EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Komplo teorileri kime ve neye hizmet ediyor

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Nis 13, 2009 12:35 am    Mesaj konusu: Komplo teorileri kime ve neye hizmet ediyor Alıntıyla Cevap Gönder

HİKMET’İN ÇAĞI ve ÇAĞIN HİKMETİ
25 Şubat 2016
Cem TÜRKBİNER


Amerika ve Rusya’nın, Suriye üzerinde vardığı ateşkes anlaşması malûm… 100 silahlı insanı biraraya getirenin “önemli aktör” oluverdiği Diyâr-ı Şam’da, onlarca aktörden sadece IŞİD ateşkes anlaşmasına dâhil edilmedi.

İnsan zihni için temel mesele, ihtimâldir. İhtimâlin olmadığı yerde ihtilâf da oluşamaz. Âlemde tek bir nokta, sayısız ihtimâl barındırırken ikinci bir noktanın varlığı, ihtimâli ortadan kaldırır. Çünkü iki nokta sadece tek bir doğru ile birleşebilir. Basit bir misâlle, kapının görülmediği bir odada otururken duyulan kapı kapanma sesi, eve birinin girmiş olduğunu gösterir. Bu tek bilgi, gelenin kimliği üzerine sayısız ihtimâl barındırır. Bu sayısız ihtimâli teke indirecek olan ikinci bilgi, eve giren kişinin odaya gelmesi ile birlikte kim olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu bilgilere “veri” ismi verilir ve insanlar arasındaki ilişki ve hukuk, bu verilerin kabulü müştereğinden doğar. Peki, Hikmet’in âleminde durum nasıldır?

Bahsi geçen ateşkes anlaşması eğer IŞİD’i de kendisine dâhil etseydi, IŞİD’in bir Amerikan-İsrail-İngiltere-Almanya-Fransa vs ortak projesi olduğuna apaçık bir delil oluşmuş olacaktı. Gelgelelim böyle olmadı. Fakat farkeder mi? Asla!

Bir tarafta bir örgüt var; Amerika, Rusya, Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Esad vs ne kadar barışmaz düşman varsa hepsini biraraya getirmiş. Öbür tarafta Hikmet var. Doğuştan ve alaylı komplo teorisyeni Hikmet… Bildin o Hikmet’i, senin çevrende de var. Hikmet’ten dünyada 7 milyar adet var. Şimdi toprağın altını da var sen hesap et… Hikmet’e her yerde rastlarsın, tahtta veya tarlada, sarayda veya zindanda… Doğan odur, ölen de o, gömen de o, her yerdedir bugün Hikmet…

Hikmet der ki; “Bunlar hep oyun!”… O toplantılar, o açıklamalar, o tavırlar, o bombalar, o füzeler, o ölü canlar… Hep oyun… Hikmet teoriyi öyle bir kurar ki, yerde ölü yatan 100 bin beden bile, asla savaşan tarafların cidden savaştıklarına bir delil olamaz. Mâhirdir Hikmet, normal âlem şartları altında teorisini yerle bir etmesi gereken her bir veri, ne ara o teoriyi güçlendiren bir şey olmuştur, şaşarsın… Sonra unutma, Hikmet’in âleminde kim takar ki veriyi, orada Hikmet’in fikirleri vardır.

Böyle büyütülmüştür Hikmet, böyle büyümüştür ve böyle büyütmektedir türünü… Eğer kasabasından geldiyse şehre, biri dokunmuştur garda omzuna Hikmet’in, demiştir ki ona: “Burası büyük şehir Hikmet, yerler seni burada!”… Daha diyen, derken başlamıştır yemeye Hikmet’i ve işte o uğursuz gün, şehrin o pis garında etmiştir Hikmet, asla yem olmama yeminini… Tetiktedir Hikmet, bir taksiye binse yol tıkalı diye alt sokağa kaçan şoförden huylanır. Gözü hep taksimetrededir Hikmet’in, çünkü o sapış yok mu o sapış, direksiyonu aniden çeviren o kararlı parmakların ve şoförün hafiften seğirten dudağının dikiz aynasındaki görünüşü yok mu… Bütün bunların tek bir mânâsı vardır Hikmet’in âleminde: Düdükleniyorum!.. Haksız mıdır peki Hikmet? Elbette büsbütün değildir. Nasıl olsun ki, taksiyi de başka bir Hikmet kullanmaktadır. Bunu da bilmektedir Hikmet, takside roller değişse durumun değişmeyeceğini de…

Hikmet’e yönelttiği bitmez saldırılarında taksi şoföründen ayakkabı boyacısı çocuğa ve hatta kuşlara ve kedilere kadar her vesileyi kullanan o “üst ve karanlık şey”; Siyonizmi, Sam Amca’yı, Brüksel’i mi ıskalayacaktı yani? Peh! Benimki de lâf!.. Uyanıktır Hikmet…

Elbette IŞİD’i de yemedi… Öyle ya; IŞİD orada olmasa idi, onun yerine cephede Hikmetler savaşacak ve düşmanı şipşak dize getirecekti. Hikmet’in şu ân cephede değil de kahvehânede oturmasının da suçlusudur o örgüt, dolayısıyla savaşın sürmesinin de…

Bir kere IŞİD müsbet bir şey olsa petrol satmazdı! Var mı Peygamber’de petrol satışı? Cesurdur Hikmet, fakat Hikmet’i yerinden kaldıracak üst değer, Hikmet’in altında yürüyeceği sancak, Hikmet’e komuta edecek komutan, Hikmet’in yanında mücâdele edecek nefer böyle bir mükemmel ortam oluşturamadı ise suç Hikmet’in midir? Bir bakışta tüm tarafların n’idüğünü çözüvermiştir Hikmet! Bu yüzdendir oturmaya karar verişi, bundandır bir kere daha mücadele edemeyişe katlanışı… Sabırlıdır Hikmet…

IŞİD’in tek bir suçu vardır ki affedilemez; Hikmet değildir IŞİD, Hikmetlerden değildir. IŞİD gerçekten kötü bir şey ise de Hikmet’in ona olan düşmanlığı kendi türüne benzetememesindendir. Câhildir Hikmet, kavrayamadığı şeyi yok etmek ister. Ve hiçbir şeyi kavrayamaz Hikmet… Zihninin ulaşabileceği en yüksek idrak seviyesi tereddüttür Hikmet’in… Bütün şeyler düşmandır ama düşmanlarını tasnif eder Hikmet… İki tip düşmanı vardır; bir şey ya düşman olduğu için düşmandır veya durumu şüpheli olduğu için… Âdildir Hikmet, karıştırmaz bunları birbirine…



IŞİD filân bahanedir, savaş anlayışın savaşıdır. Akıl ile safsatanın, ruh ile hevânın savaşıdır. Hep böyle olmuştur, hep de böyle olacaktır.

Demem o ki; bir şeye inanmak demek, veriyi hiçe saymak demek değildir. Eğer bir saçmalığa inanıyorsanız, tıpkı Hikmet gibi veri iğfaline girişirsiniz. Şimdi o bâtıl kabullerinizi yavaşça yere bırakın, savaşıyorsanız da böyle savaşın… Hikmet gibi olmayın…

Bana gelince; komplo teorisi filan da değil mesele… Matematik, mantık, ahlâk, safsata vs uğraşıyor olmam Hikmet yüzünden… İtiraf etmeliyim ki, Hikmetlerden öldüresiye ve ölesiye nefret etmemden ama karanlık bir odada bir başıma kaldığımda boş veremeyecek kadar Hikmetlerin hâline üzülmemden… Her şeyi boş verebiliyorum da Hikmet’i boş veremiyorum. Çünkü biliyorum ki Hikmetlik, insan aklının kanseridir.

NOT: Bu yazı bir nevi şablondur. IŞİD yerine çok şey konulabilir, bu tablonun değişmeyeni ise Hikmet’tir.

Kaynak: Adımlar dergisi

HAYAT, ABD'NİN YAZDIĞI BİR SENARYO DEĞİLDİR

03.12.2010
WİKİLEAKS BELGELERİYLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER ÜZERİNE KISA BİR NOT

1- Kurulduğu 2006 yılından bu yana aynı adı taşıyan sitede hükümetlere ve şirketlere ait gizli belgeler yayınlayan WikiLeaks adlı kuruluşun bir hafta önce açıklamaya başladığı son belgelerle ilgili değerlendirmelerin önemli bir bölümünde karşılaşılan;

"ABD bu! Yine ayar çekiyor! Birilerine mesaj veriyor: Ayağınızı denk alın, yoksa karışmam!"

"ABD izin vermeden bilgi sızamaz, sızsa bile yayınlanamaz, yayınlansa bile ABD izin verdiği kadarıyla yayınlanır"

"WikiLeaks'te piyon. ABD'nin yazdığı senaryoda kendisine uygun görülen rolü oynuyor, kanmayalım. Piyon olmasa çoktan yakayı ele vermişti!"

"Çok büyük bir psikolojik operasyon. Sanki kendisine karşıymış süsü veriyor. İlginç!"

...benzeri ifadeler, esas itibarıyla "ABD yenilmez bir ilahtır, insanlığın kaderi ondan sorulur" inanışıyla malüldür.

En tipik tezahürlerine, mesela Mahir Kaynak'ın yazılarında rastlanan bu inanışın mensuplarına göre, ABD, "onun aleyhine olabilecek bütün teşebbüsleri, teşebbüs bile edilemeden lehine çeviren bir büyük güç" olmaktan da öte, öylesine kadir-i mutlaktır ki; onun aleyhine hiç bir fiilin düşünülüp, işlenemeyeceğini bir türlü anlayamayan bazı ölümlülerin, aslında "bal gibi de ABD'nin lehine olduğu halde aleyhineymiş sandığı, aleyhine görünümlü lehine hadiseleri" senaryolaştırıp insanlığa oynatmak, bu güç için çocuk oyuncağıdır.

Bu inanışın mensuplarınca, hadisenin, fiilin, insan iradesinin ve sözün kendisinin bir ehemmiyeti yoktur; hedefi ABD olan bir hadise, bir fiil, bir söz, ancak ABD'nin yazdığı "senaryo icabı" sahne alırlar; aksi halde yokturlar.

2- "Hayat, ABD'nin yazdığı bir senaryodur; ne yapsak boş" propagandası, Irak'ın şahsında bütün bölgeyi hedef alan 91 ve 2003 Saldırılarına karşı Türkiye ve Irak'ın güçbirliği yapmasını engellemek maksadıyla, 2.Cumhuriyetçi liberal çapulcuların o yıllarda yazdıkları yazılarda olduğu gibi, ya istenmeyen bir gelişmeyi henüz ortaya çıkmadan önlemek; ya da WikiLeaks belgelerinin yayınlanmaya başlandığı bugünlerde olduğu üzere, şayet istenmeyen bir gelişme ortaya çıkmışsa, bu defa da "hasar kontrolü" maksadıyla öne çıkarılır.

3- Bir güç merkezi, menfaatlerine aykırı bulduğu, ancak ortaya çıkmasını önleyemediği bir gelişme karşısında, uğradığı zararı gidermek, kuşatmak maksadıyla "Canım koskoca ABD!... Böyle gizli belgelerin yayınlanmasına izin veriyorsa, vardır aklımızın ermediği bir hesabı" yönlendirmesine baş vurabilir; fakat aynı gücün belli bir amaca, zihinlerdeki "tanrı" görüntüsünü yerle bir edecek bir "psikolojik operasyonu" kendisine karşı gerçekleştirerek ulaşmaya kalkışması akla aykırıdır.
OrduMillet

Üst akıl muamması!
Ahmet İnsel
27 Ağustos 2016

Üst akıl tabiri tam ne zaman, kimin tarafından ortaya atıldı, bilmiyorum. Yanılmıyorsam 2014 başlarında ortaya çıktı. AKP hükümetinin birkaç bakanına, Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresi ve kendisine yönelik, yolsuzluk soruşturmaları aracılığıyla yürütülen iktidardan düşürme operasyonu sonrasında üretildi. Gülen Cemaati çevresinde yer alan polis, savcı ve hâkimlerin koordineli biçimde ve ondan önceki birçok soruşturmada yaptıkları gibi, yasadışı yöntemlerle oluşturdukları delillere dayanıyordu bu operasyon. Yolsuzluk iddialarının büyük ölçüde doğru olma ihtimali vardı ama yöntem hukuk dışı idi. Daha önceki hukuk dışı birçok işlemin koruyucusu, onaylayıcısı, “savcısı” olmuş AKP iktidarının yöneticileri, bu sefer hedef kendileri oldukları için avını hazmeden timsah bakışlarıyla gelişmelere seyirci kalmadılar, hukuk dışı yollarla bu saldırıyı savuşturdular. Saldırının doğrudan Gülen Cemaati’nin polis-yargı ayağından geldiğini gene de açıkça dile getirmek istemedikleri için, esas suçlu olarak üst akıl adlı, ne yerde ne gökte bulunan, elle dokunulup gözle görünmeyen bu heyulayı icat ettiler.

Elbette üst akıl kelimesi icat edilmeden önce bu işlevi gören başka sözcükler vardı. Emperyalizm, Siyonizm, uluslararası gizli eller, İsrail, Soros, Masonlar, komünist odaklar, vs… Üst akıl heyulasının avantajı hem bunların hepsini içermesi hem de somut olarak kimseyi ismen suçlamaması idi. Üst akıl, zamandan olmasa da mekândan münezzehti! Hatta bazılarına göre zamandan da münezzehti çünkü insanlığın varoluşundan beri yaşanmış, halen yaşanan ve gelecekte yaşanacak kötülüklerin tasarlayıcısıydı bu üst akıl. Bir bakıma Şeytan’ın yeni sıfatıydı. AKP çevresinde daha seküler referanslara sahip olanlar için ise, “bütün dünya bize düşman” iddiasının yenilenmiş, daha bir semavi içerik verilmiş haliydi.

PKK on yıllardır dış güçlerin maşasıydı, şimdi üst aklın yönettiği bir örgüt oldu. Gülen Cemaati veya IŞİD de öyle. Terör ve şiddet eylemleri gerçekleştirenler, devlete sızmak için örgütlenenler, askeri darbe yapmak için harekete geçenler, polis-yargı kumpasları hazırlayanlar bu ülkede hep dış güçlerin, yeni tabirle üst aklın yönettiği kişilerdir. İnsan, bu “şeytani işleri” tasarlayacak aklın bu millette olmadığını mı ima etmek istiyorlar diye kendine soruyor. Kötülük de iyilik kadar zekâ işareti olduğuna göre, tüm kötülükleri üst akla havale etmek milletin zekâ seviyesinin de düşük olduğunu ima etmek anlamına gelmez mi?

Gülen Cemaati’nin iç çemberinin iktidarı doğrudan ele geçirmekten çok, iktidarı bütünüyle kuşatmak ve mutlak vesayet gücü oluşturmak, başka bir deyişle kral değil kral naibi olma amacı güden, on yıllardır yürüttüğü strateji bu topraklardan çıkmış, bu toplumun insanlarının yürüttüğü bir hedeftir. Kendini önce IŞİD, sonra sadece İslam Devleti olarak adlandıran örgüt de bu toprakları yerli kaynaklara dayanarak cihat alanına dönüştürmeye çalışmaktadır. İşin sorumluluğunu üst akla havale etmenin arkasında, bütün bu örgütlenmelerin insanları dinî bir iddiayla harekete geçirmelerini görmezlikten gelmeye çalışma çabası yatıyor.

Aynı şey PKK için de geçerli. PKK’nin terör ve şiddet eylemlerinin arkasında yıllardır çözülmeyen ve giderek akut hal alan Kürt sorununun, bir etnik kimlik tanınması talebinin yattığı gerçeğini gizlemenin en kestirme yolu, PKK’nin dış güçlerin/üst aklın bir piyonu olduğunu iddia etmektir.

AKP iktidarının son sekiz yılı bu ülkenin tarihindeki en fazla terörist ve terör örgütünün ortaya çıktığı dönem oldu. Bunların çoğu AKP hükümetlerinin az veya çok ortaklık, işbirliği yaptıkları, lojistik destek verdikleri veya müzakere masasına oturdukları kişiler ve çevrelerden oluşuyor. İktidar partisi, şimdi hepsinin üst aklın yönlendirdiği kokteyl terörün unsurları olduklarını ilan ederek, aslında kötü yönetimin daniskasının yıllardır iktidarda olduğunu gizlemeye çalışıyor.

Üst akıl, iktidardaki belli bir akıl eksikliğinden başka bir şey değil.
Kaynak: Cumhuriyet

SOROS’TAN BAŞKA DEVRİMCİ YOK MU
Haluk Hepkon
02.02.2011



1921 yılında kurulan CFR (Council on Foreign Relation - Dış İlişkiler Konseyi) ABD emperyalizminin sinir merkezlerinden biri. Üyeleri ABD’de ve dünyanın diğer emperyalist merkezlerinde önemli mevkilerde yer alıyor. Ama ona asıl ününü veren komplo teorileri. Nitekim yaşanan son siyasal gelişmeler esnasında, ülkemizde de CFR’nin adı sıklıkla duyuldu; Wikileaks’in sızdırdığı belgelerden Tunus ve Mısır’daki olaylara kadar her yerde onun parmağı arandı.

İlerlemeden önce söz konusu iddiaları kısaca bir hatırlayalım. İlk akla gelen Wikileaks’in sızdırılmasının bir komplo olduğunun ileri sürülmesidir. Buna göre Wikileaks’in logosundaki damlaların Ortadoğu’ya doğru damlamasının bile özel bir manası olabilir. Tunus ve Cezayir’deki olaylar Soros’un düzenlediği ayaklanmalardır. Bütün bu dolapları medyayı elinde tutan küresel bir çete, yani CFR çevirmektedir.

