZEL MALZEME VERDİ. MAALESEF NAMERDİN ELİNE MALZEME VERDİK.

BALYOZUN, GÜNAHI, VEBALİ 1.ORDUYA AİT.KARARGÂHTAN BÖYLE PLANLAR NASIL DIŞARI ÇIKAR İZAHI YOK KİM VERDİ, BİZ VERDİK. BİZ VERDİK. HİÇ KİMSEYİ SUÇLAYAMAYIZ.

BUNLARIN GÜNAHI, VEBALİ, HATASI KOSKOCA BİRİNCİ ORDUDA BİR PLAN SEMİNERİ YAPILIYOR TÜM PLANLAR TÜM TEFERRUATIYLA MİLLETİN ELİNDE ŞİMDİ. BİR DE BU REZALET VAR. NASIL OLUR YAV, BİR ORDU KARARGÂHINDAN BU BİLGİLER NASIL ÇIKAR YAA. NASIL ÇIKAR İZAHI YOK. İZAHI YOK.

OYAK VERGİ VERİRSE EMEKLİLİĞİMİZDE ALDIĞIMIZ PARADAN %15 KESİLECEK. ŞİMDİ BUNUN MÜCADELESİNİ VERİYORUZ

ŞİMDİ BU OLUMSUZ ORTAMIN YANSIMALARI OLARAK SİLAHLI KUVVETLERİMİZİ SIKINTIYA SOKAN BAZI DİĞER OLAYLAR VAR BİLMENİZİ İSTİYORUM KISACA SÖYLEYECEĞİM. BİRİNCİSİ ARKADAŞLAR OYAK ORDU YARDIMLAŞMA KURUMUYLA UĞRAŞIYORLAR BİLİYORSUNUZ ORDU YARDIMLAŞMA KURUMU TAMAMEN BİZLERİN MAAŞLARINDAN KESİLEN İŞTE BU KADAR YILDIR KESİLEN PARALARLA OLUŞTURULAN BİR KURUM. GENİŞLETİLMESİ, BÜYÜTÜLMESİ FALAN VESAİRE. ŞİMDİ OYAKI KAMU KURUMU OLARAK KAMU KURUMU OLARAK KABUL ETME EĞİLİMİNDELER. ÖYLE OLUNCA İŞTE BİZ BAZI VERGİLERDEN MUAFIZ BİLİYORSUNUZ SOSYAL YARDIMLAŞMA KURUMU OLMAMIZ HASEBİYLE BAZI VERGİLERDEN FİLAN MUAFIZ. AMA KAMU KURUMU OLDUĞUMUZ ZAMAN OLURSAK EĞER, Kİ KAMU İHALE KURULU BÖYLE İSTİYOR MAHKEMEYE VERİLDİ MAHKEME MAALESEF LEHİMİZE KARAR VERMEDİ O ZAMAN VERGİ VERMEK DURUMUNDA KALACAĞIMIZ İÇİN İŞLEMLERDEN DOLAYI EMEKLİLİĞİMİZDE FALAN ALACAĞIMIZ PARALARDA BAYAĞI YÜZDE ONBEŞ CİVARINDA FALAN DÜŞME SÖZKONUSU OLACAK. ŞİMDİ BUNUN MÜCADELESİNİ VERİYORUZ. BİLİNİZ DİYE SÖYLÜYORUM. İŞTE MAALESEF PROPAGANDANIN SONUCU BU VERGİDEN DOLAYI BİR SIKINTI İÇİNDEYİZ.

EŞİT SÜRELİ ASKERLİK DİYORUZ. SİYASİLER HOP OTURUP HOP KALKIYORLAR

YİNE BİZİ İLGİLENDİREN BİR KONU BU ASKERLİK SİSTEMİ. ASKERLİK SİSTEMİ İÇİN HER KAFADAN BİR SES ÇIKIYOR. BİZ BİZİM YAKLAŞIMIMIZ ŞU OLDU. BİZ HERKESE EŞİT SÜRELİ TAHSİL MAHSİL BİZİ İLGİLENDİRMEZ. VATAN HİZMETİDİR DİYORUZ. HERKESE EŞİT SÜRELİ ASKERLİK OLMALIDIR. BİZİM SAVIMIZ BU. BİZİM ISRARIMIZ BU. AMA SİYASET TABİ BAŞKA DÜŞÜNÜYOR. HERKESE EŞİT SÜRELİ ASKERLİK DEDİĞİMİZ ZAMAN ALLAH SİYASİLER OTURUP KALKIYOR.

SÖZLEŞMELİ ER DİYE BİR ŞEY ÇIKARDILAR. PARALI ER

BİR DE SÖZLEŞMELİ ER DİYE BİRŞEY ÇIKTI. HERHALDE NEDİR DİYE MERAK EDİYORSUNUZ. BU DA ŞÖYLE ÇIKTI. BİZİM TEKLİFİMİZ ARZUMUZ FALAN DEĞİL TABİ. BİZ HERKESE EŞİT SÜRELİ TEK TİP ASKERLİK İSTİYORUZ. ŞİMDİ DEDİLER Kİ HUDUTTA GEDİKTEPE FALAN OLAYI OLDUKTAN SONRA YAV HUDUTTA ER OLMUYOR BU GENÇ ÇOCUKLAR OLMUYOR BUNLARI PROFESYONEL YAPALIM. VE AZ DAHA UZMAN ERBAŞA DÖNÜYORLARDI. ŞİMDİ UZMAN ERBAŞ OLMASIN DİYE BİZ ISRAR ETTİK. ERDEN GİDELİM DİYE. BU SEFER SÖZLEŞMELİ ER DİYE BİŞEY ÇIKARDILAR. BU ŞÖYLE OLACAK. AYNEN ER PARALI ER. ASKERLİĞİNİ YAPMIŞLARDAN PARALI ER. KOĞUŞTA KALACAK. AYNI ER, ER STATÜSÜNDE. BELLİ BİR YAŞTAN SONRA AYIRACAĞIZ VE ELİNE TAZMİNAT VERECEĞİZ. BÖYLE BİR ŞEY ÇIKABİLİR. KONUŞMA O. AYNI ER STATÜSÜNDE. ŞEYE CEZA KANUNUNA TABİ, ANCAK MAAŞLI ONUN DIŞINDA BEDEL ALACAK BELLİ BİR YAŞA KADAR. BUNUNLA DA MÜCADELE EDİYORUZ BİR BİLGİNİZ OLSUN.

ASKERİ YARGIYI DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞIYORLAR. EN BÜYÜK SIKINTI AYİM'DE. ÇÜNKÜ DOĞRU KARAR VERİYOR. O'NA EMİR VEREMEDİKLERİ İÇİN ONUN DERDİNDELER

DİĞER BİZİ SIKINTIYA SOKACAK BİR KONU ARKADAŞLAR ASKERİ YARGI SİTEMİNİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞIYORLAR. EMİR VEREMEDİKLERİ İÇİN ONU NASIL ORTADAN KALDIRIRIZ NASIL PASİFLEŞTİRİRİZ. ONUN DERDİNDELER. BALYOZ TERFİLERLE İLGİLİ, SİVİL KESİM ZAMANINDA AÇIĞA ALMAK AKILLARINA GELMEDİ.HERŞEY HUKUKA UYGUN AMA İMZALAMAZLARSA NE OLACAK? HUKUK BOŞ BIRAKMIŞ.

SÖZ ORAYA GELMİŞKEN TERFİ EDEMEYEN TERFİLERİ ONAYLANMAYAN İKİ GENERALİMİZDEN BİR AMİRALİMİZDEN SÖZ ETMEK İSTİYORUM. BU ARKADAŞLARIMIZIN TERFİSİNİ ENGELLEYEN HUKUKİ HİÇBİR ENGEL YOK ARKADAŞLAR. HUKUKEN HİÇBİR ENGEL YOK. ÇÜNKÜ HER ŞEY ZAMANINDA HUKUKA UYGUN OLARAK YAPILDI. İDARE DEDİĞİM SİVİL KESİM ZAMANINDA AÇIĞA ALMA FALAN AKILLARINA GELMEDİ ÖYLE BİRŞEY YAPAMADILAR ONUN İÇİN HERŞEY HUKUKA UYGUN OLARAK YÜRÜDÜ. İŞTE İTİRAZLAR MİTİRAZLAR VSLER. TAKİP ETTİNİZ BİLİYORSUNUZ. ŞU ANDA YÜKSEK ASKERİ İDARE MAHKEMESİ TEKRAR TERFİ ETMELERİNE KARAR VERDİ. TEKRAR TERFİ KARARNAMELERİNİ TEKRAR İMZALADIK. TEKRAR GÖNDERDİK. ŞİMDİ TOP İMZA MAKAMINDA. KİM İMZA MAKAMLARI. İKİ TANE BAKAN. İŞTE İÇİŞLERİ BAKANIYLA MİLLİ SAVUNMA BAKANI. BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI. ŞİMDİ YASA BUNLARI İMZALAYIN DİYOR VE HİÇ ŞÜPHENİZ OLMASIN NE KILIF TAKARSA TAKSINLAR TAMAMEN HUKUKA UYGUN YAPTIĞIMIZ ŞEY VE HAKLIYIZ. HİÇBİR ŞÜPHENİZ OLMASIN. AMA, AMA İMZALAMAZSA NOLUR. HUKUĞUMUZ ORDA BOŞ. NE OLUR, NASIL OLACAK ONDAN DA ŞÜPHELİYİZ. IRAK SINIRINA SİVİLLER BAKACAKMIŞ. NASIL BAKABİLİRLER Mİ? GÜLÜYORSUNUZ DEĞİL Mİ? BU KADAR SAÇMA ŞEYLERLE MÜCADELE EDİYORUZ. ŞAKA GİBİ.

YİNE BUGÜNLERDE ÇOK GÜNDEMDE ENTEGRE SINIR YÖNETİM SİSTEMİ DİYE SINIRLARIN SİVİL BİR TEŞKİLATA VERİLMESİ DİYE BİR MEVZU VAR. YANİ İŞTE IRAK HUDUDUNU FİLAN SİVİLLER BAKACAKMIŞ. ARKADAŞLARIMIZ BURDA. NASIL BAKARLAR MI ARKADAŞ NASIL BAKARLAR? TÜMEN KOMUTANIM BURDA. GÜLÜYORUZ, GÜLÜYORSUNUZ. YANİ BU KADAR SAÇMA ŞEYLERLE MÜCADELE EDİYORUZ DEMEK İSTİYORUM.

AB'NİN ÖYLE FALAN İSTEĞİ YOK. FAZLA KULAK ASMAYIN. HERKES İŞİNE DEVAM ETSİN HALA ÇIKIYORLAR 50000 KİŞİ ALACAĞIM. SİVİL TEŞKİLAT KURACAĞIM. EFENDİM AVRUPA BİRLİĞİ BÖYLE İSTİYORMUŞ. O DA VAR AYRI BİR HİKAYE. BÖYLE BİR SIKINTI VAR. FAZLA KULAK ASMAYINIZ. HERKES İŞİNE DEVAM ETSİN.

SAYIŞTAY KANUNU DEĞİŞİNCE PARA İŞLERİ ÇOK CİDDİYE BİNDİ

DİKKATİNİZİ ÇEKECEĞİM SON İKİ KONU ARKADAŞLAR SAYIŞTAY KANUNU DEĞİŞTİ BİLİYORSUNUZ. ÇOK DİKKAT EDİNİZ. PARA İŞLERİ BUNDAN SONRA ÇOK CİDDİYE BİNDİ. SAYIŞTAY DENETLEYECEK. SIKINTI OLUR YÖNERGEMİZDE BİLMEMNEMİZDE NE DİYORSA ONUN DIŞINA KATİYEN ÇIKMAYINIZ.

OMBUDSMAN DENEN ADAM BİZE GELECEK HESAP SORACAK. BU DURUMLARA GELMEMİZİN SEBEBİ BİZİZ. HATALAR YAPTIK

BİR DE BU KAMU DENETÇİLİĞİ OMBUDSMAN DENEN SİSTEM YAKIN ZAMANDA ŞEYE GİRECEK . BU DA HER TÜRLÜ İDARİ ŞİKÂYETTE OMBUDSMAN DENEN ADAM BİZE DE GELECEK HESAP SORACAK. DİYECEK SİZ BU ADAMI DÖVMÜŞSÜNÜZ NİYE DÖVDÜNÜZ. BÖYLE BİR İHTİMAL DE VAR, AMA DAHA YAKINDA DEĞİL, KANUN ÇIKACAK. BU SIKINTILI DURUMLARA GELMEMİZİN SEBEBİ ARKADAŞLAR MAALESEF BİZİZ. BİZİZ. BİZLERİZ. HATA YAPTIK. YANLIŞ ŞEYLER YAPTIK. İŞİMİZİ CİDDİYE ALMADIK. İŞTE EVRAKIMIZA BİLMEM NEMİZE SAHİP OLMADIK. ÇALDIRDIK. ORTALIKTA RASTGELE KONUŞTUK. KONUŞMALARIMIZI DUYDULAR. ONA BUNA SUÇ YÜKLEDİLER. BİLİR BİLMEZ KONUŞTUK. EFENDİM. İMZA ATARKEN KÂĞITLARA DİKKAT ETMEDİK. YAV NEDİR BUNUN. HERKES PARAF ETMİŞ BEN DE ATAYIM ALTINA BİR İMZA DEDİK O İŞ NELERE DÖNDÜ GELDİ. DİKKAT ETMEDİK. CEP TELEFONLARIMIZLA OLUR OLMAZ KONUŞTUK. MALZEME VERDİK. BİLGİSAYARLARIMIZDA LÜZUMSUZ BİLGİLERİ DEPOLADIK. İŞTE GELDİLER ARADILAR. BİR SÜRÜ ŞEY BULDULAR. HESABINI VEREMİYORUZ.

YASA VE YÖNETMELİĞİN DIŞINDA HAREKET ETTİK. HEP BÖYLE OLACAK ZANNETTİK. AMA MAALESEF İÇİMİZDE HAİNLER ÇIKTI. MAALESEF ONUDA BULAMIYORUZ YASALARIN YÖNETMELİKLERİN DIŞINDA HAREKET ETTİK. BAZEN ETMEMİZ GEREKİYORDU BAZI DÖNEMLERDE. AMA BUNU YOL YAPTIK HEP ÖYLE OLACAK ZANNETTİK. ÖYLE DEVAM ETTİK VE HAKKIMIZ OLMAYAN BAZI İMKÂNLARI KULLANDIK. HALEN DE VAR. HALEN DE VAR. ONLAR DA KARŞIMIZA ÇIKACAK. BİR DE MAALESEF İÇİMİZDE, MAALESEF BİZİM İÇİMİZDE MAALESEF HELAL SÜT EMMEMİŞ ARKADAŞLARIMIZ DA ÇIKTI. MAALESEF ONU DA BULAMIYORUZ. BELKİ BİRKAÇ KİŞİ. NETİCEDE MAALESEF ÇOK MALZEME VERMİŞİZ. ÇOK VERMİŞİZ MALZEME.

HALKIMIZ ENDİŞELİ AMA HALKIMIZI KORUMAK İÇİN 35. MADDENİN BİR YERDE YAZMASI GEREKMEZ. BİZ BUNUN İÇİN VARIZ. KİMSE BİZE AKIL ÖĞRETEMEZ

HALKIMIZ BİRAZ ENDİŞELİ GİBİ GÖZÜKÜYOR. ŞİMDİ KİM NE DERSE DESİN ARKADAŞLAR, KİM NE SÖYLERSE SÖYLESİN. BUNUN BİR YERDE YAZMASI DA GEREKMEZ. HANİ DİYORLAR YA 35. MADDEYİ KALDIR DA BİLMEM NE MADDEYİ KOY. İSTER KOY İSTER KOYMA. BİZ SİLAHLI KUVVETLER OLARAK BUNUN İÇİN VARIZ. BU BİZİM DOĞAL TARİHİ GÖREVİMİZ. KİMSE BUNUN HAKKINDA BİZE AKIL ÖĞRETEMEZ. KİMSE BUNUN AKSİNİ BİZE SÖYLEYEMEZ. O ZAMAN BİZİM VARLIĞIMIZI İNKÂR EDERİZ. BUNU DİYEMEZ. BİZ DE BUNU SÖYLEDİĞİMİZ ZAMAN BAZILARININ HİÇ HOŞUNA GİTMİYOR. BİZ BUNU SÖYLEYECEĞİZ. VE BUGÜNE KADAR OLDUĞU GİBİ BUNDAN SONRA DA OMUZ OMUZA DİMDİK BAŞIMIZ DİK VAZİFEMİZİ MÜDRİK BU DUYGULARLA KOL KOLA OMUZ OMUZA GÖREVİMİZİ YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ. BUNUN BAŞKA HİÇBİR ÇIKAR YOLU YOK.

SAĞLAM DURMAZSAK BİZDEN SONRAKİLER DAHA BÜYÜK SIKINTILAR YAŞARLAR

SAĞLAM DURUŞUMUZLA MİLLETİMİZİN EMRİNDE OLDUĞUMUZU İSPATLAMAK GÖSTERMEK MECBURİYETİNDEYİZ. SAĞLAM DURMAK DURUMUNDAYIZ. TEMELLERİMİZİ SARSTIRMAMAK DURUMUNDAYIZ. EĞER BİZ GEVŞERSEK BİZDEN SONRAKİLER ÇOK DAHA ZOR DURUMDA KALACAKLAR. ÇOK DAHA ZOR DURUMDA KALACAKLAR. ONUN İÇİN BİRBİRİMİZE İNANMALI, HEP BİRBİRİMİZİN YARDIMINDA BULUNMALI, OMUZ OMUZA EL BİRLİĞİYLE DİMDİK TEKVÜCUT HALİNDE DURMAK ZORUNDAYIZ. BU SIKINTILARI DİLE GETİRME İHTİYACINI DUYDUĞUM İÇİN SÖYLÜYORUM.

BİZ MİLLETİN ORDUSUYUZ. ONUN BUNUN PARALI ASKERİ DEĞİLİZ. BUNUDA HER ZAMAN GÖSTERMEK ZORUNDAYIZ BİZ MİLLETİN ORDUSUYUZ. BUNUNLA ÖVÜNÜYORUM. ONUN BUNUN PARALI ASKERİ ORDUSU BİMEMNESİ BİZ OLAMAYIZ. BİZ BUNUN İÇİN ASKER OLDUK. ONUN İÇİN BU GÖREVİ SEÇTİK. ONUN İÇİN FEDAKÂRLIĞA KATLANIYORUZ. BİZ MİLLETİN ORDUSUYUZ. MİLLETİN ORDUSU OLDUĞUMUZU DA HER ZAMAN GÖSTERMEK DURUMUNDAYIZ. ZATEN BİZE ÇOK GÖREVLER YETKİLER VERİYOR YASALARIMIZ. ONLARI BİLİP ONLARA GÖRE YAPIN KONUŞUN TARTIŞIN. HEPİNİZE SAĞLIKLAR BAŞARILAR DİLERİM.
aktifhaber



Bizim bildiğimiz TSK'yı halk da öğrendi!
25 Ağustos 2011
Genelkurmay eski Başkanı Org. Işık Koşaner'in internete düşen şok ses kaydını değerlendiren gazeteci Alper Görmüş, 'Bu ses kaydı, zaten bilinen gerçekleri ortaya koyuyor. Bizim bildiğimiz gerçekleri, vatandaş da öğrenmiş oldu' dedi. İşte Görmüş'ün ve diğer uzmanların konu hakkındaki görüşleri:

Önceki gün internete düşen Org. Işık Koşener'in şok ses kaydıyla ilgili gazeteciler, akademisyenler, hukukçular ve emekli askerler çeşitli değerlendirmeler yaptılar.

İşte o değerlendirmelerden bazıları:

Bizim bildiğimizi halk da öğrendi

Alper Görmüş (Gazeteci): Bu ses kaydı, zaten bilinen gerçekleri ortaya koyuyor. Bizim bildiğimiz gerçekleri, vatandaş da öğrenmiş oldu.

Şimdiye kadar, TSK’nın toplumun kirinden, pasından arınmış bambaşka bir kategori oluşturduğuna dair bir söylem vardı. Bu ordunun siyasete müdahalesinin manevi zeminini oluşturdu.

Çünkü siviller vatanı satabilirler, müdahale edilmeliler anlaşıyı vardı. Aslında ordunun da zannettiğimiz kadar işini ciddi yapmadığını ortaya koydu.

Bu bir iflas durumudur

Prof. Dr. Ömer Çaha (Akademisyen): Koşaner’in konuşması çok büyük skandal. Konuşmalar gösterdi ki, TSK’daki skandallar en tepe noktasında biliniyordu. Ve bunlara bir müdahalede bulunulmamış.

Burada bir suç durumu söz konusu. TSK komuta kademesi meseleyi bildiği halde örtbas ediyor görüşü var. Bir iflas durumudur. Bu konuşmayı büyük bir skandal olarak görüyorum.

Şehitler üzerinden siyaset yaptılar

Faik Tarımcıoğlu (Emekli askeri hakim ve eski milletvekili): TSK, komuta kademesinde bir acı itiraf yaptı. Anlatılan bu gerçekler, yaşadığımız olaylarla birebir örtüşüyor. Bir sistem zaafının itirafını gördük.

Silahını bırakıp giden tim komutanı yaptığı ile 10 askerin şehit olmasına neden olarak, hükümeti mi köşeye sıkıştırmak istemektedir. Darbe heveslisi midir?

Genelkurmay, ‘Heronu düşürelim’ diye konuşan subaylarının üzerine gitseydi belki de bugün bu konuşmayı yapmamış olacaktı. Ama onlar olayın üzerini kapatmayı seçtiler.

Demek ki birileri, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapmaya kalktığı için TSK içinde onulmaz yaralar açılacak vahim durum meydana geldi. Tüm bunlar bunun itirafıdır.

Asimetrik savaş olmadığı görüldü

Reşat Petek (Emekli savcı): Belki de en önemli hususlardan birisi, kamuoyunda askerlerimizin ihmaller ya da ihanetlerle şehit olduğu konusu gündeme geldiğinde, bunun sert tepki ile inkar edilmesiydi.

Şimdi ilk ağızdan itiraf niteliğinden açıklama geldi. Asimetrik savaş yürütülüyor iddiasının doğru olmadığı, bir numaralı komutanın ağzından belirlendi.

TSK içindeki ihmal ve ihanet derecesindeki eylemleri kim yapıyorsa, mevcut komuta kademesi hukukun gereğini yapmalıdır.

TSK bu çağın gereğine uymamış

Dr. Ümit Kardaş (Hukukçu): Böyle bir hukuk dışı dinleme ile bu tür konuşmaların dışarı yansıması hoş değil.Yansıyınca da değerlendirmeme ihtimali ortadan kalkıyor.

Terör karşısında TSK’nın zaafları olduğu itiraf ediliyor. TSK kendisi yapması gerekenleri yapmamış, çağın gereklerine uymamış.

Keşke bunun için istifa etseydi

Şamil Tayyar (AK Parti Gaziantep milletvekili): Bu itirafları okuyunca Balyoz tutuklamaları nedeniyle değil de itiraflarına konu olan gerekçeler nedeniyle görevinden istifa etseydi, bence daha onurlu bir iş yapardı diye düşünüyorum.

Kaldı ki kendisi Jandarma Genel Komutanlığı yapmış birisidir. Bu anlatımlara da baktığımızda askerin terörle, teröristle mücadelede çok ciddi zaaflarının olduğu anlaşılıyor.

PKK’nın inlerine ilişkin, çok ciddi hazırlanmış, operasyon planları vardı. Ancak Koşaner’in kafası sürekli Silivri’deydi.

Konuşmaları yadırgamadım

Adnan Tanrıverdi (Emekli Tuğgeneral): Burada esas olan, bu konuşmanın bize terörle kim mücadele etsin, silahla mücadele niye bu kadar uzun sürdü, ülkemizdeki Kürt sorunu silahla çözülür mü sorularının can alıcı noktalarını göstermesidir. Ben konuşmaları yadırgamadım.
star





Koşaner'den Açıklama: O Konuşmalar Benim!
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner'e ait olduğu söylenen ve bir kaç gündür ülke gündemine düşen bir ses kaydı vardı. Işık Koşaner itiraf etti: İfadeler benim ve sakladığımız konular değil!

27 Austos 2011
Anadolu Haber
"İfade edilen konuların tamamı devletin ilgili kurumlarında üst düzey görüişmelerde paylaştığımız ve gereği için emir verdiğimiz konulardır ve kimseden sakladığımız, kaçırdığımız konular değildir." diyen Koşaner, yasadışı ses kaydındaki sesin kendisine ait olduğunu kabhullenmiş oldu.

'Dün olduğu gibi bugün de bu konuşmaların da arkası olduğunu' ifade eden Koşaner, üzüldüğü konunun 'konuşmalarının çarpıtılarak yorumlanması' olduğunu belirtti.

Balyoz darbe planı ile alakalı konuşmaları hakkında da açıklamada bulunan eski Genelkurmay Başkanı, 'balyoz belgelerinin çaldırılması' ifadesini kesinlikle kullanmadığını iddia etti.

Hatırlanacağı üzere Koşaner, ses kaydında, bu belgelerin çaldırılmasının 'rezalet' olduğunu ifade ederek Balyoz Darbe Planı'nı itiraf etmiş ve zımnen desteğini ortaya koymuştu.



Büyük barış öneriyorum
Elif ÇAKIR
ecakir@stargazete.com
1 Eylül 2011 Perşembe



Nihayet bu bayram hayırlara vesile oldu. Şeker tadında gelen bu bayram hepimize hoşgeldi, sefalar getirdi. Bırakın dileyen dilediği gibi söylesin, şeker bayramı desin, ramazan bayramı desin, istiyorsa da fıtr bayramı... Ben yüksek müsaadelerinizle Büyük Bayram demek istiyorum. (Ya da. Büyük Bayram’ın arefesindeyiz desem daha mı doğru?) Sadece sivil siyasete değil, arkadaşlıklara da darbe vuran, dostlukların arasına bir kara kedi gibi giren e-muhtırayı TSK sitesinden kaldırdı.
TSK’nın sitesinden kaldırılan utanç belgesi umarız zihniyetlerden de kalkar.

Evet, O muhtıra ki nice dostlukları bitirdi!.. O muhtıra ki, kimlerin aslında tatlısu demokratı olduğunu fark ettirdi.

Fakat gene o muhtıra sayesinde ki, binlerce yürek bir olup sokaklara taştı ve “27 Mayıs’ta giydirilen deli gömleğini bu ülkeye bir daha giydiremezsiniz” diyerek tek yumruk oldu. O muhtıra ki, aslında aklımızı başımıza getirdi. Bu lekenin izleri hemen geçer mi, bilmiyorum; ama değil mi ki TSK bayram arefesinde önemli bir adım atıp hatasından döndü, bu millet kindar değildir, samimi olduklarına inanmaya başladıklarında affetmek için hazırdır.

***

Bayram bayram size yeniden bu utanç vesikasında neler yazıyordu hatırlatması yapacak değilim. Muhtıra TSK’nın sitesinden kalktı ancak belleklerimizden kalkmadı henüz. Belleklerimizden kalkması TSK’nın bundan sonra atacağı olumlu adımlara bağlı. Acelemiz yok, seksen yıllık zihniyetin ne bir gecede değişmesini bekliyoruz ne seksen günde devrim yapıp yenilenmelerini. Ben Necdet Özel komutanlığındaki TSK’nın bu tavrını, bayramın güzel duygularıyla millete saygı anlamında toplumsal barışa yönelik atılmış bir adım olarak görüyorum. Bir adım atıldı, bir kapı aralandı ama henüz o kapılar sonuna kadar açılmadı.

Evet, Sayın Abdullah Gül ilk kez “Başkomutan” olarak Genelkurmay şeref salonunda tebrikleri kabul etti. “Fetihçi zihniyetin”! arkasında duran birisi olarak duygulanmadım desem yalan söylerim.

Evet, TSK’da başlayan değişim sadece oturma düzeniyle sınırlı değilmiş.

Tamam, Başbakan Erdoğan’ın da bu “utanç vesikasının” TSK’nın sitesinden kaldırılması yönünde talepleri olmuş, ancak ne Koşaner ne Başbuğ Paşalar tınlamamışlar, Necdet Özel’e nasip oldu. Bu bayramı gerçekte Büyük Bayram’ın arefesi olarak görmemin sebebi var.

İşte bu yüzden diyorum ki madem bir adım atıldı, devamı gelsin. Acelemiz yok, üç gün sonra da olur, üç hafta sonra da...

Sayın Özel Paşa, bu sözüm sizedir...

Bir Kürt şairi olan Fegiye Teyran festivalinin olduğu sırada, kucaklarımıza 11 şehit cenazesinin bırakıldığı gün ben de Van’daydım.

İlk kez (ama ürkerek) askeri törenin yapıldığı alana girdim. İtiraf ediyorum, o gün yanımda olan bir bakanımız “sorun çıkmasın” dediği halde şartları zorlayıp içeri girdim. Dört komutanınız geldi, “oraya beni kimin aldığını, niye girdiğimi, ne yapacağımı” öğrenmek için... Başıma toplandıklarında korktuğumu itiraf etmeliyim; sanki ‘düşman hatlarına sızarken yakalanmış bir casus’ gibi hissettim kendimi. Çünkü gördüğüm muamele öyleydi. İlker Başbuğ ile tokalaşırken de yüzünde “nasıl girdin sen buraya” ifadesini gördüm. Şehit cenazelerinin taşındığı tabutlar kadar soğuk geldi o kışla bana... Annelerin bağrından oğullarını alacak kadar “bizden” olan TSK’nın, annelerini askeriyeye almamaları, ordu evlerine almamalarını hiç kabul edemedim. Hukuksuzluğu bir yana bırakın, büyük bir vicdansızlık bu.

Bu ülkede başörtülü kadınların ‘iç düşman’ olarak görülüp ‘sorun’ haline gelmesinin sebebi TSK’dır maalesef. Bu milletin büyük çoğunluğunu ordusuna düşman ettiren bu anlayıştır. Necdet Özel Paşam, size daha büyük bir toplumsal barışı öneriyorum. Başörtüsüyle aranızdaki duvarı yıkın artık. Davet edin bir heyet olarak Genelkurmay’a gelelim... Önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Resepsiyonu var, hadi bir adım daha atın ve bu ülkenin kadınlarına yapılan “eşsiz davetiye” ayıbını da kaldırın ortadan.

Davet edin bizleri... Siz bir adım gelin, biz on adım atmaya razıyız.

Korkmayın.

Hep birlikte güçleneceğiz...

Star gazetesi

'TSK Bir Dönem Herşeye Maydanoz Oldu'

13 Eylül 2011
Emekli asker Atilla Kıyat, TSK'nın bir dönem kendisini ülkenin sahibi gibi gördüğünü ve bu nedenle de herşeye maydonoz olduğunu söyledi.
Uğur Dündar'ın Arena programına konuk olan Emekli Koramiral Atilla Kıyat Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik sert eleştirilerde bulundu.

Programda TSK'ya yönelik sert eleştirilerde bulunan Atilla Kıyat, ordunun yıllardır her şeye maydanoz olduğunu söyledi. Yıllardır kendilerini ülkenin tek sahibi gibi gördüklerini belirten Kıyat: ''Biz yıllar boyunca kendimizi ülkenin tek sahibi ve tek seveni olarak gördük. Bu nedenle de bazı hatalar yaptık. Tabirimi maruz görün tırnak içinde her şeye maydonoz olduk. RTÜK'e üye verdik, YÖK'e üye verdik. Hatta Balkan Kadınları Derneklerinin toplantısına gidecek olan kadınların dosyalarını hazırladık konuşmalarını hazırladık.'' dedi.

Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına yönelik eleştirilerde de bulunan Kıyat şu ifadelere yer verdi: "MGK kanalıyla ülkeyi yönetmeye kalktık. Hatta yönettikte. MGK toplantılarının amacını kaybettiğini kaydeden Kıyat " Sanki askerlerin her ay hükümetin icraatını denetlediği toplantılar haline dönüştü. Biz bunu da yaptık. Biz dünyanın en güçlü silahlı kuvvetlerinden biriydik. Fakat güç ve kudretimizi muhakkak bir tehdidin var olması halinde sürdürebileceğimizi düşündük. Dolayısıyla mevcut tehdidin ortadan kalkması bizi korkutur hale geldi. Buda bizim hatamızdı''
aktifhaber

11 yıl pazarcılığın ardından hayata tutundu

13 Eylül 2011 28 Şubat post-modern darbe sürecinde disiplinsizlik suçlaması ile Türk Silâhlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen Ahmet Okçu, işsiz kaldıktan sonra önce eşi tarafından terk edildi, ardından 11 yıl boyunca pazarcılık yaptı. Ekonomik olarak iflas eden Okçu için iade-i itibar adeta inanılmaz bir rüya oldu. Her türlü zorluğa göğüs geren Okçu, Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışmaya başlayacak olmasının heyecanını yaşıyor.
12 Eylül 2011 referandumunun kabul edilmesiyle birlikte YAŞ kararlarına yargı yolu açıldı. Oylamanın ardından YAŞ kararlarında 'disiplinsizlik' gerekçesiyle haksız yere ordudan uzaklaştırılan subay ve astsubayların, iade-i itibarlarını iade eden yasa tasarısı 17 Şubat 2011'de TBMM tarafından kabul edildi. Ordudan şura kararları ile uzaklaştırılan 2 bin 500'e yakın askerin, uzun yıllarca çektikleri sıkıntılarına çözüm bulunmuş oldu. YAŞ mağduru bin 543 subay ve astsubay, Milli Savunma Bakanlığı'na müracaat ederek haklarının iade edilmesini talep etti. TSK'da görev yapan emsalleri ile aynı yasal haklara kavuşma hakkına sahip oldu. Hakları iade edilen subay ve astsubayların bir sıkıntıları daha var. YAŞ mağdurları, OYAK primlerinin ve geriye dönük maaşlarının iade edilmesini istiyor. Mağdurlar, maaş ve OYAK ikramiyelerinin de ödenmesi ile tam haklarını almış olacaklarını dile getirdi.
Kırıkkale'de ikamet eden Okçu'nun ordudan ihraç edilme süreci ve sonrası adeta film serüveni gibi. Edirne'de Kara Kuvvetleri Komutanlığında görev yaptığında İstihbarat Şubesinde olduğunu kaydeden Okçu, 28 Şubat döneminde ordu içinde komutanları tarafından psikolojik baskı altında kaldığını ifade edtti. Okçu, her ay 2 defa yapılan kokteyllere eşinin başörtüsünü çıkararak katılması yönünde talimatlar aldığını kaydetti. Bu sözler karşısında eşini kokteyllere götürmediğini belirten Okçu, 'Biz inançlarımız doğrultusunda yaşadık. Maddi olarak düşünseydim. Eşimin başörtüsünü çıkarttırır. Rahatça bir hayat sürerdim. O yüzden götürmedim. Ama bizi çok zorladılar." dedi. Okçu, bir süre orduda görev yaptıktan sonra 'disiplinsizlik' suçlaması ile 2000 yılında ordudan ihraç edildiğini söyledi.

"ANNEM, BABAM, EŞİM BENDEN VEBALI GİBİ KAÇTI"
Okçu, ihraç edilmesinden sonra bütün yakınlarının 'vebalı' gibi kendisinden ka çtığını kaydederek, "Annem, babam, kardeşlerim bütün tanıdıklarım akrabalarım beden kaçtı. Bir Allahın kulu bana elini uzatmadı." şeklinde konuştu. Olaylar sonrasında çok kırıldığını belirten Okçu, dedesinin kardeşinin "Oğlum orası peygamber ocağı, sen bir halt işlemişsin ki seni oradan attılar." şeklinde sözler sarf ederek yargısız infazda bulunduğunu söyledi.
Ailesi tarafından yalnız bırakılan Okçu, en kötü olayın ise eşinin eşyâsını toplayarak evi terk ederek, boşanmaları olduğunu dile getirdi. Ordudan ihraç edilmesinin boşanma sebebi olduğunu belirten eski Astsubay, eşinin mahkemede "Ordudan atıldığı için boşanmak istiyorum" dediğini söyledi. Okçu, "Eşime bir kere bile vurmuş, darp etmiş değilim. Küfür, hakaret gibi şeyler hiç olmadı. Ama o beni terk etmeyi tercih etti." dedi.

"11 YILLIK PAZARCILIĞIN ARDINDAN HAYATA TUTUNMA FIRSATI"
İşsiz kaldıktan sonra başka yerlerde iş bulamadığını belirten Okçu, son çare olarak pazarcılık yapmaya karar verdiğini ancak bazı gizli ellerin pazarcılar odasına kayıt yaptırmasına dahi izin vermediğini dile getirdi. Okçu, 'Pazarcılar Odasına girmemem için benim dosyamı orada çıkartmaya çalıştılar. Çok zor günler geçirdim" ifadesini kullandı. '11 yıl boyunca pazarcılık yaptım. Çok sıkıntı çektim' diyen eski Astsubay, nihayetinde iade-i itibar yasası ile birlikte suçsuz olduklarının ortaya çıktığını, yeniden eski yaşantısına dönme fırsatının doğduğunu kaydederek, Ankara'da Adalet Bakanlığında görev yapmaya hazırlandığını söyledi.
netgazete

Asker her şeye maydanoz olunca...
Hasan Cemal
Milliyet
17 Eylül 2011

Türkiye’nin asker sorunu nedir? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugün içinde bulunduğu ve bazı bakımlardan acıklı diye nitelenebilecek durumun kökleri nereye gidiyor?
Bu soruların yanıtlarını merak edenler, emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın, Uğur Dündar’ın Arena programındaki sözlerini okuyabilirler.

* * *

‘Her şeye maydanoz olduk!’

Biz yıllar boyunca kendimizi ülkenin tek sahibi ve tek seveni olarak gördük. Bu nedenle de bazı hatalar yaptık. Tabirimi maruz görün, tırnak içinde her şeye maydanoz olduk.

RTÜK‘e üye verdik, YÖK‘e üye verdik. Hatta Balkan Kadınları Dernekleri’nin toplantısına gidecek olan kadınların dosyalarını hazırladık, konuşmalarını hazırladık.

“Ülkeyi yönetmeye kalktık!”

Milli Güvenlik Kurulu kanalıyla ülkeyi yönetmeye kalktık.

Hatta yönettik de.

MGK toplantıları amacını kaybetti. Sanki askerlerin her ay hükümetin icraatını denetlediği toplantılar haline dönüştü.

Biz bunu da yaptık.

Biz dünyanın en güçlü silahlı kuvvetlerinden biriydik. Fakat güç ve kudretimizi muhakkak bir tehdidin var olması halinde sürdürebileceğimizi düşündük.
Dolayısıyla mevcut tehdidin ortadan kalkması bizi korkutur hale geldi.
Bu da bizim hatamızdı.

“Kanun dışı işler yaptık.”

Üç darbe yaptık.

Üstelik darbelerin en fazla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne zarar verdiğini bile bile bu darbeleri yaptık.

Bu darbeler sonucunda kanun dışı işler yaptık. Darbenin kanunu olmaz ama kanun dışı yapmış olduğumuz işler, silahlı kuvvetlerden nefret eden bir neslin yetişmesi sonucunu doğurdu.

“Kendimizi tel örgülerin içine çektik.”

Kendimizi toplumdan soyutladık. Kendimizi tel örgüler içine çektik. Ama esas kaynağımızın tel örgüler dışından geldiğini unutmamalıydık.

Bunu dışa doğru yaparken içeride neler yaptık?..

TSK içinde neler oldu?

İç Hizmetler Talimatı’na baktığınız zaman, subayı, asteğmenden mareşale kadar olan rütbedeki insanlar olarak tarif eder.

Biz bu tarifi İç Hizmetleri Kanunu’nun maddelerinde bıraktık. Önce subay, üstsubay, general, amiral diye ayırdık. Sonra general amirallerle yetinmedik tuğgeneral tuğamiral olarak ayırdık.

Sonra bizi bu da kesmedi.

‘Kor’larla ‘Or’ları ayırdık.

Daha da ileri gittik ‘Or’ları da kuvvet komutanları veya Genelkurmay Başkanlığı yapanlar ve yapmayanlar diye ayırdık.

“Sorumsuzca yaşamak...”

Esasında, bu askeri hiyerarşi gereği değildi. Ama bu ayırım yükseldikçe, bizi namütenahi bazı hakların tanındığı bir yere götürmeye başladı.

Biz bunu sevdik.

Bunu da bir yerde lükse demeyeyim ama böyle bir hayatı yaşamak hoşumuza gitti.
Sorumsuzca ve plansızca harcamaya başladık.

Peki bu, TSK bünyesinde neyi getirdi?

Bizler böyle bir hayat yaşadığımız zaman, aslarımızın çektiği sıkıntıları fark ettirmekten uzaklaştırdık kendimizi.

TSK’da, “Sen de yüksel, sen de hayatını yaşa” zihniyeti olmaya başladı.

“Eşlerimiz terfiyi daha çok istedi.”

Bu zihniyetin dayanılmaz sonucu, terfileri çok arzu ettik. Aman dedik ne olursa olsun terfi edelim.

Eşlerimiz bizi bağışlasın.

Onlar terfiyi bizden daha fazla ister hale geldiler.

Çok fazla isterseniz o zaman sizden daha büyüklere yaranalım derken, astlarınızın sevgisini kaybetmeye başlarsınız.

Doğruları söylemeye cesaretiniz kalmaz.

“Savaşın bittiğinden habersiz Japon askerleri gibi olduk!”

1990’da Sovyetler Birliği çöktü.

20. yüzyılın son on yılında ve 21. yüzyılın başlarında dünya değişmeye başladı.

Biz sanki savaşın bittiğinden habersiz Okinava ormanlarında saklanan Japon askerleri gibi olduk.

Halbuki şu an tartıştığımız, “Bedelli mi olsun, uzun mu olsun, kısa mı olsun”u 20 yıl içinde gerçekleştirmemiz gerekirdi.

Personel reformu yapamadık.

Beni eleyen ama beğendiğim sistem, general amirallerin terfi sistemi var. Fakat “Herkes albay olur” sistemi olunca selektif olamadınız.

O kadar büyük bir toplumun içinden böyle bir şeyi yapmaya kalktınız, o zaman da bazı hatalar kaçınılmaz oldu.

“Türkiye’de solu yok ettik.”

Biz saydığımız nedenlerin neticesinde Türkiye’de solu yok edenlerin başında gelen kurum olduk.

Bu da Türkiye’ye verilebilecek zararların en başında olmasa da büyük bir şeydi.

* * *

Emekli Koramiral Kıyat’ın bu düşündürücü sözleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendi içine dönüp bir reform sürecine niçin girmesi gerektiğini olanca açıklığıyla gösteriyor.
Milliyet

Sen ağlama dayanamam ve kahrolsun futbol!
Mustafa Mutlu
Vatan



Bir zamanlar çok sevdiğim ama artık sesini her duyduğumda dayanamayıp radyoyu değiştirdiğim o kadın şarkıcının en meşhur şarkılarından birinin nakaratıdır bu:

“Sen ağlama dayanamam, ağlama gözbebeğim sana kıyamam... Al yüreğim senin olsun... Yüreğin bende kalırsa yaşayamam...”

Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın eliyle gözyaşlarını sildiği fotoğrafı görünce aklıma geldi bu sözler...

Nasıl da hüzünlüydü bakışları!

Hani o an, yanında olsam; dayanamayıp mendil bile uzatırdım, “Yıpratma kendini... Senin bir suçun yok ki” diye teselli etmeye çalışırdım.

***

Çünkü, bilirdim ki bir zamanlar tüm ordulara komuta etmiş, bir açıklamasıyla ülkede fırtınalar estirmiş bu koca adam, boş yere ağlamamıştır...

Ağladıysa; mutlaka canı yanmıştır...

Hele hele bu fotoğrafın çekildiği gün kalleş teröristler Siirt‘in Pervari ilçesindeki Belenoluk Jandarma Karakolu‘na baskın yapmış, altı askerimizi şehit etmiş, ondan fazlasını yaralamışsa...

“Elbette buna ağlıyordur” diye düşünürdüm...

Ya da birkaç gün önce; aynı “çukur”lar, bir arabanın içindeki dört masum kızımızı havaya uçurmuşlarsa, “Bunun için akıyor olmalı gözyaşları” derdim...

***

Ama... Değil!

Ne yazık ki hiçbiri için akmamış o gözyaşları...

Zaten onun bu gibi konularda ne kadar “ketum” olduğunu, duygularını nasıl kontrol ettiğini bilirsiniz hepiniz...

Görevde olduğu dönemde basılan bir karakolda on altı asker şehit edildiği zaman bile, katıldığı bir düğünde Fenerbahçe marşıyla “coştuğunu” anımsarsınız herhalde...

***

İyi de o zaman ne? Torunları yaşındaki çocuklar bu vatan uğruna bir bir şehit olurken, bir zamanlar vatan savunmasını sağlamakla görevli bir komutan, niçin böyle bir fotoğraf çektirir ki, kameralara baka baka?

Yakınlarından biri mi ölmüş?

Hayır...

Polis, gözüne biber gazı mı sıkmış?

Hayır...

Mutfakta soğan mı doğramış?

Hayır...

O malum Dolmabahçe görüşmelerinin sırrı mı çözülmüş?

Hayır...

Sıkı durun:

Üyesi olduğu Fenerbahçe‘nin önceki günkü Genel Kurulu’nda çekilmiş bu fotoğraf!

Başkanvekili Nihat Özdemir, kürsüde Fenerbahçe‘nin adının karıştığı şike ve teşvik iddialarına yanıt verirken çok duygulanmış...

İşte bunun için akmaya başlamış gözyaşları...

Çok üzülmüş... Elinden bir şey gelmediği için, sinirlerine hâkim olamamış!

***

Lütfen unutmayın:

Bu fotoğrafın çekilmesinden sadece birkaç saat önce altı aslanımız can verdi bu toprakları savunmak için...

Ve yine bu toprakları savunması için Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin en şerefli koltuğuna oturan, devletin bütün olanaklarını yıllarca kullanan, 600 bin subayın ve erin “manevi babalığı”nı üstlenen bir “komutan”, ölen çocuklar için değil, şike iddiaları için ağladı!

***

Bu yazıyı kesip yapıştırın herkesin okuyabileceği bir yere:

Madem ki; futbol denilen bu illet, bıyıkları yeni terleyen altı delikanlının ve dünyalar güzeli dört kızımızın hayatından çok daha önemli bulunuyor, bu ülkenin ordularını yönetmiş bir komutan tarafından...

O zaman tek sözüm var:

Kahrolsun futbol!

O meşin yuvarlağı bundan sonra ciddiye alan, Büyükanıt gibi olsun!

CEM ERSEVER'İN ŞOK SES KAYDI

01 Ekim 2011
1993’te öldürülen JİTEM’in karakutusu Cem Ersever’in son konuşmaları... Bu sözler gündeme bomba gibi düşecek. İşte Türkiye'deki derin yapının deşifresi...
Ses kaydındaki ifadeler suikastın ardındaki perdeyi de aralıyor. Ersever, ordudaki kirli ilişkileri açıklayacağını belirtirken “Generallere uzanan silsile var” diyor. Şu sözler ise öldürüleceğini anladığını ortaya koyuyor: “Beni de tamamen illegal çizgiye getirdi bu adamlar. Susturmak istiyorlar ama susmayacağım.”

Bugün, JİTEM’in kurucularından Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in ses kayıtlarına ulaştı. Doğu ve Güneydoğu’da 1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetlerin sorumluları arasında gösterilen ‘JİTEM’in karakutusu’ Ersever, konuşmalarında PKK’ya karşı yürütülen mücadelede ‘ihaneti’ ortaya koyan bilgiler veriyor. Ordudaki kirli ilişkileri açıklayacağını belirten Ersever, bazı şaibeli operasyonlara katıldığını söylüyor.

Ersever, “Beni de tamamen illegal çizgiye getirdi bu adamlar. Susturmak istiyorlar ama susmayacağım” şeklinde konuşuyor. Ersever, kirli ilişkileri açıklayacağını her telefon konuşmasında dile getirmesinin ardından faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Ersever’in sağ kolu olarak bilinen itirafçı Mustafa Deniz’in Ersever’le birlikte çekilmiş fotoğrafları da ilk kez günyüzüne çıktı.

İFADEYE GİDECEKTİ

Ersever, 1993 başında Aydınlık Dergisi’nde Ergenekon’un tutuklu sanığı Soner Yalçın’a konuşmuş ve Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhuller ile ilgili açıklama yapmıştı. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in kuşkulu uçak kazasında ölümünden bir ay sonra da 17 Mart 1993’te 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti. İstifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, hadiselerin gerçek boyutlarının Türk milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyordu. Ersever, gerçekleri ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklıyordu.

GERÇEKLER TELESEKRETERDE

Bir süre sonra Jandarma Askeri Savcılığı, Ersever’in Aydınlık’a verdiği röportaj nedeniyle hakkında soruşturma başlattı. 26 Ekim 1993’teki duruşmaya gitmek için 24 Ekim’de Ankara’ya giden Ersever’den bir daha haber alınamadı. 1 Kasım’da Ankara’da önce sevgilisi Neval Boz’un ardından itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993’de Elmadağ’da Ersever’in cesedi bulundu.

Ersever, TSK’dan istifa ettikten sonra itirafçı Mustafa Deniz ve Ali Hoca ile birlikte Mezopotamya Basın- Yayın Şirketi’ni kurdu. Bu şirketin telesekreterine kaydedilen görüşmeler, Ersever’in susturulacağını anladığını ortaya koyuyor. O dönem görev yapan Albay Kurtuluş Ö. ile yaptığı görüşmede ‘CIA tarafından öldürüleceğini’ belirten Ersever, Güneydoğu’da yaşanan aksaklıkları, askerin anlamsız bir şekilde yetersiz kalışını ve kirli ilişkileri güvendiği komutanlarla paylaşıyor.

Kayıtlar faili meçhul soruşturması dosyasında

Ersever’in son ses kayıtları Diyarbakır’da Özel Yetkili Savcılık tarafından yürütülen faili meçhul cinayetler soruşturmasına ‘delil’ olarak dahil edildi.

Bu adamlar beni illegal çizgiye getirdi

Asker olduğu tahmin edilen Celal isimli kişiyle konuşan Ersever tutuklanması durumunda, bazı operasyon emirlerini Genelkurmay’dan aldığını açıklayacağını dile getiriyor.

ERSEVER: Öyle değil sen Turan Paşa’ya durumu söyle durum bu yani ben de tamamen illegal çizgiye getirdi bu adamlar susturmak istiyolar ve ben susmayacam.

Celal: Doğru haklısın tamam komutanım ben söylim, iletiyim bi görüşün bakim telefonla da. Yani bu işi bu tür fikir bazında böyle karşılıklı böyle şey yaparak halletmeye.

ERSEVER: Bu soruşturmayı ortadan kaldırmadan ben şeyi durdurmam yani kesinlikle soruşturmayı durduracaklar.

Celal: Biraz yumuşayın komutanım.

ERSEVER: Onlar yumuşayacak, bu kadar sene onlar benim ağzıma s... Bu kadar eyleme girdim, bu kadar işe girdim çıktım. Ondan sonra gelmiş benim karşıma benim hakkımda soruşturma açıyo bana. İki tane eylemi çıkarım derim bana genelkurmay başkanı emir verdi. Kim aksini ispat edecek bunun.

Celal: Komutanım o işler o safhaya gelmesin yani.

ERSEVER: Ama onlar getiriyorlar, ben gidip de yalvarmam.

YUKARIDAN EMİR VERİLMİŞ

Celal: Gitseniz acaba tutuklama durumları olabilir?

ERSEVER: Olacak, olacak çünkü benim anladığım bu yukarıdan emir verilmiş onlara. Sivil savcılık olsun gideyim tereddütsüz giderim.

Celal: Böyle bir niyetleri olsaydı sizi direkt hani alma arama durumları pozisyonuna girdiler girebilirlerdi.

ERSEVER: Arama vardı ki. İfademi almadan tutuklamamı tevkifi nasıl çıkartıyor?

Celal: Niye olmasın ki komutanım ya pat diye olur, yani siz de bu işlerin içindesiniz.

Politikayı siviller üretsin, askerler yapsın

Cem Ersever, terörle mücadeledeki yanlışlıklara dikkat çektiği konuşmalarında artık sivillerin etkin olması gerektiğini vurguluyor. Kimliği belirlenemeyen bir kişiyle yaptığı telefon görüşmesi şöyle:

X: Ne yapacaklar bunlara peki, atacaklar mı?

Ersever: Efendim ya ne yapalım mapalımla olmaz bunları izah ediyoruz, söylüyoruz. İşte taktik önderlik sorunu var diyoruz. Bu adamlar bu işi götüremiyor, yapamıyor bu adamlar bitirsinler bir sivil organizasyon yapılsın bu adamları denetlesin kardeşim. Politika üretsinler politikayı siviller üretsin uygulamasını askerler yapsın.

X: Neyse neyse abi

ERSEVER: İşte bütün bunları biliyosun, bunları hep konuştuk yani.


Cem Ersever, (kırmızı kareli gömlekli) ‘sağ kolu’ olarak bilinen itirafçı
Mustafa Deniz (gözlüklü) ve arkadaşlarıyla objektiflere böyle poz veriyor.
Bir sürü pislik açıklarım

Ersever’in Albay Kurtuluş Ö. ile yaptığı bir görüşmedeki ifadeler dikkat çekiyor. Ersever, üzerinde gelinmesi halinde ‘Bir sürü pislik açıklarım’ şeklinde tehditte bulunuyor. İşte o sözler:

ERSEVER: Yalnız bakın dedim bir bunu tehdit olarak algılamayın.

K. Ö: Evet.

ERSEVER: Ben de dedim bir sürü pislik açıklarım.

K. Ö: Evet.

ERSEVER: Silsile dedim generallere şunlara bunlara dedim, hepsini dedim, sayar dökerim onları.

K. Ö: Evet.

ERSEVER: E ona göre düşünün, dedim yani kiminle bu işi yaptığınızı iyi bilin, dedim komutanım ve niyetim o illegalite çerçevesine de girse ben bu mücadeleyi yürütecem.

K. Ö: Kendine dikkat et anacım.

ERSEVER: Benim korkum CIA Komutanım. Amerika’ya vurdururlar başka kimse değil onlar beceremezler çünkü.

K. Ö: Evet, evet kendine dikkat et, ee sevdiğim bir arkadaşımsın.

ERSEVER: Sağ olun komutanım.

Bunların hesabını vermek zorundalar

Ersever’in hakkındaki soruşturma ile ilgili olarak Celal ve Kurtuluş Ö. isimli iki askerle yaptığı bir başka görüşme o dönemde gerçekleşen bazı terörist saldırıların kamuoyuna farklı şekilde yansıtıldığını gözler önüne seriyor. İşte o şok diyaloglar.

ERSEVER: Bir şey merak ediyorlarsa sorsunlar illa da kalkıp devletlikleri tutuyorsa bunların acaba s... bana mı kalkıyor kardeşim. Gitsin güneydoğuya, utanmıyorlar mı? Dünkü açıklamayı gören de tabur basıldı komando taburu, tabur komutanı benim devre arkadaşım.

Celal: Evet

ERSEVER: 600-700 kişilik grup bastı bu taburu. Altı tane şehit verildi.

Celal: Evet

ERSEVER: Utanmadan açıklamalarında arazide arama yapan birlik diyor. Bu şehitlerin anaları babaları, kardeşleri, bacıları, karıları var. Bunların hesabını vermek zorunda bu adamlar.

HALKA DOĞRUYU SÖYLEYİN

ERSEVER: Bakınız Görümlü’de akşam 6 tane şehit var.

K. Ö: Evet Allah rahmet eylesin.

ERSEVER: Olay nasıl oldu biliyo musunuz?

K. Ö: Hayır.

ERSEVER: Koca Komando Taburu basıldı 600 - 700 kişilik bir grup tarafından tabur komutanı benim devre arkadaşım. Hasan Basri Vural.

K. Ö: Evet.

ERSEVER: Şimdi nasıl açıklandı.

K. Ö: Karakol baskını.

ERSEVER: Yok karakol baskını da değil arazide gezen, arazi araması taraması yapan birliğin üzerine ateş açıldı böyle oldu. Şimdi ben devleti küçültmek istemiyorum, devlete hakaret etmek istemiyorum ama şu var vatandaşa artık doğruyu söyleyin.

Sivil savcılık olsa göğsümü gere gere giderim

Cem Ersever’in Ergenekon tutuklusu olan ve o dönemde Aydınlık Dergisi’nin muhabiri olan Soner Yalçın ile yaptığı telefon görüşmesi, çarpıcı kayıtlar arasında yer aldı. Yalçın’la birçok kez görüşen Ersever, yaptığı son görüşmelerinden birinde hakkında açılan askeri savcılık soruşturması ile ilgili olarak dert yanıyor. Soruşturmayı sivil savcılığın açması halinde ‘Göğsümü gere gere giderim’ diyen Ersever’le Yalçın arasında şu diyaloglar yaşanıyor:

ERSEVER: Sanıyorum iki gün sonra illegal duruma geçiyorum. Tevkif müzekkeresi çıkar bu mücadele devam edecektir.

YALÇIN: Öyle mi? İfade verseniz.

ERSEVER: Gittiğim anda beni tutuklarlar, çünkü bu bir gözdağıdır.

