EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Cemil Meriç

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Arl 24, 2012 7:53 pm    Mesaj konusu: Cemil Meriç Alıntıyla Cevap Gönder

Cemil Meriç



Cemil Meriç, kendini, yazar ve hocayım. Başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır, diye tanımlayan özgün bir fikir adamıdır.1916 da Hatay'da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’dan göçmüştü.
Fransız idaresindeki Hatay’da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya sultanisinde okudu. Tercüme bürosunda çalıştı, ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yaptı. Hatay hükümetini devirmeye çalıştığı suçlamasıyla yargılanıp hapis yattı.1940’da İstanbul Üniversitesine girip Fransız dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı kendi ifadesiyle söküyordu.Elazığ’da(1942-45) ve İstanbul’da(1952-54) Fransızca öğretmenliği yaptı.1941’den başlayarak İnsan,Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. İÜ’de okutmanlık yaptı.(1946-63), Sosyoloji bölümünde ders verdi(1963-74).1955’de gözlerindeki miyopinin artması sonucunda görmez oldu, ama olağanüstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. 20.Asır, Dönem, Yapraklar, Yeni İnsan, Kubbealtı, Türk Edebiyatı dergilerinde yazıları yayımlandı. Hisar dergisinde Fildişi Kuleden başlığıyla sürekli denemeler yazdı.1974’de emekli oldu ve yılların birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti.1984'de önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi,13 Haziran 1987 de vefat etti. İlk telif eseri Balzac üzerine küçük bir incelemeydi. Hint Edebiyatı(1964) daha sonra Bir Dünyanın Eşiğinde başlığıyla iki kez daha basıldı. Saint Simon, İlk Sosyolog İlk Sosyalist, 1967’de çıktı.1974’den sonra yayımlanan kitapları şunlardır:
Bu Ülke(1974), Umrandan Uygarlığa(1974), Mağaradakiler(1978), KırkAmbar(1980), Bir Facianın Hikayesi (1981), IşıkDoğudan Gelir(1984), Kültürden İrfana(1985).
Fransız edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra, Uriel Heyd'in Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (1980), Thornton Wilder'in Köprüden Düşenler (1981) ve Maxime Rodinson'un Batı'yı Büyüleyen İslam(1983) adlı eserlerini de türkçeye kazandırdı.
Cemil Meriç'in "Bütün Eserleri" toplu halde basılırken, daha önce yayımlanmamış iki kitabı daha yayınlandı:
Jurnal 1 (1992) ve Jurnal 2 (1993)
Cemil Meriç’in kimisinin izini kendisinin de kaybettiği ve kitapçıda kayboldu diye andığı çok sayıda çevirisi de vardır.

Kaynak: http://fildisikule.8m.com/cmeric.htm



CEMİL MERİÇ'TEN SEÇMELER

"Onlar sürü yavrum. Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var? Karanlıktan geldiler, karanlığa gidiyorlar. Ummandaki dalgalar gibi sayısız. Tarihi yok bu sürünün. Macerası yok. Yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz. Yürüyen, esneyen, tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet. Kafanın vecdinden habersiz. Bu sarhoş karnaval alayını yıldızlar, yüzbinlerce yıldız, kayıtsız bakışlarıyla seyrediyor."

"Şahsiyet, görünen cemiyet içinde görünmeyen cemiyeti seçip, tahtını onun bağrında kurmakla fethedilir. Her şahsiyet bir kopuş, bir olmayana, bir olacağa bağlanıştır..."

“Ve insanlar Homeros’un cennetindekiler gibi kucakladın mı kayboluyorlar. Hepsi birer gölge. Teneke bile değiller. Sevgi garip bir yangın. Yaşaması için büyümesi gerek. O yangına herşeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı.
Ve kül olacaksın. İnsanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. Sonsuz karşısında cücenin korkusu..”

"Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız."

***

"Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı : Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.." Jurnal.3.11.1965
***
"Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut."

Biz rüzgarların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hakketmemişdik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey. İnsanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni farkedecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyenim. Sen kimseye benzemeyensin.

Düşüncenin gemlerini biraz bırakınca cinnete ve hikmete beraber gidiyor insan.

Don Kişot olun. Tek hürmet ettiğim adamdır. Kaybedilmiş bir davanın bu kadar fedakar bir kahramanı olabilir. Öyle görmek ve inandırmak ihtiyacında. Dünya Şanso Panso'larla dolu.

