EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kanser

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HASTALIKLAR/ŞİFALAR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Prş Ksm 15, 2007 11:07 am    Mesaj konusu: Kanser Alıntıyla Cevap Gönder

Belçika: Kemoterapisiz 'kanser tedavisi'
05 Ekim 2017



"Akut miyeloid lösemiye (AML) sahip bir hasta, tedaviye olumlu yanıt verdi"

Belçika'da Celyad adlı biyoteknoloji şirketi, geliştirdikleri ilaç sayesinde daha önce hiçbir tedaviye olumlu yanıt vermeyen bir lösemi (kan kanseri) hastasının, kemoterapiye gerek kalmadan iyileştirildiğini açıkladı.

Belçikalı şirkete göre, bu dünyada kanser tedavisi açısından bir ilk.

Şirket, kanser hastalarında bağışıklık sistemini güçlendiren bir ilaç üzerinde çalışıyor. Bu ilaçla birlikte hastanın vücudundan hücreler alınarak, genetik olarak değiştiriliyor.

Böylece ilacın kanser hücrelerini daha kolay tanıyıp, onları ortadan kaldırması sağlanıyor.

Şirket sözcüsü Nicolas van Hoecke'nin verdiği bilgiye göre, ilaç ABD ve Belçika'daki kanser hastaları üzerinde denendi. Bazı hastalarda sonuç alınamazken, bir çeşit kemik iliği kanseri olan akut miyeloid lösemiye (AML) sahip bir hasta, tedaviye olumlu yanıt verdi.

"Kanserli hücreler tamamen yok oldu"

Daha önce uygulanan tedavileri sonuçsuz kalan hastaya düşük dozda ilaç verildi. Tedavi sonrası kanserli hücrelerin tamamen yok olduğu belirlendi.

Hastalık, kemoterapiye gerek kalmadan tedavi edildi. Sözcü Van Hoecke, kemoterapinin çok ağır bir tedavi yöntemi olduğunu ve insanların bundan kaçındığını belirterek, yeni geliştirdikleri ilaç tedavisinin bu açıdan bir umut olduğunu söyledi.

ABD'de her yıl 20 bin kişiye AML teşhisi konuyor. Hastalık, Avrupa'da da yaygın görülen kanser türlerinden biri.

Belçikalı şirkete göre, ilacın ilk ilk test aşamasında olumlu sonuçlar elde edilmesi umut verici bir gelişme.

Şirket sözcüsü Van Hoecke, daha önce kolon kanseri tedavisinde de olumlu sonuçlar elde ettiklerini vurgulayarak, ilacın uzun vadede diğer kanser türlerinin tedavisinde de ilaç tedavisinde de kullanılabileceğini söyledi.
BBCT

"Kanser ilaçlarının yarısından fazlası işe yaramıyor"
05 Ekim 2017



"Çalışmalar tedavinin başarısız olduğunu gösteren öncü göstergelere de odaklanmalı, böylece sağlık yetkilileri dengeli kararlar alabilir"

Çeviri - Gonca Tokyol

Yapılan bir araştırma, 2009-2013 yılları arasında Avrupa İlaç Ajansı’ndan onay alan 48 kanser ilacının 68 farklı kullanımın yarısından fazlasında tedavi edici ya da yaşam kalitesini artırıcı etki göstermediğini ortaya koydu.

British Medical Journal’da yayımlanan makalenin eş yazarı olan ve London School of Economics’de öğretim görevlisi olarak çalışan Huseyin Naci, araştırmayla ilgili olarak Independent’a yaptığı açıklamada, “Halihazırda piyasada olan ilaçların gerçekten yaşam süresini uzatıp uzatmadığı ya da kalitesinde bir artışa neden olup olmadığını görmek istedik” dedi.

Ekibin yaptığı araştırmalar, 68 farklı şekilde kullanılan ilaçların prosedürsel olarak sadece yüzde 10’unun yaşam kalitesini artırdığını gösterdi. İlaç kullanımı sonrasında 3 ila 8 yıllık bir takip süresini gözlemleyen ekip, ilaçların onaylı kullanımının yüzde 49’unda hastaların hayatlarına ve yaşam sürelerine yönelik belirgin bir gelişme olmadığını ortaya çıkardı. Hastaların hayatta kaldıkları durumları da inceleyen ekip, buradaki faydanın olayların yarısında klinik olarak bir anlam içermediğinin altını çizdi.

"Kimsenin panik olmaması çok önemli"

Konuyla ilgili çok fazla çalışma yapılmadığını fark ettiklerinde şaşırdıklarını söyleyen Naci, yapılan araştırmaların büyük bir kısmında, röntgen ya da laboratuvar testleri gibi doğrudan olmayan yöntemlerin kullanıldığını ifade etti. Bulguların hastaları korkutmaması gerektiğine dikkat çeken bilim insanı, “Kimsenin panik olmaması çok önemli” diye konuştu.

"En başta neden onay verildiğini anlamak zor"

Oxford Üniversitesi’nde kanıta dayalı tıp alanında çalışmalar yapan Carl Heneghan da, hayat kurtarma oranına bakıldığında ilaçlardaki gelişmenin yaşadığı sıkıntının ‘hayal kırıklığı’ yarattığını belirterek, “Eğer klinik olarak belirgin bir faydaları yoksa bu ilaçların yarısına en başta neden onay verildiğini anlamak çok zor” ifadelerini kullandı.

"İdeali, erken başarısızlık sinyallerine odaklanmak"

Kişisel Onkoloji dalında çalışmalar yapan Institute of Cancer Research profesörü Winette van der Graaf ise genel kurtulma oranları yerine faydalara odaklanılan küçük araştırmaların, hastalara yönelik kişisel tedaviler oluşturma konusunda etkili olduğunu savundu.

"Benim alanım olan nadir kanser türlerinde kanıtlara ulaşmak çok zor, bu da hastaların yeni tedavi yöntemleri bulmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor” diyen Graaf, kurtulma oranına odaklanan geniş kapsamlı araştırmaların pahalı olduğunu ve uzun sürdüğünü söyledi. Graaf, “İdeal olan şu, çalışmalar tedavinin başarısız olduğunu gösteren öncü göstergelere de odaklanmalı, böylece sağlık yetkilileri dengeli kararlar alabilir” dedi.

T24
ETİKETLER
avrupa İlaç ajansı kanser ilaç tedavi londra oxford Üniversitesi

Kanserli hücreleri tamamen yok eden bir tedavi yöntemi bulundu
30 Ağustos 2017



İskoç bilim insanları, kanser hücrelerini öldüren, mevcut tedavilerden çok daha etkili olabilecek yeni bir kanser tedavisi yöntemi bulduklarını açıkladı.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz
Kanserli hücreleri tamamen yok eden bir tedavi yöntemi bulunduğu açıklandı

Glasgow Üniversitesi'nde geliştirilen ve CICD (Kaspaz Bağımsız Hücre Ölümü) adı verilen yeni yöntemin tümörleri tamamen ortadan kaldırabileceği ve hastalığın tekrarlamasını önleyebileceği belirtiliyor.

Araştırmanın sonuçları bilim dergisi Nature Cell Biology'de yayımlandı.

Kemoterapi, radyoterapi ve immunoterapi gibi mevcut tedaviler, apoptosis olarak bilinen bir yönteme dayanıyor.

Bu yöntemde, kaspaz adı verilen proteinler aktive edilerek kanser hücreleri öldürülüyor.

'Kalan tümör hücreleri de ölüyor'

Ancak bu tedaviler yan etki riski içerdiği gibi, genellikle kanser hücrelerinin tamamını öldüremiyor ve bunun sonucu olarak hastalık tekrarlayabiliyor.

Araştırmaya başkanlık eden Dr. Stephen Tait, "Tümörü tamamen gerileten bu yöntem, kanser tedavisinde çok daha etkili olabilir. Gerçekte, tedavide tüm tümör hücrelerini öldürmek gerekmiyor. Çünkü, kalan tümörü tamamen temizleyen ve dolayısıyla kanseri ortadan kaldıran bir bağışıklık tepkisi ortaya çıkardık" dedi.

Uzmanlara göre apoptosisin aksine CICD yöntemiyle kanser hücreleri ölürken, bağışıklık sistemi imflamatuvar proteinlerle uyarılıyor. Bunun sonucunda, kalan tümör hücreleri de ölüyor.

Araştırmada, laboratuvarda geliştirilen kalın bağırsak hücreleri kullanıldı. Ancak yöntemin diğer kanser türlerinde de kullanılabileceği belirtiliyor. Kaynak: BBC Türkçe

Dev kozmetik şirketi 'Kanserli Ürün' davasını kaybetti
07 Mayıs 2017

Tüm dünyanın yakından tanıdığı özellikle bebekler için Johnson&Johnson markalı kozmetik ürünler pazarlayan dev şirket tarihinin en büyük tazminatını ödemeye mahkum oldu.

ABD'li ilaç, kozmetik ve tıbbi malzeme devi ve dünya markası Johnson&Johnson, kullandığı talk pudrası nedeniyle yumurtalık kanseri olduğunu söyleyen bir kadının açtığı davayı kaybetti. 

110 MİLYON DOLAR ÖDEYECEK

Çok uluslu ilaç ve kozmetik tekeli, davacı kadına 110 milyon dolar ödemeye mahkum oldu.

KEMO TERAPİ GÖRÜYOR

Virginia eyaletinin Missouri kentinde yaşayan 62 yaşındaki Lois Slemp, kırk yıl boyunca talk ürünleri kullandıktan sonra kanser olduğunu iddia etti.

YETERLİ UYARIDA BULUNMADI

Savcılar, şirketin ürünlerin yarattığı kanser riskiyle ilgili yeterli uyarıda bulunmadığını savundu. Uzmanlar ise, talk temelli ürünlerle kanser arasındaki ilişkinin kanıtlanmadığını söylüyor. J&J ise kararı temyize götüreceklerini duyurdu.

2 BİN 400 DAVA AÇILDI

 Reuters'a göre bu, talk ürünleri yüzünden şirkete açılan 2 bin 400 davada alınan en yüksek miktardaki tazminat kararı.Kemoterapi gören Slemp'e 2012'de teşhis konduğu ve kanserin karaciğerine yayıldığı belirtildi. Slemp, J&J markasının bebek pudrası ve duştan duşa uygulanan pudrasını kullandığını belirtti. Geçen yıl talk temelli ürünlerle ilgili üç davayı kaybeden şirket, geçen Mart'ta bir davayı da kazanmıştı. Kaynak: Dev kozmetik şirketi 'Kanserli Ürün' davasını kaybetti
Haberartıturk

'Son dönemde artan kanser vakaları, endüstriyel yoğurttan'
4 Nisan 2017



İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar, son dönemde artan kanser vakalarında endüstriyel yoğurdun etkisinin ilk sırada olduğunu söyledi.

'Son dönemde artan kanser vakaları, endüstriyel yoğurttan'
Muğla Hür Düşünce Platformu tarafından 'Beslenme ve Sağlık İlişkisi' konferansı düzenlendi. Menteşe Belediyesi Konakaltı Kültür Merkezi'ndeki konferansa konuşmacı olarak katılan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar, hazır yoğurtlarla ilgili açıklamalarda bulundu.

Dr. Dizdar, kanser hastalığının her geçen gün artığını belirterek, "Etrafımızda her gün birisine kanser teşhisi konulduğunu duyuyoruz. Uzmanlar, kanserdeki bu kadar yoğun bir artışı yalnızca sigara, alkol ve obezite ile açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyor. Beslenme açısından da birbirinden çok farklı sosyal statüdeki insanlarda da kanser görülüyor. 'Hayatınızdan çıkarın' diyebileceğiniz neler var' diye sorarsanız bilim adamları olarak geçtiğimiz yıllarda bunu çok tartıştık. Birinci sırada olan yoğurt hala ilk sıradaki yerini koruyor. Bizim ülkemizde yoğurt, diğer ülkelere göre açık ara daha çok tüketilen bir üründür. Yoğurt, beslenmeden öte insan vücudunun dengesinin korunması açısından da çok önemlidir" diye konuştu.

'ENDÜSTRİYEL YOĞURTTAN UZAK DURULMALI'

Endüstriyel yoğurtun yapay bir ürün olduğunu ileri süren Dr. Dizdar, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dolapta bekleyen yoğurdu haftalar boyunca üstten yemeye devam etseniz bir şey olmuyor. Bunu ben defalarca test etmiş biri olarak biliyorum. Biraz dikkat eden herkesin de bildiğini düşünüyorum. Bir ürün bu kadar çok tüketiliyorsa, bu kadar derin bir değişime gitti ise sorun var demektir. Bir gıdanın bozulma biçiminin dönüşmüş olması, ekşimenin ötesinde küflenmeyi bile atlıyor olması, içerikte çok fazla değişiklik yapıldığını gösterir. Kimse kusura bakmasın. Bunlar yoğurt değil. Bu yoğurt yöntemi bilinçli bir şekilde Türkiye'ye dayatılıyor. Bu güçler, yoğurda ilişkin Türkiye'deki yasal tebliğleri bile değiştirdi."

Kendisinin bu konuda eleştirileri gündeme getirdiğinde bazı endüstriyel yoğurt üreticilerinden, "Hocam size bozulmayan yoğurt verdik daha ne istiyorsunuz" diyenlerin olduğunu dile getirdi.
Çağdaş Ses

KANSER HÜCRELERİNİ 42 GÜNDE ÖLDÜREN REÇETE
9 Eki, 2016



Sebze Suyu Kürü ile 45 000 Avusturyalı Kanser ve Diğer Hastalıklardan Kurtulmuştur.

Avusturyalı Rudolf Brojs Kansere doğal çare bulmak için hayatını adamış.
Brojs a göre kanser sadece proteinler sayesinde hayatta kalabilir bu nedenle 42 gün boyunca sadece çay ve bu Kırmızı pancar ana maddesi olan karışımdan içmek gerekir 42 gün boyunca kanser hücreleri açlıktan ölür. Tüm vücüt sağlığına kavuşur.
Malzemeler :
Pancar ( % 50 ) 30grm
Havuç ( % 10 ) 10 grm
Kereviz Kökü ( % 10 ) 10 grm
Turp ( % 2 ) 3 grm
Hepsini Blendırda karıştırın.
Bu Meyve suyundan vücüdun ihtiyacı kadar için.
Fazla abartmayın.
Kırmızı Pancar Lösemi ve diğer kanser türlerinde etkilidir.
Kırmızı Pancar vücüttaki ve kandaki toksinleri temizler.
Kırmızı Pancar Suyu karaciğer ve safra kesesini uyarır kabızlığı giderir.
Kırmızı Pancar Havuç ile beraber Gut Böbrek Safra Kesesi için mükemmeldir.
NOT: Bu kür uygulanırken tok olunmayacak.
Şifa olsun…
canankaratay.net

Avrupa Gıda Güvenliği uyardı: Nutella kanser yapıyor
12 Ocak 2017



Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA), Nutella içerisinde yer alan palmiye yağının kanserojen olduğunu duyurdu.

İtalyan gıda devi Ferrero'nun ürettiği ve dünya çapında bir üne sahip olan çikolata-fındık ezmesi ürünü Nutella'nın başı Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) son raporu sonrası dertte.

NTV'nin haberine göre, raporda, Nutella içerisinde bulunan palmiye yağı, diğer yağ çeşitlerine göre daha kanserojen bir madde olarak tanımlandı. EFSA'nın bu raporu, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) palmiye yağı hakkında görüşlerini de destekliyor.

Rapor sonrası Nutella hisseleri yüzde 3 düşerken, üretici firma Ferrero bu krizin ardından bir televizyon reklamı yayınladı.

Reklamda palmiye yağının tehlike yaratmayacak şekilde kullanıldığına ve bu yağ olmadan aynı yayılmanın elde edilemeyeceğine vurgu yapıldı.

Uzmanlar Nutella'nın bu hamlesinin ekonomik nedenlerle olduğunu savunuyor. Bunun sebebi ise, Ferroro'nun Nutella'da kullandığı yağı değiştirmeye karar vermesi durumunda, yıllık maliyetlerin 8-22 milyon dolar artacak olması.

FERRERO CEPHESİNDEN AÇIKLAMA

Ferrero'nun satın alma yöneticisi Vincenzo Tapella ise bu durumun sebebinin ekonomik olmadığını iddia ediyor. Tapella'ya göre Nutella'da palmiye yağı dışında bir yağ kullanılması durumunda ürünün niteliğinde bir düşüş yaşanacak.

PALMİYE YAĞI NEDEN ZARARLI

2016 yılının Mayıs ayında yayınlanan detaylı EFSA raporuna göre, 200 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda rafine edilen palmiye yağı, diğer tüm bitkisel yağlardan daha tehlikeli kabul ediliyor. Palmiye yağının doğal kırmızı renginin sökmek ve kokusunu ortadan kaldırmak için yüksek sıcaklıklar kullanılıyor. Bu işlem glisidil yağlı asit esterleri (veya GE) olarak adlandırılan atık maddelere neden oluyor. Bu maddelerin hazmı da tümörlere yol açtığı düşünülen glisidol oluşumuna neden oluyor.

İtalyan Ferrero bünyesinde Nutella'dan başka Kinder (Sürpriz Yumurta), Ferrero Rocher ve Tic Tac gibi bilinen markalar bulunuyor.

NUTELLA HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER

*“Nutella” ismi, İngilizce “Nut(Fındık)” ve Latince’de tatlılar için kullanılan bir ek olan “ella”nın birleştirilmesiyle meydana gelmiş.
*Nutella, Dünya fındık rezervlerinin yüzde 25’ini kullanıyor.
*Nutella, pürüzsüz dokusu ve raf ömrü nedeniyle palmiye yağını tercih ediyor.

Kaynak: Patronlar dünyası

KANSER DEĞİL, GEREKSİZ KEMOTERAPİ ÖLDÜRÜYOR!...
Mine Şenocaklı

Bitkisel ilaçla tedavi uzmanı Dr. Ümit Aktaş’tan çok tartışılacak bir iddia:

Kanser çağımızın vebası. Ama bana göre kanserden daha büyük bir problem var; kanser hastalarına uygulanan kemoterapi tedavileri. Pek çok insan bu yüzden ölüyor!

Söyleşiden çıktığımda tek bir soru vardı kafamda, “Ben bu meseleyi yazıya nasıl dökeceğim? İnsanları paniğe sürüklemeden nasıl anlatacağım?” Söyleşiyi yaptığım doktor, Türkiye’de fitoterapi, yani bitkisel ilaç tedavisi üzerine uzmanlaşmış altı doktordan biri; Dr. Ümit Aktaş... Çok kısa süre önce ‘İlaçsız Yaşam’ adlı kitabı çıktı ve ben de o kitabı okudum.

Kitabın sonunda bir hastanın sorusuna verdiği yanıt bu söyleşiyi yapmamın temel sebebi oldu.

Soruyu soran hastaya pankreas kanseri teşhisi konmuş, tedavi önerisi ise ameliyat, ardından da kemoterapi... Hasta ameliyattan değil ama kemoterapiden korkuyor ve soruyor; “Kanseri yenmenin başka bir yolu yok mu?”

Aktaş’ın verdiği yanıt pek çoğunuza iddialı gelecek, aynen şöyle: “Size kanser teşhisi konulması, kanser hastası olduğunuz anlamına gelmez.

Beklemek ve izlemek gerekir. Kaldı ki pankreas kanseri olsanız bile bitkisel ilaçlarla tedavisi mümkün, ameliyata da, kemoterapiye de gerek yok.”

Boşuna mı acı çekiliyor?

Bu beni hem şaşırttı hem umutlandırdı ama bir o kadar da şüpheye düşürdü. Onca insan boşuna mı acı çekiyordu? Bu kadar doktor yanlış tedavi mi uyguluyordu? Mutlaka yanıtlarını öğrenmem gerekiyordu, zira ben de eriyen pek çok insan görmüştüm kemoterapi tedavisi sürecinde!..

Dr. Ümit Aktaş söyleşiyi hemen kabul etti, zira bir misyon gibi görüyordu gereksiz kemoterapi tedavisini engellemeyi...

Aklıma gelen tüm soruları sordum ve tatmin edici yanıtlar aldım.

Söyleşiye geçmeden yine de altını çizeyim; bu demek değil ki her kemoterapi tedavisi sadece boşuna acı çekmektir, pek çok kanser vakasında kemoterapi dışında bir çözüm olmayabiliyor. Bunu sorularıma cevap verirken Dr. Ümit Aktaş da vurguladı... Dolayısıyla teşhis konduktan sonra bir başka doktora danışmakta büyük fayda var. Zira bazen kanser değil, ama kemoterapi öldürebiliyor!

Bağışıklık sistemi çöküyor

- Hocam çok tartışılacak bir iddiada bulunuyorsunuz kitabınızda... Pankreasında 2 cm’lik bir tümör olduğunu öğrenen ve doktorların hemen ameliyat, sonrasında da kemoterapi önerdiği 58 yaşındaki hastaya, bunlara gerek olmadığını, kanserin de bitkisel ilaçlarla tedavisinin mümkün olabildiğini söylüyorsunuz...

Doğru, kanserin bitkisel ilaçlarla tedavi edilebileceğini iddia ediyorum...

Kanser çağımızın vebası. Ama bana göre kanserden daha büyük bir problem var; kanser hastalarına uygulanan tedaviler. Hastayı kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor!

- Nasıl?

Kemoterapi ‘Sitotoksik’, yani hücre öldürücü bir tedavidir. Kanserli hücreleri toksik etki yaparak, yani zehirleyerek yok ediyor.

Ama kemoterapi sadece kanserli hücreleri öldürmüyor.

Kanserli hücrelerin yanında sağlıklı hücreleri de öldürüyor.

Sıkıntı da burada zaten. Bu yüzden bağışıklık sisteminizi çökertiyor, kilo kaybına sebep oluyor, sizi hasta ediyor.

Hastalığı tedavi etmek için verdiğiniz bir ilaç sağlıklı hücreleri de yok ediyorsa ve bu etkiyi verilen her hastada meydana getiriyorsa, bu ilacın sağlığa faydalı bir ilaç olduğundan bahsedilebilir mi?

Kemoterapi alan hastada bağışıklık sistemi diye bir şey kalmıyor, hasta her türlü hastalığa açık hale geliyor, hatta sık sık zatürre gibi enfeksiyonlara yakalanıyor ve bu enfeksiyonlar kimi zaman hastanın ölmesine sebep oluyor. Artık kemoterapilerin bilimsel anlamda sorgulanmasının vakti geldi de geçiyor.

Biz doktorlara tıp fakültesinde hocalarımızın öğrettiği ilk kural şudur; hastanız için en az zarar verecek tedaviyi seçmelisiniz. İşte ben bu sebeple kanser hastalarına kemoterapi uygulanmasına karşı çıkıyorum.

Sonra kanserde en önemli savunma mekanizması bağışıklık sistemiyse, bizim kanseri tedavi etmek amacıyla kemoterapi uygulayıp, bağışıklık sistemini çökertmemiz yanlış değil mi? Üstelik bir şey daha var; diyelim ki size kanser teşhisi konuldu, bu kanser hastası olduğunuz anlamına da gelmez.

- Anlayamadım...

Hangi hastalığa yakalanırsanız yakalanın, birtakım ortak hastalık belirtileri vardır.

Ağrınız olabilir, ateşiniz olabilir, kilo kaybedebilirsiniz, mideniz bulanabilir, kusabilirsiniz, ishal ya da kabız olabilirsiniz...

Diyelim ki sizde hiçbir belirti yok.

Ama pankreasınızda bir kitle var. Bu sizin hasta olduğunuzu mu gösterir? Hayır, siz kanser hastası değilsiniz.

Sadece size pankreasınızda bir kitle olduğu teşhisi konulmuş. Henüz bu kitle sizde bir hastalık yapmamış.

İleride tabii ki hastalık yapabilir, ama şu anda bir hastalık gelişmemiş.

Dolayısıyla öncelikle bir şey yapmadan bu kitlenin izlenmesi gerekir.

- İyi ama kanserden değil, geç kalmaktan korkun deniyor. Bu yüzden de 40 yaş üstü kadınlara her yıl mamografi çektirmeleri öneriliyor...

İşte benim de üzerinde durduğum konu bu. Diyelim ki memenizde bir kitle bulundu. Peki bu henüz gelişmemiş hastalık için size ne öneriliyor? Bağışıklık sisteminizi mahfedecek kemoterapi.

Eğer kemoterapi alırsanız, sizde şu yan etkiler gelişecek; kilo kaybedeceksiniz, saçlarınız dökülecek, ki bu en basit yan etkisi kemoterapinin, sürekli mideniz bulanacak, kusacaksınız, bağışıklık sisteminiz baskılanacak ve tüm hastalıklara açık hale geleceksiniz. Yani, hasta olacaksınız.

Sizi hasta eden bir tedaviye başlamış olacaksınız!

Üstelik kemoterapinin bu yan etkileri kemoterapi uygulanan bazı hastalarda değil, bütün hastalarda meydana geliyor.

Yani bu etkiler yan etki değil, kemoterapinin direkt etkileri. Hastalığı tedavi etmek için verdiğiniz bir ilaç sağlıklı hücreleri de yok ediyorsa ve bu etkiyi verilen her hastada meydana getiriyorsa, bu ilacın sağlığa faydalı bir ilaç olduğundan bahsedilebilir mi?

- Kemoterapi tedavisi uygulandıktan sonra sağlığına kavuşan pek çok hasta da var ama...

Tabii ki var... Her kanseri kendi içinde değerlendirmek gerekir. Tek tip bir kanserden bahsetmek mümkün değil. Hepsinde ayrı tedaviler ve ortalama yaşam süreleri mevcut.

Ama ben pankreas kanserinden örnek vereyim; kemoterapi ve cerrahinin pankreas kanserindeki 5 yıllık hayatta kalma şansını artırdığına dair hiçbir tıbbi kanıt yok.

- Hastanın hayatta kalma şansını artırmayan ve bu kadar fazla yan etki yaratan bir tedavi neden uygulanıyor peki?

İzahı aslında son derece açık; kanser tedavisi, ilaç endüstrisinde en hızlı büyüyen pazar! Sadece 2006 yılında dünyada 37 milyar dolarlık kanser ilacı satıldı.

Bu rakam da her sene katlanarak büyüyor. Dünyada kanser tedavisi üzerine sürdürülen çalışmaların çoğu ise kanser ilacı üreten ilaç firmaları tarafından finanse ediliyor.

İlaç firmalarının tıbbi araştırmaları finanse etmeleri engellenmediği ve bağımsız bilimsel araştırmalar yapılmadığı sürece insanlar bu sıkıntıyı yaşamaya devam edecek.

Kanser teşhisi konulmuş olması hasta olduğunuz anlamına gelmez

- Sizin bitkisel tedaviyle iyileştirdiğiniz hastalarınız var mı?

Var tabii... Mesela en son 4 yaşında bir hasta getirdiler. Böbreküstü bezi tümörü var.

Aynı zamanda akciğerde metastaz yapmış. Bana geldiğinde trombosit sayısı 22 bine düşmüştü. Çünkü kemoterapi yapmışlar.

Biliyorsunuz trombositler kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücrelerdir. Trombosit sayısının 22 bin olması, ciddi, ölümcül kanama tehlikesi var demektir.

Bu yüzden tüm tedavi kesilmişti.

Maalesef bana hastalar çoğunlukla böyle son aşamada geliyor.

Bitkisel tedaviye başladık. Trombositleri 20 gün sonra 119 bine çıktı. Ve 30. günde çekilen tomografilerde bütün tümörlerin küçüldüğü görüldü.

- Şimdi nasıl?

Tedavi sürüyor. Henüz 40’ncı günde... Ama iyileşme başladı. Ben genelde böyle hastalarıma immünoterapi dediğim bağışıklık sistemi tedavisini uyguluyorum.

Çünkü dünyada da bağışıklık sistemi tedavi edilen pek çok kanser hastasının iyileştiğini görüyoruz. Kanser tedavi edilebilen bir hastalıktır.

- Kemoterapiye gerek kalmadan mı?

Her hasta için değil tabii...

Ama ben şunu söylüyorum, kemoterapinin gereksiz kullanılması cinayettir! Kemoterapi kullanılacak hasta çok doğru seçilmelidir.

Yanlış kemoterapi uygulamaları insanları öldürüyor.

Bugün dünyada bütün bilim adamları kemoterapiyi nasıl bırakırız diye çalışıyor. Kemoterapi uygulamadan da kanser hastalarını tedavi etmek mümkün. Hastaya her şeyden önce tedavi seçenek hakkı verilmeli ve doğrular anlatılmalıdır.

Çünkü hasta geliyor diyor ki, “Benim hiçbir şeyim yoktu, chek-up’a gittim, karaciğerimde nodül görüldü, doktorum dedi ki ‘Kansersin! Hemen kemoterapiye başlayacaksın!’ ‘Başlamazsam ne olur?’ dedim.

‘Bu hastalıktan ölüm oranı şudur’ dedi. Kemoterapi yaptırmaya başladım, şimdi perişanım.”

İnsanlar zaten kemoterapiden dolayı ölüyor. Oysa kanser teşhisi konulması başka şey, kanser hastalığı başka şey. Tamam vücudunda bir nodül var.

Ama ne oldu, sen hasta mısın? Bu nodül sana ne yaptı? Ateşin mi var, kilo kaybın mı var, ağrın mı var, sürekli miden mi bulanıyor? Hiçbir şeyin yok.

Sapasağlamsın, sağlıklısın. O zaman niye kemoterapi veriyoruz bu insana? Kemoterapi ne yapacak ona? İyileştirecek mi? Tam tersine, bağışıklığını çökertecek.

Onu enfeksiyonlara ve kanser hastalığına karşı açık hale getirecek.

Pankreas kanserine karşı zerdeçal tüketin

- Peki sizin pankreas kanseri için tedavi öneriniz nedir?

Dünyada pankreas kanserini tedavi edebilmek için pek çok araştırma yapılıyor.

Bu çalışmalarda özellikle üzerinde durulan bitki zerdeçal.

Amerika’nın en önemli kanser merkezi MD Anderson Kanser Merkezi’nde zerdeçalla ilgili pek çok çalışma yapıldı ve pankreas kanserinde tedavi edici etkisi olduğu gösterildi.

Bir araştırma var.

Son aşamadaki 25 pankreas kanseri hastasına hiç kemoterapi uygulanmamış, sadece ilaç halinde zerdeçal verilmiş.

Bu gibi son döneme gelmiş vakalarda 12 aydan fazla hayatta kalma şansı maalesef yüzde 10’dur. Zerdeçal kullanan hastaların 25’i de 18 ay yaşamış.

- Sadece 6 ay mı daha fazla yaşamışlar?

Hayır, yanlış anlaşılmasın, hastalar yaşıyor, çalışma son bulmuş... Ve bu 25 hastanın birinde kanser tamamen iyileşmiş. Pankreas kanserinde tek bir hastanın tam şifa bulması mucize gibidir.

Kemoterapide ise böyle bir sonuç yok. Hatta şunu söylemek mümkün, belki de bu 25 hastaya kemoterapi tedavisi uygulansaydı tümü hayatını kaybedecekti.

Bu yüzden ben pankreasında tümör olanlara baharat olarak bol bol zerdeçal tüketmelerini öneriyorum.

Fakat zerdeçalın gıda olarak alındığında bağırsaklardan emilimi çok düşüktür, tedavi amaçlı olarak zerdeçal kullanmak için mutlaka bir doktora başvurmak gerekir.

Bağışıklık sistemini desteklemek de hayati önem taşıyor. Bunun için propolis ve C vitamini tavsiye ediyorum... Tabii yine doktor kontrolünde.

Kemoterapi; kırk katır mı, kırk satır mı?

- Maalesef benim çok sevdiğim bir yakınımı da kemoterapinin yan etkileri bitirdi... O kadar çok acı çekiyordu ki, intihar etmekten söz ediyordu son günlerinde...

Çünkü hastalar iki seçenekle karşı karşıya bırakılıyor, kemoterapi mi, kanser mi? Kırk katır mı, kırk satır mı? Diyorsunuz ki, “Ya bu, ya bu!” Hasta ne yapsın? “Karaciğerinde kitle bulup, kansersin, öleceksin. Tek çaren bu!” diyorlar. Kemoterapiye başlıyor.

O zamana kadar tertemiz, hiçbir şeyi yok. Kemoterapiyle birlikte kilo kaybı, mide bulantıları, kusmalar başlıyor, saçları dökülüyor.

Hasta değilken hastalanıyor insan. Kemoterapi insanları yıkıyor, hasta ediyor... İşte ben bu yüzden kemoterapiye hayır diyorum.

- Kemoterapinin yan etkileri yüzünden hayatını kaybeden hastaların oranı nedir peki?

Kesin bir rakam yok ancak azımsanmayacak kadar çok insan kemoterapi yüzünden ölüyor.

Bir kere kemoterapi başlı başına ölümcül bir tedavi.

Çünkü bütün kemoterapi ilaçları kanser yapıyor. Ve kemoterapiye bağlı lösemiler ve ikincil kanserler görülüyor.

Bu bilinen bir gerçek. Sonra başarı oranlarına bakıyorsunuz, örneğin pankreas kanserinde kemoterapi ve cerrahinin hastanın ortalama ömrünü uzattığına dair hiçbir bilimsel bulgu yok.

Peki niye yapıyoruz öyleyse? Zaten pankreas kanseri çok hızlı ilerleyen bir kanser! Sonra meme kanseri...

50 yaş üzerinde yapılan çalışmalarda gösterildi ki, kemoterapi ömrü sadece yılda yüzde 3 uzatıyor.

Bir yılın yüzde 3’ü ne eder? 10-11 gün! Biz bunun için mi veriyoruz kemoterapiyi insanlara? Bir canlı yayında bizzat yaşanan bir vakayı anlatayım size.

Hasta aradı, dedi ki, “Daha 42 yaşındayım. Samsun’da meme kanseri teşhisi koydular.


Bir mememi ameliyatla aldılar. Kitle patolojiye gitti, iyi huylu çıktı!”

- Memesi alınmış ama kanser değilmiş!