Bu iddiaların sahiplerine göre CFR “gizli, masonik, dünyayı işgal etmeyi amaçlayan siyonist” bir örgüttür. CFR dışında Bildenberg, Trialetral, Kuru Kafa ve Kemikler gibi başka gizli örgütler de mevcuttur. Hedefleri “Tek Dünya Devleti”ni kurmaktır. “Yeni Dünya Düzeni” bunun içindir. NATO ve BM genel sekreterleri de, IMF, Dünya Bankası başkanları da, AB yönetimi de, bazı devlet ve hükümet başkanları da bu gizli örgüt tarafından ‘atanmaktadır’.

CFR İDDİALARININ KAYNAKLARI

CFR’nin ABD emperyalizminin ihtiyaçları doğrultusunda politikalar öneren bir kuruluş değil de asıl amaçlarını saklayan gizli bir örgüt olduğu iddiası, aslında ne yeni ne de bize özgü. Kökeni ve taraftarları, bu iddianın içeriği hakkında da önemli ipuçları veriyor.

Söz konusu iddiaların kaynağı Profesör Carroll Quigley’nin (1910-1977) Tragedy and Hope (Trajedi ve Umut) isimli kitabıdır. Quigley bu kitabında gizli örgütlerin 20. yüzyıldaki etkileri üzerinde durmuştur. Quigley, aslında bu konuyu ilk kez 1949 yılında yazdığı The Anglo-American Establishment: From Rhodes to Cliveden isimli kitabında ele almıştır. 1981 yılında, yani Quigley’nin ölümünden sonra, basılan bu kitapta Cecil Rhodes ve Alfred Milner tarafından 1891 yılında kurulan bir gizli örgütten bahsedilmektedir. Bu örgütte bir araya gelen ABD’li ve İngiliz (Anglo- Amerikan) elitler bu iki ülke tarafından yönetilen bir dünya devletini hedeflemektedirler. Quigley’e göre bu örgütün Round Table (Yuvarlak Masa) gibi birçok ismi vardır ve bu farklı isimleri kullananlar bile aslında aynı örgütten bahsettiklerini bilmemektedir. Quigley “Milner Grubu” ismini kullanmayı tercih etmiştir. 1966 yılında yayımlanan Tragedy and Hope’da yine Milner Grubu’na değinilir. Quigley yeni kitabında bu grubun amaçlarına değil gizli kalma çabasına karşı olduğunu belirtmektedir.

Quigley’nin iddialarını dile getirdiği dönem aslında bir kırılma noktasıdır. Bu dönemde ABD artık sadece iç pazarla ilgilenmekten vazgeçmiş, gözünü dünyanın diğer bölgelerine dikmiştir. Bunun için ABD’yi yönetenlerin sömürgecilik konusunda kendilerinden daha deneyimli İngiliz çevrelerle irtibata girmesi, eşyanın tabiatına uygundur. Nitekim CFR gerçekten de böyle bir sürecin sonucunda ortaya çıkmıştır. Ama bunun dışında ortalıkta gizli bir ilişki ya da amacın olduğuna dair hiçbir emare yoktur.

Quigley’nin hiçbir kaynak göstermeden ortaya attığı iddialar ABD’deki aşırı sağcı komplo teorisyenleri arasında kısa sürede popüler olmuştur. Bunlara göre kapitalizm ve serbest piyasa şimdiye kadar bulunmuş en doğru sistemdir. Ama Yahudi kökenli bir azınlık CFR çatısı altında bir araya gelerek bu güzelim sistemi suiistimal etmekte ve hem ABD’yi hem de Bolşevikleri yönetmektedir.

Görüldüğü üzere, emperyalizmin tekelleşme eğilimi, sermayenin belirli ellerde toplanması ve büyümek için kanunları önemsememesi, bu kesimler tarafından “kötü niyetli bir azınlığın komploları” olarak yorumlanmaktadır. “Bolşevikleri yönetme” iddiasıysa söz konusu kesimlerin gözü dönmüş komünizm karşıtlığından kaynaklanmaktadır. Zaten Quigley, bir söyleşisinde kendisini kaynak olarak gösteren bu çalışmaların yazdıklarını çarpıttığını ve araya “Bolşevik Komplosu” gibi hiç katılmadığı fikirler sokuşturduğunu ifade etmiştir. Yani hem anlamamakta hem de çarpıtmaktadırlar.

1970’li yıllarda, Soğuk Savaş’ın da etkisiyle, bu türden zırvalar yaygınlaşır. Bunun ilk örneği W. Cleon Skousen’ın The Naked Capitalist: A Review and Commentary on Dr. Carroll Quigley’s Book “Tragedy and Hope” isimli çalışmasıdır. Bu kitabın üçte birinde Tragedy and Hope tekrarlanmakta, kalan bölümlerdeyse Skousen’ın kendi yorumları okuyucuya sunulmaktadır.

1971 yılında John Birch Topluluğu’nun sözcüsü Gary Allen’ın None Dare Call It Conspiracy isimli kitabı yayımlanır. John Birch Topluluğu’nun kurucusu şirret bir antikomünist olan Robert W. Welch’dir. Welch, Çin’de öldürülen John Birch isimli misyonerin komünizmle mücadelede verilen ilk şehit olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden kurduğu derneğe onun adını vermiştir.

Allen’ın kitabına göre ABD’yi “Insider” (İçerdekiler) denilen ve sosyalizmi getirmeyi hedefleyen bir grup azınlık yönetmektedir. Allen’in evlere şenlik tanımlamasına göre sosyalizm serveti dağıtmaya dönük bir program değildir; serveti birleştirmeyi ve yönetmeyi amaçladığı için zengin azınlığın işine gelmektedir. Uluslararası elit Birleşmiş Milletler aracılığıyla ABD’yi işgal etmek istemektedir.

CFR hakkındaki iddialar zaman içerisinde daha da akıl dışı bir hal alarak yayılmaya devam eder. Örneğin Des Griffin’e göre İlluminati ile ilişkili olan Round Table’ın hedefi Anglo Saksonların dünyayı tek bir devlet şeklinde yönetmesidir. Edward G. Griffin aynı grubun Jekyll Adası’nda yaptığı bir toplantı sonucunda ABD’deki para sistemini belirlediğini ileri sürer. Antony C. Sutton ise aynı çevreler tarafından oluşturulduğunu iddia ettiği Kurukafa ve Kemikler isimli örgütten bahseder. Sutton’a göre Wall Street’deki zenginler aynı zamanda Bolşevikleri de yönetmektedir.

Benzer iddialar zaman içerisinde daha da “fantastik” kişiler tarafından ileri sürülür. Zeitgeist belgesellerinin ve CFR ile ilgili iddiaların “bilirkişi”si David Icke işi iyice sulandırarak dünyayı yönetenlerin uzaylı sürüngenlerin soyundan geldiğini söylemektedir. Jim Marrs ise uzaylıların dünyaya gelerek canlıların genetiğiyle oynadığına inanır. Bu meczuba göre Karl Marx İlluminati üyesidir, CFR ise zamanında Lenin’i desteklemiştir. CFR ile ilgili komplo teorilerinin listesi böyle uzayıp gider.

YUMURTA ATMAK İÇİN SOROS’A GEREK YOK

Ülkemizde CFR’den bahsederek analiz yapanların hepsini yukarıda anılan gruba dahil etmemek gerekir. Kuşkusuz aralarında çok değerli yurtsever aydınlar da vardır. Ama CFR ya da benzerlerini temel alarak ve yanlış bir emperyalizm tarifine dayanarak doğru analizler yapmak mümkün değildir. Komplo teorileri tek yönlü bir yola benzemektedir. Aracınızın hızının, markasının ve yola nereden girdiğinizin bir önemi yoktur. Bu yola bir kez girdikten sonra, istikamet hep gericiliktir.

Buradaki hata ideolojik konumlanmadadır. Türkiye gibi güçlü bir antiemperyalist geleneği olan ülkede yaşayan aydınların Batılı meczuplardan ve komplo teorisyenlerinden öğrenebileceği hiçbir şey bulunmamaktadır. Siyasetten ziyade psikiyatrinin ilgi alanına giren Icke ya da Marrs gibilerinin ABD karşıtlıklarının veyahut sözde sistem eleştirilerinin hiçbir kıymeti yoktur.

CFR gibi merkezlerin emperyalist politikaların belirlenmesinde bir rolleri olduğu doğrudur. Bu yüzden ne dediklerini izlemek kuşkusuz önemlidir. Ama yukarıda verilen örneklerde yapılan başkadır. Bir doğrudan bir histeri çıkarılmakta; CFR ve benzeri gizli örgütler, emperyalizmin yerine ikame edilmektedir. Emperyalizmin soyut bir kavram olduğunu, buna karşılık CFR’nin görüldüğünü söyleyerek mücadeleyi bu çerçeveyle sınırlamak, bu yüzden büyük bir yanlıştır. Emperyalist devlet aygıtı başka ülkeleri sömürmek için vardır. Bunun için CFR gibi kuruluşlar dahil olmak üzere hemen her aracı kullanır. CFR ve benzerleri, ABD emperyalizminin nedeni değil sonucudur. Bunu görmemek, niyet ne olursa olsun, ideolojik düzlemde emperyalizmi aklamaktır.

Bu yanlış bakış açısının siyasal sonuçları da son derece tehlikelidir. CFR ile dünyanın geri kalanı arasındaki sözde çelişme esas alındığında, farklı emperyalist kuvvetler arasındaki ilişkiler ve çelişkiler tahlil edilemez, Ezilen Dünya ülkelerinin ABD’nin temsil ettiği emperyalist bloğa karşı mücadeleleri görülemez. Böyle bir dünya görüşüne göre emperyalistler arası çelişmeler olamayacağından, çelişmelerin varlığından ve bunların dikkate alınmasından bahsetmek, büyük komplonun piyonu haline gelmek demektir. Oysa farklı emperyalist ülkeler arasında sıkça yaşanan çelişmeler, “gizli bir örgüt tarafından tek elden yönetilen dünya” masalını yerle bir etmektedir.

ABD ve emperyalist sistem kuşkusuz büyük bir güçtür. Ama Irak ve Afganistan’daki direnişlerin gösterdiği üzere yenilmez değildir. Cesaret ve örgütlenmeyle düşmana direnmek mümkündür. Dolayısıyla Soros’a ya da CFR’ye gerek kalmadan öğrenciler yumurta atabilir, Tunus ve Mısır’da ezilenler kıpırdanabilir. ABD’nin bu kıpırdanmalar hakkında planlarının ve hesaplarının olması son derece doğaldır. Hatta bazı durumlarda ABD’nin bu planları başarılı da olabilir. Ama bütün bunlar her türlü mücadeleyi, hiçbir somut veriye dayanmadan daha baştan “Sorosçu” ya da “CFR’nin Oyunu” ilan etmeyi haklı çıkarmamaktadır.
Odatv.com

“TUNUS VE MISIR OLAYLARI ABD’NİN PLANIDIR” DİYENLER BU YAZIYI OKUSUN
Mehmet Ali Güller
30.01.2011



Bazı Türk aydınlarında tuhaf bir bakış açısı hakimdir. Her şeyi ABD’den bilirler. ABD’nin gücü ve bilgisi dışında hiçbir şey cereyan edemez onlara göre. ABD’nin çöktüğünü görseler bile, “ABD bilerek çöktü, bu bir oyun, altından Atlantis çıkacak” derler!

İşte bu Türk aydınları, şimdi de, Tunus ve Mısır’daki halk hareketlerini, Gürcistan ve Ukrayna’daki gibi Sorosçu darbeler olarak değerlendirmektedirler. Hatta bir kısmı, düğmeye İsrail’in bastığını bile iddia etmektedirler.

Wikileaks belgeleri ortaya çıktığında da, diplomatik mektupların, ABD ve İsrail tarafından bilerek sızdırıldığını, hedefin de Erdoğan olduğunu dile getirmişlerdi…

Tunus ve Mısır’daki olayların ABD planı olduğunu iddia etmelerine dayanak oluşturan olgu ise olaylarda yer alan kimi NGO’ların, ABD’den fonlanmış olmaları… Tunus’taki NGO’lar da, tıpkı başka ülkelerdeki NGO’lar gibi ABD ve AB’den fonlanıyorlar elbette. “Sivil toplumculuk” anlayışının 1980’lerde piyasa sürülmesinin nedeni de, batıdan beslenen “sivil toplum kuruluşları”nın, yerel olan “demokratik kitle örgütleri”nin yerini almasıydı zaten.

Bir halk hareketini, içinde yer alan bazı unsurların NGO olması nedeniyle, toptan ABD planı içinde görmek, aslında gerçeği görememektir. Tunus halk hareketi, içinde yer alan NGO’lar nedeniyle Amerikancı olunca, halk hareketinin yıktığı Tunus lideri Bin Ali de doğal olarak anti-Amerikancı oluyor kuşkusuz. Nasılsa, kimse Bin Ali’nin nasıl iktidara geldiğini hatırlamaz, bilmez diyorlar herhalde…

BİN ALİ CIA GÖREVLİSİDİR

Anımsatalım: Bin Ali Tunus’un, Habib Burgiba’ya karşı 1987 yılında ABD darbesiyle iş başına getirilmiş 23 yıllık diktatörüdür. ABD’nin istihbarat okulu olan “The Senior Intellegence School at Fort Holabird”de eğitilmiştir. CIA görevlisidir. ABD’nin Tunus’taki bir numaralı müttefikidir.

İşte Tunus’da ABD’nin beslediği NGO’lar da, Bin Ali sonrasının kontrolü için Washington’un olaylar başladıktan sonra devreye soktuğu, diğer alt müttefikleridir. Görevleri, tepkilerin salt Bin Ali’yle sınırlı kalmasını sağlayarak, ABD’nin çıkarlarını koruyacak bir ara süreci yaratmaktır.

Mısır’da da Nobel ödüllü Baradey’in “halk hareketinin lideri” olarak devreye sokulması, aynı anlayışın sonucudur. Müslüman Kardeşler ya da “antiemperyalist” bir örgüt iktidarı devralacağına, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanlığı yapmış, Nobel ödülüyle taçlandırılmış, “laik” görünümlü Muhammed El Baradey’in Mısır’da iş başına gelmesi, Washington’un çıkarınadır.

ABD PLANLAMADIĞI BİR SÜREÇTEN YARARLANMA PEŞİNDE

ABD’nin Mısır’da, göstericilere destek veren açıklamalarını, iddialarına ikinci dayanak yapan bu aydınların görmediği bir başka gerçek ise Amerikan pragmatizmidir. ABD, hem göstericileri desteklemiş, hem de Mübarek’ten halkın değişim beklentilerini yerine getirmesini istemiştir. ABD, çok açıkça, iddiaların aksine, planlamadığı bir süreçten yararlanmanın peşindedir. Ki Bin Ali gibi Mübarek de, ABD’nin müttefikidir. Hatta Hüsnü Mübarek, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefikidir! İsrail boşuna telaşa düşmemiştir!

İran Dışişleri Bakanlığı’nın durumu “Mısırlıların gösterileri bir adalet arayışıdır” şeklinde değerlendirmesi de, Mübarek’in ABD’ye “yardım edin, yoksa çökeriz” diye yalvarması da en önemli olgulardır!

HALK HAREKETLERİ GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYOR

Peki Tunus’ta başlayan ve Yemen ile Mısır’da süren halk hareketleri, gücünü nereden almaktadır?

ABD’nin BOP yenilgisinden, Ortadoğu’da güç kaybından ve geri çekilmesinden! Çöken kuvvetin önce safraları ortaya serilir, sonra müttefikleri dökülür. Wikileaks’le safraları ortaya serilen ABD’nin, şimdi bölgedeki müttefikleri iktidardan düşüyor.

Aslında ABD, 2.5 savaş konsepti olarak bilinen askeri doktrininden vazgeçtiğini ve yeni bir strateji belgesi kabul ettiğini açıkladığında, bu gidişatı ortaya koymuştu. Biz de o günlerde ABD’nin 13 cephede kaybettiğini göstererek, ABD’nin çöküşe başladığını belirtmiştik. Kısaca anımsamak gerekirse; ABD, Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesine yanıt veremedi; Karadeniz’e giremedi; Doğu Avrupa’ya füze kalkanı kuramadı; Irak’ta batağa saplandı, güney ve orta Irak’tan çekildi, kuzey Irak’a yerleşiyor; Irak’tan sonraki hedefleri olan Suriye, Kore ve İran’a saldıramadı; Orta Asya’daki askeri üslerinden çekilmek zorunda kaldı; Afganistan’dan çıkışın peşinde; Pasifikteki müttefiki Japonya’yı Çin’e kaptırdı; AB’yle arasında mesafe oluştu; arka bahçesi olan Latin Amerika’da Bolivarcı iktidarlara teslim oldu; üstelik ekonomisi batakta!

En yenisi ise ABD’nin Lübnan’da yenilmesidir!

Bu yenilgiler, bölge halklarının elini güçlendirdi.

Peki Tunus’ta Bin Ali devrildi ama iktidar boşluğunu kim dolduracak? Mısır’da Mübarek yıkılacak mı? Yıkılırsa yerini kim alacak?

