EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ağu 13, 2012 10:05 pm    Mesaj konusu: AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR) Alıntıyla Cevap Gönder

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]
Temel Demirer
demirertemel@gmail.com / demirertemel@yahoo.com
11 Ağustos 2012

“Alev,başka şeyleri aydınlattığı
kadar aydınlatmaz kendini.”[1]


Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte,Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…
Ahmet Altan’ın, “Aydın, ‘bir görev’ olarak üstlenmez değiştirmeyi,” türünden ahkâm kestiği günlerde, Nobelli yazar Günter Grass, 4 Nisan 2012 tarihli ‘Süddeutsche Zeitung’da ‘Söylenmesi Gereken/ Was Gesagt Werden Muss’ başlıklı “nesir-şiir”ini yayınlıyordu.
Üzerine kıyamet koparılan Grass’in “nesir-şiir”i, İsrail’in atom gücünün her türlü denetim dışında kalarak zaten sallantıdaki dünya barışına tehdit oluşturduğunu dikkat çekip, tabuyu kırmakla kalmıyor; aynı zamanda da Almanya’nın atom başlıklı füzeler fırlatma yeteneğine sahip altıncı denizaltıyı da İsrail’e vererek sorumluluğa ortak olduğu eleştirisini dillendiriyordu…
Söylenmesi gerekenleri söylemek, “değiştirmek” için değilse nedir ki?
Sunulanla yetinmeyip hâkim söylemin dışına, karşısına çıkmak, iktidara meydan okumak, “soru(n) çıkarmak”, aydının üstlendiği bir görevdir her daim…
Tam da bu noktada “Entelektüel” ya da “Aydın” konusunda Edward Said’in altını çizdikleri tüm netliğiyle karşımızdadır:
“Entelektüel bireyin hangi partiye yakınlık duyarsa duysun, hangi ülkeden gelirse gelsin ve kendini aslen nereye bağlı hissederse hissetsin,insanların çektiği acılar ve yaşadığı baskılar konusunda belli doğruluk standartlarından şaşmaması gerektiğini söylemeye çalıştım. Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şövenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır. (...) Entelektüel mümkün olduğunca geniş bir halk kesimine seslenir (onları küçümsemez), bu kesim onun doğal muhatabıdır.”[3]
“Karanlık zamanlarda entelektüelin mensup olduğu milletin diğer üyeleri ondan, o milletin yaşadığı acılara tanıklık etmesini, onun adına konuşup onu temsil etmesini isterler genellikle. Bence entelektüelin görevi krizi evrenselleştirmek, belli bir ırkın ya da ulusun çektiği acıları daha geniş bir insani bağlama oturtup bu deneyimi başkalarının acılarıyla ilişkilendirmektir…
Bugün entelektüel bir amatör olmalıdır; toplumun düşünen ve ilgili bir üyesi olmak için kişinin, ülkesine ve iktidarına; ülkesinin kendi yurttaşları ve diğer toplumlarla ilişki kurma tarzına dair en teknik ve profesyonelleşmiş faaliyetlerini bile özünde yatan ahlâki meseleleri gündeme getirmeye yükümlü olduğunu düşünen biri…”[4]
“Entelektüelin bir görevi de insan düşüncesini ve insanlar arası iletişimi kıskacı altına alan klişeleri ve indirgeyici kategorileri kırmaktır…”[5]
Bunlar böyle olmasına böyledir de; söylendiği kadar kolay olmayıp, müthiş giriftlikten de malûldür…
Çünkü “XIX. yüzyıl sonlarında Emile Zola, Dreyfuss davasında Fransa’nın ve Avrupa’nın altını üstüne getirmişti,” diyen Metin Çulhaoğlu “Geleneksel aydının sonu”ndan söz ederken, ekler: “Geleneksel aydını tüketen asıl dinamik, günümüz kapitalizminin ‘ara’ ve ‘üst’ duruşlara zemin tanımayan kesin saflaştırıcı zorlamalarıdır: Ya bir ‘dinozor’ olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler peşinde koşacaksın ya da günümüzün realitesini kabul edip bunun biraz daha olsun düzelmesi için çalışacaksın…”