Tabular tabular.. Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında, elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, "efendim bizde filozof yetişmiyor" diye ah-u vahlar.

Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?

Sağcı ve solcu gibi sınıflandırmaları hiçbir zaman benimsemedim. Bunlar hakikati kapamaya yarayan uydurmaca mefhumlardır. Bilhassa sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı solcu ne demek?

Hakikatte kendilerini konuşturduğum düşünce adamları benim tercümanlarımdır. Tanıdığım binlerce insan arasından onları seçişim, bazen kendimi sahneye çıkarmak istemeyişimden, yani bir şöhretin arkasına gizlenmek ihtiyatkarlığından, bazen de onlarla boy ölçüşebileceğimi ispata kalkmak gibi bir bencillikten kaynaklanabilir.

Karakter ne kadar kuvvetli ise, vefasızlığa o kadar az kabiliyetlidir.

Senin ismini taşıyor diye kadına iltifatta bulundum. Ve bir an ilhamım kanatlandı. Konuştum.

Ben görmedim Paris'i.. Paris evde yoktu.. Ben rüyada gördüm Paris'i, gülümsedi ve kayboldu. Neden beni aramak için buralara kadar geldin diye sitem etti bakışları. Promete Kafdağı'na zincirlenmiş, ben hastaneye zincirliydim. Paris'te hastaneye zincirli olmak. Hastaneye ve karanlığa. Reyhaniye'nin çamurlu sokaklarını, kerpiç kulübelerini ve maymun azmanı insanlarını, kötü yazılmış natüralist bir romanın esneten teferruatlarını okur gibi, yıllar yılı seyreden gözlerim, Paris'te kapalıydılar.

İdeoloji çağımızın anahtar kelimelerinden biri... vuzuhu kilitleyen bir anahtar.

Olmak veya olmamak, hayat ve ölüm. O kadar iç içe, o kadar kucak kucağa ki. Ve insanı deli eden, olabileceğin, olması gerekenin parmaklarımızdan kayıvermesi. Trajedi bu. Kırmızıya oynayayım derken siyaha oynamak. Bir kere kırmızıya oynadınız mı geriye dönemiyorsunuz artık.

Batı; muhteşem bir baş altında, sefil bir kuyruk.

Çağdaş avrupalı, ya ümitsizlik, ya iman diyor. Başka yol yok. Zavallı büyücü çırağı, uyanışın biraz geç olmadı mı?

İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri.

Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır. Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek.
Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.

Mektup ya hıçkırıktır, ya bir neşide. Mektup bir kementtir, bir davettir. Kime ve neye? Bu akşam yine yalnızım ve yine bedbahtım. Beni anlamanız için sizi terketmem mi lazım? Yoksa intihar etmem mi? Ama ben oldukça siz varsınız. Sizi ben yarattım. Sizi bir köprü olarak yaratmadım. Siteme alerjiniz varmış, bu bir zaaf, bu bir kendine güvenemeyiş. Sevmek sitemle başlar. Ayrı dilleri konuşuyoruz...

Din, aşk, şiir...

Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler.
En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin ?
Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır.
Tanrı beşerin en büyük keşfi. Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı ? Hangi ilmi hakikat bir kabile dininin nass'larından daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarındandır. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.

Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda.

Kavga, insanla kader arasında değil artık, insanla kelime arasında. Rüyaları o bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar.

Sensiz giden trenler, ufuklarda kaybolan birer ümit
Nehir gibi akmıyor günler Heraklit Heraklit.
Zaman masal kuşlarına benziyor
Abûs, kocaman, sâkit.
Ve geceleri
Alnında dolaşır biteviye
Kirli, soğuk pençeleri.
Yıldızları söndürmüş fırtına,
Batan gemidesin;
Senden ne kalacak yarına!
Kıyılardan imdat isteyen sesin.

Fransızlarda 'mezar taşları gibi yalan söylemek' gibi bir tekerleme var. Kendi hayat hikayesini anlatmak da buna benzer. Önce hafızamızın aynasında sadık akisler aramak ve onları infiallerimizin, egoizmimizin eklediği çizgilerden ayırdetmek kabil mi? Belki otobiyografik bir roman kaleme almak caiz. Ama birkaç sayfada bütün bir ömrün muhasebesini yapmak hem tehlikeli hem abes. Her hal tercümesi bir müdafaanamedir. Kendimizi tanımak irfanın varabileceği en yüksek merhale.