Bu soruların yanıtları ise halk hareketi unsurlarının örgütlü gücüne bağlı artık… Yeni iktidarın batı karşıtı mı yoksa batı yanlısı mı olacağı, laik mi yoksa İslamcı mı olacağı, hatta daha mı iyi yoksa daha mı kötü olacağı bile, bundan sonraki kuvvet mücadelesine göre belirlenecek.
Odatv.com

Komplocular bu aralar çok mutsuz
Oray EĞİN
24 Aralık 2010

Ulusalcı komplo teorisyenlerinden AKP üst düzeyine kadar WikiLeaks'in bir İsrail operasyonu olduğuna dair inançlar sağlamdı. Bu komplo teorisi devlet katında bile yüksek sesle dillendirilmeye başlamıştı. Kanıt olarak da 'İsrail hakkında hiç belge yok' deniyordu.

O sırada anlatamadık: Henüz daha belgelerin binde biri açıklanmıştı. Devamında ne geleceğini hiçbirimiz bilmiyorduk. Ama buna rağmen komplo teorisyenleri bol keseden atmaktan çekinmedi.

Bu hafta WikiLeaks'te İsrail hakkında belgeler çıktı nihayet. Çıkmaya da devam edecek. Julian Assange'ın dün ajanslara yansıyan konuşmalarından öğrendiğimize göre 2006'daki Lübnan Savaşı ve bu yıl başında Dubai'de gerçekleştirilen Mahmud el Mabhuh suikastına ilişkin belgeler var.

Assange 'Henüz İsrail hakkındaki belgelerin yüzde bir-ikisini açıkladık' diyor.
Böylece WikiLeaks'in tüm amacının Türkiye'yi yeniden tasarlamak olduğuna dair CIA-İsrail işbirliği iddiası da çöpü boylamış oldu.

Daha evvel de rakamları verdim. 250 bin civarında yazışmanın sadece 10 bini Türkiye'ye ilişkin. Başka ülkelerle, özellikle de Amerika'nın Irak Savaşı'yla ilgili eşit derecede sarsıcı pek çok sızıntı var.

Sadece Türkiye'yi karıştırmak isteyen bir organizasyon neden bütün dünyayı ateşe atar ayrıca? Mantığa aykırı.

Önceki gün New York Times yazarı Roger Cohen, son günlerde Beyrut'ta duyduğu teorilerden bunaldığını yazıyordu. Hiçbir ayrıntıya hakim olmayıp, hatta Irak'ı asıl işgal edenin İran olduğunu iddia edenlerle bile karşılaşmış.

'Arap mantığını' öyle güzel özetlemiş ki:
'Esir zihinlerin değersiz sığınağıyla karşı karşıyayız... Böyle kafalar komplo teorilerine itibar eder çünkü güçsüzün en büyük sığınağıdır. Hayatını değiştiremiyorsan, demek ki dünyayı kontrol eden o büyük güç etkili oluyordur.'

Ortadoğululuk Türk aydınının, siyasetçisinin de damarında olduğu için WikiLeaks tartışmalarında da analitik düşünce yerine komplo teorisi kirliliğine maruz kaldık.
İsrail de potansiyel düşman olarak oklardan nasibini aldı. Ortadoğu dünyasında İsrail'e vurmanın iç siyasette garantili bir geri dönüşü var ne de olsa...
Hesap pek tutmadı.

Zaten WikiLeaks'in arkasındaki on binlerce insanın tam da karşı çıktığı bu: Devletlerin kapalı kapılar ardında gizli hesaplar yapmaları, vergi verenleri kandırmaları, yalan söylemeleri, halkları aptal yerine koymaları, olmadık düşmanlar yaratarak gündem değiştirmeleri.

WikiLeaks özünde bir dürüst insanlar hareketi. Ve direnilse de, karşı çıkılsa da hiçbir devleti ve hiçbir örgütü özel olarak korumuyor, kollamıyor.
Ve WikiLeaks'in devletlerarası iletişimin kodlarını ebediyen değiştireceği bir ülkede yolda kaybettiklerimizden biri de niteliksiz komplo teorileri oluyor.
Akşam

Serdar TURGUT
Akşam
12 Nisan 2009
Yazıcıoğlu'nun ölümünden sonra komplo teorileri

Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki insanların bindikleri helikopterin düşmesi sonucunda ölmeleri ardından başlayan tartışmalar hiç bitmeyecek gibi görünüyor. Bu da çok normal çünkü bu olay komplo teorileri tarihine geçmiş durumda. Komplo teorilerinde edilen lafın doğru olması gerekmiyor sadece söylenilen sözün doğru olabilme inandırıcılığının olması ihtimali yeter artar bile.

Komplo teorilerine inanan insanı, derin deniz dalgıcına benzetmek mümkün. Dalgıç bir düzeye kadar hiç sorunsuz dalar ama ondan sonra 'derinlik sarhoşluğu' tehlikesi de vardır. Dalgıç kendini koruyamadığı takdirde derinlik sarhoşluğuna kapılır ve yukarı mı çıkıyor yoksa daha derinlere mi iniyor bilemez, kafası karışır ve bunun sonu da felaket olabilir. Komplo teorileri de daima somut bir olaydan çıkarılır.

Bir süre somut olaydaki somut veriler ile ilgili konuşursunuz ama bir düzeyden sonra daha önceden farklı yorumladığınız her ayrı veri hakkında daha farklı görüşler gelmeye başlar. Kafalarda kurulan alternatif açıklamalar ne kadar inandırıcı olursa insan kolaylıkla komplo teorisinin dünyasına çekilir. O dünyada hapis olur kalır. Sizin kafanızda kurmuş olduğunuz açıklamayı yanlışlayan her yeni bilgiyi de kuşkuyla karşılamaya başlarsınız.

Komplo teorileri hakkında büyük bilgisi olan ve bu konuda Foucault's Pendulum (Foucault Sarkacı) adlı çok önemli bir kitap da yazmış olan Umberto Eco'nun anlattığı gibi komplo teorisine inanan kişi, bir aşamadan sonra şu ruh haline de girebilir:

Etrafımda gördüğüm her şeyi sorgulamaya başladım. Evleri, dükkanlardaki tabelaları, havadaki bulutları ve kütüphanedeki yazıtları da sorguladım. Bana herkesin anlattığı yüzeysel hikayeyi değil daha derinlerde olan ve kendilerinin de mutlaka aklamakta oldukları gerçek hikayeyi anlatmalarını istemeye başladım (Umberto Eco, Foucault Sarkacı).

Tabii ki bu ruh hali bir komplonun varlığına inanan her insanda görülebilecek pek sağlıklı olmadığı bariz olan bir ruh halidir. Psikiyatristler bunun tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu düşünüyorlar ama işi daha da karmaşık hale getirebilen konu şudur; bazen de komplo teorilerinde anlatılan hikayenin doğru çıkması ihtimali de vardır. Tarihte birçok defa güç sahiplerinin kitleleri daha kolay idare edebilmek için olaylar hakında yalan açıklamalar yaptıkları da biliniyor. O zaman komplo teorileri gerçeğe ulaşmanın yolu haline de gelebiliyor.

DEMOKRASİNİN EGZOZU

Yazar Christopher Hitchens komplo teorilerinin demokrasinin egzoz borusu olarak işlev gördüğünü yazmıştır. Üretilen fikirlerin müthiş hızla dolaşabildiği demokrasilerde resmi açıklamalara inanmayanların alternatif yorumları özellikle internet ortamında dolaştırıp içlerinde biriken kuşku ve tatminsizliği dışa vururlar. Bu da demokrasinin egzoz borusuymuş işlevini görür ve sonuçta fikirler baskı altında tutulmadığından daha sağlıklı bir sistem oluşmasına yol açar.

Yani bazılarına göre komplo teorileri yararlı olabilirken, bazıları ise bunu son derece tehlikeli hatta yıkıcı bile görebiliyorlar. Hangisinin doğru olabileceğine burada karar verecek değiliz tabii ki. Sadece komplo teorisinin oluşum koşulları ve hayatın çeşitli alanlarını nasıl etkileyebildiğini göstermekle yetineceğim bu pazar yazısında.

EN MEŞHURLAR
İnsanların kafalarını meşgul eden en meşhur komplo teorileri Amerika'dan çıkmıştır. Bunun sadece içinde yaşamakta olduğu topluma çok fazla yabancılaşmış olan insanların komplo teorisi ürettikleri açıklaması ile bağlantısı olabilir.

Türkiye'de de çok fazla sayıda sisteme yabancılaşmış insan bulunması, Muhsin Yazıcıoğlu olayındaki komplo teorileri üretilmesi enerjisinin nedenini açıklayabilir. Burada tüm komplo teorilerinin bir listesini vermeye yeltenmeyeceğim. Çünkü bunun için bile 'özel gazete' çıkarmak gerekebilir, bu köşe yetmez.
En meşhur ve çok tartışılan komplo teorilerinden bazıları şöyle:

51 NUMARALI BÖLGE: Dünyaya uzaylıların inmiş olduğu ve Amerikan hükümetinin elinde aslında bu konuda deliller olduğu ve bütün delillerin '51 Numaralı Bölge'de tutulduğu inancıdır. Farklı amaçlarla kullanılan 51 numaralı gizli bir askeri bölge gerçekten var. Hatta orada tutulduğu iddia edilen uzaylılara yapılan otopsi esnasında çekilen bir film de vardı. (Sahtekarlık olduğu sonradan anlaşıldı.)

JFK'IN ÖLDÜRÜLMESİ: ABD Başkanı Kennedy, Dallas'ta vuruldu. Sonra katil olduğu söylenilen kişi yakalandı ama bir süre sonra o da vuruldu, en sonunda başkanın kardeşi Başsavcı Robert Kennedy de vurulup öldürülünce kaçınılmaz olarak dünyanın en uzun süren komplo teorisi üretme maratonu başladı. Mesele hala kapanmış değil.

AMERİKAN DOLARI GİZEMİ: Amerikan Doları üzerinde gizli amaçlar ve örgütler ile ilgili bir dizi işaret olduğu ve bu örgütün tüm dünyayı kontrol amacı taşıdığı yolundaki inanç. İşin tuhafı dolarda birtakım işaretler gerçekten var. Neyin gerçek, neyin yalan olduğu tamamen karışmış durumda.

ILLUMİNATİ: Yeni bir dünya düzeni kurmayı hedeflemiş olan gizli bir örgütün dünyadaki tüm ülkeleri yönettiği iddiası.

Yalçın Küçük fenomeni

SABETAYİSTLER: Türkiye'nin, aslında Yahudi olduğunu gizleyen insanlar tarafından yönetildiği iddiası.
Bu komplo teorisi şu aralar da çok canlı. Kuzey Irak'ta Kürt devletinin aslında bir İsrail projesi olduğu görüşü bu teoriyi çok ateşliyor.

Ateşli fikirler konusunda kendisine her zaman güvenilebilecek olan Yalçın Küçük, seçimlerden sonra yazmış olduğu analizle ateşli olma konusunda kendisini bile aşmış durumda. Analizi www.odatv.com'da okuyabilirsiniz. Umarım hayli uzun vaktiniz de vardır. Küçük'ün hayli fantastik görüşleri var.

9/11 KOMPLOSU: New York'taki ikiz kulelerin savaş çıkarmak amaçlı Amerikan yönetimi tarafından yıkıldığı teorisi.

THE PROTOCOLS OF THE ELDERS OF ZION: Dünyayı gizlice yönetmek için Yahudilerin kurmuş olduğu organizasyonu anlattığı iddia edilen ama daha sonra Rusya'da çarlığın gizli polisi 'Okhrana' tarafından yazıldığı ortaya çıkan belge üzerine kurulmuş komplo teorisi.

POPÜLER KÜLTÜR
BİRÇOK kitap vardır komplo teorisi üzerine kurgulanmış olan. Bunların en meşhuru tabii ki Dan Brown'ın 'Da Vinci Şifresi'dir. Bunun dışında Umberto Eco'nun, Don Delillo'nun, Thomas Pynchon'un kitapları komplo teorilerine dayanan edebi eserler olarak kabul edilmelidir.
Edebiyat alanı dışında 'Deus Ex' adlı bilgisayar oyunu ile 'İlluminati' adlı bir kart oyunu da vardır. 'Public Enemy' adlı hip-hop grubunun 'Fear of a Black Planet' adlı şarkısında komplo teorilerinin bütün ana unsurları başarıyla kullanılmıştır.

BEYAZPERDE
FİLM endüstrisinin bu işe el atmaması da mümkün değildi tabii ki. Bazı önemli filmler ve yönetmenleri şunlar:
All The President's Men (Alan Pakula), Blow Out (Brian de Palma), The Bourne Identity (Doug Liman), Close Encounters of the Third Kind (Steven Spielberg) Conspiracy Theory (Richar Donner), JFK (Oliver Stone), Men in Black (Barry Sonnenfield), Missing (Costaa Gvras), Fahrenheit 9/11 (Michael Moore), Dr. Strangelove (Stanley Kubrick), The Manchurian Candidate (John Frankgheimer), Zeitgeist (Rob MCGann).

INTERNET
www.skepdic.com
www.bilderberg.org
www.conspiracyarchive.com
www.paranoiamagazine.com
www.theforbidddenknowledge.com

ÇOK ZENGİN BİR DÜNYA
Biraz göstermeye çalıştım. Hayli zengin içeriklidir komplo teorilerinin dünyası. Yine Umberto Eco, komplo teoristini derinlerde tek başına bir labirentte yönünü bulmaya uğraşanlara benzetir. Komplo teorisi aslında labirentin içinde kaybolmuştur ve arada bir bağırtır da. Labirentin diğer koridorlarında sesi yankılanır ama o kendisine cevap verilmekte olduğunu sanabilir. Yazıcıoğlu'nun ölümünden sonra ortaya atılan teoriler biraz bana bu labirent benzetmesini de hatırlattı.

Serdar TURGUT / Akşam

Düşünebileceğiniz en büyük komplo teorisi!..
SELÇUK SALIH

Evet, Dan Brown'un kitaplarını okuduğumu, "Melekler ve Şeytanlar" başta olmak üzere, benzeri komplotik filmleri de seyrettiğimi itiraf edeyim!..
Komplo teorilerinin en çekici yanı, karmaşık hayatı çok basit ama gizemli bir formüle indirgemesidir. Komplo teorisi, gerçeğe benzer bir yanılsama ve "Vay be!" reaksiyonu uyandırır. Böyle dedim ama bu reaksiyonun Türkçesini bilmediğimden...
(Biz ona Almanca "Aha-Effekt" diyoruz.)

Komplo filmlerinin en meşhurlarında, Illuminati gibi, Masonlar gibi, modernleşme öncesi eski örgütler, Yahudi korkularına dayanan öğeler kullanılır. "Çağdaş" İslamcılar, bu teorileri aynen almışlardır ve dünyayı bu teorilerle açıklamaya çalışanlar bugün de mevcut!..

Tabii bu teoriler çok rahat, kolay ve gizemli masal tadında olduğundan, insanlara kolay hitab eder. İşte o teorilerden en sonuncusu, Frank Schirrmacher'in bu yılın başında yayımlanan "Ego" adlı yeni kitabında anlatılıyor...

Modern yaşamın arka planındaki "Uyumlu modern insan mantalitesi" denen şeyin bilinçli bir şekilde kimler tarafından nasıl üretildiğini anlatıyor. Gayet ilginç ve tam da komplo teorisi hastalarının ağzına layık!..
Kitabı okumadım ama (oldukça kalın), eğer okursam, burada bahsetmeden olmaz...

Ayrıca insanın bazen kuşkuya kapılması, kafasının karışması da iyidir. Ancak o zaman bildiklerini revize edebileceği bir çabaya da girişir. Hayat durağan değil. Herşey değişiyor. Ve herşey bir yana, -komplo teorileri çok eğlenceli!..
http://konstantiniye.blogspot.com/

Rothschild Hanedanlığı ve Komploculuk
Hüseyin Şengül
İstanbul - BİA Haber Merkezi
17 Eylül 2016



Fareli Köyün Kavalcısı’nın kaval sesi nasıl bir sihir oluşturuyorsa, gizem de insanı peşine takan bir tür sihirli ‘dünyadır’. Komplo teorilerinin çekiciliği biraz da bundandır.

Bu ülkede öteden beri kabul gören komplo teorileri, son yıllarda çok daha yaygın hale getirildi. Getirildi diyorum çünkü, komplocu iddialardan iktidar siyasi rant devşiriyor, medya ve yayın dünyası da maddi gelir elde ediyor.

Komplo iddialarına inanmak kolay ve zahmetsiz bir iş. Örneğin, dünyayı Yahudiler yönetiyor denildiğinde, artık her taşın altında Yahudi parmağı aranır; okumak, araştırmak ve hele düşünmek zahmetine hiç girmeden koskoca toplumsal, tarihsel sorunlar kolayca çözüme kavuşturulur!

Kimi toplumlarda komplo iddiaları neden pirim yapar?

Ekonomik, sosyal, siyasi sorunlarını çözememiş, sürekli bunlarla boğuşan ve buna bağlı olarak ciddi bir toplumsal moral ve ahlaki çöküş yaşayan toplumlar, komplo teorilerine daha çok inanırlar. Böyle şekillenmiş toplumsal ortamda, herkes bize düşman paranoyası iktidarlar tarafından pompalanır. Toplum, düşmanımız çok ve bizi içten çökertecekler diyerek muhalif görüşlerin önünü kesmeye ve doğrudan iktidara destek olunmaya şartlandırılır vs.

Komplo kitaplarını sevmem ama, 250 yıllık bir tarihe sahip dünya finans devi Rothschild adından dolayı, acaba içinde ne saçmalıklar var diye “Rothschild Hanedanlığı” adında bir kitap aldım. Yazarı Dr. John Coleman, Destek Yayınları’ndan çıkmış. 2013 yılından bugüne 8 baskı yapmış.

