EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

BatI hukuku ve demokrasisi nereye kadar?

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt May 31, 2008 9:54 pm    Mesaj konusu: BatI hukuku ve demokrasisi nereye kadar? Alıntıyla Cevap Gönder

ABD’de sokaklar karıştı: En az 12 polis yaralı
16 Eylül 2017

ABD'nin Missouri eyaletine bağlı St. Louis kentinde eski bir polisin, siyahi vatandaşı öldürüp, tahliye olmasının ardından St. Louis'te sokaklar karıştı.

ABD’nin Missouri eyaletine bağlı St Louis kentinde, 36 yaşındaki eski polis memuru Jason Stockley’in, siyahi vatandaş Anthony Lamar Smith’i (24) 20 Aralık 2011’de vurarak öldürmüştü. Stockley’in davadan beraat etmesinin ardından başlayan protesto gösterileri şiddet olaylarına dönüştü. Gece saatlerinde başlayan ve halen devam eden protesto gösterilerinin giderek büyüdüğü belirtildi.
12 POLİS YARALANDI
Polis göstericilere göz yaşartıcı gaz ile müdahale ederken, atılan taşlardan 12 polisin çeşitli yerlerinden yaralandığı belirtildi. Yaşanan olaylarda 32 göstericin gözaltına alındığı, 1 polisin de atılan taşlardan ağır şekilde yaralandığı bildirildi. Göstericiler, kamu ve özel binalara zarar vererek, camlarını kırıp yağmaladı. Yetkililer göstericilerin St. Louis Belediye Başkanı Lyda Krewson’un evine saldırdığını bildirdi.
Sözcü

Trump karşıtı protestoların amacı ne?
Ali Develioğlu
Hollanda Sahne Sanat Kurumu Başkanı
12 Kas, 2016



ABD`de son üç günün Anti-Trump protesto gösterilerinde Soros parmağı belirlendi!
Soros Foundation, Ford Foundation ve Rockefeller Foundation adlı, Hillary Clinton`un arkasındaki emperyalist dev Bilderberg kulübüne mensup vakıflar, ülke boyunca 200 kentte hızla düzenlenen protesto gösterilerine on milyonlar yağdırmış!

TRUMP KARŞITI GÖSTERİLERDE SOROS İZİ

Gösterilerin çoğunu organize ve kontrol eden kuruluş, MoveOn.org adlı Soros örgütü. Soros`la bağı biliniyor ve 2000 yılına kadar gidiyor. 2004`te Washington Post MoveOn.org`un Soros`tan 1.46 milyon dolar aldığını yazmıştı.
Gösterilerin arkasındaki diğer bir Soros`cu örgüt de Occupy hareketi.
Yalnızca son üç günün anti-Trump gösterileri değil kışkırtılan, öncesi de ortaya çıktı.
Seçim kampanyası sırasında Trump`ın konuştuğu alanlarda olay çıkarması için Soros`un paralı adamlar kiraladığı, bunlardan bazılarının itiraflarıyla ortaya çıktı! Örneğin Paul Horner! Kendisine 3.500 dolar ödendiğini, kişi başına LatinO’lara 500 Dolar, Müslüman olanlara 600 Dolar, siyahlara 750 Dolar, kadınlara 300 Dolar ödendiğini itiraf etti.
İki yıldır siyah ölümleriyle sonuçlanan Ferguson gösterilerine sözüm ona ‘destek’ ve ‘Irkçılığa karşı mücadeleyi geliştirmek’ maskesi altında Soros 33 milyon dolar harcamış!

HİLLARY’NİN MAİLLERİ VE TRUMP EYLEMLERİ

Bu bilgiler son günlerde onlarca Amerikan yayın organında ve Rus medyasında yer aldı: Washington Times, Zerohedge.com, The Free Thought, Independent Sentinel, The Politic Insider…
Ama en önemlisi Wikileaks`ın seçim öncesi ortaya çıkardığı Hillary`e ait binlerce gizli `Podesta maili`! Bu gizli maillerde Hillary bizzat, anti Trump sokak hareketleri için Soros`dan sponsorluk istiyor. ‘Anti Trump bloglar ve düşünce kuruluşlarından protesto gösterilerine kadar sponsorluk ağı örgütlemeliyiz’ diye yazıyor!
MoveOn.Org üç gündür Trump`u protesto çağrıları yapıyor. The Daily Caller gazetesinde Trump yanlısı Roger Stone, Portland`da Trump Tower gökdeleni önünde yapılan gösteriye katılan 500 kişiye kişi başına 16 dolar ödendiği istihbaratı aldıklarını söyledi (Öte yanan kimin eli kimin cebinde, Soros eskiden bu gökdelenin inşası için Trump`a 160 milyon kredi vermiş!).
Soros sözcüleri MoveOn`a ve protestolara yardım ettiklerini zaten reddetmiyorlar, am bunun şiddet amaçlı olmadığını, kışkırtma amaçlı olmadığını, demokrasi gereği olduğunu iddia ediyorlar. Trump ise son Tweet`inde `profesyonal protestocular` kelimesi kullanıyor.

‘AMAÇ, TRUMP’I NEO CON YAPMAK’

Tanınmış İngiliz gazeteci Marko Gazic: “Soros için çalışan kışkırtıcılar o masum protestoculara tehlikede olduklarını söyleyerek telaşlandırıyor, Trump seçildiğinden bu yana daha hiçbir şey yapmamışsa da!”
Trump`un, Amerikayı düşündükleri için göstericileri sevdiğini ifade eden son tweeti ise, bu korkuyu nötralize etmeye yönelik olarak değerlendiriliyor.
Ancak Gazic`e göre bu gösterilerin kışkırtılması Trump`ı devirme amacını taşımıyor! Gazic: ” Küresel elit dışarıdaki savaşlarını sürdürebilmesi şartıyla ülke içinde sosyal barışı koruyabileceği mesajını vererek Trump`ı korkutup sindirmeyi amaçlıyor. Kendileri gibi Neo Con olmasını istiyor.”
Yani ” İçte yakanı bırakmamızı istiyorsan, dışta bizimle çalış” tehdidi! İç politikada çok vaatleri oldu Trump`ın çünkü!

TRUMP DA ONLAR GİBİ SAVAŞ ZENGİNİ

Faaliyetleri 2012`de Rusya`da yasaklanan Amerikancı `Turuncu devrimler` baş sponsoru Soros, Clinton`ın arkasındaki emperyalist milyarderler arasında. Putin 2014`te Soros için uluslararası tutuklama girişimi başlatmıştı.
İki şeytandan biri olan Trump, kampanya sırasında dış politikada Rusya ile barışı ve Suriye`de yumuşamayı savunmuştu. Washinton ve Pentagon`a en az 16 yıldır yuvalanmış eski Bush`cu ve yeni Clintoncu Neo Con derin devlet (gölge hükümet) önümüzdeki aylarda Trump`ı bu sözlerinden vazgeçirmeye, Neo Concu politikadan sapmamaya zorlayacak. Hillary`nin arkasında Bilderberg emperyalistleri, Trump`ın arkasında Coca Cola ve Rupert Murdoch gibi emperyalist tekeller bulunmakta. Trump`ın arkasında ABD iç pazarına yönelik tekeller de var. Hillary`den farkı: Bush`un Irak işgalinden bu yana ABD küresel savaşlara yaklaşık 6 trilyon dolar harcadı. Bu paranın büyük çoğunluğu Bilderberg grubunun kasasına ve binlerce Neo Concu bürokratın cebine girdi. Bunlara savaş zenginleri diyebiliriz. Hillary de bunlardan biridir. Trump ise yolsuzluk içine batmış şeytani bir emperyalist milyarder olsa da, onlar gibi savaştan zenginleşmemiştir.

NEO-CONLARIN ÇIKARI

Küresel savaş zengini Neo Con`cuların çıkarı Trump`ın kendileriyle çalışmasında yatıyor.
Bunu sağlamak için önümüzdeki aylarda küresel her türlü provokasyona girişeceklerdir. Ümitsiz de değillerdir!

Aydınlık

Siyahî Michael Brown'ı vuran polis aklandı
4 Mar 2015



ABD Adalet Bakanlığı, Ağustos'ta silahsız genç Michael Brown'ı öldüren polisin yargılanmasına gerek görmedi.

Michael Brown'u vuran polis memuru Darren Wilson istifa etmişti.

BROWN NASIL VURULDU?

Michael Brown ve arkadaşı Dorian Johnson 9 Ağustos günü yolda yürürken, polis Darren Wilson iki arkadaştan kaldırıma geçmelerini istedi. Görgü tanıkları ikilinin polisle tartıştıklarını, ardından da polisin silahını ateşlediğini anlatıyor. Brown ve Dorian Johnson farklı yönlere kaçarken, polis memuru takip ettiği Brown’a altı kez ateş etti. Bu noktadan sonra tanık ifadeleri değişiyor. Polisin ellerini havaya kaldırmasını emrettiği Brown’ın bu emre uyduğunu söyleyen ifadeler var. Wilson’ın polisin üzerine yürüdüğü iddiası da var. Ferguson polisi olaydan sonra siyah gencin hırsızlık yaptığını gösteren güvenlik kamerası görüntülerini yayınladı. Ancak polis memurunun, Brown’ın hırsızlık yaptığından haberi olmadığı ortaya çıktı.

Amerikan Adalet Bakanlığı, polisin 'mücrim bir niyetle' hareket etmediğini savunurken, polisin Michael Brown'ın vatandaşlık haklarını ihlal ettiğine yönelik herhangi bir kanıtın bulunamadığını ifade etti. Bakanlık, kanıt bulunamadığı için 'olayın kapandığını' açıkladı. 18 yaşındaki Michael Brown'a altı el ateş edip öldüren Darren Wilson, olaydan sonra ilk kez Amerikan kanalı ABC'ye konuştuğunda, "Vicdanım rahat, görevimi yaptım" demişti.
9 Ağustos'ta Brown'un polis kurşunuyla ölmesi, ülkede siyahlara yönelik ayrımcılık konusunun tekrar gündeme gelmesine ve başta olayın yaşandığı Ferguson olmak üzere çeşitli kentlerde çok sayıda protestoya neden oldu.

Ferguson emniyetinde ırkçı yazışmalar

Polis Darren Wilson'ın silahsız siyah genci öldürme suçundan aklandığı gün ABD'de polislerin Ferguson'da 'sistematik olarak' siyah vatandaşları hedef aldığına dair ciddi bir rapor ortaya çıktı. Beyaz polislerin birbirlerine gönderdikleri epostalarda 'ırkçı' ifadeler dikkat çekti. Bu epostalardan bazıları raporda şu şekilde yer aldı:
Kasım 2008: Bir epostada başkan seçilen Obama'nın görevde uzun kalmayacağı belitiliyor ve "Hangi siyah adam düzenli olarak 4 yıl bir işte çalışabilir ki' ifadeleri kullanılıyor.
Nisan 2011: Bir epostada Obama 'şempanze' olarak resmediliyor.
Mayıs 2011: Bir epostada "New Orleans'tan bir Afro-Amerikan kadın hastanede gebeliğinin sonlandırılmasını kabul etmiş. İki hafta sonra 5 bin dolarlık bir çek almış. Sonra hastaneyi çeki kimin verdiğini sormuş. Cevap: Suçla savaşanlar"
Kaynak: El Cezire

Boston eylemcisine idam cezası
15 Mayıs 2015



Evrensel'in haberine göre; ABD'nin Boston kentinde, 15 Nisan 2013'te yapılan Boston Maratonu'na, bombalı eylem düzenleyen Çeçen asıllı kardeşlerden Dzhokhar Tsarnaev, ölüm cezasına çarptırıldı.

Yedisi kadın, beşi erkekten oluşan jüri, 21 yaşındaki Tsarnaev'i 30 ayrı davadan suçlu bularak ölüm cezası verdi
Evrensel

Batı demokrasisine bak: Alman İstihbaratı 220 milyon sms, telefon konuşması ve sosyal hesabı takip ediyor
30 Ocak 2015



T'+'ün haberine göre;Alman Dış İstihbarat Teşkilatı BND'nin 2 milyon telefon konuşmasını günlük olarak takip ettiği ileri sürüldü

BND'nin hergün milyonlarca telefon, kısa mesaj ve sosyal hesabı takip ettiği kaydedildi.

Die Zeit gazetesinin haberine göre, BND günlük 220 milyon telefon, kısa mesaj ve sosyal hesabı takip ediyor. Gazetenin BND belgelerine dayandırdığı haberde, 2 milyon telefon görüşmesinin ise günlük olarak ve sürekli kaydedildiği belirtildi.

Takip edilen görüşmelerin Almanya dışından yapılan görüşmeler ve atılan kısa mesajlar olduğu kaydedilirken, daha çok mobil telefon ve uydu üzerinden yapılan görüşmeleri içerdiği vurgulandı.

Takip edilen ve kaydedilen verilerin on yıl boyunca saklandığı da belirtildi. Zeit Online, BND'nin bu kayıt işlemlerini Schöningen, Reinhausen, Bad Aibling ve Gablingen'de bulunan merkezlerden yaptığını, toplanan verilerin yılda 11 milyarı bulduğunu yazdı.

300 milyon Euro'luk bütçe

BND geçtiğimiz Kasım ayında 'Stratejik Teknoloji Girişimi' olarak adlandırılan ve internet üzerinden yapılan şifreli görüşme ve yazışmaları da takip etmek için 300 milyon Euro'luk ek bütçe talep etmiş, 2015 bütçesi içerisinde bunun 28 milyonluk kısmı onaylanmıştı.

BND, bu alandaki açığını gidermek için, 2020 yılına kadar toplamda 300 milyon yatırım yaparak, internet üzerinden yapılan şifreli SSL ve HTTPS bağlantılarını da takip edebilmeyi hedefliyor.
haber93

Yok artık: Fransız polisi 8 yaşındaki müslüman çocuğu "terörü övdüğü" gerekçesiyle sorguladı
29 Ocak 2015



Cumhuriyet'in haberine göre; Fransa’nın güneyindeki Nice kentinde ilkokul öğrencisi 8 yaşındaki bir çocuğun, "terörü övdüğü" gerekçesiyle ailesinin nezaretinde karakolda sorgulanması ülke kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.

Siyasetçiler konu ile ilgili farklı tepkiler gösterirken, Ahmet isimli çocuğun ailesi, karakola oğulları hakkında şikayet başvurusunda bulunan ilkokul yönetimi hakkında dava açacağını bildirdi.

Ailenin avukatı Sefen Guez-Guez, RMC radyo kanalına yaptığı açıklamada, "8 yaşındaki bir çocuğun karakolda işi olamaz. Bu durum Fransa’da insanların nasıl bir korku içinde yaşadığını gösteriyor. Esas endişe verici olan ise eğitim yeri olan okulda, okul yönetiminin pedagojik eğitimle sorunu çözmek yerine karakola şikayeti tek çare olarak görmesi" ifadesini kullandı.

Küçük çocuğun karakolda sorgulanmasına ülkedeki çocuk psikologları da şiddetle karşı çıkarken siyasetçiler ise farklı tepkiler gösterdi.

Meclis Başkanı Sosyalist Claude Bartolone, "Eğer bir suç varsa, küçük çocuğun değil ailesinin bu konuda sorumlu tutulması gerektiğini’’ söyledi.

Muhalefetteki Halk Hareketi Birliği üyesi parlamenterler Eric Ciotti ve Christian Estrosi, bu konuda okul idaresi ve karakol yetkililerinin doğru bir tutum sergilediği görüşünü savundu.

Sınıfta, "Ben Charlie değilim, teröristlerle birlikteyim" dediği iddia edilen çocuk, ailesinin gözetiminde dün karakolda iki saat boyunca sorgulanmıştı.

Çocuğun, karakoldaki sorgusunda terörizmin kelime anlamına bile tam bir açıklama getiremediği bildirilmişti.
Haber 93

İngiliz Liderden Tarihi İtiraf: "IRAK'IN İŞGALİ YASA DIŞIYDI"
21 Temmuz 2010

İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg, öyle bir itirafta bulundu ki bu sözler dünya tarihine kara leke olarak geçecek!
İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg, 2003 yılında Irak'ın işgal edilmesini "yasa dışı" olarak nitelendirdi.

ABD'de bulunan Başbakan David Cameron'un görevine vekalet eden Liberal Demokrat Parti Lideri Clegg, parlamentoda yaptığı konuşmada, işgal döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Jack Straw'a atıfta bulunarak, "Onun arkasında bıraktığı karmaşayı çözmeye çalışmak için ulusal çıkarlar içinde çalışan iki partiyi bir araya getiren bu koalisyonda yaptığımız herşey için hesap verebilmekten mutluyum" dedi.

"IRAK'IN İŞGALİ YASA DIŞIYDI"

Clegg, "Belki de bir gün, muhtemelen onun (Straw'un) hatıratı için beklememiz gerekecek. Şimdiye değin verilmiş en feci kararda, Irak'ın yasa dışı işgalindeki rolünün hesabını verebilir" diye konuştu.

Başbakan Cameron'un bir sözcüsü ise konuya ilişkin sorular üzerine, Clegg'in koalisyon hükümetinin değil, kendi görüşünü dile getirdiğini söyledi.aktifhaber

Coniler, 2 Afganlıyı köpeklere parçalattı!
19 Aralık 2009
Afganistan daki işgalci Amerikalılar, Afganistanlı 2 mahkûmun üzerine önce köpekleri saldılar, daha sonra da köpeklerin parçaladığı elleri bağlı Müslümanları kurşun yağmuruna tuttu

Afganistan’ın Host eyaletinde adının açıklanmasını istemeyen bir güvenlik yetkilisi, birkaç gün önce Amerikan askerleri tarafından gözaltına alınmış olan Afganistan vatandaşı 2 sivilin hapishanede, önce köpeklerin saldırısına uğratıldıklarını ve paramparça edilip acılarla kıvrandıktan sonra kurşunla öldürüldüklerini açıkladı.

Bu yetkili daha sonra, Host eyaletindeki Amerikan askerlerinin istedikleri gibi başıboş davrandıklarını ve kendilerini kimseye hesap vermek zorunda görmediklerini belirterek, “Bölge halkı söz konusu 2 Afganlının müttefik güçler tarafından gözaltına alındıklarını ve onların hapishanesinde bulunduklarını biliyorlardı. Fakat bunların iri yarı ve vahşi Amerikan köpekleri tarafından paramparça edilen cesetleri ortaya çıkınca aralarında bütün NATO üyesi ülkelerin bulunduğu bu ‘müttefik güçler’, o zavallı mahkûmları kendi hapishanelerine attıklarını inkâr ettiler” dedi. Söz konusu güvenlik yetkilisi ayrıca “Bu inanılmaz vahşet ortaya çıkınca, ABD ile müttefikleri, bu işin Taliban tarafından gerçekleştirildiğini iddia ettiler” diye konuştu.
Dünya Bülteni

Cheney'e rapor veren suikast şebekesi...

Sadece Dick Cheney'e rapor veren suikast şebekesi, bir düzineden fazla ülkede suikastler düzenledi.

Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh bu ayın başında, Bush yönetiminin sadece Dick Cheney'e rapor veren bir "suikast şebekesi" kurduğunu söylediğinde heyecana neden olmuştu.

Hersh, 10 Mart'ta Minnesota Üniversitesinde şöyle demişti: Kongrenin bir kusuru yok bunda. Esas itibariyle yürütmenin suikast kanadı bu. Devam edip gidiyor. Nihayet bugün Times'da bir hikaye anlatıldı; buna göre şebekenin başındaki kişi üç yıldızlı amiral McRaven, bazı faaliyetlerin durdurulması emrini verdi çünkü çok sayıda sivil ölümleri var. Bush otoritesi altında, büyükelçilere veya CIA istasyon şefine bilgi vermeksizin listedeki isimleri buluyor, infazı yapıp ayrılıyorlardı.

Amy Goodman: Dün CNN'de Dick Cheney'in eski ulusal güvenlik danışmanıyla yapılan bir söyleşi yayınlandı. Wolf Blitzer, Hannah'a Seymour Hersh'in iddiasını sordu. İzleyelim:

Wolf Blitzer: Terörist listesi var mı? Suikast düzenlenebilecek terörist zanlılar?

John Hannah: Çok iyi bir tetkik sürecinden, kuruluşlararası tetkik sürecinden geçirilerek Birleşik Devletlere karşı savaş nedeni olabilecek olaylara karıştığı, Birleşik Devletlere karşı savaşta olduğu tespit edilen veya Birleşik Devletlere karşı savaş operasyonları planladıklarından şüphelenilen bir grup insanın ismi açık bir biçimde vardır; belirli bazı harekât sahalarındaki askerlere bu kişileri yakalama ve öldürme yetkisi verilmiştir. Bu kesinlikle doğru.

Wolf Blitzer: Yani şimdi sizin bakış açınızdan – siz Bush yönetiminde yıllarca çalıştınız - gidip bu adamları bulup sonra da haklamak anayasaya bütünüyle uygun, bütünüyle meşru mu?

John Hannah: Harekât sahasında, savaşta olduğumuzda biliyoruz ki – Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan sınırında halen el-Kaide'yle savaşta olduğumuza şüphe yok – askerlerimizin peşlerinden giderek düşmanı yakalama ve öldürme yetkisi vardır, düşmanın liderliği de buna dâhildir.

Amy Goodman: Dick Cheney'in eski ulusal güvenlik danışmanı John Hannah'ı dinledik. Şimdi The New Yorker dergisi yazarı Seymour Hersh burada Washington'da bize katılıyor. Yayınlanan son makalesinin adı Suriye: Obama Yönetiminin Ortadoğu Barış Sürecinde Devreye Girme Şansı.

Evet, Democracy Now'a hoş geldiniz. Sy Hersh, geçen akşam Georgetown'da sizi görmek güzeldi. Önce Minnesota Üniversitesinde yaptığınız yoruma değinir misiniz.?

Seymour Hersh: Peki, yazmadığım şey hakkında konuşmak gibi bir aptallık yaptım. Bunu ne zaman yapsam dövünürüm. Fakat eski başkan yardımcısı Walter Mondale'le birlikteydim, şaşırtıcı derece açık bir kişilik, Vietnam Savaşına muhalefet etmeye gönülsüz bir senatör olarak tanıdığım zamanlardan beri çok yol almış. Bana gelecekle ilgili soru soruldu... New York Times'da yazmadığım hiçbir şeyi Minnesota'da söylemiş değilim esasen. Geçen yaz Birleşik Özel Operasyonlar Komutanlığı hakkında uzun bir makale yazmıştım.

John Hannah'ın söylediklerine baktığımızda dediği o ki, evet, Amerika'ya karşı suç işlediğinden şüphelenilen insanların peşlerinden gidiyoruz – bu kelimeler ona ait. Jerry Ford'un, Başkan Ford'un 1970'lerde imzaladığı ve böylesi faaliyetleri yasaklayan bir başkanlık emri vardır. Yalnızca buna aykırı değil ayrıca yasadışıdır, gayrı ahlâkidir ve amaçladığı şeyin zıddını üretir.

Orduyu gönderip, doğrudan muharebede olmayan insanları öldürtmedeki sorun, Amerikan askerlerinden çıkıp bu insanları bulmalarını istiyorlar, daha önce dediğiniz gibi, sizin yayınladığınız beyanlarımdan birinde dediğim gibi, hiçbir otoriteye, Amerikan büyükelçisine, CIA şefine ve tabi hükümetteki hiç kimseye bilgi vermeksizin, biz şuraya gidiyoruz demeksizin ülkelere gidiyorlar ve yalnızca savaş bölgelerinden ibaret değil gittikleri yerler, daha fazlası da var. Daha fazlası, asgari bir düzine yahut daha fazla sayıda ülke. Başkan, Ortadoğuda ve Latin Amerika'da, Orta Amerika'da, bazı ülkelerde, bu nevi operasyonlara izin verdi. Bizim çocuklara gidebilecekleri ve ihtiyaç duydukları icrâi faaliyeti yapabilecekleri söylendi ki hiçbir yasal temeli yoktur.

Bu kadar değil, Guantanamo'ya bakarsınız... Guantanamo 2002 yılında açıldı. El Kaide teröristi olduğu iddia edilen kişilerin bulunduğu Küba'daki üsse onlar "Gitmo" diyorlar. Yıllar önce yazdığım bir kitapta andığım bir dâhili rapora göre, 2002'de yazılmış bir rapor bu, bu insanların en az yarısı ve belki de daha fazlası, Amerika'ya karşı bir eyleme karışmış değil. Elimizde bölük pörçük istihbarat var; çok iyi istihbaratımız yok. Amerikan başkanının mevcut savaşa katılmamış askerlere eldeki listeye göre insanları bulup infaz etmelerini söylemesi için anayasal güce veya yasal hakkı sahip olduğunu düşüneceği fikri beni hayrete düşürüyor. Beni hayrete düşürüyor.

Bu kadar değil, Amy, George Bush'la ilgili, yani her şey ulu orta yapılmıştır. Birliğin Durumu konuşmasında, sanırım 2003 yılı Ocak ayının 28'inde yapmıştı, Irak'a girmemizden yaklaşık bir buçuk ay evvel, Bush savaşta kaydedilen ilerlemeyi târif ediyordu. Kelimesi kelimesine aktarmıyor ama şunları söylemişti: El Kaide üyesi ve el Kaide üyesi olduğundan şüphelenilen, bize karşı operasyonda olduğundan şüphelenilen 3.000 kişi yakaladık. Sonra o küçük gülümsemesiyle ilave etmişti: "Sizlere söylemeliyim ki bu kişilerden bazıları bir daha asla bize karşı faaliyete giremeyecekler. Sizi temin ederim. O durumda olmayacaklar." Apaçık bir şekilde o insanların öldürülmesinden bahsediyordu; ve sonra alkışlar.

Söylediklerimden dönmeyeceğim ama plansız bir şekilde söylememeyi dilerdim; şöyle bir değinip hemen çıkmayı ümit etmiştim. The New Yorker'a yazarken çok zaman harcıyorum, dikkatlice tetkik edilmiş yazılar bunlar ve işte bazen önceden düşünmeden konuştuğunuzda öyle tam ve kesin olamıyorsunuz.

Amy Goodman: Birleşik Özel Operasyonlar Komutanlığının ne olduğunu açıklar mısınız? Kongre'nin bununla ilgili gözünden kaçan neler var?

Seymour Hersh: Özel bir birim bu. Özel Operasyonlar Komutanlığı diye Florida'nın dışında çalışan bir şeyimiz var ve pek çok kanatları var. Bu komutanlığın şemsiyesi altında çalışan birimlerden biri Birleşik Özel Operasyonlar Komutanlığıdır (JSOC). Özel bir birim. Onu bu kadar özel yapan, donanma özel kuvvetlerinden (Navy Seals / Bahriye Komandoları) -bizim komando birim dediğimiz - Delta Force'dan oluşan seçkin bir gruptur. Onlar "Komando" kelimesinden hoşlanmazlar fakat biz onlara bu şekilde hitap ederiz. Kendilerine ait bir terfi sistemleri vardır. Terfi esaslarının bir öğesi de, söylemeliyim ki, öldürdüğüz adam sayısıdır. Elbette. Çünkü [bu terfi sistemi] esas itibariyle değeri yüksek hedeflerin peşinden giden bu birim için oluşturuldu.

Cheney'in ve Cheney'e rapor veren bir suikast şebekesi / halkası (ring) fikrinin konuya dâhil olduğu yer – ben aslında suikast kanadı (wing) demiştim – basitçe listeleri başkan yardımcısının ofisinden geçirerek temizlemeleridir. Cheney oturup hedef seçmiyor. Listeleri temizliyor. Cheney'in derin bir dahli var ve zaman ilerledikçe elbette dahli de azaldı fakat başlangıçta çok yakından ilgilendi. Ve seçkin bir birim bu. Sanırım üç aylık turlara çıkıyorlar. JSOC faaliyetlerine ulaşılamadığı ve yürütmenin Kongre'ye hiçbir bilgi vermediği hakkında geçen yaz, Temmuz'da, The New Yorker'da uzun bir makale yazmıştım.

Amy Goodman: Hangi ülkelerde operasyonlar düzenliyorlar?

Seymour Hersh: Pek çok ülkede.

Amy Goodman: Bazılarının ismini verseniz.

Seymour Hersh: Hayır, çünkü henüz kaleme almadım Amy. Söylediğim gibi Orta Amerika'da, Hannah'ın dile getirdiği Afganistan ve Irak'tan çok daha fazla sayıda yerde. Irak gibi savaşın sıcaklığının sürdüğü bir yerde böylesi bir operasyonu anlayabilirsiniz, öldürmeyi yani, düşmanı söküp atmayı. Fakat diğer ülkelere gittiğiniz vakit – farz edelim ki Yemen, Peru, Kolombiya, Eritre, Madagaskar, Kenya vb ülkelerde – ve bir listede el Kaide veya el Kaide bağlantılı ya da Amerikan karşıtı olduğuna inanılan insanları öldürdüğünüz vakit, ilkelerin çoğunu ihlal ediyorsunuzdur.

Kanuni süreçlere inanan bir ülkeyiz. Meselenin özü budur. Birleşik Devletler Başkanına, askerlere savaş sırasında bile böyle bir emir verme hakkını vermedik – ve bu savaş bir fikre karşı yürütülen bir savaş, terörizme karşı savaş. Üniformalı bir düşmana karşı savaştığımız bir durum değil. İçinde bulunduğumuz savaş son derece karmaşık. Ve o operasyonların her birinde elbette ki tâli kayıplar / ölümler yaşanıyor ve daima daha çok sayıda insan bize düşman kesiliyor. Guantanamo'nun trajedisidir bu.

Amy Goodman: Bir soru: Suikast kanadı başkan Obama döneminde de devam ediyor mu?

Seymour Hersh: Nereden bilebilirim? Devam etmediğini ümit ederim.

Kısaltılmış metin
çeviren: M. Alpaslan Balcı
Dünya Bülteni

İsrail'i eleştiren Türk öğrenciye ceza!
24 Ocak 2009
İngiltere'de, “Türk askerleri Filistinli çocukları kurtaracak" diyen 14 yaşındaki Türk öğrenciye, okul yönetimi tarafından disiplin cezası verildi.
Londra'nın Walthamstow bölgesindeki Kelmscott ortaöğrenim okulu 10'uncu sınıf öğrencisi Barış Can Kuş, sınıf arkadaşlarıyla yaptığı bir sohbette, "Türk askerlerinin Gazze şehrine giderek, Filistinli çocukları kurtaracağını" söyledi.

Konuşmayı dinleyen Yahudi asıllı öğretmen, Barış'ı bu sözleri üzerine "ırkçılık"la suçlayarak disipline verdi.

Yahudi asıllı fen bilgisi öğretmeninin dersinde gerçekleşen olayda, sınıftaki diğer arkadaşlarının, “Türkler de İsrail'e gidip savaşacakmış orada neler oluyor biliyor musun?" sözleri üzerine, “Evet biliyorum. Türk askeri gidip Filistinlilerle savaşacak. Gazze'de ölen çocukları kurtaracak" dediğini söyleyen Barış, arkadaşları ile konuşmasını dinleyen öğretmeninin kendisini sınıftan hemen uzaklaştırdığını ve okul müdürüne şikayet ettiğini, sınıfta ırkçılık yaptığı için cezalandırılmasını istediğini söyledi.

Okul disiplin kurulunun hemen toplanarak kendisini bir gün sınıftan uzaklaştırma kararı aldığını ifade eden Barış, disiplin odasında bekletilerek cezalandırıldığını suçunun sadece arkadaşlarının konuşmalarına katılmak olduğunu iddia etti.

Barış, “Sınıftaki sohbete katıldım ve o an hissettiklerimi söyledim. Bu şekilde cezalandırmak beni çok etkiledi" diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Okul müdüründen aileye uyarı mektubu

Okul müdürü Lynnette Parvez, Barış'ın ailesine bir uyarı mektubu göndererek, Barış'ın sınıf içinde sarf ettiği sözlerin "ırkçılık"la ilişkisi olduğunu yazdı.

Mektupta şu açıklamalar yer aldı:

“Barış fen bilgisi dersinde Gazze'de devam eden çatışmalarla ilgili uygun olmayan sözler sarf etmiştir. Fen dersi bu tür konuşmalara açık bir ortam sağlamamakla birlikte, Barış'ın sarf ettiği sözler direk ırkçılıkla bağlantılıdır. Bu sebepten dolayı Barış sınıfından ve arkadaşlarından bir gün uzak kalacaktır."

Oğullarının sınıfından uzaklaştırılmasının psikolojisini bozduğunu ve olayın kendilerini olumsuz etkilediği ifade eden anne Nimet Kuş ve baba Rahmi Kuş, disiplin cezasından, okulda eğitim veren bir Türk öğretmen aracılığı ile haberdar olduklarını, daha sonra da okul müdürlüğünden mektup aldıklarını belirttiler.

Anne Nimet Kuş, “Okul yönetiminden böyle bir yazı geldiği zaman gözlerimize inanamadık. Her gün televizyonlarda ölen Filistinli çocukları görüyoruz ve doğal olarak evde düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Oğlumuz da evdeki konuşmalardan etkilenmiş olabilir" dedi.

Baba Rahmi Kuş da, “Barış konu açıldığı için okulda arkadaşları ile düşüncelerini paylaştıysa ve eğer yanlış sözler söylediyse öğretmenlerinin doğrusunu anlatması gerekiyordu. Oğlumuzun kötü bir amacı olduğunu sanmıyorum. Ama yine de konuya duyarlı olduğunu bildiğim için mutlu oldum. Kendisine hiç kızmadım" şeklinde konuştu.

Okul müdürü konuyla ilgili açıklama yapmaktan kaçınırken, yaşanan bu tür olaylarda okul disiplin kurulunun öğrenciyi haksız bulduğu durumlarda 15 güne kadar sınıfından uzaklaştırma kararı verebileceğine dikkat çekerek, bütün gerekçelerin aileye gönderilen mektupta yer aldığı ve bunun disiplin kurulunun kararı olduğunu ifade etti.
aktifhaber

'ABD, İNGİLTERE'Yİ TEHDİT ETTİ'
4 Şubat 2009
İngiltere'de Guantanamo Üssü'nde bulunan bir tutsakla ilgili davaya bakan Yüksek Mahkeme, ABD hükümetini sert bir dille eleştirdi
Binyam Muhammed üç ülkede işkence gördüğünü söylüyor.

İki kıdemli yargıç, tutsak Binyam Muhammed'in işkence gördüğü iddiasını kanıtlayabilecek belgelerin kamuoyu ile paylaşılmasının engellendiğini söylüyor.

Yargıçlara göre Amerikan yönetimi, bu belgeler yayınlanırsa iki ülke arasındaki istihbarat işbirliğinin durabileceği tehdidinde bulundu.

İngiltere başbakanlığı ise Amerikan hükümetinden herhangi bir tehdit geldiği yolunda bilgi sahibi olmadığını söylüyor.

Binyam Muhammed, 2002'de Afganistan'da tutuklanmadan önce İngiltere'de oturum iznine sahipti.

Avukatları Pakistan, Fas ve Afganistan'da işkence gördüğünü söyleyen 30 yaşındaki Muhammed'in iddialarını kanıtlayabilecek belgelerin yayınlanması için İngiltere'de mahkemeye başvurmuştu.

Konuyu görüşen Yüksek Mahkeme yargıçları, belgelerin yayınlanması gerektiğine karar verdi.

Ancak bunu, "Amerikan hükümetinden gelen ciddi tehditler yüzünden" yapamadıklarını açıkladılar.

'Miliband biliyor'

Yargıçlara göre ABD'nin istihbarat işbirliğinden vazgeçme tehdidini kendilerine İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband iletti.

Buna göre Bakan Miliband, aynı tehdidin yeni Barack Obama yönetimi için de geçerli olduğunu söyledi.

Belgelerin yayınlanmasını kamu yararı ve hukukun üstünlüğü açısından hala önemli gördüklerini belirten İngiliz yargıçlar, Amerikan hükümetine tavrını değiştirme çağrısı yapıyor.

Karar ardından ana muhalefet Muhafazakar Parti'nin milletvekili David Davis, konuyu Avam Kamarası'na taşıyarak hükümetten derhal açıklama istedi.

Davis ayrıca işkence yoluyla elde edilmiş bilgileri İngiliz makamların da kullanıp kullanmadığının açıklanmasını talep etti.
BBC

Gerekirse Ankara'yı Vuracaktık
27 Ekim 2008
“Sınıra tepeden tırnağa silahlı gittik. Gerekirse Ankara’yı vuracaktık...” Bunları söyleyen CIA'in gizli operasyonlar bölümünden bir üst yöneteci...

Uzun yıllar Türkiye ve Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren ajan Faddis anılarında TSK’nın, CIA gizli operasyonlar bölümünden üst düzey yetkilinin sınırı geçmesini engellemeye çalıştığını belirterek “Sınıra tepeden tırnağa silahlı gittik. Gerekirse Ankara’yı vuracaktık” dedi.

1990’dan bu yana Türkiye’nin güneydoğusu ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren CIA ajanı Sam Faddis, anılarını anlattığı “Operation Hotel California” adlı kitabında, 2. Irak Savaşı sırasında CIA timleriyle Türk askerleri arasında çatışmanın eşiğinden dönüldüğünü belirtti. Kitaba göre, CIA’nın kontr-terör ajanları 7 Temmuz 2002’den itibaren TSK’nın muhalefetine rağmen Kuzey Irak’a girdi. Türkçe ve Yunanca’yı ana dili gibi konuşan Faddis ve ekibinin amacı Afganistan’daki Tora Bora’dan Kuzey Irak’a gelen El Kaide ve Ensar El İslam militanlarını öldürmekti.

Silopi’deki komutan...

Peşmergeler’le CIA’nin büyük işbirliğinin bu operasyonla başladığını anlatan Faddis, “Kurmal ve Sargat yakınlarında El Kaide’nin kimyasal silah ürettiğine dair elimizde deliller vardı. Saldırı için Beyaz Saray’dan izin ve Türkiye üzerinden gelecek silah ve helikopterlere ihtiyacımız vardı. Türkiye izin vermedi. Beyaz Saray da yeşil ışık yakmadı” diyor.

Kitaba göre, Faddis’in TSK’yla sürtüşmesi Şubat 2003’ten sonra gözle görülür hale geldi. Faddis, “Gizli operasyonlar için İncirlik’ten gelecek malzemeye ihtiyacımız vardı. Her seferinde TSK’nın onayını almak gerekiyordu. Haftalar süren prosedür işimizi zorlaştırıyordu. Silopi’deki komutan Kuzey Irak’ta olmamızdan çok rahatsızdı” iddiasında bulunuyor.

Teğmen açıkça tehdit etti

Mart 2003’te savaşın başlamasına haftalar kala, Faddis ve adamları bu kez gizli operasyonlar için Türkiye üzerinden silah, patlayıcı ve yiyecek geçirmek istedi. Türkiye’nin buna izin vermemesi üzerine CIA ajanları, Peşmergeler’den Kalaşnikov ve kıyafet satın aldı, Kürtler gibi giyinerek onların arasına katıldı. Faddis, TSK’nın İncirlik merkezli sevkiyatıı denetlemek istediğini belirterek şunları söylüyor:

“CIA merkezindeki gizli operasyonlar bölümünden bir üst düzey görevli Şubat 2003’te bölgeye geldi. TSK bu geziden rahatsız oldu ve toplantılara gözlemci sokmak istedi, CIA reddetti. Buna Silopi’deki Türk Özel Harekât Birimi Komutanı çok sinirlendi. Bir gün Salahaddin’deki toplantımıza gelen Türk teğmen, ‘Eğer bu gizli görevli sınırı geçerse gözaltına alınacak’ dedi. TSK’nın bu çıkışı üzerine sınıra tepeden tırnağa silahlı olarak ve çatışmaya hazır bir durumda gittik. CIA yetkilisine bir şey olursa Türk askerlerinin ölebileceğini söyledik. Sonuçta birileri Silopi’deki komutanı uyardı da şef sınırı geçti. Gerekirse şefin yanında Ankara’ya kadar gidebilirdik.”

Hepsi Türkiye’nin suçu

Faddis, savaş öncesi peşmergeleri, Kalaşnikoflar, cephane, GPS cihazları ve uydu telefonlarıyla donattıklarını anlatarak Kürtler’in Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremediğini ve bunun da Irak’ta 2 yıl süren iç savaşa yol açtığını, El Kaide’nin Musul’da toparlandığını savunuyor.

Sam Faddis kimdir?

‘Operation Hotel California’ kitabını deniz piyadesi Mike Tucker ile birlikte yazan Faddis, kitabın bir bölümünde 1997 Nevruzu'nda Diyarbakır'daki gösterileri ve olayları şehrin içinden takip ettiğini anlatıyor. Türkiye'de 90'lardan bu yana gizli görevli olduğu anlaşılan Faddis, Mayıs 2008'de CIA'den emekli oldu. Türkçe, Kürtçe, Yunanca ve Arapça bilen Faddis halen Annapolis'te yaşıyor.
Aktifhaber

Amerika'nın bilinmeyen savaşı...
Fikret Ertan
Bugün Amerika, iki ülkede bütün dünyanın izlediği iki 'açık' savaş yürütüyor: Irak ve Afganistan. Irak Savaşı, 2003 Mart'ından bu yana yaklaşık 160 bin askerle, Afganistan Savaşı ise yaklaşık 34 bin askerle sonuçlandırılmaya çalışılıyor.

Bu açıkta, ortada ya da meydanda cereyan eden iki savaşa ilaveten Amerika, başta bu iki ülke olmak üzere pek çok ülkeyi de kapsayan bir de gizli, bilinmeyen bir savaş yürütüyor. Bu savaşın resmi adı 'Terörle Global Savaş' olmakla birlikte Bush yönetimi bu savaşı zaman zaman 'Uzun Savaş' olarak da nitelendirmiş bulunuyor.

Çeşitli Amerikan stratejik belgelerine ve yönetimin gizli emirlerine de 'Uzun Savaş' olarak giren bu savaşın hedef ve amaçları kısaca şöyle tanımlanıyor: "...Terörist liderlerin, barınaklarının, mali bağlantılarının, haberleşme metot ve araçlarının ve dünyadaki hareket kabiliyetlerinin tespiti, bulunması, bunlara karşı operasyonlar düzenlenmesi, bunların tesirsiz hale getirilmeleri; teröristlerin bilgi toplama sistemlerine, personel ve idari konularına önem verilmesi, bunların sürekli takibi..."

Dünyanın çeşitli köşelerinde karanlıkta yürütülen bu savaş hakkında tabiatı gereği şüphesiz fazla bir şey bilinmiyor. Bilinenler ise sadece ara sıra özellikle Amerikan basınına yansıyan birtakım haberler, bilgilerden ibaret. Bu bapta geçen yıl CIA'in dünyanın çeşitli ülkelerinde yaptığı operasyonlar sonucu tutuklayıp sorguladığı, bilinmeyen yerlere götürdüğü birtakım kimseler söz konusu olmuştu. O zaman bayağı gürültü koparan bu operasyonlar sonra unutulup gitmiş, tutuklananların akıbeti öğrenilememişti.

Bugünlerde Amerika'nın bu bilinmeyen, gizli savaşı Amerikan New York Times'ta önceki gün çıkan haber-yorumla yine gündem konusu olmuş bulunuyor. Bizim basında da iktibas edilen bu habere göre, kısaca SOCOM denen Amerikan Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı özel birlikler ya da timler, 2004 yılından bu yana bir düzineye yakın gizli operasyon yapmışlar. Yapılan bu operasyonlarda Suriye, Pakistan ve başka ülkelerdeki El Kaide ve diğer militanlar hedef alınmışlar.

Bu operasyonlar da zamanın Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in 2004 yılı baharında imzaladığı ve Başkan Bush'un da onay verdiği gizli emir uyarınca yapılmış. Bu gizli emirde Suriye, Pakistan, Yemen, Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere 20 kadar ülkenin ismi geçiyor. İran konusunda ise haberde bilgi veren, adları açıklanmayan Amerikalı yetkililer bu ülkeye karşı gizli operasyon yapılmadığını; ancak özel kuvvetlerin İran'da keşif misyonları gerçekleştirdiklerini de ima ediyorlar.

Amerika'nın bilinmeyen savaşı hakkında bilinenler bugün burada sözünü ettiğim New York Times haberi ve daha önce bu konuda çıkan diğer haberler. Kısacası bilinenlerin hepsi bu kadar işte; daha fazlası yok. Bu konuda ileride hangi bilgiler ortaya çıkar, bilmemiz mümkün değil elbette.

Ancak, bildiğimiz şu; Amerika, 1987 yılında kurduğu SOCOM'u özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra çok güçlendirmiş, bu kuvvete özel yetkiler tanımış bulunuyor ve şüphesiz çıkan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla bu kuvveti pek çok ülkede pervasızca kullanıyor. Bugün ordu, hava kuvvetleri, deniz kuvvetleri ve deniz piyadeleri kuvvetlerinin her birinin ayrı özel kuvvetleri var. Bunlar bağımsız operasyonlar yapabildikleri gibi, zaman zaman da hem birbirleriyle ve hem de CIA ile ortak operasyonlara imza atabiliyorlar. SOCOM'un toplam kuvveti en az 60 bin civarında ve benim bildiğim kadarıyla 7 milyar dolarlık bir kaynağa sahip.

Amerika bilinmeyen savaşını SOCOM ve CIA ile yürütüyor. Pek çok konuda bugünkü yönetimin politikalarını değiştireceğini açıkça söyleyen Obama ve yönetimi bakalım bu savaş konusunda ne yapacak? Cevabı belli ama biz yine de sormuş olalım...
zaman

İngiltere'den terörle mücadele yasasına ret
13 Ekim 2008
İngiltere'de Lordlar Kamarası, hükümetin terörle mücadele yasanının sıkılaştırılması önerisini, gözaltı süresinin 42 güne çıkarılmasını desteklemediklerini belirterek reddetti.
Lordlar Kamarası'nda, hükümetin Terörle Mücadele yasa tasarısı bu gece yapılan hararetli tartışmaların ardından 118'e karşı 309 oyla kabul edilmedi.

Hükümetin, terörle mücadele yasa tasarısı, terör zanlılarının, haklarında resmi suçlama olmadan gözaltında tutulabilme sürelerini 28 günden 42 güne çıkarıyor.

Yoğun tepkilere neden olan tasarının, aralarında İngiltere'nin eski istihbarat şefi Eliza Mannigham-Bullar da bulunduğu parlamentonun üst kanadının önde gelen üyeleri tarafından da eleştirilmesi nedeniyle Lordlar Kamarasında reddedilmesi bekleniyordu.

Tasarı, parlamentonun alt kanadı Avam Kamarası'nda haziran ayında az oy farkla kabul edilmişti.

Önde gelen siyasiler, yazarlar ve Avrupa Konseyi, kişisel özgürlüklere bir tehdit olduğunu belirterek tasarıya tepki göstermişti. Avrupa Konseyi tasarının adil yargılamayı ve güvenliği tehlikeye atacağını belirtmişti.
aktifhaber

ABD'de kefiye takınca terörist oldu!
31 Mayıs 2008
Dunkin Donuts reklamında oynayan ABD’li ünlü şef, ‘Filistinlilerin kullandığı ‘kefiye’ olarak adlandırılan şaldan takınca terörist ilan edildi. Reklam anında yayından kalktı.

Şef Rachel Ray’in oynadığı Dunkin Donuts reklamı, ABD’de olay yarattı. Boynunda Filistinlilerin kullandığı ve ‘kefiye’ olarak adlandırılan eşarpla görünen Rachel, muhafazakâr kesimin tepkisini çekti. Siyasi yorumcu Michelle Malkin, “Cihat amacı taşıyan katil Filistinlilerin giydiği bu kıyafetle reklamlara çıkıyor. Açıkca propaganda ve teröristlik yapıyor. Bu reklam yasaklanmazsa firmayı protesto edelim” dedi.

Dunkin Donuts da Malkin’ın başlattığı kampanyanın büyümesi üzerine ilanı geri çekti ve internet sitesindeki fotoğrafları kaldırdı. Şirket yetkilileri, “Reklamın gerçek amacı buzlu kahve pazarlamaktı. Ancak, reklam amacından saptırıldı ve yanlış anlaşılmalara yol açtı. Dolayısıyla reklamı çekme kararı aldık” diye konuştu. Ray’in giydiği siyah-beyaz ipek eşarbı Urban Outfitters üretmişti. Giyim firması benzer tepkiler nedeniyle eşarbın satışını durdurmuştu.

Michelle Malkin adlı muhafazakar siyasi yorumcunun başlattığı ve ardından çeşitli muhafazakar gruplar tarafından da desteklenen kampanyada, Rachel Ray’in eşarbıyla terörizme destek verildiği iddiaları, Dunkin Donuts firmasının, internette yer alan reklamını geri çekmesine neden oldu.

Yaser Arafat

Şef Rachel Ray’in kullandığı siyah-beyaz eşarbın, ABD’de Urban Outfitters adlı giyim firması tarafından piyasaya sürüldüğü ve Urban Outfitters’ın da, gelen protestolar üzerine geçen yıl bu eşarbın satışını durdurduğu belirtiliyor. Malkin, reklam geri çekilmediği takdirde Dunkin Donuts ürünlerinin Amerikalılar tarafından protesto edilmesi yönünde çağrı yapmıştı.

Rachel Ray’in söz konusu eşarpla görüldüğü internet sayfasındaki reklam, 7 Mayıs’ta yayınlandı, tepkiler üzerine geçen hafta Dunkin Donuts’ın girişimiyle kaldırıldı.

Donkin Donuts, reklamın gerçek amacının buzlu kahve pazarlamak olduğunu ve bu amaçtan sapıldığı yönünde yanlış anlama ihtimali dolayısıyla reklamı geri çekme kararı aldığını açıkladı.

“İNANILMAZ BİR CAHİLLİK” YORUMU

Geri çekilen reklamda Rachel Ray, elinde buzlu kahveyle, kiraz çiçeklerinin önünde, tartışma yaratan eşarbıyla poz veriyor. Firma, suçlamalara karşı, eşarbın, reklam hazırlanırken bir stilist tarafından seçildiğini ve hiçbir sembolizmin söz konusu olmadığını savunuyor.

Reklamın kaldırılması kampanyasını yürüten muhafazakar Michelle Malkin ise, inanılmaz iddiasında, Rachel Ray’in boynundaki eşarbın “kefiye” adı verilen geleneksel Arap eşarbına benzediğini, Ray’in eşarbı tıpkı Araplar gibi bağladığını, bunun “İslami aşırılık ve terörizmin” simgesi olduğunu iddia ediyor.

Michelle Malkin

Malkin, yazdığı bir yorumda da, kefiye için inanılmaz iddialarda bulundu. “Cihat amacı taşıyan katil Filistinlileri sembolize ediyor” diyen, “Filistin’in efsane lideri Yaser Arafat tarafından kefiyenin meşhur edildiğini” söyleyen Malkin, “kafa kesen teröristlerin boynunda da kefiyenin görüldüğü” yazdı. Michelle Malkin, modacıların böyle bir eşarp dizaynıyla ortaya çıkması ve solcu demokrat kesimin de buna destek vermesini ise “inanılmaz bir cahillik” olarak niteledi.

ABD’de yemek programlarının en tanınan yüzü olan ve sayısız yemek kitabı bulunan Rachel Ray, dünyanın birçok ülkesinde yayınlanan, Türkiye’de de e2’de yayınlanan programında, her akşam evlere konuk oluyor, 30 dakikada hazırlanabilecek en pratik yemekleri gösteriyor.

İddialar üzerine Chicago Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve Ortadoğu’nun medyada yansıması konusunda uzman olan Amahl Bishara, MSNBC’ye yaptığı açıklamada “Arap kültürünün yanlış anlaşıldığını” ifade etti ve “Sağcı bir yazarın kefiye ile terörizm arasında böyle bir bağ kurabilmesi, karmaşık Arap kültürünün bazı Amerikanlar tarafından ne kadar dar bir vizyona hapsedildiğinin güzel bir örneği. Kefiye Filistin’de her gün kullanılan, işe, okula giderken takılan bir aksesuardır” dedi.

‘KEFİYE’Lİ ÜNLÜLER

Kefiyenin ünlü kişiler tarafından kullanımı daha önce de dünya gündemini meşgul etmişti. Bundan üç yıl önce şarkıcı Rick Martin üzerinde Arapça, “Kudüs bizimdir” yazan kırmızı desenli bir kefiye takmıştı. Olayın ardından Martin dikkatsizliği için özür dilemiş, “Bana verilen kefiyenin üzerinde Kudüs ile ilgili o yazıların olduğundan haberim yoktu. Benim bu mesajı yaymak istediğimi düşünen herkesten özür dilerim” demişti.

Venezüela başkanı Hugo Chavez, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, film yıldızları Colin Farrell, Sienna Miller ve Kirsten Dunst de kefiye ile görüntülenmiş ünlülerden.

Amerika'da kefiye birçok genç tarafından kullanılıyor.

Çanta markası Balenciaga da, kefiyeleri defilelerinde kullanırken, Top Shop kefiyeleri üstüne kuru kafa baskısı yaparak satmıştı. Urban Outfitters firmasının ürettiği kefiyeler ise özellikle gençler arasında son yıllarda çok popüler oldu ve “savaş karşıtlığı”nın sembolü olarak görülmeye başlandı.

TÜRKİYE’DE ‘SUÇLU’ RENKLER

ABD’de yaşanan olayın çok sayıda benzeri sarı-kırmızı-yeşil renklerin biraraya gelmesi halinde “PKK” suçlamasıyla Türkiye’de yaşanıyor ve polise, yargıya yansıyor. En çok bilinen 3 örnek şöyle:

Hakkari’de sahneye konulan bir tiyatro oyununda, dekor olarak kullanılan sinekliğin üzerindeki sarı, kırmızı ve yeşil renkler nedeniyle oyunun yönetmeni Mahir Günşıray, Cumhuriyet Savcılığı’nda ifade verdi.
Diyarbakır’da tarlayı sürerken, PKK’yı simgeleyen şekiller çizdikleri gerekçesiyle baba ve oğul hakkında, 5’er yıl hapis istemiyle dava açıldı. “Olay”, Diyarbakır’a uçakla gelen yolcunun, havadan durumu fark edip, uçaktan inince güvenlik güçlerine bildirmesi üzerine ortaya çıkmış, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri baba-oğulu gözaltına almış, açılan dava beraat ile sonuçlanmıştı.
Hürriyet yazarı Ercan Saatçi’nin, Galatasaray taraftarlarının kartonlarla yaptığı gösteride, takımın rengi olan sarı-kırmızının yanı sıra yeşil rengin kullanılmasını, “arada biraz da beyaz” olmasına rağmen “manidar” bulduğunu yazınca, “Tribünde PKK renkleri” suçlaması yayıldı.
NTV

İngiltere Hükûmeti bütün telefon görüşmeleri ve elektronik postaları dinleyip izlemeye başlıyor
05 Ekim 2008
İngiltere'de hükümetin bütün telefon görüşmeleri ve elektronik postaları dinleyip izlemeye hazırlandığı öne sürüldü.
İngiliz hükümetinin telefon görüşmeleri ve elektronik postaların izlenebilmesi için gerekli veri tabanını oluşturmak üzere 12 milyar sterlinlik yatırıma hazırlandığı, dinlenen telefonlar ve okunan elektronik postaların sistemde depolanmasının planlandığı bildirildi.
İngiltere'de hükümete bağlı faaliyet gösteren, GCHQ adı verilen dinleme ve izleme merkezinin projenin ilk aşaması için gereken 1 milyar sterlinlik yatırımı hal-i hazırda tamamladığı kaydedildi.
Ülkenin en büyük internet servis sağlayıcısı ve cep telefonu firması olan BT ve Vodafone'un müşterilerinin yazışma ve konuşmalarının izlenmesi için, bu firmaların sistemlerine gerekli teknik altyapının ekleneceğini yazan Sunday Times, BT'nin ülkedeki internet müşterilerinin 5 milyonuna hizmet verdiğini hatırlattı.
İngiltere'de halen iç istihbarat teşkilatı MI5, İçişleri Bakanının iznine tabi olarak belli telefonları ve elektronik posta yazışmalarını izleyebiliyor. Çok daha geniş kitlelerin izleme ve dinlemeye tabi olacağı yeni sistemin, bir süre sonra Kraliçenin Avam Kamarası'nın resmi açılışında yapacağı konuşmada yer alacağı öne sürüldü.
İçişleri Bakanlığı sözcüsü, güvenilir kaynakların yeni sistemin ilke olarak kabul edildiğini bildirmesine rağmen, hazırlıkları doğrulamaktan kaçındı.
Muhafazakar partili "Gölge İçişleri Bakanı" Dominic Grieve ise hükü metin böyle bir uygulamayı kamuoyunda yeterince tartışılmadan devreye sokması halinde, daha önce her İngiliz vatandaşının resimli bir kimlik taşımasını zorunlu hale getirme planında olduğu gibi geri adım atmak zorunda kalabileceği uyarısında bulundu.
İngiltere'de güvenlik birimlerinin yetkilileri ise terörle etkin mücadele için bu tür bir izleme ve dinlemenin gerekli olduğunu savunuyor.
Teknik uzmanlar ise her yıl 57 milyar, her dakika 1800 adet SMS gönderilen bir ülkede böylesine bir veri tabanını güvenlik altında tutabilmenin mümkün olmayabileceğine dikkat çekiyor. netgazete

İŞGALLERİ PROTESTO ETTİLER....
11 Ekim 2008
ABD Başkanı George W. Bush’un Irak ve Afganistan işgallerine karşı protestolara katılan iki rahibe kendilerini 'terörist izleme listesi'nde buldular.
ABD’nin terörle savaş teranesi kapsamında kendi vatandaşlarını dâhil potansiyel terörist olarak görme eğilimi dur durak tanımıyor. Son olarak 43 ve 54 yaşındaki 2 rahibe de Bush’un terörist listesine dahil edildi. Washington Times’a 10 Kasım Cuma günü konuşan Rahibe Ardeth Platte, “Bu terörist ifadesi gerçekten çok ciddi bir suçlama” dedi.

Ardeth ve Rahibe Gilbert, Maryland Eyalet Polisi’nden terörist izleme listesinde olduklarına dair mektuplar aldılar. 54 yaşındaki rahibe Ardeth, “Terörist olarak damgalanmak isteyebileceğimiz hiçbir yol yok. Bizler şiddet karşıtıyız. Bizler inanç insanlarıyız” diye konuştu.

Her iki rahibe de, savaş karşıtı eylemleriyle tanınıyorlar. 2002’de Irak ve Afganistan savaşlarını protesto etmek için kuzey doğu Colorado’da insansız füze silosuna girdikleri için iki rahibe hapse atılmışlardı. Rahibe Carol, “Bizler Dominikan’ız; misyonumuz ‘veritas’ yani gerçektir” dedi.

Bush yönetimi, “terörler savaş” teranesiyle ilgili olarak izleme listesini en etkin araçlar arasında niteliyor. Liste ilk olarak katiller ve uyuşturucu kaçakçılarıyla sınırlıydı ancak 9/11’den sonra Başkan George W. Bush’un özel emriyle terör şüphelerini kapsayacak şekilde genişletildi.

FBI tarafından derlenen ve denetlenen kayıtlar, geniş yelpazedeki hükümet birimleri tarafından güvenlik araştırmalarında kullanılıyor. ABD havaalanlarında “uçamaz” ya da “celp” listelerine eklenen isimler seyahat yasaklama, tutuklama ve ek araştırmalara maruz bırakılıyorlar.

Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’ne (ACLU) göre, ABD’nin izleme listesi 1 milyondan fazla kaydı içeriyor.

Amaç susturmak

Rahibeler izleme listesindeki savaş karşıtı 53 eylemci arasında yer alıyor. Aktivistlere göre bu hareket, Maryland’ın protesto toplumunu daha geniş kontrol etme amacı taşıyor.

Rahibeleri casusluk suçlamaları karşısında savunan ACLU avukatı David Rocah şunları söyledi: “MSP’nin uygunsuz işlerinin henüz açıklanmadığını düşünüyoruz”.

ACLU’nun gönderdiği e-postalara göre Baltimore polisi, merkezin önünde sürekli protesto yapan Quakers adlı grubu izlemek için Ulusal Güvenlik Ajansı’yla 2003 ve 2004’te işbirliği yaptı.

Polis sözcüsü izlemenin daha geniş olup olmadığı ve diğer grupları da içerip içermediği sorularını yanıtsız bırakırken, rahibelerin ve diğer eylemcilerin neden listede olduğu konusunda emin olmadığı söyledi. Sözcü Greg Shipley, “İsimlerine ait bir kayıt olduğu gerçeği şu an içinde bulunduğumuz durumun nedenidir” dedi.

İki rahibe O’Malley yönetiminin geniş polis izlemesi üzerine soruları geçiştirdiğini söylediler. 43 yaşındaki Rahibe Carol, “İplemiyor görünmek istiyorlar ve büyük bir şey değile getiriyorlar” dedi.

Rahibeler hükümetin savaş karşıtlarını susturmak istediğinin altını çizdiler. Rahibe Carol şunları söyledi: “Demokrasi bu öğeler üzerine kurulmuştur. Gerçek olarak inandığımızı sesli şekilde söyleyebilmek üzerine…”
timeturk

Eşcinsel aileye verilen Iğdırlı kardeşler

Hollanda mahkemesinin eşcinsel koruyucu aileye teslim ettiği Iğdırlı kardeşler, şuan Türkiye'de ancak koruyucu aile çocukları istiyor.
25 Aralık 2008

Iğdır'da yaşayan ancak Hollanda'daki ailelerinden dolayı Lahey Yüksek Mahkemesi'nin eşcinsel bir koruyucu aileye verilmesine karar verdiği iki kardeşin, Iğdır'daki sınıf arkadaşları, arkadaşlarından ayrılmak istemiyor.

Edinilen bilgiye göre, Hollanda'da yaşayan Nurgül ve Hanlar Azeroğlu çiftinin Arif (10), Halil (7) ve Yunus (4) isimli çocuklarının velayeti, ''2004 yılında Yunus'un annesi tarafından düşürüldüğü'' gerekçesiyle Hollanda Gençlik Dairesince üstlenildi.

Daire, çocukları Hollandalı eşcinsel bir koruyucu aileye verdi. Ancak, Arif ve Halil yeniden anne ve babası tarafından Iğdır'daki akrabalarının yanına götürüldü. Bu arada, Hollandalı koruyucu ailenin davası üzerine Lahey Yüksek Mahkemesi, çocukların tekrar Hollandalı koruyucu aileye verilmesine karar verdi.

Karar, iki kardeşin Iğdır'da Kurtuluş İlköğretim Okulundaki sınıf arkadaşlarını çok üzüldü. Öğrenciler Arif ve Yunus'tan ayrılmak istemediklerini belirtti. 4. sınıfa giden Arif'in sınıf arkadaşlarından Büşra Özkan, Zehra Kalkan ve Eda Kızılay, Arif'i çok sevdiklerini belirttiler. Arif'in tam olarak Türkçe konuşamamasına rağmen çok iyi anlaştıklarını dile getiren öğrenciler, ''Onların bu konulara üzüldüklerini biliyoruz. Biz onları çok sevdik. Iğdır'dan gitmelerini istemiyoruz'' dediler. 1. sınıfa giden Halil'in sınıf arkadaşları da Halil'den ayrılmak istemediklerini söyledi. Öğrenciler Halil'le çok iyi anlaştıklarını kaydetti.

''ONLARI KENDİ AİLELERİ DIŞINDA KİMSEYE VERMEK İSTEMİYORUZ''

Çocukların dayısı Teğmen Aslan ise AA muhabirine yaptığı açıklamada, Lahey Yüksek Mahkemesi tarafından alınan karara tepki gösterdiklerini belirtti.

Çocukların eşcinsel bir koruyucu aileye verilmesine kesinlikle karşı olduklarını belirten Aslan, ''Çocuklar 6 aydır bizimle birlikte. Çok mutlular. Onları kendi aileleri dışında kimseye vermek istemiyoruz'' dedi.

Eşcinsel bir çiftin çocuklara aile sıcaklığı sunmasının ''imkansız'' olduğunu savunan Aslan, şunları söyledi:

''Çocukların velayetini bir yanlış anlaşılma sonucu Hollanda Gençlik Dairesi aldı. Daha sonra 3 kardeşi eşcinsel bir çiftin yanına verdi. Çocukların ikisi burada 3 sene kaldı. Daha sonra mahkeme Arif ve Halil'in velayetini yeniden bize verdi. Biz Yunus'un da velayetini almayı planlarken bir anda mahkeme çocukları tekrar koruyucu aileye vermeye karar verdi. Çocukların velayeti ablamdayken, kendisi çocukları Iğdır'a benim yanıma getirdi. Çocuklar 6 aydır bizimle birlikte kalıyor. Onları burada okula yazdırdık. Çocuklar burada çok mutlu olduklarını söylediler. Koruyucu ailenin yanında çocuklar mutlu değildi. Koruyucu aile ile kaldıkları 3 yılın çok kötü geçtiğini belirttiler. Çocuklarımız tekrar koruyucu ailenin evine gitmek istemiyor. Ayrıca eşcinsel bir aile çocuklara nasıl anne - baba sevgisi verebilir?''

CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANDAN YARDIM İSTEDİLER

Arif'in şeker hastası olduğunu da anlatan Aslan, şöyle konuştu:

''Çocuklara çok iyi bakmaya çalışıyoruz. Arif, şeker hastası. Tedavi için Erzurum ve Iğdır'daki hastanelere götürdüm. Çocukların Türkiye'de bir sosyal güvenceleri olmadığı için ilaçları kendi paramla aldım. Dayıları olarak tüm isteklerini yerine getirmeye çalıştım. Çocuklardan ayrılmak istemiyoruz. Bu konuda Cumhurbaşkanımız, Başbakanımızdan yardım bekliyoruz. Bizim yapacağımız hiçbir şey kalmadı. Bizlere yardım eli uzatmalarını istiyoruz.''

ÇOCUKLARIN BABAANNESİ VE DEDESİNİN AÇIKLAMALARI

Çocukların dedesi Ekber ve babaanneleri Susen Kötük ise gazetecilere yaptığı açıklamada, torunlarının gitmesini istemediklerini belirtti. Torunlarının Iğdır'a alıştığını ve burada okula başladığını dile getiren Ekber Kötük, ''Onlara en iyi şekilde bakmaya çalışıyoruz'' dedi. Gelininin ve oğlunun küçük çocuklarını göremediklerini de kaydeden Kötük, çocukların ailelerine kavuşmaları için yetkililerin yardımını beklediklerini kaydetti.

Susen Kötük ise Arif'in şeker hastası olduğunu anımsatarak ''Arif üzüntü ve stresten dolayı hasta oldu. Yaşananlar onu hasta etti. Yetkililer bize sahip çıksın. Çocuklarımızı yabancılara vermek istemiyoruz'' diye konuştu.
haber7

Almanya'ya vizesiz giriş askıda kaldı
Almanya, Türk vatandaşlarının ülkeye girişlerinde vizesiz uygulamaya geçildiğini ilan etti fakat Alman hükümeti havayolu şirketlerine gerekli yazıları göndermediği için Almanya'ya vizesiz giriş hala uygulanamıyor. Türkiye'deki ikametlerini korumak kaydıyla ve iki ayı geçmeyecek şekilde sanatçılar, bilim adamları, sporcular ve şoförlerin önceki günden itibaren Almanya'ya vizesiz girebilecekleri, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği tarafından açıklanmıştı. Bu açıklamaya rağmen Atatürk Havalimanı'ndaki THY ve Lufthansa Alman Havayolları yetkilileri kendilerine bu konuda yazılı bir talimat gelmediği için eski uygulamaya devam ettiklerini söylediler. 06.06.2009 İSTANBUL netgazete

CIA’den mahkumlara Nazi usulü işkence! Amerikalı doktorlar terör zanlıları üzerinde deney yapmış

04 Eylül 2009 Guantanamo, Ebu Garib, Bagram gibi Amerikan tutuklu kamplarındaki mahkumların denek olarak kullanıldığı iddiası ortalığı karıştırdı. İşkence olaylarında sağlık personelinin rolünü araştıran ve kar amacı taşımayan İnsan Hakları için Doktorlar örgütü, tutuklu bulunan terör zanlılarına rızaları dışında deney yapıldığını belirterek doktorları suçladı. Star gazetesinin haberine göre; örgüt, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) için çalışan sağlık görevlilerinin, “CIA’in gizli işkence programı” olarak adlandırdığı sürecin her aşamasında yer aldığını ve işkence yöntemlerinde tahmin edilenden daha fazla rolleri olduğunu öne sürdü. Sağlık personelinin terör suçlularına yönelik sorgularda kullandığı tekniklerin insanlar üzerinde deney yapmak anlamına geldiğini belirten örgüt, doktorların işkenceye yardım ettiğini ortaya koydu.

CIA: SORGU YÖNTEMLERİ AÇIKLANMASIN
CIA, terör zanlılarının tutuklanması ve sorgulanmasına ilişkin programının ayrıntılarını ortaya koyan yeni belgelerin açıklanmasına, bir kez daha, ‘ulusal güvenliğe ciddi zarar verebileceği’ gerekçesiyle karşı çıktı.
netgazete

26 Kasım 2009
Mercedes Benz de Cuntacıymış

Arjantin'de askeri cunta döneminde kaçırılan bir sendika görevlisi, Mercedes Benz'i cuntayla işbirliği yapmakla suçladı.

Arjantin'de askeri cunta döneminde kaçırılıp işkence gören eski bir sendika görevlisi, Alman şirketi Mercedes Benz'i cuntayla işbirliği yapmakla suçladı. Arjantin'in başkenti Buenos Aires'in kuzeybatı banliyösünde bulunan ve cunta döneminde işkence ve tutukevi işlevi gören Campo de Mayo adlı kışlanın eski yöneticilerinin duruşmasında, Hector Ratto adlı eski sendika delegesi yargıçlara, Arjantin'de yatırım yapan Mercedes Benz'in, sendikacıların adreslerini cuntaya bildirdiğini, bu şekilde ihbar edilen onlarca kişinin kayıp olduğunu iddia etti.
aktifhaber

Fransa'da Çarşafa Para Cezası
Fransa'da sokakta çarşaf ve burka gibi kıyafetlerle gezen kadınlara para cezası isteniyor.
07 Ocak 2010
Fransa, kamusal alanda çarşaf ve burka giyen kadınlara para cezası verilmesini öngören bir yasal düzenleme hazırlamaya başladı.

İngiliz basınında yer alan haberlere göre, Fransa'da yapılan yeni yasal düzenlemeyle sokakta çarşaf ve burka gibi yüzünü göstermeyen kıyafetlerle gezen kadınlara 750 euro para cezası kesilmesi öngörülüyor.

Karısını çarşaf girmeye zorlayan erkeklere ise bunun iki katı bir ceza getirilmesi planlanıyor.

Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin partisi UMP'nin parlamento grup başkanı Jean-Francois Cope, söz konusu yeni yasal düzenlemenin kadınların "saygınlığını ve güvenliğini" korumayı amaçladığını söyledi.

Yasa tasarısının, önümüzdeki günlerde Ulusal Meclisi'ne sunulması bekleniyor.

"Tüm kamusal alanlarda [çarşafı] yasaklamak istiyoruz" diyen Cope, aşırılığı desteklediği için kamu binalarında ya da Fransa sokaklarında çarşafa kesinlikle izin verilmeyeceğini belirtti.

Cope ayrıca, para cezasının "kamuya açık sokaklarda yüzü tamamen kapalı olarak dolaşan herkese" uygulanacağını da sözlerine ekledi.

Katı bir laiklik anlayışına sahip olan Fransa'da yaklaşık 5 milyon Müslüman yaşıyor. Fransa, 2004 yılında okullarda türban ve her türlü dini sembolün kullanımını yasaklamıştı.

Sarkozy kısa bir süre önce özellikle Fransa gibi laik ülkelerde türbanın gayrimüslimleri yabancılaştırdığı ve tehdit ettiği gerekçesiyle "hoş karşılanmadığını" söyleyerek, ülkede tartışma yaratmıştı.
aktifhaber

ABD'nin Haiti'deki amacı yardım değil, işgal
19 Ocak 2010
Leş kargası misali nerede bir karmaşa olsa ondan faydalanıp o ülkeye yerleşen ABD bu kez de depremin yerle bir ettiği Haiti'ye asker gönderiyor. Dünya ayakta.

Amerikan ordusu Haiti'nin başkenti Port-au-Prince'de operasyon üssü kuracağı ortaya çıkınca Fransa ve Latin Amerika ülkelerinden tepki geldi: Amaç yardım değil, işgal.

Amerikan ordusunun 82. hava indirme tümenine bağlı paraşüt birlikleri, Haiti'nin başkenti Port-au-Prince'in kuzeyinde bir operasyon üssü kurmaya başladı.

ANF'nin AFP’ye dayandırarak verdiği habere göre Albay Pat Haynes, görevlerinin insani yardım sağlamak olduğunu belirtirken, Amerikan donanmasına bağlı Seahawk helikopterleri askeri personeli taşımayı sürdürdü.

Amerikan askerleri, üslerini başkentin havaalanına yaklaşık bir kilometre uzakta terk edilmiş bir elektrik santrali tesisine kuruyorlar.

Fransa: ABD'nin Haiti'deki amacı yardım değil, işgal

Richter ölçeğine göre yedi büyüklüğündeki depremle harabeye dönen Haiti'de insani dram sürerken Fransa’da Birleşmiş Milletler’den Haiti'yi vuran depremin ardından "ABD'nin üstlendiği egemen role açıklık getirmesini ve soruşturma başlatmasını" istedi.

Amerikan güçleri, geçen hafta sahra hastanesi taşıyan bir Fransız yardım uçağının, Port-au-Prince havaalanına inişini engellemiş, Joyandet'nin şikayeti üzerine uçak ertesi gün Port-au-Prince'e güvenli bir şekilde inmişti.

Latin Amerika ülkelerinden tepki

ABD'nin Haiti'ye asker sevketmesine Latin Amerika ülkelerinden tepkiler geliyor. Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez ABD güçlerinin insani yardım bahanesiyle Haiti'yi işgal ettiğini belirtti. Yaklaşık üç bin Amerikan askerinin Haiti'ye gönderildiğini hatırlatan Chavez "Askerler savaşa gider gibi silahlı. Şu anda ihtiyaç duyulan şey silahlar değil, ABD'nin doktor, ilaç, yakıt, sahra hastanesi göndermesi gerek. Gizlice Haiti'yi işgal ediyorlar" diye konuştu. Chavez Haiti'deki Amerikan askerlerinin ne yaptığının belli olmadığına da dikkat çekti ve Amerikan askerini yardım çalışmalarında göremediğini söyledi.