Evet... Dahası var. Sonra İstanbul’a gelmiş hasta, başka bir doktora görünmüş, o da kemoterapi vermiş.

- Niye, kitle iyi huylu çıkmış?

Ben de aynı soruyu sordum. “Kanserden korumak için verdiler” dedi.

Tam 6 kür! Düşünebiliyor musunuz? Kanserden korumak için kemoterapi!

- Bu söyledikleriniz onkologları ayağa kaldıracak...

Bakın bütün bunları belki gazetecilere söylemiyorlar ama pek çok doktor kendi arasında bunları konuşuyor.

Amerika’da yapılmış bir araştırma var. Onkologlara sormuşlar, “Siz kanser olsanız kemoterapi yaptırır mısınız?” diye... Neredeyse tamamı “Hayır yaptırmam” diye yanıtlamış.

Kaldı ki bilimsel çalışmalar da ortada...

Kaynak: VATAN

John Hopkins'den KANSER Raporu
14 ARALIK 2007

1) Herkesin vücudunda kanser hücreleri vardır. Bu kanser hücreleri birkaç milyara kadar çoğalmadıkça standart testlerde görülmezler. Doktorlar kanser hastalarına tedaviden sonra vücutlarında artık kanser hücresi kalmadığını söyledikleri zaman, bu yalnızca kanser hücrelerinin testlerle saptanamayacak düzeyde olduğu anlamına gelir.
2) Bir kişinin hayatı boyunca 6 ile 10 kez kanser hücreleri oluşabilir.
3) Kişinin bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman kanser hücreleri yok edilir ve çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.
4) Bir kişide kanser olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğuna işaret eder. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir.
5) Çoklu beslenme eksikliğini yenebilmek için diyeti değiştirmek ve ek takviye almak bağışıklık sistemini güçlendirir.
6) Kemoterapi hem hızlı çoğalan kanser hücrelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim sisteminde v.s.'deki hızlı büyüyen sağlıklı hücreleri yok eder ve karaciğer, böbrekler, kalp, akciğerler v.s.'de organ tahribatına yol açar.
7) Radyasyon kanser hücrelerini yok ederken; sağlıklı hücre, doku ve organları da yakar, yaralar ve zarar verir.
8) Kemoterapi ve radyasyon başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin uzaması tümörün daha fazla yok olmasına yol açmaz.
9) Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi ya tehlikeye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara yenik düşer.
10) Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir.
11) Kanser hücreleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için ihtiyaçları olan gıdalardan yoksun ve aç bırakmaktır.
KANSER HÜCRELERİ AŞAĞIDAKİLERLE BESLENİRLER:
a- Şeker kanser besleyicidir. Şekeri kesilerek kanser hücrelerinin önemli bir gıdası kesilmiş olur. NutraSweet, Equal, Spoonful v.s. gibi tatlandırıcılar zararlı olan Aspartam ile yapılırlar. Daha iyi bir tatlandırıcı Manuka balı veya molastır, ama az miktarda alınmalıdırlar. Sofra tuzunda beyazlatıcı olarak kimyasallar bulunmaktadır. Daha iyi bir seçenek Bragg'in aminosu veya deniz tuzudur.
b- Süt vücudun, özellikle sindirim sisteminde, mukus üretmesine neden olur. Kanser mukusla beslenir. Süt yerine tatlandırılmamış soya sütü tüketilerek kanser hücreleri aç bırakılabilir.
c- Kanser hücreleri asit ortamda gelişirler. Et temelli diyet asittir ve sığır eti veya domuz eti yerine bol balık ve az tavuk eti yemek en iyisidir. Ette, özellikle kanserli kişilere zararı olan, canlı hayvan antibiyotikleri, büyüme hormonları ve parazitleri bulunur.
d- %80 taze sebze ve meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ve biraz meyveden oluşan bir diyet vücudu bazik (alkali) ortamda tutar. %20 de fasulye içeren pişmiş gıdalardan oluşabilir. Taze sebze suları kolayca emilip 15 dakika içinde hücre düzeyine ulaşabilen ve sağlıklı hücreleri besleyen ve çoğalmalarını hızlandıran canlı enzimler içerirler. Sağlıklı hücre üretimi için gerekli olan canlı enzimlerin sağlanması amacıyla, taze sebze (sebzelerin çoğunluğu ve fasulye filizi) yiyin veya suyunu için ve günde 2-3 kez çiğ sebze yiyin. Enzimler 40o C'de yok olurlar.
e- Yüksek kafein içerikli kahve, çay ve çikolatadan uzak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir ve kanserle savaşan özellikleri vardır. Bilinen toksinler ve ağır metaller içeren musluk suyu yerine arıtılmış veya filtrelenmiş su içiniz. Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.
12) Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.
13) Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.
14) Bazı destek maddeleri (IP6, Flor-ssence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA'lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyaç olmayan hücrelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.
15) Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.
16) Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.
JOHN HOPKİNS HASTANESİ'NDEN KANSER GÜNCELLEMESİ
1) Mikrodalga fırına plastik kap koymayınız.
2) Dondurucuya su şişesi koymayınız.
3) Mikro dalga fırınına plastik ambalaj koymayınız.
4) John Hopkins Hastanesi bunu yakın bir zamanda bülteninde yayınlamıştır. Bu bilgi Walter Reed Ordu Tıp Merkezi tarafından da yayınlanmaktadır. Dioksin kimyasalları kansere, özellikle de göğüs kanserine, neden olmaktadır. Dioksinler vücudumuzun hücreleri için son derece zehirlidir. Plastik şişelerdeki suyu dondurmayınız, çünkü bu plastiğin içindeki dioksinin salınmasına neden olur.
Castle Hastanesi Sağlıklılık Programı Yöneticisi Dr. Edward Fujimoto bu sağlık tehdidini anlatmak için yakınlarda bir televizyon programına çıktı. Dioksinleri ve bizim için ne kadar kötü olduklarını anlattı. Plastik kaplar içindeki yiyeceklerimizi mikrodalga fırınlarda ısıtmamamız gerektiğini söyledi. Bu özellikle de yağlı yiyecekler için geçerli. (Ingilizce metindeki fat sözcüğünün gerçek anlamı hayvansal yağdır.) Söylediğine göre yağ, yüksek sıcaklık ve plastik kombinasyonu dioksinin gıdaya geçmesine ve sonunda vücudumuzun hücrelerine ulaşmasına neden olmaktadır.
Bunun yerine kendisi yemekleri ısıtmak için Corning Ware, Pyrex gibi cam kaplar veya seramik kaplar kullanılmasını tavsiye etmektedir. Yani hazır yemek ve çorbalar ısıtılmadan önce ambalajından çıkarılıp uygun kaplara konulmalıdır.
Kağıt uygundur, ama kağıdın içinde de ne olduğu bilinmemektedir. Sıcaklığa dayanıklı cam kap kullanmak daha güvenlidir. Kendisi yakın bir zamanda fast food restoranlarının plastik köpük kaplardan kağıt kaplara döndüğünü de hatırlattı. Nedenlerden bir dioksin sorunuydu.
Kendisi plastik ambalaj malzemesi ile örtülmüş yiyeceklerin mikrodalga fırında pişirilmesinin aynı derecede sakıncalı olduğunu da söyledi. Yiyecekler radyasyona maruz kalıp ısınıca, yüksek sıcaklıkta plastiğin içindeki zehirli toksinler eriyip yiyeceklerin üstüne damlamaktadır. Yiyecekler plastik yerine kağıt havlu ile örtülebilir.

kizildelisultan.com/

Kanserde kişiye özgü tedavi
06 OCAK 2009
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Kök Hücre ve Gen Tedavileri Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde (KÖGEM) kurulan onkogram laboratuvarı ile teşhisi aynı olsa bile moleküler olarak kişiden kişiye farklılık gösteren kanser türlerinin tedavisinde kullanılacak en uygun ilaç belirlenebilecek.

Böylece gereksiz ilaç kullanımı ve hastada yaratacağı yan etkiler ile hem kişi, hem de ülke ekonomisi için oluşturacağı ekonomik külfet önlenmiş olacak. KÖGEM Müdürü Prof. Dr. Erdal Karaöz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, her kanser hastasının moleküler düzeyde diğerinden farklı olduğunu, hastaya özgü bu karakteristik yapının kişinin tedaviye yanıtını, dolayısıyla tedavinin başarısını belirlediğini vurguladı. Yeni kanser ilaçlarının kullanıma girmesine rağmen kanser tedavisindeki başarının ''çok iyi'' denebilecek düzeyde artmadığını ifade eden Karaöz, bunun en önemli nedenlerinden birinin aynı teşhis konulmuş her kanser hastasına aynı tedavi yönteminin uygulanması olduğunu savundu.

Aynı tür olsa bile her hastadaki kanserin parmak izi gibi kişiden kişiye farklılık gösterdiğini, bunun da kişiye özgü tedaviyi gerektirdiğini dile getiren Karaöz, tedavinin belirlenebilmesi amacıyla KÖGEM bünyesinde son yıllarda başta ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde kanser hastalarının tedavisinde hastaya özgün tedaviyi mümkün kılan bir uygulama olan onkogram laboratuvarının kurulduğunu bildirdi.

Kanser ilaçları hastaya özgü seçilebilecek
Prof. Dr. Erdal Karaöz, onkogram yöntemi ile kanser ilaçlarının hastada yarattığı olumsuzlukları gidermenin kısmen mümkün olabildiğini belirtti.

Hastadan alınan tümörlü dokudan elde edilen hücrelerin laboratuvar ortamında çeşitli kanser ilaçlarına olan yanıtının test edilebileceğini ve ilaçların hücreleri öldürücü etkisinin ölçülebileceğini anlatan Karaöz, şunları söyledi: ''Bu durumda, hangi kanser ilacının o hastada daha etkili olabileceğini bir ölçüde anlamak olasıdır. Böylece, hastaya özgü kanser ilaçlarının seçimine karar verilebilir. Yani hastalığa değil, hastaya özgü tedaviler oluşturulabilir. Bu tedavilerin seçimine olanak tanıyan laboratuvar yönteminin genel adı tümör kemo-duyarlılık testi veya onkogramdır. Onkogram testinin esası cerrahi yolla çıkarılan tümör dokusundan kanser hücrelerini izole edip, laboratuvar ortamında bu hücreler üzerinde kanser ilaçlarının etkinliğini test etmektir. Tıpkı antibiyogram testinde olduğu gibi. Amaç, kanser tedavisini yapan hekimin daha rasyonel ve hastaya özgü tedavi yapmasını sağlamaktır.''

Karaöz, dünyada 50'den fazla yayınlanmış bilimsel çalışmalarla desteklenmiş onkogram sonuçları ile hastanın tedavi sonuçları arasında anlamlı ilişkilerin saptanmasının yakın gelecekte bu testin öneminin hızla artacağının göstergesi olduğunu vurguladı.
milligazete

YÜZDE 70 AĞIZ KANSERİNİ BİLMİYOR
29 Nisan 2008
Türk halkının ağız kanserleri konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı ve toplumun yüzde 70’inin ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmediği ortaya çıktı.
Gazi Üniversitesi’nin 18-19 Nisan tarihlerinde düzenlediği ağız kanserleri sempozyumu sonuç bildirgesi yayınlandı. Sonuç bildirgesine göre, Türk halkı ağız kanserleri konusunda yeteri kadar bilgiye sahip değil ve toplumun yüzde 70’i ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmiyor. Ayrıca bildirgede, diş hekimlerinin, ağız kanserlerinin erken teşhis edilmesinde ve erken teşhisteki rolleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları da belirtildi. Bildirgede şu görüşlere yer verildi:

“Toplumumuz ağız kanserleri konusunda bilgi sahibi değildir. Ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmeyenlerin oranı yüzde 70’dir. Bu konuda ısrarla ve gösterişli şekilde toplumu bilinçlendirme çalışmalarına gidilmelidir. Diş hekimlerimiz ağız kanserlerinin erken teşhis edilmesinde kendi rollerinin önemi bakımından isteklendirilmemişlerdir. Ağız kanserlerinin teşhis ve tedavisinde diş hekimliği, çene cerrahisi, kulak-burun-boğaz, plastik ve rekonstrüktif cerrahi, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi, psikiyatri gibi farklı disiplinlerin ortak girişimlerine gereksinim vardır. Mezuniyet sonrası sürekli eğitim anlayışı kapsamında, ağız kanserlerinin erken teşhisi için diş hekimleri eğitime alınmalı ve mesleki yönden yeni kazanımlar elde etmeleri sağlanmalıdır.”
haber10

Elmanın kabuğu kanser düşmanı çıktı
28 / 02 / 2008

Prof. Dr. Hakkı Gökbel, “ABD Cornell Üniversitesi araştırmacıları, elma kabuğundaki ‘triterpenoids’ adlı maddenin, kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediğini veya öldürdüğünü tespit etti” dedi

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Deneysel Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hakkı Gökbel, “ABD Cornell Üniversitesi araştırmacıları, elma kabuğundaki ‘triterpenoids’ adlı maddenin, kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediğini veya öldürdüğünü tespit etti” dedi.

Gökbel, ülkemizin her yerinde bol miktarda yetişen elmanın düzenli olarak tüketilmesi gerektiğini ifade etti.

Gökbel, “Türkiye’de her yıl 150 bin kişi kansere yakalanıyor. Korunmak için, sebze ve meyvenin bol miktarda tüketilmesi konusunda toplum teşvik edilmeli, bilinçlendirilmelidir” şeklinde konuştu.
stargündem

Kanserin En Sevdiği Yiyecek
14 Kasım 2007
Kanserin beslenmesine izin vermeyin! Bilim adamlari kanser hucrelerinin en sevdigi yiyecege karsi uyariyor.
Kanserin beslenmesine izin vermeyin! Bilim adamlari kanser hucrelerinin en sevdigi yiyecege karsi uyariyor... Bu "tatli" yiyecek ne mi? Okuyun, sasirin...

Birincisi, kanser, normal hucrelerden cok farkli bir bicimde metabolize olmaktadir. Normal hucreler oksijene ihtiyac duyar; kanser hucreleri oksijenden kacinir. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanilan bir yontemdir.

Bu bulusun bize anlattigi baska bir sey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) sureciyle metabolize oldugudur. Kanserin metabolizmasi normal hucre metabolizmasi ndan 8 kat daha buyuktur.

Yukarida soyledigimiz her seyi birlestirirsek ortaya su tablo cikiyor: Vucut, kanseri beslemeye calisirken mutemadiyen kapasitesinin ustunde calisir. Kanser devamli acliktan olmenin esigindedir ve vucuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alimi kesilirse kanser acliktan olmeye baslar. Tabii kendisini beslemek icin vucudun seker uretmesini saglayamazsa.
Proteinlerden seker

Bu ziyan sendromuna kaseksia (cachexia) denir. Kaseksia vucudun proteinlerden (evet, dogru duydunuz, karbonhidratlardan veya yaglardan degil de, proteinlerden) "glukoneogenez" (yeniden glukoz yapimi) islemiyle, seker elde etmesidir. Bu seker kanseri besler.

Vucut sonunda, kanser hucresini beslemeye calisirken kendisi aclik ceker.

Simdi, kanserin sekerle beslendigini ogrenmisken, onu sekerle beslemek mantikli geliyor mu size? Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?

Bugun, kansere karsi uygulanan bircok besin terapisi mevcuttur (ise de yaramaktadirlar) cunku gunun birinde birisi seker ve kanser arasindaki baglantiyi gormustur. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakimindan zengin gidalara izin verilmez.

Terapilerin hicbirinde sekere de izin verilmez cunku seker kanseri beslemektedir. Peki doktorunuz bu gercekleri size neden soylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kisinin siz degil, kendisi oldugunu dusunmektedir.

Belki Otto Warburg'un bulusunu duymustur ama geri kalan parcalari tamamlayamamis tir. Belki de beslenmeyle ilgili hicbir sey ogrenmemistir. Aslinda 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluslarindan biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadigini iddia etmekteydi!! !!

Kanser ve seker baglantisindan haberdar olanlar ise, dikkate deger terapilerle ortaya ciktilar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir. Kaseksiali hastalarin yuzde 50'den fazlasinda glukoneogenez surecini durduran hidrazin sulfat bunlardan bir digeridir.

Bugun, Minnesota Universitesi kemoterapi alaninda bir "akilli bomba" uzerinde calismaktadir. Akilli bomba diyebilecegimiz ilacin uzerinde bir kaplama vardir. Ilac, vucutta oksijensiz bir bolge ile karsi karsiya geldiginde bu kaplamayi uzerinden atar. Kanseri yok etmek icin kemoterapiyi serbest birakir.

Cunku, vucutta oksijensiz tek alan, kanserli bolgedir. Kanser hucresini ac birakmaya calisan besin terapileri de vardir. Kanserin ne sevdigini bilen hasta, bunlari yemekten kacinir. Kanser, cig yiyeceklerdense, pismis yiyecekleri sever. Pisirme islemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin seker sevdigini aklinizdan cikarmayin. Kanserinizi sevmiyorsaniz, onu beslemeyin!

Seker yerine tatlandirici kullanmak cozum degil. Seker yerine tatlandirici kullanmayi dusunuyorsaniz, baska bir tuzaga dusmus olursunuz. Tatlandiricilarin da vucuda ciddi zararlari oldugu, yapilan arastirmalarla kanitlandi.

Ornegin, Amerikan Gida ve Ilac Dairesi (FDA), sakarin iceren her turlu gida maddesinin uzerine "Sagliga zararlidir. Hayvanlar uzerinde yapilan testlerde kansere yol acmistir." ibaresinin konmasini sart kostu. Aspartam ve sukraloz gibi diger tatlandiricilar da yan etkileri nedeniyle uzak durulmasi gereken gidalardir . Ama maalesef hic birinin uzerinde "zararlidir" uyarisi yoktur.
aktifhaber

Cilt Kanserinde Kahvenin Etkisi
30.07.2007

Egzersiz ve kahve cilt kanserinden koruyor.

ABD'de yapılan bir araştırmada, egzersiz ve kahvenin, güneş ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden koruduğu ortaya çıktı.
New Jersey'deki Rutgers Üniversitesi'nde yapılan ve Proceedings for the

National Academy of Sciences Dergisi'nde yayımlanan araştırmaya göre, fiziksel egzersizle birlikte ölçülü kahve tüketimi, güneşin ultra-viyole B (UVB) ışınlarının yol açtığı kanserojen etkileri ortadan kaldırabiliyor.

Rutgers Üniversitesi araştırmacıları, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde, egzersizle birlikte kafeinin, DNA'ları UVB tarafından bozulan kanserli hücreleri ortadan kaldırarak, UVB'nin yıkıcı etkisini ortadan kaldırdığını belirlediler.

Araştırmalarında özellikle güneş ışınlarına karşı hassas tüysüz fareleri inceleyen bilim insanları, bir gruba, insanlarda 1 veya 2 büyük fincan kahveye bedel kafein içeren su içirdiler, diğer gruba egzersiz yaptırdılar, üçüncü gruba da her ikisini birden uyguladılar.

Dördüncü gruba ise ne kafein veren, ne de egzersiz yaptıran araştırmacılar, tüm fare gruplarını, deri hücrelerinin DNA yapısına zarar veren UVB ışınlarına maruz bıraktılar.

Araştırmanın sonunda kafein verilen ve egzersiz yaptırılan grup, kanserli hücreleri ortadan kaldırma kapasitelerinin, diğer 3 gruptan açıkça fazla olduğunu gösterdi.
TRT

Pankreas kanseri olan eski bakan Yıldırım Aktuna'ya Çin'de 1.5 ay gen tedavisi uygulandı
11 Ağustos 2007
Eski bakanlardan Yıldım Aktuna, ’pankreas kanseri’teşhisi konulmasından sonra dünyada sadece Çin’de uygulanmasına izin verilen ’Gen tedavisi’nden yararlanmak üzere 6 Şubat’ta bu ülkeye gitti. 6 aydır yoğun bir şekilde tedavisi sürdürülen Aktuna, THY’nin tarifeli seferi ile İstanbul’a geldi.
Uçaktan Ambulans asansör ile indirilen Aktuna’nın yürümekte zorluk çektiği görülürken, kendisini karşılamaya gelenler ile yakından ilgilenmeye çalışması dikkat çekti. Aktunayı karşılamaya gelen doktoru Kürşat Bozkurt, Atatürk Havalimanı VIP Salonu önünde basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Bozkurt, gen tedavisine Çin’deki doktorlarının tavsiyesi ile 1 ay süreyle Türkiye’de sürdürüleceğini, ve ardından Aktuna’nın tekrar bu ülkeye gideceğini bildirdi. Böyle bir karara Aktuna’ya moral olacağı kanaatiyle varıldığını anlatan Bozturk, eski bakanın sağlığı ile ilgili şu bilgileri verdi.
“Bir ay önce yanındaydım. O zamana göre çok daha iyi durumda gördüm. Doktorunun ifadesi de o yöndeydi. Türkiye’ye gittiği zaman moral olarak çok iyi olacağı, bu nedenle bir aylık tatil yapması öngörüldü. Bu süre zarfında tedavisine devam edilecek. Mayıs ayında ciddi bir solunum yolu enfeksiyonu geçirdi. Dolayısıyla pankreas kanseri tedavisine bir süre ara verildi. Buna rağmen son 1.5 aydır Çin’deki doktorunun yoğun tedavisi ile toparlandı.” Yıldırım Aktuna daha sonra doktoru Kürşat Bozkurt nezaretinde havalimanından ayrıldı.
netgazete

Kanserden Korunmak Mümkün
Bunun için sigara,alkol ve güneşten uzak durulmalı,sebze-meyve yemeli.

03.07.2007
Uzmanlar kanser konusunda bir kez daha uyarıda bulundu... Her 3 kanserden 2'si önlenebilir...
Bunun için, öncelikle tütün kullanılmaması ve alkol alımının azaltılması gerekiyor.

Bol sebze meyve de hastalıktan korunma sağlıyor.

Kanserden korunmak, tedavisinden daha kolay...

Araştırmalara göre sigaradan uzak yaşam, kansere yakalanma olasılığını 3'te bir azaltıyor.

Korunmada, beslenme alışkanlıklarında önem taşıdığının altını çizen Doç. Bülent Karabulut şunları söyledi:

"İdeal olan Akdeniz tipi beslenme dediğimiz, daha çok bitkisel beslenme, yağı bitkisel kullanmak, yağı bir miktar daha düşürmek, hayvansal proteinleri düşürmek, sebze ve meyveyi bol tüketmek. Bu çok önemli bir faktör."

Tuzlanarak saklanan sebzeler, ızgara ve dumanda pişirilen yemekler, katkı maddeli yiyecekler de yine sağlık düşmanı..

Dengeli ve düzenli beslenmenin yanı sıra, aktif bir yaşam sürmek de kanserden koruma sağlıyor.

Yazın güneşten korunmak da deri kanserlerine yakalanma risklerini azaltığını belirten Kurubulut şu uyarıda bulundu:

"Biz güneşlenmeyi toplum olarak beceremiyoruz. Bronzlaşmak gibi ciddi bir merakımız var. Bunun güzelliğin bir parçası olarak algılıyoruz. Ancak sağlıksız güneşlenme, uzun yıllar içersinde, belki o an kısa dönemde bir sorun yaratmıyor, ama uzun yıllar içersinde çok saldırgan deri karserleriyle karşılaşmamıza sebebiyet veriyor"
TRT

Kansre Karşı Organik Gıda İle Korunun
24.04.2007
Kanser oluşumunda yüzde 50 etkin olan beslenme konusunda uzmanlar, organik gıdaları öneriyor. Ne yemeli, ne zaman yemeli, nasıl yemeli?

(Sevdican Güneş / Sabah)

Özellikle mevsiminde tüketilen organik gıdalar, başta kanser olmak üzere diğer hastalıklara karşı da koruma sağlıyor.

Son yıllarda hızla artan kanser vakalarından korunmada beslenmenin de çok önemli olduğunu belirten İstanbul Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar, kansere karşı organik gıdalarla beslenmeyi öneriyor. Dizdar, organik gıdalar hakkındaki sorularımızı yanıtladı.

* Organik gıda kanseri önler mi?
Kanserin son yıllarda arttığı kabul ediliyor. Bu artışta beslenmenin etkisi yüzde 50... Bu yüzden organik besinler tüketerek kanseri önlemek mümkün. Organik gıdaların zaten normal doğal beslenmede olması gerekiyor. Herkesin organik gıdayla beslenmesi halinde, çevresel faktörlerle ortaya çıkan kanserden yüzde 50 hatta daha fazla korunmak mümkün olur.

ORGANİK MODA OLAMAZ!

* Bebeklere organik gıda verilmeli mi?
Bebek ve çocukların daha fazla organik gıda alması gerekli. Gelişim çağındaki tüm çocuklara da sinir, kas ve beyin gelişimleri için katkısız ürünler verilmeli. Bebek beslenmesinde mamül ürünlerden kaçınılmalı.

* Organik gıda moda mı?
Kesinlikle moda olarak algılanmamalı. Katıksız ve zamanında üretilen gıdaların tüketimi olarak düşünülmeli. Organik tarım aslında olması gereken bir yöntemken, Türkiye'de moda kavramı haline geldi. İnsanlar, önce ucuz olan ürünlere yöneliyor. Ancak bunların önemli bir kısmı işlenmiş tarımla üretilen gıdalar. Bu ürünler olabildiğince ucuza getiriliyor. Ama organik olanlar tüketilmeli.

* Ürünün üzerindeki etiket organik olduğunu kanıtlar mı?
Organik gıdaların piyasada ayrı bir pazar olacağını düşünen insanlar, ürünlerinin üzerini etiketliyor. Etiketlemenin, kesin bir güvence sağladığını söyleyemeyiz. Ancak firma güvenilir ise buna itibar etmelisiniz. Zaman zaman suistimaller de olabiliyor.

* Organik ürün nasıl seçilmeli?
Bir ürünün görünüşünden organik olup olmadığı anlaşılamaz. Türkiye'de tüketiciler, biraz üreticilere güvenmek zorunda. AB ülkelerinde organik gıdaların hangi tarladan getirildiği etiket üzerinde bildirilmek zorunda. Ancak bu yöntem, Türkiye'de henüz uygulanmıyor.

* Organik ürünler neden çok pahalı?
Bunun gelir seviyesi yüksek bir kesime hitap etmesinden kaynaklanan suni bir artış olduğunu düşünüyorum. 3- 5 katı pahalı olmasına gerek yok. Diğer ürünlere göre fiyatlarının biraz fazla olması, yoğun emek harcanarak üretmeleri ve organik gübre kullanılmasından kaynaklanabilir.
aktifhaber

Kanserle Yag arasindaki iliski:
INTER-TURK FORUMU

Yazar Bulut at 30. Mayıs 2007

1: Am J Med. 2002 Dec 30;113 Suppl 9B:63S-70S. Links
Dietary fat and cancer.Kushi L, Giovannucci E.
Division of Research, Kaiser Permanente, Oakland, California 94612, USA.

Based on current epidemiologic knowledge, public health recommendations to decrease total fat intake for the prevention of cancer appear largely unwarranted. Recommendations to decrease red meat intake, particularly processed meat or beef intake, may, on the other hand, decrease the risk of colorectal cancer and prostate cancer; it may have a beneficial effect on breast cancer as well, although the evidence is much less compelling in this regard. There appears to be no particular benefit regarding cancer prevention that would accrue from reducing fat intake from vegetable sources, and in the case of breast cancer, there is some suggestive but preliminary evidence that olive oil or other sources of monounsaturated fatty acids may modestly decrease risk. Overall, recommendations focused on controlling weight by regular physical activity and avoidance of excessive energy intake from all sources; increasing plant food intake; consuming a variety of whole grains, vegetables, and fruits; and decreasing red meat intake are likely to be more effective in decreasing risk of breast, colorectal, and prostate cancer than decreasing total fat intake. This conclusion is consistent with current recommendations for cancer prevention as promulgated by the American Cancer Society.

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/entrez/query.fcgi?cmd=Retrieve&db=PubMed&list_uids=12566141&dopt=Abstract

yapilan cesitli arastirmalarda yagla kanser arasinda direkt bir iliski olmadigi anlasilmis..Buna karsilik alinan kirmizi etin kolon kanserinin artmasina neden olan faktorler arasinda oldugu bir suredir biliniyor.Genel olarak sebze ve meyva yemenin ve kirmizi eti (Sigir eti, Domuz eti, koyun eti)azaltmanin Kolorektal kanser, meme kanserive prostat kanserini azaltmak bakimindan yagi azaltmaktan daha etkili oldugu gorulmus.McDonaldslarda satilan yemeklerin yaginin sature yag olmasi degil , pisirme tarzi yani derin kizarticida pisirme, kanserojen maddeleri aciga cikarabiliyor.Ama bu kendi mutfaklarimizda da derin kizarticida yapilirsa ayni etki olur.Kendi mutfagimizda da kirmizi et cok yersek gene kanserojen etkisi var..mumkun oldugu kadar az kizartma, az kirmizi et,\ve bol sebze ve meyva yersek, daha az kanser riski olur.
Ama kanserlerin cogunlugunun viral kokenli oldugu , viruslerin DNA yapisini bozarak Bu bozulmus yapinin da genetikolarak iletilmesi ile(Kanser yapan genler)kanserin olustuguu biliniyor.Kanser yapan madde diye bir sey yok..knaserojen madde sadece kanserin ortaya cikmasini sagliyor..(yani zaten gen varsa) bu genler viruslarin DNA yi degistirmesi ile olusuyor Meme kanseri genine karsi asi yapildi..
Kanser yapici viruslar Epstein Barr virusu burkitt lymphomayi,Hepatititis B ve C viruslari karaciger kanserini, human papilloma virus ise cervical canceri yapiyor(Rahim agzi kanseri)HPV virusunun yaptigi kanser,cinsel yolla bulasiyor..Herpes virusu da agiz ve bogaz kanserlerine, Herpes virus type 2 rahim kanserine neden oluyor..cesitli kan kanserleri yapan viruslar var(HTLV I ve 2)

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/entrez/query.fcgi?cmd=Retrieve&db=PubMed&list_uids=12566141&dopt=Abstract

Beyin tümörüne kanser aşısı

Amerika Birleşik Devletleri'nde bilim adamları, ölümcül beyin tümörü taşıyan hastalarda denenen bir aşının ilk bulgularının başarılı olduğunu açıkladılar.

gliyoma hastalarının ortalama yaşam süresi altı buçuk ay

Yeni kanser aşısı, farklı tür kanser hastalarında deneniyor. Bilim adamları, bu aşının kemoterapi ya da radyoterapiden daha iyi bir tedavi sağlamasını umuyorlar.

Merkezî sinir sistemi hücrelerinde meydan gelen kanser, tıbbî, adıyla gliyoma genel olarak beyin tümörü olarak ortaya çıkıyor. Nadir görülen bir tür olmakla birlikte ölümcül bir kanser türü olan gliyomada hastanın yaşam süresi yıllar değil sadece aylarla ölçülebiliyor.

Vitespen adlı yeni aşı, hastanın bağışıklık sistemini harekete geçirerek kanserle mücadele etmesini sağlıyor. Her hasta için özel olarak üretilen bu aşı, hastanın kanserli hücrelerinden üretiliyor.

California Üniversitesi'nde yapılan klinik testlerde aşının olumlu sonuç verdiği belirtiliyor. Aşı uygulanan sekiz hastadan yedisi, hastalığa yakalanan kişilerin ortalama yaşam süresi olan altı buçuk aydan daha uzun süre yaşamlarını sürdürdü.

Deney sonuçlarını değerlendiren Profesör Paul Matthew, bu araştırmanın, gliyoma hastalarının tedavisinde bir devrim yaratabileceği görüşünde.

"İnsan vücudunun kanserle mücadelede en iyi tedavi yöntemlerini ürettiği genellikle unutulur" diyen Profesör Matthew, "Bağışıklık hücrelerimiz tümörleri belirlemek için sürekli bir arayıştadır. Eğer bu hücreleri, gliyoma gibi tümörleri bulmak ve onunla mücadele etmek için harekete geçirebilirsek, bu tür hastalıklarla mücadelede yepyeni bir strateji geliştirebiliriz" dedi.

Vitespen adlı aşının cilt, böbrek ve kolon kanseri hastalarında da denendiği belirtiliyor.
BBC Türkçe

Her üç kanserden ikisi önlenebilir

Bütün kanserlerin yaklaşık üçte ikisinin, potansiyel olarak önlenebilir nitelikte olduğu belirtildi.

Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Karabulut, "Kanser sebeplerinde ilk sırada tütün gelmektedir. Diğerleri ise diyet, obezite, çevre etkenleri, aile hikayesi, alkol, radyasyon ve güneş ışığı olarak sıralanabilir." dedi.

Görülme sıklığına göre erkeklerde birinci sırada prostat, ikinci sırada akciğer, üçüncü sırada kolorektal kanserlerin geldiğini açıklayan Doç. Dr. Karabulut, "Kadınlarda ise meme, akciğer ve kolorektal kanserler ilk üç sırada yer almaktadır. Kansere bağlı ölümler, yetişkin yaş grubundaki erkeklerde kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci sıradadır." diye konuştu.

Kanserden korunma hedefleri arasında ilk sıralarda tütün kullanımının engellenmesi, diyet ve beslenme alışkanlıklarında değişiklik yapılması, fiziki aktivitenin sağlanması, alkol alımının azaltılması, ultraviyole ışınlarından korunma gibi faktörlerin yer aldığını belirten Karabulut, "Meyve ve sebzelerin fazla yenmesiyle akciğer kanseri görülme ihtimali arasında ters ilişki vardır.

Yüksek yağ ve kolesterol içerikli diyetinse akciğer kanseri ihtimalini arttırdığı düşünülmektedir. Aşırı alkol alımı, baş ve boyun kanseri riskini arttırmaktadır. Tuzlanarak saklanan sebzeler, aşırı tuzlu, yüksek sıcaklıkta pişirilen ve küflü yiyecekler de riski arttırmaktadır.