Zırva tevil götürmez hesabı, bu kitabı eleştirecek değilim çünkü eleştirmeye değmeyecek zırvalarla dolu.

Yalnızca kitaptaki olgusal yanlışlara değineceğim. Kitaptan alıntıları yazı içerisinde netleştirmek için “bold” halinde veriyorum.

“Oğlu İsaac Disraeli 1766 yılında doğmuştu ve hemen Bolşevik olmuştu.” (Syf 37)

Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin 1903 yılında yapılan ikinci kongresinde partide çıkan ayrılık sonucu çoğunlukta olanlar Bolşevikler, azınlıkta kalanlar da Menşevikler olarak adlandırılmışlardır; 1776 nire, 1903 nire?

“Birinci Dünya Savaşı Bolşevizm’i Rusya’da yerleştirmek, Yahudilere Filistin’de bir yurt kurmak ve Katolik Kilisesi’ni yok ederek Avrupa’yı parçalamak için çıkartılmıştır.” (Syf. 45)

Eğer bu kitabın yazarı bir Müslüman olsaydı, Katolik Kilisesi yerine pekâlâ “İslam’ı yok ederek” ibaresini kullanabilirdi. Meşrebine göre strateji…

“İkinci Dünya Savaşı ise Japonya ile Almanya’yı yıkmak, Sovyetler Birliği’ni komünist dünya gücü olarak dünyanın dörtte üçüne yaymak için çıkarılmıştır.” (Syf. 45)

Niye yayılmadı?

Alman Nazilerinin savaşı çıkardığı gerçeğini örtme çabası, yalnız bir ahlaksızlık değil, insanlık suçudur!

“Bu değişimlerin ardında Rothschild’lerin gücü, parası ve rehberlik eden elleri bulunmaktadır.” (Syf 45)

Sermaye sınıfının komünizmi yayması, bu gülünç bile değil!

Komplo teorilerinin esası, saçmalıktır. Her iki savaşın çıkış nedeni için söylenenler öylesine saçma sapan ki, üzerine söylenecek söz yok!

Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ve finans kesimini kamulaştıran sosyalizme, bizatihi büyük sermayedar Rothschild Ailesi destek verecek öyle mi?

Yazar diyor ki, “(Özellikle bu konu üzerinde 10 ay British Museum’da çalışmalar yaptım) … kaynak olarak kullandığım ve adından bahsettiğim kitaplar artık ortada yoklar.” (Syf. 58)

‘Gerçeklerin takipçisi’ yazarımız işin üzerine gidince British Museum, kaynakları ortadan kaldırmış! Kaynaklara ulaşılamayacağına göre, yazara sallama konusunda gün doğuyor! Bir diğer deyişle yazar kendisine belgesiz, kanıtsız üfürme alanı açıyor! Kaynakların kaybedilmesi ayrı bir gizem oluşturuyor; tam da komplo mantığına (mantıksızlığına) uygun bir hava!

Fareli Köyün Kavalcısı’nın kaval sesi nasıl bir sihir oluşturuyorsa, gizem de insanı peşine takan bir tür sihirli ‘dünyadır’. Komplo teorilerinin çekiciliği biraz da bundandır.

“1830’da Marks tarafından coşturulan işçilerin talepleri ve onun Sosyalist Enternasyonal’i…” (Syf. 78)

Rezilliğin bu kadarına pes doğrusu. Marks 1818 doğumlu, o tarihte 12 yaşında! Enternasyonal de, 1864 yılında kuruldu ve adı da “Uluslararası Emekçiler Birliği”, sosyalist değil.

Rezillik bununla bitmiyor. Yapacağım şu alıntı, titri Dr. olan yazarın, konusunda doktor olmasından çok bir şarlatan oluşuna örnektir. “Savaşlar üzerine bir başka teori de Bertrand Russell’ın dediği gibi ‘Savaşların nüfusu azaltmak için çıkarıldığı’ gerçeğidir. 300’ler Komitesi’ne göre dünya kaynaklarını tüketen çok fazla nüfus vardır. Ve yine Komite’ye göre bunun çaresi Russell’ın teorisi uyarınca ‘gereksiz tüketicilerden’ kurtulmaktır.

“Russell’a göre ‘gereksiz tüketicilerden’ kurtulmak için salgın hastalıklar çıkarılmalıydı. AIDS hastalığı bunun için özellikle çıkarılmıştır.” (Syf. 112)

Yalan, dolan, iftira; hepsi bu kitapta! Russell gibi bir filozofa, barış aktivistine, daha çok kendi adıyla anılan “Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi” kurucusuna atılan iftiraya bakar mısınız?

Nüfus üzerine Thomas Malthus’un buna benzer teorileri vardır ki, onlar bile bu saçma iddialar ile nitelendirilemezler.

Komplocu yazar, dünyayı yöneten Yahudi sermaye güçleriyle sosyalistlerin ittifak ettiğini iddia ederek, kötülüklerin kaynağı, Yahudiler ve sosyalistlerdir algısını oluşturmaya çalışıyor.

Kitapta 300’ler komitesinden söz edilmekte. Dünyayı 300 ailenin yönettiği iddialarının ülkemizde de çok geniş bir alıcı kitlesi var.

Milli Görüş ve benzeri kesimler bu komplo teorilerini pazarlayarak, bugün Erdoğan’ı şöyle nitelendiriyorlar: ‘II. Abdülhamit Han devrilerek Osmanlı yok edildi. Ülkemiz, bu 300’ler meclisinin eline geçti. Ancak 100 yıl sonra Erdoğan çıktı ve ülkemizi bunların elinde kurtarıyor. Erdoğan ülkemiz için bir şanstır, Allah’ın lütfudur vb... O halde Erdoğan’ı her koşulda savunmak boynumuzun borcudur vs…’

Döndük mü başa; komplo teorileri yoluyla iktidara destek devşirmeye.

İktidarın propagandistleri ‘300’ler Meclisi dünyayı yönetiyor, dünya da bize düşman’ iddialarını işliyorlar.

Niye örneğin Pakistan’a, Arjantin’e ve benzeri ülkelere değil de Türkiye’ye düşman? II. Abdülhamit’in devamı olan (İddia o kesime ait) Erdoğan’dan dolayı mı? Ancak Erdoğan öncesi iktidarlar da bu mesnetsiz ve yalan cümleyi kırık plak gibi tekrar ediyorlardı.

Sonuçta meselenin özü şudur: Son elli yılda iletişimin gücü öyle arttı ki, sömürücü iktidarlar, egemenlik güçlerinin büyük bir kısmını iletişim üzerinden elde ediyorlar. Medyayı ele geçirenler her kimse, onlar topluma ‘gerçek budur’, ‘doğru budur’ diye bir algı dünyası oluşturuyorlar. Türkiye medyası, bunun en canlı ve keskin kanıtıdır; kalemler birer propaganda makinesi gibi çalışıyorlar!

Aslında sömürücü iktidarlar komplo iddiaları yöntemi üzerinden suçladıkları Rothshildler gibi paraları götürüyorlar!

Yani…

Tamam, dünyada bir sermaye egemenliği var da, Yahudi Rothshildlere sonra gelelim, önce şu Müslüman işadamları Türkiye’yi nasıl sömürüyorlar, onlara bakalım! Hatta Müslüman, Yahudi hiç fark etmez; nasıl işbirliği yaptıklarına bakalım!

Yani…

Bakın, bakın Yahudi 300 aileye bakın, diyerek cambazı işaret edip, “Müslüman” elinizi cebimize sokmayın. (HŞ/YY)

Kaynak: Bianet
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Hzr 27, 2013 9:53 pm    Mesaj konusu: Komplo teorilerinin 'hastasıyım' Alıntıyla Cevap Gönder

19 MAYIS 2009
Selçuk Salih Caydi
Baş Melek Mikael'in sözleri ve "Dindar" kötülüğün kodları hakkında



Kazım Ozan'a

2009 Nisan'ından beri, kötülüğün daha kolay teşhir edilebildiği ve yıl sonuna dek süreceği anlaşılan yeni bir dönemde yaşıyoruz. Çağdaş kötülüğün sosyolojisi, yani sosyo-ekonomisi hakkında nesnel verilere sahibiz ama günümüzde, kötülüğün irrasyonel yanı ve onun din içinden (din adına, iyiliği kullanarak) insanlara karşı nasıl işlediğini ve nasıl işleyebildiğini, karakterini daha iyi anlamak zorundayız. Zira ancak böyle; derin kötülüğü yenmenin aslında zor olmadığını, ama burada asıl önemli faktörün, derin kötülüğün kodlarını çözmek olduğunu, çözekerken ve onu zararsız hale getirirken bunun geniş katılımla ve olanlardan ibret alınarak yapılması (sonra da özümsenmesi) olduğunu anlayabiliriz. Ancak o zaman, birdaha asla aynı hataları yapmamanın sosyo-ekonomik/pratik garantilerini kurabiliriz, bunun bir daha asla unutulmamasını sağlayabiliriz. (Bunların kodlarını, günlük sosyal hayatın ve onu da içerecek kültürün/sanatın vs. içine yerleştirebiliriz) Derin kötülüğün kısa aklından sonra kafasını da yitirmesi, ancak o zaman bir anlam taşıyabilir. (Ve daha sonra belki İyilik-Kötülük düalizminin ötesinde, -sadece iyiliğin ve güzelliğin esas olduğu- bir yüksek ruhsal/fiziksel yaşamdan sözedilebilir. Bunların tarifini bu alanlarla ilgilenenler elbette çok daha iyi yapacaklardır).

Derin Kötülük, dinden kolaylıkla nemalanabiliyor, onu kullanabiliyor, çünkü bu sayede daha kolay kabul görüyor -iyi niyetli sahici dindarlar, bu duruma karşı ya mücadele etmiyor (çünkü farkına varamıyor) ya da mücadele edemiyorlar, (çünkü hissettikleri berbat şeyi tanımlayamıyorlar) bazıları bunun bilincine yeni yeni varıyorlar ve kendilerini ondan soyutlamayı -el yordamıyla- yeni yeni öğreniyorlar. Bu veri, özellikle Anadolu için son derece önemli ve acı bir gerçek -ama bu olgu miyadını doldurmak, değişmek üzere gibi. Çünkü (sosyo-ekonomik diğer nedenlerle birlikte) derin kötülüğün kodları da giderek daha kolay ve daha hızlı anlaşılıyor. Dünyanın yeraltı/terüstü kaynaklarını tüketip/yakıp dumanını havaya savurmak ve bunu bir de insanlara yaptırmak üzerine kurulu ateş/petrol/zift/asfalt/beton kültünün insana saygısının olmadığı hergün çok daha iyi anlaşılıyor. Hergün Hatim indirerek, "Müslümanlık" attırarak, "seküler/laik"lerden çok daha barbarca bir şekilde ateş kültüne yatırım yapmak, sahip çıkmak, mesela bunun için Türkiye'yi "dünya faiz şampiyonu ülke" haline falan getirmek, -buna bir de Tanrı'nın dinini alet etmek- katmerli kötülük demek oluyor... Çünkü derin kötülüğün kodeksine uygun, inandığı dinin özüne aykırı bir tutum. Şunun için: İslam dininin, Kur'an'ın (günümüz koşullarında) diğer bütün dinlere ve yaygın kutsal kitaplara üstünlüğü, O'nun günümüz (kapitalist) para biçimine karşı en sağlam duruşa sahip olmasından gelmektedir. Kutsal kitaplar içinde, (kapitalist) para biçiminin ve onun son türevi 'Sanal kapital'in çekirdek/tohum haline ısrarla karşı çıkan, en kesin tavrı koyan kutsal kitap Kur'an'dır (Bakara, Nisa, Al-i İmran sureleri) Aynı ısrar ve kesinlik ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Çin kutsal kitaplarında, ne Hint yazıtlarında bulunur. Buradan, derin kötülüğün en önemli ilk özelliğine gelebiliriz. Bir kere, derin kötülük "dindar"dır... kendini sahici dindarlıkla (sahici dindarlarlarla) kuşatır -yoksa dandikliğini/kötülüğünü bu kadar iyi saklayamazdı. İyinin hem gücünü hem de zayıf yanlarını bilir ve bunları -kendi hükmü/hükümranlığı için- kurnazca sonuna kadar kullanır. Bu durum, eski Türk dininde, Tanrı'nın 'Adil' (adaleti işleten) adını temsil eden Ar-Toyon'un durumunun tam tersidir. Ar-Toyon, adaleti işletirken acımasız meleklerini/savaşçılarını kullanır. Yani O iyi, savaşçıları/cezalandırıcıları gaddar ve amansızdır. Bu inançtan yola çıkarak, Harzem Şah'ı yakalayıp cezalandırması için üzerine ordu salan Çingis Han, cezalandırma göreviyle yola çıkan ordusunun komutanlarından -ki biri kendi oğludur- "köpeklerim" diye söz eder ('kurtlarım' demez). Bu bilinçli bir sözdür (yanlış tercüme falan da değildir). Derin kötülük ise etrafını iyilerle çevirmiştir. Kötülüğü iyilere yaptırır. Ve yaptırdığı kötülük, tek tek insanların yaptıklarının bütünüyle ilgili olduğundan ilk bakışta görünmez. Tıpkı "namusuyla para kazanmak" ediminin tek tek insanlar için "kutsal" bile sayılabileceği, ama o yoğun iş sisteminin bir bütün olarak iklimleri çökertebilecek kadar 'namussuz' olması gerçeği gibi. Derin kötülük, etrafındaki sahiden iyileri köleleştirip onlara zulmetse de, bunun "aile içinde kalması"na çalışır. Buradaki püf noktası, 'Özgür İrade' ve 'Tanrı'yla arasına kimseyi sokmamak' meselesidir. Derin kötülük, her zaman bir süperEgo/şişikEgo tarafından temsil edilir. Etrafında, din üzerine yeminle o Ego'ya bağlanmış iyi ruhlar bulunur (Baş Melek Mikael, Denizli/Horaz'da yaptığı rivayet edilen konuşmasında bu ruhlardan, 'Bağlanmış (büyülenmiş) Ruhlar' diye söz eder. Bkz.: Bir önceki yazı) Yani insan denen canlının en önemli özelliği olan 'Özgür ruhu', (kutsallık alet edilerek) bağlanmıştır, yani özgür iradesi elinden alınmıştır. (Bu yüzden göçebe kültüründe 'yemin' kendi 'şerefi/namusu' üzerine edilir, bir kutsal kitap veya Tanrı adına edilmez, -Tanrı şahit gösterilir.)

Kötülük, iyiliğin zayıf yanını, iyiliğe karşı kullanılır. İyiliğin zayıf yanını, meleklerin özelliklerini karşılaştırarak da konuşabiliriz. Mesela Kur'an'dan da bildiğimiz kadarıyla İyi meleklerin iradesi yoktur. Onlar çocuk gibidirler, emirleri uygularlar, kendilerine değil Tanrı'ya (veya dünyadaki benzerleri iyi insanlar da: Anne-babaya, karıya-kocaya, çocuklara, yani kendilerinden başkasına, diğerlerine) hizmet ederler. İyi olmak, biraz da naif olmak demektir ve bu -aslında- zayıflık anlamına da gelmez. Göçebe geleneğin en ince biçimlerini/yöntemlerini günümüze kadar taşımış Dao öğretisinde çocukluk/naiflik, bilgeliğin şartıdır ve kutsaldır. (Çocukları çok seven Türkler bunu çok iyi bilirler) Çocukların hayatı zaten mucizedir. Onlar apartmanın üst katından düşer, burunları bile kanamaz! (Üstelik düştükleri yerde bir de oynayacak birşeyler bulurlar. Kedi yavrusu, bir sopa, top falan gibi!..) Ama kötü "melekler"in iradesi vardır. İyi faktörünün zayıflığı, bu naifliğinden, iyi niyetinden, kötülük bilmemesinden gelir.

Bir derviş/keşiş/kam olunacaksa, eski geleneğe göre, bir mürşide/şeyhe/vd teslim olunur. Buradaki ayrıntı şuradadır: Teslimiyet 'sadece bir süreliğine'dir... Hiçbir gerçek öğreti, mürşide ilelebet bağlılığı savunmaz. Mutlaka o gün çabucak gelecek, talebe kendi kanatlarıyla uçacaktır ve tam anlamıyla özgür olacaktır. Özgürlüğün (özgür seçimin) olmadığı kutsallık zaten gerçek kutsallık değildir. Derin kötülükte bu 'bir süreliğine' ilkesi, "harcanana kadar" veya "ölene kadar" anlamına gelir! Bunun ince yöntemleri geliştirilmiştir. Merkeze/süperEgoya en yakın olanlar, harcana harcana sürekli değiştirilirler, yerlerine yenileri gelir. Böylece özgür irade geliştirmeleri önlenir. Merkeze/şişikEgoya en yakın olanlar, kötünün iğrenç karakterinin şahidi de olurlar -ama 'bağlı' olduklarından ve merkezdekini "kutsal kişi/Ego" sanmaya devam ettiklerinden, pek birşey yapamaz/yapmazlar. Çünkü özgür iradesine sahip çıkan biri derhal "nankör" veya kutsala "isyankar" ilan edilecektir. Özgürlük faktörü bir ölçüdür aynı zamanda. Özgür iradenin/düşüncenin daima kısıtlandığı, sadece bir kişinin düşünüp/konuşup diğerlerinin kafa salladığı bir ortam, gerçek anlamda dindar bir ortam olamaz. Derin kötülüğün hükmettiği türden "dindar" çevrelerde, mekezden nisbeten uzak olanların ölene kadar bağlı kalmaları hedeflenir! Bunu kurumlaştırmak için çeşitli yöntemler vardır. Bu yöntemlere, aşiret, töre falan gibi faktörleri de dahil edebiliriz. Ama günümüzde en sağlam bağlılıklar, kapitalist sisteme özgü para/iş ilişkileri üzerinden kurulan bağımlılıklardır -çok daha geniş kapsamlı olabilmektedirler. Bu bağımlılıklarda din/cemaat ve dini semboller vurgusu, daha çok aidiyet belirlemek ve mahalle baskısı kurmak için kullanıla faktörler olmaktadır. Aslolan, bir "para cemaati" olmaktır. Derin kötülüğün bütün gelecek hesapları sağlam 'bağlılık' üzerine kuruludur, (insanların özgürlüğü, özgür iradesi üzerine değil). Derin kötülük, iyinin iyiye (bir süreliğine, öğrenmek amacıyla) teslim olması ilkesini/adetini utanmazca kullanır ve bu ilkeyi sömürerek kendine biat etmiş iyi niyetli çalışkan köleler yaratır.