ABD'nin bölgeye asker yığmasına bir tepki de, Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega'dan geldi. Ortega ABD’nin Haiti’deki deprem felaketini fırsat bilerek ülkeye daha fazla asker konuşlandırdığını söyledi. Haiti'deki gelişmelerin kendisini endişelendirdiğini belirten Nikaragua devlet başkanı ABD askerlerinin Haiti’ye gitmesinin bir anlamı olmadığını ifade etti. Ortega “Görünüşe göre Latin Amerika’daki üsleri ABD’ye yetmiyor. Umarım Haiti’deki askerlerini geri çekeler” diye konuştu.
aktifhaber

Adı yüzünden muayene etmediler
06 Şubat 2010

Almanya'nın Stuttgart yakınlarındaki Doneueschingen kentinde iki yıldır gittiği diş doktorunun kapalı olması yüzünden bölgedeki başka bir doktora giden Türk genci ismi yüzünden muayenehaneden kapı dışarı edildi.
Schwarzwälder Boten gazetesinde yer alan haberde, 16 yaşındaki Cihat Çelik'in iki yıldır gittiği diş doktorunun kapalı olması nedeniyle, bölgedeki bir diğer diş doktoruna gittiği belirtilerek, hekimin genci isminden dolayı muayene etmemediği belirtildi.

BU İSLAMCI OLMAYANLARA SAVAŞ DEMEKTİR

Kadın doktor yaptığı açıklamada, Cihat Çelik'in hasta listesinde önce adını gördüğünü ve "garip bir isim" diye düşündüğünü söyledi. Daha sonra bekleme odasına giden doktor, Cihat'a isminin gerçekten 'kutsal savaş' anlamına gelip gelmediğini sordu. Cihat anlamı doğrulayınca, odadaki dört kişinin önünde, "Bu durumda seni tedavi edemem. Bu İslamcı olmayan herkese karşı savaş ilan etmektir" dedi.

Cihat, isminin Türkiye'de sık kullanılan bir isim olduğunu ve öyle olmasa bile özgür bir ülkede herkesin istediği isme sahip olabileceğini söylese de doktoru ikna edemedi.

Cornelia Spitz ve Wiebke Bomas imzalı haberde, Türk ailenin doktor hakkında dava açacağı ifade edildi.
haber7

FİLİSTİN TİŞÖRTÜ GİYEN ÖĞRENCİYE CEZA
16 Şubat 2010
Fransa'nın Lyon kentinde Claude Bernard Koleji öğrencisi Zeynep D. üzerinde 'Özgür Filistin' yazılı bir tişört giyerek okula geldiği için üç günlük uzaklaştırma cezası aldı.
Uzaklaştırma cezası olan Arap asıllı Zeynep D'nin adı açıklanmaya tarih öğretmeninin bir önceki derste kışkırtıcı şekilde İsrail'in Filistin'e yaptığı zulüm ile ilgili övgüyle bahsetmesi üzerine olayın yaşandığı ifade edildi. Bu propagandadan rahatsız olan Zeynep'in ertesi gün "Özgür Filistin" yazılı bir tişört giyerek öğretmenini protesto ettiği bildirildi. Zeynep'in, öğretmeninin söz konusu tişörtü saklamasını ihtar edip ardından sınıftan çıkmasını istemesine aldırmadığı belirtildi. Bu tutum karşısında daha da ileri giden öğretmenin Filistin'in haklarını savunanları 'şarlatanlar' olarak nitelediği kaydediliyor.

Durumu öğretmen açısından değerlendiren okul yönetimi 2 Mart'tan geçerli olmak üzere Zeynep'in okuldan 3 gün uzaklaştırılmasına karar verdi. Olayın ardından bölgedeki bir çok sivil toplum kuruluşu Zeynep'in cezasının kaldırılması için imza kampanyası başlattı.
haber10
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Şub 05, 2009 11:20 pm    Mesaj konusu: İtalya'da Namaza, Camiye ve Peçeye Yasak Alıntıyla Cevap Gönder

06 TEMMUZ 2009 PAZARTESİ
Deniz Ülke Arıboğan
deniz.ulke@aksam.com.tr
İşlenmemiş suç tehlikesi üzerine

Henüz 'işlenmemiş suç' olur mu? Olmaz demeyin, olurmuş. Hafta sonunda Dünyanın en önemli hukuk araştırma merkezlerinden Max-Planck Uluslararası Ceza Hukuku Enstitüsü ile Bahçeşehir Üniversitesi'nin birlikte oluşturduğu merkezin açılış konferansında, Enstitü Müdürü Prof.Ulrich Sieber'in konuşmasını dinlerken, hepimizin aklına takılan soru buydu. Kendimizi bir anda 'Azınlık Raporu-Minority Report' filmini izlermiş gibi hissettik. Philip Dick'in hikayesinden uyarlanan bilim kurgu formundaki bol ödüllü bu film, Spielberg'in dehasının da göstergesiydi bana göre. Spielberg, bu filmde de, tıpkı diğer filmlerindeki gibi en olamaz görünen şeylerin de olabilirliğini gösteriyordu.
Filmde 2054 yılındaki güvenlik anlayışı kurgulanmıştı. Güvenlik teşkilatının insan zihnini okuyarak potansiyel suçluyu, henüz suçu işlemeden önce yakalaması söz konusuydu. Spielberg insan zihninin sınırlarını yine zorluyor, acayip bir kurguyu gerçekmişçesine anlatıyordu. En azından öyle sanmıştık! Olay bir filmden ibaret olunca çok da garipsememiştik elbette. Lakin bir anda konferansın 'Alman Ceza Hukukundaki Yeni Gelişmeler' ile ilgili bölümünde Prof. Sieber'in 'suç öncesi' aşamasından söz etmeye başlamasıyla işler tuhaflaştı. Almanya'da halen yapılmakta olan yeni değişikliklerle, suçun henüz işlenmeden cezalandırılabileceğinden bahsediyordu ve ceza hukukunun bu aşamada da devrede olacağını söylüyordu.
Değişiklik esas olarak 'ağır devlet güvenliği tehlikesi' yaratan suçlara ilişkindi. Alman Ceza Hukuku'nun 89a ve 89b maddeleri elden geçiyordu. Buna göre 'terör eylemi yapma hazırlığı' suçu ve 'terör örgütleriyle bağlantı kurma' suçu düzenleniyordu. Mesela satın aldığınız bazı kimyasal maddeler sizi potansiyel suçlu haline getirebilirdi. Evde tadilat, yıkım döküm gibi işler yapmak için bazı kimyasal maddeleri satın alırken dikkat etmeniz gerekiyordu. Çünkü onlar aynı zamanda yanıcı, patlayıcı üretiminde de kullanılabilirdi. Eğer genel davranışlarınız, daha önce bu işlere girişmiş olan teröristlerinkine benziyorsa hukuki süreç başlıyordu.
Keza teröristlerin eğitim kampına gitmek, onlarla ilişkili olmak, herhangi bir eylemde bulunmasanız bile suç kapsamına giriyordu. 91. madde ise internetten suç oluşturabilecek bilgilerin aktarılmasını, yani bir suç tarifi yapılmasını yasaklıyordu. Mesela silah kullanma tarifi vermek suç niteliğindeydi. Tüm bu düzenlemenin mantığı suçun işlenmeden önce cezalandırılması ve ceza hukukunun öne çekilmesiydi. Meşhur Nasrettin Hoca hikayesinde, hocanın testiyi kırmadan önce, 'ya kırarsa' diye şamarı yapıştırması gibi, önleyici ve engelleyici bir düzenleme olarak düşünülüyordu. Bu değişikliklere yönelik çok ciddi eleştirilerin olduğunu belirten Prof. Sieber, ancak 'halk güvenlik istiyor' demeyi de ihmal etmedi.
Bu değişikliğin siyasi partiler üzerindeki yoğun toplumsal baskıdan kaynaklandığını ve entelektüellerle halkın farklı perspektifleri olabileceğini görmek mümkün. Özgürlükler, güvenlik sorunları gündem geldiğinde kolayca rafa kalkabiliyor. ABD, hala terörle mücadelede ceza hukuku yerine, savaş hukuku kurallarını uyguluyor. AB ülkelerinde ise ABD'deki gibi bir 11 Eylül deneyimi yaşamamalarına karşın, ciddi bir güvenlik endişesi var. Küçük tetiklemelerle olayın ne noktalara varabileceği kestirilebilir.
Hukuk, diğer her şeyden bağımsız, kendi başına var olan bir kurallar bütünü değil. Günceli ve siyaseti takip ediyor ve ona göre şekil alıyor. Güvenlik ana sorun haline geldiğinde hakların hukuku değil, cezaların hukuku ön plana çıkıyor.
Akşam

Paul Craig Roberts
Amerika'yı kim yönetiyor?

Kudretinizin güçlü çıkar gruplarına hizmet etmekle sınırlı olduğunu görmek için Birleşik Devletler başkanı olarak seçilmek nasıl bir şeydir?

Hâkim sınıflar adına iyi iş çıkardığında kazançlı kurumsal makam edinebilir, fahiş konuşma ücretleri ve kârlı kitap sözleşmeleri imzalayabilir. Şayet bu başkan Clinton ve Obama gibi genç ise hayat şaaşalı bir dinlence olacaktır.

Birilerinin özel çıkarlarına karşı gelmek bir şey kazandırmıyor ve başarılı olamıyor. Özel çıkarın kamusal çıkar üzerindeki üstünlüğü 30 Nisan'da bir kez daha ispatlandı. Demokratların 1.7 milyon ipotek icrasını durdurmak ve ev sahiplerinin ipotekleri yeniden görüşmelerine izin vermek sûretiyle 300 milyar dolarlık net değeri (home equity) korumak için hazırladıkları yasa tasarısı, Demokratların 60 oyuna rağmen Senato'da reddedildi. Bankesterler 51'e 45 mağlup ettiler.

Doymak bilmez açgözlülükleri ve su katılmamış sorumsuzlukları yüzünden Amerikalıların emeklilik tasarruflarının yarısını süpürenler, ekonomiyi çökertenler ve ABD dolarının rezerv para statüsünü tehdit edenler yine bu aynı finans çetesi. Daha beter bir şöhrete sahip çıkar grubu tahayyül etmesi pek güçtür. Ancak "halkın temsilcilerinin" çoğunluğu, iki paralık bankesterlerin tâlimatına göre oy kullandı.

Kamunun yüzlerce milyar doları bankesterleri kurtarmak için harcandı fakat bazı Demokratlar ev sahiplerini bir miktar parayla kurtarmaya çalıştıklarında ABD Senatosu bankalardan yana tavır aldı. Senato'nun mottosu şu: "Yüz milyarlarca dolar bankesterlere, ev sahiplerine 10 cent bile yok."

Demokrat Senatör Dick Durbin, seçmenlerin bankesterler tarafından mağlub edildiğini kabul etti. "Samimi söylemek gerekirse bu yer, bankaların malı" dedi.

Nedenini anlaması zor değil. Ev sahipleri için hazırlanan tasarıyı boşa çıkaran Senatörler şunlar: Jon Tester, Max Baucus, Blanche Lincoln, Ben Nelson, Many Landrieu, Tim Johnson ve Arlan Specter. Haberlere göre bankesterler Tester'in kampanya fonuna yarım milyon dolar akıttılar. Baucus 3.5 milyon; Nelson 1.4 milyon; Landrieu 2 milyon; Johnson 2.5 milyon; Specter ise 4.5 milyon dolarlık yardım almıştı.

Ev sahipleri veya sağlık hizmetleri için üç kuruş para bulamayan aynı Kongre, askeri/güvenlik kompleksi için yüz milyarlarca dolar buluyor. Senato, Amerikalıların ipotekli evlerini kurtarmayı reddettikten bir hafta sonra, Obama'nın "değişim" yönetimi Kongre'den neoconların Irak savaşı için ilave 61 milyar dolar, yine neoconların Afganistan savaşı için 65 milyar dolar istedi. Kongre "evet yapabiliriz" diyerek bu talebi selamladı.

Bu yılın 533.7 milyar dolarlık savunma harcamasına 126 milyar dolar daha ilave edildi. 660 milyar dolarlık – muhtemelen düşük gösteriliyor – savunma harcaması, dünyanın ikinci büyük gücü Çin'in askeri harcamalarından on kat daha büyük.

"Dünya'nın tek süpergücünün" Irak ve Afganistan gibi ülkeler tarafından tehdit ediliyor olması nasıl mümkün olabilir? Eğer ki işgalcilere karşı gerilla kabiliyetinden başka bir askeri kapasitesi olmayan ülkeler tarafından tehdit edilebiliyorsa bu durumda ABD nasıl süpergüç olabilir?

"Bu savaşlar" aldatmacadır, Amerikan silah sanayini zenginleştirmek ve "güvenlik kuvvetlerinin" Amerikan vatandaşları üzerinde polis gücüne sahip olması için tasarlanmıştır.

Amerikalıların evlerini kurtarmak için üç kuruş para yok ama müslüman kadınları ve çocukları öldürmek, milyonlarca insanı mülteci durumuna düşürmek için yüz milyarlarca dolar var – ki mülteci durumuna düşen o insanların birçoğu ya isyancılara katılacak ya da bir sonraki göçmen dalgasıyla Amerikaya yönelecek.

Amerikan yönetiminin işleyişi böyle. Ve sanıyor ki kendisi "tepedeki şehir, dünya üzerindeki kandildir."

Amerikalılar Obama'yı seçtiler çünkü Bush'un faşistlerinin gereksiz, Amerika'nın şöhretini ve mâli gücünü tahrib eden, hiçbir kamu çıkarına hizmet etmeyen mücrim savaşlarını sona erdireceğini söylemişti. Ancak Beyaz Saraya yerleştikten sonra kendisini askeri/güvenlik kompleksi tarafından idare edilirken buldu. Savaş sona erdirilmedi, artık makbul görülmeyen Irak'tan daha makbul olan Afganistana nakledildi. Bu arada Obama, Pakistan'ın egemenliğini ihlal ederek Pakistan'daki hedeflere saldırmaya devam ediyor. Askeri/güvenlik kompleksinin Irak'ta süren tek bir savaş yerine daha zor şartlar altında sürdürülen iki savaşı var artık.

Onlarca yıl süren savaşların sonucunda kolay yoldan terfiyi gören Amerikalı komutanlar "Amerikan güvenliğine tehdit teşkil eden Talibana" cevap verdiler. "Onlar buraya gelmeden evvel biz gidip onları orada öldürelim" diyorlar. Amerikan yönetimindeki hiçkimse veya onun yüksek ücretli ajanlarının hiçbiri çıkıp da Afganistana odaklı Talibanın Amerika'ya nasıl gelebileceğini açıklamıyor. Amerikan kamuoyunun askeri/güvenlik kompleksinin zenginleşmesine destek vermesi için bu abartılı korku yeterli geliyor ve tabi bu esnada ABD nüfusunun emeklilik umudunu mahveden bankesterler Amerikalıların evlerine el koyuyor...

Pentagon bütçe belgelerine göre Afganistan savaşının mâliyeti, gelecek yıla kadar Irak savaşının mâliyetini aşacak. Harvard'ın bütçe uzmanı, Nobel ödüllü bir ekonomistine göre Irak savaşı, Amerikan vergi mükelleflerine 3 trilyon dolara patladı yani 3.000 milyar dolar cepten çıktı ve gelecekteki borç çoktan tahakkuk etti (gazilere yapılacak harcamalar vb şekillerde).

Şayet Pentagon haklıysa, o halde ABD hükümeti iki savaş için gelecek yıla kadar 6 trilyon dolar harcayacak demektir ki bu savaşların tek gâyesi silah imâlatçılarını ve "güvenlik" bürokrasisini zenginleştirmek.

Beşeri ve sosyal mâliyeti ise hazin; Amerikan bombalarının kasıp kavurdukları öyle sadece Iraklılar, Afganlar ve Pakistanlılar değil. Dahr Jamail'in bildirdiğine göre ABD ordusundaki psikyatristler, muharebe alanına üçüncü kez sevk edilen askerlerin yüzde 30'nun ruhi çöküntü yaşadıklarını tespit etmişler. Amerikan nesilleri boyunca devam edecek mâliyetler arasında intihar, işsizlik, boşanma, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, evsizlik ve hapsedilme de var.

Obama yönetimi Afganistan denilen "ölüm çölünde" dev bir askeri üs inşa ediyor. Niçin? Afganistan iç politikasıyla Amerikanın ne işi var?

Silah sanayini zenginleştirmekten başka bir işe yaramayan bu kaynak israfı da nedir böyle?

Çin ve bir yere kadar da Hindistan, yükselen güçler. Rusya, yeryüzündeki en büyük ülke, Amerika'nınki kadar korkutucu bir nükleer cephaneliği de var. Bankesterlerin savaşlarından ve yine bankesterleri kurtarmaktan doğan bütçe açıkları, ABD dolarının rezerv para statüsünü - ki Amerikan gücünün varıp dayandığı en önemli kaynaktır – baltalıyor.

Güvenliğiyle ilgisi olmayan ve bilakis güvenliğini tehdit eden, kudretini yiyip bitiren savaşları niçin yapyor Amerika?

Cevap: Askeri/güvenlik lobisi, haydut finansçılar ve AIPAC hâkimiyeti yüzünden. Amerikan halkının canı cehenneme.

çeviren: M.Alpaslan Balcı

Dünya Bülteni


AVRUPA'DAN YİNE İKİYÜZLÜLÜK

6 Mayıs 2009 07:55
Avrupa, Müslümanları ve İslam'ı hedef alan hakaret eylemlerini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmeye devam ediyor. İsviçre Federal Mahkemesi, bir partinin Müslümanları aşağılayan tartışmalı seçim afişini, eleştiri özgürlüğünü referans yaparak akladı.
İktidar ortağı Merkez Demokratik Birliği'nin (UDC) 2007 yılında yapılan seçimler için hazırladığı afişte, namaz kılarken secde halinde fotoğrafı çekilen İsviçreli Müslümanların görüntüsü üzerinde "Kafanızı kullanın!" sloganı yer alıyor. Fotoğraftaki Müslümanlar, 2006'da, Danimarka'da yayınlanan Hz. Muhammed karikatürlerini protesto etmek için Bern şehrinde Federal Meydan'da bir araya gelmişti. Afiş, İsviçre'de sert tartışmalara sebep olmuştu.

"Aynı afişi, Yahudileri veya Hıristiyanları hedef alarak yapmaya cesaret edebilir misiniz? Hayır!" diyerek sağcı partiyi ayrımcılıkla suçlayan Bas-Valais bölgesi savcısı André Morand, dava açmıştı. Müslümanların yanı sıra diğer siyasi partiler de afişe tepki gösterdi.

Davayı sonuçlandıran İsviçre Federal Mahkemesi, afişin dinî ya da ırkçı bir ayrımcılık unsuru taşımadığına hükmetti. Kararı değerlendiren Federal Yargıç Dominique Favre, "Afiş, hoşgörüden yoksun olsa da, korkular üzerine oynasa da; Müslümanları hukuk önünde eşit olmayan bir şekilde göstermiyor. Bir demokraside, aşırı ve kötü de olsa eleştiri kabul edilmeli." yorumunda bulundu.

Afiş aleyhine dava açılmasını ve federal mahkemeye gönderilmesini destekleyen yargıç Hans Wiprächtiger ise kararın "can sıkıcı" olduğunu ifade etti. UDC'nin Müslümanlara hakaret ettiğini savunan İsviçreli yargıç, kararın ardından benzer girişimlerin artmasından endişe ettiğini ifade etti.

İsviçre mahkemesinin kararı, Avrupa'da Müslümanlara karşı ortaya konulan ikiyüzlü yaklaşımı bir kez daha ortaya koymuş oldu. Müslümanlara yönelik bir girişim olduğunda ifade özgürlüğünün bayraktarlığına soyunan Fransa, Fransız bir komedyen, haziran ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerine İsrail'i hedef alan seçim listeleri ile girmeye kalkınca engellemek için çalışma başlattı. Ünlü komedyen Dieudonné'nin seçim listesi, eğer hukuki bir yol bulunursa yasaklanacak.

ZAMAN

ABD'yi sarsacak rapor !

Uluslararası Kızılhaç Komitesi, CIA'ın hapishanelerinde işkence gören terör zanlılarının sorgulanmasına sağlık görevlilerinin de katıldığını iddia etti
08 Nisan 2009 / 07:33

Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC), Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) gizli denizaşırı hapishanelerinde işkence gören terör zanlılarının sorgulanmasına sağlık görevlilerinin de katıldığını ve etik ilkeleri ihlal ettiklerini açıkladı

ICRC'nin 2007 yılında 14 tutuklu ile görüşerek hazırladığı raporunda, hekim ve psikolog olduğu düşünülen sağlık görevlilerinin, CIA cezaevlerinde mahkumlara kötü muamele ve işkenceyi izleyerek sorguculara devam etmeleri, durmaları ya da sorguyu bırakmaları konusunda tavsiyelerde bulundukları belirtildi.

Raporda, bir tutuklunun suda boğulma hissi yaratan (waterboarding) ve yaygın biçimde işkence olarak değerlendirilen sorgulamada tıbbi personelin kan oksijen düzeyini izlediği iddiasına yer verildi. Bir başka tutuklu da, bir başka işkence de doktorların düzenli olarak kollarını kontrol ederek ne zaman oturmasına izin verebileceklerine ilişkin işaret verdiğini anlattı.

Raporda, uluslararası hukuka aykırı bir sorgu sürecinin uluslararası tıbbi etik standartlarına aykırı olduğu hatırlatıldı.

ICRC'nin raporundaki iddialar için, 2006'da Guantanamo'ya getirilmeden önce denizaşırı gizli CIA cezaevlerinde tutulan 14 kişiyle görüştüğünü, bu kişilerin ABD tarafından 2002 Bali saldırıları, 11 Eylül saldırıları gibi kitlesel ölümlere yol açan eylemleri planlayan ya da gerçekleştiren "yüksek önemde" El Kaide zanlısı olarak değerlendirildikleri belirtildi.

Bu kişilerin 3 yıldan fazla CIA tarafından tutulduğu, tecrit edilerek birbirleriyle görüşmelerine izin verilmediği, ICRC'nin ancak Kasım 2007'de bu kişilerle görüştüğü kaydedildi. ICRC'nin, bu iddiaları inanılır bulduğu da ifade edildi.

Kızılhaç'ın bu raporunun gazeteci Mark Danner tarafından, pazartesi gecesi New York "Review of Books" internet sitesine gönderildiği kaydedildi.

"Yüksek önemdeki" bu zanlıların halen Guantanamo'da olduğu kaydedildi.
haber editör

ABD'de, Bush döneminden bir yetkili: Guantanamo'daki tutulanların çoğu masum
20 Mart 2009 ABD'nin eski başkanı George W. Bush döneminin bir yetkilisi, Guantanamo Körfezi'ndeki ABD askeri üssünde kurulan gözaltı merkezinde terör zanlısı oldukları gerekçesiyle tutulanların çoğunun masum olduğunu söyledi.
Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın özem kalem müdürü Lawrence B. Wilkerson, Guantanamo'da tutulan ortalama 800 kişinin yalnızca 20'si kadarının terörist olduğunu bildirdi.
Guantamano'dakilerin çoğunun masum olduğunu, ancak bu kişilerin, Amerikalı yetkililerin önemli şeyler bildiklerini "umut ettikleri" için burada tutulduklarını ifade eden Wilkerson, Guantanamo'da hala masum insanlar bulunduğunu ve bazılarının 6-7 yıldır orada tutulduklarını kaydetti.
Wilkerson, Guantanamo'da tutulanların masum olduğunu ABD Dışişleri Bakanlığı brifinglerinden ve askeri yetkililerden öğrendiğini dile getirdi

netgazete


Salınan tutuklu: Guantanamo Ortaçağ işkencehanesi

23 Şubat 2009 PABD'nin terör şüphelilerini tuttuğu Guantanamo'da 4 yıl tutuklu kalan Binyan Muhammed (30), Amerika'yı, İngiliz istihbaratı ile anlaşarak kendisine "Ortaçağ" işkencesi yapmakla suçladı.
İngiliz hükümetinin geçtiğimiz hafta yaptığı talep üzerine serbest bırakılan Muhammed bugün Londra'ya döndü. İngiltere'de ikamet eden Etiyopya vatandaşı Muhammed, fiziksel ve zihinsel olarak medyanın karşısına geçecek durumda olmadığını kaydetti.
Londra'ya gelişinden önce avukatı aracılığıyla yazılı bir açıklama yapan Muhammed, 2002'de tutuklanmasından sonra yaşadıklarını, asla hayal edemeyeceği "en korkunç kabuslar" şeklinde niteledi.
2002 yılında Pakistan'ı ziyareti sırasında tutuklanan ve 4 ay sonra Amerikan güçlerince Fas'a götürülen Muhammed, Guantanamo'ya götürüldüğü 2004 yılına kadar "işkenceye" maruz kaldığını belirtti. Muhammed, "Bir işkence kurbanı olacağımı asla hayal bile edemezdim. Kaçırıldım, bir ülkeden başka bir ülkeye nakledildim. ABD hükümeti tarafından planlanan Ortaçağ usulleriyle işkenceye uğradım" dedi.
Pakistan'da tutuklu bulunduğu sırada, bir İngiliz ajanın gözetiminde Pakistan istihbarat yetkilileri tarafından sorgulandığını söyleyen Muhammed, 2002'de CIA'ye ait bir uçakla Fas'a götürüldüğünü ve 2004 yılı Eylül ayında Guantanamo'ya varıncaya kadar burada sürekli işkence ve tacize maruz kaldığını dile getirdi.
Muhammed, "Fas'ta, bana işkence yapan insanların, belge ve soruları İngiliz istihbaratından aldığını anladığımda hayatım tümüyle karardı. Pakistan'da İngiliz istihbarat elemanlarıyla görüşmüştüm. Onlara karşı gayet samimi oldum. Onların beni kurtarmaya gelen insanlar olduğunu düşünüyordum. Ancak bunların bana işkence edenlerle işbirliği yaptığını sonradan farkettim" dedi.
Bu arada İngiliz Başsavcı, Muhammed'in açıklamalarına ilişkin yeterli kanıt bulunması halinde İngiliz hükümeti ve istihbaratı aleyhine bir soruşturma başlatılabileceğini ifade etti.
Muhammed'in avukatı da, İngiliz hükümeti aleyhine dava açmanın ihtimal dahilinde olduğunu vurguladı. İnsan hakları grupları ise konuya ilişkin kamu soruşturması başlatılması çağrısında bulundu.
İngiltere'den ayrıldığında ülkede yasal oturma izni bulunan Muhammed'in, daha önceki haklarına sahip olması bekleniyor. Avukatı Clive Stafford Smith, Muhammed'in İngiliz yetkililer tarafından sorgulanabileceğini kaydetti.
İngiliz polisi, Muhammed'in Londra'ya dönüşü sonrasında, kontrolden geçirildiğini ve terörle mücadele yasaları çerçevesinde gözaltına alındığını ancak tutuklanmadığını söyledi.
Pakistan'da hakkında herhangi bir suçlama olmaksızın gözaltına alınan Muhammed, Guantanamo'da kaldığı 4yıl boyunca mahkemeye çıkarılmadı. Guantanamo'da hala 200'den fazla mahkumun bulunduğu belirtiliyor.

netgazete


Karaciç: ABD söz verdi beni yargılayamazsınız


Radovan Karaciç, Richard Holbrooke'un kendisine barış karşılığı yargılanmama sözü verdiği iddiasını yineledi

11/02/2009

Bosna Savaşı'nın (1992-1995) baş savaş suçlusu Radovan Karaciç, Dayton barış antlaşmasının mimarı Amerikalı diplomat Richard Holbrooke'un BM'nin Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi'nde (YSSM) tanık olarak dinlenmesi ısrarından vazgeçmiyor.

On yılı aşkın süre kaçtıktan sonra sahte hekim kimliğiyle geçen yıl temmuzda Belgrad'da yakalanan Karaciç, temmuz 1996'da dönemin Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç ve Holbooke ile Belgrad'da yaptıkları gizli görüşmeye ilişkin kanıtları ortaya koyabilecek Amerikan adalet mekanizmasından yardım istiyor.

Mahkeme tutanaklarına göre Karaciç'in amacı, ''Holbrooke'un Dayton Antlaşması'na itaatle savaş sahnesinden çekilmesi karşılığında kendisine YSSM'de dava açılmayacağı güvencesinin verildiği iddiasını en yakın tanık Holbrooke ile ortaya koymak.

Karaciç, Belgrad'da 1996'da kendisine verildiğini iddia ettiği güvencenin tanıklarından Holbrooke'un yardımıcısı Amerikalı diplomat Philip Goldberg'in de Hollanda-Lahey'de kurulu YSSM'de tanık olarak dinlenmesini talep ediyor.

Amerikalı hukuk danışmanı Denise Manning, Karaciç'in yakalandığından beri ısrarla vurguladığı talebinin yerine getirilmesi için ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine Philip Goldberg aracılığıyla bakılabileceğini söyledi.

YSSM yargıçlar heyeti de savcıya iddiaya konu olan 1996 'da Belgrad'da Holbrooke-Karaciç-Miloşeviç buluşmasıyla ilgili araştırmanın yapılmasını istedi.

Karaciç, Saraybosna kuşatmasında en az 11 bin kişi, Srebreniça faciasında savaşacak güçte görülen çocuk yaştakiler dahil 8 bin 106 Boşnak erkeğinin katledilmesinde baş suçlu. Yardımcısı General Ratko Mladiç YSSM tarafından halen ''aranıyor''.

ABD Başkanı Bill Clinton'ın seçkin diplomatı Richard Holbrooke'un eseri olan, Bosna faciasını bitiren Dayton Barış Antlaşması 21 kasım 1995'te Ohio eyaletinin Dayton kentinde Wright-Patterson askeri hava kuvvetleri üssünde parafe edildi. 14 Aralık 1995'te Paris'te Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franyo Tudjman ve Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç arasında imzalandı. Bill Clinton, aracı ABD devleti adına tanıklık yaptı.

Yugoslavya'nın Sırp Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç, 11 Mart 2006'da Lahey yakınında Scheveningen'de kurulu özel BM-YSSM cezaevinde öldüğünden Holbrooke'un gizli Belgrad buluşması büyük ihtimalle karanlığa gömüldü.

Ajanslar



İtalya Namaz Kılmayı Yasaklıyor!

İtalya'nın Friuli Venezia Giulia Bölgesi'nde yeralan Pordenone kentine bağlı Azzano Belediyesi'nde uygulanmaya hazırlanan karar tepki topladı

02/02/2009

İtalya'nın Friuli Venezia Giulia Bölgesi'nde yeralan Pordenone kentine bağlı Azzano Belediyesi'nde uygulanmaya hazırlanan karar tepki topladı.

İSLAMİ İBADET YASAKLANIYOR
Hükümetin ırkçı uygulamalarıyla dikkat çeken ortağı Lega Nord (Kuzey Ligi) Partisi'nden olan Belediye Başkanı Enzo Bortolotti, basın açıklamasında bulunarak, belde kapsamında islami ibadeti yasaklayacaklarını dile getirdi.

PEÇE İLE DOLAŞMAK YASAK
Başkan Bortolotti, yine Lega Nord partisinden olan İçişleri Bakanı Roberto Maroni tarafından uygulamaya konulan yeni güvenlik paketi sayesinde belediyelere karar serbestisi tanıdığını anlatarak, “Bu sayede her belediye güvenlik adına gereken adımları daha serbest atabilecek” dedi. Daha sonra önümüzdeki hafta kesinleçecek karar kapsamını açıklayan Bortolotti, şunları söyledi: “Belediye sınırları içindeki kamu alanlarıve alanlarda ibadet yapılması kesinlikle yasaklanacak. Bunun yanında hiç kimse peçe ile dolaşamayacak. Belediye sınırları içinde yeni cami yapılmayacak.”

CAMİLERDE POLİTİKA YAPILIYOR
Bortolotti ayrıca, camide ibadetin de sadece İtalyanca olabilmesi için parlementerlerle çalışma yürüttüklerini bildirirken, “Camilerde İtalyanca ibadet edilmesi için yasa çıkartılmasına çalışıyoruz. Çünkü camilerde, kiliselerde olduğu gibi sadece ibedet edilmiyor, politika yapılıyor” iddiasında bulundu.

Bortolotti bundan 4 yıl önce de, Müslüman kadınların belediye sınırları içinde peçe kullanmasını yasaklarken karar İl Genel Meclisi tarafından geçersiz kılınmıştı. Bu kez Lega Nord Partisi'nin hükümette, başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere önemli bakanlıklara sahip olması nedeniyle, bu uygulanmaların engellemeyle karşılaşmayacağı belirtildi.

İtalya’da Müslümanlara yönelik tartışmalı bir karar da Emilia Romagna Bölgesinde yeralan Parma kentinde Belediye geçen yıl belediye Müslüman cemaatin cami olarak kullanması için endüstri bölgesinde bir bina tahsis etti. Gerekli izinler alındıktan sonra gerekli halı ve mobilyalarla döşenen bina, cami olarak kullanılmaya başlandı. Ancak, geçen gün itfaiye uzmanlarınca yapılan kontrolden sonra “Halıda sentetik karışım olması nedeniyle yangın riskini arttırıyor” denilerek, binadaki halı ve tüm mobilyalar boşaltıldı. Binada sadece birkaç Kuran- ı Kerim dışında hiç bir şey kalmadığını belirten cemaat başkanı Farid Mansouri, “Kullandığımız halı, İtalya genelindeki camilerde kullanılan standart halı. Ayrımcılığa maruz kaldık. Bu kararın arkasında bize karşı nefretin yattığını düşünüyoruz” dedi.
http://www.anadoluhaberim.com/haber_detay.php?haber_id=1316

FIFA'DAN ÇOK TARTIŞILACAK KARAR !

14 Mart 2009 07:56
Türk yardımcı antrenör Yüksel'i takımdan kovan Steaua Bükreş Kulübü Başkanı Gigi Becali, delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etti.
Türk yardımcı antrenör Yüksel Yeşilova'yı 'Müslüman olduğu için takıma uğursuzluk getirdiğini' öne sürerek takımdan kovan Steaua Bükreş Kulübü Başkanı Gigi Becali, delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etti.

FIFA Etik Kurulu, beraat kararını bugün resmi bir yazıyla Romanya Futbol Federasyonu'na bildirdi. Başkan Paolo Lombardi imzasıyla gönderilen yazıda, Becali'ye atfedilen ve dini ayrımcılık içeren ifadeler için, yeterli delil bulunamadığı belirtildi. Yazıda, 'Eldeki verilerin dikkatle incelenmesi sonucunda, Becali'nin cezalandırılmasını gerektirecek yeterli delil bulunamamıştır.' ifadelerine yer verildi.
haber10

Belçika Danıştayı: Okulda başörtüsü yasağı doğru
13:30 - Irkçılıkla Mücadele Derneğinin (Mrax), 2005 yılında, başörtüsünü yasaklayan okullara karşı ayrımcılık ithamıyla yaptığı bir başvuruyu ve açtığı davaları değerlendiren Belçika Danıştay'ı, söz konusu okulların ayrımcılık yapmadığına, aksine ayrımcılığa karşı önlem aldığına hükmetti. Mrax, dava açtığı okulların, "siyasi ve dini aidiyet gösteren sembollerin görünür şekilde taşınmasının" yasaklanmasına karşı çıkıyordu. Derneği haksız bulan Danıştay, başörtüsü yasağı uygulamasının "halklar arasında dostluğu, eşitliği, kardeşliği desteklemek ve ayrımcılığı önlemek" amaçlı olduğunu savundu. 07.04.2009 BRÜKSEL netgazete

FBI'ın, Müslüman gruplardan "ispiyonculuk yapmalarını" istediği iddia edildi

17 Nisan 2009 ABD'de bir Müslüman grup, Federal Araştırma Bürosu'nun (FBI) insanlardan ispiyonculuk yapmalarını istediğini öne sürerek ABD Adalet Bakanı Eric Holder'a olayın incelenmesi çağrısında bulundu.
FBI'ın, Müslümanlardan, Müslüman liderler ve cemaatlerle ilgili ispiyonculuk yapmaları talebinde bulunduğunu iddia eden Michigan İslami Organizasyonlar Konseyi adlı grup, bu iddiaları içeren bir mektubun geçen hafta Holder'a gönderildiğini açıkladı.
Mektupta, çeşitli cami cemaatleri ve diğer gruplara mensup Müslümanlara, camiye gelen kişiler ve yaptıkları bağışlar konusunda FBI'ya bilgi vermeleri konusunda teklif geldiği belirtildi.FBI'ın, Müslüman gruplardan "ispiyonculuk yapmalarını" istediği iddia edildi

17 Nisan 2009 ABD'de bir Müslüman grup, Federal Araştırma Bürosu'nun (FBI) insanlardan ispiyonculuk yapmalarını istediğini öne sürerek ABD Adalet Bakanı Eric Holder'a olayın incelenmesi çağrısında bulundu.
FBI'ın, Müslümanlardan, Müslüman liderler ve cemaatlerle ilgili ispiyonculuk yapmaları talebinde bulunduğunu iddia eden Michigan İslami Organizasyonlar Konseyi adlı grup, bu iddiaları içeren bir mektubun geçen hafta Holder'a gönderildiğini açıkladı.
Mektupta, çeşitli cami cemaatleri ve diğer gruplara mensup Müslümanlara, camiye gelen kişiler ve yaptıkları bağışlar konusunda FBI'ya bilgi vermeleri konusunda teklif geldiği belirtildi.

netgazete

Almanya, 2'si Türk 4 müslüman yargılıyor
13:45 - Aralarında Adem Yılmaz (30) ve Atilla Selek adlı 2 Türk'ün de bulunduğu 4 müslüman hakkında açılan dava, Düsseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesinde görülmeye başladı. "Sauerland Grubu" adı verilen ve Almanya'da terör saldırıları hazırlığındayken yakalandığı iddia edilen Yılmaz ile Müslüman olan Alman Fritz Gelowicz (29) ve Daniel Schneider'in (23) ve Selek'in duruşmasına, medya yoğun ilgi gösterdi. 22.04.2009

İngiiz polisi, 2007'de Terörle Mücadele Yasası gereği yeni yetkilerle, 1 yılda 3 kat fazla kişiyi durdurup arama yaptı

02 Mayıs 2009 İngiltere'de polisin 2007 yılında Terörle Mücadele Yasası gereği aldığı yeni yetkilerin ardından 2007-2008 döneminde, bir önceki yıla göre 3 kat daha fazla kişiyi durdurup arama yaptığı bildirildi.
İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan istatistik rakamlarına göre, 2007-2008 döneminde 124 bin 687 kişi polis tarafından durdurulup üstlerinde arama yapıldı. Ancak polisin bu aramaların sonucunda sadece 73 kişiyi, yani üzerinde arama yapılanların yalnızca yüzde 0,058'ini terörle mücadele yasası gereği tutukladığı bildirildi.
Söz konusu dönemde gerçekleştirilen aramaların yüzde 90'ının Londra'da yapıldığı ve bu aramaların sonucunda polisin terör suçu işlediği kuşkusuyla üstünde arama yaptığı kişilerden 1198'ini başka suçlarla gözaltına ald ığı da ifade edildi.
İçişleri Bakan Yardımcısı Vernon Coaker, polisin arama yetkisini kullanırken gayet açık yönetmeliklere tabi olduğunu ve bu yönetmeliklerin de polisin elindeki gücü doğru kullandığından emin olmak için hazırlandığını belirtti.
Gölge İçişleri Bakanı Chris Grayling ise, polisin arama eylemlerinin pek çoğunun haklılığı üzerinde kuşku bulunduğunu öne sürdü.

netgazete

Yunanistan, Müslüman'ın mezarlığını bile istemiyor
17:30 - Yunan Kilisesinin 2005 yılında "Shisto" bölgesinde Müslüman mezarlığı yapımı için 30 dönümlük bir arazi verdiğini ancak aradan geçen 3 yıla rağmen hiçbir gelişme sağlanmadığı gibi, İçişleri Bakanlığının da, "arazinin mezarlık için uygun olmadığını" açıkladı bildirildi. Yunanistan'da son 11 yıldır başkent ve çevresinde yaşayan Müslümanlar'ın ibadetleri için bir cami inşası ve mezarlık yapımı tartışılıyor. Parlamentonun ilki 9, ikincisi 2 yıl önce olmak üzere iki kez cami inşası için karar almasına ve Yunanistan Kilisesinin gerek cami, gerekse mezarlığın yapılmasına destek verdiği yönündeki açıklamalarına rağmen, şu ana kadar herhangi bir gelişme kaydedilmedi. 05.05.2009 ATİNA netgazete

ABD BOMBARDIMANI... SİVİLLERE RAĞMEN... DEVAM...

10 Mayıs 2009 23:55
ABD, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin, Amerikan savaş uçaklarının geçen hafta iki köyü vurmasından sonra hava saldırılarının durdurulması talebine olumsuz karşılık verdi.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones, ABC televizyonuna yaptığı açıklamada, ABD'nin Afganistan'da hava saldırılarını sona erdirmeyeceğini söyledi.

Amerikan güçlerinin, en uygun istihbarata dayanarak askeri kararlarını almaya devam edeceğini ifade eden Jones, hiçbir harekatı seçenek dışı bırakmayacaklarını kaydetti.

Jones, sivil kayıplar olmaması için dikkatli olmaları gerektiğini ve bu konudaki çabalarını iki katına çıkaracaklarını ifade ederken, "Bir elimizi bağlayarak savaşamayız" dedi.

ABD'nin en son Afganistan'ın batısındaki Ferah vilayetinde düzenlediği hava saldırısında ölen sivillerin sayısının 130'u bulabileceğini belirten Karzai, geçen haftaki Washington ziyaretinde hava saldırılarının durdurulmasını istemişti.


Fosfor bombası şüphesi

Öte yandan, Ferah'taki çatışmalar sırasında beyaz fosfor kullanıldığı şüpheleri de dile getirildi. ABD güçleri ise Ferah'ta beyaz fosfor kullanmadıklarını açıkladı.

Afganistan bağımsız insan hakları komisyonunun bir üyesi, yaralıları tedavi eden doktorların, beyaz fosfor gibi bir kimyasalın neden olmuş olabileceği alışılmadık yanıklar bildirmesi üzerine inceleme başlattıklarını söyledi.
haber10

Obama, askerlerin kötü muamelesini gösteren fotoğrafların yayınlanmasını istemiyor

14 Mayıs 2009 ABD Başkanı Barack Obama'nın, Irak ve Afganistan'daki Amerikalı personelin terörizm zanlılarına yaptıkları kötü muameleyi gösteren fotoğrafların yayınlanmasına karşı çıktığı bildirildi.
Amerikan yönetiminden bir yetkili, başkanın geçen hafta hukuk danışmanlarına, fotoğrafların yayınlanmasının ABD askerlerini tehlikeye atacağını söylediğini bildirdi.
Yetkili, başkan Obama'nın fotoğrafların özellikle bu zamanda yayınlanmasının, Amerikan güçlerini tehlikeye atmanın yanı sıra Irak ve Afganistan gibi yerlerde ABD'nin işini daha da zorlaştıracağına inandığını söyledi.
Federal temyiz mahkemesi hakimleri, fotoğrafların yayınlaması yönünde karar vermişti.
Amerikan Medeni Haklar Birliği (ACLU) tarafından Adalet Bakanlığı aleyhine açılan davaların art arda kaybedilmesi üzerine, Pentagon fotoğrafları 28 mayısta yayımlamaya karar vermişti.
Medeni Haklar Birliği, fotoğrafların yayınlanmasını sağlamak i çin yıllardır uğraşıyor. ACLU, fotoğrafların, mahpuslara kötü muamelenin Irak'ta ve diğer bazı yerlerde bilinenin çok ötesinde olduğunu gösterdiğini iddia ediyor.
ACLU'nun avukatları bu fotoğrafların, ABD personelinin mahpuslara kötü muamelesinin münferit değil yaygın olduğunun kanıtı olduğunu söylemişlerdi.
netgazete

Belçikalı hakim, hırsızı, "Nasıl olsa seni hapse atmayacaklar" diyerek beraat ettirdi

30 Mayıs 2009 Belçika'nın Anvers Ceza Mahkemesi hakimi Walter De Smedt, hırsızlıktan suçüstü yakalanan sabıkalı bir sanığı, "Nasıl olsa seni hapse atmayacaklar" diyerek beraat ettirdi.
Faslı Faid Laoukili (44), geçen şubat ayında, otomobil hırsızlığı suçundan, hakim De Smedt tarafından 18 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Belçika hapishanelerinde yeterli hücre bulunmadığı gerekçesiyle, 3 yıl altında hapis cezası gören mahkumlar genelde tutuklanmıyor. Adalet Bakanlığının bu yöndeki talimatı, savcılar tarafından uygulanıyor.
Hakim Walter De Smedt, bu hafta başında tekrar hırsızlık yaparken suçüstü yakalanarak karşısına yargılanmak üzere getirilen Faslı'ya, "Senin hapiste olman ve bu suçu tekrar işlememen gerekirdi. Cezalar uygulanmadığına göre ceza vermeye gerek yok. Seni serbest bırakıyorum" dedi.
Hakim, Adalet Bakanlığının tavrını eleştirerek, Yargı Gücünün aciz ve komik duruma düşürüldüğünü anlattı.

netgazete

14 Haziran 2009 Pazar
ONLAR DÜŞMANIMIZDI PİŞMAN DEĞİLİM!

Dünyanın kanını donduran Ebu Gureyb’teki işkence skandalının baş aktörü ABD’li kadın asker Lynndie England açıklamalarıyla ABD'nin askerlerine Haçlı Savaşı ruhunu aşıladığını doğruladı.

...Amerikalı askerlerin Ebu Garib cezaevinde yaptıkları işkenceler Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci, Seymour Hersh tarafından ortaya çıkarıldığında dünya büyük bir şok yaşadı. Zira fotoğraflardaki ayrıntıar insanı dehşete düşürüyordu.

Amerikalı askerler şimdiye kadar görülmemiş iğrençlikte işkenceleri Iraklılara yaparken bu rezilliklerini de kaydetmişlerdi.

Tortured adlı otobiyografi kitabı yayımlanan England, Ebu Garib’le ilgil tek bir pişmanlık ifadesi kullanmazken, yaptığı insanlık dışı muameleleri, ‘Neden pişman olacakmışım? Onlar düşmanlarımızdı’ sözüyle savundu.

Amerikalı asker, elinde, Ebu Garib’te çekilmilş 800 ‘hatıra fotoğrafının’ daha olduğunu itiraf etti. England’ın, çıplak Iraklı bir mahkumu, boynundaki tasmayla sürüklerken çekilen fotoğrafı Ebu Garib vahşetinin sembolü olmuştu.

ABD'li bu askerin açıklaması bile Haçlı ABD nin hangi amaç ve gayelerle İslam Topraklarnda olduğunu gösteriyor.Esir alınmış bir Iraklı'ya karşı fotoğraf ile kesin olarak kanıtlanmış işkenceyi "onlar düşmanımızdı"şeklinde savunan bu ABD li kadın askerin kendini bu şekilde alçakça savunması Irak ve diğer bölgelerde ki direnişçilerin haklılıklarını göstermeye yetiyor.


Geçtiğimiz günlerde de RUMSFELD'in verdiği bir birifingde "Hristiyan Askerler İleri" şeklindeki bir ifade ile üst rütbeli ABD'li Askerlere Pentagonda birifing verdiği medyaya yansımış ve bu skandalla birlikte Ebu Gureyb işkencehanesinin fotoğraflara yansıyan kadın Askerinin şerefsizce açıklamaları herşeyi apaçık anlatmaktadır. Rumsfeld ile bu işkenceci ABD askerinin eylem ve açıklmalarını yanyana koyduğumuzda ise karşımıza sistemli bir şekilde müslümanları yoketme ve sindirme operasyonlarının hedefinin İslam ve Müslümanlar olduğu ortaya çıkmaktadır.

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/06/hedefte-ki-adam-konustu.html

CIA Facebook ve Twitter'ı Nasıl Takip Ediyor?
22.10.2009

Internet'te bazı şeyler bir anda moda oluyor ve bir anda moda olmaktan çıkıyor. Bunun nedenlerini düşünüp , araştırdığınızda arka planında çok da şaşırmayacağınız dinamikler çıkıyor.

Zamanın en popüler aleti ICQ mesajlaşma yazılımını hatırlayan kaldı mı? Ya da Facebook furyasından önce revaçta olan siteleri. Küresel bir medya halkla ilişkiler çalışması ile bir anda insanların üzerine ağ gibi atılan bu teknolojilerin arka planında CIA gibi istihbarat servisleri yeralıyor. İnanmayanlara işte kanıtı....

Geçenlerde Visible Technologies isimli şirket bir basın bülteni yayınladı...

Yayında aynen şöyle diyordu :

"Sosyal medya ve sosyal ağ çözümlerinde lider firmalardan olan Visible Technologies;
CIA'in ve ötesinde ABD İstihbarat camiasının misyonunu destekleyen yaratıcı teknoloji
çözümlerini belirleyen stratejik yatırım firması In-Q-Tel ile stratejik ortaklık ve
teknoloji geliştirme anlaşması imzaladı"

Visible Teknoloji şirketi, günde yarım milyonun üzerinde sosyal ağ sitesini tarayabilecek
teknolojiye sahip olmakla övünen bir firma. Bu firmanın ana yazılımlarından olan
TrueCast ; firmanın deyimi ile , Internet üzerindeki canlı sohbetlerin içeriğine anlam
katıyor.

İşte CIA; taşeronu In-Q-Tel firması üzerinden bu firma ve teknolojisi ile bir işbirliğine
gitmiş durumda.

Visible Technologies firmasını daha da ilginç kılan; ABD'nin Stratejik Komutanlığı ve
Genelkurmayı için medya izleme ve çeviri servisleri sunan Concepts & Strategies ile
beraber çalışıyor olması.

Facebook kullanıcılarının %70'inin ABD dışında, 180 ülkeye yayıldığını düşünürseniz ve
200'ün üzerinde de Twitter benzeri , İngilizce dili dışında yayın yapan mikro-blog
sitelerinin varlığını gözönüne alırsanız, CIA'in bu sosyal ağ sitelerindeki iletişimi
neden takip altına aldığını daha net anlarsınız.

CIA Başkanı'nın zamanında Wired dergisine verdiği demeç şuydu :

"Bilgi gizli değil, tasnif dışı . Fakat bizim bu bilgiye olan ilgimizin içeriği gizli.
İstihbarat işinde açık istihbarat toplamanın garip yanı, bu işi ne kadar iyi yaparsak
hakkında o kadar az konuşabiliyoruz."

Ne diyelim...

Facebook'ta ve Twitter'da "geyiğe" , ayakkabı numaranıza kadar yayınlamaya devam...

Açık İstihbarat

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Kapitalizmin Haiti'yle bitmeyen hesabı

Sömürgeci zihniyetin tarihi, beyaz adamla batıdan başladı ve onunla dünyaya yayıldı.

Kapitalizmin sömürgecilik tarihi, beyaz adamın dünyayı işgal tarihiydi.

Yerkürenin kaynaklarını, insan topluluklarının emeklerini ve birikimlerini yutarak palazlanan sömürücü sisteme ilk başkaldırı ise Haiti'den gelecekti...

Kapitalist sömürgeciliğin 'şeytanı' olmaya kararlı Haitili köle siyahlar, beyaz adamı ve onun kurduğu 'yamyam kölelik düzenini' yere yıktılar.

Kapitalizmin bilincinde, Haitililer 'kara büyücülerdi' artık.

Dünyanın köle deposu Haiti adasından kafasını uzatan Karayip kaplanları, ilk köle isyanını 1791'de gerçekleştirdiler.

Kanlarını ve canlarını şeker plantasyonlarında sermaye birikimine çeviren Fransız sömürgecilere 'özgürlüğün' ne olduğunu gösterdiler.

Fransız devriminin 'eşitlik, kardeşlik ve özgürlük' mottosunun gerçek sahipleri Haitili kölelerdi...

ABD'den sonra kıtanın ilk bağımsızlığını ilan eden siyahların ülkesi Haiti, oldu Karayipler'e ve Amerika'ya sıçrayan köle ayaklanmalarının vatanı olarak dünyada da 'köleliğin kaldırılmasını' sağladı.

Bedava emeğini kaybederek kapitalist birikimi zayıflayan beyaz adam ise Haiti'yi lanetleyerek tarih boyunca intikam alacaktı.

Haiti tam 125 yıl boyunca Fransa'ya tonlarca altın ödemekle cezalandırıldı, ama kapitalizmin Haiti'ye olan hıncı dinmedi.

ABD hegemonik militer elini 1904'lerden beri Haiti'nin üzerinden çekmedi, ülkeyi darbeler üssü haline getirerek akabinde bütün soğuk savaş dönemini işbirlikçi faşist diktalarla idare etti.

Papa- Doc ve Baby-Doc Duvalier'in zalim kukla yönetimleri özgürlükçü halk hareketlerini sindirdi.

Böylece Haiti sömürgecilik tarihinin tüm formlarının beslendiği plantasyona çevrilecekti.

30 küsur darbe, kanlı katliamlarla Haiti'deki kapitalizmin ayak izi derinleşti.

1990'ların Neo-liberalizminin Haiti'deki hedefi, 'Yoksulların Papazı', namı diğer başkan Aristide olacaktı.

IMF ve DB'nın Haiti taarruzuna razı gelmeyen Aristide önce derdest edilip haddi bildirilince, küresel vampirler Haiti'ye yerleşebildi.

IMF, DB, tarım ülkesi Haiti'yi tarım endüstrisiyle işgal edip halkı topraksızlaştırarak şehirlere tehcirini gerçekleştirdi.

Neo-liberal ekonominin pençelerini geçirdiği ülke yalnızca 'yoksulluk ve açlık' üretimine katıldı.

Tarım ülkesiyken gıda ithalatına yani açlığa zorlanan az gelişmiş Asya ve Afrika ülkeleri listesinin en altlarına Haiti yerleşti.

Ülke zenginliğinin %85'inin nüfusun %5'inin sahip olduğu dünyanın en yoksul ülkesi.

Deprem felaketiyle yıkılan Haiti görüntülerinde sadece felaket sonrasını değil 21. yüzyılın yoksulluğunun ve açlığının yakın resmini de görüyoruz..

Yok edilmiş devlet ve kamu kurumları, özelleştirilmiş tarım, varoşlara tıkıştırılmış halk ve simsarların tükettiği ülke zenginliğinin ardından gelen depremle ellerinde palalarla dolaşan Haitililer gıda için birbirlerini kırıyorlar.Bir ülkenin çürütülmesine yaşam mekanları, kurumları kadar toplumu da dahil...

İnsanlık yakın geleceğini ve içinde olduğu 'insanlık krizini' Haiti'den seyredebilir. Biliyoruz ki yoksulluk ve ölümün adresi şimdilik Haiti!

Halbuki Haiti'nin biraz ilerisindeki Küba'da tek bir aç çocuk bile yok.

Neoliberalizmin bereketli vasatı olan kriz, doğal felaket ve kaos hazır Haiti'de.

El değiştirecek kaynaklar ve mülkiyetler için bulunmaz fırsat ve beyaz adam tüm lojistiğiyle şimdi de yardım bahanesiyle istila ediyor.

Kapitalizm, kendi 'şeytanını' görüp ödünün patladığı Haiti'ye bitiremediği hesabı için yine geri dönüyor.

Kaynak: http://www.aksam.com.tr/2010/01/30/yazar/16090/nihal_kemaloglu/kapitalizmin_haiti_yle_bitmeyen_hesabi.html

Müslüman kuruluşlardan, namaz yasağına tepki

29 Mayıs 2010 Almanya'daki bazı Müslüman kuruluşları, başkent Berlin'deki Diesterweg-Gymnasium adlı okula giden Yunus M. adlı öğrenciye okulda namaz kılma yasağı getiren Berlin-Brandenburg Yüksek İdare Mahkemesinin kararına tepki gösterdi.
Aralarında Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'nin (DİTİB) de bulunduğu 4 büyük Müslüman çatı derneğinin oluşturduğu Almanya Müslümanlar Koordinasyon Kurulunun (KRM) sözcüsü Ali Kızılkaya, yaptığı yazılı açıklamada, Alman Anayasasının çoğulculuk ilkesine dayandığına, özellikle de okulların toplumsal çoğulculuğun en iyi şekilde yaşanabileceği yerler olduğuna dikkati çekerek, bir mahkemenin, çoğulculuk ve hoşgörüde neden bir kriz potansiyeli gördüğünü anlayamadığını ifade etti.
Kızılkaya, "Okul yönetimi ve mahkeme kararı, maalesef hala herkesin, farklı dinlerin mevcudiyetinin Almanya'nın toplumsal gerçeği olduğunu idrak edemediğini gösteriyor. Mahkemenin tarafsızlık anlayışı da büyük sorun yaratıyor. Din ve dünyaya bakış açısından tarafsız olması gerekenler öğrenciler değil, okullardır. Ancak güncel tutumlarıyla bu tarafsızlığı asıl ihlal eden okul, okul yönetimi ve mahkemedir" şeklinde görüş belirtti.
Mahkeme kararının anayasadaki laiklik anlayışına aykırı olduğunu savunan Kızılkaya, "Bu tür kararlarla sadece İslamiyet'in değil, tüm dinlerin gittikçe daha fazla bir şekilde kamu yaşantısından dışlanma tehlikesi bulunmaktadır. Hepimiz bu tehlikenin bilincinde olmalıyız" ifadesine yer verdi.
İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG) Derneği Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü de söz konusu mahkeme kararını talihsiz bir karar olarak nitelendirerek, bir öğrenciye, derslerini ihmal etmediği ve okul düzenini bozmadığı sürece namaz kılmasına izin verilmemesinin açıklanabilecek bir olay olmadığını belirtti.
Üçüncü, yaptığı yazılı açıklamada, bazı ö n yargı ve endişelerle alındığını savunduğu mahkeme kararının, dini kamu yaşantısından uzaklaştırdığını, özgür hukuk anlayışını ihlal ettiğini ve çoğulculuk kültürü ile bağdaşmadığını ifade etti.
Mahkemenin çoğulculuğu bir zenginlik değil, bir kriz potansiyeli olarak gördüğünü kaydeden Üçüncü, "Öğrenci, veli, öğretmenler ve okul yönetimi için de okul, çoğulculuğun yaşanılması gereken bir yerdir. Ancak bunun için çoğulculuğu bir zenginlik olarak görmek ve her bir anlaşmazlıkta hemen bir kriz potansiyeli görmemek gerekir" şeklindeki görüşe yer verdi.
Mahkemede davacının tutumunun siyasi amaçlı bile olduğunun iddia edildiğini, bu tür iddiaların başörtüsüyle ilgili olarak da kullanıldığı nı belirten Üçüncü, "Okulun tutumu ve mahkemenin kararı, laik devlet anlayışımızı sarsıyor. Mahkeme kararıyla din biraz daha kamu yaşantısından uzaklaştırılıyor' ifadesini kullandı. netgazete

Serdar Akinan
Srebrenitsa'ya iyi bakın

1991 yılında Avrupa'nın göbeğinde bir iç savaş çıktı.
Yugoslavya olarak bilinen bir ülke dört yıl içinde kan gölüne döndü.
Yüzyıllardır yan yana huzur ve barış içinde yaşayan farklı etnik ve dini kökenden kardeşler birbirlerini boğazladı.
2. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da gerçekleşen en büyük soykırım ise Srebrenitsa'da gerçekleşti.
11 Temmuz 1995'teki katliamı neden hatırlamalıyız?
Sırp General Ratko Mladiç komutasındaki 'Akrepler', BM 'korumasındaki'
güvenli bölgede 8 bin 300 Boşnak'ı katletti... Cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetler parçalandı ve 64 ayrı toplu mezara gömüldü.
Çok değil daha 15 yıl önce işlenen bu soykırımın tescilli kışkırtıcısı Batı'dır.
Srebrenitsa Mezarlığı'nda bugün 4 bin 274 mezar var. Bu sayı kemikleri bulunan veya tespit edilenlerin ise yarısı.
Hollandalı askerlerin kılını kıpırdatmadığı bu katliamda silahsız kadınlar ve çocuklar parça parça edildi.
Şimdi bir durun ve neyi tartıştığımıza iyi bakın!
O iç savaş ne zaman çıktı?
1991'de... Beş yılda Yugoslavya diye bir ülke kalmadı. Sokaklardan oluk gibi kan aktı. Batı ise seyretti. Hesabı hala sorulamayan bu katliamın o toprağa bin yıllık bir nefretin tohumlarını nasıl ektiğini de ayrıca iyi görmek gerek.
Şimdi aynı kahpe tohumları bu ülke coğrafyasına eken kimdir? Elbette bu adamları artık tanıyoruz... Duvar yıkıldıktan sonra bu coğrafyada işgal edilen, kışkırtılıp bölünen, karıştırılan ülkelerde çalışanlar kimlerdir? Hep aynı 'açık' vakıflar, aynı 'liberaller', aynı 'demokrasi mücahitleri'...
O isimler kan dökülmeye, kardeş kerdeşi boğazlamaya başladığı vakit tarihin ıssız sayfalarında kaybolup giderken geriye ise böyle Srebrenitsa gibi toplu mezarlar, içi kurumuş kemik dolu sıra sıra tabutlar kalır. O tabutların başında ise ağlayanlar aynı topraklarda yıllarca yan yana yaşayan insanların gözüyaşlı, acılı, nefret yüklü yakınlarıdır...
Getirdikleri demokrasi bu gözü yaşlıların ırzına geçmiştir. Soyları köledir. Batı demokrasisinin kulları arasına katılmışlardır. İşte böyle günlerde gidip o toplu mezarlara ağlarlar, ağıtlar yakarlar...
O günlerde yanlarında duran, güzel gelecekten, demokrasiden, insan haklarından bahseden liberallerden, 'Batı'lı gözlemcilerden bir teki yanlarında mıdır?
Bakın o sıra sıra tabutlara tek bir samimi Batılı var mıdır?
Ağlayanlar kimdir? O Srebrenitsa fotoğrafına iyi bakın!...
Bizim Srebrenitsa'larımızı tezgahlayanlar bugün vitrindedir...
Yarın silahlar sustuğunda ve tüten dumanlar dindiğinde bizler ya o mezarlarda veya mezarların başında olacağız...
Bu 'demokrasi' havarileri nerede olacak?
Srebrenitsa 15 yıl önceydi... Huzur dolu Yugoslavya'da bir bölge...
O fotoğrafa iyi bakın... Artık yok.

http://www.aksam.com.tr/2010/07/12/yazar/18081/serdar_akinan/srebrenitsa_ya_iyi_bakin.html

İbrahim Karagül
Bunlar ne ki! Daha ne bilgiler çıkacak ortaya

Bir karanlık tarih, bazı istihbarat bilgilerinin, gizli belgelerin açıklanmasıyla aydınlanabilir mi? Elbette hayır. Ama gerçeklere ulaşmak için bir kapı aralayabilir. Demokrasi ve özgürlük savaşı veren devletlerin, bu söylemlerin ardına gizlenerek insanlığa ettiği kötülükler hakkında kanaatimizi güçlendirebilir. İyi ve kötünün, doğru ve yanlışın bize öğretilenler gibi olmadığını gösterebilir. Resmi tarihe yazılanların dışında utanç verici bir gerçeğin varolduğunu üstelik bu gerçeğin, öğretilenlerden çok daha doğru olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir.

Wikileaks adlı bir internet şirketi, ABD ordusunun ve müttefiklerinin Afganistan'daki gizli savaş günlüğünden doksan binden fazla belgeyi deşifre etti. ABD ve Avrupa'nın büyük yayın organları, bu bilgileri eleyerek okuyucusuna ulaştırdı. 2004 ile 2009 arası askeri faaliyetleri kapsayan bilgiler, artık kanıksadığımız bir savaşın ürpertici yüzünü tekrar düşünmemizi sağladı.

İnsan avı yapan gizli birliklerin faaliyetlerini, otobüs bombalayan Fransız askerlerini, düğün vuran Polonya askerlerini, öldürülen kadın ve çocukların nasıl dünyadan gizlendiğini, Nevada Çölü'nden düğmeye basıp insansız hava araçlarıyla nasıl katliamlar yapıldığını, Taliban'ın elindeki füzeleri, bu tarih aralığında Afganistan'da yaşanan tüm çatışmaları, öldürülen sivilleri ve ölen askerleri ve savaşın gidişatıyla ilgili tüm bilgileri bu bölgelerde öğreniyoruz.

Hepsini mi? Elbette hayır. Aslında çok azını öğreniyoruz. Her altı ayda bir başlatılan ve fiyaskoyla sonuçlanan büyük nihai operasyonların aslında yalan ve imaj kurtarmaya yönelik olduğunu, savaşın asla kazanılamayacağını, terörle mücadele gerekçesinin sadece aptalları inandırmak için uydurulduğunu, savaş ne kadar ölümcül olsa da kimsenin Afganistan'dan çekilmek istemediğini çünkü ortada başka bir büyük hesabın bulunduğunu, on milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının nasıl paylaşıldığını, Obama döneminde Afganistan-Pakistan savaşının neden daha fazla şiddetlendiğini, Pakistan'ı da aynı kötü duruma çekmek içine tür planlar yapıldığını bu bölgelerden öğrenemiyoruz maalesef.

2004'ten öncesini de öğrenemiyoruz. İlk işkence merkezinin Afganistan'da kurulmasını, ardından dünyanın her yerinden insanların kaçırılıp Avrupa'dan Uzakdoğu'ya ve Afrika'ya kadar bir çok ülkede kurulan gizli esir kamplarına kapatılmasının Afganistan'la başladığını öğrenemiyoruz. CIA ile esir ticaretinin Afganistan'la başladığını, bu ticaretin içinde olan ülkeleri, yüzlerce uçak seferlerinin detaylarını öğrenemiyoruz.

Daha işgalin ilk günlerinde, Cenk Kalesi'nde yüzlerce esiri nasıl öldürdüklerini televizyon ekranlarında naklen izlemiştik. Bir zafer havasında izlemiştik. Kötü insanlar, dünyayı kana bulayan insanlar demokrasi ve özgürlük savaşçısı ABD ve İngiliz özel birlikleri tarafından imha ediliyordu. Bazılarımız seyrederken alkış tutmuştu. Ardından binlerce insan, esir Mezar-ı Şerif'teki hapishanelerden alınıp kurşuna dizildi ve çöllere gömüldü. Esirler boyunları kırılarak, üzerlerine asit dökülerek, çöle götürülüp toplu şekilde kurşuna dizilerek öldürülüyordu. Köpekler cesetleri parçalamasaydı haberimiz olmayacaktı. İnsanlığı kötülüklerden kurtarmak için yapılmıştı her şey.. Kimse bu cinayetlerin hesabını sormadı, soramadı.

Peki gerçek neydi? Gerçek, özellikle son on yıldır bir propaganda mekanizmasının gözlerimizi kör eden, zihinlerimizi rehin alan, vicdanlarımızı susturan yalanları mıydı? O gün başlatılan ve insanlığın en temel değerlerini ayaklar altına seren süreç hala devam ederken, neden bunları sorgulayacak mecalimiz kalmadı? Biz neyi kaybettik?

Türkiye dahil, hiçbir ülke Afganistan'daki işgale, savaşa meşruiyet sağlayacak hiçbir gerekçeye sahip değil. Her ne sebeple olursa olsun, Afgan halkının kalbini ne kadar kazanırsa kazansın, böylesine kirli, tarih önünde yargılanacak, utanç verici bir işgale katılmanın, birilerinin büyük hesaplarına katkıda bulunmaktan başka hiçbir anlamı olmayacak. Tarih bunu böyle yazacak. Gelecek nesiller bunu böyle sorgulayacak. Bu iki yüzlülüğü bırakalım artık. Hemen her gün yüz masum sivilin hayatını kaybettiği, ABD'deki üslerden düğmeye basıp insansız uçaklarla öldürmelerin devam ettiği, iyi ve kötünün sadece bu savaşı başlatanların çoğumuzun bilemediği özel hesaplarına göre şekillendiği bir savaş, Türkiye'nin hafızasına hiç de iyi anılar bırakmayacak.

Sızdırılan bilgiler sadece Bush dönemini kapsıyormuş, Obama döneminde planlar tamamen değişmiş. En son yalan da bu olmalı. Asıl Obama döneminde bu savaş şiddetlendi. Üstelik Pakistan'da iç savaş başlatıldı. Bush döneminde yapılan her şey aynen devam ediyor. Artık kanıksadığımız bu savaş ve işgali zihinlerimizde ve kalplerimizde bir yere oturtabilmek için böylesine istihbarat belgelerine ihtiyacımız olmamalı. Çünkü biz bunlardan çok daha fazlasını biliyoruz. Bu kirli dosya bir gün tüm ayrıntılarıyla ortaya serilecek...

Yeni Şafak

Fransa'da Polis bebekleri yerlerde sürükledi!
31.07.2010 - 23:08



Fransa'nın başkenti Paris'in çevresindeki banliyölerden birinden zorla çıkartılan Afrikalı göçmenlere ve çocuklarına yönelik polis müdahalesinin şok edici görüntüleri ortaya çıktı.

21 Temmuz'da Paris'in La Courneuve bölgesinde çekilen görüntülerde polisin belediyenin sağladığı evlerden yeni bir konut projesi nedeniyle 8 Temmuz'da atıldıktan sonra sokaklarda yaşamak zorunda kalan çoğu kadın ve çocuk 60 kişilik kaçak göçmen grubuna sert müdahalesi gözler önüne seriliyor. Akıl almaz görüntülerde, polisler anne ve bebeklerini yerlerde sürüklüyor.
Çoğu Fildişi Sahili'nden gelmiş olan göçmenlerin 3 ila 10 yıldır son derece kötü koşullarda Fransa'da yaşadıkları belirtiliyor. Korkunç müdahalede yaralanan olmadığı söylenirken, görüntüler büyük tepki çekti. Olayla ilgili soruşturma başlatılması bekleniyor.
(DIŞ HABERLER / GAZETEPORT)

Almanya'da Türk kökenli müslüman gence "terör" davası
Almanya'da Salih S. (28) adlı Alman vatandaşı Müslüman Türk hakkında "İslami Cihad Birliği" (IJU) adlı terör örgütüne üye olmak suçundan dava açıldı. Salih S.'nin, 26 Kasım 2006 tarihinden 8 Mart 2007 tarihine kadar, Adem Y. adlı terör zanlısının talimatıyla 23 kez terör örgütü adına yaklaşık 1772 avro değerinde malzeme sağlamakla ve bunları Adem Y. ile diğer bazı terör zanlılarına teslim etmekle suçlandığı belirtildi. 24.08.2010 BERLİN netgazete

Sosyal Demokratlar Almanya'da Türkleri istemiyor
04:00 - Alman Birlik 90/Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir, Almanya'daki Türk ve Arap göçmenleri eleştirmesiyle sıkça gündeme gelen Almanya Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin'in "Almanya Kendini Yok Ediyor" adlı kitabındaki iddialarına tepki gösterdi. 26.08.2010 HAMBURG netgazete

3 Türk'e Almanya'da Taliban'a destek davası açıldı
01:20 - Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Federal Savcılık, terör örgütlerini destekledikleri suçlamasıyla Alman vatandaşı olan Alican T. (21), Filiz G. (28) ve Fatih K. (31) adlı Türk kökenli terör zanlıları hakkında dava açtı. 26.08.2010 BERLİN netgazete

Pentagon'dan kitap operasyonu
27 Eylül 2010, Anadolu Haber
Pentagon, eski bir ABD askerinin Afganistan hakkında yazdığı kitabın ilk baskısının tamamını satın alıp imha etti.

NEW YORK - ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), askeri sırların ortaya çıkmasından korktuğu için, bir askerin Afganistan hakkında yazdığı kitabın ilk baskısının tümünü satın alıp imha etti.
Yarbay Anthony Shaffer'in yazdığı "Operation Dark Heart" adlı kitabın 9500 adet olan ilk baskısı, toplam 250 bin dolar ödenerek piyasaya çıkar çıkmaz hemen satın alındı.

Pentagon, ABD Özel Operasyonlar Komutası, CIA ve Ulusal Güvenlik Kurumu'nun Afganistan'daki gizli operasyonlarının ayrıntılarını içerdiği tahmin edilen 299 sayfalık binlerce kitabı imha etti.

Fox News, kitapta Amerikalı yetkilileri kaygılandıran en önemli bölümlerden birinin de, 11 Eylül saldırılarından aylar önce uçak kaçıranlardan birinin (Muhammed Atta) yetkililerce bir tehdit unsuru olarak teşhis edildiğinin yazılması olduğunu bildirdi.

Shaffer, AB'ye döndükten sonra üstlerinin anılarını yazmasına onay verdiğini, ancak taslağın CIA ve diğer kurumlar tarafından okunmasından sonra kitabın içeriğine karşı çıktıklarını söyledi.

BU ÇAĞDA GÜLÜNÇ BİR HAREKET
Afganistan'dayken Bronz Yıldız madalyası alan Shaffer, bu dijital çağda bir hikayeyi duyurmamak için yaklaşık 10 bin kitabı satın almanın gülünç olduğunu söyledi.

İKİNCİ BASKI HÜKÜMETİN İSTEDİĞİ GİBİ OLACAK
Pentagon kitabın ilk baskının tamamını satın alırken, St. Martin yayınevi, hükümetin istediği değişiklikleri yaparak kitabın ikinci baskısını çıkaracak.

Avrupa'da Endişe Verici Süreç

Avrupa'da ırkçılar ve aşırı sağcılar yükselişte. Hollanda'da ırkçı lider Wilders, "İslam karşıtı birliğin ruhani lideri" olmaya soyunuyor.

Yayına Giriş: 03.10.2010

Avrupa’da giderek güç kazanan ırkçı ve aşırı sağ siyaset, kıtanın en özgürlükçü ülkelerinden Hollanda’da hükümet programına girdi.
Dışarıdan verdiği destekle koalisyon hükümeti kurulmasını sağlayan Geert Wilders, küresel çapta "İslam karşıtı birliğin ruhani lideri" olmaya da soyunuyor.

Temel Malzeme Dini Kutuplaşma
Irkçı ve aşırı sağ siyaset, Avrupa’da son yıllarda büyük prim yapıyor.