YALÇIN: Şimdi illegal duruma geçmeden önce orda mahkemede de bunları savunmak ceza verirlerse de legal şekilde mücadeleye yasal platformlarda devam ettirmek daha iyi değil mi?

ERSEVER: Yasal yollardan mücadelesini vermek isteyen çok insan oldu. Çok kişi girdi çıktı. Ben cezaevine girip çıkmak suretiyle bir mücadele vermek istemiyorum. Eğer bu sivil savcılık olsaydı göğsümü gere gere kalkar gelir verirdim. Söylediklerim kesinlikle suç unsuru değildir. Suç unsuru olsaydı Devlet Güvenlik Mahkemesi Terörle Mücadele Kanunu’na istinaden hakkımda dava açardı.

bugün

"Gölcük'te Çıkan Belge Gerçek ve Bana Ait
07 Ekim 2011

"Yarbay Yüksel Gürcan, Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki zemin döşemesinin altında ele geçirilen ve ıslak imzasını taşıyan evrakın gerçek ve kendisine ait olduğunu söyledi.

Balyoz davasının tutuklu sanıklarından Yarbay Yüksel Gürcan, Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki zemin döşemesinin altında ele geçirilen ve ıslak imzasını taşıyan evrakın gerçek ve kendisine ait olduğunu söyledi. Bursa İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yaptığı dönemde 55 belediye başkanı ve 5 kaymakamla ilgili bilgi notu tuttuğunu savunan Gürcan'ın, "Sadece bilgilendirme notuydu sözü üzerine mahkeme başkanı, "Siz çalışma ve usüle uygun diyorsunuz ama kişilerin siyasi görüşü, neden hoşlanıp hoşlanmadığı konuları özel hayata girmiyor mu?" tepkisini verdi.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz davasında tutuklu sanıklardan Yarbay Yüksel Gürcan, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda döşeme altında ele geçirilen belgelerle ilgili savunma yaptı. Gürcan, 11 Nolu CD içinde '2002-2003\jandarma\Bursa Bölgeykamu görevlileri' isimli bir klasör bulunduğu ve içinde 'Bursa ili ve ilçelerinde mülki amir ve belediye başkanları' isimli 5 sayfalık 'gizli' ibareli word dosyasının bulunmasıyla ilgili açıklama yaptı. Gürcan, "Bursa İl Jandarmada İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yaptım. Dönemin komutanı Arif Çetin, fazla zamanının olmadığını belirterek benden kamu görevlileri hakkında bilgi notu hazırlamamı istemişti. Bu evrak daha sonra Gölcük’te çıktı." şeklinde konuştu.
'Bursa İli Ve İlçelerinde Mülki Amir Ve Belediye Başkanları' başlığı altında Bursa ilinde görev yapan 55 belediye başkanı ve 17 kaymakamın isimlerinin ve görev yerleri ile her bir şahsın isminin karşısına 'Siyasi görüşleri' ve genel tutumlarının yazılı olduğu belge ile ilgili olarak sanık Gürcan, "Komutanımın talimatıyla hazırladım. Bunların darbeye teşebbüsle bir alakası da yoktur." dedi.
Savunmanı tamamlanmasının ardından Gürcan'ın çapraz sorgusuna geçildi. Üye hakim Ali Efendi Peksak, "Dönemin komutanı Arif Çetin’in hazırlattığını söylediniz. Bugüne kadar yapılan sorgularda sanıklar kendilerine böyle bir çalışma emrini vermediğini söyledi. Ancak siz Arif Çetin’in talimatıyla belgeyi hazırladığınızı söylüyorsunuz. Bilgim kadarıyla kişiler hakkında istihbarat çalışması, bir suç istinadı olduğunda yapılması gerekmez mi" diye sordu. Gürcan ise "İl jandarma komutanı göreve başladığı zaman çalışacağı kamu görevlilerini tanımak ister. Bu nedenle benden bilgilendirme notu istedi" cevabını verdi.
Hakim Peksak, "Sizin böyle bir görev tanımınız var mı? Altında imzanız olan belgenin askeri yazışma usül ve esaslarına uygun mudur?" sorusuna Gürcan, "Benden özel bir belge hazırlamamı istedi. Darbeyi çağrıştıran bir evrak değildir. Çalışmam askeri usullere uygundur." cevabını verdi. Bu cevabın üzerine Peksak, "Bu belgenin arşive ya da herhangi bir kartona işlenmesi gerekmiyor mu?" sorusunu yöneltti. Her belgenin kayda geçmesinin gerekmediğini belirten Gürcan, "Üst makama gönderilen resmi bir belge değil." demekle yetindi. Ancak Hakim Peksak, "Altında imzanız var. Bilgi notu olsaydı altında imzanızın olmaması gerekmez miydi? 'Bilgi notu' yazışma usulünün 2008’den sonra TSK’ya girdiği bildirildi. 2002 yılında ve öncesinde böyle bir çalışma usulü var mıydı?" sorusuna Gürcan, "Sadece bilgilendirme notuydu." cevabını verdi. Bunun üzerine Peksak, "Siz çalışma ve usüle uygun diyorsunuz ama kişilerin siyasi görüşü, neden hoşlanıp hoşlanmadığı konuları özel hayata girmiyor mu?" tepkisini verdi.
Savcı Savaş Kırbaş ise, "Madem öyle bu bilgi notu, niçin Gölcük’te yapılan aramalara kadar saklanmıştır?" sorusuna Gürcan, "Belgeyi saklayana sormak lazım bunu." cevabını verdi. Ardından da davanın diğer tutuklu sanıkları, Gürcan'a kendisine ait olduğunu söylediği belge hakkında sorular yöneltti. Emekli Tümgeneral Recep Rıfkı Durusoy, "2008’de bilgi notu formatıyla sizden istenen bilgi notunun formatı aynı mı?" diye sordu. Bu soruya da Gürcan, kendisinin bilgi notu hazırladığı şeklinde cevap verdi. Gürcan, "Bilgi notunu hiçbir kayıt tutmadan mı veriyorsunuz?" şeklindeki soruya da, "Kayıtlı değildir." cevabını verdi. Durusoy, verilen cevabın ardından, "Arkadaşın kafası karıştı galiba." tepkisini verdi.
Dursun Çiçek ise "Şifaen hazırlanan bu belgeye imza atmanıza gerek var mıydı?" diye sordu. "Yoktu" cevabının ardından Çiçek "Yani hata yaptığınızı kabul ediyorsunuz?" tepkisini verdi. Sanık Gürcan, bu tepki karşısında sessiz kaldı.
TRT

'Disko'da komalık olan asker öldü
KKTC'de, disiplin koğuşunda kötü muamele gördüğü iddia ediliyordu
13 Ekim 2011

KKTC'de, disko olarak adlandırılan disiplin koğuşunda kötü muamele gördüğü iddia edilen ve 2.5 aydır Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisinde (GATA) tedavi gören er Uğur Kantar hayatını kaybetti. Kantar'ın cenazesi, babası Aydın Kantar ve yakınları tarafından alındı. Kantar'ın bugün (cuma) İstanbul'da toprağa verilmesi bekleniyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye'yi "disko" olarak bilinen askeri disiplin koğuşları nedeniyle 9 bin avro tazminat cezasına çarptırmıştı. Bu olaydan bir hafta sonra Kuzey Kıbrıs'ta askerlik yapan Uğur Kantar'ın, işkence sonucu komalık olduğu iddiaları üzerine askeri "disko"lar tekrar gündeme gelmişti.

Disiplin koğuşunda gardiyan olarak görev yapan erler tarafından darp edilip saatlerce güneş altında sandalyeye kelepçelenerek tutulduğu öne sürülen er Uğur Kantar, iç organlarının hasar görmesi ve beyin fonksiyonlarının kaybolması üzerine önce revire, sonra Lefkoşa Nalbantoğlu Hastanesi'ne, oradan da Girne Askeri Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Hastane hastane gezdirilen er Uğur Kantar'ın tedavisi yapılamayınca 26 Temmuz'da Ankara GATA'ya gönderildi. Son zamanlarında hiç tepki veremeyen Kantar'ın, son iki gün ateşi de çok yükseldi. 79 gün dayanabilen Kantar, dün yaşamını yitirdi. Kantar'ın cenazesi Keçiören'de Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na otopsisi yapılmak üzere gönderildi. Otopsinin ardından Kantar'ın cenazesi İstanbul'a getirilerek burada toprağa verilecek.

Kantar'ın aile avukatı Teoman Özkan, Kuzey Kıbrıs'taki askeri savcılığın iddianameyi 6 Ekim'de hazırladığını ve Askeri Mahkeme'ye sunduğunu belirterek, sanık durumunda olan kişilerin hala "asker" olarak gözüktüğü için Askeri Mahkeme'de dava açıldığını kaydetti.
Özkan, "İşkence sonucu ölüm olduğu ve Askeri Ceza Kanunu'nda işkence tanımlanmadığı için mahkemenin görevsizlik kararı vereceğini düşünüyorum. Ayrıca iddianame 'kasten adam yaralama' suçlamasıyla hazırlanmıştı. Uğur hayatını kaybettiği için ek iddianame hazırlanacağını ve sanıkların 'kasten adam öldürme' suçlamasıyla yargılanacaklarını düşünüyorum. Dayaktan sonra güneşin altında kelepçeli oturtuldu" dedi.
Söz konusu garnizonda askeri disiplin koğuşunda gardiyanların askerlere çok kötü muamelede bulunduğunu ve aşırı sıcağa rağmen düzenli su verilmediğini söyleyen Avukat Özkan, söz konusu olayların Uğur Kantar'a verilen 7 günlük cezanın bitmesine iki saat kala yaşandığını söyledi.
habertürk

'Disko'dan Son İşkence Notları!..
16 Ekim 2011

Uğur Kantar'ın askerde 'disko' denilen disiplin koğuşunda ölümünün ardından Tekirdağ Malkara'da 95. Zırhlı Tugay'da 2009-2010 yılları arasında askerlik hizmeti yapan G.H. dehşet verici iddialarda bulundu.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na dilekçe yazarak ‘disko’da yaşadıklarını anlatan G.H., ihtiyaç duyulması halinde komisyona detaylı bilgi verebileceğini belirtti.

Lağıma soktular

Şikâyet dilekçesindeki iddialara göre G.H. askerlik yaptığı süre içinde içtimaya yetişememek, başka bir bölüğün komutanıyla konuşmak ve cep telefonu bulundurmak gerekçeleriyle disiplin koğuşuna gönderildi. Gardiyanlık yapan erler copla dövdükleri G.H.’yi içi lağım dolu bir kuyuya soktu. 10 dakika lağım fareleriyle birlikte kuyuda bekletilen G.H.’nin üzerine hortumla su tuttular.

‘İntiharı düşündüm’

G.H.’nin aktardığı diğer kötü muamelelerse şöyle:

“Gardiyanların canı sıkılınca uzun eşek oynuyorduk. Yatan hep biz oluyorduk. Olanca ağırlıklarını vererek üzerimize atlıyorlardı. Belimiz kırılacak gibi oluyordu. ‘Safta toplanın ve gökyüzüne bakın’ emri veriyorlardı. Onlar ‘dur’ demeden durursan sabaha kadar süründürüyorlardı. Mecburen zıplıyor ve bayılana kadar ‘yıldız topluyorduk’. Bizlere süpürgeyle sabahlara kadar nöbet tutturuyorlardı. Tepeye yarım metre derinliğinde kazacak şekilde isimlerini yazdırıyorlardı. Diz çöktürüp diş fırçalarıyla tuvalet deliğini kazdırılıyorlardı. Bir ara intiharı düşündüm. Zaten girişte botların bağcıklarını alıyorlar. Ben bu olaylara disiplin koğuşuna yollandığım üç seferde de maruz kaldım ve başkalarının da yaşadığına tanık oldum.”

Kantar olayına TBMM el koydu

TBMM İnsan Hakları Komisyon Başkanı ve Ak Parti Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün, KKTC’de askerlik yaparken gördüğü işkence sonucu yaşamını yitiren erle ilgili olayı inceleyeceklerini söyledi. Olaya tepki gösteren Üstün, “Babası bana geldi, yardım istedi. Dövülmüş. Sonra güneşin altında bekletilip üstünden sıcak su dökülmüş. 2 er tutuklandı diye yanıt geldi. Bu nasıl bir iş” diye tepki gös
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 26, 2011 10:31 pm    Mesaj konusu: TC’nin 26. Genel Kurmay Başkanı kodese tıkılırken... Alıntıyla Cevap Gönder

TC’nin 26. Genel Kurmay Başkanı kodese tıkılırken... -1-
Oğuz Gürses
07.01.2012



Ulusalcı gazeteci Banu Avar, eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’’un tutuklanması haberi üzerine facebook sayfasına, Mustafa Kemâl Paşa'nın 31 Temmuz 1920'de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi'nde subaylara hitaben yaptığı konuşmadan bir bölüm koydu:

[Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.

Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.

Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır. Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞİZ, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.]

Görüldüğü gibi Avar’ın Mustafa Kemal Paşa üzerinden verdiği mesaj muvazzaf subaylara, ve özellikle de muvazzaf genç subaylara...

Banu Avar, Mustafa Kemal Paşa’nın o konuşmayı yapığı tarihte Osmanlı Ordusu’nun bir paşaşı olduğunu, o konuşmayı dinleyen askerlerin de Osmanlı Ordusu’nun subayları olduğunu ya göremiyor veya görmemezlikten gelmeyi tercih ediyor...

Hangi şık yüzünden bu tarihî gerçeği atlıyorsa atlasın, sonuç olarak bu durum; onun o konuşmayı günümüze getirdiğinde, bugünün subay tipilojisine beklediği/umduğu tesiri göstermeyeceğini anlamasına engel oluyor...

Tarih 31 Temmuz 1920...

Cumhuriyetin kurulmasına daha üç seneden fazla zaman var...

Yani O konuşmayı yapan da dinleyenler de, Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî mekteplerinden mezun olarak subay olmuşlar...

Musatafa Kemal Paşa, Osmanlı Ordusu’nun bir kumandanı olarak, Osmanlı askerî mekteplerinde talim ve terbiye görmüş, aldığı bu talim ve terbiye ile askerlik irfanını bünyeleştirmiş subay kadrosuna, Osmanlı Subayın’ın temel vasıflarını hatırlatıyor...

Evet hatırlatıyor...

Çünkü bu söylediği vasıflar Osmanlı subayının “olmazsa olmazları”ndan...

Şimdi bu vasıflara yeniden bakalım...

"Milletin/Devletin bağımsızlığı subaylara emanet edilmiştir..."

"Bu bağımsızlık her hangi bir şekilde ihlal edilirse bunun bütün vebali subaylara ait olacaktır..."

O tarihte Milletin de devletin de bağımsızlığı çok ağır bir biçimde ihlal edilmemiş midir?

Edilmiştir...

Mustafa Kemal Paşa, hitabettiği subaylara bu ihlaldeki sorumluluklarını hatırlatıyor...

“Vebal sizin omuzlarınızdadır...” diyerek...

Bu vebalden ancak askerî mekteplerde öğrendikleri “Ya istiklâl Ya ölüm” düsturuna uygun davranarak kurtulabileceklerini ihtar ediyor:

-“Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.”

-“Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.”

-“Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzeti nefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.”

-“Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır.”

Dedikten sonra : “Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞİZ” diyor..

Bu “ölmeyeceğiz”in” "Şerefimizi ve bağımsızlığımızı feda edeceğiz” anlamına gelmediği cümlenin devamından belli:

“Bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.”

Yani savaşacağız...

Düşmanlarımızı yeneceğiz...

Böylece “Bağımsızlığımızı muhafaza ederek (şerefimizle) yaşayacağız”...

Bu konuşmada...

Bir Osmanlı subayının irfanında şeref kavramıyla, İstiklâl/tam bağımsızlık kavramının ne kadar içiçe geçtiğini, ayrılmaz bir bütün haline geldiğini görüyoruz...

Milletin ve devletin tam bağımsızlığı yoksa subayın şerefi de yok...

Peki Türkiye Cumhuriyeti’nin askerî okullarından mezun olan subaylar için bu kavramlar aynı şeyleri ifade ediyor mu?

Askerliğini yapan, liselerde millî güvenlik dersine giren subayları her hafta 40 dakika mecburen dinleyen veya Askerî törenlerde yapılan konuşmalara biraz kulak kabartan herkes bilir ki...

Osmanlı Subayı ile Cumhuriyet subaylarının öncelikleri çok farklıdır.

Mustafa Kemal’in o konuşmasındaki şu sözleri...

-“Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.”

Osmanlıyı Osmanlı yapan İslâm ahlâkının özü olan “fedakârlık”, yani kendinden önce başkasını (Dinini, vatanını milletini, annesini, babasını, kardeşini, evlâdını, eşini, dostunu, arkadaşını, hısımını, akrabasını, komşusunu vb) düşünerek davranma şuurundan sözediyor...

Bu “fedakârlık ahlâkı”ıdır...

“Fedakârlık” ise İslâm ahlâkının özüdür...

Bencillik ve hedonizm ise bu ahlâkın tam zıddır...

(Devam edecek)

Kaynak ve bu yazı dizisinin devamı için: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

“Kim bir zalime yardım ve yataklık ederse Allah onu o zalim eliyle cezalandırır”
Ertuğrul Horasanlı
07.01.2012



“Türkiye Cumhuriyeti!nin 26. Genel kurmay Başkanı, terör örgütü kurma ve yönetme suçlamasıyla tutuklanmıştır. Milletimizin takdirine havale ediyorum” dedi İlker Başbuğ cezaevine götürülürken...

50 küsur kitabın müellifi Salih Mirzabeyoğlu 28 Şubat’ın postallı yargısı tarafından -dosyada suçu kanıtlayacak bir tek somut delil olmamasına rağmen- idam cezası verildiği mahkemeden çıkarken “Tiyatro Bitti” demişti...

“Muhakeme/yargılama” değil, “Tiyatro”...

Hükmün ta başından, tutuklama yapılmadan bile önce 28 Şubatçıların yuvalandığı Genel Kurmay Başkanlığı binasında verilip DGM'ye dikte edildiğini...

İdam hükmünü açıklayan DGM reisi bir röportajında şöyle itiraf ediyordu: “Bizim önümüze iki türlü dava gelirdi. Birisinde ne karar vereceğimiz önceden belliydi, ikincisinde ise kararı biz verirdik.”

DGM reisinin “ikinci tür dava”dan kastının uyuşturucu suçları ile mafya ile ilgili suçlarla ilgili olduğunu DGM’ye yolu bir şekilde düşen herkes bilir...

“Birinci tür davalar” ise “Siyasî davalar”...

***

O DGM’lerin emir komuta zinciri içinde çalıştığı ayyuka çıkınca...

İsim değiştirip aynı hakim ve savcı kadrosu ve personeli ile “Özel Yetkili Mahkeme”lere dönüştürüldü...

DGM’leri emir komuta zinciri içinde işletenlerin bu durumdan hiç bir şikayetleri yoktu...

Çünkü onlar ne isterlerse DGM’ler derhal yapıyorlardı...

Bir nevi “tak-şak” durumu yani...

Ne zaman ki, NATO tarafından kendi halkına karşı kullanılanıldıktan sonrra ıskartaya çıkarılan askerî personelin yolları da “Özel Yetkili Mahkeme”lere düştü...

O zaman bir feryat figandır koptu:

“Vaay bunlar ne biçim mahkeme?”

Mirim “bunlar” devr-i iktidarınızdaki DGM’lerin isim değiştirmiş şekli işte...

***

Bu mahkemeler hakkında sanıkların iddiaları doğru ise...

DGM’lerden bugüne değişen tek şeyin komuta merkezinin Genel Kurmay’dan başka güç merkezlerine kaymış olması olabilir.

***

Sahi 28 Şubat’ın o adaletsiz karanlığında İlker paşa hangi görevdeydi?

O görevi sırasında DGM’de olan bitenler hakkında neler düşünüyordu?..

DGM’lerin apaçık haksız kararları karşında “Yahu bunlar ne biçim mahkeme, böyle mahkeme mi olur?” diye bir itirazı, en azından bir düşüncesi olmuş muydu?

Yoksa “Yüce yargının kararlarına saygı duymak lâzım. Yargı bir karar veriyorsa vardır dosyada bir dayanağı” gibi lâf olsun torba dolsun cinsinden her iktidar sahibinin söylediği bayat lâflar mı ediyordu?

Bilmiyorum...

Ama...

Ege Ordusu ve Jandarma haricinde kalan büyük kısmıyla, bir NATO ordusu olan TSK’nın Genel Kurmay Başkanlığı’na yükselebildiğine göre...

İkinci ihtimal çok daha kuvvetli görünüyor...

***

Denilir ki: “Kim bir zalime yardım ve yataklık ederse Allah onu o zalim eliyle cezalandırır.”

Bunun pratikte bir çok örneğine şahit olmuş biri olarak...

İlker Paşa’nın başına gelenlere “oh olsun” düşüncesiyle bunları yazmıyorum...

İlker Paşa, Silivri Cezaevin’dekli F-Tipi hücresinde uzun bir zaman geçireceğe benziyor...

Ömrünün son baharında, tıkıldığı zindanın küf kokulu daracık hücresindeki, küçücük penceresinden süzülen ışığa veya karanlığa doğru bakarken...

Düşünmek için çok vakti olacak...

Kimbilir...

Orada...

“Biz nerede hata yaptık?” sorusu etrafında bir muhasebeye girişir de...

Bu beton mezarlara tıkılmamak için direnirken “Hayata dönüş, Noel Baba” gibi “operasyon”larda veya ölüm oruçlarında katledilen, yaralanan, incitilen bu ülkenin siyasî tutuklu veya hükümlü gençlerini de hatırlar ve onların niçin direndiklerini de anlayabilir..

Belki...

O zaman hangi görevde olduğunu ve o sırada bu pis işe ucundan kenarından bulaşıp bulaşmadığını da düşünür...

***


İlker Paşa başına gelenleri haketti mi, haketmedi mi?

Bilmiyorum...

Konu “Yüce yargıda”...

“Yüce Yargı” da er geç kararını verecektir..

Ben bütün bunları İlker paşanın ardından teneke çalmak için yazmıyorum...

Onu kim/kimler tutuklattı ise teneke çalmayı da ona/onlara bırakıyorum...

Onlar da maşallah dünden beri kolbastı oynamaktan göbek atmaktan helâk olmak üzereler...

***

Yani...

Sözüm aslında bugünün “muktedirlerine” ..

Dünün “muktedirleri” birer ikişer zindanlara doldurulurken...

İbret alın...

Kimseye -gücünüz şu anda yetiyor diye- haksızlık, hukuksuzluk, zulüm ve adaletsizlik etmeyin...

Demokrat Partili’ler 26 Mayıs 1960 gününe kadar kendilerini “Her şeye kaadir” zannediyorlardı..

Gece 27 Mayıs’a döndüğünde ise kazın ayağının öyle olmadığını gördüler...

“Artık askerî darbe olmaz biz tedbirimizi aldık” mı diyorsunuz?..

Hüsnü Mübarek’e bakın...

“Kimler geldi kimler geçti felekten/Un elerken deve geçti elekten” demiş şair...

Olmaz olmaz yani...

Allah bir sözüyle olmazları olur, olurları olmaz kılar da...

Şaşırır kalırsınız...

O karakolun güvenliksiz olmasının sırrı çözüldü
Salih Tuna
stuna@yenisafak.com.tr
21 Ekim 2011

Bakıyorum şehitlerimize birer birer. Biri yetim hiç baba tanımamış, biri kundaktaki çocuğunu yetim bırakmış, birinin "kan çanağı anlamında" babasının gözleri.

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Birinin babası acı haberi veren askere sarılmış, birinin bacısı ağlıyor bir köşede sessiz, birinin anası feryat ü figan ediyor: "Yavrum, kuşum öldü mü? Şimdi bana kim kol kanat gerecek?!.."

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Adana, Bitlis, Kırklareli, Bilecik, Elazığ, Konya, Yozgat, Sinop, Çorum, Ağrı, Artvin, Isparta, Hatay, Ankara, Sakarya, velhasıl, memleketin dört bir yanından sınır karakoluna gitmiş "kol kanat germek" için memleketlerine.

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Birinin evi kerpiçten, birinin duvarları biriketli, birinin evi sanki dersin depremden kalma, birinin başını sokacak bir evi var mı yok mu belli değil.

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Birinin kardeşi "Abimi istiyorum!" diye biteviye ağlıyor, birinin anası bayılmış yerde upuzun yatıyor, birinin yavuklusu kaskatı kesilmiş pencere dibinde.

Ve, bakıyorum orda burda aynı terane devam ediyor: Coğrafi şartlarmış, dağlık bölgeymiş bilmem ne.

Adam uzaya üs kurmuş, siz otuz yıl baskın yediğiniz yerlere karakol diye derme çatma kulübeler kurmuşsunuz.

"En güvenilir kurum" anketlerinde birinciliği kimseye kaptırmıyordunuz, neden sınır karakollarınız bu kadar güvenliksiz?

Bir de dünyanın bilmem kaçıncı büyük ordusu olmakla şişinip duruyordunuz.

Sizin büyüklüğünüz kime?

Kimi zaman tehdit sıralamasında birinci sıraya koyduğunuz, bağrından çıktığınızı söylediğiniz bu millete mi?

O millet ki 1993'te 33 evladını kurban verdiği günlerde bile 1930'da kimin katlettiği hala muamma olan Kubilay'ın üzerinden psikolojik savaşa maruz kalıyordu.

Kılık kıyafetleri, başlarındaki örtüleriyle orduevlerinizin kapısından sokmayacağınız şehitlerimizin analarına söyleyebilecek bir sözünüz var mı?

Hak, vatan, ezan, cennet ve iman mı diyeceksiniz?

İyi de, İstiklal Marşı'na bu sözcükleri yerleştirdiği için Mehmet Akif'i gericilikle suçlayan paşanıza neden bir çift laf söylemediniz?

Pardon, golfçü, şikeci ve İstiklal Marşı düşmanı o paşalar eskide kaldı mı dediniz?

Tamam, biz kolay inanan bir milletiz, bin defa kandırsanız da yine inanırız. Madem içinizdeki çürükler ayıklandı / ayıkladınız; canımız size feda!

Ama...

Neden o sınır karakolları, o güvenlik zihniyetiniz hâlâ eskiden kalma?

PKK haftalarca hazırlık yaparken, ağır silahlarını katırlarla taşırken, yaklaşık 300 militanına ikmal sağlarken ne yapıyordunuz?

Hani BBG evi gibi izliyordunuz PKK kamplarını? Hani biricik müttefikiniz ABD anında istihbarat veriyordu? Hani sineğin uçuşunu bile tespit eden Heronlarınız, Predatörleriniz vardı?

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Şehirleri yöreleri farklı; kimisi Türk, kimisi Kürt ama hepsi yoksul, ama hepsi fakir.

Birinin ailesi yeşil kartlı, birinin ailesi oğullarının asker dönüşü iş bulup eve ekmek getireceğine umut bağlamış.

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Hanları hamamları, köşkleri villaları, ağaları paşaları, tepe yerlerde hatırlı yakınları yok.

Hiçbirinin Teşvikiye'den kalkmıyor / kalkmayacak cenazesi.

Bakıyorum şehitlerimize birer birer.

Neden o sınır karakollarımızın bu denli çürük, bu denli güvenliksiz, bu denli teçhizatsız olduğunu anlıyorum.
Yeni Şafak

'Minareleri yıkın, namazı yasaklayın!'
25 Kasım 2011

O dönemin icraatları bir bir deşifre oluyor; bu haberi okurken dehşete düşeceksiniz

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı28 Şubatdönemi ile ilgili soruşturma başlatırken, post modern cuntanın dudak uçuklatan icraatları da deşifre olmaya devam ediyor.

Soruşturma kapsamında toplanan deliler arasında yer alan dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman tarafından yayınlanan genelgede, ordu birliklerinde bulunan cami ve mescitlerin kaynaklama suretiyle dikilen minarelerinin yıkılması, rütbeli personel ile sivil memurlar namaz kılmasının yasaklanması, tespih, takke ve cübbelerin toplatılması, mescit duvarlarında bulunan Kur'an ayetlerinin kaldırılması emrediliyor.

28 Şubat döneminde aktif görev alan dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman tarafından yayınlanan 2052-10-96 nolu genelgede, askeri birliklerde bulunan camilerin yerine yenilerinin açılmaması emrediliyor. Genelgede mevcutlarda bulunan kaynaklama sureti ile dikilen minarelerin yıkılması, rütbeli personel ile sivilmemurve işçilerin bu mescitlere girişlerinin yasaklanması, birlik komutanlarının camilerde ezan okunmasını durdurması, ezan okumak için konulan tertibatın sökülmesi, manası bilinmeyen eski Türkçe (ayetler kastediliyor) yazılarla rahle, tespih ve takkenin de kaldırılması emrediliyor.

İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı başlıklı, 15 Şubat 1996 tarihli genelgenin müşterek hususlar konulu bölümünde şu ifadeler yer aldı: "Din ve inanç hürriyettir, ibadet bir ihtiyaç olmakla birlikte devlet mevzuatı resmi dairelerde cami ve mescit açılmasına cevaz vermemektedir. Mescitlere rütbeli personel ile sivil memur ve işçiler girmeyecek, bunlar dinimizin hoşgörüsüne sığınarak ibadetlerini evlerinde ve sivil kıyafetle olmak kaydıyla herkese açık camilerde yapacaklardır. Ancak gerek kışla gerekse dışarıda yapılacak ibadetlerde mesai saatlerine riayet esas alınacaktır. Kışla mescitlerinde ve camilerde ezan okunmayacak, bunun için askeri maksatla verilmiş ses kayıt cihazları kullanılmayacak, mevcutlar sökülerek yerlerinde kullanılacak, ezan dışarıdaki camilerden dinlenecek veya saatlere göre ibadet başlayacaktır.

Mescit ve camilerde bulunan veDiyanetİşleri Başkanlığı'na mahsus imamların resmi kıyafetleri kullanılmayacak, imamlık görevi yapan kişiler normal er kıyafeti ile bu görevi yürüteceklerdir. Cami ve mescitlerde duvarlarda manası bilinmeyen eski Türkçe yazılar kaldırılacak, rahle, tesbih, takke gibiTSKKıyafet Kararnamesi'ne uygun olmayan malzeme kullanılmayacaktır. Emrin bölük seviyesine kadar yayınlanması ve denetleme emirleri dosyasında muhafazasının tespit edilen hususlar için kontrol formu yapılarak eksiklerin kısa zamanda tamamlanmasını rica ederim. Teoman Koman Orgeneral Genel Komutan."

Yeni Akit

"Eşinin kaç tane pardösüsü var?"
11 Aralık 2011

28 Şubat'ta yaşananlar bir bir ortaya çıkıyor

28 Şubat post-modern darbe sürecinde Genelkurmay Başkanlığı Mobil Destek Komutanlığı'ndaki görevinden uzaklaştırılan eski Astsubay Kıdemli Üstçavuş Bayram Koçdoğan, o döneme ilişkin yaşadıklarını anlattı.

28 Şubat sürecinde subay ve astsubay eşlerinin fotoğraflarının istendiğini, eşlerinin kaç tane, hangi pardösüleri giydiğine kadar takip edildiğini söyleyen Koçdoğan, eşi başörtülü olanların büyük zorluklar yaşadığını belirterek, kendileri ile birebir çeşitli görüşmelerin yapıldığını, ikna olmayanların ordudan uzaklaştırıldığını ifade etti.

Genelkurmay Başkanlığı Mobil Destek Komutanlığı'nda görevliyken 28 Şubat sürecini yaşayan Koçdoğan, 28 Şubat sürecinde subay ve astsubay eşlerine ait 3 adet fotoğraf istendiğini, böylece Batı Çalışma Gurubu (BÇG)'nun yoğun olarak fişleme yapıp, takip ettiği dönemin başlamış olduğunu dile getirdi.

Başörtülü fotoğraf veren subay ve astsubaylarla birebir görüşmeler yapıldığını kaydeden Koçdoğan, kendisi ile de iki kez görüşüldüğünü söyledi. Koçdoğan, o günleri şöyle anlattı: "Eşimin başörtüsünü ve pardösüsünü çıkarttırmam istendi. Bu görüşmelerden yaklaşık 10 gün sonra 'kişiye özel gizlilik dereceli yazı' ile ikaz edildim. Bu belgelerin orijinallerini hala saklıyorum. Bu görüşmeleri Tuğgeneral olan 2'nci sicil amirim yapmıştı. Nisan-1998 yılında ise 3'üncü sicil amirim Oramiral T.U., 2'nci sicil amirim Tuğgeneral Y.A.'nın makam odasına çağırdı. 20 dakika kadar bana nasihat etti. Bu konuşma esnasında bana 'Eşinin kaç tane pardösüsü var?' diyerek ilginç bir soru yöneltti. Ben de 2 adet, birisi yazlık birisi kışlık dedim. Renklerini soracak kadar basitleşmesine çok şaşırdım. Lavicert ve kahverengi diye söyledim. Aferin doğru söylüyorsun dedi. O zaman anladım ki bizi takip ediyorlar, raporluyorlar, belki de fotoğraflarımızı çekiyorlardı."

Koçdoğan, bu mülakattan sonra toplam 11 adet takdirnamesinin olmasına, 1 gün dahi cezası olmamasına rağmen 'Disiplinsizlik' suçlaması ile ordudan re'sen ihraç edildiğini kaydetti.
haber5

Sakallı diye yemek verilmeyen bakan
20 Aralık 2011



TBMM kampüsündeki kapatılan askeri gazinoda yaşanan ilginç anlar.

Eski Meclis Tören ve Muhafız Tabur Gazinosu Komutanı emekli Astsubay Hamza Dürgen, TBMM kampüsündeki kapatılan askeri gazinoda yaşanan ilginç anlarını anlattı.
Eski Meclis Tören ve Muhafız Tabur Gazinosu Komutanı emekli Astsubay Hamza Dürgen, geçen hafta kapısına kilit vurulan Meclis kampusu içindeki askeri gazinoda, 28 Şubat süreci ile Ak Parti iktidarı döneminde yaşanan ilginç olayları anlattı.

KAPIDAN GERİ ÇEVİRİLDİLER

Dürgen, 2003’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile yazar Ahmet Hakan’ın, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’un talimatıyla kapıdan geri çevrildiklerini söyledi.

BAKAN YILDIZ'A DA AYNI MUAMALE

Enerji Bakanı Taner Yıldız’a da milletvekili iken aynı nedenle servis yapılmadığını dile getiren Dürgen, 2007 seçimlerinden sonra DTP’li vekillerin rezervasyonlarının gerçekleştirilmediğini belirtti. Dürgen, türbanlı olan ablasının da, yeğeninin gazinodaki sünnet düğününü yandaki çocuk parkından izlediğini belirtti.

Meclis İdari Teşkilatı Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte Meclis’teki askerlerin yanısıra milletvekilleri ile sivil personele de açık olan askeri gazinonun da kapısına kilit vuruldu. Geçen yıl emekli olan Dürgen, 14 yıl Meclis Tören ve Muhafız Tabur Komutanlığı’nda Gazino Komutanı olarak görev yaptı. Dürgen, gazino komutanlığı yaptığı dönemde yaşadığı bazı ilginç olayları şöyle anlattı:

2. Başkan Başbuğ’a soruldu

“Gazino, daha önce Meclis lojman gazinosuydu. Meclis, daha önce bunun işletmesini tabur komutanlığına vermiş. Tabur, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı’na bağlı. Alay da doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı. Meclis bahçesi içinde içki servisi de olan güzel bir gazinomuz var. Özellikle yazın bahçesi daha da güzel oluyor. Burası askerlerin yanı sıra milletvekillerinin ve Meclis personelinin de kullanımına açık. Askerle siyasetin karşılaştığı bir mekan. Bazı akşamlar emekli generaller ile yakında oturan bazı generaller de akşam yemekleri için sivil olarak buraya gelirdi. Milli Savunma Bakanlığı, 2002’de yayımladığı yönetmelik ile orduevi ve gazinolara sakallı, sarıklı, cüppeli ve takkelilerin girişini yasakladı.

DTP’li olduğunu anlayınca

Ak Parti, 2002’de Meclis’e girdikten sonra bu yönetmeliğin sıkı bir biçimde uygulanması bizden istendi. Eylül 2003’te yazar Ahmet Hakan, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile gazinoya yemeğe geldi. Çelik, Hakan’ı yemeğe davet etmiş. Kapıdaki asker, sakalı olduğu için Hakan’ı almadı. O sırada biz, durumu tabur komutanına o da alay komutanına iletti. Yanlış hatırlamıyorsam komutan, o sırada Genelkurmay’daymış. Durumu hemen İkinci Başkan Başbuğ’a iletmiş. Başbuğ, ‘Bakan yemeğe gidecek başka yer bulamamış mı? Yönetmeliği, emirleri, kurallar neyse onu uygulayın’ demiş. Bu sırada bakan kapıda bekliyor, makam arabası kapıda. O sırada talimat kapıya ulaşmamış, komutana soruluyor. Bakan’ın koruma müdürü içeri yanıma gelmişti. Başbuğ, ‘alın’ demeyince, olumsuz tutumu bize iletilince yanımda olan koruma müdürü telsizle bunu söyledi. Bakan da konuğu ile birlikte oradan ayrıldı.

2007 seçimlerinden sonra DTP, bağımsız seçilen milletvekilleri ile grup kurdu. Alay komutanı beni yanına çağırdı. Taburda, arkadaşını, akrabalarından birini teröre kurban vermiş asker var. Tatsız durumlar olabilir. Genelkurmay da bu konuda hassastı. Ne tedbir alınabilirdi? DTP’li bir milletvekili rezervasyon yaptırmak istediğinde dolu olduğu söylenecekti. Geldiğinde ise hizmet verilmeyecekti. Bir gün DTP’li bir bayan milletvekilinin danışmanı, rezervasyon yaptırmış. Rezervasyonu sonradan farkettim. Hemen iptal ettik ve danışmana söyledik.

Türbanlı ablama da yasak

1998’de büyük oğlun Atakan’ın sünnet düğününü tabur gazinosunda yaptık. Türbanlı olan ablam, eniştem ve çocuklarıyla birlikte sünnet düğünü için İstanbul’dan geldi. Yaz olduğu için gazinonun bahçesinde oldu düğün. Ablam türbanı olduğu için giremedi. Yeğeninin düğününü yandaki çocuk parkından izledi.

‘Sakallısın’ dediler vermediler

Enerji Bakanı Taner Yıldız (üstte), o zaman milletvekiliydi, bakan olmamıştı. Bir gün gazinoya geldi. Oturdu. Yüzbaşı yanına giderek, ‘Sakalınız var servis yapamayız’ dedi. Yıldız da hiçbir tepki göstermeden çıktı gitti.

Tavşan kulağı ile olur

1999’daki genel seçimden sonra bir gün Fazilet Partisi’nden bir milletvekilinin eşi öğle yemeği için gazinoya geliyor. Türbanı olduğu için kapıdaki çavuş durduruyor. Asker kırsal kesimden biri. Anadolu pratikliği olan biri. Türbanlı vekilin eşine, ‘Böyle bağlı iken sizi alamam, ama tavşan kulağı bağlayın alırım’ demiş.

Milliyet

28 Şubat Kayseri İmam Hatip'te sürüyor
02.01.2012



Çevik Bir'in "etkisi bin yıl sürecek dediği" ama yaptırımlarından çoğu tarih olan 28 Şubat'ın zulmü Kayseri'de devam ediyor.
Binlerce başörtülü öğrenci binbaşı mağduru! Kayseri Atatürk Kız Teknik Meslek Lisesi'ndeki depremzede öğrenciler ile Merkez İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin başörtüsü krizi yaşandığı iddia edildi.
Mazlumder'in açıklamasında yer alan bilgilere göre, Kayseri Atatürk Kız Teknik Meslek Lisesi'nde başörtülü olduğu için derslere alınmayan depremzede öğrencilerin baskılara dayanamayarak Açık Öğretim Lisesi'ne kaydoldu.

Merkez İmam Hatip Lisesi öğrencileri de Milli Güvenlik dersinde başörtülü oldukları gerekçesiyle derse alınmadığını öne sürdü.

Mazlumder yaptığı yazılı açıklamada, Merkez İmam Hatip Lisesi'nde Milli Güvenlik derslerine giren Binbaşı'nın başörtülü oldukları gerekçesiyle kız öğrencileri derse almadığı iddiasına yer verdi. Açıklamadaki iddialar şu şekilde: “Velilerden gelen tepkiler üzerine okul yetkilileri böyle bir olayın olduğunu ve kız öğrencilerin derslere girmediğini söylediler. 2600 öğrencinin eğitim gördüğü okulda derslerine giremeyen öğrencilerin ders kayıtlarında “yok” yazıldıklarını bildiren ve bu durumdan rahatsız olan veliler, kızlarının Milli Güvenlik dersine giremedikleri için dersten başarısız sayılma korkusu yaşadıklarını ve bu nedenle kızlarının psikolojisinin bozulduğunu belirttiler. Binbaşı'nın öğrencilere 'Bana hocam değil, komutanım deyin!' dediği öğrenildi.”

Mazlumder Kayseri Şube Başkan Vekili Ahmet Taş konuyla ilgili olarak, Mili Güvenlik derslerine tarih öğretmenlerinin girmesi gerektiği yönünde açıklama bulundu. Taş “ Atanamayan öğretmenlerin tamamı gençlerden oluşuyor ve görev aşkıyla yanıyor. Biz bunları okullara almayıp, resmi üniformalı subayları derslere öğretmen olarak alıyoruz. Yanlışlık burada başlıyor. Biz söz konusu subayı değil, uygulamayı eleştiriyoruz. Kışlada görevli biri okulda yer aldığında pedogoji eksikliğinden dolayı uyum sağlayamıyor. Askeri kurumlar tabii ki önemli; ama herkes kendi görevini yapmalı. Onca tarih öğretmeni boşta gezip atama beklerken resmi görevlilerin milli güvenlik derslerine girmesi ve derse girdiği okullarda kendi kurumlarının ön şartlarını dayatması kabul edilebilir bir durum değil” dedi.
tumhaber.com.tr/

Başörtülü kız her hafta disiplinlik!
14 Ocak 2012

Eyüp İmam Hatip Lisesi 10. sınıf öğrencisi Amine Semra Bayram, derslere başörtülü girdiği gerekçesiyle her hafta disipline gönderiliyor. Şapka takması öneriliyor!

Timuçin Mercanoğlu'nun haberi

Öğrencinin velisi Abdullah Cengiz Bayram, durumu yargıya taşımak istediğini ancak yönetmeliğin bunu engellediğini söyledi. Uygulanan yasağı da sert bir dille eleştirdi: "Nasıl oluyor da özgürlüklere hak tanıyan kanun, basit bir yönetmelik içine hapsedilebiliyor. O zaman şunu soruyorum; Şapka kanunu var. Şapka takmayan memur nasıl oluyor da yönetmelikle başörtüsünü yasaklıyor. O zaman siz de şapka takın."

Eyüp İmam Hatip Lisesi'nde Amine Semra Bayram isimli 10. Sınıf öğrencisi derslere başörtülü girdiği gerekçesiyle Milli Güvenlik dersi anlatan albay tarafından her hafta disipline gönderiliyor. Sınıftaki kız öğrencilerin çoğu ise peruk kullanıyor. Öğrencinin velisi Abdullah Cengiz Bayram ise bu durumu yargıya taşımak istediğini ama her defasında yönetmeliğin karşısına çıkarıldığından yakındı. Buna rağmen yine de hak aramaya devam ettiğini belirten Bayram, sivil toplum kuruluşlarıyla görüştüğünü, Milli Eğitim Bakanlığı ile Cumhurbaşkanı'na da dilekçe gönderdiğini söyledi.

"O zaman siz de şapka takın"

Kanunlarla özgürlük tanınan hakların yönetmeliklerle yasaklanmasını eleştiren Bayram, "Kızım Eyüp İmam Hatip Lisesi'nde okuyor ve başörtülü olduğu için milli güvenlik dersine giren albay tarafından disipline sevk ediliyor. Nasıl oluyor da özgürlüklere hak tanıyan kanun, basit bir yönetmelik içine hapsedilebiliyor. O zaman şunu soruyorum; Şapka kanunu var. Şapka takmayan memur nasıl oluyor da yönetmelikle başörtüsünü yasaklıyor. O zaman siz de şapka takın" sözleriyle tepkisini dile getirdi. Bayram, kızının şimdiye kadar disiplin cezası almamış olmasını "Disiplin cezası uygulamaya konulmadı" diyerek okul yönetiminin inisiyatifine bağladı.

Öğrenciler perukları çıkardı, 'yeter artık' dedi

Amine Semra Bayram, her hafta başörtülü olduğu gerekçesiyle Milli Güvenlik dersine giren Albay I. T. tarafından disiplin kuruluna gönderilmeye alıştı. Alınan bilgilere göre Albay I.T. rahatsızlığı nedeniyle geçtiğimiz hafta derslere giremeyince yerine gelen diğer subay, öğrencilerin başörtüsüne karışmadı.
Derse perukla giren öğrenciler de peruklarını çıkardı ve başörtülü olarak derse girdiler. Öğrenciler, her defasında işaret edilen yönetmelik dayatmasının yeniden düzenlenmesini istiyor.
Milli Gazete

"Cuntacılarımızın çok sevdiği 27 Mayıs, Nato ve Cento'ya bağlılık yemini etmiş ve IMF ile de ilk standby anlaşması da 1961'de imzalanmıştı."
UfukUras Ufuk Uras

O Generalden Fişleme Ziyareti

07 Aralık 2010
Açığa alınan Balyoz sanığı 3 generalden Halil Helvacıoğlu’nun hasta ziyaretine gittiği subayın eşini fişleyip ordudan attırdığı ortaya çıktı.
'Etek boyu fişleme'nin ardından akıl almaz bir uygulama daha. Balyoz sanığı Tümgeneral Helvacıoğlu, subay evlerini ziyaret ederek bizzat rapor tutmuş. YAŞ kararıyla atılan Binbaşı Şahin, "Benim evime hasta çocuğumu ziyaret etme bahanesiyle geldi ancak eşimi fişlemiş" dedi.

Son YAŞ toplantısında Balyoz sanığı olduğu için terfi ettirilmeyen Tümgeneral Hail Helvacıoğlu'yla ilgili çarpıcı bilgi ortaya çıktı. Helvacıoğlu'nun 28 Şubat darbesinde aktif olarak fişleme faaliyetinde bulunduğu belirlendi. Dönemin Kurmay Albayı olan Helvacıoğlu, çeşitli bahanelerle asker evlerine giderek subay eşleriyle ilgili 'fişler' hazırlamış. Bunlar 28 Şubat'ın YAŞ toplantılarında atılan askerlerin sicil dosyalarına eklenmiş.

BELGE DENİLEN KAĞIT

Helvacıoğlu'nun 'çocuklara geçmiş olsuna geleceğim' bahanesiyle fişlediği askerlerden biri emekli Binbaşı Kemal Şahin. YAŞ mağduru Şahin, tarihe geçecek skandalı şöyle anlatıyor: "Aniden hasta çocuğumu ziyaret edeceğini söyledi. Evimize geldikten 10 dakika sonra kalkmak istedi. Anlamamıştık. Atılmayla ilgili sicil dosyama eklenen bir kağıdın üstüne büyük harflerle 'belgedir' diye yazıyordu. 'Jandarma Kurmay Binbaşı Kemal Şahin'in evine yapmış olduğumuz ziyarette eşinin başörtülü olduğu görülmüştür' deniliyordu. Belge dedikleri kağıdın altındaki imzada Kurmay Albay Halil Helvacıoğlu'nun ismi vardı. Yani o günkü ziyaretin amacı bizi fişlemekmiş."

EŞİMİN ETEĞİ UZUNDU

Jandarma Genel Komutanlığı'nda Asayiş Dairesi Şube Müdürü olarak görev yaptığını anlatan Şahin akıl almaz uygulamalara maruz bırakıldıklarını söyledi. Şahin, daireye atandığında Tümgeneral Helvacıoğlu'nun, Kurmay Albay rütbesinde Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı olduğunu belirtti. Helvacıoğlu ile uzun zaman çalışmalarına rağmen ailesi ile ilgili bir soruya muhatap olmadığını aktaran Şahin, dindar bir insan olduğunun öğrenilmesi ile TSK'dan atılmasının gündeme geldiğini aktardı. Çocuklarının ciddi bir rahatsızlık geçirdiği dönemde Helvacıoğlu'nun aniden 'geçmiş olsun ziyaretine gelmek istiyorum' dediğini söyleyen Şahin şöyle devam etti: "Orada olduğum süre boyunca, çocuklarımı hiç sormamışken birden aklıma gelip 'geçmiş olsuna geleyim' diyerek evimize geldi. Eşim başörtülü ve o zamanlar öğretmendi. Tabi eteği de uzundu. Geldi karşıladık. Daha çay bile ikram etmemiştik. Bir çikolata ve kolonya sunduk. Zorladık tabi kalması için."

O dönem ziyaretten bir anlam çıkaramadığını söyleyen Şahin, 16 Haziran 1998'deki Haziran şurasında ordudan atıldığında ziyaretin gerçek sebebini öğrenmiş. İhraçla ilgili sicil dosyasına baktığında şok bir belge ile karşılaştığını söyleyen Şahin, "Bir kağıdın üstüne büyük harflerle 'belgedir' diye yazılmıştı. Bu kağıtta, 'Jandarma Kurmay Binbaşı Kemal Şahin'in evine yapmış olduğumuz ziyarette eşinin başörtülü olduğu görülmüştür' diye yazıyordu. Belge dedikleri bu fişlemenin altındaki imza Helvacıoğlu'na aitti. Evimizde Arapça Bismillah, Allah ve Muhammed yazan tablolar vardı. Halı renginden, evin duvar boyları ve perde renklerine kadar her şey not edilmiş. Hangi mahkeme, hangi vicdanlı hakim altına belgedir denilen bu kağıda itibar eder?"

YAN YANA NASIL SAVAŞACAKSINIZ?

Kemal Şahin o dönemde eşi Hacer Şahin'in Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı İmam Hatip Lisesi'nde meslek dersi öğretmeni olduğunu söyledi. 28 Şubat darbesi öncesinde başörtüsü ile ilgili bir sıkıntı olmadığı için eşinin okula başını örterek gittiğini söyleyen Şahin, eşinin şimdi bir ilköğretim okulunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptığını aktardı. Okulda eşinin başörtüsünü çıkartarak çalıştığını söyleyen Şahin eşinin o gün hissettiklerini ve düşündüklerini şu cümlelerle aktardı: "Eşime dosyadaki fişlemeyi anlattım. İnanın yıkıldı, ağladı. "Bu komutan senin silah arkadaşın yarın cephede savaş olsa sırt sırta savaşacaksınız. Birbirinize canınızı emniyet edeceksiniz ama seni arkadan hançerledi. Yan yana nasıl savaşacaksınız?" dediğini hatırlıyorum."

3 BİN CAMİYİ RAPOR ETMİŞTİ

Balyoz sanığı Helvacıoğlu daha önce de benzer faaliyetlerle gündeme geldi. Helvacıoğlu'nun Jandarma Bölge Komutanı olduğu dönemde , İstanbul'daki camileri; vakit ve Cuma namazlarına cemaatin katılımı açısından takip ettirdiği ve yaklaşık 3 bin camiyi fişlediği ortaya çıktı. Helvacıoğlu imzasını taşıyan 2004 tarihli bir diğer fişleme notunda, Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve kabinenin diğer üyeleri hakkında şok ifadeler yer alıyordu.

Aydın Doğan'ın kiliseden yardım aldığı ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunduğu yönünde belgeler hazırlayan Helvacıoğlu, Türkçe ibadetle ilgili Batı Çalışma Grubu'na sunulan andıça da imza atmıştı.

KUR'AN KURSU VE DERSANELER BİLE TAKİP EDİLİYOR

28 Şubat sürecinden bu yana yürürlükte olan fişleme yönetmeliğinde skandal hususlar yer alıyor. Buna göre Kur'an Kursları, yurtlar, dersaneler, okullar ve medya takip altında. Ordudan atılanların istihdam edilip edilmediği de rapor ediliyor

Türkiye, 28 Şubat sürecinde askerin baskısıyla çıkartılan yönetmeliğin esareti altında. Takip formlarındaki maddeler ise dudak uçuklatacak nitelikte. Sözde 'disiplinsizlik' nedeniyle ordudan atılan personelin kamuda istihdam edilip edilmediği bile her ay düzenli olarak rapor ediliyor. Kur'an Kursları, yurtlar, dershaneler, okullar ve medya da takip altında.

BUGÜN, 28 Şubat sürecinin fişleme ayıbını yansıtan takip formlarına ulaştı. 1998'den beri her ay mutat olarak doldurulan formlar Kaymakam imzasıyla Valilik ve Emniyet Müdürlüğü'ne gönderiliyor. Ardından İçişleri Bakanlığı ile Başbakanlığa iletiliyor.

TERÖR ÖRGÜTLERİ KAPSAM DIŞI

28 Şubat sürecinde çıkartılan yönetmelik uyarınca hazırlanan takip formlarında bölücü ve yıkıcı faaliyetler kapsam dışında. PKK, DHKP-C, MLKP, TKPML-TİKKO vb. terör örgütleriyle ilgili hiçbir talep yok.

KAYMAKAM TASTİK EDİYOR

Yönetmelik uyarınca her ay düzenli olarak hazırlanan takip formlarını Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü tanzim ediyor. İlçe Kaymakamları tastik ediyor. Yönetmelik yürürlükten kaldırılmadığı için fişleme skandalı devam ediyor. Formda dayanak olarak "406 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kararlarının uygulama durumu ile ilgili icracı birimlerden alınan bilgiler" gösteriliyor.

YURTLAR DA GÖZETLENİYOR

Takip formunun birinci sayfasında yasalara uygun Kur'an Kursu miktarı sorgulanıyor. "Yasalara aykırı görülen tesisler" başlığı altında Kur'an kursları, özel öğrenci yurtları ile vakıf öğrenci yurtları tek tek fişleniyor. İkinci bölüm Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilen Kur'an kursları ile öğrenci yurtlarını içeriyor. "İrticai faaliyet içinde bulunan kuruluşlar" başlıklı son bölümde özel okullar ile özel dershaneler kayıt altına alınıyor.

Yasalara aykırı görülen tesisler kapsamında Kur'an Kursları mercek altına alınıyor. Tespit edilen Kur'an kursu miktarı, idarece kapatılan miktar ile kendiliğinden kapatılan kursların bildirilmesi isteniyor. Özel ve vakıf öğrenci yurtları; tespit edilen miktar, işlem yapılan miktar ve kapatılan miktar olarak irdeleniyor. MEB'e devredilenler bölümünde fişlenen Kur'an kursları ile öğrenci yurtlarının sayısı talep ediliyor. "İrticayi faaliyet içinde bulunan kuruluşlar" adlı bölümde, özel okul ve özel dershaneler; miktar, örenci kapasitesi ve işlem yapılan miktar olarak fişleniyor.

ATILANLARA İŞ VERİLİYOR MU?

Takip formunun ikinci sayfası "yasalara aykırı görülen fiil ve olaylar", "İrticai faaliyet içinde bulunan kuruluşlar", "Silahlı Kuvvetler aleyhine yapılan yayın vb. olaylar", "İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle Silahlı Kuvvetlerle ilişkileri kesilen personelin kamuda istihdamı", "aşırı dinci kesimlerden kamu kuruluşlarınına sızmaların önlenmesi", "silahların ruhsat işlemleri", "özel üniforma giydirilmiş korumalar" ile "Atatürk aleyhine işlenen suçlar" başlığından oluşuyor.

İŞTE TAKİP FORMU

A) Yasalara aykırıgGörülen fiil ve olaylar:

1-Fiiller ve olaylar

a) Tespit edilen miktar b) Adliyeye sevk edilen miktar

2-Kılık kıyafete muhalefet:

a) Tespit edilen miktar b) Adliyeye sevk edilen miktar

3-Kamu kurumlarında kılık kıyafete aykırılık:

a) Tespit edilen miktar b) İşlem yapılan miktar

B) İrticai faaliyet içinde bulunan kuruluşlar:

1-Vakıf:

a) Miktar b) İşlem yapılan miktar

2-Dernek, Tarikat, Dergah, Tekke, Zaviye, Türbe:

a) Miktar b) Kapasite c) İşlem yapılan miktar

3-Yayınlar, radyo, TV (Basın):

a) Tespit edilen miktar b) İşlem yapılan miktar

C) Silahlı Kuvvetler aleyhine yayın vb. olaylar:

a)Tespit edilen miktar b) Adliyeye sevk edilen miktar

D) İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle Silahlı Kuvvetlerle ilişkileri kesilen personelin kamuda istihdamı:

a) Tespit edilen miktar b) Görevlerine son verilen miktar

E) Aşırı dinci kesimlerden kamu kuruluşlarına sızmaların önlenmesi:

a) Tespit edilen miktar b) Görevlerine son verilen miktar
Kaynak: Bugün

Erlere Muayene Zulmü!
07 Aralık 2010
İstanbul Cevizli’de yaşanan çırılçıplak soyulan asker olayının bir benzerinin de Atatürk Havalimanı Koruma Bölüğü’nde meydana geldiği ifade edildi.
İSTANBUL Cevizli’de yaşanan çırılçıplak soyulan asker olayının bir benzeri de Atatürk Havalimanı Koruma Bölüğü’nde meydana geldi.