Hakikat, kaderin imzasız mektubu.

Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: 'uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatın bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.

Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.

Aydınların Dini: İzm’ler

İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, Zekayı zirvelere kanatlandıran, beşeriyi ilahi ile kutsileştiren, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi. İslam, insanı parçalamaz. İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Batının “kültür”ünde bu Zenginlik, bu ihtişam, bu hayata istikamet veriş yok. İrfan bir mevhibedir. Cehitle gelişen bir mevhibe. Kültür, katı, fakir ve tek buutlu bir lafız. İrfan, beşeri beşer yapan vasıfların bütünüdür. Kültür, homo ekonomikus’un kanlı fetihlerini gizlemeye yarayan bir şal. İrfan, dini ve dünyevi diye ikiye ayrılamaz. Yani her bütün gibi tecezzi kabul etmez. Kültür kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır. Tarif edilmemiş, edilemeyen bir kelime. Kah suda, kah karada yaşayan bir hilkat garibesi. Alman için başkadır, Fransız için başka. Bazen içtimai hayatın bütününü ifade eder, bazen bir alışkanlıklar, bir kazanılmış hünerler mecmuasıdır.
Şimdi hayatın kendisidir, şimdi hayatın cilası.
Avrupa’nın kılı kırka yaran tahlilci zekası bilgiyi dünyevi ve dini diye ikiye böler. O’na göre dini kültürle ladini kültür farklı mefhumlardır. Dünyevi kültür ne demek? Kültürü toprağa zincirleyen bu anlayış da bir ideoloji, yani bir aldatmaca değil mi?
Din asırlardan beri yaşayan ve nesilleri huzura kavuşturan, tecrübeden geçmiş bir inançlar manzumesi; sıcak, dost, köklü. Batının dünyevi dediği kültür ise, hakimiyetini tahkim için düşman ülkelere ihraç ettiği sefil bir ideoloji. Taarruzun hedefi haçlı seferlerinden beri aynıdır; kılıçla kazanılamayan zaferi yalanla kazanmak. İdeolojiler tahribe yeltendikleri imanın yerine sahtelerini ikame etmek için uydurulan bir ersatz’dır. Başka bir deyişle, remizleri, merasimleri ve kiliseleriyle çağın icaplarına uydurulmuş birer inanç manzumesi. Rüştünü idrak etmemiş nesillere ilim diye yutturulan, yalnız şartlarıyla ilmi, muhtevalarıyla, masal, birer bulamaç.

Biz Ve Onlar

“İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı? Onu bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Temellerini III. Selim’in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II. Mahmut son haddine vardırır. Bab-ı ali’ye tavsiyemiz şudur: hükümetinizi dini kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın temeli, padişahla müslüman tab’a arasındaki en kuvvetli bağ, dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun, ıslah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskileri yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli Hrsitiyanlıktır. Türk kalınız. Tatbik edemeyeceğiniz kanunu çıkarmayın. Hak bellediğiniz yolda ilerleyin.

Batı’nın sözlerine kulak asmayın. Siz ilerlemeye bakın. Adalet ve bilgiyi elden bırakmayın. Avrupa efkar-ı umumiyesinin az çok değeri olan kısmını yanınızda bulacaksınız.. Kısaca, biz Bab-ı ali’yi kendi idare tarzının tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüslerden vazgeçirmek istemiyoruz. Ama Avrupa’yı örnek olarak almamalıdır kendine. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları Doğu’nun örf ve adetlerine taban tabana zıttır. İthal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere.”

Metternich
(1773-1859, Avusturya devlet adamı) (Bu Ülke)

Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok. Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez.

Avrupalı için medeniyet, zorun yerine hilenin geçişidir. Fransız, bu manada Rus’tan daha medenidir, daha medeni, yani daha tehlikeli.

İnananlar Kardeştir

Bu ülkenin ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalbeden meşum bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.