Bulgaristan’dan Macaristan’a, Fransa’dan Hollanda’ya, Almanya’dan Avusturya’ya kadar geniş bir yelpazede ırkçılar ve aşırı sağ yükselişte...

Wilders benzeri siyasetçilerin son yıllardaki temel malzemesi de, etkileri küresel çapta hissedilen dini kutuplaşma...

Almanya "Müslüman sayısının ülkenin altını oyduğunu" öne süren Thilo Sarrazin’i konuşuyor.

Danimarka’da Hz. Muhammed’e hakaret niteliğindeki karikatürlerin bulunduğu kitap yok satıyor.

Irkçılık Hükümet Programında
Hollanda siyasetindeki son gelişmeler ise Avrupa genelinde büyük endişe yaratıyor.

Hristiyan Demokratlar ve Liberal Parti, kuracakları azınlık hükümetine destek için İslam’a ve ülkedeki yabancılara karşı adeta savaş açan Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi’ne büyük ödünler verdi.

Yeni hükümet programında göçmenlere yönelik sert önlemler söz konusu... Maliyeti 7 bin Avro’ya kadar çıkabilen "uyum kursu"na Türkler de katılmak zorunda.

Evlilik yoluyla aile birleşiminin de önü büyük ölçüde kapatılıyor.

Wilders bu ve benzeri yöntemlerle göçmen sayısının yarıya düşürüleceğini savunuyor.

Ülke genelinde yüzü tamamıyla örten burka ve peçe türü elbiselerin evler dışında giyilmesine ve kamusal alanda başörtüsüne yasak getiriliyor.

Geert Wilders, Müslümanlara karşı "ayrımcılık ve nefreti körüklediği" suçlamasıyla hakim önüne de çıkacak.

Hollandalı ırkçı siyasetçi, diğer yandan idelojisini uluslararası çapta yayma çabasında...

Amerika, Almanya, Kanada, İngiltere ve Fransa’yı ziyaret edecek olan Wilders’in, mahkeme sonuçlandıktan sonra uluslalarası çapta örgütlenmeye gideceği bildiriliyor.
Kaynak: TRT

Norveç ile ABD arasında izleme krizi
4 Kasım 2010
Norveç, 10 yıldır yüzlerce kişiyi izinsiz izlemekle suçlanan ABD'nin Oslo Büyükelçiliğinden resmen açıklama istedi.

TV2 Nyhetskanalen kanalındaki haberde, ABD Büyükelçiliğinin, aralarında Norveç polis teşkilatının eski üst düzey yetkililerinin de bulunduğu 15-20 kişiyi, Amerikan çıkarlarına olası saldırıları önlemek amacıyla 2000'den beri Norveç'te insanları izlemek amacıyla görevlendirdiği belirtildi.

Haberde, gösterilere katılanların fotoğraflarının çekildiği ve kişisel bilgilerinin bilgisayar ortamındaki özel bir sistemle (Security Incident Management Analysis System-Simas) fişlendiği kaydedildi.

Bu olayı aydınlatmak isteyen Norveç Dışişleri Bakanlığı'nın da dünden beri ABD Büyükelçiliği yetkilileriyle toplantı yaptığı, toplantıda bu meselelerin yeterince aydınlığa kavuşmadığı ve bugün de bu konuda resmen açıklama istediği ifade edildi. habertaraf

Amerika Milli Güvenlik Ajansı NSA, 2001 yılından beri tüm Amerikalı vatandaşların telefon, faks ve e-maillerini kontrol ediyor
6 Kasım 2010
Amerika Birleşik Devletlerinin özgürlükler ülkesi olduğu efsanesinin gerçek yüzü aralanıyor. Amerikan rüyasının ardında ise George Orwell’ın 1984 isimli romanını anımsatan bir “güvenlik devleti” yatıyor.
Amerikan yönetimi ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve internet özgürlüğü gibi sloganlar atıyor, fakat çıkarları söz konusu olunca kendi vatandaşlarını bile kontrol etmek ve kısıtlamaktan kaçınmıyor.

NSA Merkez Binası

Amerika Milli Güvenlik Ajansı NSA, 2001 yılından beri tüm Amerikalı vatandaşların telefon, faks ve e-maillerini kontrol ettiğini açıkladı.

Bu çerçevede Amerika Milli Güvenlik Ajansı’nın 2001 yılından beri kurduğu telekulak ve izleme gözetleme sistemleri ile tüm Amerikalı vatandaşların telefon, faks ve emaillerini kontrol altına aldığı belirtiliyor.

NSA’nin bu bağlamda Amerika’nın önde gelen kentlerinde 25’i aşkın telekulak ve izleme ve gözetleme üssü kurduğu kaydediliyor.

NSA’nın tüm bu üstün teknolojisine karşın neden terörist saldırıları önleyemediği ise ABD kamuoyunda tartışılıyor. TIMETÜRK

Müslüman mahkumlara İngiliz usulü tahliye!

İngiltere hükümeti, serbest bırakması gereken müslümanların hayatlarını zehir etmek için çok özel önlemler peşinde..
09 Kasm 2010

İngiltere, "terör" suçlamasıyla mahkum edilen ve diğer mahkumlar gibi cezalarının yarısını tamamladıktan sonra şartlı serbest kalma hakkına sahip olan 46 Müslümanı, serbest bırakmaya niyetli değil...

Daily Telegraph gazetesinin elde ettiği gizli devlet belgelerine göre, İngiltere serbest bırakılan ve yakın zamanda hapisten salıverilecek bu 46 kişi için "özel denetim mekanizmaları" yürürlüğe sokulacak.

Hükümetin "İslami radikal terörist" olarak nitelediği bu kişilerin "göz hapsinde" tutulabilmeleri için, serbest kalan Müslümanların "sadece hükümet onayı almış imamlarda görüşebilmeleri, belirli camileri ziyaret edememeleri, sabıkası bulunan hiç kimseyle bağlantıya geçmemeleri ve bilgisayar kullanmalarını yasaklamak" gibi ek yasaklar getirilmesi gündemde..

Adalet Bakanlığı verilerine göre, bu yıl içinde 20 Müslüman şartlı salıverme kuralı çerçevesinde serbest bırakıldı ve iki yıl içinde 26'sı daha tahliye edilecek. Bazı tahminlere göre şu anda İngiliz cezaevi sisteminde 100'den fazla "terör zanlısı"(!) Müslüman mahkum var.

HERKES SUÇLU, ONLAR DAHA SUÇLU!

Hükümetin kararları uygulanırsa, bu Müslüman mahkumların, diğer tüm mahkumlara verilen hakları, geçerli hiç bir delil olmadığı halde varsayımlar gerekçe gösterilerek neredeyse tamamen kısıtlanmış olacak.

Mahkumların sivil haklarını ihlal edecek düzenlemeye insan hakları örgütleri karşı çıkarken, İngiliz yönetimi denetleme görevlilerinin "hatları belirlenmiş kurallar içinde" çalışacağını, "gerekli delil olmadan özel kısıtlamaların uygulanmayacağını" savunuyor.

Ancak bu "delillerin" ne olduğu konusundaki muğlaklık, mahkumların özgürlüğünü yetkililerin insafına bırakıyor.
Dünya Bülteni

Almanya Müslümanlardan gelecek bir saldırı için alarmda

25 Kasım 2010 Almanya'da Müslümanlardan gelecek bir saldırı için alarmda.. Siyasetçiler yine yeni bir güvenlik paketinin sinyalini veriyor . Her yeni paket ise Müslümanların hayatının biraz daha kararması anlamına geliyor.

Almanya terör tehlikesiyle alarmda. 100 İslamcı teröristin serbest dolaştığı belirtiliyor.

Almanya'da yine yeni terör uyarıları gündemde. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, El Kaide ve yandaşlarının Almanya'da saldırı planladıklarına yönelik somut bilgiler olduğunu söyledi.



En son Ekim tarafından Sal Ağu 24, 2010 1:36 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Tem 21, 2009 9:28 pm    Mesaj konusu: Türban Krizi Orduyu Da Vurdu Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet VAROL
Vakit
''En İyisi Ölüsü''
10 09 2009

Ünlü “İsrailli” müzisyen ve yazar Gilad Atzmon bir yazısında kendilerinin “iyi bir Arap ölü Araptır” zihniyeti üzere eğitildiklerini dile getiriyor ve İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği son katliamın iyi tahlil edilebilmesi için işte bu zihniyetin iyi tanınması gerektiğini vurguluyordu.

Biz bu sözün işgalci Siyonistlerin askerlerine ezberletilen bir slogan olduğunu, askerlerin bir Filistinliyi öldürmede hiç tereddüt etmemesi için bu sloganın kafalarına yerleştirildiğini sanıyorduk. Demek ki sadece askerlere değil ilkokul çağındaki Yahudi çocuklara da öğretiliyormuş ve “sivil” bildiğimiz “İsrail toplumu” bu anlayış üzere yetiştiriliyormuş. Bunu da Atzmon’un itirafıyla öğrendik.

Bu slogan sadece Siyonist saldırganlığın temel felsefesini oluşturan prensiplerden biri midir? Dünden bugüne değişmeyen haçlı saldırganlığının temel felsefesinde de bu prensip yer almıyor mu? Afganistan’da düğün konvoylarının ve son olarak da petrol tankerinin etrafına toplanan kalabalığın hedef alınmasının “yanlışlık” değil kasıtlı ve sistemli saldırı olduğunu anlayabilmek için de temelinde “en iyisi ölüsü” prensibinin yer aldığı zihniyeti iyi tahlil etmek gerekir.

Yıllardan beri yatağa bağımlı halde ve hayat ile ölüm arasında dünya varlığını sürdüren, bir türlü ölemeyen Ariel Şaron bir zamanlar askerlerine Filistinli çocukları tereddüt etmeden öldürmelerini tavsiye etmiş ve öldürülmemeleri halinde büyüdüklerinde onların da karşılarında birer savaşçı olacaklarına dikkat çekmişti. Bu tavrın temelinde de aynı zihniyet var. Batı Yaka’da doğum için hastaneye giden yüzlerce kadının askeri geçiş noktalarında bekletilmesi ve buralarda sağlıksız ortamda doğum yapmaya zorlanmalarının sebebi de kuvvetli ihtimalle aynı amaçtır. Büyüdüklerinde savaşçı olmamaları için kötü şartlarda doğuma yani doğar doğmaz ölmeye zorlanmaları.
Savaşları incelediğimizde iki ana stratejinin karşımıza çıktığını görürüz. Birincisi; düşmanı mağlup etme ve bu yolla kontrolü onun elinden alma. İkincisi; düşman tarafından mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı tamamen yok etme, sağ kalanları da aşağılanmış bir şekilde, zillet içinde yaşamayı kabule zorlama. Kudüs’te bunun iki örneği de yaşanmıştır. Hz. Ömer (r.a.) burayı fethettiğinde, düşman şehri teslim ettikten sonra kimseye dokunmamış, mallarının ve canlarının korunacağına dair kendilerine yazılı eman vermiş, Hıristiyanların kiliselerinde namaz kılmasını teklif etmelerine rağmen daha sonra oranın camiye çevrilebileceği endişesini dile getirerek açık alanda namaz kılmayı tercih etmiştir. Haçlılar bu şehri ele geçirdiklerinde ise şehirdeki Müslümanlardan saklanabilenlerin dışında herkesi öldürmüşlerdir. Yetmiş bin kişi katledilmiştir. Haçlı subaylarının anılarında atlarının topuklarına kadar kana gömüldüğü, şehir caddelerinin cesetlerle dolduğu dile getirilir. Aynı örneği Endülüs’te de görüyoruz. Bunun daha pek çok örneğini zikretmek mümkün, ama sözü fazla uzatmaya gerek yok.

Günümüzdeki haçlı zihniyetinin ve Siyonist saldırganlığın az masrafla çok insan katletme amaçlı araçlar geliştirmeleri de düşmanı toptan yok etme stratejisini ortaya koyuyor. Onların “düşman” tanımını da en net şekilde bir önceki ABD başkanı Bush’un yapmış olduğunu da bu arada hatırlatalım. “Ya bizdensiniz ya da düşmanımızsınız!”
Siyonistlerin 2006 saldırısından sonra Beyrut’u ziyaretimizde bize rehberlik eden arkadaşın sözünü ettiği ilginç bir bomba türü vardı. Siyonist saldırganların kullandığı bu bomba evlerin duvarlarını delip içeri giriyor ve içeride patlıyor. Üstelik misket bombası gibi evin bütün odalarına yayılarak içerdekilerden bir tek kişiyi ihmal etmeksizin herkesi katletmeyi hedefliyor. Duvara çarpıp patlayarak zayi olmasın mutlaka atıldığı evde ikamet edenleri toptan yok etsin diye böyle bir bomba türü geliştirilmiş. Vurulan bazı evleri görmüştük. Duvarında boru gibi bir delik açmış. Duvarda başka hiçbir şey olmamış; ama bomba içeri girerek patlamış ve zikrettiğimiz özelliğinden dolayı içeride bulunanlardan bir tek kişiyi bile ihmal etmemiş.

Afganistan’daki son Kunduz katliamının en önemli amaçlarından biri de son zamanlarda işgalcilere ağır darbe vuran direnişçilerden intikam alınmasıdır. Direnişçilere göre düşman işgalciler, işgalcilere göre ise Afganistan halkının tümüdür. İşgalci, silahlı direnişçiler karşısında köşeye sıkışınca silahsız, savunmasız insanları topluca katletmek suretiyle hem intikam alıyor; hem de direnişçilere mesaj veriyor; “Siz bizim askerlerimizi yok etmeye kalkarsanız biz sizin tüm halkınızı yok etmekten çekinmeyiz” diye. İşte Afganistan’da ve Filistin’de böylesine vahşi bir zihniyetle savaşılıyor.

Ahmet Varol - Vakit
www.vahdet.com.tr

ABD'nin İşgali Afganistan'ın Kâbusu oldu

11 Eylül sonrası Usame bin Ladin’i ele geçirme operasyonları adına tüm bu ülkeye giren Amerika, Afganistan’da adeta katliam yapıyor.

08 09 2009 17:59

Amerika ve beraberindeki koalisyon güçleri 11 Eylül sonrası başlattıkları Afganistan Operasyonunda 9'uncu yılı geride bırakırken, bölgede hergün yeni bir insan hakları ihlali haberi geliyor.

Son olarak Afganistan'ın kuzeyindeki Kunduz'da NATO güçleri, Taliban'ın kaçırdığı bildirilen petrol tankerlerini vurdu. Havaya uçan tankerin etrafında toplanan kalabalıktan yaklaşık 90 kişi yaşamını yitirdi.

NATO güçleri de hava saldırısında kaçırılan petrol tankerlerinin hedef alındığını doğrularken, "çok sayıda isyancının" öldürüldüğünü öne sürdü.

Başta Afganistan ve Irak olmak üzere pek öok bölgede hareketli bir askeri yapıya sahip olan Amerika ve uyguladığı politika, insan haklarını ihlal ediyor.

Irak ve Afganistan’da gizli hapishanelerde binlerce kişi kötü koşullarda tutulmaya devam ediyor. Söz konusu hapishanelerde onlarca kişi yaşamını yitirirken olaylarda sorumlu olan tek bir Amerikan askeri dahi cezalandırılmadı.

Bu durum Amerikan Başkanı Barack Obama’nın iktidara geldiği dönemde verdiği sözlere aykırı bir durum teşkil ediyor. Zira Obama, yeni dönemi 'mutlak şeffaflık' üzerine kurma amacında olduklarını açıklamıştı.

Uluslararası bağımsız gözlemcilere göre Amerikan askerlerinin bölgede (Afganistan- Irak vb.) kalması, söz konusu bölgelerdeki nüfusun yaşam güvenliğini de tehdit eder noktada. Yine aynı durum söz konusu ülkelerdeki devlet yapılanmalarının da işleyişine engel teşkil ediyor.

Amerika daha çok suç işlemeye başladı

Afganistan Irak gibi bölgelere Özgürlük Vaadi ile giren Amerika bu hedefinden giderek uzaklaşırken, Amerikan askerlerinin de giderek daha çok suç işlemeye başladıkları resmi raporlarca ortaya konuyor. Birleşmiş Milletler Raporu’na göre 2008’de Afganistan’da Amerikan ordusu tarafından 2 bin 118 sivil öldürüldü. Bu sayı 2007’ye göre yüzde 40’lık bir artışı ifade ediyor. Gözaltılar, kötü muameleler, tecavüz olaylarına hergün bir yenisi ekleniyor. Ancak yine benzer raporların ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, söz konusu suçlara karışan hiçbir Amerikan askerinin cezalandırılmadığı yönünde.

Ekolojik denge altüst oldu

Yoğun savaş durumunun tahrip ettiği bir başka alan ise doğa... Yüzbinlerce asker, savaş araçları, kimyasal silahlar, doğanın da dengesini altüst etmiş durumda.

Yapılan kimi araştırmalara göre, Amerikan ordusu ve koalisyon güçlerine ait savaş araçlarının bölgede bulunması ekolojik dengeyi sarsmış durumda.

Çöllerden geçen araçlar kumların taranmasına neden oldu. Askeri hareketliliğin olduğu bölgelerde kum fırtınaları daha sık ve şiddetli olmaya başladı. Bir çocuk ve yaşlı kum fırtınaları sonucu hastalandı.

Bölgede alerji olan sivillerin sayısı da giderek artıyor.

Hak ihlalleri üç elden yürütülüyor

ABD’nin Afganistan’ı işgali sonrasında burada yaşanan hak ihlalleri üç elden yürütülmekteydi. Bunlardan birincisi, savaş sırasında bizzat Kuzey İttifakı mensuplarının yaptıkları ihlallerdir. Diğeri ülkedeki ABD ordusu tarafından özellikle savaş esirlerine yönelik işlenen ihlaller ve sonuncusu da Afganistan hükümetince yapılan ihlallerdir.

ABD’nin 7 Ekim 2001 tarihinde hava operasyonuyla başlattığı ‘sınırsız özgürlük savaşı’, içinde büyük insan hakları ihlallerini ve hatta insani trajedileri barındırmakta. ABD ülkenin büyük bölümünü havadan bombalarken kara operasyonunu yürüten Kuzey İttifakı’na mensup güçler de Taliban ve ülkedeki yabancı savaşçılara karşı tamamıyla bir yok etme psikolojisiyle hareket etti. Yakalanan kişiler Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olarak alçaltıcı muamelelere maruz bırakıldıktan sonra acımasızca öldürüldü. Afganistan’da savaş sırasında meydana gelen insan hakları ihlalleriyle ilgili halen ciddi bir soruşturma açılmış değil.

Afganistan’da Taliban yönetimini yıkmaya yönelik başlayan savaş, sayısız insan hakları ihlalleriyle doludur. Taliban’a karşı intikam hisleri özellikle kuzeydeki Kunduz kentinde zirveye çıkmış durumda.

“Kunduz’da Linç Furyası” diye geçen olaylarda Taliban milisleri hiçbir canlıya reva görülmeyecek türden işkencelerle öldürüldü. İttifak, Kunduz'da ev ev dolaşarak Taliban üyesi aramakta ve şüpheli kişileri hiçbir delil olmaksızın tutuklamakta... Tutuklananların çoğunun akıbetinin ne olduğu hakkında ise kimsenin bir bilgisi yok.

Kunduz’da yakalanan esirlerin Mezar-ı Şerif yakınlarındaki Cenk Kalesi’ne götürülürken yaşadıkları bununla da kalmadı. Cenk Kalesi 25 Kasım 2001’de konteynırlarda bulunan diğer tutukluların da son durağı olacaktı. İnsan hakları örgütlerini ayağa kaldıran olaylarda Cenk Kalesi’ne götürülen 480 tutukludan 400’ü ağır bombardıman sonucu kıstırıldıkları kalede öldürüldüler.

Afganistan’da ABD tarafından yapılan insan hakları ihlalleri, haksız tutuklamalar, sivillere ait yerleşim yerlerinin bombalanması, belirsiz gözaltı süreleri, CIA ajanlarının gözaltına alınan kişilere karşı uyguladığı işkenceler ve savaşın başından bu yana yüzlerce Afgan tutuklunun yargılanmaksızın ABD’nin Guantanamo üssünde tutulması olarak sıralanabilir.

Hiçbir Amerikalı asker yargılanmadı

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), “Afganistan’da Güvenlik” başlıklı bildirgesinde Amerikan güçlerinin, Irak işgali başlamadan önce de Afganistan’daki cezaevlerinde tutukluların öldürülmesi ve işkence olaylarına karıştıklarını açıklayarak, bu konuda bağımsız bir soruşturma komisyonunun kurulmasını istedi. Örgüt, yayımladığı bildiride, Amerikan ordusunun 2001'den bu yana Afganistan’daki cezaevlerinde ölen kişilerien Amerikan askerlerince “öldürüldüğüne” dikkat çekti. Örgüt, bildirisinde Amerikan askeri üst düzey yetkilileri tarafından işlenen bu suçların cezalandırılmadığını belirterek hiçbir Amerikan askerinin cinayetle suçlanmadığını kaydetti.

Uluslararası Af Örgütü de ABD’nin tutsakların temel haklarını çiğnediğini yayımladığı raporda açıkça belirtti. Raporda, Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da ve Guantanamo Üssü’nde tuttuğu tutsaklara işkence ve kötü muamelenin önlenmesi konusundaki yükümlülüklerine uymadığı belirtildi. Raporda ABD, tutsaklara kötü muameleye göz yummak ve müsamaha göstermekle suçlandı. Af Örgütü’ne göre Washington icraatlara bir savaş anlayışıyla girişiyor ancak savaş koşullarını düzenleyen hukuki kuralları yok sayıyor. Örgüt, Amerikalı yetkililerden işkence uygulamalarının kınanmasını ve bu gibi olayların tekrarının önlenmesi için gerekli yasaların çıkarılmasını istedi.

Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü Asya Yöneticisi Brad Adams, askerlerin Afganlı tutuklulara gaddarca insanlık dışı muamele ettiğini ve işkence yaptığını belirtti. Afganistan İnsan Hakları Komisyonu da bu tür işkence vakalarının kendilerine yansıdığını vurguladı. Komisyon Başkanı Simar Samar, Amerikan ordusunun bazı durumlarda hukuku hiçe saydığını söyledi.

İşkence vakalarının ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söyleyen Samar, birçok Afganlı’nın şiddet uygulandığı gerekçesiyle kendilerine başvurduğunu ifade etti.

'Özgürlük' adına düğün evini vurdular

ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü terör operasyonları da çoğu zaman masum sivilleri hedef almış durumda. Örneğin bunlardan birinde 1 Temmuz 2002’de Amerikan uçakları bir düğün evini vurarak 50’den fazla sivilin ölümüne, 120 kadar sivilin de yaralanmasına neden oldu. Konuyla ilgili olarak hazırlanan BM raporunda, olayla ilgili delillerin yok edildiği iddia edilirken ilgili BM raporunu ele geçirdiğini yazan İngiliz The Times gazetesi, rapora göre, ABD’nin olayda insan haklarını ihlal ederek feci olaydan sonra ilgili delilleri ortadan kaldırdığını beyan etti.
Afganistan’ın yüzde 80’i mayın döşeli

Amerika'ya 3 somut öneri

Uluslararası Af Örgütü, uluslararası topluluğun temsilcileri, Afganistan’da gittikçe kötüye giden durumu tartışmak için Lahey’de toplanmadan önce, Afgan halkının insan haklarını geliştirmek için derhal atılması gereken üç somut açıkladı.

Örgüt: “Washington’un yeni söylemi ve stratejisi insan haklarının ilerlemesinde yeni bir potansiyel sunarken, Afgan halkı, Afgan hükümeti ve başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere uluslararası destekçilerden verilen vaatleri değil başarılı bir performansı hak ve talep etmektedir” dedi.

Uluslararası Af Örgütü uzun zamandır uluslararası topluluğu, kısa vadeli askeri ya da siyasal hedefler yerine Afgan halkının refahına odaklanan ölçütleri benimsemeye çağırmaktadır. Bu bilginin ışığında, Uluslararası Af Örgütü hepsi hızlı bir şekilde uygulanabilecek aşağıdaki üç adımın atılmasını tavsiye etmektedir.

Şu an Afganistan’da çoğu NATO tarafından temin edilen Uluslararası Güvenlik Yardımı Güçleri ve bir kısmı da ABD liderliğindeki Sürekli Özgürlük Operasyonu kapsamında olmak üzere, terörle mücadele güçleri himayesinde bulunan 40 ülkenin askeri personeli var.
Cafesiyaset

Türban Krizi Orduyu Da Vurdu
21 Temmuz 2009

Danimarka ordusuna katılan türbanlı kız, ülke gündemine oturdu. Ordu da siyasilerin baskısına dayanamayıp kızı çıkardı

Marıa Mawla, 27 yaşında Lübnan asıllı bir Danimarka vatandaşı. Müslüman olan ve türban takan genç kızın, Danimarka Sivil Savunma Kuvvetleri'nde gördüğü 10 günlük eğitim ülkeyi birbirine kattı.

Karikatür krizinden sonra ülke yine müslümanlığı tartışırken, Mawla, Hz. Muhammed karikatürlerini yayınlayan Jyllands Posten gazetesine konuştu ve "Bana ayrımcılık yapılıyor. Ben de Danimarka vatandaşıyım ve ülkemi seviyorum. Çok kızgınım" dedi.

Krizin çıkmasına neden olan olay, Maria Mawla'nın eğitim sırasında çekilen görüntülerinin kurumun internet sitesine konulması ve altına “başörtüsü onun için bir engel değil” şeklinde övgü dolu bir yazı yazılmasıydı.

Bunun üzerine harekete geçen anti-islamcı Danimarka Halkçı Partisi sözcüsü Ib Poulsen, “Başörtüsü kadın için baskının simgesidir. bu kişi hemen ordudan uzaklaştırılmalıdır” açıklamasını yaptı.

Gelen baskılar üzerine ordu sözcüsü Joergen Jensen , “Marıa’nın başörtüsünün üniforma kurallarımıza uymadığını tespit ettik. Ancak başörtüsünü çıkarırsa sivil savunma kuvvetlerine geri dönebilir” dedi. Maria ile ilgili makale de siteden kaldırıldı. Bu kez de ülke basını orduyu islam karşıtı partinin isteklerine boyun eğmekle suçladı.

Danimarka Parlemanto'sunun 179 sandalyesinden sadece 25'ine sahip olsa da, Danimarka Halkçı Partisi'nin parlemanto kararları üzerinde ciddi bir ağırlığı var. Ama bu son olay, partinin ağırlığını sarsmış görünüyor. Çünkü ülke halkı da partinin artık daha demokratik tavırlar alması konusunda talepkar.
aktifhaber

Frasız polisi peçeli kadınları fişledi

Fransız polisi peçeli kadınları tek tek saydı. Peçeyi yasaklamak için kampanya başlatılan Fransa'da, çoğu Fransız asıllı 367 kadının yüzünü örttüğü ortaya çıktı.

30 Temmuz 2009

Fransa bir süredir ülkede 'burka'nın yasaklanması tekliflerini tartışıyor. Devlet başkanı Sarkozy'nin de katıldığı, "laiklik" ve "kadın hakları" gerekçesine sığınılarak yürütülen tartışmalardaki en büyük iddialardan biri, burka giyen kadınların sayısındaki artıştı.

Ancak, Fransız polisi tarafından yapılan iki ayrı araştırma, bütün gürültünün, '367' rakamı üzerinden koparıldığını ortaya koydu. Fransa İçişleri Bakanlığı'nın polis teşkilatına yaptırdığı araştırmaya göre, Fransa'da 367 müslüman kadın yüzlerini de örtecek şekilde giyiniyor. Üstelik, bu kadınların çoğu 30 yaşın altında, şehirlerde yaşayan ve müslümanlığı seçen Fransız asıllı kadınlar ve kıyafetlerinin de "kendi tercihleri" olduğunu ısrarla savunuyorlar.
haber7

Haşema ile havuza giremedi diye ülkesini terkediyor
12:00 - Fransa'nın Emerainville kentinde Müslüman bir bayanın, “burkini” olarak adlandırılan haşema ile havuza girmesi yasaklandı. 17 yaşında iken Müslüman olan 35 yaşındaki Carole adlı Fransız bayan, havuza girmesi yasaklanınca polise giderek havuz yönetimi hakkında şikayetçi oldu. Carole, “Bunu değiştirmek için mücadele vereceğim. Ve şayet mücadeleyi kaybettiğimi görürsem Fransa’yı terk edeceğim” şeklinde konuştu. 13.08.2009 PARİS haber7

Belçika'da Mikail'in ölümü protesto ediliyor
11 Eylül 2009

Belçika'nın Charleroi bölgesindeki Jamioulx hapishanesinde 8 Ağustosta Mikail Tekin (31) isimli bir Türk'ün, gardiyanların müdahalesi sonucu ölümünü protesto etmek amaçl ı gösteri başladı. Charleroi'da toplanan, çoğunluğu Türklerden ve Belçikalılardan oluşan göstericiler, Tekin'in fotoğraflarıyla birlikte çeşitli pankartlar taşıyor. Pankartlarda, "Adaletin bu mu Belçika?", "Mikail toprakta, suçlular sokakta", "Ağlama anam, oğlun şehit" gibi sloganlar bulunuyor. Belçika basınının gösteriye ilişkin haberleri izlemediği ve yansıtmadığı gözlemleniyor. 17.08.2009 BRÜKSEL netgazete

Asker Konuştu Belçika Şaştı!!
Belçika Genelkurmay Başkanı Delcour'un bütçelerinin kısılması durumunda veto kararı alması ülkeyi karıştırdı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

‘Avrupa’nın suni devleti’ olarak anılagelen, Flaman ve Valonların kırılgan birlikteliğinden müteşekkül Belçika, Bütçe Bakanı Guy Vanhengel’in deyişiyle “Anonim şirket olsaydık iflas beyan etmek zorunda kalırdık” durumuna gelip de çanlar askeri bütçe kısıntısı için çalınca, hiç tanıklık etmediği türden bir krizle haliyle karşı karşıya kaldı. AB’nin merkezi konumundaki ülkenin genelkurmay başkanından duyulmadık bir tehdit geldi: “Hükümet kararlarını veto ederim.”
Afganistan, Lübnan, Kosova ve Demok-ratik Kongo Cumhuriyeti’nde asker bulunduran Belçika, parasızlıktan Afganistan’daki askerlerine yeterince kurşun geçirmez yelek sağlayamazken, Genelkurmay Başkanı General Charles-Henri Delcourt, bunun üstüne bir de geniş çaplı tasarruf tedbirleri binerse, hükümetin yurtdışındaki askeri görevlerin artırılması ya da operasyonların çapının genişletilmesine yönelik her talebini veto edeceğini söyledi. Silahlı kuvvetler mensuplarının bağlı bulunduğu sendikaların temsilcileriyle görüşmesi sırasında bu tehdidi savuran Delcour, Savunma Bakanı Pieter De Crem’e de bir mektup yazıp askeri bütçedeki kısıtlamalara dair endişelerini aktardı.

‘Vahim bir açıklama’
Ancak genelkurmay başkanının veto tehdidiyle gerilen siyasi çevreler, bunu “Bugüne kadar görülmemiş, çok vahim bir tavır” diye nitelendirdi. Basın, “Bugüne dek Belçika tarihinde hiçbir genelkurmay başkanı bağlı bulunduğu hükümetin politikasına aykırı bir açıklama yapmamış ve siyasi kanada karşı tavır almamıştı” diye yazdı. Belçikalı askerler ve bağlı oldukları sendikalar ise, ekonomik önlemlerin artırılması halinde ordunun ne NATO ne de iç ve dış görevlerde yükümlülüklerini yerine getirebileceğini savunuyor.

1789 Fransa’sından da kötü
Yeni önlemler son 14 yılda 44 binden, 38 bine düşürülen asker sayısının 2015’e dek 30 bine inmesini, kışlaların yüzde 40’ının, yani 30’unun kapatılmasını, askeri malzeme alımında büyük kesintiyi öngörürken, Bütçe Bakanı Vanhengel ‘kışlaları emlakçılara pazarlamakla’ itham ediliyor. Diğer yandan bütçe açığı 25 milyar doları bulan Belçika’nın ‘iflas’ durumu, Fransa’nın 1789, Rusya’nın 1917’deki ihtilal dönemlerinde yaşadıklarıyla kıyaslanıyor.
aktifhaber

Ayşe Böhürler
Yeni Şafak Gazetesi
Avrupa'da fişlenmeyen müslüman kalmadı
19 Eylül 2009

Avrupa basınında yayınlanan bazı yazılar, 11 Eylül saldırılarının 8.yılında değişen insan hakları anlayışı üzerine oldukça ilginç noktaları ortaya koyuyor. Avrupa Konseyi'nin bu konuyu değerlendirmek üzere başlattığı soruşturmayı yürüten Dick Marty'nin açıklamaları, Avrupa'nın diğer yüzü ile bizi adeta çarpıştırıyor. Marty'nin araştırmasının sonuçlarına göre;

Avrupa'da fişlenmeyen kimse (müslüman) kalmadı.

Haya yolları şirketleri her yolcunun, her banka müşterisinin, her cep telefonu ve her internet kullanıcısının kişisel verilerinin resmi makamlar tarafından takip edilip fişlenmesini sineye çekmek zorunda kaldı.

Her ne kadar medeni hukuk savunucuları, Avrupa istihbarat teşkilatlarının terör şüphelilerinin listesini hazırlamasına ve bu kişisel verilerin kanıt olarak toplanmasına tepki gösterse de sonuç değişmedi. Yani Avrupa'da ki bireysel özgürlük mitini bir manada çökerten bu süreçte haberiniz olmadan izleniyor, kayıt altına alınıyor, kişisel verileriniz suç delili olarak değrelendirilebiliyor.

Dick Marty'e göre ise “fişlenmeye karşı hiçbir şey yapamazsınız. Neyle suçlandığınızı tam olarak bilmediğiniz için listeden çıkarılmayı talep etme hakkınız da olmaz.”

Şimdi gelinen noktada ise Avrupa ve Amerika tekrar değerlerine geri dönmeyi savunuyor. Söylem bazında sonucu değil yöntemi tartışıyorlar!

“Ahlaki müdahele, ahlaki işgal“ gibi kavramlar kullanılmaya başlandı bile.

* * *
“Obama yeni politikası ile dünyaya ve özellikle de Ortadoğu bölgesindekilere barış için bir fırsat verdi, reçete değil”.

Bu yaklaşımı bir Amerikalı sivil toplum örgütü temsilcisinden duyunca biraz şaşırdım. Zaten karmakarışık edilmiş bir coğrafyada barış için sunulduğu söylenen fırsatlar sahici mi, kestirmek mümkün değil. Diğer yandan Amerika'nın Irak'a girerek ve Irak'tan çıkarak Türkiye'ye hediye verdiği şeklindeki yorumu da yine merak ve şaşkınlık ile dinledim.

Bu söylemin inandırıcı olması ise mümkün görünmüyor. Amerikan halkı dünyaya özgürlük getirmek için savaştıklarına inandırılmışken, Amerikan uçakları Afganistan köylerini bombalıyor. Leşkergeh şehrindeki bir hastaneyi ziyaret eden Guardian gazetesi muhabirlerinden Jon Boone, karnından ve ciğerinden yaralanan genç bir adamın söylediklerini şöyle naklediyor:

“Kapımın birkaç adım dışındaydım. Sekiz füze düştü. Yaralandım, içeri kaçtım. Orada da kadınlar ve çocuklar bağırıyordu, odalardan birine füze düşmüştü.”

Bu genç, o hastaneye her ay benzer yaralarla getirilen 90 kişiden birisi. Aynı bölgeden bir aşiret reisi, Hacı Torcan ise yaşananları şöyle anlatıyor:

“Köyümüzde Taliban yok. Etrafımız yabancı güçlerin üsleri ve kontrol noktaları ile dolu. Ama bunun adına korunmak diyemeyiz. Çünkü öldürülüyor ve yaralanıyoruz. Gece tarlalarını sulamak için el feneri kullananlar, hatta sahur hazırlığı için lambalarını yakanlar saldırılara hedef oluyor.”

BM rakamlarına göre, bu yılın ilk altı ayında 1018 sivil öldü (..)

Kaynak: BBC

Hollanda'da, burka giyenlere devlet yardımı yok
13:40 - Hollanda'da, burka gibi yüzü tamamen kapatan giysi giyenlere, işsizlik ya da öteki yardım ödeneklerinin verilmesinin tamamen durdurulması istendi. Amsterdam Belediye Başkanı Job Cohen, Trouw gazetesinde yayımlanan söyleşisinde, "Burka giydiği için işe kabul edilmeyen bir kişiye ödenek verilmemelidir" görüşünü savundu. Burka giydiği için işe ya da eğitim kurumlarına kabul edilmeyen Müslüman kadınlar bulunduğunu anımsatan Cohen, bu kişilere sağlanan yasal ödeneklerin tamamen durdurulması isteğinin, kişisel karşı çıkma ya da inanç temelinde olmadığını, işe kabul edilmeme gerekçesinden kaynaklandığını belirtti. 28.09.2009 AMSTERDAM netgazete

Almanya da Müslümanların evlerini basıyorlar
08 Ekim 2009
Anadolu Haber

Dünyaya insan hakları dersi vermeye çalışan Batılılar, her fırsatta ikiyüzlülüklerini yansıtıyorlar.

Almanya'nın Başkenti Berlin'de, terör şüphesiyle Müslümanlara ait bazı evlerde arama yapıldı. Berlin polisinin bir sözcüsü, kendi ifadesi ile bazı ‘radikal dinci şiddet yanlıları’nın evlerini kapsayan operasyonun Berlin çapında düzenlendiğini belirtti.

Sözcü, operasyonun, terör eğitim kamplarında bulundukları şüphesiyle haklarında soruşturma başlatılan kişilere yönelik olduğunu, bu kişilerin saldırı planladıklarına dair somut bilgi bulunmadığını kaydetti.

Bild gazetesinde yer alan bir haberde de polisin 28 evde arama yaptığı ve operasyonun Çeçenlere yönelik olduğu ifade edildi. Haberde, yeterince ‘delil bulunmadığı’ için şüphelilerden hiçbirinin gözaltına alınmadığı kaydedildi. Berlin Eyaleti İçişleri Bakanlığı Sözcüsü de terör saldırısı yapılacağı yönünde herhangi bir bilginin bulunmadığını açıkladı.

Almanya’da yaşayan Türkler ise ev aramalarını kınayarak Almanya’yı insan haklarına saygıya çağırdılar. Tübingen Üniversitesi’nden Habib Azade; “Süreci biz de takip ediyoruz. Böyle giderse bir gün bizim de evimizi basacaklar. Berlin Başsavcılığı konu ile alakalı açıklama yapamıyor; çünkü delil yok. Berlin Eyaleti İçişleri Bakanlığı da açıklama yapamıyor, çünkü onların da söyleyecek sözleri yok. Biz bu haksız uygulamaları kınayarak toplumlar arası barış için Almanya’yı hukuka ve insan haklarına riayete çağırıyoruz” dedi.
(VAKİT)

Kanada gizli servisine sınır ötesi izni
11 Ekim 2009 Kanada Federal Mahkemesi, Kanada Gizli Haberalma Servisi CSİS'e, Kanadalıları dünyanın her yerinde izleme ve dinleme yetkisi verdi.
CSİS'in başvurusunu değerlendiren Federal Mahkeme Hakimi Richard Mosley, Savunma Bakanlığının İletişim Güvenliği Birimi'ni de yetki alanına dahil etti.

Mahkeme kararına göre, iletişim alanında ileri teknolojinin tüm imkanları ile donatılan Savunma Bakanlığının İletişim Güvenliği Birimi, Kanada vatandaşlarının diğer ülkelerle olan kişisel ya da şirket bazında internet, telefon, faks ve mektup gibi tüm haberleşmelerini izleyerek, CSİS'e bilgi akışı sağlayacak. CSİS de gerektiğinde operasyon yapacak şekilde yurt dışı faaliyeti gerçekleştirebilecek.
aktifhaber

Nükleer fizikçinin El Kaide ilişkisi kuşkusu
İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (CERN) çalışan ve tutuklandığı açıklanan bilim adamının, El Kaide ile bağlantısından kuşku duyuluyor

09.10.2009
İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (CERN) çalışan ve tutuklandığı açıklanan bilim adamının, Cezayir'deki El Kaide militanlarıyla bağlantısı olduğundan kuşku duyulduğu bildirildi.

Fransız yetkililer, nükleer fizikçi olan bilim adamının, dün Fransa'nın Lyon kentinin 33 kilometre güneyinde bulunan Vienne kentinde tutuklanan iki erkek kardeşten biri olduğunu söylediler.

Polis yetkilileri, bir Fransız yargıcın terörist bağlantıdan kuşku duyarak başlattığı soruşturma çerçevesinde tutuklanan kardeşlerin, 25 ve 32 yaşlarında Fransız vatandaşı olduklarını bildirdiler.
habertürk

The Guardian, ulaştığı belgede, İngiliz hükümetinin gençleri radikalizm tuzağına düşmekten kurtarmaya çalıştığı iddiasıyla masum Müslümanların özel bilgilerini depoladığını öne sürdü
17.10.2009

Gazetenin elde ettiği belgede, yetkililerin suçsuz Müslümanların siyasi ve dini görüşlerini gizlice öğrenmeye çalıştığı, kişinin sağlık durumu, cinsel hayatına ilişkin kişisel bilgilere ulaştığını gösteriyor.

Belgede ayrıca, bu kişisel bilgilerin ilgili kişiler 100 yaşına varıncaya kadar tutulduğunu gösteriyor.

The Guardian, programın 'radikalizmi önleme' adı altında gerçekleştirildiğini ancak farklı hedeflerin amaçlandığı yorumunu yaptı. Olaya tepki gösteren Liberty adlı düşünce kuruluşu direktörü Shami Chakrabarti, olayın İngiltere tarihinde en büyük casusluk olayı olduğunu söyledi. Chakrabarti, yapılan casusluğun kişilerin hareketlerini değil inançlarını hedef aldığını belirtti.

İngiliz hükümeti ve güvenlik yetkilileri, 140 milyon Sterlin'e mal olan programın Müslümanları hedef aldığı yönündeki iddiaların yalan olduğunu açıkladı.

Ancak programın sürdürülmesinde aktif rol oynayan yetkililere ulaştığını yazan The Guardian, yetkililerin bu programın Müslümanların düşünceleri ve inançları hakkında gizli bilgi toplamayı da kapsadığı görüşlerini aktardı.

Programın uygulandığını örnekleriyle açıklayan The Guardian, İngiltere'nin kuzeyinde bir öğrencinin Gaza konulu bir seminere katıldığı ve semineri veren öğretim görevlisi tarafından polise 'aşırı İslamcı' olarak rapor edildiğini ancak gerçekte böyle olmadığını yazdı.

Bir diğer örnekte ise, Londra'nın doğusunda bir okulda 9 yaşındaki bir Müslüman çocuğun yanı sıra Blackburn şehrinde 80 Müslüman'ın yine aşırı radikal olarak güvenlik birimlerine rapor edildiğini vurguladı.
haber10

ABD’de şeriat isteyen imama FBI yargısız infaz yaptı30 Ekim 2009
ABD’nin Michigan Eyaleti’nde şehid edilen imam Lokman Emin Abddullah için, FBI ajanlarıyla çatışmaya girdiği öne sürüldü.

FBI ajanları, imam Lokman Emin Abdullah’ı tutuklamak için Dearborn’daki bir depoya gitti. İmam Abdullah, teslim olmayı reddetti ve FBI ajanları tarafından vuruldu.

Mahkemeye sunulan belgelerde, imam olan Abdullah’ın ABD’de İslam devleti kurmak isteyen Sünni radikal bir grubun başı olduğu belirtiliyor. FBI görevlisi Gary Leone, Abdullah’ın düzenli olarak devlete ve güvenlik güçlerine karşı vaaz verdiğini söyledi. Söz konusu grubun çoğunun siyah olduğu ve Amerikan hapishanelerinde İslam dinine geçtiklerini kaydetti.
haber101

"Davayı etlemek için yargıçla yattım"
31 EKİM 2009,
'Irk ayrımcılığı' davasından kurtulabilmek için yargıçlarla birlikte olduğunu söyledi.

İngiltere’de bir hukuk firmasında avukat olan Lizzie Wiseman, meslektaşı Hint asıllı Aisha Bijlani tarafından kendisine açılan 33 milyon poundluk “ırk ayrımcılığı” davasından kurtulabilmek için yargıçlarla birlikte olduğunu söyledi.

Wisemann gibi kişilerin kendisine Hint asıllı olduğu için dava vermediklerini iddia ederek kurumu mahkemeye şikayet etmiş, Wiseman’ı da yargıçlarla birlikte olmakla suçlamıştı. 4 çocuk annesi Lizzie Wiseman ise Yüksek Mahkeme Hakimi Justin Fenwick, ve yardımcı yargıç Roger Stewart ile kararlarını etkilemek için yattığını kabul etti.
Akşam

02 Kasım 2009
ABD Özgürlük Götürecekti!
Irak'ta, ekim ayında meydana gelen şiddet olaylarında 343 sivil hayatını kaybederken, 2003'ten bu yana toplam sivil can kaybı sayısı da 100 bine yaklaştı.

Güvenlik kaynaklarına göre, ABD'nin 2003'te başlattığı Irak savaşından bu yana en düşük can kaybı eylül ayında meydana gelmiş, 125 sivil yaşamını yitirmişti. Geçen aysa bu sayı hızlı bir artış gösterip 343'e yükseldi. Bu can kayıplarının yarısı, 25 Ekimde Adalet Bakanlığı ile diğer kamu binalarına düzenlenen saldırılarda meydana geldi.

Irak'taki can kayıplarını veren "www.iraqbodycount.org" sitesine göreyse Amerikan güçlerinin Saddam Hüseyin'i devirdiği son 6 yılda Irak'taki toplam sivil kayıp sayısı 100 bine yaklaştı.

Bu arada ekim ayında hayatını kaybeden Amerikan askeri sayısı 2 oldu.
aqktifhaber

Blackwater, Irak'ı rüşvetle susturmuş

11 Kasım 2009, 10:29 Bahadır Serhat

Bağdat'taki sivil katliamlarda en büyük rolü oynayan Blacwater isimli paralı asker şirketi, Irak'ı rüşvetle susturmuş.

Irak'ta görev verilen Amerikan özel güvenlik şirketi Blackwater'ın çalışanlarının 1 milyon dolar vererek Iraklı yetkililerin ''eleştiri yapmalarını engellemeye'' çalıştığı ortaya çıktı.

New York Times gazetesinin haberinde, Bağdat'ta 2007'de şirket çalışanlarının karıştığı kanlı olayın ardından dönemin şirket başkanı Gary Jackson'ın rüşvet vermesine izin verildiği belirtildi.

Şirketin adları gizli tutulan 4 çalışanıyla yapılan görüşmelere dayandırılan haberde, rüşvet parasının Bağdat'taki şirket yetkilisine Ürdün'den havale edildiği, ancak şirket çalışanlarının bu paranın sonunda Iraklı yetkililere verilip verilmediğini bilmediği ifade edildi.

Haberde, aynı kaynakların, rüşvetin, eleştirileri susturmaları ve kendilerine destek verilmesini sağlamalı için Irak İçişleri Bakanlığı'nda güvenlik şirketlerini seçen yetkililere verilmiş olduğunu düşündüğü de kaydedildi.

ABD Dışişleri Bakanlığı, 16 Eylül 2007'de sivillerin de öldüğü kanlı olayın ardından bu şirketle ilişkisini kesmişti. Merkezi California'da bulunan şirket, Irak hükümetince Ocak 2009'da yasaklı ilan edilince adını Xe olarak değiştirmişti.
anadolu haber

ABD 4 CAMİYE KİLİT VURDU!

13 Kasım 2009
ABD, İran bağlantısı şüphesiyle 4 cami ve gökdelene el koyuyor
ABD'de federal savcılar, İran hükümeti tarafından gizlice kontrol edildiğinden şüphelendiği bir vakfın, aralarında 4 cami ve New York'taki bir gökdelenin de bulunduğu malvarlığına el konulması için harekete geçti.

Amerikan basınında çıkan haberlere göre savcılar, 500 milyon doları aşan değere sahip malvarlığına el konulması istemiyle federal mahkemeye dava dilekçesi sundu. Olayın, Amerikan tarihinin terörizmle mücadele kapsamındaki en büyük hacizlerinden birini oluşturabileceği belirtiliyor.

El konulması istenen malvarlığı arasında banka hesapları, New York, Maryland, California ve Houston'daki okul ve camilerden oluşan İslam merkezleri, Virginia'da 100 dönümlük arazi ve New York'ta 36 katlı bir gökdelen işhanının bulunduğu bildirildi.

"Alavi Vakfı'nın, işhanını İran hükümetinin adına işlettiğini ve Assa Corp. adlı paravan şirketle birlikte çalışarak, milyonlarca dolarlık kira gelirini yasadışı olarak İran devlet bankası Bank Mellat'a transfer ettiğini" belirten savcılar, "Vakfın işlerinin 20 yıldır, Amerikan yasalarının ihlalini oluşturacak biçimde, aralarında İran'ın BM büyükelçilerinin de yer aldığı çeşitli İranlı yetkililerce idare edildiğini" söyledi.

ABD, İran'ın nükleer programına destek sağlamakla suçladığı Bank Mellat ile iş yapılmasını yasadışı olarak kabul ediyor. Malvarlığına el konulmasının İran'a büyük bir darbe indireceği, Amerikan yönetimiyle Amerikalı Müslümanlar arasındaki ilişkileri de kızıştıracağı yorumları yapılıyor.

Amerikalı Müslümanların en büyük insan hakları örgütlerinden Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi (CAIR) sözcüsü İbrahim Hooper, "İbadet evlerine el konulmasının tüm dinlere mensup vatandaşların dini özgürlüklerine şok etkisi yapabileceği ve dünya genelindeki Müslümanlara olumsuz mesaj gönderebileceğinden endişe ettiklerini" ifade etti.

Alavi Vakfının avukatı John Winter da, gelişmeden duyduğu hayal kırıklığını dile getirirken, dava açmayı planladıklarını ve kazanacaklarından umutlu olduklarını bildirdi.

Bu arada binaların mahkeme süresince açık kalacağı ve kullanıcılarına karşı herhangi bir suçlamanın yöneltilmediği ifade edildi.
haber10

Fransa'da, öğrenciye 'soykırım' cezası
17 Kasım 2009 Anadolu Haber

Fransa'da, 'soykırım' iddialarını kabul etmeyen 13 yaşındaki bir Türk öğrenci okuldan uzaklaştırıldı.

Fransa'da Ermeni soykırımını inkâr edenleri cezalandırmayı öngören kanun teklifi henüz yasalaşmadı. Ancak Fransız okulları şimdiden soykırımı kabul etmeyen Türk öğrencileri cezalandırmaya başladı. 13 yaşındaki Mustafa Doğan, Ermenilere soykırım yapılmadığı fikrinde ısrar edince okuldan uzaklaştırıldı. Fransız koleji, Mustafa'ya soykırımı araştırması ve kabul etmesi için iki gün süre verdi. Ayrıca ödev yaparken Türk sitelerine bakmaması ve soykırım tanıkları ile görüşmesi istendi.

Nancy şehrinde yaşayan Musta-fa'nın tarih öğretmeni, geçen hafta yapılan yazılı sınavda, 1915 olayları ve "Ermeni soykırımı" ile ilgili bir soru sordu. Daha önce bu konuda sınıfta öğretmeni ile tartışan Türk öğrenci, "sinirlenerek", "Soykırım olduysa da hak ettiler" diye yazdı.

Zaman'a konuşan Mustafa, daha önce öğretmeni ile arasında geçen tartışmaya işaret ederek, "Olmadı deseydim sıfır vereceklerdi. Brevet (ortaokul bitirme sınavı) için önemli bir sınavdı." şeklinde konuştu. Bunun üzerine, okul müdür yardımcısı derhal Mustafa'nın babasını arayarak "Çocuğunun Fransız yasaları önünde büyük bir suç işlediğini ve hemen görüşmeleri gerektiğini" bildirdi. Baba Mehmet Doğan, "Ben, soykırımı kabul etmeyenlerin cezalandırılmasını öngören bir yasa duymadım." diye tepki gösterince müdür yardımcısı, "Oğlunuzun, bunları nereden öğrendiğini görmüş olduk." diyerek babayı da suçladı.

Olay üzerine toplanan okul yönetimi, bu tavrından dolayı Mustafa'yı iki gün okuldan uzaklaştırma cezası ve bu süre içerisinde soykırımı tanıma ödevi verdi. "Osmanlı İmparatorluğu tarafından işlenen Ermeni soykırımı: İnsanlığa karşı bir suç" başlıklı ödevde, Mustafa'dan "soykırım"ın, "Tarihî konteksini araştırması", "olayları (katliamları, kaç kişinin öldüğünü ve nasıl yapıldığını) detaylandırması", "tanıklarla görüşmesi" ve özellikle "soykırımın tanınması ve soykırım için militanlık yapan Türkler üstünde durması" istendi. Ayrıca araştırma yaparken Türk internet sitelerine bakmaması ve Wikipedia'ya dikkat etmesi gerektiği bildirildi. Mustafa, bu ödevi hazırlayıp dün arkadaşları önünde "Ermeni soykırımını" anlatacaktı. Fakat Türk öğrenci, ödev yerine Fransa'da faaliyet gösteren COJEP isimli Türk sivil toplum örgütünün hazırladığı bir mektubu verdi. Dün tarih öğretmeninin "Sana hatanı düzelt diye bir fırsat verdik. Soykırımı kabul et" diye kızdığını ifade eden Mustafa, öğretmeninin buna Fransa'da soykırımı inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören bir yasa olduğunu gerekçe gösterdi. Mustafa ise söz konusu kanun teklifinin henüz yasalaşmadığını söylese de öğretmeni dinlememiş.

OKUL MÜDÜRÜ CEZAYI SAVUNDU

Fransız Parlamentosu, 2001 yılında çıkardığı bir yasa ile 1915 olaylarını soykırım olarak tanıdı. Fakat, "Ermeni soykırımını" tanımayanların cezalandırılmasına ilişkin tasarı henüz yasalaşmış değil. 2006 yılında Fransa Milli Meclisi'nden geçen kanun teklifi, üç yıldan bu yana Senato gündemine gelmeyi bekliyor. Fakat Nicolas Sarkozy yönetimi söz konusu kanun teklifinin yasalaşmasını istemediğini açıkça dile getiriyor. Öte yandan, Milli Meclis başkanı başkanlığındaki bir parlamento komisyonunun hazırladığı raporda artık tarihî konularda yasa çıkarılmamasını önerilmişti. Mustafa'nın yaşadıkları, bazı Fransız okullarının sanki bu kanun çıkmış gibi uygulamaya geçtiklerini ortaya koyuyor.

Paris, AB'nin ocak ayında çıkardığı, üye ülkelerde soykırım, savaş ve insanlık suçlarını inkar ya da tahfif edenleri cezalandırmayı öngören çerçeve kararına şerh düşerek bu suçların ancak uluslararası bir mahkemenin kararıyla kesinleşmesi halinde cezalandırılabileceğini beyan etmişti.

Baba Mehmet Doğan, okul müdür yardımcısını ırkçılıkla suçluyor. Oğluna, 1915 olaylarını soykırım olarak tanı diye baskı yaptıklarını dile getiren Doğan, öğretmenin daha 13 yaşında olan ve "sıcakkanlı" olarak nitelediği Mustafa'yı "provoke etmekle" itham ediyor. "Ermeni soykırımına" inanmadığını ve oğlunu desteklediğini ifade eden baba Doğan, "Ama soykırımı hak ettiler diye yazmaması iyi olurdu. Keşke bu cevabı vermeseydi. Sinirlendirmişler." şeklinde konuşuyor. Sınavda neden böyle bir cevap verdiğini açıklayacağını, ama zamanın yetmediğini belirten Mustafa ise öğretmenlerinin 1915 olaylarını anlatırken çok yanlı olduklarını ve olayların öncesini anlatmadıklarını iddia etti. Öğretmenine, "Türkiye'de yaşayan Ermenilerin Türklere karşı savaşta Türklere karşı Ruslarla birlikte olduklarını neden anlatmıyorsunuz?" diye sorduğunu bildiren Mustafa, öğretmeninin ders programında olmamasını gerekçe gösterdiğini söyledi. Olay üzerine okul nezdinde girişimlerde bulunan Türk sivil toplum kuruluşu COJEP ve Mustafa'nın babası, cuma günü okul müdürü ile görüşecek.

Zaman'ın ulaştığı Jacques Marquette isimli ortaokulun müdürü Francis Vignola, Mustafa'ya uygulanan yaptırımı ve öğretmeni savundu.
Kaynak: Zaman

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İşkence fotoğraflarına Obama'dan sansür

Amerikan yapımı işkencenin fotoğraf albümünün kapağı kapatılıyor.
İşkenceye, sofistike metotları katan ve fotoğrafa kayıt eden sapkın zihniyetin teşhiri engellenecek.
Amerika'nın özel güvenlik şirketlerinden devşirilmiş paralı askerlerinin Irak ve Afganistan'da yaptıkları işkence fotoğraflarına yayın yasağı istendi.
Bu sansür bizzat ABD Hükümeti tarafından Yüksek Mahkeme'sine gönderilen mektupla talep edildi.
Obama'ya aldığı Nobel Ödülü'nü hak ettiren bu isteğin gerekçesi de 'Amerikan toprakları dışındaki silahlı kuvvet mensuplarını ve yurttaşlarını tehlikeye atabileceği' görüşü oldu.
11 Eylül 2001-22 Ocak 2009 arası çekilen fotoğraflar ABD'nin Amerikan toprakları dışında tutuklulara uyguladığı işkenceleri gösteriyor.
Savaş tarihinin gelişmiş barbarizminin digital görüntülerinde siviller de yer alıyor.
Halbuki savaş suçları ve insan hakları ihlallerinin nasıl bir insanlık utancına dönüştüğünden Amerikan kamuoyu vicdanının da nasiplenmesi gerekiyor.
4 milyon Vietnamlı'nın öldüğü Vietnam savaşından 37 yıl sonra Amerikalılar hala 100 bin Vietnamlı'nın öldüğünü sanıyorlar.
Amerikalıların dünya algısı, üreten dev medya ve iletişim teknolojileri militer hamaratlardır.
Steril ve kayıtsız Amerikan kamuoyuna, ordularının ülke sınırları dışındaki savaşları, küresel medya devleri CNN ve Fox tarafından iletilir.
Ağır gerçeklik kaybına uğramış görüntüler bir savaş oyunu simülasyonunu aşamadığından vicdanlara değmez..
1. Körfez Savaşı'nda insanların merhametinin ses verdiği 'petrole bulanmış kuş görüntüsü' bile kurgu çıktı.
Amerikan medyasının 'savaşları aklama' misyonuna Hollywood prodüksiyonları da dahildir...
Savaş, katliam, soykırım görüntüleri ya bir film anlatısı ya da playstationda oyun formülasyonunda sunularak eğlence sektörünün karlılığı olurlar.
Toplumsal hafıza seyirlik ve eğlencelik tüketim malzemesine dönüşen 'gerçekle' ancak böyle karşılaşır.
Gerçekliğin hafifletilmiş, ayıklanmış, ahlaki yüklerden arındırılmış formunun zaten temsil niteliği de erimiştir.
Dünyada gerçek acının bittiğine dair kuvvetli bir inançları oluşturulmuştur.
Felluce'nin savaş oyununu hazırlayan Atomic Games firması, oyunun yapımında Irak'ta görev almış askerlerin yardımına başvurdu.
Ve uydudan çekilmiş fotoğraflar da oyunun tasarımına eklendi.
Savaşların gerçek acıları ve kayıpları üzerinden oyun ile film üreten kapitalist süreç toplumsal zihninde de savaş düşselleştirir...
Felluce katliamında ölen binlerce insanın, yüz binlerce mültecinin gerçekliğinin bonus veren bir oyuna indirgenerek kamusal hazza servis edilecek olması insanın kanını donduruyor.
Bu arada işkence fotoğraflarının yayın hakkını mahkeme kararıyla almış olan Yurttaş Özgürlüklerini Koruma Derneği (ACLU) ise hükümetin engelleme isteği üzerine 'Bu fotoğraflar tarih arşivimizin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bunlar Irak ve Afganistan'da tutuklulara yapılan kötü muamelelerin sorumlularıyla ilgili tartışma için çok önemli' dediler.
Böyle bir tartışmanın kolay kolay açılmayacağına şimdiden hemfikir olabiliriz.
Digitalize işkence yapma simülasyonları içeren playstation oyununun yakın bir tarihte piyasaya çıkacağına da...
Akşam gazetesi

İmam ABD'ye işkenceyi kabul ettirdi
8 Mart 2010
KONYA - Guantanamo'da işkence gören imam, ABD mahkemesine işkenceyi itiraf ettirdi.

Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) 11 Eylül terör saldırılarının ardından tutuklanıp 4.5 ay cezaevinde tutulan Konyalı eski imam İbrahim Türkmen (44), açtığı dört davanın ikisini kazandı, ikisini kaybetti.

Hapishanede kendisine kötü muamele ve işkence yapıldığı iddiasıyla açtığı dava ile ABD yönetiminden 1 milyon 500 bin dolarlık tazminat davasını kaybeden Türkmen, ibadet özgürlüğünün kısıtlanmasıyla ilgili açtığı davayı ise kazandı.

Amerikalı hakim, tutuklama sırasındaki hukuksuzluklar ile cezaevindeki kötü muamele ve işkenceleri kabul etti, ancak bu hukuksuzlukları, ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü şartlara bağladı.

ABD'de 11 Eylül 2001 tarihinde uçaklarla ikiz kulelere düzenlenen bombalı saldırı sonrası tutuklanan ve 4.5 ay cezaevinde kalan Konyalı eski imam İbrahim Türkmen, cezaevinde gördüğü işkence nedeniyle başlattığı hukuk mücadelesini kaybetti. Avukatları William Goodman ve Robert T. Barry'nin, dönemin ABD Adalet Bakanı John Ashcroft ve FBI Başkanı Robert Mueller aleyhinde açtığı ceza ve tazminat davasının sonuçlandığını açıklayan Türkmen, "Davayı kaybettik. İşkence ve kötü muamele yaptıklarını kabul ediyorlar ancak davayı kaybediyoruz. Anlaşılır gibi değil. Dünyayı yönettiğini iddia eden bir ülkede adalet denen bir şey yok." dedi.

İbrahim Türkmen, yaklaşık 3 ay önce Newyork Brooklyn Federal Mahkemesi'nde süren davayı kaybedeceklerinin kendilerine sinyalleri verilince, avukatlarının da tavsiyesi üzerine bu davayı bir alt mahkemeye çektiklerini söyledi. Yüksek mahkemenin verdiği kararların bundan sonra göçmenler tarafından açılacak bu tür davalar için emsal teşkil edeceği için bu kararı aldıklarını anlatan Türkmen, "Eğer yüksek mahkemede davayı kaybetmeyi göze alarak devam etseydik bundan sonra ABD'ye gidecek tüm göçmenlerin hak arama mücadelesi bu dava nedeniyle reddedilecekti. Ben de böyle bir mağduriyetin oluşmasına sebep olan kişi olmak istemedim." ifadelerini kullandı.

ABD KÖTÜ MUAMELEDE BULUNDUĞUNU KABUL ETTİ

Alt mahkeme hâkiminin, 'dinini tatbik etmeyi engelleme' ve kişisel mülkün gasp edilmesiyle ilgili taleplerini kabul ettiğini anlatan İbrahim Türkmen, "Hakim, tutuklanmalardaki hukuksuzluklar ile cezaevindeki kötü muamele ve işkencelerle ilgili taleplerimizde haklı olduğumuzu söyledi. Ancak ülkenin 11 Eylül tarihinde terör tehdidinde olduğu belirtilerek talebimiz reddedildi." dedi.

ABD'nin uluslararası hukuk kurallarını çiğnediğini dile getiren Türkmen, "Hükümetin ulusal çıkarları tehlikede olduğundan o zaman yapılanlar uygun görülmüştür" şeklinde bir gerekçenin kabul edilemez olduğunu söyledi. Türkmen, "Böyle bir gerekçe olur mu? Kararın gerekçesi de hukuk dışı. 11 Eylül'den sonra ABD'de hukuk tamamen bitti. Kanun, hukuk ve nizamlar tanınmaz oldu; kararlar hissi alındı. Bu ABD hükümetinin o dönemde işkence de dahil her yola başvurduğunu resmen kabul etmesi anlamına da geliyor." diye konuştu.

İMAMLIĞA DÖNEMEDİ ESNAF OLDU

İbrahim Türkmen, yeniden imamlık yapmak için müftülüğe başvuruda bulundu. Ancak kendisine kadro olmadığı ifade edilince imamlığa geri dönemeyen Türkmen, iş hayatına atıldı.
habertaraf

Çok sayıda masum Afgan öldürdük'
05 Nisan 2010 anadoluhaber
ABD'li general McCrystal, askerlerinin Afganistan'da çok sayıda masum sivili öldürdüklerini itiraf etti.

Afganistan'da uluslar arası gücün ABD'li komutanı General Stanley McChrystal, ülkedeki Nato ve ABD ordusuna bağlı askerlerin çok sayıda sivil Afgan'ı öldürdüğünü kabul ederek, katliamlara en üst düzey teyiti de yapmış oldu.

McChrystal, askeri yetkililerle yaptığı görüşmede, tehdit oluşturduğu zannıyla çok sayıda sivili askerler tarafından öldürüldüğünü söyledi.

New York Times gazetesi de 9 ayı aşkın süredir uluslar arası gücün başında bulunan McChrystal'in sivil ölümlerinin önüne geçemeyen bir kişi olduğunu söyledi.

McChrystal, amacının askerleri eleştirmek olmadığını vurgularken, kontrol noktalarında ya da devriyeler sırasında militan oldukları şüphesiyle öldürülen Afganların büyük bölümünün masum siviller olduğunun anlaşıldığını söyledi.

Geçtiğimiz yılda Alman askerlerinin büyük sivil Afgan katliamını gerçekleştirdikleri Kunduz'dan da benzeri itiraflar dile getirilmişti.

Almanya'da Polis Dehşeti

Evinin önünde sigara içerken, kendisini bir zanlıya benzeten polis tarafından dövülen Cengiz Tiryaki ile ailesi, suç duyurusunda bulundu.

27.06.2010

Almanya’da evinin önünde sigara içerken, kendisini bir zanlıya benzeten polis tarafından dövülen Cengiz Tiryaki ile ailesi, suç duyurusunda bulundu.

Dormagen kentinde meydana gelen olayda, polisin 72 yaşındaki baba ile 68 yaşındaki anneyi dahi darp etmesi, büyük tepkiye yol açtı.

Trabzo nlu Tiryaki ailesi, suçsuz oldukları halde uğradığı insanlık dışı muamelenin hesabını sormak için hukuk savaşı başlattı.

Evinin önünde sigara içerken, kendisini bir zanlıya benzeten polis tarafından dövülen Cengiz Tiryaki gözünden yaralandı, vücudunun çeşitli yerlerinde de köpek ısırmasından kaynaklanan yaralar bulunuyor.

Gürültüyü duyarak dışarı çıkan Tiryaki’nin annesi ve babası da Alman polisinin şiddet kullanması sonucu çeşitli yerlerinden yaralandı. TRT

Müslüman Katilleri 18 ay'da Serbest!
28 Temmuz 2010 Anadolu Haber
İngiltere'de geçen yıl, sırf zevk için yaşlı bir Müslüman adamı öldüren katillier 18 ayda serbest kalacak.

İngiltere’de mahkeme, geçen yıl, sırf zevk için yaşlılara saldıran bir çetenin kurbanı olan Ekram Haque’ın (67) katilleri 18 ayda serbest kalacak şekide karar verdi.
Haque, torununun gözü önünde dövülmüş ve bir hafta sonra hastanede ölmüştü. Mahkeme yaşlı adamın dayak nedeniyle değil, olay sırasında düşüp başını çarptığı için öldüğüne karar verdi. Yaşlı adamı cami çıkışında döven iki saldırgan bu sayede kısaltılmış hapis cezaları aldı.

Fransa romanları göndermeye devam ediyor
14 Eylül 2010
PARİS - Avrupa Birliği Komisyonu'nun sert uyarısına rağmen, Fransa, Romanları toplu sınırdışı etmeye devam ediyor.
Fransa bugün, Paris'ten 160, Marsilya'dan 69 Romanı uçakla Romanya'nın başkenti Bükreş'e gönderdi. haber10

Dr. Afiye Sıddiki'ye Özgürlük!
29 Eylül 2010


Amerika'da 86 yıl hepis cezasına çarptırılan Pakistanlı Afiye Sıddıki'nin serbest bırakılması için Mazlumder ABD elçiliği önündeydi.

11 Eylül Saldırıları sonrasında ailesiyle görüşmek için gittiği Pakistan’da kaçırılan, Pakistan ve ABD istihbarat örgütlerince işkence edilen Afiye SIDDIKİ Manhattan'daki ABD Bölge Mahkemesi'nde görülen davada 86 yıl hapse mahkum edildi.

38 Yaşındaki tıp doktoru Afiye Sıddiki''nin serbest bırakılması için MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk ÜNSAL, MAZLUMDER Üye ve gönüllülerinin katılımı ile ABD Elçiliğinde bir açıklama yapıldı.

Açıklamayı MAZLUMDER Genel Merkezi adına Ankara Şube Başkanı Üstün BOL okudu.

Basın Açıklaması Metni:

DR. AFİYE SIDDIKİ’nin Şahsında Pakistan ve ABD Hukuku Katlediyor!

Doktor Afiye SIDDIKİ, diğer adıyla 650 numaralı mahkum geçtiğimiz günlerde Manhattan'daki ABD Bölge Mahkemesi'nde görülen davada 86 yıl hapse mahkûm edildi.

38 Yaşındaki Afiye SIDDIKİ'nin mahkûmiyet gerekçesinde ele geçirdiği bir tüfekle ''Amerikalılara ölüm'' diye bağırdıktan sonra Amerikalı yetkilileri vurmaya çalıştığı belirtilmektedir. Amerikan askerlerinin ifadelerine dayanarak ve herhangi bir somut delile dayanmadan verilen bu karar hukuk tarihine benzerlerini sıklıkla gördüğümüz bir“Amerikan komedisi” olarak geçecektir.

Doktor Afiye SIDDIKİ, 2003 yılında ailesini ziyaret etmek için gittiği Pakistan’da kaybolmuş, kayıp olduğu bu süre içerisinde Pakistan istihbarat birimlerince işkence edilerek sorgulanmış, ardından da Amerikan istihbarat birimlerine servis edilmiştir.

Amerikan istihbarat servislerince gizli bir hapishanede 2008 yılına kadar işkence edilmiş, aynı hapishaneyi paylaşan başka bir mahkûmun hapishaneden kurtulduktan sonra anılarında Dr. SIDDIKİ’den bahsetmesi ile Amerika’ya başka bir cezaevine nakledilmiştir. Pakistan’da kaçırıldığı sırada yanında en büyüğü dört yaşında olan üç çocuğu da bulunan Dr. SIDDIKİ yıllarca işkence altında tutulduğu hapishanede akli dengesini kaybetmiştir.

Vatandaşı olduğu Pakistan devletinin SIDDIKİ’yi sahiplenmemesi, haklarını aramaması, ülkesine iade edilmesini talep etmemesi, Pakistan Dış İşleri Bakanlığının ümitsizliğe uğradığını ve hüzünlü olduğunu belirten açıklaması ve efendisiyle arasını bozmamak için yurttaşlarını feda etmesi Pakistan tarihine kirli bir leke olarak kazınacak, işbirlikçi yönetimlerin katillerle giriştiği bu dayanışma vicdanlarda karşılığını bulacaktır.

Uluslararası insan hakları örgütlerinin söz konusu batı olduğunda takındığı ikiyüzlü tavır da elbette kayıt altına alınmıştır.

Küresel Amerikan politikalarına kurban edilmeye çalışılan, akli dengesi bozulan, üç çocuk annesi olan Dr. SIDDIKİ’nin serbest bırakılmasını, kendisinin veya ailesinin seçeceği bağımsız bir ülkeye gidebilmesinin sağlanmasını istiyoruz.

Amerikan savcısının hiçbir somut delil bulunmamasına rağmen seksen altı yıllık cezayı az bulması ve SIDDIKİ'nin ömür boyu hapis cezasını hak eden soğukkanlı bir radikal olduğu şeklindeki beyanatlarını Amerikan barbarlığının ulaştığı noktayı göstermesi açısından kamuoyunun takdirine sunuyoruz.

MAZLUMDER Genel Merkezi

Anadolu Haber

ABD, internete de telekulak takacak!

28 Eylül 2010 Blackberry marka cep telefonu kullanıcılarının mesaj ve e-postalarını takip edemedikleri için, bu durumun güvenliklerine sekte vurabileceğini düşünen ülkeler kervanına ABD de katılıyor. Ancak Obama yönetimi bununla da kalmayacak. Hürriyet gazetesinin haberine göre; Amerikan istihbarat kurumlarının internet genelinde dinleme yapabilmesini kolaylaştıracak bir yasa Washington'da hazırlanıyor.
Bu yıl Kongre'den geçirilmesi öngörülen yasa ile internetten hizmet veren iletişim şirketleri teknik düzenlemelerini "dinlemeye uygun" bir hale getirmek zorunda kalacak. Yasayla başta BlackBerry gibi şifreli e-posta ileticileri, Facebook gibi sosyalleşme siteleri ve Skype gibi kişiden kişiye mesajlaşma yazılımları hedef alınıyor. Bu kurumların yüzbinlerce Türk müşterisi ve kullanıcısı da ABD'deki yeni yasa ile dinlenebilecek.

ECHELON GENİŞLİYOR

ABD istihbaratı, teröristlerin artık standart telefon yerine bu tip şifreli iletişim araçlarını kullandıklarını belirterek yeni düzenlemeler istiyordu. Birçok ülke BlackBerry'i yasakladı veya kısıtlama getirdi. Birleşik Arap Emirlikleri, Hindistan, Suudi Arabistan bu ülkeler arasında. Alman hükümetinde ise iPhone bile yasak.
ABD, İngiltere, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda istihbaratları, ortak kurdukları "ECHELON" sistemi ile dünya telefon trafiğini, uydu haberleşmesini ve mikrodalga bağlantıları izleyebiliyor. İnternet ise hâlâ büyük ölçüde kontrol edilemez durumda. netgazete

İsveç'te başörtülü kıza saldırı
1 Ekim 2010
Saldırı haberi, gazetelerin yanı sıra ulusal televizyon kanallarında geniş yer buldu.