Diğer özellik: İncil'de söylendiği gibi, derin kötülük "Entrikacı"dır (katakullicidir). "İyilik adına, (bilinçli olarak) kötülük yapılabileceği, başkalarına iftira atılabileceği" fikri, şeytanın öğretisidir ve Hz. İsa'yı otuz gümüş Dinara Romalılara gammazlayan hain Havari Yudas "İncil"inde de ibretlik bir şekilde sırıtır. -Derin kötülük, "iyi bir amaç için" iyi insanlara kötülük yaptırır. (İyi insanlara aslında hiç saygısı yoktur) Onları zayıf/aciz yaratıklar olarak görmektedir. Tıpkı Kur'an'da (Araf Suresi) işaret edildiği gibidir: "Sonra da meleklere, 'Âdem için saygı ile eğilin' dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı." O sadece kendisine eğilir ve başkalarının da ona eğilmelerini ister. Müritler ona tabi olmalı hatta tapmalıdır.



1947 ve 1956 yıllarında Batı Şeria'daki Qumran vadisinde, onbir ayrı mağrada bulunan ve M.Ö. 3 ile M.S. 1 yılları arasında yazıldığı sanılan Apokryph'lerden (Kutsal kitaplarla ilgili rulo halindeki gizli metinlerden) birinde, Tanrı'nın Baş Meleği ve derin kötülüğe karşı savaşan 'Göğün Ordusu'nun komutanı Mikael, (savaşçı) meleklere şöyle der:
"(...) Orada dokuz dağ gördüm. İkisi Doğuda -ve Batıda iki ve Kuzeyde iki ve iki- Güneyde. Orada Melek Cebrail'i gördüm (...) O'na, nasıl göründüğünü gösterdim. Ve bana dedi ki: (...) Benim efendimin, Sonsuz Tanrı'mın kitabında yazılı (...) Ve benim efendim Sonsuz Tanrı, yarattıklarını düşünecek ...Ve efendim Sonsuz Tanrı, merhametinin onlara ulaşmasını sağlayacak. Kişi en uzak yerde de olsa (...) ona diyecek ki: Bak, bunlar bana altından gümüşten (daha değerli) (...) ve O diyecek (...ve) adil olan benim efendim Sonsuz Tanrı." (Qumran Parşömeni -Apokryph'i- Nr.:4Q529.6Q23)
Burada, bu mücadelede, insan oğlunun yalnız bırakılmayacağı açıkça söylenmiştir. Yani insanların -iyiliğinden kaynaklanan "zayıflıkları" konusunda onları sömürmeye devam edenler- meydanı boş bulduklarını sananlar, çok aldanıyorlar. İnsanların iyi niyetini istismar ederek, cehaleti kullanarak onları koyun gibi gütmeye kalkmak, onlara kendi elleriyle kendi dünyalarını/hayatlarını mahvettirmek devri sona eriyor (erdi -de, şimdi bunun gereklerinin yerine getirilmesi devrinde yaşıyoruz).

"Müslüman aydın" zevatın Mardin katliamında ısrarla görmezden geldiği ve bazılarının da "katliamın asıl sorumlusu feodalizm" diyerek konuyu "Amatör-Sol" fraksiyon tartışmaları seviyesine indirdiği atmosferde, şu önemli gerçek artık gizlenemiyor: Vahşetin derecesi ve insani/kutsal değerler katli bağlamındaki benzersiz katliamı yaptıran kişi, Müslüman bir şeyhtir. Katliamı yapanlar ona mürittir, ona bağlıdır, onun sözünden çıkmayan, emrine düşünmeden itaat eden kişilerdir. Katliamın planlandığı yer ise bir türbedir... (Feodalizm, kadın-çocuk katliamlarının "normal" sayılma devri miydi?! Ayrıca "Feodalizm", Avrupamerkezci ortodoks Marksizmin "dünyanın her yanında" yaşandığını iddia ettiği bir sosyal aşamanın adıdır. Avrupa'ya özgü bir terimdir. Bu terime göre Aztekler, Zulular, Yanomamiler ve Yezidiler bile, önce ilkel toplum, sonra köleci toplum, ardından feodal toplum aşamasından geçmiştir -midir?.. Hurafe!)

Mardin katliamında gözlenen türde bir derin hayvanlığın dine/inanca böyle nasıl sızabildiğini ve onu nasıl bu kadar kirletebildiğini, buna tepkinin nasıl bu kadar cılız olabildiğini araştırmak/düşünmek, en başta dindar münevverlerin işi olmalıyken, soruyu dile getirmekten bile imtina etmeleri, konunun büyük önemine işaret ediyor. Dikkatli olmaları -bir taraftan çok anlaşılabilir bir durum. Çünkü 'Araçsallaştırılan, sömürülen din' denince o çevrelerde gezinen, sahiden iyi, sayısız insan da var (ama dinin kullanılıp kirletilmesi olayını görmezden gelmek artık olmaz).
"Böyle katliamlar Batı'da da çok oluyor, çocuklar bile okul basıp herkesi, hatta kendi anne-babalarını öldürüyor" diyenler çok haklı. Bunun sosyolojik nedenini, bu katliamlarda modernizmin, kapitalizmin ve para ilişkilerinin rolünü göstermek... Bunlar, Avrupa'daki, Amerika'daki ve Doğu Asya'daki dostlarımızın yaptığı şeyler zaten. (Ama oralardaki katliamcılara emir verenlerin hiçbiri rahip veya din adamı değil, cinayetlerini de kilisede planlamıyorlar. Karnı burnunda hamile kadınları, bebekleri kitle halinde öldürecek kadar hayvanlaşmıyorlar) Mardin'de olanlarla diğerleri arasında -modernizmin (ve sonradan modernleşmenin) genel karakteri açısından- hiçbir fark yok. Ama burada, işin içine din motifinin de karışması ve vahşiliğin ölçüsüzlüğü bakımından önemli farklar var.

Yudas Türkçe daha çok 'Yehuda İşkariot', yani 'Kariot'lu Yehuda' diye bilinir. Hz. İsa'ya ihanet eden Havarisidir. Yudas, Hz. İsa etrafındaki grubun/cemaatin para işlerine bakıyordu. Olayı kısaca hatırlayalım.
Hamursuz Bayramı'nın hemen öncesinde, bütün Filistin akın akın Kudüs'e gelmektedir. Hacılar yollara düşmüşlerdir. Bu atmosferde güvenlik sorunu Romalıların ana sorunudur. Filistini işgal altında tutan Romalılar, direnişçilerin böyle bir atmosferde çok daha zararlı olabileceklerini biliyorlardı. Hz. İsa zaten daha birkaç gün önce şehre gelmişti ve bir Yahudi mabedinin altını üstüne getirmişti...
Romalılar Hz. İsa'yı, ortalığı velveleye vermeden, kimseye duyurmadan, onu kahraman yapmadan, sessizce yakalamak istediler. Cemaatin para işlerine bakan Yudas, para karşılığı, Romalılara "yardım" etmeyi kabul etti. Yudas, Hz. İsa'nın nezaman nerede bulunacağını çok iyi bildiğinden, onun tam zamanında ve tam yerinde yakalanmasını sağladı. Askerler peygamber ve havarilerini elleriyle koymuş gibi buldular. Yudas, daha önce askerlerle anlaştığı üzere, Havarileri arasındaki peygamberi öperek, oradakilerden hangisinin aranan Hz. İsa olduğunu askerlere gösterdi. Yoksa Romalılar, kimin peygamber olduğunu, kimi tutuklamaları gerektiğini bilmiyorlardı.
Yudas'ın, ihaneti için aldığı otuz gümüş Dinar, o devirde en ucuz kölelerin satış fiyatıydı. Yani sıradan bir köle gibi satmıştı Peygamberi. Daha sonra pişman oldu, parayı geri vermeye kalktı, ama ona otuz gümüş Dinar verenler, parayı geri almadılar. Yudas, büyük bir azap içinde kendini asarak intihat etti.
325 yılında Anadolu'da hüküm süren Doğu Roma imparatorluğunun önemli dini merkezi İznik'te yapılan Konsil toplantısında kabul edildiğinden bu yana hikaye resmen böyledir. Diğer dini kurallarla birlikte, daha sonra Britanya'dan Kızıldeniz'e kadar uzanan bütün Hristiyan coğrafyası için bağlayıcı hale gelmiştir. Yudas'ın ihaneti, başka kaynaklardan da tasdik edilmiş kesin bir veridir. Çok sayıda kutsal tanığı vardır. Bu ihanetten ilk bahseden, Havari Marcus'dur. 70 yılında yazdığı metinde, olayı yukarıdaki gibi anlatır (ama konuyu çok da abartmaz). Hz. İsa'nın diğer bütün Havarileri bu hikaye konusunda hemfikirdirler. Bütün İnciller de aynı olayın çeşitli versiyonlarını kendilerine has bir üslupla aktarırlar -Ta ki eksik bir "İncil", Yudas'a ait olanı, onun yazdığı, ortaya çıkıncaya kadar!..
Yudas "incil"inde, başka bir hikaye anlatıyor, tam şeytanın ağzına "layık" bir entrika, bir 'komplo teorisi/hikayesi'. (Bkz. Der Spiegel 11.4.09)

Basından öğrendiğimiz kadarıyla: Yudas "İncili" aslında otuz yıl önce bulunmuş, ama piyasaya çıkmamıştır. Onu eline geçiren Mısırlı antikacı, satmak için o kadar nazlanmış, o kadar çok para istemiştir ki, kitabı çözümlemek -birkaç yıl öncesine kadar- mümkün olmamıştır. Kitabın uzun süre kamuoyunun gözünden kaçırıldığı ve gizli kaldığı anlaşılıyor. Mısır'da, Kahire'nin ikiyüz kilometre güneyinde, Nil kıyısındaki Karara'da bir köyün kenarında, geniş bir alana yayılan eski bir Kıpti mezarlığında keşfedilmiş Yudas "İncil"i. Mürekkep olarak kullanılan nar suyu sararmış -ama yazıları rahatça okunabilen bir "İncil". 20 papirüs sayfa üzerine, nesli artık tükenmiş bir bitkiden yapılan kesik uçlu bir kalemle yazılmış. Deriden bir kabı olduğu biliniyor.
Bulunan şeyin 'ne' olduğunu, ne kadar çok para getireceğini şıp diye "anlayan" antikacı, bu tek kitabı üç milyon Dolara satmaya kalkmış, ama alıcı bulamamış. Kitabın başına para yüzünden gelmeyen kalmamış. 1982'de çalınıp İsviçre'de ortaya çıkmış. Sahibinin vergi kaçırmak için çalındı süsü verdiği, İsviçre'ye sokmak için bu numarayı yaptığı bile iddia ediliyor. Kitap hep böyle, para için her şeyi yapabilecek tıynette tiplerle birlikte anılıyor. Bu arada iflaslar, belalar, hırsızlıklar gırla. Sonunda kitap, Bruce Ferrini diye birinin eline geçiyor. Ferrini eski bir opera sanatçısı. Arya söylemeyi bırakıp eski kitap ticaretine "girmiş." Çölün kuru havası sayesinde neredeyse ikibin yıldır bozulmadan kalmış kitabı, nemli Ohio (ABD) ikliminde tam onaltı yıl evinde saklamış Ferrini!.. Bir eski kitap tüccarının böyle bir şey yapması, inanılır gibi değil. Amaç para, çok para olunca, insanın aklı kolay şaşıyor olmalı.. Adam bütün dünyevi hayallerini, Yudas'ın "İncil"ini satarak elde edeceği paranın üzerine kurmuş! İflas edip icracılar kapısına dayandıktan sonra evindeki derin dondurucunun içinde buluyorlar Yudas'ın kitabını. Ferrini, kitap kurtlanmasın çürümesin diye dondurucunun içine koymuş ve dolaba kolay sokabilmek için bir de parçalara ayırmış kitabı! Tabii papirüs donunca bozulmuş, nar suyundan mürekkep yer yer sayvalardan ayrılıp topaklanmış... Adam son anda, beş milyon Dolara bir firmaya okutmak üzereymiş malını. (Bu kurtlanmaktan korkmak meselesi de Yudas'ı hatırlatıyor. 2. Yüzyılda Hierapolisli Papias, Yudas'ın "vücudundaki kurtlar"dan bahsediyor, tabii bunu Yudas'ı kötülemek için söylemiş de olabilir. "En doğal ihtiyaçlarını görmesine bile engel oluyorlardı" da diyor (-ki o zaman, konuya daha dikkatli yaklaşmak gerektiği anlaşılıyor). Neyse kitap sonunda İsviçreli bir kurum tarafından birkaç yüz bin Dolara satın alınıp bugünlerde İsviçre'ye getirildi.

Kitap, derin kötülüğün dini nasıl kendisi için kullanabildiğini ve mantığını belgelemek bakımından da önemli. Yudas'ın amacı elbette genel kabul gören (kabul edilenin, inanılanın) tam tersi. Yani aslında kendisinin, Yudas'ın Hz. İsa'nın en sevgili havarisi/sırdaşı olduğunu, (diğer havarilerin hepsinin yalan söylediğini!) "kanıtlamak" istiyor. Ve Hz.İsa'nın kişiliğini, tarihi olayları vs. yeniden yazıyor. (Bit tür "alternatif tarih"çilik de yapıyor). Ama burada ifadesini bulan kötücül zihniyet o kadar aptalca ve açık ki, daha çok trajikomik bir hal arzettiği söylenebilir.
Kitap, 150 yılında, Yudas'ın ölümünden yüz yıl kadar sonra -ama onun ağzından- kaleme alınmış. Kaleme alanlar, Adem ile Havva'nın üçüncü oğlunun soyundan geldiklerine inanan bir tarikat. Hz. İsa'ya nefret duyuyorlar.
Kötünün karakterini anlamak bakımdan Yudas "İncili"nde dikkat çekilmesi gerejen konular kısaca şöyle sıralanabilir.

1.
Yudas, 'İhanet' olayının "perde arkasını" anlatıyor.
Bilindiği gibi ve Havarilerinin anlattığı üzere Hz. İsa, "içinizden biri beni ele verecek (bana ihanet edecek)" diyor. Hatta Yahya, İncili'nde, Hz. İsa'nın ihanet planını anladığı ima ediliyor ve Yudas'a, "yapacaksan bir an önce yap" dediği aktarılıyor.
Yudas İncili'nde bu olayın, bir komplo teorisine dönüştürüldüğünü görüyoruz. -Ki tipik bir, cehaletten beslenen 'Aptal kötülük' modelidir.
Yudas, Hz. İsa'nın ihaneti sezmediğini, bildiğini, hatta bizzat planladığını öne sürüyor. Peygamber ona, "Sen cennetin/göğün ölümsüzlerindensin" diyor. Tanrısal görevini yerine getirip, bu bozuk dünyadan çarmıha gerilerek ayrılmak istiyor. Buraya kadar tamam. Ama Hz. İsa Yudas'dan, onu gammazlayıp yakalatmasını istiyor! Yani bir peygamber, güya "en yakın sırdaşı/Havarisi"nden, "onun hatırına" bir kötülük yapmasını istiyor! Bu tipik bir katakulli olayıdır ve sadece dandik plastik peygamberlerin başvurduğu, sadece onların aklına düşebilen, sadece onların tenezül edeceği, derin kötülüğe özgü bir yöntemdir. Hz İsa'nın buna ihtiyacı yoktu (olsaydı, bugün adını zaten kimse bilmezdi).
Burada, kötü olanın yalanla kendini aklaması, hatta kendini sahici dindarlardan daha dindar gösterme yöntemini de görüyoruz. Bir anda hain, kahraman oluveriyor! Dindar kötülük -din adına! ve dini kullanarak- kendi maddi/siyasi çıkarı çok kolay yalan söyler. Neoliberal dönemde yükselip şimdi alçalan İslamcı/Hristiyancı Dincilerin çoğunun kafası bugün de böyle işler ve dünyayı komplo teorileriyle açıklamaya çalışırlar (-ama açıklayamazlar!) Bu komploculuk yöntemi, neoliberal Yeni Dünya Düzeni'ni ilan eden Bush'lar devrinde bir "dünya görüşü", bir endüstri haline kadar gelmeyi becermiş, tüm İslamcı/Hristiyancı dinciler, buna balıklama atlamışlardır. Komploculuğun böylesine iyi iş yaptığı sadece iki devir vardır tarihte: Biri Ortaçağ'dır, diğeri, Birinci Dünya Savaşı arefesinde başlayıp İkinci Dünya Savaşı sonunda biten cinnet devridir. Komploculuk böyle dönemlere meyyal isanlara has bir şeydir ve pek hayra alamet değildir. Rasyonal/nesnel düşününememek anlamına da gelir.