Önce fikri takip: İstanbul Cevizli’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda sabah içtimaında arkadaşları önünde çırılçıplak soyulan er ve yine aynı yerde 1. Ordu Komutanı’nın ziyareti hazırlıkları telaşıyla topun altında kalarak ölen iki günlük er için yürütülen soruşturmaların akıbeti hakkında bir bilgi alamadım.

Son duyduğum ordunun yine bunları kimin sızdırdığını soruşturduğu... Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner başta olmak üzere tüm komutanlar bununla övünebilirler. Ama hit sayısını son ayda birkaç misline katlayan ve yüzlerce kötü askerlik hatırası yağan http://askerleranlatiyor.blogspot.com sitesindeki şu anji en popüler askerlik hatırası Tuvalet Fırçasıyla Beni Yıkadılar’ı okuduktan sonra aynı hisleri devam edebilir mi emin değilim.

Bana da küçük ama mide bulandıran askerlik hatıraları gelmeye de devam ediyor. Bunlardan bir tanesi yine çırılçıplak soyulan erlerle ilgili. Bu kez olay sadece bir askerin kötü hatırasında kalmamış. Bir davanın konusu olmuş.

Olay 2009 yılında
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Şub 04, 2012 11:17 pm    Mesaj konusu: Sultan Alparslan'dan Askerlerine... Alıntıyla Cevap Gönder

Sultan Alparslan'dan Askerlerine...

“Yiğitlerim!.. Bahâdırlarım!.. Sizin gibi kahraman erlerin hükümdârı olduğum için övünç duyar ve Allah-u Teâlâ’ya hamd ederim! Tahta ilk çıktığımda, yurdun ufkunu saran ihtilâl bulutlarını kılınçlarınızın parlak kıvılcımları ile def’ edib, vatanın bütünlüğünü sağlamış idiniz. Bugün de âlem-i İslâm, karşımızdaki düşmana Allah-u Teâlâ’nın dînini tebliğ etmemizi ve bu yolda, cihâd-ı fî sebîli’llâh uğrunda çarpışmamızı bekliyor! O hâlde hem bi-hakkın vatanı muhâfaza ve hem de i’lâ-yı Kelimetullâh gibi iki kudsî vazîfeyi îfâ etme şerefi şimdi bize düştü!..

Düşmanımız kalabalık, kal’aları muhkem ise de; onların, siz gibi gazâ meydanlarında pişmiş, şehîd olma aşkı ile yanan mücâhidlerin ilk hücûmuna dahî dayanamayacağını bilirim. Zîrâ onlar vatanlarını değil, hayatlarını kurtarma derdinde olan birtakım korkaklardan başka bir şey değildirler! Sizler ise hayâtın gelip geçen bir gölge olduğunu, asıl şerefin Allah yolunda cihâd ederek can vermek olduğunu hakkıyla bilen yiğitlerisiniz!

İşte bu sultânınız, Allah-u Teâlâ’nın şerefli ismiyle adımını gazâ meydanına atıyor. Ben şu kılıncı tutan elim tâkatten kesilinceye kadar çarpışacağım! Dinini, vatanını, sultânını seven ardımca gelsin!..”
(Kars Târihi, c.1, s.337, 354)

Asker Ailesini Kahreden Mektup
05 Aralık 2010

On ay önce, Çandarlı gemisinde vatanî görevini yaparken hayatını kaybeden Taner Deş'in ailesine çocuklarının intihar ettiği bildirildi. Ancak...
On ay önce, Çandarlı gemisinde vatanî görevini yaparken hayatını kaybeden Taner Deş'in ailesine çocuklarının intihar ettiği bildirildi. Ancak onunla aynı gemide bulunan bir asker, aileye ulaşarak 5 sayfalık bir mektup teslim etti. Mektupta gemide alkol ve sigara kaçakçılığı yapıldığı, Taner'in de komutanlara 'sizi ihbar edeceğim' dediği için öldürüldüğü anlatılıyor. Taner'in ailesinin otopsi talebi ise cevapsız kaldı.

Taner Deş, geçtiğimiz şubat ayında Muğla Aksaz Deniz Üs Komutanlığı TCG Çandarlı gemisinde vatanî görevini yaparken hayatını kaybetti. Askerî birimler, ailesine Deş'in intihar ettiğini bildirdi. Ancak bu açıklama aileyi tatmin etmedi. Çünkü çocuklarının intihar edebileceğine ihtimal vermiyorlardı. Taner'le birlikte aynı gemide bulunan bir asker, olaydan beş ay sonra aileye ulaşarak "Oğlunuz intihar etmedi, sigara ve içki kaçakçılığını ihbar edeceği için öldürüldü." bilgisini verdi. Kendi el yazısıyla yazdığı 5 sayfalık mektubu aileye teslim eden asker, mahkemede gizli tanık olarak ifade verebileceğini de söyledi. Gemide görev yapan bütün askerlerin bu durumdan haberdar olduğunu iddia eden asker, yazdığı mektubun terhis olduktan sonra kullanılmasını istedi.

Gizli tanık olmak isteyen asker, Çandarlı gemisinde sigara ve alkol kaçakçılığı yapıldığını iddia etti. Mektupta yer alan bilgiye göre Kıbrıs'tan gemiye yüklenen çok miktardaki sigara ve alkollü içecek, gemideki subay ve astsubaylar tarafından pazarlanıyordu. Taner Deş de bu olayları biliyordu ve komutanlarına kaçakçılık olayını ortaya çıkartacağını söylediği için öldürüldü. Bu gelişme üzerine oğluna otopsi yapılmasını isteyen baba Metin Deş'in talebi yerine getirilmedi. Baba Deş, devlet büyüklerinden olayın aydınlatılması için yardım bekliyor.

TCG Çandarlı gemisinde öldürülen asker Taner Deş'le birlikte aynı gemide görev yapan başka bir asker, aileye ulaşarak 'Oğlunuz intihar etmedi, gemide yapılan sigara ve içki kaçakçılığını ihbar edeceği için öldürüldü.' şeklinde bilgi verdi. Aileye kendi el yazısıyla yazdığı 5 sayfalık ifadeyi de teslim eden asker, mahkemede gizli tanık olarak ifade verebileceğini söyledi. Asker, Deniz Kuvvetleri'ne ait TCG Çandarlı gemisinde sigara ve alkol kaçakçılığı yapıldığını iddia etti. İfadeye göre Kıbrıs'tan gemiye yüklenen çok miktardaki sigara ve alkollü içecekler, gemideki subay ve astsubaylar tarafından pazarlanıyordu. Taner Deş de bu olayları bildiği ve komutanlarına kaçakçılık olayını ortaya çıkartacağını söylediği için öldürüldü. İntihar ettiği söylenen Taner Deş'in babası Metin Deş de ifade veren askerin terhis olmasının ardından, savcılığa suç duyurusunda bulunarak tekrar otopsi yapılmasını istedi. Ancak savcılık ilk otopsi sonucu gelmeden yeni bir otopsi yapılamayacağını belirtti. 9 aydır çocuklarının ölümüyle ilgili otopsi raporunun gelmemesinden yakınan baba Deş, oğlunun ölümünün aydınlatılması konusunda devlet büyüklerinden yardım istiyor. Baba Deş, "28 Şubat 2010 tarihinde tezkeresine 85 gün kala Taner'in gemide intihar ederek hayatını kaybettiği yönünde bilgi geldi. Duyduğumuzda inanamadık. Çünkü Taner, intihar edebilecek birisi değildi. Gemideki komutanları bizim olay yerine gidip cenazeyi almamızı istemedi ve buna engel oldu. Cenazemizi Afyon'da yolda karşılayarak aldık. Cumhurbaşkanı'mız Abdullah Gül'e bu konuda bir dilekçe yazarak durumu anlatarak kendisinin yardımını isteyeceğiz." diyor. Metin Deş, oğlunun cenazesini defnettikten sonra kendisinin gemiye gittiğini ve komutanlarıyla görüştüğünü anlatıyor. Aykut Binbaşı'nın kendisine "İntihar olayını kafana takma. Sen ne istiyorsan öyle bir belge düzenleriz.'' dediğini iddia ediyor.

'AMCA BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL'

Ayrıca gemiden ayrılırken bazı arkadaşlarının da kendisine sarılıp kulağına 'Amca olay bildiğin gibi değil.' diye fısıldadığını dile getiren Deş, Taner'le birlikte aynı gemide görev yapan ve isminin verilmesini istemeyen arkadaşının da olaydan sonraki ilk izninde kendilerini ziyarete geldiğini ve 5 sayfalık yazılı ifade verdiğini söylüyor. Taner'in annesi Ayşe Deş de oğlunun hiçbir şeyi umursamayan, maddî ve manevî sorunları olmayan bir çocuk olduğunu ve intihar etmiş olabilmesine ihtimal bile vermediğini söyledi. Çocuğunun öldürüldüğünü ve bunun gizlenmeye çalışıldığını kaydeden anne Deş, gözyaşları içerisinde sorumluların bir an önce ortaya çıkaltılmasını istedi.

Mayıs ayında İzmir ve Balıkesir Emniyet müdürlüklerine gelen ihbar üzerine İspanya'dan Erdek'e gelecek olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ait Edremit isimli savaş gemisine baskın düzenlenmişti. Askeri savcının gözetiminde yapılan aramada geminin cephanelik bölümünde koliler halinde 5 bin pakete yakın sigara ile 300 şişe viski bulunmuştu. İhbarda, gemi personelinden Teğmen A.E. ile astsubaylar S.T. ve E.A.'nın kaçakçılığı gerçekleştirdiği öne sürülüyordu. İhbarda adı geçen ve TSK personeli 3 kişiyle ilgili 'sigara kaçakçılığı' iddiasıyla adli soruşturma başlatılmıştı. aktifhaber

YER; ANKARA HİPODROM... YIL; 1950 SONBAHARI...


İŞTE ORDU, İŞTE KOMUTAN!..

YER; ANKARA HİPODROM... YIL; 1950 SONBAHARI... GÜN; CUMA... İMAM; 241. PİYADE ALAY KOMUTANI ALBAY CELAL DORA... CEMAAT; KORE YOLCUSU 241. PİYADE ALAYI ASKERLERİ.
Kaynak: Edeb-i Hayat

Yolsuzluğu Bildiren Yarbay Aracında Vuruldu
21 Şubat 2012
Topkule Kışlası’ndaki yolsuzluğu askerî savcılığa bildiren yarbay aracında vuruldu. Yanında kurşun deliği bulunan bir yastık bulundu.

İstanbul Fenerbahçe Orduevi Lojmanları’nda eşi ve bir çocuğuyla yaşayan Yarbay Aşkın Öğreten, otoparktaki arabasının içinde kafasından vurulmuş halde bulundu.
Taraf'ın haberine göre, ağır yaralı olarak GATA’ya kaldırılan Öğreten, hayatını kaybetti.
Araçtaki, üzerinde kurşun deliği bulunan kanlı yastık şüphe uyandırırken, Yarbay Öğreten’in, görev yaptığı komutanlıkta yaşanan bir yolsuzlukla ilgili olarak askerî savcılığa suç duyusunda bulunduğu ortaya çıktı. Araçta bulunan silahın da Öğreten’in ruhsatlı silahı olduğu öğrenildi.
TRT

"Burada Allah yok Kenan Paşa'ya yalvar!"
12 Şubat 2012
12 Eylül 1980 darbesinden 2 gün sonra gözaltına alınan, işkencelerden geçirilen, 16 yıl sonra “Pardon, suçsuzmuşsun” denilerek tahliye edilen Ferman Öztürk anlatıyor: “İşkence altında ‘Allah'ım yardım et' diye bağırdım. Bir albay kahkaha atarak; ‘Allah burada yok, yalvaracaksan Kenan Paşa'ya yalvar' dedi.”

İşkence mağduru Ferman Öztürk; Selimiye Kışlası, Metris Cezaevi ve Gayrettepe'de gördüğü kan donduran işkenceleri Akit'e anlattı. Vücudunda defalarca sigara söndürüldüğünü, cinsel organın dağlandığını söyleyen Öztürk, darbecilerin sağcı olarak nitelenmesine de bir anlam veremiyor. Darbeden iki gün sonra 14 Eylül 1980'de Dev-Sol'cu denilerek götürüldüğünü belirten Öztürk, cuntacıların sağcı solcu ayrımı yapmadan işkence yaptığını vurguladı. "Karşı hücrede yatan Akıncı genci gözümün önünde döve döve öldürdüler, benim cinsel organımı dağladılar, avret mahalimde sigara söndürdüler. 'Allah'ım yardım et' diye bağırınca bir albay 'Allah burada yok, Kenan Paşa var. Yalvaracaksan ona yalvar' diye kahkaha atıyordu" şeklinde konuşan Öztürk, Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı Binbaşı Recep Sözen'in kafasına kül tablasıyla vura vura imzalattığı ifade tutanağı yüzünden 16 yıl hapis yattıktan sonra "Pardon, suçsuzmuşsun" denilerek tahliye edildiğini söyledi.

DARBENİN İKİNCİ GÜNÜ EVİNDEN ALINDI

12 Eylül darbesi ile ilgili davanın görülmesine sayılı günler kala, darbe mağdurları karanlık döneme ilişkin çarpıcı bilgiler veriyor. Akit'in ulaştığı darbe mağduru Ferman Öztürk, başından geçen korkunç olayları şöyle anlattı: "Darbenin 2. günü 14 Eylül'de polisler evi bastılar, on kişi üzerime çullandı. 4. Levent'teki evimden battaniyeye dolayarak Gayrettepe'ye götürdüler. Şubede bir odaya alındık ama içeride belki 500 kişi vardı. 'Hoşgeldin dayağı' diye tabir ettikleri dayak burada başladı. Meğerse gerçekten açılışmış bu dayak, 140 gün burada işkence gördüm. Mazlumder ve İHH gibi derneklerin basına duyurduğu işkence yöntemleri benim gördüklerimin 500 kat gerisinde."

"CİNSEL ORGANIMA ELEKTİRİK VERDİLER"

Burada gördüğü işkenceye ilişkin bilgi veren Öztürk "Gözlerim bağlı şekilde bir odaya alındım seslerden anladığım kadarıyla iki polis odadaydı. Üzerime su döküp parmaklarıma ve cinsel organıma bir metal tel bağlayıp elektrik verip dağladılar. Makatımda sigara söndürdüler. Ben feryad edip bağırdıkça onlar kahkahalar atıyordu. Neyi itiraf edeceğimi dahi söylemeden 'İtiraf et, 'Ben yaptım' de' diyecek kadar sadistlerdi" diye konuştu.

"JOPLA TECAVÜZ ETTİLER, MAHREM YERLERİNE ELEKTİRİK VERDİLER"

Gayretepe Emniyet Müdürlüğü'nde gözünün önünde bir genç kıza yapılan işkenceyi unutamadığını söyleyen Öztürk, "Gayrettepe'de kaldığım 140 gün boyunca karşılaştım en kötü manzara kadınlara uygulanan işkence biçimiydi. Gencecik kızları çırılçıplak soyup jopla tecavüz ediyorlardı. Üniversite talebesi bir kızın çığlığı hala kulaklarımda. Kızcağızı soyup askıya astılar. Yalvarışlarına aldırmadan göğüslerine ucunda kıskaçlar olan bakır kabloları bağlayıp elektrik verdiler. O çığlıkları, yalvarış yakarışları hala kulağımda" dedi.

SAĞ SOL AYRIMI YOK; İŞKENCE VAR, ÖLÜM VAR

Burada gördüğü korkunç işkencelerden sonra 1. Ordu Komutanlığı'na bağlı Selimiye Kışlası'na götürüldüğünü söyleyen Öztürk, kışlanın bodrum katında sağcı solcu ayrımı yapılmadan dayak yemeye devam ettiklerini ifade etti. "Gayrettepe'de öldürüleceğimi düşündüğüm esnada bizi toparladılar, askeri araçlara bindirip Selimiye Kışlası'na götürdüler. 'Hangi yargı bizden hesap sorabilir ki' havası içinde, gözlerimizi bağlamaya dahi gerek duymadan araçtan indirip kışlanın eksi 1. katına indirdiler. Zifiri karanlıktı, insanlar zar zor seçiliyordu. Kışlanın deniz cephesinde tavana yakın on santimlik birkaç tane pencere vardı, öğleden sonra güneş uygun konumu aldığında denizden ışık yansıyor, içerisi biraz daha aydınlanıyordu. Islak beton üzerine 500'den fazla kişi oturmuş, sırayla kaba dayağa alınıyordu. O ana kadar darbeyi sağcıların yaptığını, Kenan Evren'in sağcı olduğunu düşünüyorduk. Gördüğümüz manzara sağcı, solcu, İslamcı herkesin burada dövüle dövüle öldürülmesi veya sakat bırakılmasıydı. Akıncı bir genç vardı karşı hücremde, döve döve öldürdüler" şeklinde konuşan Öztürk, ağır işkence altındaki sorgular sonunda Metris Cezaevi'ne götürüldüğünü vurguladı.

SAVCI RECEP SÖZEN KÜLLÜKLE VURA VURA İMZALATMIŞ

Sistematik işkencenin burada da devam ettiğini ifade eden Ferman Öztürk, sıkıyönetim savcısı tarafından sorgulanacağının söylenmesi ile kısa süren bir mutluk yaşadığını, fakat bu mutluğun savcının kafasına küllükle vurması ile son bulduğunu belirtti. Öztürk "İşkence günlerimiz aralıksız devam ediyordu. Götürüldüğümüz her yerde yeni işkenceciler ve yeni yöntemlerle karşılaşıyorduk. Bir gün 'Savcının karşısına çıkacaksın' dediler, sevindim. 'Dayak bitti, derdimizi anlatacak bir adam bulduk' dedik, ne mümkün, daha beter çıktı. Hiç unutmuyorum, Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı Binbaşı Recep Sözen'in karşısına çıktım. Hakkımdaki iddiaları okuttu, matbu bir evrak, herkese aynı iddia. Kabul etmediğimi söyledim. 'İşkence altındayım' dedim. Ayağa kalktı, küfür ede ede gelip kafama kültablasıyla vurdu. 'Ulan sorguda kabul etmişsin, şimdi niye reddediyorsun? Kabul et bu suçlamaları' diyerek vurmaya devam etti. İşkence gördüğümü söylüyorum, adam işkence yapıyor. Daha sonra döve döve imzalattı" şeklinde ifade etti.

"KENAN PAŞA'YA YALVAR"

"En acımasız savaşlarda dahi merhamet izine rastlanır fakat darbede hayır. Merhametin kırıntısı dahi yoktu. Kenan Evren kalkıp diyor ki 'Benim işkencelerden haberim yoktu.' Öyle bir yapı kurulmuştu ki onun haberi olmadan birinin kulağı dahi çekilemezdi. Cezaevi komutanlarından Yarbay Yüksel Tuncer kadar acımasızını görmedim. Tüm işkence ve küfürleri o organize ediyordu" diyen Öztürk, "'Allah' diye feryad etmek yasaklanmıştı. İşkencede 'Allah'ım yardım et' dedim, bir albay kahkalar atarak güldü. 'Yardım isteyeceksen Allah'a değil Kenan Paşa'ya yalvar. Burada Allah yok' dedi. Anladım ki bu adamların dini de yok" şeklinde konuştu.

16 YIL SONRA 'PARDON, SUÇSUZMUŞSUN' DEDİLER

Suçsuz yere 16 yıl cezaevinde kaldığını belirten Ferman Öztürk, 1996'da Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi'nden gönderilen özür yazısı ile tahliye edildiğini söyledi. Öztürk "Kafama küllükle vurulup imzalatılan ifade tutanağından 16 yıl sonra, 'Pardon, suçsuzmuşsun' diyerek tahliye ettiler. 24 yaşında genç bir öğrenciydim, hayallerim vardı. 40 yaşında işsiz güçsüz bir adam olarak tahliye oldum. Allah o günleri genç neslimize göstermesin. Bizim hayatımızı bitirdiler, başka kimseninki böyle olmasın" dedi.
YENİ AKİT

Henri Barkey: "AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik"
14/06/2012

Utah Üniversitesi’nde konferans veren CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey, AB üzerinden yapılan derin operasyonu bu ifadeyle tanımladı.

İlk kez İslami parti iktidarda

Bu şoke edici sözler, TBMM’de 2003 yılında 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra Utah Üniversitesi’ndeki “Felaket ile Flört: Türkiye- Irak-ABD” adlı konferansta söylendi. Kürsüye çıkan Barkey, 3 Kasım’da ilk kez bir İslami partinin iktidara geldiğini hatırlatarak şöyle dedi:
Ordu ABD’ye güvenmiyor.

Yaptığımız görüşmelerde bize, ’AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini, bunu kendileri için bir rönesans olduğunu’ söylediler. Türk Ordusu ise ABD’ye güvenmiyordu. Irak’a ABD’den bağımsız girmek istediler. Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla orduyu çok sıkı bir kafese kapattık.

“AKP ile anlaşarak TSK’yı kafesledik”

CIA ajanı Barkey, 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABD’de verdiği konferansta, “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” anlatmış.

Haber : Salim Yavaşoğlu

CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in, 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra 26 Mart’ta Utah Üniversitesi’nde verdiği “Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD” adlı konferansta, AKP lideriyle anlaşarak “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” söylediği ortaya çıktı. Barkey, AKP’nin, AB reformlarında ısrarlı tutumu ve ABD’nin Türkiye’ye gün vermesi için AB’ye baskı yapmasının “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesleme” planı olduğunu ifade ediyor.

“Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD”

Barkey’in bu sözleri kullandığı dönemde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral Hilmi Özkök oturuyordu. Konferanstan 3 ay sonra, 4 Temmuz 2003’te de K. Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. İlerleyen yıllarda ise Ümraniye ve Balyoz gibi soruşturmalarla çok sayıda subay tutuklanarak adeta “kafes”leniyor. Konuşmasında, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden Türk Ordusu’nu sorumlu tutan Barkey, ABD’nin en büyük felaketinin Türk Ordusu’nun, “PKK terörü ve çıkacak karışıklıkta Türkmenleri korumak için” Kuzey Irak’a girmekte ısrar etmesi olduğunu, bu nedenle konuşmasının adını “Felaket ile Flört” koyduğunu anlatıyor. Barkey, tezkerenin reddiyle gerçekleşmeyen kuzey cephesinin sırf TSK’nın K. Irak’a girmesinin engellenmesi için düşünüldüğünü ifade ediyor.

Kızarlar ama unuturlar

Tezkerenin reddinden sonra TSK’nın “Ne olursa olsun ABD’den bağımsız olarak K. Irak’a girmek” tavrında ısrarlı tutumunu sürdürdüğünü kaydeden Barkey, bunun engellenmesi için “AB’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vermesi gerektiğini, müzakere tarihinin en büyük yararının Türkiye’nin dikkatini Irak’tan uzaklaştırmak” olacağına parmak basıyor. Barkey bu sürecin AKP hükümeti eliyle yürütüleceğini, AB reformları ile TSK’nın kafese kapatılacağını anlatıyor. TSK’nın Irak’a girmesi engellenirse bunun ABD için en iyi senaryo olacağını belirten Barkey, Türklerin başta çok kızacağını sonradan unutup ilişkilerin derinleşerek devam edeceğini söylüyor. Barkey, AKP ile yürütülen bu planın gerçekleşmesinin 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden daha önemli olduğunu da vurguluyor. Barkey, “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” açıkça söylediği konferansta 1 Mart tezkeresi öncesinde yaşananlar hakkında da çarpıcı açıklamalar da yapıyor.

Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini hiç istemedik!

Henri Barkey, Kuzey cephesinin açılmasına neden olacak 1 Mart tezkeresinin aslında Kuzey Irak’a girmekte ısrarlı olan Türk Ordusu’na karşı düşünülen bir önlem olduğunu da şöyle itiraf ediyor. “1 Mart tezkeresinin geçmemesinin tüm suçu Türk Ordusu’nda. Çünkü, İslamcı hükümet ile Türk Ordusu arasında çekişme vardı. Problemin önemli bir parçası Türk Ordusu’nun Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenmemesiydi. Halbuki biz ’Bağımsız Kürdistanı’ desteklemiyorduk. İnanmadığımızı söylüyorduk. O yüzden bu konuşmanın adını ’Felaketle Flört’ koydum. Türk Ordusu, ABD’den bağımsız olarak Kuzey Irak’a girmek istiyordu. Ne olursa olsun! ABD’nin ise en son istediği şey buydu. Çünkü, Iraklı Kürtlerle Türk Ordusu arasında gerilim olacaktı. Zaten Kuzey cephesi bu tür sorunların ortaya çıkmaması için düşünülmüştü.”

Askerleri, “güç” olarak görmek istemiyorlardı

AKP’nin değişim söylemine inandığını belirten Barkey, iktidar partisini, “Askeri, güç olarak görmek istemeyen, sivilleşmeden yana ve merkez sağ olmak isteyen bir parti” olarak tanımlıyor. Barkey, 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti ve lideriyle “Türk Ordusu’nu sıkı bir kafese kapatma” temaslarını ise şöyle anlatmış: “İlk kez bir İslami parti tek başına iktidara geldi. O güne kadar Türkler, AB’ye temkinli yaklaşıyordu. İlk kez ‘AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini’ söylediler. İlk kez bir Türk hükümeti, ‘AB’ye girmek istiyoruz, onların kriterleri bizim için ölçü olur’ diyor. Bir İslamcı liderin rönesans terimini kullanması bana çok belirleyici geldi. Çünkü, AB’ye katılarak adaylık sürecinin Türkiye’yi daha fazla demokrat yapacağına inanıyorlar. Bu demokratikleşme süreci içinde biz orduyu çok sıkı bir kafese kapattık. Bundan sonra asker, eskiden olduğu gibi her 10 yılda bir müdahale edemeyecek. Keyfince hükümetleri değiştiremeyecek. AB’ye adaylık süreci Türkiye’yi daha demokratik bir ülke haline getirecek. Bu süreç Türk Ordusu’nun tutumuyla darbe yedi. Şunu söylemeliyim ki; Kuzey Irak’ta bir çatışma bu süreci zaafa uğratır ve geriletebilir. Eğer; biz bu Saddam’ı umut ettiğimiz kadar çabuk devirirsek, Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a girmesini engelleyebilirsek, 1 Mart tezkeresi 1 yıl içinde unutulur. Türk hükümeti de reformlar yolunda devam ederse ilişkilerimiz iyileşmeye devam eder. Gelecek için umutluyuz. Türk Ordusu, Kuzey Irak’a girmelerinin hakları olduğunu söylüyordu. Ancak Başkan Bush, Türklere ‘giremezsiniz’ dedi.”
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=68868

Askeri casusluk operasyonu kapsamında 10'u muvazzaf asker 12 kişi tutuklandı
16 Haziran 2012
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturmanın son dalgasında 49 kişi gözaltına alınmıştı.
Zanlıların, fuhuş yaptırılan kadınlar aracılığıyla bazı askeri personelin uygunsuz görüntülerini çektikleri ve bunlarla şantaj yaparak bazı askeri bilgileri elde ettikleri iddia ediliyordu.
Mahkemeye sevk edilen 26 kişiden 4'ü savcılık tarafından serbest bırakıldı.
Mahkeme, diğer zanlılardan 10'u muvazzaf asker 12 kişiyi tutukladı, 10 kişiyi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı.
Gözaltında bulunan 23 kişinin de adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.
İzmir polisi, 3 yıl önce elektronik postayla gelen ihbarın ardından soruşturma başlatmış, mayıs ayındaki operasyonlarda da 13'ü asker 45 kişi tutuklanmıştı.
TRT

YAHUDİ HAHAM: KADIN AJANLAR İSRAİL İÇİN DÜŞMANIYLA BİRLİKTE OLABİLİR

İsrailli hahamlardan Ari Schvat, İsrailli kadın ajanların, ülkeleri için gerekirse düşmanlarıyla yatabileceklerini söyledi.

Tzomet Enstitüsü tarafından yayınlanan ve 'ulusal güvenlik için yasadışı ilişki' adlı araştırmada görüşlerine yer verilen Schvat, bu şekilde düşmanın tuzağa çekileceğini söylüyor.
Din ve modernitenin karşılaştırıldığı çalışmada Scnvaü. bu tür tuzakların sadece modern casusluk yöntemleri arasında yer almadığını, eski tarihlerde de bu tür yollara başvurulduğunu öne sürüyor.
Bu tür casusluk faaliyetlerine en güzel örnek olarak ise İsrail'in nükleer programını deşifre eden Yahudi teknisyenlerden Mordehay Vanunu'nun kadın bir ajan tarafından etkisiz hale getirilerek İsrail'e getirilmesi gösteriliyor.

Son olarak Ocak 2010 yılında Dubai'de öldürülen Hamas üst düzey yöneticilerinden Mahmut el Mabhuh cinayetinde de kadın casuslar kullanılmıştı.

Schvat'a göre Tevrat'ta bu tür olaylara fazlasıyla rastlanıyor. "Yahudi asıllı Kraliçe Esther, halkını korumak için Pers Kralı Xerxes ile birlikte oldu." diyen Schvat, bu tür olaylara başka örnekler de veriyor.

Evli kadınların bu tür olaylarda kullanılması durumunda kocaları tarafından boşanmaları gerektiğini de söyleyen Schvat, bu tür görevlerin böyle yollara başvurmaktan çekinmeyecek kadınlara verilmesini de öneriyor.

Araştırmada erkek ajanlara bu konuda herhangi bir yol gösterilmiyor. Tzomet Enstitüsü Müdürü Haham Yisrael Rosen, Mossad'ın kadın ajanlarının zaten bu konuda gelip hahamlardan görüş almadıklarını da belirtiyor.
http://www.facebook.com/

Bizi Utandırıyorsunuz
Naci Beştepe
E.Tümg.
09.12.2012

Harbiye’ye başladığım zaman US damgalı mataramız, ekmek çantamız, çatal kaşığımız ve kasaturamız vardı.

Tüfeğimiz de ABD yapımı M1 idi.

İçten içe üzülürdük.

Eziklik duyardık.

Her atışta dağılan Kırıkkale tüfeklerine sarılırdık.

Topçu olunca gittiğimiz Polatlı’da düşürdüğüm bir US dürbün için aylarca uğraşmıştım.

“Bulunmaz Hint kumaşı“ derler ya öyleydi.

Teğmenden kıymetliydi neredeyse.

İlk görev yerim doğudaydı.

Kışlık malzemeler vardı; kayak, hedik, parka...

Hepsi US.

Bir Amerikan parkası kaybetmek silah kaybetmeye eşdeğerdi.

Zamanla bunlar azaldı, azaldı ve bitti.

ABD üsleri her yeri sarmıştı.

Bitmedi ama azalmıştı.

Türk subayı olarak onur kırıcı durumlardan giderek kurtuluyorduk.

Kürecik ve Patriot olayı gururumuzu incitti yeniden.

NATO, Sovyetler’in dağılışından sonra düşman arar olmuştu.

NATO derken ABD demek istediğimi kabul edebilirsiniz.

Sonunda buldu.

Petrol ve doğal gaz, yani enerji kaynaklarının bol yerini.

Düşman yarattı Irak’tan, İran’dan ve de Suriye’den.

NATO üyesiyiz ya, bize de düşman oldu birden komşularımız.

“Sıfır sorun“ derken hem de.

Kol kola tatil yaparken.

Suriye’yi ne kadar zorlasanız Türkiye’ye tehdit olmaz, olamaz.
Eti ne budu ne garibin.

Zaten kendi derdine düşmüş.

Milli güç unsurlarını tek tek ele al, biri bile Türkiye ile boy ölçüşemez.
Ne ekonomisi, ne insan gücü, ne coğrafyası, ne silahlı kuvvetleri ne diğerleri.

US damgalı bir general çıkmış

“Türkiye’yi koruyacağız, Türkiye’nin sınırlarını koruyacağız“

diye nutuk atıyor.
Utanıyorum yazmaya.
Hani köpekleri uzaklaştırmak için denir ya.
Aynen öyle.

İzmir’de oluşturulan NATO Kara Komutanlığı’na gelmiş.

Bizi koruyacakmış.

Bu adama değil konuşturanlara bakmak lazım.

“Türkiye NATO toprağıdır“

diyene.

“Suriye bize askeri tehdittir“

diye o sözün sahibini bilgilendirene.

“Biz, ulusal olanaklarımızla, Suriye’den gelecek her türlü tehdidin üstesinden geliriz“

diyemeyene.

“Suriye, durup dururken bize neden füze saldırısında bulunsun, öyle bir şey yaparsa anasından emdiğini burnundan getiririz“

diyemeyene.

Benim sitemim US Korg. Hodges‘e değil bizi yönetene ve onun askerine...

Kaynak: Aydınlık gazetesı

Müyesser’in Not Defterinden: TSK’nın Virüsü Bulundu!..

Başbakan Erdoğan biraz önce Orta Avrupa turundan döndü, Esenboğa Havaalanı’nda açıklamalar yaptı.

Bir gazeteci TSK’daki istifaları ve bu istifaların “zaafiyete” yol açtığı iddialarını sorudu...

Sanki daha 15 gün önce Donanma Komutanı Nusret Güner’in istifası yaşanmamış,

Bunun ardından Deniz Kuvvetleri’nde beklenen diğer istifaların önlenmesi için toplantılar yapılmamış,

Ve dahi 25 Ocak gecesi bizzat kendileri Kanal 24’te Yiğit Bulut’un bir sorusu üzerine;

Bazı medya organlarının TSK’ya karşı çok haksız davrandığını,
Hudut koruması ve bedelli için talep olmadığını,
400’e yakın askerin tutuklanmasının TSK’nın moralini alt üst ettiğini, terörle mücedeleye sekte vurduğunu;
Neredeyse komuta kademesinde oralara gönderecek komutan kalmadığını

Anlatan kendileri değilmiş gibi: "TSK’da zaafiyet iddiaları affedilir bir şey değildir. Bu, TSK’nın içini karıştırmak için atılmış bir virüstür." demez mi?

Doğru, sadece TSK’ya değil, bizler dahil yüzlerce insana "virüs atıldı". Tutuklamalar bu virüsler sayesinde yapıldı. O gerçek "virüsleri" görmezden gelip, "zaafiyet" sözlerine "virüs" yakıştırması yapmak, üstüne daha 12 gün önceki sözlerini unutmak nasıl bir şeydir?!..
http://www.facebook.com/MuyesserYildiz

TSK’nın ruhu 'paralı asker' işiyle bozuldu
18/08/2013



Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, dünyanın sayılı orduları arasında gösterilen TSK’daki disiplin zafiyetinin ve emre itaatsizlik olaylarının şaşırtıcı boyutlara ulaştığını söyledi.

TSK’nın ruhu 'paralı asker' işiyle bozuldu.

Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, dünyanın sayılı orduları arasında gösterilen TSK’daki disiplin zafiyetinin ve emre itaatsizlik olaylarının şaşırtıcı boyutlara ulaştığını söyledi.

Dünyanın sayılı orduları arasında gösterilen TSK’da sözleşmeli er ve erbaş uygulaması ile birlikte disiplin suçları patladı. Komando tugaylarının sözleşmeli personelden oluştuğunu anımsatan emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, “Duyumlarıma göre disiplinsizlik olayları var. Paralı asker olunca problem çıkaranlar varmış” dedi. Edinilen bilgilere göre, sözleşmeli er ve erbaş uygulaması ile birlikte TSK’da disiplin suçları artış gösterdi. Özellikle kışlalarda kalan uzman er ve erbaşlar arasında çok sayıda olayın meydana geldiği ve yasak madde kullanımından emre itaatsizliğe kadar çok sayıda olayın yaşandığı iddia edildi.

Harbiyeli ruhu yok

Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, sözleşmeli personel uygulaması ile birlikte TSK’nın “milli” tarafının bozulduğunu söyledi. Sözleşmeli subay, er ve erbaşların memur zihniyeti ile çalıştıklarını ifade eden Eslen şunları kaydetti: “Orduyu bozdular. Sözleşmeli subaylar var. Bunlar sorumluluk almaz. Maaşını alır, verilen görevi yapabildiği kadar yapar: Memur zihniyetinde çalışır. Bir Harbiyeli gibi çalışmaz. Bir taraftan sözleşmeli askerler de var. Komando tugaylarının hepsi sözleşmeli oldu. Aralarında problem çıkaranlar var. Disiplinsizlik olayları var.”

ABD yenildi

Nejat Eslen, paraya rağmen sınır birliklerinde görev yapacak personel bulunamadığını da söyledi. TSK’nın 90’lı yıllarda PKK terör örgütü ile mücadelesinde başarılı olmasının nedeninin sayısal üstünlük ve disiplin olduğunu anlatan Eslen şöyle konuştu: “Makyavel; ’dünyanın en kötü orduları paralı askerlerden oluşan ordudur. Çünkü onlara vatan için ölecek kadar para vermeniz mümkün değildir’diyor. Amerika, Afganistan’da, Irak’ta paralı asker kullandığı için yenildi. Onlar vatan için savaşmıyorlar ki. Para için yeşil kart için, pasaport için savaşıyorlar. Paralı askerlerden oluşan bir ordu milli değildir. Orduda sayısal üstünlük diye bir kural var. 90lı yıllarda Güneydoğu’da alan kontrolünü nasıl sağladık! Yeteri kadar asker götürebildik oraya. Onun için ordunun hesap yapmadan, rastgele küçülmesi doğru değildir.” Eslen, TSK’nın yapısıyla oynayanların korktukları için böyle bir politika izlediklerini de sözlerine ekledi.
Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu, son olarak Şubat ayında değiştirildi. Yeni kanunla çok sayıda değişikliğe gidildi. Yeni kanunla bir fiile birden fazla ceza verilmesi yasaklandı. Disiplin koğuşu ve kıtada oda hapsi cezaları da kaldırıldı. Yapılan değişikliklerden bazılarının, ordudaki disiplini zafiyete uğrattığı iddia edildi.

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=87790

"TÜRK ORDUSUNA KUMPAS KURULMUŞ''...!
Ahmet Hakan
30.12.2013

Birkaç gündür böyle diyorlar.

Hatta gazetelerinden biri dün manşeti çakmış:
“Aynı kumpası Türk Ordusu’na da kurdular”.

Peki bu durumda “kumpas” diyen başbakan danışmanlarına, “kumpas” diye manşet atanlara, “kumpas” imasında bulunan hükümet adamlarına ne diyeceğiz?
-“İyi de hepiniz üç gün öncesine kadar başka telden çalıyordunuz” mu diyeceğiz?
-“İyi de hepiniz söz konusu o kumpasın ağa babası rolündeydiniz” mi diyeceğiz?
-“İyi de delil toplama işini bile TRT’den canlı yayınla yapıyordunuz” mu diyeceğiz?
-“İyi de savcıdan kaptığınız bilgileri, apaçık doğrularmış gibi halkın üstüne boca ediyordunuz” mu diyeceğiz?
-“İyi de ulan hepiniz oradaydınız be” mi diyeceğiz?
Hayır, hayır.
Bunları demeyeceğiz.
Çünkü bunlar denildi, deniliyor.
Ancak görülüyor ki...
Bunların denilmesi, karşı tarafta en küçük bir yüz kızarıklığı bile oluşturmadı, oluşturmuyor.
*
O zaman başka bir şey söylemek lazım.
İşte söylüyorum:
*
“Kumpas” deyip geçemezsiniz ağalar!
Daha doğrusu...
-“Kumpas” sözcüğünü, hükümete yakın kişiler hakkındaki yolsuzluk iddialarından ve bu iddiaların soruşturulmasından kaçış için kullanamazsınız.
-“Kumpas” sözcüğünü ahalinin dikkatini başka bir yöne çevirmek ve kafa karıştırmak için kullanıp kaçamazsınız.
“Kumpas” sözcüğü ağzınızdan çıkıyorsa...
Gereğini yapmak zorundasınız.
Yoksa yaptığınız sadece size yönelen tepkiye yön değiştirme maksatlı basit ve ilkel bir uyanıklıktan başka bir anlam taşımaz.
*
Gereği ne mi bu işin?
İşte açıklıyorum gereğini...
Eğer size gerçekten inanmamızı istiyorsanız:
-Bugünlerde nasıl yakınlarınızın savcılık soruşturmasından kurtulması için üç saate beş miting sığdırıyorsanız, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un hapisten çıkması için iki saate sekiz miting sığdırın da inanalım.
-Bugünlerde nasıl hükümete yönelmiş bir yolsuzluk soruşturmasına karşı istiklal mücadelesi başlattıysanız, ordunun tüm generallerine yönelmiş, bazı kuvvet komutanlıklarında general bırakmamış davalar için de istiklal mücadelesi başlatın da inanalım.
-Bugünlerde nasıl 28 yaşında, hükümetin üç bakanıyla al takke ver külah ilişkiye girmiş tartışmalı adam için “Tanırız, hayırsever bir işadamıdır” diyorsanız, Hanefi Avcı için “Tanırız, dürüst bir polistir” deyin de inanalım.
-Bugünlerde nasıl “O çantanın içinde para olduğu ne malum” diyorsanız, kitap için söylediğiniz “Bombadan bile daha tesirli” sözü için binlerce tövbe edin de inanalım.
-Bugünlerde nasıl yasalara aykırı yönetmelikler çıkarıyorsanız, “kumpas” sonucu içeri tıktığınız kişiler için de bir şeyler yapın da inanalım.
-Bugünlerde işin ucu kendinize dokunduğunda nasıl “Amerika” diyorsanız, nasıl “Dış mihrak” diyorsanız, nasıl “Dış düşman” diyorsanız, aynısını generaller için deyin de inanalım.
-Bugünlerde nasıl kefenlere sarınıp istiklal savaşları başlatıyorsanız, Silivri Cezaevi’nin önünde kefenlere sarınıp istiklal savaşı başlatın da inanalım.
-Bugünlerde nasıl kendinize yöneldiğini söylediğiniz “kumpas”a karşı Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en görkemli direnişini sergiliyorsanız, “kumpas” sonucu ocakları sönmüş vatandaşlarınız için de benzer bir direniş sergileyin de inanalım.
Başka türlü olmaz.
Başka türlü zerre kadar inandırıcı olamazsınız.
*
Öyle “kumpas” deyip geçemezsiniz.
Her gün birkaç tanesini piyasaya sürdüğünüz o sınırsız sorumsuz yeniyetme analizciler konumunda değilsiniz ki söyleyip de geçesiniz.
Devleti yönetiyorsunuz devleti...
Başbakan’a danışmanlık yapıyorsunuz.
Koca Türk Ordusu’na komutanlık yapıyorsunuz.
*
Bu işin hiç şakası yok.
Bu iş çocuk oyuncağı değil.
Bu işi ekranlara sürdüğünüz şebelekler gibi “Bunlar bizi de oyuna getirmiş yahu” diyerek geçiştiremezsiniz.
Unutmayın:
Sizin “Kumpas” dediğiniz işten dolayı...
Aileler perişan, anneler gözyaşı döküyor, babalar kalpten gidiyor, çocuklar büyüyemiyor, ocaklar sönüyor.
Yüzlerce kişi beton duvarlar arasında gün sayıyor.
Siz “Kumpas” dedikçe...
Onlar orada sıkılmış yumruklarını ısırıyor.

Kaynak: Hürriyet

İlker Başbuğ'dan özeleştiri: O başörtülüleri içeri almamak bizim hatamızdı
11.04.2014



Milliyet'ten Fikret Bila'ya konuşan İlker Başbuğ, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olaylarında yer alan sanıklar hariç Ergenekon davası sanığı silah arkadaşlarının suçsuz olduğuna inanıyor. Balyoz davasının çökmüş olduğunu kamuoyunun da anladığını belirttikten sonra, bu iki davayla gündemin alt sıralarında kalan “Casusluk davası”nın da özellikle Deniz Kuvvetleri ağırlıklı zorlama bir dava olduğunu belirtiyor.

"Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı.

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ şöyle konuştu: "Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı. Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız. Bunu ben de görevli olduğum dönemde arkadaşlarımla konuştum. Bir çözüm bulmalarını istedim. Törende bir protokol bölümü olur, oradakiler görevleri gereği oradadır, ama annelerin, babaların törene katılacağı yer de olur. Keza bir başta çelişki, bir başka hata, cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü.”

Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu. Dinsizlik söz konusu olabilir mi?

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, “TSK’ya dine uzak hatta dinsiz” diye yapılan eleştirilerin haksızlık olduğunu hatta zaman zaman psikolojik harekata dönüştürüldüğüne dikkat çekerek şöyle konuştu:

“Böyle bir şey olabilir mi? Ben daha önce de söyledim Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu. Dinsizlik söz konusu olabilir mi? Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan, gemilerinin direğinde Kuran-ı Kerim bulunan bir ordudan söz ediyoruz. Bu TSK’ya yöneltilen en haksız eleştiridir. Türk ordusunu bu şekilde suçlamak kabul edilemez, bizler bu ocağın içinde büyüdük, yaşadık. Ben sorumlu olduğum her kademede çok hassas davranmış, gerekli imkanların sağlanmasına özen göstermişimdir.”

Başbuğ Paşa din ve inanç konusunu açıklarken “çok beğendiğim ve sık tekrarladığım bir söz vardır” diye devam etti :

“Savaşta, cephedeki mevzide ateist yoktur. Bu söz doğrudur, mevziye girince kimse ateist olmaz, dua eder”

Gölcük’te bulunan CD meselesidir. Bu CD’yi ve diğer malzemeleri oraya kim veya kimler koydu?

Başbuğ, Ergenekon davası bağlamında şahsına ilişkin olarak yöneltilen üç iddiayı yanıtlarken, esasın siyasilerce de ifade edildiği gibi “kumpas”tan oluştuğunu da sık sık vurguladı.

Bütün yargılama süreci için üç kritik nokta bulunduğunu ve bunların aydınlatılması halinde resmin bütününün ortaya çıkacağını söyleyen İlker Başbuğ, bu noktaları şöyle ifade etti:

“1- Birinci konu Erzincan’daki olaydır. İlhan Cihaner olayı olarak biliniyor. Erzincan’da başsavcı olarak yürüttüğü soruşturma çok önemli. Erzincan’da ne oldu sorusunun cevabını bulmak gerekiyor.

2- İkincisi Kayseri’deki bir soruşturmadır. Pek kamuoyunun gündemine gelmedi. Orada garnizon komutanın bir genelge yayımlayıp askerlerin bazı yerlere gitmelerini yasakladığı ifade edildi. Bu konu soruşturuyordu. Bu tahminin gerçek olmadığı anlaşıldı. Garnizon komutanının öyle bir genelgesi yok. Orada ihbarda bulunan sivil kişiler vardı. Bunlar kimlerdi? Bunlar bulunamadı. Kaçtılar. Bu konunun da aydınlığa kavuşturulması gerekiyor.

3- Üçüncüsü Gölcük’te bulunan CD meselesidir. Bu CD’yi ve diğer malzemeleri oraya kim veya kimler koydu?

Bu açıklığa kavuşursa, sürecin ne olduğu da ortaya çıkar.”

haberc 93

'Hedefleri önce Aleviler, sonra Denizciler, sonra askerlerdi'
Fotoğraflar: Tolga Aktaş
24/06/2014



"İrticayla Mücadele Eylem Planı" olduğu iddia edilen planı hazırladığı suçlamasıyla tutuklanan, hem bu davadan hem de "Balyoz"dan ceza alan emekli Albay Dursun Çiçek, Radikal'e konuştu: "Beni ararken, yedi Dursun Çiçek buldular."
Haber: İSMAİL SAYMAZ - ismail.saymaz@radikal.com.tr / Arşivi
Facebook'ta Paylaş

Dursun Çiçek, TSK’ya yönelik itibarsızlaştırma operasyonunu başlatabilmek amacıyla ilkin, kendisinin de içinde olduğu Psikolojik Harekat Dairesi’nin hedef alındığını ve bu yüzden tutuklandığını savunuyor.

Askerleri hedef alan davalardaki sanık askerlerin yüzde 50’sinin Alevi inancından olduğunu ve nüfustaki Alevi oranına göre bunun hayli yüksek düzeyde seyrettiğini kaydeden Çiçek, “Hedefleri şu: önce Alevi, sonra Deniz’ci, sonra asker” şeklinde konuşuyor. Çiçek, Balyoz Davası’na konu olan 1. Ordu seminerinde gerçek isimlerin kullanılması ve kimi ifadelerin “disiplin suçu” olarak görülebileceğini belirtiyor.

ÇHD ve KCK davalarına ilişkin Çiçek, “Hükümet muhalifi olan veya hükümetin poltikalarına muhalefet yapabilecek olanları korkutmak ve sindirmek için her kesime yönelik özel planlanmış, hukukun alet edildiği operasyonlar” ifadesini kullanıyor. Çiçek’in Genç Siviller kurucusu olan oğlu Deniz Çiçek ise kendisinin liberal görüşlere sahip olduğunu ve Türkiye liberallerinin bu süreçte çok kötü bir sınav verdiğini belirtiyor. İşte, Dursun Çiçek’le söyleşimiz...

Onca generalin arasında bu soruşturma neden gelip sizi buldu?
Burada hedef alınan, Genelkurmay’ın Bilgi Destek Daire Başkanlığı’ydı. Dairenin asli görevi, (önceki ismi Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı’ydı), silahlı kuvvetlere yönelik saldırıları tespit etmek ve karşı tedbirler konusunda önerilerde bulunmaktı. “Asimetrik Psikolojik Herekat” dedi İlker Paşa, o tespit doğrudur. Ben 2007’den 2009’a kadar oradaydım. İlk çıkan haberler , fırtınanın da habercisiydi. Genelkurmay’ın hedef alındığını, bunların ön saldırılar olduğunu, önlem alınmazsa devam edileceğini söyledik. Zaten elimizde bilgi notları vardı.

Neydi onlar?
Bir kumpas ve planlı saldırı var. Silahlı kuvvetleri itibarsızlaştırma çalışması var. Siyaset yol veriyor ve çıkar birliği var. Silahlı kuvvetleri pasifize etmek için saldırıya karşı koyacak Genelkurmay’ın birimini kapattırmak lazımdı. Önce onunla başladılar ve 2010 Ağustosu’nda daireyi kapattırdılar. Benim üzerimden daireyi ifşa ve pasifize ettiler. İlker Paşa da kapattı. Dayanamadı, çok baskı yedi.

Peki, bu dairede neden siz?
Beş yıl orada görev yapmış olmam, geçmişim itibariyle başarılı bir subay olmam... Dediler ki daireyi teslim almak için kimi hedef almamız lazım? Dursun Çiçek dediler ve önce yanlış Dursun Çiçek’lerden başladılar. Erzincan’da ve Ankara’da başkasını takip ettiler. Yedi tane çıktı sonra. Bütün Dursun Çiçek’leri de öğrenmiş olduk.

Daha sonra Balyoz’la da ilişkilendirildiniz...
Balyoz 2009’un ikinci yarısında planlanmış. Belki daha önce hazırlıkları vardı ama Balyoz’da başta yoktum. Ergenekon sendelemeye başlayınca, dediler ki Balyoz’a da yazalım. Ordan kurtulursa... Ki hükmü Balyoz’dan aldık. 42 kişinin isminin yer aldığı bir listenin altında imza bloğuna ismimi yazmışlar. Çıktısı alınmamış, dağıtımı yapılmamış. Burada iki kişi sanık. Diğerleri niye sanık değil, bilmiyoruz.

Niye bu iki kişi?
Çünkü biri kurmay binbaşı, diğeri kurmay albay. İstikbali var.

Sanık askerlerin tamamının başarılı askerler olduğu iddiası doğru mu?
Yüzde 90 doğru, bazı istisnalar var. Deniz Kuvvetleri’nin özellikle 10-15 yıllık komuta kademesini saf dışı ettiler.

Peki bu askerlerde, iddia edildiği gibi, Alevi ağırlığı var mı?
Yüzde 50 oranında. Nüfus oranına baktığınız zaman (nüfustaki oranı) yüzde 15-20’lerde, (sanıklar) yüzde 50 oranında Alevi. Hedefleri şu: önce Alevi, sonra Deniz’ci, sonra asker.

Neden Alevilere karşı böyle bir yaklaşım var?
Bu kumpası düzenleyenlerin beynindeki düşmanlık, kin ve nefretten kaynaklanıyor. Irkçı ve bölücü bir yaklaşım.

Sizin de Alevi olduğunuz söylenmişti...
Bizim köy Alevi köyüyle karşı karşıyadır. Yıllarca içe içe yaşadığımız, babalarımızın, ailelerimizin görüştüğü, hiç problemimizin olmadığı bir köydür. Oradan karıştırmış olabilirler.

‘KANDIRMA YOK, ÇIKAR VE AMAÇ BİRLİĞİ VAR’
Silahlı kuvvetler “Asimetrik Psikolojik Harekat”ı neden kaybetti?
Silahlı kuvvetlerin halka ilişkilerde başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Karşı tarafın elinde güçlü bir medya ve siyasi destek var. Onlara karşı silahlı kuvvetler başarısız oldu.

Neden?
Hiç öyle bir beklenti içinde olmadığı, tehdit olarak görmediği bir alanda mücadeleye zorlandı ve sonuçta pes etmek zorunda kaldı. Paralel yapı “Koskoca silahlı kuvvetleri çökerttik, Genelkurmay başkanını içeri attık, bundan sonra hükümeti de devirebiliriz, siyaseti de yönlendirebiliriz” gibi bir yaklaşımla 17 Aralık’ta bakanlar kuruluna ve hükümete karşı da bir eylem yaparız dediler. Önce MİT’te denediler. 17 Aralık’ta tepe noktasına çıktı.

TSK’daki varlıkları nedir?
Emniyet ve yargıda kontrol yüzde 70-80 ise, orduda yüzde 10 seviyesinde. Onlar da kendisini saklayan birimler. Daha çok istihbarat, muharebe ve bilgisayar gibi teknik alanlarda. Zaten ulaştıkları belgelere baktığımızda, bu birimlerden çalındığını anlıyoruz.

Karşımızda nasıl bir yapı var?
Bilimle düşünmeyen, aklını ve vicdanını kullanmayan, sadece örgüt merkezinden aldıkları talimatı uygulamayı ibadet sayan, cennete gitmek için bunları yapması gerektiğini düşünen çok tehlikeli bir örgütle karşı karşıyayız. Bu örgüt iktidardan daha tehlikeli. İktidarı millete anlatırız, iktidarı millet değiştirir ama bu örgütü millet kapatamaz. Bu görünmeyen bir örgüt.

Sizce hükümet kandırıldı mı?
Değil, bile bile kandırıldılar. Çünkü amaç birliği, çıkar birliği vardı. Önce MİT, sonra 17 Aralık’ta bu birlik dağıldı ve rakip hale geldiler. Ondan sonra, bildikleri gerçekleri “Aldatıldık” diyerek itiraf etmeye başladılar. Yoksa bir başbakan bilmez mi...Ben bile Başbakan'a ve ailesine 11 tane, AKP milletvekilleri ve bakanlarına 80 tane, ekinde DVD’ler olan mektuplar göndermişim. Başbaşkan'ın eşine, oğluna, kızına... Tepki almayınca ailesine de yazdım, Cumhurbaşkanı'na da...

Yanıt aldınız mı?
Hayır sadece meclis başkanından ve cumhurbaşkanından aldım. “Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye sokun” talebim olmuştu. “Yargıdaki olaylara girmiyoruz” dediler ama Turgut Özal olayı ve başka olaylarda DDK inceliyor. İşlerine geldiği zaman yargıya müdahale olmuyor.

Siz asker yargılamaları dışındaki davalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Örneğin, ÇHD ve KCK davalarına bakabildiniz mi?
Bakamadım ama sonuçta hükümet muhalifi olan veya hükümetin politikalarına muhalefet yapabilecek olanları korkutmak ve sindirmek için her kesime yönelik özel planlanmış ve hukukun alet edildiği operasyonlardır bunlar.

‘BALYOZ SEMİNERİ DİSİPLİN SUÇUDUR’
Sizce askerin ‘disiplin suçu’ olarak görülebilecek bir davranışı oldu mu?
Evet, 1. Ordu seminerinde bazen gerçek isimlerin kullandığı, bazı haddini aşan ifadelerin olduğu... Bunlar disiplin suçu. Bunu yapan general ve amirali terfi ettirmezsiniz, emekli edersiniz. Karşılığı, darbe iddiasıyla müebbet hapisle yargılamak değildir.

İçeriden hiç çıkamayacağım dediniz mi?
Geç çıkarım dedim. 17 ve 24 Aralık olmasaydı belki 5-6 yıl sonra bu aşamaya gelecektik.

Bu arada, bir kamu bankasında çalışan eşiniz de siz tutuklandıktan sonra Ardahan’a sürülmüştü değil mi?
Evet, çünkü Dursun Çiçek’in eşiydi. Dursun Çiçek hedefe konmuş bir subaydı.

Eşinizi üç yıl önce süren yönetim algısı, bugün sizi bırakıyorsa bunu nasıl yorumlamalıyız?
Aynı yönetim, genel müdür değişince eşimi çağırıp özür diledi. Geçmiş yönetimin yanlış yaptığını ve kandırıldıklarını söylediler ve eşimi İstanbul’a tayin ettiler.