Sürdürülemez kapitalizm “geleneksel aydın”ın yerine düzen(sizliğ)in “organik aydınımsı(ları)”nı ikameye çalışıyor.
“Çağımızın Tipik Aydın Portresi” olarak nitelenebilecek “durum”un tezahürüne ilişkin Nuray Mert şöyle bir tablo çizer:
“Güçlü ve tekçi iktidarlar, ‘savaş’, ‘olağanüstü hâl’ ortamları, eleştirel sesleri kısar, sindirir. Kimisi korkar, kimisi ‘memleketi ben mi kurtaracağım?’ yılgınlığına düşer, kimisi ‘ben işime bakarım gerisi beni ilgilendirmez’ der, kimisi ‘hazır rekabet ortamı lehime işliyor, benim düşünce mücadelesi ile yenişemediğimi hazır iktidar susturuyor, bundan iyisi Şam’da kayısı’ sevinci ile meydana çıkar. Hepsini anlarım. Ben gidişin bu yönde seyredeceği kaygısını yıllar önce ifade ettim.
Her şeye rağmen, şimdilerde beni en çok rahatsız eden, bu gidiş içinde bazılarının ‘zamanın ruhuna göre davranmak’ çabalarını örtbas etmek için cinlik yaparak, çok dolaylı yollar icat etme telaşları…”
“Nasıl” mı? “Kimler” mi?
AKP şakşakçısı neo-liberal “aydınımsı(lar)” kategorisindekiler! (Eski “Mükremin”den, Mehmet Metiner’e veya Nagehan Alçı’dan Rasim Ozan Kütahyalı’ya...)
Tam burada anımsatmadan geçmeyelim: 11 Eylül’den sonra bir ‘neo-con’ hâline gelen; önce Afganistan müdahalesinin sonra Irak işgalinin ateşli bir savunucusu olan; Ekim 2003’te Vanity Fair dergisinde, “Bugün Irak’ta olan askeri bir işgal değil toplumsal ve siyasal bir devrimdir” diye yazan eski Troçkist Christopher Hitchens için Nuray Mert, “Çağımızın tipik aydın portresi” notunu düşer.
Seksenli yıllardan bu yana, hep tartışmalı pozisyonlar alan Hitchens, 1979 seçimlerinde bile, içten içe Thatcher’ın kazanmasını istediğini sonradan itiraf etmişti. Ardından, farklı sol çevreler ile bizim de tanıdık olduğumuz, çatışma, çekişme ve daha doğrusu sataşma süreci devam etti.
Yani “aydınımsı(lar)” kategorisi, neo-liberal realiteyle (iktidar ile) organik bağı olan bir konumdur.
Ki bu da Edward Said’in, “XX. yüzyılda entelektüeller ya da entelijansiya -fikirleri karşılığı para alan yöneticiler, profesörler, gazeteciler, bilgisayar ya da hükümet uzmanları, lobiciler, allameler, sendikalı köşe yazarları, danışmanlar- adı verilen genel bir gruba ait olan insanların sayısındaki artışla birlikte, insan artık bağımsız bir ses olarak entelektüel birey var olabilir mi diye sormak zorunda kalıyor,”[6] diyerek altını çizdiği, “paranın uysallaştırdığı entelektüeller”[7] veya bir “papağan söylemi” meselesidir…
Ancak Enis Batur’un, itirazındaki üzere: “Papağan söylemi gerçekleştirenleri aydın kategorisine sokamayız, düşüncesindeyim: Bağımsız bireydir aydın; kendisine yakın görüşlere sahip olanlara da, taban tabana zıt görüşlerin sahiplerine de mesafeyle bakar, ama diyalog kurmaktan kaçınmaz. Gene de, asıl mesafesi iktidarlaradır: Muhalifliği öne çıkmayacaksa, aydına aydın niteliğini yakıştıramayız.”
Hem iktidarın eteğine yapışıp, hem de aydın olunamazsa da, neo-liberal kesit “aydınımsı(lar)” kategorisini devreye sokmuştur…
Bu saptamamıza Woody Allen’in, “Aydınlar mafya gibidir; sadece kendilerinden olanları öldürürler,” sözüyle karşı çıkılmamalıdır. Çünkü onlara itirazımız, onlarla farklı olduğumuz için değil, onların iktidarla farksız oldukları, konumlandıkları içindir…
“Hiç vazgeçmedi”[8] diye anılan “Aslan Başer Kafaoğlu gibi düşünmeyebilir; “Kitapları rehberimiz oldu,” diyen Oktay Ekinci’nin saptamalarına katılmayabilirsiniz…
Ancak, Arslan Başer Kafaoğlu’nun iktidarla arasındaki mesafe ve mücadeleye itiraz edemezsiniz…