2.
Yudas "İncili"nde Hz. İsa Yudas'a, "Böylece sen, bütün Havarilerimin ötesine geçeceksin, benim vücudunu taşıdığım insanı kurban edeceksin" der!
Peygamber, cinayet işlettiriyor ve cinayet sayesinde -hem de peygamber öldürerek!- birinin en yüce Havari payesini alabileceğini "söylüyor." Yani "Kutsal peygamber katili!..." Burada, bir komplo sonucu yapılabilecek (amacının "kutsal" olduğunu sadece bir-iki kişinin bildiği) dipsiz/büyük bir kötülüğün "kutsallığından" bahsediliyor. Kutsanmasının tek gerekçesi de, kutsal bir kişinin buna gizlice cevaz vermesidir. Mardin'deki durum gibi... Böyle durumlarda iyiliğin kötülükten açıkça ayrılmasını sağlayan ilke açıklıktır. Geniş kesimlere hitab etmesine rağmen gizli-kapaklı olmak, kutsallık olamaz. Hele böyle komplolar planlayan ve yüzüne gözüne bulaştıran (çünkü içinde kötülük olan tüm komplolar, bir salaklık türüdür ve eninde sonunda yüze göze bulaşır), böyle katakullici illegal kutsallık: naylon kutsallıktır. Ve derin kötülüğe hizmet eder -zaten o sayede başarılı görünür. Baş Melek Mikael'in deyimiyle, "şeytan, cahillerin yardımına koşar." (Bkz. bir önceki yazı)

3.
Yudas'ın anlattığına göre Son Akşam Yemeği'nde Hz. İsa, dindar bir bağlılıkla ve saygıyla kendisini bekleyen Havarileriyle -onlara yukarıdan bakan bir tavırla- dalga geçiyor, onların bu haline gülüyor ve onların bu "zayıf" hallerine demediğini bırakmıyor. (Yudas burada oldukça "yaratıcı!") Havariler, "onun ışığına/nuruna bakamadıklarından" birer ikişer ayrılıyorlar. Bir tek Yudas (!), O'nun nurunu "başını kaldırmadan" görüp "Hz. İsa'nın büyüklüğünü anlıyor" ve O'nun tüm hakaretlerine rağmen yanında kalıyor!
Bu tipik durum, kendi en yakın müritlerini sürekli korku içinde yaşatan, hatta onlara eziyet de ederek cehennem hayatı yaşatan, etrafında ona 'Aman efendim, yaman efendim, süz büyüksünüz' diyecek birileri bulunmak zorunda olan, yalnız kalamayan "dindar" şişikEgo'ların durumunu anlatıyor. Her an onları ululayacak, gebertsen sesini çıkartmayacak kadar onlara "bağlı" birileri lazımdır yanlarında. Sadece bu sayede kendilerini "bişey" sanabilmektedirler. Bunları yalnız bırakın, yaşayamazlar. (Burada insanın ruhunun nasıl bağımlı hale getirilip alçaltıldığını ve bağımlı "dindar" şişikEgo'ya bağlı ruhların nasıl posasının çıkarıldığını, mahvedilerek atıldıktan sonra neler olduğunu, Kutsal Hint geleneğinde -Veda'larda ve Srimad Bhagavatam'da- oldukça kesin bir şekilde irrasyonal yoldan anlamak mümkün).

4.
Yudas, cemaatin para işlerine bakmaktaydı. Ünlü yazar Heinrich Heine (1797-1856), sırf bu nedenle Yudas'ın şahsında, 'Çağdaş bankerin prototipi'ni görür. "Boşuna, cemaatin kasası olmamış" der. Ve İncil'deki hainin para işlerinin, günümüz bankerleri için de, "para kesesi yalayan baştan çıkarıcı" etkisinin uyarıcı olduğu üzerinde durur. Burada Heine, para -bol para işleriyle ilgilenenip biraz fazla o işlere girenlerin, arkadaşlarını/dostlarını kolay satabildikleri konusunda da uyarıyor. Heinrich Heine'ye göre, paraya düşkün "her zengin, bir Yudas İşkariot"tur. (Bkz. "Reisebilder und Reiseberichte" 'Die Stadt Lucca' 7. Bölüm. Heine kitabında, bu sözü, bir doktora söyletir. Mylady, sorar: "İnançlı biri rolü kesiyor gibisiniz doktor. (...) Ama aslında sahiden inançlı birine benziyorsunuz." Doktor: "Aramızda kalsın ama ben İsa'yım.")
Din adına yaptığı hizmette para/mal işlerinin ve bağımlı güdük-insan yaratmanın esas olduğu, zenginleri, dünyanın para anlamında en "güçlüleri"ni ululayarak işleyen, onlara yaltaklanan, onlara dayanarak, "kutsallık" yapmaya kalkmak, şeytanın dünyadaki bedenlenmesi sayılan Yudas'lara "layık" derin bir kötülük örneğidir. Kutsal kitabı sular seller gibi ezberleyip papağanlar gibi okumakla, okuyamayanlardan daha makbul insan olunduğunu sananlar çok yanılıyor. Bazılarının, kutsal kitapları okumasına gerek yoktur. Mesela çocukların. Ve yalnız çocukların değil. Özgür ve iyi insan olmak, kutsal kitapların hedefidir -tersi değildir. Kutsallığın temel ilkelerine (Özgürlük, güzellik, iyilik) kafadan ters düşerek kutsallık yapmaya kalkmak, sonuçta sadece kötülük üretebilir. Bu nedenle, yapılan iyi şeyleri de (-ki kötülüğün etrafına iyi insanları toplayıp onları kullandığını yukarıda belirtmiştik) işte o iyi şeyleri de bozar ve alçaltır. Bozulmanın hangi hızla nasıl olacağı ise bir zaman ve konjonktür meselesidir. (Şimdi oldukça hızlı işlediğini söylemeliyiz)

Para hikayesi, derin kötülüğün din içindeki en bariz, anlaması en kolay tipik özelliğidir. Bir şeyh saraylarda oturup tavşan tüyü iç çamaşırlar giymeye başladığı zaman, en önemli müritleri paralı pullu zengin adamlar olduğu zaman, sinekten bile korkmaya başlayıp -değil başkalarına- kendine bile güvenmediği zaman, etrafındakileri en kaba türünden dövüp sövdüğü zaman, açıklığı değil gizli kapaklılığı seçtiği zaman, büyük paraya/zenginliğe/siyasigüce sığındığı zaman ve endişeler içinde "en iyi savunma saldırıdır" evhamlanmalarıyla, kendine bağımlı zavallılara, her türlü hinliği yaptırdığı, önüne gelene iftirayı attırdığı, bütün insani/evrensel değerlerin canına okuduğu zaman, kendine bağımlı, iyiliklerini kullandıklarına bir gölge katakulli-gücü kurdurmaya kalktığı zaman, mutlaka korktuğu başına gelir.
http://konstantiniye.blogspot.com/

CIA NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
Bülent ESİNOĞLU
11.08.2011

Bulanık suda balık avlamak, ya da suyu bulandırmak.
Basit bir hatırlatma yapalım.
Saddam'ın silahları ve radyasyon tehlikesine karşı halk uyarılıyordu.
Hatta bazı anneler çocuklarını radyasyon tehlikesine kaşı okula göndermedi.
Ortalıkta naylon sıkıntısı baş göstermişti.
Radyasyondan korunmak için naylona hücum vardı.
CIA halk arasında bir yönde hassasiyet oluşturmak, ya da oluşmuş bir
hassasiyet varsa, onu dağıtmak için yalan haber yapar.
Fıkralar sızdırır.
Köşe yazıları yazdırır.
Karikatürler yaptırır.
Silah şemaları ve resimleri gazetelerde boy gösterir.
Amerikan ekonomisinin çöktüğü haberler hızla yayılıyor, Amerika'nın
gücü konusunda dünya kamuoyunda şüpheler oluşmaya başladı ya...
Şimdi CIA'nın görevi; Amerika'yı kurşundan hızlı, ışıktan parlak,
attığını vurur güçlü bir devlet olarak yeniden takim etmektedir.
Milliyet Gazetesinin haberine göre; "Amerika sesten tam 20 kat hızlı
giden ve haydut devletler diye tabir ettiği ülkeleri bir saatten az
zamanda vurabilecek silahları test ediyor"
Afganistan'da yenilmiş, Irak'ta on yıldır bir sonuç alamamış Amerika
bir saatte haydut devlet temizleyecekmiş!
Aynı Irak işgalinden önce yaşadığımız senaryonun işaretleri gelmeye
başladı bile...
Gazeteler böyle CIA Haberlerini niye koyarlar?
Böyle bir haber ne işe ve kimin işine yarar?
Kimleri korkutmak ve teslim almak içindir?
Gazeteler şöyle bir haberi neden görmez?
Çin, Çin'in hava sahasında, haber toplamak için uçan Amerikan
uydularının üzerine "sakız yapıştırır gibi" küçük uydu yapıştırıp,
Amerikan uydularını kör ettiğini... Neden haber yapmazlar?
Şimdiye kadar neden böyle bir haber okumadık?
Hiçbir yayın organı artık Amerika'yı melek veya göze hoş gelecek bir
matah gibi gösteremez. Aman şöyle güçlü, böyle güçlü diye anlatamaz.
Her şey artık ortadadır.
Amerika "seri bir katildir". İşbirlikçiler vardır. Kullandığı dini
örgütleri vardır. V.s.
Ama artık oda bitmektedir. Amerika'yı güçlü göstermek ve teslim
olunması gereken bir güç gibi anlatmak sadece Amerika'nın işine gelen
bir şeydir.
ordu millet

Komplo teorilerinin 'hastasıyım'
CÜNEYTÖZDEMİR
23/06/2013
cuneyt.ozdemir@radikal.com.tr



Komplo teorilerinin hastasıyım. Tek hastası olan ben değilim, milletçe bayılıyoruz. Hatta o kadar bayılıyoruz ki gerçekler yerine komplo teorilerine inanmayı gönüllü olarak tercih ediyoruz.

Bu ‘hastasıyım’ tanımlamasını dilimize Ayhan Sicimoğlu musallat etti. Kendisi ile bayağı bir dünyayı gezmişliğimiz var. Hatta bir Küba seyahatimizde Ayhan Sicimoğlu’na hakara makara bir program çekmişliğimiz bile var. Bugün ekranlarda zevkle seyrettiğiniz Ayhan Sicimoğlu’nun gezi programının ilk kameramanı ve yapımcısı benimle gazeteci Serdar Akinan’dı. Ayhan Sicimoğlu bizleri ‘partilemek’ üzere Küba’ya götürmüştü. (..) Durun yahu, lafı dağıttım.

Ne demiştik: Komplo teorilerinin hastasıyım. Tek hastası olan ben değilim, milletçe bayılıyoruz. Hatta o kadar bayılıyoruz ki gerçekler yerine komplo teorilerine inanmayı gönüllü olarak tercih ediyoruz. Bu yüzden komplo teorileri üzerine kurulu Kurtlar Vadisi 10 yıldır reytinglerde bir numara devam ediyor. Hatta bu yüzden memlekette büyük bir siyasi kriz olduğu zaman devreye Polat Alemdar girip Başbakan ile baş başa görüşebiliyor. Gezi olayları vesilesiyle komplo teorilerindeki yaratıcılığımızı bir kez daha test ettik.

Telekineziden girip Alman gizli istihbaratından çıkıp OTPOR’dan çıkışımıza baktığınız zaman Başbakan’ından köşe yazarına, bakkaldaki tezgâhtardan belediye başkanına kadar yaratıcılıkta üzerimize kimseyi tanımasak yeridir.

Çok satan kitaplarda, çok izlenen dizilerde, çok okunan sitelerde komplo teorileri bu kadar ‘iyi satarken’, böylesine popülerken Türkiye’nin karşılaştığı ilk siyasi olayda sahneye komploların çıkması rastlantı değil. En sevdiğim komplo ise reklamlarda oynayan sanatçıların faiz lobisine iliştirilmesi. Adamlar o arada oyuncuları devşirmişler, haberleri bile olmamış yahu... Düşünün, komplo kadar büyük ki sizin başınızaa geliyor, hâlâ haberiniz olmuyor.

Üfür üfür ipe diz...

Uydur uydur salla...

Gel de hastası olma komplo teorilerinin...

* Serdar Akinan demişken bilmem aranızda ‘Sahi beni neden almadılar!’ kitabını okuyanınız var mı? Serdar Akinan’ın gazetecilere operasyon yapıldığı günlerde kimsenin bilmediği bir ‘kaçış’ hikâyesini anlatıyor. Ama ne hikâye... İsveç’in dağlarındaki lüks şalelerden Şam’a uzanan, Beyrut’tan Paris’e parasızlığın, çaresizliğin, umutsuzluğun içinde bir varoluş savaşı. Serdar kaçmasın da kim kaçsın!.. Ergenekon’dan tutuklanan herkesi ya yakından tanıyordu ya programında ağırlamıştı ya da arkadaşıydı. Serdar Akinan kitabında Türkiye’de gazeteciliğin ne kadar zor olduğunu kendi hayat hikâyesinden çıkıp anlatıyor. Dünyanın başka yerinde bir gazeteci “Sahi beni neden almadılar?” diye bir soru sorar mı bilmem ama Gezi sonrası ‘Cadı Avı’nın başlatıldığı şu günlerde hepinize hararetle tavsiye ederim. Serdar sadece kendi hikâyesini değil Türkiye’de gazeteci olmanın çaresizliğinin fotoğrafını da gayet güzel yazmış.

* Medya çok uzun zamandan beri hükümetin yakın kontrolü altındaydı. Kimi gazetecilerin bizzat işlerinden atılması, kimilerinin sessizce susturulması, köşe yazılarının bu baskı karşısında mecburen değiştirilmesinin istenmesi hepimizin bildiği sırlar olmuştu nicedir... Hükümet sürekli ‘not ediyordu’ ve bu ‘not etme’ işi danışmanlar tarafından medya yöneticilerine soluksuz bir şekilde iletilip duruyordu. Neredeyse tüm medya buna alışmış hatta kabullenmişti. Gelin görün ki son Gezi olaylarında baskının ve otosansürün sonuçlarının hükümetin başına açtığı işler ileride medya üzerine çalışma yapacak iletişimci akademisyenlere tez konusu olur. Sahi gerçekten olayların başladığı ilk günlerde medya özgürce işini yapabilseydi olaylar bu kadar büyür müydü?
Ben hiç emin değilim...
Özellikle medyanın sessizliği kitleleri çok daha öfkelendirdi. Haber kanalları ‘dengesizlik ortamında denge bulmaya’ çabalarken sosyal medyada her türlü dedikodu aldı başını gitti. Televizyonlarda haber kanalları susunca meydan belli bir görüşün desteklediği haber kanalı ve yorumculara kaldı. Özgür basının olmamasından en büyük zararı, aslına bakarsanız hükümetin bizzat kendisi gördü. Çıkarılacak o kadar çok ders var ki... Bugün suçlu arayanların dönüp hemen yanı başlarına bakması, biliyorum oldukça zor ama ne yazık ki o ‘not eden’lerin bütün bu karmaşada büyük payı var.

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cuneyt_ozdemir/komplo_teorilerinin_hastasiyim-1138747

Komplo teorilerinin parlattığı Aytunç Altındal
Haluk Hepkon”
22.11.2013



“Jön Türkler ve Komplo Teorileri” kitabının yazarı Haluk Hepkon, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Aytunç Altındal’ı inceleyen bir yazı kaleme aldı.
İşte Radikal Kitap ekinde yayınlanan o yazı:

“Araştırmacı yazar Aytunç Altındal geçtiğimiz günlerde hayata gözlerini yumdu. Yazdıkları tartışılan bir isimdi. Kitapları hep çok sattı; televizyonlardaki tartışma programlarının aranan isimlerindendi. Arkasından gazetelerde ve sosyal medyada birçok şey yazıldı. Siyasete farklı bir açıdan bakabilen, ülkenin önemli siyasetbilimcilerinden olduğu söylendi. Peki, gerçekten de öyle miydi? Bahsedilen “farklı bakış açısı” neydi? Altındal’ın popülerliği nereden geliyordu? Bütün bu soruları yanıtlayabilmek için öncelikle Altındal’ın tezlerine kısaca bir göz atmak gerekiyor.

Altındal, tarihi, ezoterik akımların ve gizli örgütlerin etkileriyle açıklamaya çalışırdı. Ona göre, Katolik kilisesinin gnostik Hıristiyanlıkla mücadelesini bilmeden insanlık tarihini kavramak mümkün değildi. Kilise, tıpkı birçok pagan uygulamasına yaptığı gibi birinci yüzyılın en önemli şifacısı ve büyücüsü olan Tyanalı Apollonius’un yaşamına da sahip çıkmıştı.