Yüksek sıcaklıkta, doğrudan alevler üzerinde, ızgarada ya da dumanda pişirilen yiyeceklerde oluşan maddeler de mide kanseri riskini yükseltmektedir. C ve E vitaminleriyle diğer antioksidanlar ise mide kanserine karşı koruyucu rol almaktadır." şeklinde konuştu.

Dünyada yaklaşık 1 milyon kişinin tütün kullanımına bağlı kansere yakalandığının tahmin edildiğini vurgulayan Bülent Karabulut, "Çalışmalar 1 milyar kişinin sigara, 600 milyon kişininse tütün çiğneme alışkanlığı olduğunu göstermektedir." dedi. 26 Haziran 2007

Ani hissedilen baş ağrısı,beyin kanseri olabilir
25.02.2007
Daha önce hissedilmeyen baş ağrısının beyin kanserinin habercisi olabileceği belirtildi.
Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Nöroşirurji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Çokluk, diğer organlarda olduğu gibi insan organizmasının merkezini oluşturan ve her şeyi kontrol altında tutan beyinde de kanser görülebileceğine işaret etti.
Beyin kanseri görülmesinin nadir bir durum olmadığını söyleyen Çokluk, beyinde iki çeşit kanser görülebileceğini belirterek, ''Bunlardan birisi, beyini oluşturan hücrelerden kaynaklanan kanser tipleri, diğeri ise vücudun diğer bölgelerindeki kanserin beyine yayılmasıdır'' dedi.
Diğer kanser çeşitlerinin beyine yayılması olayına ''metastaz'' adının verildiğini ifade eden Çokluk, kan yoluyla yayılan kanserlerin büyük çoğunlukla beyine de yayıldığını vurguladı.
Beyin tümörlerin fark edilmesinde baş ağrılarının ciddiye alınması gerektiğini vurgulayan Çokluk, ''Hastalar daha önce hissetmedikleri baş ağrısından şikayet ederek doktora başvururlar. Aniden hissedilen baş ağrıları beyin kanserinin habercisi olabilir.'' Hastalığın, bulantı kusma, iştahsızlık ve vücudun bir tarafında güçsüzlük gibi belirtileri de olacağına dikkat çeken Çokluk, kesin teşhis için ileri tetkikler gerekeceğini sözlerine ekledi.
netgazete

Karamsar ve melankolikler kansere yatkın!
15.01.2007
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, melankolik insanların, neş'eli olanlara kıyasla kansere yakalanmaya daha yatkın olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Güler, kanser ve karamsarlık arasında ilişki olduğunu ifade ederek, şöyle dedi:
"Milattan sonra 2. yüzyılda melankolik insanların neş'eli olanlara kıyasla kansere yakalanmaya daha yatkın olduklarını anlaşılmıştı. 18. ve 19. yüzyıllarda pek çok doktor, özellikle karamsar dediğimiz kişilerde kanserin, o kişinin yaşamındaki bir trajediden hemen sonra oluştuğunu fark ettiler."
Bostonlu Dr. Bernard Fox'un, depresif insanların iki katı oranda kansere yakalandığını tespit ettiğini Prof. Dr. Güler, şöyle devam etti:
"Kanserin zihinsel yönleri üzerinde 20 yıl süren bir araştırmadan sonra psikolog Lawrence Leshan, 455 kanser hastasında kişilik incelemeleri yaptı ve 71 'son evre' vakasında derinlemesine terapi uyguladı. Terapi uyguladığı 71 kanser hastasının 68'inde bu 'umutsuzluk' durumunun hastalıktan önce de var olduğunu belirledi.
Kanser ile içe atılan duygular arasındaki ilişkinin bilimsel temele dayandırılması, bundan 30 yıl önce Dr. M. Kissen, sigara içen bir grup üzerinde incelemede bulunarak akciğer kanseri olanlarla başka hastalıkları bulunanları kıyasladığı zaman mümkün oldu.
Kissen, kişilik testlerine bakarak, kanser hastalarında, 'duygularını ifade edecek yerlerin daha az olduğunu ve bir insanın duyguları ne kadar çok bastırılmış ise sigaradan kansere yakalanma riskinin o kadar çok olduğunu gördü."

DUYGULARIN İFADE EDİLEMEMESİ
Johns Hopkins Üniversitesinden Dr. Bedell Thomas'ın 1946'dan başlayarak, bin 337 tıp öğrencisinin kişilik profillerini çıkarttığını ve mezuniyetlerinden sonra da bu öğrencileri takip ettiğini belirten Prof. Dr. Güler, şunları söyledi:
"Amacı kalp hastalığı, yüksek tansiyon, akıl hastalığı ve intihardan önceki ruhsal belirtileri saptamaktı. Fakat veriler, 'hiç beklenmeyen ve çarpıcı' bir sonucu gözler önüne serdi. Sonradan kanser olan öğrencilerle intihar eden öğrenciler hemen hemen aynı karakter özelliklerine sahipti. Kanser hastalarının neredeyse tümü bütün yaşamları boyunca duygularını ifade edememişlerdi."

BOŞANMIŞ KİŞİLER VE KANSER
Prof. Dr. Güler, bir ilişkinin sona erdiğini kabul etmenin çok zor olduğunu, bu nedenle boşanmış kişilerde kanser, kalp hastalıkları, zatürree, yüksek tansiyon ve kaza ölümleri oranının, evli ya da bekârlara kıyasla daha yüksek olduğunu ifade etti.
İnsanların günlük hayâtında en yıkıcı ögelerden birinin stres olduğunun sıkça söylendiğini hatırlatan Prof. Dr. Güler, şunları kaydetti:
"Strese verdiğimiz tepki, stresin kendisinden daha önemlidir. 1970'lerin ortalarında Vernon Riley, Seattle eyaletinin Pasifik Norwest Araştırma Vakfında meme kanserine yatkın olarak üretilmiş farelerle bir dizi kapsamlı deneyler yaptı. Bunlardan bazılarını korunmalı, stressiz, diğerlerini de stresli ortamlarda büyüterek, kanser oranını yüzde 7 ve yüzde 92 arasında değiştirmeyi başardı." netgazete

Kansere karşı tavuk geliştirildi

İskoçya'da genetik dalında araştırmalarda bulunan bilimadamları, kanserle mücadelede etkili proteinler içeren yumurtalar yumurtlayan tavuklar geliştirdiklerini açıkladı.

Enstitünün elinde genleriyle oynanmış 500 tavuk bulunuyor

Edinburgh kentindeki Roslin Enstitüsü'nde çalışan bilimadamları, genetik olarak değiştirilmiş tavukların yumurtladığı yumurtalarda, kanser ve insanlarda görülen diğer bazı ciddi hastalıklarla mücadele için kullanılan ilaçların yapımı için gerekli olan proteinlere büyük oranlarda rastladıklarını söyledi.

Araştırma kapsamında yumurtalara insan genleri eklendi, bunun sonucunda da bedenlerinde insan proteinleri olan tavuklar geliştirildi.

Bu proteinlere tavukların yumurtladığı yumurtalarda da rastlandı.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt May 31, 2008 11:19 pm    Mesaj konusu: Meme kanseri hastalarI için yeni umut Alıntıyla Cevap Gönder

Doğru beslen, kanserden uzak dur!

Beslenmede taze sebze ve meyvelere ağırlık verilmesinin kanserden koruyucu etki yaptığı bildirildi.04 Şubat 2009 23:23

Türk Gastroentoroloji Derneği Bursa Şube Başkanı ve Uludağ Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Faruk Memik, son yıllarda artış gösteren kanser vakalarında, insanların beslenme alışkanlıklarının etkili olduğunu savundu.

Araştırmaların, özellikle kolon, mide, yemek borusu, akciğer ve meme kanserlerinde beslenme ve çevre etkisinin önemli olduğunu ortaya koyduğunu ifade eden Memik, şöyle konuştu:

''Dünya kolon kanseri haritasına bakarsak, bu kanser türüne daha çok Avrupa'da, özellikle Kuzey Avrupa'da çok rastlandığını görüyoruz. Ekonomik olarak ilerlemiş, zengin, yani çok beslenen, enerji alımı çok, fiziksel harcaması az olan insanlarda kolon kanserinin arttığı belirlenmiştir. Demek ki, bu kanser türünün beslenmeyle direkt ilişkisi var. Bu ilişki toplumlardaki şişmanlık oranıyla da direkt ilişkilidir.''

Türkiye'de de sanayide ilerlemiş bölgelerde kolon kanserinin, kırsal bölgelere göre daha çok görüldüğünü anlatan Memik, şunları kaydetti:

''ABD'de kolon kanseri çok fazla, Japonya'da çok az ama ABD'ye göç eden Japonlarda da kolon kanserinin yükseldiği görülmüş. Yani Japon, Amerikalı gibi yemek yemeye başladığında kanser olma riski artıyor. Gelişmekte olan ülkelerde yemek borusu ve mide kanseri daha fazla görülürken, gelişmiş ülkelerde kolon, meme ve akciğer kanseri artıyor. Demek ki, kanser çevreye, beslenmeye göre artan veya azalan bir hastalık. Bu da şunu gösteriyor ki, kanser önlenebilir bir hastalıktır. Bu sorunu yemek şeklimizi değiştirerek çözebiliriz.''

''POSALI YİYECEKLER KOLON KANSERİ RİSKİNİ AZALTIYOR''

Prof. Dr. Memik, araştırmaların, kanserlerin yüzde 50 oranında beslenme, yüzde 33 oranında da sigara ve diğer tütün ürünlerine bağlı olarak ortaya çıktığını gösterdiğine dikkati çekti.

Kuzey Avrupa ve ABD'nin kolon kanserinde ilk sıralarda yer almasının nedeninin, bu bölgelerde taze meyve ve sebze tüketiminin çok az olmasından kaynaklandığını anlatan Memik, şöyle devam etti:

''Ne kadar fazla et ve yağ tüketirseniz, kalın bağırsak kanserine yakalanma riskiniz o kadar çok artıyor. Ne kadar fazla posalı yerseniz kansere yakalanmama şansınız o kadar artıyor. Nitekim Akdeniz bölgesi insanında bu tip kanserler daha az görülmektedir. Demek ki, yeşil sebzeleri, meyveleri bol miktarda yiyeceğiz. Kanser önleyici birçok madde bitkilerde mevcuttur. Bunları dışarıdan ilave olarak almaya da gerek yoktur. Beslenmesinde, bitkisel ürünleri eksik etmeyen bir insanda, kolon, prostat, meme ve mide kanserine karşı büyük bir doğal koruyucu mekanizma gelişmektedir.

Mesela sebzelerde, zararlı böcekleri öldürmeye yarayan, kendilerini korumak için geliştirdikleri salisilik asit gibi bazı maddeler vardır. Bunların kansere karşı insanları koruma özellikleri olduğu da belirlenmiştir. Örneğin brokolide, turpta acı buruk tadı veren madde, sulpharaphen denilen maddedir. Bunlar kansere karşı koruyucudur. Kırmızı acı biberin, tarçın ve narenciye meyvelerinin içeriğinde kanser oluşumunu önleyecek önemli maddeler vardır.

İnsanlar diyetlerinde sebzelere ağırlık vererek, zararlı yiyeceklerden uzak durarak, kanserden korunabilirler. Kanser oluşumunda çevre ve beslenme ön plandadır. Uygun yiyecekleri yiyerek kanserden korunmak mümkündür. Ülkemiz gibi bu besinlerin bol ve ucuz olduğu bir ülkede, dışardan alınacak vitamin, mineral gibi ilave maddelere bazı şartlar dışında gerek yoktur.''

aktifhaber

Kansere karşı yeni umut; siyah üzüm

20 Haziran 2009 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ile Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı'nın ortaklaşa yürüteceği projenin başarıya ulaşması halinde hastalar yüksek fiyata aldıkları ithal ürünü çok ucuza edinebilecek.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan, dünyada ve Türkiye'de artış gösteren lösemi, lenfoma ve myeloma gibi hastalıklara yönelik tedavilerde büyük gelişme olmasına rağmen olumlu sonuç alınamayan vakalar da bulunduğunu söyledi.
Yıllardır "Kemoterapinin yanı sıra destekleyici bir ürün alıp alamayacakları"nı soran hastalarına bununla ilgili bilimsel yayınlar az olduğu için çekingen yanıtlar verdiğini anlatan İlhan, bazı hastalarının ithal edilen pahalı ürünlerden kullandıklarını ifade etti. İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Son yıllarda siyah üzümün kabuğunda bulunan resveratrol adı verilen doğal antibiyotiğin lösemi hastalarında etkili olduğuna ilişkin araştırmalar yayımlandı. Bununla ilgili bir çalışma 33. Ulusal Hematoloji Kongresinde ikincilik ödülü aldı. Nature gibi dünyanın belli başlı dergilerinde bu maddenin kanser hücrelerine karşı etkili olduğu gösterildi ve çalışma çok hızlı ilerliyor. Hatta KML türü kanserli hastalarda çok etkin olan Glivec ilacına direnci olanlarda bile bu maddenin etkili olduğu ortaya çıktı. Yürüteceğimiz bu sosyal sorumluluk projesiyle önce Ziraat Fakültesi'ndeki araştırmacılar tarafından resveratrolun ülkede yetişen siyah üzümlerdeki oranı belirlenip ıslah çalışmaları yapılacak. Projenin ikinci aşamasında ise tıp fakültemizin hematoloji bilim dalında önce hayvan, sonra da insan deneyleriyle bu maddenin hastalar üzerindeki etkinliği belirlenecek. Proje başarıya ulaşırsa hastalar bu ürünlere çok daha ucuza ulaşabilecek."
"Ürünün kemoterapi gören hastalarda etkili olup olmadığı" sorusu üzerine de İlhan, bazı bilim adamlarının kemoterapiden sonra değerlerinde düşme olan trombosit ve lökositlerin toparlanmasında bu maddenin etkili olduğunu gösteren çalışmalar ortaya koyduklarını bildirdi. İlhan, "Literatüre geçen çok başarılı sonuçlar var. Kemoterapide dirençli olgularda bile işe yaradığı görülmüş" şeklinde konuştu.
Antikanserojen etkisi olan bu maddenin bir alternatif tedavi değil, ilaçla beraber alınması gereken tamamlayıcı bir ürün olduğunu vurgulayan İlhan, "Lösemi ve lenfoma tedavisinde, kemoterapinin etkisinin artırılması ya da yan etkilerinin azaltılması için kullanılabilecek. Ama bunun için öncelikle projemizin sonuçlanması gerekir" dedi.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gökhan Söylemezoğlu da siyah üzümün soğuk hava koşulları, mantar enfeksiyonları gibi etkenlere bağlı olarak kendini korumak için ürettiği resveratrolun, antikanserojen ve antimutajen özelliği bulunduğunu söyledi.
Bu maddenin siyah üzüm çeşitlerinde yoğun olarak bulunduğunu anlatan Söylemezoğlu, araştırma kapsamında, asmanın gen merkezi olan Türkiye'de yetiştirilen üzüm çeşitlerinde bu maddenin düzeyinin belirleneceğini kaydetti.
Söylemezoğlu, çalışma kapsamında üzümün çekirdeği, kabuğu ve salkım sapının yanı sıra şarap ve pekmez gibi bu meyveden üretilen ürünlerdeki resveratrol düzeyine de bakacaklarını bildirdi.
Üzüm suyu ve kuru üzüm gibi besinlerdeki resveratrol oranını da araştıracaklarını belirten Söylemezoğlu, "Bu araştırma, hem kültür çeşitlerinde hem yabani tipteki asmalarda hem de Amerikan türlerinde yürütülecek" diye konuştu.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ise projeyi TÜBİTAK, DPT ve diğer ilgili kuruluşların desteğiyle yürütmeyi planladıklarını söyledi. netgazete



Göğüs kanseri tedavisinde devrim

Bilim dünyasından göğüs kanseri hastalarını sevindirecek yeni bir buluş haberi geldi. Sonuç yüzde 80 oranında başarı.03 Şubat 2009 05:12


Göğüs kanseri hastalarına müjde! Kanada'da geliştirilen yeni yöntem, kanserin yayılmasını engelliyor. Kanada'nın Toronto Mount Sinai Hastanesi bünyesindeki Samuel Lunenfeld Araştırma Entitüsü bilim adamlarından Dr. Marc Wrana tarafından geliştirilen yöntemin, göğüs kanseri hastalığını yüzde 80 oranında kesin tedavi ettiği iddia ediliyor.

Dr. Marc Wrana'nın bilimsel makalesine göre, DyNeMo (Dynamıc Network Modularity) adı verilen yöntem, göğüs kanserinde kanserli hücrelerin vücutta dağılacakları bölgelerin önceden belirlenmesine yarıyor.

Yeni teknolojiyle her hastanın kanserli tümörlerinin yapısı ve dağılma yönleri belirlenerek, bu hücrelerin durdurulması sağlanabiliyor. Dr. Wrana, DyNeMo yönteminin dünyanın değişik yerlerindeki kanser araştırmaları merkezleriyle ortak bir ağ üzerinde kullanılabileceğini belirtti.
haber7

Menopoz hormonu meme kanserini tetikliyor

ABD'de yapılan bir araştırmada, beş yıl süreyle menopoz hormonu tedavisi gören kadınların meme kanserine yakalanma riskinin görmeyenlere göre iki kat daha fazla olduğu belirlendi.15 Aralık 2008 13:07


Kadın Sağlığı Girişimi (The Women's Health Initiative) öncülüğünde yapılan kapsamlı çalışmanın, dünya genelinde pek çok kadın tarafından kullanılan hapların tehlikesini gözler önüne seren etkili bir kanıt olduğu kaydedildi.

60 yaşın üzerinde ve menopoz dönemini geçirmiş yaklaşık 17 bin kadın üzerinde yapılan çalışmada, hormon tedavisine başlandığında meme kanserine yakalanma riskinin arttığı, riskin tedavi boyunca artmaya devam ettiği ve tedavinin kesilmesinin ardından zamanla normal seviyeye döndüğü tespit edildi.

Sonuçları San Antonio'da düzenlenen Meme Kanseri Sempozyumu'nda açıklanan çalışmada, menopoz tedavisinde kullanılan östrojen ve progesteron haplarını iki yıl kullanan kadınlarda bile meme kanseri riskinin büyük ölçüde arttığına işaret edildi.

Çalışmayı yürüten ekibin başkanı, Los Angeles'taki Harbor-UCLA Tıp Merkezi öğretim üyesi Dr. Rowan Chlebowski, araştırmalarının, meme kanseri oranlarında son yıllarda yaşanan gözle görülür düşüşün sebebinin milyonlarca kadının hormon tedavisini bırakması olduğu varsayımını desteklediğini söyledi. Chlebowski, araştırmanın, hormon tedavisinin, sadece gerektiği durumlarda mümkün olan en az dozda ve en kısa süreli kullanımının uygun olduğu düşüncesini desteklediğini de sözlerine ekledi.

Uzmanlar, hormon tedavisini bırakmanın, uzun süre hormon tedavisi gören kadınlarda bile kanser riskini azaltacağı bilgisinin kadınlar için iyi bir haber olduğunu ifade ediyor


KANSER TEDAVİSİNE 500 MİLYAR DOLAR

13 Aralık 2008 18:57
Kanser tedavisi için dünya genelinde ayrılan bütçe 500 milyar dolara ulaşırken, Türkiye'de 2008'in ilk 10 ayında kanser ilaçlarına 720 milyon YTL harcandı
Modern dünyanın en ürkütücü hastalığı olan kanser gittikçe yayılıyor.

Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre kanser, 2010 yılında kalp rahatsızlıklarını geçerek dünyadaki en ölümcül hastalık olacak.

Sadece bu yıl, kanser sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı yaklaşık 7 milyon.

Türkiye'de her sene 100 bin kişi kansere yakalanıyor.

Hastalığın tedavisi için dünya genelinde yılda yaklaşık 500 milyar dolar harcanıyor.

Türkiye'de ise son 5 yılda kanser ilaçlarının tüketimi neredeyse iki katına çıktı.

İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası'nın (İEİS) verileri durumu gözler önüne seriyor.

2003 yılında Türkiye'de tüketilen ilaçların yüzde 3,8'ini onkoloji (kanser) ilaçları oluştururken, bu rakam 2008'de yüzde 7,2'yi buldu.

2008'in ilk 10 ayında kanser ilaçlarına harcanan para 720 milyon YTL.

Kanserle mücadelede erken teşhis ve önleyici tedbirlerin göz ardı edildiğine dikkat çeken onkoloji uzmanı Prof. Dr. Erkan Topuz, bu paranın yüzde 10'unun bile kanserden korunmaya yönelik önlemlere ayrılmasının birçok şeyi değiştireceğinin altını çiziyor.

"Asıl olan tedavi değil, korunma ve erken teşhistir. Kanserde bir koruma bin tedaviden evladır!" diyor.

haber10

6 ay önce ölümle pençeleşiyordu! 'Radyonüklit'
tedavi yöntemi sayesinde tekrar sağlığına kavuştu



11 Aralık 2008 - Karaciğere yayılmış (metastaz) tümörlerin zamanla küçülmesini sağlayan "Radyonüklit" tedavi yönteminin uygulandığı Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi, İspanya, Almanya ve ABD'li hekimlerden oluşan bilimsel heyet tarafından Avrupa'da "Referans Merkezi" kabul edildi.
Alanında uzman radyoloji, cerrahi, nükleer tıp ve onkoloji uzmanlarının bulunduğu bir heyet tarafından yapılan operasyon, Türkiye'de ilk defa Nisan 2008'de GATA'da uygulandıktan sonra aynı ay içinde İbn-i Sina Hastanesi'nde başarıyla yapılmıştı.
Operasyonu yapan heyetin başkanı AÜ Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sadık Bilgiç, "Radyonüklit" tedavi yöntemi ile kanser hücrelerinin zaman içinde küçüldüğünü belirterek, "Karaciğere metastaz yapmış kanserli hastaların tedavisinde öncelikli yöntem, cerrahi müdahaledir. Bu yöntem, ancak cerrahi müdahaleye ve kemoterapi, radyoterapi gibi alternatif tedavilere cevap veremeyecek hastalara yapılabilir" dedi.

TÜRK HEKİMLERİN BAŞARISI
Nisan 2008'den bu yana 30'dan fazla hastaya uygulanan tedavi sonuçlarının "yüz güldürücü" olduğunu ifade eden Bilgiç, "Başarımız, tüm Türk hekimlerinin başarısıdır. Ülkemiz adına gururluyuz" diye konuştu.
İbn-i Sina Hastanesi'nde "Radyonüklit" yöntemi ile tedavi olan ilk hasta 41 yaşındaki Kenan Soylu, tedavi imkanı bulduğu için kendisini şanslı hissettiğini belirterek, "Tekrar yaşama umudum doğdu, şu an gayet sağlıklıyım. 6 ay önce ameliyat olmuştum. Günlük hayatımda her istediğimi yapabiliyorum. Artık hasta değil, sağlıklı biriyim. Yaşamak çok güzel, değerini bilmek lazım" dedi.

netgazete

Çocukları kanser eden 9 etken
16 Ekim 2008 06:37
Acıbadem Bakırköy Hastanesi Çocuk Onkolojisi Uzmanı Prof. Ayan, "Çevresel etkenlerin ne kadar farkında olursa ve uzak durursak o ölçüde kanserin oluşmasını geciktirebilir ya da önleyebiliriz." diyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Çocuk Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. İnci Ayan, kansere zemin hazırlayan 9 etkeni şöyle sıraladı:

1. Radyasyon: Radyasyon kirlenmesi Türkiye açısından çok önemli. Çernobil faciasında ülkemiz bazı zararlar gördü.

2. Kirli topraklar: Kirli topraklarda besin üretilmesi yasaklanmalı.

3. Gereksiz tetkikler: Lüzumsuz tetkikler, her öksürükte akciğer röntgeni, her başını çarpışında MR gibi incelemeler gereksiz yere yapılmamalı.

4. Manyetik kirlenme: Cep telefonları ilkokul çocukları tarafından bile kullanılıyor. Çocuğun 1-2 saatten fazla bilgisayarla oynamaması lazım. Daha üç aylık bebeklere reklamlarla mama yediriliyor, televizyon karşısında emziriliyor.

5. Zararlı kimyasallar: Bebeklere yalancı meme verilmemeli, plastik biberon kullanılmamalı, plastik kapta bebek maması hazırlanınca ortaya zararlı maddeler çıkar. Cam biberon daha sağlıklı.

6. Hazır gıdalar: Plastik kaplar sulu gıdalarda kullanılmamalı. Bisküvi, çikolata, gofret ve cipslerde kullanılan katkı maddeleri önemli zararlara neden oluyor. Çocuklar, cips yerine kızarmış patates, jelibon yerine boyasız şekerlemeler ya da evde yapılan kurabiyeleri tercih etmeli.

7. Saklama şartları: Alüminyum folyo da sulu ve sıcak besinlere ağır metaller bırakıyor. Bunlar da vücutta beyinle ilgili hastalıklara ve kansere neden olabiliyor.

8. Islak mendiller: Gerek taşıdıkları elyaflar nedeniyle gerekse kullanılan alkol ya da kimyasal madde nedeniyle bazıları büyük zararlar verebilir.

9. Kozmetik ürünler: Kozmetik nemlendiriciler, saç boyaları, selülit ve zayıflama kremleri, bebek sabunları, şampuanlar, bebekte kullanılan pişik önleyiciler belirli standartları korumadan yapılıyorsa zararlı etkilere yol açıyor.
habe7r

Kanser aşısı farelerde işe yaradı
16 09 2008 10:06
Deneme aşamasındaki yeni bir kanser aşısı, farelerde meme kanserinin en tehlikesini yok etti.
Amerikan "Cancer Research" dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, aşı hücrenin normal büyümesine yardımcı olan HER2 proteininin arttığı en tehlikeli meme kanserini tamamen yok etti. Bu da, aşının bilahare kadınlarda kanser tedavisinde kullanılabileceğini gösterdi. HER2 proteini, meme kanserine yakalanan kadınların aşağı yukarı dörtte birinde görülüyor.

Tümörlü hücrelerin tekrar ortaya çıkmasını da önleyen ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi esasına dayanan aşının, sağlıklı kadınlarda da meme kanserinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla kullanılabileceği belirtildi.

Araştırmayı yürüten Mişigan Üniversitesi uzmanlarından Dr. Wei-Zen Wei, aşının bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi esasına dayandığını kaydetti. Wei, "bağışıklık sisteminin, HER2 proteini reseptörlerine karşı çok sert tepki verdiğini gözlemledik. Aşı, bugünkü ilaçlara direnç gösteren tümörlere karşı da işe yaradı" ifadesini kullandı ve aşının, ilaç tedavisi ihtiyacını ortadan kaldırabileceğini vurguladı.

Aşı, HER2 proteinini üreten genlerden ve bir bakteriden alınma inaktif bir DNA molekülüne (plazmid) entegre edilmiş bağışıklık sistemi uyarıcısından oluşuyor. Bu "plazmid" kendini kopyalayarak çoğalma yeteneğine sahip bulunuyor.

Doktor Wei'ye göre, yan etkisi de olmayan aşı, bağışıklık sistemindeki T hücrelerine, kanser hücrelerine nasıl saldırması gerektiğini öğretiyor.
haber7

Deri kanser için umut olan merhem
27 Ağustos 2008 20:48
Çok küçük maddelerden (nanomateryaller) yapılan ve kırmızı ışıkla etkin hale gelen bir merhem, deri kanserinin başlangıç ve orta seviyesinde yüzde 95 etkili oldu.
Sao Paulo Üniversitesi'nden bilim adamları tarafından geliştirilen merhem, Brezilya'nın 3 hastanesinde bir yıl boyunca denendi ve 400'den fazla hasta başarıyla tedavi edildi.

Araştırmanın başındaki Antonio Claudio Tedesco, merhemin doku bozukluğunun olduğu bölgeye sürüldüğünü, daha sonra kimyasal tepkilerin oluşması için bölgeye kırmızı ışık verildiğini, ilacın lazere duyarlı olmasının kanserli hücrelere saldıran serbest radikallerin oluşumunu sağladığını belirtti.

"Fotodinamik tedavinin dünyada 30 yılı aşkın süredir, Sao Paulo'da ise 1995'ten bu yana denendiğini" belirten Tedesco, bugün mevcut olan nanoteknoloji sayesinde bu alanda büyük gelişmeler kaydedildiğini söyledi.

Merhemin cerrahi müdahale gerektiren tümör türlerindeyse etkili olmadığı bildirildi.

Bu teknik başarılı olsa da merhemin henüz satışa sunulmadığı, daha fazla sayıda hasta üzerinde bir dizi araştırmanın gerekli olduğu da vurgulandı.
haber7

Benler kanser habercisi mi?
24 Ağustos 2008 05:30
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Bekerecioğlu, vücuttaki her benin kötü olmadığını ve kansere dönüşmeyeceğini bildirdi.
Bekerecioğlu yaptığı açıklamada, insan vücudunda ''ben'' denilen çoğu zaman koyu renkli lezyonlar bulunabildiğini, benlerin sayısında yaşla birlikte artış yaşanabildiğini ve bir insanın yaşamı boyunca yaklaşık 100 adet beni bulunmasının normal olduğunu belirtti.

Benlerin insan vücudu için gerekli olduğuna ve vücutta artık hücreleri temizleyerek çöp kutusu görevi gördüğüne işaret eden Mehmet Bekerecioğlu, bazı benlerin ise ayrı tutulması gerektiğini ifade etti. Bekerecioğlu, ''Her ben kötü değildir, kötüye dönmez (kanserleşmez). Benlerde karakter ve huy değişikliği varsa, takip edilmeli ve gerekirse çıkarılmalıdır'' dedi.

Benlerde, herhangi bir kaşıma ve sürtme olmadan kendiliğinden bazı değişiklikler olduğunu anlatan Bekerecioğlu, bunları ''benin düzensiz hale gelmesi, sınırlarının ve etrafının girintili çıkıntılı olması, renginde değişiklik, benin çapının ve kabarıklığının artması'' şeklinde açıkladı.

Bu değişikliklerden biri veya bir kaçının oluşması durumunda hemen bir plastik cerrahi uzmanına başvurulması gerektiğine işaret eden Bekerecioğlu, şöyle devam etti:

''Bazı benler doğuştan vardır. Doğuştan olan benlerin çocuğun vücudunu kapladığı alan önemlidir. Bu alan büyüdükçe, bu benler üzerinden gelişecek deri kanseri riski de artar. Bu benlerin erken yaşlarda çıkarılması gerekir. Sonradan ortaya çıkan benlerin ortak özelliği ise güneş ışınlarına maruz kaldıkça kötüye dönme potansiyellerinin artmasıdır. O yüzden güneş ışınlarına maruz kalmaktan kaçınılmalı, güneşten koruyucu kremler ile ışınların zararlı etkileri azaltılmaya çalışılmalıdır.

Benlerin kötüye dönme potansiyelleri, genetik yatkınlıkla da ilgilidir. Her ben kötü değildir, ama benlerin sayısı fazla olan kişiler risk taşıyabilir. Ayrıca, açık tenli olmak da bir risk faktörüdür. Benler ile oynanmamalı ve tahriş edilmemelidir.''

haber7


Meme kanseri hastaları için yeni umut

Kemiklerin çok kolay kırılabilmesine sebep olan osteoporozun (kemik erimesi) tedavisinde kullanılan bir ilaç, menopoz öncesi meme kanserine yakalanan kadınlarda bunun tekrarlanması riskini yüzde 35 azaltıyor.
01 Haziran 2008 00:26
Yazı boyutunu büyütmek için
Kemik metobolizmasındaki bir bozukluk sonucunda kemikteki protein örgüsünün seyrelmesiyle iskelette ortaya çıkan ve kemiklerin çok kolay kırılabilmesine sebep olan osteoporozun (kemik erimesi) tedavisinde kullanılan bir ilaç, menopoz öncesi meme kanserine yakalanan kadınlarda bunun tekrarlanması riskini yüzde 35 azaltıyor.

İlacın İsviçreli üreticisi Novartis firması tarafından ABD'nin Chicago kentinde düzenlenen 44. Amerikan Onkoloji Konferansı'nda sunulan klinik araştırmanın sonucuna göre, kemik metastazı ve osteoporoz tedavisinde kullanılan ve yeni bir tür bisfosfat olan Zometa (zoledronik asit) kanseri tedavi edici özellikler taşıyor.

Araştırmanın başında yer alan Avusturya'nın Viyana Üniversitesi'nden Profesör Michael Gnant, meme kanserine karşı hormonal tedavi uygulanan kadınlarda kemik dokusunun kaybının önlenmesi için kullanılan zoledronik asidin, tümörün yeniden oluşmasını engelleyebilme özelliği de bulunmasının sevindirici olduğunu söyledi.

1800'den fazla kadın üzerinde yapılan bu klinik araştırmanın ardından yapılmakta olan ikinci araştırmayla Zometa marka ilacın bu özelliğinin teyit edilmesiyle, doktorların, özellikle böbrek kanseri gibi kemiklerde yüksek metastaz riski bulunan diğer kanser türleri için de test edilebileceğini düşünüyorlar.
haber7

Kanser mi yiyoruz?
25 Ağustos 2008
Önemli bir devlet yetkilisinin söylediği 'Ne yapsak önleyemiyoruz. Tarım ilaçları resmen kanserojen yayıyor' yönündeki itiraf gibi sözleri bomba gibi düştü.
Önemli bir devlet yetkilisinin söylediği 'Ne yapsak önleyemiyoruz. Tarım ilaçları resmen kanserojen yayıyor' yönündeki itiraf gibi sözler hepimizin sağlığını ilgilendiren bu durumun ciddiyetini bir kez daha ortaya koydu.

Gerçekten de öyle…domates biber gibi basit görünen bu konu aslında, küçücük çocuklara sebze ve meyvalar aracılığı ile kanserojen maddelerin yedirildiği acı bir gerçek ve MGK dosyalarından da öte bir devlet sorunu.

Peki, Tarım Bakanlığı bu konuda ne yapıyor? Yurtdışına ihraç edilen ürünler güvenli çiftçi projesi adı altında kontrol edilirken içeride bir başıboşluk mu var?