Yabancı ve Müslüman düşmanı SD (İsveçli Demokratlar) ile Skåne Parti`nin yüksek oy aldığı bölgelerden Malmö çevresindeki Müslüman karşıtı tutum, mercek altına alınmaya başlandı.
Lund polisine intikal eden olay geçtiğimiz pazartesi günü meydana geldi. Edinilen bilgiye göre olay şöyle gelişti; İsmi açıklanmayan Müslüman kız, okula giderken yolda yaşıtı olan 2 genç erkek, başörtülü kıza yaklaşıp sataşmaya, elbiselerini çekiştirmeye başladı. Daha sonra bu gençler kızın kazağını açıp karnını anahtarlarla çizdi. Daha sonra kızın pantolonunu çıkarmaya çalışan saldırganlar, kızın başörtüsü de çıkardılar. Kendisini korumaya çalışan kız ayağı takılıp düştü ve yerdeyken de bu iki genç tarafından tekmelerle şiddetle dövüldü, kızın vücudundan kanlar gelmeye başlayınca dövmeyi bırakıp kaçtılar.

Hastaneye kaldırılan genç kızın şok içinde olduğu öğrenilirken, Lund Polis Şefi Stephan Söderholm; gençlerin bu saldırıyı kızın başörtüsünden dolayı yaptıklarını tespit ettiklerini ve bu durum çok ciddi olduğunu, buna okulun ciddiyetle ele alması gerektiğini açıkladı.

Okul genel müdürü, konuyla ilgili basına yaptığı açıklamada; saldırıya uğrayan genç kız ve ailesiyle sürekli olarak irtibat halinde olduklarını ve bu olayın yeni olmadığını, başka gençlerin de aynı kız çocuğuna başörtüsünden dolayı rahatsızlık verdiklerini belirterek, mobninge karşı okullarında çalışmalar başlatacaklarını ekledi.

Saldırıda bulunan 13 yaşlarındaki gençlerin reşit olmadığı için polisin ve adli makamların henüz bir işlem yapamadığı ama bu iki genci Sosyal Büroya bildirdikleri öğrenildi.
haber10

(Yahudilere yan bakmak bile yasak, Müslümanlara küfür ve hakaret yağdırmak serbest)

Savcılar, Wilders'in beraatini istedi

16 Ekim 2010 Hollanda'da toplumu Müslümanlara karşı kin ve nefrete teşvik ettiği iddiasıyla yargılanan aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders'ın hakkındaki tüm suçlamalardan beraati istendi.
Amsterdam Mahkemesi'nde bugün yapılan duruşmada iddianameyi okumaya devam eden savcılar Birgit van Roessel ile Paul Velleman, ilk olarak "nefreti yayma ve ayrımcılık" suçlamasında beraat talep etti.
Aşırı sağcı politikacının şikayete konu olan açı klamalarının "nefreti yayma" suçu kapsamında değerlendirilemeyeceğini savunan savcılar, söz konusu ifadelerin toplumda ayrımcılığa yol açacak unsurlar içermediğini de ileri sürdüler.
Mahkemenin akşamki bölümünde davanın tümü hakkındaki görüşlerini dile getiren savcılar, Wilders;ın beraatine karar verilmesini talep ettiler.
Savcılar daha önce, "Müslümanlara hakaret" ve Wilders;a karşı açı lan sembolik tazminat davaları için de benzer değerlendirmelerde bulunmuştu.
İddia makamı, Wilders;ın eleştirilerinin, "doğrudan Müslümanlar ı hedef almadığını, İslam dini ve Kuran;a yönelik olduğunu" ileri sürerek, suçlamalara konu olan açıklamalardan Müslümanlar açısından olumsuz sonuçların çıkarılamayacağını belirtmişti. netgazete

İsveç'te keskin nişancı paniği
18:20 - İsveç'in güneyindeki Malmö kentinde kimliği belirlenemeyen bir keskin nişancının, bu yıl 50 kişiyi silahla vurarak yaraladığı bildirildi. Hedef seçilen kişilerin tamamının göçmen kökenli olması da, kentte yaşayan göçmenleri endişelendiriyor. 21.10.2010 STOCKHOLM netgazete

Tarık Aziz'e Ölüm Cezası

Irak işbirlikçi Devlet Televizyonu Tarık Aziz'in ölüm cezasına çarptırıldığını duyurdu.

26.10.2010

Irak işbirlikçi Yüksek Ağır Ceza Mahkemesi Sözcüsü Muhammed Abdul Sahib, Aziz’in, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin de üyesi bulunduğu, Şii Dava Partisi mensuplarının yakalanarak idam edilmesine katılmaktan suçlu bulunduğunu bildirdi.

Sahib, 74 yaşındaki Aziz’in cezasının ne zaman infaz edileceğini belirtmedi.

Saddam Hüseyin döneminin kabinedeki tek Hristiyan üyesi olan Aziz’in temyize gitmek için 30 gün süresi bulunuyor.

Temyizden de aynı yönde karar çıkarsa cezanın takip eden 30 içinde infazı gerekiyor.

Aziz ile birlikte yargılanan iki eski yetkiliye de ölüm cezası verildiği öğrenildi.

Aziz daha önce de 1992’de haksız kazanç elde ettikleri gerekçesiyle 42 hortumcu işadamının idam edilmesinde rol oynadığı gerekçesiyle 15 yıl, Irak’ın kuzeyindeki ABD işbirlikçisi Kürtlerin yaşadıkları yerlerden sürülmesiyle ilgili bir davadan da 7 yıl hapis cezalarına çarptırılmıştı.

1991’de başlayan Körfez Savaşı sırasında Dışişleri Bakanı olan Tarık Aziz, 2003’te işgalci Amerikan güçlerine teslim olmuş, İşgalci Amerikan makamları da Aziz’i Temmuz ayında Iraklı işbirlikçilere teslim etmişti.

Tarık Aziz Ağustos ayında bir İngiliz gazetesine verdiği demeçte, Amerikan güçlerini Irak’tan çekme planı nedeniyle Başkan Obama’yı ülkeyi tarümar ettikten sonra kurtlara bırakmakla suçlamıştı.

Ürdün’de yaşayan Tarık Aziz’in oğlu Ziyad Aziz, " Bu, Irak’ta geçmiş dönemle ilgisi olanların tümüne karşı bir intikam alma operasyonudur ve Wikileaks’de yayımlanan bilgilerin inandırıcılığının ispatıdır" dedi.
Sıradışı

Tarık Aziz Açlık Grevine Başladı

Hakkında idam kararı alınan eski Dışişleri Bakanı Tarık Aziz'in açlık grevine başladığı bildirildi...

29.10.2010

Irak yüksek mahkemesinin önceki gün hakkında idam kararı aldığı, Saddam Hüseyin rejiminin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tarık Aziz’in açlık grevinde olduğu bildirildi.

Tarık Aziz’in oğlu Ziyad Aziz, babasının ve 25 tutuklunun dünden bu yana açlık grevinde olduğunu açıkladı.

Ziyad Aziz, babası ve diğer tutukluların açlık grevine, yakınlarının ziyaret edemeyeceklerinin açıklanmasından sonra başladıklarını belirtti. TRT

Danimarka'da karikatür şüphelileri mahkemeye çıktı
30 ARALIK 2010

Zanlılardan dördü Danimarka'da biri İsveç'te gözaltına alınmıştı
Danimarka'da çarşamba günü terör saldırısı planladıkları şüphesiyle gözaltına alınan üç kişi bugün mahkemeye çıkarıldı.

Şüpheliler terör saldırısı düzenlemeye teşebbüs etmek ve yasadışı silah bulundurmakla suçlanıyor.
Masum olduklarını söyleyen şüphelilerin gözaltı süresi dört haftaya uzatıldı.
Danimarka'da gözaltına alınan dördüncü şüpheli ise serbest bırakıldı.
Ülkedeki en büyük saldırı olabilirdi
Gözaltılar ardından açıklama yapan Danimarka Güvenlik ve İstihbarat Servisi Başkanı Jakob Sharf, şüphelilerin amacının "mümkün olduğu kadar fazla kişiyi öldürmek" olduğunu söylemişti..
Üçü İsveç vatandaşı olan dört zanlı Danimarka'da, bir kişi de İsveç'te gözaltına alınmıştı.
İsveç'te gözaltına alınan zanlı henüz mahkemeye çıkmadı.
Bu ayın başlarında ise, Irak doğumlu bir İsveç vatandaşı, hükümetin Muhammed Peygamber karikatürlerinin yayımlanmasına tepkisiz kaldığını söyleyerek Stockholm'de intihar saldırısı düzenlemişti.
Westgaard korumayla yaşıyor
Muhammed Peyganber karikatürleri Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde büyük tepki görmüş, protesto eylemlerinde ölenler olmuştu.
Suudi Arabistan karikatürlerin yayımlanması ardından Kopenhag Büyükelçisi'ni geri çekmiş, Danimarka şirketleri boykotla karşılaşmış, Gazze'de Müslümanlardan özür dilenmesini isteyen silahlı kişiler Avrupa Birliği temsilciliğini basmıştı.
Ancak Batı'da birçok hükümet ve kurum, medyanın bu tür karikatürleri yayımlama hakkı olduğunu savunmuş bazı Avrupa gazeteleri de Jyllands Posten'e destek için karikatürlere sayfalarında yer vermişti.
Muhammed Peygamber'i terörist olarak resmeden karikatürün çizeri Kurt Westergaard, düşünce özgürlüğünü savunan bazı gruplar tarafından ödüle layık bulunmuştu.
Westergaard, radikal gruplardan gelen ölüm tehditleri nedeniyle beş yıldır polis korumasında yaşıyor. BBC

Eski Guantanamo zanlısına ömür boyu hapis

25 OCAK 2011

Sivil mahkeme tarafından yargılanan ilk eski Guantanamo zanlısı olan Ahmet Ghailani, ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi.

Tanzanyalı 36 yaşındaki Ahmet Ghailani, 1998 yılında Afrika'daki Amerikan hükümet binalarını yok etmeyi planlamakla suçlu bulundu.
Tanzanya doğumlu Ahmet Khalfan Ghailani, 1998'de El Kaide'nin Kenya ve Tanzanya'daki Amerikan Büyükelçiliklerine düzenlediği saldırılara karışmakla suçlanıyordu.
Saldırılarda 224 kişi hayatını kaybetmişti.
Ghailani'nin mahkemesi Obama hükümetinin Guantanamo tutuklularının sivil mahkemelerde yargılanması kararı için büyük bir sınav niteliği taşıyordu.
Mahkeme, kanıtların büyük bölümünü CIA sorgularında baskı ve cebir yoluyla elde edildikleri gerekçesiyle davada dikkate alınamaz olarak değerlendirmişti.


En son Ekim tarafından Pts Nis 05, 2010 12:06 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Ksm 30, 2009 8:59 pm    Mesaj konusu: İsviçre'de Minare Yasağı Alıntıyla Cevap Gönder

20 Aralık 2009
CIA Filistin'i Karıştırdı

Amerika Birleşik Devletleri, Küba'daki Guantanamo Üssü'nde uyguladığı işkence yöntemlerini Filistin'e taşıdı. İşte CIA'nın ilginç bağlantıları..

Filistin'in Batı Yakası'nda HAMAS taraftarlarına işkence yapan Mahmud Abbas'ın istihbarat biriminin CIA ile ortak çalıştığı ortaya çıktı. İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre, HAMAS taraftarlarını sorgulayan ve işkence yaptığı söylenen Filistin istihbarat biriminin Batı Yakası'nda CIA ile ortak çalıştığı kaydedildi.

CIA, İKİ İSTİHBARAT BİRİMİYLE ORTAK ÇALIŞIYOR
ABD'nin yeni Başkanı Barack Obama'nın terör suçlamasıyla tutuklu bulunanlara işkence yapılmaması kararı vermesine rağmen CIA'nin HAMAS taraftarlarına işkence yaptığı söylenen Filistin istihbarat birimiyle işbirliği yapması, ABD'nin işkenceyi hala bir metot olarak kullandığını gösteriyor. İngiliz gazetesi The Guardian'ın haberine göre, Batı Yakası'nda CIA, iki Filistin istihbarat örgütüyle birlikte çalışıyor. Önleyici Güvenlik Teşkilatı (PSO) ve Genel İstihbarat Servisi (GI) ile birlikte çalışan CIA'nin, bu iki birime işkence teknikleri öğrettiği iddia edildi.

“CIA, FİLİSTİN İSTİHBARATINI KENDİ MALI GİBİ GÖRÜYOR”
İngiliz gazetesine konuşan Batılı bir diplomat, CIA'nin Filistinli bu iki istihbarat birimini kendi malı olarak gördüğünü belirtirken, bir başka diplomatik kaynak da ABD'nin Filistin istihbarat teşkilatı üzerindeki nüfuzunun çok büyük olduğunu ve bu durumu ‘teröre karşı savaş'ta önemli bir silah olarak düşündüklerini kaydetti.

YARGISIZ İNFAZLAR…
CIA'nın akıl verdiği Filistin istihbaratının Batı Yakası'nda hiçbir suçlamada bulunmaksızın HAMAS üyelerini işkenceye tabi tuttuğunun söylendiğini kaydeden gazete, HAMAS taraftarlarının çok kötü bir şekilde dövüldüğünü ve dar demir kafeslerde uzun süre uykusuz ve hareketsiz bırakıldığını belirtti. Tutukluların sivil mahkemelere çıkarılmak yerine 6 ay boyunca içeride tutulduktan sonra askeri mahkemeye çıkarıldığını kaydeden gazete, CIA'nin, Filistin istihbarat birimlerini kontrol ettiği iddiasını yalanladığını ancak ortak çalıştıklarını yalanlamadığını da kaydetti.

İŞKENCE EDİLEREK ÖLDÜRÜLDÜLER
Gazete, Batı Yakası'nda HAMAS taraftarlarına yapılan işkencenin Uluslar arası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Komitesi, Filistinli al-Hak örgütü, İsrailli B'Tselem örgütü ve hatta Filistin Yönetimi'nin İnsan Hakları Komisyonu tarafından da not edildiğini yazdı. Gazete, işkenceye tabi tutulan bazı tutukluların hayatını kaybettiğini kaydederek, 33 yaşındaki Haitham Amr'in sorgusundan dört gün sonra hayatını kaybederken, Amr'in vücudundaki darbelerin dövülerek öldürüldüğünü gösterdiğini kaydetti. Gazete, göz altındayken hayatını kaybeden bir başka kişinin ise 42 yaşındaki imam Macit al Barguti olduğunu yazdı.

ABBAS'IN BAKANINDAN İLGİNÇ SAVUNMA
Öte yandan Filistin Otoritesi İçişleri Bakanı Said Abu Ali işkence iddialarını ve göz altındayken işkence ölen bazı kişiler olduğunu kabul ederken, bu uygulamanın resmi bir politika olmadığını söylemesi dikkat çekti. Kendisini savunan Ali, bu tür uygulamaların her ülkede olabileceğini öne sürdü. Ali, CIA ile ilgili iddialar içinse, CIA'nin işkence yapan Filistinli istihbarat birimlerini bu konuda eğitmediğini , ancak Amerikalıların kendileriyle işbirliği yaptığını itiraf etti.

TARTIŞMALI GENERAL YİNE SAHNEDE
Gazete, 7500 kişilik Filistin Ulusal Güvelik Kuvvetleri'ne eğitiminin Batı Yakası'nda bulunan Amerikalı General Keith Dayton komutasında ABD, İngiliz, Kanada ve Türk subaylarınca eğitim verileceğini de yazdı. Amerikalı Dayton, iki yıl önce Gazze'de HAMAS ve El Fetih iç savaşında El Fetih'e silah ve para yardımı yaptığı iddia edilmişti.

Vakit

30 Kasım 2009
İsviçre'de Minare Yasağı

Özgürlükler ülkesinin büyük utancı! Minare yapılıp yapılmaması için sandık başına giden halk, minarelerin yasaklanması yönünde oy kullandı...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

İsviçre'de aylardır tartışılan minare yapımının yasaklanmasına ilişkin referandumdan yasak yönünde karar çıktı. İslam Konferansı Teşkilatı kaynakları, "İslam dünyası hayal kırıklığına uğradı. İsviçre İslamofobi'nin etkisine girdi.'' değerlendirmesi yaparken, İsviçreli Yeşiller, yasakçı kanunun iptal için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmeye hazırlanıyor.

İsviçre'deki 'minare' referandumundan sürpriz bir sonuç çıktı. Yeni minare inşasının yasaklanması talebiyle dün yapılan oylamada halk, anketlerin aksine yasağa yüzde 57,5 destek verdi.
aktifhaber

16 Aralık 2009
Fransa'da Çarşaf Yasağına Doğru
Fransa'da yayımlanan Le Figaro gazetesi, çarşafın bazı kamu binalarında yasaklanmasının gündemde olduğunu yazdı.

Fransa parlamentosunda çarşaf giyimi konusunda oluşturulan araştırma komisyonunun çalışmalarına değinilen haberde, hükümetin çarşafı tamamen yasaklamak yerine, sadece bazı kamu binalarında yasaklamakla yetinmek istediği bildirildi.

Gazete, hükümetin, geniş çaplı bir yasağın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden dönmesinden çekindiğini belirtti.
aktifhaber

İngiltere, kreşlerde bile radikal İslam'ı denetliyor
İngiltere'de polisin, "radikal İslamcıların anaokulu çağındaki çocukların beyinlerini yıkamalarını önlemek amacıyla" bu okullarda denetim yaptığı bildirildi. Times gazetesine göre, Batı Midlands'ta terörle mücadele şubesinde çalışan bir polis memuru, halka gönderdiği e-posta mesajında, "Bana radikalleşmiş ya da radikalleşmeye açık olduğunu düşündüğünüz kişileri, kaç yaşında olursa olsunlar bildirmenizi umuyorum. Kanıtlar, radikalleşmenin 4 yaşından itibaren olabileceğini gösteriyor" ifadesini kullandı. 11.12.2009 LONDRA
netgazete

13 Aralık 2009
Bin Kişi Gözaltına Alındı
100 binin üzerinde göstericinin katıldığı Kopenhag'taki olaylarda bin kişi gözaltına alındı.

Birleşmiş Milletler İklim Konferansı'nın yapıldığı Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da, 67 ülkeden 516 çevre örgütünün organize ettiği protesto gösterilerine, 100 binin üzerinde gösterici katıldı. Gösteri sonrası çıkan olaylarda Danimarka polisi 968 kişiyi gözaltına aldı. Araçlar ateşe verildi, binaların camları kırıldı. Gözaltına alınan 955'i serbest bırakılıldı. Gözaltındaki ikisi Danimarkalı, biri Fransız üçünün polisle çatışmaya girmek suçlamasıyla mahkemeye çıkarılacağı belirtildi.

Danimarka ile birlikte tüm kuzey ülkelerinde bugüne dek gerçekleştirilen en geniş kapsamlı ve kalabalık gösteride polis, göstericileri sokak ortasında iple birbirine bağlayarak saatlerce bekletti.

Kopenhag'daki Christiansborg Alanı'nda başladı. Mavi yağmurluk giyip ellerinde yeşil renkte bayraklar ve üzerlerinde türlü dillerde “iklim adaleti” yazan pankartlar taşıyan göstericiler, daha sonra konferansın yapıldığı 7 kilometre uzaklıktaki Bella Center'a doğru yürüyüşe geçti.

ALTERNATİF İKLİM ZİRVESİ İSTİYORLAR

67 ülkeden 516 çevre örgütünün biraraya gelmesiyle oluşan “Dünya Dostları” adını taşıyan örgüt tarafından organize edilen gösteriye katılmak amacıyla bi haftadan bu yana Kopenhag'da toplanmaya başlayan göstericiler, iklim değişikliğine karşı önlem almayan ülke ve kuruluşları protesto ederek, alternatif bir iklim konferansı düzenlenmesini savunuyor.

Protestocular, yürüyüşe bebek arabalarıyla ve bisikletleriyle de katılırlarken, müzik ve türlü dans gösterilerinin de yapıldığı gösteri sırasında Danimarka polisinin havadan ve karadan güvenliği sağlamak için görev yaptı.
aktifhaber

Fransa'da bir camiye, Nazi saldırısı
Fransa'nın güneyindeki Castres kasabasındaki bir caminin duvarları Nazi sloganları yazılarak tahrip edildi. Nazi sembollerinin de çizildiği duvara ayrıca, domuz bacağı asıldı. İçişleri Bakanı Brice Hortefeux, saldırıyı kınadı ve saldırganların en kısa zamanda yakalanarak cezalandırılacakları sözünü verdi. 14.12.2009 PARİS netgazete

01 Ocak 2010
ABD Blackwater Davasını Düşürdü
ABD, Bağdat'ta bir kalabalığın üzerine ateş açmak ve 17 Iraklıyı öldürmekle suçlanan Blackwater çalışanlarını akladı.

Beş güvenlik görevlisi, 2007 yılında Bağdat'ta bir kalabalığın üzerine ateş açmak ve 17 Iraklıyı öldürmekle suçlanıyordu.

BBC'nin haberine göre, Yargıç Ricardo Urbina, davanın Amerikan Adalet Bakanlığı'nın elinde olmaması gereken kanıtları kullanması nedeniyle düşürüldüğünü açıkladı.

Yargıç, Bakanlığın bu tutumuyla sanıkların anayasal haklarını ihlal ettiğini söyledi.

Söz konusu kanıtların güvenlik görevlilerinin Dışişleri Bakanlığı yetkililerine aleyhlerinde kullanılmayacağı sözüyle yaptıkları açıklamalar olduğu belirtiliyor.

Irak hükümeti, sanıkların Irak'ta yargılanmasını talep ediyordu. Amerikan Adalet Bakanlığı mahkemenin kararından hayal kırıklığı duyduklarını açıkladı.

16 Eylül 2007'de Bağdat'ta 17 sivilin ölümüyle sonuçlanan olay, Irak ile ABD ilişkilerinde gerginliğe yol açmış, savaş bölgelerinde faaliyet gösteren güvenlik personellerinin rolü hakkında soru işaretleri doğurmuştu.

Sanık avukatları, müvekkillerinin kendilerini savunma amacıyla hareket ettiklerini ileri sürmüştü.

Ancak görgü tanıkları ve saldırıda hayatını kaybedenlerin yakınları, güvenlik görevlilerini kışkırtacak herhangi bir olayın söz konusu olmadığını söylüyordu.

Donald Ball, Dustin Heard, Evan Liberty, Nick Slatten ve Paul Slough suçsuz olduklarını söylüyorlardı.

Avukatları, müvekkillerinin alınan karardan çok memnun olduklarını açıkladı.

Evan Liberty'nin avukatı, "Bu karar hukuk sistemimize inancımızı sağlamlaştırdı." dedi.

Blackwater çalışanları, 2003 yılındaki işgalden bu yana Irak'taki Amerikalı yetkililerinin güvenliğini sağlamakla görevliydi.

Ancak çeşitli durumlarda orantısız güç kullanmakla suçlanmışlardı.

Kuzey Carolina merkezli firmanın Irak'ta çalışma ruhsatı yenilenmemişti
aktifhaber

07 Ocak 2010
ABD'den Müslüman Kadına Veto
ABD'deki eşini ziyaret etmek isteyen Ürdün asıllı Kanada vatandaşı Manna, terörist muamelesi yapılarak ABD'ye girmesine izin verilmediğini anlattı.

ABD'deki eşini ziyaret etmek isteyen Ürdün asıllı Kanada vatandaşı Ayet Manna'nın, ABD'ye girmesine izin verilmedi.

CBC Televizyonu'na konuşan Ayet Manna (25), Halifax Stanfield Uluslararası Havaalanında meydana gelen gelişmeleri şöyle anlattı:

"Havaalanında diğer tüm yolcular gibi sıramı beklerken, yanıma gelen görevli tarafından güvenliğe davet edildim. Çünkü salondaki başörtülü tek bayan bendim. 4 saat boyunca, Amerikan Gümrük ve Sınır Koruma Birimi ajanlarınca sorgulandım. Tüm parmak izlerimi aldılar. Son derece kaba idiler ve hakaret edip bağırdılar. Bana ABD'ye giremeyeceğimi söylediler. Daha sonra iki ajan ve polis eşliğinde, sanki bir teröristmişim gibi, herkesin önünde beni havaalanından dışarı çıkardılar."

Ürdün asıllı olan Ayet Manna, 15 yıldır Halifax'ta yaşadığını, 12 yıldır da Kanada vatandaşı olduğunu ifade etti. Ürdün, ABD'nin ülkeye giriş yasağı koyduğu 11 ülke arasında bulunmuyor.
aktifhaber

09 Ocak 2010
İtalya’da ‘Müslüman İşçi’ Tartışması
Trento kentinde iktidarın koalisyon ortağı Kuzey Birliği Partisi (KBP), il meclisine Müslüman işçilerin girişine izin verilmemesini istedi

Meclisi Başkanı Giovanni Kessler’in, KBP’li üyelerden gelen bu talebi, “ayrımcılık yapılamaz“ gerekçesiyle geri çevirdiği öğrenildi. Trento İl Meclisi’nde KBP Grup Başkanı Alessandro Savoi, resmi dairenin temizliğini yapan özel şirketle imzalanan sözleşmenin Müslüman işçi çalıştırdığı için feshedilmesini istedi. Savoi, “Masalarımızda hassas bilgiler oluyor. Onlar bunları ele geçirebilirler” görüşünü savundu
aktifhaber

19 Ocak 2010
FBI Binlerce Kişiyi Dinlemiş!
Türkiye'deki telekulak skandalları rutin haber haline gelirken, ABD derin devletinin geniş çaplı 'kocakulağı' heyecan yarattı.

Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI), ABD’de yapılan 2000 telefon konuşmasının kayıtlarını yasal izin olmadan toplayarak bu ülkenin kanunlarını çiğnediği ortaya çıktı. Acil durum varmış gibi hareket eden ve telefon şirketlerini yapılan konuşmaların kayıtlarını vermeleri için zorlayan FBI’in Amerikan kanunlarına aykırı hareket ettiği kaydedildi.

Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI), ABD’de yapılan 2000 telefon konuşmasının kayıtlarını yasal izin olmadan toplayarak bu ülkenin kanunlarını çiğnediği ortaya çıktı. Acil durum varmış gibi hareket eden ve telefon şirketlerini yapılan konuşmaların kayıtlarını vermeleri için zorlayan FBI’in Amerikan kanunlarına aykırı hareket ettiği kaydedildi.

Telefon kayıtlarını toplama konusundaki hareketlerini savunan FBI yetkilileri ise 2006 yılından itibaren herhangi bir telefon konuşmasının dinlenmediğini ileri sürdü. Amerikan basınına sızan belgelere göre, FBI yetkilileri terörizmle mücadele bahanesiyle kayıt altına aldığı sözkonusu telefon konuşmalarını elde etmek için yasal izin almadı. Bu hareketin sivil haklar yasalarına aykırı olduğunu vurgulayan bazı medya organları, ABD Adalet Bakanlığı tarafından bu ay sonu itibariyle açıklanması beklenen bir raporda, FBI’in işlediği federal suçların açığa çıkarılacağı belirtildi.

FBI Genel Danışmanı Valerie Caproni, Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada, FBI'ın teknik olarak Elektronik İletişim Yasası (Electronic Communications Act)’nı ihlal ettiğini doğrularken, ‘FBI direktörü Robert Mueller, sözkonusu yasadışı uygulamadan haberdar değildi" dedi.
aktifhaber

Fransa, çarşaf için Danıştay'ın fikrini sordu
Fransa Başbakanı François Fillon, Danıştay'a gönderdiği mektupta, hükümetin konuyla ilgili sunacağı olası bir yasa tasarısının, anayasaya uygun olup olmadığı konusunda Danıştayın kendisine görüş bildirmesini talep etti. Fransa'da hukukçuların büyük kısmı, olası bir yasağı n Fransız Anayasasına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olacağı düşüncesinde. 30.01.2010 PARİS netgazete

Microsoft ve ABD Devleti Arasındaki Derin İlişkiler
Açık İstihbarat Özel
04.01.2010

Ülkemizde köşe başlarına oturtulan cahil profesörler; bilgisayar teknolojileri ile savaş teknolojilerinin içiçe geçmişliğinin farkında olmadıklarından; dünyada bilgisayar sektörü ile savaş sektörü arasında temel bir çelişki varsayımı ile bayat analizler yapıyorlar.

Halbuki; ABD, dünyada bilgisayar ve savaş sektörlerinin içiçe geçmişliğinin vitrini olarak karşımızda duruyor.

ABD devletinin küresel telekulağı , her türlü kritik iletişim altyapısının güvenliğinden ve hedef devletlerin kritik iletişim altyapılarına yönelik operasyonlardan sorumlu gizli istihbarat örgütü NSA (National Security Agency) ; "barış teknolojisi" olarak lanse edilen Windows ile en yakın dirsek temasına sahip savaş lordlarından biri.

Microsoft'un son olarak piyasaya sürdüğü Windows 7 işletim sisteminden bir önceki sürümü olan Vista'nın güvenlik standartlarının ve altyapısının geliştirilmesinde NSA ile nasıl işbirliği yaptığı
9 Ocak 2007 tarihinde Washington Post'ta yayınlanan haberde ortaya çıkmıştı.

Keza; devletimizin ilgili yetkilileri , 2000'li yılların başında , Microsoft ile ABD devleti arasındaki özel ilişki ve bunun sakıncaları konusunda bilgilendirilmiştir. Bu bilgilendirme; devletin kritik altyapıları bünyesinde kullanılan yazılım ve donanım teknolojilerinin milli olması gerekliliği doğrultusunda yapılmıştır.

ABD Adalet Bakanlığı ile Microsoft arasında yapılan özel anlaşmanın J. maddesinin 1. bendi aynen şöyle demektedir:

"Microsoft; devletin bir kurumu tarafından çekince konulması durumunda, herhangi bir yazılımı veya herhangi bir API'si ile ilgili hiç bir şeyi açıklamak zorunda değildir"

Kritik altyapılarının korunması bahanesi ile ; Microsoft'tan Sun'a kadar bir çok yaygın yazılım ve donanım üreticisi ile çeşitli mekanizmalar üzerinden derin ilişkiler kuran ABD Devletinin bu ilişkisinin en son göstergesi ABD Senatosu'nda yapılan bir komite toplantısında ortaya çıktı.

Senato'nun Terörizm ve Yurt Güvenliği alt komitesinde yapılan oturumda bilgi veren; NSA Bilgi Güvenliği Yöneticisi Richard C. Schaeffer ; Windows 7 işletim sisteminin geliştirilmesi aşamasında güvenlik altyapısının oluşturulması konusunda Microsoft ile yaptıkları işbirliğini açıkladı.

Schaeffer 17 Kasım 2009'da verdiği ifadesinde ; Microsoft'tan Intel'e bir çok yazılım ve donanım üreticisi ile ilişkilerini ; "güvenlik standartları oluşturma" başlığı altında nasıl geliştirdiklerini ve bunun ABD'nin siber güvenliğini nasıl güçlendirdiğini anlatıyor.

Schaeffer; ABD Savunma Bakanlığı ile işbirliği içerisinde; özel sektör firmaları ile bir takım oluşturarak, farklı güvenlik standartları ve konfigürasyonları oluşturmakla övünüyor.

Bu bilgiler zaten teknolojinin T'sinden anlayanların malumu.

Sorun; "bir kurşun bir bilgisayar kullanıcısını öldürür" bayat mantığı üzerinden millete bayat analizler sunan ve ülkenin köşebaşlarına yerleştirilen profesör kılıklı küstah cahillerin bu gerçeklerden bihaber olması.

Gerçek dünyada ; "bir kişiyi öldüren kurşun atılana kadar işleyen süreçte onlarca bilgisayar ve yazılım kullanılıyor."

O kurşunla ele geçirilen ülkelerin altyapıları ise daha sonra o kurşunun atılmasını mümkün kılan bilgisayar ve yazılım altyapıları ile döşeniyor.
Açık İstihbarat

"Bir kere online olan, her zaman online kalır"

28 Kasım 2009 - Microsoft Güvenli Biliş im Stratejileri Direktörü Jacqueline F. Beauchere, bir kez internete yüklenen bilgilerin her zaman orada kaldığına işaret ederek, "Bir kere online olan, her zaman online kalır. Bu yüzden online olarak yüklediğiniz şeylerin içeriğinin ne olduğunun bilincine varın" dedi.
Microsoft'un online güvenlik ve özellikle çocukların güvenliği konusunda çalışmalarına ilişkin soruların cevaplayan Beauchere, çocuklara ve yetişkinlere yönelik online güvenlik sorunlarını 3 başlık alt ında değerlendirdiklerini belirterek, bu başlıkları, içerik, iletişim ve ticaretten kaynaklanan riskler olarak sıraladı.
İçerik sorunlarının doğru olmayan bilgiler, kuşkulu materyaller, nefret içeren söylemlerden kaynaklanabildiğini kaydeden Beauchere, özellikle çocukların, sonuçlarının ne olacağını düşünmeden internete yükledikleri resim, video ve benzeri içerikler dolayısıyla "online itibar" sorunları yaşayabildiğine dikkati çekti.
Beauchere, online itibar sorununa ilişkin şunları kaydetti:
"Örneğin internette yer alan bir videoda bir çocuk bir başka çocuğu dövüyor. Çocuklar bunun gelecekte kendileri için sorun olabileceğini fark etmiyorlar. ABD'de başlatacağımız bir çalışma ile üniversitelere kabulleri gerçekleştiren görevliler, bu süreçte öğrencilerin çocukluklarında yüklenmiş bu tür kuşku uyandıracak ya da sorunlu materyalleri görmek üzere araştırmalar yapıyorlar mı diye bakacağız. Bu yüzden çocuklara her zaman şunu söylemeye çalışıyoruz; 'Bir kere online olan, her zaman online kalır. Bu yüzden online olarak yüklediğiniz şeylerin içeriğinin ne olduğunun bilincine varın'."
İletişimden kaynaklanan riskler içinde özellikler çocuklar arasında "net kabadayılığı" (cyberbullying) sorunuyla sık sık karşı karşıya kaldıklarını anlatan Beauchere, bu yolla okullarda, oyun bahçelerinde, sokaklarda yaşanan şiddetin çocukları evlerine kadar takip ederek, MSN'de, e-maillerde, sosyalleşme sitelerinde devam ettiğini söyledi.
İnternet üzerinden tek bir çocuğa karşı diğer çocuklar ın hep birlikte harekete geçerek hakkında rahatsız edici ve kötü şeyler söylediğini aktaran Beauchere, "Bu, çok ciddi sorunlara neden olabiliyor. ABD'de çocukların bu net kabadayılığı sonucunda intihar ettikleri durumlar yaşandı. ABD'li ergenlerin yüzde 43'ü, geçen bir yıl içerisinde bir tür siber-şiddet ve kabadayıl ıkla karşı karşıya kaldığını söylüyor" şeklinde konuştu.
Gençlerin, yetişkinlere göre teknoloji ile çok daha yakın bir iliş ki kurduğunu, ailelerin yeterince bilgili olmamaları nedeniyle çocuklara müdahale edemediğini ifade eden Beauchere, ailelerin çocukla internet arasındaki ilişkiye müdahil olması gerektiğini vurguladı.
Beauchere, ticaret konusunda ise spam mailler nedeniyle yaşanan sıkıntıya işaret ederek, "Günlük dolaşıma giren e-postaların yüzde 97'sinin spam olduğu tahmin ediliyor. Bloklama teknolojileri sayesinde bütün bu spamleri görmüyoruz. Örneğin Microsoft Hotmail hergün 3,3 milyar spam mesajı blokluyor" diye konuştu.
2008 yılında siber suçların küresel maliyetinin 1 trilyon doları bulduğunu bildiren Beauchere, aynı yıl içinde 1 milyondan fazla ABD vatandaşının, online kimlik çalınmasının kurbanı olduğunu belirtti.
Beauchere, Microsoft'un güvenlik istihbarat raporuna göre Türkiye'nin kötü amaçlı yazılımlardan (malware) en fazla zarar gören ülkeler sı ralamasında dördüncü sırada yer aldığını kaydederek, "Türkiye'de en çok rastlanan 10 tehdidin tamamı kötü amaçlı yazılımlardan kaynaklanıyor. Yani hepsi kriminal amaçlarla kullanılıyor. Türkiye'deki bu durum başka hiçbir yerde görülmüyor" dedi.
Kötü amaçlı yazılımlarla potansiyel olarak istenmeyen yazılımlar arasındaki farka işaret eden Beauchere, ikincisinin arkasında legal bir şirket bulunduğunu, ilkinin ise tamamen suç amaçlı olduğunu vurguladı.
Jacqueline Beauchere, insanlara paylaştıkları bilgiler konusunda çok dikkatli olmaları tavsiyesinde bulunarak, şöyle konuştu:
"Herkesin kişisel bilgi tanımlaması farklı olabilir ama insanlar sizin hakkınızda bilgi kırıntılarını bir araya getirebilir ve kim olduğunuz konusunda yeterli bilgiye sahip olarak kimliğinizi çalabilir, sizin adınıza suç işleyebilir. Bu nedenle insanlara özellikle sosyalleşme sitelerinde çok dikkatli olmalarını söylüyoruz. Gerçek isminizi ya da isminizin tamamını paylaşmayın, fotoğraf yüklerken bu fotoğraflarda bazı bilgilerin yer almamasına dikkat edin. Örneğin bazı çocukların fotoğraflarında okullarının isimlerinin yazdığı tişörtler ya da evlerinin sokağı ve numarası görünebiliyor. Ve son olarak, 'tıklamadan önce düşünün' diyoruz."
İnternette aile koruma paketlerinin kullanımının önemine dikkati çeken Beauchere, aile kontrolüne erişime sahip ailelerin sorduk, yüzde 10'dan azının bunu kullandığını söyledi.
Çocuklara yönelik en önemli sorunlardan birinin de çocukları istismar etmeye yönelik girişimler olduğunun altını çizen Beauchere, bu konuda çocukların kendilerini bu saldırılara açık hale getirecek riskli davranışlarda bulunduklarını dile getirdi.
Beauchere, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Öte yandan, çocukların çocuklara verdiği zararlar da önemli. Örneğin bir kız çocuğu tahrik edici fotoğraflar çekip erkek arkadaşına yolluyor ve o herkese dağıtıyor. O da kızın itibarı açısından ciddi sorunlara yol açıyor. Bugünlerde çocuklar her şeylerini paylaşıyor. Şifrelerini, kullanıcı bilgilerini vs. Ancak biz 'bu bilgileri en iyi arkadaşlarınızla bile paylaşmayın' uyarısında bulunuyoruz.
Çocuklar kurban olmanın yanı sıra suç işleyen konumda da bulunabiliyor. Net kabadayılığı yapıyorlar, yasal olmayan şekilde internetten içerik indiriyorlar. Online güvenlik dediğimizde çocukları her açıdan düşünmeliyiz. Genelde kurban olarak bahsediyoruz ama aynı zamanda suçu işleyen de olabiliyorlar."
netgazete

08 Şubat 2010
Google Bilgileri CIA'ya Satıyor!
Google kullancı bilgilerini, yasa dışı telefon dinlemeleriyle bilinen Ulusal Güvelik Ajansı ile paylaşacak.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerGoogle Rakip İstiyorGoogle'dan Yeni Hizmet Google'ı Çocuklara Sorun! Google'ın "G"si "Gandi" Oldu!Google'dan Yeni Bir Hizmet Daha

Google kullancı bilgilerini, yasa dışı telefon dinlemeleriyle bilinen Ulusal Güvelik Ajansı ile paylaşacak.
Google, Çin’den gelen siber saldırılar bahanesiyle kullancı bilgilerini, yasa dışı telefon dinlemeleriyle bilinen CIA ile paylaşmaya karar verdi. Washington Post’un haberine göre 1952’de ABD’nin milli güvenliğini güçlendirmek için gizlice hayata geçirilen ve daha çok Echelon benzeri dinleme faaliyetleriyle gündeme gelen NSA, siber saldırılardan korunması için Google’a yardım edecek.
aktifhaber

İşgalci ABD yine sivilleri vurdu
Eve isabet eden roket 12 kişiyi öldürdü

14.02.2010
Haçlı işgal ordusu NATO, Afganistan'ın güneyinde bir roketin bir eve isabet ettiğini ve sivillerin öldüğünü doğruladı.

Afganistan'daki Haçlı işgal ordusuNATO Komutanı General McChrystal, Nad Ali bölgesinde 12 sivilin ölümünden üzüntü duyduğunu ifade etti.

Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, bir roketin bir eve isabet etmesi sonucu aynı aileden 10 kişinin öldüğünü söylemişti.
haber101

16 Şubat 2010
İngilizler'in de Ebu Garibi Varmış!
Irak'ta Amerikan askerlerinin Ebu Garib cezaevinde uyguladığı işkencelere benzer manzaraların İngiliz askerleri tarafından da yaşatıldığı ortaya çıktı.

2003 yılında Iraklı esirlere işkence yaptığı gerekçesiyle 7 yıldır yargılanan İngiliz Albay Jorge Mendonca'nın önceki günkü duruşmasında ortaya yeni bir fotoğraf çıktı.

İngiltere'deki Daily Mail gazetesi tarafından yayımlanan yeni fotoğrafta, bir İngiliz askeri, gözleri ve başı tamamen bantlanmış bir Iraklı esirin saçından tutarak poz verirken görülüyor.

Albay Mendonca, 2003 yılında Baha Musa adlı Iraklı bir resepsiyon görevlisinin ölümünden dolayı yargılanıyor. Mendonca, başında bulunduğu Lancachire Tugayı 1. Taburu'nun (1QLR) sorumluluğundaki gözaltı merkezinde işkence yapıldığından haberi olmadığını ve subaylarının bu tip olayları kendisinden gizlemiş olabileceğini iddia ediyor.

Baha Musa adlı resepsiyon görevlisi Basra'daki İbni El Hayham Oteli'nden alındıktan sonra İngiliz üssüne götürülmüş ve birkaç gün sonra öldüğü açıklanmıştı. Olay üzerine üs komutanı Albay Mendonca hakkında işkence davası açılmıştı.

İngiliz basınında çıkan son skandal fotoğrafın da Albay Mendonca'nın komuta ettiği 1QLR birliğinde çekildiği ortaya çıktı.

Son fotoğrafın, hem başında bulunduğu üste işkence yapıldığından haberi olmadığını söyleyen albayın durumunu hem de bugünlerde Afganistan'da çatışan İngiliz ordusunun imajını zora sokacağı belirtiliyor.
aktifhaber

Bulgarlar; Türkiye'den gelen 18 bin oyu iptal ettirdi
16:53 - Bulgaristan Anayasa Mahkemesi, 7 Temmuz 2009 tarihinde oy atılan parlamento seçiminde Türkiye'de kullanılan oylardan 18 bin 358'inin iptal edilmesine karar verdi. Anayasa mahkemesi, Türkiye'de oy kullanımı sırasında usulsüzlük olduğu gerekçesiyle Düzen, Meşruiyet ve Güvenlik Partisi (RZS) tarafından açılan davayla ilgili kararını bugün açıkladı. Karar sonucu Bulgaristan'ın Dobriç kentinden seçilen Ruşen Mehmed Riza adlı milletvekilinin görevine son verildi. 16.02.2010 SOFYA netgazete

TÜM YOLCU BİLGİLERİ İSRAİL'E

4 Mart 2010
ABD, İsrail'le imzaladığı sivil havacılık işbirliği anlaşmasıyla dünyanın dört bir yanına uçan yolcuların kimlik bilgilerini Tel Aviv yönetiminin hizmetine sundu.
İsrail'in genelde Arap ülkelerine ve özelde ise Filistin halkına karşı her türlü barbarlığı, tecavüzü ve cinayeti sürdürmesine, ona bağlı suç şebekesi Mossad’ın istediği yerde cinayet işlemesine ve bu cinayetlerde birçok ülkenin sahte pasaportunu kullanmasına rağmen, ABD yönetimi işgal devletinin bu tür ihlallerine karşı suskunluğunu sürdürmekle yetinmeyip son günlerde imzaladığı sivil havacılık işbirliği anlaşmasıyla dünyanın dört bir yanına uçan yolcuların kimlik bilgilerini işgal yönetiminin hizmetine sunmakla bu gayri meşru devletle ilişkilerinin mahiyetini bir kez daha gözler önüne serdi.

Yapılan son anlaşma, başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere özelde Müslümanların genelde ise bütün insanların bilgilerini işgal yönetiminin hizmetine sunuyor. Yapılan işbirliği anlaşması ABD’de faaliyet gösteren birçok sivil toplum kuruluşuyla insan hakları örgütünün tepkisini çekti.

Amerika İç Güvenlik Bakanı Janet Napolitano ise meslektaşı Siyonist bakan İsrael Katz ile dün yaptığı ortak basın toplantısında şunları söyledi: “Bu anlaşmanın dünya havacılık güvenliğine katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Bu anlaşma İsrail’e istediği yolcunun kimlik bilgilerine, çalıştığı işyerleriyle ilgili bilgilere, parmak izine ve fotoğraflarına ulaşma hakkını doğuruyor. Bunların yanında hassas elektronik cihazlarla elde edilen bilgilere de ulaşma hakkını tanıyor.”

Anlaşmaya tepki gösteren insan hakları kuruluşları, işgal devletiyle yapılan böylesi tehlikeli bir anlaşmanın, Siyonist rejimin başta Filistinliler olmak üzere bütün Müslümanların hatta diğer dinlerden istedikleri şahısların bilgilerini toplamasına ve bu bilgileri kendi çıkarları için kullanmasına hatta başka istihbarat örgütlerine servis yapmasına olanak sağlayacağını ifade ediyorlar.
Kaynak: Filistinhaber.com

Fransa'da Peçeli Sürücüye Ceza

Fransa'da bir kadın sürücü, peçeli giysisiyle araç kullandığı için para cezasına çarptırıldı.

24.04.2010

Adı açıklanmayan 31 yaşındaki sürücü, LCI televizyonuna, Nantes kentinde otomobil kullanırken polis tarafından durdurulduğunu söyledi.

Kadın sürücü, kıyafetinin araç kullanma açısından risk oluşturduğu gerekçesiyle polisin kendisine 22 avro ceza kestiğini söyledi.

Peçesinin gözlerini örtmediğini, görüş alanı açısından bir engel taşımadığını savunan sürücü, cezanın iptali için mahkemeye başvuracağını belirtti.
Timeturk

01 MAYIS 2010
Belçika'da peçeye kamu yasağı

Koalisyon hükümetinin dağıldığı Belçika'da hükümet gider ayak meclisin alt kanadında peçe ve burkayı yasaklayan yasa teklifini onayladı. Teklif üst kanatta da onay görürse kamuya açık alanda yüzü örtmek yasaklanacak. Yasağı ihlal eden 15-25 euro para cezası ödeyecek, 7 gün hapis yatacak

Belçika'da parlamentonun alt kanadı, kamuya açık yerlerde peçe ve burka gibi yüzü kapatan giysiyi yasaklayan yasa teklifini onayladı. Parlamentonun alt kanadında oylamaya sunulan ve sahiplerinin bir güvenlik önlemi olarak nitelendirdiği teklife 136 milletvekili 'Evet' oyu verirken, 2 milletvekili çekimser kaldı.

Yüzü tamamen ya da kısmen kapatacak şekilde örtünmenin yasaklanmasını öngören yasa teklifinin birkaç ay içinde, parlamentonun üst kanadı tarafından da onaylanması bekleniyor. Bu durumda Belçika, yüzü kapatan giysinin ceza gerektiren suç olarak kabul edileceği ilk Avrupa ülkesi olabilecek. Yasa teklifinin parlamentonun üst kanadında da kabul edilmesi halinde, Belçika'da yüzü kapatan giysi giyenler, 15 ila 25 euro para ve 7 gün hapisle cezalandırılabilecek. Belçika'da koalisyon hükümetinin geçen hafta yıkılması ve erken seçim ihtimalinin belirmesi nedeniyle, parlamentonun feshedilmesi halinde teklifin yasalaşmasında gecikme olabileceği belirtiliyor. Yasa teklifini hazırlayanlar, yüzlerini kapatan kişilerin teşhis edilememesinin güvenlik açısından risk oluşturduğunu savunuyor. Uluslararası Af Örgütü, söz konusu yasa teklifini kınayarak, teklifin ifade ve inanç özgürlüğünü ihlal ettiğini ve 'tehlikeli bir örnek' oluşturduğunu savundu. Liberal Parti'den Denis Ducarme, Fransa, İsviçre, İtalya ve Hollanda'nın da kendileriyle aynı fikirde olduklarını ve onların da bu yasağı getireceklerini umduğunu söyledi.

Fransa da 150 euro ceza kesecek
Peçeli çarşafın kamuya açık yerlerde yasaklanmasını öngören yasa tasarısı 15 Mayıs'ta Fransa'da Bakanlar Kurulu'na getirilecek. Le Figaro'ya göre, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin desteklediği tasarıda, hiç kimsenin yüzünü kamuya açık yerlerde kapatamayacağına vurgu yapılacak. Tasarı 2 maddeden oluşacak. İlk maddeye göre, ihlalde bulunanlara 150 euro para cezası verilecek. İkinci maddeye göre ise zorla peçeli çarşaf giyilmesi için baskı tehdit ve şiddet uygulayanlara da bir yıl hapis ile 15 bin euroya kadar para cezası verilecek. Tasarının eylül ortalarında yasalaşması bekleniyor.
akşam

02 Mayıs 2010
"Tüm Avrupa'da Yasak" Çağrısı
AP Başkan Yardımcısı tüm Avrupa çapında yasak çağrısı yaptı. Müslümanlar kendilerini kovma kampanyası yürütüldüğü görüşünde...

Belçika ve Fransa hemen her yerde peçe ve burkaya yasak yoluna saparken, Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Avrupa çapında yasak çağrısı yaptı. Belçikalı Müslümanlar kendilerini kovma kampanyası yürütüldüğü görüşünde

Belçika parlamentosunun alt kanadının kamuya açık her yerde peçe yahut burka giyilmesini yasaklayan tasarıyı onaylarken, Fransa’nın da yasak tasarısına ağır ceza koyması hem etki hem tepki yarattı. Avrupa Parlamentosu (AP) Başkan Yardımcısı Silvana Koch-Mehri tüm Avrupa’da burkanın yasaklanmasını isterken, Müslümanlar endişeli.

AP Başkan Yardımcısı’nın sözleri, Avrupalıların artan Müslüman nüfusun liberal ve laik değerlerine tehdit teşkil ettiğinden korkmasına koşut olarak Belçika ve Fransa’ınn yolundan diğer ülkelerin de gidebileceğine yoruldu. Belçikalı Müslümanlar ise, peçe yasağının güvenlikle gerekçelendirilmesini inandırıcı bulmadıklarını söyleyip bunu kendilerini kovmaya yönelik bir kampanya olarak yorumladı.

Brüksel’deki Büyük Cami’ye giden tesettürlü kadınlardan Souad Barlabi “Bence bizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Kendimizi saldırı altında hissediyoruz” derken, ülkenin Flamanlarla Valonlar arasında bölünmenin eşiğine gelmesine atıfla ekledi: “Oysa Belçika’nın çok önemli sorunları var.”

İslam’a sonradan geçen ve dini objeler satan Samuel Bulte, güvenlik gerekçesini “Burka giyenlerin kaçı soygun yapmış?” diye sorguladı. Bulte, Nazilerin Yahudilere taktığı Davud yıldızına atıfla “Korkarım, yakında Müslümanların sırtına hilal çizecekler” diye çıkıştı. Yaşlı bir adam “Meryem Ana’nın da örtüsü var” diye bağırırken, 25 yaşındaki Said laik bir ülkenin dini meselelere müdahelesine şaştığını dile getirdi.

Parlamentoda hiç aleyhte oy çıkmazken, çekimser kalan iki vekilden Flaman Sosyalist Bruno Tuybens “Suç ile peçe arasında bağlantı yok” dedi. Tasarı sokak, park, spor alanı ve kamusal binalarda peçe-burkayı yasaklıyor. İhlalciler 15-25 avro para, bir hafta hapis cezası alabilir. Fransa ise kamuya açık yerlerde yüzünü örten kadınlara 150, buna zorlayanlara 15 bin avro para cezası ile bir yıl hapis öngörüyor.
akt'fhaber

Schengen vizesi için başvuran Taraf'ın başörtülü yazarı Elif Çakır'dan kulaklarını gösteren fotoğraf istendi

15 Mayıs 2010 İtalya'nın İstanbul Başkonsolosluğu, Schengen vizesi için başvuran Taraf gazetesi yazarı Elif Çakır'ı şoke etti! Başörtülü olan Çakır'dan kulaklarını gösteren fotoğrafı isteyen konsolosluk, "Sizin gönderdiğiniz fotoğraf yasalarımıza uygun değil. Yasalarımıza uygun fotoğraf gönderdiğiniz takdirde hemen vizenizi verebiliriz" dedi. Elif Çakır, başından geçenleri şöyle anlattı...

"Elif Hanım merhaba... sizin vizeyi vermiyorlar... Kulaklarınızı ve boynunuzu gösteren fotoğraf gerekiyormuş..."

"Nasıl yani, anlamadım?"

"Yeni kurallar böyleymiş. İsterseniz bir de siz arayın."

İtalya Başkonsolosluğu, özel kalem müdürü .... ....

"İyi günler, ben Elif Çakır, Schengen başvurum vardı. Daha önce vize aldığım aynı fotoğrafları gönderdim. Vize verilemeyeceğini söylemişsiniz, durumu öğrenebilir miyim?"

"Elbette. Konsolosluğumuzdan vize alabilmeniz için Schengen yasaları gereği kulaklarınızı ve boynunuzu gösteren fotoğraf istiyoruz. Sizin gönderdiğiniz fotoğraf yasalarımıza uygun değil. Yasalarımıza uygun fotoğraf gönderdiğiniz takdirde hemen vizenizi verebiliriz."

"Hanımefendi ben inançları gereği, inancının yasalarına uygun örtünen birisiyim. Marjinal bir aksesuar taşımadığım gibi keyfiyetten de örtünen birisi değilim. Yüzüm, gözlerim, kaşlarım hatta çenem dahi tamamen tanınacak şekilde... Yüzümde peçe yok. Kulaklarımı ne yapacaksınız?"

"Hanımfendi inancınız gereği örtünebilirsiniz, bu sizin bileceğiniz bir şey, ancak Schengen yasaları gereği kulaklarınızı ve boynunuzu görmek istiyoruz, yani fotoğrafta açıkta olması lazım. Diğer türlü vize vermemiz mümkün değil. Yasalar hanımefendi!"

BİRKAÇ AY İÇİNDE NE DEĞİŞTİ?

"Fakat birkaç ay önce aynı fotoğrafla vize almıştım. Şimdi ne değişti?"

"O zaman biz size kolaylık gösterip vermiştik. Yani bir nevi yasayı deldik. Ama ikinci kez delemeyiz. Bu kez de siz kendi yasanızı delip istenilen şekilde fotoğraf gönderin!"

Konuşmanın tamamını yazacak değilim, ancak gerilime doğru gittiğini tahmin edebilirsiniz...

Son noktada özel kalem müdürünün şöyle garip bir isteği oldu: “Gazetenizin en yetkili ismi, mesela yazı işleri müdürü olabilir, konsolos beye antetli bir kağıda dilekçe yazsın. Sizinle ilgili durumu bildiren bu yazıyı bize fakslayın.”

Hepten şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim. Yıldıray Oğur'a telefon açıp ne diyeceğim şimdi?

"Yıldıray, Schengen yasaları uyarınca benim kulaklarımı görmek istiyorlar. Ben de öyle fotoğraf vermeyi kabul etmiyorum. Benimle ilgili olarak, inancımdan dolayı böyle örtünmek zorunda olduğumu, iki adet kulağımın ve bir adet boynumun bulunduğunu belirten bir resmî yazı verebilir misin!?" mi diyeyim.

Nereden baksanız trajikomik bir durum. Konuyu etraflıca konuşmaya başlayınca bunun hayli eğlenceli bir konu olduğunu fark ettik. Konu hakkında epeyce latife ürettik.

"... Yazarımız, inancından dolayı örtülüdür. Nokta. Yazarımızın beyanına göre kulakları ve boynu vardır. Nokta. Ancak bizce de boynu ve kulakları görülememiştir. Nokta. Boynunu ve kulaklarını size göstermesi yine inancının yasalarına aykırıdır. Nokta!.." Eğlenceli tarafından bakmasam, sinirden patlayacağım bu tavır karşısında. Hani parmak izinden, göz retinasından insanlar tanınıyor artık. Vizedeki fotoğraf neye yarayacak ki. Bir de, konsolosluktaki hanımefendi, "Sizin gibi örtünen diğerleri istediğimiz şekilde fotoğraf verdi, siz niye itiraz ediyorsunuz" demez mi? Karşımdakine diyecek bir şeyim yok. Her meseleyi "aman tatsızlık olmasın" diyerek çözmeye alışan bizim camianın boşvermişliğine de sinirleniyorum.

EMİNE ERDOĞAN NASIL GİRİYOR?

Bu arada aklıma Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül geliyor. Ve diğer örtülü bakan ve milletvekili eşleri... Acaba onlar da kulaklarını ve boyunlarını açıkta bırakan fotoğraflar mı veriyorlar? Yoksa onlar için özel bir uygulama mı var?

Buradan sayın Başbakan'a ve dahi Cumhurbaşkanı'na sesleniyorum: Acaba sizin eşlerinize de bu muamele yapılıyor mu? Yoksa aramızda imtiyazlı örtülüler var da haberimiz mi yok! Ya da özel uygulamadan dolayı, vatandaşlarınızın neler yaşadığını hiç umursamıyor musunuz? Ya da belki bilmiyorsunuz diye daha hafif söyleyeyim, haberiniz var mı bunlardan?

Bisikletle AB turu yapan sayın Egemen Bağış'a da bir notum var: Avrupa Birliği önümüze sürekli yeni fasıllar açarken, siz de bir "başörtüsü" faslı açmayı deneyebilir misiniz acaba?
netgazete

Beyaz Saray muhabiri Gazze mağduru oldu

'Gazze' sorularıyla Beyaz Saray sözcüsünü zor durumda bırakan duayen muhabir Helen Thomas, İsrail'deki Yahudilerle ilgili bir konuşması nedeniyle işten çıkarıldı.
07 Haziran 2010

'Gazze' sorularıyla Beyaz Saray sözcüsünü terleten duayen muhabir Helen Thomas, İsrail'deki Yahudiler için yaptığı konuşmanın ortaya çıkmasının ardından ajansı tarafından işten çıkartıldı.

Thomas'ın çalışmakta olduğu ajanslardan Nine Speakers, duayen Beyaz Saray muhabiri ile yollarını ayırdığını açıkladı. Ajansın başkanı, Thomas'ın saygıdeğer bir gazetecilik kariyeri olduğu ve ardından gelen kadın gazetecilere yol açarak öncülük yaptığı ancak ortaya çıkan Orta Doğu'ya dair yorumları yüzünden onunla artık çalışamayacaklarını duyurdu.

Geçen hafta yayınlanan bir videoda "Yahudiler Filistin'den defolup gitsinler. Polonya ve Almanya'ya dönsünler." dediği için eleştiri oklarının hedefi olan Thomas konuşmasından dolayı özür dilese de tepkiler dinmemiş, hatta Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer tarafından yazarlık yaptığı Hearst'ten de kovulması istemişti.

Clinton'ın eski danışmanı Lanny Davis de bu sözlerin "Bütün siyahlar Afrika'ya dönsün." demekle eşdeğer olduğunu söyleyerek, Thomas'ı 'anti-semitik bir bağnaz' olarak tanımlamış ve artık Beyaz Saray ayrıcalıklarını hak etmediğini ifade etmişti.

Hearst Haber Ajansı konu hakkında görüşünü açıklamıyor. Ancak artan medya baskısı 90 yaşındaki muhabirin en azından Beyaz Saray'daki haklarının fes edilmesine sebep olacak gibi gözüküyor.

Lübnan kökenli Thomas, İsrail tarafından saldırıya uğrayan yardım gemisi Gazze ile ilgili yapılan basın toplantısında Beyaz Saray sözcüsüne "Bu saldırıya A.B.D olarak bağımsız bir tepkiniz yok mu?" sorusunu sormuş ve "Bunu başka bir ülke yapsa silaha sarılırdık." sözleriyle sözcüyü terletmişti.
habertürk

Göçmenlere Zeka Testi
28 Haziran 2010
Almanya'da son dönemde başta Türkler olmak üzere göçmenlere yönelik ırkçı söylemler artıyor. İktidar partisi CDU'lu politikacı, göçmenlerin zeka testine tabi tutulmasını istedi.
Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Berlin eyalet teşkilatı içişleri politikaları sözcüsü Peter Trapp, ülkeye gelen göçmenlerin zeka testine tabi tutulmasını istedi.

Trapp, Bild gazetesine yaptığı açıklamada, göç konusunda ülkeye faydalı olacak bazı kriterlerin belirlenmesi, iyi bir meslek eğitiminin ve uzmanlığın yanı sıra zekanın da bir ölçüt olması gerektiğini belirterek, "Göçmenlere zeka testi uygulanmasından yanayım. Bu konuyu daha fazla tabulaştırmamak lazım" diye konuştu.

Hristiyan Sosyal Birlik Partili (CSU) Avrupa politikaları uzmanı Markus Ferber de, göç konusunda Avrupa'da ortak bir uygulamanın olması gerektiğini ifade ederek, aile birleşimi gibi insani nedenlerin, göç için tek neden olamayacağını söyledi.

Ferber, bu konuda Kanada'yı örnek göstererek, bu ülkenin, göçmen çocuklardan Kanadalı çocuklara göre daha yüksek bir zeka düzeyi istediğini kaydetti.

TÜRK VEKİLLERDEN SERT TEPKİ

Yeşiller Partisi Berlin Eyalet Meclisi Üyesi Özcan Mutlu ise, Trapp ve Ferber'in sözlerine sert tepki göstererek, zeka testinin milletvekillerine yapılması gerektiğini, bunun sonucunda CDU'lu milletvekillerinin zeka düzeyinin ne kadar düşük olduğunun görüleceğini söyledi.

Göçmenlere zeka testi yapılması talebinin ırkçı bir yaklaşım olduğunu belirten Mutlu, "Almanya Merkez Bankası'nın bir yönetim kurulu üyesi (Thilo Sarrazin) Türklere, Araplara ve Afrikalılara 'aptal' diyor. Şimdi de bir CDU'lu zeka testi talep ediyor. Bunlar tehlike veren sinyaller. Bunlar ciddiye alınmalıdır" görüşünü ifade etti.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) Berlin Eyalet Meclisi Üyesi Bilkay Öney de, bu tür açıklamaların toplumdaki huzuru bozduğunu, mantıklı siyasetçilerin sorumsuzca açıklamalar yapmaktan kaçınması gerektiğini söyledi.

Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi Thilo Sarrrazin "göçmenlerin Almanya'yı aptallaştırdığı" açıklamasını yaparak büyük tepki çekmişti.

HÜKÜMETTEN SERT TEPKİ

Alman hükümeti, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Partisi Berlin eyalet teşkilatı içişleri politikaları sözcüsü Peter Trapp'ın, göçmenlerin zeka testine tabi tutulması önerisini "saçma" olduğu gerekçesiyle eleştirdi.

Alman hükümetinin sözcü yardımcısı Christoph Steegmans, bugün Berlin'de yaptığı açıklamada, bu önerinin önyargıları körüklediğini belirterek, "Bu öneri mantıklı değil. Göçmenlerin hepsinin aptal olduğunu varsaymak, tümüyle ayrımcılıktır" şeklinde konuştu.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkan Yardımcısı ve Berlin Eyaleti Başbakanı Klaus Wowereit da, "Göçmenlere zeka testi yapılması önerisi insanları aşağılıyor" başlığıyla yaptığı yazılı açıklamada, CDU'nun göç konusunda hiçbir şey anlamadığının bu öneride açık bir şekilde görüldüğünü ifade etti ve "Toplumumuzdaki insanların değerini, şüpheli zeka testleri ile ölçmek isteyen anlayış, ayrımcı ve aşağılayıcıdır" şeklinde görüş belirtti.

Söz konusu önerinin Almanya'daki bazı politikacıların düşüncelerine ışık tuttuğunu ve bu düşüncelerin dünyaya açık ve hoşgörülü bir Almanya imajının zıttı olduğunu ifade eden Wowereit, SPD'nin böyle önerilere karşı çıktığını, Almanya'nın gelecekte de başarılı olabilmesi için göçe ihtiyaç duyduğunu kaydetti.

"MİLLETVEKİLLERİNE ZEKA TESTİ"-

SPD Berlin Eyalet Meclisi Üyesi ve partisinin Göç Çalışma Grubu Başkanı olan Ülker Radziwill de, CDU Berlin eyalet teşkilatının, bu saçma ve insanları aşağılayıcı talebi ile gerçek yüzünü gösterdiğini, bu öneri ile CDU'nun, toplumun barış içinde yaşamasından ve birlikteliğinden yana olmadığını gösterdiğini belirtti.

Radziwill, bu öneriden dolayı Göç Çalışma Grubu olarak milletvekillerinin acilen bir zeka testine tabi tutulup tutulmaması konusunda düşünmeye başladıklarını kaydetti.

Hür Demokrat Parti (FDP) Berlin Eyalet Meclisi Grubu uyum sözcüsü Mieke Senftleben de, CDU Berlin eyalet teşkilatının, göçmenlere zeka testi yapılması talebine karşı çıktığını, zekanın ülkeye gelecek göçmenler için bir kriter olmaması gerektiğini ifade etti.

CDU Berlin Eyalet Meclisi Üyesi ve CDU Yönetim Kurulu Üyesi Emine Demirbüken-Wegner de, Trapp'ın bu şekilde bir açıklamayı neden yaptığını bilmediğini, CDU Berlin eyalet teşkilatının böyle bir talebi olmadığını belirterek, Berlin eyalet teşkilatı olarak göçmenlerin sorunlarına cevap bulmak için bir Uyum Tasarısı hazırladıklarını hatırlattı. aktifhaber

CAMİ AFİŞİ AVRUPA'YI KARIŞTIRDI!

13 Temmuz 2010
Kilise duvarındaki ‘Cami’ silüeti Venedik'i birbirine kattı. Resimlerde; Sultanahmet ve Aysofya camilerinin siluetini içeren panoramik fotoğrafın bulunuyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Sultanahmet ve Aysofya camilerinin siluetini içeren panoramik fotoğrafın bulunduğu ‘İstanbul 2010’ afişi için, Venedik’in ünlü Piazza San Marco meydanındaki tarihi St. Marco Kilisesi'nin duvarını kiralayınca, kilise yönetimi ile şehrin muhafazakarları birbirine girdi. Katoliklerin kiliseye baskısı sonucu afiş kilise duvarından kaldırıldı.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Rainer Stratmann'ın çektiği tarihi yarımada ve cami siluetini içeren panoramik fotoğrafı, Avrupa’nın birçok ünlü meydanında İstanbul’un tanıtımı için ‘outdoor reklam’ olarak kullanıldı. Ünlü meydanları süsleyen İstanbul afişleri, kullanıldığı her şehirde ilgi odağı olurken, bir tanesinde krize yol açtı.

AYİNLERE KATILMADILAR

İtalya’nın Venedik şehrinde afiş asmak için şehrin ünlü Piazza San Marco meydanında bulunan tarihi St. Marco Kilisesi'nin duvarı kiralanınca, kilise yönetimi ve muhafazakarların arası açıldı. Afişin kilise duvarından kaldırılmasını isteyen dindar çevrelerin kiliseyi boykot ederek ibadetlere katılmadıkları öğrenildi.

KİLİSEYE BASKI AFİŞİ KALDIRTTI!

Ayasofya ve Sultanahmet Camilerinin siluetlerinin olduğu ‘İstanbul’ fotoğrafının, kilise duvarında olmasına kızan muhafazakarlar, sırf bu reklam çalışması karşılığında alınacak para için kilisenin dini değerleriyle oynandığını ve bunun dine saygısızlık olduğunu öne sürdü. Kiliseye karşı çeşitli boykot çalışmaları başlatılacakken, baskıya dayanamayan kilise yönetimi afişin kaldırdı.

ÜÇER: AB'NİN BAKIŞINI GÖSTERİYOR

Konuyla ilgili olarak kulis istanbul.com'a görüş belirten Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kaya Üçer, "Dinlere karşı hoşgörülü olduğunu ve daha medeni olduklarını iddia eden bir toplumun böyle davranması çok ilginç. Sonuçta İstanbul içinde sadece İslamı değil tüm dünleri barındıran bir kent. Bunu görmeden bu şekilde davranmaları da AB'nin ülkemize bakışının küçük bir göstergesidir." şeklinde konuştu.

Tımeturk

Peçeli oldukları için otobüse alınmadılar
25 Temmuz 2010
LONDRA- Londra'da iki Müslüman öğrenci, ırkçı bir otobüs şoförü tarafından peçeli oldukları gerekçesiyle otobüse alınmadı. Öğrencilerin şikayeti üzerine Londra Ulaşım Teşkilatı inceleme başlattı.

Müslüman öğrencilerden birinin peçeli olduğu anlaşılan olayda, öğrenciler otobüse bindikleri sırada otobüs şoförün, "Sizi otobüse almayacağım, çünkü sizi tehdit olarak algılıyorum." dedi. Şoförle tartışan öğrenciler kısa süre sonra otobüsten inmek zorunda kalmış. Öğrencilerden biri 22 yaşındaki Yasmin, kendisinin çarşaf giydiğini arkadaşının ise peçeli olduğunu, bu yüzden otobüse alınmadıklarını belirterek, olayın tamamen ırkçılık olduğunu söyledi. Tartışma sırasında şoförün konuşmalarını cep telefonuyla kaydetmeye çalıştığını anlatan Yasmin, "Ben onu kaydetmeye başlayınca yüzünü bir gazete ile kapatmaya başladı. Yüzünü gazete ile kapatan ve haksız olduğu halde görüntülenmek istenmeyen bir insan, kendi inancı için yüzünü kapatan bir insanı tehdit olarak görüyor." dedi.

Öte yandan İngiltere'de Müslümanları temsil eden en büyük organizasyon olan İngiltere Müslüman Konseyi, olayın endişe verici olduğunu ve bu gibi benzer olayların her geçen gün daha fazla yaşandığını açıkladı. habertaraf

Komisyon'da bir İsrail dostu
İbrahim Karagül

İsrail, Mavi Marmara ile ilgili BM soruşturmasını kabul etti. Bu kabul, ABD ile İsrail arasındaki pazarlıklardan sonra gerçekleşti. O pazarlıkların ne olduğunu bilmiyoruz. Konuyla ilgili açıklamaların Türkiye'yi rahatsız etmesinden, pek de hayra alamet olmadığı hissediliyor. Soruşturma sonucunun İsrail'in haksızlığını resmileştireceğine çıkaracağına dair beklenti hüsranla bitebilir. Türkiye haksız çıkarılabilir, sorumlu tutulabilir. İHH'ya yönelik olumsuz sonuçlar çıkabilir. İsrail'in kendi içinde yaptığı uyduruk soruşturmaya atıfta bulunabilir. Bir skandal da çıkabilir ortaya. Bir örnek verelim. Daha doğrusu bir haberi (Timeturk) hatırlatalım.

"İsrail'in kabul ettiği BM Komisyonunu kimlerin yöneteceği açıklandı. Tartışmalı isimlerden biri Kolombiya eski Devlet Başkanı Alvaro Uribe Velez. İsrail'e yakınlığı ile bilinen Uribe Velez 2007'nin Mayıs ayında 'Amerikan Yahudi Toplumu' tarafından 'Light Unto the Nations' ödülünü aldı. Washington'da Milli Müze Binası'nda bu ödülü alırken kendisi için "Başkan Uribe ABD'nin çok sağlam bir ortağı, İsrail'in ve Yahudi halkının yakın dostu ve ABD ile Kolombiya'da insani gelişimin savunucusu" ifadesi kullanıldı. Uribe aynı zamanda Irak işgalinin önemli destekçilerinden biriydi. Uribe'nin seçimi, komisyonun ne denli taraflı olacağının göstergesi olarak yorumlanıyor."

Bu kadar işte...

Yeni Şafak

ÇIPLAK GÖRÜNTÜLER SAKLANIYORMUŞ!

6 Ağustos 2010

Tartışmalı tarama cihazlarıyla ilgili şok bir gerçek ortaya çıktı.
Gazeteport'un haberine göre; Terörle mücadele ve güvenlik gerekçesiyle ABD ve Avrupa'da havaalanlarında kullanılmaya başlanan ve yaygınlaştırılması öngörülen tartışmalı tarama cihazlarıyla ilgili şok bir gerçek ortaya çıktı.

Yetkililer, yolcuları tamamen çıplak gösteren tarama cihazlarıyla elde edilen görüntülerin derhal yok edildiğini söylüyordu. Sözgelimi ABD Ulaştırma Güvenliği İdaresi (TSA) geçen yaz, bu görüntülerin saklanamayacağı ve kaydedilemeyeceğini açıklamıştı.

Şimdi ise bazı emniyet kurumlarının bu 'çıplak tarama görüntülerini' sakladığı ortaya çıktı. Birleşik Devletler Güvenlik Birimi ( U.S. Marshals Service) bu hafta gizlice alınan on binlerce görüntüyü sakladıklarını itiraf etti. Bundan önce de TSA tüm tarama cihazlarının görüntü saklayabilme ve görüntüleri değerlendirme ve test için gönderebilme kapasitesine sahip olmasını amaçladığını bildirdi. Söz konusu tarama cihazları daha çok tartışma yaratacak gibi görünüyor.