Altındal’a göre günümüze yön veren kavramların, inançların ve bütün toplumsal olayların ardında gizli fesat yuvaları vardı. “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” şiarlarını Fransız Devrimi ile masonlar gündeme getirmişti. Kiliseye karşı yürütülen Aydınlanma mücadelesi bir avuç büyücü ve çeşitli gnostik tarikatlar tarafından yönetilmişti. İtalya’nın birliğini sağlayan Garibaldi, Amerikan Devrimi’nin önderlerinden George Washington masondu. Karl Marx, İlluminati’nin İslami kanadına mensup “Hak Birliği” örgütü üyesiydi. CFR, Ekim Devrimi öncesi ve sonrasında Lenin’e yardım etmişti. Aynı örgütler Adolf Hitler’i de önce bir ailenin yanına yerleştirmiş, sonra da bir plan çerçevesinde iktidara getirmişti. Hitler’i iktidara taşıyan örgütün Türkiye ayağındaki isim de hem mason hem de Bektaşiydi. Söz konusu gizli örgütlerin asıl hedefi, gnostik/masonik AB’nin bayrağındaki on iki yıldızdan da anlaşılacağı üzere, Avrupa Birliği idi. NATO bayrağındaki dört köşeli yıldız da okültik bir işaretti.

Altındal devrimden ve toplumsal olaylardan hazzetmezdi. Solcu bir geçmişi olduğunu iddia ederdi ama bütün komplo teorisyenleri gibi her türlü toplumsal harekete kuşkuyla bakardı. Kafasındaki dünyada emekçiler ya da farklı toplumsal sınıflar olmadığı için onları temsil eden örgütler de yoktu. Tarih boyunca gerçekleşmiş bütün devrimlerin, savaşların ve diğer toplumsal çalkantıların gizli örgütlerin işi olduğuna inanırdı. Devrim kavramının bile 17. yüzyılda bu türden örgütler sayesinde siyasi literatüre girdiğini iddia ederdi. Kimler yoktu ki bunlar arasında: Masonlar, Gül-Haç Şövalyeleri, İlluminati, CFR, Bildenberg ve en son olarak da Tavistok… Altındal’a göre bir tür “Komplo Enternasyonali” tarafından yönetilen bütün bu örgütler aynı amaca, yani gnostik-masonik Hıristiyanlığa hizmet etmekteydi.

YILDIZIN YÜKSELDİĞİ AN

Gelelim Altındal’ın son yıllarda popüler olma nedenlerine… Bu durumun birbiriyle ilişkili iki ana nedeni vardı. İlk olarak İslamcılığın yükselişi ve bütün muhaliflerini Yahudi ya da Ermeni olmakla itham eden siyasi iktidarın komplo teorilerine meraklı olması Altındal’ın önünü açmıştı. Altındal’ın “farklı bakış açısı” bu dönemde keşfedildi. İnsanların Maya Takvimi’ne ya da Türkiye’de yaşanan siyasi çekişmelerin aslında “Beyaz Türklere karşı mücadele” olduğuna inandığı bir dönemde Altındal’ın yıldızının yükselmesi son derece doğaldı. Danışman değilse bile bir televizyon starı olma yolunda önemli adımlar attı.

Popülerliğin ikinci nedeni komplo teorilerinin mantığında gizliydi. Her toplumsal hareketin ardında gizli bir örgüt arayan Altındal, doğal olarak Cumhuriyet Devrimi’ne de soğuk bakıyordu. Aydınlanma’nın ve laikliğin toplumsal kökenini görmediği için tuhaf bir laiklik tanımı icat etmişti. Ona göre laiklik de gizli örgütlerin icatlarındandı. İslam dini ve Osmanlı Devleti evrimci sekülerizmi, cumhuriyet ise devrimci laikliği temsil etmekteydi. Osmanlı’nın katılımcı sekülerliği cumhuriyetin elitist laikliğine göre çok daha hoşgörülüydü. Laikliği din adamlarına düşmanlığa indirgeyen dar kalıpçı, tabanı olmayan, tepeden inmeci ve elitist anlayış terk edilmeliydi. Batılı kapitalist/emperyalist mihraklar öyle istiyor diye inananların baskı altında tutulmasına son verilmeliydi. Devlet ceberrutluktan uzaklaşmalı ve laiklik sivilleştirilmeliydi. Altındal’ın bu iddiaları günümüzün resmi ideolojisiyle uyum içerisindeydi.

Onun Cumhuriyet Devrimi’ni ve laikliği küçümseyen komplocu bakışı yeni dönemin iktidar sahiplerinin çok hoşuna gitmişti. Zaten son dönemde o da mesajı almış ve hemen yeni pozisyon belirlemişti. Başbakanın “Allah vergisi karizmasının” Suriye’deki gidişatı nasıl değiştirebileceğini anlatmaya başladı. Türkiye’nin Ortadoğu’daki “liderliğinin” nasıl engellendiğine dair ifadeleri, Dışişleri Bakanlığı bültenlerini aratmıyordu. Hilafetin “Atatürk’ün gizli vasiyeti” olduğunu ve bu vasiyetin AKP’ye tarihi bir misyon yüklediğini iddia etti. Bu “tarihi misyonu” zora sokan Gezi Direnişi’ne cephe aldı. Yaşananların nedeninin IMF’ye olan borçların “ödenmesi” ve uluslararası faiz lobisi olduğunu öne sürdü. Telekineziden bahsetmedi ama Bildenberg Toplantıları’na dikkat çekti. Kritik zamanlarda her ikisinin de aynı kapıya çıktığını bilecek kapasitede bir adamdı.

SİYASETTEKİ VE MEDYADAKİ KANSER

Aslına bakılırsa içinde bulunduğumuz dönemde Altındal’ın tezlerinin eleştirisi pek bir önem taşımamaktadır. Üzerinde düşünülmesi gereken esas şey komplo teorilerinin günümüzdeki gücü ve etkisidir. Hatayı boyunca komplo teorileriyle haşır neşir olan ve bunu hiç inkâr etmeyen Aytunç Altındal’ın televizyon kanalları tarafından “siyasi analizci” mertebesine getirilmesi çok düşündürücüdür. Siyasi sistem ve medya, komplo teorisyenlerine danışmadan adım bile atamaz hale gelmiştir. İşin kötüsü bu durum kısa vadede düzeleceğe de benzememektedir. Sağlığında Altındal’ın tezlerini fütursuzca kullananların, onun ölüm şeklini bile malzeme yapmaktan çekinmemesi durumun vehametini göstermesi açısından önemlidir. Altındal’ın zamansız ölümü kadar siyaseti ve medyayı saran bu amansız hastalığa da üzülmek gerekmektedir.

AKP’liler hangi aptalca iddialara inanıyor
Haluk Hepkon
22.12.2013



Yolsuzluk Operasyonu’nun ardından herkes komplo teorilerinden bahsetmeye başladı. Komplo teorisi derken söz konusu operasyonun Fethullahçılar tarafından düzenlendiği iddiasını kast etmiyoruz. Bu iddianın doğru olduğu ortada. Kastımız AKP’li çevrelerin yaşananları “Gezi’nin devamı” saymaları. Buna göre Gezi Parkı Olayları’yla iktidarı alaşağı edemeyen Yahudi lobisi, İsrail, neoconlar, baronlar ve bilumum dış mihraklar çabalarını yolsuzluk operasyonlarıyla sürdürüyorlar. Bütün bu yaşananların nedeniyse AKP’nin Ortadoğu’da büyük ve önemli işler yapıyor olması.

İlk başta bu aptalca iddiaların iş üzerinde yakalanan yavuz hırsızın hezeyanları olduğu söylenebilir. Bu tespit önemli ölçüde de doğrudur. Öte yandan AKP yönetiminin ve yandaş basının sıklıkla tekrarladığı bu saçmalıklar belli bir zihinsel durumun da ipuçlarını vermektedir. Bir başka deyişle söz konusu komplo teorilerini inceleyerek bu çevrelerin dünyaya, Ortadoğu’ya ve ülkeye nasıl baktıklarını anlamak mümkündür.

İTTİHATÇILIKTAN ERGENEKON’A

Adım adım gidelim. AKP’lilere göre her türlü melanetin nedeni Yahudiler ve dönmelerdir. Bu tespiti yaparken dönmeliğin, yani Sabetaycılığın, Yahudilikten ayrılmış ve dolayısıyla onun tarafından reddedilmiş bir kol olduğu gerçeğiyle ilgilenmezler. Aslında bu bakış açısıyla Hıristiyanlığı da bir tür Yahudilik saymak mümkündür ama komplo teorisyenlerinin tuhaf dünyasında bu tür ayrıntılara yer yoktur. Onlara göre Yahudilik şeytani bir öze sahiptir ve bu özle temas halinde olan herkes ve her şey düşmandır.

Devam edelim. Yahudiler, dönmeler, masonlar, komünistler bir ve aynıdır. Hepsi ötekidir, bir başka deyişle karşı taraftadır. Bunlar 20. yüzyılın başında İttihat Terakki adıyla örgütlenmiş ve iktidarı ele geçirmişlerdir. Ermeni Olayları’nın asıl faili bunlardır. Yahudi lobisi ve İsrail, dönmelerin rolü ortaya çıkmasın diye Ermeni Soykırımı’nın tanınmasına hâlâ karşı çıkmaktadır. Aynı “şer güçler” 1923 yılında hilafeti ve saltanatı devirerek cumhuriyeti kurmuştur. Ergenekon adı verilen hayali örgüt bunların emrindedir. İttihatçılar ile Ergenekon aynı zincirin halkalarıdır. Yahudilerin ve dönmelerin yönetimine karşı, en somut ifadesini AKP’de bulan bir direniş hep olagelmiştir. Ergenekon’un görevi bu direnişi kırmak ve Beyaz Türklerin, yani Dönmelerin, iktidarını sağlama almaktır. 27 Mayıs’ın, Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürülmesinin, 28 Şubat’ın ve Balyoz girişiminin nedeni budur. Medyada sık sık yapılan Abdülhamid göndermelerinden de anlaşılacağı üzere Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP yüzyıllık bir hesaplaşmaya girişmiştir.

HER YERDE YAHUDİ VAR

Gizli ya da açık Yahudiler sadece Türkiye’de etkili değildir. Dünyada ve Ortadoğu’da yaşananlar da bu çerçevede ele alınmalıdır. Yahudiler ABD’de etkilidir. Aslında ABD iyidir; bütün kötülüklerin nedeni Yahudilerin yönettiği “Derin Amerika”dır. Aynı kuvvetler Ortadoğu’da da etkindir. Mısır’da iktidarı ele geçiren Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Al-Sisi gizli bir Yahudidir. Aslen Yahudi olan İbni Sebe’nin yüzlerce yıl önce yaptıklarından dolayı Aleviler ve Şiiler Yahudilerin doğal müttefikidir. Dolayısıyla İran ve Suriye yönetimleri düşman saflardadır. Gezi Olayları’nın bir Alevi Ayaklanması olması boşuna değildir. Mısır’ı destekleyen Suudi hanedanı ile Vahabiliğin kurucusu Muhammed ibn Abdülvahab kripto-Yahudidir. Bu yüzden Suudi Arabistan Sisi’yi desteklemekte ve İsrail ile iyi ilişkiler kurmaktadır.

AKP yönetimi bu saflaşmanın farkındadır ve bütün siyasetlerini bu çerçevede oluşturmaktadır. Bu nedenle Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Tunus’daki Nahda gibi gruplarla ittifak kurmuş; öte yandan Suudi Arabistan’ın desteklediği Selefilerin güç kazanmasını engellemek için Libya’ya müdahaleye yeşil ışık yakmıştır. İsrail bu sürece başından beri karşı olduğu için Sisi’yi ve Suudi hanedanını desteklemektedir. İsrail’in en büyük düşmanı Erdoğan’dır. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a karşı yürütülen kampanya bu yüzdendir. Mavi Marmara Olayı basit bir operasyon değildir. İsrail, bu baskınla Yahudilerin ve dönmelerin emrindeki Ergenekon’a vurulan darbelerin intikamını almak ve misillemede bulunmak istemiştir. Güçlü bir Türkiye istemeyen faiz lobisinin çıkardığı Financial Times, Wall Street Journal ve The Economist gibi gazeteler Erdoğan’ı kasıtlı olarak eleştirmektedir. Gezi Olayları bu tertibin sonucudur. Soros ve OTPOR hemen gerekeni yapmıştır. Dış mihraklar şimdi de Mavi Marmara baskınında İsrail’i haklı bulan Fethullahçılar aracılığıyla yeni bir operasyona girişmişlerdir.

NAZİLERİ HATIRLAMAK

Yukarıdaki deli saçması tezler eleştirmek için değil milletçe nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu anlatmak için aktarıldı. AKP Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki meseleleri komplo teorileri ışığında anlamaya çalışmakta ve pozisyon belirlemektedir. Bu hastalıklı bakış açısına göre kendisine yönelik her eleştiri ve muhalefet “dış mihraklar” ve komplolarla ilintilidir ve “şer güçler”le savaşta her şey mubahtır. Kutsal bir misyonu olduğuna inanan ve dünyayı komplo teorileriyle açıklamaya çalışan bir zihniyetin neler yapabileceğini merak edenler işe Nazilerin yaptıklarını hatırlamakla başlayabilirler.
Odatv.com

KOMPLO TEORİLERİ NEYE HİZMET EDİYOR?KOMPLO TEORİLERİ NEYE HİZMET EDİYOR?
Tayfun Özkaya
tayfun.ozkaya@yurtgazetesi.com.tr
02 Ocak 2014



Avrupa Birliği’nin müzakere çerçeve belgesini yayınladığı 2005 yılının 3 Ekim tarihinden birkaç gün sonra, yakın tanıdığım bir arkadaştan birçok kişiye de gönderdiği bir e-mail mesajı aldım. Mesajda, bu belgede Türkiye’nin bölünmesi halinde, Avrupa Birliği’nin Türkiye’de kurulacak devletlerle görüşmelere devam edeceğinin yazıldığı söyleniyordu. Bu belgenin gerek Türkçesi, gerek İngilizcesi elimize hemen geçmiş idi ve dokuz sayfa uzunluğunda idi. Metinde bu anlama yakın olacak bir paragraf bile yoktu! Şüphesiz bu belge tamamen aleyhimize idi ve sanırım o günden beri hiçbir hayırlı gelişme olmadığını gördüğümüze göre, bu konuya özel olarak girmenin de anlamı yok. Ancak bu mesajdaki bilgi tamamen uydurma idi. Arkadaşımıza hemen metnin Türkçe ve İngilizcesini ve ilgili web sayfalarını gönderdim ve aldatılmış olduğunu bildirdim. Arkadaşımız da hemen bir mesajla gönderdiklerine tekrar ulaşmaya çalışarak özür diledi.

Bu tür komplo teorileri durmaksızın yayılmakta. Örneğin; ‘Kuş Gribi’nin ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi’ hastalığının Amerikalılar tarafından yayıldığı, kenelerin çoğalmasının nedeninin köy tavuklarının öldürülmesi olduğu gibi birçok haber yayılıyor. Hiç var olmayan ‘Hulusium’ adlı bir madenin Türkiye’de trilyonlarca dolarlık varlığı olduğu mesajı geldi. Haberi uyduranlar sanırım Hulusium’u Hulusi’den uydurmuşlardı.

Neden bu tür komplo teorileri ortalığa yayılıyor ve bunları gönderenlerin amacı nedir? Bu konuda birkaç sonuca vardım.

Birinci amaç; sanırım yurtsever, dürüst insanları yalancı çoban durumuna düşürmek isteğidir. Bir süre sonra bu haberleri hiç araştırmadan yayanların inanılırlıkları yok olacaktır. İkinci bir amaç; interneti değersizleştirmektir. Şu anda bütün dünyada ezenler, güçlüler her türlü medyaya (TV, radyo, gazete, dergi, kitap) hâkim olmuşlardır. Tam olarak hâkim olamadıkları bir tek internet kalmıştır. Buna da hâkim olmak için çeşitli girişimler yapıyorlar. Bunlardan biri de, onu değersizleştirmek olamaz mı?

Bazen da amaç; asıl konunun gözlerden saklanmak istenmesidir. Bugünlerde yolsuzluk konusunun ‘uluslararası komplo var’ iddiaları ile unutturulmak istenilmesi de böyle bir şey. ‘Kuş Gribi’ olayında tüm dünyada yapılmak istenilen (Türkiye dâhil) bu vesileyle köy tavukçuluğunu yasaklayarak, ondan kurtulmak idi. Tavukçuluk endüstrisinin ve dev uluslararası şirketlerin bir kısmının bu amacı görülür hale gelmiş idi. ‘Kuş Gribi’nin biyolojik silah olarak kullanıldığı balonu; bu, aslında herkesin gözü önünde olan gerçeğin gizlenmesine yol açtı.

Bu tür komplo teorilerinin yapmak istediği başka bir şey daha var sanırım. O da şu: ABD veya İsrail gibi ülkeler için öyle olmaz şeyler anlatılıyor ki, dinleyenlerin onların her istediğini yapabileceği gibi bir izlenim edinmeleri sağlanıyor. Bazı İsraillilerin MOSSAD hikâyelerini anlatmayı çok sevdiklerini biliyorum. Bir zamanlar ülkemizde televizyonlarda gösterilen ‘Görevimiz Tehlike’ adlı dizi ise, açıkça CIA’nın yenilmezliğini anlatmaya çalışıyordu. Bu yenilmez CIA ve MOSSAD efsaneleri yayıldıkça, emperyalizmle mücadele etmek isteyenlerin moralinin kırılacağı açıktır. Bize düşen; bu tür komplo teorileri duyduğumuzda hemen bunları yaymaya başlamadan önce, amacının ne olabileceğini düşünmek ve uzmanlardan bilgi almaya çalışmaktır. Komplo teorileri zarar verebilir. Hiç de masum değiller. Çok dikkatli olalım.