Tarım Bakanlığı'nda bu kontrolün olup olmadığını bu işten birinci derecede sorumlu olan Koruma Kontrol Birimi Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Aslan'a sorduk.

Durumun ciddiyetinin farkında olduklarını belirten Aslan, konu ile ilgili, çiftçilerin kullanacakları tarım ilaçları ile kimyasalları kayıt ve kontrol altına alacakları bir yönetmeliğin hazırlandığını ve başbakanlığın onayının ardından resmen devreye gireceğini söyledi.

Vatandaşın sağlığı adına ne yiyeceğini bilmesinin hakkı olduğunu belirten ve bu nedenle bugüne dek yurt çapında 16 bin analiz yaptıklarını belirten Ahmet Aslan şunları söyledi:

'Yeni yönetmelik sayesinde, çiftçiler tüm kullandıkları tarım kimyasallarını il ve ilçe teşkilatlarına bildirecek. Böylece, çiftçilerin kullanacakları tüm kimyasalları kontrol altına alacağız. Ancak, çiftçileri sadece verdikleri liste ve vicdanları ile de baş başa bırakmayacağız. Sürekli tarlada ve ürünleri üzerinde yerel teşkilatlarımızla çapraz kontrollerle bu beyanların doğruluklarını ve kanserojen madde içerip içermediğini test edeceğiz. Bunlara uymayanlara da ağır cezai yaptırımlar uygulayacağız.'

Durum böyle..Bu sözler eğer gerçekten bu kontroller hakkı verilerek yapılırsa gelecek için umut veriyor.

Ancak ortada bir gerçek var, o da, halen piyasada olan ve bugüne dek yediğimiz bir çok meyva ve sebzenin durumunun şüpheli olduğu.

Neyin ne olduğunu anlamak da zor…O zaman, geriye tek bir şey kalıyor…Ne yediğimiz konusunda olabildiğince seçici olmak.

Belki Tarım Bakanlığı vatandaşın içini rahatlatmak adına, bu konuda piyasada satılan meyva ve sebzeleri de kontrol edip, kaynaklarını ve temizliğini araştırabilir.

Ya da satış noktaları ile dev marketler incelemelere dayalı temiz analiz sonuçlarını astıkları panolarla vatandaşa ispat edebilir.

(HÜRRİYET)

Çok kahve göğüs ölçüsünü küçültüyor
20 Ekim 2008 15:23
İsveç'te yapılan bir araştırmaya göre, fazla kahve içmek, çok sayıda kadında göğüs ölçüsünün küçülmesine neden olabiliyor.
İsveç'te yayımlanan The Local gazetesinin haberine göre, ülkenin güneyindeki Lund Üniversitesi'nden Onkolog Helena Jernstrom, kahve içmenin göğüs ölçüsüne önemli etkisi olabileceğini belirterek, bu etkinin kadınların yaklaşık yarısında bulunan bir genin sonucu olduğunu kaydetti.

Günde en az 3 fincan kahvenin kanser riskini azalttığını hatırlatan Jernstrom, büyük göğüslü kadınlarda daha fazla meme kanseri teşhisi konulduğu teorisi üzerine bu araştırmayı yaptığını belirtti. Jernstrom, kahve tüketimiyle göğüs büyüklüğü arasında doğrudan bağlantı olup olmadığına baktığını ve bu bağlantıyı bulduğunu söyledi.

Jernstrom ve ekibinin 270 kadın üzerinde yaptığı araştırma, British Journal of Cancer dergisinde yayımlandı.
haber7

DİKKAT BU ÇORBA KANSER YAPIYOR...

1 Şubat 2009
Dünya Kanser Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan bir araştırma paket halinde satılan hazır çorbaların gırtlak kanseri olma riskini artırdığını ortaya koydu.
Araştırma Başkanı Doktor Rachel Thompson, paket çorbaların içerisinde günlük almamız gereken tuz miktarının yarısının bulunduğunu ve bunun da çok yüksek bir miktar olduğunu söyledi.

Fazla tuz tüketiminin kalp krizi riskini artırdığı zaten biliniyordu. Fakat son yapılan araştırmalar yüksek tuz tüketiminin gırtlak kanseri riskini de artırdığını ortaya koydu.

bugün

Dizel araçların egzozları, kansere sebep olabiliyor


12 Şubat 2009 - Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Bayram, dizel motorlu araçların egzozlarından çıkan kurum ve zararlı maddelerin, hücrenin kanserleşmesini tetiklediğini bildirdi.
Prof. Dr. Bayram, dizel egzoz kurumunun sağlıklı hücrelerden ve kronik nefes darlığı gelişen hastaların akciğer dokularından elde etikleri akciğer hücre kültürlerinin çoğalma yeteneği ve ölümü üzerine olan etkileriyle ilgili çalışma yürüttüklerini söyledi.
Hava kirliliğinin tüm dünyada ciddi bir sorun olduğunu, ekonomik ve verimli olması bakımından dizel motorlu araçların kullanımının dünyada ve Türkiye'de giderek arttığını belirten Prof. Dr. Bayram, şunları kaydetti:
"Bu araçlardan çıkan duman, kurum gibi maddeler insan sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Amacımız, bu kurumun hücre düzeyinde ne gibi etkilere yol açtığını araştırarak bu zararı azaltmanın veya önlemenin yöntemlerini bulmak. Projemiz, Gaziantep Üniversitesi Araştırma Fonu ve TÜBİTAK tarafından destekleniyor.
Dizel motorlu araçların egzozlarından çıkan kurum ve zararlı maddelerin akciğer hücreleri üzerindeki etkilerini araştırıyoruz. Dizel motorlu araçların egzozlarından çıkan gazlar gibi hava kirleticilerin insanda nefes darlığı ve astım gibi kronik akciğer hastalıkları ile akciğer kanseri gelişiminde rol oynadığı düşünülüyor. Ancak bu etkinin altında yatan mekanizmalar yeterince bilinmiyor."
'Prof. Dr. Bayram, bünyelerindeki hücre kültürü laboratuvarlarında h ücre üretmeye başladıklarını, bu metotla üretilen hücre kültürlerini yürüttükleri çalışmalarda kullandıklarını ifade etti.
Prof. Dr. Hasan Bayram, araştırma sonucunda dizel egzoz atıklarının hücre yaşam süresini etkileyip etkilemediğini, ölümünü hızlandırıp hızlandırmadığını ve hü crenin kanserleşmesini tetikleyip tetiklemediğini bulmayı hedeflediklerini belirtti.
Araştırmanın sonraki aşamasında partiküllerin bu etkilerinin çeşitli ilaçlar ve bileşikler tarafından önlenip önlenmeyeceği konusunda çalışma yapacaklarını bildiren Prof. Dr. Bayram, şu bilgileri verdi:
"Elde ettiğimiz ilk sonuçlar, akciğer hücrelerinin dizel egzoz kurumundan olumsuz etkilendiğini, kronik nefes darlığı olan hastaların hücrelerinin daha hassas olduklarını gösteriyor.
Yine çalışmalarımız, dizel egzoz kurumunun hücrenin kanserleşmesi ile ilgili mekanizmaları tetiklediğini ve hücrede kanserleşmeyi başlatabildiğini göstermektedir. Bu verilerimiz ciddi bir sağlık sorunu olan akciğer kanserinin ortaya çıkmasında dizel egzoz kurumu özelinde hava kirliliğinin etkilerini göstermesi açısından önem taşıyor."

netgazete

Meme kanseri, idrar tahliliyle belirlenebilecek
02:00 - Araştırmacılar, meme kanseri hücrelerinin yayılmasında etkili olan bir proteini keşfettiler ve bu proteini saldırgan meme kanseri olan kadınların idrarlarında belirlediler. Boston Çocuk Hastanesi'nden bilim adamlarının çalışmasında, bu protein ve proteini kontrol eden genin lipocalin 2 (Lcn2) olduğu belirtilerek, Lcn2'nin, genellikle östrojen reseptörü negatif meme tümörleriyle ilgili genler arasında yer aldığı kaydedildi. 24.02.2009 WASHINGTON netgazete

Doktor ''kanser olmuşsun'' dedi, şoka girip öldü
12:45 - Hakkarili Lokman Taş (40) isimli vatandaş, yaklaşık 3 gün önce hastalanan babası ile birlikte Ankara'daki bir hastaneye gitti. Ankara'ya gitmişken kendisi de sağlık taramasından geçen Taş, iddiaya göre bir doktorun, "Sen bugüne kadar neredeydin? İlik kanseri olmuşsun" demesiyle birlikte şoka girerek aniden yere yığıldı. Tıbbî müdahaleye rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybeden Lokman Taş'ın cenazesi, Hakkari'de binlerce kişinin katıldığı cenaze namazı ile toprağa verildi. 11.03.2009 HAKKARİ - netgazete

AZ YEMEK KANSERİ ÖNLÜYOR

12 Mart 2009 22:33
Bilim adamları, son araştırmalarında, yaklaşık bir yüzyıldan bu yana bilinen, ancak nedeni saptanamayan bu yavaşlamayı bir enzimin varlığına bağladı.
Bilim adamları, son araştırmalarında, yaklaşık bir yüzyıldan bu yana bilinen, ancak nedeni saptanamayan bu yavaşlamayı bir enzimin varlığına bağladı.

ABD'deki Massachusetts Institute of Technology'den (MIT) Nada Kalaany ve David Sabatini adlı araştırmacılar, farelere naklettikleri beyin, kolon, prostat ve meme kanserinin değişik biçimleri gibi çeşitli insan kanserleri üzerinde az beslenmenin etkilerini inceledi.

Çalışmalarını İngiliz Nature dergisinde yayımlayan bilim adamları, bazı tümörlerin (kolon ve meme kanserinin iki türü) az beslenmenin etkisiyle küçüldüklerini, prostat, beyin ve meme kanserinin bir türünün ise az yemeyle bir değişikliğe uğramadığını tespit etti.

Az yemenin etkisinin olmamasının, kanserli hücrelerin yayılmasında kilit rol oynayan "fosfatidilinozitol 3-kinaz (PI3K)" adı verilen bir enzimin faaliyetine bağlı olduğunu keşfeden araştırmacılar, bu enzimin değişik derecelerde aktivasyonunun da az beslenmede değişik hassasiyetlere yol açtığını buldu.

Araştırmacılar, makalelerinde, "PI3K'nın faaliyeti perdelenerek, az beslenmeye karşı dirençli bir tümör, hassas bir tümöre dönüştürülebilir" dediler.

haber10

Çektirilen her röntgenle kanser riski daha da artıyor
09:50 - Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği Ankara Temsilcisi Gazi Şaşkın, çektirilen her röntgen filminin, genetik hastalıklara ve kansere yakalanma riskini artırdığını belirtti. Şaşkın, "Zorunlu olmadıkça röntgen çekiminden kaçınılması gerekir. Çünkü çektirilen her röntgen vücuda radyasyon girmesine yol açıyor ve bu radyasyonlar da zamanla kanser nedeni olabiliyor" dedi. Türkiye'deki röntgen cihazlarının kalite sorunu olduğuna da dikkat çeken Şaşkın, devlet ve üniversite hastaneleri dışındaki sağlık kuruluşlarındaki röntgen cihazlarının eski ve standartlara uymadığını iddia etti. 05.07.2009 ANKARA netgazete

Cilt kanserine karşı aşı tedavisi artık Türkiye'de
22:50 - Uluslararası katılımlı klinik araştırma kapsamında, Türkiye'de 4 ildeki merkezlerde uygulanmak üzere, ameliyata uygun olmayan, ciltte metastaz oluşmuş malin melanom (cilt kanseri) hastalarına aşı tedavisi başlatılıyor. Prof. Dr. Ahmet Demirkazık, "Aşı, doğrudan tümörün içine enjeksiyonla sıkılacak ve etkileri gözlemlenecek. Aşı ile tümörlü dokudaki değişiklikler kayıt altına alınacak. Tümörün gelişimini gerileyip geriletmediğine bakılacak. Çalışma süresi 1 yıl kadar devam edecek" dedi. 29.07.2009 ANKARA netgazete

Domuz gribi aşısında kanser tehlikesi

Alman milletvekili Dr. Wolfgang Wodarg, domuz gribi pandemisi korkusunun bir mizansen olduğunu savunarak, deneme aşamasındaki aşı 'kanser nedeni' olabilir dedi.

07 Ağustos 2009 15:38

Alman Bild gazetesinin haberine göre, Avrupa Konseyi Sağlık Komitesi Başkanı ve Alman Meclisi Sağlık Komisyonu üyesi, dahiliye uzmanı Dr. Wodarg, Almanya'da deneme aşamasında olan domuz gribi aşısının tehlikeli olabileceğine işaret ederek, aşıda hayvansal kanserli hücrelerin kullanıldığını kaydetti.

Alerji riskinin olup olmadığının bilinmediğini ifade eden Wodarg, bundan daha da önemli olarak, bu kanserli hücrelerin kullanımındaki en ufak bir hatada, aşılanan kişinin kanser olma ihtimali bulunabileceğini belirtti.

Pandemi korkusunun bir mizansen olduğu görüşünü savunan Wodarg, "Bu, ilaç endüstrisinin dev bir işi" ifadesini kullandı.

Domuz gribinin diğer grip salgınlarından farklı olmadığını öne süren Wodarg, aksine domuz gribindeki vaka sayısı diğer grip dalgalarındaki vaka sayısıyla kıyaslanırsa bunun "devede kulak" kalacağı görüşünü dile getirdi.

Wodarg, domuz gribi konusuna dikkatlice, ancak "fazla heyecan yaratmadan" yaklaşmak gerektiğini belirtti.

Wolfgang Wodarg ayrıca, bugüne kadar aşı üreticilerinin, sonbaharda kaç aşı satacaklarını bilmediklerini, ancak şimdi Alman hükümetinin ilaç sanayisine satın alma garantisi verdiğini kaydetti.

Bu arada Almanya'da demene aşamasında bulunan domuz gribi aşısının uygulanmasından sorumlu olan Paul Ehrlich Enstitüsünün Başkanı Johannes Löwer de domuz gribi aşısının yan etkilerinin normal grip aşılarının yan etkilerinden daha ağır olabileceğini kaydetti.

haber7

24 Ekim 2009 09:57
Vitamin Hapları Zararlı Mı?
Vitamin ve mineral haplarının kullanılmasının yararından çok zarar getirebileceği konusunda uyarı geldi.

The Telegraph gazetesinde yer alan habere göre, piyasada satılan multivitamin ve mineral haplarının kanseri önleyici özelliği olduğuna dair kesin kanıt bulunmadığını belirten uzmanlar, bu tip hapların kanseri tetikleyebileceğini gösteren bazı araştırmalar olduğunu da söylediler.

Dünya Kanser Araştırma Fonu (WCRF) için çalışan bir uzman, yüksek dozda alınan vitamin ve mineral hapların yarardan çok zararı olabileceği konusunda herkesi uyardı. Düşük dozajli hapların bazı kişilere verilebileceğini söyleyen uzman, yüksek dozlu hapların kanser riski üzerindeki etkilerinin bilinmesinin çok zor olduğunu belirtti.

Kanser riskini azaltmak isteyenlere, vücutları için gerekli vitamin ve mineralleri haplar yerine sağlık beslenme yoluyla almaları öneriliyor. Birçok kişinin bu tip haplarla kanser riskini azaltabileceğini düşündüğünü söyleyen uzmanlar, kanıtların bunu desteklemediğini ve bu hapların yüksek dozda alınmasının etkilerinin şu an için tam olarak tahmin edilemediğini ve bu nedenle bunların sağlık için zararlı olabileciğini ifade ediyorlar.

Ayrıca bazı araştırmaların, yüksek dozda alınan tamamlayıcı haplarla bazı kanser türlerinde yüksek risk arasında bir ilişki gösterdiği vurgulanıyor. Örneğin, beta-karoten haplarının sigara kullanan kişilerde akciğer kanseri riskini artırdığı bulunmuştu.
aktifhaber

Elma; kanserli hücreyi öldürüyor
03:15 - Yrd. Doç. Dr. Saime Küçükkömürler; ana vatanı Orta Asya ve Kafkasya olan elmanın Türkler tarafından çok eskiden beri tüketildiğini anlattı. Elmanın sağlık yönünden birçok faydası olduğunu vurgulayan Küçükkömürler, şunları kaydetti: "Yapılan çalışmalarda elmanın kanser, astım, kardiyovasküler hastalıklar gibi kronik hastalıkların görülme riskini düşürdüğünü, kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediği görülmüştür." 04.11.2009 KARAMAN netgazete

Meme kanseriyle ilgili korkunç iddia
06.08.2010
Meme kanseriyle ilgili şüpheler son zamanlarda artarken,çok sayıda kadının boş yere ameliyat edildigi ortaya çıktı.

ANKARA-Meme kanseri taramasının yararı konusundaki şüpheler son zamanlarda artarken, taramanın yararları ve zararları arasındaki dengenin yeterince değerlendirilmediği belirtildi.
British Medical Journal'da yayımlanan Oxford Üniversitesi epidemioloji uzmanı Prof. Klim McPherson'un araştırmasına göre, birçok kadın taramalarda konulan yanlış teşhis yüzünden gereksiz yere ameliyat oluyor.
Tarama yanlıları, kontrollerin yılda 1400 ölümü önlediği görüşünü savunuyorlar. Bazı araştırmalar ise kurtarılan her bir hayata karşı 10 kadının gereksiz yere tedavi gördüğünü gösteriyor.
Yine kurtarılan her hayata karşılık 500 kadar kadın, biyopsi yapılmasıyla sonuçlanabilen en az bir "yanlış alarmla" karşılaşıyor. Bu da kadının sık sık radyasyon aldığı testlerden geçirilmesine ve hayatını endişe içinde geçirmesine sebep oluyor.
Prof. McPherson, kontrollerin yarar-zarar dengesinin kadınlara yeterince açık bir şekilde anlatılmadığını, yararın abartılabildiğini belirterek, "Mamografiden elde edilen bireysel yarar çok küçük. Ancak bu iyi anlaşılmıyor" dedi.
Danimarkalı uzmanlarca yakın bir zaman önce yapılan bir araştırmada da taramanın faydası konusunda "ikna edici delil" olmadığı belirtilmişti.
Araştırmada, taramada saptanan meme kanserlerinin üçte birinin aslında zararsız olabildiği, bunun, binlerce kadının gereksiz yere, mastektomi (memenin alınması) ameliyatı gibi zorlu tedavilerden geçmesine sebep olduğu ifade edilmişti
İngiltere'de daha önce yapılan bir araştırmada da 1989-2007 arasında meme kanserinden ölümlerdeki düşüşün, kontrol yaptıranlarla yaptırmayanlar arasında aynı olduğu tespit edilmişti gazeteport

Sarımsak Hangi Hastalıklardan Koruyor
Mide, bağırsak, prostat, gırtlak ve meme kanserine iyi geliyor.
Çiğ ya da pişirilmiş sarımsak tüketenlerde, mide, bağırsak, prostat, gırtlak ve meme kanserinin daha az görüldüğü bildirildi.
08 Ocak 2010
Amerikan Diyetetik Derneğinin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sarımsağın yapısında bol miktarda su, şeker içeren karbonhidratlar, kükürt bileşikleri, protein, lif ve serbest amino asitler bulunduğunu belirtti.

Sarımsağın ayrıca yüksek miktarda fosfor, potasyum, kükürt, çinko, orta miktarda selenyum, A ve C vitaminleri ile az miktarda da kalsiyum, magnezyum, sodyum, demir, manganez ve B kompleks vitaminlerini içerdiğini belirten Dönmez, ''Uygarlık tarihi boyunca sarımsağın tıp alanında özellikleri değerlendirilmiş ve birçok hastalığın tedavisi amacıyla kullanılmıştır'' dedi.

Dönmez, sarımsağın bugün de atardamarları etkileyen hastalıklar, kanser, bağışıklık sistemi bozuklukları ve ağrılı eklem hastalıkları gibi birçok kronik hastalığın önlenmesi ve tedavisi amacıyla kullanıldığına işaret ederek, şunları söyledi:

''Sarımsağın en önemli biyokimyasal özelliklerinden biri, vücuttaki zehirli toksik maddeleri atmaya yardımcı olma (antioksidan) potansiyelidir. Sarımsağın bu özelliğinin, içinde bulunan organik kükürt bileşiklerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Çiğ sarımsakta da antioksidan potansiyel vardır, ancak yüksek dozları kalp, karaciğer ve böbreğe toksik etkiler gösterebilmektedir.''

-KANSERE ETKİSİ-

Diyetisyen Dönmez, sarımsağın, organizmada birçok işlevi olduğu gösterilen, insan vücudunda doğal olarak üretilen nitrik oksiti artırıcı etkisi olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:

''Bu mekanizmalar sarımsağın damar sertliği ve hipertansiyon tedavisi ile koruyucu önlem rollerini açıklamaktadır. Sarımsağın çeşitli mekanizmalarla kanser yapıcı etkenleri engelleyebileceği, bağışıklık sisteminin baskılanmasını önleyerek de kansere karşı yararlı olabileceği bilinmektedir. Sarımsak yıllardır kardiyovasküler hastalıkların tedavisi için kullanılmaktadır.''

Sarımsakta çok sayıda değişik insan bağışıklık sistemini güçlendiren ve hatta dengeli bir beslenmeyle alındığı takdirde çeşitli kanser risklerini azalttığı bilinen kimyevi madde (fitokimyasal) bileşiklerinin bulunduğunu belirten Dönmez, şunları kaydetti:

''Sarımsağın özellikle antioksidan özellikleri kükürt bileşiklerinden başka içerdiği, özellikle meyve ve sebzelerde yaygın olarak bulunan renk maddelerinin bazılarından kaynaklanmaktadır. Bu maddelerin diyetle alımı, koroner arter hastalığı ölüm riski ile ters yönde ilişkili bulunmuştur. Çalışmalar sarımsak tüketiminin artırılmasının, kanser görülme sıklığıyla yakın ilişkili olduğunu göstermiştir. Yapılan çalışmalar, çiğ ya da pişirilmiş sarımsak tüketimi ile mide, bağırsak, prostat, gırtlak ve meme kanseri arasında ters ilişki olduğu sonucunu göstermektedir.

Yapılan bilimsel çalışmalar ışığında, sarımsağın diyetle tüketiminin özendirilmesi ve önerilmesi, kanser ve kalp damar sistemi rahatsızlıkları gibi kronik hastalıklardan korunmada yararlı olacaktır. Sağlıklı beslenme programında tüm sebzeler ve meyveler gibi sarımsağın da yeri önemlidir. Her birey sarımsak tüketimine dikkat ederek, mutlaka bu ürünü beslenme alışkanlıkları içerisine yerleştirmelidir.''
aktifhaber

Şişmanlık meme kanseri riskini 4 kat artırıyor
20:30 - Tıbbi Onkoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İdris Yücel de 1970'li yıllarda hastalıklara bağlı ölümlerde 4. sırada olan kanserin ikinci sıraya yükseldiğini söyledi. Önümüzdeki on yıllarda kanserin, hastalıklara bağlı ilk ölüm nedeni olacağını dile getiren Yücel, "Kanser çok ciddi oranda korunulabilir bir hastalık. Her üç kişiden birinin kanser olmasını engelleyebilirsiniz" dedi. 27.03.2010 ANTALYA netgazete

06 Mayıs 2010
Cerrahpaşa'dan Kanser İlacı
Kanser tedavisinde Türkiye'de ilk olarak İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde üretilmeye başlanan ilacın yan etkisi yok.

Nadir olarak görülen tümörlerden nöroendokrin tümörlerin tedavisinde kullanılan ve yan etki göstermeden, doğrudan kanserli hücreye etki eden ilaç, Türkiye'de ilk olarak İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde üretilmeye başlandı.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Kabasakal, bazı hastalardaki nöroendokrin tümörlerin tek tedavi yöntemi olan bu ilacın daha önce sadece yurtdışında uygulandığını belirtti. Ticari satışı olmayan ve "Lu-177 DOTA TATE'' olarak adlandırılan radyonüklit ilaç, hastane ortamında üretiliyor. Dünyada bu ilacı üretebilen 6-7 merkez bulunuyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı ve Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı'nın işbirliğiyle üretilen ilaç, başlıca nöroendokrin kanserlerden mide, bağırsak, pankreas ve akciğer sistemlerinde görülen kanserlere uygulanabiliyor. aktifhaber

Meme kanserinde, hayat tarzı da etkili!
02:45 - Meme kanserine yakalanma riskini kadınların yaşam tarzının, genlerden daha fazla etkileyebileceği bildirildi. Bilim adamları, hormonla menopoz tedavisi görme, aşırı içki içme, geç hamile kalma ya da hiç hamile kalmama ve obezitenin hayat tarzına bağlı etkenlerden olduğunu, bu etkenlerin riski artırdığını vurguladı. 03.06.2010 PARİS netgazete

Kansere çare, "endemik bitki"de!
00:50 - Akdeniz'de endemik bir bitki türünü keşfettiklerini ifade eden Araştırmacı Burgucu, "Bitki ağızdan kullanımda zehirli etki gösteriyor" dedi. Bitkiden elde ettikleri özüt ile laboratuvar ortamında kanserli hücreyi öldürebildiklerini anlatan Burgucu, "Kemoterapik ajanlar gibi bitki özütünün da kanserli hücreyi öldürdüğünü gördük" diye konuştu. 21.07.2010 ANTALYA netgzete

Rus çocuk, kanseri 3 saatte yendi

21 Temmuz 2010 Altı yaşındaki bir Rus çocuk kemik kanseri teşhisi konulduktan 1 yıl sonra yapılan 3 saatlik ameliyatla kanseri yendi. Devrim niteliğindeki iyileştirme yöntemi İngiltere'de uygulandı. Milliyet gazetesinin haberine göre; geçen yıl bacağındaki bir kemikte kanser izine rastlanan ve kanserden kurtulması için ayağının kesilmesiyle karşı karşıya kalan Darya Egorova (6), doktorların uyguladığı mucize bir yöntemle kanserden kurtuldu. Rusya'dan bir vakfın girişimiyle İngiltere'ye götürülen Darya'ya, kanserin vücudun başka bölgelerine yayılmış olma ihtimali göz önüne alınarak çok yüksek dozlarda kemoterapi uygulandı. Ardından ameliyata alınan Darya'nın kanserli kaval kemiğinin 10 santimetrelik kısmı ameliyatla vücuttan çıkarıldı. Hastane ortamında yarım saat boyunca radyoterapi uygulanan parçadaki kanserli hücreler yok edildi ve aynı hastanede yeniden yerine yerleştirildi. Darya, alçısı alındıktan bir süre sonra dilediğince koşabilecek. 106 bin dolarlık ameliyat masraflarının tamamını vakıf üstlendi. netgazete

Yürüyüş, göğüs kanseri riskini azaltıyor
08:10 - Acıbadem Kadıköy Hastanesi Meme Kliniği Sorumlusu Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Hilal Ünal, günde 30 dakika veya haftada 3 kez birer saat yürüyüş yapan kadınların meme kanserine yakalanma risklerinin yüzde 50 oranında azaldığını bildirdi. 31.07.2010 İSTANBUL netgazete

Kanser ve tansiyona karşı böğürtlen yiyin
19:20 - Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Karadeniz, kansere karşı böğürtlen tüketilmesinin faydalı olacağını söyledi. Böğürtlende "ellagic asit" bulunduğunu, araştırmaların bu asidin kanser ve tümör hücrelerinin büyümesini engellediğini ortaya koyduğunu anlatan Prof. Karadeniz, böğürtlenin vücutta meydana gelen şişliklere, ağrılara, yüksek tansiyona, şekere, göğüs ve solunum yolu hastalıklarına da iyi geldiğine işaret etti. 01.08.2010 ORDU netgazete

Türkiye'nin kanser raporu ürküttü
Türkiye'de kanser oluşumunda çevresel etkenler dünya ortalamasına göre 700 kat daha fazla çıktı

13 Ocak 2011
Anadolu Haber

TBMM Kanser Araştırma Komisyonu'nun taslak raporuna göre Türkiye'de kanser oluşumunda bazı çevresel etkenler, dünya ortalamasına göre 700 kat daha fazla...

Habertürk'ten Saliha Çolak'ın haberine göre TBMM Kanser Araştırma Komisyonu'nun taslak raporunda Türkiye'nin kanser haritası ortaya çıkarılarak kanserin oluşumundaki önemli etkenler sıralandı.

Komisyonun taslak raporundan bazı bölümler şöyle:

YILDA 150 BİN HASTA

Tüm ölümler içinde kanserden kaynaklanan ölümlerin oranı, 2000 yılında yüzde 13.1 oldu. 2004'te yüz binde 167 olan kanser görülme hızı, 2005'te yüz binde 180.3'e, 2006'da ise yüz binde 200'ün üzerine çıktı. Ülkemizde her sene yaklaşık 150 bin yeni kanser vakasının tespit ediliyor.

KARADENİZ'E DİKKAT

Karadeniz'in güney ve doğu yamaçlarında deri kanseri yoğun; mide, kalın bağırsak ve prostat vakaları daha çok 250 metrenin altında; akciğer vakaları ise tarımsal alanda görülüyor.

SULARA DİKKAT EDİN

Bölgedeki 558 su numunesinin 103'ünde arsenik, 290'ında kurşun, 306'sında selenyum değerleri, Dünya Sağlık Örgütü limit değerlerinin üzerinde bulundu.

YÜKSEK GERİLİM

250 kilometrelik yüksek gerilim hattının 600 metre mesafe içerisinde bulunan yerleşim yerlerindeki kanser vakalarının, hattın dışındaki yerlere oranla oldukça yüksek olduğu ortaya çıktı.

10 MİLYAR EURO

Türkiye, AB ülkeleri içinde 2.3 milyar Euro ile kansere toplamda en fazla harcama yapan ilk 6 ülke ara sın da yer alı yor. 2030 yılında 10 milyar Euro'yu aşacak.

HER GÜN 200 ÖLÜM

Sigara ile ilgili kanserlerden yılda 90 binden fazla kişi hayatını kaybediyor; bu, her gün 150-200 kişi demektir.

ÇEVRE 700 KAT ETKİLİ

Çevresel kanserlerden "asbest" ve "erionit"e bağlı kanserler, Türkiye'de dünya ortalamasından 700 kat daha fazla.

RADYASYON

Radyasyona doğal kaynaklardan olduğu kadar, endüstriyel, tıbbi ve diğer kaynaklardan da maruz kalınması, lösemi, meme kanseri ve tiroid kanseri riskini artırabilmektedir. Çernobil nükleer kazası nedeniyle 2065 yılına kadar Avrupa'da 16 bin tiroit kanseri vakası ve 28 bin diğer kanser vakası olacağı tahmin edilmektedir.

SOLARYUM SORUNU

Kapalı mekânda bronzlaşma işlemine 30 yaşından önce başlandığında, kutanöz melanom ve skuamoz hücre kanserleri riski artışı ile ilişkilendirilmektedir.

SÜNNET OLMAK

Sünnet uygulamasının gerek HPV bulaşımını önlemede, gerekse de servikal kanseri (rahim ağzı) önleme de önemli bir rolü vardır. Ancak son yıllarda 30 yaş üzeri kadınlarda yüzde 20 gibi yüksek oranlar saptandı.

AKDENİZ DİYETİ

Akdeniz diyeti, kanser ve kardiyovasküler hastalıkların azalmasına katkıda bulunan diyet kalemlerinin kombinasyonudur. Akdeniz diyetinin izlenmesi, daha az sigara içme, daha az obezite, daha fazla fiziksel aktivite ile de ilişkilendirilmiştir.

Alkol kanser riskini arttırıyor

8 NİSAN 2011
Avrupa çapında yapılan bir çalışma, günde bir biradan fazlasının bazı kanser türlerine yakalanma riskini ciddi oranda arttırdığını ortaya koydu.

Yaklaşık 400 bin kişinin katılımıyla yapılan ve British Medical Journal'da yayınlanan araştırmaya göre, erkeklerde her 10, kadınlarda ise her 33 kanser vakasından biri, alkol kullanımından kaynaklanıyor.
Araştırma sonuçlarını değerlendiren İngiltere Sağlık Bakanlığı, alkol kullanımını azaltmaya yönelik çabalarını arttıracaklarını açıkladı.
Araştırma İngiltere'de 2008'de görülen 300 bin kanser vakasından 13 bininin aşırı alkol tüketimi ile ilgili olduğunu saptadı.
Önceki bir çok araştırma da, aşırı alkol tüketimi ile gırtlak, karaciğer, bağırsak ve meme kanserleri arasında ilişki olduğunu ortaya koymuştu.
Bilim adamlarına göre bunun sebebi, alkolün vücutta oluşturduğu kimyasalın DNA'ya zarar vermesi, bunun da kanser riskini arttırması.
BBC

Coca Cola ve Pepsi ABD'deki üretiminde Kanserojen 4 - metilimidazol maddesini azaltıyor
9 MART 2012



BBCT'nin haaberine göre Coca Cola ve Pepsi'yi üreten şirketler, California yasaları gereği ürünlerine kanser uyarısı konmaması için bu içeceklerin formülünü değiştiriyor.

Yeni formüle göre içeceklere karamel rengini veren 4 - metilimidazol maddesinden daha az kullanılacak.

4 - metilimidazol, California eyaletinin kansere yol açtığı düşünülen maddeler listesinde yer alıyor.

Coca Cola ve Pepsi'yi üreten şirketler, California'da satılan ürünlerinde zaten yeni formülü kullanmaya başlamıştı.
Ancak yeni formülün artık ABD genelinde de yaygın şekilde kullanılacağı, belirtiliyor.

Haberden anlaşılacağı üzere Coca Cola ve Pepsi'ni ABD dışındaki üretimdeki formülünde ise bir değişiklik yok..
MBR Haber

Uzmanlar uyarıyor. "Tavuk diye önünüze konulan hayvanın karnından bunlar fışkırıyor"
28 Ocak 2013

Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde düzenlenen toplantıda konuşan İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar, "Tavuk diye önünüze konulan hayvanın karnından tümörler fışkırıyor" dedi.