Kaynak: http://fildisikule.8m.com/meric.htm

İz Bırakanlar
İrfan Özfatura Ahmet Sırrı Arvas
ahmetsirri.arvas@tg.com.tr

Cemil Meriç okuyana keyif veren yazılar yazar. Üslubu azıcık azarlar gibi olsa da samimiyet kokar. Tarzını "gururumdan değil, kartal inemiyor toprağa" diye tanımlar. Sürünün içinde olmayacak ki yükseklerden baka. Irmağın tersine kürek çekmek, dile kolay.

Dilerseniz bugün ona kulak verelim, zira böylesi seslere hasretimiz var:

Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: Kültür. Kültür, homo ekonomikus'un kanlı fetihlerini gizlemeye çalışan birer şal.

Fikir hayatımız korkunç maskelerle raksa çıkan balolu karnaval... Aydınımız o meçhul heyulalar için ehramlara taş taşıyan hamal... Mumyalanan tefekkür, smokin giyen heyecan!

Kronoloji: Aptalların tarihi.... Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine.
Gerçek hükümdarlar, ebedi hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginlikleri artar.

Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.
Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş. Her çağ kendini söyletmiş kelimeye; demagog yalan için kelime arar.

Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklar.

Kamus bir umman, dualar uğuldar derinliklerinde, destanlarla coşar. Şair bu sesleri duyandır ve duyuran.


Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan yol arkadaşıdırlar. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış. Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir. Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. Kahramanlar hatada ısrarcı olmazlar.

Çatışmasız toplum, beraber otlayan, beraber geviş getiren bir sürüdür, adsız bir sürü o kadar...

Objektiflik kalleşliktir, idealist insanlar ukala olmalıdırlar.

Klasisizm müeddepdir, "ben"i teşhir etmez, günahını saklar. Edebiyat pazarı, Rousseau'dan beri kirli çamaşırlarla doldu. Peki ne kazandık? Divan Edebiyatı'nda roman yok. Niçin olsun? Batı'nın ilk romanlarından biri "Topal Şeytan". Kahraman, evlerin damını açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman başlangıcından itibaren bir ifşadır. Osmanlı'nın ne yarası vardır, ne de yaralarını teşhir etme hastalığı. Hikayeleri ya bir cengaveri ebedileştirir, ya da "hisse alınacak bir kıssa"dır. Öyle ya, inanan bir toplumda, pürüzleri yok etmiş bir toplumda, hayali çözüm yolları aramaya ihtiyaç duymayan bir toplumda romanın ne işi var?

Avrupa Osmanlı ülkesine papaz ihraç eder. Hrıstiyanlığa davet için mi? Ne münasebet. Tek emeli Osmanlı'yı dinsizleştirmektir. Dinsizleştirmek, yani etnik bir toz haline getirmek.

"Bütün Kur'an'ları yaksanız da, bütün camileri kapatsanız da Batının gözünde Haçlı Seferlerinin yalın-kılıç ve tekbir getiren askerlerisiniz..."

Bizim "Büyük İslam Birliği"nin kurucusu olarak selamladığımız Efgani'nin Fransa'daki dostu Hristiyan Halil Ganem'dir. Sultan Abdülhamid Han'ın hasm-ı biamanı Ganem. Renan bile, Efgani'yi "masal kahramanı" sananların gözünü açar.

Zavallı Türk intelijansiyası! Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman edinmiş. Peygamberin adını anmağa cesaret edemeyen bir Cemaleddin Efgani'yi, Peygamber kadar saygıya layık bulmuşlar!
Baki'leri, Galip'leri, Hamid'leri yetiştiren bir şiiri, Yunan-i kadime bağlayanlar, ummanı ırmağa bağlıyorlar.

Dışarıdakiler kendini akıllı sansın diye birtakım binalar kurup içine bedbaht kişiler doldurmuşuz ve tımarhane demişiz adına... Dünyanın bütün tımarhaneleri bizim aydınlarımız yanında birer akl-ı selim abidesi... Devekuşu uyanıklığı temsil eder aydınlarımız yanında...

Mefhumların kah gülünç, kah korkunç maskelerle raksa çıktığı bir karnaval balosu, fikir hayatımız.

Bilgelerin aydınlatmadığı toplumu, şarlatanlar aldatır... Bu yüzden ya sloganlara esir olduk, ya ideolojilere köle...

Ben mağlubum yavrum seni sevgimle tutamadıktan sonra... Hakkımdır diyorsun... Senin yaşında hak olmaz... Sen haklarını adım adım fethetmek zorundasın... Ama anlatamıyorum... Neleri kaybettiğinin farkında değilsin... Sultanlıktan kapıcılığa koşuyorsun... Unutma düşenlerin tutunacağı dalı seçme şansı olmaz.