Gazeteport

Hüsnü Mahalli
Washington kriterleri

Beyaz Saray'da yerleştikten 4 ay sonra Türkiye'yi ilk Müslüman ülke olarak ziyaret eden Başkan Obama, bununla Ankara'ya verdiği önemi yansıtmak istemişti. Obama 'demokratik, laik ve ılımlı' bir Müslüman ülke Türkiye'nin hükümetiyle bölgede çok şey yapabileceğini düşünüyordu. Ancak kısa süre sonra Obama, AK Parti hükümetinin bölgesel politikalarının kendisini bile zorladığını gördü ve geleneksel Amerikan çizgisine döndü ya da gerçek yüzünü gösterdi. Nitekim 'laik, demokratik ve ılımı' Müslüman ülke olarak Türkiye'yi ziyaret edilecek ilk ülke olarak seçen ve her fırsatta Amerikan politikalarının değişeceğinden söz eden Obama, hiç gecikmeden bölgedeki en gerici ve bağnaz ülke Suudi Arabistan'a peşinden de demokrasi ile hiç ilgisi olmayan Mısır'a gider ve her iki ülkenin liderlerine övgüler yağdırır. Yani Obama, bir kez daha kendisinden önceki başkanlar gibi 'Batı medeniyetlerinin sözde kriterleri'ni değil klasik Amerikan kriterlerini yani Amerikan çıkarlarını sahiplendiğini kanıtlar. Çünkü Mısır ve Suudi Arabistan, ABD'nin bölgesel politikalarının iki temel direğidir. Çünkü bu liderler ABD tarafından kendilerine verilen görev ve rolleri eksiksiz yerine getiriyor. Örneğin 1981'de 'demokratik Amerika'nın desteğiyle Cumhurbaşkanı olan adaşım Hüsnü Mübarek daha şimdiden önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde aday olup olmayacağını düşünmektedir. Tartışma erken başladı ama Baba Mübarek (82 yaşında) son anda 'Ben yorgunum ve artık aday olmak istemiyorum' derse ki öyle olacak; o zaman yerine hemen oğlu Cemal Mübarek hazır bekletilmektedir.

Suudi Arabistan'da ise kraliyet sistemi olduğu için ve tüm kraliyet üyeleri farklı tonlarda da olsa Amerikan terbiyesiyle yetiştirildiği için orada sorun yok. Sorun bütün olarak Mısır ve Suudi Arabistan sistemlerinde. Sorun benzer şekilde bölgede Amerikan yanlısı ülkelerin siyasal sistemlerinde. Çünkü bu ülkelerin hiçbirinde demokrasi ve insan hakları adına olumlu hiçbir şey yok.

Demokrasi, insan hakları, özgürlük ve benzeri yüce değerlerden söz eden ABD ise tüm bu gerici, çağdışı, karanlık, anti-demokratik ve farklı şekilleri ile korkulu dikta yönetimlerin iktidarda kalması için elinden gelen ve gelmeyen her şeyi yapmaktadır. Örneğin Pakistan..

Afganistan'daki Taliban ve Kaide'ye karşı savaşında Pakistan'ı tüm pis oyunlarında ve her alanda kullanan ABD, seller sonunca büyük zarar gören bu ülkeye yardım etmek için ciddi hiç bir yardımda bulunmadı. Neyse ki Gazze'de olduğu gibi davranmadılar. Çünkü 2008 sonunda Gazze'yi yerle bir eden İsrail'in yıkımlarını imar etmek için Şarmelşeyh'te toplanan ABD ve müttefiki ülkeler sözünü verdikleri 30 milyar dolarlık yardımın bir kuruşunu bile vermediler. İşte Amerikan kriterleri. Kopenhag kriterlerinin farklı bir versiyonu.Yani aynı kriterler farklı ülke, halk ve insanlara göre farklı şekillerde uygulanabilir.

Yani Türkiye'ye önerilen ya da dikte ettirilmeye çalışılan demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi kavramlar, işbirlikçi Arap ve Müslüman ülke yönetimlerine hatırlatılmamaktadır bile.

Bir düşünün işgal edilerek perişan edilen Irak ve Afganistan'da ya da diğer Arap ve Müslüman ülkelerde Amerikalılar oradaki kendi yandaşı politikacılara 'çalmayın, çırpmayın, dolandırıcılık ve yolsuzluk yapmayan, demokrasiye ve halkınıza saygılı olun, halkınızın özgür ve mutlu olması için gereğini yapın'' türünden tavsiyelerde bulunacak.

Buna acaba hangi süper zekalı inanır?

Durum böyle olunca bazılarının hala Amerikan demokrasi söylemlerine inanması ve Amerika'dan gelen talimat ve destekle geleceğe dönük planlar yapması şaşırtıcı ve bir o kadar inanılmaz? Üstelik çevremizde Amerikan kriterlerinin her yönüyle ve her alanda perişan ettiği bunca ülke ve örnek varken!

Akşam

İşte İngiliz ordusunun sorgulama tekniği

İngiliz ordusunun uluslararası anlaşmaları ihlal eden sorgulama teknikleri ortaya çıktı.
26 Ekim 2010
The Guardian gazetesi, İngiliz ordusunun sorguladığı kişileri soyma, yorma, küçük düşürme, endişeye sevk etme ve tehlikede olduğunu hissettirme gibi zor durumlarda bırakarak Cenova Konvansiyonu'nu açık bir şekilde ihlal ettiğini yazdı.

Gazetenin haberine göre İngiliz ordusu, yeni yetiştirdiği sorgucu üyelerine, emirlerini dinlememeleri halinde sorguladığı kişileri soymalarını ve gözdağı vermelerini öğrettiğini ortaya çıkardı. 2005 yılına ait ele geçirilen bir dosyada, askeri yetkililerin eğittikleri sorguculara, sorguladığı kişileri çırılçıplak soymaları gerektiğini anlatıyor. Aynı dosyada sorgulanan kişilerin gözlerinin bağlanarak baskı altına alınmaları öneriliyor.

Gazetenin haberine göre 2008 yılına ait bir dosyada ise sorgulanan kişilerin fiziksel olarak rahatsızlık duyacakları bir halde olmalarının sağlaması ve gözdağı verilmesi öneriyor. Gizli dosyada ayrıca, bu kişilerin günde 8 saat uyumalarına olanak verildiği ancak bu 8 saatin sadece 4 saati kesintisiz uykuyla geçecek. Yine sorgulanan kişilere 'hiç kimseyle görüşülmeyeceği' mesajının verilerek yalnızlaştırılmaya çalışıldığı da dikkat çekiyor. İddiaları yayınlayan The Guardian gazetesi, bu durumun açık bir şekilde Cenova Konvansiyonu'nu ihlal anlamına geldiği yorumunu yaptı.
habertaraf

Almanya Müslümanlardan gelecek bir saldırı için alarmda

25 Kasım 2010 Almanya'da Müslümanlardan gelecek bir saldırı için alarmda.. Siyasetçiler yine yeni bir güvenlik paketinin sinyalini veriyor . Her yeni paket ise Müslümanların hayatının biraz daha kararması anlamına geliyor.

Almanya terör tehlikesiyle alarmda. 100 İslamcı teröristin serbest dolaştığı belirtiliyor.

Almanya'da yine yeni terör uyarıları gündemde. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, El Kaide ve yandaşlarının Almanya'da saldırı planladıklarına yönelik somut bilgiler olduğunu söyledi.

Güvenlik görevlileri hemen harekete geçerek alarm düzeyini ve önlemleri arttırdı. Hatta polislerin izinleri kaldırıldı ve tarihi Meclis Binası Reichstag ziyaretçilere kapatıldı. Başbakan Angela Merkel'a gönderilen bombalı paket yüzünden artan korku İçişleri Bakanı‘nın açıklamalarıyla ikiye katlandı. Münih uçağında bulunan şüpheli paket de bu korkuların tuzu biberi oldu.

Sosyal demokrat siyasetçiler bile yeni güvenlik yasalarına ihtiyaç duyulduğunu, Almanya'da yaşayan yabancıların daha fazla dinlenmesi ve takip edilmesi gerektiğini ateşli bir biçimde savunmaya başladılar.

Alman ordusunun da iç güvenlikte kullanılması tartışılıyor. Aslında Almanya'da eski İçişleri Bakanı Sosyal Demokrat Otto Schily'den bu yana, daha doğrusu 11 Eylül saldırılarından bu yana, ne zaman terör uyarıları sıklaşsa bunu mutlaka yeni bir güvenlik paketi izliyor. Tabii her yeni paket de özgürlüklerin kısıtlanması, Almanya‘ya giriş çıkışların sınırlandırılması ve Müslümanların hayatının biraz daha kararması demek oluyor.

Elbette bugüne kadar 11 Eylül saldırganlarının geldiği ülke olan Almanya'da bir saldırı olmaması, olmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak her yeni güvenlik paketinin sorunu neredeyse hiç çözmedigi de açık. Çünkü hala Almanya'da yeni terör hücreleri keşfediliyor, yeni terör zanlıları yakalanıp yargı önüne çıkarılıyor. Muhafazakar politikacılar, şu anda Almanya'da en az 100 İslamcı teröristin elini kolunu sallayarak dolaştığını belirttiler. Alman Bilim ve Siyaset Vakfı‘nın araştırmalarına göre, artık dünyada örgütlü, bağımsız ve enternasyonal olmak üzere üç farklı terörist tipi var ve ne zaman ne yapacaklarını hesaplamak giderek zorlaşiyor.

MÜSLÜMAN GENÇLER BATIDA RADİKALLEŞİYOR
11 Eylül saldırılarını yapan Hamburg hücresi üyeleri örgütlülerdendi, örgütün kamplarında eğitim görüp emirleri doğrultusunda hareket ettiler. Örgütlüleri kendi başina hareket edenler yani bağımsızlar takip etti. İstihbarat ağının dışında oldukları için bağımsızların ne yapacaklarını önceden kestirmek, elbette örgütlülerden çok daha zor. Ancak bir örgüte üye olmamaları, eğitim almamaları, yani profesyonel olmamaları anlamına geldiği için genellikle eylemlerinde başarılı olamıyorlar.

Üçüncü sınıf İslamcı teröristlerse bu iki grubun bir sentezi diyebiliriz. Bu gençler önce radikalleşiyor sonra Yemen, Pakistan gibi ülkelerde kendilerine uygun bir örgüt bulup kamplarında sıkı bir eğitim görüyorlar. Kısacası enternasyonal olarak sınıflandirebileceğimiz bu İslamcı gençler örgütlüler kadar profesyonel, bağımsızlar kadar fütursuz, doğal olarak daha tehlikeliler.

Enternasyoneller etnik köken olarak homojen bir yapıya sahipler. Aralarında Araplar, Pakistanlılar, Afrikalılar, Türkler, Kürtler olduğu kadar İslama dönen Avrupalılar da var. Yılbaşında Detroit'teki saldırı girişiminden sonra yakalanan Ömer Faruk Abdulmuttalip enternasyonellere iyi bir örnek teşkil ediyor. Nijerya doğumlu olan Ömer Faruk Abdulmuttalip, Dubai ve Londra'da yaşayıp, Yemen'deki kamplarda eğitim görmüş. Çoğu batıda doğmuş ya da çok küçükken göç etmiş enternasyonellerin hiçbiri cihat için kökenlerinin geldiği memlekete geri dönmüyor.

BAYIYA ENTEGRE VE İYİ EĞİTİMLİLER
Yoksul ve toplumsal olarak dışlanmış bir aileden gelmedikleri gibi, Batıya entegre olmuş ve iyi eğitim almış bu gençler hiç dikkat çekmeden pek çok ülkeye seyahat edebiliyorlar. Bosna, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir ya da Irak, nerede çatışma varsa oraya gidiyorlar.

Ortadoğu sorunu hepsi için itici güç, ama aralarında Filistinli, Iraklı ya da Afgan bulmak çok güç. Terörizm uzmanı Guido Steinberg‘in çok güzel özetledigi gibi ‘‘yeni teröristler küresel bir dünyada yaşayıp, bütün Müslümalarla bir ümmet oluşturuyorlar. Onlar modern, küresel, sınırsız ve kültürsüz bir dünyanın ürünleri. Onları savaşa iten Batı değerlerinin egemen olması korkusu değil, İslami değerlere yapılan saldırı." Steinberg, yeni İslamcı teröristlerin çoğunun Müslümanlığı ailelerinin geldiği ülkede değil, Batı‘da ögrendiklerinden yola çıkarak onları cihat ya da Ortadoğu sorunu değil Batı‘nın kendisinin radikalleştirdiğini öne savunuyor.

YENİ GÜVENLİK PAKETİ ÇÖZÜM DEĞİL
Bu savı hesaba katınca, Almanya'daki yeni terör uyarılarının ardından yeni İçişleri Bakanı Thomas de Maziere de selefleri gibi şerif lakabına özenir de yeni bir güvenlik paketi hazırlarsa, pekala bu Almanya‘nın Müslüman gençlerin radikalleşmesi yönünde bir adım daha atması anlamına gelir. Bütün gelişmeler terörle mücadelenin uluslararası düzeyde sürmesi gerektiği kadar, sorunun kökünden çözmenin yegane yolunun İslamı ve Müslümanlığı anlamaktan geçtiğini gösteriyor.

ALMANYA TÜRKLERİ DE YAKINDA İSLAMLAŞIR
Almanya; Fransa, İngiltere ya da İspanya‘dan çok daha şanslı çünkü en büyük göçmen grubunu Türkler oluşturuyor. Ve Türkler Almanların ısrarlı tutumlarına rağmen kendilerini hala Müslüman olarak tanımlamıyorlar. Ancak göç ve uyum tartışmaları son yıllardaki gibi Müslümanlık üzerinden yapılmaya devam ederse Almanya‘nın Türklerinin de 'İslamlaşmaları' yakındır.
ntvmsnbc

30 Yıl Hapiste Boşa Yattı
03 Ocak 2011
Hırsızlık suçlamasıyla 30 yıl hapiste yatan mahkumun yapılan DNA testi sonunda suçsuz olduğu anlaşıldı.
ABD'de hırsızlık yaptığı gerekçesiyle 30 yılını hapiste geçiren Teksaslı Cornelius Dupree'nin DNA testi sonucunda masum olduğu ortaya çıktı. Bölge savcılığı, daha önce defalarca masum olduğunu söyleyen ve temyiz başvuruları mahkemece reddedilen 51 yaşındaki Dupree'nin iddiasına destek verdiğini duyurdu.

DNA testinden sonra Dupree hakkındaki mahkumiyet kararının iptal edileceği bildirilirken, Dupree'nin aklanacağı duruşmanın yarın Dallas kentinde yapılmasının planlandığı belirtildi. Dupree, 1979 yılında 26 yaşındaki bir kadına tecavüz ettikten sonra soyduğu gerekçesiyle 1980 yılında 75 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı. Dupree'nin temmuz ayında afla salıverilmesinden 10 gün sonra DNA testinin sonuçları gelmişti. aktifhaber

Kurtlar Vadisi Filistin Almanya'da Yasaklandı!

Kurtlar Vadisi Filistin filmi milyonlarca gurbetçinin bulunduğu Almanya'da Yahudi lobisinin baskısıyla, 27 Ocak'ın Yahudi Soykırım Günü'ne denk gelmesi gibi gülünç bir gerekçeyle yasaklandı. 25 Ocak 2011 Sıradışı

Sarkozy, Müslüman danışmanını kovdu
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, iktidar partisinin,
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Arl 07, 2010 10:57 pm    Mesaj konusu: VE ASSANGE TUTUKLANDI Alıntıyla Cevap Gönder

VE ASSANGE TUTUKLANDI
07.12.2010

Dünyayı sarsan Wikileaks sitesinin kurucusu Julian Assange, İngiltere'de tutuklandı.

Assange, İsveç'te "taciz ve tecavüz" suçundan aranıyordu ve İsveç'in çıkardığı tutuklama emri dün İngiltere'ye ulaşmıştı. Mahkeme Assange'ın asıl duruşmaya çıkacağı 14 Aralık'a kadar tutuklu olarak yargılanmasına karar verdi.

Peki, WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’a İsveç’te yöneltilen “taciz ve tecavüz” suçlamalarının ayrıntıları neydi?

Cumhuriyet’ten Osman İkiz’in bu konuyla ilgili “Assange tuzağa mı düşürüldü?..” başlıklı
bir haber yazmıştı.

İşte 5 Aralık tarihinde sayfalarımıza taşıdığımız o haber:

“Savaşın ilk kurbanı gerçektir” diyor WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange. 14 Ağustos’ta Stockholm’deki basın toplantısı bu başlık altında düzenlenmişti. Sosyal Demokrat Parti’nin Hıristiyan kanadı tarafından düzenlenen toplantı İşçi Sendikaları Konfederasyonu binasında yapılmıştı. Julian Assange, solgun benizi, yorgun yüzü, ifadesiz bakışları ve monoton konuşmasıyla soğuk bir kişi izlenimi uyandırmıştı; buna karşılık, akıcı konuşmasından, anlattığı konuyu ele alış biçiminden ve seçtiği sözcüklerden, son derece zeki ve kararlı biri olduğu belli oluyordu. Son günlerde diplomasi dünyasında deprem etkisi yaratan belgeleri yayımlayacağını da o gün açıklamıştı. Yerleşik düzenin sırlarını ortaya döküp, büyük devletlerin yüzündeki cici demokrasi maskesini sıyırıp attığından, mayınlı tarlada dolaştığını, hedef tahtası haline gelebileceğini biliyordu. 11 Ağustos’ta El Cezire’de yayımlanan programda bunu söylemişti. Kendini görece emniyete alabilmek için de yaşamını İsveç’te sürdürmeye karar vermişti. WikiLeaks’in yaşayabilmesi için de İsveç’in en elverişli ülke olduğunu düşünmekteydi. Kendisine bu olanakların sağlanacağı da bildirilmişti. O gün basın toplantısından sonra yorgunluk atmak için Stockholm dışında bir yerde dinlenmeye çekileceğini açıklamıştı.

Tam bir hafta sonra, 21 Ağustos Cumartesi sabahı gazetelerde Julian Assange hakkında tutuklama kararı verildiğini okuduk. Tutuklama kararı cuma akşamı iki kadının şikâyeti üzerine alınmıştı. Nöbetçi savcı, kadınların ifadesinden Julian Assange’ın tecavüz ve tacizde bulunduğu sonucunu çıkarmıştı. Tutuklama kararı her yarım saatte bir TV ve radyo kanallarında birinci haber olarak verilmekteydi. Saat 16.30’da nöbeti devralan diğer savcı ise “İfadelerde tutuklamayı gerektirecek bir tecavüz işareti göremiyorum” diyerek kararı kaldırdı. Tutuklama kararı kaldırıldı ama önsoruşturma başlatıldı. 18 Kasım’da, yani yeni belgelerin açıklanmasına ramak kala tekrar tutuklama kararı verildi. Bu kez yakalanması için Interpol de devreye sokuldu. Burada üzerinde durulması gerektiğini düşündüğüm nokta Julian Assange’ı şikâyet eden kadınların konumları, tutumları ve ifadeleri. Kadınların kimlikleri açıklanmadı. Şikâyet dilekçelerindeki ifadeleri de bilinmiyor. Bir gazete isimlerini vermeden kadınların anlattıklarını yayımladı. Olayın seyri şöyle: Sivil toplum hareketlerine katılmayı seven iki genç kadın Julian Assange ile Stockholm’e gelmeden önce temasa geçip, WikiLeaks çalışmalarına katkıda bulunmak istediklerini bildiriyorlar. 14 Ağustos günü de görüşüyorlar. Julian Assange o geceyi Stockholmlü kadının evinde geçiriyor. Ertesi geceyi de diğer kadının bir başka kentteki evinde. Bu ziyaret trafiği sırasında kimsenin kimseden bir şikâyeti yok. Ne zaman ki Julian Assange gerçekten dinlenmek üzere İsveç’in kuzeyine gidiyor, iki kadın Stockholm’de oturup durumu gözden geçiriyor. Gazeteye anlattıklarına göre de Julian Assange ile ilişkilerini tanımlamakta zorlanıyorlar. Sonunda “Haydi polise gidip anlatalım. Bu işin içinde tecavüz, taciz, sarkıntılık falan varsa onlar söylesin”de karar kılıyorlar.

Gazetede yazılana göre polis kadınları dinliyor ve “Bu anlattıklarınızda tecavüz ve taciz var” deyip zaptı tutuyor ve savcıya gönderiyor. Julian Assange’ın bu suçlamaya yanıtı çok kısa. Kadınlarla ilişkisi konusunda somut hiçbir şey söylemiyor. Söylediği sadece şu: “Bugüne kadar rızası dışında hiç kimseyle bir ilişkim olmadı.” Bu olayı hafızamıza kaydedelim. Kadınların tecavüze uğradıklarına polis ve savcının karar verdiği sistemin nasıl işleyeceğini izleyelim. Julian Assange, “Savaşın ilk kurbanı gerçektir” diyor. Bu kadarla kalsa iyi. Gerçekler çoğu zaman çoğu kimseyi rahatsız ediyor ve gerçeklerin üzerini karartmak için kaoslar yaratılıyor. İnsan ister istemez “Julian Assange tuzağa mı düşürüldü?” diye düşünmeden edemiyor.”

Odatv.com

Almanya'da skandal: Türk öğrenciye izin yok!
11 Aralık 2010
Türk öğrencisini,'"Türk olduğu ve burada hakları bulunmadığı' gerekçesiyle tuvalete göndermedi...

Almanya'nın Aşağı Saksonya eyaletinin Badenhausen kentindeki bir okulda, Dirk.H. adlı öğretmenin, 9. sınıf öğrencisi bir kıza, "Türk olduğu ve burada hakları bulunmadığı" gerekçesiyle derste tuvalete gitmesine izin vermediği belirtildi.
Alman Bild gazetesinin haberine göre, 16 yaşındaki öğrenci, insan hakları konusunun işleneceği dersin başında tuvalete gitmek için izin istedi. Öğretmen Dirk H.'nın, "dersin yeni başladığını" söyleyerek izin vermemesi üzerine Türk öğrenci, "insan hakları çerçevesinde tuvalete gitmesine izin verilmesi gerektiğini" belirtti. haber10

Avrupa'nın Modern Köleleri
"Günümüzün demokrasi beşiği, özgürlük ilhamı olan Avrupa kıtasında kölelik defterinin hiç kapanmadığı ayan beyan ortada..."

Avrupa kıtasında kölelik defteri hâlâ kapanmadı
Recep Korkut
(Sosyal Çalışmacı, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği)
15 Aralk 2010
Anadolu Haber

Günümüze dek insan haklarının evriminde iki önemli atılım öne çıkar: Biri işkencenin kaldırılmasına yönelik girişimler, diğeri ve daha da önemliyse köleliğin tüm dünyada kaldırılması. Ancak günümüzün demokrasi beşiği, özgürlük ilhamı olan Avrupa kıtasında kölelik defterinin hiç kapanmadığı ayan beyan ortada.


Çünkü çoğunluğunu Afrika’nın ve Asya’nın yoksul ülkelerinden göç edenlerin oluşturduğu, gelişmiş ülkelerde ‘yasal prosedürün dışında yaşayan kâğıtsızların’ durumu tam olarak köleliğin modern zamana uyarlanmasına tekabül ediyor.

Hiçbir hakları, yasal destek alabilecekleri merciler, kendilerine açık destek veren kuruluşlar ve arkalarında duran tek bir uluslararası güç yok. Buna ek olarak bir de omuzlarında ‘kaçak’ olarak yaftalanmış son derece utanç verici bir yük var. Herhangi bir ayrımcılığa uğradıklarında veya çalışıp haklarını alamadıklarında şikâyet edebilecekleri merciler olmasını bir kenara bırakın, hastalandıklarında yararlanabilecekleri sağlık imkânları dahi yok. Çünkü Avrupa’da hiçbir belgesi olmayan yabancıları sağlık kuruluşuna alıp tedavi etmek çok ciddi bir suç ve doktorlar kendilerine gelen bu kişileri ‘Yabancılar Polisi’ne bildirmek zorunda. Aynı şekilde deniz üzerinde kaçak göçmenleri taşıyan bir bot veya sal devrildiğinde de bu kişilere yardım edip ölmekten kurtarmak suç. Hem de büyük suç!

20 milyon modern köle

Üstüne üstlük seslerinin hiç çıkmaması da gerekiyor. Çünkü bir de sınırdışı edilme tehlikesi var ki işte bu endişe nedeniyle kader, bu insanlar için ağlarını daha da acımasızca örüyor. Bundan ötürü haklarını arayabilmeleri mümkün değil. Bir anlamda bağımlı oldukları insan kaçakçıları tarafından da bu insanlar, Avrupa ülkelerinde seks endüstrisi, hizmet sektörü, inşaat ve özel ev işlerinde zorla çalıştırılıp istismar edilmeye, her gün daha çok ezilmeye mahkûm haldeler. Berlin’de 1 euroya kahve bile içilemezken bu ücret karşılığında 18 saat çalışmak zorunda kalan Etiyopyalı, Zürih’in dondurucu soğuğunda modern plazalar çevresinde çöp toplayan Sri Lankalı, Paris’te 100 metrekarelik evlerde 20’şer kişi kalan Kamerunlu modern kölelerin sayısı hiç de az değil.


Üzerlerine doğrultulan hukuki bir silah olan sınırdışı tehdidi sürdükçe de modern çağın köleleri olarak yaşayan bu insanlar, insan ticareti ve zorla çalıştırma deyince de akla gelen ilk kesim olmaya devam edecekler.


Çağımızdaki bu utanç abidesi bundan ibaret değil: Dünyada kürek mahkûmu gibi çalıştırılan yaklaşık 20 milyon modern kölenin yüzde 55’ini kadınlar oluşturuyor. Gittikçe dişilleşen göç olgusunun bir sonucu da olan bir durum, hassas gruplara destek olmak konusunda çağımızın ne durumda olduğunu açıkça gösteriyor. Ayrıca kendilerini sömürenlere milyarlarca dolar kazandıran modern kölelerin yüzde 40 ila 50’sini de 18 yaş altındaki çocuklar oluşturuyor. Sahi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin üzerinden kaç yıl geçmişti?

Yunan sınırında

Maruz kaldıkları muamelelerin en acı örneklerinden biri de geçen günlerde hemen yanı başımızda yaşandı. Dehşet verici olayda insan kaçakçıları, Yunanistan’a götürmek için sınıra getirdikleri mültecilerden yüzme bilmeyenleri ve kucaklarında bebek olan kadınları dahi Meriç Nehri’ne zorla atarak karşıya geçmeye zorlamaları neticesinde 3’ü çocuk 16 kişi hayatını kaybetti. Daha bu olayın sarsıntısı geçmemişti ki birkaç gün önce de biri hamile üç mültecinin daha cesedi bulundu. Çağımız insanının duyarlılığının ve dayanışmasının gömüldüğü bir mezardan ibaret olan Türk-Yunan sınırında yüzlerce cansız mülteci bedeni her gün çığlık atıyor.


Durum ortada. Ancak bütün bu gayri-insani koşullara karşın bu insanlar yine de göç etmek zorundalar. Geçen günlerde açıklanan Uluslararası Göçmen Teşkilatı’nın (IOM) yıllık raporunda, 2050 yılında dünyadaki göçmen sayısının 400 milyona ulaşacağı belirtiliyor. Bu sayının çok büyük kısmı da zorunlu olarak göç edenlerden, yani yerinden olanlardan oluşuyor.

Avrupa’nın yeni ortağı Kaddafi
Göçmenler, mülteciler modern köle düzeninde can çekişse de son dönemde kıyamet senaryolu gibi göç politikalarının yürütüldüğü Avrupa kıtasında mülteciler konusunda tam anlamıyla taşeron ülke bulma telaşı var. Avrupa Birliği, kısa vadede bazı ülkelere belli bedeller ödeyerek o ülkenin bir nevi kapı bekçisi olmasına çabalıyor. Avrupa’nın yeni ortağı ise Libya’yı yıllardır demir yumrukla kölelik düzeninde yöneten karikatür dergisinden sıçramış bir karakterden farksız, Afrikalı Muammer Kaddafi. Onun mülteciler konusuna yaklaşımını ise şu sözleri açıkça dışa vuruyor: “Aç ve cahil Afrikalıların istilası karşısında beyaz ve Hıristiyan Avrupalıların nasıl tepki vereceğini bilmiyoruz. Avrupa ileri bir kıta olarak devam edecek mi yoksa barbarların işgalindeki gibi parçalanacak mı?” Delilik derecesindeki bu ahlakdışı sözleri, bir grup takım elbiseli Avrupalıyla bir otel lobisinde sohbet ederken değil geçenlerde AB ile yasadışı göçü engellemesi karşılığında milyonlarca euro alacağı anlaşmayı imzalamadan hemen önce pazarlığı kızıştırmak ve karşı tarafın anlaşmadaki tereddütlerini gidermek için sarf etti.

Avrupa değerleri çıkarlara yeniliyor

Nereden bakarsanız bakın bu ortaklık buram buram ikiyüzlülük kokuyor. Avrupa Birliği’nin Kaddafi’den hem de insan hakları konusunda medet umması utanç verici bir sahtekârlık değil de nedir? Kaddafi’nin düzeni, bırakın mültecileri korumayı, sürekli mülteci yaratan bir düzen. Avrupa, Kaddafi’den medet ummak yerine, mültecileri Kaddafi’den kurtarmaya kafa yormalı.

Son olarak da şunu ifade etmek gerekir ki, esasında Avrupa, değerleri ile çıkarları arasında bir tercih durumunda kaldığında tıkanıp kalıyor. Bu ikircikli durumda da aksine yönde çabalayanların tüm çabalarına karşın, daima ülkelerin kısa süreli çıkarları galip geliyor. Mültecilerin, göçmenlerin, kâğıtsızların kaderi hepimizi ilgilendiriyor. Amin Maalouf’un dediği gibi: Kaderimiz bir.

Guantanamo'da 'Süresiz' Zulüm
Amerikan yönetimi bazı Guantanamo esirlerini mahkemeye çıkarmadan süresiz hapiste tutmaya devam edecek

23 Aralk 2010
Anadolu Haber

Amerikan Hükümeti'nin, Guantanamo Cezaevi'nde yıllardır tutulan ve yargılama hakları ellerinden alınan esirlerden yaklaşık 50 kadarını süresiz olarak hapiste tutulmaya devam edeceği bildirildi.

Amerikan medyasının Washington'da bazı yetkililere dayandırdığı habere göre, Guantanamo'da tutuklu kalmaya devam edecek olan zanlılar mahkemeye çıkartılmayacak, "her tutuklunun durumu düzenli olarak gözden geçirilecek."

Başkan Barack Obama'nın onayına sunulması planlanan teklife göre, ABDli yetkililer planın net, yasal ve adil süreçler içereceğini iddia ediyor.

Bir çoğu yaklaşık 9 yıldır askeri üs içindeki cezaevinde tutulan ve uluslararası tüm hukuk kurallarına aykırı olarak adil yargılanma hakkı verilmeyen zanlılara vadedilen ise "durumlarının dikkatli şekilde inceleneceği," ancak hapiste kalmaya devam edecekleri...

Guantanamo'da halen 174 tutuklu bulunduğu tahmin ediliyor. Süresiz tutulacak zanlıların kimlikleri ise bilinmiyor.

Latinler Ağır Bedel Ödedi
26 Aralık 2010

Latin Amerika'yı inleten askeri diktatörlüklerin gerisinde hep ABD vardı. Bugün kıtaya hâkim sol yönetimler Amerikancılığa alternatif sunuyor.
ABD’nin elinin uzanmadığı yer yok, ama komşusu olmanın bedelini Latin Amerikalılara sormak lazım. Arka bahçe muamelesi yaptığı Latin Amerika’yı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler’e kaptırmama gerekçesiyle komplo, darbe ve diktalarla savaş alanına çeviren ABD, bu diktatörlüklere Condor (Akbaba) gibi adlar taşıyan operasyonlarla suikast, katliam, işkence rejimleri uygulattı. Sadece Akbaba 60 bin cana mal oldu.

Akbaba’ya Arjantin, Şili, Uruguay, Paraguay, Bolivya, Brezilya, Ekvador ve Peru’daki diktatörlükler destek vermişti. Bu diktatörleri yetiştirmek için ABD’de okul bile var. ABD Dışişleri’ne bağlı School of Americas (Amerika Kıtası Okulu), 1946-2001 arası 61 bin Latin askerle polis eğitti. Leopoldo Galtieri, Efraín Ríos Montt, Manuel Noriega, Hugo Banzer gibi diktatörler, Augusto Pinochet’nin subayları, 1981’de El Mozote katliamına imza atmış El Salvador’un Atlacatl müfrezesi ve bazı uyuşturucu karteli üyeleri en meşhur mezunlarından.

Bu gidişatın kader olmadığını ise Fidel ile Che 1959’da ABD destekli Batista rejimini devirerek gösterdi. Ama Latin Amerika’nın kendisini bulması ve solculuğun anavatanına dönüşmesi için Soğuk Savaş’ın bitmesi gerekecekti.

Yerli, sendikacı, gerilla...

İlk kıvılcımı beklenmedik bir kişi çaktı. Venezüella’da düşük rütbeli bir asker olarak darbeye kalkışmış Hugo Chavez, 1998’de popülist vaatleriyle devlet başkanı seçildi, Castro’yu ilham kaynağı belleyip kıtaya özgü bir sosyalizm geliştirdi ve arkası geldi. Bugün 15’e yakın ülkede sol yönetim bulunurken, Evo Morales Bolivya’da başkan seçilen ilk yerli, Lula da Silva Brezilya’da başkan seçilen ilk sendikacı, José Mujica Uruguay’da başkan seçilen ilk gerilla oldu. Silva’nın halefi Dilma Rousseff de eski bir kadın gerilla.

ABD yönetiminin bu manzara karşısında elinden bir şey gelmemesi Latin yönetimlerin halkçı politikalarla güçlü ekonomiler oluşturup ekonomik dayanışmaya gitmesinden kaynaklanıyor. Chavez geçen yıl Amerikan zirvesinde ABD Başkanı Barack Obama’ya Eduardo Galeano’nun ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları: Kıtanın 500 Yıl Yağmalanması’ kitabını hediye etmişti. Avrupa sömürgeciliği üzerine Amerikan emperyalizmi derken umudunu yitirmeyip direnişini zamane koşullarına sağ salim getiren Latin damarı bugün tüm dünyayı besliyor.

Amerikan müdahalesine kanlı örnekler

Nikaragua:


1909-1933’ü ABD müdahalesi altında geçirdi. ABD destekli pek çok askeri diktatörlük gördü, en uzunu 1936-79 arasında iktidarın babadan iki oğula devroluğu Somoza Hanedanlığı’ydı. 1961’de kurulan solcu gerilla örgütü Sandinistalar ise Somozaların yolsuzluğu ve 1972 depreminde yardımların ulaşmaması karşısında cazibe odağı oldu. Sandinistalar diktatörlükle savaşarak 1979’da iktidara geldiğinde 50 bin kişi ölmüştü. 1981’de ABD Başkanı olan Ronald Reagan Sandinistalara karşı Kontraları örgütleyerek yürüttüğü savaşta sağcı milisleri İran’a silah satarak ya da Panama diktatörünün uyuşturucu kaçakçılığıyla finanse etmekte sakınca görmedi. Kontralar çok sayıda sivili öldürdü, işkenceden geçirdi, kaçırdı.

Guetemala

Tarihi CIA’in kukla gibi oynattığı askeri darbe ve cuntalarla dolu. ABD, 1961’deki Küba devrimine karşı Domuzlar Körfezi çıkarmasına bile burada hazırlandı. 1960’ların ikinci yarısında ABD ordusunun ‘yeşil bereliler’ timi sağcı ölüm timlerini eğitti. ABD yönetiminin resmen destek verdiği askeri cunta-sağcı milisler ile solcu gerillalar arasındaki içsavaş, 36 yıl sonra 1996’da bittiğinde ezici çoğunluğunu Maya yerlilerinin oluşturduğu 200 binden fazla kişi öldürülmüştü. Hakikat Komisyonu, belli etnik gruplara ‘soykırım’ işlendiğine hükmetti. En ağır suçlara imza atanlardan eski diktatör Efraín Ríos Montt, 2003’te tekrar başkan adayı olup kaybetti.
aktifhaber

İngiltere'de terör şüphelilerinin gözaltı süresi uzatıldı

27 ARALIK 2010
İngiltere'de haklarında Noel öncesi dönemde Londra'nın kalabalık noktalarında bombalı eylem yapacakları şüphesiyle dava açılan 9 kişi bugün mahkemeye çıkarıldı ve tutukluluk süreleri uzatıldı.

Şüphelilere ayrıca patlayıcı maddelerle terörist eylem hazırlığında oldukları suçlaması da getirildi.
Mahkemede, potansiyel hedeflerden birinin Londra Borsası olduğu belirtildi.
Savcılık, polis tarafından yapılan incelemelerin, Noel'e günler kala yapılması planlanan saldırının hedefleri arasında Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği ile siyasi ve dini figürlerin de olduğunu gösterdiğini söyledi.
BBC muhabiri Jon Brain, sanıkların mahkemeye gruplar halinde çıkarıldığını, ayrıca mahkeme sırasında bombalı saldırı planlarının detaylarının da konuşulduğunu söylüyor.
Ancak yasal nedenlerle, bu detaylar kamuya henüz açıklanmayacak.
İngiltere'de yüksek alarm sürüyor
20 Aralık tarihinde çeşitli adreslere yapılan baskınlarda tutuklanan kişiler 19 ve 28 yaşları arasında.
Söz konusu kişiler 1 Ekim 20 Aralık tarihleri arasında bombalı eylemler planlamakla suçlanıyor.
Londra, Cardiff ve Stoke-on-Trent kentinden sanıkların tamamı Müslüman kökenli.
İstihbarat kaynakları Eylül ayında, El Kaide'nin İngiltere, Almanya ve Fransa'da aynı anda saldırılar düzenlemeye yönelik bir planını ortaya çıkardıklarını açıklamıştı.
Batılı istihbarat servislerine göre militanlar iki yıl önce Hindistan'ın Mumbai kentinde düzenlenene benzer saldırılar planlıyordu.
Mumbai'deki saldırılarda silahlı 10 kişi üç gün boyunca kentte dehşet saçıp, 166 kişiyi öldürmüştü.
İngiltere'de ise halen alarm seviyesi en yüksek ikinci düzeyde.
Bu da ülkede bir saldırı düzenlenmesi ihtimalinin oldukça yüksek olduğu anlamına geliyor.
BBC

Siyasi İslam’ı kabul etmek
Robert Grenier

"Savaşan rejimler ayakta kalır." Bu sözler İsrail yanlısı bir Amerikan lobi örgütünün, AIPAC'ın, düşünce kuruluşu olan Washington Institute for Near East Policy'nin (WINEP) kıdemli bir üyesine ait. 1992'de uzmanların katıldığı bir konferansta söylenen bu sözler, Ortadoğu'daki yaşlanan otokrat liderlerin, İslamcıların aralarında görünüşe göre daha demokrasi meyillisi olanların özlem ve isteklerine yer açmadıkça şiddet dalgasını ve demokrasi karşıtı İslamcıların yükselişini kolaylaştırma riskine girdiklerini söyleyen benim gibi kişileri paylamak için söylenmişti.
O günlerde "siyasi İslam" olarak andığımız bir hareket bölgede ivme kazanıyordu ve Batılı uzmanlarla devlet yetkilileri arasında bu özlem ve isteklere nasıl yer açılacağı – daha doğrusu yer açılıp açılmaması gerektiği – hususunda büyük bir anlaşmazlık vardı. Bölgedeki siyasi muhalefetin dili bugün olduğu gibi ezici bir şekilde İslami'ydi; soru, çeşitli İslami akımlar arasında yapılacak işe yarar bir ayrım olup olmadığı ve her hangi bir grubun demokratik bir modeli kalıcı olarak kabul edip etmeyeceği yahut da pek çoklarının korktuğu gibi "tek adam, tek oy, tek sefer" doktrinine mi bağlılık gösterecekleri sorusuydu.
Adâleti değil zulmü tercih
WINEP, bugün olduğu gibi o gün de İsrail'deki sağ siyasetin temsilcisiydi ve bunun hiçbir istisnası olmadı. Bu kesimin daha nüfuzlu olanlarından biri de, İsrail ve çevresindeki laik Arap rejimler arasında açık bir çıkar örtüşmesi olduğunu vakti zamanında savunan Benjamin Netanyahu idi.
Bu soruların sonuncusuyla korkutmaya başlayan İslami eğilimler, Hamas ve İslami Cihad gibi İsrail'e karşı en büyük tehdidi teşkil eden, yeni yeni yükselmeye başlayan ve İslam'dan esinlenen Filistinli örgütlerde yankılandı. Bu düşünceye göre, laik Arap rejimleri, İslamcı muhaliflere İslam ve Arap ulusçuluğu arasındaki bir aynileşmeyi sömürmelerine ve hem İsrail'i hem de Arap rejimleri kuşatmak üzere popüler İsrail karşıtı hissiyatı kullanmalarına izin vermek yerine İsrail'le barış yapmayı ve gerek Filistin'deki gerekse başka yerlerdeki İslamcıları tecrit etmeyi çıkarlarına uygun bulmalıydılar.
Dolayısıyla da benim WINEP'li arkadaşım – ismini saklamak için böylesi uygun –İsrail'in I. İntifada sırasında işgale karşı Filistin halk direnişini engellemekte başarıyla uyguladığı baskıyı Arap rejimlerin İslamcılara uygulaması gerektiğini savunuyordu: Savaşan rejimler ayakta kalırdı.
Günün meseleleri en katı şekilde Cezayir'de sahnelenmiştir; İslami Kurtuluş Cephesi önderliğindeki ılımlı İslamcı bir muhalefet hızlı demokratik çıkışlar yapıyordu, sırf Cezayir ordusu tarafından vahşice bastırılmak üzere, tam da Cezayir meclisinde ezici bir çoğunluk kazanmanın eşiğindeyken.
ABD ve Batılı güçlerin bu askeri darbeye karşı sessiz tepkileri, İslamcı dalga korkularını ve pratik düşüncelerin ideolojik mülahazalar üzerindeki önceliğini dışa vurmuştur.
Demokrasi yanlısı söylemleri her ne olursa olsun, ABD'nin bölge politikasına açıkça karşı çıkan dini muhafazakâr Arap ulusçuları ile baskı arasında tercih yapmak arasında kalınca, Batı, baskıya destek vermeye hazırdı. WINEP'li arkadaşım şüphe yok ki desteklemişti.
Kaypak bir istikrar vaadi
Pısırık ve ikiyüzlü bulduğum Amerikan politikası karşısında o vakit dehşete düşen ben, sadece ahlâki değil pratik bir kıstasa da dayanan muhalif bir görüş bildirmiştim. Demokrasiye verilen desteğin sadece bizim lehimize olan demokratlara bahşedilmesi gerektiğine inanmıyordum. Arap kitleler, demokratik araçlar üzerinden siyasete müraacat etme fırsatları alındığı takdirde, İslam'ın daha radikal ve daha şiddetli bir şekline sarılacak devrimci kuvvetlere döneceklermiş gibi görünüyordu bana.
Gerçekten de Cezayir'de hemen ve derhal böyle bir yola girildi. Ilımlı, demokratik İslamcı muhalefet, rejim tarafından ya hapsedildi ya da etkisizleştirildi ve böylece onların yerine Selefi Mücadele Grubu (GSPC) gibi daha radikal, tekfirci unsurlar ortaya çıktı. Cezayir yaklaşık 200.000 cana mâl olan hayal edilemeyecek bir şiddetin içine yuvarlandı.
Tüm bunları aklıma getiren, şu an Mısır'ın demokratik muhalefetini başındaki isim olan UAEK eski başkanı Muhammed el Baradey'in Amerikan basınında çıkan bir op-ed makalesiydi. Makalesinde Mübarek rejiminin son meclis seçimleri sırasında işlediği ihlallerin tafsilatını veriyor, Mübarek rejimini, onun Ulusal Demokrasi Partisi'ndeki ahbap çavuşlarını ve güvenlik kuvvetlerini kınıyordu; sadece ahlâki zeminde değil pratik zeminde de. Baradey, onların izlediği taktiklerin beraberinde devrim tehdidini taşıdığını dolayısıyla da Batı'nın faal muhalefetini üzerine çekmesi gerektiğini ileri sürüyordu: "Mısır halkının hakları, kaypak bir istikrar vaadi karşılığında ayaklar altında çiğnenmemeliydi."
Baradey'e kesinlikle katılıyorum ve Amerika'nın bölgedeki demokrasiye karşı çelişik duygular beslemesinin – 2006 seçimlerinde Hamas'ın seçim zaferine karşı ABD'nin verdiği düşmanca tepkide açıkça görülmüştür – uzun vadede felâketi tetikleyecek bir tehdit değeri taşıdığına kâniyim. Fakat kabul edilmelidir ki tarihin 1992 ve bugün arasındaki seyri, benim savlarımdan daha ziyâde WINEP'in eski savları lehinedir.
Değişen güç yapıları
Şunu düşünün: 1990'larda Cezayir iç savaşı sona ermek yerine başta benim beklediğim gibi yoz ve asker hâkimiyetindeki seçkinlerin mağlup edilmesine değil de halkın nazarında itibarını yok eden İslamcı hareketin marjinalleşmesine yol açtı. Onun yüzü değişti ama eski seçkinler ayakta duruyor. Eski nesil liderlerin bu dünyadan göçmeleri, baskının ve temsil etmekten uzak güç yapılarının çözülüşünü hızlandırmak yerine - Fas, Ürdün, Suriye ve BAE'de - iktidarı nispeten yumuşak bir şekilde oğullara devretti. Kısa bir süre sonra aynısını Libya'da ve en önemlisi de Mısır'da görebiliriz, Baradey ve demokratik muhalefete rağmen hem de.
Baradey'in dünya kamuoyundan destek istemesinin ve Mısır'da halkın reform özleminin hüsranla sonuçlanıp durmasının bölgesel istikrar aleyhine olacak sonuçları hakkında ikazda bulunmasının doğru olduğuna inanıyorum. Ricalarının Batı basınında yüreklendirici bir şekilde yankı bulacağına da kuşku yok. Ancak daha fazlasını beklerse kendisini kandırır. İş ciddiye bindiğinde, ABD ve diğer batılı hükümetler, olayların seyrini etkileyebildikleri ölçüde, Baradey'in ifadesiyle kaypak bir istikrar vaadini tercih edeceklerdir.
Hüsnü Mübarek'inki gibi itici bir rejimi eleştirmek kolaydır ve ABD'deki özel ve resmi şahıslar bu işe şevkle soyunurlar. Fakat Mısır'ın Müslüman Kardeşlerine iktidardan bahse değer bir hissesi düşeceği ihtimalini bir an görsünler, şevkleri hemen kırılacaktır. Ben ve benim gibi inanan kişiler bunun büyük bir yanlış olduğu, Müslüman Kardeşler ile el Kaide bayrağını taşıyan şiddet yanlısı İslamcı gruplar arasında önemli bir ayrıma gitmeyi reddeden ABD'deki mevcut düşüncenin ters olduğu kanaatindeyiz. Problemimiz şu ki davamızı ortaya koyacak ikna edici delil bulamıyoruz. Yeni olgular olmadan, ki bunu yalnızca bölge halkı sağlayabilir, tartışmayı kaybetmeye mahkûmuz.

Yazar hakkında: CIA Terörle Mücadele Merkezi eski Direktörü
Kaynak: el Cezire
Dünya Bülteni için çevire: Ertuğrul Aydın

ABD Twitter'dan Wikileaks kadrosunun bilgilerini istiyor
8 OCAK 2011

ABD Assange'ı yargı önüne çıkarmanın yollarını arıyor
ABD yönetimi, Wikileaks'le ilişkili kişilerin, yazılı sosyal paylaşım sitesi Twitter'daki hesap ayrıntılarını istiyor.
Washington Wikileaks'in önde gelen isimlerinin telefon numaraları, adresleri, bağlantı kayıtları ve ödeme ayrıntıları gibi bilgiler istiyor.
Bu kişiler arasında Wikileaks kurucusu Julian Assange ve bir İzlandalı milletvekili de var.
Gizli ABD belgelerini yayımlamasıyla tanınan internet sitesi Wikileaks, ABD'nin girişimine karşı mücadele edeceklerini bildirdi.
Amerikalılar 250 bin belgenin sızdırılmasından sorumlu tuttukları Assange'ı yargı önüne çıkarmanın yollarını arıyor.
Wikileaks'in açıklamasında ayrıca, Amerikalı yetkililerin, yürüttükleri soruşturma çerçevesinde diğer Amerikan internet şirketleriyle temasa geçtiğinden de şüphelenildiği belirtildi.
Diğer taraftan Wikileaks tarafından açıklanan ABD Dışişleri Bakanlığı gizli yazışmalarında adları geçen yabancı kaynakların ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından uyarıldığı ve bir kısmının daha güvenli yerlere geçmelerine ABD tarafından yardımcı olunduğu açıklandı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü P.J. Crowley, "birkaç yüz kişinin", belgelerin açıklanmasından ötürü tehlikeye girebileceğini, bu konuda kendilerinin uyarıldığını belirterek, bunların küçük bir kısmına, "daha güvenli yerlere geçmeleri için" yardım edildiğini belirtti.
Crowley, Amerikalı yetkililerle konuşan ve bu nedenle belgelerde adları geçenler arasında sivil toplum aktivistleri, gazeteciler veya hükümet yetkililerinin bulunduğunu söyledi.
Sözcü, bu kişilerin Amerikalı yetkililerle görüşmelerinin ve bunların Wikileaks tarafından ifşa edilmesinin, yerel hükümetleri veya diğer yerel siyasal güçleri kızdırabileceğini düşünerek, önlemler alındığını ifade etti.
Bu kişilere nasıl yardım ettiklerine dair ayrıntıları açıklamayan Crowley, buna karşın, ilgili hükümetleri, "Wikileaks belgelerinde adları geçenlere baskı yapılmaması konusunda uyardıklarını" belirtti. BBC

Kumandan Çakal Carlos'a Fransız Cezaevinde İşkence



Büyük Devrimci Kumandan Çakal Carlos'u mahkemeye götürümek için yasadışı bir şekilde gelen Başkanlık Muhafızları, mahkemeye götürürken Carlosu darb etmiş kafasını duvarlara vurmuşlar ve üzerindeki elbiseleri çıkartıp sıfır derecede metal bir kutuya koyup mahkemeye zorla götürmüşler.

08 ubat 2011
Anadolu Haber

-"Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı...

-... Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı..."


İşte Çakal Carlos'un, Av. Güven Yılmaz ile yaptığı Tele-Röportaj.

Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, “iyiyim, ya siz?” diyor.)

Ben pek iyi değilim. Fransız devlet başkanlığı muhafızları tarafından saldırıya uğradım. Fransa devlet başkanlığı sarayı muhafızları tarafından yâni. Geçen Salı günü [1 Şubat 2011] cezaevine gelip beni dövdüler, yumrukladılar. Çok tuhaf, çok garib, değil mi? Bununla ilgili konuşacağım bugün.

Fransa’da hükümet ve resmî kurumlar, kendilerinde tüm dünyaya müdahale etme hakkı görürler. Türkiye de, en favori hedeflerinden biridir kuşkusuz. Evet, Türkiye’deki durum ideal olmayabilir. Farklılıklar hoş karşılanmayabilir, bu nevî insanlara iyi muamele edilmeyebilir, polis barbarca davranabilir, hükümete bağlı servisler veya bunların ajanları tarafından işkence ve suikastler yapılabilir, vesaire. Özellikle geçmişte böyle de olmuştur. Ancak, Fransa’nın durumu hiç de Türkiye’den daha iyi değil.

Kaldı ki Türkiye, dünyaya ders vermeye yeltenmiyor. Asla böyle birşey yapmadı ve yapmıyor. Fakat herşeye rağmen, geçmişte insan hakları ihlalleri bakımından kötü örnek olarak gösterilen bu ülke, yakın gelecekte hem komşusu ülkeler hem de dünyanın kalanı için bu defa olumlu bir örnek olarak gösterilecektir.

Söylemek istediğim şey şudur: Ben 61 yaşında bir adamım, yaşlı bir fedaîyim, zamanında komünist olarak fiilî mücadele vermiş artık yaşlı bir insanım. Ve, geçtiğimiz Salı günü Paris’teki tarihî Adalet Sarayı’na ifade vermek üzere götürüldüm. Ama bakınız nasıl:

İlgili hâkime ifade vereceğim hususu, 24 Aralık 2010 günü bana tebliğ edildi. Bilâhare avukatlarımın da haberdar edildiği ve ifade vereceğim gün orada hazır bulunup beni beklediği bir hâdise.

Neyse, Salı günü saat 12.30 gibi, kaldığım cezaevinde aşağıya indim. Giyiniktim tabiî. Öğle vakti olmasına rağmen hava çok soğuktu, üstelik sıfırın altında bir soğukluk sözkonusuydu ki, Fransa’da, Paris bölgesinde çok da sık rastlanan bir sıcaklık derecesi değildir.

Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı. Tam olarak kim olduklarını, jandarmaya mı yoksa başka bir birliğe mi mensub olduklarını o ân bilmiyordum. Cezaevi muhafızı falan değillerdi. Çok tuhaftılar. Savaş pilotlarının giydiklerine benzer ünüformalar giydiklerini bile söyleyebilirim.

Sonra öğrendim tabiî kim olduklarını, Başkanlık Sarayı’nı korumaktan sorumlu Cumhuriyet Muhafızlarındandılar.

Herneyse... Bu özel muhafızlar, cezaevinden çıkartmadan önce beni küçük bir odaya soktular. Beni hedefleyen bir düşmanlık havası seziyordum artık. Güvenlik gerekçesiyle çırılçıplak bırakıldım, sadece kelepçeler vardı üzerimde. Neticede bir mahkumum, hâlâ cezaevindeyim, tüm bunlar gereksiz ama bunu da yaptılar. İşte bahsettiğim o acaib ünüformalı ve çok genç muhafızlardan bir tanesi, o esnâda bana karşı saldırganca davranmaya başladı. Dediğim gibi, o ân tamamen çıplağım. Bağırarak şöyle dedi bana: “Giyinebilirsin ama sana şu elbiseni vermeyeceğiz, bu elbiseni vermeyeceğiz, kemerini vermeyeceğiz,” falan. Hem de öyle bir dille söylüyor ki, insanda biraz saygı olur değil mi? Oğlum bile değil, torunum olacak yaşta üstelik. Bunun üzerine ben de, “Artık yeter, bu komedi nedir, zaten çırılçıplağım, üstüne üstlük kelepçeliyim” dedim ve giyinmeye başladım. O soğukta giymeme izin verdikleri tek şey, sadece bir tişört ve altıma da bir külot! Bu arada, diğer giysilerimi alıp o küçük odanın dışına götürdüler. Şimdi bunu niçin yapıyor ve öbür elbiselerimi dışarıya götürüyorlar?

Kelepçelerimden de bahsetmeliyim. O küçük odada ellerimi bir de arkadan ve ters biçimde kelepçelediler. Öyle bir kelepçelediler ki, kelepçenin sol elime isabet eden tarafı, tamamen etimin içine girecek şiddette ve ziyadesiyle acıtıcı şekilde sıkıydı.

Neyse, beni odanın dışına ittiler ve cezaevi dışına gitmekte kullanılan koridora çıktık. Orada bazı gardiyanlar ve cezaevi memurlar da vardı. Olan bitenler karşısında onlar da şaşırdılar, şok oldular. Beni odadan çıkaran muhafız, tutup beni itti ve kafamı duvara vurdu. Ben de ona “Fransız ordusunun çocuğusun, giydiğin ünüformaya saygılı olmalısın ve elleri arkadan kelepçeli bir mahkuma karşı böyle korkakça davranmamalısın!” tarzında bir cevab verdim, rahatsız edici sözlerdi belki ama doğruydu neticede. Bunun üzerine yine üzerime saldırdı ve duvara fırlattı beni, kafama arkaya itmeye çalışarak -artık sayısını hatırlayamıyorum- defalarca yumrukladı. Bir yandan vururken bir yandan da kafasını iyice yaklaştırarak çok alçak bir sesle ve üç defa şunu fısıldadı: “Obama, Obama, Obama!” Amerikan başkanının ismi yâni. Ben böyle dövülürken, başlarındaki komutan da kulağındaki kulaklıkla birileriyle konuşuyor ve talimat alıyordu.

Ne olup bittiğini anladım tabiî. Bunlar, psikolojik savaş çerçevesinde, “zehirleme” denilen ve kişiyi zihnî karmaşaya, şoka sokmayı hedefleyen işler. Eğer bir hâdiseye dahil veya şâhid olan birisini yoketmek, öldürmek, ortadan kaldırmak istiyorsanız, bunu böylece yaparsınız. Fakat bir kişiye yaşadıklarını söyletmek istiyorsanız, onu psikolojik olarak buna hazırlarsınız, şok etmeye ve mâneviyatını bozmaya çalışıp kafasını allak bullak edersiniz; psikolojik savaş icabı böyle yapmak zorundasınız. Bu bakımdan, “Obama, Obama, Obama!” değil de, “Castro, Castro, Castro!” yahud “Chavez, Chavez, Chavez!” de diyebilirlerdi. Hattâ, “ça, ça, ça!” veya “rumba, rumba, rumba!” demeleri de mümkündü. Bu, amacı dolayısıyla, hiç de saçmasapan bir iş değildir. Yoksa, amacı gözönünde tutulmazsa, tek başına “Obama” muhabbeti tam anlamıyla saçmalık tabiî.

Başıma gelenlere oradaki herkes, yâni normal cezaevi görevlileri de şâhid oldu, doğrusu tam anlamıyla da şok oldular. Hâliyle, “Obama, Obama, Obama!” sözünü sadece ben duydum. Psikolojik savaş nedir, bu çerçevede neler yapılır genel olarak bilirim. Bu açıdan, hâdiseyi hemen çözdüm. Emin olduğum diğer bir şey de, bunun önceden plânlanmış ve organize edilmiş bir eylem olduğudur.

Bilâhare, gelenlerin Cumhuriyet Muhafızı olduklarını da öğrendim. Peki Cumhuriyet Muhafızlarının benimle ne işi olabilir ki? Beni Paris’e götürmek üzere niçin başkaları değil de onlar geliyor? Kaldığım cezaevinin kendi görevlileri varken üstelik? Ki bu olan bitenden cezaevi gardiyanlarının memnun kalmadığı besbelliydi. Zaten genelde hepsiyle iyi ilişkilerim vardır. Nihayetinde kibar bir insanım. Yanlış bir şey sözkonusu olduğunda bazen sert konuşmak zorunda kalsam dahi, gardiyanlarla münasebetlerim çoğunlukla sıcaktır. Hiçbir şiddet ve patırtıya yolaçmaksızın, etrafta rahatça dolaşırım. Nitekim, gardiyanların cezaevi sâkinlerine yahud cezaevi sâkinlerinin gardiyanlara saldırmasını hiç de doğru bulmam. Unutmamamız gereken şey, düşmanımızın fakir gardiyanlar değil, onların yukarıdaki patronları olduğudur. İşlerini yaptıkları ve bizi rahatsız etmedikleri müddetçe, mesele yoktur elbette.

Neyse, sözünü ettiğim hâdise akabinde normal gardiyanlar etrafta belirince, mahut muhafızlar bana saldırmayı bıraktılar.

Yarı çıplak vaziyette ve sıcaklığın sıfırın altında olduğu böyle bir soğuk havada, küçük bir kamyon diyebileceğim özel bir araca sokularak Paris’e doğru yola çıkarıldım. Beni bu araçta bulunan her tarafı metal bir kutuya soktular ki, ellerim arkada olduğu hâlde ve oturamayacak şekilde bir köşesine kıvrılmak zorunda bırakıldım. Havanın dışarıdaki soğuğu yetmiyormuş gibi, bir de içerideki klimayı en soğuk derecesine getirdiler. Kasden yapılan birşey tabiî.

Beni o dondurucu soğukta 60 km ötedeki Paris’e götürdüler ama direkt değil de yan yollardan giderek. Birkaç saniyede bir âniden sağa sola saparak, bazen geri geri giderek ve üstelik âdet olduğu üzere herhangi bir siren de çalmadan. Bu sırada cehennemi andıran bir ortamda, kafam o çok küçük metal kutunun duvarlarına çarparak, ellerim arkadan kelepçeli ve üstelik etimi kanatır şiddette sıkılı vaziyette, sırtım ağrıyarak, vücudum sıkışıp kıvrılmış bir hâlde, işte böylesine berbat bir durumda yarım saat yolculuk ettim. Hâdisenin sıcaklığı içinde hemen hissedemesem de, yolculuğun sonunda fecî biçimde dövülmüş bir hâle getirildim. Adrenalinimin yükselişi ve düşüşü hasebiyle, Salı günü gerçekleşen bu hâdisenin asıl sonuçlarını aradan bir iki gün geçtikten sonra şimdi daha fazla hissediyorum. Belli bölgeler daha fazla olmak üzere hemen her tarafım çok fena ağrıyor şu ân.

Nihayet, Adalet Sarayı’na vardık. Burası da yazın bile güneş görmeyen ve her zaman soğuk olan bir yer yine. Orada bizi Adalet Sarayı’nın gardiyanları karşıladı. Mahkemeye getirilen mahkumların duruşma veya ifade vermek için beklerken birkaç saat kalacakları küçük bir cezaevine benzer bir bölüm vardır ki, bizi karşılayan gardiyanlar da işte bu gelen mahkumlardan sorumludurlar. Beni gören oradaki gardiyanlar da aynı şoku yaşadılar. Hattâ Venezüella’nın komşusu Karayibler’den gardiyanlar vardı gide gele tanışık olduğumuz. O ve diğer gardiyanlar hemen yanıma gelip, “Carlos, neler oldu böyle, lütfen gel, hemen giydirelim seni!” falan diye yardımcı olmaya çalıştılar ama nasıl giyinebilirdim ki? Ellerim arkadan kelepçeli ne de olsa.

Ve belki asıl acı olan şey, ki farkında değildim, ben tüm bu hengâmede oradan oraya sürüklenirken külodumun kenarından tenasül uzvum çıkmış ve Adalet Sarayı’na getirildiğimde tenasül uzvum sallanarak o soğukta yürütülüp durmuşum! Farkettiğimdeyse, -ellerim arkadan kelepçeli olduğundan- kendim yapamayacağım için gardiyanlara söyledim onu içeri sokmalarını ama, onlar da dokunmak istemediklerinden yalnızca pantolonumla üzerini dışarıdan kapayıp içeriye sokmaya çalıştılar ve başardılar.

Kelimenin tam anlamıyla inanılmaz bir durumdu ve sanki bir Charlie Chaplin filmi oynatılıyordu orada. Yerin altındaki bu kısımdan çok uzun bir yürüyüşle o soğuk Adalet Sarayı’nın üçüncü veya dördüncü katına, yâni son katına kadar götürüldüm ve ifade vereceğim yere vardım. Hâkimin tabiî bunlarla ilgisi yok, o da çok şaşırdı ve şok oldu. Avukatlarımdan ikisi, eşim Isabelle Coutant-Peyre ve bir diğer avukat daha orada beni bekliyordu. Sağ bileğim nisbeten iyiydi ancak sol bileğimde sıkı kelepçeden dolayı uzunluğuna yarım santim derinliğinde bir kesik oluşmuştu.

İfade vermeye başlamadan önce nihayet orada giyinebildim ve sorgu başlamadan önce de maruz kaldığım tüm bu kanundışı uygulamayı hâkim önünde tutanakla kayıd altına aldık, ben ve hâkim imzaladık. Oraya nasıl getirildiğim, ne hâlde getirildiğim, bileğimin ve darbelere maruz kalan vücudumun durumu üzerinde konuştuk ve bunları zabta geçirdik.

Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı. Muhafızlar beni döverken, başlarındaki bu komutan kulaklığı marifetiyle üstleriyle konuşuyordu ama o patırtı arasında ve üstelik kodlanmış kelimeler kullandığı için neler konuştuğunu anlayamadım tabiî ki. Bir diğer ifadeyle, tek bir askerin kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdiği bir saldırı değildir bu.

Bu arada, cezaevi kliniğinin doktoruyla da görüştüm ve muayene edip vücudumdaki hasarla ilgili bir rapor verdi bana.

Şimdi bu saldırı hakkında hukukî işlemlere de başlayacağız ve dava açacağız. Yalnızca aldığı emirleri uygulayan o zavallı asker aleyhine değil, asıl ona bu emirleri verenler aleyhine. Hiç şübhem yok ki, uğradığım bu saldırıdan Venezüella da sorumludur. Şayet Venezüella bürokrasisinden bir ışık almamış olmasalardı, bu kadar pervasız biçimde ve şâhidler önünde böylesine bir cüretle saldıramazlardı. Venezüella’daki herkesin bilmesi gereken ve asla üstü örtülemeyecek bir hâdisedir bu. Başkan Chavez’in de tüm bu olan bitenlerden haberdar edilmesi gerekiyor.

Sizlerden ricam, oradaki Venezüella Büyükelçiliği’ni durumum hakkında bilgilendirmeniz ve Fransız Büyükelçisine de sadece avukatlarım tarafından değil, sağdan veya soldan, cumhuriyetçi veya İslâmcı, her kesimden şahsiyetler tarafından imzalanmış bir protesto deklarasyonu teslim etmeniz ve şunu sormanızdır: Bir siyasî mahkuma, bir fedaî kumandanına nasıl olup da cezaevinde böyle saldırıda bulunabiliyorsunuz? Böyle bir saldırı Fransa’da yalnızca benim başıma gelmiş ve bundan sonra da gelebilecek bir şey değildir. Bu bakımdan hassasiyetle üzerinde durulmalıdır.

5 Şubat 2011

İngilizceden Tercüme: Hayreddin Soykan

Assange İsveç'e iade ediliyor
24 ŞUBAT 2011
[img]http://wscdn.bbc.co.uk/worldservice/assets/images/2011/02/24/110224114951_assange_304x171_ap_nocredit.jpg [/img]
İngiltere'de bir mahkeme Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na ait binlerce gizli belge yayımlayan internet sitesi Wikileaks'in kurucusu Julian Assange'ın İsveç'e iade edilebileceğine karar verdi. Assange'ın avukatları kararı Yüksek Mahkeme'de temyiz edeceklerini açıkladı.
Julian Assange, İsveç'te iki kadına tecavüz ve cinsel tacizle suçlanıyor.

Avukatları, İsveç'te henüz dava açılmadığını belirterek Assange'ın İngiltere'de kalması gerektiğini söylüyorlardı.
Assange, bu suçlamaların siyasi sebeplerle gündeme getirildiğini, İsveç'in Amerika Birleşik Devletleri'nin baskısıyla hareket ettiğini savunuyor.
Avukat Geoffrey Robertson, Assange İsveç'e iade edilirse bir sonraki adımın aynı talebin ABD tarafından getirilmesi olacağını savundu.
'Guantanamo'ya bile gidebilir'
Robertson'a göre, Assange'ın yöneltilecek suçlamalara bağlı olarak ABD'nin Küba'daki gözetim kampı Guantanamo'ya gönderilmesi bile sözkonusu olabilir.
Assange, Wikileaks'in gizli yazışmaları yayımlaması nedeniyle ABD'nin hedefi haline gelmişti.
Ancak ABD'de Julian Assange'a henüz bir suçlama yöneltilmiş değil.
Bazı siyasetçiler, Assange'in ölüm cezasına çarptırılması gerektiğini söylemişlerdi.
39 yaşındaki Avustralya vatandaşı Assange 7 Aralık'ta, İsveç'in çıkarttığı tutuklama emri kapsamında İngiltere'de gözaltına alınmış ve dokuz gün hapiste kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere kefaletle serbest bırakılmıştı. BBC

ABD'li Müslümanlar FBI'a dava açtı
24 Şubat 2011
Camilere muhbir yerleştiren, önce Müslümanları suça teşvik edip ardından da tutuklatan FBI "din özgürlüğünü ihlal" ile suçlandı

Amerika Birleşik Devletleri'nin Kaliforniya şehrinde yaşayan müslümanlar, camilerine muhbirler yerleştirerek müslümanları takibe alan ve suça teşvik eden FBI'ya dava açtı.
Amerikan Sivil Özgürlükleri Koruma örgütü ile müslüman gruplar tarafından açılan davada, yüzlerce müslümanın, "sadece müslüman oldukları için" hedef alındığı ve anayasal haklarının ihlal edildiği belirtildi.

Dava, FBI tarafından görevlendirilen Craig Monteilh isimli muhbirin itiraflarının ardından geldi.

11 Eylül 2001 saldırılarından sonra FBI, ABD'deki Müslüman gruplar arasına çok sayıda muhbirler yerleştirmiş, muhbirler "sıkıntılı ve problemli" gördükleri Müslümanları hedef alarak hazırladıkları komploların ardından 'saldırı eylemi planladıkları' gerekçesiyle bu kişileri tutuklamıştı.

FİŞLEMELER İMHA EDİLSİN

Irvine şehrindeki camiye muhbir olarak gönderilen Monteilh, FBI tarafından "ayrım gözetmeden tüm müslümanları izlemek" ile görevlendirilmişti. ABDli müslüman örgütler, bu yolla müslümanların Amerikan anayasasının ilk maddesinde yer alan din özgürlüğünün ihlal edildiğini kaydetti. Açılan dava, FBI muhbiri tarafından toplanan belgelerin imha edilmesi talebini de içerdi.

Dava dilekçesinde "FBI zamanını ve kaynaklarını gerçek tehditleri soruşturmaya ayırmalı, camide ibadet eden her müslümanı izlemeye değil" ifadesi yer aldı.

"MÜSLÜMAN OLDUKLARI İÇİN FİŞLENDİLER"

FBI ise, kimsenin "etnik ya da dini kimliğinden dolayı hedef alınmadığını" iddia ediyor. Ancak daha önce iddia olarak basında yer alan haberlerin, Monteilh'in itirafları ile doğrulanması, ABD müslümanları ile FBI arasındaki ilişkileri ciddi şekilde gerdi.

Dava sonucunun, FBI'ın müslümanları "rastgele" hedef seçip seçmediği sorusunda düğümlendiği, bunun ispatlanması durumunda FBI'ın çok zor durumda kalabileceği belirtiliyor. Amerikan istihbaratının ve polisinin sadece dini nedeniyle vatandaşlarını fişlemesi de ciddi sonuçlar doğurabilecek bir etken olarak görülüyor.
Dünya Bülteni

Çıplak uyutuldu!
WikiLeaks'e bilgi sızdırmakla suçlanan askerin hapiste çıplak uyumaya zorlandığı itiraf edildi
04 Mart 2011

WikiLeaks internet sitesine gizli ABD belgelerini sızdırmakla suçlanan Amerikalı asker Bradley Mannig'in tutulduğu askeri hapishanede, haftada en az bir kez çıplak uyumaya zorlandığı Deniz Piyade Kolordusu tarafında kabul edildi.

Manning'in avukatının şikayetinin ardından tutuklulara muameleden sorumlu Deniz Kolordusunun sözcülerinden Brian Villiard, Donanma Islah Kılavuzu hükümleri uyarınca Washington yakınlarındaki hapishanenin komutanlarının çarşamba gecesi Manning'in iç çamaşırı dahil bütün kıyafetlerinin kendisinden alınması talimatı verdiğini açıkladı.

Villiard, "bunun, duruma göre yapılan bir uygulama olduğunu, ayrıntıya girmenin tutuklunun özel yaşamını ihlale gireceği için uygun olmayacağını" ifade etti.

Kolordunun bir başka sözcüsü Thomas V. Johnson da bunun, cezai bir muamele olmadığını savundu.

Donanma Islah Kılavuzu hükümlerinde intihar tehdidi ya da bu yönde işaret olması durumunda ve bir suç şüphesi bulunduğunda tutukluların kıyafetlerinin çıkarılmasına izin verildiği belirtildi.

Eski bir istihbarat uzmanı olan 23 yaşındaki Manning, düşmana yardım etmek, Dışişleri Bakanlığının 250 binden fazla gizli diplomatik telgrafının bilgisayar dosyaları ile ABD'nin Irak ve Afganistan savaş günlükleri ve ABD'nin sivil can kayıplarına yol açan hava saldırılarının video görüntülerini çalmakla suçlanıyor. Video görüntüleri ile binlerce gizli diplomatik belge WikiLeaks internet sitesi tarafından yayımlandı.

Mayıs ayında tutuklanan Mannig, 29 Temmuzda Kuveyt'teki bir gözaltı tesisinden, askeri hapishaneye getirildi.

Sivil savunma avukatı David Coombs, dün gece kendi internet sayfasında, Manning'in çarşamba gecesi izah edilemez biçimde 7 saat boyunca çıplak olarak tutulduğunu belirterek, "bunun maruz görülemeyecek ve haklılığı olamayacak onur kırıcı bir muamele olduğunu" vurguladı.

Cezaevinde 8 aydır tutulan Manning'in, olağanüstü güvenlikli, zarar vermesini engelleyici statü uyarınca günde 23 saat tek başına, geceleri de iç çamaşırı hariç kıyafetleri çıkarılmış tutulduğu belirtiliyor. habertürk

Sarkozy, Müslüman danışmanını kovdu
20:00 - Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, iktidar partisinin, seçimler öncesi "İslam ve Laiklik" konusunu tartışmaya açma önerisine sert bir şekilde karşı çıkan Müslüman danışmanı Abdurrahman Dahmane'ı kovdu. 11.03.2011 PARİS netgazete

Çakal Carlos'dan cezaevi arkadaşı Güven'e destek
09 Mart 2011
- Fransa'daki Poissy Cezaevi'nde tutulan "Çakal Carlos" lakaplı terörist Ilich Ramirez Sanchez, aynı cezaevinde uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla yatan "yakın arkadaşı" Eski Malatyaspor Başkanı Nurettin Güven'in ölüme terk edildiğini öne sürdü. Sabah Gazetesi'nde çıkan Erhan Öztürk imzalı habere göre, Cezaevinden Türk avukatı Güven Yılmaz'ı arayan Carlos, Nurettin Güven'in geçen hafta şuurunu kaybedip, tekrar hastaneye kaldırıldığını ve olması gereken ameliyatın Fransız yetkililer tarafından engellendiğini iddia etti. Güven'in Fransızlar tarafından ölüme terk edildiğini öne s ü r e n Carlos, T ü r k yetkililere seslenerek, Güven'e sahip çıkılması ve Türkiye'ye iade edilmesi ile ilgili işlemlerin bir an önce başlatılması çağrısında bulundu.