Çorlu Kent Konseyi'nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Marmara Çevre Platformu 43. toplantısında konuşan İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Dr. Yavuz Dizdar ‘Beslenme ve Sağlık' konulu sunumunda; yoğurt, tavuk eti ve sosisin nasıl üretildiği ve bu ürünlerin zararları hakkında bilgiler verdi. Dizdar, "Tavuk diye önünüze konulan hayvanın karnından tümörler fışkırıyor. Kuluçka süresi kısaltılarak 17 güne indirdiler. Hayvanların bacak yapıları değişti, bu hayvanlar 45 gün sonra kendiliğinden ölüyor.

Yapılan araştırmada doğal ürünle beslenen civcivlerin 45 gün sonra ayakta duramadığı görüldü. Tavukçular tıptan 50 sene önde gidiyor, bu endüstrinin görevi size üzerinde et tutturulmuş bir şey vermek. Hayvanın sağlıklı olması umurlarında değil, bu işin ilginç yanı bunun onayını da veterinerlerden alıyorlar. Dünyada bütün ülkelerde kanser artmıyor, bütün kanserler de artmıyor. Belli kanser türleri artıyor, bunu ABD de biliyor. Mevcut olan durumun farkındalar, çok umurlarında olduğunu sanmayın, hiç umurlarında değil, çünkü paralelinde ilaç endüstrisi büyüyor" dedi. Dizdar, "Ne yiyelim diyenlere şu an için güvenli olan bakliyat ve hububat diyebilirim" dedi.
netgazete
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Mar 15, 2009 11:44 pm    Mesaj konusu: Kanser riskini azaltan besinler listesi Alıntıyla Cevap Gönder

Kolestrolü hızlı düşen kanser olabilir
Amerikalı bilim adamları, kolesterol değerlerini hızla düşürmenin kanser riskini arttırabileceğini bildirdi.

07 Ağustos 2009 13:40

İtalyan La Stampa gazetesinde yayımlanan habere göre, Tufts Üniversitesi Tıp Fakültesinde görev yapan araştırmacılar, kolesterol düşürücü ilaç kullananlarda kanser oranının yüksek olduğunu tespit etti.

Araştırmacılar, ilaçlar ve kanser arasındaki ilişkinin net olmamasına karşın kolesterolü sert bir şekilde düşürmenin kanser riskini artırdığı konusunda şüphe olmadığını belirtti.

Bazı ilaç üreticilerinin, kalp hastalıklarına karşı mücadele etmenin en iyi yolunun kötü kolesterol olarak bilinen LDL'nin seviyesinin düşürülmesi olduğunu savunduklarını anımsatan araştırmacılar, bununla birlikte kalp krizi geçirenlerin yüzde 75'inin kolesterol seviyesinin normal olduğunu ifade etti.

Testosteron hormonu üretmek ve hücre zarlarını onarmak için gerekli olan kolesterolün vücudun temel yapı taşlarından biri olduğunu vurgulayan bilim adamları, bu nedenle düşük kolesterol ile kanser arasındaki ilişkinin mantıklı olduğunu kaydetti.

"The American College of Cardiology" dergisinde yayımlanan araştırmada, asıl önemli olanın, iyi kolesterol olarak bilinen HDL'nin seviyesinin yüksek olması olduğu vurgulandı. Araştırmada, toplam kolesterol seviyesinin yüksek oluşunun değil, iyi kolesterolün kötü kolesterole oranının önem taşıdığı, HDL seviyesinin yüksek olmasının insanı kalp hastalıklarından koruduğu belirtildi.
haber7

Evlilik dışı ilişki kansere yol açıyor

Genç yaştaki kadınlarda görülen rahim ağzı kanserinin en büyük tetikleyicisi olan ve cinsel yolla bulaşan human papillon virüsünün, evlilik dışı ilişki sonucu yayıldığı bildirildi.04 Nisan 2009 13:08

Hayatının herhangi bir döneminde hayat kadınlarıyla ilişkiye giren erkek, bu virüsü evlendiği kadına da bulaştırıyor.

Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezi'nde düzenlenen konferansta konuşan Op. Dr. Sabri Kartal, rahim ağzı kanseriyle ilgili bilgi verdi.

Kanserde erken teşhisin hayat kurtardığını belirten Kartal, sürekli kontroller ve testlerle kanser vakalarının ortadan kaldırılabileceğini söyledi.

Kartal, özellikle 30 ila 50 yaş arasındaki kadınlarda görülen rahim ağzı kanserinin en yaygın belirtisinin cinsel ilişki sonucu kanama ve kanlı akıntı olduğuna dikkat çekerek, "Cinsel hayatı süren her kadının bu hastalığa
karşı tedbir olarak her yıl smear (simir) aldırması gerekiyor. Rahim ağzı kanserini ilk evresinde yakalarsanız çok basit ve ucuz bir şekilde hastalığı önleyebilirsiniz. Ancak hastalık 4. evresine ulaşınca tedavi masrafları 100 kart artıyor. Hastayı kurtarmak ise mümkün olmuyor" dedi.

Kartal, Türkiye'de ilk cinsel ilişki yaşının gittikçe düşmesi yüzünden 9-26 yaş aralığındaki bayanların papilon virüsüne karşı aşılanmasının bu hastalığa karşı yüzde 95 koruma sağladığını vurguladı.

Rahim ağzı kanserine yol açan human papillon virüsünün cinsel yolla bulaştığına dikkat çeken Kartal, şunları anlattı: "Bu virüs cinsel ilişki yoluyla bulaşıyor. Türkiye'de erkeklerin çoğu ilk cinsel tecrübelerini genelevlerde yaşıyor. Buralarda çalışan hayat kadınlarının hepsi bu virüsü taşıyor. Erkekler hayat kadınlarından aldıkları virüsü kendi eşlerine de bulaştırıyor."
haber7

Cep telefonuyla görüşürken kulaklık takın,
mikrodalga çalışırken mutfaktan çıkın!


08 Nisan 2009 Kanserden korunmak için cep telefonuyla görüşürken kulaklık takılması, çamaşır ve bulaşık makinelerinin gece kullanılması ve mikrodalga fırın çalışırken mutfakta bulunulmaması önerildi.
Ege Üniversitesi (EÜ) İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu ve Meme Kanseri ile Savaşım Derneğince (MEMEKANDER) ortaklaşa düzenlenen panelde, kanserden korunmanın yolları tartışıldı.
Panel yöneticisi EÜ İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selmin Şenol, toplumun kanser hastalığı hakkında bilinçlenmesi gerektiğini söyledi.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2030'da insan ölümlerinin ilk nedeninin kanser hastalıkları olacağını belirten Şenol, aynı yıla kadar kansere yakalananların sayısının 24 milyonu, ölenlerin sayısının ise 17 milyonu bulacağını kaydetti.
EÜ İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu öğretim elemanı Dr. Gülay Oyur Çelik ise kanserin, önlenebilir bir hastalık olduğunu söyledi.
Kişilerin, vücutlarında meydana gelen değişiklikleri takip etmesi gerektiğini vurgulayan Çelik, şöyle devam etti:
"Vücuttaki anormal şişlikler, boyun, meme ve kol altında beliren bezeler asla göz ardı edilmemeli. Anormal dişeti ve burun kanamaları, kadınlarda düzensiz adetler, iyileşmeyen yaralar ve sebepsiz kilo kaybı gibi belirtilerle karşılaşanlar, derhal uzman bir hekime başvurmalı ve vakit kaybetmeden gerekli patalojik incelemeler yapılmalıdır."
Kansere birçok faktörün yol açabileceğini bildiren Çelik, "Genetik etkenlerin önemi yadsınamaz. Örneğin annesinde meme kanseri olan kişinin bu hastalığa yakalanma olasılığı yüzde 8.8'dir. Ancak hormonal, çevresel, fiziksel ve kimyasal etkenler de hastalığa yakalanma riskini arttırır" dedi.
Alınacak önlemlerle, kansere yakalanmayı kolaylaştıran çevresel etkenlerin en aza indirilebileceğini ifade eden Gülay Oyur Çelik, şunları kaydetti:
"Oje, saç şekillendirici, koku verici gibi kozmetik ürünler satın alınırken kanserojen etkisi düşük olanlar tercih edilmelidir. Diş macununu ayda bir kez değiştirmek ve farklı diş macunları kullanmak gerekir. Beyin tümörü ne yakalanma riskini artıran yapay bir radyasyon kaynağı cep telefonuyla konuşurken de radyasyonun etkilerinden korunmak için kulaklık kullanılmalıdır. Bilgisayar karşısında sürekli vakit geçirilmemeli, kısa molalar verilmedir. Evlerde kullanılan buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi, elektrikli süpürge ve mikrodalga fırın gibi eşyalar da belirli oranda radyasyon yaymaktadır. Bu olumsuz etkiden korunmak için çamaşır ve bulaşık makinelerini mümkün olduğunca geceleri insanlar uyuyunca çalıştırmak, mikrodalga fırını çalıştırınca da mutfakta bulunmamak gerekir."
EÜ İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu araştırma görevlisi Züleyha Seki de sigaranın kalp, damar ve solunum sistemini ilgilendiren kanser türlerinin görülmesindeki en önemli etkenlerden olduğunu vurguladı.
Sigara içmenin düşük kilolu doğumlara neden olduğunu bildiren Seki, "Ayrıca akciğer kanserine yakalanma riskini 13 ila 20 kat, gırtlak kanserine yakalanma riskini ise 16 kat arttırmaktadır" diye konuştu.
Uzman Diyetisyen Fügen Bayrak ise kansere yakalanma riski ve beslenme arasındaki ilişkiye değindi.
Besinlerde kullanılan katkı maddelerine dikkat edilmesi gerektiğini belirten Bayrak, "Yapay tatlandırıcıların uzun süre kullanımı üriner sistem kanserlerine, tuzun fazla alınması yemek borusu ve mide kanserine yakalanma olasılığını artırır. Protein içeren et türünde gıdaların kızartılması sakıncalıdır. Bu tip besinler E ve C vitamini içeren sebzelerle pişirilmeli" dedi.
MEMEKANDER Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şenay Kaymakçı ise derneğin yurt çapında kanser hastalığına ilişkin farkındalık oluşturmaya yönelik etkinliklerde bulunduğunu ve her ay düzenlenen seminerlerin halka açık olduğunu kaydetti.

netgazete
Kanser riskini azaltan besinler listesi

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı kanser riskini azaltan besinleri bir broşürde topladı. İşte kanser riskini azaltan besinler:15 Mart 2009 09:23

Halka dağıtılan broşürde, kansere karşı koruyucu özelliği olan sebze, meyve, kuruyemiş, tahıl ve hayvansal besinlerin ismi yer alıyor. İşte kanser riskini azaltan besinler:

Sebzeler: Soğan, sarımsak, lahana, havuç, ıspanak, marul, kıvırcık, salatalık, pazı ve asma yaprağı, karnabahar, pırasa, şalgam, turp, maydanoz, tere, nane, rota, biber, taze fasulye, bezelye, bakla, mantar, patlıcan, enginar, kabak, domates, pancar, bamya.

Meyveler: Portakal, greyfurt, limon, kuşburnu, böğürtlen, kızılcık, elma, armut, ayva, erik, kiraz, vişne, çilek, kavun, karpuz, üzüm, incir, nar, dut, muz, hurma, yenidünya.

Kuru yemişler: Leblebi, kestane, badem, fındık, fıstık, ceviz.

Tahıllar: Kepekli ekmek, çavdar ekmeği, bulgur, yarma.

Hayvansal besinler: Karaciğer, böbrek, yürek, yumurta, yağsız peynir, çökelek, yoğurt. Broşürde kanser riskini artıran faktörlere de yer verildi. Buna göre sigara içimi, yüksek hızda bakteri ve virüs enfeksiyonu, yapay kimyasallara maruz kalma, alkol tüketimi, radyasyon, yağlı besinlerin fazla tüketimi, yetersiz posa tüketimi, olumsuz çalışma koşulları ve tuzlanmış, tütsülenmiş, dumanlanmış, ateşe çok yakın pişirilmiş besinlerin fazla tüketimi de kanser riskini artırıyor.

Bugün

Prostat İçin Nasıl Beslenilmeli ?
27 Mart 2009 10:26

Prostat kanseri erkeklerde en çok görülen ikinci kanser türüdür, her yıl yaklaşık 780 bin erkeğe tanı konulmaktadır. Peki nasıl beslenilmeli?

Amerika Kanser Derneği’ne göre bu altıncı en öldürücü kanser çeşidi ve senede yaklaşık 250 bin erkeğin ölümüne neden oluyor.

Araştırmacılar yıllardır prostat kanserinin nedenini araştırmakta. Amerikalı araştırmacıların yayınladığı yeni çalışmalara göre, basit kan testlerinin kullanılması, potansiyel olarak ölümcül prostat kanseri için yüksek risk altındaki erkeklerin teşhis edilmesine yardımcı oluyor.
Teşhis konulan erkekler, var olan ilaçlarla kolayca tedavi edilebiliyor. Bu ilaçlar kan dolaşımındaki kalsiyum seviyelerini azaltmaya yardımcı olabiliyor.

Hayvansal gıdayı azaltıp bol taze sebze tüketin
Mümkün oldukça taze ve organik yiyecekler yiyin.
Günlük beslenmenize greyfurt ekleyin (Ancak kan sulandırıcı ilaç kullanı-yorsanız önce beslenme uzmanı ile görüşün).
Düzenli olarak bakliyat tüketin.

Her gün taze sebze yiyin, özellikle kök ailesi sebzelerinden (brokoli, karnabahar, lahana, kara lahana, Brüksel lahanası, pancar vs). Günde dört porsiyon sebze yiyen erkeklerin prostat kanseri olma riski, günde iki porsiyondan az yiyen erkeklerin neredeyse yarısı.
Hayvansal gıda tüketiminizi, özellikle hayvansal yağ, süt ürünleri ve kırmızı et tüketiminizi azaltın.

Beslenmenize avokado, yeşil çay, pancar ekleyin.
Sıklıkla domates ürünleri tüketin.
Tam tahıllı pirinç, makarna, ekmek ve kepekli kraker yiyin (haftada birkaç kez pirinç, makarna gibi tam tahılları domates sosu, zeytinyağı, sarımsak, soğan, baharat ve tofuyla birlikte yiyin).
Gerekli yağlar, selenyum, çinko, E vitamini, besinsel lif ve fitosterol için düzenli olarak kabuklu yemiş ve tohum yiyin, özellikle keten tohumu tercih edin.

Tatlı olarak taze veya kurutulmuş meyve yiyin.
Eğer et yerseniz kırmızı et yerine balık ve tavuk yiyin.
Her gün baharat kullanın, özellikle biberiye, zencefil, sarımsak, zerdeçal, fesleğen, adaçayı, kekik, köri baharatı.
Taze zencefil, havuç, greyfurt ve pancarın taze olarak suyunu sıkıp günlük 1 bardak için. Brokoli ve domates suyu da eklenebilir.
Gerekli durumda tercih olarak en fazla iki kadeh kırmızı şarap için.

Kandaki yüksek kalsiyum seviyesi prostat kanseri için risk

Amerika Ulusal Sağlık ve Beslenme Enstitüsü tarafından (NHANES) 2 bin 814 erkek üzerinde yapılan bir çalışmada yüksek kan kalsiyum seviyesi ile prostat kanseri arasındaki direkt bağlantıyı ortaya çıkarmak için inceleme yapılmış. İncelemeler sonucunda kandaki kalsiyum seviyesi en yüksek olanların daha az olanlara göre daha fazla risk taşıdığı bildirilmiştir.

Aile öyküsü önemli
Ancak yüksek kalsiyum seviyesi ve prostat kanseri gelişme riski, ailenin kalıtsal geçmişiyle oldukça ilintilidir.
Bu araştırma süresince toplamda 85 prostat kanseri vakası ve 25 prostat kanserinden ölüm meydana gelmiş, araştırmaya katılanlar tarafından verilen kan örnekleri ise ortalama olarak kanserin ortaya çıkışından yaklaşık 10 sene kadar önce verilmiş. Bu da demek oluyor ki ailesinde prostat kanseri öyküsü olanlar çok erken yaşta takibe alınmalı.

Çalışmanın yürütücülerinden olan Wake Forest Üniversitesi’nden Gary Schwartze, “Eğer gerçekten serumdaki kalsiyumun yüksek olması kişiye prostat kanseri için risk yaratıyorsa, bu çok iyi bir haber. Çünkü serumdaki kalsiyum seviyesi değiştirilebilir” diyor.

Prostat kanseri riskini artıran; kalsiyum kan seviyesi mi yoksa vücuttaki kalsiyum seviyesi mi?

Prostat kanseri riskini artıranın gerçek kalsiyum kan seviyelerinin mi yoksa vücuttaki kalsiyum seviyesini normal seviyede tutma işlevini gösteren paratroid hormon seviyelerinin mi olduğu net değil. Kandaki yüksek kalsiyum için tedavi olan kişiler genellikle kronik böbrek yetmezliği olan kişilerdir ve bu da D vitamini seviyelerini beraberinde getirir. Düşük D vitamini seviyeleri de paratroid hormon seviyelerini yükseltmektedir.

Wisconsin Üniversitesi’nden Halcyon Skinner adlı başka bir araştırmacı da, günlük diyetteki kalsiyumla kandaki kalsiyum seviyesi arasında çok düşük bir ilişki olduğunu söylüyor.
Buna rağmen, prostat kanseri için yüksek risk altında bulunan erkeklerin yüksek kalsiyum içeren yiyeceklerden az yemelerinin avantaj sağlamadığı vurgulanıyor.

Dilara Koçak / Milliyet

Kansere önlem almak tedaviden kolay

Ölümcül hastalık listesinde 1 numaralı yerini koruyan kanserden korunmak mümkün. Bu önlemlerden biri de 3 beyazı hayatınızdan çıkartmak.15 Mart 2009 18:01

Modern dünyanın en ürkütücü hastalığı olan kanser, gittikçe yayılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre kanser, 2010’da dünyadaki en ölümcül hastalık olacak.

Bu konuda birçok tedavi yöntemleri geliştiriliyor. Çalışmalarını 15 yılı aşkın bir süredir ABD’de sürdüren Dr. Seza Güleç, birkaç ay ömür biçilen kanser hastaların yeniden hayata tutunmasını sağladı.

YÜZDE 99 İYİLEŞME

ABD’de yeni uygulanmaya başlanan “radyoaktif mikroküreler” Türkçe adıyla “boncuk tedavisi” Amerika’da tam 125 hasta üzerinde uygulandı ve yeni tedavi yöntemi ile hastaların yüzde 85’inde klinik olarak hedefe ulaşıldığı belirlendi. Yüzde 99’unu ise tedaviye yanıt verdi.

Ancak Dr. Güleç, kanser tedavisinden önce kişilerin kansere yakalanmamak için çaba sarf etmelerini istiyor. Hayvanlara büyüme hormonu verilince süt ve eti artıyor. Bunlar insana da geçiyor. Mümkün olduğunca beyaz et tercih edin. Kümes hayvanlarından köyde yetişenleri yemeye çalışın. Marketlerden aldığınız kümes hayvanlarının derisini asla yemeyin. Kırmızı et tüketecekseniz kuzu eti alın, genellikle kuzular zehirlenmemiştir. Herkesin bildiği ama kabul etmediği bir gerçek de ‘3 beyaz’ formülü Beyaz un, şeker ve tuzu hayatınızdan çıkartın.

Haftada 3 kez veya daha fazla fast-food yiyenlerde kanser riski artıyor. Araştırmalar, mangal konusunda da gerçeği gözler önüne seriyor: Mangal yapmayın.’ Ancak vazgeçemeyecek kadar seviyorsanız, mangal ateşinde fazla tutmayın. Çünkü en ufak yanık kanserojen riskini artırmaktadır. Mangal yerine fırın haşlama, buğulama hem sağlığınız için hem de daha huzurlu bir yaşamın kapılarını aralar. Araştırmalar, haftada 4 ya da daha fazla balık yemenin kan kanserlerine yakalanma riskini üçte bir oranında azalttığını gösteriyor. Somon, sardalye, tuna, uskumru, karides ve midye gibi yağlı balıkların da kadınlarda endometriyal kanseri gelişme riskini azaltıyor.
haber7

Bronzlaşayım derken kanser olmayın

Plaj mevsimi geliyor diye sevinç içinde olanlara tıbbi uyarı: Güneş ışığının altında çok kalmak deri kanserine neden oluyor.02 Nisan 2009 12:22


Dr. Özüntürk Güneş ışınlarının cildin erken yaşlanmasını sağladığını ve güneş ışığının altında aşırı derecede yanmanın kansere sebep olduğunu söyledi.

Radyo 7’nin sevilen programcılarından Eda Çelebi’nin hazırlayıp sunduğu Eda’yla Gün Ortası programının dünkü konuğu Dermatolog Dr. Erçin Özüntürk oldu.

> Kozmetik dermatoloji nedir?
>Kozmetik dermatoloji derinin bilinen klasik hastalıklarının dışında estetikle ilgili sorunların ele alındığı cildin daha genç kalmasını sağlayan, daha sağlıklı görünmesine vesile olan bütün uğraşıları içerisine alan bir bilim dalıdır.

>İçeriğinde ne gibi uygulamalar var?
>Deride cerrahi olmayan bütün teknik uygulamalar, haricen kremler sürmek, derinin katmanlarına bir takım enjeksiyonlarla tedaviler yapmak, ışık tedavileri ve masaj gibi işlemleri oluşturabilmek kozmetik dermatolojinin estetik amaçlı yaklaşımlarını oluşturmaktadır.

> Yani kozmetik dermatoloji kış mevsiminden o yorgunluğu atıpta baharla beraber yaza hazırlanmak isteyenlerin dikkatini daha mı fazla çeker?
> Aslında bütün bu uğraşların arkasında bir yaşlanmama isteği oluşmaktadır. Doğar doğmaz yaşlanmaya başlayan ilk organımız deridir. Ancak 20’li yaş düzeylerine ulaşınca deride yaşlılık belirtilerini yavaş yavaş görmeye başlarız. 30’lu yaşlara ulaştığımızda bu yaşlılık belirtileri farklıdır. 40’lara, 50’lere, 60’lara ulaştığımızda daha belirgin farklılıklar ortaya çıkar. İnsanın derisinin yaşlanmasını ilk ortaya koyan bölgeleri yüz, boyun, dekolte kısımları ve sırtlarıdır. Dolayısıyla insanoğlu daha sağlıklı olarak bu bölgelerin genç ve pürüzsüz gözükmesini arzu eder. Ama yaz mevsiminden kış mevsimine girdiğimizde gözle görülen ya da görülmeyen bölgelerimizde bir takım değişikliklerin olması da o değişikliklerden uzaklaşılmayı gerektiren kaçınılmaz bir istek olur. Bunlar hanımlarda selüloit diye tabir ettiğimiz oluşumlar ya da erkek veya kadında da olabilen yağ birikintileri ve erkeklerde daha fazla ve hanımlarda daha az olan saç dökülmeleri sorunları bizim uğraşı alanlarımızdandır.

> İnsanlar en çok hangi şikâyetlerle geliyorlar?
> Böyle bir istatistiksel veri yok ama erkekler çoğunlukla saç dökülmesi şikâyetleriyle geliyorlar. Saç dökülmesini durdurabilmek veya dökülmüş saçların yeniden çıkmasını istiyorlar. Bu arada kozmetik dermatoloji de yine sıklıkla erkeklerin başvurduğu istenmeyen bölgelerdeki tüylerin yok edilmesi oluyor. Örneğin elmacık kemikleri üzerindeki, burun ve kulak üzerindeki kıllardan kurtulabilmek yada bir nebze azaltabilmek erkeklerin çok başvurduğu istekler. Bunun yanında erkekler yağ birikintilerinden kurtulmakta isteyebiliyorlar. Yavaş yavaş erkekler yüzlerinin daha genç gözükmesi için botoks gibi işlemlerin yapılması istekleriyle bizlere gelmeye başladılar.

> Cildin erken yaşlanmasında güneşin çok fazla etkisi var mı? Ne gibi önlemler alınabilir?
> Tartışmasız güneş ışınları yaşlanmayı oluşturan fizik etkenlerinin başında yer almakta. Ama sadece güneş ışıkları değil. Genetik faktörler, beslenme alışkanlıkları, kötü alışkanlıklar dediğimiz sigara içmek, alkol almak ve en önemlisi güneş ışınları altında korumasızca kalmak. Malum atmosfer zedelenmekte ve ozon gündeme gelmekte dolayısıyla güneş hasarlanmaları son derece üst düzeyde olmakta. Bunlar güneşe bağlı hemen oluşabilecek değişiklikler olduğu gibi uzun sürede ortaya çıkabilecek değişiklikler de olabilmektedir. Örneğin deri kanserinin oluşması erken yaşlarda korumasızca güneş altında kalmakla tohumları atılan bir süreç içerisinde gelişen, belirli yaş düzeylerine ulaştığımızda aşikâr bir şekilde karşımıza çıkan, hayatı tehdit edebilecek değişikliklerdir. Önceleri güneş altında kalarak bronzlaşma çok rağbet edilen bir deri rengi değişikliğiyken biz deri hekimleri bronz tenin artık hoş olmayan bir görüntü oluşturduğunu, yaşlanmanın belirtisi olduğunu ve güneşin kaçınılmaz zararlı ortaya çıktığından dolayı güneş altında kalmayı pek tasvip etmeyiz ve korumanın gerekli olduğunu söyleriz.

> Halk arasında bronzlaşmanın sağlıklı olduğu bilinir. Güneşlenmenin bir ölçüsü var mıdır?
> Güneşlenmek gerçekten çok yararlı. Özellikle mutluluk hormonunun açığa çıkmasında güneşin çok olumlu etkileri var. Güneşli havayı gördüğümüz zaman gevşeriz. Biz güneşten tamamen uzak durun demiyoruz. Koruma önlemleri alarak güneşten yararlanmalıyız diyoruz. Bir de bildiğimiz bir şey var güneş kemiklerimizde D vitaminin vücudumuz sentetize ederek yararlı olur. Ama bilim adamları araştırmalarında bir avuç içini 5 dakika güneşe maruz bırakmakla D vitamininin sentetize edileceğini ifade etmektedirler. Onun için sere serpe saatlerce güneş altında kalmanın yararı yok. Özellikle yaz mevsiminde saat sabah 10 ile akşamüstü 4 arasında güneş altında kalmamak gerekiyor. Üç yaşından küçük çocukları direk güneş ışınlarına maruz bırakmamak çok önemlidir. Eğer bu kurallara riayet edersek ve bu saatlerin dışında kalan zamanlarda güneşten yararlanacağımız zaman güneş koruyucu kremlerimiz kullanırsak çok sağlıklı bir şekilde güneşten yararlanmış oluruz. Mutluluk hormonumuz salgılanır. D vitamini vücudumuzda yine sentetize edilir. Ama bir güneşin oluşturabileceği hasarlanmalarda ileri derecede yanmak kansere yol açabilir.

> Halk arasında en çok bilinen tür uçuktur. Uçuk nedir, neden oluşur?
> Uçuk bir virüsün yol açtığı hastalıktır. Her cinste olur. Vücudumuzun hemen her yerinde ortaya çıkabilir. Genellikle bu virüs vücudumuza girdikten sonra uzun bir süre vücudumuzda kalır. Bazen kış uykusuna yatar ve kendisini unutturur. Kış uykusundan uyandıktan sonra da bulunduğu yerde hastalık tablosunu ortaya çıkartır. Bu virüsün iki tipi vardır. Tiplerden bir tanesi çoğunlukla edep bölgesine yerleşerek kendisini belli eder. Ancak bu virüs ihmal edildiğinde özellikle hanımlarda rahim ağzı kanserine sebep olabilir. Dolayısıyla bunun belirlenmesi ve ona göre tedavi edilmesi gerekir. Çoğunlukla stres bu canlıları kış uykusundan uyandırır. Genellikle şehir ortamında telaşlandığımızda, bir şeye canımız sıkıldığında o olayı takip eden saatlerde virüs kendisini göstermeye başlar. Ateşli hastalıklarda bunların belirtilerini ortaya koyar. Bunun dışında güneş altında korumasız kalmakla da ortaya çıkabilir.

> Yazın havuzdan da uçuk olabiliyor mu? Yazın havuzdan mikrop kapmakta etken midir?
> Olabilir ama genellikle bu bizim geleneklerimizde var. Birbirimizle karşılaştığımız zaman kucaklaşıp öpüşürüz. Bu geleneklerimiz de hastalığın bulaşmasına öncülük edebilir. Eğer karşıdakinde varsa bizde bu virüsü alabiliriz. Virüs uzun süreli sessiz kalabilir. Ortam ne zaman müsait olursa kendini gösterir ve belirtilerini verir.

> Uçuğun illa dudak kenarlarında çıkması gerekmiyor, vücudun her yerinde çıkabilir değil mi?
> Çoğunlukla yüz bölgesinde görürüz dudak ve burun çevresinde ama vücudun deri ve derinin mukoza bölgelerinde (ağız içi bölgesi gibi) sıklıkla çıkabilir. Ama önemli olan kanser yapabilme riski bulunan o canlıları organizmadan uzaklaştırmaktır. Bunun içinde belirli bir süre tetkikler yapıldıktan sonra hastalarımızı tedavi altına alırız, başarıyla tedavi ettiğimiz sorunlu olan bu kimselerde de kış uykusundan uyanmamak üzere virüsleri yok ederiz.

> Bir de genel olarak halk arasında sivilce adıyla bildiğimiz akneler vardır ki aslında en büyük cilt problemlerinden biridir. Sivilceler neden meydana geliyor, tedavi şekli var mı, uzun süreli mi tedavi gerektiriyor?
> Akne Latince sivilce anlamında kullandığımız bir tabirdir. Genellikle ergenlik sivilcesi olarak görülen oluşumlar ergenlik yaşının başlamasıyla birlikte belirli bir devre şiddetli bir şekilde devam ederek ergenlik yaşının bitmesiyle ortadan kalkarlar. Çoğunlukla halk arasında ben ergenlik devrini geçirdim, evlendim, çoluk çocuk sahibi oldum ama hala sivilcelerim çıkıyor diye yakınmalar vardır. Bunlar olabilir. Ama çoğunlukla 12–13 yaş grubundan itibaren ortaya çıkan yağ bezlerinin hastalığıdır. Yağ bezleri vücudumuzda en çok yüzümüzde bulunur. Yaklaşık 3000 tane yağ bezi yüzümüzü kaplar. Bunların 200 tanesinin hastalanması ciddi anlamda sivilce sorununun ortaya çıkmasına sebep olur. Genellikle gençler o yaşlarda haklı olarak böyle sorunları olsun istemezler. Ben şunu hatırlatmak istiyorum: insanlar dudakların birleştiği yerden kulak memesine doğru bir çizgi çekildiğini varsaysın. Bu çizginin üzerinde kalan sivilceleri sıkmayı hiç önermeyiz. Çünkü bu bölgedeki sivilcelerde yüzün o bölgedeki damarlarının beyinle ilişkileri olduğu için iltihabı çok kolay bir şekilde merkezi sinir sistemi dediğimiz beynin olduğu yere iletirler. Ciddi sorunlara yol açarlar. Onun için bunu hiç unutmayalım. İkincisi biz sivilceleri bildiğimiz yöntemlerle sıktığımız zaman iki parmağımızla yandan bastırarak iltihabı boşaltmaya çalışırız. Bu bastırma esnasında yağ bezelerinin yapısını bozarız ve bu bozulmadan dolayı ilerde sivilce geçse bile ya çukur ya da tümsekçik şeklinde bir iz bırakır. Çoğunlukla sivilcelerden arta kalan izler bu tür uygulamaların sonucunda ortaya çıkan belirtilerdir. Tabi leke olarak tabir ettiğimiz derin izler estetik kusur bırakan, canımızı sıkan sonra ortadan kaldırabilmek için binlerce lira para harcadığımız oluşumlar olarak bizi rahatsız eder.

> Yazın sıcaklarda yüzde ve ellerde kızarıklıklar oluyor. Bunun nedeni ne olabilir?
> Güneşin verdiği ultraviyole ışıklar (özellikle ultraviyole A ve ultraviyole B ışıkları) bizim için hem yararlı hem de korunmasını bilmezsek zararlı ışıklardır. Ultraviyole B ışıklarının etkisi hemen ortaya çıkar. Bunlar deride kan damarlarını açarak kanın fazla dolaşmasını sağlarken bu hızlı dolaşım belirli bir zaman sonra kaybolabilen ama güneşin altında ısrarcı bir şekilde kalmaya devam edersek sebat eden kızarıklığı oluşturur. Biz buna dermatoloji dilinde eriten adını veriyoruz ve minimal eriten dozu dediğimiz bir değerlendirme de güneşte ne kadar korunmasız kalabileceğimizin ölçüsü olarak karşımıza çıkar. Kullanılan güneş kremlerinin üzerinde 30–50 vb. gibi bazı rakamlar görürüz. Bunlar güneşten koruma derecesini gösteren rakamlardır. Sağlıklı bir insan öğlen saatlerinde deniz kenarında herhangi bir koruma almadan güneş altında kaldığı zaman kızarıklık tarzında bir belirtinin ortaya çıkması için geçen zamana biz minimal eriten dozu deriz. Genellikle buna 2-3 dk. arasında değişir. Uzun süreli korunmasız bir şekilde güneşin altında kalırsak güneş yanıkları oluşur ve hayatı tehdit eder. Hatta ölüm dahi ortaya çıkabilir.

> Güneşlenmelerde özellikle sırt bölgelerinde su toplar.
> Onlar genelde ikinci derecede güneş yanığıdır. Ondan sonra o su toplamalar kaybolarak yerlerini lekelere bırakır. Çoğunlukla bu şekilde güneş korumasız yanan kimselerde bunların belirtilerini görürüz. Gençlik yıllarında oluşupta ileriki yaşlarda kahverengi lekelerle tarzında karşımıza çıkar. Bunlarda ilerde kanserin başlangıç zeminin oluşturabilir. Dolayısıyla çok iyi korunulması gerekiyor.