Ya Yıldırım Türker’in, “Onun cesaretine, hakikâte olan sadakatine her zamankinden çok ihtiyacımız var,” dediği Mehmet Ali Aybar?
Anımsayın: Mehmet Ali Aybar, Amerika’nın Vietnam’daki savaş suçlarını sorgulamak için kurulan Russel Mahkemesi’nin başkanlığını yapmış, Vietnam’da Direniş’in efsanevi komutanı Nguyen Vo Giap’a, tanık olduğu yakışıksız bir olay üstüne “Şunu bir kere daha anladım ki insan sosyalizm için değil, sosyalizm insan içindir” demekten çekinmemişti O…
Dedikleri doğru bulunur ya da yanlış, ancak bu, iktidarı hiçe sayan aydın tavrıdır.
Nihayet kızı Serpil Güvenç’in, “Babam hep şöyle söylerdi: Paris komünü 70 küsur gün sürdü, Spartaküs hareketi bir hafta sürdü, ama Sovyetler Birliği 70 küsur yıl sürdü. Dolayısıyla yeniden bir toplumsal dönüşüm olup da emekçiler iktidar olduğu zaman yüzlerce yıl sürecek, inancımı kaybetmem için hiçbir neden yok, derdi. Babam hiç inancını kaybetmedi”; eşi Şekibe Çelenk’in, “Halit’i tanıdığımdan beri en başta gelen özelliği, inancından, düşüncesinden bir gün dahi taviz vermeden aynı çizgide bugüne kadar ilerlemiş olması,” diye tanımladıkları Halit Çelenk…
Yani Oral Çalışlar’ın, “O bizim yalnızca siyasi davalardaki savunucumuz değil, başımızın her sıkıştığında başvurduğumuz bir büyüğümüzdü. Her zaman yanımızdaydı”; İhsan Çaralan’ın, “Halit Çelenk, her 10 yıla bir genç kuşak karşılık gelir dersek, beş kuşak gençliğin ve son 50 yılın devrimcilerin avukatı ve ‘Halit Abisi’dir,” dedikleri O…
Görüşlerine katılın, katılmayın O bir aydındır…
Zikrettiklerimin hiçbirinin görüşlerini paylaşmayan birisi olarak, onların aydın tavırlarına bir itirazım yok…
Bu konuda V. İ. Lenin’in, Rosa Luksemburg’a ilişkin benzetmesinden hareketle, görüşlerine katılmadığım onlar için “Kimi zaman alçaktan uçsalarda, mücadeleleri sarp kayalarda geçmiştir,” diyebilirim.
“Bunlardan neden söz ediyorum” mu?
Bugünün “aydınımsı(lar)” kategorisinin ne olduğunun altını çizmek için…
Onlar her gün ekranlarda fondötenli yüzleriyle aynı cümleleri kurup, iktidarın papağanlığını üstlenip; “aydın(lar)ın aydın olma” ölçütlerini yerle yeksan ederlerken; vicdansızlığın da en net örneklerini sergilemişlerdir.
Özellikle “eski(yen) solcular”dan oluşan bu kategori, “geçmişleri”ni ranta tahvil ederken; hepimize Nobel alan ilk tiyatro yazarı Dario Fo’nun, ödülden sonra yaptığı bir söyleşideki, “Burjuvazinin sözcüsü olmaktansa, proletaryanın köpeği olurum,” saptamasını anımsatır…
Robert Frost’un, “Ormanda iki ayrı patika vardı ve ben en az ayak izi olanını seçtim. İşte, farklılık budur,” uyarısının altını çizerek tekrarlıyorum: Soru(n), onlardan farklı olmamızdan çok, onların iktidardan farklarının, iktidara karşı olmalarının söz konusu olmayışıdır…
Nihayet ‘Taraf’lı, ‘Zaman’lı, ‘Radikal’li sairlerin bugünü olsa da, gelecekleri yoktur ve asla da olmayacaktır!

7 Haziran 2012 18:35:28, Ankara.

N O T L A R
[*] Gelecek Gazetesi (Kıbrıs) No:53, 28 Temmuz 2012.
[1] Friedrich Nietzsche.
[2] Demba Moussa Dembélé, Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları, çev: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Yay., 2012.
[3] Edward Said, Entelektüel, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 2004, s.12
[4] yage, s.54-55-88.
[5] yage, s.11.
[6] yage, s.70-71.
[7] yage, s.69.
[8] “Aslan Başer Kafaoğlu’nun Ardından”, Bilim ve Ütopya, Yıl:17, No:207, Eylül 2011, s.7.

Kaynak: http://www.gorelesol.com/haber/yazar.asp?yaziID=11551
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com