OĞLU ANLATTI
Babasının sağlık durumunu öğrenmek için yarın Fransa'ya gidecek olan Nurettin Güven'in oğlu Tolga Güven, SABAH'a şu açıklamayı yaptı: "Babamın uzun süredir kalbi ile ilgili sıkıntıları vardı. Ameliyat edilmesi için bazı girişimlerde bulunduk. Ancak babam ameliyatının Türkiye'de yapılmasını istiyor. Aile olarak Dışişleri'ne başvurarak, babamın iade edilmesini talep ettik. Babamın bir cezası varsa bunu kendi memleketinde çekmesi gerekiyor. Babam Çakal Carlos'la aynı cezaevinde yatıyor. Aynı koğuşta değiller ama zaman zaman havalandırmada karşılaşıyorlar. Carlos tanınan biri olduğu için cezaevinde onun söyledikleri dikkate alınıyor." 2005'te uyuşturucu kaçakçılığından 12 yıl hapse mahkûm edilen Güven, o tarihten bu yana Fransa'da tutuklu bulunuyor. netgazete

Belçika’da ‘hepimiz başörtülüyüz’ yürüyüşü
12 Mart 2011

Belçika’da sonradan İslam dinin tercih edip tesettüre giren Joyce Van Op den bosch’un adlı kadının başörtüsünden dolayı işten kovulmasını protesto edildi.

Belçika’da sonradan İslam dinin tercih edip tesettüre giren Joyce Van Op den bosch’un adlı kadının başörtüsünden dolayı işten kovulmasını protesto edildi. Belçikalılar, Faslılar ve Türkler başörtüsüne özgürlük yürüyüşünde buluştu.

Belçika’nın Genk şehrinde Hema isimli mağazanın başörtüsü yüzünden bir çalışanını işten çıkarması, yüzlerce vatandaş tarafından protesto edildi.

Genk Tren İstasyonunda bir araya gelen yaklaşık 500 kişi ‘Çeşitlilik kabullenilmelidir”, “Hiçbir yere gitmiyoruz”, “ Başörtüsüne özgürlük” gibi sloganlarla yürüdü. Belçika basınının da ilgi gösterdiği yürüyüşte Joyce Van Op den bosch da en ön sırada yer aldı. Ayrımcılığa uğrayan kadın, Hema mağazasına değil, ayrımcılık yaparak kendisini işten uzaklaştıranlara kızgın olduğunu söyledi. Joyce, “Hollanda’daki Hema mağazasında başörtülüler çalışırken, buradaki Hema da çalışamıyor. Bu ayrımcılığı yapanlara tepkiliyim.” dedi. Joyce, yürüyüşün sadece kendisine destek olarak algılanmaması gerektiğini, gösternin Belçika içerisindeki genel bir soruna karşı yapıldığını ifade etti.

Yürüyüşe katılan Genk Belediye Başkanı Wim Dries, Genk’in çok kültürlü bir şehir olduğunu göstermek istediğini belirtti. Yürüyüşte “Başörtüsüne baskıya hayır” yazılı pankartlar taşındı. haber10

Pakistan'da iki kişiyi öldüren CIA ajanı serbest bırakıldı
16 MART 2011

Pakistan'da iki kişiyi öldüren CIA ajanı Raymond Davis, serbest bırakıldı.

İslamabad'daki BBC muhabiri Orla Guerin, CIA taşeronu olarak nitelediği Davis'in serbest bırakılmasına yönelik anlaşmanın cezaevi duvarları ardında yapıldığını bildiriyor.

bbc Muhabiri, Pencap eyaletinin Adalet Bakanı Rana Sanaullah'a atfen verdiği haberde, ölenlerin yakınlarının kan parasını kabul ederek, Davis'i affettiklerini iddia edidiyor. Ancak Ölenlerin yakınlarının avukatları ise kan parasının kendilerine zorla kabul ettirildiğini kaydediyorlar. Aileler daha üç gün önce BBC'ye tazminat değil, adalet istediklerini söylemişlerdi.

Serbest bırakılan CIA ajanı Davis'in şu anda nerede olduğu bilinmiyor.

Raymond Davis'in Pakistan'ı terketmiş olduğu yolunda haberler alınıyor.

İki ülke arasındaki ilişkiler, son zamanlarda bu olay nedeniyle son derece gerginleşmişti.

Sıradışı

'11 Eylül'ün mimarı askeri komisyonda yargılanacak'

4 NİSAN 2011
Amerika Birleşik Devletleri'nde 10 yıl önce düzenlenen 11 Eylül saldırılarını planlamakla suçlanan Halid Şeyh Muhammed'in askeri bir komisyonda yargılanacağı bildiriliyor.

Halid Şeyh Muhammed 2003'te Pakistan'da yakalanmıştı.
Amerikalı yetkililer ABD Adalet Bakanı Eric Holder'ın bugün konuyla ilgili bir açıklama yapacağını söyledi.

Holder'in, Halid Şeyh Muhammed'in davasının, Guantanamo Üssü'ndeki denetim merkezinde görüleceğini açıklayacağı belirtiliyor.
Obama yönetimi daha önce Muhammed ve diğer dört sanığın sivil bir mahkemede tarafından yargılanmasını planlamış, ABD Adalet Bakanı Eric Holder de davanın New York'ta görülmesini önermişti.
Ancak bu plan, Amerikan kamuoyunda büyük infial yaratmıştı.
Obama ABD Kongresi'ne öfkeli
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama kısa süre önce Guantanamo Üssü'ndeki asker mahkemelerde yeni davalar görülmesine yeşil ışık yakmıştı.
Obama ABD Kongresi'ni, üsteki gözetim merkezinin kapatılmasına ve bazı terör zanlılarının sivil mahkemelerde yargılanmasına yönelik planlarına karşı çıkıp, ülkenin ulusal güvenliğine zarar vermekle suçlamıştı.
Halid Şeyh Muhammed ise 2003 yılında Pakistan'da yakalanmıştı.
Muahmmed 2007 yılında, Guantanamo Üssü'nde kendisine işkence yapıldığını öne sürmüştü.
Daha sonra Muhammed'e 183 kez su işkencesi yapıldığı, CIA belgelerinde de doğrulanmıştı.
BBC

Hollanda'da bir mahkeme, başörtüsü takılmasına karşı çıkan okulu haklı buldu
05 Nisan 2011
[img]http://im.haberturk.com/2011/04/05/617823_detay.jpg [/img]
Haarlem Mahkemesi, Katolik inancına göre eğitim veren Volendam şehrindeki Don Bosco Koleji ile ilgili davada okul lehine karar verdi.

Fas kökenli 15 yaşındaki Imane Mahssan adlı öğrencinin açtığı davayı görüşen mahkeme, başörtüsü yasağının okulun Katolik karakterine uyduğunu, ayrıca söz konusu yasağın ifade özgürlüğünü kısıtlamadığını bildirdi.

Mahssan'ın avukatı ise mahkemenin kararına itiraz edeceklerini açıkladı.

Imane Mahssan'ın mahkemeden önce başvurduğu Eşit Muamele Komisyonu, "başörtüsüyle derslere girmeyi engellemenin dini ayrımcılık olacağı" yönünde tavsiyede bulunmuştu. Okul yönetimi, bağlayıcılığı bulunmayan komisyon kararından sonra da yasak uygulamasını sürdürmüştü.
habertürk

Fransa'da peçe yasağı
10 NİSAN 2011

Fransa'da Pazartesi günü uygulanmaya başlayacak peçe yasağı İngiliz basınında geniş yer buluyor.
Observer gazetesi, Fransa'nın Avignon kentinde yaşayan ve ülkede peçe takan kadınların yüzü haline gelen Kenza Drider'in gerçekleştirmeyi planladığı eylemi yazıyor.

Kim Willsher tarafından kaleme alınan haberde, Drider'in eyleminin Paris'e seyahat etmek üzere Avignon tren istasyonuna gitmekle başlayacağını yazıyor.
Habere göre, Drider'in istasyona peçeyle gitmesinin bedeli 150 Euro para cezası olabilir, eylemi tekrarlaması durumunda ise Drider 'vatandaşlık kursu'na gönderilebilir.
Willsher, Sarkozy hükümetinin üzerinde büyük çaba harcadığı peçe yasağının az sayıda kadını etkileyeceğini yazıyor.
64 milyon nüfusa sahip Fransa'da 2 bin başörtülü kadın olduğu, bunlardan ise yalnızca 350'sinin peçe de taktığını ekliyor Willsher.
Willsher'a örtünmeyi kendi seçtiğini söyleyen Drider, sözlerine şöyle devam ediyor: "Cumhurbaşkanı Sarkozy, Fransa'da çarşafın yeri olmadığını söylediğinde, benim cumhurbaşkanım da olarak, ırkçılığa ve İslam'a karşı saldırılara kapıyı açtı."
BBC

Fransa'da Müslüman Kadınlar Gözaltına Alındı!

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin 'Laik Cumhuriyette burkanın yeri yoktur' diyerek yasakladığı çarşafa ilişkin yasa bugün yürürlüğe giriyor.

11 Nisan 2011, 15:55
Anadolu Haber

Avrupa’dan bir çok İslamcı grubun Paris’te yasağa karşı düzenlediği gösteriye polis müdahale etti. Paris valiliğinin kamu düzenini tehdit edeceği ‘gerekçesiyle izin vermemesine rağmen gösteri yapmak isteyen aralarında çarşaflı kadınların da bulunduğu 61 kişi tutuklandı. Fransız emniyeti gösteri başlamadan 59 kişiyi Nation meydanında, Londra ve Brüksel’den gelmekte olan 2 kişiyi de havalanında gözaltına aldı.


Kamusal alanda yüz açık olacak

Fransa İçişleri Bakanlığı’nın büyük dikkatle uygulamaya hazırlandığı yasa kamusal alanda yüzün kapatılmasını yasaklıyor. Yasaya göre, burka ve kara çarşaf parklarda, tren ve otobüs duraklarında, alışveriş merkezlerinde, okullarda, belediyelerde ve tüm kamusal binalarda yasak olacak. Tüm valiliklere konuyla ilgili genelge gönderen İçişleri Bakanı Claude Gueant, güvenlik görevlilerine, konuyla ilgili tüm provokasyonlardan uzak durmaları uyarısında bulundu.

Ağır cezalar var

Polis, çarşaflı bir kadını tespit ettiği durumda kesinlikle çarşafı açtırmak gibi bir girişimde bulunmayacak.

Polis, kimlik kontrolleri sırasında memurun yüzün açılmasını isteme hakkı olduğunu belirtecek ve yüzünü kendi açmaması halinde karakola sevkedecek.

Uyarıya rağmen yasağa uymayanlar 150 Euro ceza ödeyecek, suçu tekrar edenler vatandaşlık stajına gidecek.

Yasayla, eşine zorlaçarşaf giydiren eşe de 1 yıla kadar hapis ve 30 bin Euro da para cezası verilmesi öngörülüyor.

Müslüman öğrenciler hakim karşısına çıkarıldı
16-04-2011
FacebookTwitterDel.icio.usredditMixxStumbleUponGoogleYahoo
ABD`de İsrail Büyükelçisi Michael Oren`in yaptığı bir konuşma sırasında protesto gösterisi düzenleyen 11 Müslüman öğrenci hakim karşısına çıkarıldı. 8 Şubat 2010`da California Üniversitesi`ndeki programda bağırarak Oren`in konuşması engelleyen öğrenciler, `bir toplantıda rahatsızlık vermek kabahati` sebebiyle ifade verdi.

Michael Oren, üniversite öğrencilerine hitap ederken `katiller` şeklindeki bağrışmalar sebebiyle birçok kez ara vermek zorunda kaldığı konuşmasını güçlükle tamamlayabilmişti. Öğrencilerin mahkemeye verilmesiyle üniversitede ifade özgürlüğüyle ilgili yoğun tartışmalar başlamıştı. İsrail Büyükelçisini birçok öğrenci protesto etmesine rağmen, mahkemeye verilen öğrencilerin tamamen Müslümanlarda oluşması, `ayrımcılık` iddialarını güçlendirmişti. Savcılar ise, Müslüman öğrencilerin, İsrail Büyükelçisi`nin konuşmasını engellemek için organize olduklarını öne sürüyor.

İLK CEZAYI ÜNİVERSİTE YÖNETİMİ VERDİ

Davanın dün görülen duruşmasında öğrenciler suçsuz olduklarını belirtti. Suçlu bulunmaları halinde öğrencilere bir yıla kadar hapis ya da kamu hizmeti cezası verilebilecek. Üniversite yönetimi, protestoyu gerçekleştiren Müslüman Öğrenciler Birliği kulübünü bir yıllığına kapatmış, üyelerine de 50 saat kamu hizmetinde bulunmalarını içeren disiplin cezası vermişti.

YAHUDİ ÖĞRENCİLER TUTUKLANMADI

ABD üniversitelerindeki genç Yahudi öğrenciler, son bir yılda birçok İsrailli yetkiliyi protesto etmişti. İç İstihbarat Servisi Şin Bet`in eski Şefi Avi Dichter, Boston`daki Brandeis Üniversitesi`ndeki konuşması sırasında aralarında Yahudilerin de bulunduğu öğrenciler tarafından İngilizce ve İbranice `savaş suçlusu` şeklinde protesto edilmişti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da New Orleans`taki Yahudi Federasyonları Genel Kurulu toplantısında `Yahudi değerlerine aykırı politikaları` sebebiyle protesto edilmişti. Bu protestoları gerçekleştiren Yahudi öğrencilerden hiçbiri tutuklanmamıştı. Haber10

Merkel'in 'Ladin' sözlerine sert tepki
4 Mayıs 2011

Almanya Başbakanı Merkel'in, El Kaide lideri Usame bin Ladin'in öldürülmesi üzerine yaptığı açıklama, kendi partisi ve diğer partilerden bazı politikacıların tepkisini çekti.

Merkel'in genel başkanlığını yaptığı Hristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) Federal Meclis Hukuk Komisyonu Başkanı Siegfried Kauder, Merkel'in sözlerini eleştirerek, "Ben böyle ifadeler kullanmazdım. Bunlar, beslenmemesi gereken intikam duygularının bir ifadesi. Bu Orta Çağ zihniyeti" diye konuştu.

Sol Parti de Merkel'den Federal Meclis'te sözlerine açıklık getirmesini istedi.

Sol Parti Genel Başkanı Klaus Ernst, yarın yayımlanacak "Leipziger Volkszeitung" gazetesine yaptığı açıklamada, Merkel'in sözlerinin, Bin Ladin'in tutuklanması yerine öldürülmesinin tercih edildiği şeklinde bir intiba yarattığını söyledi.

Merkel'den bu konuda Federal Meclis'te bir açıklama yapmasını isteyen Ernst, Alman askerlerinin Afganistan'dan çekilmesi işlemlerine de bir an önce başlanması gerektiğini belirtti.

Başbakan Merkel, Bin Ladin'in öldürülmesi ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, Bin Ladin'in artık hiç bir insana zarar veremeyecek olmasının memnuniyet verici olduğunu belirterek, "Bu açıkça iyi bir haber" ifadesini kullanmıştı. Merkel ayrıca, başarılı operasyondan dolayı ABD Başkanı Barack Obama'yı kutladığını kaydetmişti.
haber10

ABD'nin Usame Saldırısı için söylediği yalanları bir bir ortaya çıkıyor

07 Mayıs 201

Haçlı ABD timlerinin gerçekleştirdiği Ladin ve oğlu dahil 5 kişinin öldürüldüğü 'Geronimo Saldırısı'na dair Saldırgan ABD'nin söylediği yalanlar bir bir ortaya çıkıyor.

Haçlı emperyalist ABD'nin başı Obama'nın kamuoyuna açıkladığı senaryoyu yalanlayan yeni bir ayrıntının ortaya çıktı.

25 DAKİKA GÖRÜNTÜ ALINAMAMIŞ

Obama ile ekibinin, saldırıyı Beyaz Saray'da naklen izlediklerine ilişkin, fotoğraflara da desteklenen haberi tekzip eden açıklama, terör örgütü CIA'nın Başı Leon Panetta tarafından gündeme getirildi. Daily Telegraph gazetesi, "Peki Başkan Obama ne izliyordu?" başlıklı haberinde, Panetta'nın, operasyon sırasında komandoların miğferlerine monte edilmiş kameralarla bağlantının 25 dakika süreyle kesildiği sözlerini aktardı.

Gazete, bu açıklamanın baskın sırasında ne olup bittiği konusunda Beyaz Saray'dan verilen bilgilere ilişkin yeni soru işaretleri yarattığının altını çizdi.
Haçlı saldırganlığın ini Beyaz Saray, hafta başında Ladin'in silahlı olduğu, eşini canlı kalkan olarak kullandığı ve eşinin öldüğü iddialarından da geri adım atmıştı.

PENTAGON'UN AÇIKLAMALARI YALANLANDI

Usame Bin Ladin'in şehid edildiği haçlı saldırısının ertesi günü tüm dünyada, haçı terör örgütü ABD'nin silahlı kanadı Pentagon tarafından verilen brifing konuşuldu. Pentagon militanları "saldırı film gibi gerçekleşti" demişlerdi. 'Geronimo Saldırısı'nda düşen helikopter, dakikalarca süren çatışma, Ladin'in canlı kalkan olarak kullandığı ölen eşi, El Kaide liderinin silahla direnmesi ve CIA'nın Başı'nın saldırıyı saniye saniye bir askerin miğferindeki kameradan izlemesi gibi balonlar saldırının üzerinden saatler geçtikçe aksi yönünde açıklamalarla bir bir söndü.İlk açıklama Ladin'in eşinin ölmediği; Ladin'e siper olmak isterken askerler tarafından vurulduğu oldu.

Ardından El Kaide liderinin silahsız olduğu itiraf edildi.

NEW YORK TIMES: SADECE 1 KİŞİ SİLAHLA DİRENDİ

New York Times'ın Terör örgütünün ini Beyaz Saray kaynaklarına dayandırdığı haberde saldırılan evde sadece tek bir kişinin tabancayla direndiği, onun dışında kimsenin askerlere tek bir kurşun atmadığı belirtildi. Böylece haçlı askerlerin, oda oda dolaşıp silahsız sivilleri öldürdükleri ortaya çıktı. Aynı şekilde Black Hawk helikopterin de evin çatısından açılan ateşten değil teknik arıza nedeniyle düştüğü açıklandı. Ladin'in ise, "Silahına uzanmayı düşündüğü için"(!) öldürüldüğü iddia edildi.

SALDIRIYA UĞRAYAN YER VİLLA DEĞİL, BAKIMSIZ BİR EV

Ladin'in 6 yıl yaşadığı söylenen evin de 1 milyon dolar değerinde bir villa değil, duvarları rutubet içinde, boyaları dökülmüş, havalandırması yetersiz bir izbe ev olduğu ortaya çıktı.

YENİ SİMÜLSAYON

Saldırıya dair ortaya çıkan yeni gerçekler üzerine daha öce hazırlanan simülasyonun yerine bir yenisi hazırlandı.

Bu simülasyonda saldırgan askerlerin 1'i kadın 3 kişiyi keyfi olarak öldürmesi ve ardından Usame Bin Ladin'in bulunduğu odaya girerek önce eşini bacağından vurmaları ardından da Ladin'i vurmaları simule edilmiş.

Görüntüleri hazırlayan televizyon
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt May 07, 2011 11:58 pm    Mesaj konusu: İmam El Avlaki saldırıdan kurtuldu Alıntıyla Cevap Gönder

Bosna'daki Guantanamo

Avrupa'nın orta yerinde oluşturulan Guantanamo'da bir zamanlar Bosnalı kardeşleri için savaşan gönüllüler hapsedilmiş durumda

25 Haziran 2011
Anadolu Haber

Bosna'da yaşanan katliamlar sırasında buradaki Müslüman kardeşlerine yardımcı olmak için bölgeye giden gönüllüler, Avrupa Birliği tarafından oluşturulan kamplarda hapis hayatı yaşıyor. Burada yaşayan ve Bosna Hersek vatandaşlığı da ellerinden alınan bu insanlardan bazılarının Guantanamo'yu andıran kamplarda tutulduğu gelen iddialar arasında. Hatta, kamplarda yapılan incelemelerden sonra burada yaşayanlardan bir kaçı ABD'nin meşhur Guantanamo kampına götürüldüğü söyleniyor. Avrupa'nın orta yerinde oluşturulan bu açık cezaevine karşı tüm dünya sessiz kalırken MAZLUMDER konuya dikkat çekmeye çalıştı.

Bosna Luklavica Mülteci Kampı''nda yaşananlara ilişkin MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı Recep Karagöz tarafından bir açıklama yapıldı.

Recep Karagöz açıklamasında şunları söyledi: "Savaş sonrasında Bosna vatandaşlığına geçen bu kişiler hayatlarını Bosna'da kurmuş, Bosna'da evlenmiş, iş hayatına atılmışlardır. 1992-2006 yılları arasında Bosna vatandaşlığına kabul edilen bu kişilere yönelik 2007 yılından itibaren dosyaları, Bosna Hükümeti tarafından yeniden incelenmeye alındı. Edindiğimiz bilgilere göre; bu kişiler evleri basılarak hiçbir hukuki dayanağı olmadan tutuklanmaktadır. Tutuklananlar Avrupa Birliği finansörlüğü ile kurulan ''İmmigration Center Luklavica Mülteci Kampı'nda yaşamaya mahkum edilmekte.

Avrupa Birliği'nin finansmanını sağladığı Luklavica Mülteci Kampı, zaman içinde çok sıkı korunaklı bir hapishaneye dönüştürüldü. ABD'nin insan hak ve hürriyetini, uluslar arası hukuku hiçe sayan Guantanamo uygulamasının bir benzeri (turuncu) kıyafet giydirilen kişilerin Bosna Hersek vatandaşlığı da ellerinden alınarak bir başka hukuksuzluğa yol açıldı. Kampta, kötü muamele, işkence, ve hakarete maruz kalan, aileleri ile dahi görüşmeleri engellenen tutuklular bunun rutin haline geldiğini iddia etmekteler. Söz konusu iddiaları bize ulaşan görüntü ve fotoğraflar açıkça ortaya koymaktadır.

Kamptan aldığımız mektup da yaşanılanlar şöyle anlatılıyor: ''Altı ay boyunca bu kampta hakkımda hiçbir suçlama bulunmadan ve hakim karşısına çıkarılmadan bekletildim. Kimse durumumuzdan haberdar değildi. Hiç bir zaman burada neden kaldığımızı bilmedik ve bize söylemediler. Bize bilmediğimiz bir çok kağıdı zorla, işkence ile imzalattılar. Bir yıl boyunca burada kalanlardan başka hiç kimseyi göremedik. Burada akıl almaz işkenceler görüyoruz. Bu genellikle küfürlü ve fiziksel oluyor. Bazen bizi coplarla dövüyorlar. Bu durumda doktora gidip rapor almakta imkansız. Çünkü kampın doktoru da müdüriyete bağlı biridir. Gitsek de bizi hiçbir zaman tedavi etmedi. Dayaktan dolayı yaralanan arkadaşlarımızı en erken bir ay sonra tedaviye alıyorlar. Dört hafta açlık grevi yaptık. Fakat kimsenin umurunda olmadı. Buna rağmen sonuçları ne olursa olsun biz greve devam edeceğiz. Çünkü yapabileceğim başka hiçbir şeyimiz yok.''

Luklavica Mülteci Kampı'ndan 6 kişinin ABD tarafından kurulan dünyanın en hukuksuz ve utanç abidesi kampı Guantanamo'ya gönderildiği edindiğimiz bilgiler arasındadır.

MAZLUMDER olarak hem elimizdeki bilgi ve belgeler ışığında ilgili kişi ve kurumlar nezdinde konunun takipçisi olacağımızı, ve bir raporla konunun Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurulması çalışması yapacağımızı duyururuz."

İmam El Avlaki saldırıdan kurtuldu
7 Mayıs 2011
Yemen'de ABD'nin baş tehdit olarak gördüğü imam Enver El Avlaki'nin bir Amerikan insansız uçağıyla düzenlenen saldırıdan kurtulduğu bildirildi.

ABD basınındaki haberlerde, Yemen'in güneyindeki saldırıda El Kaide'nin 2 yerel sorumlusunun öldüğü belirtilirken, asıl hedef El Avlaki'nin saldırıdan kurtulduğu ifade edildi.

Yemen kökenli bir Amerikalı olan El Avlaki'nin 25 Aralık 2009'da bir Amerikan uçağına saldırı girişiminin sorumlusuyla bağlantılı olduğu sanılıyor haber10

Lars von Trier, Cannes'dan men edildi
19 MAYIS 2011
[img]http://wscdn.bbc.co.uk/worldservice/assets/images/2011/05/19/110519124227_lars_von_trier_304x171_afp_nocredit.jpg [/img]
Danimarkalı yönetmen Lars von Trier, Adolf Hitler sempatizanı olduğunu açıkladığı için Cannes film festivaline katılmaktan men edildi.
Festivalin organizatörleri, yaptıkları açıklamada yönetmenin artık "persona non grata," yani istenmeyen kişi olduğunu ifade etti.

Von Trier'in tartışma yaratan ve festivalden men edilmesine neden olan ifadeleri ise Hitler'e "sempati" duyduğunu açıklaması ve "Yahudilere karşı değilim ama İsrail bir baş belası" demesi oldu.

Von Trier, festivale Melancholia (Melankoli) isimli filmiyle katılıyordu.
BBC

Danimarka`da öyle bir karar verildi ki.
25-05-2011
Danimarka`nın Kolding şehrindeki cezaevinde tutuklu iken gardiyanlar tarafından dövülen ve kaldırıldığı Odense Hastanesi`nde yaşamını yitiren Ekrem Şahin`in davası, ortada suçlu olmadığı gerekçesiyle kapatıldı.
Soruşturmayı yürüten Kolding Emniyet Müdürlüğü, Danimarka`da yapılan otopsi sonucunda Ekrem Şahin`in yediği dayak sonrası öldüğüne dair bir bulguya rastlanmadığını, ailenin Türkiye`de yapılan otopsi sonucunu da polise vermediği için dosyanın kapatıldığını bildirdi. Güney Doğu Jylland bölgesi Savcısı Klaus Lauridsen, ortada bir suçlu olmadığını öne sürerek öyapılan otopsi sonucu ve soruşturma ortada bir suçlu olmadığını gösterdi.

Aileden Türkiye`de yapılan otopsi sonucunu istedik bize vermediler. Amacımız iki otopsi raporunu karşılaştırmaktı. Bu durumda, Danimarka`da yapılan otopsi sonucu davayı kapatmak için yeterli oldu" dedi. Savcı Klaus Lauridsen, ailenin kararı devlet başsavcılığına itiraz etme hakkı bulunduğunu söyledi.

ANNENİN İSYANI

Ekrem Şahin`in annesi Nermin Kalkan, ise karara isyan ederek, "Benim oğlum 10 gardiyandan yediği dayak sonrası hayatını kaybetti. Olayın ilk günü cezaevi yönetimi oğluma 10 gardiyanın müdahele ettiğini söylemişti. Ayrıca hastaneye gelir gelmez yapılan tetkik sonrası doktorlar, oğlumun nefes almasının önlendiğini ve ciğerlerine hava gitmediği için beyinde hasar oluştuğunu söylediler.

Oğlumun vücudundaki darp izleri de ne kadar dövüldüğünü gösteriyor. Savcı nasıl oluyor da her şey ortada iken suçlu yok diyor. Bu ne biçim insan hakları. Bu nasıl vicdansızlık.Acaba savcının oğluna böyle bir şey yapılsa aynı şekilde davranırmıydı? Bir anne olarak benim acımı anlayabiliyormu? Ben oğluma zulüm yapanların cezalandırılmalarını istiyorum. Devlete emanet ettiğim oğlumun cenazesini verdiler. Oğlum durduğu yerde ölmedi ya. Türk devleti de sesini çıkarsın, hakkımızı arasın. Gerekirse devlet düzeyinde insan hakları mahkemesine başvursun" dedi. Nermin Kalkan, Türkiye`deki otopsi raporunun henüz kendilerine ulaşmadığını belirterek, rapor gelir gelmez avukatlarına vereceklerini söyledi.

DEVLET BAŞSAVCISINA BAŞVURDU

Öte yandan ailenin avukatı eski Adalet Bakanı Björn Elmquist karara devlet başsavcılığına başvurarak itirazda bulunduğunu belirterek `Ben ailenin, ücreti devlet tarafından ödenen avukatı olarak kabul edilmediğim için bana olayla ilgili dosyaların tamamı verilmiyor. Bana verilen bilgiler çok kısıtlı. Türkiye`den gelecek rapor davanın seyrini değiştirebilir. Her şey ortada iken suçlu yok diyerek dosyayı kapatmak olmaz. Zaten soruşturma tamamlanmadan, Kolding mahkemesi ortada suç unsuru yok diye karar almıştı. Yani olayın üzeri örtbas yapılmak isteniyor ama ben davanın peşini bırakmayacağım` dedi.

11 Ocak tarihinde meydana gelen olayda Ekrem Şahin, cezaevinde 10 gardiyan tarafından dövüldükten sonra kalbi durmuş ve öylece koğuşta terk edilmişti. Daha sonra Ekrem Şahin`in kalbinin durduğunu anlayan gardiyanlar, alarm merkezini arayarak doktor ve ambulans istemişlerdi. Cezaevine gelen ambulans personeli ve doktor tarafından tekrar kalbi çalıştırılan Ekrem Şahin gecikmeli olarak Odense Üniversitesi Hastanesi`ne kaldırılmış ancak 3 gün komada kalan Şahin`in 14 ocak günü beyin ölümü gerçekleşmişti. Türkiye`de toprağa verilen Ekrem Şahin, Başbakanlığın talebi üzerine İstanbul`da adli tıp tarafından otopsi yapılmıştı. Aile şimdi 4 aydır otopsi raporunu bekliyor.
gazeteboyut

İslam ve Türk Düşmanına Beraat!
23.06.2011
Irkçı nefreti körüklemek, Türk ve Müslümanlara karşı ayrımcılığı teşvik etmek suçlamalarıyla yargılanan aşırı sağcı lider Geert Wilders beraat etti.

Avrupa’dan yine taraflı karar...

Hollanda mahkemesi İslâm ve Türk dünyasını üzdü.

Irkçı nefreti körüklemek, Türk ve Müslümanlara karşı ayrımcılığı teşvik etmek suçlamalarıyla yargılanan aşırı sağcı lider Geert Wilders beraat etti.

Geert Wilders, gazete ve internet sitelerindeki yorumları ve 11 Eylül gibi terör saldırılarını Kuran’ı Kerim ile ilişkilendirdiği kısa filmi "Fitne" dolayısı ile halkı, İslama karşı nefret ve ayrımcılığa teşvik etmekten davalık olmuştu.

Wilders’in çektiği "Fitne" adlı kısa film Amerikan internet sunucuları üzerinden yayınlanmıştı.

Irkçı Wilders, bir konuşmasında İslamın şiddet içerdiğini iddia ederek Kur’an’ı Kerim’i , Hitler’in "Kavgam" kitabıyla karşılaştırmış ve yasaklanmasını istemişti.

Müslümanların Hollanda’ya göçünün de durdurulmasını isteyen Irkçı Wilders, Hollanda’da yaşayan Türkler hakkındaki aşağılayıcı ifadeleri ile tanınıyor.

Geert Wilders, bir yıla kadar hapis ya da 7 bin 600 avro para cezası talebiyle yargılanıyordu. TRT

Danimarka'da İmam Nikahı Yasağı
27.06.2011
Danimarka'da nikah kıyan imamların oturma ve çalışma izinlerinin iptal edilerek sınırdışı edilecekleri açıklandı.

Adalet Bakanı Lars Berfoed ve Uyum Bakanı Sören Pind, imam nikahının yasak olduğunu belirterek, kıyan imamların da oturma ve çalışma izinlerinin iptal edilerek sınırdışı edileceklerini açıkladı.

Muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti Sözcüsü, Henrik Dam Kristensen imam nikahı kıyarak kendisine tanınan imkanları kötüye kullanan imamların sınırdışı edilmeleri için hükümete destek vereceklerini söyledi. TRT

Hollanda 'helâl ve koşer' hayvan kesimini yasaklıyor
28 HAZİRAN 2011


Hollanda parlamentosunda bugün benimsenmesi beklenen yeni yasa, kesilecek tüm hayvanların, acı çekmelerini en aza indirmek amacıyla, önce uyuşturulmasını şart koşuyor.

Helâl ve koşer kesim usulleriyse, hayvanların bilincinin yerinde olmasını öngörüyor.
Şimdiye dek Batılı ülkelerde olduğu gibi, Hollanda'daki mezbahalarda da hayvanlar kesilmeden önce uyuşturuluyordu. Ancak Müslüman ve Yahudi kasaplar, dini özgürlük esasına göre, bundan muaf tutuluyor ve hayvan kesimini geleneksel usullerde yapıyorlardı.

Hollanda'daki Müslüman gruplar, bu adımın, Avrupa'da İslamiyete karşı artan hoşgörüsüzlüğün yeni bir işareti olduğunu söylüyorlar.
BBC

Şeyh Raid Salah İngiltere'de Gözaltına Alındı

İsrail'in karakolu gibi çalışan İngiltere konferans için giden Şeyh Raid Salah'ı gözaltına aldı.

30 Haziran 2011
Anadolu Haber

İngiltere güvenlik güçleri 1948'de işgal edilen topraklarda faaliyet gösteren İslami Hareket'in lideri Şeyh Raid Salah'ı dün gece geç saatlerde gözaltına aldı.

Şeyh Raid Salah'ın İngiltere'de "kamu için tehlike teşkil ettiği" gerekçesiyle gözaltına alındığı ve sınırdışı edilmek üzere güvenlik merkezine götürüldüğü bildirildi.

Konferans vermek üzere İngiltere'ye davet edilen Şeyh Raid Salah, İngiltere İçişleri Bakanlığı tarafından ismi ülkeye girişi yasak olanlar listesine konulmasına rağmen bu ülkeye girişinde hiçbir engelle karşılaşmamıştı.

Şeyh Raid Salah'ın muhalefetteki İşçi Partisi üyelerinden bir grup parlamenterin de katılacağı konferansta konuşma yapması bekleniyordu. Partinin solcu üyeleri Şeyh Raid Salah'ı Siyonist işgal rejimi ve Filistin arasındaki mücadele üzerine konferans vermesi için davet etmişti.

İngiltere Hükümeti'nin Şeyh Raid Salah'ın konferansının kendilerini Siyonist işgal rejimi karşısında zor duruma sokacağına inandığı ve bu nedenle İngiliz yetkililerin Salah'ın konferans vermesini engellemek istedikleri bildirildi.

İngiliz hükümet kaynakları, İçişleri Bakanı'nın yaşanan karmaşa ve Şeyh Raid Salah'ın ülkeye girişine izin verilmesi nedeniyle yetkililere öfkelendiğini söyledi.

Strauss Kahn Serbest
01.07.2011
New York mahkemesi IMF Eski Başkanı Strauss Kahn'ı serbest bıraktı. Mahkeme Kahn'a seyahat yasağı koydu, kefalet parası ise iade edildi.



Uluslararası Para Fonu IMF’nin Eski Başkanı Dominique Strauss-Kahn tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Cinsel saldırı suçlamasıyla yargılanan Strauss-Kahn’ın bir sonraki duruşması 18 Temmuz’da...

Dominique Strauss Kahn, New York mahkemesinde hakim karşısına çıktı.

Davanın görüldüğü mahkeme, suçlamayı yönelten otel çalışanının çelişkili ifadeleri üzerine dosyayı yeniden gözden geçirme kararı aldı.

Mahkeme, Eski IMF Başkanının kefaletinin geri ödenmesine karar verdi.

Dominique Strauss Kahn artık ev hapsinde de tutulmayacak.

Ancak Strauss Kahn’a seyahat belgeleri geri verilmiyor. Bu da ülkeden ayrılamayacağı anlamına geliyor.

Çünkü Strauss Kahn hakkındaki dava sürüyor.

IMF Eski Başkanı Strauss Kahn, New York’ta bir otel çalışanına cinsel saldırıda bulunduğu iddiasıyla 14 Mayıs’ta gözaltına alınmıştı.

Kahn, yaklaşık 6 milyon dolarlık kefalet karşılığında Manhattan’da ev hapsi şartıyla salıverilmişti.

Strauss Kahn bu süreçte, IMF Başkanlığından da istifa etmişti. TRT

Yunanistan'dan Gazze Filolarına Yasak
01.07.2011
Gazze Şeridi'ne yönelik İsrail ablukasını delmeyi amaçlayan Özgürlük Filosu'na bağlı gemilerin Yunan limanlarından hareket etmeleri yasaklandı.



Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail ablukasını delmeyi amaçlayan Özgürlük Filosu’na bağlı gemilerin Yunan limanlarından hareket etmeleri yasaklandı.
İsrail gizli servisi MOSSAD’ın gemilere sabotaj düzenlediğini iddia eden aktivistler ise Atina’daki Amerikan Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi yaptı.

Gazze’ye Özgürlük-İnsan Kal filosu, Girit açıklarında toplanarak Gazze’ye hareket etmeyi planlıyor. Ancak, İsrail filoyu engelleme girişimlerini sürdürüyor.

İsrailli yetkililerin Yunanistan nezdindeki girişimlerinin sonucu olarak, Yunan ve yabancı bandıralı tüm gemilerin Yunan limanlarından hareket etmelerinin yasaklandığı bildirildi.

Atina’daki Amerikan Büyükelçiliği önünde toplanan bir grup Amerikalı barış eylemcisi de filoyu engelleyeceğini açıklayan İsrail’e verdiği destekten ötürü Washington yönetimini protesto etti.

Filoya katılan gemilere İsrail gizli servisi MOSSAD tarafından sabotajlar düzenlendiği de iddia ediliyor.

İsveç ve İrlanda gemilerinin uskur ve motoruna düzenlenen sabotajların ardından Göcek’te yine filoya ait bir İrlanda gemisinin pervanesinde arıza yaşandı. TRT

Almanya'da İslamcı propaganda davası
1 Temmuz 2011
Almanya'da sekiz kişi hakkında İslamcı örgütleri destekledikleri suçlamasıyla açılan davanın görülmesine başlandı. Zanlılar internetten İslamcılık propagandası yapmakla suçlanıyor.

Almanya’nın Münih kentinde, aralarında Emin T. adlı bir Türk vatandaşıyla Türk kökenli Alman vatandaşı Harun Can A.’nın da bulunduğu 8 kişi hakkında El Kaide ve Ensar El İslam örgütlerini destekledikleri suçlamasıyla açılan davanın görülmesine başlandı. Zanlılar ağırlıklı olarak, “Global İslamcı Medya Cephesi” (GIMF) adlı örgüt üzerinden İslamcılık propagandası yapmak suçundan yargılanıyor.

Federal Savcı Michael Bruns’un 76 sayfalık iddianameyi okuması neredeyse iki saat sürdü. İddianamede, aralarında genç bir kadının da bulunduğu zanlıların internete yükledikleri, tercüme ettikleri ve kısmen de yorumlarını ekledikleri 1000’i aşkın video klip sıralanıyor. Davada, bazıları reşit olmayan, bazıları ise yetişkin, bir grup gencin, internet üzerinden İslamcı propaganda yapmak üzere bir örgüt oluşturmakla suçlandığını belirten Bruns, “Global İslamcı Medya Cephesi” adlı örgütün Almanya ayağı üzerinden internete Irak Savaşı ile ilgili haberler, Afganistan’daki çatışmalar hakkında videolar yüklendiğini, ve bunların Amerikan tanklarının havaya uçurulmasından yapılan infaz görüntülerine kadar birçok videolar olduğunu söylüyor.

Münih'te davanın görüldüğü mahkeme salonuna dev projektörler yerleştirilmiş olmasından, baş hâkim Manfred Götzl’in söz konusu video kliplerden bazılarını duruşmalarda seyrettirmeye hazırlandığı anlaşılıyor.

Yedisi Alman vatandaşı olan zanlıların yaşları 18 ile 30 arasında değişiyor. Suçların işlendiği tarihte en genç sanık 15 yaşındaydı.15 meslektaşı ile birlikte savunma yapmaya hazırlanan avukat Nicole Lehmbruck, bu durumun mahkeme tarafından göz ardı edilmeyeceği kanaatinde. Lehmbruck, "Kanımca Federal Savcılık , bu tür internet suçlarına müsamaha edilmeyeceğini göstermek için bir emsal oluşturmak amacında. Gayet açık bir şekilde, gençlerin de internete yüklenen içeriklerden sorumlu oldukları göstermek isteniyor. Davanın nasıl ilerleyeceğini göreceğiz. Böyle davalar hep kendine has bir dinamizm geliştirir” şeklinde konuşuyor.

Sekiz zanlı da tutuksuz yargılanıyor. Bu da, hiçbir zanlının terör örgütüne destek suçu için yasaların öngördüğü en yüksek ceza olan 15 yıl hapse çarptırılmayacağının işareti olduğu şeklinde değerlendiriliyor. Davanın 19 Mayıs tarihine kadar 18 celsede tamamlanması planlanıyor.

Almanyanın Sesi

NATO ve BM'nin Srebrenitza'ya 7 büyük ihaneti
9 Temmuz 2011

Son dönemlerde Libya'da, Afganistan'da, Irak'da demokrasi havarisi kesilen BM, NATO gibi kuruluşların Srebrenitza'da sergiledikleri iki yüzlü politakalar hafızalardaki yerini koruyor

Sırp kasaplarının yaklaşık 16 yıl önce katlettiği Müslüman Boşnaklar, katliamın yıldönümü nedeniyle bir kez daha gündeme geldiler. Öncelikle Bosna'da ve Türkiye'de katliamı anma için çeşitli etkinlikler düzenleniyor.

Katliamın yıldönümü nedeniyle gözler bir kez daha o günlerde yaşananlara çevrildi. Özellikle son dönemlerde Libya'da, Afganistan'da, Irak'da demokrasi havarisi kesilen BM, NATO gibi kuruluşların o günlerde sergiledikleri taraflı ve ihmalkar tavırları hafızalardaki yerini hala koruyor.

Yazar Mehmet Koçak'ın 2010 yılında kaleme aldığı "İnsanlık Tarihinde Kara Bir Leke: Srebrenica Katliamı" kitabı o günlerde bu uluslararası kuruluşların iki yüzlülüğünü açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Bosnalı Müslümanlara karşı "büyük ihanet" başlıkları altında topladığı iki yüzlülüğün delillerini Koçak şöyle sıralıyor: "BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların Srebrenitza Müslüman Boşnaklarına en büyük ihaneti; BM Güvenlik Konseyi kararıyla "Güvenli Bölge" ilan edildiği halde Srebrenitza'ya Sırp güçlerin girişine engel olunmamasıdır.

"Sizi biz koruyacağız, silaha ihtiyacınız yok" diyerek ellerindeki silahların toplanıp savunmasız bırakılması da ikinci büyük ihanettir.

Üçüncü büyük ihanet ise; Srebrenitzalı 50 Müslümandan oluşan bir grup, Dayton Antlaşması sonrası yakılıp yıkılan evlerine dönmek için Rebrenica'ya gittiklerinde Sırplar tarafından tehdit edildiklerini mülklerini kendilerine devretmeyi kabul etmedikleri şikayetlerinin uluslararası kuruluşlar tarafından değerlendirilmemesi ve kendilerine yardımcı olunmamasıdır.

Dördüncü büyük ihanet; acı hatıralarla dolu Srebrenitza'ya Sırp Cumhuriyet'nin yetki alanı dışında özel statü verilmesi, ayrıca yakılıp yıkılan Srebrenitza'nın yeniden inşası için yardım ve destek talebinin kabul bulmamasıdır.

Beşinci büyük ihanet; savaşta kuşatma altındaki Srebrenitza’nın BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan ICTY tarafından yaşananları soykırım olduğuna hükmettiği halde; "Soykırımdan Sırbistan Karadağ Devleti'nin sorumlu tutulamayacağı" kararına varması.

Altıncı ihanet; "Srebrenitza Anaları Derneği" soykırımda ihmali bulunan BM ve Hollanda hükümetleri aleyhinde açtığı davanın BM'nin dokunulmazlığı bahane edilerek reddedilmesi ve Hollanda hükümet aleyhine açılan davaya takipsizlik vermesi.

Yedinci büyük ihanet ise; Müslüman Boşnak nüfusu yok ederek "Büyük Sırbistan"ı kurma planının mimarı katil Radovan Karadziç'in ancak 13 yıl sonra yakalanması ve yardımcısı General Ratko Mladiç'in ise 14 yıl sonra yakalanması.

Dünya Bülteni

Salah'ın serbest bırakılma talebi reddedildi
11 Temmuz 2011
İngiltere'nin başkenti Londra'da önceki hafta gözaltına alınan İsrail'deki İslami Hareket'in lideri Şeyh Raed Salah'ın kefaletle serbest bırakılma talebi reddedildi.

Edinilen bilgiye göre, cuma günü Londra'da hakim karşısına çıkan Şeyh Salah'ın, kefaletle serbest bırakılma talebini yargıç kabul etmedi.

Savcılık duruşmada, Şeyh Salah'ın serbest bırakılması durumunda kaçabileceğini savundu. Ancak yargıç talebi reddetme kararını, savcının iddiasına göre değil, İçişleri Bakanlığı'nın kanıtlarına dayanarak verdiğini bildirdi.

Salah'ın İngiltere'nin sınır dışı kararını temyize götüreceği davanın tarihinin ise yakın zamanda belli olması bekleniyor.

İngiltere'ye girişi "aşırı dinci aktiviteleri" gerekçesiyle yasaklanan Salah, önceki hafta bu yasağı ihlal ettiği gerekçesiyle gözaltına alınmıştı.

İngiliz Parlamentosunda konuşma yapmak için Londra'ya gelen Salah, geçen yıl Gazze'ye giden Mavi Marmara gemisinde yer almıştı. haber10

Belçika'da Anadilde Eğitim Yasaklandı
Abdullah R. Aydın
Yeni Akit
08.07.201

Son yıllarda atılan bütün adımlara rağmen Türkiye'yi her fırsatta anadilde eğitim konusunda suçlayan Batılılar kendi ülkelerinde ise anadile asla müsaade etmiyorlar. Yaklaşık otuz yıldır Brüksel'deki bazı Flaman okullarında verilen çok dilli eğitim sistemi önümüzdeki eğitim yılı sonu itibariyle sonlanacak. Flaman Eğitim Bakanı Pascal Smet'in aldığı yeni karara tepkiler gelmeye devam ediyor.

TÜRKÇE EĞİTİM DE VERİLMEYECEK

Brüksel'de altı okulda kısmen anadilde verilen eğitimler bu eğitim yılından sonra sonlandırılacak. Flaman Eğitim Bakanı Pascal Smet'ın aldığı ve tüm Flaman hükümeti tarafından desteklendiği belirtilen bu yöndeki karar başta Türkler olmak üzere göçmen toplumları şaşırttı.

Alınan kararla Brüksel'de İkisi Türkçe, ikisi İspanyolca ve ikisi İtalyanca anadillerinde ders veren 6 okulun eğitim sisteminin değiştirmesi gerekecek. Okullar hakkındaki son derece olumlu kanaat raporlarına rağmen alınan bu olumsuz karara sivil toplum örgütleri ve siyasilerden tepki geldi.

HANGİ GEREKÇE İLE BU KARAR ALINDI?

Flaman Hıristiyan Demokrat Partisi (CD&V) milletvekili Veli Yüksel, alınan kararla ilgili Eğitim Bakanı Pascal Smet'e bir soru önergesi verdi. Veli Yüksel, aldığı kararla göçmen toplumu üzen Bakan Smet'e önceden verilen olumlu kanaat raporlarına rağmen hangi gerekçe ile böyle bir karar aldığını sordu.

Yüksel, Bakan Smet'e anadilde eğitimin önemini ortaya koyan Katolik Leuven Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmayı hatırlatarak kararın tekrar gözden geçirilmesini talep etti. Bakanın konuyu ilgili komisyonda görüşmeden alınan kararı kamuoyuyla paylaşmasını eleştiren Veli Yüksel, anadilde eğitimin sonlandırılması kararının Flaman bölgesinde başka projelere etkisinin olup olmayacağını da sordu.

BAKAN: “ANADİLİN OLUMLU ETKİSİNİ TAM OLARAK BİLMİYORUZ”

Bakan Smet'e göre çok dilli eğitim sisteminin öğrencilerin elde ettikleri okul sonuçları üzerindeki etkisi tam bilinmiyor. Elde edilen olumlu sonuçların belki de başka faktörlerle bağlantılı olabileceği iddia ediliyor.

Bu yüzden de her yıl ayrılan 400 bin Euro'luk bütçeye kısıtlama getirilecek. Smet şu anda eğitim alanında yeni bir dil yönetmeliği üzerine çalışıyor. Bakanlık bu çerçevede de çok dilli eğitim sisteminde elde edilen bilgi ve uzmanlıklardan da faydalanılacağını kaydetti. Brüksel'de altı okulda kısmen anadilde verilen eğitimler bu eğitim yılından sonra sonlandırılacak. Flaman Eğitim Bakanı Pascal Smet'ın aldığı ve tüm Flaman hükümeti tarafından desteklendiği belirtilen bu yöndeki karar başta Türkler olmak üzere göçmen toplumları şaşırttı.

Flaman Hıristiyan Demokrat Partisi (CD&V) milletvekili Veli Yüksel alınan kararla ilgili Eğitim Bakanı Pascal Smet'e bir soru önergesi verdi. Yüksel, olumlu kanaat raporlarına rağmen hangi gerekçe ile böyle bir karar alındığını sordu

Şehid Saddam Hüseyin'in kardeşleri de idam edilecek!
15 Temmuz 2011

ABD güçlerinin dün Iraklı yetkililere teslim ettiği, aralarında şehid Irak lideri Saddam Hüseyin'in iki üvey kardeşinin de bulunduğu eski rejimin üst düzey beş mensubunun, yaklaşık bir ay içinde idam edileceği bildirildi.

ABD işbirlikçisi Irak Adalet Bakanlığı sözcüsü, Adalet Bakanı Hasan el Şammari'nin hafta başında devlet başkanlığı konseyini ziyaret ettiği, bu ziyarette idam cezalarının onayının geciktirilmemesi konusunda anlaştıklarını belirtti.

Sözcü, konseyin beş gün içinde bu cezaları onaylamasının beklendiğini, tümü farklı davalarda hüküm giyen bu kişilerin bir ay içinde idam edileceğini kaydetti.

Şehid Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in üvey kardeşlerinin Vatban İbrahim Hasan ile Sabai İbrahim el Tikriti olduğu belirtildi. haber1001,

Müslüman basketçiye ayrımcılık
20 Temmuz 2011
Litvanya vatandaşı Azeri asıllı basketbolcu Rolandas Alijevas, Müslüman olduğu gerekçesiyle Litvanya milli takımına alınmadığını açıkladı

Litvanya'nın başarılı basketbolcularından Rolandas Alijevas, Müslüman olduğu için milli takıma alınmadığını söyledi.

Kendisi de Azeri asıllı olan Rolandas Alijevas, bir Azeri spor sitesine verdiği röportajda neden Litvanya milli takımına çağrılmadığı yönündeki soruya, "Bu sene çağrılacağımı umut ediyordum fakat böyle bir davet almadım. Buna inanmak istemiyorum ama sanırım Müslüman olmamın bunda bir etkisi var" dedi.

Dünya Bülteni

İngiltere vize kısıtlamalarını 'aceleye getiriyor'
26 TEMMUZ 2011

İngiltere parlamento üyeleri, hükümeti öğrenci vizelerine kısıtlama getirmekte aceleci davranmakla suçladı.
Parlamento üyeleri, kısıtlamaların İngiltere ekonomisine zarar verebileceğini söyledi.

İçişleri Bakanlığı komitesi, resmi rakamlara göre kısıtlamaların ekonomiye olan maliyetinin 3,4 milyar sterline ulaşabileceğini söyledi.
Yetkililer, yeni uygulamalarının meclis yılının sonu itibariyle net göçü 230 bin kişi kadar azaltabileceğini düşünüyor.
Göç bakanı Damian Green, yeni uygulamalara kapsamlı görüşmeler sonrasında karar verildiğini ifade etti.
Bakanlar, bu yılın ilk aylarında İngiltere'ye olan net göçün on binlere düşürülmesi için öğrenci vizelerine kısıtlama getirileceğini söylemişti.
İskoçya da şikayetçi
Yeni uygulamalar arasında daha zor İngilizce dil testleri, özel okulların daha sıkı denetlenmesi ve öğrencilerin çalışma izinlerine ilişkin kısıtlamalar var.
Hükümetin yeni uygulamalara ilişkin değerlendirmesi öğrenci sayısını azaltmanın toplam maliyetinin 3,5 milyar sterlini bulabileceğini söylüyor.
Ancak değerlendirmede, uygulamaların 1,1 milyar sterlin tasarruf yapılmasını sağlayacağı da belirtiliyor.
Ayrı bir rapor yayımlayan İskoçya parlamentosu üyeleri ise, öğrenci vizelerine getirilecek değişikliklerin İskoçya'yı "olumsuz ve haksız" bir biçimde etkileyeceğini ifade etti.
Yapılan açıklamada: "Bu öneriler İskoçya'yı orantısız bir biçimde etkileyecek, çünkü söz konusu sektör oldukça büyük ancak öneriler İskoçya'da çok da önemli olmayan bir sorunu hedefliyor" dendi. BBC

'Batı Afrikalı göçmen, eski IMF Başkanı'na karşı'
26 TEMMUZ 2011



Gineli otel görevlisi Nafissatou Diallo, saklandığı yerden çıkarak dünyaya Dominique Strauss-Kahn'ın kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu ilan etti.

Bir tanığın bir suç davasının devam ettiği böyle bir aşamada bırakın ABC televizyonuna ya da Newsweek dergisine mülakat vermesini, konuşması dahi alışıldık bir durum değil.
Ama bu davada hiçbir şey normal değil zaten.

Yapılan mülakatlar da Diallo ve Strauss-Kahn kampları arasındaki mücadelenin son aşamasını oluşturuyor.
Bu çatışma apayrı iki dünyayı yansıtıyor - biri Bronx mahallesindeki Batı Afrikalı bir göçmen, diğeri küresel mali seçkinler aleminin bağlantıları güçlü, zengin bir hayat süren üyesi...
Geçmişte Manhattan Bölge Başsavcılığı'nda seks suçları biriminin başında bulunan polisiye yazarı Linda Fairstein, Diallo'nun mülakat verme kararının iki sonucu olabileceği görüşünde.
"Savcılığın kuralı bellidir, tanığınızın basına değil, mahkemeye konuşmasını istersiniz." diyor.
"Zira mülakatlar, savcılığın başına bela olur - anlatılanlar tutarlı olsa dahi, verilen her bir mülakat, savunmanın, çarpraz sorgu için daha fazla ayrıntı edinmesini sağlar. En ufak hata ya da dil sürçmesi, mahkeme salonunda 20 dakikalık bir çarpraz sorguyu da beraberinde getirebilir."
Fairstein, Diallo'nun Newsweek ve ABC'ye verdiği mülakatları inceledikten sonra olumlu görüş belirtiyor.
Fairstein'e göre Diallo'nun mülakatları savcılığın davasına katkı sağlamış olabilir, zira "Diello hem akıllı hem de anlattıkları tutarlı, tüm koşulları ortaya koyuyor ve saygı uyandıran bir tablo sunuyor."
Savcılık, Diallo'nun geçmişini inceledikten sonra mahkemeye başvurarak savunma avukatlarına kendisinin güvenilirliğiyle ilgili birtakım meseleler olduğunu bildirmişti.
Savcılığın değerlendirmesine göre Diallo iltica başvurusu ya da vergi geri ödemelerine ilişkin doğruyu söylememiş, şüpheli saldırı sonrası yaşananlara ilişkin ifadesinde de değişiklik yapmıştı.
Fordham Üniversitesi hukuk profesörlerinden James Cohen, Diallo'nun basına çıkmasının savcılığın üzerinde, davayı düşürmemesi için baskı yaratacağı görüşünde.
Ancak Cohen, Diallo'nun bir tanık olarak güvenilirliği konusundaki şüpheler yüzünden davanın düşmesi ihtimalinin de yüksek olduğunu düşünüyor.
Cohen'a göre "İltica başvurusunda yalan söylemesi, bu ülkede kalmak için her şeyi göze aldığı ve her tür yalanı söyleyecek durumda olduğu izlenimini uyandırıyor."
Strauss-Kahn'ın avukatları, müvekkileri hakkındaki suçlamaların düşürülmesini isterken Diallo, eski IMF başkanının hapse atıldığını görmeyi umuyor.
Bir sonraki duruşma ise 1 Ağustos Pazartesi günü yapılacak.
BBC

ABD Katliam Ordusu 70 Ülkede!

Amerikan askerlerinin bugün için gizli operasyonlarını sürdürdüğü ülkelerin sayısı 70. Yıl sonunda kadar bu rakamın 120'yi bulacağı belirtiliyor.

06 Austos 2011
Anadolu Haber
Bugün için 70 ülkede Amerikan gizli komandolarının gizli baskınlar ve operasyonlar yürüttüğü, yıl sonuna gelindiğinde, bu rakamın muhtemelen 120'yi bulacağı bildirildi.

Amerikan basınının aktardığına göre, neredeyse tamamı Amerikan kamuoyunun bilgisi olmadan, ABD ordusu içindeki gizli timler tarafından gerçekleştirilen bu operasyonlar, Usame bin Ladin'e yönelik Pakistan topraklarındaki suikastle bir kez daha gündeme taşındı. Uzmanlar, "Pentagon iktidar seçkinlerinin, boyutu ve kapsamı şimdiye kadar ortaya çıkmamış küresel bir savaş" sürdürdüğünü ifade ediyor.

Usame bin Ladin'e yönelik operasyonla bir kez daha dikkatlerin çevrildiği Amerika'nın gizli küresel savaşı, Afganistan ve Irak gibi savaş bölgelerine konuşlandırılmış timler dışında Yemen ve Somali gibi ülkelerde de sır değil..

Geçen yıl, Washington Post'un deneyimli muhabirleri Karen DeYoung ve Greg Jaffe, ABD Özel Operasyonlar güçlerinin 75 ülkede konuşlandırılmış olduğunu ortaya çıkardı. Bu rakamın Bush başkanlığının sonunda 60 olduğuna dikkat çekilirken, ABD Özel Operasyonlar Komutanlığı sözcüsü Albay Tim Nye, bu yılın sonuna kadar, rakamın muhtemelen 120'ye ulaşacağını söyledi.

SUİKAST TİMLERİ

1987 yılında kurulan ABD Özel Operasyon Komutanlığı (SOCOM), ABD'nin en özel ve gizli görevlerini yürütüyor. Buna, suikastlar, anti-terörist baskınları, uzun menzilli keşif, istihbarat analiz, yabancı asker eğitim, ve, kitle imha silahların yayılmasına karşı operasyonlar da dahil...

Teşkilatın önemli unsurlarından biri olan Ortak Özel Operasyon Komutanlığı'nın (JSOC) birincil görevi "şüpheli teröristleri" izlemek ve öldürmek... Sadece ABD başkanına rapor veren ve kendi yetkisi altında hareket eden JSOC komutanının ölüm listesi Amerikan vatandaşlarının da aralarında olduğu çok sayıda ismi içeriyor. Suikast programlarında komando birimlerinin yanısıra insansız hava araçları da kullanılıyor. Somali, Pakistan ve Yemen gibi ülkelerde fazlasıyla aktif olan grup, sadece Afganistan'da "önemli şüphelileri" sorgulamak için 20 civarında gizli hapishaneler ağı da kurmuş durumda....

SAVAŞ BİTSE DE SAVAŞTA!

Yaklaşık 60 bin özel eğitimli askerin bulunduğu tahmin edilen SOCOM'un geçen yılki yıllık bütçesi ise 6.3 milyar dolardı. Geçtiğimiz yıl içinde yurt dışındaki askeri operasyonlara katılan asker sayısının 4 kat arttığını belirten uzmanlar, Irak ve Afganistan'dan askerler çekilse bile Amerikan özel timlerinin geride kalarak bu gizli operasyonlara devam edeceğini belirtiyor.

SOCOM'un başına getirilmesi beklenen Amiral William McRaven, gizli operasyonlarının çok daha etkili olduğu konusunda Senato'da ikna çabalarını artırırken, ABDli senatörlere "Yemen ve Somali ile çok yakından ilgileniyoruz" mesajını vermeyi de ihmal etmiyor. McRaven'in bir diğer iddiası ise, ABD özel timlerinin gizli operasyonların yürüttüğü 70 ülkeye de "davet üzerine gitmiş oldukları!"

ABD timlerinin büyük çoğunluğunun "Büyük Ortadoğu Bölgesi" olarak nitelenen Afganistan, Bahreyn, Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kazakistan, Kuveyt, Kırgızistan, Lübnan, Umman, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Tacikistan, Türkmenistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Özbekistan ve Yemen'de bulunduğu, ayrıca Güney Amerika ve Güneydoğu Asya başta olmak üzere diğer kıtalara yayıldığı bildirildi.

SOCOM resmi olarak bulundukları ülkeleri açıklayamayacaklarını, bunu "kendilerini davet eden ülkeleri zor durumda bırakmamak" için yapmadıklarını söylüyor.

Amerikan gizli birliklerinin Belize, Brezilya, Bulgaristan, Burkina Faso, Almanya, Endonezya, Mali, Norveç, Panama, Polonya'da ortak eğitim yaptığı; 2011 yılında, Dominik Cumhuriyeti, Senegal, Ürdün, Romanya, Güney Kore ve Tayland'da da benzer eğitimler yapıldığı da araştırmacıların ortaya koyduğu bilgiler arasında..

FAZLA KONUŞMAYIN!

Birliklerin, yüksek profilli suikastlar, düşük seviyeli cinayetler , yakalama / kaçırmaya işlemleri, evlere gece baskınları, yabancı güçleri ile ortak operasyonlar gibi yöntemlerle "kendi gizli savaşlarını" yürüttükleri kaydediliyor.

Gardiyanlar üzerine oturup öldürmüş!
09 Ağustos 2011 Salı 00:02
Ekrem Şahin Danimarka'da gardiyanlar tarafından öldürülmüş...

Ekrem Şahin'in elleri kelepçeli vaziyette yerde yüzü koyun yatarken, üzerine gardiyanların oturarak nefes almasını önledikleri, polisin de bunu kamuoyundan sakladığı ortaya çıktı. 13 Ağustos günü Ekrem Şahin'in öldürülmesi Kopenhag'da düzenlenen yürüyüşte protesto edilecek.

Danimarka'nın Kolding şehri cezaevinde iken gardiyanların uyguladığı şiddet yüzünden komalık olan ve daha sonra kaldırıldığı hastanede ölen 23 yaşındaki Ekrem Şahin'in gardiyanlar tarafından öldürüldüğü kesinleşti. Ekrem Şahin davasıyla ilgili yayınlarına devam eden TV 2 kanalının, alarm merkezinden ele geçirdiği belgelerde, elleri arkadan kelepçeli vaziyette yere yatırılan ve daha sonra TARP adı verilen ayak bağı ile etkisiz hale getirilmeye çalışılan Ekrem Şahin'in üzerine gardiyanların oturarak nefes almasını önledikleri ortaya çıktı. TV haber programında yayınlanan belgelere göre alarm merkezine telefon eden bir gardiyan elleri kelepçeli vaziyette yerde yatan Ekrem Şahin'in üzerinde oturduklarını söylüyor. Ancak alarm merkrezi ile yapılan konuşmalar, polisin soruşturmasında ve otopsi raporlarında yer almıyor. Belgeleri inceledikten sonra televizyon kanalına konuşan gerek Danimarkalı uzmanlar gerekse FBI uzmanları Ekrem Şahin'in ölümünün tek nedeni olarak, elleri kelepçeli ve ayakları TARP usülü bağlı vaziyette üzerine oturularak nefes almasının engellenmiş olmasını gösteriyorlar.

Anne isyan etti

Anne Nermin Kalkan, oğlu ili ilgili gerçeklerin raporlarda yer almamasına isyan ederek ömadem alarm merkezinin kayıtlarında gardiyanların oğlumun üzerine oturdukları yer alıyor da neden soruşturma ve otopsi raporlarında yer almıyor? Soruşturmayı yürüten polis neden raporunda bundan hiç bahsetmiyor? Demek ki polis de gardiyanları korumaya ve suçlarını örtbas etmeye çalışıyor. Soruşturmayı yürüten polisin de ceza alması gerekir. Biz polise güvenip bu işin peşini bıraksaydık gerçekler hiç bir zaman ortaya çıkmayacaktı. Alma bırakmadık. Bizi yıldıramadılar ve şimdi gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Başta oğlumun ölümüne neden olan gardiyanlar olmak üzere, soruşturmayı yürüten ve gerçekleri gizleyen polisler, ayrıca öölümü normal kalp durması sonucu gerçekleşmiştirö diyen otopsi dortorları ve olayda gardiyanları suçsuz ilan eden Kolding şehir mahkemesi hakimlerinin cezalandırılmaları için mücedelemizi bırakmayacağımödedi. Anne Nermin Kalkan ortaya çıkan delillerle Türk makamlarının da gerekli girişimlerde bulunmalarını beklediğini söyledi.

Polis suçlu

Adli Tıp Jylland bölgesi başkanı Dr. Jørgen Lange Thomsen, otopsi raporunun yeniden gözden geçirileceğini ve yeni bilgiler doğrultusunda yeni bir rapor hazırlanacağını belirterek öbiz otopsi raporunu hazırlarken, polisin bize verdiği bilgileri de gözönüne alarak hazırlıyoruz. Polis bize, gardiyanlar ile alarm merkezi arasında geçen konuşmadan bahsetmedi. Bize verilen bilgilerde o konuşma yer almıyor. Bu durumda ölüm nedeni ile ilgili yeni rapor hazırlamamız gerekiyorödedi. Gardianlar Eğitim Müdürü Jørgen Balder, gardiyanların elleri kelepçeli bir tutuklunun üzerine oturmalarının yasak olduğunu belirterek, polisin soruşturmayı yürütürken gardiyanlara bu konuda bir soru yöneltmediğini söyledi.

Davayı takip ediyoruz

Ailenin Savunma Avukatı Björn Elmquist ortaya çıkan delillerin çok vahim olduğunu belirterek hem polisin raporunda hem de otopsi raporunda gerçeklerin saklandığını belirterek, suçlular hakkında gerekli davaların açılacağını söyledi. Parlamento Hukuk Komisyonu Başkanı Danimarka Halk Partili Peter skaarup, gelişmeler üzerine davayı takibe aldıklarını belirterek "Halkımızın resmi görevlilere güven duyması gerekir. Ancak bu dava bize, resmi görevlilere güven duyulamayacağını gösteriyor. Onun için davayı çok yakından takip ediyoruz. Hatası olanlar cezalandırılacaklardır" dedi.
haber5

''Cameron'un kanunu''
12 AĞUSTOS 2011
Independent, Başbakan David Cameron'un İngiltere'de yaşanan yağma ve kundaklama olaylarının ardından yürürlüğe koymaya hazırlandığı önlemleri bu manşetle duyuruyor okurlarına.
Gazete, Başbakan'ın olaylara karışanların yaşadıkları devlete ait evlerden ya da sosyal yardımlardan mahrum bırakılabileceğini, sokağa çıkma yasağının bir seçenek olarak gündemde olduğunu, polisin daha rahat hareket etmesi için benzer olaylarda orduyu kullanmanınn yollarının aranacağını söylüyor.
Ayrıca polise yüzlerini atkı ya da maskelerle kapatanları durdurma ve sosyal paylaşım sitelerini kapatmanın da aralarında bulunduğu bazı yetkilerin de verilmesi gündemde.
Başyazısında Başbakan'ın ''haşin numaraları'' başlığıyla, önlemleri ''Bunlar, otoriter bir anlayışla düşünüp taşınmadan gündeme getirilmiş, tepkisel adımlar'' diyor gazete.
''En berbat olanları da, sosyal medyayı hedef alanlar'' görüşünde Independent.
''Cameron hükümetin, sosyal medyanın suçu kolaylaştıran ya da teşvik eden bir şekilde kullanıldığından kuşkulanıldığında kesintiye uğratılması seçeneğini gündemine aldığını söylüyor. Bu, Orta Doğu'daki despotik rejimlerin baskı altında tuttukları halklarına karşı denedikleri bir yöntem. Kendi başbakanımızın, İngiltere'yi böylesine bir çıkmaz sokağa sürüklemeyi tasarlaması utanç verici. Başbakan Cameron, eğer bu tür ayaklanmalar, twitter ya da Blackberry olmasaydı gerçeklemezdi diye düşünüyorsa vahim bir hata yapıyor.''
BBC

İngiltere'de isyancılara verilen cezalara isyan
17 AĞUSTOS 2011

İngiltere'de geçen haftaki isyanlara karışanların aşırı ağır cezalara çarptırıldığını söyleyen yurttaş hakkı grupları kaygılarını dile getiriyor.

Howard Cezai Reform Birliği adlı örgüt, işlenen suçlarla mahkemelerin verdiği cezaların orantısız biçimde ağır olduğunu açıkladı.

Örnek olarak, İngiltere'nin kuzeyinde yer alan Cheshire kentinde Facebook üzerinden isyana teşvik edici mesajlar yazmakla suçlanan iki gencin dört yıl hapis cezasına çarptırılması gösteriliyor.
Cezayı eleştirenler, Facebook'taki mesaja kimsenin yanıt vermediğini hatırlatıyor.
Eleştirilere destek veren Liberal Demokrat milletvekili Tom Brake, isyancılara karşı yargının intikam duygusuyla hareket etmemesi gerektiğini söyledi.
Ancak polis, yargıçlar ve hükümet kanadı, dört gece boyunca süren yağma ve kundaklama olaylarıyla ilgili tutuklamalarda mahkemelerin verdiği cezaları savunuyor.
Kabine üyesi Eric Pickles, daha ağır cezalar verilerek, asayişsizliğin bir bedeli olduğunun kanıtlandığını belirtti.

2770 tutuklu

Geçen hafta Londra ve bir dizi başka kentte yaşanan olaylarla ilgili olarak şu ana dek 2770'i aşkın kişi tutuklandı.
Salı öğleden sonra itibariyle 1277 zanlı mahkeme önüne çıkarıldı.
Bu kişilerin yüzde 64'ünün gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildi.
2010 yılında benzer suçlardan yargılananların sadece yüzde 10'unun gözaltı süresinin uzatıldığını hatırlatan insan hakkı örgütleri, ibretlik cezaların adalet duygusunu zedelediğini savunuyor.

Facebook üzerinden yaşadıkları Northwich bölgesinde isyana teşvikle suçlananan iki gencin 21 ve 22 yaşında oldukları açıklandı.
Londra'daki olayların başlaması ardından Facebook'ta "Northwich Town'u darmadağın edelim" başlıklı çağrıyı yayan Jordan Blackshaw'un "yaşananları dört bir yana yaymalıyız" ifadesini kullandığı bildirildi.
Hüküm giyen Perry Sutcliffe-Keenan ise Facebook çağrısında kullanıcıları 10 ağustos günü 19.00 ile 22.00 saatleri arasında isyana davet etmekle suçlandı.
İki gence dört yıl hapis cezası veren hâkim "Ülkemizi toplumsal çılgınlığın sardığı bir anda yaptığınız bu çağrılar tüyler ürpertici" dedi.
BBC

Mogadişu'da Gizli Gözaltı Merkezi

Merkezi İngiltere'de olan insan hakları örgütü Reprieve, Somali'nin başkenti Mogadişu'da, yeraltında gizli bir gözaltı merkezi bunduğunu bildirdi.
10 Eyll 2011
Anadolu Haber
Merkezi İngiltere'de olan insan hakları örgütü Reprieve, Somali'nin başkenti Mogadişu'da, yeraltında gizli bir gözaltı merkezi bunduğunu bildirdi.

İnsan Hakları Örgütü Reprieve, Amerikalılar tarafından kullanıldığını belirttiği gizli gözaltı merkezinin varlığı hakkında, çeşitli kaynaklardan bilgi alındığını kaydediyor.

Örgüt 18 ay önce Nairobi'den bir sokakta yürürken ele geçirilen ve Mogadişu'daki gizli gözaltı merkezine nakledilen bir Kenyalı'nın izini sürdü.

"Ahmed" olarak adlandırılan Kenyalı şahıs, bu gözaltı merkezinde herhangi bir avukatla görüştürülmeksizin ve gün ışığına çıkarılmaksızın alıkondu.

Reprieve, yeraltındaki merkezde 14 yaşındaki gençlerin de alıkonduğunu belirtiyor.

Somali Başbakanı Abdiveli Muhammed Ali, BBC'ye yaptığı açıklamada böyle bir merkezden haberdar olmadığını söyledi.

Oysa benzer bir haber Temmuz ayında Kenya'nın Ulus gazetesinde de yer almış, Amerikan istihbaratının Mogadişu'da bir tesisi olduğu bildirilmişti.

BBC Afrika Editörü Martin Plaut, son yıllarda Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA'in dış ülkelerde "kara tesisler" olarak tanımlanan merkezler açtığı yolunda haberler geldiğini belirtiyor.

Bu merkezlerde tutukluların süresiz alıkonduğu ve bilgi alabilmek için işkence uygulandığı bildiriliyordu.

Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia Amerikan donanma üssünde bu tür gözaltı merkezlerinden birinin bulunduğu, ayrıca Cibuti'de ve Batılı ülkelerle arası açılmadan önce Libya'da da benzer gizli merkezlerin yer aldığı belirtiliyordu.

BBC

Hollanda'da peçeye yasak geliyor
Hollanda'da yüzü tamamen örten peçe ve benzerlerine yasak getiren önerinin bugün yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında kabul edildiği bildirildi. Yasa önerisi, kamuya açık alanlarda, eğitim, sağlıkla ilgili kurumlarda ve toplu taşıma araçlarında yüzü tamamen örten giysilere yasak getiriyor. Yasağa uymayanlar 380 avro para cezasına çarptırılabilecek. 16.09.2011 LAHEY netgazete

Belçika'da iki Türk gencin cesedi 1 yıldır morgda
Belçika makamları tam bir yıl önce öldürülen iki Türk kardeşin cenazelerini ailesine vermeyerek adeta çile çektiriyor. Gerekçe olarak soruşturmanın devam ettiği gösterilirken, 50 bin Euro'ya ulaşan cenazelerin morg masrafının da aileden tahsil edileceği kaydediliyor. 18.09.2011 BRÜKSEL

Cesetten organ yerine peçete çıktı
22 Eylül 2011
İhsan'ın cesedinden organ yerine peçete çıktı

Ailesinin, Hollanda'da işkence sonucu öldürüldüğü iddiasında bulunduğu 22 yaşındaki İhsan Gürz'ün Trabzon'da yapılan otopsisinde, iç organların yerinde peçete çıktığı ileri sürüldü.