> Peki olan lekeleri yok etmek mümkün mü?
> Mümkündür. Günümüzde gelişen teknolojiler bize bu imkânı sağlamıştır. Bunlar için değişik şekillerde tedavi yaklaşımı vardır. Ben lazer ışıkları kullanarak o tür lekeleri tedavi etmeye çalışıyorum. Başarılı bir şekilde de tedavi edebiliyoruz. Burada ışık kaynağı hedef dokusu olan lekeye yöneliyor. Lekeye gönderdiğimiz ışık kaynağı lekeyi yapan boya maddesini parçalıyor. Parçalanana boya maddesi dolaşıma katılıyor. Karaciğer yoluyla veya idrar yoluyla vücut temizleniyor.

> Bu anlamda kansere yol açacak lekelerden de kurtulmuş oluyor muyuz?
> Genellikle leke dediğimiz zaman aklımıza çoğunlukla derinin renginden koyu oluşumlar gelir. Bunlarda ya güneş ışıklarından ya da kullandığımız kimyasal maddelerin deriyi güneş ışıklarına karşı hassaslaştırması sonucu veya genetik geçiş gösteren, bir sivilceyi sıktıktan sonra oluşan tahribat gibi nedenlerde karşımıza çıkar. Dolayısıyla bütün bunların tedavi imkânları şimdi var.

> Ciltte görülen hastalıkların çoğu karaciğer bozukluğuna bağlı olur diye halk arasında bir inanış vardır. Bu düşünceden yola çıkarakta insanlar doktorlardan duyduklarından çok bu tür inanışlarla hareket ederler. Bu ne kadar doğrudur ya da doğru bildiğimiz bir yanlış mıdır?
> Evet bu doğru bildiğimiz yanlışlardan bir tanesidir. Karaciğerimiz çok sabırlı ve dayanıklı bir organdır. Ama biz onu bozabilmek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Mesela aspirin hepimizin bildiği çok yararlı bir ilaç ama yapılan araştırmalarda bir aspirin tableti aldığımız zaman aspirinin karaciğeri 6 ay boyunca meşgul ettiğiyle karşı karşıyayız. Aspirini vücuttan atabilmek, zararlı etkilerini ortadan kaldırabilmek için karaciğer geceli gündüzlü 6 ay boyunca çalışıyor. Tabi ki biz aspirini doktor reçetesi olmadan bakkaldan bile alabiliyoruz. İlaç kullanımı çok önemli. Herhangi bir şeyi gerekli olmadıkça bir hekimin önerisi dışı almamak gerekiyor. Deri hastalıkları 300 bin kadar değişik ismin içersinde yer aldığı çok geniş hastalıklar grubudur. Deri çok geniş bir bilim dalı. Dolayısıyla organlara ait deri belirtileri karşımıza çıkar. Bir deri hekimi deriyle ilgili bu konuda en sağlıklı yaklaşımda bulunan en çok bilgiye sahip olan bir hekimdir. Deride kendini gösteren bazı belirtiler vardır ki o belirtileri görmekle kişinin hiç bilgi sahibi olmasak bile şeker hastası olduğunu biliriz. Ya da bir karaciğer hastası, bir safra kesesi rahatsızlığı veya nörolojik bir takım belirtilerinin olduğunu bilerek yorum yaparız. Hatta o hastaların hiç haberleri olmadığı halde bu konuda bilgilendirerek ilgili branş hekimlerine yönlendiririz. Deri böyle bir bilim dalıdır.

(Haber 7)

Tehlikeli benler için 5 kriter! Alman uzmanlar, benlerin cilt kanseri işaretini taşıyıp taşımadığını anlamak için gözönünde tutulması gereken kriterleri açıkladı

24 Nisan 2009 Alman uzmanlar, benlerin tehlikeli olup olmadığını anlamak için yapılacak incelemede gözönünde tutulması gereken beş kriteri açıkladı.

Marburg merkezli sağlık ve tüketici organizasyonuna göre, kişi, kendi benini inceleyip, bir sonuca varabilir. Ancak bunun için "ABCDE" kuralını uygulamalı. Cilt kanserinin işaretlerini taşıyan tehlikeli benlerin belirleyici kriterleri şunlar:

A: Şekli asimetrikse,
B: Sınırları değiştiyse
C: Rengi değiştiyse,
D: Çapı 5 mm.’den fazlaysa,
E: Normalden daha şişkinse.

netgazete

Kanser olduğunu fotoğrafından anladıDiğer YAŞAM
Çektiği fotoğraflarda bebeğinin gözünde bir parlaklık çıkıyordu. Şüphelendi doktora götürdü ve acı gerçek ortaya çıktı.

08 Mayıs 2009 00:39

İngiltere'de 32 yaşındaki Elizabeth Hale adlı kadın yeni aldığı cep telefonu kamerasıyla sekiz aylık bebeği Thomas'ın fotoğraflarını çekmeye başladı.

İlk karede, bebeğin gözlerindeki flaş yansımasında tuhaflık olduğunu gören anne, cep telefonunun kamerasında bir tuhaflık olduğunu düşündü.

Bunun üzerine tekrar tekrar fotoğraflar çeken anne, fotoğrafların hepsinde çocuğun gözünün kedi gözü gibi göründüğünü ve aynı tuhaf parlamanın olduğunu gördü.

Elizabeth'in hemşire olan kardeşi Thomas'ın bir doktora gösterilmesi gerektiğini söyledi.

Bunun üzerine uzman bir doktora gösterilen Thomas'ta beş yaş altındaki çocuklarda görülen bir kanser türü olan göz kanseri (retinoblastom) olduğu tespit edildi.

Thomas'ın biri sol diğer üçü sağ gözünde olmak üzere dört tümörünün olduğu ortaya çıktı.

Altı aylık kemoterapiye başlayan küçük Thomas'ın her üç haftada bir girdiği lazer tedavisine iyi yanıt verdiği belirtiliyor.

Çocuklarda görülen retinoblastomun belirtileri arasında flaşla çekilmiş fotoğraflarda kedi gözü yansıması ya da siyah göz görüntüsünün oluşması yer alıyor.

Bu kanser türünün erken teşhisi durumunda vakaların yüzde 95'inin iyileştiğini öğrenen Elizabeth Hale, ailelere de dikkatli olmaları çağrısında bulunuyor. (Gazeteport)

Acı kırmızı biber, kanserli hücreleri öldürüyor

10 Mayıs 2009 Acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloit madde "kapsaisin"in, kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu bildirildi.
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Klinik Şefi Prof. Dr. Necat Yılmaz, genetik ve çevresel faktörlerin kalın bağırsak kanseri gelişimine olan etkisinin iyi bilindiğini belirtti.
Kanser cerrahisi, radyoterapi ve kemoterapi alanlarındaki gelişmelere rağmen tedavi oranlarında çok düzelme olmadığını, ancak yine de kansere karşı en iyi yolun tedavi olmayı sürdürmek olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, "Geçen yıllarda yaptığımız ve batılı bir çok araştırmacının yayınladıkları benzer çalışmalarımızı kamu oyu ile paylaştım. Bir kez daha halkımızın hatırlamasında yarar olduğunu düşündüğüm bir konu acı biberdeki kapsaisin maddesidir" dedi.
Son olarak Güney Koreli araştırmacıların Nisan 2009'da 'Cellular& Molecular Biology Letters' isimli dergide ve Anticancer Research dergisinin ocak sayısında yayımlanan çalışmada, karaciğer kanser hücresi üzerine kapsaisin etkisinin incelendiğini vurgulayan Prof. Dr.Yılmaz, "Kapsaisin (trans-8-metil-N-vanillyl-6-nonenamide), biberin temel acı maddesi olup, birçok hücre tipinde, bir anti-tümör etkisi sergilemiştir. Ancak, kapsaisinin anti tümör etkisi tam açıklanmamıştır" dedi.
Bu çalışmalarda, belirli bir kapsaisin dozunun kalın bağırsak ve karaciğer kanserini oluşturan hücrelerde apoptozis (hücre ölümü) yaptığın ı gösterdiklerini ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kapsaisin, bu faydalı etkisini, hücrede reaktif oksijen türlerini artırarak hücrenin mitokondrisini bozmaktadır. Kapsaisin aynı zamanda 'Kazpaz 3' isimli kanser hücresinin ölümüne yol açan bir enzimi de uyarmakta ve kanser hücresinin ölümüne yol açmaktadır. Kısaca, acı biberi sık tüketelim, doğal beslenmeye özen gösterelim. Aksi takdirde hem sağlığımızı kaybederiz hemde ülkemizin kıt kaynakları ilaçlara ve tedavilere harcanır, bize her gün yeni bir hastalığa, yeni bir virüs(Domuz gribi gibi) üretimine yol açan gıdaları empoze ederler. Daha sonra kanserin ilacı diye, bize biberimizi milyarlarca dolara tekrar satarlar.
Her ne kadar tam mekanizması anlaşılamamış olsa da kalın bağırsak kanser tedavisinde kapsaisin çok faydalı bir ajan olabilir."
Prof. Dr. Necat Yılmaz, acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloit madde "kapsaisin"in, kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğunu daha önce tespit ettiklerini ifade etti. Prof. Dr. Yılmaz, "Örneğin ağrı kesici ve iltihap çözücü etkisini P- maddesi, kanser ö nleyici etkisini ise içindeki kırmızı karotenoid maddesi sağlıyor. Ayrıca kırmızı biber, kolesterol düşürücü, mide asidini düzenleyici ve mikrop öldürücü etkilere sahip. Sanıldığının aksine kırmızı biber zayıflatıcı etki de gö steriyor" diye konuştu.
Kırmızı biberin insan sağlığı üzerindeki faydalı etkilerini gösteren birçok temel çalışmanın mevcut olmasına rağmen Türkiye'deki araştırmacıların bu konu ile yeterince ilgilenmediğini savunan Prof. Dr. Yılmaz, şöyle konuştu:
"Ne yazık ki ülkemizin araştırmacıları, kırmızı biberle ilgili konuya yeterli derecede ilgi göstermemiş ve bu konuda sınırlı sayıda çalışma yapılmış. Uzakdoğu ve batılı araştırmacılar bu konuda daha fazla araştırmaya yer vermişler. Halbuki biber üretimi ve tüketiminde ülkemiz eşsiz. Bu çalışma ile amacımız ülkemiz araştırmacılarının, halkımızın ve kamuoyunun dikkatini bilimsel veriler ışığında kırmızı biber üzerine çekmektir."
Halk arasında isot (ısı otu), bilim çevrelerinde ise "capsicum anitum" adıyla bilinen kırmızı acı biber, sevilerek tüketilen ve kültürü yapılan bir bitki.
Ana vatanının Meksika olduğu sanılan ve Azteklerin yazılı belgelerinde söz ettikleri kırmızı acı biber, Avrupa'ya 15. yüzyılın sonlarında geldi, 16. yüzyılda kıta ülkelerine ve Osmanlı topraklarına yayıldı.
Kırmızı biberi en çok tüketen ülkelerden olan Hindistan'a ise bu bitki 17. yüzyılda Portekizliler tarafından ulaştırıldı. Hint ve Meksika mutfağında çok sık kullanılan kırmızı acı biber, Türkiye'de en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yetiştirilmekte ve tüketilmekte.
L.T. Tresh adlı bilim adamı, 1846 yılında bibere acılığı veren maddenin kristal yapısında olduğunu tespit ederek, adını "capsaicin- kapsaisin" koymuştu.
netgazete

ABD'de 10 yaşındaki kız çocuğu meme kanseri oldu
01:30 - ABD'de 10 yaşındaki bir kız çocuğuna meme kanseri teşhisi koyuldu. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberinde, ülkedeki en genç meme kanseri hastası olduğu sanılan Californialı Hannah Powell-Auslam'ın sol memesine mastektomi yapıldığı, ancak kanserin, lenf bezine sıçraması nedeniyle bir ameliyat daha geçireceği belirtildi. Sol memesinde kaşıntı şikayeti olan Hannah'ya meme kanseri teşhisinin geçen ay koyulduğu, annesinin memede bir yumru fark ederek kızını doktora götürdüğü, alınan örneğe yapılan testlerin, kızın, yetişkinlerde görülen bir meme kanseri türüne yakalandığını gösterdiği kaydedildi. 21.05.2009 LONDRA netgazete

Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü (AICR), sağlıklı bir başlangıç yapmanız için, vücudu kanser, kalp krizi, Alzheimer ve diyabet gibi ciddi rahatsızlıklara karşı koruyan besinlerin listesini açıkladı.

Badem: Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

Kahve: Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.

Tarçın: Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.

Patates: Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17. sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdikten sonra yemeyi tercih edin.

Sebze çorbası: Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellikle sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.

Zeytinyağı: Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanı sıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor, 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.

Çay: Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.
haber10

Geçmeyen dudak yaraları, ağız kanseri habercisi
23:05 - Prof. Dr. Cansu Alpaslan ağız kanserlerinin toplumda çok iyi bilinmediğini, bu nedenle farkındalığın artırılması, gerektiğini ifade etti Alpaslan, ağız kanserinin dil, dudak, ağız tabanı, yanaklarda, diş etinde ve boğazda görülebildiğini vurgulayarak, "Bu bölgelerde 14 gün boyunca iyileşmeyen yaralar en önemli göstergesidir" dedi veşunları kaydetti: " Bu bölgelerde kızarıklık, şişlik olabilir, ağızda beyaz plaklar ya da kırmızı lekeler şeklinde lezyonlar görülebilir. Bunlar, zaman içinde kansere dönüşme eğilimindedir. Ağız içinde kanama, kötü koku, dişlerde sallanma, yutma zorluğu, ağrı gibi belirtiler mutlaka önemsenmelidir. " 07.07.2009 ANKARA netgazete

Liseli genç kız, ilik naklinden sonra öldü
18:00 - Samsun'un Bafra Endüstri Meslek Lisesi öğretmeni Gökay Caymaz'ın kızı Miraç Caymaz, yakalandığı lenf kanserine yeni düşerek hayatını kaybetti. Lisenin başarılı öğrencisi Miraç Caymaz (Küçük fotoğrafta-18), 2. sınıfta okurken yakalandığı hastalık sonucu okuldan ayrılarak Ankara İbni Sina Hastanesi'nde tedavi görmeye başlamıştı. Geçen hafta yapılan ilik nakli sonrası büyük sevinç yaşayan ailesi ve arkadaşlarının sevinci kısa sürdü. Ankara'dan gelen Miraç Caymaz'ın ölüm haberi, ailesini ve arkadaşlarını büyük bir üzüntüye boğdu. 26.07.2009 SAMSUN netgazete

Kanser hastalarına yeni umut Türk profesörden
21:00 - Bilkent Üniversitesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Umut Akkaya, kanser tedavisinde nanoteknoloji tabanlı, ileride de ilaç olarak geliştirilebilecek bir molekül tasarlayıp sentezledi. Bu yeni teknoloji ile insan vücudunda kanser parametrelerini sürekli izleyen ve ardından da tümörlerin yok olması için aktive olabilen bir sistemin moleküler prototipini üretmeyi başaran Akkaya, çalışmalarına hayvan deneyleri ile devam edecek. 28.07.2009 ANKARA netgazete

Temizlik malzemeleri lösemiyi tetikliyor

Amerikalı bilim adamları, evlerde temizlik amaçlı kullanılan kimyasal ürünler ile oda spreylerinin çocuklarda lösemi görülmesinin nedenlerinden biri olabileceğini bildirdi.

30 Temmuz 2009 14:09
İtalyan La Stampa gazetesinin haberine göre, Georgetown Üniversitesindeki Lombardi Kapsamlı Kanser Merkezinde görev yapan bir grup bilim adamı, daha çok 3 ila 7 yaşlarındaki çocuklarda görülen akut lenfoblastik lösemi (ALL) ile evlerde temizlik için kullanılan kimyasal ürünlerin arasında bağlantı olabileceğini ortaya koydu.

Bilim adamları, araştırmada, ALL hastası 41 çocuk ve anneleri ile 41 sağlıklı çocuk ve annelerinin idrar örneklerini inceledi. Araştırmanın sonucunda hasta çocuklarda ve annelerinde, evde kullanılan birçok kimyasal üründe mevcut olan toksin maddelerin yüksek seviyede bulunduğu tespit edildi.

"Therapeutic Drug Monitoring" dergisinde yayımlanan araştırmada, bazı sağlıklı deneklerin tahlillerinde de rastlanılan bu maddelerin, ALL hastalarında ise daha yüksek miktarda bulunduğu vurgulandı.

Araştırma ekibinin başındaki Doktor Offie Soldin, hastalık ile "ev zehirleri" arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koyan verilere rağmen bunun sadece bir varsayım olduğunun altını çizdi. Soldin, bu ikisi arasında nasıl ve neden bir ilişki bulunduğunu ve özellikle de toksin maddeler içeren ürünlerin evlerdeki yüzde 85'lik yüksek kullanım oranına rağmen neden tüm bu çocuklarda hastalığın görülmediğinin açığa kavuşturulması gerektiğini söyledi.

haber7

TÜBİTAK, fare sütünde anti-kanser protein üretti
22:35 - "Türk malı buzul ayısı" adı verilen dünyanın donmaya dirençli fare geliştirerek adlarını duyuran TÜBİTAK araştırmacıları, transgenik farelerin sütlerinde hücrelerin kontrolsüz bölünmesini önleyen ve özellikle kanser tedavisinde kullanılan insana ait "interferon gamma" isimli bir protein üretti. "Dünyada ikinci, Türkiye'de ise ilk kez" başarıya ulaşılan çalışmayla kanserin yanı sıra hepatit, viral enfeksiyonlar gibi çok sayıdaki hastalığın tedavisinde kullanılan bu protein mevcut yöntemlere göre daha sağlıklı bol ve ucuza üretilebilecek.
netgazete

Cilt kanseri tümörünü bitkisel ilaç azalttı
01:10 - Bitkisel bir maddenin genlerinde yapılan değişikliklerle elde edilen ilaç, cilt kanseri tümörlerini azalttı. Amerikan biyoteknoloji şirketi Genentech'in geliştirdiği ve ağızdan alınan "GDC-0449" ilacı, kanser hücrelerinin artmasında önemli rol oynayan "hedgehog" (kirpi) adı verilen proteini durdurdu. "New England Journal of Medicine" dergisinin internet sitesinde yayımlanan araştırmada, bilim adamlarının "veratrum californicum" bitkisinden elde edilen siklopamin maddesinin genlerinde değişiklik yaparak ilacı geliştirdiği belirtildi. 04.09.2009 WASHİNGTON
netgazete

Menopoz sonrası kanama rahim kanseri habercisi
04:10 - Doç. Dr. Petek Balkanlı Kaplanrahim kanserinin, üreme organları kanserleri arasında en sık görüleni olduğunu söyledi. Rahim kanserinin erken evrede pek fazla bulgu vermediğini bildiren Kaplan, "Anormal vajinal kanama ve lekelenme, rahim kanserinin en önemli bulgularıdır. Kanamaların büyük bir kısmı menopoz sonrası kanamalardır. Hastalık ilerledikçe ağrı ortaya çıkabilir. Özellikle menopoz sonrası dönemde bütün kanamalar mutlaka araştırılmalıdır" dedi. 12.09.2009 EDİRNE
netgazete

Kanlı idrar ve yanda ağrı böbrek kanseri habercisi

02:15 - Doç. Dr. Sinan Sözen, böbrek kanserinin sinsi bir hastalık olduğunu belirterek, "Böbrek kanserlerinin yüzde 50'den fazlası rastlantısal olarak saptanıyor" dedi. Sözen, bu durumun, erken tanı ve tedavi olasılığını olumsuz etkilediğini belirterek, şunları kaydetti: "Böbrekler, karnın arka duvarında yerleşik olmalarından dolayı genellikle erken evrede belirti vermemektedir. Yan tarafta ağrı, kanlı idrar yapma ve ele kitle gelmesi gibi şikayetler görülebilir. Genellikle ileri evrede kilo kaybı, ateş, gece terlemeleri görülmektedir." Hastalığın tedavisinde erken tanının çok önemli olduğunu belirten Sözen, bu gibi belirtilerle karşılaşan kişilerin mutlaka en kısa süre içinde uzman hekime başvurması gerektiği uyarısında bulundu. 19.09.2009 ANKARA netgazete

27 Ekim 2009
İşte Kanserin 15 Belirtisi
Kanserin önceden görülen semptomlarını görmezden gelen birçok kişinin geç kaldığı için kanser tedavisinde başarılı olunamadığı bildirildi.

Yapılan araştırmalar, özellikle kadınların erkeklere oranla kanser belirtilerini dikkate almadıklarını, yıllık kontrollerini yaptırmadıklarını ve bu nedenle de erken tanıda geç kaldıklarını ortaya çıkardı.

Webmd.com'da yer alan habere göre, kanserin önceden görülen semptomlarını görmezden gelen birçok kişinin, erken tanıda geç kaldığı için çeşitli kanser türlerinin tedavisine geç başlandığı belirtiliyor. Bazı belirtilerin ciddiye alınarak kanseri erken dönemde yakalama şansı olduğunu söyleyen araştırmacılar, dikkat edilmesi gereken belirtileri ise şöyle sıralıyor:

1. Nedensiz kilo kaybı: kadınlar, çaba harcamadan kilo verdiklerinden çok sevinirler. Ancak uzmanlar, istenmediği halde kontrol dışı kilo vermenin kanserin önemli belirtilerinden biri olduğunu söylüyorlar. Özellikle bir ay içinde 5 kilo ve fazlasını verirseniz, birşeylerden şüphelenmek gerekiyor. Böyle bir durumda doktora başvurmalı ve gerekli testleri yaptırmanız gerekiyor.

2. Şişkinlik: Özellikle kadınlarda görülen şişkinlik, yumurtalık kanserinin belirtilerinden biridir. Yumurtalık kanserinin diğer belirtileri ise karın ağrısı ya da pelvis ağrısı, çok fazla yemek yenmediği halde doygunluk hissi ve üriner sistem problemleridir.

Sürekli olarak idrara çıkma da bu belirtiler arasındadır. Eğer şişkinlik problemi her gün görülürse ve birkaç haftadan fazla sürerse mutlaka bir uzmana görünmek gerekiyor.

3. Göğüslerde değişiklikler: Kadınlarda regl döneminde göğüslerde yaşanan değişiklikler dışında eğer göğüste kızarıklık, deride kalınlaşma, pütürleşme görülüyorsa ya da göğüs ucunda şekil değişiklikleri olduysa mutlaka bu işaretleri ciddiye almak gerekiyor. Bunun dışında kadınların her ay kendi kendine göğüs kontrolü yapması gerekiyor. Bu kontrol sırasında göğüste görülen ve ele gelen şişkinlikler varsa vakit kaybetmeden doktora gidilmeli.

4. Kanama: Özellikle düzenli adet gören kadınlarda meydana gelen ara kanamalar ciddiye alınmalı, çünkü bunlar kanser belirtisi olabilir. Ayrıca menopoz döneminde görülen kanamalar da şüphelenilmesi gereken durumlardandır. Yine bu belirtiler de jinekolojik kanserlerin habercisi olabilir.

5. Cilt değişimleri: Herkes cilt kanseri için benler ya da güneş lekelerinden şüphelenmesi gerektiğini bilir. Fakat ciltteki değişimler sadece bunlarla sınırlı değildir. Cildiniz de yersiz kanamalar, cildin hassasiyet kazanması gibi değişiklikler de kanser için önemli belirtilerdir.

6. Yutma zorluğu: Eğer yeme alışkanlıklarınız değişmediği halde yutkunma zorluğu yaşıyorsanız ve sürekli olarak çorba gibi sıvı gıdalar tüketmeye başladıysanız şüphelenmelisiniz. Çünkü, bu belirti çoğunlukla yemek borusu kanserinin habercisi olabiliyor.

7. Dışkıda kan: Dışkıda kan kolon kanserinin belirtileri arasındadır.

Çoğunlukla hemoroid olarak şüphelenilen ve görmezden gelinen bu belirtiyi hafife almamalısınız. Böyle bir durumdan şüphelendiğiniz zaman doktora başvurmalısınız. Teşhis için kolonoskopi yaptırmanız gerekebilir.
8. Şiddetli karın ağrısı ve depresyon: Karın ağrısıyla birlikte depresyona giren kadınların mutlaka check up yaptırması gerektiğini söyleyen araştırmacılar, depresyon ve pankreas kanseri arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorlar.

9. Hazımsızlık: genelde hamile kadınlar kilo almaya başladıkları andan itibaren hazımsızlıktan şikayet ederler. Ancak, ortada hamilelik gibi bir durum yoksa hazımsızlık mide, yemek borusu ya da gırtlak kanserinin belirtisi olabiliyor.

10. Ağızda değişiklikler: Özellikle sigara içenlerin dikkat etmesi gereken ağızdaki beyaz yaralar ya da dildeki beyaz lekeler ağız kanserinin erken belirtileri arasındadır. Böyle bir durumda diş hekiminize ya da uzman bir doktora danışmanız gerekiyor.

11. Ağrı: Sürekli olan ve uzun süre devam eden ağrılar şüphelenmeniz gereken durumlar arasında yer alıyor. Bir yeriniz sürekli aynı şekilde ağrıyorsa ve geçmiyorsa ihmal etmeden bir doktora gitmelisiniz.

12. Lenf bezlerinde değişiklik: Kol altınızda ya da boğazınızda yutkunurken lenf bezlerinde zorlanma ya da bir şişlik hissederseniz hastalıktan şüphelenmeniz gerekebilir. Eğer şişlikler bir ay içinde giderek büyüyorsa risk olduğu anlamına geliyor. Bu durumda biyopsi yaptırmanız gerekebilir.

13. Ateş: Grip ya da bir enfeksiyonda kaynaklanmayan bir nedenden dolayı ateşleniyorsanız, kanserden şüphelenmelisiniz. Ateş çoğunlukla kan ve lenf kanserinin erken dönemde görülen belirtisidir.

14. Yorgunluk: Diğer birçok hastalığın belirtisi olan yorgunluk, kanserin de belirtileri arasında yer alıyor. Genel olarak kanserin ileri aşamalarında görülebildiği gibi erken dönemde şikayetler arasında yer alabilir. Yorgunluk özellikle mide, kolon ve kan kanseri belirtilerindendir.

15. Öksürük : Öksürük çoğunlukla grip, nezlenin belirtisi olarak kabul edilir. Fakat öksürüğünüz üç ya da dört haftadan fazla sürüyorsa, şüphelenmeniz gerekiyor. Böyle bir durumda özellikle de bir sigara tiryakisiyseniz doktorunuzdan boğazınızı kontrol etmesini, akciğerlerinize bakmasını istemelisiniz.
aktifhaber

28 Ekim 2009 14:59
Kanserli Hücreleri Öldürüyür
Bu baharatın içinde bulunan bir maddenin kanser hücrelerini öldürebildiği belirtildi.
Köri baharatında bulunan bir maddenin, kanser hücrelerini öldürebildiği belirtildi.

Cork Kanser Araştırma Merkezi bilimcileri, köri yapımında kullanılan zerdaçalın etken maddesi "kurkumin"in laboratuvar ortamında yemek borusu kanseri hücrelerini öldürdüğünü saptadı.

Dr. Sharon McKenna ve ekibi, kurkuminin kanser hücrelerini 24 saatte öldürmeye başladığını gördü.

Uzun zamandır kurkumin maddesinin iyileştirici etkisi bulunduğu düşünülüyordu.

Kanser uzmanları, British Journal of Cancer dergisinde yayımlanan araştırmanın, doktorların yeni tedaviler bulmalarına yardımcı olacağını belirtti.

Birleşik Krallık Kanser Araştırma kurumundan Dr. Lesley Walker, bu araştırmanın, zerdaçalda (hint safranı) bulunan doğal kimyasalların özafagus (yemek borusu) kanserinde yeni tedaviler için kullanılması olanağı sağlayacağını söyledi.

Walker, özafagus kanseri oranının 1970'lerden bu yana yarı yarıya arttığını, bunun obezite, alkol tüketimi ve reflü hastalığındaki artıştan kaynaklanıyor

29 Ekim 2009 17:41
Erkeklere Kötü Haber
İş hayatlarının büyük bir kısmını ofiste oturarak geçiren erkeklere kötü haber..

İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nde yürütülen araştırmalar, iş hayatlarının büyük bir kısmını ofiste oturarak geçiren erkeklerde prostat kanseri riskinin yüzde 30 oranında arttığını ortaya koydu.

Bilim adamları, yaşları 45 ile 79 arasında değişen 45 bin gönüllü üzerinde incelemeler yaptı. Buna göre yüksek oranda hareketli işler sahip olan kişilerde prostat kanserine yakalanma riski yüzde 28 azalıyor.

İş gününün yarısını oturarak geçiren kişilerde ise hastalık riski yüzde 20'lerde olarak hesaplandı. Uzmanlar, günde bir saat egzersiz yapan erkeklerde riskin yüzde 14 azaldığını söylüyor. Egzersizin vücudun hormon dengesini koruyarak prostat kanserini uzakta tuttuğu tahmin ediliyor.
Etiketler: Kanlı idrar yanda ağrı böbrek kanser kilo kaybı, ateş, gece terlemeleri Menopoz sonrası kanama rahim
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ksm 04, 2009 1:50 am    Mesaj konusu: Elma; kanserli hücreyi öldürüyor Alıntıyla Cevap Gönder

Bu Yazıyı Okumadan Kızınıza Rahim Ağzı Kanseri Aşısı Yaptırmayın
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta

(Açık İstihbarat : Mesleğine saygısı olmayan "gazeteciler" ile mesleğine saygısı olmayan doktorların işbirliği ile hastalık hastası yapılan insanlık küresel ilaç firmalarının kucağına doğru sürülüyor. Domuz gribi fiyaskosu ve o kadar yaygaranın koparıldığı dönemde, üstüne vazife olmayan her konuda fikir beyan eden Türk Tabiplerinin meslekleri ile ilgili konudai suskunluğunu hatırlayarak okuyunuz)
------------

Hürriyet gazetesinde Ayşe Arman’ ın Prof. Dr. Teksen Çamlıbel ile yaptığı ‘AIDS kadar korkutucu yeni bir hastalık yaygınlaşıyor: HPV ’ başlıklı bir röportaj var.
Ayşe Hanım ‘Sinsi sinsi yayılan bir virüs bu’ diyor ama bu asıl ‘Sinsi sinsi yapılan bir HPV aşısı reklamı.’

Önce http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15070384.asp?yazarid=12&gid=61 adresinden röportajı, arkasından da benim cevap yazımı okuyun.

Bir gazetecinin görevi bir takım kişi veya kurumların reklam yapmalarına aracı olmak değil halkı doğru bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Bunun için de karşıt görüşleri mutlaka yayınlaması gerekir.

BU YAZIYI OKUMADAN KIZINIZA RAHİM AĞZI KANSERİ AŞISI YAPTIRMAYIN

İlaç endüstrisinin başta gelen pazarlama taktiklerinden biri de piyasaya yeni verilen ilaç veya aşı gibi ürünlerini eşi benzeri olmayan ‘mucize tedavi yöntemi’ olarak sunmalarıdır. Bu yeni ürünün olumlu yönleri olabildiğince abartılırken yan etkileri ise görmezden gelinir, yok sayılmaya çalışılır.

Bu amaçla endüstrinin başvurduğu en önemli pazarlama numaralarından biri medyatik bir doktor ve medyatik bir gazetecinin kullanılmasıdır.

Bunun son zamanlardaki en iyi örneklerinden biri de iki sene önce piyasaya sürülen ve bir seneden beri ülkemizde de kullanılmaya başlanan halk arasında ‘rahim ağzı kanseri aşısı’ olarak bilinen ‘HPV aşısı’.

Bu aşı da benzerleri gibi, hiçbir yan etkisi veya olumsuzluğu olmayan ve rahim ağzı kanserini tamamen ortadan kaldıran ‘mucize bir aşı’ olarak topluma sunuluyor ve her genç kızın (hatta erkek çocukların da) mutlaka bu aşıdan olmaları için büyük kampanyalar düzenleniyor.

Elbette kanser gibi çok önemli bir hastalığı önleyen bir aşıya kimsenin itirazı olamaz… olmamalı da, ama gerçekte durum öyle mi değil mi, gelin bakalım.

HPV nedir?

HPV Latince Human Papilloma Virus kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir akronim. Human insan, papilloma ise siğil demek. Türkçesi insan papilloma virüsü’ dür.

HPV virüslerinin farklı türleri insan vücudunun çeşitli yerlerinde, meselâ el ve ayaklarda, genital bölgede veya ağızda bir çeşit selim tümör olan ancak kanserle hiçbir ilgisi olmayan papilloma’ lara yani siğil’lere yol açıyorlar.

Bunların 100’ den çok türü var ve içlerinden 40 kadarı insandan insana cinsel ilişki ile geçiyor. HPV’ ler özellikle gelişmiş ülkelerde o kadar yaygın ki, kadınların yüzde 80’ inin hayatlarının bir döneminde bu virüsle karşılaştıkları tahmin ediliyor.

Cinsel yolla bulaşan bazı HPV türlerinin yarattığı enfeksiyonlar hiçbir belirtiye sebep olmuyor ve tedavi edilmedikleri halde birkaç yıl içinde kendiliklerinden iyileşiyor. Buna karşılık bazı HPV enfeksiyonları ise uzun yıllar devam edebiliyor ve bunlar rahim ağzını döşeyen hücrelerde bir takım anormalliklere yol açabiliyorlar. İşte, bu anormallikler bir kadının rahim ağzı kanseri olması riskini artırabiliyor. Ancak HPV’ nin yol açtığı bu kanserlerin oluşumu için çok uzun süre geçmesi gerekiyor.

HPV’ler kansere yol açma özellikleri bakımından ‘düşük riskli virüsler’ ve ‘yüksek riskli virüsler’ olmak üzere iki gruba ayrılırlar.

Bu her iki grup virüs anormal hücrelere yol açmakla beraber sadece yüksek riskli HPV’ ler kansere sebep olurlar. Bunun içinde bunlara karsinojenik yani kanser oluşturan HPV’ ler ismi de verilir.