TSK’da kırgın olduğunuz kimse var mı? Mesela, Hilmi Özkök?
Var tabii, çok net. Tanık olarak mahkemeye geldi, İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı gösterdik, “Bunun yaptırım gücü var mı, böyle bir plan hazırlanır mı?” diye sorduk. Şüpheli cevaplar verdi. Daha net cevaplar verebilirdi. Genelkurmay’daki prosedürleri biliyor. Sırf siyasi destek olduğu için şüpheli cevaplar verdi. Hatta sorulardan kaçındı.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/turkiye/hedefleri_once_aleviler_sonra_denizciler_sonra_askerlerdi-1198607
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Hzr 25, 2014 12:56 am tarihinde değiştirildi, toplam 11 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Şub 04, 2012 11:24 pm    Mesaj konusu: 12 EYLÜL'ÜN İŞKENCECİSİ HELALLİK İSTEDİ Alıntıyla Cevap Gönder

MEHMETÇİK İLE OYNAMAK…
Dr. Noyan UMRUK
Ara 23, 2012



“Ordularını ücretli askerlerden oluşturan iktidarlar, önünde sonunda, içinde oldukları savaşları kaybetmeye mahkûmdurlar.”
Niccolò Machiavelli

Moral açıdan sarsılan TSK’nin, fiziksel-sayısal açıdan da bir küçülme sürecine girdiği anlaşılıyor. Teknolojik donanımın gerekli kıldığı teknik bilgiye haiz ya da özel muharebe yöntemleri için yetenekli personel istihdamı dışında da küçülerek profesyonelleşme sürecine girilmesi gerektiğini ileri süren “fikri olmadan bilenler” çoğalıyor. Öte yandan, toplum vicdanını yaralayan bedelsiz askerlik uygulamaları yinelenerek yaygınlaştırılıp, paralı askerlik gerekli kılınmak isteniyor.

Tehdit algısı

Orduların küçülmesi ve askerliğin paralı hale getirilmesinde en önemli faktör elbette ki tehdit algısıdır. Soğuk savaş sonrası AB’nin genişlemesiyle tehdidin “merkez ülkelerin küresel çıkarlarının çevre ülkelerde, Ortadoğu, K. Afrika ve Asya coğrafyasında zedelenmesi” şekline dönüştürülmesi üzerine, A.B.’nin “küçülen profesyonel ordularla yardımcı güç” rolünü benimseyerek, “güvenlik yükünü” NATO ve A.B.D.’ne terk etmesi, yaşadığı ekonomik bunalım sürecinde anlaşılabilir bir şeydir. Anlaşılamayanı, jeostratejik açıdan “Vatan Savunması” endişesi taşıyan, ekonomik, ulusal ve yapısal dokuları çok farklı olan, Saygun’un “Türk Ordusuna Balyoz”da vurguladığı üzere “NATO’nun yumruk mesafesinde tuttuğu” bir ülkenin bu modeli örnek almaya çalışmasıdır.

“Mehmetçik” ruhunun ülke savunması için vazgeçilmez anlamı

Önceki Genkur. Başkanı Koşaner "TSK' de Mehmetçiğin alternatifi yok" diyerek profesyonel ordu tartışmalarına son noktayı koymuştu. Bu önemli sözcüklerin anlamı şudur: Cumhuriyet Ordusu Kurtuluş Savaşı geleneğinden bu yana “Vatan Savunması” idraki içinde asıl gücünü, ruhunu ve etkinliğini Mehmetçikten alır. Atatürk’ün vurguladığı gibi “Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği senin kadar temiz bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir…Gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime en aziz bir borç bilirim.”(1921-Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 414). Türk ordusu için teknoloji, araç, gereç daima Mehmetçikten çok sonra gelmiştir.
Aslında, Cumhuriyet Türkiyesinde toplumun çok geniş bir kesimi için askerliğin zorunlu olmaktan çok, “Gönüllü” bir anlam ve içerik taşıdığı da bilinmektedir. Rand’a göre; ‘‘Gönüllü bir ordu, özgür bir ülkeyi savunmanın tek doğru, ahlaki, pratik ve etkin yoludur. Özgür bir ülke bir saldırıya karşı asla gönüllü eksikliği duymamıştır.” Yazar, Amerikan Ordusunun bugün yaşadığı “askere alma” problemini ise 40 yıl öncesine giderek açıklıyor: ‘‘Kore, Vietnam gibi savaşlardan sonra gönüllü asker bulmakta zorluk çekilecektir.”(1)

Duyarlı ve hayati bir konu…

Türk ordusunun temelini oluşturan bu anlamlı “Gönüllülük” ruhunu zedelememek için, vatani hizmet sürecinde toplumsal adalet ve eşitlik sağlamakta duyarlılık göstermek, toplumun dokusunu oluşturan değerlerin incitilmemesi ilgili tüm kurumların hayati görevidir.

Öte yandan konuya ilişkin toplumsal eğilimleri gösteren ciddi ve yeterli araştırma ya da anketler bulunamamıştır. Ancak, bulunabilen dar kapsamlı bir anket konuya bir ölçüde ışık tutabilmektedir.

Turkiye profesyonel askerlik sistemine gecmeli mi?
Evet, gecis derhal yapilmali.
22% [ 20 ]
5-10 sene icerisinde kademeli olarak
22% [ 20 ]
10-15 sene icerisinde kademeli olarak
4% [ 4 ]
Şartlar buna tamamen izin verince.
10% [ 9 ]
Hayir, Turkiye milli gelenegini kesinlikle surdurmeli
ve mecburi askerlik sistemi ilelebet devam etmeli.
36% [ 33 ]
Alternatif bir dusuncem var, asagiya yaziyorum...
5% [ 5 ]

Türk Savunma Sanayii Tartışma Forumu •2010
www.trmilitary.com/forum/viewtopic.php?f=6&t=589

Görüldüğü gibi profesyonel orduya geçiş konusunda “tereddütsüz” tercih oranı % 22’dir. Derhal profesyonel askerliğe geçişe karşı olanların oranı ise %78’dir. Türkiye “milli geleneğini kesinlikle sürdürmeli” diyerek profesyonel askerliğe tamamen karşı çıkanların oranı ise %36+5=41(Çünkü alternatif düşüncesi olan %5 genellikle ciddi uzmanlık gerektiren görevler için profesyonel uzman istihdamını önerirken, mevcut askerlik sistemine karşı çıkmamaktadır.) Bu durum da göstermektedir ki; konu, MASK’ın (Milli Askeri Stratejik Konsept), özellikle dış tehdidin derece ve önceliklerinin, sosyo-psikolojik, kültürel, ekonomik ve hukuksal yapı ve moral değerlerin iyice özümsenip değerlendirilmesini içeren, başta Genkur.Bşk.lığı olmak üzere kurumları, sivil toplum örgütlerini, tüm vatandaşları çok yakından ilgilendiren ve ciddi biçimde tartışılması gereken bir konudur.

Sonuç

Şu sorunun yanıtı hayati önemdedir.‘‘Türk ordusunun başlıca görevi uluslar arası misyonlara katılmak ve terörizmle savaşmak. Her iki operasyon türü , büyük miktarlarda kötü eğitimli piyadeyi değil, küçük, esnek, profesyonel ve yetenekli birimleri gerektiriyor.’’(2) ahkamını keserek TSK’ni antiterör polis gücüne indirgeyen Lagendijk’i mi kaale alacağız?
Yoksa “Ülke fiili bir saldırıya uğramadıkça, savaş bir cinayettir” umdesi ile ülkeyi, topyekun vatan savunmasını gençlerimize emanet eden yüce Atatürk’ün çok anlamlı vasiyetini mi?
“Mehmetçik”le oynamak ateşle oynamaktır. Hepimiz için başka vatan yok…

(1) Ayn Rand, ‘‘Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal( The Unknown Ideal)’’, Çev.: Nejdet Kandemir, Plato Yayınları, İstanbul, 2004, s.296-299
(2) J. Lagendijk, ‘‘Zorunlu Askerliğin Sonu Görünüyor’’, Radikal Gazetesi, 28.04.2010
Kaynak: Güncel Meydan

Evlilik Cüzdanlarında 'Başörtülü Avı'
24 Şubat 2012





28 Şubat’ın 15. yıldönümünde yeni belgeleri ortaya çıktı.

28 Şubat soruşturmasına delil olarak sunulan belgelere göre, dönemin Genelkurmay Harekat Daire Başkanı Korgeneral Çetin Doğan, camilerdeki hutbe ve vaazları kontrol için personel görevlendirilmesini, yer ve zaman tespiti yapılarak raporlaştırılmasını istemiş.

Star’ın ele geçirdiği ve 28 Şubat soruşturmasıyla günyüzüne çıkan belgeler, post modern darbenin baskı ve kontrol mekanizmasını da ortaya koyuyor.

Doğan, vaazları da fişletmiş

16 Nisan 1997’de Genelkurmay Başkanlığı’ndan tüm kuvvet komutanlıklarına gönderilen “kişiye özel-gizli” ibareli Korgeneral Çetin Doğan imzalı yazıda şöyle denildi: “Garnizon Komutanlıklarınca öncelikle Cuma ve bayram namazları olmak üzere gayri muayyen zamanlarda verilen hutbe ve vaazların personel görevlendirmek suretiyle takibinin ve tespit edilen hususların yer ve zaman belirtilerek rapor edilmesinin laiklik aleyhtarı tutum ve davranışları önlemeye yönelik çalışmalar için faydalı olacağı değerlendirilmektedir.”

Çetin Doğan’ın “Genelkurmay Başkanı emriyle” ibaresini eklediği yazının sonunda, “konunun Garnizon Komutanlıklarınca bizzat takip ve kontrol edilmesi ve daha ast makamlarla sivil makamlar arasında yazışma yapılmaması” uyarısı yapılıyor.

Evlilik cüzdanlarına yakın takip

Dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek imzalı bir diğer belge de, “ivedi” olarak 1997 Nisan ayında faksla gönderilen bir talimat yazısı. “Evlenme Cüzdanı ve Sağlık Fişlerine Yapıştırılan Fotoğraflar” konulu talimatta bölge komutanlığında görevli bazı subay , astsubay ve özellikle uzman jandarma çavuşların evlenme cüzdanlarına yapıştırılan eş fotoğraflarının tesettürlü olduğunun tespit edildiği ifade edildi.

Talimatta şöyle denildi: “Yapılacak bir çalışmaya esas olmak üzere bizzat birlik komutanlıklarınca A-Evlenme cüzdanlarında tesettürlü fotoğrafı bulunan ve bu kıyafet ile yaşamlarını sürdüren subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş kimlik ve görev yerlerinin, B-Evlenme cüzdanlarında tesettürlü fotoğraflar bulunan ancak halen çağdaş kıyafetli olan subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş kimliklerinin tespit edilerek 15 Şubat 1997 tarihine kadar bildirilmesi..” Yazının altında “müsaade eden” olarak Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek ismi bulunuyor.

Çiller’e ‘onbaşı’ kampanyası

Dönemin Güney Deniz Saha Komutanı Bülent Alpkaya imzalı “kampanya” konulu bir diğer yazıda da Tansu Çiller aleyhine kampanya başlatıldığı duyuruluyor. 1997 Eylül ayında gönderilen “gizli” yazıya “kampanya katılım formu” eklenerek, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller aleyhine kampanya başlatılması isteniyor.
TRT

Pazarlamacı Kılığında Eş Fişlemesi
05 Aralık 2010
Bin 637 subayın ordudan atıldığı 28 Şubat darbesinde akıl almaz bir fişlemenin yapıldığı ortaya çıktı.
Subayların evine, adres sorma ve pazarlamacı kılığında giren istihbaratçıların kadın ve kızların kıyafetlerini en ince detayına kadar rapor ettiği belirlendi. Üstelik tüm bunlar Jandarma Genel Komutanı'nın emriyle yapılmış.

Türkiye, 28 Şubat darbesinde ağır bedeller ödedi. Brifinglerle hareket eden yargı ve 'üst düzey komutanlar'ın beyanatlarına endekslenen medya hala tartışmaların odağında. Akademisyenlerden siyasilere, iş adamlarından büfecilere kadar toplumun her kesimi fişlendi. Bu süreçte TSK bünyesinde de inanılmaz bir fişleme operasyonu yürütüldüğü ortaya çıktı. TSK'dan uzaklaştırılmak istenen subayların evlerine 'pazarlamacı' kılığında istihbaratçılar gönderilmiş. Adres sorma bahanesiyle bile subayların kapıları çalınmış. Kadınların, kızların üstlerindeki elbiseler en ince detayına kadar rapor edilmiş.

Bu süreçte bin 637 subay ve astsubay TSK'dan atıldı. YAŞ kararıyla mağdur edilen askerler 12 Eylül'de kabul edilen referanduma kadar yargıda haklarını arayamıyordu.

JANDARMA KOMUTANIN EMRİYLE

Fişleme emrinin 28 Şubat sürecinin Kurmay Başkanı Korgeneral Çetin Haspişiren imzasıyla 29 Ağustos 1998'de Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı'na gönderildiği belirlendi. 'Araştırma' konulu emirde; "J. Gn. K.lığının 28 Ocak 1998 gün ve İSTH: 3570-1-9B İKK Ş. (25391) sayılı emri, 16 Nisan 1998 gün ve İSTH: 3590-216-98 İKK Ş. (93906) sayılı emri ve 27 Nisan 1997 gün ve PER: 7200-216-97/ P1. Ynt. D. Disipmor Ş. (102546) sayılı emri" esas alınıyor. Haspişiren, bu emirler doğrultusunda, kimlik bilgileri ve iletişim adresleri yazılı 3 subay hakkında araştırma yapılmasını istiyor. Toplanan bilgilere mutlaka belge eklenmesini isteyen Haspişiren, "Ek-A Formatı" olarak nitelendirilen şablon sorular doğrultusunda toplanan bilgilerin en geç 9 Ekim 1998'e kadar İstihbarat Başkanlığı'na gönderilmesini rica ediyor. Belgede 'Jandarma Genel Komutanı emriyle' ifadesi yer alıyor.

TELEFONLAR KAYIT ALTINDA

İstihbarat elemanlarının yakın takibe aldığı 3 TSK personeli kritik görevler ve illerde görev yapıyor. Açık adresleri ve telefon numaralarına kadar bilgileri yazılan ve araştırılması istenen TSK personellerinin ilk sırasında MGK Genel Sekreterliği'nde görev yapan Jandarma Yüzbaşı H.V. yer alıyor. Bir diğer isim Diyarbakır Hava Grup Komutanlığı İstihbarat şubesinde görevli Jandarma Yüzbaşı İ.Ö. Bir diğer asker Hakkari İl Jandarma Komutanlığı'nda görev Komutan Yardımcısı olarak görev yapan Jandarma Üstçavuş H.C.

MİSAFİR GELDİĞİNDE NASIL OTURUYOR?

İstihbaratçılar araştırılması istenen askerlerle ilgili 'İrticai Bilgiler Formu' başlıklı bir belge dolduruyor. 'Özel' mührü bulunan fişleme belgesinde yapılan tahkikatla ilgili şablon halinde 12 soru yer alıyor. Son olarak komutan kanaati bölümünün yer aldığı belgede uyarı mahiyetindeki şu madde dikkat çekiyor:

"Personel hakkındaki komutanlık kanaati, yukarıda belirtilen bilgileri tamamlayıcı veya açıklayıcı mahiyette olmalı, çelişkili olmamalıdır."

İlk soruda, personelin Atatürk ilke ve inkılapları ile 'devrim kanunlarına' aykırı tutum ve tavır içinde olup olmadığı irdeleniyor. 'Erkek ve kadın olarak karşı cinsle tokalaşıp tokalaşmadıkları?' diye soruluyor. Personelin okuduğu gazete ve kitaplar ile gittikleri dernek veya lokaller de yakın takibe alınmış. İrticai faaliyet yürütüldüğü öne sürülen mekanlar arasında 'Kuran kursu, Mescit ve Cami' yer alıyor. Askerlerin evlerine misafir geldiğinde nasıl oturulduğu araştırılması istenen bir diğer husus.

TÜRBAN TABİR EDİLEN KIYAFET

Formda özellikle subay eşlerinin başörtüsü takıp takmadığı üzerinde duruluyor. Fişleme formunun 4. sorusunda 'Eşlerinin başına türban tabir edilen kıyafet giyip giymediği?' ibaresi yer alıyor. Aynı hususu araştırmak düzenlenen 5. soruda, "Eşinin tesettür tabir edilen yaz-kış tamamen kapalı bir kıyafet giyip giymediği" deniliyor.

Bu hususları araştıran istihbaratçılar birbirinden ilginç yöntemlere başvuruyor.

BLUZ UZUN KOLLU, ETEK UZUN

İstihbaratçılar, 3 Ekim 1998'de Jandarma Yüzbaşı H.V.'nin evinde yaptıkları fişleme faaliyetini şöyle anlatıyor:

"Adresine pazarlamacı kisvesiyle gidildiğinde kapıyı açan ve J. Yb. H.V.'nin eşi olduğu değerlendirilen 40 yaşlarındaki bayanın gözlüklü, başı açık, üzerinde uzun kollu bluz ve ayak topuklarına kadar uzun etekli olduğu, başına türban tabir edilen kıyafet giymediği. 17.10.1998'de aynı eve adres sorma bahanesiyle gidildiğinde kapıyı açan ve J. Yb. H.V.'nin kızı olduğu değerlendirilen 16 yaşındaki bayanın başı açık modern giyimli olduğu görüldü."

ÜZERİNDE PENYE PİJAMA VARDI

Jandarma Yüzbaşı İ.Ö.'nün evi istihbaratçıların ikinci adresi oluyor. 30 Eylül 1998'de Yüzbaşı Ö.'nün evindeki istihbari faaliyet fişleme notlarında şu şekilde yer alıyor:

"Adres sorma bahanesiyle ikametgah adresine gidildiğinde kapıyı açan eşinin başında tülbent tabir edilen ince başörtüsü, üzerinde uzun kollu bir gömlek ve penye pijamalı olduğu görüldü."

İstihbarat elemanları son olarak Hakkari'de görev yapan Üstçavuş H.C.'nin eşine ulaşamadıklarını rapor haline getirerek araştırmalarının devam ettiğini belirtiyor.

AYRILIRKEN ÖDÜL ALDI!

Korgeneral Çetin Haspişiren, 2000'de YAŞ kararıyla emekliye sevk edildi. Düzenlenen törende Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile birlikte dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın elinden hizmet belgesi ve çeşitli hediyeler aldı. Haspişiren, yaptığı konuşmada görevinden 'vicdan huzuruyla ayrıldığını' ileri sürdü. Haspişiren, 'Jandarma kırsala çekilmeli' önerisini ise sert bir dille eleştirerek, "Bu sözlerin altında sinsi amaçlar yatıyor" ifadesini kullandı.
Kaynak: Bugün

TSK’DA UYGULANAN KILIK KIYAFET YASAKLARI, DİN VE MEZHEP AYIRIMCILIĞI DEĞİLSE NEDİR?
Ertuğrul Horasanlı

TSK’nın Komuta kademesinin 12 Eylül’le başlattığı ve 28 Şubat’la birlikte şiddetlendirdiği askerî personelin eşi çocukları, annesi babası, bütün hısım akrabası ve dost ve arkadaşlarına kadar genişlettiği haksız, hukuksuz kılık kıyafet, inanç ibadet yasakları malûm...

Bu haksız ve hukuksuz uygulama sebebiyle üstün nitelikli binlerce subay ve astsubayın YAŞ karalarıyla TSK’dan ihraç edilerek mağdur edilği de malûm...

28 Şubat döneminde bu yasak ve dayatmalar o kadar vahşice uygulandı ki, ordudan haksız olarak atılmış meslek sahibi askerlerin diğer kamu kurumlarında iş bulup evlerine ekmek götürmelerine bile mani olundu.

Bu kılık kıyafet yasakları sebebiyle bir çok muvazzaf veya emekli TSK personelinin yakınlarının hakkı olan sağlık hizmettlerini alamadığı, lojman ve askeri tesislerden faydalanamadığı; kapılardan çevrildiği, itilip kakıldığı ve fişlendiği de malûm...

Bütün bu “malûm”ların çok ağır hak ve hukuk ihlâlleri olmasının yanı sıra topluma karşı işlenmiş çok vahim bir din ve mezhep ayırımcılığı olduğu ise hiç tartışılıp gündeme getirilmediği de ayrı ve anlaşılmaz bir malûm...

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım...

Bu ülkenin en az yüzde doksanbeşi Sünni müslüman (hanefi ve Şafiî)...

Hanefî ve Şafiî mezheplerine göre ise kadınların giyim kuşam ölçüleri belli: Yüzleri hariç, Saç ve boyunları dahil vücutlarının tamamını el ve ayak bileklerine kadar örtecekler ve vücut hatlarını belli etmeyen kıyafetler giyecekler...

Bu kadınlar için farz, yani yapılması gerekli olan, inkarı inkârcısını islâm dışına çıkaran bir hüküm...

Bu o kadar açık bir farz ki, Sünnî İslâm anlayışını sulandırıp dejenere etmek üzere kurulmuş olan TC Diyanet İşleri Başkanlığı bile kıvıramıyor:

[T.C. BAŞBAKANLIK DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı Sayı: B.02.1.DİB.0.10/212 KONU: Tesettür KARAR NO: 6 KARAR TARİHİ: 3.2.1993 DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI İslâm dininde kadının kıyafeti ile ilgili olarak zaman zaman sorulan sorular dolayısıyla konu, kurulumuzca ele alınıp incelendi: Nûr Suresi’nin 30. ayetinde, mü’min erkeklerin harama bakmamaları, namus ve iffetlerini korumaları emredildikten sonra 31. ayetinde kadınlarla ilgili olarak meâlen, “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler, edep yerlerini korusunlar, -kendiliğinden görünen müstesna- zinetlerini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” buyurulmakta ve ayetin devamında kadınların kendiliğinden görünmeyen zinet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir. (..) ÖRTÜNME Nûr Suresi’nin 31. ayetinde zikredilen bu emirlerden sonra kadınların örtünmesi ile ilgili olarak da, -kendiliğinden görünenler müstesna- zinetlerini, zinet yerlerini açmamaları ve başörtülerini yakalarının üzerine salmaları emredimiştir. Cahiliye devrinde başını örten kadınlar, başörtülerini enselerine bağlar veya arkalarına salıverirlerdi. Allah Teâlâ, bu ayetle, İslâm’dan önceki bu adeti kesinlikle yasaklayarak mü’min kadınların -kendiliğinden görünen hariç- zinetlerini, zinet yerlerini açmamalarını ve başörtülerini; saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun, gerdan ve göğüslerini iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir. (..) ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLMAYAN KISIMLAR (..)“Yüz ve bileklere kadar eller” olarak tefsir edilmiştir. ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLAN KISIMLAR (..) zinetlerini ve zinet yerleri olan saç, baş, boyun, kulak, gerdan, göğüs, kol ve bacakların örtülmesi olarak anlamışlar ve bunlardan herhangi birini açmalarının caiz olmadığı hükmünde ittifak etmişlerdir. (..)Hz. Âişe (r.a)’nın ablası Esmâ (r.a)’nın, ince bir elbise ile Hz. Peygamber (a.s)’ın huzuruna çıktığı zaman, Hz. Peygamber’in “ergenlik çağına gelen bir kadının elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini göstermesinin caiz olmadığını” bildirmesi, yine Hz. Peygamber’in, bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadına, ergenlik çağına gelince yüzü ve şuraya kadar elleri hariç, herhangi bir yerini açması caiz değildir.” buyurması; sözkonusu ayetteki emirlerin vücub için olduğuna, kadınların yukarıda sayılan zinet yerlerini örtmekle yükümlü olduklarına delalet etmektedir.] (*)

Bu fetvanın ışığında NTV’nin 04.02.2010 tarihli şu haberine bir bakalım:

[GATA'nın kıyafet kuralları

Çene altından bağlanan başörtülerine izin var

Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan'ın GATA'ya alınmamasıyla türban tartışması yeniden alevlendi. Askeri hastanelerde geçerli olan giyim kuralları ne diyor? İşte GATA'daki türban yasağının ayrıntıları...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın türbanlı olduğu gerekçesiyle alınmamasıyla Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ve askeri tesislerdeki türban yasağını yine gündeme taşıdı.
Askeri hastaneler, orduevleri ve diğer tüm askeri tesislere sivillerin girişleri belli kuralları bağlı. Bu kurallar arasında kılık kıyafete dair olanlar da var.
Kamuoyunda en çok tartışılan yasak uygulaması ise türbanla ilgili. Askeri tesislere türbanla girmek yasak. Ancak Anadolu stili olarak adlandırılan çene altından bağlanan başörtülerine izin var.
Eğer türbanla askeri tesise gelen bir kadın başörtüsünü çene altından bağlamayı kabul ederse girişine izin veriliyor.
GENELKURMAY'IN KİTAPÇIĞINDA NE YAZIYOR?
Yasağın temelinde ise askerin türbana bakış açısı yatıyor. Daha önce kamuoyuna da yansıyan ve “kamu kurum ve kuruluşları'ndaki kıyafet düzenlemesi” başlığıyla Genelkurmay'ın yayınladığı bir kitapçıkta türban için şu ifadeler yer alıyor:
“Türban, bir Kur'an hükmü ve ifadesi değildir. Bugün analarımız, ninelerimiz ve kadınlarımız başörtüsünü dini bir gerekçeden ziyade, bir giyim ve yaşam tarzı olarak kullanmakta ve takmaktadır. Türk gelenek ve göreneklerinde türban, peçe ve çarşaf yoktur. Türban, belirli dini inanışın simgesi olarak, toplum yaşamımıza bilinçli olarak sokulmuştur."
Aynı kitapçıkta, kamusal alanda türban yasağının devletin temel düzeninin ve halka hizmette eşitliğin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılmayacağı esasından hareketle uygulandığına dikkat çekiliyor.
Kitapçıkta "Kıyafet düzenlemesinin bir amacı da, belirli bir dini düşünce ve inanışa göre; kılık-kıyafet, düşüncesi ve ibadeti aynı olan tek tip insan yetişmesine mani olmaktır.” deniliyor.
ERKEKLERDE DE SAKAL YASAĞI
Askeri tesislerdeki kıyafet yasağı sadece türbanla sınırlı değil. Erkekler için ideolojik ya da dini çağrışım yapacak şekilde bırakılmış sakal, cüppe ve sarık gibi kıyafetler de aynı yasak kapsamında.
YABANCILARA NASIL UYGULANIYOR?
Kıyafetle ilgili yasakların zaman zaman esnediği örneklere de rastlanıyor. Örneğin yabancı misafirler için bu yasaklar katı uygulanmıyor. Sivillere de açık olan askeri hastanelerde de yasağın delindiği görüntülere rastlanabiliyor.]


Şu kısacık haberde de görüleceği gibi. Bu yasakların ilmî fikrî, hukukî, ahlakî ve siyasî, içtimaî ve askerî hiçbir mesnedi/temeli/lüzumu yoktur.

TSK’nın bu yasağı dayatan komutanları tarafından nasıl bir kumpasa düşürülarek, hiç yoktan ve durup dururken kemdi halkıyla karşı karşıya getirildiği, hem dinî hem ilmî, hem hukukî, hem ahlâkî, hem askerî, hem de siyasî açılardan sırf caheletle izahı mümkün olmayan; bu yasak ve dayatmaların...

TSK’nın kritik makam ve mevkilerini ele geçiren dinî, mezhebî ve etnik azınlıklardan oluşan örgütlü bir yapılanmanın planlı/kasıtlı uygulamaları olduğu bugün ortaya çıkan ve dava konusu yapılan belge ve bilgilerden anlaşılmaktadır.

TSK’nın hangi işlerlerle iştigal edeceği Anayasa, kanunlar ve bunlara uygun alt mevzuat tarafından açıkça belirtilmiştir. Bu işler arasında vatandaşların nasıl giyinmeleri, ne yiyip içmeleri, hangi kitap ve gazeteleri okumaları, hangi dine veya meezhebe inanıp inanmamalarını sorgulamak, izlemek, fişlemek bunu subay, ast subay askeri memur ve uzman çavuşların eşleri çocukları, anne ve babaları, hısım ve akrabalarına kadar yaygınlaştırmak her yönüyle hukuk ve ahlâk dışıdır...

NTV’nin haberinde bahsi geçen kitapçık bu ülkenin en az yüzde 95’lik dini ve mezhebî çoğunluğunu teşkil eden Sünnî müslümanlara, dini bilgilerinin yanlış olduğunu söylemektedir...
,
Bu ne terbiyesizlik...

Bu ne cür’et...

Bu ne gözü kara cehalet...

Bu ne karanlık kasıt...

Bu ülkenin dinî ve mezhebî çoğunluğu 1400 yıldır dört ana kaynağından öğtenerek tatbik ettiği inançlarını, TSK adına basılan yazarı meçhul bu abuk sabuk kitapçığından mı öğrenecektir?.. Elinde kütüphaneler dolusu referans eseri varken...

***

"Bu ülkenin dinî ve mezhebî çoğunluğu Sünnî müslümanlardan oluşmaktadır" dedik...

Ya gerisi?

Yüzde 2,5-3’lük alevî-Bektaşî-Şiî bir azınlık,,,

Kalanıysa, Osmalı’dan kalan hristiyan, yahudi vesair gayri müslümler...

Dikkat edin bu ülkenin bu dinî-mezhebî azınlıklarının kılık kıyafetiyle, ibadet ve ayinleriyle TSK içindeki bu hak ve halk düşmanı örgütlü yapının hiçbir alıp veremediği yok...

Onların bütün derdi/kini/nefreti "gericilik ve irtica" olarak kodladıkları sünnî müslümanlık ve Sünnî Müslümanlarla...

Hahamı, papazı, rahibesi, alevî dedesi, bektaşi babası kendi dini kılık ve kıyafetleriyle her türlü askerî tesise rahatça girip çıkmakta ve oraların imkânlarından hiç bir kısıtlama olmadan yararlanmalktadır...

Siz bugüne kadar herhangi bir askerî tesis kapısında itilip kakılıp aşağılanarak kapı dışarı edilen ve üstüne üstlük fişlenen bir rahibe, bir alevî , bir haham, bir papaza rastladınız mı?

Bu ülkenin bütün finansman yükünü yüzde 95’lik dinî çoğunluk çekecek, sefasını ise geriye kalan en çok yüzde 5’lik dinî azınlık sürecek...

“Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” diyor ya merhum Üstad Necip Fazıl...

Bu durum aynen öyle...

Dikkatinizi çekmiştir...

NTV’nin haberinin hemen başlığının altında bir şöyle bir ibare var: “Çene altından bağlanan başörtülerine izin var.”

İşte bu ibare, TSK’da bu haksız hukuksuz yasakları uydurup kendi personeli ile onların eş, dost, çoluk çocuk, ana baba ve tüm hısım ve akrabalarına dayatanların bu ülkenin dinî çoğunluğuyla aynı din ve mezhepten olmadığını da ele vermektedir...

Biraz hafızanızı zorlayarak özellikle AKP’nin “Alevî açılımı” yaygaralarından sonra medyada çok sık rastladığınız cemevi manzaralarındaki kadınların başlarını nasıl örttüklerini gözünzün önüne getirin...

“Çene altından, tavşan kulak , iğnesiz ve bonesiz” örtünme tarzı “Anadolu kadınlarının geleneksel örtünme biçimi” değil, Alevî kadınların örtünme biçimidir. Saçların ve boyunlarının bir kısmını açıkta bıraktığı için böyle bir örtü Sünnî Müslümanlığa göre hiç örtünmemek hükmündedir...

Sanki “türban yasağının gevşetilmiş olduğu” intibaını veren bu ibare, bu haliyle türban yasağı sebebiyle mağdur olan Alev’i kadınları bu yasaktan kurtarmak için TSK içindeki “can”lar tarafından bulunmuş kurnazca bir formül olduğunu ustaca gizlemektedir..

Şimdilerde şiddetli bir asimetrik saldırı altında halkından destek bekleyen TSK komutanlarının...

Halkının yüzde doksanbeşlik dinî ve mezhebî çoğunluğu olan Sünnî müslümanları “gerici, yobaz”, bu çoğunluğun dini inançlarını “gericilik, yobazlık” olarak kodlayarak bu çoğunluğunluğun hayat tarzını “çağdışı” olarak damgalayıp “iç düşman” olarak ilan eden kendilerinden önceki seleflerinin, hem TSK’ya hem de bu ülkenin çoğunluk halkına ne büyük bir kötülük yaptıklarını anlamadan...

Ve bu kötülüğün TSK içindeki bugünkü uzantılarını bütünüyle safdışı etmeden..

Bu haksız hukuksuz uygulamalarla halen de devam eden, din ve mezhep ayırımcılığndan vazgeçmeden...

Bu sebeple mağdur olmuş olanların mağduriyetlerini bir şekilde telafi etmeden...

Şu zor günlerinde halkından destek beklemeleri akıl kârı mıdır?

TSK’nın bugünkü komuta kademesinin seleflerinin yaptıkları hatalardan dönmeye çalıştığına dair sinyaller gelmektedir...

Ama bu sinyaller günübirlik zaruretler sebebiyle mi , yoksa gerçek bir iç muhasebenin sonuçları olarak mı verilmektedir. Bu henüz belli değildir...

Yazıya zorunlu bir “son dakika" eki:

Bu yazı Genel Kurmay Orgeneral İlker Başbuğ’un Hürriyet’e yaptığı şu açıklama’dan önce kaleme alınmıştı:

[“Özel bir durum keşke yaşanmamış olsaydı
Başbakan Erdoğan, eşi Emine Erdoğan’ın 2007 Kasım’da GATA’da yatan Nejat Uygur ve eşini ziyaret etmesine türbanı nedeni ile izin verilmemesi ile ilgili çok kırgın. Hatta, bu konudaki hassasiyetini zamanında askeri makamlara da iletmiş. Bu konu gündemde çok yoğun tartışılıyor. Herkes TSK’nın başındaki isim olarak bu konuda ne söyleyeceğinizi merak ediyor.
Evet. Bu konu çok gündemde. Sayın Başbakan’ın eşinin GATA’yı ziyareti konusunda bir şeyler söylenmesi kanaatindeyim. Tabii bu olayda aslında ben baktığım zaman Sayın Başbakan’ın eşi var olayda. Çok sevdiğimiz saydığımız bir sanatkar Nejat Uygur var. Ki o da bir asker çocuğuymuş. Bir de tabii ki Sayın Nejat Uygur’un eşi var. Şimdi üçü olayın odağında. Açıkça söyleyeyim, bu özel bir durum. Altını çizmemiz lazım. Bu nedenle de, bu özel durumlarda olaylara insani boyuttan bakmak doğru olur diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu olay, tabii bu kapsamda özel de olduğu için gerçekten insani boyut içeriyor.
Peki, insanı boyuttan bakınca bunu savunmak kolay mı?
Değil? Bunu da açıkça ifade etmek istiyorum. Keşke o şekilde bu olay yaşanmasaydı. Keşke o olay yaşanmasaydı. Bu çok özel bir olay genellenecek bir olay değil. Kimseyi de suçlamak istemiyorum. Bazen olaylara karar verirken o andaki şekli de bilmek lazım. Olayda Sayın Başbakan’ın eşi de üzülmüştür. Belki de en çok üzülen Uygur’un eşidir.
Savunmak mümkün değil
Peki, tamamen konuyu netleştirmek için soruyoruz. Yani, keşke girebilse miydi, diyorsunuz?Keşke olmasaydı. Keşke bu olay yaşanmasaydı. İnsani boyuttan bakarsak bu olayı bugün savunmamız mümkün değil.]


Yukarıda “TSK’nın bugünkü komuta kademesinin seleflerinin yaptıkları hatalardan dönmeye çalıştığına dair sinyaller gelmektedir...” cümlesiyle bahsettiğim sinyaller bu türden emarelerdir...

Bunların arkasının gelip gelmeyeceği, olumlu karar ve emirlere dönüşüp dönüşmeyeceği henüz belli değildir...

Yukarıdaki haberde olduğu gibi topyekûn bir yanlışı Başbakan’ın eşine yönelik kısmıyla sadece “insanî boyutta” ele alarak “keşke olmasaydı” diyerek işi kapatmak pek bir şey demek değildir...

Bir haksızlık ancak hukukî boyutuyla ele alınıp ortadan kaldırılır ve bu haksızlığın mağdurlarının mağduriyetleri bir şekilde tazmin edilerek ortadan giderilirse bir anlam ifade eder...

Başbakan’ın karısına yapılan muamelenin çirkinliği kabul edilip de yüksek makam ve mevki sahibi olmayan insanların hanımları, kızları, analarına yapılan muamele sırf medyaya yansımıyor, arkası arayanı yok diye aynen devam ederse problem ortada çözülmeden duruyor demektir...

Bu işten en büyük zararı ise TSK'nın gördüğü apaçık bir hakikat...

* Fetvanın tamamı için bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=175
Kaynak: Sıradışı

Hz. Muhammed'i mi, M. Kemal'i mi seviyorsun? Bu sorulur mu koskoca Müslüman alemine!”
5 Haziran 2012

Milli Birlik Komitesi'nin yaşayan üyelerinden Ahmet Er: "Askeri eğitimde ‘Güneş Tanrısı' okuyarak yetiştirildik.

Millî Birlik Komitesi'nin yaşayan üyelerinden Ahmet Er, askerde verilen eğitimin subayları millî değerlerinden kopardığını söylüyor: “Biz ‘Güneş Tanrısı' kitaplarını okuyarak büyüdük.”

Telefondaki sesi adeta inliyordu. “Emin olun ki konuşacak durumum yok.” dedi. Ancak ısrarımı kıramadı. Ahmet Er (1927), 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan 38 kişilik Millî Birlik Komitesi'nin (MBK) sağ kalan az sayıdaki üyesinden biriydi. Darbe sonrası görüş ayrılığından tasfiye edilen 14 kişi arasında o da vardı. Manisa'nın Sünnetçiler köyünde, hasta yatağında da olsa gündemi takip ettiği anlaşılıyordu. Emekli bir askerdi ve ordudaki gelişmeler onu daha çok ilgilendiriyordu. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun davetine olumlu cevap vermiş, içinde yer aldığı ‘27 Mayıs da sorgulanmalı' diyordu. Er, komisyona nasıl tanıklık yapacaktı?

Er, yüzbaşı rütbesinde ihtilalin içinde yer almıştı. İstanbul'da Radyoevi'ne el koyma görevi ona verilmişti. 27 Mayıs bir sabah ansızın gelmemişti. Uzun hazırlıkların ve ortam oluşturmanın sonucuydu. Çok önceden Demokrat Parti (DP) iktidarını yıkmaya karar vermişlerdi ve ortamı hazırlamışlardı. Peki nasıl? Er'in ihtilal öncesi yaşadığı bir hadise bu soruya cevap teşkil ediyordu.

27 Mayıs'a doğru öğrenciler sokakta polisle çatışıyordu. Menderes hükümeti olayları önleyebilmek için İstanbul'da sıkıyönetim ilan etmişti. Ancak olaylar tırmanıyordu. İşte o günlerde Yüzbaşı Ahmet Er, Davutpaşa'da Tank Tabur Komutanı Orhan Erkanlı'nın yanına uğradı. İki milletvekili ile Erkanlı konuşuyordu. Er girince, Erkanlı muhataplarına ‘Bizden' dedi. Bir milletvekili “Binbaşım, Saraçhane'de iki grubu birbirleriyle çatıştırdık. Kavga bütün şiddetiyle devam ediyor. Başka bir emriniz var mı?” diye sordu. Erkanlı, “Teşekkür ederim, devam edin!” talimatını verdi. Yüzbaşı Er, duyduklarına inanamıyordu. Erkanlı onu şu sözlerle teskin etti: “Bunlar bize çalışıyor, ihtilale zemin hazırlıyorlar, merak etme.”

Erkanlı ve Er, cunta üyesiydi. Darbeden sonra ikisi de MBK üyesi olarak karşımıza çıkacaktı.

-Siz odaya girdiğinizde, Erkanlı'yı iki kişi ile görüşürken buluyorsunuz. Ne konuşuyorlardı odada?

Halk Partili 2 milletvekili, sol grupla sağ grubu birbirine tutuşturuyorlar, bunlar da seviniyorlar. Ben bunu lanetleyince Orhan Erkanlı, “Bunlar ihtilale zemin hazırlıyorlar, merak etme.” dedi. “Lanet olsun.” dedim, kapıyı vurup çıktım.

-Kimdi o iki kişi?

Adlarını alamadım, sormayı unutmuşum.

-Göz yumma mı vardı?

Evet.

-CHP'lilerin Erkanlı ile diyalogları neye işaret ediyordu?

İsmet Paşa'nın darbeye fiilen dahli vardı. “Şartlar tamam olunca ihtilal meşru olur.” diyor. Bir devlet adamına yakışır mı su söz? Esasında benim vicdani kanaatime göre ihtilal İnönü aleyhine yapılmalıydı, Menderes'in değil.

-Başka bilginiz var mıydı?

Bir gün Kurmay Binbaşı Mehmet Özgüneş (ki kendisi de örgüt üyesiydi ve bizimle aynı görüşteydi) bizlere mühim bir haber getirdi: İhtilal örgütü içinde bazı subaylar İsmet İnönü'den emir alıyorlar ve kendisine ihtilal çalışmalarıyla ilgili bilgi aktarıyorlar. Bu subaylar, ‘Demokrat Parti iktidarı ihtilal ile alaşağı edildikten sonra, İsmet İnönü, bütün kadrosuyla beraber iktidara getirilmelidir' görüşündeydi.

Yassıada'daki yargılamalar için de “Mahkeme değil o, rezalet.” diyordu Ahmet Er.

-İdamlara İnönü karşı çıktı mı?

Yok, yok, yok, yok!

27 Mayıs'tan sonra “14'ler” olarak adlandırılan olayla Ahmet Er ve 13 arkadaşı yurtdışına gönderildi. İhtilal önce kendi evlatlarını yemişti. Er, bu durumun hem yeni anayasa hem de idamların önünü açabilmek için yapılmış darbe içinde bir darbe olduğunu söylüyordu: “14'ler hakim olsaydı, 23 kişiyi biz sürerdik, hapishanenin kapısını da açardık. İhtilal bizim kontrolümüzde değildi, Halk Parti'nin kontrolündeydi. Anayasayı yapanlar da onlardır.”

-14'lerin planı var mıydı?

Er, bunu da ilk kez açıkladığını belirtiyordu: “Bizim ekibimizin niyeti Ali Fuat Başgil başkanlığında bir hukuk heyeti kurup Türk milletinin tarihine, kültürüne uygun bir anayasa yaptırmaktı. Ama yapamadık. Onlar bizden önce toplamışlar, anayasayı ve yasayı kendi oluşturdukları profesörler heyetine vermişler. CHP, doğduğundan beri hep silahlı kuvvetlere dayanmıştır, halka değil. Bu onun tabiatıdır, huyudur.

27 Mayısçılar en büyük tasfiyeyi de orduda yaptılar. 7 binin üzerinde subay bir gecede re'sen emekliye sevk edildi. Belli görüşteki subayların önü açıldı. Peki, neydi bu subayların özelliği? Er, 27 Mayıs'ta orduyu ele geçiren zihniyeti, darbe sonrası başından geçen bir olayla şöyle anlatıyordu: “MBK kurulmuş, yemin merasimi düzenleniyor komite için, cumaydı. Sami Küçük'e gittim; o albay, ben yüzbaşı. ‘Albayım, yarın cuma namazını Hacı Bayram'da kılalım. Asker gibi değil, halkın arasında. Sonra yürüyerek Meclis'e geçeriz, abdestimiz bozulmadan yemin ederiz.' dedim. Masaya elini vurdu, ‘Sen!' dedi, ‘Cumhuriyet, Atatürk subayısın. Beni irticaya davet ediyorsun!' Karşı çıktım, ‘Şimdi dikkat edin, ben sizi irticaya davet değil, irtifaya davet ediyorum.' dedim.”

27 Mayıs'tan bu yana Ergenekon ve darbe davaları ile ilk defa ‘darbecilerden' hesap soruluyor. Er'e göre darbe hesaplaşmaları kadar TSK'daki eğitimin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Er, askerde verilen eğitimin subayları milletin değerlerinden kopardığını söylüyordu. Genelkurmay eski başkanlarından Hüseyin Kıvrıkoğlu'na yazdığı bir mektupta, “TSK'nın milletle hemen barışması gerekir.” dediğini belirtiyordu.

-Peki nasıl bir eğitim sistemi olmalı?

İnsanların maymundan geldiğini söyleyen paçavra yırtılmalı, atılmalı. Onun yerine Hz. Adem ve Hz. Havva annemizle tanıştırılmalı, kalplere Allah sevgisi yerleştirilmeli. Sonra vatan millet sevgisi konmalı. Kalbi selim, lisanı sadık, ahlakı müstakim bir gençlik yetiştirilmeli.

Er, GATA'da bir tümgeneralin M. Akif Ersoy'a ve onunla beraber Hz. Muhammed'e hakaret ettiğini hatırlatıyor ve “Onlara cevap verememenin üzüntüsü beni mahvetti.” diyordu.

-Neden cevap veremediniz?

Tartışmaya tahammülüm yok. Şahsım adına Rasulullah Efendimiz'den özür diliyorum. Bu adamlar çıldırmışlar. Askerî okullara girerken “Rasulullah mı büyük, Atatürk mü?” diye soruyorlar.

-Bu kurumun içinde o düşünce nasıl filizlendi?

Bu şuradan geldi: Cumhuriyeti ilan edenler onu korumak için İslam'ın önüne set çektiler. İslam'dan da korktular. Yahu, İslamiyet cumhuriyetin çok üstünde. Cumhuriyet erir onun içinde. O kadar cumhuriyetçi ihtiva taşıyor İslamiyet.

-Niçin İslam'a set çektiler?

Cumhuriyeti korumak için.

-Kim yaptı bunu?

Halk Partililer yapıyor. İhtilali yapan İsmet İnönü ve onun ordu mensuplarıdır. Gençliği Batı kültürü ile yoğuran İnönü'dür. Hasan Ali Yücel'le beraber Batı'nın çok tanrılı bütün eserlerini tercüme ettirdiler. Güneş Tanrısı, Şarap Tanrıçası gibi kitapları biz subaylara 10 kuruşa, 15 kuruşa taksitle sattılar. Biz bu kitapları okuyarak büyüdük.

Sanki içinde bir zehir vardı. Onu boşaltmak istiyordu. Sesi iyice titriyordu. Dikkatimi çekmek için “İlk defa anlatacağım, not alın.” diye uyardı: “Mareşal Fevzi Çakmak'ın arkadaşı Cevat Çağrı, Konyalı. Çok kıymetli, büyük bir insandı. Mevlana'nın torunlarından. O nakletti bana: ‘Bir gün ikimiz baş başaydık. Ona dedim ki: Mareşal, bu millet seni çok seviyor. Cumhuriyet kadrosundan en çok sevilen sensin. Fakat bir noktada sana çok kırgın millet.' ‘Nedir o Cevat?' demiş Fevzi Çakmak. ‘Atatürk öldüğü zaman neden o adamı (İsmet İnönü) cumhurbaşkanı yaptınız?' Mareşal arkasını dönmüş, cebinden mendilini çıkarıp ağlamaya başlamış. Sonra geriye dönüp ‘Cevat, Cevat, bana bir daha böyle soru sorma' demiş.”

Ahmet Er, hasta yatağında son tahlili yapıyordu: “TSK'yı içten ve dıştan iyice bozmuşlar, öyle görünüyor. Başbakanın eşini başörtülü diye GATA'ya sokmadılar. Bu ne faciadır! Fransız ordusu bizim kızlarımızın başörtüsünü yırtıyordu, şimdi Türk ordusu yırtıyor! Çok şaşılacak bir hadise. Zihnimizin, aklımızın almayacağı kadar çok endişe veren bir hadise. Bu çılgınlık, delilik, tımarhanelik. Hz. Muhammed'i mi, M. Kemal'i mi seviyorsun? Bu sorulur mu koskoca Müslüman alemine!”

Ve son sözleri: “TSK'nın tarihi milattan önceye dayanır. TSK peygamber ocağıdır ve bu vasfı devam etmektedir. Türk milletine, mukaddeslerine ve değer yargılarına ters düşen hareketleri benimsemezler. Bu mukaddeslere ters düşenler TSK'yı temsil edemez. Uygunsuz fikir ve davranışlar sahiplerine aittir, TSK'ya değil. Milet olarak bu millî kuruluşumuzu peygamber ocağı olarak tanımaya devam etmeliyiz.”
Aksiyon

12 EYLÜL'ÜN İŞKENCECİSİ HELALLİK İSTEDİ
04 Şubat 2012



12 Eylül'ün işkencecisi: İşkence yaptıklarım hakkını helal etsin..

12 Eylül 1980 darbesinin ardından Mamak Cezaevi'nde kalan Doğan Eşlik, kendisine zorla işkence yaptırdıkları gerekçesi ile darbeyi yapanlar ve Mamak Cezaevi'ndeki görevliler hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Dilekçesinde, evlenip yuva sahibi olamamasına ve psikolojisinin bozulmasına darbecilerin sebep olduğunu vurgulayan Eşlik, ismini tek tek saydığı işkence mağdurlarından helallik istedi.

HAKLARINI HELAL ETSİNLER

Eşlik, "Bizi insanlıktan çıkarmışlardı, işkence ettiklerim ne olur haklarını helal etsin." diyor. Mamak'ta yaptığı askerliğin ardından Eşlik'in psikolojisi bozuldu, maddi durumu iyi olmadığı için hastaneye gidemedi. "İşkence yaptığım birisi ile karşılaşırım bana hayatı zindan eder. Tekrar darbe olur aynı şeyler bu defa benim başıma gelir." düşüncesi ile hiç evlenmedi. Uzun yıllar birlikte yaşadığı annesini de kaybedince, tek başına yaşamaya başladı. Doğan Eşlik, şu anda psikolojik sorunlar ile karşı karşıya. Kendisine yardım eli uzatılmasını istiyor, zorla yaptığı işkencelerden dolayı pişman olduğunu belirtiyor.

20 AYIN İZİ 30 YILDA SİLİNMEDİ

12 Eylül 1980 darbesinin ardından tutuklanan yüzlerce mahkûm, Mamak Askeri Cezaevi'ne konuldu. Cezaevindeki işkencelerin tesiri ile birçok kişinin hayatı karardı. Şimdiye kadar Mamak Cezaevi'nde yaşananları hep mağdurlar anlattı. İşkence yapanlar ise yıllarca sessizliğini korudu. İşkence yapanlardan Kamil Atliman, sessizliğini bozarak önemli itiraflarda bulundu. Askerliğini bitirdikten sonra senelerce psikolojik tedavi gördüğünü ifade etti, işkence yapması için kendisine dayak atıldığını söyledi. Atliman gibi Doğan Eşlik de 12 Eylül 1980 darbesinin ardından Mamak Cezaevi'nde askerlik yaptı. 1982 yılında girdiği Mamak Cezaevi A Blok'ta 20 ay görev yapan Doğan Eşlik, askerliğini bitirmesinin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen Mamak Cezaevi'ni ve yaşadıklarını unutamıyor.

EVLENEMEDİM

Doğan Eşlik, darbe yıllarında askerlerin durumlarının da mahkûmlardan farklı olmadığını ifade ediyor. Komutanların, kendilerini kimse ile görüştürmediklerini dile getiren Eşlik, şöyle devam ediyor: "Beni Mamak'a ziyarete gelenlere 'Burada böyle bir asker yok.' deyip geri göndermişlerdi. Mahkûmlardan farkımız binanın dışına çıkmaktı. Bizi hiç boş bırakmazlardı. 'Sizi boş bırakırsak, mahkûm kaçırırsınız.' derlerdi. 20 aylık askerlik dönemimde ailemi görmeme bir defa izin verdiler. Bizim hayatımızda mahkûmlarınki gibiydi. Biz de dayak yiyorduk. Teneke barakalarda kalıyorduk. Üç saat ara ile nöbetler oluyordu. Beziyorduk, durumumuz hiç iyi değildi. Orası da bizim için bir cezaevi gibiydi. Ben o cezaevi psikolojisi ile yıllardır yaşıyorum zaten. Mesela, benim korkularımdan biri şuydu: 'Ben, işkenceyi burada zor durumda kalan insanlara yapıyorum. İlahi tecelli, ben de buralara düşer miyim, endişesi ile evlilikte yapmadım. Evliliğimi engelleyen unsurlardan biri de budur. Çıktıktan sonra, oranın şartları bizim hayata bakışımızı etkiledi. Bir vurdumduymaz, boşvermişlik, sürekli korku, panik atak bende kalıcı oldu."

"İZİNSİZ KİTAP OKUMAK YASAKTI"

Doğan Eşlik, Mamak'takilerin ayak ayaküstüne atmalarının, izinsiz kitap okumasının, konuşmasının, yatmasının, tuvalete gitmesinin yasak olduğunu söylüyor. Eşlik, gerçeği komutanlarının emirleri ile anladıklarını ifade ediyor: "Sana karşı çıkarlarsa 'Uzat ulan' elini diyeceksin ve eline vuracaksın. Falakaya yatıracaksın. Daha da karşı çıkarsa ismini sayım mangasına vereceksin. Farklı şekilde dayaklar atıyorduk. Bu şekilde askerliğe başladık. Bir girdabın içine girdik."

"MAHKUMLARA İŞKENCE YAPMAK İÇİN DAYAK YERDİK"

Eşlik, mahkûmlara emredilen şekilde işkence yapılmadığı takdirde askerlere de dayak atıldığını anlatıyor: "Mesela, bir sayımda benim önüme gelen ve başını kafasını havaya kaldırmış mahkûm, bana elini uzattı. Sadaka istermiş gibi. Anlamadım ne yaptığını. Ben bu mahkûma vurmak zorundayım. Yavaş vurdum. Bunu gören üsteğmen Ahmet Kelek, beni yanına çağırdı. Sessizce, 'Aynı görüşten misiniz lan, memleketlin mi lan niye yavaş vuruyorsun?' diye sordu. 'Hayır' cevabını verince elimden copu aldı. 'Sana nasıl vurulurmuş, göstereyim.' dedi. Ve aldığı süratle copla bana vurmaya başladı."

İŞKENCE İÇİN ÖZEL EĞİTİM



Doğan Eşlik, kendilerine işkence için özel bir eğitim verildiğini belirtiyor. Bunun için, bazı komutanlarının görevlendirildiğini kaydeden Eşlik, "Komutanımız bize 'Direk boyna vurmayın iz kalır. Buraya vurmayın bu olur. Şuralara vurun deniliyordu. Mahkûm cinsel organını tutsun, eğilsin. Siz, kalçalarına coplarlara vurun. Ellerine vurun, bacaklarının şuralarına vurun.' şeklinde bir mahkûma nasıl işkence edileceğini öğretiyordu." diye konuşuyor.

"SİSTEMATİK BİR ŞEKİLDE İŞKENCE YAPARDIK"

Eşlik, cezaevinde Sayım Mangası, Havalandırma Mangası diye gruplar bulunduğunu anlatıyor. Bunlardan Sayım Mangası'nın her sayımda mahkûmların tamamına işkence uyguladığını belirten Eşlik, şöyle devam ediyor: " 'Ben her gün dayak yemedim' diyen mahkûm yoktur. Bir mahkûm, iki defa sayımda, havalandırmayı çıkarıldığında, bir de bizim pozisyonumuzda nöbet tutan askerlerden dayak yerdi. Yani sistematik bir işkence yapılırdı mahkûma. Günde iki defa sayım vardı. Sayım Mangası, mahkûmların komple her yerini arardı. Bu esnada, canı isteyen asker herhangi bir gerekçeyle mahkûmu döverdi."

"YAPTIĞIM İŞKENCELERDEN DOLAYI PİŞMANIM"

Doğan Eşlik, mahkûmlara yaptığı işkencelerden dolayı pişman olduğunu söylüyor. "Kendini insan olarak bilen birinin o haldeki insanlara vurması mümkün değil." diyen Eşlik, şöyle konuşuyor: "Bir kafese 5 kuş kapatılmış. Eline sopa verip 'Bu insanları sürekli döv.' diyorlar. Buradaki insanlara sürekli işkence yapmak zorunda bırakılıyorduk. 'Ayağını indir, bakma, gitme lan' gibi gerekçelerle insanları dövüyorduk. Bizi insanlıklarından çıkarmışlardı. Ama sayıma girdiğimiz zaman, vurduk. Vurduğumuz, ettiğimiz kişiler hakkını helal etsin. Mesela Oğuzhan Müftüoğlu, Mehmet Ali Yılmaz, Halil İbrahim Arı, Şaban Değirmenci, Melih Değirmenci, Cem Öz, Levent Babacan, Recep Küçükizsiz, Galip Gök, Erdem Şenocak, Yılma Durak. Bu insanlara dayak attığım için pişmanım. " Doğan Eşlik, Mamak Askeri Cezaevi'nde yaşadıklarından dolayı sürekli, farklı davranışlar sergilemeye başladıklarını belirtiyor. Yaşadıkları ve şahit kaldığı olaylardan dolayı, sürekli korktuklarını ifade eden Eşlik, askerlerin de çok basit gerekçelerle komutanlar tarafından işkenceye maruz bırakıldığını anlatıyor: "Bir asker üzerinde, pusulayla mı yakalandı mesela, onun yüzünden tüm askerler işkenceye maruz kalıyorlardı. Onun için kimse kimseye güvenmiyordu. Psikolojimiz bozuldu. Komutanlar diyordu ki, 'Mahkûmu döveceksin.' Mahkûm da, 'Biz, seni buluruz.' diye tehdit ediyordu. Ve nitekim tutuklu Şaban Değirmenci, yıllar sonra, Antalya'da gezerken enseme dokundu. 'Ne haber lan. Biz sizi buluruz dememiş miydik lan?' dedi. O zaman çok korktum. Bir yere oturmamız için çağırdı. Pastaneye gittik. Biraz sohbet ettik. Bana, 'Mamak yargılanacak. Sen de korkma, bizden sana bir zarar gelmez .' dedi."