İhsan'ın cesedinden organ yerine peçete çıktı

Temmuz ayı başında gözaltına alınan İhsan Gürz, polis merkezinde hayatını kaybetmişti. Baba Gürz (sağda-arşiv), iki bakana bugün şikayette bulundu.

Geçtiğimiz Temmuz ayında, 22 yaşındaki İhsan Gürz, Hollanda'nın Beverwijk kentindeki polis karakolunda hayatını kaybetmişti.

Ailenin iddiası, oğullarının işkence nedeniyle öldüğü şeklindeydi ve Erzincan'daki acılı baba bugün iki bakana şikayette bulundu.

Babanın bir iddiası dikkat çekiciydi: Hollanda'da yapılan otopsinin ardından, iç organların yerine kağıt peçete yerleştirilmiş.

İhsan Gürz'ün babası Cengiz Gürz, Erzincan'daki Adalet Sarayı'nın temelini atan Adalaet Bakanı Sadullah Ergin ile Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'la görüştü.

İki bakanla, yemek yemek için gittikleri lokantada konuşan Gürz, konunun Hollanda adaleti tarafından hala aydınlatılmadığını belirterek, söz konusu polislerin de görevde olduğunu söyledi.

ORGANLARIN YERİNE PEÇETE

Erzincan'da defnedildikten sonra ek otopsi istekleri nedeniyle oğlunun cenazesinin Trabzon'a gönderildiğini anlatan Gürz, ''Trabzon Adli Tıp Kurumu'ndan bana 'beyin dahil iç organının yerinde olmaması sebebiyle İhsan Gürz'ün cesedinden herhangi bir delile ulaşılamadığı'na ilişkin resmi yazı gönderildi'' diye konuştu.

Hollanda'da yapılan otopsinin ardından, iç organların yerine kağıt peçete yerleştirildiğini dile getiren baba Gürz, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'dan konuyla ilgili destek istedi.

Adalet Bakanı Ergin, konunun Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı olmak üzere iki boyutta araştırılması gerektiğini söyledi.

ntvmsnbc

Müslüman öğrencilere 'İsrail' cezası

ABD'de bir mahkeme, 10 Müslüman öğrenciyi İsrail Büyükelçisi'nin bir üniversitede geçen yıl yaptığı konuşmayı kestikleri gerekçesiyle suçlu buldu.

24 Eyll 2011
Anadolu Haber

ABD'nin California eyaletinde bir mahkeme, 10 Müslüman öğrenciyi İsrail Büyükelçisinin bir üniversitede geçen yıl yaptığı konuşmayı kestikleri gerekçesiyle suçlu buldu.

2010 yılının Şubat ayında meydana gelen ve ifade özgürlüğü tartışmalarına yol açan olayda, İsrail Büyükelçisi Michael Oren'ın University of California Irvine'da ABD-İsrail ilişkileri üzerine verdiği konferans, Müslüman öğrenciler tarafından protesto edilmişti.

Konferans salonunda tek tek ayağa kalkarak daha önceden hazırladıkları bildiriyi okuyan ve İsrail elçisine "cinayet propagandası yapmak ifade özgürlüğü değildir" diye bağıran öğrenciler, savcılar tarafından kanunları çiğnemek ve Oren'ın programını yarıda kesmesine neden olmakla suçlanıyordu.

Jüri üyeleri, öğrencileri ayrıca, Oren'in konuşmasını kesmek için plan yapmaktan da suçlu buldu.

Öğrencilerin avukatları, bugün görülen duruşmada, öğrencilerin saygısızlık yapmış olabileceğini ancak protesto hakları olduğu için yasaları çiğnemediklerini savundu.

Duruşmayı izleyen yaklaşık 200 kişi, davayı vatandaşların vergilerinin boşa harcandığı ve öğrencilere sırf Müslüman oldukları için ayrım yapıldığı gerekçesiyle eleştirdi.

Öğrencilerin avukatlarından Reem Salahi, müvekkillerinin Oren'in konuşmasını kesmek gibi bir niyetleri olmadığını, sadece İsrail hükümetinin Gazze'deki uygulamaları hakkında görüşlerini ifade etmek istediklerini söyledi.

Güney California İslam Konseyi'nden Shakeel Syed mahkemenin kararı karşısında çok şaşırdığını belirterek, "Bu karar, İslamofobi'nin hala canlı ve büyümekte olduğunun teyididir. Bence bu, ifade özgürlüğünü ve fikri muhalefeti bastırmak için tüm ülkede bir emsal olarak kullanılacaktır. Bu, demokrasinin ölümüdür" diye konuştu.

2010 yılındaki olaydan sonra öğrenciler gözaltına alınmış fakat daha sonra serbest bırakılmıştı. Üniversite yönetimi, öğrencilere disiplin cezası vermişti. Bugünkü mahkeme kararının kesinleşmesi durumunda ise öğrenciler 6'ş ar ay hapis cezası alabilecek.

Amerikan ordusu adaletini gösterdi

Afganistan'a özgürlük götürmek için ABD ordusuyla Kandahar'a gitti. Bir gece uyuşturucu alıp 15 yaşındaki bir masum Afgan gencini 8 kurşunla öldürdükten sonra yanına gidip elinde sigarasıyla poz verdi. Sorulara "Spor için öldürdüm" cevabının verdi. Dün bu vahşetin kararı açıklandı...

25 Eyll 2011
Anadolu Haber
Geçen yılın Eylül ayıydı. Alman Der Spiegel dergisi, ellerinde Afganistan’da görev yapan Amerikan askerlerinin korkunç savaş suçları işlediğine dair fotoğraflar olduğunu belirterek ABD ordusunu bunları kendilerinden önce açıklamaya çağırdı. Ordu harekete geçmeyip bir de kendilerini yayınlamamaları için uyarınca dergi elindeki 3 kareyi okuyucularıyla paylaştı. Bunlardan en çarpıcı olanı, bir ABD’li erin elinde sigarasıyla 15 yaşındaki kanlar içinde bir Afgan çocuğun cesediyle verdiği “zafer pozu”ydu. Fotoğrafın yayınlanmasının ardından Landahar kentinde görev yapan 2’nci Topçu Tümeni 5’inci Stryker Tugayı ’ndan bazı askerlerin kurdukları ‘ölüm timi’ ile kendi ifadeleriyle ‘spor olsun diye’ Afgan sivilleri öldürdüğü ortaya çıktı.

"Spor olsun diye"
Fotoğraftaki er Andrew Holmes’tu... İfadesinde, o gece arkadaşlarıyla birlikte uyuşturucu aldıklarını, silahlarını alıp dışarı çıktıktan sonra ilk önlerine gelen Afganlar’ın üzerine önce el bombası ardından kurşun yağdırdıklarını soğukkanlılıkla anlattı. “Neden?” diye sorulduğunda “spor olsun diye” yanıtı verecek kadar vicdansızdı. Öldürdüğü 15 yaşındaki Afgan gencin üzerine o fotoğrafı çektirmeden önce 8 kurşun yağdırıp sonra da yanına silah koyarak sanki kendilerine ateş etmiş gibi gösterdi. Holmes, askeri mahkemede tutuklu olarak yargılanmaya başladı. Ve dün beklenen karar çıktı.

Savcılarla yaptığı anlaşma nedeniyle...
Askeri mahkeme, Holmes’un askeri savcılarla yaptığı “anlaşma” nedeniyle 15 yıl yerine 7 yıl hapis cezası almasına karar verdi. Askeri hakim, suçunu kabul eden Holmes’un 499 günlük tutukluluk süresinin cezadan düşülmesine ve bu süre içerisindeki iyi halinden dolayı da cezada indirime gidilmesine hükmetti. Er rütbesindeki askerin ordudan atılmasına, kendisine herhangi bir maaş ya da tazminat da ödenmemesine karar verildi. Holmes, ceza indirimlerini de çıkınca, gerçekleştirdiği bu vahşetin bedeli olarak yalnızca 3,5 yıl hapis yatacak. Amerikan basını büyük savaş suçu işleyen askerin sivil bir mahkemede yargılanması durumunda kesinlikle ömür boyu hapis cezası alacağını, hatta belirli bir süre geçmesinin ardından müebbet mahkumlarına tanınan şartlı tahliye fırsatının da kendisine tanınmasının mümkün olmadığını yazdı. Olaya karışan bir başka asker, çavuş Jeremy Morlock da yargılandığı dava boyunca yapılan pazarlıklar sonucunda ömür boyu hapisten kurtularak 24 yıla mahkum olmuş, askeri mahkeme Murlock’un 7 yıl sonra şartlı tahliye edilebileceğini açıklamıştı.


Lars Von Trier polis karşısında
05/10/2011

Danimarkalı ünlü yönetmen Lars Von Trier, Cannes Film Festivali sırasında yaptığı Hitler ve Nazi övgüsü içeren şaka nedeniyle Fransa'da suçlanıyor.

Lars Von Trier bugün yaptığı açıklamada, savaş suçlarını haklı göstermeyi yasaklayan Fransız yasalarına karşı çıkmakla suçlandığını açıkladı.
Trier, bundan böyle açıklama yapmayacağını ve röportaj vermeyeceğini de söyledi. Trier, Mayıs ayında Cannes Film Festivali sırasında düzenlediği bir basın toplantısında "Adolf Hitler o kadar iyi bir adam değil ama onu anlıyor ve biraz da sempati duyuyorum" demişti.
Radikal

34 Müslüman şoför...
SelimAtalayNY Selim Atalay
08.2011
ABD: Hertz oto kiralama şirketinde Somalili 34 Müslüman şoför -namaz kılmak için fazla uzun zaman kullandılar- diye işten çıkartıldı.
twitter.com

‘İngiltere sınır kapılarında yüzlerce çocuk gözaltına alınıyor’
17 EKİM 2011



The Children’s Society adlı vakıf, bu yılın Mayıs ve Ağustos ayları arasında 18 yaşından küçük 697 çocuğun Dover limanı ile Heathrow, Gatwick ve Stansted’in de aralarında bulunduğu havaalanlarında belge denetimleri yapılırken, 24 saate dek varan sürelerle gözaltında tutulduğunu bildirdi.

The Children’s Society bu sayıları “korkunç ve aşırı” olarak nitelerken; gözaltına alınan çocukların dörtte birinden fazlasının yalnız seyahat etmekte oldukları kaydedildi.

İngiltere hükümeti 2010 Temmuz’unda 2011 Mayıs’ına dek çocukların gözaltı merkezlerinde alıkonmasına son verileceğini açıklamıştı. Ancak bu uygulamanın liman ve havaalanlarını kapsamayacağını belirtilmişti.

Başbakan Yardımcısı Nick Cleg de, çocukların Bedfordshire’daki Yarl’s Wood göçmen merkezinde alıkonması uygulamasına son verileceğini açıklamıştı.

BBC‘nin iç haberler muhabiri Danny Shaw, ortaya çıkarılan sayıların, Birleşik Krallığın çeşitli sınır kapılarında binlerce çocuğun gözaltında tutulduğu anlamına geldiğini kaydediyor.

The Children’s Society vakfının genel başkanı Bob Reitemeier, “Güney Doğu İngiltere’de aşırı sayıda çocuğun alıkonması bizi dehşete düşürdü. Hükümetin gözaltına alınan çocuk sayısını asgari düzeyde tutmamasından büyük düş kırıklığına uğradık.” dedi.

İngiltere sınır yetkilileri sözcüsü ise, her zaman İngiltere’ye girmek için gereken belgelere sahip olmayan aileleri gözaltına tutma yetkisine sahip olduklarını, ailelerin bir sonraki uçakla geri gönderilmelerinin mümkün olmadığı durumlarda ailelerin alıkonduğunu belirtti.

Bağımsız İzleme Kurulu, yakınlarda yaptığı bir açıklamada, Heathrow havaalanındaki gözaltı alanlarının “onur kırıcı olduğunu” belirtmişti.

BBC

Assange sınır dışına karşı temyiz başvurusunu kaybetti
2 KASIM 2011



Wikileaks'in kurucusu Julian Assange İsveç'e sınır dışı edilme kararına karşı yaptığı temyiz başvurusunu kaybetti.
İngiltere Temyiz Mahkemesi, alt mahkemenin aldığı sınır dışı kararını onayarak Assange'ın, hakkındaki tecavüz suçlamaları nedeniyle İsveç'e sınır dışı edilerek soruşturmada ifade vermesine karar verdi.

İsveçli yetkililer Assange'ın bir kadına tecavüz ettiği ve bir başkasına da tacizde bulunduğu iddialarını İsveç'e giderek yanıtlamasını istiyor.

Suçlamaları reddeden Assange, İsveç mahkemesine İngiltere'den ifade verebileceğini söylüyor ancak İsveç'e sınır dışı edilmek istemiyordu.

Bilgisayar uzmanı Assange'ın bu kararı Yüksek Mahkeme'ye taşıma hakkı da bulunuyor.

Assange'ın avukatları, müvekkillerinin sınır dışı edilmesinin "hukuk dışı" olacağını savunuyordu.

Sınırdışı edilme kararının ardından BBC World'e konuşan Assange, 334 gündür ev hapsinde tutulduğunu ve soruşturma için İsveç'e ifadeye çağrıldığını ancak kendisine doğrudan bir suçlama getirilmediğini ve tutuklama emri çıkarılmadığını söylemişti.

Assange'ın kurucusu olduğu Wikileaks son yıllarda Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan'daki operasyonlarıyla ilgili gizli bilgileri ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın gizli yazışmalarını yayınlamıştı.

Wikileaks'in Avustralyalı kurucusu, hakkındaki suçlamaların siyasi saiklerle ortaya atıldığını savunuyor.
BBC

Euro, demokrasiye karşı
Emek Kaplangil
2 Kasım 2011



Yunanistan'ın Avrupa Birliği'nden alınacak yardımı halkoylamasına sunma kararının, demokrasinin beşiği olarak bilinen ülkelerden aldığı tepki, 'euro mu demokrasi mi' sorusunu gündeme taşıdı.

Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'nun Pazartesi akşamı açıkladığı referandum kararına, euro bölgesinin en büyük ekonomilerinin liderleri başta olmak üzere IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlardan da sert eleştiriler geldi.

Bu tepkilerden sonra demokrasinin en temel süreçlerinden biri olan halkın iradesine başvurulması, adeta 'kötü çocuk' ilan edildi.

Bu durum, kendini demokrasinin beşiği olarak gören Avrupa'nın artık halktan korkar hale gelmeye başladığının da son göstergesi oldu. Özellikle Brüksel, referandum kelimesinden hiç hoşlanmadığı gibi 'kalabalıkların' kendi projelerine müdahil olmasından artık hiç hoşlanmayan bir tavır sergiliyor.

SARKOZY’DEN AÇIK MESAJ

Bu noktada Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin sözleri aslında her şeyi çok güzel özetliyor.

Sarkoyz, "İnsanlara seslerini duyurma hakkı vermek her zaman meşru bir davranıştır ancak euro bölgesinin birliği herkesin gerekli olan önlemler konusunda fikir birliğine varmamasıyla mümkün olamaz" diyor.

Yani Sarkozy, euro bölgesi için gerekli olan şeyin gerekirse demokrasiden daha önemli olduğuna vurgu yapıyor.

Aslında, Papandreu'nun söylediği şey çok basit bir gerekçeye dayanıyordu. Papandreu, "Hiçbir programı zorla uygulamaya koymayacağız sadece Yunan halkının rızasıyla yapacağız. Bu bizim demokrasi geleneğimizin bir yansıması ve diğer ülkelerin de buna saygı göstermesini istiyoruz" demişti.

HIRSIZIN HİÇ Mİ KABAHATİ YOK

Tabi, bu noktada hırsızın hiç mi kabahati yok atasözü akıllara geliyor. Elbette, kurt bir politikacı olan Papandreu'nun bu kararı birçok kemer sıkma tedbiri alınan son 1.5 yılda değil de şimdi alması kafaları karıştırıyor.

Yani, onun da sergilediği tam anlamıyla bir 'demokrasi aşığı' olma durumu değil...

Kurtarma paketiyle Yunanistan'ın bankalara olan borcunun yarısının silinmesine ve 130 milyar euroyu bulan bir kurtarma yapılmasına karar verilmişti. Yunan halkı bunun karşılığında yaklaşık 10 yıl kemer sıkacak, binlerce çalışan işini kaybedecek ve emeklilik ödemeleri aşağı çekilecekti. Ancak bu kadar önleme rağmen ülkenin borcu, 2020'de hala gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 120'si düzeyinde kalacaktı. Dolayısıyla işin hükümet tarafından yüklenilen siyasi riski oldukça fazlaydı. Papandreu’da bu noktada adeta zarını attı. Halk onay verirse, daha güçlü olarak devam edecek. Vermezse de muhalefetin kucağına bombayı bırakacak.

Ancak ne olursa olsun...

2005 yılında diğer Avrupalı ortakları kabul etmesine rağmen Fransa'nın AB Anayasasını kendi ülkesinde referanduma götürmesi ve kabul edilmediği için de anayasanın çöpe atılması hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Aynı Fransa'nın referanduma gittiği için şimdi Yunanistan'ı sert şekilde eleştirmesi, Avrupa'da işlerin demokrasi açısından çok da iyi gitmediğini çarpıcı şekilde gösteriyor.

https://twitter.com/emekkaplangil
ekaplangil@hurriyet.com.tr

Batı'nın "Hukuk" Dediği Şeye Bak: Guantanamo Tutuklusu Suçsuz Bulunsa da Serbest Bırakılmayacak
3 KASIM 2011



Haber BBC'den:

Amerika Birleşik Devletleri'nin Guantanamo'daki tutukluları yargılayan askeri mahkemesi, Amerikan gemisi USS Cole'a saldırı planlamakla suçlanan kişiyi aklanması durumunda dahi serbest bırakamayacaklarını açıkladı.

Guantanamo'daki tutukluları savunan dokuz avukat, üst düzey bir Savunma Bakanlığı yetkilisine yazdıkları mektupta Amerikan askeri üssündeki yetkililerin kendileriyle müvekkilleri arasındaki özel iletişimi izleyip, yazışmaları okuduklarını söyledi.

Bu uygulamanın yasa dışı olduğunu ancak sonlandırılmadığını belirten avukatların müvekkilleri arasında Guantanamo’da en büyük suçlamalarla tutulan beş tutuklu da var.

“11 Eylül saldırılarının planlayıcısı olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed ve 2000 yılında bir Amerikan savaş gemisine düzenlenen ve 17 Amerikan ordu görevlisinin ölümüne yol açan saldırının planlayıcısı olduğu iddia edilen Suudi Arabistan vatandaşı Abdurrahim en-Naşıri de bu tutuklular arasında.

Yemen açıklarındaki gemiyi bombalamakla suçlanan En-Naşıri'nin avukatlarının, müvekkillerinin suçsuz bırakılması durumunda serbest bırakılıp bırakılmayacağı sorusu ise askeri savcılık tarafından, en-Nasıri'yi serbest bırakma yetkisine sahip olmadıkları şeklinde yanıtlandı.

Askeri savcılık, yargılama ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın Amerikan hükümetinin, en-Naşıri'nin tutuklandığı suçla bağlantılı olaylar durulana kadar bu kişiyi tutuklu bulundurma hakkı olduğunu belirtti.

Naşiri, suçlu bulunması halinde ölümle cezalandırılabilecek ilk Guantanamo tutuklusu.
BBC


CIA, 'tweet'leri takip ediyor
4 Kasım 2011

Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA), günde yaklaşık 5 milyon "tweet" takip ediyor.

CIA'in Virginia'daki Açık Kaynak Merkezi'nde yüzlerce uzman, Arapçadan Mandarin Çincesine birçok dilde sosyal medya yazışmasını izliyor.

Twitter, facebook ve bloglardan elde ettikleri bilgileri yerel gazeteler, haber kanalları, yerel radyo istasyonları ve internet sohbet odalarından topladıkları bilgelerle karşılaştıran uzmanlar, yaklaşan krizler ve siyasi gelişmeler üzerine öngörüde bulunuyor.

11 Eylül olaylarını araştırmakla görevli Komisyon'un önerisi üzerine kurulan merkezin önceliği terörle mücadele.

Olası bir saldırıyı önlemek amacıyla adresi gizli tutulan merkeze bağlı uzmanlar, ABD'nin çeşitli ülkelerdeki büyükelçiliklerinde de görev yapıyor.

Açık Kaynak Merkezi, 2009'da İran'daki halk ayaklanmasının ardından sosyal medyayı incelemeye başlamış.

Merkezin topladığı bilgiler, Başkan Barack Obama'ya verilen günlük istihbarat brifingde gündeme getiriliyor.

Merkez yöneticileri, hızla gelişen krizlerle ilgili istihbarat toplamak için facebook ve twitter'in en önemli kaynaklardan biri haline geldiğini açıkladı.
haber10

ABD'de 5 kişi 20 yıl boşuna hapis yattı
07 Kasım 2011

5 kişinin suçsuz olduğu ortaya çıktı.

ABD’nin Chicago kenti yakınlarındaki Dixmoor kasabasında tecavüz
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 09, 2011 11:28 pm    Mesaj konusu: New York polisi Müslümanları sıkı takibe almış Alıntıyla Cevap Gönder

İki Filistinli Tutuklu 22 Aydır "İdari Gözaltı"nda
03 Mayıs 2012


İki Filistinli tutuklu, salıverilmeleri için İsrail mahkemesine başvurdu.

22 aydır İsrail cezaevinde tutulan Filistinli tutuklular Bilal Diyab ve Tahir Helale, İsrail Yüksek Mahkemesi'ne hayatlarına artık aileleriyle devam etmek istediklerini söyledi.
Filistinliler, gerekçesiz bir şekilde kendilerini sözde "idari gözaltı" ile alıkoyan İsrailli yetkilileri protesto etti.
İsrail'deki bin 550 tutuklu arasında yer alan Diyab ve Helale'nin sağlık durumunun son derece kritik olduğu belirtiliyor
TRT

New York'ta Skandal Büyüyor:New York polisi Müslümanları sıkı takibe almış
09 Kasım 2011
Amerika Birleşik Devletleri'nde New York polisinin Müslümanları sıkı takibe aldığının ortaya çıkması ile başlayan skandal büyüyor. Polisin, Brooklyn'de Müslümanlara ait iş yerlerini de gözetlediği ortaya çıktı.

New York polisinin Brooklyn Koleji'ndeki Müslüman öğrencileri sıkı takibe aldığının ortaya çıkması ile başlayan skandal büyüyor.
Polisin, öğrencilerin yanısıra Müslümanlara ait iş yerlerini de gözetlediği ortaya çıktı.

Brooklyn'deki iş yerlerini gözetleyen polisin zaman zaman buralara baskın düzenlediği belirtildi.

Baskınlardan rahatsız olan esnafın şikayetleri üzerine New York polis teşkilatının sözcüsü bir açıklama yaptı.

Sözcü, sivil özgürlüklere karşı çok hassas olduklarını iddia ederek polis ile vatandaşlar arasında her zaman gerginlik olabileceğini söyledi.

Polisin Müslüman öğrencileri takip ederek haklarındaki bilgileri kayıt altına aldığının ortaya çıkması üzerine bir öğrenci grubu hak ihlallerine karşı seminerler düzenlemeye başladı.

"Haklarınızı Bilin" adıyla düzenlenen seminerlerde polis takibine uğrayan ögrencilere yasal olarak ne yapmaları gerektiği konusunda bilgi veriliyor.
TRT

Almanya vatandaşlık yasasını reddetti
10/11/2011
Alman meclisi, ülkede yaşayan Türkleri çok yakından ilgilendiren Vatandaşlık Yasasının yenilenmesine ilişkin yasa değişikliğini reddetti.

Alman Federal Meclisi, Vatandaşlık Yasasının yenilenmesine ilişkin muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti (SPD) tarafından sunulan yasa değişikliğini reddetti.

Söz konusu yasa tasarısı, yabancıların Almanya'da doğan çocuklarına sürekli olarak çifte vatandaşlık verilmesini öngörüyordu. Yeşiller Partisi ve Sol Parti tarafından Alman vatandaşlığına geçişlerin kolaylaştırılması amacıyla sunulan karar tasarıları da mecliste reddedildi.

Almanya'da geçerli olan mevcut uygulamaya göre, Almanya'da doğan göçmen ailelerin çocukları doğrudan çifte vatandaş oluyor, ancak 18 ila 21 yaşları arasında iki vatandaşlıktan birini seçmek zorunda bırakılıyor. Bu uygulama teoride AB ülkesi vatandaşları için de geçerli olmasına rağmen, söz konusu ülkelerin vatandaşları istediği takdirde çifte vatandaş olabiliyor. Başbakan Erdoğan, Almanya’daki Türkleri yakından ilgilendiren ve çok sayıda gurbetçi için mağduriyet yaratan konuyu Almanya Başbakanı Merkel’le de görüşmelerinde de sık sık dile getiriyordu.
Radikal

Alman mahkemeden okulda namaza izin yok

Almanya'nın Leipzig kentinde bulunan Federal İdare Mahkemesi, Berlin'deki Diesterweg-Gymnasium adlı liseye giden 18 yaşındaki Yunus M. adlı Türk öğrencinin okulda namaz kılmasına izin vermedi. Mahkeme kararında, herkesin görebileceği şekilde namaz kılınmasının okul huzurunu bozacağı gerekçesiyle öğrencinin din özgürlüğündeki kısıtlamalara katlanması gerektiği belirtildi. 30.11.2011 BERLİN netgazete

'Hepimiz fişleniyoruz'
Wikileaks'in kurucusu Julian Assange yeni duyurduğu spy files projesi ile iddia ediyor
02 Aralık 2011
Wikileaks bütün dünyada kişileri gizlice gözetleme endüstrisinin yaygınlığını ve çapını göstermek amacıyla başlattığı "spy files"(casus dosyalar) adlı yeni projesini duyurdu ve "hepimiz fişleniyoruz" iddiasında bulundu.

'HEPİMİZ FİŞLENİYORUZ' İDDİASI VE İNTERAKTİF GİZLİ TAKİP DÜNYA HARİTASI
Bu proje kapmasında spyfiles.org sitesinde Wikileaks'in yayınladığı 287 dosyadan hareketle bir de interaktif dünya gözetleme haritasına ulaşmak mümkün. Burada hangi ülkelerde ne tür bir gizli dinlemenin hangi araçlarla ve hangi şirketler aracılığıyla yapıldığı görülüyor.

HARİTA'DA HANGİ ÜLKELERDE HANGİ ŞİRKETLERİN GİZLİ TAKİP ALTYAPISI SUNDUĞU GÖSTERİLİYOR

Hangi ülkelerde hangi araçlarla gözetleme yapıldığı da yer alıyor
İnternet, cep telefonu üzerinden dinleme, casus yazılımlar, trojan virüsleri ile takip etme, görüşme analizi,sms gözetleme, gps takip sistemlerinden bahsediliyor ve bunların hangi ülkelere izleme faaliyetinde kullanıldığı interaktif haritada görülebiliyor. Ülkelere teker teker tıklayıp, o ülkedeki takibe yönelik iddia edilen bilgilere ulaşıyorsunuz.

'TÜRKİYE'DE TEK BİR ŞİRKET SUNUYOR, BİLGİSAYAR VE CEP TELEFONU ÜZERİNDEN GÖZETLEME YAPILIYOR' İDDİASI
Örneğin bu haritada Türkiye'yi tıkladığınızda ülkede tek bir şirketin sağladığı altyapı ile bilgisayar ve cep telefonu üzerinden gizli dinleme yapıldığı iddia ediliyor.

SİCİLİ EN KABARIKLAR ARASINDA İNGİLTERE VE ABD VAR
Türkiye'de görüşme analizi, sms gözetleme ve gps takip yoluyla izleme yapılmadığı gözüküyor haritaya göre. Bu açıdan sicili en kabarık ülkelerden biri İngiltere, çünkü yukarıda sayılan 5 aracın tümü üzerinden gizli takip yapılıyor ve 17 şirket bu altyapıyı bu ülkede sunuyor iddiası var. ABD'de ise gizli dinleme, takip alt yapısını sunan şirket sayısı 32 olarak gösterilmiş.

Projeyi duyuran Wikileaks'in kurucusu olan Julian Assange akıllı cep telefonları ve benzeri aletler aracılığıyla "hepiniz fişleniyorsunuz", takip edilip izleniyorsunuz uyarısında ve iddiasında bulundu.

Wikileaks'in yayınladığı 287 dosya'da 160 şirket tarafından bu tür gizli takip ve gözetleme altyapısı sağlayan ürünler tanımlanıyor. Wikileaks aynı zamanda bu dosyaların daha büyük bir koleksiyonun bir kısmı olduğunu gelecekte daha fazlasının da yayınlanacağını duyurdu.

WALL STREET JOURNAL BU PROJEYE YÖNELİK DOSYALARIN İNCELENEBİLDİĞİ BİR BÖLÜM OLUŞTURDU
Wallstreet Journal'da da bu proje kapsamında, "The Surveillance Catalog" adı ve 'devletler gözetleme araçlarını nereden ediniyor' alt başlığı ile bir sayfa açıldı. Wikileaks'in sunduğu dosyalar beş temel katagoriye ayırılmış. Hackleme, gizli dinleme, data analizi, internet kazıma ve gerçek ismini saklama. Sitede bu gözetleme türleri ile ilgili ana bigilere ulaşma ve seçilmiş dosyalar içinde araştırma yapma imkanı sunuluyor.

ASSANGE: 'iPHONE, BLACKBERRY ve GMAIL'e DİKKAT'
Wikileaks'ten yapılan açıklama ve iddiaya göre, Iphone, Blackberry ve Gmail'in 'fişlemekte' kullanılan araçlar arasında olduğu, 150'nin üzerinde kuruluşun, yılda 5 milyar doları bulan bir gözetleme endüstrisi ile mobil araçlardaki veriyi takip edebildiği söyleniyor.

The Inquirer'a göre, Wikileak'in Spy Files adlı projesini takdim edilirken Wikileaks;

25 ÜLKEYE YAYILMIŞ YILLIK 5 MİLYAR DOLAR BÜYÜKLÜĞÜNDE BİR SANAYİ
"Bütün toplumları kitlesel olarak dinleme sadece bir gerçek değil aynı zamanda 25 ülkeye yayılmış yeni gizli bir sanayi."

"Bu Hollywoodvari bir şey gibi gelebilir fakat Batılı istihbarat mühendisleri tarafından üretilen, 'siyasi rakipleri' de kapsayan kitlesel dinleme sistemleri bir gerçek" iddiasında bulunuyor.

'TOTALİTER GÖZETİM DEVLETİNE GİDDİŞAT VAR'
Assange ise;

"Eğer iPhone'unuz, BlackBerry'niz varsa, Gmail hesabı kullanıyorsanız, hepiniz fişleniyorsunuz."

"İstihbahrat mühendisleri(yüklenici firmaları) şu anda bütün dünyada ülkelere bütün ürünler için kitlesel takip sistemleri satıyorlar, bu gerçek" açıklamasında bulundu.

ABD, İNGİLTERE, AVUSTRALYA, GÜNEY AFRİKA VE KANADA'DA CASUSLUK SİSTEMLERİ GELİŞTİRİLİYOR
Assange bu sürecin "totaliter gözetim devleti"ne doğru bir gidişat olduğunu da söyledi. Assange ayrıca ABD, İngiltere, Avustralya, Güney Afrika ve Kanada'nın hepsinin "casusluk sistemleri" geliştirdiğini, verilerin toplanıp "diktatörlere ve benzeri demokrasileri" satıldığını iddia etti.
habertürk

Anahtar Kelimeler
Julian Assange, spy files, gözetleme endüstri, the surveillance catalog, casus yazılımlar, trojan virüsleri, görüşme analizi, sms gözetleme, gps takip, interaktif dünya gözetleme haritası

Wikileaks, dinleme ve takip sistemi geliştiren 160 şirketi açıkladı
03 Aralk 2011

WikiLeaks, 25 ülkede dinleme sistemleri geliştiren ve hükümet, asker ve siyasilere satan 160'a yakın şirketi tek tek açıkladı

Bunlardan İstanbul merkezli “Inforcept” adlı şirket, bu sistemleri yaptıklarını doğruladı, ancak “Neşter yanlış ellerde öldürücü bir silah olabilir” diye kendini savundu

WikiLeaks’in son bombasında Hintli bir şirketin sattığı uygulamalarla Türkiye’ye ait TURKSAT uydusundan milyonlarca konuşmanın kaydedildiği ortaya çıktı

“Hanginiz iPhone kullanıyorsunuz? Kaçınızın Blackberry’si var? Kim Gmail kullanıyor... o zaman hepiniz batağa saplanmış vaziyettesiniz”. Bu sözleri önceki gün, 25 ülkede dinleme ve takip sistemleri geliştiren ve hükümet, asker ve siyasilere satan 160’a yakın şirketi açıklayan WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange, bir oda dolusu basın mensubuna söyledi. WikiLeaks, ABD Dışişleri Bakanlığı arasındaki gizli yazışmaları yayınlamasından tam bir yıl sonra içinde yaşadığımız dünyanın distopik bir romana benzediğini ortaya koydu. İnternet sitesi, bir yıl boyunca dünyayı takip eden, insanların her konuşmalarını, mesajlarını, yazışmalarını ve lokasyonlarını takip eden ve 5 milyar dolarlık bir piyasası olan şirketleri ve teknolojileri broşürler, sunumlar ve fiyat listelerini yayınlayarak sanal aleme sunacağını açıkladı. Alman ARD, İtalyan L’Espresso ve Amerikan Washington Post gibi medya kuruluşları ile çalışan WikiLeaks’in eski bir çalışanı Jacob Abbelbaum’un “Doğu Almanya istihbarat servisi Stasi’nin geliştirmek isteyeceği sistemlerin belgeleri” olarak tanımladığı şirketler Suriye, Libya, Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yaşanan kanlı devrimlerin sorumlusu olarak gösteriliyor. Casus şirketlerin yüz milyonlarca insanın telefonunu dinleyip, SMS mesajlarını okuduğu ve internet trafiğini takip ettiği tahmin ediliyor.

Her şey hükümette bitiyor

WikiLeaks’in ifşa ettiği şirketlerin büyük bir çoğunluğu yasal dinlemeyi esas ilkeleri olarak gösteriyor. Şirketler, sistemlerin kullanılmasını tamamen hükümetlere bırakıyor. Hükümetlerin bu sistemleri terör örgütlerini ve yasadışı kurum ve kuruluşları tespit etmek için kullanabileceği belirtiliyor. Hatta Alman Elaman şirketi internet sitesinde, “Genellikle telefon konuşması, e-posta trafiği, internet siteleri ve konumu saklanıyor. Veriler hükümet tarafından kişilerin ilişkilerini ve siyasi muhalefet gibi bağlantılı olduğu grupları ortaya çıkarmak için kullanılabilir” ibaresi yer alıyor.

Türksat’tan dinliyorlar!

WikiLeaks ile birlikte çalışan Hindistan’da yayın yapan Hindu gazetesi tüyler ürpetici bir açıklamada bulundu. Himachal Pradesh eyaletinde merkezi bulunan tartışmalı Shoghi şirketinin uyduları kullanarak müşterilerine birçok gizli verdiği iddia edildi. Ülkenin eski İletişim Bakanı Sukh Ram ile bağlantıda olduğu için yasaklı şirketler arasına giren Shoghi hakkında “SCL-3412 uydusu, Intelsat, Eutelsat, Arabsat ve Turksat’ı kullanarak verilere ulaşabiliyor. Pasif bir biçimde bu uydulardan elde ettiği verileri kaydediyor. Şirketin sistemleri istenilen dillerdeki, istenilen konuşmaları kaydediyor istenilen bir kelimeyi bile milyonlarca diyalog arasında çıkarabiliyor. Uyduları takip edebiliyor, cep telefonlarını ve stratejik askeri iletişimi dinleyebiliyor” açıklaması yapıldı.

Önceki gün basın toplantısı düzenleyen Wikileaks kurucusu Assange, “Hanginiz iPhone kullanıyorsunuz? Kaçınızın Blackberry’si var? Kim Gmail kullanıyor... o zaman hepiniz batağa saplanmış vaziyettesiniz” dedi.

‘Neşter iyileştirmek için de öldürmek için de kullanılabilir’

Wikileaks yakında yayınlayacağı belgeler arasında Türkiye’den de bir şirketin yer aldığını açıkladı. İzini sürdüğümüz Inforcept adlı şirketin Gebze, Ümraniye ve Üsküdar’da şubeleri var. 2010 yılında kurulmuş. TÜBİTAK ve Intel organik bağı olan Endersys Danışmanlık şirketi ile çalışıyor. Şirketin yönetici kadrosundan Mübarek Tana, önceki gün Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan National gazetesine yaptıkları işi açıkça anlatmış: “Bu bütün e-postaları izleyebileceğiniz bir teknoloji. Bu yazılımları bir neşter gibi düşünün. Bir neşter hastayı iyileştirmek için, hayat kurtarmak için kullanılabilir fakat yanlış ellerde öldürücü bir silah olabilir”. DPI sistemi ile telefon görüşmelerini ve e-posta trafiğini takip eden sistemler yaptığı iddia edilen Inforcept şirketinin tek bir temennisi var: “Yetkililerin kanunları delmeden terör gibi suçları durdurmak için satın alınan yazılımı kullanmaları”. National gazetesine göre Inforcept’in en büyük müşterileri arasında hükümetler ve telekomünikasyon şirketleri yer alıyor, bu yazılımlar da Inforcept’in müşterilerine yasal olarak casusluk imkanı sağlıyor ve onları kitleleri dinlemek için kullanmaya yönlendiriyor. Inforcept’in internet sitesinde de WikiLeaks’te açıklanan diğer casus yazılım kuruluşları gibi “Kanun kaçaklarının bilgilerini almaya yardımcı olabilir” ibaresi dikkat çekiyor. Şirket, WikiLeaks’in ortaya attığı iddia hakkında da dün şu açıklamayı yaptı: “Şirketimiz cep telefonu ve interneti takip etmemektedir. Bilgi ve ağ optimizasyonu, ağ teknolojileri gibi konularda araştırma geliştirme faaliyetleri yürütmekte ve bunları tamamen hukuk çerçevesinde sürdürmekteyiz. Şirketimizin hukukdışı hiçbir faaliyeti yoktur.”

Mısır ve Libya’da gizli dinleme odaları

2011’in başında Mısır ve Libya’da yaşanan isyan hareketleri sonunda, isyancılar diktatörlerin gizli dinleme odalarını bulmuştu. Bu odalardaki teçhizatların tamamı İngiltere, Fransa, Güney Afrika ve Çin’den geliştirilmişti. Bu sistemlerin birçoğu Trojan virüsleri ile veriye ulaşıyor. Bilgisayar ve cep telefonlarını trojan virüsleriyle ele geçiren uluslararası kuruluşlar, her konuşmayı dinleyip her mesajı kaydedebiliyor. Çek Cumhuriyeti’nde geliştirdiği teknolojiyi satan Phoenexia dinlemeyi bir adım ileriye taşıyor ve konuşanın cinsiyetini, yaşını ve stres seviyesini “Ses izi”nden algılayabiliyor. Amerikan Blue Coat ve Alman Ipoque şirketleri Çin ve İran yönetimlerine bilgi vererek, sanal alemde isyancıların hareketlenmesinin önüne geçiyor.

Eş zamanlı takip

Amerikan SS8 şirketi ise Skype görüşmelerini eş zamanlı olarak takip edebilen bir sistem geliştirdiklerini açıkladı. Akıllı telefon BlackBerry’lerin üreticisi Research in Motion (RIM), hükümetlere destek veren bir tutum izlemişti. Ağustos ayında başta Londra olmak üzere İngiltere’nin farklı kentlerinde yaşanan yağma hareketleri sonrasında, kullanıcılarının bedava mesajlaşabildiği BlackBerry Messenger’ın detaylarını yetkililere vermek için teklifte bulunmuştu.
Kaynak: http://www.t24.com.

Yoksul ülkelerden toprak 'araklanıyor'
02 Aralık 2011

227 milyon hektarlık arazi emperyalist ülkelere satıldı. Dev arazilerdeki yerli halk yerlerinden sürülüyor. Tapusuz halk, hak da iddia edemiyor.

İşte tarım emperyalizmi .

2001 yılından bu yana sanayileşmiş ve kalkınmanın eşiğindeki ülkeler, geri bırakılmış ülkelerde yaklaşık 227 milyon hektarlık arazi satın aldı. Buralarda üretilen gıda maddeleri, sadece yatırımı yapan ülkeye ihraç ediliyor, dev arazilerdeki yerli halk yerlerinden sürülüyor, tapusuz halk, bir hak da iddia edemiyor.

Gelişmekte olan ülkelerde ekilebilir nitelikteki arazileri satın alan uluslararası şirketlerin ve ülkelerin sayısı artıyor. BM de küçük çiftçileri zor duruma düşüren "toprak araklama"ya karşı yasal önlem almak istiyor. Dünya ekonomisinde söz sahibi olan ülkelerin gözü, büyük tarım arazilerinde. Mali açıdan güçlü, kalabalık nüfusa sahip, ancak su kaynakları veya tarım arazileri açısından yoksul olan ülkeler, fakir ve gelişmekte olan ülkelerde hızla toprağa yatırım yapıyor. İleride çıkabilecek bir kıtlık veya gıda mahsulleri fiyatlarındaki artışlara karşı korunmak amacıyla uluslararası dev şirketler ve ülkeler tarafından fakir ve kalkınmakta olan ülkelerde yapılan toprak satın alımlarına İngilizce'de "land grabbing" yani "toprak koparma" veya "toprak araklama" adı veriliyor.

Oxfam gibi yardım örgütleri bu uygulamanın açlık ve yoksulluğu arttırdığına dikkat çekiyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü kapsamında ise gelişmekte olan ülkelerde halkın geçimini tehdit eden bu alımlara karşı ne gibi önlemler alınabileceği tartışılıyor.

Halk yerinden sürülüyor

Çin, Güney Kore, Körfez ülkeleri ya da Hindistan gibi ülkelerden kamu yatırımcıları ya da özel şirketler, gelişmekte olan ülkelerde satın alma ya da kira anlaşmalarıyla dev tarım arazilerini kendine bağlıyor. Buralarda üretilen gıda maddeleri, sadece yatırımı yapan ülkeye ihraç ediliyor. Dev arazilerde yerli halk yerlerinden sürülüyor, en büyük zararı fakir ve kalkınmakta olan ülkelerdeki halk görüyor.

Yardım örgütü Oxfam'ın Almanya temsilciliğinden Marita Wiggerthale, kuşaklar boyu aynı aile tarafından ekilen, ancak tapuda kaydı olmayan bir arazinin günün birinde yabancı bir şirkete geçebildiğine dikkat çekiyor. Wiggerthale, "Bu vakalarda çoğunlukla toprakları kullanma hakkı çiğneniyor, tarım yapan aileler yerlerinden sürülüyor ve sonuçta tüm geçim kaynakları ellerinden gidiyor" diyor.

Böylelikle savaş ya da kıtlık olmamasına rağmen yoksulluk ve açlık da artıyor. Oxfam, Uganda'da bu tür bir vakayı belgelemiş. İngiliz bir yatırımcının Ugandalı yetkililer ile yaptığı anlaşma yüzünden, dev bir çam ve okaliptüs plantasyonuna yer açmak için 22 bin 500 kişi, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmış. Bu çiftçilere ne önceden sorulmuş, ne haber verilmiş, ne de tazminat ödenmiş.

Alman Federal Tarım ve Tüketiciyi Koruma Bakanı Ilse Aigner, son yıllarda fakir ve gelişmekte olan ülkelerde 50 ila 80 milyon hektar toprak satıldığını belirtiyor, ancak yine de gıda üretimi alanında özel yatırımın önemine dikkat çekiyor. "Prensipte ziraat alanındaki özel yatırımcılara tamamıyla kötü gözle bakmamak gerek" diyen Aigner, "Ancak bu yatırımların, bölge halkının da kârına olması gerek. İşin zor tarafı da bu" şeklinde konuşuyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, hükümetler ve sivil toplum örgütleriyle birlikte bu sorunu çözmek için uluslararası bir düzenleme üzerinde çalışıyor. İtalya'nın başkenti Roma'da bu amaçla yapılan görüşmelere katılan Alman Bakan Aigner, "En önemlisi, toprak alımının yapıldığı ülkelerdeki hükümetlerin yatırımların ülkedeki ziraatın geliştirilmesi için kullanılması yönünde bilinçlenmesi ve halkın yaşadığı, ekim yaptığı toprakları terk etmek zorunda kalmaması ya da en azından bu ticaretten kârlı çıkması" dedi. Bu arazilerin satışı çoğunlukla gizli yapıldığından boyutu ile ilgili kesin rakamlar verilemiyor. Oxfam yardım örgütünün tahminlerine göre, 2001 yılından bu yana sanayileşmiş ve kalkınmanın eşiğindeki ülkeler, kalkınmakta olan ülkelerde yaklaşık 227 milyon hektarlık arazi satın aldı. Bu neredeyse Batı Avrupa büyüklüğünde bir alana denk geliyor.

Yardım örgütleri, bu yatırımların bölge halkına çoğu zaman pek bir yarar sağlamadığını ortaya çıkarmış. Oxfam yardım örgütünden Wiggerthale, "Verilen istihdam sözü tutulmuyor. Ayrıca yatırımın hacmi de başta vaat edildiği oranda olmuyor. İçi boş sözler bunlar. Araziler, karşılığında pek bir şey yapılmasına gerek kalmadan ucuza satın alınıyor" diyor. Roma'da yapılan görüşmeler şimdilik bir sonuç vermedi. Geniş arazilerin satışı sırasında kullanıcıların ve bölge halkının haklarının nasıl korunacağı konusunda gelecek yılın başında BM Gıda ve Tarım Örgütü kapsamında, uluslararası bir düzenleme için yeni görüşmelerin yapılacağı belirtiliyor.

Afrika'yı aç bırakan 'Tarım Emperyalizmi'

Nasıl oluyor da Etiyopya, çok geniş tarım arazilerine sahip olmasına karşın, kıtlık sorunu yaşıyor? Mısır ve tahıl ekili hektarlarca genişlikteki tarım alanları yemyeşil bir manzara oluşturuyor. Bu ekili alanlar, ne Avrupa'da ne de Amerika Birleşik Devletleri'nin batısında yer alıyor. Tarlalar, çok sayıda insanın kıtlıkla karşı karşıya olduğu Etiyopya'da bulunuyor. Ülkede tarım yapılabilecek yeterli arazi olmasına rağmen, insanlar açlık çekiyor. Bu tarlalar ise yabancı yatırımcılar tarafından satın alınarak veya kiralanarak, endüstriyel tarım için kullanılıyor. Bu uzmanlar tarafından "tarım emperyalizmi" olarak adlandırılıyor.

Turquie Diplomatiquie Dergisinin bu ayki sayısında yer alan haberin tamamını tüm detaylarıyla okumak için bu linki kullanabilirsiniz: http://trdiplo.com/Haber1.html

Kanada'da peçeye yasak geldi!
12 Aralık 2011
Kanada, vatandaşlığa yeni geçeceklerin yemin esnasında peçe takmasını yasakladı
http://www.platinhaber.com/

İngiltere'de 18 yıl aradan sonra gelen adalet
3 OCAK 2012
İngiltere'nin yakın tarihinde kamuoyunda en çok tartışma yaratan cinayet davalarından biri, 18 yıl önce siyah bir genci öldürdükleri iddia edilen iki adamın suçlu bulunmasıyla sonuçlandı.

Stephen Lawrence adlı siyah genç 1993 yılında bir otobüs durağında beklerken bir grup beyaz gencin ırkçı saldırısına uğramış ve bıçaklanarak öldürülmüştü.
Londra polisinin ilk aşamada açtığı cinayet soruşturması başarısısızlıkla sonuçlanmış ve bunun üzerine Stephen Lawrence'ın ailesi, öldürülen kişi bir siyah olduğu için polisin ilgisiz ve yetersiz kaldığını savunmuştu.
Londra polisinin Lawrence vakasını ele alış biçimi hakkında açılan bağımsız bir soruşturma 1999 yılında sonuçlandı.
Açıklanan raporda, polisin ''kurumsal olarak ırkçı'' davrandığı sonucuna varılmıştı.
Stephen Lawrence'ın annesi, oğlunu öldürenlerin yakalanıp yargılanması için yeterli kanıtın ve görgü tanığı ifadesinin varolduğunu savunarak bir kampanya yürüttü.
Aradan 18 yıl geçtikten sonra, David Norris ve Gary Dobson adlı iki zanlı Londra'da bir mahkemede suçlu bulundu.
Zanlılardan birinin ceketine sıçradığı belirtilen kan lekesi ve DNA testlerinde bu lekenin Stephen Lawrence'a ait olduğunun kesinleşmesi, davanın seyrinde kilit rol oynadı.
Mahkeme yargıcı, masum olduklarını iddia eden Norris ve Dobson'ın cezalarını çarşamba günü açıklayacak.
BBC

Guantanamo Körfezi utancı
Anthony D.Romero
14 Ocak 2012



Tanınmış Amerikalı muhaliflerden Anthony D.Romero’dan, Guantamalo Hapishanesini sorgulayan bir yazı…

Amerikan tarihinin en utanç verici uygulamalarından birine son vermek için, hükümetin bütün birimleri harekete geçmelidir.

Bu hafta, Guantanamo Hapishanesi’ne ilk mahkumların getirilişinin onuncu yıldönümü. Guantanamo, Amerikan tarihinin en uzun süreli savaş hapishanesi olmasıyla da gündeme damgasını vuruyor. Ve her bakımdan büyük bir hata olan bu utanç verici olay, Amerikan tarihinden kolay kolay silinemeyecek.

Başkan Obama, henüz başkan seçilmesinin ikinci gününde, hapishaneyi kapatarak, temel hukuk değerlerinin iyileştirilmesi yönünde bir yasaya imza atmış olmasına rağmen, Guantanamo Hapishanesini kapatmadı. Obama’nın yeni yılın ilk akşamında imzaladığı Ulusal Güvenlik Yetki Yasası Sözleşmesi, askeri göz altına almaları sürekli bir yasa maddesi haline getiren çok kapsamlı koşulları içeriyor. Ve buna uzak savaş bölgelerinden getirilen tutuklular da dahil.

Guantanamo, terör şüphelilerinin sorgusuz sualsiz ve zaman sınırı olmadan tutulabildikleri “ yasadışı bir ada” haline getirildi. Hücrelerinden bu zamana değin hemen hemen 800 kişi geldi geçti. Ve bugün halen 171 kişi burada tutulmakta.

Amerikan Sivil Haklar Birliği (ACLU) aracılığıyla ortaya çıkan belgelerin kanıtladığına göre, Guantanamo acımasız sorgulama metotları için korkunç bir laboratuar oldu. Mahkumlar, dayağa uykusuzluğa, stres durumlarına, aşırı sıcak veya soğuğa ve uzun süreli izolasyonlara maruz bırakılıyorlardı.

Amerikan hükümetine göre, Guantanamo’ya gönderilenler savaş alanlarında yakalanmış teröristlerdi ve düşman oldukları için hiçbir yasal hakları yoktu. Aslında bunların pek azı Amerikan güçleri tarafından yakalanmışlardı. Çoğu Afgan ve Pakistanlı aşiretler ya da subaylar tarafından yakalanarak büyük paralar karşılığında Amerikan askerlerine satılmışlardı.

Amerikan halkı bu korkunç hataların bedelini ödemeye devam ediyor. 11 Eylül’ün üzerinden on yılı aşkın bir zaman geçmesine ve Amerika’da yasal gözaltı süresi dokuz sene olmasına rağmen, saldırı suçlusu olduğu iddia edilenlerin adalet önüne çıkarılmamalarının esas nedeni işkence. Üstelik askeri komisyon önünde sadece altı Guantanamo’lu mahkum suçlu bulundu.Ve insan hakları savunucusu olarak ün yapmaya çalışan Amerika, Guantanamo Hapishanesi nedeniyle çok derin bir yara aldı. Müttefiklerimiz, haksız askeri operasyonlarda kullanılacak gizli bilgileri paylaşmayı ve eğer askeri sorgulamaya alınacaklarsa, terör suçlusu zanlılarını iade etmeyi reddettiler.

Hükümetin tüm birimleri Guantanamo mirasını taşımakta sorumluluk sahibi. Kongre, doğru olanı yapmaktansa siyasi çıkar sağlamayı tercih ediyor ve Guantanamo mahkumlarının tahliyelerini, tahliye olmaları kesin olanların duruşmaya getirilmelerini önlemek ya da duruşmayı federal mahkemelerde davaları sürenlerin aleyhine çevirmek için kesenin ağzını açıyor.

Guantanamo, başlarda Başkan Obama’nın sorunu değildi ancak artık sorunlarından birisi halini aldı. Bir sene içinde Guantanamo’yu kapatacağına dair söz vermesine rağmen, sözünü yerine getiremedi. Guantanamo mahkumlarını tahliyesini sağlamak veya en azından duruşmaya getirilmeleri için lojistik bir plan yapılarak, kongrenin de desteğinin alınması gerekiyor. Obama da, kendisinden önceki başkan Bush gibi, savaş alanlarının dışında yakalanan terör suçlarını, sorgusuz sualsiz göz altına alma yetkisini kendisinde gördü. Mahkemelerde gözaltı yetkileri için kesin sınırlar koymayı red ettiler.

Ancak mahkeme cevaplanmamış iki kritik soru bıraktı; Kimler tutuklanabilir ve nasıl bir süreç işlemesi gerekiyor. Anlaşıldı ki, hiçbir yargıcın gücü Guantanamo tutuklularını serbest bırakmaya yetmiyor. Zira Guantanamo’da işkence gören insanlar kanun önünde birer birey değillerdi, yani mağduriyetlerinin giderilmesi için dava açamazlardı ve üst düzey hükümet yetkilileri kendi vatandaşları olmayanların işkenceye tabi tutulmasının anayasaya aykırı olduğunu bilemezlerdi!

Tüm hükümet birimlerinin artık taşın altına ellerini koymaları ve görevlerini yapmaları gerekiyor. Ve Anayasa Mahkemesi’nin en ivedi işi, savaş halindeki gözaltıların sınırlarını belirlemek olmalı. Gözaltındaki kişinin suçunun tespiti için mahkemeye çıkarılmasını temin eden gerekli yaptırımlar yerine getirilmelidir. Kongre, öncelikle askerin oybirliği ile tahliye edilmesini istediğini 89 kişinin transfer ve tahliyelerindeki gereksiz kısıtlamayı kaldırmalıdır.

Başkan Obama, daha önce gösterdiği cesareti tekrar gösterip, diğer 82 kişinin de federal mahkemelerce serbest bırakılmasını sağlamalıdır.

Ve sonra da Guantanamo kapanmalıdır.

Haber10 için El Cezire’den tercüme eden Peren Birsaygılı Mut

Fransa'da Başörtüsü Yasağı Genişletiliyor
14 Şubat 2012
Fransa'da, başörtüsü yasağını genişleten yasa teklifi Fransa Meclisi'nin gündemine geldi.

Yasa teklifi, okullara dini sembol ve simgelerle gidilmemesi konusundaki yasağın, okul kantinlerinde de uygulanmasını ayrıca okul öncesi çocukların gittiği bakım evleri çalışanlarını da kapsamasını öngörüyor.
Daha önce senatoda kabul edilen yasa tasarısının yasalaşması için meclisin de onayı gerekiyor.
Fransa parlamentosu, 2004 yılında dini simge ve sembollerle okula gidilmesine yasak getiren yasayı onaylamıştı.
TRT

ABD'nin New York kenti polis departmanının, bu ülkenin kuzeydoğusundaki üniversitelerde okuyan Müslüman öğrencileri tek tek fişlediği ortaya çıktı
19 Şubat 2012

Uluslararası haber ajansı AP'nin haberine göre, Pennsylvania ve Yale üniversiteleri dahil, ülkenin kuzeydoğusundaki tüm üniversitelerde okuyan Müslüman öğrencilerle ilgili detaylı reporlar hazırlandı.

Müslüman öğrenciler hakkında hazırlanan raporların New York Emniyet müdürü Raymond Kelly'e rapor halinde sonulduğu da ortaya çıktı.ABD'de yaşayan Müslüman öğrenciler hakkında rapor hazırlayan emniyet yetkilileri, izledikleri öğrencilere tuzak e-postalar yolladığı gibi, okul yönetiminden de bilgi aldı. Örneğin bazı öğrencilerin günde kaç defa namaz kıldığına bile bakıldı.

Polis yetkililerinin ayrıca Müslüman öğrencilere ait internet sitelerine düzenli giriş yaparak, gözetlediği de ortaya çıktı.

Polis sözcüzü Paul Browne, bir dönem ABD'deki Müslüman Ögrenciler Derneği üyesi olan 12 kişinin gözaltına alındığını ya da terör şüphelisi olarak tutuklandığını belirtti.Sözcü Browne, "South Park" çizgi filminin yapımcılarına tehdit e-postaları gönderdiğini itiraf eden Jesse Morton adlı terör zanlısının, Long Island'daki Stony Brook Üniversitesi'ndeki Müslüman öğrencilerle iletişime geçerek propaganda yaptığının tespit edildiğini söyledi.

'FBI'IN KARA LİSTESİNDE OLMAK İSTEMİYORUZ'

New York polisinin Müslüman öğrencileri fişlemesine sert tepki gösteren Syracuse Müslüman Öğrencileri Derneği temsilcisi Tanwer Hak, "Hiç kimse FBI, New York Polis Departmanı ya da başka bir emniyet kuruluşunun listesinde olmak istemez. Müslüman öğrenciler, bu ülkede yaşayan diğer vatandaşlar gibi özellerine karışılmadan yaşamak ve özgürlüklerden yararlanmak istiyor" dedi.

BLOOMBERG: POLİS KANUNİ HAKLARINI KULLANDI

New York Polis Departmanı'nın Müslüman öğrencileri fişleme skandalını New York Belediye Başkanı Michael Bloomber ve emniyet müdürü Raymond Kelly savundu. Bloomberg ve Kelly yaptıkları yazılı açıklamada, polisin hazırladığı raporla yasaların kendisine tanıdığı hakları kullandığını ve suça karşı önlem almaya çalıştığını savundu.

Kaynak : http://www.internethaber.com/new-york-abd-ogrenci-fislemek-gozalti--402223h.htm#ixzz1mrv0fH4S

Berlusconi Paçayı Kurtardı
25 Şubat 2012
İtalya'da eski başbakan Silvio Berlusconi yolsuzluk davasından paçayı kurtardı.

Berlusconi'nin avukatı , ''Müvekkilimin aklanmasını umuyorduk. Tercihimiz, davanın zaman aşımına uğraması değil, yargıcın suç işlenmediğine hükmetmesiydi'' dedi.

Muhalefet partilerinin temsilcileri ise zaman aşımının Berlusconi'yi bir kez daha sorumluluklarından kurtardığını belirttiler.

Berlusconi, 1990'lı yıllarda açılan iki davada kendisini ve şirketini kurtarmak amacıyla yalan söylemesi için İngiliz avukat David Mills'e 600 bin dolar rüşvet vermekle suçlanıyordu.

Hala üç ayrı davada yargılanması devam eden Berlusconi, küçük yaştaki Faslı bir kadınla cinsel ilişkiye girmekle de suçlanıyor.
TRT

Slovak hakimden Türklere tehdit: "Hepinizi içeri atarım!"
7 Nisan 2012



Haber7'nin haberi:

Slovak hakimden Türklere tehdit

Slovakya’nın eski Adalet Bakanı Stefan Harabin, “Hangi düzeyde Türk yetkilisi olursa olsun, Slovakya’da Ermeni soykırımını inkâr ederse, derhal hapis cezasına çarptırılacağını” söyledi.

Geçtiğimiz yıl “Ermeni ve Yahudi soykırımı”nı suç sayan yasa tasarısını onaylayan Slovakya’nın eski Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Stefan Harabin, “Hangi düzeyde Türk yetkilisi olursa olsun, eğer Slovakya’da Ermeni soykırımını inkâr ederse, derhal beş yıl hapis cezasına çarptırılacağını” söyledi.

Habertürk gazetesinin haberine göre, Ermeni basınında yer alan haberlerde, halen Slovakya Yüksek Mahkemesi başkanlığını yürüten Harabin bu sözleri, başkent Bratislava’da Ermeni soykırımı kurbanlarının anısına yapılan bir törende sarf etti.

Ermenistan Anayasa Mahkemesi Başkanı Gagik Harutyunyan ve bazı Ermeni yetkililerin de katıldığı törende konuşan Harabin, Yahudi soykırımının inkârını da suç sayan yasaya büyük önem verdiğini belirtirken, Fransız yetkililere benzer bir yasanın hazırlanması için yardıma hazır olduğunu da söyledi.

Harutyunyan ise bu tür bir yasayı kabul eden ilk Avrupa Birliği (AB) üyesi ülke olması açısından Slovakya’yaminnettar olduklarını vurgularken, yasanın insan haklarına ters düşmediğini aksine savunduğunu ileri sürdü.

Slovakya, “Ermeni soykırımı”nı 2004’te tanımıştı. Fransa’da benzer bir yasa, 23 Ocak’ta Senato’dan geçmiş, ancak Fransa Anayasa Konseyi tarafından “Anayasaya aykırı” bulunmuştu. Benzer bir inkâr yasası bulunan İsviçre’de, AB Bakanı Egemen Bağış hakkında Zürih ziyareti sırasında yasaya aykırı sözler sarf ettiği gerekçesiyle soruşturma başlatılmış, ancak Zürih Savcılığı, bu ay başında Bağış’ın diplomatik dokunulmazlığı olduğunu belirterek adli süreç başlatılamayacağına karar vermişti.

‘Ermeni soykırımı’nın inkârını suç sayan Slovakya’nın Yüksek Mahkeme Başkanı Stefan Harabin, yasaya karşı gelen Türk yetkililerin, hangi düzeyde olursa olsun 5 yıl hapis cezasına çarptırılacağını söyledi.

ABD’ye yolcuların bilgileri verilecek’
20 NİSAN 2012
Daily Telegraph, Avrupa Parlamentosu'nun Avrupa'dan Amerika'ya uçan her yolcunun bilgilerinin ABD'ye bildirilmesiyle ilgili kararının insan hakları gruplarını kaygılandırdığını belirtiyor.
Gazeteye göre, yolcuların, isim, adres, pasaport ve kredi kartı bilgileriyle telefon numaraları hatta rezervasyonu yaptıkları bilgisayarın yerini belirlemeye yarayan IP adresi Amerikan İç Güvenlik Bakanlığı'na bildirilecek. ABD terörle mücadele için ihtiyaç duyduğunu söylediği bu bilgileri 15 yıl süreyle kayıtlarında tutacak.
Bazı insan hakları grupları Amerikalıları kırmamak için milyonlarca yolcunun haklarının feda edildiğini, bu bilgilerin nasıl kullanılacağıyla ilgili kaygıları olduğunu söylüyor.
BBCT

CERN bilim adamı mahkum oldu
4 MAYIS 2012



Fransa'da bir mahkeme dünyanın en büyük fizik deneyinin yapıldığı CERN laboratuvarındaki ekiple birlikte çalışırken terör eylemi planladığı suçlamasıyla yargılanan Adlene Hicheur'u beş yıl hapse mahkum etti.

Hicheur 2009 yılında tutuklanmıştı.

Hicheur'ün tutuklanmasına neden olan gelişme, el Kaide üyesi olduğu iddia edilen bir kişiyle e-posta yoluyla temas içinde olmasıydı.

E-postalardaki ifadeler, bilim adamının "aktif bir terör biriminin bir parçası olmak" ve "Fransa'daki hedefleri vurmak istediğine" işaret ediyor.

Savunma avukatları, müvekkillerinin kesinlikle bir terör eylemi hazırlığı içinde olmadığını söylüyor.

Hicheur, tutuklu yargılandığı için son iki buçuk yıldır cezaevinde alıkonuyordu.

Duruşmalar Mart ayı başında başladı. Bilim adamı, söz konusu e-postaları yazdığı dönemde ağır psikolojik sarsıntıdan geçtiğini söyledi ve saldırı hazırlığı yaptığı suçlamasını reddetti.
BBCT

Guantanamo'daki düzmece mahkemeye çıkarılan esirler ifade vermeyi reddetti
6 MAYIS 2012

11 Eylül eyleminin beyni olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed'in de dâhil olduğu beş esirin avukatları, müvekkillerinin yargılandığı askeri mahkemenin adil olmadığını açıkladı.

Gazetecilere açıklama yapan avukatlar, mahkemenin müvekkillerine uygulanan işkenceyle ilgili delilleri gizlediğini söyledi.

Esir Halid Şeyh Muhammed'in Guantanamo Körfezi'nde tutulduğu süre boyunca çok defa su işkencesi olarak bilinen ve uygulanan kişide boğulma hissi yaratan 'waterboarding'e maruz bırakıldığı belirtiliyor.

Halid Şeyh Muhammed'in beraberindeki diğer esirler de defalarca aynı işkenceye maruz kaldıklarını belirtiyor.

2001 yılında ABD'ye karşı düzenlenen eylemlerde kilit rol oynadığı iddia edilen beş esir Guantanamo Körfezi'ndeki düzmece askeri mahkemede savunma yapmayı reddetti.

Küba'daki askeri üste mahkemeye çıkarılan esirler mahkeme başkanının baskısına rağmen dokuz saat süren duruşmanın sonuna kadar savunma yapmadı.

Esirlerden biri, Amerikalıların kendisini dava bitmeden öldüreceğini söyledi.

Düzmece mahkemenin Hâkimi Albay James Pohl'un sorularına doğrudan cevap vermeyi reddeden sanıklardan ikisi duruşma sırasında ayağa kalkarak dua etmeye başladı.

Muhammed'in avukatı David Nevin, müvekkilinin yargılamanın adil olacağına inanmadığı için sorulara cevap vermediğini söylemişti.

Amerikan yasaları, işkence altında elde edilmiş delillerin sanıklar aleyhinde kullanılmasını yasaklıyor.

Ancak düzmece mahkemenin Hâkimi ise davalıların mahkemeyi engellemesine izin vermeyeceğini ve duruşmalara katılmasalar bile yargılamanın süreceğini ifade etmişti.

Kötülük imparatorluğu ABD'nin Başı Barack Obama, 2009 yılında esirlerin davalarını ABD'deki sivil mahkemelere taşımaya çalışmış, ancak tepkiler üzerine bu kararından 2011 yılı Nisan ayında vazgeçmişti.
haber1001

ABD'nin insansız uçaklarla yaptığı katliamların istihbaratı İngiltere'den mi geliyor?
25 MAYIS 2012

Times gazetesinin ilk sayfadan yer verdiği özel habere göre İngiltere, 2004'ten bu yana Pakistan'da ve Yemen'de insansız uçaklarla düzenlenen yüzlerce saldırılarda ABD'ye istihbarat sağlayıp sağlamadığını açıklamak durumunda kalabilir.

Gazetenin edindiği bilgiye göre İngiltere hükümeti, Yüksek Mahkeme'de Temmuz ayında başlaması beklenen davaya hazırlanmak için üst düzey üç avukatı görevlendirdi.

Dava, kimi bakanları savaş suçu işledikleri iddialarıyla karşı karşıya bırakabilir.

İngiltere hükümeti istihbarat ve güvenlik birimlerinin öldürücü olarak değerlendirilen bu tür müdahalelere karıştıkları iddialarını resmi olarak reddediyor.

"İngiltere Kraliyet Silahlı Kuvvetler Enstitüsü RUSI'nin direktörü Michael Clarke, iki ülke arasındaki yakın ilişki gözönüne alındığında, İngiliz Amerikalı meslektaşlarına istihbarat sağlamamış olmasının kendisini şaşırtacağını kaydetti.

"Dava, geçen yıl Amerikan füze saldırısında babası öldürülen Pakistanlı bir genç adına insan hakları avukatları tarafından açıldı.

"Nur Han, insansız uçakla düzenlenen saldırılarda yakınlarını kaybettiği söyleyen yüzlerce kişiden sadece biri." diyor Times.
haber1001

Belçika'da adalet, "hapishane" yerine "manastır" dedi ; Belçikalılar sokağa döküldü
20 Ağustos 2012



Küçük yaştaki çocukları kaçırıp işkence ve tecavüz ederek öldürmekten tutuklanan Marc Dutroux davasında, pedofil katile yardım ve yataklık eden eski eş Michelle Martin'in şartlı salıverilme kararı Belçika'yı karıştırdı.
Adalet sistemini eleştiren binlerce Belçikalı başkent Brüksel'de sokağa döküldü.
Karar Protesto Edildi
Belçikalılar, ülke tarihine geçen çocuk katliamı davasında, adaletin verdiği kararı protesto etti.
Başkent Brüksel sokakları, öfkeli Belçikalıların gösterisine sahne oldu.
Binlerce Belçikalı ellerinde taşıdıkları pankartlar ve attıkları sloganlarla, çocuk katili Michelle Martin'in şartlı salıverilme kararına tepki gösterdi.
Göstericiler adalet sisteminde reform yapılmasını talep etti.
Michelle Martin, 1996 yılında, küçük yaştaki 6 kız çocuğunu kaçırıp, işkence ve tecavüz etmek, 4'ünü de öldürmekten tutuklanan eski eşi Marc Dutroux'ya yardım ve yataklık etmekten suçlu bulunarak 30 yıl hapse mahkum edilmişti.
Defalarca şartlı erken tahliye isteyen Martin'in bu talebini görüşen mahkeme geçen hafta, bir manastıra kapanması kaydıyla, suçlunun serbest bırakılmasına onay verdi.
Karara yapılan itirazların ardından Yüksek Mahkemenin gelecek hafta Martin hakkındaki nihai kararı vermesi bekleniyor.
TRT

Yunanistan OHAL ilan etti
08.10.2012



Ekonomik krizin faturasını ödemek istemeyen halkın isyanına karşı, Yunanistan yönetimi, Alman Başbakan Merkel'in ziyareti sırasında yapılacak eylemlere engel olmak için OHAL ilan etti

Almanya Başbakanı Angela Merkel'in ziyareti öncesi Yunanistan yönetimi, OHAL ilan etti.

Samaras hükümetinin troykayla yıkım paketi üzerinde müzakeresi sürerken ülkeyi ziyaret edecek Merkel'e karşı eylemlere engel olmak isteyen ülke yönetimi, 9 Ekim Salı günü sabah 09.00'dan akşam 22.00'ye kadar kamuya açık yerlerde toplanma ve eylem yapma yasağı getirdi.

"Başkentin sosyo-ekonomik yaşamını rahatsız etmemek ve kamuoyu güvenliği" için böyle bir karar aldığını açıklayan Yunanistan Emniyet Genel Müdürlüğü, yapılacak eylemlere karşı "her tür önlemi" alacaklarını bildirdi.

Merkel'in başkent Atina'yı ziyareti sırasında yoğun güvenlik önlemlerinin yürürlüğe konulacağı ifade edildi.

Öte yandan sosyal paylaşım sitesi üzerinden dünyadaki isyanlara çağrı yapan ve bilgi paylaşan World Riot 24/h sayfasından başkent Atina'da isyana katılmak için Yunan halkı sokağa çağrıldı.
kaynak: etha.com.tr

ABD'nin Müslümanlara karşı yeni Politikası: "Öldür veya öldür"
05.01.2913



Times gazetesi, "Gizli Savaş" başlığı altında manşetten duyurduğu haberde, Yemen'de El-Kaide'ye yönelik yürütülen hava saldırılarına Suudi Arabistan'ın da katıldığını söylüyor.

Yemen'deki hava operasyonlarının Suudi Arabistan uçakları tarafından desteklenmiş olmasının Amerika'nın saldırılarının kanunlara uygunluğu konusunda soru işaretleri doğuracağını yazan Times, bu ülkede insansız hava araçları tarafından yapılan bombalamaların geçen sene Pakistan'da yapılanlardan fazla olduğunu da aktarıyor.

Gazeteye konuşan bir Amerikalı istihbarat yetkilisi "insansız hava araçlarıyla yapıldığı söylenen operasyonların bazıları aslında Suudi Arabistan'ın savaş uçaklarıyla yapılıyor" demiş.

Gazete, aynı yetkilinin düşman olarak gördükleri Müslümanların Amerika'da mahkemeye çıkarılabilmesi için yurtdışında yakalanmasından doğan kanuni sorunları aşabilmek için ABD'nin artık "öldür veya öldür" politikası güttüğünü söylediğini okuyucularıyla paylaşıyor.

Times, Yemen cumhurbaşkanı Masur Hadi'nin Amerikalı insansız hava araçlarıyla yapılan saldırıları üstlendiğini; ama komşu bir ülke ( Suudi Arabistan) tarafından kendi vatandaşlarına yapılan saldırılarda ise çaıkça sorumluluk almadığını yazıyor.
haber1001

Guardian: "Taliban'ın önde gelen liderlerinden Nazır öldürüldü"
04.01.2013
Guardian gazetesi, ABD insansız hava araçlarıyla Pakistan'da gerçekleştirilen bir osaldırıda Taliban'ın önde gelen liderlerinden Molla Nazır'ın öldürüldüğünü yazıyor. Gazete, liderin öldürüldüğü sırada Güney Veziristan'da bir toplantıda olduğunu belirtiyor.
haber1001

İngiltere "Terör zanlısı" diye bir Müslümanı ABD'ye teslim etti

Telegraph gazetesi, New York şehrinin metro sistemini bombalamaya teşebbüs etmekle suçlanan bir Pakistan vatandaşının mahkemeye çıkması için İngiltere'den ABD'ye sınır dışı edildiğini yazıyor. 26 yaşındaki Abid Nasır'ın 2010 yılında ABD ve İngiltere'de saldırılar gerçekleştirmeyi planladığı şüphesiyle gözaltına alındığını hatırlatan gazete, kendisinin 2009 yılında da gözaltına alındığını, ama evinde patlayıcı madde bulunamadığından serbest bırakıldığını aktarıyor. Telegraph, saldırıların gerçekleşmesi durumunda, bunların 11 Eylül'den beri New York'ın gördüğü en büyük felaket olabileceğini iddia ediyor. Gazete, İçişleri Bakanlığı'nın Nasır'ı başlarda Pakistan'a göndermek istediğini, ama ülkesine dönmesi durumunda işkenceye maruz kalacağından işlemlerin insan hakları gerekçesiyle askıya alındığını yazıyor.