Kaynak: http://www.yurtgazetesi.com.tr/komplo-teorileri-neye-hizmet-ediyor-makale,6822.html

Komplo: Post-modern bir hayal gücü
ALİ AKAY
04/01/2014



Clausewitz, "Savaş, politikanın başka araçlarla bir uzantısından başka şey değildir" der. Bunu ters çevirdiğimizde politikanın da bir başka savaş alanı olduğunu fark edeceğiz demektir.

Yıllar evvel bir öğrencim, Barış Başaran, komplo kuramları ve post-modern durum hakkında tez yazmayı istediğini bana söylediğinde çok büyük bir anlam vermemiştim. Daha o zamanlar ortaçağ üzerinden komplo kuramlarının modern toplumlardaki geldiği hal üzerine düşünmek için yeteri kadar konunun içine girmiş değildim ancak bana anlattığı kadarıyla onun bu durumda haklı olduğuna kanaat getirmiş ve tezini o yönde yapmasını kabul etmiştim. Yazdı ve savundu. Bugün ise bütün Türkiye , son yıllarda da giderek artan bir şekilde, komplo kuramlarıyla yatıp komplo kuramlarıyla kalkar oldu. En son komplo söylemi ise mayıs-haziran sürecinden beri, büyüyerek, bütün Türkiye’yi bağlayan bir söylem haline gelmeye başladı ve her tarafımızı sarmaladı, sardı. İçinden çıkmaya bocaladığımız bir hayali söylem haline geldi.

Batıl bir itikat

Kabaca bir baktığımızda komplonun batıl itikadın ilkel bir biçimi olduğunu söyleyenlerden geçerek, tanrıların insanların savaşlarını yönetirken yaptıkları müdahale eyleminin adı olarak, eski mitolojilerde ve eski edebiyatta önümüze çıkmaktadır. Truva savaşı ise bu mitolojinin en bilinen örneği olarak dünyasal edebiyat tarihimizi (İ.Ö. 9-10 yy) başlatmıştır. Daha sonra ‘Siyon Protokolleri’ söylemiyle birlikte Yahudiler üzerine Hıristiyan dünyasının söylemleri bu yeri doldurmaya başlayacak ve hayal gücünde uzun zaman sürecek bir anti-Semitizmin kaynağını oluşturacaktır. Tanrı fikrinin, 19 yy içinde, Batı Avrupa’da felsefi düzeyde terk edilmesiyle modern toplumlarda onun yeni yerini dolduracak olan arayış içinde, tekelci kapitalizm veya emperyalizm ve özellikle ‘Amerikan emperyalizmi’ söylemi ekonomik politikaları üzerine oluşan komploların kaynağının yerine oturdu. Dünyada ve Türkiye’de belli bir ‘ticari edebiyat’ buradan beslendiği gibi, Amerikan sineması da bu örneklerin fantastik öğelerini gösterdiler, verdiler durdular yıllardır. 1950’lerde, ‘soğuk savaş’ın en sıcak zamanlarında McCartizmin, Amerikan bilimkurgu filmlerindeki yabancılar olarak ‘alien’lerin, ‘milli irade’nin yaşadığı ülkeyi işgal edecekleri fikri ile beslenen devlet makinesinin fantazmlarından eksik olmayan bir vaziyetti bu. Söz konusu politika, Sovyetler Birliği ve onun adı altında komünizmi hedefleyerek, komplo dünyasının siyasi niteliklerini bilimkurguyla birleştirmiş ve hayal gücüne ait olan bir söylemin, aynı şekilde hayal gücüyle birlikte işlediği örneklerini modernliğimizin belirgin örnekleri haline getirmişti. Bu tip bir politik komplo kuramının; modern Amerikan sanatını üst-belirleyen Pop Art akımının, bu hayal gücünün çocuksuluğuyla birlikte beslenerek Roy Lichtenstein’in çizgi roman ve aşk çizgi roman kareleri üzerinden yaptığı tablolara başka bir siyasi anlam katacağına hiç şüphe yok zaten. Bir başka şekilde bakıldığında, modern komplo kuramının, hayal gücüyle gerçeğin birbiri içine girdiği kanıtının ise post-modern edebiyat ile örtüştüğü gibi, aynı zamanda da inandırıcılığı kıstası da önemli bir vurgu olarak gözükmekte. Sadece uzaylıların komünist olduğu fikrini ileri sürdüğümüzde korkuyu salmak mümkün iken, bunu dünyasallaştırmak ve seküler bir dünya görüşü içinde inandırıcı kılmak için yapılan çabaya göre anlatının gerçeğe en yakın hali olması koşulu bu kıstasın önemli bir parçası olarak durmakta. Naziler, Almanya’da Yahudi düşmanlığını ve Yahudilere karşı uygulanan korkunç politikayı Alman halkına inandırıcı kılmak için ortaçağ Siyon Protokolleri’nin modern bir versiyonunu ileri sürmek ve yaymak zorunda hissetmişlerdi. İnandırıcılık, o günkü kamuoyunun inanmasının mümkün olabileceği eski bir söylem üzerine oturulmasından geçmekte. Ancak tarihte komplo kuramlarının hep hüsranla sonuçlandığını izlemekteyiz. Hem yaşananlar açısından korkunçlukları ortaya koyduğu ve gerçekleştirmeye kalktığı için hem de hiçbir zaman uzun vadeli olarak inandırıcı olmak kabiliyetine sahip olmadığı için komplo kuramları hep ezikliği aşma çalışmasının bir çabası olarak durmuştur. Manipüle edilen kamuoyunun ancak belli bir süre bu manipülasyona maruz kalacağını ve sonunda da komplo kuramlarının, aslen hayal gücü olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalındığını ve bu şekilde yaşandığını, okuyup, izleyip durduk kitaplardan tarih boyunca.

Soğuk Savaş tarzı

Bugün; artık komplo kuramlarından başka bir tercihi veya çıkışı kalmayan bir söylemin gidebileceği yer, ancak ‘faiz lobisi’, ‘Amerikan lobisi’, ‘dış mihraklar’ gibi Türkiye’yi uzun zamanlardan beri meşgul etmiş kavramların tekrar ‘soğuk savaş’ yıllarındaki gibi, anakronik bir şekilde, hortlatılması. Bütün bunlar; sadece, geleceğin baştan kurgulandığı fikrine dayanmaktan başka bir yere taşımıyor söylemleri. Evet, belki, söylendiği gibi bu tip siyasal çabalar mevcuttur ama bu zaten politika olarak adlandırılan alanın kendi iç kurallarından başka bir şey olarak durmamaktadır. Savaş alanı olarak politikanın tanımı, Carl Von Clausewitz’den beri siyaset kuramının konuştuğu ve tartıştığı bir konudur: Savaş, politikanın başka araçlarla bir uzantısından başka bir şey değildir. Bunu ters çevirdiğimizde politikanın da bir başka savaş alanı olduğunu fark edeceğiz demektir. Bir şiddet dünyasının kendisidir. Ve “savaşlar politikayı ortaya çıkarmaktan çok savaşlar politikacılar tarafından icat edilir ve yapılır” demek daha uygun olacaktır bu tanıma göre. O halde, dünya görüşlerinin, kimliklerin olduğu kadar ekonominin de (tekelci kapitalizm söyleminde olduğu gibi) komplo dünyası yaratma gücü ve hayal gücü vardır. O halde, belki de çoğu zaman sıkıştıkları zaman politikacıların ürettikleri komplodan başka bir şey kalmamıştır: Son çaba. Ama ne kadar daha sürdürme gücü olduğunu ancak politikanın pragmatik dünyası bize gösterecektir. Önceden bir şey kestirmek imkânı yok gibi her ne kadar olasılık hesaplarının bilimselliğinden söz edilse bile. Alfred North Whitehead’ın düşündüğü gibi: “Tanrının bile bir saniye sonra ne olacağından haberi yoktur.” Politika sadece anların ve olayların içinde gelişmekte ve bu karakterinden tarih içinde asla bir şey kaybetmemiştir.

Kayanak: http://www.radikal.com.tr/yorum/komplo_post_modern_bir_hayal_gucu-1169202

ABD, IŞİD ve Lübnan'ı saran komplo teorileri
Suzanne Kianpour
BBC Muhabiri, Beyrut
15 AĞUSTOS 2014



Beyrut'un merkezindeki bir restoranda öğle yemeği sırasında "Orta Doğu'da, komplo teorileri bizim kanımızda vardır" dedi Lübnanlı eski bir yetkili.
Şehirde son dönemde sık konuşulan bir konuya, yani 'eski adıyla IŞİD olarak bilinen İslam Devleti örgütünün arkasında Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) olduğu ve Hillary Clinton'un da 'Hard Choices' (Zor Seçimler) adlı kitabında bunu itiraf ettiği' söylentilerine atıfta bulunuyordu.

İslam Devleti (İD) geçen hafta Lübnan'da ilerleyip, Suriye sınırındaki Arsal'a korku salarken, yüzlerce kişiyi evlerinden ederken, yayılan dedikodular militanların eylemlerinden ABD'yi sorumlu tutuyordu.

İslam Devleti örgüsünün Lübnan Ordusu'na karşı uyguladığı vahşetin dehşet verici görüntüleri internette paylaşıldı ve örgütün varlığının, aldığı cesaretin arkasında Amerika'nın olduğu teorisi de konuşulmaya başlandı.

Komplo teoricileri bu iddialarını desteklemek için de internet ortamında 'çok güçlü' olarak tanımladıkları bir 'kanıt' ortaya attılar: Devlet Başkanlığı yarışına girmesi beklenen ABD Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un sözleri.
Clinton'un kitabından 'alıntılar' olduğu söylenen ve ABD'nin kendi kazanımları için bölgede istikrarsızlık yaratma amacıyla İslam Devleti örgütünü yarattığı iddiasında bulunan ekran görüntüleri Lübnan'da sosyal medyada hızla yayıldı.

Söylentiler nedeniyle Lübnan Dışişleri Bakanlığı da, ABD'nin Lübnan Büyükelçisi David Hale'i de bakanlığa çağırdı.

Dahası, ABD'nin Beyrut'taki büyükelçiliği dedikodulara son vermek için Facebook sayfasından bir açıklama yayımladı:

"Amerika Birleşik Devletleri'nin, Irak Şam İslam Devleti'ni terör örgütü dışında farklı bir yapı olarak tanımayı değerlendirdiği veya oluşumunda herhangi bir rolü olduğu yönünde öne sürülen tüm ithamlar açıkça asılsızdır. Lübnan'da dolaşan iddialar uydurmadır."

ABD'nin çıkarlarına zarar

Hillary Clinton'un söylediği ise, 'Suriyeli muhaliflere yardım etmemenin İslam Devleti örgütünün yükselişine neden olduğuydu'.

Bu tip bir teorinin ortaya atılması, Amerika'nın geçmişte militan ve gerilla grupları desteklediği göz önünde bulundurulduğunda şaşırtıcı bir durum değil. Bununla ilgili akla ilk gelen, El Kaide'nin doğduğu Afganistan'daki mücahitler oluyor. ABD'nin Körfez'deki müttefiklerinin İslam Devleti'ni desteklemekle suçlanması da durumu zorlaştırıyor.

Beyrut'ta saha çalışmalarında bulunan Brüksel merkezli dış politika analizleri ve Orta Doğu politikaları uzmanı Octavius Pinkard şu yorumu yapıyor:
"Bu tip teorilerden çok var, çoğunlukla da nedeni Washington'un diğer ülkelerdeki rejim değişikliğine dışarıdan destek verme temayülünden kaynaklanıyor. Bu bağlamda isyancı grupların desteklenmesi yeni bir uygulama değil ve son duruma da bakıldığında etkili olduğu da söylenemez."
Bu tip söylentiler, ABD'nin yumuşak gücünü korumaya istekli olduğu Lübnan gibi bir ülkedeki çıkarlarına zarar verme riski taşıyor.

Lübnan halkı üzerinde etkinlik arayışında olan bir diğer grup Hizbullah ile nüfuz için sembolik çatışmalara ve vekâlet savaşlarına girmek yeni bir şey değil.

Fakat kafa kesen, barbarca eylemlerde bulunan İslam Devleti'nin faaliyetlerinden Amerika'nın sorumlu tutulması, ABD'nin imajına ciddi zarar verebilir. Ülkeye desteğin kaybolması riski doğabilir, bu da durumu tam tersi yönüne çevirebilir.

Hizbullan/Şam/Tahran üçlüsü 'kazanıyor'

Son dönemde Beyrut sokaklarındaki rivayetler, "Amerika bize yardım edecek" ifadesinden ziyade "Hizbullah, İslam Devleti'nin Lübnan'ın başkentine girmesine izin vermeyecek" yönünde.

Beyrutlu Amir Murad, "Burada herkes ABD ve Suudi Arabistan'ın bir olduğuna, mesele petrole geldiğinde de, İD'nin yenilgisinden nihai fayda sağlayacak olanın da Suudi Arabistan ve ABD olduğuna inanır" diyor.
Octavius Pinkard da şu yorumda bulunuyor:

"Gördüğümüz önemli bir gelişme de, Lübnan'ın Suriye iç savaşının Lübnan topraklarına sızarak ülkeye oluşturacağı tehditten korunması için Lübnan Ordusu ve Hizbullah'ın kendi aralarında yaptığı işbirliğiydi."

Suriye ve Lübnan arasındaki gerilimin seyrinin yanında Washington algısı da değişiyor ve Hizbullah/Şam/Tahran üçlü propaganda savaşını kazanıyor gibi görünüyor.

Fakat Obama, Perşembe günü Irak'ta İslam Devleti'ne karşı hava saldırıları yapacaklarını duyurduğunda, ABD'ye duyulan sevgi Facebook'a da yansıdı.
Lübnanlı bir Facebook kullanıcısı "Amerikan müdahalesinden hiç bu kadar mutlu olmamıştım" yazdı.

ABD'nin Irak'taki operasyonuyla Lübnan'da kaybettikleri sevgiyi yeniden kazanıp kazanamayacaklarını söylemek için henüz erken. Fakat mevcut durumda, Amerika, normal koşullarda desteğini aldığı halk arasında ciddi bir 'halkla ilişkiler krizi' yaşıyor.
BBCT

Arap Baharı "komploları" hakkında kısa not
Selçuk Salih Caydi
08 EYLÜL 2011

Arap Baharı'nın bir Avrupa (veya "Batı") komplosu olduğunu söyleyenler giderek artıyor...

Bu notu buraya düşmemizin nedeni, aklı başında bazı dostların da komplo teorisine yakın durmaları ve işin içinde -başından itibaren- Avrupa parmağı olduğunu düşünmeye meyilli olmaları...

Buna kısa değil biraz uzunca bir yanıt vermek gerekiyor...

İlk cevap şudur: "Akacak kan damarda durmaz."
Geçen yıl, bu olaylar başlamadan önce, -sadece Arap ülkelerinde değil- dünyanın birçok yerinde böyle çatışmaların (yönetim ve halk arasında) yaşanabileceğini, bunların birer devrim gibi şiddetli olabileceklerini yazmıştık...

Böyle şeyler zaten olacaktı...

Avrupalı'ların yaptığı tek şey, bu gelişmeyi ve istikametini çok daha hızlı anlamak ve ona adapte olarak kendine yontmaya çabalamaktan ibarettir...

Peki muhalifler Avrupa'da eğitilmediler mi? Elbette! Kırgız muhaliflerden tutun da Nepal'deki yeni muhalefet bile Avrupa'da eğitiliyor, çünkü böyle şeylerin okulları bir tek orada var ve eğitimi gören, öğrendiklerini kendi istediği gibi kullanıyor...

İslamcı fundamentalistleri sokmamaya gayret ediyorlar tabii, ama genelde bir kısıtlama yok...

Devrim nasıl yapılır?!..

Kursu var. Gidip katılabilirsiniz. Fiyatı da uygun. Avrupa'ya yalnız İngilizce öğrenmeye gidilmiyor...
(mesela, Mısırlı muhaliflerin buna benzer okullara gittiğini yazmış, bu okulları tanıtmıştık burada)

Burada Avrupa'nın yaptığı, bir yumuşak güç üzerinden peşinen sempati kazanmaktır...

Oraya gidenler, üç ay boyunca o ülkede kalır, güzel anıları olur, arkadaşlıklar kurar ve bir partiyle okulun bitişini kutlar falan -bu bütün okullarda böyledir zaten.

Avrupa, elbette Libya'ya karışmıştır. Fransa, haddini bile aşmıştır. Bu şekilde Libya'daki petrol işletme haklarından bir kısmını da elde etmiştir (Orada, çölde, dünyanın en büyük güneş santralini kurma projeleri vardı -onu da kaybetmek istemediler tabii. Bu proje başarılı olursa, Avrupa petrol bağımlılığından kurtulacak).

Batılı ülkeler bu tip "çalışmalarda" hem daha fazla iyi eğitimli personele, hem daha fazla paraya, hem de daha fazla silaha sahipler. Bu avantajları kullanıyorlar. Türkiye de eskisinden daha iyi kullanıyor. Ama Türkiye bir türlü yumuşak güç olamıyor,(..)

"Komplo" meselesi kısaca böyle...

Yani komplo olup olmadığı, biraz da nereden baktığınıza bağlı...

Bence komplo yok!..
(Emperyalizm meselesine gelince...
Bunu kimse enine boyuna tartışmaya yanaşmıyor artık...
Ben kestirmeden söyleyeyim: Artık bir bütüncül/sistemsel emperyalizmden bahsedilebilir. Buradan çıkarak artık, "Fransa emperyalizmi" denemez mesela...
Emperyalizm, kapitalizmin bir aşaması İDİ. Şimdi başka bir aşamasını yaşıyoruz...)
http://konstantiniye.blogspot.com/
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com