"AKLINI KAÇIRAN MAHKÛMLAR VARDI"

Doğan Eşlik, psikolojik işkencelerden dolayı aklını kaçıran mahkûmların bile olduğunu açıklıyor. Binbaşı Bahri Karadeniz'in eğitimli köpeklerle yaptığı işkencelerden mahkûmların çok korktuğunu belirten Eşlik, şöyle devam ediyor: "Bu binbaşı, mahkûmlar falakaya yatırılırken köpeklerle girerdi içeri. Eğitimli köpekleri, salardı mahkûmların üzerlerine. Köpekler tam ısıracakken geri çekerdi. Mahkûmlar böyle korkutuyorlardı." Eşlik, Mamak'ta bulunan hücrelerin insan haklarına aykırı bir şekilde dizayn edildiğini ve bu hücrelerin mahkûmlara en ağır işkenceleri yapmak için kullanıldığını belirtti. Dördüncü koğuşun altında eni boyu ve uzunluğu bir metreküp olan hücrelerin varlığından bahseden Eşlik, "Bu hücrelerin içinde küçük bir lazımlık vardı. Bir battaniye, beton, ışık yok. Buraya Dev Yol'cu bayanlardan çok atılan oluyordu. İnsan Hakları'ndan yetkililer, davaları takip için geldiklerinde Mamak'ı da gezerlerdi. Bunun haberini alan cezaevi yönetimi, bu hücrelerden bahsetmezdi. Amaç, burada ihlal yok izlenimi vermekti." diyor.

"A BLOKTA KALANLARA FARKLI İŞKENCELER UYGULANIRDI"

Doğan Eşlik Mamak A Blok'ta kalan sağ ve solun önemli isimlerine de farklı işkencelerin uygulandığını şu sözlerle açıklıyor: "Bunlar farklı dayak yiyorlardı. Dev Yol'dan Sedat Göçmen, Oğuzhan Müftüoğlu, Nasuhi Mitap, Ali Afatlı, Bülent Forta, Haydar Yılmaz, Melih Pekdemir, ülkücülerden Muhsin Yazıcıoğlu, Haluk Kırcı, Adnan Madak, Cafer Yaylak, Ziya Karaçam, Recep Öztürk, Galip Kütük, Yılma Durak. Bu isimlere farklı işkenceler uygulanırdı. Yılma Durak, gördüğü işkenceden dolayı çenesi yamulmuştu. 3 ay hücrede kaldı. Demir parmaklıkların arkasından bizlere bakardı. Acırdık, içimiz yanardı. Ancak, elimizden bir şey gelmezdi. Halini bile sorsak, bize de aynı işkence yapılırdı."

"PEHLİVANOĞLU VE ARMAĞAN'A YARDIM EDEN ASKERE HER GÜN İŞKENCE"

Eşlik, idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu ve İsa Armağan'ın kaçmasına yardımcı olan Abdülkadir Böcü'ye yapılanları şöyle anlatıyor: "Abdülkadir Böcü'yü hücreyle atmışlardı. Böcü'yü her sayımda, her yemek alışlarında, her havalandırmada kafası bozulan herkes dövüyordu. Askerin, önünde. Amaç, göz dağı vermekti. Bir daha böyle firar edenlere yardım edilmesin, diye bunu yaparlardı O yüzden hata bizler hata yapmamak için elimizden geleni yapardık. Biz de biliyorduk ki en ufak hatamızda bizleri döveceklerdi."

"MAHKUMLAR GİBİ BİTLENİRDİK"

Doğan Eşlik, erlerin yaşam koşulları ile ilgili de şu bilgileri veriyor: "Banyo yok. Koğuşlar düzensiz. Soğuk. Koğuşlarda diğer mahkûmların battaniyelerini alarak ısınıyorduk. Askerler de mahkumlar gibi bitleniyorlardı. Kendimize ait bir yatağımız olmadı. Dışarıda teneke barakalarda kalırdık.

"KOMUTANLARI VURURUZ DİYE SİLAHLARIMIZ ALINIRDI"

Eşlik, erlere işkence yapan komutanların, askerilerine güvenmediklerini ve silah vermediklerini anlatıyor: "Biz, ana davaların mahkûmlarını mahkemeye getirip götürürdük. Mahkûmları, mahkemeye getirip götürürken, eski M1 silahları verirlerdi bize. Bize sürekli işkence yapan Savaş Aytek, bizleri çok döverdi. Mahkemeye mahkûmları getirip götürürken onları vururuz diye silahları elimizden aldırırdı."

"ASKERLER RÜTBELİLERİN HEDEF TAHTASI"

Eşlik, cezaevi komutanları hakkında "Sadist yapıları vardı." tespitinde bulunuyor. Ruh hastası komutanların Mamak'ta toplandığını hatırlatan Eşlik, rütbelilerin askerleri hedef tahtası olarak kullandıklarını söylüyor: "Tek saçma sıkan silahlar vardı. O tüfeklerden her komutanın elinde vardı. Canı sıkıldığında onlarla askerlere sıkarlardı. Öldürmüyordu, ama yaralıyordu bu mermiler."

"KEŞKE SAVAŞA GİRSEYDİM MAMAK'TA ASKERLİK YAPMASAYDIM"

Eşlik, geçen yıl avukatı Hasan İlter vasıtasıyla dava açtığını anlatıyor: "Gittim ifademi verdim. Durumumu anlattım. Açmaktaki, sebebim her Türk genci gibi askerlik yapmama darbecilerin mani olmasıydı. Farklı olağanüstü, bir şey ile karşılaştım. İnsanlığın sıfır olduğu, ayaklar altına alındığı, insanlarının rencide edildiği bir ortamda mahkum gibiydim. İşkence bize de yapıldı. Amaç neydi, bilmiyoruz. Bizim psikolojimizi, insani iradelerimizi kırıp, hayvan gibi mahkumları bize dövdürmekti amaçları. Normalde tutuklulara vurmayı hiçbir insan aklından geçirmez. Keşke cephelerde savaşsaydım da Mamak'da askerlik yapmasaydım.
Kaynak: ensonhaber

TSK'DA NAMAZ FİŞLEMESİ SES KAYDI
18 Nisan 2012



TSK'da namazla ilgili fişleme konusunda video paylaşım sitesi dailymotion.com sitesinde şok bir ses kaydı yayınlandı...
2. Kolordu komutanlığında Bölge Bando Komutanı Kd. Bnb. Kemal TUFAN olduğu iddia edilen kişinin odasını adeta ikna odası tarzında kullandığı belirtiliyor.

Ses kaydında binbaşı olduğu iddia edilen kişi, astsubay'a namaz kılıyor musun, kışlada namaz kılıyor musun, annen, baban, kardeşin ne iş yapıyor diye soru soruyor...

Sonsayfa.com'un haberine göre, astsubay'ı odasına çağıran ve binbaşı olduğu iddia edilen kişi, astsubay üzerinde sindirme politikası uyguladığı ifade ediliyor...

Bnb.Kemal TUFAN: Ne yapıyosun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN : Sağ olun komutanım siz nasılsınız

Bnb.Kemal TUFAN: Sen nerede kalıyorsun dışarda

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Şeyde komutanım serdar abi ile birlikte kalıyoruz

Bnb.Kemal TUFAN: Kim serdar?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Serdar abi,

Bnb.Kemal TUFAN: Sen namaz kılıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Nasıl komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Namaz kılıyor musun sen

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bazen oluyor yani

Bnb.Kemal TUFAN: Bazen oluyor. nasıl yapıyorsun bazen?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evimde bazen yapıyorum yani

Bnb.Kemal TUFAN: Burada kılıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok komutanım burada nerede kılacağız komutanım öyle bir şey yok ki

Bnb.Kemal TUFAN: Nasıl?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Burda şey değil mi yani komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ne değil

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Serbest değil ki. yasak diye biliyorum. öyle değil mi

Bnb.Kemal TUFAN: Niye sana soruyorum ben. Kılıyor musun, kılmıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok kılmıyorum komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Kılmıyorsun

Bnb.Kemal TUFAN: Sen Ahmet Üstçavuş ile görüşüyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok komutanım Ahmet gittiğinden beri

Bnb.Kemal TUFAN: Görüşmedin

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ne oldu ki komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Sen onun niye ayrıldığını niye atıldığını biliyorsun değil mi?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Söylediğiniz kadar biliyorum.niye atıldı komutanım tam olarak. Daha fazla bir şey biliyorsunuzdur diye soruyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Yooo sen de biliyorsun ki. sen de biliyorsun. Fatih şimdi bilmiyormuş gibi davranmana gerek yok. bilmiyormuş gibi sordun da.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Anlattığınız kadar biliyorum komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Senin annen baban ne iş yapıyor?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Annem ev hanımı babam da işçi

Bnb.Kemal TUFAN: İşçi, kaç kardeşsiniz

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bir tane abim var

Bnb.Kemal TUFAN: Ne iş yapıyor abin?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Öğretmen

Bnb.Kemal TUFAN: Nerede?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: İstanbul da

Bnb.Kemal TUFAN: İstanbul neresinde?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Komutanım ne oldu ki yani?

Bnb.Kemal TUFAN: Ne demek ne oldu ya? konuşuyoruz soru soruyoruz sana ne var
bunda?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım da yani bilmiyorum. biraz şey oldum da.

Bnb.Kemal TUFAN: Ne> oldun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye böyle bir şey soruyorsunuz ki ben onu anlamadım yani

Bnb.Kemal TUFAN: Suç mu senin aileni sormak kaç kardeş olduğunuzu sormak suç mu?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Suç değil ama

Bnb.Kemal TUFAN: Çok şaşırmış gibisin hayırdır. Tedirgin olduğun bir şey mi var?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ne olabilir ki?
Bnb.Kemal TUFAN: İşte sen sana sormak lazım

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tedirgin olduğum bir şey yok yani

Bnb.Kemal TUFAN: Bir an şaşırdın da niye böyle soruyorsunuz diye suratıma baktın o yüzden sordum

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye başka biri değildi ben ona şaşırdım yani

Bnb.Kemal TUFAN: Ne demek başka biri değil. başka birine sormadığımı nereden biliyorsun yaa? hemen böyle şaşırıyorsun tepki gösteriyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım buyurun

Bnb.Kemal TUFAN: Allah allah. bir de hesap soruyor adama bak yaa.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN hesap değil komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: E sana soruyoruz anne baban ne iş yapıyor, kaç kardeşsiniz.? Ne var bunda. Garip bir şey mi geldi sana.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım buyurun

Bnb.Kemal TUFAN: Sen niye bize karşı geliyorsun sen kim oluyorsun lan ha.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben karşı çıkmak için söylemedim komutanım

> Bnb.Kemal TUFAN: Sen neye dayanaraktan bana hesap soruyon

> Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bu hesap diye bir şey komutanım. sadece niye sordunuz diye
> öğrenmek istedim yani başka bir şey değil

Bnb.Kemal TUFAN: Ben size ne yaptınız sormuyor muyum? o zaman nye sormuyorsun komutanım hayırdır bişey var mı diye sormuyorsun. Şimdi geliyorsun da ne yaptın ne ettin annenin babanın ne iş yaptığı abinin ne iş yaptığını

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Onunla o aynı değil sanki komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Nasıl değil he

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Nasılsınız da ,sen şey kılıyor musun namaz kılıyor musun?

Bnb.Kemal TUFAN: Evet. aynı değil de bir şeyler anla o zaman.aklın başına gelsin diye seni ikaz etmek için seni sevdiğimizden çağırıp konuşmaya çalışıyoruz. Aklın başına gelsin. sen çok iyi ne olduğunu biliyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok bilmiyorum. siz söylerseniz öğreneceğiz komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Bilirsin sen çok iyi bilirsin.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok komutanım siz söylerseniz bileceğim. siz söylemiyorsunuz ki

Bnb.Kemal TUFAN: Bilirsin. bilirsin. çok iyi biliyorsun aslında sen ama bilmiyormuş gibi davranıyorsun.

> Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Peki komutanım siz nasıl diyorsanız yani

Bnb.Kemal TUFAN: Sen ahmet astsubayın niye atıldığını bilmiyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Siz zaten söylediniz. irticai sebepler diye söylediniz.

Bnb.Kemal TUFAN: Onun için işte bunun için sen de kendine dikkat et. kulağıma iyi gelmeyen şeyler var. bundan dolayı kendine dikkat et. daha astsubay çavuşsun. Evet anladın mı o yüzden annenin babanın ne iş yaptığını soruyorum ben sana. Neye dayanaraktan böyle şeylere girişimde bulunuyorsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Anlamıyorum yani kim kim

Bnb.Kemal TUFAN: Anlamıyor olabilirsin farkında olmuyor olabilirsin..

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hayır komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Attığın adımlara dikkat et. daha gencecik astsubaysın çavuşsunuz

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evet komutanım. tabi komutanım. mutlaka. öyle olmayabiliriz ama. Kim bununla niye uğraşsın.

Bnb.Kemal TUFAN: İşte bilmiyorum. ben seni ikaz ediyorum. yaptığın hal ve hareketlere dikkat et. bilgin olsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben sorunum yok diye biliyorum ama.

Bnb.Kemal TUFAN: Sorunum yok diye herkes öyle diyor. atılan insan da sorunum yok diye
atılıyor. İstanbul 1.orduda gencecik delikanlı adam atıldı. O da hiç sorunum yok kimseyle görüşmüyorum etmiyorum yapmıyorum birşeyler diyordu ama ondan sonra başına ne geldi.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ama ben gerçekten çok merak ediyorum kim bunla niye uğraşsın yani.

Bnb.Kemal TUFAN: Ben debilmiyorum çok merak ediyorum ama dikkat edin.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben şunu sormak istiyorum komutanım. evimde namaz kılmak yasak mı? Ben onu sormak istiyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Evinde bak şimdi namaz kıldın mı diye bir şey söyledim mi. Sadece mesaide namaz kılıyor musun? Normal namaz

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kılmıyorum
Bnb.Kemal TUFAN: Ben de kılıyorum cuma namazlarımı. sen görebiliyor musun? göremezsin

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok hayır. siz de beni göremezsiniz zaten de.

Bnb.Kemal TUFAN: Ama sen evin haricinde resmi kurum içerisinde

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kesinlikle öyle bir şey yok. kim görmüş de böyle
Bnb.Kemal TUFAN: İnşallah yoktur kardeşim ben bir şey demiyorum. yani bu ender de müslümandır. sen ne müslümansan ben 10 katı müslümanım.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Doğrudur doğrudur komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ama sen resmi kuruma girip de bu işi yaparsan
Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Mutlaka bizim türk toplumu olarak bir yerlerden mutlaka bizim yani annemiz babamız bir yerlerden bir şekilde. kapalıdır mesela benim annem. Sizin de mutlaka öyledir.

Bnb.Kemal TUFAN: Benim de annem kapalıdır. istiyorsan resmini göstereyim

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben de gösterebilirim

Bnb.Kemal TUFAN: Benim babam hacca da gitti geldi.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Doğrudur komutanım ama sizden gelen böyle bir soru
> karşısında ben rahatsız oldum yani

Bnb.Kemal TUFAN: Rahatsız ol!!! ben rahatsız olman için çağırdım fatih zaten.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben rahatsız oldum gerçekten

Bnb.Kemal TUFAN: Rahatsız ol. ama bundan sonra bilmiyorum yani

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Beni senin rahatsız olmanı şundan dolayı istiyorum. Attığın adımlara dikkat et. etrafındaki insanlara dikkat et. Allah korusun bak Ahmetin düştüğü yola düşersin. Aynen burda ikaz ediyorum kardeşim sizi. bilginiz olsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ve gözümde üzerinizde

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Onun farkındayız komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Bak ne güzel farkındasınız. onu çok güzel söylüyorsunuz. Arkadaşlarınıza da söyledim farkındasınız değil mi

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kim komutanım.
Bnb.Kemal TUFAN: Arkadaşlarınla birlikte

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Siz benim ağzımdan laflar almaya çalışıyorsunuz herhalde.

Bnb.Kemal TUFAN: Sen veriyorsun zaten farkındayız diyerek olayı biliyorsun zaten

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ufacık şeylerden laf almaya çalışıyorsunuz komutanım evet

Bnb.Kemal TUFAN: Fatih bak sen olayın farkındasın arkadaşlarınla birlikte farkındasın. Onun için hal ve hareketlerine özellikle mesai saatleri içersinde.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: O yönde kesinlikle bir sıkıntı yok…

Bnb.Kemal TUFAN: Veeee göreve gittiğiniz zaman görev yerlerinizde

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Aynen o şekilde , aynı şekilde

Bnb.Kemal TUFAN: Bak göreve gidiyoruz o görev yerlerinde de aynı şekilde…

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam o yönde hiçbir sıkıntı yok yani.

Bnb.Kemal TUFAN: Birlik içersinde namaz asla. ikaz ediyorum. arkadaşlarına söyle> tamam mı?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben söylemem komutanım. burada konuşmam burada biter.
Onu söylemem kesinlikle

Bnb.Kemal TUFAN: Annenle babanla konuşcam

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Konuşun

Bnb.Kemal TUFAN: Annenle babanla konuşcam

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben de isterim komutanım. bu konuda bir konuşun komutanım. Onlarında mutlaka size söyleyecekleri vardır komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Mutlaka. söylesin ama ben gencecik pırıl pırıl bir delikanlının hayatını mahvetmek istemem. Onun için hal ve hareketlerine dikkat edeceksin kardeşim. Benim kulağıma bazı şeyler geliyor.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hala diyorum komutanım kim bununla niye uğraşsın. Ben bunları bilmiyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Bununla ilgili kimin neden uğraştığını ben sana açıklama yapmak zorunda değilim yapmam.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bu insanların başka işi yok mu onu bilmiyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Dinle dinle. ben senin sicil amirin olarak ikaz etmek durumundayım.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: İllaki komutanım hı hı illaki

Bnb.Kemal TUFAN: Saçın uzun olur bağırırım. ama bu gizli kapaklı bir iş nedense bu işi gizli kapaklı çeviriyorsunuz. bundan dolayı da benim aldığım duyumlar var.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye gizli kapaklı ben onu anlamıyorum yani

Bnb.Kemal TUFAN: Sen iyi biliyorsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hala aynı şeyi yapıyorsunuz komutanım yani

Bnb.Kemal TUFAN: Sen gayet iyi biliyorsun .bak pişkin pişkin bir şekildegülüyorsun da

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hayır bennn

Bnb.Kemal TUFAN: Dikkat et dikkat et

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Gerçekten çok komik bir durum bu

Bnb.Kemal TUFAN: Ne olduğunu anlamadan bu durumun içine girersin. ne olduğunu anlamadan işin içerisine girmiş bulunuyorsun… Farkında değilsin veya isteyerek girersin bilemem. Ben ikaz ediyorum kardeşim seni. Tamam mı kardeşim hal ve hareketlerine dikkat et

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Var mı komutanım bir emriniz ben biraz rahatsız oldum da dışarı çıkmak istiyorum. Eğer bir emriniz varsa

Bnb.Kemal TUFAN: Ya ben konuşmaya devam ediyorum anlamıyor musun? Size değer veriyoruz. sizin için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Sen hala olaya farklı boyutlardan bakmaya çalışıyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım buyrun

Bnb.Kemal TUFAN: Şunda ben senin namaz kılmanla ilgili bir şey söyledim mi?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Söylediniz ki niye yani

Bnb.Kemal TUFAN: Evet söyle. niye namaz kılıyorsun diye mi çağırdım

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hayır öyle bir şey soramazsınız da yani. Yok mesaide namaz kılıyor musun?

Bnb.Kemal TUFAN: Peki niye namaz kılıyorsun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye mi kılıyorum. siz niye kılıyorsunuz

Bnb.Kemal TUFAN: Ben ibadeti yerine getiriyorum

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN :Benim de farklı bir şeyim yok. bundan kim maddi bir şey bekleye bilir ki

Bnb.Kemal TUFAN: Sana soracağım sorunun şekli budur.

Bnb.Kemal TUFAN: Ben sana namaz kılıyor musun elhamdülillah müslümanım. Peki mesai saatleri içersinde namaz kılıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kılmıyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Kılmıyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evet

Bnb.Kemal TUFAN:Tamam tamam fatih.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Emredersiniz komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Kulağıma gelecek duyumlardan sonra öyle bir şey yok. Ben sicil amirin olarak uyarıyorum hal ve hareketlerinize mesai saatleri içerisinde özellikle dikkat edeceksiniz.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ama gerçekten bu insanların başka bir işi yok mu ki bu tür işlerle uğraşıyor ben onu çok merak ediyorum.

Bnb.Kemal TUFAN: Hıı o tür işlerle uğraşıyor. Demek ki olan bir şey var ki

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Komutanım hala öyle bir şey arıyorsunuz kesinlikle öyle bir şey yok diyorum. Siz bana güvenmiyor musunuz yani şey olarak. Ben size ne zaman yalan söyledim.

Bnb.Kemal TUFAN: Arkadaşım benim kulağıma gelen bazı duyumlar var tespit ettiğimiz bazı olaylar var. buna istinaden bende daha olayın başında iken aklınız başınıza gelsin diye ben de iyilik yapıyorum hiç kimseye bu konuyu paylaşmadan tamam mı? Çağırıyorum ve seni ikaz ediyorum. Ama sen bu ikazın altında başka şeyler aramaya kalkıyorsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ararım ben komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ara o zaman ara. ara bi şeyler ara ve dikkat et. Madem arayacağım diy
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Şub 02, 2015 10:11 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Eyl 23, 2012 2:21 am    Mesaj konusu: Tolga Örnek'e Açık Mektup Alıntıyla Cevap Gönder

Osmanlı ordusu Kudüs'ten çekilirken (9 Aralık 1917) Mescid-i Aksa'yı koruması için nöbetçi bırakılan Onbaşı Hasan'ın yürekleri titreten öyküsü
Tam 57 yıl nöbetine sâdık kalan Osmanlı askerini, merhum tarihçimiz İlhan Bardakçı 1972 yılının 12 Mayıs günü Mescid-i Aksa'nın merdivenlerinde görür ve yıllar sonra bu inanılmaz karşılaşmayı kaleme alır.


57 yıl Mescid-i Aksa nöbeti tutan Osmanlı askeri: Iğdırlı Onbaşı Hasan
İlhan Bardakçı

Mevki Kudüs. Mekân Mescid ül Aksa, Tarih 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said Terzioğlu, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz.

Kudüs Kapalı Çarşısı'nda rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid ül Aksa'nın önüne kavuşturur. Mirac mucizesinin soluklanıldığı ilk Kıble'mize yani… Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hâlâ bizim lâkabımızla anılır. “12 bin şamdanlı avlu" derler oraya. Yavuz Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan… O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescid'in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.

Onu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy… İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi… Palto?.. Hayır, kaput, pardösü veya kaftan?.. Değil. Öyle bir şey, işte.

Başındaki kalpak mı, takke mi, fes m? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.

Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu. “Kim bu adam” dedim. Lâkaydi ile omuz silkti. “Bilmem.” diye cevap verdi. “Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya… Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.”

Kan mı çekti nedir. Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe “Selâmünaleyküm baba” dedim.

Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:

- “Aleykümüsselâm oğul…

Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm…

- “Kimsin sen, baba” dedim.

Anlattı ki, ben de size anlatacağım. Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hâkimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.
Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.

- “Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden…”Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı:

- “Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan'ım”

Yarabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi…Ellerine bir kerre daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:

- “Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?”

- Elbette, dedim, buyur hele…Konuştu:

- “Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı'na düşerse… Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi'yi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki…Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi:

- O'na de ki, gönül komasın. Ona de ki, “11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi, dersin…”

Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.Yıllar SonraMerhum İlhan Bardakçı bu hatırasını, TV'de anlattığında zamanın genelkurmay başkanı onu arar ve bu aziz askeri bulmak için aracı olmasını ister. Bardakçı sonra şunları yazar: Hasan Onbaşı bizdendi… O halde unutulmak kaderi idi. Öyle de oldu zaten. Aramadık ki, bulalım. Bulunamazdı zaten. O ki, göklere baş vermiş bir ulu selvi idi. Ve bizler ki, başımızı kaldırmış olsak bile, uzandığı feza ufkuna yetişemeyecek cılız otlara dönüşmüştük. Biz, sadece unuturduk. Unuttuğumuz diğerleri gibi o nöbet noktasındaki elmas mânâyı da unutmuştuk…

TÜRK ORDUSU BAKÜ'DE

Ey şanlı ülkenin şanlı ordusu
Unutma Kafkas’a geldiğin günü
Gelirken kovmaya Turan’dan Rus’u
Ayağını Karadeniz öptü mü ?
İlk atarken eski burca adımı
Kars Kalesi selam topu attı mı ?
Sen yaparken orada zafer şenliği
Mağlup düşman kaşlarını çattı mı ?


15 Eylül 1918, Kafkas İslâm Orduları komutanı Nuri Paşa ve Mürsel Paşa’nın, Bakü’ye girdiği tarihtir. 28 Mayıs 1918’de Gence’de Millî Şûra Hükûmeti kurulduktan sonra artan baskılar sebebiyle Türkiye’den yardım istenmiş, Mehmet Emin Resulzade ve zamanın Hariciye Nazırı Mehmet Hacınski’nin İstanbul Hükûmeti’ne yaptığı başvuru üzerine, Bakü’ye giren bir Türk birliği, şehri Ruslardan Bolşeviklerden temizleyerek cumhuriyetin başkenti hâline dönüştürmüştür.

Azerbaycan'ın yardım istemesi üzerine Türk ordusu hiç vakit kaybetmeden yürümüştür düşman üstüne, kardeşlerinin göz yaşlarını silmek için çekmiştir süngüleri rus'un üstüne.

Türk ordusunun Bakü’ye girişi Büyük şair Bahtiyar Vahapzade'nin Bu şiiriyle taçlanmıştır

Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı ne soyadı var
Yolcu arabayı durdur bu yerde
Bir sor kimdir tenha kabirde

O bir Türk askeri kahraman metin
O, öz kardeşine yardıma geldi
Kurşuna dizilen milletimizin
Haklı savaşına yardıma geldi

Uzaktan ses verip sesine geldi
O dönmedi ülkesine
Düşman sağlarını o soldan sağa
Biçti dostlarıyla cepheyi yardı

Toprağın yolunda düştü toprağa
Senin toprağın sana gaytardı
Kendi koruduğu hem can verdiği
Yolun kenarında defnedildi o

Uğrunda canını kurban verdiği
Toprağı kendine vatan bildi o
Yolcu, arabayı bu yerde eğle
O mezar önünde sen tazim eyle
El aç, dua eyle onun ruhuna
Ayak bastığın yer borçludur o

Tolga Örnek'e Açık Mektup : Her Sakallıyı Hacı; Her Üniformalıyı Amca Zannetme
Behiç Gürcihan
Açık İstihbarat
22 Eylül 2012

Sevgili Tolga;

Senle yıllar öncesinden tanışıyoruz.

Napoli günlerinden.

İtalya mafyasının "koruma parası" adı altında site aidatlardan para kestiği Pinetamare'de , İtalyan'lar ve ABD'li subaylarla beraber maaile kaldığımız o sitedeki kısa ama güzel gençlik günlerimizden.

Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargahından Yugoslavya'yı parçalarken, bizim güle oynaya İtalya'nın nimetlerinin peşinde koştuğumuz günlerden.

O günler geride kaldı.

Hepimiz kendi yolunda büyüdük. Sen takdir edilecek bir şekilde, hayallerinin peşinden gittin ve sıfırdan başlayarak sinemacılık okudun ve o alanda bir yere geldin. Doğruyu söylemek gerekirse, çektiğin filmleri , hayallerini kovaladığın gerçeği kadar takdir edemedim ama bu ayrı bir konu.

Arada 1-2 kez daha sohbet etme imkanımız oldu sen ve kardeşin Burak'la. Sonra da uzaktan takip ettim sizleri. Çok farklı dünyalara yelken açışlarınızı ve katettiğiniz irtifayı.

Dün yine seni izledim televizyonda.

Babanın aldığı mahkumiyet sonrasındaki haklı feryadını.

Babası hapse düşmüş bir paşa çocuğu ile, bu gidişle 1-2 seneye kalmaz tekrar hapse girecek bir paşa çocuğu olarak hasbihal etmek istedim uzaktan da olsa.

Şapkayı öne koyup düşünme zamanı geldi Tolga.

Ekranda diyorsun ki;

"Bu benim için TSK'nın bittiği andır. Eski bir genelkurmay başkanı ve kara kuvvetleri komutanına amca dediğim için çok pişmanım"

Çok yanılıyorsun Tolga.

TSK'nın bittiği an, babanın mahkum edildiği an değildir.

Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım...

Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti...

"Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti...

Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK

Tabi ki, TSK'nın bittiği anlar sizin "amca" dediklerinizin icraatleri ile sınırlı değil.

Fakat bugün babanızın, yarın ise benim ve eşimin mahkumiyeti ile sonuçlanacak bu sürecin müsebbibi sizin "amca" dediklerinizdir.

Ne yaman çelişkidir ki...

"Amca" dediğiniz Çevik Bir , Tayyip Erdoğan'I iktidara getiren 28 Şubatın mimarıdır...

Bir diğer "Amca"nız Hilmi Özkök, Tayyip Erdoğan'ın iktidarda önündeki pürüzleri temizlemiştir...

Ve son "Amca" Yaşar Büyükanıt'ta , Erdoğan'ın geri dönülmez şekilde iktidarda kalmasını garantilemiştir.

(Anayasa Mahkemesinde AKP lehine oy kullanan askeri üye ile Yaşar Büyükanıt'ın bağlantısını araştırırsan, yukarıdaki cümle daha bir anlam kazanır)

Ve "amcaların" sayesinde iktidarı pekişen Tayyip Erdoğan'dır; senin babanı mahkum eden mahkemenin savcısı.

Her gördüğün üniformalıyı "amca" zannedip, baban mahkum olunca şikayet etmek için ise çok geç sevgili Tolga.

Şapkayı önüne koy bir düşün...

"Ergenekon" dalgaları başladığında neredeydiniz...?

Arka planda yapılan konuşmaları bilmiyor muyuz zannediyorsun?

Geçenlerde babanın üniformasını taşıyan birinin, "kangren olan kolu keseceğiz" mealindeki sözlerin yıllardır TSK'nın koridorlarında sarfedildiğini bilmiyor muyuz?

Amcalarından bir tanesinin, asi gördüğü generallerine "Son Yeniçeri'ye Selamlar" imzası ile kitap imzalayıp gerekli mesajı verdiğini bilmiyor muyuz?

"Ergenekon'da" tutuklamalar geldikçe önü açılan bazılarının sevindiklerini bilmiyor muyuz?

Neticede, senin amcalar, AKP ile birlikte küresel plana uyumlu bir Vakay-ı Hayriye planladılar ve bu yolla TSK içindeki küresel planla uyumsuz generalleri ve subayları tek tek tasfiye ettiler. Bizim dangalak ulusalcılar da, Genelkurmay direniyor zannetti.

"Bu bir küresel devlet operasyonudur. Genelkurmay'da bu planın parçasıdır"

diyen bizleri komploculukla ve müzmin muhaliflikle suçladılar.

Bu yolda işler kontrolden çıktı ve amcaların attıkları bumerangı geri dönüşte sağlam tutamayınca bumerang size de çarptı.

Ve şimdi veryansın ediyorsun : "TSK Bitmiştir"

Günaydın Tolga.

TSK "biteli" 10 seneyi geçti.

Senin "amcalarının" yönettiği Genelkurmay'ın TSK'yı iyi yönetemediğini 2000'li yılların başından beri yazdığım için 3 kez 301. maddeden (TSK'ya hakaret) yargılandım. İkisinden beraat ettim, birinden hüküm giydim, hüküm ertelendi.

Tarihe; Genelkurmay'ın dava ettiği ilk paşa çocuğu olarak geçtim.

Genelkurmay'ın ihya ettiği paşa çocuğu olsaydım , sen de biliyorsun ki, bu tarihte bir ilk olmazdı.

O davalardan birinden hemen sonra Fenerbahçe orduevinde karşılaştığım amcalarından birinin yüzüne söylediğimi aynen tekrarlayayım :

"Sizin en büyük müttefikiniz ne ABD, ne İsrail; Türk milletidir."

Anlayacağın; ordusuna yapılan onlarca saldırıyı/hakareti sineye çeken Genelkurmay bizim gibilerle uğraşırken, kendisine yapılan esas büyük hakareti, kendisine kurulan esas büyük tuzağı görmedi.

Senin "amcaların", 90'ların ortasından beri, müttefiklerine güvenmemeleri, altlarının boşaltıldığı yolundaki onlarca uyarıyı gözardı etti. Uyarıları yapanları komploculukla suçladı.

O müthiş kibirleri ve özgüvenleri arkasında kendilerine bir şey olmaz zannettiler.

Gelinen nokta ortada. Sokaktan devşirilen bir adam, salonlarında enterne edilenleri tasfiye edip, küresel plana daha uyumlu olduğunu kanıtladı.

Sakın bu süreci "rejim değişiyor" gibi basma kalıplarla algılamayın.

Aksine bu ülkede değişen hiç bir şey yok; hizmet eden kadrolar dışında.Hizmet edilen odak ise aynı. Hizmet ederken giyilen gömlekler değişse de, hizmet edilen misyon aynı.

Rejimin adı da aynı : Küresel düzene hizmet rejimi

Küresel düzendeki değişime ayak uyduramayanların değişimi, rejimin değiştiği anlamına gelmiyor.

Yazının başındaki cümleyi tekrar hatırlatayım...

"Babalarımız NATO'nun emrinde Yugoslavya'yı parçalarken, biz İtalya'nın nimetlerinin peşinde koşan çocuklardır. "

O gün, babalarımızın komutanı kimdi?

Yaşar Büyükanıt.

Peki o günlerde Yugoslavya'yı parçalamak için NATO tarafından desteklenen ve oradaki iç savaşı körükleyen Kosova Kurtuluş Ordusu'na Türkiye'den akan silahların koordinasyonunu kim yapıyordu?

Ben bilmem; eminim Abdullah Gül biliyordur.

O bilmiyorsa İHH biliyordur. Hani şu "İslamcı", "sivil toplum" örgütü. Yersen!

O günde Türkiye küresel güçlerle elbirliği içinde yanıbaşındaki bir ülkeyi parçalamakla meşguldü.

O günlerde, senin amcaların "dincilerle" elbirliği ile içinde NATO'ya hizmet ediyorlardı.

Tesadüfe bak ki; yıllar sonra Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı, Abdullah Gül ise Cumhurbaşkanı oldu.

Güzel ülkemiz, yine NATO'nun doktrinleri çerçevesinde, komşu ülkeleri parçalama planları içinde aktif oyuncu.

Senin "amcalar" devletin kendilerine verdiği görevi yapıp kenara çekildiler.

Senin paşa amcaların miadını doldurdu; artık zaman Rasim Ozanların, Mehmet Baransu'ların polis abilerinin zamanı.

Yeni Devlet'in yeni paşaları onlar.

...

Şimdi sana olacakları anlatayım Tolga.

Sizinkilere o kadar yüksek cezaları , sizi genel af sürecine destek vermeye ikna etmek için verdiler.

O çok da uzak olmadığınız AKP kazanının içinde , "Sivil Anayasa ile birlikte genel af" lafları kaynamaya başladı bile.

Seneler öncesinden yazdığımız, "Ergenekon süreci Öcalan'la af ile sonuçlandırılacak" uyarısını doğru çıkarmak için düğmeye basıldı. (Bkz: "Ergenekon'a" Saklanmış Öcalan Affı)

Sizler; bu süreçte bir çok kez sahte yalanlarla kandırıldınız. Erken tahliye hayalleri bile kurdurdular sizlere.

"Ergenekoncularla" aranıza mesafe koymanızı tavsiye edenlere uyup, "biz Ergenekon değiliz, biz Balyoz davasıyız" gibi duyanları gülümseten inciler bile döküldü Vardiya Bizde platformundan.

Bizler içeri atıldığımızda; kocalarının terfilerine halel gelmesin diye aile dostlarını aramaya korkanlar, kendi kocaları içeri atıldığında feryat figan ettiler.

Çelebi üsteğmen, teröristlere operasyondan dönüşünde helikopterinden iner inmez "terörist" diye içeri alındığında gıkını çıkarmayanlar, şimdi TSK'nın onurundan bahseder oldular.

TSK; teğmenini verdiği gün bitti Tolga, paşasını verdiği gün değil.

O yüzden şapkanı önüne koy ve düşün.

Hilmi Özkök-Yaşar Büyükanıt-Çevik Bir üçgeninde yelkenleri rüzgarla doldururken iyiydi...

AKP'ye yakın holdinglerle çalışırken iyiydi...

AKP'nin belediyelerine "kültür işleri" yaparken iyiydi...

ve babana mahkumiyet kararı çıktığı için TSK bitti öyle mi?

Hasbelkader beraat çıksaydı TSK bitmemiş mi olacaktı?

...

Sen yönetmensin.

Kadrajın da, kameranın da, flashback'in de ne olduğunu benden çok daha iyi bilirsin.

Ben bir gün bu büyük tuzağın filmini çekecek olsam şu sahne ile başlardım...

[ (İÇ; HOLDINGTE ŞIK BİR OFİS; GÜN)
FADE IN

Bir paşa çocuğu büyük bir holdingteki ofisine gelir. Bilgisayarını açar, çalışmaya başlar. Bu sırada o holdingin ağı üzerinden bilgisayarındaki bazı dosyalar bilgisayarın sahibinden habersiz gizlice çekilmeye başlanır.

Paşa çocuğunun telefonu çalar. Gözleri ışıldayarak açar:

"Amca, nasılsın"]

Bu senaryo parçasını belgesel mi, kurgu mu algılarsın bilemem.

Bildiğim tek bir şey var:

Her sakallıyı hacı , her üniformalıyı amca zanneden bizler bu ülkenin en son şikayet etmesi gereken çocuklarıyız.

Bu ülkenin ezilenleri arasında "paşa çocuğu" sınıfının en başlarda yeraldığını düşünmüyorsundur herhalde.

Biz üst düzeyde bir güç kavgası ve dönüşümünün yakın tanığıyız sadece. O kadar yakında durduğumuz için kavgada bir kaç yumrukta bize denk geldi; o kadar.

Merak etme.

Yeni Devlet, yeni paşalarının gazını aldıktan sonra eski paşalarını bir "Genel Afla" dışarı çıkartacak.

Bu noktada, tabi NATO/Gladio'nun teröristi Öcalan'ı da dışarı çıkaracaklar.

Küresel plan gereği maksat hasıl olmuş olacak.

Yugoslavya parçalanırken, İtalya'nın keyfini çıkaran biz paşa çocukları gibi..

Birilerinin çocukları da , Suriye ve sonra Türkiye parçalanırken keyif çatacak.

Dünyadan bi haber, kaderin ağlarının nasıl örüldüğünden bi haber.

Kimbilir kaç sene sonra kime "amca"/"abi" dedikleri için pişman olacaklar...

Ama çok geç olacak.

B.G.
Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10174

12 Eylül döneminden pis kokular gelmeye devam ediyor: Awacs kazığını kimler attı?

2. Özal Hükümeti'nde Sağlık Bakanlığı yapan Bülent Akarcalı, konuyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Akarcalı, 2003 yılında ABD'den 1,5 milyar dolar karşılığında alınan ve teslim edilmeyen 4 adet AWACS uçağının mümessilinin 12 Eylül darbecilerinden birinin yakını olduğunu iddia etti.

Türkiye'nin ithal ettiği askeri malzeme, elektronik donanım, silah ve mühimmat, uçaklar, denizaltı alımlarına ait fiyat, aracı kişi-kurum, ödenen komisyon gibi bilgilerin yetersiz ve alım süreçlerinin gerekli şeffaflığa sahip olmadığını söyleyen eski Bakanlardan Bülent Akarcalı, bu konularda Amerika'daki Ermeni diasporasının bile Türk halkından daha fazla bilgiye sahip olduğunu dile getirdi. Akarcalı: "Türkiye'nin özellikle Batı ülkelerinden satın aldığı her türlü askeri malzeme, silah, mühimmat, elektronik donanım, uçaklar, denizaltılar, gemilere ait alım süreçleri kapalı bir ortam içinde yürütülüyor ve gerekli rekabet ortamı da sağlanamıyor. Bunları düzenlemek için Savunma Sanayii Müsteşarlığı kuruldu.

2002 yılına kadar müsteşarlığın yapılanması kuvvet komutanlarının, genelkurmayın şahsi girişimleriyle yürütülüyordu. Özellikle vade içinde yapılabilecek alımlar ya da savunma sanayi müsteşarlığının görevi olan Türkiye'de imal edilebilecek malzeme, silah mühimmat gibi gereçler acil ihtiyaç gerekçesiyle hızla dışarıdan alınıyordu. Terörle mücadele daha etkin olsun diye tanınmış olan acil alım hakları bütçeden harcanan para olmasına rağmen hesap sorulamıyordu.

Çünkü teröre karşı etkinlik sağlanması için tanınmış yasal imkanlar, bu kapsam dışındaki görevler, konumlar için kullanılıyordu. Bunların hiçbir denetimi de yoktur. Ne kuvvet komutanlarının, ne genelkurmayın kendi içinde sonuçlarını bu alımların bedelini vergisiyle ödeyen milletimize açıklayan bir denetimi var. Sayıştay, TBMM dahi denetleyemiyor. Oysaki TSK'nın ne satın aldığını dünyadaki kurum ve ilgililer miktarı miktarına, cıvatasına, kadar bilmektedir. Halkımızdan saklanan bu alımlar bütün ayrıntılarıyla Türkiye'ye düşmanca hasmane duygular besleyen, planlar yapanlar tarafından bilinmektedir. Hatta Amerika'daki Ermeni diasporası bile Türk halkından daha fazla bilgiye sahip olabilmektedir." ifadelerini kullandı.

'TSK'NIN SATIN ALDIĞI YABANCI MALLARIN MÜMESSİLLERİ KİMLER?'

Bülent Akarcalı, silah alımlarında komisyon paylarına dikkat çekerek, ABD'den satın alınan ve teslim edilmeyen 4 adet AWACS uçağının mümessilinin 12 Eylül darbecilerinden birinin yakını olduğunu iddia etti. Akarcalı; "Silahlı kuvvetlerimizin kendisinin ihtiyacı olan ve ülkenin bekası için alınması gereken her türlü silah ve malzemeler hakkında ki bilginin yüzde 20'sinin gizli olması gerektiğini varsayalım.

Geriye kalan yüzde 80'in Türk halkından, sanayicisinden saklamaması gerekir. İhalelerin ayrıntılı sonuçları, mümessillerinin kimler olduğu, komisyonların ne kadar olduğu açık ve şeffaf olmalıdır. Bir iş adamı bir malın kaça alındığı bilsin ki, aynısını daha ucuza imal edebilirim diye ortaya çıkabilsin. Mümessiller kim bilinsin ki yüksek rütbeli subaylar ile akrabalık, yakınlık ilişkisi var mı, yok mu ortaya çıksın. Yoksa dedikodular geçerli ve yıpratıcı oluyor. Darbeci yakınlarına atfedilen varlıklara halkın inanması yukarda belirtilen şeffaflığın olmamasındandır.

Örneğin 2003 yılında başta PKK istihbaratı olmak üzere, çevremizdeki bütün hasmane ve düşmanca haberleşme ve iletişimi anında dinleyebilecek Boeing AWACS uçağından 4 adet alınması için bir bucuk milyar dolarlık anlaşma yapıldı. Büyük paralar ödendi. Aradan 10 yıl geçti hala uçaklar ortada yok. Kimdir bunların mümessili? Kaç milyon dolar komisyon almıştır? Elli mi yüz mü? Bunlar bilinsin ki basın gidip gecikme nedenlerini sorsun. Bana gelen bilgi mümessilin, aracılık yapanın 12 Eylül darbecilerinden bir komutanın yakını olduğu. Belki doğru belki yanlış ama şeffaflık olmayınca yanlış da doğru olabiliyor. Aynen MASAK'ın açıkladığı mal varlıklarıyla ilgili olarak çıkan haberlere vatandaşın inanmaya hazır olması gibi." dedi.

'ABD'Nin 10 milyon dolarlık teklifi, TSK'ya 30 milyon dolara sunuldu'



Eski Bakan Bülent Akarcalı, ABD tarafından 10 milyon dolara yapılan teklifin faturalar değiştirilerek, 30 milyon dolara sunulmasına da tanıklık etmiş. Akarcalı tanık olduğu olayı şöyle anlattı: "90'lı yıllarda benden bir bilgi istendiği için şahit olduğum bir olay var. Amerika'dan 10 milyon dolara yapılan teklifin faturalar değiştirilerek Silahlı Kuvvetlere 30 milyon dolara sunulduğunu bu alımın da bir an önce yapılması için Savunma Sanayi Müsteşarlığı'na nasıl baskı yapıldığını öğrendim. Amacım kimseyi suçlamak değil. Ancak yaşanan bu sorunları aşmamız gerektiğine ve demokratik bir devlet ve toplumun oluşması için tek yolunun şeffaflıktan geçtiğine inanıyorum."
Zeki Durmus

“Düşmanın silahıyla silahlanınız”

Mısır’ın fethinden sonra esir Memlûk kumandanlarından Kayıtbay Yavuz Sultan Selim‘in huzuruna getirilir:

Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

- Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?

- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!”

- Anlamadım?.

- Berberilerden biri, Venedik’ten top getirerek bize satmak istemişti de, Peygamberimizin, “ok ve kılıç kullanın” şeklindeki emrine aykırıdır diye satın almamıştık. O satıcı bize, “Yaşayan görecektir ki, memleketiniz top yüzünden elinizden çıkacaktır” demişti. Meğer doğruyu söylemiş.

- Din kaidelerine böylesine bağlı idiniz de, “Düşmanın silahıyla silahlanınız” emrine neden uymadınız? Bilmez misiniz ki, “Ok ve kılıç kullanın” demek “Başka silah kullanmayın” demek değildir. O zaman o silahlar varmış, şimdi de bu silahlar var.

Kurtlar Medyası: Paşaların Patronları!
Tevfik Diker

Türkiye’de Eski Masa’nın önde gelen baronları Rahmi Koç, İshak Alaton ve İnan Kıraç gibi yaşlı kurtlardır.

Baronların Baronu da Rahmi Koç’tur.

Kurtlar Medyası’nın vitrindeki hâkim patronu hiç kuşkusuz Aydın Doğan’dır.
Bununla birlikte, Kurtlar Medyası’nı sahne arkasından yöneten, bir tür ‘tek seçici’ veya organizatör konumundaki isim İshak Alaton’dur.

Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş, Cem Boyner, Ümit Boyner ve Mustafa Sarıgül gibi isimler sözünü ettiğim yaşlı kurtlarla aynı istikamette konuşlanmışlardır.

Baronlar ve beraberindekiler, bir süredir Başbakan Erdoğan'ın Çankaya’ya çıkmasını engellemeyi amaçlayan bir siyasi proje üzerinde çalışıyorlar.

Rahmi Koç, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP’nin Genel Başkanı olarak Mustafa Sarıgül’ü görmek istiyor.

Sarıgül, 2004’te Deniz Baykal’ın karşısına çıkartılmış ancak başarılı olamamıştı.

2010’da bir kaset operasyonu sonucunda CHP’den istifa etmek zorunda kalan Baykal’dan, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesindeki rolü düşünüldüğünde “intikam” alınmıştı.

CHP’li Yılmaz Ateş, “Deniz Bey Genel Başkan iken İnan Kıraç geldi, belli isimleri ‘listeye almayın’ dedi. İstediği olmadı. Sonrasında kaset skandalı patladı” diye konuşmamış mıydı? (25 Mayıs 2011)

Kemal Kılıçdaroğlu’nu TESEV’in kurucu üyelerinden biri yapan da İnan Kıraç’tır.

Kaset operasyonundan hemen sonra, İshak Alaton Zaman yazarı Şahin Alpay’a “CHP’ye en büyük kötülüğü Deniz Baykal yapmıştır” diyordu.

***

Tezkerenin Meclis’e gelmesinden birkaç ay önce Rahmi Koç, “Irak’ta ABD’nin yanında olalım” demişti. (26 Aralık 2002, Milliyet)

O dönemde, Hürriyet’in başındaki Ertuğrul Özkök “Tezkere geçmezse Türkiye savaşa girer” diye yazıyordu. (27 Şubat 2003)

Doğan medyası, 1 Mart 2003’te Meclis’ten evet oyu çıkması için yırtınmış, çıkmayınca da “Büyük fırsat kaçırdık, mahvolduk, bittik” şeklinde yayınlar yapmıştı. Ertuğrul Özkök “Ekonomik yönden felaketin kapıda olduğunu, Türkiye’nin en az iki nesil kaybettiğini” iddia ediyordu.

Balyoz darbe planı için 2002 Aralık ayı başında düğmeye basıldığını biliyoruz. Çetin Doğan 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında Selimiye Kışlası’nda darbe planının seminerini yapmıştı.

Cunta, amacına ulaşamamıştı.

27 Mart 2003 tarihinde, iş dünyasının önde gelen isimlerinin Doğan Holding’in binasında toplandıklarını biliyor muydunuz?

Rahmi Koç, Aydın Doğan, Tuncay Özilhan, Ömer Sabancı toplantının önde gelen isimleri arasındaydı.

Tezkerenin geçmemesinin Balyoz darbe planına sekte vurmuş olduğu anlaşılıyor. Tezkere geçseydi, Türkiye Irak’ta ABD’nin yanında yer alacaktı.

Böylece, Rahmi Koç’un arzusu gerçekleşecekti.

Baronların Türkiye’de kaybetmeye başladığı ‘kırılma anı’ tezkeredir.

***

Rahmi Koç, 28 Şubat sürecinde Tansu Çiller için “Küçük Hanım gidecek hem de nasıl gidecek” diye meydan okumuş, üç hafta sonra Refahyol hükümeti istifa etmişti.

28 Şubat gibi darbe süreçlerinde işleyen derin hiyerarşiyi isabetli bir biçimde değerlendirebilmek için ‘paşaların da patronları’ olduğunu görmemiz gerekir.
Bunun anlamı şudur…

Paşaların da üzerinde bir derin devlet yapısı bulunuyordu.

O yapının ana damarını da baronlar yani Türkiye’deki önde gelen işadamları oluşturuyordu.

Türkiye’deki derin devleti sadece ‘askeri vesayet’ ile izah etmeye çalışanlar bilerek ya da bilmeyerek derin baronların vesayet rejiminin üzerini örtmüştür.

Örneğin, Kurtlar Medyası’nın gizli organizatörü İshak Alaton’un has adamı liberal yazar Hasan Cemal her defasında askeri vesayetten yakınır ancak hiçbir zaman işadamlarının derin fonksiyonlarından bahsetmez.

“28 Şubat soruşturması daha fazla genişlemesin” diyen cepheye şöyle bir bakınız orada en başta İshak Alaton’u, özellikle de Doğan Grubu yazarlarını göreceksiniz.

Bu koroya bazı Zaman yazarlarının da katılması dikkat çekmektedir.
İshak Alaton’u sütunlarında övmekten yorulmayan ve bu arada Aydın Doğan’ı sanki 28 Şubat’ın dışında imiş göstermeye çalışarak kollamaya çalışan Zaman yazarları az değildir.

Zaman Gazetesi, manşetlerinden her defasında generalleri hedef tahtasına oturtmakta ancak sayfalarında belli başlı baronları asla eleştirmemekte, tersine parlatmaktadır.

Gazete, sözünü ettiğim işadamlarını daima darbe süreçlerinin ve girişimlerinin dışında tutmaktadır.

EMEKLİ PAŞALAR VE KOÇ HOLDİNG

Paşaların da patronları vardır, dedim…

Bu gerçeği gördüğünüzde, emekli paşaların neden çoğunlukla Koç Grubu’nu tercih ettiklerini anlamanız zor değildir.

Emekli orgeneral Vural Beyazıt Migros’ta yönetim kurulu üyesi idi.

Harp Akademileri eski komutanı olan emekli korgeneral Kemal Yavuz, bir dönem Maret’te yönetim kurulu üyeleri arasında idi.

28 Şubat’ın önde gelen komutanlarından Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya vefat ettiği tarihe kadar Koç Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliği yapmıştı.

Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, altı yıl önce savcılıktan aldığı özel izinle o dönemde Tekirdağ’ın Saray ilçesinde tutuklu bulunan Deniz Kuvvetleri eski komutanı İlhami Erdil’i ziyaret etmişti.

Erdil, ‘haksız mal edinmek’ suçundan hakkında kesinleşen iki buçuk yıllık cezasını çekmekteydi.

Yolsuzluğa karıştığı için rütbeleri sökülen İlhami Erdil de Koç Holding bünyesinde faaliyet gösteren bir şirkette yönetim kurulu üyesi olarak yer almış isimlerdendir.

Yine eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından emekli Oramiral Orhan Karabulut, Aydın Doğan’ın yakın arkadaşı olarak Doğan Holding yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştur.

Emekli Orgeneral Sabri Deliç ise İshak Alaton'un sahibi olduğu Profilo Holding'in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı idi.

Devam eden Balyoz ve Ergenekon davalarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı mensuplarının önde gelmesi dikkat çekmektedir.

DERİN AĞABEY İNAN KIRAÇ

1979’daki Abdi İpekçi Suikastı sonrasında Ercüment Karacan apar topar Milliyet’i elinden çıkarmış…

O dönemde piyasada adı sanı bilinmeyen Aydın Doğan gazetenin yeni sahibi olmuştu.

Aydın Doğan’ın yakın dostu İnan Kıraç’tı.

Aydın Doğan, Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç’ın desteği ile yani Koç Grubu’nun arka çıkmasıyla Milliyet’in patronluğunu elde etmiştir.

İnan Kıraç, Aydın Doğan, Bedrettin Dalan ve Bülent Ulusu’yu yıllar boyunca aynı kadrajda görmek mümkündür.

Kıraç için, aynı zamanda ‘Derin Galatasaray’dır, diyebiliriz.

2011 yılının Ocak ayında Türk Telekom Arena Stadı’nın açılışında Tayyip Erdoğan’ı yuhalattıran da, kulübün o dönemdeki başkanı Adnan Polat’ın koltuğunu kaybetmesi sürecini o geceki olayla birlikte başlatan da işte bu ‘Derin Galatasaray’dır.

Ünal Aysal’ı Galatasaray Başkanı yapan İnan Kıraç’tır.

Aysal, 1970-1972 arasında Koç Holding bünyesindeki Ram dış ticaret şirketinde ihracat koordinatörü olarak görev yapmıştı.

Koç Ailesi’nin mutemet adamıdır.

Aynı zamanda MİT eski Müsteşarı Şenkal Atasagun’un çok yakın arkadaşıdır.
Atasagun, Süleyman Demirel’in yakın akrabasıdır.

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nin 12 Ekim 2010’daki akademik yıl açılış töreninde İnan Kıraç, Süleyman Demirel ve Kemal Kılıçdaroğlu üçlüsünün buluştuklarını sizlere hatırlatmak isterim.

Üniversite senatosu tarafından kendisine fahri doktora verilen İnan Kıraç gözyaşlarına hâkim olamamıştı.

İnan Kıraç’ın, Cüneyt Arcayürek’e 2011 Genel Seçimleri öncesinde “Güvenilir kaynaklardan bilgi aldım. CHP birinci parti olacak” dediğini, Arcayürek Cumhuriyet’teki köşesinde yazmıştı.

Seçim sonuçları İnan Kıraç’ı mahcup ederken, bu sözlerinin kehanet değil de aslında bir temenniyi yansıttığı o günlerde dile getirilmişti.

2011 Genel Seçimi’nde AK Parti’nin yüzde 50 oy alması en başta yaşlı kurtları yani baronları çok üzmüş, Doğan Medyası’nı da çok güç bir durumda bırakmıştı.

“İTİRAFÇI” AYDIN DOĞAN!

Doğan Holding yönetimini kızlarına devreden ve Onursal Başkan sıfatını alan Aydın Doğan, geçtiğimiz günlerde Doğan Grubu Yayın İlkeleri’nin uygulanmasını denetlemek üzere yapılan toplantıda konuştu ve son 10 yılın değerlendirmesi babında “itiraf” denilebilecek sözler sarf etti.
Aydın Doğan’ın dikkat çekici cümleleri şunlardı:

“Biz bağımsız ve tarafsız yayıncılık derken, kimileri bunu militan gazetecilik için bir vize olarak gördü. Bazı medya mensupları kendilerini kurumlarının üzerinde adeta bir hükmü şahsiyet olarak algılamaya başladı…”

Bu vesile ile Aydın Doğan’a “Bu bir itiraf değil midir?” diye sormak istiyorum.
Hukukta en büyük belge itiraftır.

Her itirafın yasal ve ahlaki sorumluluğu vardır.

Aydın Bey, bu itirafının hesabını nasıl vermeyi düşünüyor, acaba?

Aydın Doğan’ın yetiştirdiği, beslediği o “militanlar” yazdıkları yazılarla, attıkları manşetlerle muhtıralara, darbe hazırlıklarına, cuntalara çanak tuttular.