Bataklıktan göklere süzülen bir tarla kuşu gibi kasıklarıyla düşünen ve göbekten aşağısıyla yaşayan bu azgın hergele sürüsünden uzaklaşmaya bak... Yoksa gübresin... Leş gibi gübre... Onlar sürü yavrum... Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var? Yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz karanlığa gidiyorlar... Yürüyen, esneyen, tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet...

Kalabalığı sevmek kalabalıkta erimek değil çocuğum... Kalabalığı aydınlatmak... Işık olmak için yanmak lazım... Kolay mı yıldızlaşmak?
Sürüden ayrılanı kurt kaparmış... Sürünün önüne geçmek, sürüden ayrılmak mıdır? Aradaki mesafe uzayınca evet...

Büyük adam kalabalığı uyandıran kılavuz... Ama çok defa tekmeyle uykudan uyandırılanlar efendilerini parçalar. Kendilerine benzemeyen çocuğu beşiğinde boğarlar.

Her "....ist" koltuk değneği olmadan yürüyemeyeceğini ifade eden bir zavallıdır.

Kanun... Büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağı...

Kitap çiçek, zihin arı, dünya kovan.
Kitap, istikbale yollanan mektuplar...
Politika ile en az alimler uğraşırlar...

Kaynak: http://www.e-tarih.org/makaleler.php?sayfa=makaledetay&makaleno=4321

Lamia hanıma yazdığı mektuplardan..

Ben Ezeli Bir Mağlubum

"Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin.
Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun..acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm.
Istıraplarım çok mu çirkin,çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim?
Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim.
Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum. Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum.
Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın."

*

"İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz.."

*

"Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Muhammed'e nasıl iman ettiklerini anlıyorum.

Tek mucize kelam. Kelam, yani sen."

*
BİLİYORUM Kİ BENİMSİN

"Ve gece bir deniz kızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük.
Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı, kah bir çöl gecesi kadar serin.
Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir.
Kelime kanattır, kelime buse.
Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.
Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir.
*
Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş,
gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar.
Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası.
Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz.
Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır.
İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır.
Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür.
*
Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir.
Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin.
Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.
*
MEKTUPLARIN BÜYÜLÜ BİR AYNA

Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu.
Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil'in. Bu aynada ikimiz vardık.
Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise'i hatırladım.
*
Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak.
Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek.
Damlayken denizleşmek. Ve an'a ebediyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak.
Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikarın sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek.
Sanat, en yüce sanat, bir "communion" değil midir?
Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı.
Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.
*
Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı...Karanlıklardayım.
Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız.
*
Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru.
Hind'in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin.
Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor..
Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf.
*
Sen yıldızlarla dosttun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman.
İkimizde gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.
*
SİZDE İDEALİ BULAMADIĞIM ZAMAN

Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş.. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz.
Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu.
Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat'ın ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı.
Kimsiniz?
Otuz yıldır gördüğüm rüya.
*
Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, şimdi şimşek şimşek.
Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamiamla doluydu. Kuşlar tarladamı şakıyorlardı, içimdemi?
*
Merhaba canım benim. Sen aşkın bütün hazinelerini büyük bir titizlikle fatihine saklayan gerçek kadın.
Yalnız kelimelerin değil, rüyaların bile bakir.
*
Rüyalarını ver bana, kendini değil. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil.

İlim haysiyetini kaybetti, ahlaktan sözetmeğe hakkı yok artık. İdealizm ölesiye yaralı; gerçeklik deyince sayısız günahlar, sayısız cinayetler geliyor akla. Hem hırs suçlu, hem feragat.

Yaratmak yabancılaşmaktır.Yaratılan bir başkası.Yaratmak yokolmaktır; ya yaşayacak, ya yaratacaksın. Ebediyet hazin bir teselli mükafatı.

Türk İslam medeniyeti ahlaka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçekleştirdiği değerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istediğim şaheser; insanın kendisi. Tarihine vecitle eğildiğim bu büyük, bu gerçek, bu mert insanı Osmanlı yaratmış ve yaşatmış. Kendini tanımak irfanın ilk merhalesi. Düşünenin görevi insanından kopan, tarihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada çalışmak; Kızmadan, usanmadan irşat. Gerçek sanat ayırmaz birleştirir...