Telegraph'ın haberine göre Amerikalıların Nasır'ın New York'a saldıracağından şüphelenmesiyle kendisinin ABD'ye gönderilmesi için işlemler başlatılmış. Sanki ABD Pakistan'dandan daha az işkenceci.
Haber1001

Robert Fisk: ‘Terörle mücadele’ Batının yeni dini geldi
24 Şubat 2013

Independent on Sunday gazetesinin deneyimli muhabiri Robert Fisk, yorum yazısında "Terörle mücadele Batı'nın yeni dini haline geldi" diyor ve ekliyor: Ancak tüm bu işgaller sadece El Kaide'nin elini güçlendiriyor.

Usame Bin Ladin'in halefi Eyman ez-Zevahiri'nin kardeşi Muhammed ez-Zevahiri'nin geçen ay Kahire'de oldukça ilginç bir konuşma yaptığını belirten Fisk, ez-Zevahiri'nin makul Fransızlara ve akil adamlara, Amerikalıların tuzağına düşmemeleri uyarısında bulunduğunu belirtti.

Bunun Fransa'nın alabileceği en aklı başında uyarılardan biri olduğunu belirten Fisk, Mali'de İslamcılara karşı askeri müdahalede bulunan Fransa'nın konuyla ilgili açıklamalarında, Amerikalıların Irak savaşı sırasında kullandıkları terminolojinin neredeyse aynısını kullandıklarını ifade ediyor.

Gazeteci Abdul Bari Atwan'a referans veren, Fisk, El Kaide'nin 2020 yılına kadarki straejisinin ilk aşamasında Amerika Birleşik Devletleri'ni Müslüman toprakları işgale yöneltmenin hedeflendiğini aktarıyor.

Stratejinin ikinci aşamasında ise Müslüman toplumların "uzun uykularından uyanıp" savaşmaya yönelecekleri varsayılıyor. Fisk'e göre, El Kaide, kadro kazanma stratejisini, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı yükselen düşmanlığa endekslemiş durumda.
BBCT

ABD'de Alkollü araç kullanmaktan 22 ay tutuklu kalan bir kişi 15,5 milyon dolar tazminat kazandı ama
09 Mart 2013



15,5 milyon dolara sevinemedi

Amerika Birleşik Devletleri'nde "unutulan tutuklu" davasında sanığa 15,5 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verildi. Alkollü araç kullanmaktan gözaltına alınıp 22 ay tutuklu kalan bir kişi açtığı tazminat davasını kazandı.

Stephen Slevin, New Mexico eyaletinde alkollü araç kullanmaktan gözaltına alındı.

Arkadaşının otomobilini kullanan Slevin'in aracı çaldığından şüphelenildi.

Slevin, konulduğu cezaevinde bir hücrede 22 ay tutuklu kaldı.

Stephen Slevin'ın, nihayet 2007 yılında görülen davası düştü.

Slevin, cezaevinde yaşadıklarını Amerikan medyasına aktardı.

CEZAEVİNDE HASTALIKLARLA MÜCADELE ETTİ

Panik atak hastalığına yakalandığını, uyku sorunu yaşadığını ve sağlık sorunlarının artmasına rağmen cezaevinde kendisine yardımcı olunmadığını söyledi.

Amerikan medyası onu "unutulan tutuklu" olarak adlandırarak açtığı tazminat davasını yakından izledi.

15,5 MİLYON DOLAR TAZMİNATA SEVİNEMEDİ

Mahkeme Slevin'e 22 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verdi.

Bölge idaresi kararı temyize götürdü, nihai karar 15,5 milyon dolar tazminat ödenmesi oldu.

Ancak 22 ay tutuklu kalan mağdur paraya sevinemedi. Çünkü post travmatik stres bozukluğu olan Stephen Slevin akciğer kanseriyle mücadele ediyor.

Slevin, davayı para için açmadığını, cezaevindeki tutuklulara insanlık onuruna uygun davranılması için bir mesaj vermek istediğini söyledi.
TRT

Almanya'da ırkçılara komik ceza
18 Nisan 2013



Almanya'da Winterbach saldırganlarına verilen cezalar vicdanları sızlattı.

9 Nisan 2011 tarihinde Almanya'nın Winterbach kasabasında yaşanan ırkçı saldırıya ilişkin devam eden ikinci davada da karar açıklandı.

Mahkemenin kararı savcılığın iddianamesi doğrultusunda oldu.

Böylece mahkeme, saldırının ırkçı bir saldırı olduğunu kabul etmiş oldu.

Buna rağmen, mahkemeden çıkan cezalar, çok az bulundu.

12 kişinin yargılandığı davanın ikinci kısmında 11 ırkçı 2 yıl 8 ay ila 1 yıl 3 ay hapis cezalarına çaptırıldı.

Mahkeme, bir kişiyi ise serbest bıraktı.

Görülen ilk davada da, ırkçı gruptan iki kişi 2 yıl 9 ay cezaya çarptırılmıştı.

WINTERBACH KASABASINDA NE YAŞANDI?

İki yıl önce yaşanan olayda, 9 arkadaş kendi bahçelerinde piknik yaparken, bir grup ırkçı ellerinde sopa ve baltalarla gençlere saldırmıştı.

Daha sonra 4’ü Türk 1’i İtalyan 5 gencin sığındıkları kulübe, ırkçılar tarafından ateşe verilmişti.

Neyse ki gençler polisin müdahalesiyle ölümden dönmüştü.

Yaşları 18'in üzerinde olan 12 saldırganın çocuk mahkemesinde yargılanması ise akıllarda soru işareti bıraktı.
TRT

'İngiltere'de yılda 100 bin cinsel saldırı oluyor ama bin tecavüzcü mahkum oluyor'
11 OCAK 2013



BBC'nin haberine göre; İngiltere'de her 30 tecavüzcüden yalnızca birinin adalete hesap verdiği bildirildi.

Cinsel suçlarda mahkumiyet oranı ise çok daha düşük: Binde bir civarında.

Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Ulusal İstatistik Enstitüsü'nün araştırmalarına göre ülkede her yıl çoğu kadın 60-95 bin kişinin tecavüze maruz kaldığı tahmin ediliyor.
Ancak yılda ortalama 1070 kişi bu tür suçlardan mahkum oluyor.

İndependent gazetesindeki habere göre mağdurlardan yalnızca %15'i polise gidiyor, diğerleri araştırmacılara "utandıkları için, önemli olmadığı için ya da özel mesele/aile meselesi olduğu için" şikayetçi olmadıklarını söylüyor.

Oysa tecavüz kurbanlarının %90'ı, saldırganın kimliğini bildiğini belirtiyor.

Mağdurlar polise gitseler de çoğu, mahkemede saldırgana karşı ifade vermeyi göze alamadığı için dava açılmıyor.

Bu sebeple İngiltere'de geçen yıl 2.910 kişiye dava açılmış, bunlardan 1070'i hüküm giymiş.

Dava iki yıl sürüyor

Gazeteye göre hazırlanan rapor, davalardaki büyük gecikmeleri de ortaya koyuyor.

Buna göre zanlı suçu kabul etmezse, davanın sonuçlanması 702 gün sürüyor -- yani neredeyse iki yıl.

Kadına Yardım adlı destek grubundan Deborah McIlveen tecavüz ve cinsel suçlar hakkında var olan tüm bilgilere, çalışmalara rağmen suçlulardan çoğunun adalete hesap vermemesini eleştirdi.

McIlveen "Tecavüz kurbanlarının çoğu saldırganı teşhis edebilir; çoğunlukla da eşleri, sevgilileri ya da eski eş ve sevgilileri olur bu kişi. Ancak suçluların cezalandırılmaması, kadınlara ve gençlere yönelik riskin devam etmesi sonucunu doğuruyor."

İngiltere ve Galler Tecavüz Krizi örgütü adına gazeteye konuşan bir sözcü de saldırganların hüküm giyme olasılığının düşük olduğu bilincinin, kadınları adalete başvurarak travmatik bir süreci başlatmaktan alıkoyduğunu, sonuçta ortaya bir "yumurta-tavuk açmazının" çıktığını söylemiş.

Adalet Bakanı Jeremy Wright ise ciddi suçlar işleyenlere mahkemelerin sert cezalar vermesini sağlayacak yasaların yürürlükte olduğunu hatırlatmış.

Bakan örneğin ikinci kez ciddi bir cinsel ya da şiddet içeren suç işleyen saldırganlara otomatik olarak müebbet hapis cezası veren yeni bir düzenleme olduğunu belirtmiş.
Dava sürerken öldürüldü
Buna karşılık İndependent 2010 yılında öldürülen hemşire Jane Clough davasını hatırlatıyor okurlarına.

Vass uzun süre eski sevgilisi Jonathan Vass'ın saldırısına uğradıktan sonra dava açma cesaretini kendinde bulmuş.
Ancak dokuz tecavüz ve dört saldırı suçlamasından yargılanmasına rağmen mahkeme Vass'ı tutuksuz yargılamaya karar vermiş.

Vass dava sürerken 26 yaşındaki Jane Clough'u hastanenin önünde 71 bıçak darbesiyle öldürmüş.

Ancak Vass yalnızca cinayetten hüküm giymiş, tecavüz ve saldırı suçlamaları dosyada kalmış.

Fakat Jane'in ailesinin başlattığı kampanya sonucu hem buna olanak tanıyan yasa hem de kefaletle salıverilme düzenlemeleri değişmiş.
haber1001

WSJ'den ABD ile ilgili skandal dinleme iddiası!
14 Kasım 2014



Amerikan Wall Street Journal gazetesinin haberinde, adalet bakanlığının baz istasyonu özelliği taşıyan casus uçaklarla ülkenin büyük bir kısmını izlediği öne sürüldü.

ABD'de Adalet Bakanlığı'nın baz istasyonu işlevindeki casus uçaklarla ülkenin büyük bölümündeki cep telefonlarını izlediği iddia edildi.

Wall Street Journal gazetesinin haberine göre, 2007'de kullanılmaya başlanan programda ülkedeki en az 5 metropoldeki havalimanında konuşlanan Cessna uçaklarıyla casusluk faaliyetleri yürütülüyor.

Program kapsamında uçaklara monte edilen ve baz istasyonu işlevi gören cihazların (dirtboxes), uçuş yapılan bölgedeki tüm cep telefonlarının sinyallerini toplayarak telefonlardaki bütün verileri ve bulunduğu yer bilgilerini elde ettiği belirtildi.

Cep telefonlarının otomatik olarak en güçlü sinyali gönderen baz istasyonuna bağlanması nedeniyle de uçaktaki cihazdan gönderilen sinyalleri, telefonların en güçlü ve en yakın sinyalmiş gibi algılayarak hemen bağlandıkları kaydedildi.

Adalet Bakanlığı yetkilileri, programı yalanlamazken, sadece suçluların takibi amacıyla kullanıldığı savunulan sistemle bölgedeki tüm telefonların verilerinin toplanabildiği belirtiliyor.

Daha önce de ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) eski Sistem Analisti Edward Snowden, NSA'nın dünya genelindeki dinleme ve izleme faaliyetlerini ortaya çıkarmış ve bu faaliyetler büyük tepki çekmişti.
Karşı Gazete

İtalya'nın Bir Numarası

18 Temmuz 2010
P2 adlı mason locasının devamı niteliğindeki P3’ün ortaya çıkarılması ülkeyi şoke etti.
1970’li yıllarda İtalyan siyasetinde deprem etkisi yaratan P2 adlı mason locasının devamı niteliğindeki P3’ün ortaya çıkarılması ülkeyi şoke etti. Savcılar, hakimler, işadamları ve vekillerden oluşan P3’ün tepesindeki “Sezar” kod adlı kişinin Başbakan Berlusconi olduğu iddia ediliyor

İtalya tarihinin ikinci büyük derin devlet skandalıyla çalkalanıyor. İtalyan savcılar, 1970’lerde ülkedeki siyasetin kirlenmesinde ve yolsuzlukların temelinde yer aldığı saptanan ve “devlet içinde devlet” olarak nitelendirilen P2 mason locasının çökertilmesinden 29 yıl sonra bir kez daha benzer bir skandalla çalkalanıyor. Siyaseti ve ekonomiyi etkileme amacıyla derin ve gizli örgütlenme iddiasıyla İtalyan Yargıtay Başsavcılığı tarafından açılan soruşturma, iş adamları, siyasetçiler ve yargı mensuplarının bu gizli örgütün üyesi olduğunu ortaya koydu.

Bakan yardımcısı istifa etti

Örgütün kurucusu olduğu belirlenen ve daha önce de P2 gizli oluşumunda yer alan işadamı Flavio Carboni başta olmak üzere, onlarca işadamı soruşturma kapsamında gözaltında. Skandalla ilgisi bulunduğu ortaya çıkan Ekonomi Bakan Yardımcısı Nicola Cosentino istifa etmek zorunda kaldı.

Yargıtay Başsavcılığı, Milano Temyiz Mahkemesi Başkanı Alfonso Marra başta olmak üzere telefon dinlemelerine takılan savcı ve yargıçların ifadelerini almayı kararlaştırdı. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı Arcibaldo Müller ve Milano savcılarından Nicola Cerrato’nun da haklarında soruşturma açılan yargı mensupları arasında bulunduğu açıklandı. Eski Yargıtay Başkanı Vincenzo Carbone, Lombardia Bölge Başkanı Roberto Formigoni, senatör Marcello Dell’Ultri de ifadesi alınacak isimlerden...

Telefon kayıtlarında P3 üyelerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerde örgütün tepesinde olduğu iddia edilen Başbakan Silvio Berlusconi’den “Sezar” diye söz ettikleri iddiası ise gündeme bomba gibi düştü. Başbakan Berlusconi dün avukatı aracılığıyla yayınladığı açıklamada sert bir dille iddiaları yalanladı.

Utanç verici bir kurgu bu!

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi P3 soruşturmasında kendisinin de yer alacağına yönelik iddiaları sert bir dille yalanladı. Berlusconi, muhalefete ve basına yüklenerek, “Ortada, beni ve hükümeti hedef alan utanç verici bir kurgu var. Sandık sonuçlarını yargı yoluyla tersine çevirmek istiyorlar” dedi. Başbakanın avukatı Niccolo Ghedini, zanlıların telefon görüşmelerinde Berlusconi’den “Sezar” diye söz ettikleri yönündeki iddianın gerçeği yansıtmadığını belirtti. Ghedini, bugün konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Sezar’ın Berlusconi’yle alakası yok. İddialar mesnetsiz” görüşünü savundu. Bu iddiaları haber yapan yayın organlarına tazminat davası açılacağını duyurdu.

P2 adlı gizli Mason Locası 1981 yılında feshedilmişti

İtalya, 1981’de P2 Gizli Mason Locası skandalıyla sarsılmıştı. Licio Gelli’nin 1970’li yıllarda kurduğu P2, ülkedeki pek çok finansal skandalın ve karanlık s
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 30, 2015 8:47 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Nis 17, 2013 8:42 pm    Mesaj konusu: Boston saldırısının ardından bizleri bekleyen “adalet” Alıntıyla Cevap Gönder

Kumandan Carlos: “La Santé Cezaevi’ndeki tecrid hücreleri…" (*)



Bugün, günlük “Libération” gazetesinde, iki ay önce kapanan La Santé Cezaevi hakkında bir makale var. Bu çerçevede “Libération”dan bir gazeteci daha önce bana bir mesaj göndermiş ve La Santé’deki “tecrid” hücreleriyle ilgili birşeyler yazmamı rica etmişti. Ben de yazmış ve 22 Ağustos’ta kendisine göndermiştim. Aynen yayınlamadıkları ama makalede bahsini ettikleri bu yazıyı Fransızca kaleme almıştım ancak sizin için tercüme edeceğim:

– “La Santé Cezaevi’ndeki tecrid hücreleri…

20 yıllık mecburi tatilim (Carlos acı acı gülüyor) boyunca, yine 20 yıllık tam bir tecride maruz bırakıldım. Hâlâ da sürüyor bu tecrid. Bunun 8 senesi, La Santé Cezaevi’nin tecrid hücrelerinde geçti. Altı metrekareden birazcık büyük bu hücreler arasında, “güvenlik” gerekçesiyle sık sık oradan oraya taşınmak zorunda bırakıldım yine.

Sudan’dan getirildiğim Fransız Villacoublay Hava Üssü’nden alınıp, Fransız karşı istihbarat servisi DST [Direction de la Surveillance du Territoire] karargâhına da götürülerek, 15 Ağustos 1994’de nakledildim La Santé’ye.

La Santé Cezaevi’nin başgardiyanlarından en eskisi, doğrusu nâzikçe karşıladı ve teslim aldı beni. Derken, vücudum ilâçlandı ve bu arada sadece başım ve ayaklarımın dışarıda kaldığı, boynuma kadar uzanan, kocaman ve sıkı bir torba içinde yürümek zorunda bırakıldım. Zaten Sudan’ın başkenti Hartum’dan da bu şekilde getirilmiştim Fransa’ya. Bir de gardiyanların beni “uzaktan” yıkaması hâdisesi var. Bu derece tam bir “tecrid” uygulaması altındaydım.

Cezaevi şu ân çok kötü durumda olduğu için yapılacak birtakım tadilatlar dolayısıyla, beş yıllığına kapatıldı La Santé. Benim getirildiğim dönemde en genç müdür yardımcısı olan Sylvie Manaud-Bénazéraf adlı kadın, La Santé’nin kapatıldığı dönemde cezaevi müdürüydü.

Gardiyanlara gelince; eskiden Fransız ordusunda askerlik yapmış Karayiblilerdi hemen hepsi ve benimle konuşmalarına da izin verilmiyordu; yasaklanmıştı.

Hücremin kapısının açılması ise, en az bir memurun da hazır olması şartıyla, asgari üç gardiyanın mevcud bulunması durumunda mümkün olabiliyordu.

Sadece müdür yardımcısı Sayın [Didier] Voituron’un benimle konuşma yetkisi vardı ve günde üç kez ziyaret ederdi beni. İyi bir profesyoneldi Voituron ve “bana özel” uygulanan sıradışı ve absürd tedbirleri olabildiğince normalleştirmeye çalışmak bakımından, elinden gelenin en iyisini yapıyordu. Meselâ, hücremin kapısındaki cam delikten, gece gündüz demeden her yirmi dakikada bir “güvenlik kontrolü” yapılmaktaydı. Demek ki, günde 72 kez gözle kontrol ediliyordum (Carlos gülüyor). Gürültülü biçimde gerçekleştiği için de, gece vakti rahatsız edici oluyor ve uykumu bölüyordu tabiî bunlar. Voituron, işte bu güvenlik kontrolünü, akşam 7 ile sabah 7 arasında gerçekleştirilmek üzere 16’ya indirmeyi başarmıştı. On yıl devam etti bu uygulama!

Yine, yalnızca telefonla talimat alıyordu Voituron. Yazılı hiçbir şey yoktu ortada; illegaldi yâni herşey.

O zamanlar gözetleme kameraları yoktu cezaevinde. Bana da “pain bâtard” adı verilen Fransız ekmeğinden veriyorlardı sabahları ama yenilemeyecek kadar serttiler. Yemek için ısırmaya çalışıyordum fakat çiğnenemeyecek sertlikteydiler. Başka bir kısımda alarm verilip de tüm gardiyanların ve memurların o sabah oraya gittiği güne kadar, haftalarca devam etti bu durum. Diğer memur ve gardiyanların tecrid hücrelerinin bulunduğu bölümü terkedip beni yalnız bıraktığı o gün, sabahları mahpuslara verilecek kahve ve ekmekleri taşımak için kullanılan küçük arabanın yanında bulunan ve Karayibli gardiyanların en eskisi olan gardiyan, benim sert ekmeğimi aldı ve onun yerine enfes bir “pain bâtard” verdi bana. Fransız cezaevlerinde pişirilmiş taze ve nefis bir “pain bâtard”dı bu.

Bir süre sonra benimle konuşmaya da başladı gardiyanlar ve böyle böyle dostça bir münasebet tesis edildi aramızda. Hattâ, yine 1994 yılı içerisinde, gardiyanların bağlı olduğu sendikaya danışmanlık bile yaptım. Şöyle ki:

1994 sonlarında bir grev kararı almıştı gardiyanlar. Oysa grev yapma hakları yoktu kanunen. Sendika temsilcisi olan ve bu sıfatından dolayı üniformasız olarak cezaevinde istediği yere gidip istediği kişiyle görüşen bir Fransız genç, haftada birkaç kez görmeye gelirdi beni. Grevle ilgili hukukî mevzuatı bizzat araştırmış olarak, şöyle bir tavsiyede bulundum kendisine:

– “Yanlış yapmayın. Böyle yapmak yerine, yargılama sürecini hiçbir şiddet kullanmaksızın bloke edebilirsiniz ve mahpusların sorgulanmak veya yargılanmak üzere cezaevi dışına çıkışını engelleyebilirsiniz. On, yirmi, otuz, kırk, elli gardiyan, artık kaç kişi olurlarsa, görev saatleri dışında ve üniformasız olarak sivil kıyafetleriyle cezaevi kapısı dışında mevkilenebilir, şiddete de başvurmak zorunda kalmadan mahpusların yargılanma sürecini bloke edebilirler. Polis veya jandarmanın zaten cezaevi içinden mahpusları alıp arabayla mahkemeye götürme hakkı yok.”

Böyle de yaptılar, hattâ bu yüzden, hemen cezaevi yakınındaki karakoldan her gün polisler gelip gardiyanların ifadelerini ve isim listesini de aldılar ama hemen peşinden serbest bırakmak zorunda kaldılar. Niçin? Çünkü onları tutukladıklarında, cezaevinde vazife yapacak gardiyan kalmayacaktı (Carlos gülüyor).

Diğer taraftan, mahpusların aile ve avukatları cezaevine ziyarete geldiklerinde, gardiyanlar onların işlerini çabucak, dostça ve hiçbir müdahalede bulunmadan hâllediyordu ki, bazı mahpus anneleri sırf bu yüzden gidip gardiyanları yanaklarından öpüyordu. Mahpus aileleri daha önce hiç bu kadar kibarca bir muameleyle karşılaşmamıştı çünkü. Mahpuslar da gardiyanları gördüklerinde parmaklıklar arkasından bağırıyor ve onları destekliyorlardı; görülmedik bir hâdiseydi bu dayanışma.

Gardiyanlara verilen yemek de, neredeyse bize verilenler kadar berbattı. Hattâ yemek dağıtan gardiyanlar bize geldiklerinde, “bunlar köpeklere bile verilmez; yazıklar olsun!” derdi bazen.

Bu grev hareketi tüm Fransa’da gerçekleşiyordu gerçi ama La Santé Cezaevi Fransa’nın göbeğinde, merkezinde, Paris’te olduğu için, Fransız kamuoyunun ve basının dikkati burada odaklanıyordu. Grev çerçevesinde esasî bir rol oynuyordu La Santé ve ben de danışmanıydım sendikanın (Carlos gülüyor).

Sonunda, hem gardiyanların ve hem de bizim yemeklerimiz iyileştirildi, gardiyanların maaşları artırıldı ve daha önce kış için özel üniforma verilmeyen gardiyanlara kış üniforması verildi.

1995’te de benzer bir hâdise yaşandı ve maaşlar olsun, diğer imkânlar olsun, daha da iyileştirildi.

(Carlos, günlük veya haftalık gazetelerin hücreler arası paylaşılmasında yaşanan bazı problemlerden bahsediyor.)

Başka bir hâdise…

La Santé’de bulunduğum süre zarfında cezaevinin ilk müdürü olan zâtla hiç tanışmamış, sadece uzaktan görmüştüm. Bu adam ancak başka bir yere tâyini çıkınca benimle buluşmuş, konuşmuş, elimi sıkmış ve “sizinle konuşmak benim için bir şeref” demişti ki, ona bile, yâni cezaevi müdürüne bile orada birlikte bulunduğumuz iki sene boyunca yasaklanmıştı bana yaklaşması! Fakat artık cezaevinden ayrıldığı için takmamıştı o gün bu yasağı.

Cezaevi doktorlarına, hemşirelerine ve sağlık görevlilerine gelince; hepsi çok profesyonel, çok sabırlı, kendilerini işlerine adamış insanlardı… Sadece tek bir istisnâsı oldu bunun: Kırmızı saçlı, ufak ama kalın camlı gözlük takan, homoseksüel İsrailli doktor!.. Bu tipin davranışları dolayısıyla yaptıklarım için –birincisinden kurtuldu, ikincisinde kaçamadı!-, Fransız Tabibler Birliği tarafından cezalandırıldım.

Bir yaz günü, tüm avukatlarım beni ziyaretten ayrıldıktan sonra, bu İsrailli doktor kapıma geldi ve “Allahaısmarladık demeye geldim, çünkü La Santé’den artık ayrılıyorum” dedi. Ben de, “size bundan sonraki iş hayatınızda başarılar diliyorum” şeklinde kibarca karşılık verdim. Peşinden, “bu arada, psikiyatri servisinde randevunuz var, şimdi oraya gitmeniz gerekiyor!” dedi bana. Hâlbuki böyle bir randevum falan yoktu. Tam bu sırada, İsrailli doktorun arkasına sıralanmış bir düzine kadar gardiyanın en sonuncusu olan iri Karayibli arkadaş, “dikkatli ol!” anlamında bir işaret yaptı bana. Mesajı alır almaz hemen şöyle konuştum: “Tamam, giyinip geliyorum!”. Bir doktorun on kadar gardiyanla kapıma gelmesinde tuhaf birşeyler olduğunu sezmiştim çünkü. Tam hücremden çıkmıştım ki, eski asker olan iri Karayibli gardiyanlar arasındaki ufak tefek “beyaz” bir gardiyanın elinde taşıdığı şırıngayı farkettim. Meğer bana birşeyler şırınga etmeye hazırlanıyormuş! Neyse, üst kattaki psikiyatri servisine çıkınca, oradaki psikiyatri doktoru da şaşırdı beni gördüğüne, çünkü böyle bir “randevu” elbette yoktu! Kibarca konuştuk ve yarım saat sonra da ayrıldım oradan.

Karayibli gardiyanın daha sonra bana anlattıklarını dinleyince, ortada neler döndüğünü anladım. İsrailli doktorun “randevuya gitme” talebine karşı çıksaymışım, “isyan” ettiğim gerekçesiyle bana hemen ilaç enjekte edilecek, peşinden de psikiyatrik problemleri olan azılı mahpusların yatırıldığı bir hücreye atılıp uyuşturucu iğnelerle mahvedilecekmişim!

Bu tuzaktan kurtuluşumu, işte bu Karayibli gardiyana borçluyum.

Boğuşmak zorunda kaldığım tüm bu ve benzeri problemlere rağmen, kötü olduğu kadar iyi hatıralarım da oldu La Santé Cezaevi’nde. “Sistem”in bana revâ gördüğü tüm böylesi sıkıntıları yaşamakla beraber, hayatta kalmayı da başardım. Aynı şekilde, gardiyanlar başta olmak üzere cezaevi personelinin büyük çoğunluğu bakımından, orada insanlığı da gördüm.

Bu vesileyle, kaçırılıp Fransa’ya getirildiğim ilk dönemde bana bazı genç ve sevimli avukatlar gönderdikleri ve hayatımı daha az kötü kıldıkları için, Fransız gizli servislerine teşekkür etmeden de geçemeyeceğim.

Allahü Ekber.

6 Eylül 2014

* Kumandan Carlos (ilich ramirez sanchez)'un Türk Avukatı Av. Güven Yılmaz ile yaptığı haftalık telefon görüşmesi notlarından iktibas edilmiştir.

Kaynak: ADIMLAR DERGİSİ

Boston saldırısının ardından bizleri bekleyen “adalet”
Musab Yiğit
17-04-2013



YDH-Uluslar arası hukuk araştırmacısı yazarımız Musab Yiğit, Boston’daki bombalı saldırı sonrasında ile ABD medyasında gündeme gelen adalet anlayışını değerlendirdi.

Amerika Birleşik Devletleri'nin Massachusetts Eyaletinin en önemli ve en büyük şehri olan Boston’da meydana gelen patlamaların ardından 11 Eylül sonrasını hatırlatan bir hava esmeye başladı.

Her ne kadar daha Başkan Obama olayın faillerinin ve nedeninin henüz belirlenemediğini söylese de medyada Müslümanlara yönelik linç girişimleri başladı. Bunun en uç örneği ise ABD’nin en önemli kanallarından birinde sıkça yorumlar yapan Erik Rush’tan geldi.

Rush “Evet onların şeytan, hadi hepsini öldürelim”[1] diyerek olayların ardında Müslümanların olduğunu ima ettikten sonra kendince adaletin nasıl yerini bulacağını da bildirmiş oldu. Birçok insan açısından şok etkisi yaratan bu açıklama biraz aşırıya kaçmış olsa da aslında ABD’nin birçok olayda ortaya koyduğu adalet anlayışından çok da uzak değil.

Aslında bu adalet anlayışını anlamak için var olan uluslararası sistemin temellerinin atıldığı ikinci dünya savaşı sonrasında yaşananlardan başlamak gerekir. Savaşın galibi olan ABD ve müttefikleri ilk iş olarak savaştan mağlup çıkan Nazi Almanya'sını ve mihver devletleri yargılamaya başlamışlardı.

Bu amaçla uluslararası ceza mahkemeleri kurulmuştu. Savaşa katılan askerler ve siyasetçiler Nürnberg Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Tokyo Uluslararası Uzak Doğu Askeri Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaya başlamışlardı. Ancak bu mahkemeler yapısı itibari ile bugün evrensel kabul edilen birçok kuralı ihlal edecek şekilde kurulmuş ve hüküm tesis etmişlerdir.

Bu mahkemeler daha ilk andan itibaren "yargının bağımsızlığı" ilkesine ters düşecek şekilde kurulmuşlardır. ABD ve müttefiklerinin girişimleri ile meydana getirilen bu mahkemelerin hâkim ve savcıları de yine aynı şekilde galip devletler tarafından atanmıştır. Bu şekilde " doğal hâkim ilkesi" de ihlal edilmiştir. Yani suç işlenmeden önce var olan bağımsız mahkemelerce yargılama yapılmamıştır.

O dönemin şartları göz önüne alındığında bu temel ilkelerin bir tarafa bırakılmasının adaletin tesisine halel getirmeyeceği söylenebilecek olsa bile, yapılan yargılamaların yalnızca savaştan mağlup çıkan devlet askerleri ve siyasetçilerine yönelik yapılmış olması aslında bizim için en büyük ipucu olmuştur.

Örneğin milyonlarca insanın tek bir saldırı ile hayatını kaybettiği ve bir o kadarının da sakat kaldığı dünya tarihindeki en trajik saldırı olan Nagazaki ve Hiroşima saldırıları ve bunların sorumluları asla yargılanmadılar. Çünkü ABD tarzı adalet anlayışında 2.500 askerin karşılığında milyonlarca sivilin hayatını kaybetmesi oldukça normaldi.

Bu anlayış kendini tarih boyunca birçok alanda gösterdi. Amerikan devletinin verdiği kayıplar her zaman diğerlerinden daha değerli oldu. 11 Eylül sonrasında ise bu adalet anlayışı bizim bölgemizde hüküm sürmeye başladı. Bir kez daha hayatını kaybeden 2.500 civarı Amerikan vatandaşına karşılık Irak ve Afganistan’da milyonlarca insan hayatını kaybetti. Olayın sorumlusu olduğu ileri sürülen el-Kaide lideri Usame Bin Ladin öldürüldüğü gün bir açıklama yapan Başkan Obama “ Adalet yerini buldu” (on nights like this one, we can say to those families who have lost loved ones to al Qaeda’s terror: Justice has been done.”)[2] diyerek bir kez daha Amerikan tarzı adalet anlayışını tüm dünyaya ilan etmiş oldu.

Bir diğer olay ise oldukça yakın bir tarihte Afganistan’da yaşandı. 7 Nisan günü gerçekleştirilen intihar saldırısı sonucunda içlerinde ABD'li bir diplomatın da bulunduğu 4 kişi hayatını kaybetmiş, misilleme olarak NATO tarafından bir hava saldırısı düzenlenmişti. Yapılan misillemede 11'i çocuk 12 sivil hayatını kaybetmiş ancak NATO saldırı dolayısı ile özür dilemeyeceğini açıklamıştı.[3]

Aynı dönemde İsrail'in Mavi Marmara olayına ilişkin olarak özür dilemesi ve “barış süreci” ile gündemi oldukça yoğun olan ülkemizde bu konu çok da dile getirilmedi. Ancak Libya'da adalet ve demokrasiyi tesis eden, Suriye'de ise aynı adaleti tesis etmesi için dört gözle beklenen NATO'nun ve dolayısı ile ABD'nin adalet anlayışını bizlere anlatması açısından oldukça önemli bir örnek oldu bizler açısından.

İşte tüm bu örnekler göz önüne alındığında bu saldırıların ardından ABD ve NATO tarafından bölgemizde nasıl bir adaletin tesis edileceğini tahmin etmek hiçte zor olmasa gerek!

Bir Soru: Bir saldırıyı barbarca yapan nedir?

Boston’da meydana gelen saldırıların ardından dünyanın dört bir yanından taziye ve kınama mesajları gelirken, ülkemizde de Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu saldırıyı sert bir dille kınayan mesajlar gönderdiler. Ancak benim ilgimi çeken Maliye Bakanı Mehmet Şimşeğin paylaştığı bir twit oldu; “Boston'da dün yapılan barbar saldırıyı kınıyorum.”

Sormadan edemiyor insan birkaç gün önce NATO tarafından yapılan saldırıda 11 çocuk hayatını kaybetmişken ve NATO özür dilemeyeceğini açıklamışken hiçbir kınama mesajı göndermeyen yöneticilerimizi bu denli kızdıran acaba ne oldu?

Kanaatimce saldırının “ barbarca” nitelendirilmesi yönteminden kaynaklandı. Çünkü alınan bilgiler saldırının düdüklü tencere içerisine yerleştirilen ev yapımı bir bomba ile meydana getirildiği yönünde. Yani kullanılan araçların oldukça ilkel araçlar olması saldırıyı da bir o kadar “ barbar” hale getiriyor. Yoksa son teknoloji insansız hava araçları ile gerçekleştirilen “modern” bir saldırı olmuş olsa aslında belki de herhangi bir kınamaya ihtiyaç duyulmayacaktı.


[1]http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/butun-muslumanlari-oldurelim-17.04.2013-511159

[2]http://www.whitehouse.gov/blog/2011/05/02/osama-bin-laden-dead

[3]http://dunya.milliyet.com.tr/nato-ozur-dilemiyor/dunya/dunyadetay/09.04.2013/1691066/default.htm

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

ABD, Yaralı yakalan Boston eylemcisi'ne yasal haklarını kullandırmak niyetinde değil
21 NİSAN 2013



BBC'nin haberine göre ABD'li yetkililer, Boston Maratonu'nu izleyen kalabalığı hedef aldığı düşünülen eylemin yaralı halde yakalanan şüphelisine "yasal haklarını hatırlatmaya niyetleri olmadığını" açıkladı.

Olağan uygulamada zanlılara avukat tutma ve suçlamalar hakkında sessiz kalma hakları hatırlatılıyor.

Eylemin 19 yaşındsaki şüphelisi Cohar Tsarnaev, Boston'un dışındaki bir evin bahçesinde ağır yaralı olarak yakalandıktan sonra niçin Yahudilere Beth Israel Deaconess Tıp Merkezi'nde "tedavi" altına alındığı da ayrı bir soru işareti olarak duruyor.

Beth Israel Deaconess Tıp Merkezi'nin önünde tedavinin sonuç vermesini bekleyenler arasında özel terör sorgu ekipleri ve savcılar da var.

Hastanenin önünde bulunan BBC muhabiri, hastanın çok kan kaybettiğini, federal yetkililerin çok beklemek zorunda kalabileceğini söylüyor.

Amerika Birleşik Devletleri Kongresi'nin üst meclisi olan Senato'nün önde gelen üyelerinden Senatör John McCain 19 yaşındaki Çeçen'e şüphelinin "düşman savaşçı" muamelesi görmesi gerektiğini söyledi.

"Düşman savaşçı" tanımı Guantanamo'da - ABD yargılama hakları alanı dışında - tutulanlar için de kullanılıyor.

Amerika Birleşik Devletleri federal yasalarına göre zanlıya isnat edilebilecek bir suçlama ölüm cezasını öngörüyor; söz konusu suçlama "toplu imha amaçlı silahların kullanılması." Massachussets eyalerinde ise idam cezası bulunmuyor.

Susma hakkı...

Zanlıya yasal haklarının okunmamama ihtimaline tepki gösteren Amerikan Yurttaş Özgürlükleri Birliği "Amerikalı olmayan birine böyle bir hakkın tanınmamasının adil yargılamayı zorlaştıracağını" ifade etti.

Kuruluş, ABD yasalarının yabancılar için istisnai böyle bir uygulamaya izin verdiğini ancak sadece "kaçınılamaz yaklaşan tehlike durumları" için öngörüldüğünü belirtti.

Kuruluş, zanlıdan bilgi alınarak olayın bütün boyutlarının aydınlatılması çağrısı yaptı.

Zanlının yakalanışı

Cahar Tsarnaev, suç ortağı olduğu düşünülen ağabeyinin ölümüne neden olan çatışmanın ardından, muhtemelen yaralı halde yaya olarak kaçmıştı.
Dün zanlıları yakalamak üzere başlatılan geniş kapsamlı operasyon nedeniyle kentte hayat durma noktasına geldi.

Amerikan medyası bu kardeşlerin ülkeye Türkiye üzerinden giriş yaptığını, hatta bir süre Türkiye'de yaşamış olabileceklerini öne sürdü.

Zanlıların Türkiye bağlantılarıyla ilgili iddialara Ankara'dan yanıt geldi.
İçişleri Bakanı Muammer Güler, zanlılardan Tamerlan Tsarnaev'in Temmuz 2003'te 10 gün Türkiye'de kaldığını, zanlıların Türkiye'yle ilgilerinin olmadığını söyledi.
haber1001

Paris'te 'peçe' gerginliği
21 TEMMUZ 2013

Fransa’nın başkenti Paris’in banliyölerinden Trappes’da, peçeli bir kadının kocasının gözaltına alınmasını protesto eden gruplar dün gece de polisle çatıştı.

Polis yetkilileri, sonradan Müslüman olan 21 yaşındaki kocanın, karısından peçesini çıkarmasını isteyen polis memurunu boğmaya çalıştığını öne sürüyor.

Fransa’daki bir İslami örgüt iddiayı reddetti ve polisi kışkırtıcılılıkla suçladı.

Ülkede kamuya açık alanlarda peçe takılması Nisan 2011’de yasaklanmıştı. Yasağı ihlal edenler para cezasına çarptırılıyor.
300 kişilik bir grup, adı açıklanmayan bu kişinin Cuma gününden beri tutulduğu karakola taş ve molotof kokteyli atttı, bazı araçları ve otobüs duraklarını ateşe verdi.
20 araç ateşe verildi
Çevre semtlere de yayılan olaylar sabah saatlerine kadar devam etti.
Polis eylemcilere göz yaşartıcı gazla karşılık verdi.
Gözaltına alınan ve mahkemeye çıkarılacağı belirtilen kişi gece geç saatlerde serbest bırakıldı.
İçişleri Bakanı Manuel Valls, Trappes’a gönderilen takviye polis gücünün sükunet sağlanıncaya kadar burada kalacağını açıkladı.
Karakolun önünde geniş güvenlik önlemleri alındı.
Bakan Valls’in açıklamasına göre olaylarda dört kişi gözaltına alındı, 20 araç ateşe verildi.
BBC muhabiri Hugh Schofield, göçmenlerin yoğun olduğu banliyölere gerginliğin hakim olduğunu söylüyor.
Muhabirimiz, 2005’ten bu yana banliyölerde ayaklanma çıkmamasına ragmen zaman zaman şiddet olaylarının yaşandığını hatırlatıyor.
2005’te Paris’in bir banliyösünde iki kişinin ölümünden sonra başlayan protestolar tüm ülkeye yayılınca olağanüstü hal ilan edilmişti.
bbct

Hollanda: 'Kültürel köken' yüzünden Türklere az tazminat
Yusuf Özkan
Lahey
26 ARALIK 2013



Hollanda'da bir mahkemenin, "kültürel kökeni nedeniyle daha az çalışacağı" gerekçesiyle Türkiye kökenli bir kadına daha az tazminat ödenmesi kararı tartışma yarattı.
Hollanda Türkler İçin Danışma Kurulu kararı, "ayrımcılık" olarak değerlendiriyor. Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) konuyu parlamento gündemine taşıyor.

Hollanda, mahkemenin, "Türk kadınları, kültürel kökeni nedeniyle çalışma hayatından erken çekilir. Bu nedenle daha az tazminatı hak ediyorlar" yönündeki kararını tartışıyor. Mahkemenin kararı, "ayrımcılık" olarak değerlendiriliyor.
Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) tarafından parlamento gündemine taşınan "ayrımcılık" tartışmasının kökeni, Türkiye kökenli Coşkun ailesinin açtığı tazminat davasına dayanıyor.
Tazminat davası
Hem Türk hem de Hollanda vatandaşı olan ailenin şu anda 20 yaşında olan kızları Ezra, 10 yıl önce bir motosikletin çarpması sonucu ağır yaralandı. Uzun süre komada kalan Ezra Coşkun, beyinsel fonksiyonlarının büyük bölümünü yitirdi.
Coşkun ailesi mahkemeye başvurarark tazminat isteminde bulundu. Hollanda Beyinsel Hasarları Hesaplama Merkezi, beyinsel işlevi 4 yaşındaki bir çocuğun düzeyine gerileyen Ezra Coşkun'a 430 bin euro tazminat ödenmesini tavsiye etti.
Ancak bu miktar, kazaya neden olan kişinin bağlı olduğu sigorta şirketi tarafından fazla bulundu. Sigorta şirketi, Ezra Coşkun'un okul durumunu ve tüm aile bireylerinin eğitim durumunu inceledi.
Kaza öncesi düşük düzeyli bir okula devam eden Coşkun'un "kuaför olmak istediğini" öğrenen sigorta şirketi, bu varsayımdan yola çıkarak bir ödeme planı hazırladı. Plana göre, "erken yaşta evlenip, en geç 26 yaşında anne olacak olan Coşkun, 36 yaşına kadar çocuk bakacak. 36 yaşından sonra da ancak 'part-time' olarak çalışabilecekti.."
Bu nedenle, 430 bin euro yerine 70 bin euroluk tazminatın yeterli olacağı savunuldu.
'Ayrımcılık'
Sigorta şirketinin bu varsayımı, mahkeme tarafından "haklı" bulundu. Mahkeme, "kültürel kökenler nedeniyle" ortalama bir Türk kadınının "26 yaşında çalışma hayatından çekildiğine" işaret etti. 430 bin euro yerine 70 bin euro tazminat verilmesini hükme bağladı.
Coşkun ailesinin avukatı Arnoud Fuch, Noel tatili sonrası karara itiraz etmeye hazırlanıyor.
Hollanda kamuoyu ise, mahkemenin kararını "ayrımcılık" olarak değerlendiriyor.
Sorularımızı yanıtlayan Hollanda Türkler İçin Danışma Kurulu (IOT) Müdürü Ahmet Azdural, "Bu tam bir ayrımcılık. Dahil olduğu bir grubun 'ortak özelliği' denilerek bir kişi hakkında böyle bir karar alınamaz" diyor.
Azdural, mahkemenin, "Ortalama Türk kadını, 26 yaşında çalışma hayatından çekilir. Kaza öncesi de düşük düzeyli bir okula gidiyordu" görüşünü de "kabul edilemez" buluyor.
Hollanda'daki Türk çocuklarının yüzde 25'inin, "dil geriliği" nedeniyle düşük düzeyli okullardan, daha uzun bir süre sonunda yüksek öğrenime geçtiklerini anımsatan Azdural, şu görüşleri dile getiriyor:
"Kaza olmasa bu genç kız da düşük düzeyli bir okuldan üniversiteye geçip, avukat ya da hakim olabilirdi. Bu, 'Bir Türk'ü öldürmenin cezası, bir Hollandalı'yı öldürmeninkinden daha az olmalı. Çünkü Türkler daha az yaşıyor' mantığıyla eşdeğer. Yanlış ve ayrımcı bir karar."
Azdural, son 1 ay içinde Avrupa Komisyonu, Uluslararası Af Örgütü ve Birleşmiş Milletler (BM) raporlarında, Hollanda'nın "ayrımcılık" konusunda ciddi eleştirilere hedef olduğunu anımsatıyor. Aynı şekilde İş pazarında yabancılara yönelik ayrımcılığın "vahim boyutlarda" olduğunu gösteren raporlardan örnek veriyor.
'Hukuk güçlüden yana'
Ahmet Azdural, bütün bu örneklere rağmen hükumetin "ayrımcılık" suçlamaları karşısındaki tutumunu "kaygı verici" olarak değerlendiriyor. "Hükumet, ayrımcılıkla mücadele konusunda sorumluluk almaktan kaçıyor. 'Düşünce özgürlüğü' var diyerek ırkçı yaklaşımları normallaştırıyor" diye konuşuyor.
Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB) Başkanı Mustafa Ayrancı ise, "Ankara'ya" sitem ediyor. Ayrancı, özellikle Geri Kabul Anlaşması ile Avrupa'daki Türkiye kökenlilerin en büyük kazanımı olan sosyal güvenlik anlaşmasının "pazarlık konusu" yapıldığını savunuyor.
"Eğer zayıfsanız, bu tür kararlara hazır olmalısınız. Hukuk hep güçlüden yana" diyen Ayrancı, Mahkeme kararlarından, politik uygulamalara kadar önü alınamayacak sorunlarla karşı karşıya bırakıldıklarını öne sürüyor.
Muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) ise Hollanda mahkemesinin kararıyla başlayan "ayrımcılık" tartışmasından rahatsız. CDA Milletvekili Pieter Heerma, soru önergesiyle konuyu parlamento gündemine taşıyor. Normalde bğımsız yargı kararı konusunda açıklama yapmadığını belirten Heersma, "Ama şu an bu ve benzeri olayların hangi sıklıkta olduğunu bilmek istiyorum. Bu, çok sık karşlaşılan bir durumsa, politikacıların derhal adım atması gerekir" diyor.
BBCT

Musullu Kürt El Kaideci Abdulhadi el Iraki’nin öyküsü
Ruşen Çakır
16.11.2014
rusencakir.com



EL Kaide’nin Irak’taki efsanevi lideri Filistin asıllı Ürdünlü Ebu Musab el Zerkavi, 7 Haziran 2006’da Amerikan ordusu tarafından öldürüldü. El Kaide lideri Usame bin Ladin, Zerkavi’nin yerine, en güvendiği adamlarından Musul doğumlu bir Kürt olan Abdulhadi el Iraki’yi görevlendirdi. Eşi ve 4 çocuğuyla İran üzerinden Türkiye’ye gelen El Iraki, önce Suriye’ye, oradan da Irak’a geçecek ve Ebu Hamza el Muhacir’in geçici olarak üstlendiği Irak El Kaide’sinin liderliğini devralacaktı.
Fakat 16 Ekim 2006 günü öğleden sonra 15.00 sıralarında Suriye’ye geçmek için hazırlık yaparken Gaziantep’te yakalandı. Üzerlerinden çıkan İran kimliklerine göre o Mohammad Reza Ranjbar Rezaei (39), eşi Cheshmnaz Fotohiashena Abad (40) ve çocukları Mohammad (9), Fatemeh (7), Ali (6) ve Leila (4) idi.
Avukatları Osman Karahan’ın BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne sığınma başvurusu yapması üzerine aile önce Yozgat’taki mülteci kampına gönderildi. Ardından 31 Ekim 2006’da sabah 02.00’de İstanbul’dan sınırdışı edilerek Afganistan’a yollandı.

EL KAİDE’NİN DEĞİŞEN KADERİ

Abdulhadi el Iraki’nin yakalanması üzerine Irak El Kaide’sinin başına Ebu Ömer el Bağdadi geçti. Onun 2010 Nisan’ında öldürülmesiyle yeni lider Ebubekir el Bağdadi oldu. O da Irak El Kaide’sinin adını üç yıl sonra Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Kısa süre içinde El Kaide’den kopan Ebubekir el Bağdadi, Musul’un ele geçirilmesinin ardından halifeliğini ilan etti.
Abdulhadi el Iraki’nin yakalandığı ilk kez 6 ay sonra, 2007 yılı nisan ayında CNN’de haber oldu. Amerikan Savunma Bakanlığı yetkilileri, CNN’e, El Iraki’nin 2006 sonlarına doğru yakalandığını, bir süre CIA’nın gizli hapishanelerinde tutulup sorgusu tamamlandıktan sonra, 2007 Nisan’ında Küba’daki Guantanamo Kampı’na yollandığını söylemişti.
Bu haberden 1 ay sonra, 23 Mayıs 2007’de El Cezire Televizyonu’nda, El Kaide’nin basın kolu olan Es Sabah’ın, örgütün Afganistan kanadının başına getirilmiş olan Mustafa ebu Yezid ile yaptığı mülakattan bazı bölümler yayınlandı. El Yezid bu mülakatta Zerkavi’nin yerine görevlendirilen Abdulhadi el Iraki’nin Türk makamlarınca yakalandığını, ardından ABD’ye teslim edildiğini belirtti ve “Bunların cezası önce Allah, sonra da mücahitler tarafından verilecektir” dedi.

‘TERÖR SİMSARI’


1961 doğumlu olan Abdulhadi el Iraki’nin gerçek adı Neşvan Abulrezzak Abdulbagi. Musul’un kuzeyinde doğmuş bir Kürt. Saddam Hüseyin döneminde Irak ordusunda yüzbaşı rütbesine kadar yükselmiş. 1990’ların sonlarına doğru Afganistan’a gittiği, orada El Kaide’ye katıldığı biliniyor. Kısa sürede El Kaide’nin iç operasyonlar şefi olan El Iraki hakkında, dönemin Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’e yönelik (başarısız) suikast planı yapmak, Taliban güçleriyle Afganistan’da Amerikan ve NATO hedeflerine saldırılar düzenlemek gibi suçlamalar yöneltiliyor.
Abdulhadi el Iraki’nin, Amerikan işgalinden sonra El Kaide için birincil cihat alanı haline gelen Irak konusunda bin Ladin’in en güvendiği isim olduğu söyleniyor. Afganistan asıllı gazeteci Sami Yousafzai’nin 2006’nın nisan ayında Newsweek’te çıkan haberine göre Zerkavi’den memnun olmayan bin Ladin, iki güvendiği ismi, Sayif el Adil ile Abdulhadi el Iraki’yi ayrı ayrı Irak’a yollamış. Bunlardan El Adil İran’da yakalanmış ama El Iraki Zerkavi’ye ulaşmış. El Iraki önce, Zerkavi ile uzun görüşmeler yapmış ve onun El Kaide’nin Irak’ta tam da aradığı isim olduğu sonucuna varmış. Daha sonra Zerkavi’yi Usame bin Ladin ve El Kaide’ye bağlılığını bildirmeye ikna etmiş. Afganistan’a döndüğündeyse Bin Ladin’in, bir ses kaydıyla Zerkavi’yi “El Kaide’nin Irak’taki prensi” olarak takdim etmesini sağlamış.
Afgan gazeteci Yousafzai tarafından “Terör simsarı” olarak tanımlanan El Iraki’nin Körfez ülkelerini dolaşıp El Kaide için milyonlarca dolar topladığı rivayet ediliyor. Öte yandan bir Taliban yöneticisi onu şöyle tarif ediyor: “Herhangi bir Afganlı gibiydi. Diğer Araplarda sık rastladığımız kibirden ve formalitelerden uzaktı.”
Kürtçe ve Arapça’sına ek olarak Pakistan ve Afganistan’da konuşulan bazı yerel dillere de hâkim olan El Iraki’ye, sonuncu Irak ziyaretinde Zerkavi şu öneride bulunmuş: “Eğer Afganistan’da hayat zorlaşırsa buraya, Irak’a gel!”
Abdulhadi el Iraki, bu davetten birkaç yıl sonra, öldürülen davet sahibinin yerini almak için ailesiyle Irak’a doğru yola çıktı ancak yolculuğu Gaziantep’te sona erdi.
El Iraki yıllarca yaşadığı Afganistan’dan ülkesine “kesin dönüş” yapıyordu. Bu nedenle yanında eşi ile dört çocuğu vardı. Bazı durumlarda aile kamuflaj işlevi görürken, bazen de tam tersine daha fazla dikkat çekebiliyor. Ama el Iraki’nin esas olarak, Zerkavi’yi öldürerek Irak’ta El Kaide’ye ciddi bir darbe indirmiş olan ABD’nin toparlanmayı engellemek için bütün istihbarat imkânlarını devreye sokması sonucu yakalandığı anlaşılıyor. Ama haksızlık etmemek lazım, Türkiye’de güvenlik birimleri el Iraki’nin ülkeye girişini kendi imkânlarıyla anbean takip etmiş ve yaklaşık 20 gün içinde onu ve ailesini bir uçağa koyup Afganistan’a yollamış.

HAKKÂRİ-VAN-GAZİANTEP HATTI

El Iraki operasyonu, El Kaide adına Gaziantep merkezli faaliyet gösteren iki kişinin teknik takibi sonucu yapılabildi. Bunlardan ilki, 2004 Ağustos ayının başında Pakistan’da tutuklanıp Türkiye’ye iade edilen ve yaklaşık beş ay sonra tahliye olan Mehmet Yılmaz, diğeri, onun yardımcısı konumunda olan Mehmet Reşit Işık.
Önce Işık’ın 2006 yılının eylül ayının sonlarında İran’a gitmeden hemen önce yeni bir cep telefonu hattı satın aldığı saptanıp bu numara teknik takibe alınıyor. Bu arada, Işık’tan yaklaşık iki hafta sonra Yılmaz’ın da İran’a gittiği belirleniyor. Hareketinden üç gün önce, Yılmaz’ın Abdulhadi el Iraki ve ailesini önce Türkiye’ye sokup ardından Irak’a ulaşmasına yardımcı olacağı istihbaratını edinen güvenlik birimleri beklemeye başlıyorlar.
Nihayet Mehmet Reşit Işık yeni telefonunu ilk kez 13 Ekim’de Hakkâri’de kullanıyor. O gün İran’dan Hakkâri Esendere Sınır Kapısı’nı kullanarak Türkiye’ye giren Işık daha sonra Yüksekova’da, Türkiye’ye yasadışı yollardan giriş yapmış olan Abdulhadi el Iraki, eşi ve dört çocuğuyla buluşuyor.
Işık ve el Iraki ailesi ertesi gün öğle saatlerinde Van’dan Gaziantep’e gitmek üzere bir otobüse biniyorlar. Işık’tan herhangi bir sorun olmadığını öğrenen Mehmet Yılmaz da 14 Ekim’de İran’dan önce Hakkâri’ye, oradan da Gaziantep’e geçiyor.

BİNBİR KİMLİK

Güvenlik birimleri işi sağlama almak için Bitlis polisine yolda otobüsü durdurtup uygulama yaptırıyor. Ellerindeki fotoğraftan Abdulhadi el Iraki’nin, ailesiyle birlikte otobüste olduğunu doğrulayan Bitlis polisi herhangi bir gözaltı yapmıyor. 14 Ekim gecesi Gaziantep’e varan el Iraki ailesi H.K. isimli şahsın evine yerleşiyor.
Bu sırada Ankara’da CIA yetkililerinin de katıldığı toplantılar yapılıyor. CIA, el Iraki’nin bir an önce yakalanıp Irak’a sınır dışı edilmesini talep ediyor. Ancak mevcut yasalara göre, el Iraki ailesi sadece sahte pasaport kullanmaktan suçlanabiliyor ve sınır dışı işlemi de Yabancılar Daire Başkanlığı’nca yasal prosedür çerçevesinde yürütülebiliyor. Üstelik suçluları iade anlaşması olmadığı için el Iraki ve ailesinin Irak’a sınır dışı edilmesi mümkün değil.
Bu tartışmalar sürerken 16 Ekim günü öğleden sonra el Iraki ve ailesi Suriye’ye (oradan da Irak’a) götürülmek için Mehmet Polat adlı bir kişi tarafından bulundukları evden alınıyor. Bunun üzerine güvenlik güçleri bir operasyonla herkesi gözaltına alıyor.
Polis Mohammad Reza Ranjbar Rezaei İran kimliği taşıyan kişinin aslen Neşvan Abdulrezzak Abdulbagi adında Musullu bir Kürt olduğunu, El Kaide içinde Abdulhadi el Iraki adını kullandığını biliyor. Ama el Iraki sorgusunda, kendisinin İranlı değil Afganistanlı, Yar Muhammed’in oğlu Abdurrahman olduğunu söylüyor. Eşi Cheshmnaz Fotohiashena da, Sonla Zalmay adında bir Afganistan vatandaşı olduğunu beyan ediyor.
İfadelerine göre, ülkelerini kötü siyasi ve ekonomik şartlar nedeniyle terk etmiş, önce İran’a geçmişler. Buradan satın aldıkları sahte İran pasaportlarıyla Türkiye ve Suriye üzerinden Avrupa ülkelerine gitmeyi planlıyorlarmış. Gelinen noktada Türkiye’ye iltica etmek, aksi takdirde Pakistan’a gitmek istediklerini belirtmişler.

CIA’NİN ELİNDE

El Iraki ailesi ertesi gün mahkemeye çıkarılıp serbest bırakılıyor ve sınır dışı edilmek üzere Yabancılar Şube Müdürlüğü’ne teslim ediliyorlar. Sınır dışı edilmeyi engellemek isteyen aile de, beklendiği gibi, Türkiye’ye sığınma talebinde bulunuyor. Daha ilginci, yakalandıkları gün avukat Osman Karahan’ın Gaziantep’e giderek, el Iraki ve ailesi adına Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne sığınma başvurusu yapmış olduğu anlaşılıyor. Bu başvuruların değerlendirilmesi sürecinde aile 20 Ekim günü Yozgat’taki mülteci kampına yollanıyor. Sonunda sığınma talebi reddediliyor. Normal şartlarda memleketleri olan Irak’a yollanmaları gerekiyor, fakat suçluların iadesi anlaşması olmadığı için yasal olarak Irak’a iadeleri mümkün değil. Bunun üzerine el Iraki, eşi ve dört çocuklarının, beyanlarının doğru olmadığının bilinmesine rağmen, vatandaşı olduklarını söyledikleri Afganistan’a sınır dışı edilmesine karar veriliyor. Buna bağlı olarak el Iraki ve ailesi 30 Ekim 2006 günü İstanbul’a sevk ediliyor ve 31 Ekim günü, saat 02.00’de Türk Hava Yolları’nın TK 706 sefer sayılı Kabil uçağına bindiriliyorlar.
Sonrası belirsiz. El Iraki’nin Kabil’de CIA görevlileri tarafından alınıp önce Bagram üssüne götürüldüğü sanılıyor. Ardından gizli CIA hapishanelerinde tutulan el Iraki, resmi açıklamaya göre “lüzumlu bütün bilgiler kendisinden alındıktan sonra”, 2007 yılının Nisan ayında, El Kaide ve Taliban zanlılarının tutulduğu Küba’daki Guantanamo Kampı’na yollanıyor.
Abdulhadi el Iraki hâkim karşısına ilk kez, 18 Haziran 2014 günü çıkarıldı. 31 Ekim 2006’da Amerikalıların eline geçtiğini göz önüne alırsak, tam 7 yıl 7 ay 17 gün, yani 2787 gün sonra.

EL IRAKİ İLE TEMAS KURUP SAĞ KALAN PEK YOK

Abdulhadi el Iraki’nin avukatlığını yapan Osman Karahan, 2012 yılının Ağustos ayının başlarında Halep’te El Kaide saflarında savaşırken Suriye ordusuyla çıkan bir çatışmada hayatını kaybetti. Ama ondan önce el Iraki ile Türkiye’de ilişkiye geçmiş kilit isimlerin hemen hepsi benzer akıbete uğradı. İlk olarak el Iraki’nin İran’dan Gaziantep’e gelmesinde doğrudan yer alan Mehmet Yılmaz ile Mehmet Reşit Işık, 23 Haziran 2007 günü Irak’ta, Kerkük’ün güneyindeki Havica kenti yakınlarında Amerikan askerleri tarafından öldürüldüler. ABD’li askeri sözcü Christopher Garver onlardan “çok önemli iki uluslararası terörist” olarak söz etti ve “Hadi el Türki” adını kullanan Yılmaz’ın Irak’a yabancı savaşçı topladığını, Işık’ın da onun yardımcısı olduğunu söyledi.
Türkiye’deki El Kaide yapılanmasının önde gelen isimlerinden olduğu iddia edilen Mehmet Yılmaz öldüğünde 37 yaşındaydı. 7 çocuk babasıydı ve Gaziantep’te dönercilik yapıyordu. 2004’de Pakistan’da yakalanıp Türkiye’ye iade edilmiş ve bir süre hapis yatmıştı. Batman'ın Beşiri ilçesine bağlı Çevrimova köyünden olan Mehmet Reşit Işık ise Suriye’de ilahiyat okuyan bir gençti.
El Iraki’nin Irak’a geçmesini sağlayamayan, belki de yakalanmasına neden olan Yılmaz ile Işık’ın yaklaşık 7 ay sonra bu ülkede savaşırken ölmeleri; Amerikan ordusunun Havica’daki operasyonunun sırf ikisi için düzenlemiş olduğu görüntüsü anlamlı.
Yılmaz ve Işık’tan 7 ay sonraysa, yani 24 Ocak 2008 günü, el Iraki’yi Gaziantep’ten Suriye’ye geçirmeye çalışırken yakalan Mehmet Polat (41) ve oğlu Mehmet Zeki Polat (21), evlerinde polisle silahlı çatışmaya girdiler ve öldürüldüler. Polisin açıklamasına göre Mehmet Yılmaz, Irak’a gitmeden önce Gaziantep’teki El Kaide faaliyetlerinin sorumluluğunu Polat’a devretmişti.

BİR DİZİ SUÇLAMA VE MÜEBBET TALEBİ

Abdulhadi el Iraki Guantanamo’da olsa da yaşamayı sürdürürken onunla Türkiye’de temas kurmuş dört kişi üç ayrı ülkede ellerinde silahla çatışarak öldü. Amerikan Savunma Bakanlığı onun hakkında ilk kez, yakalanmasından 7 yıl sonra, 10 Haziran 2013 günü bir dizi suçlamada bulundu. Askeri bir komisyonun el Iraki’ye yönelik suçlamaları şöyle:
· 1996’da El Kaide’ye katılmak;
· Kısa süre içinde örgütte üst seviyelere gelmek ve El Kaide’nin stratejilerinin belirlenmesinde aktif rol oynamak;
· El Kaide merkezinin Taliban, Irak El Kaidesi ve diğer dost örgütlerle bağlantılarını kurmak;
· Afganistan ve Pakistan’da Amerikan ordusu ve onun müttefiklere yönelik saldırılar organize etmek;
· Bu saldırılarda sivil yerleşim birimlerini, sivilleri ve bir ambulans helikopteri hedef almak;
· Emrindeki savaşçılara, müttefik güçlerin askerlerini, yaralı olsalar veya teslim olsalar bile, öldürme talimatı vermek;
· Usame bin Ladin tarafından Ebu Musab el Zerkavi’nin yerine Irak El Kaidesi’nin başına geçmesi için görevlendirilmek...

İLK KEZ YARGIÇ KARŞISINDA

Bütün bu suçlamalardan hareketle hakkında ömür boyu hapis cezası istenen Abdulhadi el Iraki, ancak iddianameden bir yıl, yakalanmasından 2787 gün sonra, 18 Haziran 2014 günü yargıç karşısına çıkabildi. Yarım saat süren ilk oturumda yargıç Yüzbaşı J. Kirk Waits, uzun gri sakallı, beyaz entarili ve beyaz sarıklı 53 yaşındaki sanığa hakkındaki suçlamaları okudu ve herhangi bir diyeceği olup olmadığını sordu. El Iraki de, kendisine tahsis edilen askeri avukatlara yardımcı olması için sivil bir avukat talep etti.
Avukatlarından Yarbay Chris Callen, gazetecilere el Iraki’nin haberleri yakından takip ettiğini, özellikle akrabalarının yaşadığı Afganistan ve Irak’taki gelişmelerden kaygı duyduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Kendisi sisteme güvenmiyor ve adil bir yargılama olacağına inanmıyor fakat onca yıldan sonra yol alınıyor olmasından dolayı çok memnun.”

Kaynak: http://tr.rusencakir.com/Musullu-Kurt-El-Kaideci-Abdulhadi-el-Irakinin-oykusu/2987

ABD'deki polis cinayetlerinin yüzde 25'inin gizlendiği ortaya çıktı
04 Aralık 2014



Wall Street Journal'ın (WSJ) haberine göre, ABD çapında işlenen polis cinayetlerin yüzde 25'i istatistiklere dahil edilmiyor.

WSJ, ülke çapındaki 105 polis ajansının verileriyle FBI'ın verilerini karşılaştırdı. 2007-2012 arasındaki 550 cinayetin, FBI istatistiklerinde yer almadığı ortaya çıktı.

WSJ'nin ulaştığı cinayet sayılarının toplamı 1800. Ancak 5 yıllık FBI verilerinde, polis cinayetlerinin sayısı 1242.

Bu farklılığın temel nedeninin, yerel polis teşkilatlarının, işlenen polis cinayetlerinin bir bölümünü mazur görmesi. Virginia Polis Departmanı'na bağlı Fairfax County polisleri, bazı cinayetlerin "gerçekten suç" teşkil etmediğini düşündükleri için FBI'a rapor etmediklerini itiraf ettiler.

Bir örnek, 2012 yılında Washington DC'de öldürülen Albert Jermaine Payton. 24 yaşındaki zihinsel engelli Payton, annesinin gözü önünde polisler tarafından öldürüldü. Ancak polis, bu cinayeti FBI'a bildirmedi.
Kaynak: Sol

Arizona'da bir siyahi Amerikalı daha polis tarafından öldürüldü
5.12.2014



ABD'nin Arizona eyaletinde bir siyahi Amerikalı daha polis tarafından öldürüldü. Öldürülen siyahi gencin, 2 ve 9 yaşlarındaki çocuklarına yemek götürdüğü sırada öldürüldüğü bildirildi.

ABD genelinde siyahi Amerikalıların ölümüne neden olan polislerin yargılanmasına gerek görülmemesiyle ilgili jüri kararlarına tepkiler devam ederken, bir başka siyahi Amerikalı daha bir polis tarafından vurularak öldürüldü.

AA'da yer alan habere göre, St. Louis'in Ferguson ve New York'un Staten Island bölgesindeki siyahi Amerikalıların ölümüne neden olan polislere takipsizlik kararının ardından, bir siyahi Amerikalı daha polisin ateş etmesi sonucunda hayatını kaybetti.

ÇOCUKLARINA YEMEK GÖTÜRÜYORDU VE SİLAHSIZDI

Arizona'nın Phoenix kentinde, 34 yaşındaki Rumain Brisbon adlı siyahi Amerikalının 2 ve 9 yaşlarındaki çocuklarına yemek götürdüğü sırada beyaz bir polistarafından vurularak öldürüldüğü ve Brisbon'un silahsız olduğu belirtildi.

Bölge polis sözcüsü Trent Crump'un yerel medyaya yaptığı açıklamada, olayın, Brisbon'un kullandığı büyük spor aracına yaklaşan bir polisin yüksek sesli müzik dinlediği gerekçesiyle Brisbon'un aracını durduğu sırada meydana geldiği kaydedildi.

Kimliği açıklanmayan polisin Brisbon'dan ellerini göstermesini istediği anda, Brisbon'un elini cebine götürmesi nedeniyle polisin silahı olduğu ve kullanacağı düşüncesiyle Brisbon'a 2 el ateş ettiği ifade edildi. Araçta polisin daha sonra esrar bulduğu ileri sürülürken, Brisbon'un polisle sözlü tartıştığı iddia edildi.
Kaynak: Sol

İşgalci ABD İçin Öldürdüğü Çocuk Veya Yetişkinin bedeli:1500-2000 Dolar
20 Şubat 2010
Afganistan'ın Helmand vilayetinde geçtiğimiz hafta başlatılan 'Müşterek Haçlı Saldırısı'nda sivil kayıpların sayısı 15'i bulurken, işgalci ABD sivil can kayıpları ve maddi hasarı tazmin sözü verdi.

İşte o tarife:
Ölü çocuk ve yetişkin:1500-2000 $
Uzuv kaybı-yaralanma: 600-1500 $
Araç imhası: 500-2500 $
Ekili tarlaya zarar: 50-250 $
haber101

DOKTORLAR CIA'NIN İŞKENCE ORTAĞI!
13 Haziran 2010
CIA'ye ait cezaevlerinde bulunan doktorların tutukluların sağlık durumuyla ilgilenmek yerine, tutuklulara yapılan işkence yöntemleri geliştirmek için cezaevinde bulundukları açıklandı.
CIA'nın gizli cezaevlerinde işkence yaptığı yönünde iddialar uzun zamandır gündemdeki yerini korurken, hazırlanan son bir raporda doktorların CIA'ya işkence metotlarını geliştirmekte yardım ettikleri ortaya çıktı.

DW'nin haberine göre Amerika'da faaliyet yürüten “İnsan Hakları İçin Doktorlar” adlı sivil toplum örgütü hazırladığı raporda ilginç bulgulara rastladıklarını duyurdu.

Raporda, CIA'ye ait cezaevlerinde bulunan doktorların tutukluların sağlık durumuyla ilgilenmek yerine, tutuklulara yapılan işkence yöntemleri geliştirmek için cezaevinde bulundukları açıklandı.

Raporu hazırlayan uzmanlardan Nathaniel Raymond, "CIA cezaevlerinde, tutuklular üzerinde yasadışı deneyler yapıldığını açıkça gösteren kanıtlarımız var" diyor.

'BUSH DÖNEMİNDE YAŞANDI'

Onayları olmadan tutuklular üzerinde deney yapılması İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yasaklanmış bir uygulama. Cenevre Konvansiyonu da insanlar üzerinde deney yapılmasını yasaklayan bir madde geliştirmişti.

Zanlıların sorgulanması sırasında CIA için çalışan doktorları işkenceye ortak olmakla suçlayan İnsan Hakları İçin Doktorlar örgütü, bu gelişmelerin George Bush döneminde yaşandığına da dikkat çekiyorlar.

RAPOR İÇİN İKİ YIL ÇALIŞILDI

Raporu hazırlayan uzmanlardan bir diğeri de Stephen Soldz. Soldz da doktorların sorgulama metotları hakkında kayıt tuttuklarını söyledi.

"Verileri topladılar, ancak bireylerin yararına değil. Tam aksine bu, genel olarak sorgulama metotlarını değiştirmek ve muhtemelen yasal güvence sağlamak adına yapıldı" bilgisini veren uzman Soldz, raporu iki yıl boyunca yaptıkları araştırma sonrası hazırladıklarını anlatarak, rapor için, Bush dönemine ait resmi belgeler ile hükümet belgelerinden de faydalandıklarını belirtti.

'CIA İÇİN ÇALIŞAN DOKTORLAR YASAL İHLALDE BULUNUYOR'

Rapora geçirilen ilginç bir bilgi şöyle: "CIA 'su tahtası' olarak adlandırılan ve kişiye boğulma hissi veren işkence yöntemi sırasında, doktorlara her şeyi not etmeleri emrini verdi. Ne kadar su kullanıldığı, ne kadarının sıçradığı, suyun tutuklunun ağız ve burnuna nasıl döküldüğü ve ne tür bir etki bıraktığı gibi ayrıntılar not edildi."

Söz konusu doktorların daha sonra 'iyileştirme önerileri' yaptıklarının not düşüldüğü raporda, örneğin tutuklunun, kusmuğundan boğulmaması için "su tahtası" yöntemi öncesi sadece sıvı ağırlıklı beslenmesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü işkenceciler tutukluyu öldürmekten ziyade ona işkence yapıp acı çektirmeyi hedefliyorlar.

Doktorlardan Scott Allen, CIA için çalışan doktorların etik ve yasal kuralları ihlal ettiklerine dikkat çekerek, "Sanırım pek çok kişi, doktorların, işkencenin geliştirilmesi ve kullanımına katılmamaları gerektiğini anlıyordur" dedi.

'OBAMA BU İDDİALARIMIZI CİDDİYE ALSIN'

Raporu hazırlayan uzmanlar, ABD Kongresi ve Obama yönetimince bu bulgularının ciddiye alınmasını istediler. Uzmanlardan Raymond, "Bizim mesajımız şudur: Soruşturma açma zamanı geldi. Biz kanıtlarımızı sunduk. Şimdi kendi kanıtlarını sunmak için hükümetin de sırası gelmiştir" diye konuştu. haber10

CNN, Fadlallah'ı öven editörün işine son verdi

08 Temmuz 2010 Amerikan televizyonu CNN, vefat eden Lübnanlı Şii lider Büyük Ayetullah Hüseyin Fadlallah'ı öven Orta Doğu editörünün işine son verdi.
CNN'in Orta Doğu haberlerinden sorumlu Octavia Nasır'ın sosyal paylaşım sitesi Twitter'a bıraktığı bir notta Fadlallah'tan övgüyle söz etmesi üzerine CNN'deki görevine son verildi.
Dış haberler masasında görevlendirme editörü olarak CNN'de çalışmaya başlayan ve 20 yıldan beri CNN'de görev yapan Nasır, Twitter'a yazdığı notta, Lübnan'daki Hizbullah örgütünün ilham kaynağı olduğu bilinen Fadlallah'a duyduğu hayranlığı dile getirerek, Fadlallah'ın ölümünden üzüntü duyduğunu belirtmişti.
Nasır, Fadlallah için, "Hizbullah'ın büyük saygı duyduğum devlerinden biriydi" ifadelerini kullanmıştı.
Nasr'ın Fadlallah hakkındaki sözleri üzerine önceki gün CNN'den yapılan açıklamada, Twitter'da böylesine basit bir not yazan Nasr'ın muhakeme hatası yaptığı belirtildi. netgazete

Hizbullah'tan, Nasr'ı işten atan CNN'e tepki
Lübnan'daki Hizbullah örgütü, vefat eden Lübnanlı Şii lideri Hüseyin Fadlallah'ı öven Orta Doğu editörü Octavia Nasır'ın işine son veren Amerikan televizyonu CNN'i kınadı. Hizbullah'ın sözcüsü İbrahim Musavi, CNN'in kararının "entelektüel terörizm" olduğunu ve Batının Orta Doğu ile ilgili "çifte stardardını" yansıttığını söyledi. Musavi, işten atma kararının, ifade özgürlüğüyle ilgili Amerika'nın sahte iddialarını ortaya çıkardığını ifade etti. 10.07.2010 BEYRUT netgazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com