HPV’ lerin 16, 18, 31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59, 66, 68 ve 73 numaralı olanları karsinojeniktir. Bunlar arasında da 16 ve 18 numaralı HPV’ler tüm rahim ağzı kanserlerinin yüzde 70’ inden sorumludurlar.

Sigara içilmesi ve çok çocuk doğurmuş olmak kanser riskini artıran faktörlerdir. Ancak, bu yüksek riskli veya karsinojenik olarak adlandırılan HPV enfeksiyonlarının büyük çoğunluğunun kansere sebep olmadan kendiliğinden iyileşebileceğini de hatırlatalım. Burada esas olan kadının bağışıklık sistemin sağlıklı olup olmadığı.

Türkiye’ de çok görülen bir kanser değil

Bakmayın siz aşı firmasının

‘dünyada her iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölüyor’

şeklinde yaygara yapmasına. Rahim ağzı kanserinin ülkemizde çok görülen bir kanser türü olmadığını tekrar hatırlatalım.

Vulva ve vajen kanserleri ise daha da seyrek rastlanan kanser türleri.

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer’ in açıklamalarına göre Türkiye’de rahim ağzı kanseri kadın kanserlerinde dokuzuncu sırada. Ülkemizde her yıl 1.360 kadın rahim ağzı kanserine yakalanıyor ve bunların da 600’ü hayatını kaybediyor.

NTV-MSNBC’ ye konuşan Prof. Dr. Tuncer

‘’Rahim ağzı tarama programına giren hiçbir kadının bu kanserden ölmediğini ve HPV alan kadınların yüzde 75 ile yüzde 98’inin kanser olmadığını söylemiş ve sözlerini şöyle sürdürmüş: “Buna kanser aşısı demek doğru değil, bu ilaç firmalarının pompaladığı bir politikadır, şu anda etkinliği yüzde yüz kanıtlanmış değil sadece 5 yıl için etkinliği bildirilmiş. 5 yıl sonra ne olacak, tekrar yapılacak mı kesin belli değil. Aşı Asya’da yüzde 60, Avrupa’da yüzde 70 koruma sağlıyor, ama Türkiye’de ne kadar koruduğuna yönelik bir çalışma yok, belki de hiç korumuyor, bilmiyoruz”.

Smear testi kanser ölümlerini önlemede çok önemli

Rahim ağzı kanserleri düzenli olarak smear testi yaptırılan kadınlarda çok erken kanser öncesi dönemde yakalanır ve çok küçük bir cerrahi girişim ile de tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu test sayesinde rahim ağzı kanserine bağlı ölümler gelişmiş ülkelerde müthiş şekilde azalmıştır:

Amerika’ da yılda sadece 3.600, Fransa’ da 1000 ve İngiltere’ de ise 400 kadın bu yüzden ölmektedir.

Piyasadaki mucize (!) aşılar

Piyasada rahim ağzı kanserine karşı kullanılan iki tür HPV aşısı var.

Bunlardan Gardasil isimli aşı HPV’ nin 6, 11, 16 ve 18 numaralı türlerine, Cervarix ise 16 ve 18 numaralı türlerine karşı bağışıklık sağlamaktadır.

16 ve 18 numaralı HPV türlerinin rahim ağzı kanserlerinin yüzde 70’ inden sorumlu olduklarını söylemiştim; 6 ve 11 numaralı türler ise siğillere karşı koruma sağlarlar.

Aşının, cinsel ilişkiye başlamadan önce yani 11-12 yaşlarındaki kızlara 6 ay içinde 3 ayrı doz şeklinde uygulanması, 26 yaşından büyük kadınlara ise yapılmaması önerilmektedir.

Araştırmalar aşıların enfeksiyona karşı 5 yıllık koruyuculuğunun olduğunu göstermekle beraber, koruyuculuğun bu süreden sonra devam edip etmediği belli değildir.

Üstelik ‘bu koruma kansere veya kanser ölümlerine karşı bir koruma değildir.’ Bunun kanıtlanması için en az 20-30 sene geçmesi gerekmektedir.

Türk Jinekoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş’ın

“Şu anki bilimsel verilere göre aşı rahim ağzı kanserinden yüzde yüz koruyor. ‘’

şeklindeki sözlerinin ne kadar yanıltıcı olduğu gayet açık. Bu sözlerden başka derin (!) bir mânâ çıkarmayıp ‘gönüllü reklâmcılık’ diyip geçmek istiyorum.

Zira sade vatandaşın bu slogandan anladığı şu:

‘’Ben bu aşıyı yaptırırsam rahim ağzı kanserine karşı ömür boyu yüzde 100 korunmuş olacağım. Bunun için artık doktora gitmeme de tarama testleri yaptırmama da gerek olmayacak.’’

Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil. Aşının yüzde 100 etkili olduğu ifadesi de tamamen bir aldatmaca.

Aşı sadece 16 ve 18 numaralı HPV virüslerinin sebep olacağı kansere karşı koruyucu. Bunun dışında kalan ve kanser yaptığı bilinen diğer 13 tür HPV’ ye karşı hiçbir koruyucu etkisi yok.

Üstelik aşının 16 ve 18 numaralı virüslere karşı koruyucu etkisinin 5 yıldan sonra devam edip etmeyeceği de kesin olarak belli değil.

Aşının yan etkileri

Üretici firmalar aşılarının son derece emniyetli olduğunu, çok seyrek rastlanan ve önemli olmayan bazı yan etkileri olduğunu söyleseler de, aşının kullanımı yaygınlaştıkça bu konudaki şüpheler de artıyor.

Anaflaktik şok, şuur kaybı, sara nöbetleri ve felçler, düşük ve erken doğumlar… bunlardan bazıları.

Bunlar içinde en korkutucu olan ise 11 kızın aşı yapıldıktan 2 hafta sonra çeşitli sebeplerle ölmeleri. Bu 11 ölümden 7’ sinin aşıdan 2 gün sonra gerçekleştiğini de özellikle vurgulamak isterim. Gerçi, bu ölümlerin HPV aşısı ile ilişkisi kesin olarak kanıtlanmış değil, ama gene de aşının emniyetinden kuşkulanmamak da mümkün değil.

Aşı çok pahalı

HPV aşısı pahalı bir aşı. 3 doz aşının satış fiyatı 360 dolar.

Peki, yüzde yüz koruyucu olmayan, etkinliğinin ne kadar sürdüğü bile tam olarak bilinmeyen bir aşıya bu kadar çok para harcanması doğru mu?

Amerika’ daki istatistiklere göre 9-26 yaşları arasındaki bir milyon kadın içinden her yıl 30-40 tanesi rahim ağzı kanserine yakalanmaktadır.

Araştırmalar HPV aşısının kanser öncüsü lezyonları yüzde 12.2 ilâ 16.5 oranında azalttığını göstermektedir. Buna göre bir milyon kadının aşılanması her yıl 30-40 kadın yerine 26-35 kadının kanser olmasına yol açacaktır.

Bir başka deyişle, bir milyon kadının aşılanması bunlar içinde sadece 4-5’ inin kanser olmasını önleyecektir.

Rahim ağzı kanserine yakalana kadınların yüzde 37’ sinin öldükleri hesaba katıldığında ise aşılanan bir milyon kadından ancak 1-2’ si ölümden kurtulmuş olacaktır. Ekonomik olarak söylemek gerekirse bir milyon kadının aşılanmasının maliyeti 360 milyon dolardır ve bu masraf ancak 1-2 kadını ölümden kurtaracaktır.

Gelelim neticeye

HPV aşısının rahim ağzı ve diğer genital kanserlere ve bunlara bağlı ölümlere karşı ne ölçüde koruyucu olduğunu gösteren hiçbir bilimsel kanıt yoktur ve zaten olması da mümkün değildir.

Bunun için 20-30 sene geçmesi gerekmektedir.

HPV aşısı sadece kansere yol açan 16 ve 18 numaralı virüslerin yarattıkları enfeksiyona karşı koruma sağlar. Koruma süresi bugünkü bilgilere göre ömür boyu değil, sadece 5 yıldır. Bu sebeple de 10 yaşında aşı yapılan bir kız çocuğunun 5 sene sonra korumasız kalması muhtemeldir. Bu kızların tekrar aşı olmaları gerekecek, aksi takdirde aşıyı boş yere yaptırmış olacaklardır.

HPV aşısının, kansere yol açtığı bilinen 31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59, 66, 68 ve 73 numaralı virüslere karşı hiçbir koruyucu etkisi yoktur. Bu sebeple de kadınların rahim ağzı kanserine karşı smear testleri ile izlenmeye devam edilmeleri gerekir. Bu şekilde düzenli jinekolojik kontrol altında kadınlarda rahim ağzı kanseri zaten çok erken evrede yakalanıp kesin olarak tedavi edilebilmektedir.

HPV aşısısın vücudun diğer virüslere karşı doğal bağışıklığını azaltıp azaltmayacağı; HPV aşısı ile tip 16 ve 18’ e karşı korunma sağlanırken, kanser yapabilen diğer HPV’ lerin kanser yapıcı etkilerinin artıp artmayacağı; HPV aşısının karsinojenik ve genotoksik (genler üzerine zararlılık) etkilerinin olup olmadığı da belli değildir.

Aşının bir mahsuru da kadınları ‘Nasıl olsa aşı oldum, güvendeyim.’ düşüncesiyle doktor kontrolünden ve düzenli smear testlerinden uzaklaştırması ihtimali. Bence bu yabana atılacak bir ihtimal değil.

HPV aşısının ‘ilk cinsel ilişkilerine karı veya kocalarıyla girecek ve ömürlerini bu şekilde sürdürecek olanlar için’ tamamen gereksiz olduğunun da özellikle altını çizmek isterim.

Siz olsanız, kızınıza HPV aşısı yaptırır mısınız yaptırmaz mısınız?

açık istihbarat

Elma; kanserli hücreyi öldürüyor

04 Kasım 2009 Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Gıda ve Beslenme Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Saime Küçükkömürler, elmanın kronik hastalıkların görülme riskini düşürdüğünü belirtti.
Küçükkömürler, besinlerin tarihsel geçmişi ve halk kültüründe yer almasının insanların besin, sağlık konusundaki deneyimlerinin sonucu olduğunu ifade ederek, "İnsanlar tükettikleri besinlerin sağlık üzerine olumlu etkilerini gördükçe o besinleri beslenmede, halk hekimliğinde ve sözel kültürde kullanmışlardır" dedi.
Elmanın dünya genelinde halk hekimliğinde ve sözel kültürde yer alan besinlerin başında geldiğini belirten Küçükkömürler, ana vatanı Orta Asya ve Kafkasya olan elmanın Türkler tarafından çok eskiden beri tüketildiğini anlattı.
Anadolu'da Romalıların hüküm sürdüğü dönemlerde elma üretiminin çok yaygınlaştığını ifade eden Küçükkömürler, "Roma tanrılarının elma ve diğer meyvelerle onurlandırıldığı, Roma mutfağında ve tıpta da elmanın önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Günümüzde de elma ekolojik şartların uygunluğu ve gen merkezi olması nedeniyle Anadolu'nun birçok bölgesinde yetişmektedir" diye konuştu.
Elmanın sağlık yönünden birçok faydası olduğunu vurgulayan Küçükkömürler, şunları kaydetti:
"Yapılan çalışmalarda elmanın kanser, astım, kardiyovasküler hastal ıklar gibi kronik hastalıkların görülme riskini düşürdüğünü, kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediği görülmüştür. Elma üzerine yapılan araştırma sonuçları da dikkate alındığında, düzenli sebze ve elmayı da içeren meyve tüketimi kronik hastalıklardan korunmaya ve sağlığın sürdürülmesine yardımcı olabilir. Elma birçok meyveye göre kolaylıkla taşınmakta ve güzel bir şekilde yıkanmışsa her ortamda tüketilebilir. Özellikle öğün aralarında tüketilmesi önerilmektedir. Piyasada elma ekstrası, kapsülü, özü gibi isimlerdeki ürünler yerine taze elma tü ketimine önem verilmelidir."
netgazete

ABD'li bilim adamları, meme kanserini iyileştiren aşı geliştirdi

01 Haziran 2010 ABD'nin Ohio Eyaleti'ndeki Cleveland Kliniği'nde görev yapan ve araştırmayı yöneten doktor Vincent Tuohy, meme kanserinin önleyecek ve tedavi edecek bir aşı üzerinde çalışıyor. Kana karıştığı anda büyüyen tümörü durduran bu yeni aşı, mevcut tümöre saldıracak. Hürriyet gazetesinin haberine göre; 40 yaşının üzerindeki her kadının yılda bir kez olması önerilecek olacak aşı, önümüzdeki yıl insanlar üzerinde test edilecek. Aşı, meme tümörlerinde görülen alfa-laktalbumin diye anılan bir proteini baz alıyor. Farelerde yapılan deneylerde aşı, alfa-laktalbumin oluşmasında bağışıklık sistemini harekete geçirerek tümör oluşumunu engelledi. Aşının aynı zamanda hali hazırdaki tümörleri de yüzde elli oranında küçülttüğü görüldü. Bu da tedavi amaçlı da kullanılabileceğini gösteriyor.
Dünyada en yaygın kanser hastalıkların birisi olarak gösterilen meme kanseri, özellikle de ilerleyen yaşlarda tehlikeli hale geliyor. Dünyada 45 yaş üstü her 93 kadından biri meme kanserine yakalanıyor.netgazete

Prostat, en çok görülen ikinci kanser türü
00:15 - Türkiye'de ilk kez yapılan "Prostat Kanseri İnsidans Çalışması"nın ön raporunda, prostat kanserinin erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıraya yerleştiği ve mesane kanserinin üstüne çıktığı belirlendi. Çalışmanın ön sonuçlarına göre, prostat kanserinde belirgin artış olduğunun belirlendiğine dikkati çeken Dr. Ferruh Zor; şunları kaydetti: "İzmir verilerinde bir yıl içinde yeni tanı konulan prostat kanseri erkek sayısı yüz binde 9'dan yüz binde 12'ye arttığı belirtilirken, çalışmayla bu oranın yüz binde 35'e yükseldiği tesbit olundu. 07.11.2009 ANKARA netgazete

Küflü ekmek; çürük meyve kanser yapıyor

12 Kasım 2009 Trakya Üniversitesi (TÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Başkanı ve Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Asan, "Küflenmiş ekmekler ve çürümüş meyveler kansorejen madde içerdiğinden kesinlikle tüketilmemelidir" dedi.
Asan, uzun süreli olarak tüketilen küflü yiyeceklerin kişilerde karaciğerde sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.
Küflenmiş yiyecekleri tüketmenin sağlık açısından son derece zararlı olduğunu ifade eden Asan, şunları kaydetti:
"Küflenmiş ekmekler ve çürümüş meyveler kanserojen madde içerdiğinden kesinlikle tüketilmemelidir. Küflenmiş bir ekmeği tüketmek doğru değildir. Çünkü küflerin birçoğu mikotoksin (küf zehiri) denilen zehirler üretirler. Bu zehirlerin yapıları pişmeyle asla bozulmaz. Bu zehirler 360 derece sıcaklığa bile dayanma özelliğine sahip. Bu zehirler bir defa yemekle insana bir şey olmaz ama uzun süreli ve yüksek miktarda tüketildiği zaman karaciğerde sağlık sorunları nın oluşmasına neden olur. Zehirler doğal ortamlarında ürediği zaman bunların tüketilmesi doğru değildir. Pazardan alınan ve daha sonra evde küflenmeye başlayan meyve ve sebzelerin de aynı şekilde tüketilmesi doğru değildir. Bazen bu meyve ve sebzelerin küflü kısımları kesilip diğer tarafları tüketiliyor. Bu da son derece yanlış bir davranıştır."

netgazete

Kahve, prostat kanseri riskini azaltıyor
03:15 - Harvard Medical School tarafından yapılan araştırma, kahvenin prostat kanseri riskini azaltabileceğini gösterdi. American Association for Cancer Research tarafından düzenlenen konferansta sunulan araştırmaya göre, vücuttaki şeker oranının ve erkeklik hormonu seviyesinin prostat kanseriyle bağlantısı bulunuyor ve kahve bu oranların dengelenmesinde etkili bir rol oynuyor. 09.12.2009 WASHINGTON netgazete

Doğum kontrol hapı, meme kanserine yol açıyor
01:15 - Prof. Dr. Özmen, kanserin en ciddi ölüm nedeni olan, görülme sıklığı hızla artan bir hastalık olduğunu söyledi. Özmen, şunları kaydetti: "Kadınların uzun süre doğum kontrol hapı kullanması meme kanseri riskini artırmaktadır. Hiç doğurmamak, erken adet görmeye başlamış olmak, süt vermeme gibi nedenler de bu kanserin oluşumunda önemli bir faktördür." 02.04.2010 TEKİRDAĞ netgazete

Antikor, yumurtalık kanseri tedavisine umut oldu
05:15 - Antikor, yumurtalık kanserinin tedavisine umut oldu. Viyana Tıp Fakültesinden araştırmacılar, AD5-10 adı verilen bir antikorun kanserli hücrelerin direncini azalttığını buldu. 13.04.2010 VİYANA netgazete

24 Nisan 2010
Anne Sütündeki Büyük Mucize
İsveçli araştırmacılar, anne sütünde bulunan müthiş bir mucizeyi daha keşfetti.

İsveçli araştırmacılar, anne sütünde bulunan bir maddenin kanser hücrelerini öldürebilme yeteneğine sahip olduğunu keşfettiler.

PLoS One Journal isimli dergide yayınlanan çalışmada, "HAMLET" olarak bilinen maddenin yıllar önce keşfedildiğini belirten araştırmacılar, bugüne kadar bunun insanlar üzerinde denenmediğini açıkladılar.

İsveç'te Lund Üniversitesi tarafından yürütülen deneyde, mesane kanseri hastaları HAMLET ile tedavi edildi. Her tedaviden sonra, hastalar idrarlarındaki ölü kanser hücrelerini dışarıya çıkardılar.

Önceki laboratuar deneyleri HAMLET'in 40 çeşit kanser hücresini öldürebildiğini göstermişti, ancak bu araştırma insanlar üzerinde test edilen ilk çalışma oldu. Araştırmacılar, bir sonraki adımda ise bu maddeyi cilt ve beyin tümörleri üzerinde test edecekler.
aktifhaber

Cilt kanserine müjde gelebilir
Cilt kanseri hastaları için 'aşı tedavisi araştırması'

Cilt kanseri hastaları için umut olabilecek 'aşı tedavisi araştırmasına' dünya genelinde birçok ülkeden toplam 375 hasta katıldı.

Ameliyata uygun olmayan cilt kanseri hastaları için başlatılan uluslararası katılımlı klinik araştırmaya Türkiye'de sadece 1 hasta katıldı.

Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Cebeci Hastaneleri Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Demirkazık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, cilt kanserlerinin ''malin melanom'' ve ''melanom dışı cilt kanserleri'' olmak üzerek iki grupta incelendiğini söyledi. Demirkazık, yaygın metastaz yapabilen, ciltteki benlerden kaynaklanan malin melanomun çok tehlikeli olduğunu belirtti.

Melanom veya melanom dışı cilt kanserlerinin erken evrelerinde tedavinin cerrahi olduğunu ifade eden Demirkazık, kemoterapi ve benzeri ilaç tedavilerinin ise hastalığın yaygın olması veya nüks etmesi durumlarında söz konusu olduğunu anlattı.

Demirkazık, yurt dışında bu yöntemlerin dışında ''aşı'' tedavisinin en az 20 yıldır yapıldığını belirti. Tedavinin ''hazır aşı'' veya ''kişiye özgü geliştirilen aşı'' şeklinde 2 türlü uygulanabildiğini dile getiren Demirkazık, ''Aşı tedavisi, araştırma amacıyla yapılan bilimsel çalışmalardır ve nüks olmuş melanom başta olmak üzere bazı kanser türlerinde Türkiye'de de seyrek olarak uygulanabilmektedir'' dedi.

Demirkazık, hazır aşıların ticari amaçlı üretilmediği için piyasada bulunmadığını, ancak bilimsel araştırma amaçlı olarak hastanelerde hastalarda kullanıldığını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Kişiye özgü üretilen aşılar, hastanın kendisinden üretiliyor. Bu aşı için, öncelikle tümörün metastaz yaptığı bölgeden biyopsi alınıyor ve hastadan afrez cihazı ile alınan kan örneği birlikte laboratuvara gönderiliyor. Kanın içerisindeki bağışıklık hücreleri ile tümör hücresi, özel bir ortamda bir araya getirilerek, bağışıklık hücrelerinin tümörü tanıması sağlanıyor. Ardından tümörü tanımış bağışıklık hücreleri, tümörden arındırılarak hastaya geri veriliyor.''

Uygulama ile bağışıklık hücrelerinin, tümörü düşman olarak algılayıp, vücudu tümörden temizlemesinin amaçlandığını belirten Demirkazık, ''Dünyada yapılan denemelerde, aşı uygulamasının hastanın vücudundaki tümörleri yüzde 20-25 oranında gerilettiği hatta bazılarında tamamen kaybettiği belirlendi'' dedi.

-''UMUT İÇİNDE BEKLEYEN HASTALAR İÇİN BİR KAYIPTIR''-

Demirkazık, şu anda Türkiye'de kişiye özgü aşı geliştirmeye yönelik klinik bir araştırma olmadığını, ancak cilt kanseri tedavisinde hazır aşı uygulamasının 2009 yılının Ağustos ayı içinde başlatıldığını anımsattı. Demirkazık, araştırmanın ciltte nüks olmuş melanomlu hastalarda, kemoterapi tedavisi ile hazır aşı uygulamasını karşılaştıran bir klinik araştırma olduğunu bildirdi.

Projede, ABD ve çok sayıda Avrupa ülkesinin yer aldığını anlatan Demirkazık, klinik araştırmaların Türkiye'de de İzmir, İstanbul, Ankara ve Antalya'da 4 merkezde yapıldığını söyledi. Demirkazık, uygulamaya ilişkin şu bilgileri verdi:

''Hastalara uygulanacak standart tedavi kemoterapidir. Bu araştırmada da kemoterapiyle aşı tedavisi karşılaştırılacaktı. Araştırma kapsamında, hastalardan birine standart tedavi olan kemoterapi, iki hastaya ise sadece aşı uygulanacaktı. Hastalar, bu iki tedaviden sadece birini alabilecekti.

Hastanın hangi tedaviyi alacağı önceden bilinmeyecekti. Bu, internet aracılığıyla hasta kayıtlarının ve bilgilerinin yapıldığı uluslararası telefon bağlantısıyla hiç kimsenin müdahalede bulunamadığı sistem sayesinde otomatik belirlenecekti. Kişileri, yurt dışındaki çalışma merkezi ayarlayacak ve bize hangi tedavinin kime uygulanacağı bildirilecekti.''

Klinik çalışmaların Türkiye'de çok iyi anlaşılmadığı için çok az kişinin araştırmalarda yer aldığını belirten Demirkazık, ''Bilgilendirme ve bunun şu an beklemek dışında hiçbir müdahale yapılamayan hastalarımız için umut olduğunu belirtmemize ve yazılı-görsel basında duyurduğumuz halde üç merkez hiç hasta alamadı. Sadece biz 1 hasta alabildik. Eğer hasta başvuruları olsaydı, her merkez 4-5 hasta alabilirdi. Yani toplam 18 hasta alınmış olsa bunların 12 tanesi aşı, altı tanesi ise standart kemoterapi tedavisi alacaktı. Böyle olunca da Türkiye araştırmanın içinde sonuncu sırada yer aldı. Bu, hem bilim için hem Türkiye için hem de umut içinde bekleyen hastalar için bir kayıptır'' dedi.

Demirkazık, bu tür klinik çalışmaların hastalar için de bir fırsat ifade ederek, ''Bunlar piyasada para ile alınamayacak ilaçlardır. Hasta, tek bir kuruş ödemeden böyle bir imkandan yararlanabilmektedir. Çünkü, araştırma ilaçları henüz dünyada hiç bir ülkede ruhsatlı olmadığı için dışarıdan temin edilemez'' dedi. geçekgündem

Kansere karşı kabakgiller

İki geni çalışmayan kişilerin haftada bir kez kabak ailesinden sebze yemesi kansere karşı 'yüzde 72' koruma sağlayabiliyor

BBC - LONDRA - Kabak ailesinden sebzelerin, kansere karşı koruyucu görevi olan iki geni eksik çalışan kişilerde, özellikle akciğer kanserine yakalanma riskini düşürdüğü ortaya çıktı. Brokoli, kabak, brüksellahanası gibi sebzeleri haftada en az bir kez tüketmek, söz konusu iki genin aktif olmadığı kişilerde kanser riskini yüzde 72 oranında düşürebiliyor.
Saygın tıp dergisi The Lancet'te yayımlanan Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı'nın yürüttüğü çalışmada, 'GSTM1' ve 'GSTT1' adı verilen iki gen incelendi. Söz konusu iki gen vücudu toksinlere karşı koruyor. Kabak ailesinde bulunan 'isothiocyanate' adlı kimyasallar da akciğer kanserine karşı güçlü koruyucular. Bu kimyasallar, vücuttan iki genin ürettiği enzimler sayesinde atılıyor.
Araştırma kapsamında Polonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Rusya ve Macaristan'dan 2 bin 141 akciğer kanseri hastası ile sağlıklı 2 bin 168 kişi karşılaştırıldı. DNA örnekleri alınan deneklerin beslenme şekilleri de incelendi.
Her iki genin de faal versiyonlarının bulunduğu kişilerde, kabak ailesinden sebzeler tüketmenin herhangi bir koruyucu etkisinin olmadığı tespit edildi.
GSTM1 geni çalışmayan kişilerde ise haftada en az bir kez kabak ailesinden sebzeleri tüketmenin akciğer kanserine karşı yüzde 33 koruyucu etki sağlayabildiği görüldü. GSTT1 geninin faal olmadığı kişilerde koruma oranı yüzde 37'ye çıktı. Her iki genin de faal olmadığı kişilerde ise kabak ailesinden sebzeleri tüketmenin akciğer kanserine karşı yüzde 72 koruma sağladığı anlaşıldı.

Diş röntgeni çekiminde, tiroid kanseri riski var
21:30 - Prof. Cumali Aktolun, İngiltere'deki araştırmanın, diş röntgenlerinin yaydığı radyasyonun tiroid kanserinde rol oynayabileceğini ortaya çıkardığını bildirdi. Aktolun, diş ve çene hastalıklarının teşhisinde ve uygulanan tedavinin takibi için diş röntgeninin yaygın olarak kullanıldığını belirtti. 09.11.2010 İSTANBUL netgazete

Ayak tırnağından kanser tahmini
8 MART 2011

Araştırmacılar, ayak tırnağındaki nikotin seviyesinin akciğer kanseri olasılığını tahmin etmekte kullanılabileceğini açıkladı.
Amerika'nın California eyaletindeki San Diego Üniversitesi'nden uzmanlar, kesilen tırnaklardaki nikotin seviyesinin, kanser riskini oldukça doğru bir biçimde tahmin etmeyi mümkün kıldığını söyledi.

American Journal of Epidemiology dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, tırnaklarındaki nikotin seviyesi yüksek olan erkeklerin kansere yakalanma riski, düşük olanlara oranla üç kat daha fazla.
Ayak tırnakları yalnızca sigara içenler değil, içmeyenler için de kanser riskini tahmin etmekte kullanılabiliyor.
Yavaş uzayan ayak parmaklarının kronik olarak dumana maruz kalmanın işareti olabileceği belirtiliyor.
Tırnaklarındaki nikotin seviyesi yüksek olan erkeklerin bir kısmı sigara içmeyen ve pasif içici olarak dumana maruz kaldıkları tahmin edilen kişilerdi.
Araştırma, akciğer kanseri hastası olan ve olmayan toplam 800 erkekle gerçekleştirildi.
Akciğer, en yaygın kanser türü ve her yıl 1,61 milyon yeni vaka teşhis ediliyor.
Akciğer kanserinin en yaygın sebebi ise sigara kullanımı.
BBC

Bunları Tüket Kanserden Korun!

Antioksidan açısından zengin sebze ve meyveler kansere karşı koruyor. En önemli antioksidan kaynakları şöyle sıralanıyor:

Yayına Giriş: 17.04.2011

Araştırmalar 170 adet kanser türünün 132′sinde antioksidan açısından zengin sebze ve meyve tüketerek beslenmenin kansere karşı koruyucu etkisinin olduğu gösteriyor.

En önemli antioksidan kaynakları şöyle sıralanıyor:

1-Kuşburnu
2-Kivi
3-Kırmızı ve Yeşil Biber
4-Domates
5-Havuç
6-Kayısı
7-Tüm sarı ve turuncu meyve ve sebzeler
8-Fındık
9-Ceviz
10-Baklagiller
11-Kara Üzüm
12-Kiraz
13-Semizotu ve koyu yeşil yapraklı sebzeler
14-Ahududu
15-Böğürtlen
16-Erik
17-Çilek
18-Üzüm
19-Elma
20-Şeftali
21-Bezelye
22-Soğan
23-Patates
24-Soya Fasulyesi
25-Kakao
26-Yeşil Çay
27-Sarımsak
28-Pırasa
29-Turp
30-Fesleğen
31-Nane
32-Dereotu
33-Rezene
34-Zeytinyağı
TRT

Kanser artıyor

06 Mays 2011
Anadolu Haber

Bakan Recep Akdağ, kanser vakalarının son 7 yıldaki artış oranı ile bölgelere göre dağılımını açıkladı. Buna göre kanser vakaları 2009'da 194 bin 315 iken, 2010'da 214 bin 131'e çıktı. En fazla kanser hastası Marmara Bölgesi'nde görülürken, en az Doğu Anadolu'da görüldü. Sağlık Bakanı Akdağ, Niğde Milletvekili Mümin İnan'ın soru önergesine verdiği yanıtta, Türkiye'nin kanser haritasını da gözler önüne serdi. Buna göre 2003'de kanser vaka sayısı 101 bin 926 iken, 2004'te oran 118 bin 696'ya, 2005'te 126 bin 626, 2006'da 144 bin 665, 2007'de 159.732, 2008'de 176.234, 2009'da 194 bin 315'e, 2010'da ise 214 bin 131'e çıktı. Türkiye'nin kanser vakası haritasına göre Marmara Bölgesi'nde 33 bin 178 erkek ve 24 bin 16 kadın kanser hastalığına yakalanmış. Doğu Anadolu Bölgesi'nde ise bu oran giderek geriliyor ve 11 bin 416 erkek ile 7 bin 416 kadının kanserli olduğu gerçeği görülüyor. Ayrıca hastalığın en yoğun görüldüğü diğer bir bölde de İç Anadolu. Burada 20 bin 927 erkek, 15 bin 195 kadının kanser hastası olduğu ortaya çıktı.

Cep telefonu 'kanserojen olabilir'
1 HAZİRAN 2011

Dünya Sağlık Örgütü'nün kanser araştırma kurumu cep telefonlarının 'kanserojen olabileceğini' açıkladı.

Örgüte göre dünya çapında 5 milyar kişi cep telefonu kulalnıyor
Fransa'nın Lyon kentinde toplanan 31 uzmandan oluşan bir heyet epidemiyolojik kanıtları, yani hastalığın görülme sıklığını ve bunları etkileyen süreçleri inceledi.

Araştırma sonucu, cep telefonu kullanımının bazı beyin kanserlerine yakalanma riskinin gözardı edilemeyeceği vurgulandı.

Ancak, doğrudan bir ilişki kurulamayacağı belirtildi ve 'cep telefonunun insanlarda kansere yol açtığı açıkça kanıtlanmamıştır' denildi.

Uzman heyetinin önünde cep telefonlarına beş farklı bilimsel risk düzeyi verme seçeneği vardı. Bu seçenekler, kanserojen, büyük olasılıkla kanserojen, kanserojen olma ihtimali var, sınıflandırılamaz ve kanserojen değil şeklindeydi.

Heyet, cep telefonlarıyla bir tür beyin kanseri arasındaki olası ilişki nedeniyle cep telefonu kullanımının 'kanserojen olma riski var' sonucuna vardı. BBC

Fransa'da yasaklanan ilaçlar Türkiye'de serbest
11 Haziran 2011
Mesane kanserini tetiklediği gerekçesiyle Fransa'da yasaklanan Pioglitazon içeren ilaçlar Türkiye'de hala satışta. Türk Eczacılar Birliği bu ilaçlarla ilgili Sağlık Bakanlığı'nı önlem almaya çağırdı.

Türk Eczacılar Birliği, yaptığı yazılı açıklamada, Avrupa İlaç Ajansı'nın (EMA) resmi internet sitesinde yer alan 9 Haziran tarihli açıklamada, Fransa İlaç Ajansı'nın (AFSSAPS) ''Pioglitazon'' içeren ilaçların satışını Fransa'da durdurma kararını, Avrupa İlaç Ajansı'na bildirdiğini ifade etti.

''Pioglitazon''un, ağız yoluyla alınan, kandaki şeker seviyesini kontrol altına almaya yardımcı olan ve Tip 2 yani insüline bağlı olmayan diyabet hastalığına karşı kullanılan bir ilaç olduğu belirtilen açıklamada, bazen insülin ve diğer ilaçlarla birlikte kullanılabilen ''Pioglitazon''un Tip 1 yani insüline bağlı diyabet tedavisi için uygun olmadığı vurgulandı.

Açıklamada, mesane kanseri riskine yol açması dolayısıyla Fransa'da satışı durdurulan ve Avrupa İlaç Ajansı'nın gündeminde olan ''Pioglitazon''un, Türkiye'de 10 farklı ilacın 62 farklı formu içerisinde bulunduğu belirtilerek, halk sağlığını doğrudan ilgilendiren ''Pioglitazon'' içeren ilaçlar konusunda Sağlık Bakanlığı'nın derhal harekete geçerek kamuoyunu aydınlatması gerektiğine işaret edildi. haber10

Yapısı değiştirilmiş virüs, tümörü öldürecek
Kanser hastalarına tek dozda enjekte edilen genetiği değiştirilmiş bir virüsün sağlıklı dokulara zarar vermeden sadece tümörleri öldürdüğü belirlendi. 03.09.2011 LOS ANGELES netgazete

Balıkyağı, kanser ilaçlarını etkisizleştiriyor
Hollanda'daki Utrecht Üniversitesi'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, vücudun salgıladığı ve bazı balıkyağı haplarında da bulunan kimyasalların neredeyse tüm kemoterapi türlerinde ters etki oluşturarak, kanser hücrelerinin tedaviye cevap vermemesine yol açtığını gösterdi. 18.09.2011 ANKARA netgazete

AIDS, kan kanserini yendi!
20 Eylül 2011

ABD'de, AIDS'e neden olan HIV kullanılarak yapılan kanser tedavisi, lösemi hastasının iyileşmesini sağladı.