Kaynaklarından kopan bir intelijansiyanin kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmak. Umrandan habersizdik, medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekamül vetiresini ifade için kendimize layık bir kelime bulduk: uygarlık. Mazisiz, musikisiz bir hilkat garibesi.

Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın. Daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü. Sanat düşüncenin, düşünce mukaddeslerin emrinde olmalı.

Hakikat mukaddeslerin mukaddesi.. Hakikat ve sevgi.

Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu hayaletler kesiyor. Tanımadığımız bir dünya bu. İthal mali mefhumların kaypak ve karanlık dünyası. Gerçek, kelimelerin arkasında kayboluyor. Ne güzel tarif; "gerici": Bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan (kimse)” (Meydan – Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucûbenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi. Murdar bir hâl’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. 4. Murad’a, Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey, Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatın ışığında yazar: Kilise ve krallık. Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici! gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.

Bir çağı bütünüyle kötülemek, bütünüyle yüceltmek kadar yanlış.

Edebiyatımızda yunanperestlik Yahya Kemal'le başlar. Yahya Kemal ve Yakup Kadri ile. İran'dan Yunan'a geçen iki dost bu yolculuktan altın meyvelerle dönerler. Ama anlarlar ki gurbet tehlikelerle dolu... Bâkî'leri, Galip'leri, Hâmit'leri yetiştiren bir şiiri, Yunân-i kadîme bağlamak, ummanı ırmağa bağlamaktır.

Şiddeti yok eden şiddet, yalanların en alçakçası değilse, vehimlerin en şairanesi. Her kavganın ezelî mazereti: son kavga olmak.

Fikir adamı için namus, abesde direniş değil, hakikate teslimiyet.

Mazisinden ihtişamından utanan ve Avrupalı dostları gücenmesinler diye hazinelerini gübre ile saklayan gafil bir çocuktur Türk aydını.

Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar.

Akıl tevhid inancına götüren mütevazi bir köprüdür... bu inançtan ayrıldığı an ister istemez dalalet bataklığına saplanacaktır...

Hakikatı iman dışında arayanlar karşılarında abesi buldular...

İnsanlar deli olmakta çok haklıdırlar... mesela Sokrates günün birinde akıllı olmaya kalktı baldıran zehrini içmeye mecbur bırakıldı...

J. J. Rousseau der ki: 'Kadınların aklı ameli bir akıl... bir amaca ulaşmak için gerekli tüm yolları bulurlar da amacı bulamazlar bir türlü'

Allah huzurunda akla ve mantığa dayanarak ilk defa kıyasa kalkan şeytandır... akıl kör adamın elindeki asaya, ilham gözü gören adamın elindeki meşaleye benzer...

Hz. Muhammed (SAV): 'İnsanlar sana fetva verse de sen yine kendi kalbine bir danış'

Tanrıya inanmayan bir dünyanın çocukları için aşk herhangi bir jest...

Ufukta güdük ve çıkarcı bir istikbal belirmişken yarına dur demek ve yıkılan bir mazinin köhne değerlerine ihtişam kazandırmak dile kolay... hele bu ulvi çılgınlıkların en büyük düşmanı da adaletle iktidarın temsilcileriyse...

Hürriyetin olmadığı yerde hakikat şiirin ve hikayenin tüllerine bürünür...

Kopacaksın adsız ve ruhsuz kalabalıktan... ufuksuz iştahlarıyla yavan ve kendini beğenmiş insanlardan uzaklaş... yalnızlık mana dünyası fatihlerinin ortak kaderi...başkaları ne düşünür aldırma... Tanrı ne düşünüyor ona bak...

Ormanı görmedin... ağacı görmedin... rüzgarın önüne savurduğu birkaç kuru yaprağı insan zekasının bütünü sanıyorsun...

Çıkar konusunca vicdan susar...

Bir tartışmada kullanılacak kavramlar tanımlanmamış, üzerinde uzlaşılmamışsa, o tartışma, güdük kalmaya mahkumdur.

Ya ölüm boğacak şarkılarımı, ya elimden aldığın dünyadan daha muhteşemini yaratacağım.

Ebedi ve ilahi hakikattır... güneş doğunca yıldızlar söner..

http://fildisikule.8m.com/meric.htm
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com