Yuvalar yıktılar.

İnsanların hayatlarını mahvettiler.

Köşeleri döndüler.

Boğaz manzaraları villaların sahibi oldular.

Fatih Çekirge’nin Doğan Grubu’ndan Uzan Grubu’na transfer olurken beş milyon dolar aldığını hepimiz biliyoruz.

Çekirge, Cem Uzan’ın Star’ında Doğan Grubu’na yaylım ateşi açmış bir gazeteci olarak, Uzan’lar battıktan sonra nasıl olmuş da yeniden Hürriyet Gazetesine dönebilmiştir?
Günümüzde Hürriyet’in hem yazarı hem yönetiminde etkin bir isim, üstelik Ertuğrul Özkök’ün de damadıdır.
***
Emin Çölaşan’a açıktan 300-500 bin dolar gibi paralar verdiğini bizzat Aydın Doğan söylemiştir.
“Çölaşan’ı köşesini mevzi haline getirdiği için kendisinin kovduğunu” ifade eden Aydın Bey, hangi zorlayıcı sebeplerden dolayı maaş veya primler dışında yüklü miktarlarda paraları eski yazarı Emin Çölaşan’a vermiştir?
Fatih Çekirge de Emin Çölaşan da, Aydın Doğan’ın eseridir!
Bütün bunlar nasıl ilişkilerdir?
AYDIN BEY’İN “ŞANTAJCI MİLİTANLARI”
Aydın Doğan, şimdi ilkeli yayıncılık diye tutturmuş ama onun geçmiş karnesindeki notları kırık…
Hem de çok kırığı var…
Vakit gazetesini ‘susturmak’ için eski para ile 1 trilyon 355 milyar lira tazminat davası açan Aydın Bey’di.
Aydın Doğan, 2008 yılında “Başbakan Erdoğan benim sicil amirim değildir. Hilton olayını şantaj gibi kullanıyor” diye konuşuyordu.
Peki, 28 Şubat sürecinde Refahyol hükümetinin bazı bakanlarına ve kimi DYP milletvekillerine “istifa” etmelerini sağlamak amacıyla şantaj yapanlar Doğan Medyası’nın yöneticileri değil miydi?
Vatan Gazetesi Yazarı Can Ataklı, dönemin Turizm Bakanı Bahattin Yücel’e Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından şantaj yapıldığını ve bunun üzerine o süreçte Yücel’in istifa ettiğini (2012 Şubat’ının son günü) CNN Türk’te katıldığı bir programda söyleyince ortalık karışmıştı.
Bahattin Yücel, zor durumda kalmış ve geri adım atmıştı.
Ne var ki, o dönemi benim gibi yakından bilenler kül yutmuyordu.
28 Şubat döneminde Tansu Çiller’in Başdanışmanı olan Hüseyin Kocabıyık da Doğan Medyası’nın meşhur bazı yazarlarının Çiller’in doktorundan eski başbakanın (muayenesinden elde edilen) çıplak fotoğraflarını çaldıklarını ve o fotoğrafların Çiller üzerinde tehdit unsuru olarak kullanılmak istendiğini, geçtiğimiz yılki bir röportajda açıklamıştı.
Bu örneklerden sonra, “Şantajcılık, Aydın Doğan’ın ‘militanlarının’ önde gelen vasıfları arasında değil miydi?” diye sormak istiyorum.
Doğan Medyası’nda sansürcülük de sistematiktir.
Bunun en ileri örneklerini Emin Çölaşan’ın 2007 yılında Hürriyet’ten gönderilmesi sürecinde gözlemiştik.
O ‘kavga’ esnasında Çölaşan, yazılarının Ertuğrul Özkök tarafından nasıl sansür edildiğini örneklerle anlatmıştı.
Hürriyet’teki sansür olayı, Çölaşan gibi isimlerle sınırlı kalmamıştı.
Basın meslek ilkelerini ihlal etmek, Doğan Medyası’nın neredeyse hayat tarzı gibidir.
Bütün bu anlattığım medya günahlarının, bugüne kadar hesabını vermemiş olan Aydın Doğan’ın şimdilerde sureta haktan görünerek meslek ilkelerinden bahsetmesi, bu konuda ne kadar titiz olduğunu söylemesi hiç de inandırıcı değildir.

AYDIN DOĞAN-MESUT YILMAZ İŞBİRLİĞİ

18 Haziran 2002’de Pamukbank’a el konulmasından önce dönemin BDDK yetkililerinin durumu gün be gün Mesut Yılmaz’a ve Aydın Doğan’a rapor ettikleri, Ergenekon iddianamesinin delilleri arasında yer almıştır.

2008 yılının Ağustos ayında medyaya yansıyan belgeler sayesinde, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı’nın Çukurova Grubu’nun sahibi Mehmet Emin Karamehmet’e ait Pamukbank’a el koyma sürecinde Doğan Grubu ile paslaştığı ortaya çıkmıştır.

Kaynak: http://www.analitikbakis.com/NewsDetail.aspx?id=58753&name=Kurtlar-Medyasi:-Pasalarin-Patronlari

TSK'nın namaz eylem planı!
4 Mart 2013



Genelkurmay’ın Ergenekon Mahkemesi’ne gönderdiği belgelerde, TSK’nın din düşmanı olmadığı yönünde propaganda planları yapıldığı bilgisi yer alıyor.

Genelkurmay’ın, askerin din düşmanı olmadığını göstermek için yaptığı propaganda planından: Personel cenaze ve vakit namazlarına katılmalı.

Genelkurmay’ın Ergenekon Mahkemesi’ne gönderdiği belgelerde, TSK’nın din düşmanı olmadığı yönünde propaganda planları yapıldığı bilgisi yer alıyor. Belgede, üst düzey bazı yetkililerin camiye, hacca gitmeleri ve kurban kesmeleri gibi planlar yapmaları gerektiği anlatılırken, bu uygulamanın çok kritik olduğu ve TSK’ya zarar verebilecek niteliğe ulaşabileceği belirtiliyor.

“TSK din düşmanı değil”

Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “İnternet Andıcı” ile ilgili soruşturmasındaki talebi üzerine, Genelkurmay Başkanlığı’nın Bilgi Destek Dairesi’ne ait harddisklere ilişkin bir rapor hazırlandı. Raporda yer alan “Dikey, Kopyası ANA KONULAR- AÇIKLAMALI KISA, yatay a4” isimli belgede, TSK’nın din düşmanı olmadığı yönünde propaganda yapılması gerektiği anlatılıyor. “Psikolojik hedef: TSK din düşmanı değildir” sözleriyle başlayan belgede, TSK’ya yönelik “din düşmanı” olduğu yönünde propagandalar ve bunu aşmak için yapılacak karşı propagandanın hedef kitlesi gibi çok sayıda çalışma bulunuyor.

Cenaze namazına katılın

27 Nisan e-muhtarısının ardından hazırlandığı anlaşılan belgede, “İcra edilecek faaliyetler” başlığı altında, yapılması planlanan çalışmalar şöyle sıralanıyor: “TSK personelinin, kalabalık bir kitle olarak cenaze namazına iştirak etmesi, bir kısmının vakit namazlarına da katılması”, “Üst düzey emekli personelin camiye gittiğine dair haber yapılması”, “Mezuniyet töreninde bir teğmenin başörtülü annesinin görüntülerinin TV’de verilmesi”, “Televizyonda yayınlanmak üzere, ‘Erlere kışlada din dersi veriliyor’ konulu bir film hazırlanması”, “Uğurlama töreninde kurban kesilmesi ve bu uygulamanın TSK’da her fırsatta icra edildiğine dair medyada haber yapılması”, “Seçilmiş emekli personelin hacca gittiğine dair haber yapılması.” Belgede bu çalışmaların yapılmasının yanı sıra, dikkat edilecek hususlar da belirtiliyor: “Uygulamanın domino etkisi yaratabilecek niteliklere haiz olması nedeniyle, üst düzey yöneticiler bu uygulamanın içerisinde olmamalıdır. Uygulamada, gri ve kara tarzlar da kullanılabilmelidir.”

“Dinci medya” çarpıtabilir

Belgede özellikle, üst düzey bir komutanın camiye gitmesi konusundaki uygulamaya dikkat çekiliyor. Uygulamanın mahsurları başlığı altında şunlar anlatılıyor: “Çok dikkatli yapılması gereken bir faaliyettir. Seçilmiş personelin konuyla ilgili yetkinliği kritik öneme haizir. Beraberinde çıkacak farklı tartışmalar TSK’ya zarar verebilecek niteliğe bürünebilir. Bu uygulama, özellikle dinci medyada, olumsuz olarak yer alabilir.” Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından yapılan soruşturma aşamasında, Genelkurmay Başkanlığı’nca işletilen internet siteleriyle ilgili bilgisayarların imajlarının alındığı yönündeki beyanlar üzerine, Genelkurmay Askeri Savcılığı’na müzekkere yazılarak yapılan soruşturma kapsamında alınmış tüm imajların 13. Ağır Ceza’ya gönderilmesine karar verilmişti.

İcra edilecek faaliyetler

» 15 Mayıs’ta Kosova’ya intikal edecek 28’inci Mknz.P. Tug. uğurlama töreninde kurban kesilmesi ve bu uygulamanın TSK’da her fırsatta icra edildiğine dair medyada haber yapılması.

» Anneler gününde başörtülü şehit ailelerinin katılacağı etkinlikler düzenlenmesi.

» “TSK dine nasıl bakıyor ve uyguluyor” konulu gazetede araştırma yazı dizisi hazırlattırılması. » Mezuniyet töreninde bir teğmenin başörtülü annesinin görüntülerinin TV’de verilmesi.

» Kanaat önderi niteliğindeki aydın bir din adamının, televizyonda “TSK ve din” konulu bir konuşma yapması.

» TSK personelinin, kalabalık bir kitle olarak cenaze namazına iştirak etmesi, bir kısmının vakit namazlarına da katılması.

» Rütbeli personelin sivil olarak camiye gittiğine dair medyada haber yapılması.

CENAZE NAMAZI UYGUN, ÖĞLE NAMAZI TAVİZ

Belgede, “rütbeli” TSK personelinin camiye gitmesi ve cenaze namazı kılmasının uygun olduğu, ancak vakit namazlarına katılmalarının çelişkili bulunduğu ise şu notla ortaya çıktı: “Rütbeli personelin bir kısmının öğle namazına katılması uygun olmayabilir. Bu durum, ‘dincilere taviz veriliyor’ gibi algılanabilir.” Yukarıdaki komutanların fotoğrafı, 27 Aralık 2012’de Kütahya’daki trafik kazasında hayatını kaybeden iki askerin cenazesinde çekildi.
haber10

TSK'DA NAMAZ FİŞLEMESİ SES KAYDI
18 Nisan 2012



TSK'da namazla ilgili fişleme konusunda video paylaşım sitesi dailymotion.com sitesinde şok bir ses kaydı yayınlandı...
2. Kolordu komutanlığında Bölge Bando Komutanı Kd. Bnb. Kemal TUFAN olduğu iddia edilen kişinin odasını adeta ikna odası tarzında kullandığı belirtiliyor.

Ses kaydında binbaşı olduğu iddia edilen kişi, astsubay'a namaz kılıyor musun, kışlada namaz kılıyor musun, annen, baban, kardeşin ne iş yapıyor diye soru soruyor...

Sonsayfa.com'un haberine göre, astsubay'ı odasına çağıran ve binbaşı olduğu iddia edilen kişi, astsubay üzerinde sindirme politikası uyguladığı ifade ediliyor...

Bnb.Kemal TUFAN: Ne yapıyosun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN : Sağ olun komutanım siz nasılsınız

Bnb.Kemal TUFAN: Sen nerede kalıyorsun dışarda

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Şeyde komutanım serdar abi ile birlikte kalıyoruz

Bnb.Kemal TUFAN: Kim serdar?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Serdar abi,

Bnb.Kemal TUFAN: Sen namaz kılıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Nasıl komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Namaz kılıyor musun sen

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bazen oluyor yani

Bnb.Kemal TUFAN: Bazen oluyor. nasıl yapıyorsun bazen?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evimde bazen yapıyorum yani

Bnb.Kemal TUFAN: Burada kılıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok komutanım burada nerede kılacağız komutanım öyle bir şey yok ki

Bnb.Kemal TUFAN: Nasıl?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Burda şey değil mi yani komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ne değil

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Serbest değil ki. yasak diye biliyorum. öyle değil mi

Bnb.Kemal TUFAN: Niye sana soruyorum ben. Kılıyor musun, kılmıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok kılmıyorum komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Kılmıyorsun

Bnb.Kemal TUFAN: Sen Ahmet Üstçavuş ile görüşüyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok komutanım Ahmet gittiğinden beri

Bnb.Kemal TUFAN: Görüşmedin

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ne oldu ki komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Sen onun niye ayrıldığını niye atıldığını biliyorsun değil mi?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Söylediğiniz kadar biliyorum.niye atıldı komutanım tam olarak. Daha fazla bir şey biliyorsunuzdur diye soruyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Yooo sen de biliyorsun ki. sen de biliyorsun. Fatih şimdi bilmiyormuş gibi davranmana gerek yok. bilmiyormuş gibi sordun da.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Anlattığınız kadar biliyorum komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Senin annen baban ne iş yapıyor?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Annem ev hanımı babam da işçi

Bnb.Kemal TUFAN: İşçi, kaç kardeşsiniz

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bir tane abim var

Bnb.Kemal TUFAN: Ne iş yapıyor abin?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Öğretmen

Bnb.Kemal TUFAN: Nerede?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: İstanbul da

Bnb.Kemal TUFAN: İstanbul neresinde?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Komutanım ne oldu ki yani?

Bnb.Kemal TUFAN: Ne demek ne oldu ya? konuşuyoruz soru soruyoruz sana ne var
bunda?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım da yani bilmiyorum. biraz şey oldum da.

Bnb.Kemal TUFAN: Ne> oldun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye böyle bir şey soruyorsunuz ki ben onu anlamadım yani

Bnb.Kemal TUFAN: Suç mu senin aileni sormak kaç kardeş olduğunuzu sormak suç mu?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Suç değil ama

Bnb.Kemal TUFAN: Çok şaşırmış gibisin hayırdır. Tedirgin olduğun bir şey mi var?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ne olabilir ki?
Bnb.Kemal TUFAN: İşte sen sana sormak lazım

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tedirgin olduğum bir şey yok yani

Bnb.Kemal TUFAN: Bir an şaşırdın da niye böyle soruyorsunuz diye suratıma baktın o yüzden sordum

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye başka biri değildi ben ona şaşırdım yani

Bnb.Kemal TUFAN: Ne demek başka biri değil. başka birine sormadığımı nereden biliyorsun yaa? hemen böyle şaşırıyorsun tepki gösteriyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım buyurun

Bnb.Kemal TUFAN: Allah allah. bir de hesap soruyor adama bak yaa.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN hesap değil komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: E sana soruyoruz anne baban ne iş yapıyor, kaç kardeşsiniz.? Ne var bunda. Garip bir şey mi geldi sana.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım buyurun

Bnb.Kemal TUFAN: Sen niye bize karşı geliyorsun sen kim oluyorsun lan ha.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben karşı çıkmak için söylemedim komutanım

> Bnb.Kemal TUFAN: Sen neye dayanaraktan bana hesap soruyon

> Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bu hesap diye bir şey komutanım. sadece niye sordunuz diye
> öğrenmek istedim yani başka bir şey değil

Bnb.Kemal TUFAN: Ben size ne yaptınız sormuyor muyum? o zaman nye sormuyorsun komutanım hayırdır bişey var mı diye sormuyorsun. Şimdi geliyorsun da ne yaptın ne ettin annenin babanın ne iş yaptığı abinin ne iş yaptığını

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Onunla o aynı değil sanki komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Nasıl değil he

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Nasılsınız da ,sen şey kılıyor musun namaz kılıyor musun?

Bnb.Kemal TUFAN: Evet. aynı değil de bir şeyler anla o zaman.aklın başına gelsin diye seni ikaz etmek için seni sevdiğimizden çağırıp konuşmaya çalışıyoruz. Aklın başına gelsin. sen çok iyi ne olduğunu biliyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok bilmiyorum. siz söylerseniz öğreneceğiz komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Bilirsin sen çok iyi bilirsin.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok komutanım siz söylerseniz bileceğim. siz söylemiyorsunuz ki

Bnb.Kemal TUFAN: Bilirsin. bilirsin. çok iyi biliyorsun aslında sen ama bilmiyormuş gibi davranıyorsun.

> Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Peki komutanım siz nasıl diyorsanız yani

Bnb.Kemal TUFAN: Sen ahmet astsubayın niye atıldığını bilmiyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Siz zaten söylediniz. irticai sebepler diye söylediniz.

Bnb.Kemal TUFAN: Onun için işte bunun için sen de kendine dikkat et. kulağıma iyi gelmeyen şeyler var. bundan dolayı kendine dikkat et. daha astsubay çavuşsun. Evet anladın mı o yüzden annenin babanın ne iş yaptığını soruyorum ben sana. Neye dayanaraktan böyle şeylere girişimde bulunuyorsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Anlamıyorum yani kim kim

Bnb.Kemal TUFAN: Anlamıyor olabilirsin farkında olmuyor olabilirsin..

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hayır komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Attığın adımlara dikkat et. daha gencecik astsubaysın çavuşsunuz

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evet komutanım. tabi komutanım. mutlaka. öyle olmayabiliriz ama. Kim bununla niye uğraşsın.

Bnb.Kemal TUFAN: İşte bilmiyorum. ben seni ikaz ediyorum. yaptığın hal ve hareketlere dikkat et. bilgin olsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben sorunum yok diye biliyorum ama.

Bnb.Kemal TUFAN: Sorunum yok diye herkes öyle diyor. atılan insan da sorunum yok diye
atılıyor. İstanbul 1.orduda gencecik delikanlı adam atıldı. O da hiç sorunum yok kimseyle görüşmüyorum etmiyorum yapmıyorum birşeyler diyordu ama ondan sonra başına ne geldi.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ama ben gerçekten çok merak ediyorum kim bunla niye uğraşsın yani.

Bnb.Kemal TUFAN: Ben debilmiyorum çok merak ediyorum ama dikkat edin.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben şunu sormak istiyorum komutanım. evimde namaz kılmak yasak mı? Ben onu sormak istiyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Evinde bak şimdi namaz kıldın mı diye bir şey söyledim mi. Sadece mesaide namaz kılıyor musun? Normal namaz

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kılmıyorum
Bnb.Kemal TUFAN: Ben de kılıyorum cuma namazlarımı. sen görebiliyor musun? göremezsin

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Yok hayır. siz de beni göremezsiniz zaten de.

Bnb.Kemal TUFAN: Ama sen evin haricinde resmi kurum içerisinde

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kesinlikle öyle bir şey yok. kim görmüş de böyle
Bnb.Kemal TUFAN: İnşallah yoktur kardeşim ben bir şey demiyorum. yani bu ender de müslümandır. sen ne müslümansan ben 10 katı müslümanım.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Doğrudur doğrudur komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ama sen resmi kuruma girip de bu işi yaparsan
Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Mutlaka bizim türk toplumu olarak bir yerlerden mutlaka bizim yani annemiz babamız bir yerlerden bir şekilde. kapalıdır mesela benim annem. Sizin de mutlaka öyledir.

Bnb.Kemal TUFAN: Benim de annem kapalıdır. istiyorsan resmini göstereyim

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben de gösterebilirim

Bnb.Kemal TUFAN: Benim babam hacca da gitti geldi.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Doğrudur komutanım ama sizden gelen böyle bir soru
> karşısında ben rahatsız oldum yani

Bnb.Kemal TUFAN: Rahatsız ol!!! ben rahatsız olman için çağırdım fatih zaten.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben rahatsız oldum gerçekten

Bnb.Kemal TUFAN: Rahatsız ol. ama bundan sonra bilmiyorum yani

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Beni senin rahatsız olmanı şundan dolayı istiyorum. Attığın adımlara dikkat et. etrafındaki insanlara dikkat et. Allah korusun bak Ahmetin düştüğü yola düşersin. Aynen burda ikaz ediyorum kardeşim sizi. bilginiz olsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ve gözümde üzerinizde

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Onun farkındayız komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Bak ne güzel farkındasınız. onu çok güzel söylüyorsunuz. Arkadaşlarınıza da söyledim farkındasınız değil mi

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kim komutanım.
Bnb.Kemal TUFAN: Arkadaşlarınla birlikte

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Siz benim ağzımdan laflar almaya çalışıyorsunuz herhalde.

Bnb.Kemal TUFAN: Sen veriyorsun zaten farkındayız diyerek olayı biliyorsun zaten

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ufacık şeylerden laf almaya çalışıyorsunuz komutanım evet

Bnb.Kemal TUFAN: Fatih bak sen olayın farkındasın arkadaşlarınla birlikte farkındasın. Onun için hal ve hareketlerine özellikle mesai saatleri içersinde.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: O yönde kesinlikle bir sıkıntı yok…

Bnb.Kemal TUFAN: Veeee göreve gittiğiniz zaman görev yerlerinizde

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Aynen o şekilde , aynı şekilde

Bnb.Kemal TUFAN: Bak göreve gidiyoruz o görev yerlerinde de aynı şekilde…

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam o yönde hiçbir sıkıntı yok yani.

Bnb.Kemal TUFAN: Birlik içersinde namaz asla. ikaz ediyorum. arkadaşlarına söyle> tamam mı?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben söylemem komutanım. burada konuşmam burada biter.
Onu söylemem kesinlikle

Bnb.Kemal TUFAN: Annenle babanla konuşcam

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Konuşun

Bnb.Kemal TUFAN: Annenle babanla konuşcam

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ben de isterim komutanım. bu konuda bir konuşun komutanım. Onlarında mutlaka size söyleyecekleri vardır komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Mutlaka. söylesin ama ben gencecik pırıl pırıl bir delikanlının hayatını mahvetmek istemem. Onun için hal ve hareketlerine dikkat edeceksin kardeşim. Benim kulağıma bazı şeyler geliyor.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hala diyorum komutanım kim bununla niye uğraşsın. Ben bunları bilmiyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Bununla ilgili kimin neden uğraştığını ben sana açıklama yapmak zorunda değilim yapmam.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Bu insanların başka işi yok mu onu bilmiyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Dinle dinle. ben senin sicil amirin olarak ikaz etmek durumundayım.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: İllaki komutanım hı hı illaki

Bnb.Kemal TUFAN: Saçın uzun olur bağırırım. ama bu gizli kapaklı bir iş nedense bu işi gizli kapaklı çeviriyorsunuz. bundan dolayı da benim aldığım duyumlar var.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye gizli kapaklı ben onu anlamıyorum yani

Bnb.Kemal TUFAN: Sen iyi biliyorsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hala aynı şeyi yapıyorsunuz komutanım yani

Bnb.Kemal TUFAN: Sen gayet iyi biliyorsun .bak pişkin pişkin bir şekildegülüyorsun da

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hayır bennn

Bnb.Kemal TUFAN: Dikkat et dikkat et

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Gerçekten çok komik bir durum bu

Bnb.Kemal TUFAN: Ne olduğunu anlamadan bu durumun içine girersin. ne olduğunu anlamadan işin içerisine girmiş bulunuyorsun… Farkında değilsin veya isteyerek girersin bilemem. Ben ikaz ediyorum kardeşim seni. Tamam mı kardeşim hal ve hareketlerine dikkat et

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Var mı komutanım bir emriniz ben biraz rahatsız oldum da dışarı çıkmak istiyorum. Eğer bir emriniz varsa

Bnb.Kemal TUFAN: Ya ben konuşmaya devam ediyorum anlamıyor musun? Size değer veriyoruz. sizin için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Sen hala olaya farklı boyutlardan bakmaya çalışıyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım buyrun

Bnb.Kemal TUFAN: Şunda ben senin namaz kılmanla ilgili bir şey söyledim mi?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Söylediniz ki niye yani

Bnb.Kemal TUFAN: Evet söyle. niye namaz kılıyorsun diye mi çağırdım

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Hayır öyle bir şey soramazsınız da yani. Yok mesaide namaz kılıyor musun?

Bnb.Kemal TUFAN: Peki niye namaz kılıyorsun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Niye mi kılıyorum. siz niye kılıyorsunuz

Bnb.Kemal TUFAN: Ben ibadeti yerine getiriyorum

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN :Benim de farklı bir şeyim yok. bundan kim maddi bir şey bekleye bilir ki

Bnb.Kemal TUFAN: Sana soracağım sorunun şekli budur.

Bnb.Kemal TUFAN: Ben sana namaz kılıyor musun elhamdülillah müslümanım. Peki mesai saatleri içersinde namaz kılıyor musun?

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kılmıyorum

Bnb.Kemal TUFAN: Kılmıyorsun

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evet

Bnb.Kemal TUFAN:Tamam tamam fatih.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Emredersiniz komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Kulağıma gelecek duyumlardan sonra öyle bir şey yok. Ben sicil amirin olarak uyarıyorum hal ve hareketlerinize mesai saatleri içerisinde özellikle dikkat edeceksiniz.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ama gerçekten bu insanların başka bir işi yok mu ki bu tür işlerle uğraşıyor ben onu çok merak ediyorum.

Bnb.Kemal TUFAN: Hıı o tür işlerle uğraşıyor. Demek ki olan bir şey var ki

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Komutanım hala öyle bir şey arıyorsunuz kesinlikle öyle bir şey yok diyorum. Siz bana güvenmiyor musunuz yani şey olarak. Ben size ne zaman yalan söyledim.

Bnb.Kemal TUFAN: Arkadaşım benim kulağıma gelen bazı duyumlar var tespit ettiğimiz bazı olaylar var. buna istinaden bende daha olayın başında iken aklınız başınıza gelsin diye ben de iyilik yapıyorum hiç kimseye bu konuyu paylaşmadan tamam mı? Çağırıyorum ve seni ikaz ediyorum. Ama sen bu ikazın altında başka şeyler aramaya kalkıyorsun.

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Ararım ben komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Ara o zaman ara. ara bi şeyler ara ve dikkat et. Madem arayacağım diyorsun ara..

Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Tamam komutanım

Bnb.Kemal TUFAN: Benim arayacaklarımdan sorumlu olursun artık oldu..

> Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Evet evet komutanım

> Bnb.Kemal TUFAN: Oldu. hadi bakalım

> Astsb.Fatih GÜNDOĞAN: Kolay gelsin komutanım

Ses Kaydı linki: http://www.dailymotion.com/video/xq6yyx_2-kolorduda-yrtyca-paranoyasi_news
Kaynak: Sonsayfa

Eskort kızların müthiş oyunu
11 Mayıs 2012

Şantajla gizli askeri bilgileri ele geçirdikleri öne sürülen çeteye yönelik yapılan operasyonun ayrıntıları ortaya çıkmaya başladı

Şantajla gizli askeri bilgileri ele geçirdikleri öne sürülen, aralarında albay, yarbay, binbaşı, yüzbaşı gibi muvazzaf askerlerin de bulunduğu şüphelilere yönelik operasyonun ayrıntıları ortaya çıkmaya başladı.

Operasyon kapsamında gözaltında bulunan 2'si albay 9 muvazzaf askerin, eskort kızlarca tuzağa düşürülüp şantaja uğradığı, ardından da meslektaşlarının tuzağa düşmelerine yardım ettikleri, bunun karşılığında maddi kazanç sağladıkları ileri sürüldü. Operasyonda gözaltı sayısı da 27'ye yükseldi.

İzmir Emniyet Müdürlüğü'ne 2009 yılında maille gelen ihbar sonrasında başlatılan soruşturma, muvazzaf askerlere kadar uzanan fuhuş, şantaj, tehdit operasyonuna dönüştü. Yaklaşık iki yıl süren araştırmaların ardından yüksek rütbeli askerlerle de bağlantılı oldukları ve askeri bilgileri ele geçirdikleri öne sürülen kişilere yönelik Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, eşzamanlı baskınlar düzenledi. İzmir, İstanbul, Ankara, Bursa, Antalya, Muğla, Manisa, Zonguldak ve Ordu illerindeki baskınlarda albay, yarbay, binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen rütbelerinde 9 muvazzaf asker ile Marmaris'de marinası bulunan işadamı B.Ö. ile yanında çalışan emekli albayın da aralarında bulunduğu 26 kişi gözaltına alındı. İkinci günde gözaltı sayısı, firari olan bir kişinin de yakalanmasıyla 27'ye yükseldi. Muvazzaf askerlerin, Ankara'da Jandarma Genel Komutanlığı'nda görevli 2 albay, Zonguldak'ta denizci yarbay, İzmir'de, havacı binbaşı, karacı yüzbaşı ve astsubay, Marmaris'te ise denizci yüzbaşı ve üsteğmenin yanı sıra sahil güvenlik üsteğmen olduğu belirtildi.

AYNI YÖNTEMLE TUZAĞA DÜŞMÜŞLER

Şebekenin fuhuş yapılanmasının elebaşılığını, Denizli Pamukkale Üniversitesi öğrencisi, İzmir'de yaşayan 25 yaşındaki N.K.'nin yaptığı öne sürüldü. İddiaya göre, eskort kızlarla yakınlık kurup ilişkiye giren gözaltındaki muvazzaf askerler, daha sonra kendilerine görüntülerle yapılan şantaja boyun eğip, askeri bilgeleri şebeke elemanlarıyla paylaştı. Yine gözaltındaki askerlerin, daha sonra kendilerine uygulanan yöntemle meslektaşlarına da tuzak kurulmasına yardım ettikleri, bunun karşılığında maddi menfaat temin ettikleri öne sürüldü.

Tehdit ve şantajla askerlerden temin edilen ıslak imzalı gizlilik derecesi olan belgelerin büyük bir bölümü iddiaya göre N.K.'nin bilgisayarı ve işadamı B.Ö.'nün Sakarya'daki çiftliğinde bulundu. Belgelerde askerlere ait adres bilgileri, askerlerin isim listeleri, nöbet yerleri ve listeleri gibi bilgilerin yer aldığı ileri sürüldü. N.K.'nin evinde yapılan aramada üsteğmen üniforması ve askeri kimlik kartı da çıkmış, genç kadının bu sayede askeri birliklere girdiği öne sürülmüştü.

EMNİYET MÜDÜRÜ BİLGİ ALDI

Operasyonun ikinci gününde İzmir Emniyet Müdürü Ali Bilkay da Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne giderek bilgi aldı. Bilkay, müdürlük çıkışında yaptığı açıklamada soruşturmanın sürdüğünü, gizlilik kararı bulunduğunu söyledi.
Milliyet

Askeri casusluktan 30 muvazzafa yakalama
01.07.2012

İzmir'de Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın yürüttüğü askeri casusluk ve fuhuş soruşturmasında dün 4. dalga operasyonlar yapıldı. Çektikleri uygunsuz görüntülerle fuhuş tuzağına düşürdükleri askeri personele şantaj yaparak TSK'nın sır bilgi ve belgelerini elde eden çeteye yönelik dünkü operasyonda 30 muvazzafa yakalama kararı çıktı

TSK'nın tüm sırları çetede

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen askeri casusluk ve fuhuş soruşturmasının 10 Mayıs, ikincisi 25 Mayıs'ta gerçekleşen dalgalarında 13'ü muvazzaf 45 kişi tutuklanmıştı. 13 Haziran'da gerçekleştirilen üçüncü dalgada 16 ilde aralarında muvazzaf askerlerin de olduğu 49 kişi gözaltına alınmış; 19 muvazzaf, 2 emekli asker tutuklanmıştı. Operasyonlarda ele geçirilen belgeler, tüm askeri üslerin konumları, radar kodları, savaş uçaklarının yazılımları ve pilotlara ait bilgilerin çeteye sızdığını gözler önüne sermişti. Bu belgelerin savcılık tespitinin ardından Genelkurmay Başkanlığı'na teslim edildiği kaydedildi.
Yeni Şafak

Siirt'te bir asker, girdiği bunalım sonucu 3 askeri vurdu
05 Şubat 2013
TRT'nin haberine göre; Bunalım geçiren bir asker 3 arkadaşını vurarak öldürdü.

Siirt Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre; Pervari ilçesi İğneli Karakolu'nda bir er bunalıma girdi. Er, elindeki tüfekle aynı koğuşta kaldığı 3 askeri vurdu.

Vurulan askerler öldü. Bunalıma giren asker ise yaralanarak Siirt Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alındı.
haber1001
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Şub 02, 2015 10:15 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 11, 2013 11:33 pm    Mesaj konusu: Behiç Gürcihan'a Hatırlatma : "12 Eylül" ve Amcala Alıntıyla Cevap Gönder

Behiç Gürcihan'a Hatırlatma : "12 Eylül" ve Amcalarınız
Serdar Ant

Behiç Gürcihan’ın “Tolga Örnek'e Açık Mektup: Her Sakallıyı Hacı; Her Üniformalıyı Amca Zannetme” (Açık İstihbarat, 22.9.2012) başlıklı yazısını kâh içim burkularak kâh gülümseyerek okudum.

Öncelikle belirtmeliyim ki Behiç Gürcihan’ı tanımam. Bir kere bile olsa bir araya gelip konuşmuşluğumuz, herhangi bir tanışıklığımız yok. Açık İstihbarat isimli sitede yayınlanan yazılarını okurum ara sıra… Gazeteci Fatma Sibel Yüksek ile evli olduğunu, Ergenekon davası kapsamında bir ara gözaltına alınıp bir süre tutuklu kaldığını, ama şu anda tutuksuz yargılandığını biliyorum, o kadar… Onun Tolga Örnek’le olduğu gibi, kendisiyle bir ortak geçmişimiz de yok tabii…

Benim de babam bir askerdi, ama ben “paşa çocuğu” değilim. Geçmişte babamın görevi nedeniyle yurtdışında, mesela Napoli’de bulunma imkânına sahip olamadığım için, “İtalya’nın nimetlerinin peşinden koşma” gibi bir durumum da olmadı hiç… Ama çocukluk ve gençliğimin tamamı Gölcük gibi bir ortamda geçtiğinden askeriyeyi biraz da olsa bilirim. Bu bağlamda Tolga Örnek’i ve ailesini, uzaktan da olsa tanıdığımı söyleyebilirim.

Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e açık mektubunu yazarken Napoli günlerinden ve eski Yugoslavya’nın parçalandığı dönemden bahsediyor.

Öyle anlaşılıyor ki tanışmaları ve arkadaşlıkları o yıllara dayanıyor. Yani 1990’lı senelere… O yılları 20’li yaşlarda delikanlılar olarak yaşamış olmalılar. Gürcihan,

“Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken, bizim güle oynaya İtalya'nın nimetlerinin peşinde koştuğumuz günler…”

dediğine göre, o dönemde dünyada olan bitene karşı kaygısız kaldıklarını, daha doğrusu bugün olduğu gibi bir bilince sahip olmadıklarını da itiraf etmiş oluyor bir bakıma. Bir tür özeleştiri yapıyor kendince… Bunu eleştirmek için yinelemiyorum.

Ama çocukluk ve gençlik yıllarımızda hangimizin dünya umurundaydı ki? Hele ki “İtalya’nın nimetleri” ayaklarınızın altına serilmişken kim takar Yugoslavya’yı? Babanız Washington’da askeri ateşe ise, Türkiye’de olup bitenler sizi çok mu ilgilendirir sanki? Neyse…

Benim Tolga Örnek’i ve ailesini “tanımam” ise daha eskiye dayanıyor.

1970’li yılların ikinci yarısı, 1980’lerin başına… 12 Eylül öncesi ve sonrasının karanlık yıllarına yani… Aslında buna “tanımak” denilebilir mi, bilmiyorum. Tolga Örnek daha kısa pantolonla dolaşırken, aynı mahallede ve aynı apartmanda oturmuştuk Örnek ailesiyle… Ben ve kardeşim, Tolga ve Burak’tan 5-6 yaş kadar büyüktük, ama aynı okula aynı askeri servislerle gittik, Yüzbaşılar Mahallesi’nin sokaklarında koşturduk durduk, bağlardan kiraz aşırdık, 8. Sokak’ın o ünlü deresinde oyuncak “kayık” yarıştırdık. Dünyadan bîhaber olduğumuz çocukluğumuzun o avare yıllarında, yaşamımız kısa bir dönem de olsa çakıştı Tolgalarla...

Özden Örnek, daha o yıllarda parmakla gösterilen bir subaydı.

Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, o seneler binbaşı ya da yarbay idi galiba, ama geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı olacağı söylenirdi hep… Öyle derlerdi, biz çocuklar da büyüklerimizin konuşmalarından duyardık bu lafları. Kimi günler, gecenin bir saatinde apartmanın kapısı önünde bir askeri aracın durduğunu ve o saatte Özden binbaşıyı alıp gittiğini görürdük. Kısacası parlak bir subaydı, soyadı gibi “örnek” bir askerdi.

Eşi “Sevil teyze” de anımsayabildiğim kadarıyla “burnu Kaf dağında” bir insan değildi. Sonradan bu alçakgönüllü yapısı değişti mi, bilmiyorum. Ama askerlerin dünyasında subay ve astsubay aileleri arasında nasıl bir “uçurum” olduğunu o ortamda yaşayanlar gayet iyi bilirler. Buna rağmen benim anımsadığım “Sevil teyze” böyle bir insan değildi. Annemlerle görüşürler, karşılıklı ev gezmelerine gelip giderlerdi. Bayramlarda ziyaretimize de gelirlerdi, aradaki rütbe farkına falan bakmadan…

Biz çocuklar, böyle bir ortamda büyüdük işte… Türkiye kan ve ateş denizinde çalkalanır, her gün 15—20 kişi “anarşi ve terör” ortamında can verirken, bizler böyle bir sahte cennette yaşıyorduk.

Ne “sağ”dan haberimiz vardı, ne “sol”dan…

Hatta Türkiye’de olup bitenleri bile bilmezdik. Hem yaşımız böyle şeyleri anlamak için çok küçüktü, hem de yaşadığımız ortam bunların bize ulaşmasını engelliyordu.

Türkiye’nin içine sürüklendiği bu batağın, Behiç Gürcihan ve Tolga Örnek’in babalarının 1990’larda “NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken” yaşananların bir ön habercisi, belki de bir provası olduğunu o yıllarda nereden bilebilirdik ki?

Türkiye’nin bir “istikrarsızlaştırma operasyonu” ile nasıl faşizme sürüklendiğini, generallerin müdahale için koşulların olgunlaşmasını nasıl sabırla beklediklerini, 12 Eylül darbesiyle olacaklardan, darbenin gerçekleşmesinden çok önce Amerikan askeri kaynaklarında nasıl bahsedildiğini yıllar geçtikten sonra öğrenebildik ancak…

Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e yazdığı açık mektupta “TSK'nın bittiği an, babanın mahkûm edildiği an değildir” diyor ve ekliyor:

“Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım. Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök, askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti... "Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti... Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK…”

İnsan, şu satırları okuyunca sormadan edemiyor:

Bu kadar basit mi?

Behiç Gürcihan, bugün, 1990’larda olduğu gibi “İtalya’nın imkânlarının peşinde koştuğu” yıllarda değil artık. Dediği gibi, “o günler geride kaldı.” Belki o yıllarda, bugün olduğu kadar bilinçli ve duyarlı bir insan değildi. Ama bugünkü Behiç Gürcihan için aynı şey söylenebilir mi?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül’de nasıl bir rol oynadığını görmezden gelerek “TSK "biteli" 10 seneyi geçti” şeklindeki sığ bir değerlendirmeyle gelişmeleri açıklamaya çalışmak, Tolga Örnek’a “açık mektup” yazan Behiç Gürcihan’ı inandırıcılıktan yoksun kılar, o kadar...

Hatta ne 12 Eylül’ü, TSK’nın bitiriliş öyküsünü çok daha gerilere uzatmak da olasıdır. Ve eminim ki bu sürecin dönüm noktalarını Behiç Gürcihan da en az benim kadar iyi bilmektedir.

Dünya askeri darbeler literatürüne “bizim çocuklar” (our boys) olarak geçen 12 Eylül’ün faşist generalleri kimi temsil ediyorlardı ki?

12 Eylül akşamı ABD Başkanı Carter’ı arayan Dışişleri Bakanı,

“Mr. President, Türk Ordusunun komuta heyeti Ankara’da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimler müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti”

derken, kimi kastediyordu acaba?

6 Kasım 1983 seçimlerinden hemen önce Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig, Org. Evren ile 14 Mayıs 1982’de yaptığı görüşmede

“Türkiye, NATO’nun ötesinde bir önem taşır. İyi bilirsiniz ki, Washington’da dostlarınız vardır. Başkan Reagan durumu gayet iyi kavramıştır. Başarınız için her desteği verecek. Sizin başarınız bizim de başarımız sayılır”

derken ne demek istiyordu acaba?

ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, 1985’in Temmuz ayında Cumhuriyet muhabiri Ufuk Güldemir’e söylediği

“Asıl zorlandığım konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına entegrasyonunu sağlamak olmuştu. Gerçi bu sorun sonraları daha kolay çözüldü. Biraz General Rogers sayesinde. Sayın Evren ile çok yakın dosttu. Sayın Evren’in, çok takdir ettiğim bu güçlü liderin, iyi niyetli yaklaşımı olmasaydı, bu sorun çözülemezdi. Yıllarca uğraşıp, vaatler yapıp, telkinlerde bulunup başaramamıştık, ama dostlukla oldu. 1980 Harekâtı olmasaydı, bu mümkün olmazdı”

şeklindeki sözleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne zaman bitirildiği konusunda bir fikir vermiyor mu acaba?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bitirilmesi ve “milletin ordusu” olmaktan çıkıp bir “NATO kuvveti” haline gelmesini içeren süreçte, Behiç Gürcihan için 90’lı yıllar öncesinin bir önemi yok mu peki?

Tolga Örnek’e seslenirken Hilmi Özkök’ten, Yaşar Büyükanıt’tan, Çevik Bir’den bahsediyor ve bu generallerin oynadığı rolü eleştiriyor. İyi de bu paşalar 90’lı yıllar öncesinde ne yapıyorlardı? Ay’da mı yaşıyorlardı!

12 Eylül döneminde Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Harekât Başkanlığı’nda çalışıyordu. Ne yapıyordu orada?

Darbenin nasıl yapılacağı, kimlerin gözaltına alınacağı, nerelerde işkence tezgâhları kurulacağı, kimlerin vatandaşlıktan çıkarılacağı, milletin anadilinin nasıl yasaklanacağı ve daha böyle bir sürü “ince” işin planlamasıyla mı ilgileniyordu acaba?

“Bizim çocukların” lideri Kenan Paşa, yıllar sonra gazeteci Yavuz Donat ile yaptığı söyleşide Yaşar Büyükanıt hakkında şunları söylüyordu:

“Henüz ihtilal yapmamıştık... Ben Genelkurmay Başkanıydım... Yaşar Paşa, yarbay rütbesi ile Genelkurmay Harekât Başkanlığı'nda çalışıyordu... Dikkatimi çekti... Ve yanımdaki komutanlara dedim ki: Bu yarbaya dikkat edin... İstikbal vaat ediyor... İleride büyük komutan olacak."

Kenan Paşa’nın, Behiç Gürcihan’ın hedef tahtasında olan Hilmi Özkök için verdiği referans da sağlam:

“1980'de biz ihtilali yaptığımızda, Hilmi Paşa, yarbay rütbesindeydi... Milli Güvenlik Kurulu'nda görev yaptı. Çok sevdiğim bir komutan... Çalışkan, bilgili... İyi yabancı dili var. Deneyimli.”

Çevik Bir’e ise hiç değinmiyorum. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in yaveri olarak görev yaptığını gösteren fotoğrafları daha birkaç ay önce basında hepimiz gördük.

Behiç Gürcihan Tolga Örnek’e yazdığı mektupta, 1990’lı yılları kastederek “Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken” diyor… 1990’da bunları yapan babalarınız, 1980 darbesinde neler yapıyordu peki?

Behiç Gürcihan, bu konuda bir açıklama yapar mı bilmiyorum, ama 12 Eylül öncesi ve sonrasında, örneğin Özden Örnek’in hangi görevlerde bulunduğunu özgeçmişinden öğrenebiliyoruz:

“1978'den itibaren iki yıl süre ile Donanma Komutanlığı Harekât ve Eğitim Şube Müdürü olarak çalıştı. 1982'de ABD Deniz Komuta Kolejinden mezun oldu. 1982'de yılında Albay olan Örnek, aynı yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Şube Müdürlüğüne atandı.”

Hiçbir yorum yapmıyorum!

Bugün Balyoz operasyonu ve davası ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir temizlik yapıldığından ve “Mustafa Kemal’in askerleri”nin Türk ordusundan tasfiye edildiğinden, “kangren olan kolun” kesildiğinden bahsediliyor. Gel de sorma şimdi:

Kimdir bu “Mustafa Kemal’in askeri” olanlar?

12 Eylül döneminde Yaşar Büyükanıt, Hilmi Özkök, Çevik Bir gibi geleceğin “parlak” subaylarıyla beraber aynı kurmay kadrosunu oluşturanlar mı?

ABD’nin “bizim çocuklar” (our boys) olarak tanımladığı beş generalin, 12 Eylül faşist darbesi sırasında gözü kulağı, eli ayağı değil miydi bu kişiler?

Balyoz davasında yargılananların ya da 1990’larda “NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'nın parçalanmasında” görev alanların, 12 Eylül döneminde nerelerde, neler yaptığına bir bakılsa, oldukça çarpıcı sonuçlara ulaşılır herhalde…

Örneğin, birkaç yıl önce Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Org. Işık Koşaner’in 1978’de Kara Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde kurmay subay olarak çalışması gibi…

Ne ilginçtir ki, 12 Eylül ve darbe soruşturması yapanlar, Işık Paşa’nın o yıllardaki deneyimlerine ve tanıklığına başvurmuyorlar nedense…

Bugünlerde bir “Mustafa Kemal’in askerleri” lafıdır gidiyor.

İyi de “Mustafa Kemal’in askeri” olarak tanımlanan bu generallerin ağzından en son ne zaman “ya istiklal ya ölüm” sözünü duydunuz?

Bu paşaların görev yaptıkları süre içinde, Anadolu’nun göbeğine kurulmuş Amerikan üslerine karşı en ufak bir tepkisi oldu mu?

“NATO’ya karşı en ufak bir eleştirileri oldu mu?” diye sormuyorum, çünkü hepsi NATO karargâhlarında görev yaparak, ABD’deki Askeri Kolejlerde ya da Kraliyet Akademilerinde eğitim alarak yükseldiler ordu içinde…

Türkiye’nin AB’ye üye yapılacağı masalıyla ekonomide, siyasette, hukukta, dış politikada, kısacası yaşamın her alanında ödün üstüne ödün vererek AB kapısında uşak yapılmasına karşı en ufak bir karşı çıkışı oldu mu, bu “Mustafa Kemal’in askerlerinin”?

Türkiye ekonomisi Dünya Bankası memurlarına teslim edilip IMF reçetelerinin uygulanması sonucu milyonlarca insan açlık ve sefalet denizinde kulaç atar hale düştüğünde, başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ana ikmal kaynağı olan TÜPRAŞ olmak üzere kamu varlıkları bir avuç asalağa peşkeş çekilirken bu paşaların aklına “Mustafa Kemal’in askeri” olmanın gerektirdiği sorumluluk geldi mi hiç?

MGK toplantılarında bu konularda eleştirel tek söz ettiler mi mesela?

OYAKBANK satılırken bile susulmadı mı?

“Mustafa Kemal’in askeri” olanlar, silah arkadaşları Org. Bitlis’in kuşkulu bir kaza ile yaşama veda etmesine hiç tepki gösterdiler mi?

Muavenet batırıldığında neden mezar gibi sessizdiler? Kuzey Irak’taki kukla devleti kuran Çekiç Güç, Anadolu’nun göbeğinde konuşlandığında, her 6 ayda bir, bu emperyalist kuvvetin görev süresinin uzatılması için MGK’da onay verenler bu “Mustafa Kemal’in askerleri” değil miydi?

Türk askerinin terörist yatağı Kuzey Irak’a adımını atması yasaklanmışken, Afganistan’dan Lübnan’a kadar uzanan coğrafyada ABD’ye taşeronluk yapmasını sineye çekenler kimlerdi?

Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir tasfiyeden bahsediliyor.

Peki, 12 Eylül döneminde, Atatürkçü ve solcu kaç subay atıldı TSK’den?

Bugün gerçekleşen tasfiyeyi şimdi birileri nasıl seyrediyorsa, Yaşar Büyükanıtlar, Hilmi Özkökler, Çevik Birler de 12 Eylül döneminde Atatürkçü ve solcu subay kıyımını seyretmediler mi?

Büyük bir ihtimalle o listelerin hazırlanmasında bile rol oynamışlardır!

İşte şimdi tasfiye edilenler de, 12 Eylül’de Özköklerin, Büyükanıtların silah ve dönem arkadaşı olan kurmaylar değil miydi? Bugün de tasfiye edenler tasfiye ediliyor!

Kısacası sustunuz, sıra size de geldi en sonunda!

Ve bütün bu olanlara rağmen, Behiç Gürcihan “TSK "biteli" 10 seneyi geçti” diyor!

Hangi 10 sene? Bilgi dağarcığınızda ve belleğinizde “12 Eylül” diye bir olay yok mu sizin?

Atatürk,

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir”

diyordu. Oysa artık Yugoslavya’dan Afganistan’a, Lübnan’a kadar uzanan coğrafyada emperyalizme hizmet sunan Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece son 10 yıldır değil, çok daha uzun bir süredir milletin ordusu değildir ne yazık ki…

“İstilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti” haline getirilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “milli ordu” olmaktan çıkışı, Behiç Gürcihan ile Tolga Örnek’in “İtalya yıllarının”da, hatta benim çocukluk dönemimin de gerisine uzanır.

Ama bugünkü iktidar savaşını yerli yerine oturtmamızı sağlayacak bu arka planı görmezden gelir ve hikâyeyi sadece 10 yıl öncesinden başlatırsanız, sonunda “amcalarınıza” tepki göstermenin de ötesine geçemezsiniz! Oysa bütün o “amcalar”, ABD’nin “bizim çocuklar” takımının üyesidirler.

Madem babalarınızın Yugoslavya’nın parçalanmasında rol oynadığını kabul edecek kadar gerçekçi bir bakışa eriştiniz, o zaman o “amcalar” ve 12 Eylül döneminde silah arkadaşı olan günümüzün “Mustafa Kemal’in askerileri”(!) o dönemde neler yaptıklarının, daha doğrusu ne tür olayların yapılmasına tanık ve aracı olduklarının da hesabını versinler.

http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10175

Hilmi Özkök’ten başına çuval geçirilen Türk askerine şok emir
Sabriye Aşır
17.03.2014



Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde Amerikan askerleri tarafından Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yapılan baskınla, 11 Türk askerinin başlarına çuval geçirilip kelepçelenerek esir alınması olayını öğrendiğinde, esir alınan askerler için “Mukavemet etmesinler” dediği ortaya çıktı.

E.Amiral Türker Ertürk, soğuk savaş yıllarında olduğu gibi taşeronluk yapmayan ve hizadan çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı tetiğe 1 Mart tezkeresinin reddi üzerine 3 ay sonra 4 Temmuz 2003’te basıldığını ve Türk askerinin başına çuval geçirildiğini belirtti.

ÖZKÖK’TEN “MUKAVEMET ETMESİNLER” EMRİ

Ertürk, 4 Temmuz 2003 günü, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, olayın kendisine bildirildiği sırada odasında yaşananları ve Özkök’ün olayı öğrendikten sonra verdiği emri açıkladı. Ertürk, şöyle dedi:

“Bugün Almanya’da siyasi mülteci olarak yaşayan E. Dz. İk. Kur. Alb. Ali Gözenek o gün (4 Temmuz 2003) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e bir konuyu anlatmaktadır. Komutana bir konu anlatılırken makama bir başkasının girmesi normal değilken zamanın Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Köksal Karabay durumun ivediliği nedeniyle içeri girer ve Irak’ta gelişen acil durumu anlatır ve emir beklediklerini rapor eder. Hilmi Özkök’ün suratı simsiyah olur ve ‘Mukavemet etmesinler’ diye emir verir.”

Özkök’ün, bu olayın, yaşanan Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk, Amirallere Suikast gibi davalar sürecine değin geleceğini fark etmediğini dile getiren Ertürk, şöyle devam etti:

“Özellikle soğuk savaştan sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin durduğu yer Türk halkının yanıdır, hizasıdır. Türk halkının çıkarlarının yanında, doğru yerde durmuştur. Hatta bunu yaparken,dönemin Savunma Bakan Yardımcısı ‘Türk generalleri hizadan çıktı’ demiştir. Bunu, 1995’teki Çelik Harekatı nedeniyle söylemiştir. Soğuk savaştan, 1990’dan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri, emperyalizmin uşaklığını, taşeronluğunu yapmamışve en sonunda da bardağı taşıran damla olarak, 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmemesi görülmüştür.Esasında Türk Silahlı Kuvvetleri Meclis’in o tercihine hiç karışmamıştır. Ama bu bir demokratik tercih olmasına rağmen, ‘Türk Silahlı Kuvvetleri liderlik görevini yapmadı’ demişlerdir. O zaman buradan şunu anlıyoruz; bizim müttefiklerimizin demokrasi tercihini, demokrasiyi görmek gibi bir arzuları yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri baskı yapsın, 1 Mart Tezkeresi’ni Meclis’ten geçirsin istemişlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri baskı yapmamıştır, demokrasinin kurallarına ve işleyişine bırakmıştır. Türk halkının Meclis’teki temsilcileri de, 1 Mart Tezkeresi’ni geçirmemişler. O zaman işte ‘Amerikalı müttefiklerimiz’, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni itibarsızlaştırmaya, etkisizleştirmeye ve kafesin arkasına atma kararını vermişlerdir.(CIA ajanı) HenriBarkey, ‘Biz AKP ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesledik’ diyor.”

“BAŞINIZA ÇUVAL GEÇİRİLİYORSA MUKAVEMET ETMEK ZORUNDASINIZ, GEREKİRSE ÖLMEK ZORUNDASINIZ”

4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de yaşanan Çuval Olayı’nın tek amacı olduğunu dile getiren Ertürk, bu amacı şu sözlerle açıkladı:

“Amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölgede ve Türk halkı gözündeki itibarını beş paralık etmektir. Siz empatiyapın ve kendinizi Ankara’da, Genelkurmay Başkanı olarak düşünün. Size böyle bir operasyon yapıyorlar. Askere, tetiğe basmak düşer. Eğer birisi sizin itibarınızı beş paralık etmeye kalkıyorsa, sizin kafanıza çuval geçirmeye kalkıyorsa, mukavemet etmek zorundasınız. Gerekirse, ölmek zorundasınız.

Gelinen noktada, Türk Silahlı Kuvvetleri itibarsızlaştırıldıysa, etkisizleştirildiyse, ne içindir? Suriye’ye terör ihraç etmek için, Orta Doğu’da taşeron olarak kullanmak içindir. Bunun başlangıcı, Süleymaniye’de Türk askerinin kafasına çuval geçirilmesiydi. İşte burada komutanlık görevini kim yapamamıştır? Zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök yapamamıştır.”

Bundan sonraki süreçte yaşanan Ergenekon ve Balyoz davalarının çok açık olarak operasyon olduğunun günümüzde bilindiğini de vurgulayan Ertürk, “Bunu Başbakan Erdoğan bile söylüyor. Ama ne yazık ki bu süreçte Hilmi Özkök silah arkadaşlarına sahip çıkmamıştır. Hatta ‘Ben kasaptaki ete soğan doğramam’ demiştir, mahkemelere gitmemiştir, tavır göstermemiştir. Bu gelişmeler gösteriyor ki, zamanında Hilmi Özkök, bir komutandan, bir Mustafa Kemal’in askerinden beklenen tavrı, hem başlangıçta göstermemiştir, hem de gelişim sürecinde göstermemiştir.”dedi.

Ankara’da 4 Temmuz 2003 günü, Özkök’ün ‘Mukavemet etmesinler’ emrine bizzat tanıklık eden bir subaydan, bir askerden öğrenerek Türk halkına ilettiğiniifade eden Ertürk, Çuval Olayı’nınbugüne değin hep ‘neler olduğu-askerin direnip-direnmediği’ bağlamında merak edilen bir konu olduğunu da anımsatırken, “Zannediyorum bu haberle birlikte bu konu biraz daha açıklığa kavuşmuştur”diye konuştu.

“BÖYLE BİR KARAR, BÖYLE BİR EMİR MUTLAKA YARGILANMALIDIR”

Ertürk, “Özkök'ün daha önce de Irak'a ABD'nin özel timini Meclis izni olmadan geçirdiği, sonra da bu timin yeniden ülkemiz üzerinden geçtiği ortaya çıkmıştı. Şimdi de siz, ‘Mukavemet etmesinler’ direktifini aktarıyorsunuz. Böylesine bir durumu, gerçek anlamda bir bağımsız yapıya kavuşmasını dilediğimiz yargı mı yargılamalı, yoksa bu konuda verilecek en gerçek hüküm tarihin yargısı mı olacak?” sorusuna da, şu yanıtı verdi:

“Türk askerine yakışan, Türk halkının çıkarlarından yana tavır koymaktır. Bu ülkenin güvenliğinden ve refahından yana tavır koymaktır. Eğer bunun için tetiğe basmak gerekiyorsa, ölmek ya da öldürmek gerekiyorsa; Türk askerinden bu beklenmelidir. Ama ne yazık ki Süleymaniye’de Türk askeri bu görevini yapamamıştır. Bunlar Orta Doğu’da, ülkemizi de içine alan bir planı gerçekleştirmek için yapıldı. Türkiye’yi bölüp parçalayabilmek için yapıldı.Türkiye’de terörü azdırmak, ülkede bölünme ve parçalanmanın şartlarını oluşturabilmek için hazırlandı. İşte bugün ülkemizin yaşadığı zorlukların başlangıcı budur. Esasında böyle bir karar, böyle bir emir mutlaka yargılanmalıdır. Ama yargılayabilmeniz için, bu ülkede, bu toprakların gözüyle bakan bir iktidarı getirmeniz lazımdır. Eğer bunu getiremezseniz; bu tip hainlikleri, bu tip yanlış kararları yargılayabilmeimkanına kavuşamazsınız. Ancak tarihte bir vaka olarak, okuduğunuz bir gerçek olarak kalır. Onun ötesinde ne yazık ki hiçbir geçerliliği olmaz.”


“KİMİ ZAMAN ORDUNUN EN TEPESİNDEKİ BİR ŞAHIS BİLE, BİR RÜTBESİZ ERİN GÖSTERDİĞİ KAHRAMANLIĞI GÖSTEREMEZ…”

E. Amiral Türker Ertürk, “Bir tarafta, kendisine atılı iddiaları hem kendine, hem de üniformasına yakıştıramadığı için, ‘Ben bu hukuksuzlukla yaşayamam’ diyerek intihar eden bir Yarbay Ali Tatar örneği, diğer tarafta da sizin aktardığınız bilgiden hareketle Amerikalılar kendi askerini esir almışken ‘Mukavemet etmesinler’ emri veren bir Genelkurmay Başkanı duruyor. Buna, Türk askerinin karakteri bakımından nasıl bir değerlendirme yapacaksınız?” sorusu üzerine de, şunları kaydetti:

“Askerin görevi, zamanı geldiğinde, şartlar oluştuğunda vatanı için ölmektir. Bazen bunu bir üsteğmen, bazen bir astsubay, başçavuş, bir rütbesiz er layıkıyla yapar ve kahraman olur. Ama kimi zaman ordunun en tepesindeki bir şahıs, en tepesindeki bir komutan bile, bunu yapamaz, bir rütbesiz erin gösterdiği kahramanlığı gösteremez. Bu tarihte çeşitli seferler olmuştur. Yalnız ülkemizde değil, diğer ülkelerde de olmuştur. İşte bu gördüğünüz vaka da, kötü örneklerden birisidir.”

*Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız,Özkök’ün, ABD Özel Kuvvetleri’nin Türkiye’den, Irak’a geçişini (TBMM yetkisinde olmasına karşın ve Özkök’ün kendi ifadesiyle ‘Yasal süreç izin vermemesine rağmen’) sağladığını yazmıştı: http://www.odatv.com/n.php?n=abd-taburunu-haburdan-yasadisi-geciren-komutan-kim-0912131200

Odatv.com

Emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’dan radikal özeleştiriler
Alper Görmüş
29 Ara 201



Emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Zorlu Yılların Sessiz Tanığı adlı kitabında cumhuriyet, askeri vesayet ve Kürt meselesi gibi temel konularda radikal özeleştirilerde bulunuyor.

2003-2004 yıllarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) Kara Kuvvetleri Komutanı (KKK) olarak görev yapan emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın, içinde bulunduğumuz ayın ilk haftasında piyasaya çıkan kitabı Zorlu Yılların Sessiz Tanığı / Vatana Adanmış Bir Hayat doğal olarak Yalman’ın Balyoz davası sürecindeki tavrı üzerinden kamuoyuna sunuldu.
Fakat kitap, Yalman’ın cumhuriyet, askeri vesayet ve Kürt meselesi gibi temel konularda giriştiği özeleştiri çabaları ve 2003-2004 yıllarındaki darbe tartışmalarına dair bölümleri ile de dikkate değer. Bu iki ana başlık dışında, Yalman’ın son yılların çok tartışılan fakat hâlâ açıklığa kavuşmamış birkaç konu başlığına dair yaklaşımları ve talepleri de ilginç görünüyor.
Bugünden başlayarak üç gün boyunca Aytaç Yalman’ın kitabını yukarıda özetlediğimiz üç başlığa odaklanarak ele alacağız...
Bugün, “özeleştiri” bahsi...
‘Her şart altında TSK’yı savunabilirdim...’
Aytaç Yalman daha önsözde, biraz sonra kitabını okumaya başlayacak okuru, bir askerden duymaya alışık olmadığı sözler duyacağı hususunda uyararak başlıyor:
“Bu kitabı yazarken mümkün olduğunca objektif olmaya gayret ettim. Bu nedenle içinde yetiştiğim ve borçlu olduğuma inandığım Silahlı Kuvvetleri korumak adına kesinlikle sübjektif değerlendirmeler yapmamaya özen gösterdim. Çünkü bu davranışımın Silahlı Kuvvetlere hizmet olacağını düşündüm. (...) Kitabımda her şart altında Silahlı Kuvvetleri savunabilirdim. Ancak böyle bir hareketin TSK için yararlı olmayacağını düşündüm. Çünkü yapılan yanlışlara devam etmenin TSK’ni yüceltmeyeceğini biliyordum.” (s. 12)
Cumhuriyeti korumak ve askeri vesayet
Yalman, önsözü bitirmeden, cumhuriyeti korumak isteyenlerle onunla “kavgalı” olanlar arasındaki 90 yıllık mücadeleyi ele alıyor; fakat “kavga”yı tanımlarken çok önemli bir nüansa yer veriyor ve kavganın nedeninin gerçekte cumhuriyet değil, “cumhuriyetin demokratikleştirilmemesi” olduğunu söylüyor. Bu kavgada askerin pozisyonunu ise Mahmut Muhtar Paşa’nın sözleriyle eleştiriyor:
“Bugün; siyaset arenası ve sosyal hayat cumhuriyet ve Atatürk ilkelerini korumak isteyenlerle cumhuriyet ile başından beri kavgalı olanların arasındaki kavgaya tanık olmaktadır. Aslında cumhuriyet ile kavgalı olmaktan çok cumhuriyetin demokratikleştirilmemesi ile kavga edilmektedir."
“Bugüne kadar Silahlı Kuvvetler Atatürk ilkelerini koruma ve kollamanın yanında yer aldı. Bugünkü duruşu itibariyle; siyasi olayları siyaset kurumunun çözmesi istikametinde bir duruş sergilediği görülüyor. Bu meyanda Mahmut Muhtar Paşa’nın konu ile ilgili bir ifadesine yer vermek istiyorum: ‘Bir ordu için en büyük felaket, genç subayların askeri vazifelerinin dışında olarak, orduyu ve memleketi düzeltmeye kalkışmaları, kanunları ve nizamları değiştirmeye girişmeleri, hükümeti denetim altına almak, devletin siyasi hayatına etki yapmak gibi maksatlara yönelmeleridir.’” (s. 16)
27 Mayıs pişmanlığı
27 Mayıs darbesinde Harp Okulu öğrencisi olan ve 20 gün boyunca okulda alıkonan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes’in nöbetlerini münavebeli (dönüşümlü) olarak tutan Aytaç Yalman 27 Mayıs’a dair net bir pişmanlık dile getiriyor. Yazdıkları, o zamanlar, Mahmut Muhtar Paşa’nın eleştirdiği “genç subay” ruh halinin etkisinde olduğunu gösteriyor:
“O yaşlardaki ruh halimi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Askeri okullarda yetiştirilme şekli insan odaklı bireysel değerler üzerinden değil askeri kıt’anın değer yargıları ön planda tutularak verilen bir eğitime dayandırıldığı için mi bilemiyorum? O tarihlerde oraya getirilen bütün herkesi vatan haini gibi görmüştüm. Oysa ki bugün daha farklı düşünüyorum. (...) Yirmi yaşında genç bir öğrenci olarak sistem içinde aldığımız kültürün de etkisi ile ihtilal sonrasında empoze edilen fikirler ile yaşananlara tepkili idik. Bugünkü dünya görüşüm ile o günleri hatırladıkça basmakalıp ve yetersiz bir bilgi düzeyinde ve çok sığ bir kültüre sahip olduğumu değerlendiriyorum.” (s. 105)
Yalman, siyasete müdahalelerin TSK bünyesinde yol açtığı tahribatı da kitabında şu cümlelerle anlatıyor:
“(...) Elbette bu üzücü gelişmeler ordunun bünyesinde gerek moral yönden gerekse değerli birçok personelin emekli edilmeleri hatta bir kısmının cezalandırılmaları nedeniyle TSK’nin nitelikli personel gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. Diğer bir ifade ile ‘ihtilaller evlatlarını yemiştir!’ Bu üzücü olaylar Silahlı Kuvvetlerin asli sorumluluğu olan yurt savunması görevini etkilemiş, özellikle de günlük siyasi olayların içine çekilerek moral değerlerinde, gerek kurumsal gerekse bireysel olarak büyük bir tahribat yapmıştır.” (s. 118)
Kürt sorununda tarihsel hatalar
Aytaç Yalman kitabında “Kürt Sorunu”nu ayrı bir bölüm halinde ele alıyor ve öncelikle cumhuriyetin kuruluşunda yapılan hatalara işaret ediyor:
“Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet olarak kurulurken Anadolu topraklarında yaşayan insanları türdeşleştirmeye çalışmıştır. O günün iç ve dış siyasi şartları bu yapıyı empoze ediyordu. Kültürel değerleri vurgulayan bir ulus devlet tanımı yapılabilseydi bugün belki de bu sorunları yaşamayacaktık. (...) Kanaatimce bu etnik varlığı kabul edip kültürel haklar tanınmış olsaydı bugün yaşadığımız egemenlik paylaşımı noktasına gelmeyebilirdik.“ (s. 198)
Yalman, bu tarihsel arka plan değerlendirmesinden sonra günümüzde sorunun çözümü için getirilen bütün önerileri federasyon ve konfederasyon da dahil olmak üzere sıralıyor ve bunların hiçbirine dair kategorik ret cümleleri kurmuyor. Bu sıralamanın hemen ardından şöyle diyor:
“Kuşkusuz bu sorun karşılıklı güven anlayışı ile çözümlenebilir. İnanıyorum ki; Kürtlerin Türklerle beraber yaşama iradesini gösterdiği ölçüde çözüme yaklaşırız.” (s. 200)
Yalman’ın, sorunun günümüzdeki görünümüne ve çözüm ihtimaline dair değerlendirmesi de şöyle:
“Kötümser olmak için bir sebep görmüyorum. Çünkü İRA, İngiltere ile 7-8 yıl görüşmüştür. Önemli olan sorunda makul bir sürece girilmesidir. Her şeyden önce bir ‘ateşkes’ süreci yaşamalıyız, daha sonra PKK’nın sınır dışına çıkarılması lazımdır. Diğer taraftan yapılacak bir anayasa ile soruna demokratikleşme zemininde çözüm aranmalıdır.” (s. 206)
Kaynak: Al Jazeera

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman İsyan Etti
04 Kasım 2013


2002-2004 yıllarında Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulunan emekli Orgeneral Aytaç Yalman, Balyoz Davası'yla ilgili ilk kez konuştu.

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman İsyan Etti
Kredi Çekmek Artık Çok Kolay! Nasıl mı?
Deniz Seki’nin İçtiği Göbek Eriten Su. Ahmet Maranki Önerdi
Yakın tarihin en fırtınalı döneminde Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulunan emekli orgeneral Aytaç Yalman, Yargıtay tarafından kesin hükme bağlanan Balyoz Darbe Planı davasıyla ilgili ilk kez konuştu.

TANIKLIK YAPMAMAKLA SUÇLANDI

Sanık askerler ve aileleri tarafından dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile birlikte mahkemede tanıklık yapmamakla ve gerçekleri anlatmamakla suçlanan Yalman, Hasdal'daki askerlerin hakkındaki suçlayıcı açıklamalarını yanıtlarken, eşine bile beddua ve hakaret edilmesine, cami avlusunda edep dışı saldırılara maruz kalmasına, kara propagandalara, dışlanmaya çalışılmasına ve itibarsızlaştırma kampanyalarına rağmen haksız yere suçlanan silah arkadaşlarını incitmemek için acılarla yaşamayı tercih edip sustuğunu vurguladı.

ÇETİN DOĞAN VE HİLMİ ÖZKÖK'E ELEŞTİRİ

Gerçekleri kaleme aldığı kitapta anlatacağını vurgulayan Yalman, o dönem yaşananlarla ilgili olarak, örtülü biçimde dönemin 1. Ordu Komutanı ve Balyoz davası hükümlüsü Çetin Doğan'ı suçladı, eski Genelkurmay Başkanı Özkök'ü eleştirdi. Yalman, Özkök'ü örtülü biçimde eleştirirken, "Seminerdeki ses kayıtlarını Genelkurmay Başkanından öğrendiğimi, ses kayıtlarını görmediğimi ve bu konuda hiç kimseden araştırma yapmam istenmediğini özellikle belirtmek isterim. Esasen söz konusu ses kayıtları elime geçseydi karargâhım ile paylaşır, gerekli inceleme için hazırlıkları yapardım" dedi.

" VATANSEVERİM" KOMPLEKSİ

Yalman, isim vermeden, emrine itaatsizlik ettiğini vurguladığı Doğan için de "Üç günlük seminerin bir gününde emrime aykırı olarak, EMASYA Planı'nın görüşüldüğünü, seminere gönderdiğim müşahit generalden öğrendim. Bu seminer emre aykırı olarak yapılan, muaşeret kurallarına uymayan, amacını ve haddini aşan bir kahramanlık gösterisinden başka bir şey değildir. Silahlı Kuvvetler içinde zaman, zaman yaşanan bir sorun olan 'Ben daha çok vatanseverim, Cumhuriyetin değerlerini özellikle laikliği ve Atatürk'ün mirasını en iyi ben koruyabilirim' kompleksi, bu plan seminerinde, askeri muaşeret kurallarını da hiçe sayarak uygulanmıştır. Bu nedenle icra edilen bu seminerin haddini ve maksadını aşan bir gayretkeşlik olduğunu ifade etmek istiyorum" dedi.

"BİLGİM OLSAYDI ASKERİ YARIGIYA TAŞIRDIM"

Balyoz adlı bir plan olup olmadığını, planla seminer arasında ilişki bulunup bulunmadığını bilmediğini kaydeden Yalman, "İfadelerim üç günlük seminerin bir gününde icra edilen seminer faaliyetleri ile ilgilidir. Bunun dışındaki bilgileri, ben de basından 2010 yılında öğrendim ve takip ettim. Mart 2003 yılında yapılan bu emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için Ordu bölgesine gittim ve gereken ikazları yaptım. İfade vermek için çok gayret sarf ettim. Ancak uygun görülmedi. Konuyu o günkü bilgilerim ışığında, İç Hizmet Kanunu kapsamı içinde değerlendirdim. Bahse konu eylem, verilen bir emrin yapılmaması olmayıp emrin hudutlarının genişletilmesi suretiyle gerçekleştirilmiş bir olaydır. Bir disiplin suçu olduğu kanaatinde olduğunu ifade etmeliyim. Eğer üç günde emre aykırı bir eylem yapılsaydı 'Emre itaatsizlikte ısrar' suçu işlenirdi ki bu husus askeri yargı kapsamında değerlendirilirdi. Bilgilere 2003 yılında sahip olsaydım konuyu askeri yargıya intikal ettirirdim. En halisane temennim, suçsuz insanların özgürlüğüne kavuşmasıdır" dedi.

"HAKARETLERE MARUZ KALDIM"

Tarihi dava ve suçlanmasıyla ilgili Milliyet'e açıklamalarda bulunan Yalman, şunları vurguladı:
"Hasdal Cezaevi'ndeki Silahlı Kuvvetler mensubu askerlerin yaptıkları talihsiz açıklamaya cevap teşkil edecek şekilde kamuoyuna bir duyuru hazırladım. Ancak bu duyuruyu açıklamadan önce, üç yıldır davanın muhatabı askerlerin saygısızlıklarını cezaevi psikolojisi olarak kabul ettiğim için tahammül ettim. Sustukça kamuoyunda haksız olduğumuz algısı yaratıldı. Artık yeter demek istiyorum.

Çünkü bu süre içinde, ahlaki ve mesleki normlara uymayan söz ve davranışlara muhatap oldum. Hatta camii avlusunda, bir cenaze namazında kadirbilmez, vefasız birinin edep dışı saldırılarına maruz kaldım. Şahsım üzerinde yaratılan menfi propaganda ile bir taraftan kamuoyu desteği sağlanırken diğer yandan tutuklu arkadaşlarımın üzerinde de ortak bir direnç duygusu yaratılmaya çalışıldı. Medya ve internet yoluyla yalan haber, iftira, hakaret ve saldırılara maruz kaldım. Hiçbir dayanağı olmayan iddialarla 'çamur at izi kalsın' mantığıyla yapılan bu karamalarla üzerimde sosyal bir baskı kurulmaya çalışıldı.

"EŞİM HAKARETE UĞRADI"

Mahkemede sanık ifadelerinde saygı hudutlarını aşan söz ve ifadelerle iftiralara maruz kaldım. Kuşkusuz; asılsız ve mesnetsiz iddialara ilişkin yasal hakkım saklıdır. Müteaddit defalar tanıklık talebinde bulunulmasına rağmen, mahkeme bu talepleri sürekli reddetti. (Bazı milletvekillerinin vicdan ve namusuma yönelik ifadelerini de burada tekrarlamak istemiyorum.) Namus, vicdan ve şerefimi sorgulayan yüzlerce mektup ve telgraf aldım. Saygı sınırlarını aşan telefon konuşmalarına muhatap oldum. Eşim dahi, hakaret, saygısızlık ve beddualara maruz kaldı. Mahkemede seminer ses kayıtları ile ilgili olarak Ergin Saygun ve Özden Örnek'in verdiği ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını ve iftira olduğunu bir gazetede açıkladım. Ancak bu kez de bir televizyon kanalında şahsımın gizli tanık olabileceğim konusu ile ilgili olarak yapılan yalan beyanlara yazılı olarak cevap verdim. Son bir kez yine bir TV kanalında bir gazetecinin aynı yalanı tekrarlaması üzerine canlı yayına bağlanarak gereken cevabı verdim. Aynı yayında açık oturuma katılan avukat Celal Ülgen'de tanıklık yapma isteğimi teyit eden beyanlarda bulundu. Tüm yaşananlara rağmen arkadaşlarımın ruh halini düşünerek susmayı tercih ettim.

"MAHÇUP OLACAKSINIZ"

2 Kasım 2013 günü Ulusal TV'de Hasdal Cezaevi'nde Silahlı Kuvvetler mensuplarının yaptığı açıklamaya verdiğim cevap kamuoyuna önemle duyurulur. Benim tarih önünde en az sizler kadar onurlu yerimi alacağımdan hiç şüpheniz olmasın. Çünkü bu davaya muhatap olanlar arasında bir kişi masum ise O da bendenizdir. Bunu açıklıkla ve ısrarla ifade ediyorum. Bunu ileride öğrenecek ve söylediklerinizden mahcup olacaksınız. Yapılan saldırılar haddini aşan ve kişilik haklarımı zedeleyecek bir noktaya gelmeseydi, her şeye rağmen bu açıklamayı yapmayacaktım. Yazmakta olduğum kitabımdan seminer ile sınırları olan bilgilerim ışığında, bütün gerçekler öğrenilecektir. Çünkü bu husus benim için bir görev halini almıştır. Hukuk mağduru olmanızı, benim ifade vermem ile nasıl izah edebiliyorsunuz? Defalarca ifade vermek için müracaatta bulundum. Avukat Sayın Celal Ülgen en yakın şahittir. Gerçekleri çok iyi bildiğimi ifade ediyorsunuz. Bildiklerimi sizlerle paylaşıyorum.

"SUSMAMIN SEBEBİ..."

Ancak seminer ile ilgili yaşanan olayın cereyan şeklini bilahare yazmakta olduğum kitaptan detaylı bir şekilde öğreneceksiniz. Bu aşamada arkadaşlarımın rencide olmaması için açıklamıyorum. Esasen susmamın sebebi budur. Benim farklı yorumlara sebep olacak bir ifadem olmamıştır. Bu hususu da yaptığım açıklamada bulacaksınız. "Konuşanların halini görüyorsunuz" ifademden basında çıkan menfi yorumları kastettiğimi özellikle belirtmek isterim.

Bu kadar hassasiyet ve tahammül gösterdiğim halde bu yapılan saldırılar karşısında benim size birkaç soru sorma hakkım olduğunu kabul edeceğinizi düşünüyorum.

"SORULACAK ÇOK SORU VAR"

- Emrime aykırı bu seminer ne için yapıldı?
- Emrime aykırı olarak bu semineri yapan ve bu seminerin yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor?
- Seminerin emrime aykırı olarak yapıldığını bilenler yasalar gereği olarak niçin bana haber vermediler?
- Tatbikatın mahiyeti hakkında bilgisi olmayanlar tatbikat başladıktan sonra bana niçin haber vermediler?
- Bana saldıracağınıza düzmece ve sahte olduğu iddia edilen CD'lerin kimler tarafından nasıl oluştuğunu araştırmanız daha uygun olmaz mıydı?
- Ordu karargâhından çıkarılan CD'lerin kimler tarafından ve nasıl çıkarıldığının araştırılması gerekmez miydi?
Bütün bu olaylar vuku bulurken niçin benim haberim olmadığının cevabı ise 'Karargâh Çalışma Usulleri' kitabında mevcuttur. Sorulacak daha çok soru var. Ancak kamuoyu önünde yeteri kadar yıpranan Silahlı Kuvvetlerimizin iç meselelerini gündeme taşımak istemiyorum.

"KEŞKE BELGEM OLSAYDI"

Bütün bu gerçeklerden sonra özellikle Balyoz davasının başlaması ile toplumda yaratılan bilgi kirliliğinin sonucu olarak, yaşananların yeniden analiz edilmesi ihtiyacı doğduğunu düşünüyorum. Kara propaganda sonucu, kamuoyunun şahsıma karşı yürütülen menfi tavır ve davranışlarına şahit oldum. Çünkü onlar, yaratılan menfi havanın etkisinde kalarak benim Silah arkadaşlarımı korumadığımı düşünmektedirler. Şimdi yazdığım bu gerçekler karşısında ne düşüneceklerini bilemiyorum. Ancak zihniyet değişikliklerinin ne kadar zor olduğunu yazdığım kitabın bir bölümünde anlattım. O bakımdan zihin dünyasında bir değişiklik olup olmayacağını bilemiyorum. Keşke, mahkemeye arkadaşlarımın suçsuzluğunu ispatlayacak daha fazla bilgi ve belgeye sahip olsaydım da açıklama imkânım olsaydı.

'KIRILDIM AMA KIRMADIM'

Balyoz davası sanıkları, aileleri ve yakınlarının yarattığı olumsuz hava şahsımı bilerek veya bilmeyerek suçlu mesabesine indirip kendilerine inanan veya inandırılan insanlardan dışlamaya çalışmışlardır. Ben davanın yalnız seminer ile ilgili mahdut bir bilgiye sahip olduğum gerçeğini anlatamadım. Kırıldım ama hiç kimseyi kırmamaya çalıştım. Bir gün bu olaylar bütün detayları ile topluma intikal edeceğine inanıyordum.

"İTİBARSIZLAŞTIRILDIK"

Ceza alan ve bir günah olduğuna inandığım arkadaşlarımın mutsuzluğu, hayat ve hayalleri üzerine, benim mutlu ve huzurlu olmam mümkün mü? Bütün bunları yaparken Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal ortamın yarattığı olumsuzlukları da arkalarına alıp hüküm giyenleri kahramanlaştırılırken, benim gibi dava ile hiç alakaları olmayan hatta bu konuda mutazarrır olan, buna rağmen arkadaşlarının yanında durmaya çalışan insanları itibarsızlaştırmaya hatta dışlamaya çalışmaktadırlar.

"KARALAMAYA İHTİYAÇ YOK"

Bütün bunlara rağmen kendimi müdafaa mecburiyetinde hissettiğim zaman açıklama yaptım. Gördüm ki, yazılmamak kaydıyla söylediklerimi yazan saygısız zavallı gazetecilerin yazdığı olayları ve söylediklerimi incelemeyen ve anlama zahmetini göstermeyen beni kamu vicdanında mahkum etmeye çalışanlar karşısında onurlu ve dimdik durarak Silahlı Kuvvetler'e ve milletine hizmet etmiş bir insanın onurunu yaşadığımı samimiyetimle ifade etmek istiyorum. İnsanların kendini toplum indinde aklaması için başkalarının karalanmasına ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Siyasi ve hukuki mücadele günahsız silah arkadaşlarına saldırarak yapılmaz.

Bu mücadelenin daha uygun bir zeminde yürütülmesi için olayların hukuki zeminde çözümlemenin yanı sıra gerekirse siyasi bir tavır geliştirerek açık ve net olmanın daha dürüst bir davranış olduğunu üzülerek belirtmek isterim. Toplum üzerinde benim ifadem ile meselenin aydınlanacağı algısı yaratmak amacı taşıyan çeşitli girişimler, şahsıma karşı yapılan büyük haksızlıktır. Bu girişim ile şahsımın vereceği ifadenin kararın oluşumunda belirleyici olacağı duygusu yaratılmıştır. Belki de böyle bir algı yaratılmak istenmiştir. Sağduyu sahibi insanların vicdanlarına seslenmek istiyorum.

"SORUMLUSU BEN DEĞİLİM"

Üç yıl devam eden, 5 bin sahifelik iddianame ve yüzlerce insanın ifadesi ile vücut bulan karar sonunda, 327 kişinin 5276 yıllık ceza talebinin, şahsımın ifadesi ile değişebileceği şüphesi yaratmak insaf ile bağdaşmaz. 327 silah arkadaşımın mahkûmiyetinin sorumlusunun şahsım olduğu ima edilmek isteniyorsa, benim bunu kabul etmem mümkün değildir.
Yıllarca hakkımda sistematik bir şekilde yapılan dedikodu ve menfi propaganda ile toplumun, hakkımda yanlış kanaat sahibi olması sağlanmıştır. Ancak, suçsuz olduğuna inandığım arkadaşlarıma haksızlık yapmak istemediğim için susuyorum. Bu nedenle bu saçmalıkları şiddetle reddediyor haddini aşanları kınıyorum. Benim hoşgörü sınırlarımı daha fazla zorlanmamasını özellikle rica ediyorum.

"YILLARCA SUSTUM"

Söz konusu davaların mahiyetlerini yeterince bilmeyen veya bildiğini sananların da jargonlar ve gazete manşetleri üzerinden anlamaya çalıştığı bu davaların, topluma gerçek boyutları ile anlatılması bir zaruret halini almıştır. Ancak ben taşıdığım sorumluluk ve sahip olduğum terbiye gereği susmayı acılarımla birlikte yaşamayı tercih ettim. Çeşitli yollarla şahsıma yapılan küstahça saldırılara rağmen davanın muhatabı arkadaşlarımı incitmemeye özen gösterdim. Bunun için yıllarca sustum.

Size bir Hint atasözünü hatırlatmak isterim. "Konuşmaya karar verdiğinizde söyleyeceklerinizin susmaktan daha iyi olduğundan emin olun." Çünkü söz insanın şerefidir. İçinde bulunulan şartlara göre eğilip bükülemez. Çünkü söz insanı insan yapan bir değerdir. Çünkü söz insan ilişkilerinde düşünmeden sonra gelen ikinci öğedir. Söz nefes gibidir, ruh gibidir anlamsız yere konuşulmamalıdır. Bilgi, insanı kuşkudan, iyilik, acı çekmekten, kararlılık, korkudan kurtarır. Umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır.

"KAYITLARI GÖRMEDİM"

Hatırlayacağınız üzere, çeşitli vesilelerle yaptığım açıklamalarla dava ile ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığımı, darbe konusunda istihbarat almadığımı, bu davada bilgimin (emrime aykırı olarak yapılan) seminer ile sınırlı olduğunu, seminerdeki ses kayıtlarını Genelkurmay Başkanından öğrendiğimi (Bu konuda Sayın Emekli Orgeneral Özkök'ün yaptığı açıklama üzerine mütalaa da bulunmak istemiyorum.) Ses kayıtlarını görmediğimi ve bu konuda hiç kimseden araştırma yapmam istenmediğini özellikle belirtmek isterim. (Bu konuda detaylı bir şekilde bilahare açıklanacaktır.) Esasen söz konusu ses kayıtları elime geçseydi karargâhım ile paylaşır, gerekli inceleme için hazırlıkları yapardım.

" İTAATSİZLİĞİ SORGULADIM"

Üç günlük seminerin bir gününde emrime aykırı olarak, EMASYA Planı'nın görüşüldüğünü, seminere gönderdiğim müşahit generalden öğrendim. Bunun üzerine Mart 2003 yılında yapılan bu emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için Ordu bölgesine gittim ve gereken ikazları yaptım. Bu konu da detaylı bir şekilde bilahare açıklanacaktır. Konunun detaylarını, 2010 yılında dava açılınca gazete ve televizyondan öğrendim. Ben geçen üç yıl içinde ifade vermek için çok gayret sarf ettim. Ancak uygun görülmedi. Bunun nedenini bazıları benim ifademin alınması halinde davanın çökeceği şeklinde ifade ettiler.

"İKİ YAPTIRIM ÖNGÖRÜLDÜ"

Şimdi size seminer ile sınırlı olan bilgime uygun olarak, kanaat ve düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Konu ile ilgili kanaat ve görüşlerimin mahkeme heyetinin kararına ne ölçüde tesir icra etmiş olabileceğini takdirlerinize bırakıyorum. Benim konu ile ilgili bilgim Mart 2003'teki bilgilerim ile sınırlı idi. Yani emrime aykırı bir uygulama yapılmıştı. Sınırlı bilgiler içinde emre itaatsizlik olarak gördüğüm bu faaliyetin gereğini yaptığımı ifade etmiştim.
Konuyu o günkü bilgilerim ışığında, İç Hizmet Kanunu kapsamı içinde değerlendirdim. Bilindiği gibi Emir kavramı, İç Hizmete ait kanunun 8. Maddesinde tanımlanmıştır. "Emir hizmete ait bir talep ve yasağın sözle yazı ve sair suretle ifade edilmesidir." Diğer bir ifade ile emir ile askerlik hizmetine ilişkin hususların yapılması veya yapılmaması istenir. Emre itaatsizlik eylemi işleyen asker kişiler yönünden, askeri yargı sisteminde iki yaptırım öngörülmüştür.

"BİR DİSİPLİN SUÇU"

Bunlardan "Hizmete ilişkin emrin hiç yapılmaması veya emir tekrar edildiği halde yerine getirilmemesi Askeri Ceza Kanunu'nun 87. maddesinde düzenlenmiştir. Bu emre itaatsizlikte ısrar etme suçunu oluşturmaktadır. Bahse konu eylem, verilen bir emrin yapılmaması olmayıp emrin hudutlarının genişletilmesi suretiyle gerçekleştirilmiş bir olaydır.
Bunun karşılığı ise, 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri ile düzenlenmiş olan "Kast veya ihmal ile hizmete ait emri tam yapmamak, değiştirmek veya sınırlarını aşmak suretiyle itaatsizliktir" tarzında suç oluşturmaktadır. Bahse konu faaliyetin yukarıda izaha çalıştığım tarzda bir disiplin suçu olduğu kanaatinde olduğunu ifade etmeliyim.

"YERİNE GETİRDİM"

Çünkü üç günlük seminerin iki gününde emre uygun davranılmış bir gününde sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle işlenen suçun bir disiplin suçu olduğunu değerlendiriyorum. Eğer üç günde emre aykırı bir eylem yapılsaydı "Emre itaatsizlikte ısrar" suçu işlenirdi ki bu husus Askeri Yargı kapsamında değerlendirirdi. Komutan olarak işlenen disiplin suçunun gereğini yerine getirdiğimi özellikle belirtmek istiyorum.

"HADDİNİ AŞAN GÖSTERİ"

Seminerin icrası ile ilgili görüşlerime gelince, yazılı ve görsel basından izlediğim kadarı ile bu seminer emre aykırı olarak yapılan, muaşeret kurallarına uymayan, amacını ve haddini aşan bir kahramanlık gösterisinden başka bir şey değildir. Silahlı Kuvvetler içinde zaman, zaman yaşanan bir sorun olan "Ben daha çok vatanseverim, Cumhuriyetin değerlerini özellikle laikliği ve Atatürk'ün mirasını en iyi ben koruyabilirim kompleksi, bu plan seminerinde, askeri muaşeret kurallarını da hiçe sayarak uygulanmıştır. Bu nedenle icra edilen bu seminerin haddini ve maksadını aşan bir gayretkeşlik olduğunu ifade etmek istiyorum.

"BASINDAN ÖĞRENDİM"

Daha önce de ifade ettiğim gibi, söz konusu ifadelerim üç günlük seminerin bir gününde icra edilen seminer faaliyetleri ile ilgilidir. Bunun dışındaki bilgileri, ben de basından 2010'da öğrendim ve takip ettim. Daha açık bir ifade ile Balyoz olarak isimlendirilen plan ile seminer arasında bir ilişki olup olmadığını bilmiyorum.

"BALYOZ'U BİLMİYORUM"

Esasen Balyoz isimli plan olup olmadığını da bilmiyorum. 2010'da bilgi sahibi olduğum ses bantlarından sonra davanın yargıya intikal eden seminer dışındaki bilgileri de basından öğrendim. Bu konu 3 yıldır devam eden ve sonuçlanan dava konusu olduğu için sınırlı bilgilerimle bir kanaat ifade etmem mümkün değildir.

"TEMENNİM ÖZGÜRLÜK"

Ancak söz konusu bilgilere 2003'te sahip olsaydım konuyu askeri yargıya intikal ettirirdim. Ancak 2009'da yapılan yasal değişiklikler ile söz konusu dava sivil yargı kapsamına girmiş ve sonuçlanmıştır. Israrla ifade vermemi isteyenlerin bu açıklamadan ne ölçüde tatmin olduklarını bilmiyorum. Ancak inanıyorum ki, bu olaylar, konu ile ilgili herkesin katkıları ile bir gün bütün detayı ile kamuoyuna yansıyacaktır. Bu vesile ile vicdanen suçsuz olduklarına inandığım arkadaşlarımın acılarını en samimi duygularımla paylaştığımı ifade etmek isterim. En halisane temennim, suçsuz insanların özgürlüğüne kavuşmasıdır."

2004'TE EMEKLİ OLDU

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 1976-1980 yılları arasında Silahlı Kuvvetler Akademisi'nde Öğretim Üyesi, 1980-1982 yılları arasında Ege Ordusu ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı olarak görev yaptı. Yalman, 1982-1983 yılları arasında 50. Piyade Alay Komutanlığı görevini yürüttü. Kara Harp Akademisi (1983-1985), Kara Harp Okulu (1985-1986) Öretim Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1986 yılında tuğgeneral rütbesine terfi ederek Kara Harp Okulu Komutan Yardımcılığı'na, 1987'de 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'na atandı. Yalman 1990'da tümgeneral rütbesine yükseldi. Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı (1990-1993) ve Piyade Okul Komutanlığı (1993-1994) görevlerinin ardından korgeneral rütbesine yükselerek Kara Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı görevine atandı. 1995-1998 yılları arasında Adana'da bulunan 6. Kolordu Komutanlığı görevini yürüten Yalman, 1998'de orgeneralliğe terfi ederek 2. Ordu Komutanlığı'na atandı. 20 Ekim 1998'den itibaren Adana Mutabakatı gereği Türkiye-Suriye güvenlik ilişkilerini yürüttü. 24 Ağustos 2000'de Jandarma Genel Komutanlığı görevine atanan Yalman, 24 Ağustos 2002'de Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi. Yalman görevinden 2004 yılında emekli oldu.

2004'te Özkök ve Yalman, Toplumsal Olaylara Müdahale ve Rehine Kurtarma Tatbikatı İl Jandarma Komutanlığı'nda bir araya gelmişti.

HİLMİ ÖZKÖK NE DEMİŞTİ?

Balyoz davası sürecinde tanık olarak çağrılmaması, tanık olmak için başvurmaması, sanıkların davetiyle değil ancak mahkeme davetiyle tanık olabileceğini söylemesi nedeniyle zaman zaman sanık silah arkadaşlarının, avukatlarının ve ailelerinin eleştirilerine hedef olan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila'ya yaptığı son açıklamada "Tanıklık yapsam da esas değişmeyecekti. Gitseydim bile dinlemezlerdi. Bunu Yargıtay söylüyor" açıklamasını yapmıştı.

"YALMAN'A EMİR VERDİM"

Özkök, 11 Ekim'de yayımlanan açıklamasında "Görevdeyken ve sonrasında hiç kimseyi şikâyet etmedim. Görevdeyken bu konularda kimsenin burnu kanamadı, dava açılmadı ve tutuklama olmadı. Hepsinin pırıl pırıl olduğunu düşündüğümü basın yoluyla kamuoyuna açıkladım" ifadelerini kullanmıştı. Özkök, zaman zaman yaptığı açıklamaları da anımsatarak "Balyoz planı diye bir şey bilmediğimi, elimde bir belge bulunmadığını söyledim" dedi. Özkök, açıklamasının devamında şunları kaydetti: "Ergenekon davası sırasında ifade verirken, bir avukat (babası her iki davada da sanık olan bir bayan avukat) Balyoz davasıyla ilgili bir soru sordu. Mahkeme Başkanı bakılan davayla ilişkili olmamakla beraber istersem cevap verebileceğimi söyleyince Balyoz davasına ilişkin olarak özetle şu ifadeyi verdim: Balyoz diye bir darbe planı duymadığımı, ancak emrimle rutin olarak yapılan plan seminerinde Ordu Komutanı'nın (Çetin Doğan) konuşması olduğunu iddia edilen bir ses kaydının, bilmediğim kişilerce bana ulaştırıldığını, bunu incelemesi için Ordu Komutanı'nın ilk amiri olan ve seminerin icrasını sağlayan Sayın Kara Kuvvetleri Komutanı'na (Aytaç Yalman) emir verdiğimi, anladığım kadarıyla seminerde en tehlikeli senaryo bölümünün maksadını aştığını, gerçek yer ve kişi adlarının kullanılmasının yanlış olduğunu ifade ettim. Bu ifadem resmi olarak Ergenekon davasına bakan mahkeme tarafından Balyoz davasına bakan mahkemeye gönderilmiştir."

"GRİ BÖLGEDE KALDINIZ"

Bu açıklamaların yankıları sürerken Hasdal Askeri Cezaevi'de kalan ve Balyoz davasında cezaları onanan subayların Kurban Bayramı'nın son günlerinde Özkök'e mektup yazdığı ortaya çıktı. Hükümlü subaylar, Özkök'ün net bir tutum takınmadığını savunarak şu sözlerle sitemde bulundu: "Köklü tarihi olan bir ordunun Başkomutanı görevini icra etmenize rağmen, ne yazık ki siyah ve beyazı ifade etmek yerine daima gri bölgede kalma gayreti içinde oldunuz. Bu tutumunuz, masum insanların suçlu ilan edilmesine önemli bir katkı sağladı. 'Ben kasaptaki ete soğan doğramam', 'Var diyemem, yok da diyemem', 'Mahkeme çağırırsa giderim', 'Gençler için çok üzülüyorum' söylemlerinizin gölgesi altında devam eden süreç Yargıtay'ın hukuksuzluğu onaylaması ile sonuçlandı. Size, defalarca yazılı ve sözlü çağrı yapmamıza rağmen, tanık olarak ifade vermek üzere mahkemeye gelmediniz. Doğrunun ve haklının yanında olmaktan kaçındınız. Bu sadece silah arkadaşlığının bir gereği olmayıp, dürüst bir vatandaşın yapması gereken bir görevdi."

YALMAN'A DA SERT MEKTUP

Hasdal'da kalan komutanların Balyoz Davası'nda tanıklık yapmayan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman'a hitaben de sert bir mektup kaleme aldı. Yalman'ın tavrının ceza almalarında payı olduğunu savunan komutanlar önceki gün kamuoyuna yansıyan mektuplarında "Gerçekleri çok iyi bilmenize rağmen çıkıp anlatmadınız. Farklı yorumlara neden olabilecek söylemlerle gerçeklerin ortaya çıkmasına değil, suçlu ilan edilmemize önemli bir katkı sağladınız" dedi. Yalman'ın "Konuşanların halini görüyoruz" sözünü hatırlatan komutanlar, Yargıtay kararının bu tavrın gölgesinde verildiğini öne sürdü. Komutanlar, mektubu Yalman'a, "Masumların haksız yere cezalandırılmasında payı olanlar tarih sayfalarında layık oldukları yeri alacaklar" diye tamamladı.

NEDEN DİNLENMEDİLER

Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin Balyoz davasına ilişkin gerekçeli kararında Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutan Aytaç Yalman'nın neden dinlenmediği "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenmemesi, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili değildir" ifadeleriyle açıklanmıştı.

Kaynak: http://www.haberler.com/eski-kara-kuvvetleri-komutani-aytac-yalman-isyan-5258007-haberi/

AYM'den Casusluk davasına hak ihlâli kararı
9 Oca 2015



Anayasa Mahkemesi, İstanbul'daki "askeri casusluk" davasında sanıkların haklarının ihlâl edildiğine karar verdi. Karar sonrası, tutuklu sanıkların tahliyesi gündemde.

Anayasa Mahkemesi, İstanbul'daki askeri casusluk davasında, sanıkların yaptığı bireysel başvuruları birleştirerek, karara bağladı. Yüksek Mahkeme, bireysel başvurularda sanıkların haklarının ihlâl edildiğine oy birliğiyle hükmetti. Bu davada 5 kişi tutuklu yargılanıyor, 38 kişi hakkında da yakalama kararı var.
Ergenekon davasında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği “hak ihlâli” kararı üzerine tutuklu sanıklar serbest bırakılmış ve tutuksuz yargılanmalarına karar verilmişti. Bu karar sonrası tutuklu olanların serbest bırakılması, hakkında yakalama kararı olanların da üzerlerindeki bu kararın kalkması bekleniyor.
Davada, 357 sanık gizli bilgi ve belge bulundurma suçlamasıyla yargılanıyor. Sanıklardan 49'u muvazzaf asker.
'Yeniden yargılama' talebiyle mahkemeye gidiyorlar
"Hak ihlâli" kararının ardından sanık avukatları, tahliye, yakama emirlerinin kaldırılması ve "yeniden yargılama" talebiyle Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvuracak.
Hakkında verilen 15 yıl 7 ay 14 günlük hapis cezası onanan sanık emekli Albay İbrahim Sezer'in avukatı Mahir Işıkay, Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada "ihlâl" kararının kendilerine faksla ulaştırılmasının ardından bir an önce davanın görüldüğü Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvuracaklarını belirtti.
Kaynak: Al Jazeera

"TÜRKİYE'DE İSLAM'I DEĞİŞTİRMELİYİZ!"
27 Şubat 2012

"Tayin dairesi mutlaka elimizde olmalı. Cepheye o namussuzları sürün. Kadrolaşma çok önemli... Askeri okullarda büyük kadrolaşma yaptık..."

- Alevi olmayan herkesin antilaik olma ihtimali uzun vadede de olsa olabilir... Bizden olmayana hiçbir zaman tam güvenmeyeceksin...

- Acaba, yeğeni Aleviliğini ortaya koyucu yanlışlıklar yaptı da ondan hareketle paşamız yıpratıldı bilmiyorum.

- Her yerde irtica var kampanyası başlatılsın.

- Tayin dairesi mutlaka elimizde olmalı. Cepheye o namussuzları sürün. Kadrolaşma çok önemli.

- Askeri okullarda büyük kadrolaşma yaptık. Özellikle sınıf subaylarının çoğunu bizden atadık.

- Şu anda Atatürk dışında kullanabileceğimiz kim var?

- Biz Türkiye’de İslam ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız.


Taraf'tan Mehmet Baransu'nun yazısı:

‘PİRUS’
27.02.2012
Mehmet Baransu/ Taraf

Yarın 28 Şubat sürecinin 15. yıldönümü. Bugün sizlerle o dönem posta kutularına konan mektuplardan birini paylaşacağım. İçerik “gizli bir toplantıda konuşulan notlar”dan alınma. Anlatılanlar gerçek.

Konuşma bir korgeneralle, tuğgeneral arasında geçiyor. Toplantıya katılan diğerleri ise dinlemek ve not almakla meşgul. İşte o mektuptaki bazı satırlar ve 28 Şubat’ın perde arkası.

“Korg.: ...Biz ne diyoruz; Alevi olmayan herkesin antilaik olma ihtimali uzun vadede de olsa olabilir. İşte dincilerin çok kızdığı Çevik Paşa. Bu adamdaki milliyetçilik duygusu sokaktaki adamınki kadar fanatik. Bırak Çevik Paşa’yı, sen de, ben de Aktulga Paşa’ya ne kadar güveniyoruz? Adam elli kere dini kabul etmediğini söylüyor. Sonra da öyle bir şey söylüyor ki karşında bir faşist var sanıyorsun. Bizden olmayana hiçbir zaman tam güvenmeyeceksin...

Tuğg.: Ne olacak? Ne yapmalıyız?

Korg.: Bu soruna bu kadar değişken bulunduğu, bu kadar sistemsiz olan bir ülkede cevap vermek zor. Ancak doğruluğundan emin olduğum bazı şeyler şunlar. Ordunun müdahalesini sağlamak için, orduda ve sivil toplumda irticanın yükselişini seyredin... Bırak tehlike iyice büyüsün.

...Altı ayda bir büyük gürültülerle ordudan adam atarsanız, yarın darbe yapma gerekçeniz kalabilir mi? ... Paşa bu işi çok iyi götürdü. Ama iki yıldır üzerine gidiliyor. Nerede yanlış yaptı bilmiyorum. Acaba, yeğeni Aleviliğini ortaya koyucu yanlışlıklar yaptı da ondan hareketle paşamız yıpratıldı bilmiyorum. ... Paşa, geleceğin komutanı olabilirdi.

Herkes ne pahasına olursa olsun kendisini gizleyecek. Eğer, birlikte bilinen biri varsa onu vitrin yapın. Ama o da bizimkilerle gezmesin. Her yerde irtica var kampanyası başlatılsın. Sadece eşi kapalı olan, namaz kılan değil, yarın irticaya kaçması muhtemel herkesi yazın, şikayet edin. Onların adına dinci dergiler, gazeteler gönderin. Akrabalarının adını öğrenin, onların isimleriyle başlarını belaya sokan mektuplar gönderin. Hatta kart gönderirseniz okunması daha kolay olur.

Tuğg.: Komutanım, bunları bu sene okullarda kısmen yaptık. Ama artık bu sözlerinizden sonra bunları emir kabul ederiz.

Korg.: Bu konularda emir beklenmez. Kafanızı çalıştırın. Din bizim için, bizim için derken aklına ne gelirse gelsin herşeyi kastediyorum, zararlıdır. Bizden olan birlik komutanları, yoksa laik komutanlar sıkıştırılmalı, çokça eğlence düzenlenmeli. Dansöz, Rus revüsü ne bulursanız getirin. İçkiyi zorlayın. Din ve milliyetçilik duygusunun nasıl zayıflatılacağı, nasıl yok edileceği açık. Bunları uygulayın. Okullara da öğrencilerin kız arkadaşlıklarını teşvik edin. Yapabiliyorsanız Osmanlı hayranlığını kırın, Türkler’in üstün bir ulus olduğu safsatasını yıkın. Özellikle cinsel konularda sınırları zorlayın. Hanımlarımız aile gezmelerinde, eğlencelerde dekolte giysin. Hanımlarımız diğerlerinin hanımlarını açık giymeye teşvik etsin.

Güneydoğu’da bizimkiler postu deldirmesin. Buna yönelik önlemleri alın. Tayin dairesi mutlaka elimizde olmalı. Cepheye o namussuzları sürün. Kadrolaşma çok önemli. Çevik Paşa’nın yerine bizden akıllı biri olsaydı, Karadayı Paşa’nın daha verimli olmasını sağlardık. Burası çok önemli. Genelkurmay Başkanı senden olmazsa bile ona sahip olarak kullanabilirsin...

Tuğg.: Komutanım, askeri okullarda büyük kadrolaşma yaptık. Özellikle sınıf subaylarının çoğunu bizden atadık.

Korg.: Arkadaşlar çok çalışsın. Morallerini bozmasın. Bizim olmayan bu devlet mutlaka bizim olacaktır. Atatürk, çok çalıştığı için böyle olmadı mı? Atatürk deyince aklıma geldi. Bazılarımız sağda solda “Atatürk, ... Kürtleri katletti” gibi lüzumsuz sözler söylüyormuş. Bunları durdurmak lazım. Şu anda Atatürk dışında kullanabileceğimiz kim var?

Buna benzer bir hata da Kürt konusunda yapılıyor. Bazı Aleviler, hatta askerler “Ordu, Alevi-Kürt köylerini boşaltıyor. Onlara zulüm yapıyor” diyor. Sana ne Alevi-Kürt köylerinden. O Aleviler bizim istediğimiz çizgide mi?

...Maltepe’de görev yapan öğretmen ...(Balıkesir Teknik Astsubay Hazırlama Okulu) akrabasından kart gelmiş.. Kartın içinde de “Tavil Abi” (... yüzbaşının lakabı olarak kullanılan ve daha önce de Şah İsmail’in kullandığı bir isim) deniyormuş. İnsan kendisini böyle yakar mı? Bana bu kartı yıllar önce İstihbarat Dairesi’nde gösterdiler. Buradaki bir yanlışlık da Şah İsmail’in adının alınması. Ne uğraşıyorsun artık o adamlarla. Bizim için İran hangi yönetimde olursa olsun örnek olmak zorunda değil. Biz Türkiye’de İslam ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız Kurban kesen, namaz kılan Alevilik olur mu? Bu İslam değil mi? Zaten böyle yaşayanlar Alevilik’ten çıkarak karşı tarafa geçmiyor mu?”

Mektubun içeriğinden bazı satırlar böyle. Bu ve buna benzer mektupların yer aldığı, 28 Şubat ve 2003-2004 yılında yaşananları anlattığım kitabım çok yakında okurla buluşacak. PİRUS’ta bu generallerin isimlerini, psikolojik harp yapan kimi medya mensuplarını ve daha fazlasını okuyacaksınız.

Etiketler: 28 Şubat, darbe, postmodern darbe, Erbakan, Çiller, Yılmaz, İrtica, medya, basın, gazeteci, laiklik, TSK, kadrolaşma, Askeri okullar, Alevi
Kaynak: aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Nis 06, 2015 10:33 pm    Mesaj konusu: Genç Subaylara Dindarlık Kıskacı Alıntıyla Cevap Gönder

Genç Subaylara Dindarlık Kıskacı
17 Kasım 2010

Dindarlıklarından şüphelenilen 4 Jandarma teğmen için 'Akrep Operasyonu' düzenlendi. Ergenekon tutuklusu Atilla Uğur imzalı belgede ise 4 astsubay eşinin balkonda ve sokakta gizli çekilmiş footğrafları yer aldı.
Jandarma istihbarat birimlerinin silah arkadaşlarını hedef alan 'operasyonları' TSK bünyesinde görev yapan subay ve astsubayların 'dini hassasiyet' korkusuyla nasıl kıskaca alındığını ortaya koydu. Dindarlıklarından şüphelenilen 4 Jandarma teğmen için 'Akrep Operasyonu' düzenlendi. Ergenekon tutuklusu Atilla Uğur imzalı belgede ise 4 astsubay eşinin balkonda ve sokakta gizli çekilmiş footğrafları yer aldı.

Jandarma'ya bağlı istihbarat birimlerinin yakın tarihte imza attığı ilginç operasyonlar, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde subayı subaya takip ettiren, özel hayatın sırlarını da içeren raporlar hazırlattıran bir korku sistemi geliştirildiğini belgeledi. Yeni Şafak'ın belge ve detaylarını ele geçirdiği 'Akrep Operasyonu' özellikle 28 Şubat sütrecinde baş gösteren korku ve paranoya sisteminin subay ve astsubayları nasıl hedef aldığını ortaya koydu.

FİLM GİBİ OPERASYON

Türkiye'nin postmodern darbe olarak adlandırılan sıkıntılı süreci yaşadığı dönemde gerçekleştirilen 08 Eylül 1998 tarihli 'Akrep Operasyonu' Hollywood'un aksiyon filmlerini aratmayan detaylara sahip. 'Özel' damgalı belgeye göre Jandarma İstihbarat Genel Komutanlığı'nın emriyle yürütülen operasyon, dini hassasiyete sahip olmalarından şüphelenilen 4 teğmeni hedef aldı. Belgede, 4 teğmenin mesai saatleri dışında geniş çaplı bir operasyonla nasıl takibe alındığı tek tek not edildi.

GENÇ SUBAYLAR TAKİP ALTINDA

Belgede ilk olarak 'şüpheli' teğmenlerin daha önce buluştukları bir adresi gözetlemek amacıyla alınan tedbirler anlatıldı. Ankara Demetevler'deki bir adres için alınan tedbirler, devleti hedef alan örgüt ya da şahıslara yönelik yürütülen istihbarat çalışmalarını aratmayacak cinsten. Teğmenlerin bir araya gelip gelmediklerinin tespiti için alınan önlemlerin anlatan ifadeler belgede madde madde şu şekilde yer aldı:

a. Demetevler ... Sitesi .... Apartmanı önüne malum adresi takip etmek için ve araçların gidiş istikametini belirlemek üzere 3 kişi yol güzergahına kondu

b. 1 Astsb. komutasında Renault Broadway araç ev çıkışını kontrol edecek şekilde

c. 1 Astsb. komutasında Renault Toros araç ile tren garı önünde

d. 1 Astsb. komutasında Renault Toros araç ile Mevki Askeri Hastanesi önünde

e. 1 Astsb. komutasında Renault Broadway araç ile Keçiören-Fatih Köprüsü'nde tertibat alındı

ADIM ADIM TAKİP

Mesailerini silah arkadaşlarını takibe alan Jandarma istihbarat subay ve astsubayları, 'Akrep Operasyonu'nun detaylarını da belgeye 13 madde halinde not etti. Genç subayları kıskaca alan ve film senaryolarını aratmayan operasyon için belgeye not edilen bazı maddeler şöyle:

•Saat 20:25 sıralarında gözetleme altında tutulan evden Jandarma Teğmenlere ait 35 ... 9..5 plakalı R-19 araç ile 4 teğmenin ayrıldığı görüldü.

•Aracın arkasından Jandarma Komutanlığı'na ait olduğu değerlendirilen 06 ... 2...4 plakalı beyaz Toros, malum aracı yakın takibe aldı.

•Bölgede bulunan aracımız şüphelenilmemesi için ayrı yoldan Yenimahalle istikametine hareket etti.

•Tren garında beklemekte olan aracımız, malum aracın kendi bölgesine gelmesiyle takibe aldı.

Örgüt yöneticiliği suçlamasıyla yargılanıyor

Kenya'dan Türkiye'ye getirilen terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ı sorgulayan kişi olarak tanınan emekli Albay Atilla Uğur, 1 Temmuz 2008 tarihinde gerçekleştirilen Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı. Emekli Orgeneraller Şener Eruygur, Hurşit Tolon, gazeteci Mustafa Balbay ve Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'le birlikte gözaltına alınan Uğur, 5 Temmuz'da çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne gönderildi. İkinci Ergenekon iddianamesinde örgütün yöneticilerinden biri olarak sayılan Uğur'un 'silahlı terör örgütü yönetmek', 'hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek', 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek' gibi çok sayıda suçtan iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 39 ila 63 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması isteniyor.

Paparazzi yöntemiyle istihbarat

TSK bünyesinde görev yapan subay ve astsubayları 'irtica' paranoyasıyla kıskaca alan ve özel hayata müdahale eden istihbarat çalışmalarından biri ise Jandarma İstihbarat Başkanlığı'na gönderilen 30 Nisan 1999 tarihli belgede yer aldı. Ergenekon tutuklusu emekli Albay Atilla Uğur'un Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı yaptığı dönemde hazırlanan belgede, personel eşleri hakkında yapılması istenen araştırma sonuçları İstihbarat Başkanlığı'na sunuluyor. Ergenekon sanığı Uğur'un imzasıyla üst makama gönderilen belge, 4 astsubayın eşleriyle ilgili 'paparazzi' yöntemlerinin kullanıldığı detaylı bir çalışmaya imza atıldığını ortaya koydu.

4 MADDELİK HAYAT

'Gizli' ibareli 'Araştırma Sonuç Raporu'nda Jandarma Genel komutanlığı'nın 24 Mart 2009 tarihli emri doğrultusunda J. Ord. Astsb. Kd. Üçvş. M. V., J. Astsb. Üçvş. H. D., J. Astsb. Kd. Bçvş. E. T. ve J. Astsb. Üçvş. A. H.'nin eşleri hakkında yapılan araştırmayla ilgili bilgilere yer verildi. Belgede astsubay eşlerinin sosyal hayatta nasıl davrandıkları 4 maddede özetlendi. Maddelerde, personel eşinin irticai faaliyetlerle herhangi bir ilgisinin olup olmadığı, türban veya tesettür kıyafetlerini kullanıp kullanmadığı ve 26 Mart-27 Nisan tarihleri arasında yapılan araştırma müddetince tutum ve davranışlarının irticai görüşleri yansıtıp yansıtmadığı hakkında kanaatler not edildi.

BALKONDA DA RAHAT YOK

Fişleme belgesinde ayrıca astsubay eşleri hakkında 'son halini gösterir fotoğrafları EK-LAHİKA'dadır' şeklinde bir ibare de yer aldı. Fişleme belgesine eklenen 3 LAHİKA'da özel hayatları araştırılan kadınların gizlice çekilmiş 5 fotoğrafı bulundu. İrtica araştırması kapsamında Jandarma istihbarat birimleri tarafından takip altına alınan kadınların her şeyden habersiz sokakta yürüken, balkonda otururken; hatta çamaşır asarken bile fotoğrafları çekildi. Bu fotoğraflar, astsubay eşlerinin irticai faaliyette bulunup bulunmadığının delili olarak Jandarma İstihbarat Başkanlığı'na sunuldu.
Kaynak: Yenişafak

Polisten Askere Şok Operasyon
19 Kasım 2010
Kaçakçılık Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde görevli bir astsubaya polis tarafından düzenlenen operasyonda...
Hatay'ın Belen ilçesinde, Mersin İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde (KOM) görevli bir astsubayın otomobilinde 11 kilogram kubar esrar ele geçirildi.

Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Hatay İl Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğü ekipleri, Belen ilçe girişinde, Ö.Ş'nin yönetimindeki 33 SL 257 plakalı otomobili durdurdu.

Ekiplerin araçtan inerek bagajını açmasını istediği sürücü, astsubay olduğunu belirterek bagajını açmadan olay yerinden kaçtı.

Uyarılmaları üzerine İskenderun yolu üzerindeki diğer ekipler yolda önlem aldı. Buradan geçmeye çalışan Ö.Ş, Sarımazı Mahallesi'nde polis otosuna çarparak durmak zorunda kaldı. Daha sonra otomobilin bagajında yapılan aramada, 3 siyah poşet içerisinde 11 kilogram kubar esrar ele geçirildi.

Mersin İl Jandarma Komutanlığı KOM Şube Müdürlüğünde görevli olduğu belirlenen Ö.Ş. ile aynı araçta bulunan Mehmet Ali D. gözaltına alındı.

Mehmet Ali D'nin ifadesinde, esrarı kendisinin kullandığını, astsubay arkadaşı ile gezmek için Mersin'den Hatay'a geldiklerini ve Ö.Ş'nin esrardan habersiz olduğunu söylediği öğrenildi. Zanlının, suçlunun kendisi olduğunu belirttiği, daha önceden 7 kez hırsızlık, 3 kez uyuşturucu madde satmak ve bir kez de ruhsatsız tabanca bulundurmak suçlarından kaydı bulunduğu bildirildi.

Sorgulanmasının ardından adliyeye sevk edilen zanlılar, ''uyuşturucu ticareti'' ve ''devlet malına zarar vermek'' suçlarından tutuklandı. aktifhaber

İnanılmaz Şantaj Yöntemleri

17 Ağustos 2010
Asker, polis ve bürokratlara tuzak kuran fuhuş çetesinin şifreli dosyaları açıldıkça, zanlıların şantaj yöntemleri de deşifre ediliyor...
Asker, polis ve bürokrat avcısı fuhuş çetesinin çalışma yöntemi deşifre edildi. Şebeke, fuhuş için aracılığa zorlanan askeri öğrencileri, 'Sonunuz Münevver gibi olur' diye tehdit etmiş.

Kısa süre önce çökertilen Kocaeli merkezli şebekenin, gizli kameralarla, Rusya'dan getirilen kadınlarla ilişkiye giren asker, bürokrat, işadamı ve polisleri kaydettiği tespit edilmişti. İ.S. adlı bir albayın evinde bulunan klasörler ise çetenin fuhuş andıcını gözler önüne sermişti. Grupla bağlantılı çalışan askeri okul öğrencilerinin evinde kurbanlara ait iç çamaşırları bulunduğu iddia edilmişti. Albayın bilgisayarında bulunan şifreli dosyalardan çok çarpıcı belgelerin çıktığı öne sürüldü.

GÖRÜNTÜSÜ VAR - YOK

İddialara göre, belgelerde YAŞ'ta terfi alması beklenen Deniz Kuvvetleri personelinin isim listesi yer aldı. Şebeke, tuzak kurulan kişilerin karşısına 'görüntüsü var-görüntüsü yok' diye notlar tutmuş. Fuhuş için kullanılan kadınlar ile fuhuşa zorlanan bazı askeri öğrencilerin neler yapması gerektiğine ilişkin rapor hazırlanmış.

'FUHUŞ NİYE YAPILMALI'

Operasyonda, 'fuhuş neden yapılmalı?' ve kız öğrencilerin fuhuşa nasıl zorlanacaklarına ilişkin 9 sayfalık bir belge de bulundu. Belgelerde çeteye çalışan erkek öğrencilerin isimlerinin karşılarına, hedef gösterilen kız öğrencilerin adları yazılmış. Fuhuş'a aracılık etmeyen öğrencilere de Münevver Karabulut cinayeti örnek gösterilerek 'Sonunuz Münevver gibi olur. Başınızı ve bacaklarınızı ayrı ayrı yerlerde bulurlar' tehdidi savrulmuş. Şebekenin, ' Geçen yılki Ş. isimli öğrencinin başına gelenleri unutmayın' diyerek tehdit ettiği bilgisi de raporda yer aldı.

KOMUTANA İHALE ŞANTAJI

Çetenin, askeri ihaleleler için de devreye girdiği belirlendi. Deniz Kuvvetleri'nin radar kamera ihalesini çetenin desteklediği firmanın kazanamadığı, grubun bu nedenle bir komutana kızıp, görüntüleriyle şantaj yaptığı iddialar arasında.

FİYAT BİÇMİŞLER

POLİSİN ele geçirdiği belgelerde 14 kız öğrencinin ve 25 subayın isminin yer aldığı iddia edildi. Bir Deniz Üs Komutanlığı'nda görevli kadın Yüzbaşı Y.E. tarafından hazırlandığı öne sürülen belgelerde öğrenciler için fiyat bile biçilmiş. Kızlar ile jigalo olarak kullanılan erkek öğrencilerin fiyatları 2 bin 500 lira olarak belirlenmiş. Ele geçirilen belgeler arasında veresiye defter notları da yer alıyor. Fuhuş için gönderilen kızların aldıkları paralar ile borçlu subaylar gibi notlar tutulmuş.
Kaynak: Akşam

Albayın evinden 30 subayın porno görüntüsü çıktı

19 Ağustos 2010 Asker ve bürokratlara şantaj yaptıkları iddia edilen çeteye yönelik yürütülen soruşturma çerçevesinde gerçekleştirilen operasyonda ele geçirilen CD'lerden pornografik görüntüler ortaya çıktı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı üzerine İstanbul Merkez Komutanlığı'nda aralarında askeri öğrencilerin de bulunduğu 23 muvazzaf subayın konuyla ilgili ifadeleri alındı. Bugün alınan ifadelerle birlikte soruşturma kapsamında toplam 80 muvazzaf subay ifade vermiş oldu.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturmaya ek olarak Kuzey Deniz Saha Komutanlığı ve Donanma Komutanlığı da kendi içinde soruşturma başlattı. Bu kapsamda da 6'sı muvazzaf subaya ait olmak üzere toplam 10 ayrı evde arama yapıldı. Deniz Albay İ.Ö.'nün evinde yapılan aramada ise 30 subayın pornografik görüntülerinin yer aldığı video CD'ler ele geçirildiği öne sürüldü. netgazete

Çetenin Kafes Bağlantısı Araştırılıyor
20 Ağustos 2010
Asker ve bürokratları hedef alan fuhuş çetesine yönelik soruşturmada son YAŞ'ta tuğamiralliğe yükselen Şafak Yürekli’nin adının yer alması, çetenin Kafes Eylem Planı ile bağlantısını gündeme getirdi.
Fuhuş çetesine yönelik soruşturmada, içinde iç çamaşırı bulunan poşetin üzerindeki notta, Kafes Planı sanığı Tuğamiral Şafak Yürekli’nin adının yer aldığı iddia edildi. Savcılar, fuhuş çetesinin Kafes sanıklarınca yönlendirilip yönlendirilmediğini araştırmak için harekete geçti

ASKER ve bürokratları hedef alan fuhuş çetesine yönelik soruşturmada ele geçirilen, içinde iç çamaşırlarının bulunduğu bir poşetin üzerindeki notta son YAŞ toplantısında tuğamiralliğe yükselen Şafak Yürekli’nin adının yer alması, çetenin Kafes Eylem Planı ile bağlantısını gündeme getirdi. Soruşturma kapsamında Tümamiral H.M.Ş’ye ait olduğu iddia edilen ve içinde “iç çamaşırı”nın bulunduğu bir poşet ele geçirildi. Poşetin üzerinde, “Şafak Yürekli’ye gönderilecek” notu bulunması üzerine Savcı Fikret Seçen, fuhuş çetesinin Kafes Davası sanıkları tarafından yönlendirilip yönlendirilmediğini mercek altına aldı. Savcı Seçen’in, Tuğamiral Yürekli, Tümamiral HMŞ, YAŞ’ta terfi alamadığı için istifa eden Tuğamiral Türker Ertürk ve Balyoz davası sanığı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’i müşteki-mağdur sıfatıyla ifadeyi çağırması bekleniyor. Bilgisayarında “fuhuş andıcı” olduğu öne sürülen bir belge ele geçirilen Albay İ.S. de “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrılacak. Ele geçirilen görev yazılarında İ.S. için, “Kızları ayarlayacak” diye not yazıldığı ifade edildi. Subayların terfilerini kontrol altına alabilmek için cinsel ilişki görüntülerini kayda aldığı iddia edilen fuhuş çetesi soruşturmasında buugüne kadar 88 kişi sorgulandı.

SUTYEN ÖLÇÜSÜYLE FİŞLEDİLER

Savcılığın aramalarda ele geçirilen CD’lerin şifrelerini kırmaya çalıştığı belirtilirken, çetenin Deniz Harp Okulu öğrencisi mağdur kızları, “sutyen, kalça ve beden” ölçüleriyle fişledikleri de iddia edildi. Yine çetenin bazı üst düzey subayların eşleri ile kızlarını da fişlediği belirlendi. Bir komutanın eşi için “Her yola gelir”, bir komutan kızı için ise “Patlak” ifadesi dikkat çekti.

KAFES PLANI’NDA NE VAR?

Deniz Kuvvetleri’nde hazırlandığı iddia edilen Kafes Planı’nda, AK Parti üzerinde baskıyı artırmak için dini azınlıkların temsilcilerine suikast düzenlenmesi, azınlıklara yönelik bombalı eylemlerin yapılması öngörülüyor. Planı Ergenekon tutuklusu Deniz Yarbay Ercan Kireçtepe’nin hazırladığı ileri sürülüyor.
Kaynak: Habertürk

Fuhuş Operasyonunda Sıcak Gelişme
23 Ağustos 2010
Fuhuş operasyonu soruşturmasında 5 amiralin ismi de geçiyor.
Soruşturmayı yürüten savcı Fikret Seçen, Tümamiral Mücahit Şişlioğlu ve emekliliğini isteyen Tuğamiral Türker Ertürk'ü ifadeye çağırdı.

ANKARA'DA İFADE VERMELERİ BEKLENİYOR

Ergenekon soruşturması savcılarından Fikret Seçen tarafından yürütülen fuhuş soruşturmasında adı geçen amiraller ifadeye çağrıldı. Asker ve bürokratlara şantaj amaçlayan ve terfilerde etkili olmaya çalıştıkları ileri sürülen fuhuş çetesine yönelik soruşturmada adı geçen Koramiral Deniz Cora, Tümamiral Mücahit Şişlioğlu, Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz, Tuğamiral Türker Ertük ve Tuğamiral Şafak Yürekli'nin ifadeleri alınacak. Şişlioğlu ve Ertük, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne çağrıldı. İki amiralin Çarşamba günü adliyeye gelmesi bekleniyor. Diğer amirallerin ise talimatla ifadesinin alınması için yazı gönderildiği öğrenildi. Üç amiralin Ankara'da ifade vermeleri bekleniyor.

Soruşturma kapsamında aralarında kadın askerlerin de bulunduğu yaklaşık 90 subayın savcı Seçen'in talimatıyla merkez komutanlığında ifadeleri alınmıştı. Çetenin asker ve bürokratların uygunsuz görüntülerini kaydettiği ve bu görüntülerle tehditlerde bulundukları, mağdurları istedikleri gibi yönlendirmeye çalıştıkları ileri sürülüyor. Zanlıların kadın askerleri de kullandıkları ve onların fiziksel özelliklerini tespit ettikleri iddia ediliyor. Komutanların ailelerinin de örgüt tarafından fişlendiği kaydediliyor. Örgütün, YAŞ'a yönelik çalışmalarda da bulundukları ileri sürülüyor. Çetenin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki istihbarat amaçlı fuhuş örgütüyle bağlantısı da araştırılıyor.

Tamer
23 Ağustos 2010
Slav fahişelerini kimler yolluyor?
Rus,israil,Ermenikon,Pkk istihbaratçıları mı?
ABD,İngiltere,Fransa,Almanya,İtalya istihbaratçıları mı?Yoksa hepsi mi?Ya bizim istihbaratçılarımız uyuyorlar mı?Yoksa onlar da bu işlerin içindeler?Geç olup Türk Milleti madden ve manen çökertilmeden Meclis ve Hükümet acilen araştırıp soruşturmalı...
aktifhaber

250 subaya kirli tuzak...
23 Kasım 2010
Gizli belgeleri ele geçirmek için şantaj yapıldığı' iddialarına yönelik soruşturma derinleştikçe skandalın boyutları da ortaya çıkıyor.

Zaman'da yer alan habere göre zanlıların bilgisayarlarında, üst rütbeli askerlerin de aralarında olduğu 250 kişi hakkında fişleme bilgileri ile çocuk istismarını içeren görüntüler bulundu. Mağdur sıfatıyla ifadeleri alınan subayların, aile kayıtlarının tutulduğu, özel hayatlarına dair görüntülerin gizlice çekildiği tespit edildi.
Askerî casusluk ve fuhuş operasyonunun ardından başlatılan soruşturmada kamuoyunu dehşete düşürecek bilgilere ulaşıldı. Şantaj amaçlı kurulan fuhuş şebekesinin, amiral, subay ve üst düzey askerlerden oluşan 250 personeli hedef aldığı tespit edildi. Soruşturma kapsamında 200 askerin 'mağdur' ve 'müşteki' sıfatıyla ifadeleri alındı. Bu kişilere şebekeden şikâyetçi olup olmadıkları soruldu. Savcıların 50 subayın daha ifadesine başvurması beklenirken, adli işlem yapılması için bazı subayların dosyalarının da askerî savcılığa gönderildiği öğrenildi.

Edinilen bilgilere göre, şantajla devletin gizli belgelerini elde eden çetenin ağına düşen kritik mevkilerdeki askerler savcılıkta tek tek ifade verdi. Soruşturma kapsamında ele geçirilen bilgisayarlarda ise aralarında üst düzey rütbeli askerlerin de olduğu 250 kişi hakkında fişleme, gizli bilgi ve görüntü ile çocuk istismarını içeren kayıtlar bulundu. Belgelerde askerlerin özel hayatlarına ilişkin bilgilere ulaşıldığı, aile kayıtlarının tutulduğu, gizli görüntülerinin çekildiği belirlendi.

Soruşturma kapsamında ortaya çıkan belgeler doğrultusunda yaklaşık 100 adreste arama yapıldı. Aramalarda ele geçen belge ve bilgiler inceleniyor. Ayrıca şantaj ve casusluk çetesinin ağına düşen subay ve uzmanların devletin gizli belgelerini şebekeye sızdırıp sızdırmadığı da tek tek araştırılıyor. Askerî casusluk ve fuhuş çetesine yönelik soruşturmada ilginç ayrıntılar da ortaya çıktı. Çetenin fuhuş elemanı olarak kullandığı 18 kadın askerden 13'ünün Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden (ÇYDD) burs aldığı tespit edildi. Albay İ.S.'nin bilgisayarından çıkan bilgiler ise ÇYDD'li kızların özellikle seçildiğini ortaya koydu. Soruşturmada çıkan belgelerde şebekenin fuhuş ve şantaj için kullandıkları kadınlara nasıl ulaştıkları da adım adım anlatılıyor. Fuhuş ve casusluk şebekesinin de ÇYDD kızlarını fuhuş için kullanması, dernekte ele geçen bir belgeyi akla getirdi. Ergenekon operasyonu çerçevesinde bir ÇYDD şubesinden çıkan mektupta genç teğmenlerin kızlar aracılığıyla kontrol edilmesi öneriliyordu.

Soruşturma kapsamında yapılan aramalarda ev, işyeri ve bilgisayarlarında çocuk ve hayvan pornosu bulunan askerler de ifade verdi. Cumhuriyet savcılığı tarafından bireysel suç teşkil ettiği için dosyadan ayrılarak farklı savcılıklara gönderilen görüntüler hakkında askerler çağrılarak ifadeleri alındı. İfadeleri alınan askerler hakkında çocuk ve hayvan pornosu bulundurmaktan işlem yapılacak. Yapılan aramalarda çocuk ve hayvan pornosu satılan kişilerin listesi de bulundu. Soruşturma kapsamında Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in kızı ve damadının da müşteki olarak ifadeleri alınmıştı. Çetenin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve ailesini yakın takibe aldığı ortaya çıkmıştı.

Tümamiralin eşi çeteden şikâyetçi olmuştu

Askerî casusluk ve fuhuş şebekesinin, Deniz Kuvvetleri Harekât Başkanı Tümamiral Fikret Güneş ve ailesini yakın takibe alarak, internet hareketlerini izlediği ve özel fotoğraflarını ele geçirdiği ileri sürülmüştü. Tümamiralin eşi Manolya Güneş savcıya ifade verdikten sonra çeteden şikâyetçi olmuştu. Mağdur olarak ifadesi alınanlar arasında Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'in kızı ve damadı da bulunuyordu.
Zaman

'Beyaz Toros'lu Fişleme Operasyonu
03 Aralık 2010
JİTEM infaz timinin, Doğu ve Güneydoğu'da faili meçhul cinayetlerde kullandığı 'Beyaz Toroslar' fişleme faaliyetlerinde de kullanılmış.
İstihbaratçı subaylar, 'irticacı' diyerek 7 muvazzaf teğmeni beyaz toroslarla adeta göz hapsine almış.
Ergenekon tutuklusu emekli Albay Atilla Uğur'un genç teğmenleri 'irticacı' oldukları gerekçesiyle uzun süren takibin ardından sorguladığı belirlendi. Şüpheli olarak görülen isimlerin memleket adreslerinde de en ince ayrıntısına kadar araştırma yapan istihbaratçıların, teğmenlerin aile fertleri hakkında 'MHP'li', 'başını eşarp ile örtüyor', 'tesettür tabir edilen kapalı giysiler giymiyor', 'başı açık', 'nişanlısı Almanya'da işçi' şeklinde şok fişlemeler yaptığı görüldü.

Talimat Jandarmadan

Jandarma Genel Komutanlığı, 21 Eylül 1998'de 'kişiye özel' mührü bulunan 'İSTH- 3590-662- 98 / İKK. Ş. (248575)' sayılı emir ile 7 teğmen hakkında araştırma yapılması talimatını veriyor. Dönemin Jandarma İstihbarat Grup Komutanı olan ve Kıdemli Binbaşı rütbesindeki Ergenekon tutuklusu emekli Albay Atilla Uğur 'Şahıs takip ve personel araştırma' adlı fişleri 7 Ekim 1998'de İstihbarat Başkanlığı'na gönderiyor.
"İlgi emir gereği yapılan araştırmaya ait sonuç raporunun tanzim edilerek ekte sunulduğunu arz ederim" diyen Uğur, jandarmanın tüm imkanlarını askerli takip için kullanmış. Şüpheli görülen teğmenlerin aileleri, kullandıkları arabalar, evleri ve bütün hayatları tüm detaylarına kadar araştırılmış. Askerler, haklarında hazırlanan bilgi notlarının karargaha gönderilmesinden sonra ise tek tek sorgulanmış.

Sorgu subaylarının kanaati

İstihbarat subayları, askerlere bir teğmenin evinde oldukları sırada baskın düzenliyor. Ardından 'irticacı' denilen askerler sorguya alınıyor. Teğmenlere ilişkin sorgu fişleri ve özel notlar karargaha iletiliyor. 'Kanaat' bölümünde ise sorgu subayları teğmenler hakkında şu tarz psikolojik değerlendirmede bulunuyor: "'Samimi ifadeleri var', 'cemaatten olmadığını sadece dinine bağlı olduğunu söylüyor', 'kilit adamlardan biri', 'yasadışı irticai teşkilatın önemli adamlarından biri, 'zeki, bilinçli sorguyu yapanı zaman zaman kendisi sorguluyor'."

İstihbaratçılar ilk olarak "Elde edilen bilgi ve belgelere göre irticai faaliyetler içinde olduğunuz tespit edilmiştir. Bu konuda diyecekleriniz nelerdir?" diyerek askerlerin dini hassasiyetlerini araştırıyor. Ardından sorgudakilere 'İçki içer misiniz?', 'TV seyrediyor musunuz?' şeklinde sorular yöneltiliyor. Dikkat çeken bir diğer soru ise "Toplantı yaparken yakalandığınız evden kitapları neden aşağıya attınız?'" oldu. M.Ç. adlı bir teğmen, baskın düzenlenen evde yaptığını şöyle açıklıyor: "O anda muhakeme edemediğimden korkudan kitaplarla balkondan atlamışım daha sonra jandarmalar beni yakaladı."

Teğmenlere erzak getirdiği iddiasıyla mahalle imamı da sorguya alınıyor. İmam M.K.'ya jandarma Başçavuş Rıfat Çakar sadece bir soru yönetiyor. 'Tanık' sıfatıyla dinlenen imama teğmenlerin bulunduğu ve eve yiyecek götürdüğünün öğrenildiği söyleniyor. 23 Eylül 1998 günü saat 16.00 sıralarında gerçekleştiği ileri sürülen olayla ilgili bilgi ve görgüsü sorulan imam, "O adreste oturan kişileri tanımıyorum ve o kişilere hiçbir şey götürmedim" yanıtını veriyor. Ayrıca, tüm askerlere 'İmam M.K.'yı tanıyor musun?' sorusu yöneltiliyor. Ancak teğmenler imamı tanımadıklarını ve kendilerine yiyecek getirmediğini vurguluyor.

'Malum adresler'e beyaz takip

'Özel' mühürlü belgelerde teğmenlerin kullandığı ev ve arabalar da takibe alınmış. 'Hedef adresler', 'Hedef araçlar' başlığı altında ev ve arabaların tüm ayrıntıları not edilmiş. 'İlişkiler' kısmında ise teğmenlerin bağlantıda olduğu iddia edilen isimlerle ilgili istihbarat notları yer alıyor. İmam M.K. ile birlikte 2 emekli albay, 1 teğmen ve bir üniversite öğrencisine ilişkin bilgi dikkat çekiyor. 'Hedef teğmenler' olarak nitelendirilen askerlere karşı alınan önlemler arasında adreslerini gözetlemek için görevlendirilen beyaz Toroslar'ın takibi de bu bölümde ayrıntılarıyla aktarılıyor. JİTEM Torosları'nın teğmenleri takip için yaptığı görevler şöyle aktarılıyor: "Malum adresleri takip ve araçların gidiş istikametini belirlemek için 3 kişi yol güzergahına kondu. 1 Ast. komutasında Renault Toros araç ile tren garı önünde, Renault Toros araç ile Mevki Askeri Hastanesi önünde tertibat alındı. Gözetleme altında tutulan evden teğmenlere ait 35 AL XXX plakalı araç ile 4 teğmenin ayrıldığı görüldü. Aracın arkasından Jandarma K.lığına ait olduğu değerlendirilen 06 P 26XX plakalı Beyaz Toros malum aracı yakın takibe aldı."

Kur'an'a 'döküman' dediler

Baskın yapılan evde teğmenlerin kütüphanesindeki 'sakıncalı' kitaplar da kayıt altına alınmış. Ek-B kısmında 'Ele geçen kitap ve dökümanlar' başlığı altında 27 madde yer alıyor. Kitaplar ve dökümanlar arasında dikkat çeken ve fişleme notlarındaki yazım hatalarıyla birlikte notlarda yer bulanlardan bazıları şu şekilde ; "Üzerinde Arapça yazılar bulunan 19 kasetlik set, 3 adet değişik boyda Kur'an-ı Kerim, 1 adet Yasin, 1 adet Osmanlıca derleri kitabı, 1 adet Arapça yazılı Albara Türk duvar takvimi, 1 adet mavi renkte T.H.K.'na ait ajanda." aktifhaber

Bahçeli, niçin dindar subay istemiyor?
Ali İhsan KARAHASANOĞLU
4 Aralık 2010

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Osmaniye’de konuşmuş:

“Türk Silahlı Kuvvetleri’ne alçakça saldırmak, onu sorgulamak, hiç bir Türk milletinin ferdinin kabul edemeyeceği bir anlayıştır.”

Devam etmiş Bahçeli: “Yandaş, besleme konuşmacılar gece-gündüz Mehmetçik ve Türk Silahlı Kuvvetleri komuta heyetine saldırıyor!”

Bahçeli’nin konuşmasından bir bölüm daha: “Bazı temiz, inanmış inançlı Müslüman kardeşlerimizin aralarına sızarak Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine bazı sözlerin söylendiğini duyuyor ve şahit oluyoruz. Halkı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı getirmek doğru bir yaklaşım değildir. O temiz ve mübarek insanımız da yalanın ne olduğunun farkına varsın.”

Ve Bahçeli’nin mum diktiği, Başbakan’a hitaben söylediği, aslında tüm dindarları rencide eden son cümlesi: “Başkalarının aklına uyarak kendine has bir badem bıyıklılar ordusu kurmaya çalışma.”

Demek ki, sayın Bahçeli, orduda badem bıyıklı istemiyor.

Badem bıyıktan kasıt ne?

Askeriyede bıyıklı subay zaten yok.

Bademi de yok, cevizi de..

Bahçeli’nin söylemek istediği belli..

“Badem bıyıklı”dan kastedilen, mütedeyyin insan!

Bahçeli, mütedeyyin insan istemiyor orduda..

Onun için de, dindar subayların TSK’dan atılmasını eleştirenleri “yandaş-besleme” diye suçluyor Bahçeli..

Ne zararını görmüşse, badem bıyıklıların..

Oysa, dindar subaya, önce MHP’nin sahip çıkması gerekmez mi?

Eşi başörtülü olduğu için TSK’dan atılanlara önce Devlet Bahçeli’nin sahip çıkması gerekmez mi?..

Namaz kıldığı için TSK’dan atılanlara, ülkücülerin sahip çıkması gerekmez mi?

Nasıl bir milliyetçi, bu Bahçeli?

Nasıl bir milliyetçi ki, şehid annelerinin bile, başörtüleri ile giremedikleri askeri tesisler gerçeği ortada iken, bu konuyu eleştirenleri “TSK düşmanı” gibi takdim edebiliyor!

Başörtülü annelerin, çocuklarının asker ocağında edecekleri yemin törenine girmelerine bile izin verilmediği gerçeğini, bilmiyor mu sayın Bahçeli?

TSK’ya yapılan eleştirilerin, aslında dindar insanlara karşı yapılan haksızlıklardan kaynaklandığını bilmiyor mu sayın Bahçeli?.

Bırakın asker ocağını, üniversitelerdeki kızların başörtüsüne bile karışan generallerden haberi yok mu Bahçeli’nin?

Evet, tüm bu yanlışlara karşı çıkmak, “TSK’ya alçakça saldırı” mıdır, sayın Bahçeli?

Alçakça saldırı mıdır ki, haklı eleştirileri böylesine suçluyorsunuz!

Sizin gözünüzde, ordunun yeri bu mudur, Sayın Bahçeli?

Çocukları alıp, Güneydoğu’da kendi yerleştirdiğimiz mayınlarda şehid vereceğiz.Sonra da o şehidlerin annelerini, orduevlerine sokmayacağız.

Bu mudur, sizin gözünüzdeki “olması gereken ordu”, Sayın Bahçeli?.

Kimsenin, “TSK tümden lağvedilsin” dediği yok.

Kurumsal olarak orduyu suçlayan yok.

Ama lütfen, yanlış yapanlara karşı çıkılmasına da, “ordu düşmanlığı” suçlaması yapmaya kalkışmayınız.

Kimse ordu düşmanlığı yapmıyor.

Ama, ordu da, dindar insan düşmanlığı yapmasın.

Milliyetçiler de, kimlerden oy aldıklarına bir baksın..

Ateistlerden almıyorsunuz siz oyları..

Dindar insanlardan alıyorsunuz.

Aldığınız oyların hatırına olsun bari, “badem bıyıklı” sözünüzü geri alın..

Gaylerin, fuhuşçuların bile sızdığı ve düne kadar barınabildiği orduda, namaz kılanların nasıl fişlendiğini ve yargısız infazla ihraç edildiğini hatırlayın da, özür dileyin.

Hem kendi seçmeninizden.

Hem de tüm dindar halktan.
Yeni Akit

NE SITMA NE ÖLÜM! BAYRAM GEREK BİZE!
Banu AVAR
20.11.2010

Uygulanan operasyon, uzun zamandır ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ operasyonudur.
Bu her alanda uygulamadadır.
Neden birilerine ‘ölüm ve sıtma’ bu kadar kabul edilebilir, ‘DİK DURUŞ’ bu kadar ‘fantazi’ geliyor? Esas olan dik durmak oysa… Kambur duran atipik!
Yapılan operasyon, mankurtlaşmış beyinler tersini algılıyor! Sıtma ve ölüm normal , onlara direnmek olanaksız!
Devşirme eğitimi bu algıyı emrediyor!

*-*-*
Osmanlı’nın çöküşünden beri, ‘yedi düvel’ aynı oyunu uygulamıştır…
‘Koca devlet çöküyor… Hasta adam… Tüyleri yolunacak Hindi (Turkey)…’

‘Çaresiz’ hisseden aydınların hissiyatı:
Ölüm: Yokolmak!
Sıtma: Yedi düvele kucak açmak!
Çözüm: ‘Amerikan mandası, İngiliz idaresi!’Yıl 1922..

*-*-*
Yıllar sonra…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 70 yıldır kıskaçta…
‘Çaresiz aydınlara’ ‘Umut-suzluk’ operasyonu had”safhada…
Amerikan bağımlılığı : Ölüm!
Avrupa Birliği: Sıtma!
‘Demokrasi projesi’ uygulamada…
Çözüm: ‘Federasyon ol! Kendini parçala!’

*-*-*
Avrupa ve Amerika ‘Yeni bir Anayasa’ istiyor.
Siyasi partiler içindeki milli unsurlar tasfiye ediliyor.
‘Başkanlık sistemi’yle sadece iki parti yaşayacak..
Ölüm: AKP,
Sıtma: CHP olacak.
Tek Çözüm: Sandık olacak.
Referandum /plebisitlerle ülke bölünecek, millet sandığa gidecek, oy verecek, evine gelip televizyon izleyecek…İstenen bu!

*-*-*
Yöneticiler mi?
İktidar da muhalefet de Brüksel ve Washington’a hesap verecek.
Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, AB ve NATO’ya gırtlağından bağlı bir iktidar ve muhalefet, çatlak seslerden arındırılmış olarak sahne ye çıkacak.
İktidar da muhalefet de Kemal Derviş’den nasihat alacak.
İktidar da muhalefet de Barzani, Talabani ile görüşecek.
İktidar da muhalefet de ‘yeni’, ‘Kürdistan’, ‘federasyon’ diyecek.
Muhalefet biraz daha ‘sosyal, ‘sol’ sosa bulanacak..
İktidar biraz daha Allah’la aldatacak.
Batıdan yükselen ses:
Çözüm önerecek:
‘İşte bak, ‘ölüm’ duruyor ensende! Doğru yol sıtma’ya rıza göstermekte!!

*-*-*
Amma velakin, ‘Yedi düvel’, yüz yıllık tecrübesi ile, ‘Sıtmayla ölüm arasında’ bırakılan Türk milletinin, kurgulanan bu düzeneğe ‘gelmeyeceği’ endişesini yaşıyor..
O yüzden ‘büyük hazırlıklar’ yapıyor. ‘Füze kalkanı’ bu nedenle bağrımıza saplanıyor!
Açıkca görülüyor ki, bu milletin ‘direnç gücü’ hem batıyı hem kabesi Batı olanları epeyce korkutuyor.
2011 için PROJE şöyle:
*‘Yeni’ bir ‘federasyon’ Anayasası.
*Diyarbakır başkentli Kuzey Kürdistan belediyelerinin özerklik ilanı. Barzani Cumhuriyeti’yle el tutuşmaları.
*İç mukavemet halinde Irak’dan çekilen Amerikan ordusu arkada, Peşmerge/PKK milisleri önde Türk ordusuyla savaşmaları…
*’Füzelerin hedefinde Türkiye. Üniter devlete son noktanın konulması!

2011 yılında ‘Ölümle sıtma arasına’ sıkıştırılacak olan Türk milleti, Türkçüsü, Solcusu, Dindarıyla biraraya gelerek, kendi vatanını kumar masasına yatıran, ‘turuncu bir darbe’ nin oyuncusu olan, kendi milletini yedi düvel’e peşkeş çekenlere, gerekli cevabı verecektir. Anti emperyalist tüm unsurlar ve tüm partilerin tabanı biraraya geldikleri takdirde bu ‘oyun’ bitecektir.

Bu aşamada özellikle ‘Bu milletten bir şey olmaz’ söylemini bilinçli olarak yayanlara dikkat ediniz. Kendi milletine güvenmeyen ve aşağılayanlar ya onu hiç tanımayanlardır ya da bu söylemin yıkıcı gücünden faydalananlardır.

Durum, geçen yüzyıl başından daha kötü değildir. Ve tarih sahnesine çıkan ve o sahneden hiç inmeyecekmiş gibi duran bir çoklarının, partilerin, iktidarların, ‘kralların’, ‘imparatorların’, bugün adı bile ortada kalmamıştır.
Ve bir milletin elele tutuşması için bir anın yeteceğini, yine bu millet birkaç kez ispatlamıştır!

Atatürk’ün ‘Ne yapacağız?’ diye soranlara cevabı açıktır:

‘CELADET (YİĞİTLİK) GÖSTERİNİZ!’

‘CELADET’ YİĞİTLİK, bu dönemde biraraya gelmek demektir…

Kurban Bayramınız mübarek olsun…
http://www.banuavar.com.tr/

Mehmetçiği Hedef Tahtası Yapmış!

Eline pimi çekilmiş el bombası tutuşturulan, köpeğin emir eri gibi çalıştırılan, hamallık- şoförlük yaptırılan mehmetçiğin hedef tahtası da yapıldığı öğrenildi.
Vatanı korumak için askere gönderilen vatan evlatlarına bazı TSK subaylarının reva gördükleri muamele pes dedirtecek cinsten... Yeni Akit'in ulaştığı görüntülere göre Balıkesir 9. Üs 191'inci Filo'da görevli Pilot Üsteğmen Cevdet Türkeli, görevli bir eri dart hedef tahtasına koyarak, başının üzerine yarleştirdiği meyveye atış yapıyor.

Başındaki meyvenin düşmemesi ve komutanın hedefi tutturabilmesi için heykel gibi komutanın karşısına dikilen ere yapılanlar daha önce TSK bünyesinde erlere yaptıran insanlık dışı uygulamaları hatırlattı. Askerlere görevleri dışında işlerin yaptırdığının bir bir ortaya çıkması ise, “Millet, evladını komutan eğlencesi için mi askere gönderiyor?” yorumlarına sebep oluyor. İşte daha önce görüntüleri ve belgeleri gün yüzüne çıkan skandallar.

ERLERİN ELİNE PİMİ ÇEKİLMİŞ EL BOMBASI BIRAKMIŞLARDI

Elazığ'ın Karakoçan Jandarma Komutanlığı'nda görevlendirilen 2'nci Motorlu Piyade Taburu 3'üncü Bölük'te askerliğini yapan çavuş İbrahim Yaman ile erler İbrahim Öztürk, Ali Osman Altın ve Mesut Bulut mevzideki patlamada şehit düştü. Olay haber ajanslarına kaza sonucu el bombasının patlaması olarak yansıdı ve 4 asker memleketlerinde düzenlenen törenlerle toprağa verildi. Soruşturma neticesinde patlamanın kaza sonucu değil, nöbet sırasında uyuduğu ileri sürülen bir erin pimi çekilmiş el bombasını tutarak ‘cezalandırılması' sırasında meydana geldiği ortaya çıktı.

Bu cezayı veren Teğmen Mehmet Tümer olay günü tutuklandı. İddiaya göre Mersinli er İbrahim Öztürk, uyurken yakalandı. Teğmen Mehmet Tümer, nöbette uyuduğu gerekçesiyle Öztürk'ün eline, pimi çekilmiş el bombasını verdi. Öztürk, mevzileri dolaşıp, asker arkadaşlarından yardım isteyip pimi aradı. Teğmene gidip pimi vermesini istedi. Ancak eli terleyince mandalını bıraktığı bomba infilak etti. Olayda İbrahim Yaman ile erler İbrahim Öztürk, Mesut Bulut ve Ali Osman Altın şehit oldu.

ASKERLER KÖPEĞİN EMİR ERİ GİBİ ÇALIŞTIRILDI

Vatanı korumak için milletin evladını gönderdiği askeri birlikte askerleri köpek bakıcısı yapan Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz, ‘Tarçın' ismini verdiğ

27 Mayıs NATO Darbesinde Generaller darbeci askerler tarafından tekme tokat dövülmüş
18 Ocak 2012

Aksiyon'un haberi:

Darbeciler G.Kurmay Başkanını Dövmüş

Başbuğ'un ‘darbeye teşebbüs'ten tutuklanmasına karşı çıkan CHP, 27 Mayısçıların gözaltına aldığı paşalara yapılan işkence ve kötü muameleleri destekliyordu.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un ‘darbeye teşebbüs'ten tutuklanmasına karşı çıkan ve mahkemelere hakaret eden CHP, 27 Mayısçıların gözaltına aldığı paşalara yapılan işkence ve kötü muameleleri destekliyordu.

Eski bir askerdi. Yarbaylıktan ayrılıp Ankara Emniyeti'ne girmiş, Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne kadar yükselmişti. Gümüşhane Valiliği'ne tayin olmuş, giderken bir emirle İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine atanmıştı. Emekli Yarbay, İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay, Yassıada'da işkencede hayatını kaybetti. İlk gözaltına alındığında düzenli alması gereken ilaçları Davutpaşa Kışlası'na götüren eşi ve çocukları kapıdan kovulmuştu. Uzun süre babalarından haber alamamışlar, neyle suçlandığını gazete ve radyolardan öğrenebilmişlerdi. 27 Mayıs'tan itibaren ‘Sabıkların tertipleri' başlığı altında ağır iftiralarla karşılaştılar. CHP'lilerin başını çektiği bir kesim ‘Düşükler' ve ‘Kuyruklar' diyerek onlara nefret kusuyordu. Sokakta, çarşıda, okulda hakarete, tacize uğruyorlardı. DP'liler Yassıada'da, yakınları dışarıda tecrit edildi ve yargısız infaza uğradılar. Oğlu Emre Oktay, “Korgeneral Cemal Madanoğlu İstanbul'da bizim apartman komşumuzdu, babamın da Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşı. Yüksek Adalet Divanı Üyesi Ferruh Adalı da ailece görüştüğümüz bir dostumuzdu; ama darbeden sonra ikisi de telefon bile etmedi, biz arayınca da çıkmadılar...” diyor. 27 Mayıs'ta basın, üniversite ve CHP'nin tam bir dayanışma içinde darbecilerle birlikte çalıştığını anlatan Oktay, “Silivri'yi toplama kampına benzeten CHP, o gün DP'lileri linç kampanyalarında başı çekiyordu.” şeklinde konuşuyor.

İlker Başbuğ'un darbeye teşebbüs suçlaması ile tutuklanması, 27 Mayıs darbesi ile tutuklanan ve Yassıada'da yargılanan emekli ve muazzaf askerleri akıllara getirdi. Başbuğ'dan, ‘Cumhuriyet tarihinde tutuklanan ilk genelkurmay başkanı' olarak söz edilse de onun durumu daha çok eski Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut'unkine benziyor. Yamut, 27 Mayıs'ta tutuklandığında emekli bir genelkurmay başkanıydı. Peki, CHP'nin zemin hazırladığı darbenin mağduru emekli ve muazzaf askerler nasıl bir muameleye tabi tutulmuştu?

Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Ankara'daki evine tutuklamak için gelen subaylara “Ben Çanakkale kahramanıyım, Atatürk'ün silah arkadaşıyım, gaziyim, eski genelkurmay başkanıyım... Bana hakaret edemezsiniz!” diye karşı çıkmıştı. Yamut'u önce tokatladılar, sonra merdivenlerden yuvarladılar. Yamut, hakaret ve işkencelere dayanamadı, Yassıada'da yargılamalar sırasında hayatını kaybetti.

27 Mayıs'ın tutukladığı asker ve generaller sadece bu iki isimle sınırlı değildi. Salih Coşkun, Kore kahramanı; Avni Karaca, süvari yarbayıydı. Mehmet Nuri Yamut, Gazi Yiğitbaşı ve Yümni Üresin, İstiklal Savaşı'na katılmıştı. Hepsi emekli, Oramiral Sadık Altıncan, Org. Nurettin Aknoz, Org. İshak Avni Akdağ, Org. Nazmi Ataç, Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun, Yassıada'da aynı hücreleri paylaşmıştı.

27 Mayıs cuntasının gözaltına aldığı generallerin suçu darbelere karşı olmaları ve cuntalara katılmamalarıydı. Gözaltına alınan üst düzey muvazzaf-emekli komutanlar en ağır işkencelere ve hakaretlere maruz kaldı. Gözaltı sırasında başlayan kötü muamele, Yassıada ve yargılanma sırasında da devam etti. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sadık Altıncan (Giresun Milletvekili) Yeşilyurt'ta ismi okununca birkaç kara subayı tarafından tartaklandı. Denizciler eski komutanlarına saygılarından dolayı araya girip Altıncan'ı karacıların elinden aldı. O sırada botların komutanı Albay Muzaffer Grebene, eski komutanına saygı gösterip kaptan köşküne aldığı için amirallik rütbesinden oldu. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Altıncan, Yassıada'ya büyük emek vermişti. Adaya ayak basar basmaz, yaşlı gözlerle, “Kendime bir mahpes hazırlamışım.” demişti. Yeşilyurt'ta bir yandan dayak yiyen bir yandan da tükürük yağmuruna tutulanlar arasında General Namık Argüç de vardı. Ada Komutanı Tarık Güryay, İzmir Milletvekili, general kızı ve Org. Tekin Arıburun'un eşini mahkemedeki savunmasından dolayı saçından sürükleyerek dövdü.

Yassıada'da en hazin hadise kısa süre öncesine kadar şerefli Türk ordusunun Genelkurmay Başkanlığı görevinde olan Rüştü Erdelhun'un suratına yumrukların acımasızca indirilmesiydi. Erdelhun Paşa hakaretlere uğradı, rütbeleri söküldü. İdamla yargılandı. Mayıs 1960 öncesinin genelkurmay başkanı Erdelhun, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'le sınıf arkadaşıydı. 1948'de Amerikan askerî yardımı henüz başlamıştı ve Genelkurmay Karargahı'nda dil bilen kurmay subay yok denecek kadar azdı. Rüştü Paşa, İngilizce bilen nadir generallerden biriydi. Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki süreçte, İzmir müstahkem mevki kumandanı olan Hüseyin Hüsnü Erkilet Paşa genelkurmay eğitim başkanıyken, kimi seçkin kurmayları, sadece dil öğrenmelerini temin maksadıyla, çeşitli ataşemiliterliklerin emrine dil subayı (language officer) olarak göndermişti. Tuğgeneral Rüştü Erdelhun, bu seçkin subaylardan birisi olarak Tokyo'ya gitmişti. Japonca yanında İngilizce de biliyordu. Londra Ataşemiliterliği de yapmıştı. Bu niteliklerinden ötürü, Genelkurmay Başkanlığı ile Amerikan Askerî Yardım Kurulu (JUSMAT) arasında koordinatörlük görevi verilmişti kendisine. Rüştü Paşa'nın en belirgin niteliği, son derece kibar oluşuydu: Makam odasına giren en küçük rütbeli kurmayı bile ayağa kalkarak selamlar, onu karşısındaki sandalyeye oturtarak dinlerdi. Çok çalışkan, son derecede iyi niyet sahibi, insanlara sevgi ve şefkatle yaklaşan, yasalara saygılı bir askerdi. Eşi keza; omurgasındaki rahatsızlık sebebiyle çelik korseye mahkûm olduğu halde sosyal faaliyetlerini aksatmayacak kadar enerjik bir yapıya sahip, görmüş geçirmiş, örnek bir subay eşiydi, çocukları yoktu.

Ankara'dan Yassıada'ya nakledilecek sanıklar arasındaki asker kökenli milletvekillerinden biri de Kore kahramanı Tahsin Yazıcı'ydı. Darbecilerin gözaltına aldığı asker, sivil bürokratlar yolculuk esnasında da her türlü işkenceye maruz kalıyordu. Uçaklarda hava delikleri açılarak soğuk hava cereyanına tabi tutuluyorlardı. General Tahsin Yazıcı, uçakta gösterilen yere asil ve vakur bir tavırla oturmuştu. Tomsonlu hava yarbayı elinde tuttuğu gocuğu ona uzatmıştı. Paşa dik dik bakmış ve sert bir şekilde “İstemem!” diye bağırmıştı. Uçak komutanı elindeki tomsonu paşaya çevirdi. Elini tetiğe götürüyor, sonra çekiyor… Yine götürüyor, yine geri çekiyordu. General Salih Coşkun, millî savunma müsteşarıydı. Hava meydanında ve Yeşilyurt'ta hakarete maruz kaldı, tekme, yumruk saldırısına uğradı. Avni Karaca, süvari yarbayıydı. Türk bayrağını şeref direklerine çektiren usta millî binicilerimizdendi. Teğmenken elinde taşıdığı kupayı halkın omuzlarında Türkiye'ye getirmişti. Karaca uçakta dövüldü. Ankara Merkez Komutanı Namık Argüç de aldı yumruk ve hakaretlerden payını. Yassıada'da işkence ve hücre cezası vardı. Zindan cezasını en çok İstanbul grubu ve onların içindeki Merkez Komutanı Kemal Binatlı çekmişti.

Yassıada'da hayatını kaybeden eski Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut Paşa, eski Kolordu Komutanı Korgeneral Yümnü Üresin ve Gazi Yiğitbaşı'nın kahramanlıklarla dolu parlak geçmişleri vardı. Mehmet Nuri Yamut; TSK'nın 6. genelkurmay başkanıydı. 1908'de teğmen rütbesi ile harp okulundan mezun oldu. Anadolu'ya geçerek İstiklal Savaşı'na katıldı ve İstiklal Madalyası kazandı. 6 Haziran 1950'de atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 10 Nisan 1954'de kendi isteği ile emekli oldu. 11. dönem İstanbul milletvekili iken 27 Mayıs'ta tutuklandı ve 5 Haziran 1961'de orada hayatını kaybetti. Yümnü Üresin; 1898 doğumlu, 1911'de Harbiye'ye girdi. Birinci Dünya Savaşı'nda, Çanakkale, Kafkas ve Sina cephelerinde savaştı. Kütahya Eskişehir Muharebeleri, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz'a katıldı. Çeşitli görevlerden sonra 1951'de Millî Savunma Bakanlığı Tetkik Kurulu'ndan emekli oldu. Eylül 1951'de yapılan 9. ara dönemi seçimine girerek Bilecik milletvekili seçildi. 1952-54 arasında Ulaştırma Bakanlığı yaptı. Gazi Yiğitbaş; 1898 Afyon doğumlu. 1913'te Bolvadin askerî okulundan mezun oldu. 1920'de Afyon'da 23. Fırka 69. Alay 3. Tabur'a iştirak ederek Geyve, Adapazarı, Sapanca ve İzmit muharebelerine katıldı. 1 ve 2. İnönü savaşları ile Sakarya Meydan Muharebesi'nde savaştı. 1946'da DP'ye girdi. 9. dönem seçimlerinde Afyonkarahisar milletvekili seçildi. Yassıada'da kalp krizinden hayatını kaybetti.

Peki, İlker Başbuğ'un ‘darbeye teşebbüs' suçlaması ile tutuklanmasına ‘genelkurmay başkanı' diye karşı çıkan ve tepki gösteren CHP ile bazı basın organları, 27 Mayıs'ın gözaltına aldığı İstiklal Savaşı madalyalı paşalara yapılan işkence ile kötü muameleleri nasıl karşılamıştı? Babasını işkencede kaybeden Emre Oktay, “Basın, 27 Mayıs'a destek verdi, işkence ve cinayetleri görmedi, hatta bu muameleleri alkışladı. 27 Mayıs'tan sonra da zaten 27 Mayıs'ı eleştirmek ve DP'yi övmek bir yasa ile yasaklandı.” diyor.
Aksiyon

M.Şevket Eygi
Ordu Bu Hale Nasıl Geldi?
06 Kasm 2010

Ordumuzu, kurum ve tüzel kişilik olarak tenzih ederek soruyorum:

Ordu bugünkü hale nasıl düşmüştür?

Bunun birinci sebebi, 1950'li yıllarda oğullarının bir kısmını askerî liselere ve harp okullarına göndermeyen Müslümanların gafletidir.

Çok iyi hatırlıyorum ve biliyorum, o tarihlerde Müslümanlar en parlak, en zeki, en kabiliyetli, en vasıflı çocuklarını tıp ve mühendislik fakültelerine yolluyorlardı. Çünkü o meslekler gözdeydi, onlarda çok para, itibar ve refah vardı. Dindar, muhafazakâr kesim, Hacı Beyler orduyu, subayları tutmuyorlardı. Çocuklarını askerlik kariyerine sokup da niçin harcasınlardı?

Sonunda olan Türkiye'ye oldu. Devlet, ülke ve halk olarak...

Tabiat boşluğu sevmez...

1950'li yıllarda -çok iyi hatırlıyorum- sokaklarda, nakil vasıtlarında, lokantalarda, her yerde üniformalı subaylar görülürdü. Bugün kışla ve askerî daire dışında bir tek üniformalı subay göremezsiniz. Ordu halktan ve toplumdan kopmuştur.

50'li yılların ikinci yarısında Ankara'da bir grup arkadaş aylık İslâm mecmuasını çıkartmaya başlamıştık. İdarehanesi, Hacı Bayram Camiinin karşısında Millî Mücadele yıllarından kalma eski bir binadaydı. O tarihî camide bazen üniformalı subayların, başlarında beyaz namaz takkeleriyle ibadet ettiklerini görürdüm. İsmini unuttum, uzun boylu bir yarbay vardı, bazen cami içinde Yunus Emre'den ilahiler okurdu. Sesi gür Zekai efendinin imamlık yaptığı günlerdeydi.

Bugün ne Hacı Bayram Camiinde, ne de başka bir İslâm mabedinde üniformalı bir subayı, başında takke olduğu halde namaz kılarken görebilirsiniz.

Yine 1950'li yıllarda Ankara İlahiyat Fakültesi'nde üniformalı askerî öğrenciler "Moral subayı" olarak yetişmek üzere tahsil görüyorlardı. Bazılarıyla görüşürdüm.

Nice askerî birliklerde camiler ve mescidler vardı. Beş vakit ezan okunur, cemaatle namaz kılınırdı. Kıraati düzgün, ilmihal bilgisi namaz kıldırmaya müsait hâfız bir er imamlık yapar, bazen dindar birlik kumandanı onun arkasında safa dururdu.

50'li yılların sonunda DiyanetBaşkanlığı'nda iki yıl kadar kadrolu mütercimlik yapmıştım. Başkanlık Opera binasına yakın bir yerdeki tarihî binadaydı. Karşısında, Samanpazarı'na çıkan yolda Deniz Kuvvetleri Kumandanlığı binası bulunuyordu. Diyanet binasında Cuma namazı kılınmazdı ama Deniz Kuvvetleri binasının mescidinde kılınırdı. Cuma vaktinde kapılar herkese açılır, isteyen içeriye serbestçe girer ve namazını kılardı.

Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde talebelik yıllarımda sık sık askerî doktor yüzbaşı Erzurumlu Dursun Aksoy ağabeyin evine gider gelirdim. Kendisi Nakşibendî tarikatine mensup son derece sofu ve dindar bir kimseydi. Adanalı Sami Efendi hazretlerine mensuptu. Yukarıda bahs ettiğim İslâm dergisi kurucu ve idareci heyetine mensuptu. Yazın en sıcak günlerinde nafile oruç tutardı. Bir vakit namazını aksatmazdı. Hanımı misafirlere çay hazırladığı vakit kapıyı tıklatır, beyi hemen seğirtir, tepsiyi onun elinden alır, çayları dağıtırdı. Yani kaç göçlü bir Müslüman aileydiler. Birkaç yıl önce Dursun bey Medine-i Münevvere'de 90 küsur yaşında rahmet-i Rahman'a kavuştu. Nur içinde yatsın.

Ordunun bozulması o menhus, o uğursuz, o katil 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra başladı. Nihayet bugünkü korkunç günlere geldik.

Orduyu tenzih ederek yazıyorum: Dinsiz bir çete:

Askerî okullara başı örtülü annelerin,

Sakallı babaların,

Dindar ailelerin,

Namaz kılan ana babaların çocuklarını almadı.

İnanır mısınız, ismi Abdüsselam olduğu için Sünnî Müslüman kökenli gençler bile alınmadı.

İnançlı bir Müslüman olmak,

Namaz kılmak,

Oruç tutmak,

İçki içmemek,

Nâmahrem kadın ve kızlarla düşüp kalkmamak,

Dans etmemek suç sayıldı.

YAŞkararlarıyla nice çok başarılı ordu mensubu, bütün hakları ellerinden alınarak meslekten atıldı. Ordudan atılanlara iş veren belediyeler tehdit edildi.

Orduevlerine başörtülü kadın ve sakallı erkek sokulmadı.

İnanmayacaksınız, bir askerî okulda bir öğrencinin dizlerini muayene etmişler, gizlice namaz kılıyor ve dizinde nasır gibi bir alamet oluşmuş mu diye.

En sonunda ordu Müslüman halktan koptu.

İsrail'den temin edildiği söylenen bilgisayarlarla ülkedeki dindarları fişlemeye başladılar.

Dindar Müslümanları devlet ve Cumhuriyet için tehdit ve tehlike olarak gördüler.

28 Şubat'tan sonra kız yurtlarına baskınlar yapıp, bazı kızların saçlarını acaba peruk takıyor mu diye çekiştirdiler.

Gerçek demokrasinin karşısına vesayet demokrasisini çıkarttılar. Türk halkının temel haklarına karşı resmî ideoloji heyûlası engelini diktiler.

Hepimiz gördük: Son Cumhuriyet bayramında Çankaya Köşkü'ndeki resepsiyona gitmediler, kendileri paralel bir resepsiyon yaptılar. Neymiş, Cumhurbaşkanının eşi başörtülüymüş.

Ortada korkunç bir kriz vardır. Bu krizin birinci sorumlusu bundan elli altmış sene önceden başlayarak çocuklarını askerî mekteplere göndermeyen Müslümanlardır.

Bu kriz nasıl çözülür?.. Bu konuda şu yetmiş milyonluk millet içinde, işe yarar çare ve çözüm üretecek beş kişi bile çıkmaz sanırım. O beş kişiyi bulmalı ve doğru dürüst bir rapor hazırlatmalı.

Bu yapılmaz ve hemen harekete geçilmezse ileride çok vahim hadiseler olabilir.
Millî Gazete

Volkan
24 Kasım 2010
ihanete örtülü destek...
Son 20 yılda 1657 SÜNNİ Türk subayı; binbir yalan ve iftirayla Ordudan Atılırken, Tasfiye Edilirken; Vicdanları Hiç Sızlamadı ve OH Olsun Dediler; Kimse Sormadı; Bunların Bu Kadar Büyük Suçları Nedir, Ne yaptılar Bunlar, Kime, Neye Zarar Verdiler: TSK ve MHP Nereye ? TSK; bölücü, mezhepçi, komünist, aşırı sola teslim!...Ve Kızılelma Koalisyonu; KIZIL’a dayandı.. MHP de bölücü ve aşırı sola..Allah selamet versin!...

Volkan
24 Kasım 2010
hep sünni dindar Türk subayları atıldı
kanlı gözyaşları ve Arş'taki AH'lar:
Dile kolay; tam 1657 subay; hepsi de ayrı bir dram, ayrı birer film, dizi film konusu! Keşke birileri Bu Büyük Zulmü, Vandallığı, Barbarlığı, Vahşeti, Ayrımcılığı, Sünni Tasfiyesini Dizi Film ve Belgesel yapsa!..1657 Dram, 1657 Film ve Belgesel çekilmeli..Hem de 20 dilde! son 20 yılda her yerde; 1657 evde kanlı gözyaşları, mağdur ailelerin bedduaları...çocukların feryatları var...ahları var!
http://www.aktifhaber.com/comment_view.php?type=1&id=357861
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com