Pennsylvania Üniversitesi’nden bilim insanları, polis emeklisi 65 yaşındaki lösemi hastası William Ludwig’den, bir milyardan fazla lenfosit (virüs ve tümörlerle savaşan akyuvar türü) aldı.
Lenfositler, etkin olmayan HIV ile temasa geçirildi. HIV, lenfositleri değiştirerek, kanserle savaşmalarını sağladı. Değişime uğrayan lenfositler hastaya nakledildi.

Tedavinin ilk zamanlarında Ludwig’de değişim olmadı ancak 10 gün sonra, kemoterapinin etki göstermediği Ludwig’de titremeler, yüksek ateş ve tansiyon düşmesi görüldü.

Başta durumdan endişe duyan doktorlar, bu ciddi grip belirtilerinin birkaç hafta sonra geçtiğini ve belirtilerin yanı sıra Ludwig’in lösemiden de kurtulduğunu belirledi.

Araştırmacılardan Carl June, "Ludwig’in tamamen iyileştiğini söylemek için erken olduğunu ve daha kapsamlı araştırmalar yapılması gerektiğini" belirtirken, bir yıl önce yataktan çıkmakta zorlanan Ludwig, golf oynamaya gidebildiğini ve "yeniden doğduğunu" ifade etti.

"The New England Journal of Medicine" ve "Science Translational Medicine" dergilerinde yayımlanan araştırmada bilimadamları, hastanın bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini öldürebileceğini göstermiş oldu.

Başka kanser türlerine yakalanan 2 hastada da denenen bu yöntem, hastalardan birinin tamamen, birinin kısmen iyileşmesini sağladı.
http://www.haberzoom.com/

Türkiye'nin KANSER GERÇEĞİ!!!
01 Ekim 2011
Çağın hastalığı kanser Türkiye'yi tehdit ediyor. Yılda 200 bin kişi kansere yakalanıyor. Kadın ve erkeklerde görülen kanser türleri neler? İşte Türkiye'de en çok görülen 3 kanser türü
Türkiye’de her yıl 200 bine yakın kişiye kanser teşhisi konuluyor. Böyle devam ederse bu rakamın 2030’da yarım milyona ulaşabileceği belirtiliyor. En fazla görünen türler akciğer, meme ve kolon kanseri...

Çağın hastalığı kanser Türkiye’yi tehdit ediyor. Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, Türkiye’de her yıl 150 bin ile 200 bin arasında kişiye kanser teşhisi konulduğunu söyledi. Akciğer, meme ve kolon kanserinin en sık görülen kanser türleri olduğunu aktaran Kutluk, “Kansere neden olan sebeplerin başında sigara geliyor. Kadınlar en çok meme kanserine erkekler ise akciğer kanserine yakalanıyor” dedi.

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer de kanserde her yıl yüzde 1-2 artış olduğunu belirterek “Bugün kanserle yaşayan 350 bin hasta var. Bu artış aynen devam ederse 2030 yılında yarım milyon vatandaşımız yeni tanı alacak” dedi.

MALİYET 2,3 MİLYAR EURO

Kanser hastalarının tedavi ücretlerinin tamamı devlet tarafından karşılandığını ifade eden Prof.Dr. Tuncer, “Kanserin devlete maliyeti yıllık 2.3 milyar euro” diye konuştu.

Sağlık Ekonomisi Uzmanı Prof. Dr. Adnan Kısa ise, tedavisi en pahalı ve en sık rastlanan kanser türlerinin maliyetini çıkardı. Buna göre Akciğer kanseri 14 bin, kolon kanseri 12 bin, yumurtalık kanserinin ise 10 bin dolar yıllık tedavi maliyeti bulunuyor.

İlk sıradakinin nedeni sigara

En sık görülen kanser türleri içinde birinci sırada sigaraya bağlı olarak nefes borusu, bronş ve akciğer kanseri yer alıyor. İkinci sırada kolon ve rektum kanseri gelirken, üçüncü sırada ise yumurtalık kanseri bulunuyor. Nefes borusu, bronş ve akciğer kanserine her yıl 23 bin 528 kişi, kolon ve rektum kanserine 6 bin 780 kişi yumurtalık kanserine ise 3 bin 346 kişi yakalanıyor.

Kanser hastalarına kemanlı terapi

Adana’da özel bir hastane kanser hastalarını keman dinletisiyle rahatlatıyor. Genç keman sanatçısı Damla Özdoğru’nun Türk sanat musikisinden neşeli ve hareketli parçaları seslendirdiği dinletiden, hem medikal onkoloji servisinde tedavi gören hastalar hem de hastane personeli oldukça memnun.

9 türüne yıllık 450 milyon dolar harcanıyor

Kanser türü...................................Maliyeti

Nefes borusu ve akciğer . . . . . .14. 064
Kolon ve rektum . . . . . . . . . . .......12. 328
Yumurtalık . . . . . . . . . . . . . . . . ... .10. 050
Melanoma (deri) . . . . . . . . . . . .... .1.082
Meme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...4.292
Serviks uteri . . . . . . . . . . . . . . . . .. .2. 297
Prostat . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .1.579
Mesane . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .1.485
Mide . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. ..... .2.413
aktifhaber

Alkolün Azı Bile Meme Kanseri Riskini Artırıyor
02 Kasım 2011
Haftada 3-6 bardak alkol tüketen kadınlarda meme kanseri riskinin yüzde 15 arttığı belirlendi.

Brigham Kadın Hastanesi ile Harvard Tıp Fakültesinden bilimadamları, 28 yılı kapsayan araştırmada 105 bin 986 kişinin verilerini inceledi.

Meme kanserine yakalanma riskinin, haftada 3-6 kadeh alkol tüketenlerde, hiç alkol tüketmeyenlere göre yüzde 15, günde ortalama 2 kadeh tüketenlerde ise yüzde 51 arttığı görüldü.
18-40 yaşında alkol içmenin riski artırdırdığını da belirleyen bilimadamları, 40 yaşından sonra alkol tüketimi azaltılsa bile meme kanseri riskinin devam ettiğini vurguladı.

Sonuçları Amerikan Tıp Derneği'nin dergisi JAMA'da yayımlanan araştırmada bilimadamları, alkol tüketimi ve meme kanseri arasındaki bağlantının tam olarak anlaşılamadığını ancak riskin, alkolün kandaki kadınlık hormonu seviyesini artırmasından kaynaklanıyor olabileceğini belirtti.
TRT

KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ

[img]http://okyanusum.com/imgs/beslenme1.jpg [/img]
Prof. Dr. Kenan Demirkol

“YAĞ” ve “ŞEKER”



Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…
Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi.


Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin
veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece
hasta olmaya mahkumuz.

Elimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun.

Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur.

Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur. Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır,
ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.

Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.
Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir
ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır.
Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor.
O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.

İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda
bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o
yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor.
Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000
yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.

İkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.
Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.
Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için,
yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker,
insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.
Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor.
Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm,
enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;
insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor. Dışarıdan asla
alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman
tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha
ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan
zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin
farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta
bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister …
şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli. Halbuki
mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,
aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre
% 46 daha şişmanlatıcı.

Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.
Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza
neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz
deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik
siroz sonucu olduğu belirtiliyor.

Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel
kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi
sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara.
110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin
iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir...

Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kekdışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza. Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde
mısır şurubu kullanılıyor. Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti
bile mısır şurubundan.

Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve
olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;
insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram
dolayındadır. 30 gram, 8 kesme şekeri yapar.

Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir.

O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok. karın tipi şişmanlık eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak
istiyorsak karnımız inecek.

- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin
beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak.
Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı.
Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır.

Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü
de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde
şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım. Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza
dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?
- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.



Kolesterol masum bir maddedir.
Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür
ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne? Şeker.

Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir.
İki; ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri
kolesterolü oksitler ve böylece
damar sertliği oluşur.

Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
yılda sadece kolesterol ilacı satımından
50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir
değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim
kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?

- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.

- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?

- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar.
O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz.
O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat
maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın.
Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye
kadar dayanan bir yağdır……

- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.
O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine
karışmış bulunuyor. Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır
o da suyun içine karışıyor dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size?

Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep
olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında.
Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle
bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde
olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri
yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu
halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz.

Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.
Yani musluk suyu için Allah aşkına.

-Arıtıcılar hocam?

- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.

Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun
100 kat iyidir.

İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları
bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı
olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz.

Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu.
Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda
Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna
Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken?
Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye
ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi
de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç
acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın.
Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?

- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi
bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik
bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne
onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz.
Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar.
5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya
göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya
gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor.
Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere
daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.
- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?

- Evet polipropilen
- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın.
Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır
bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.
Bu günlük de bu kadar…

http://okyanusum.com/

Mide Kanseri Riskini Arttıran Şeyler

Hızlı ve sıcak yemek yemek mide kanseri riskini artırıyor.

Prof. Dr. Şuayip Yalçın Türkiye'de mide kanserli hastaların yüzde 55,7’sinde bir ya da daha fazla tanı konmuş mide hastalığının bulunduğunu ifade eden Yalçın, en sık görülen mide hastalıklarının gastrit ve ülser olduğunu söyledi.
Yalçın, ''Hızlı yemek mide kanseri riskini 5 kat artırıyor. Yemekleri çok sıcak yemek de mide kanserine yakalanma riskini 3,3 artırıyor. Yemeklerin tuzlu yenilmesi riski önemli derecede arttırıyor. Sofrada tadına bakmadan yiyeceklere tuz eklenmesi de mide kanserine yakalanma riskini yaklaşık 4,2 kat artırıyor'' diye konuştu.
Her gün içilen tuzlu ayranın mide kanseri riskini 1,8 kat artırdığının saptandığını belirten Yalçın, tuzlu tereyağının her gün kullanılmasının ise mide kanserine yakalanma riskini 1,5 kat, tuzlu çekirdeğin ise 1,3 kat artırdığının belirlendiğini söyledi. Her gün turşu tüketiminin mide kanseri riskini 7 kat artırabileceğini anlatan Yalçın, hazır çorbalar, tavuk bulyonların da bu anlamda risk oluşturduğunu ifade etti.
Yalçın, sık et tüketimi, şekerli gıdalar ve gazlı içeceklerin de mide kanseri riskini artırdığını dile getirdi.
Mide kanserinden korunmak için yeşil yapraklı sebzelerin, soğanın ve sarımsağın günde en az bir defa tüketilmesinin gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Yalçın, turunçgillerin sık tüketilmesi ile mide kanseri riski arasında anlamlı bir ilişki tespit edemediklerini kaydetti.
Mide Kanserinde Nasıl Korunabiliriz

Kanserden korunmak için tuzu az kullanmalı, yağlı gıdalardan,gazlı içeceklerden kaçınılmalı ve yeterince sebze- meyve tüketmeli.
Ayrıca yemekleri dumanlı şekilde pişirmemeli ve yakmamalı.
TRT

Salam-sucuk yiyenlerde pankreas kanseri riski
13 OCAK 2012

İsveçli araştırmacılar, işlenmiş et yemekle ile pankreas kanseri arasında bir bağ olabileceğini söylüyor.
Araştırmanın ayrıntıları British Journal of Cancer (İngiltere Kanser Dergisi) adlı bilim dergisinde yayınlandı.

Araştırma ekibi, günde bir sosise eşdeğer miktarda işlenmiş et yiyenlerin pankreas kanseri olma riskinin, hiç yemeyenlere kıyasla yüzde 19 arttığını gördü.
Ortalama bir sosiste yaklaşık 50 gram işlenmiş et bulunuyor.
Uzmanlar, bunun iki katı miktarda işlenmiş et tüketenlerde pankreas kanseri riskinin de yüzde 38'e tırmandığını belirtiyor.
İşlenmiş et ürünlerine ilişkin bundan önce yapılan deneylerde bağırsak kanseri ile bağlantısı da görülmüştü.
Stokholm'deki Karolinska Enstitüsü'nde yapılan araştırma kapsamında 6 binin üzerinde kişinin yemek alışkanlıkları incelendi.
İsveçli ekip, pankreas kanserine yakalanma olasılığının et yiyenlerde dahi nispeten düşük düzeyde seyrettiğinin altını çiziyor.
Dünya Kanser Araştırmaları Vakfı, pankreas kanseri ile sigara ve aşırı kilo arasındaki bağın çok daha güçlü olduğunu söyledi.
Pankreas kanseri genellikle ileri safhalarda tanı konabilen bir kanser türü ve hastaların yüzde 80'i en fazla bir yıl yaşayabiliyor.
İngiliz doktorlar, tanı konduktan sonraki beş yıl içinde halen sağ olan pankreas kanseri vakalarının sadece yüzde 5'lik bir grubu oluşturduğunu söylüyor.
BBC

Karahindiba Çayı Kanseri Yendi
17 Şubat 2012
Kanadalı biliminsanları, karahindiba bitkinin çayı ile kronik miyelomonositik kan kanseri hastasını iyileştirmeyi başardılar.

Kanser hastaları için umut verici çalışma, Windsor Üniversitesi Onkoloji Servisi bilimadamları ve Windsor Bölgesel Kanser Merkezi ekiplerince ortaklaşa yürütülüyor.
Konuyla ilgili bilgi veren Dr. Caroline Hamm, karahindiba kökü ekstresinin eşsiz bir bitki olduğunu belirterek, bununla tedavisinden umut kesilerek evine gönderilen 72 yaşındaki bir hastanın iyileştiğini anlattı.

John DiCarlio isimli hastanın, 3 yıl süren yoğun lösemi tedavisinin ardından, yapılacak birşey kalmadığı için, kalan ömrünü ailesi ile birlikte geçirmesi için evine gönderildiğini belirten Dr. Caroline Hamm, “laboratuvarda hazırlanan karahindiba ekstresini, John;un evine götürüp çay olarak hazırladık. Kendisine de nasıl hazırlayacağını öğreterek, bittikçe yenilerini verdik. 4 ay sonra kanser değerlerinde iyileşme saptadık. Aradan geçen 3 yılın ardından John, tamamen iyileşti" dedi.

Karahindiba kökü çayının, herkeste aynı etkiyi göstermediğine dikkati çeken Dr. Hamm, her hastanın ihtiyacı olan dozun belirlenmesinin önemli olduğunu ve buna yoğunlaştıklarını ifade etti. Doktor tedavisi ve kontrolü altında olan, kemoterapi ya da düzenli ilaç kullanan kanser hastalarının, doktorlarına danışmadan bu çayı kullanmamalarını isteyen Dr. Caroline Hamm, bilim heyetinin Kanada Sağlık Bakanlığına ekstre ile ilgili yasal müracaatları yaptığını, bunun kabul edilmesi halinde klinik çalışmaların en az 21 hasta üzerinde başlayacağını söyledi. Caroline Hamm, 6 ila 8 ay sürecek olan birinci aşamanın ardından, karahindiba kökü çayının hangi kanser türlerine ne oranda iyi geldiğinin belirleneceğini anlattı.
TRT

Üzüm Çekirdeğinin Kemoterapi'ye Faydası...
21 Şubat 2012
Üzüm çekirdeğinin kemoterapinin yol açtığı tahribatı iyileştirdiği ortaya çıktı...

Çukurova Üniversitesi'nde yapılan bir çalışma, üzüm çekirdeğindeki mucizeyi ortaya çıkardı.

Kırmızı üzüm çekirdeği özü, kanser tedavisinde kullanılan ilaçların bağırsaklarda yol açtığı tahribatı iyileştirdi.
Çukurova Üniversitesi Tıbbi Bilimler Araştırma ve Uygulama Merkezi Sorumlusu Yrd. Doç. Kenan Dağlıoğlu üzüm çekirdeğiyle yapılan deneyle ilgili şu bilgileri verdi:

"60 tane sıçanla biz bu deneyi yaptık... Üzüm suyu ekstresi vermediğimiz hayvanlardaki bağırsak mukozasının tamamen hücrelerinin öldüğünü, beraberinde üzüm suyu ekstresini verdiğimiz de ise tamamen yenilendiğini gördük."

Uzmanlar, üzüm çekirdeği özünün ilaç olmadığı konusunda uyarıyor.

Çukurova Üniversitesi Pediatrik Onkoloji Bölüm Öğretim Üyesi Dr. Sema Yılmaz; "Bu bir ilaç değil ama alternatif tıp başlığı adı altında kanser ilaçlarının yan etkilerini yok etmek için, azaltmak için kullanılan bitkisel kökenli bir ajan diyebiliriz." açıklamasında bulundu.

Tamamen doğal olan ürün, çocuk hastalarda da kullanılıyor.
Firma Yetkilisi Hasan Tepgeç sattıkları ürünün tamamen doğal olduğunu vurgulayarak şöyle konuştu:
"Bunun içerisinde kesinlikle hiç bir kimyasal bir gıda katkısı yok. Tamamen bir bütün üzümün çekirdekleri kabuğu ve suyuyla beraber ezildikten sonra farklı bir fermente yoluyla elde edilmesi."

Bu çalışma, kemoterapinin yan etkilerinin en aza indirmesi açısından önem taşıyor.
TRT

Kanserli hücrelere saldıran aşı geliştirildi
8 NİSAN 2012
[img]http://wscdn.bbc.co.uk/worldservice/assets/images/2011/07/22/110722012322_sp_vacuna_304x171_spl.jpg [/img]
Sunday Telegraph'ın aktardığına göre kanser hastalarının sağlıklı hücrelerini tümörlü hücrelere saldıracak şekilde eğiten yeni bir aşı geliştirildiğini yazıyor.

Tel Aviv Üniversitesi'nden araştırmacılarla Vaxil Biotheraputics adlı ilaç şirketinin ortak çalışması, kanser türlerinin yüzde 90'ında bulunan MUC1 adı verilen molekülü hedef alıyor.

Buna göre hastanın kendi bağışıklık sistemi kanserli hücreyle savaşıyor.
Aşı, hastanın bağışıklık sistemini kanserli hücreye direnmek üzere tetikliyor.
Dolayısıyla kansere yakalanmadan önce değil ama kanserli hastalarda başarı elde edilebiliyor.

Araştırma sonuçlarının resmi olarak yayınlanması bekleniyor ancak yeni denemelerin de sonuç vermesi halinde aşının altı yıl içerisinde piyasaya sürülebileceği belirtiliyor.

Aşının meme ve prostat gibi en yaygın kanser türlerinde de etkili olacağı düşünülüyor.

Kanser araştırma dernekleri gelişmeyi memnuniyetle karşıladıklarını söylerken daha fazla deney yapılması gerektiğine dikkat çekiyor.
BBCT

Annesinin bulduğu çözüm kan değerlerine tavan yaptırdı
02.02.2015



Edirne’nin Keşan İlçesi’nde yaşayan 19 yaşındaki İsmet Polat Kaşıkçı’ya, yaklaşık 9 ay önce, baş ağrısı şikâyetiyle gittiği hastanede beyincik kanseri teşhisi konuldu. İsmet, beynindeki tümör nedeniyle haziran ayında Ankara Numune Hastanesi’nde bir ameliyat geçirdi. Ancak annesi Türkan Kürklüoğlu’nun iddiasına göre, ameliyattan sonra oğlunun durumu daha da kötüleşti. Yemek yiyemez, konuşamaz oldu. 2 ay radyoterapi, 3 ay da kemoterapi gören İsmet, annesinin çabaları sonucunda doktorları bile şaşırtarak kısmen yemeye ve hecelemeye başladı.

ANNE SÜTÜNÜ DENEDİ
Kemoterapinin sorunsuz devam etmesi içinse İsmet’in düşük olan kan değerlerinin yükselmesi gerekiyordu. Pek çok yol deneyen anne Kürklüoğlu’nun başvurduğu yöntemlerden biri de anne sütü oldu. “Doktorlarının söylediği bir şey değildi, deneyerek buldum. Oğlumun kan değerleri anne sütünü içtiği ilk günde 4 kat arttı” diyor Kürklüoğlu.

‘EVE GELİP SÜTÜNÜ SAĞANLAR OLDU’

Olay sosyal medyada duyulunca, çiçeği burnunda pek çok anne İsmet için seferber oldu, aileye Türkiye’nin her yerinden anne sütü yağmaya başladı. Kürklüoğlu, “Anneler sütlerini buzların içine yerleştirip evimize gönderdi. Hatta bazı anneler buraya gelerek evimizde sütünü sağdı. 2-3 aylık stokumuz oluştu. Oğluma içirebildiğim kadar anne sütü içiriyorum. Herkese minnettarım” diye anlatıyor yaşadıklarını.

BİR UMUT DAHA VAR

Kürklü
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Nis 15, 2012 11:56 pm    Mesaj konusu: KANSERİN ÖLÜMÜ Alıntıyla Cevap Gönder

KANSERİN ÖLÜMÜ

Arkadaşlar. Yeniköy Mimarlar Sitesinde komşum ve meslekdaşıma 30 yıl evvel doktorlar 6 ay ömrü kaldığını söylediler. Ailesini bu sonuca alıştırdı; evin tüm ihtiyaçlarını gördü, temin etti; kendini ölüme hazırladı. Buğday çimlenmesinin hastalığa iyi geldiğini bir yerde okumuş. Evin bir odasına toprak döşedi; orada buğday yetiştirdi; buğday çimini mikserde öğüterek her gün ve devamlı içti. 30 yıldır yaşıyor. Artık çime de gereksinimi kalmadı. Sağlıklı günler dileğiyle...
Yılmaz Ergüvenç

Kesinlikle zararı yok, sınırlı yararı olabileceği, destek amaçlı kullanılmalarında sakınca olmadığı kanaati bildirildi. Saygılarımla arz ederim. Dr.Vehbi Alpman.KANSERİN ÖLÜMÜ MUTLAKA OKUYUN!
ASRIMIZIN EN KÖTÜ HASTALIĞI İÇİN HER BİLGİNİN ÖNEMİNE İNANDIĞIMDAN ELİME GELEN BU MAİLİ HERKESE GÖNDERİYORUM.

Buğday çimi ekiniz ve yiyiniz, Buğday şırası yapınız ve içiniz.
Kanseri engelleyen besinlerin başında atalarımızın Orta Asya'da içtikleri Buğday şırası geliyor.
Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi Pakistan'daki Hunzakut Prensliği'nde kanserden ölüm yok. Ayrıca Hunzakutlular, acı badem ve kayısı çekirdeğini yiyorlar ve kansere yakalanmıyorlar. Türkiye'de acı badem ve kayısı tüketilen bölgelerde kanser vakalarının azlığı dikkat çekiyor.

Ödemiş'le Salihli arasında, binbir efsaneye konu olmuş Bozdağ'ın eteklerinde cennet gölcük kıyısında kanseri yenen, bu zaferi kazandıktan sonra mücadelesi herkese örnek olsun diyerek bir de kitap yazan Doktor İlhami Güneral ile sohbetimiz sürüyor.
Önemli olan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek çok da zor bir şey değildir.
Buğday müthiş bir kanser ilacıdır.
Buğday şırası kanseri önler ve bu önemli bir bitkisel tedavi aracıdır.
Buğday çimi, bol klorofil maddesi dışında 100 kadar vitamin, mineral ve besin maddesi içerir.
Taze olarak kullanılan Buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır.
Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri nötralize eden maddeler içermesidir.
Sıvı oksijenle dopdolu olan buğday çimi doğanın en güçlü anti kanseri olan 'laetril' içermektedir.
Izgara etler ve füme besinlerin kanserojen maddeler taşıdığı kanıtlanmıştır. (Japon Bilim Adamı Nagivara)
Japon Bilim Adamı Nagivara, taze buğday çiminde bu maddeyi etkisiz hale getiren enzimler ve amino asitler bulmuştur.
- Buğday çimini evde üretebilir miyiz?
- Evde de üretilebilir, küçük bir saksıda bile üretilebilir ve olduğu gibi yenebilir, evde üretemeyenlere tavsiyemiz ise buğday şırası üretmeleri....
- Buğday şırasını herkes üretebilir mi?
- Evet herkes üretebilir.
- İsterseniz tarif edeyim.
Bir bardak aşurelik buğday, önce tertemiz yıkanarak bir litrelik cam kavanoza konur.
Üzerine 3 bardak su klorlu olmamak şartıyla ilave edilir.
Kavanozun ağzı bir tülbentle kapatılarak serin bir yerde 24 saat bekletilir.
Bu ilk su kullanılmaz, dökülür.
Kavanoza yeniden 3 bardak su ilave edilir.
24 saat bekletildikten sonra oluşan yarı gazozlu su içilmek üzere bir kaba aktarılır.
Böylece bir bardak aşurelik buğdaydan kış aylarında günde 5 kez, yazın ise günde 3 kez şıra alınır.
Buğday şırasının lezzeti bazılarına itici gelebilir.
O takdirde her şıra bardağına bir C vitamini tableti eklenirse, nefis bir içecek ortaya çıkar.
- Az önce sözünü ettiğimiz 'laetril' buğday çiminden başka nelerde bulunur?
Çünkü anlaşılıyor ki, 'laetril' kanserin tedavisinde en etkin maddelerden biri...
Elmanın çekirdeğini de yiyin!
- Evet, Türkiye'de en kolay laetril'e ulaşabileceğimiz yer acı badem ve kayısı çekirdeğidir.
Ayrıca laetril elma çekirdeğinde de vardır. Elmanın çekirdeği yenilirse çok da iyi olur. Amerika'daki ilaç sanayinin maşaları bu 'laetril' adlı ilacı yasaklatmayı başarmışlardır ama Meksika'da satılan 'laetril' bu ülkeden alınıp kaçak olarak ABD'ye sokulmaktadır.
Laetril, vitamin ve minerallerle verildiğinde çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır.
'Kanserin Ölümü' adlı kitabında Manner, laetril ile yüzde 90 başarı kazandığını söylemişti.
- Acı badem ve kayısı çekirdeği de laetril içeriyor öyle mi?
- Evet öyle. Türkiye'de acı badem ve kayısı çekirdeğinin sıkça tüketildiği yerlerde resmi bir istatistik yok ama kanser vakalarının az olduğuna inanılıyor. Resmi istatistik yapılan bir ülke var...
Pakistan'a komşu küçük bir prenslik olan Hunzakut'ta şimdiye kadar hiç kanser olayına rastlanmadı.
Hanzakut'un özelliği temel besinleri kayısı ve kayısı çekirdeği...

- Dünyada bugün kullanılmakta olan kemoterapi ve radyoterapi bağışıklık sistemini bozduğunu iddia ediyorsunuz alternatif tedavilerin bir sıralamasını yapsak en öne hangisini koyarsınız?
- Önceliği bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilere veririm, daha sonra biyolojik tedaviler ve bitkisel tedaviler gelir.
Bağışıklık sistemi konusunda Alman doktor Issel'in tüm beden tedavisi bugün bu ülkedeki 60/70 klinikte başarı ile uygulanmaktadır.
Başarılı bir yöntem: Tüm beden tedavisi
- Tüm beden tedavisi nedir?
- Joseph Issel de bizim gibi kanseri lokal bir hastalık olarak değil, tüm vücudu ilgilendiren sistemik bir hastalık olarak ele alıyordu.
Ona göre vücutta sürekli olarak kanser hücreleri ürüyor fakat sağlıklı bir bağışıklık sistemi bu hücreleri hemen tahrip ediyordu.
Issel'in bir diğer tedavi yöntemide, ayda bir olmak üzere, özel olarak muamele görmüş bir kolibasil aşısı olan Pyrifer ile ateş şoku tedavisi idi.
Bu yöntemle hastadan bir miktar kan alınıyor, bunu ozon oksijen birleşim ile karıştırarak yeniden hastanın damarından enjekte ediyordu.
Binlerce kanser hastası bu yöntemle iyileşmişti.
Eski Sovyetler'de, şimdiki Rusya'da bu yöntem halen kullanılıyor.

Dr. Serap KIRMIZI
Uludag University
Faculty of Science and Arts
Department of Biology

Kanser tedavisinde köri kullanılacak
7 MAYIS 2012



Bilim adamları köride bulunan kimyasalları kanser tedavisinde kullanmayı umuyor.
Köride bulunan bir kimyasalın bağırsak kanseri tümörlerini ortadan kaldırmakta etkili olduğu iddia ediliyor.
Köri yapımında kullanılan hintsafranı adlı baharatta bulunan kurkumin adlı kimyasal daha önce de başka faydaları nedeniyle gündeme gelmişti.
İlgili Konular
Sağlık
Araştırmalar şimdiden kimyasalın laboratuvarda geliştirilmiş kanser hücrelerini ortadan kaldırabildiğini gösterdi.
Ayrıca kurkuminin bunama ve felç hastalarına da iyi geldiği biliniyor.
Şimdi, İngiltere'nin Leicester kentindeki hastanelerde kurkuminin kemoterapi ile birlikte yarattığı etkiler test ediliyor.
İngiltere'de her yıl 40 bin kişiye bağırsak kanseri teşhisi konuluyor.
Kanserin bağırsaktan vücudun öteki organlarına sıçraması durumunda hastalara üç farklı kemoterapi ilacı bir arada veriliyor, ancak vakaların yarısında ilaçlar etkili olmuyor.
Leicester Royal Infırmary ve Leicester General Hospital'da gerçekleştirilecek deneyde hastalara kemoterapi tedavisine başlamadan yedi gün önce kurkumin tabletleri verilecek ve kimyasalın hastalığın gelişimindeki etkisi ölçülecek.
'Tedavi etmesi zor'
Araştırmayı yürüten Prof William Steward, hayvanlarda yapılan testlerde kurkumin ile kemoterapinin bir arada uygulandığı deneklerin tedaviye çok daha olumlu yanıt verdiğini gördüklerini söyledi.
Steward ''Bağırsak kanseri vücuda bir kez yayıldımı tedavisi çok zor çünkü kemoterapinin yan etkileri hastaların uzun süre ilaçları almasına imkan vermiyor. Kurkumin'in kanser hücrelerinin kemoterapi ilaçlarına karşı olan hassasiyetini artırıyor oluşu önemli çünkü bu sayede daha düşük dozda kemoterapi ile hastaları daha uzun süre tedavi etmek mümkün olabilecek'' dedi.
Steward sözlerine ''Bu araştırma henüz başlangıç aşamasında ancak kanser tedavisinde bitkileri kullanmak çok umut vadeden bir tedavi. Bu sayede gelecekte etkili ilaçlar yaratmayı planlıyoruz'' diye devam etti.
Cancer Resarch UK'den Joanna Reynolds "Böyle bir klinik deneme yaparak kurkuminin faydaları hakkında daha fazla bilgi edinmiş olacağız. Ayrıca bu yeni tedavi yönteminin hastalarda yan etkilere neden olup olmadığını da görebileceğiz'' dedi.
BBCT

Nefesin Kanseri Yenmesi
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı

Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir.
1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini,
yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur.

Bu, o kadar önemli bir buluştur ki,
Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır.
Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır.

Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun,
oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?

Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır.
Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır.
Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.

Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon)
süreciyle metabolize olduğudur.

Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür.
Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:

Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.
Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir.
Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar.
Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa. ..

Proteinlerden şeker Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir.

Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan
değil de, proteinlerden) "glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir.
Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.
Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size?
Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak? Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi
mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.

Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez.
Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir.

Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir?
Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir.
Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır.
Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.

Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle
bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!! !!

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle
ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir.

Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran
hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır.
Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır.

İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar.
Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır.
Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır.
Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever.
Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir.
Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın.
Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz.
Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.

Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine
"Sağlığa zararlıdır.Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin
konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri
nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.

(Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).
Kaynak: International Wellness Directory

Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?
İngiltere'de 1815'de 5 kg cıvarında olan kişi başına
yıllık çay şekeri tüketimi 1970'de 50 kg 'ın üzerine çıkmıştır.
1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda
100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.

Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir.
Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır.
Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.

Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;

* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.

* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.

* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.

* Bol taze sebze ve meyve yiyin.

* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı)

* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.

* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.

* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin.Mümkünse manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.

* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.

* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.

* Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).

* Stresten uzak durun.

* İyi uyuyun.

* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.

* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.

* Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!

* Alkol kullanmayın.

* İşlenmiş soya ürünü yemeyin.

* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.

* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!

* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin.
Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.

* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.

Nar: Bu meyvenin kabuğu bile şifa yüklü
24 Şubat 2013

Meyve ve meyve suyu olarak tüketilen narın kabuğunun, meme kanseri başta olmak üzere hemen hemen tüm kanser türlerini önleyici ve iyileştirici faydaları olduğu bildirildi.

Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, narın insan sağlığına faydalarının saymakla bitmeyeceğini, bu nedenle de bol bol tüketilmesi gereken bir meyve olduğunu söyledi.

Tacıyla adeta meyvelerin kralı olan narın, her derde deva bir ilaç olduğunu ifade eden Uslu, ''Nar bağışıklık sistemini güçlendirerek, bizleri başta kanser olmak üzere pek çok hastalıktan da korumaktadır. İçerdiği flovanoidler, vitaminler, polifenoller, antosiyaninler, taninler vasıtasıyla kolesterol ve şekeri de dengeleyen özellikle hicaz narı, kalp ve damar sağlığımızı koruduğu gibi, kanser hücrelerinin de gelişmesini çok önemli oranda engellemektedir'' dedi.

Mucizevi bir şifa kaynağı olan narın kabuk, zar, çekirdek ve sudan oluştuğunu vurgulayan Uslu, şunları söyledi:

''Nar suyunun genel damar sağlığını, özellikle de kalbi koruduğu, damar tıkanıklıklarını geriletme ve tansiyon düşürücü etkileri herkes tarafından bilinmektedir. Halkımız narı, suyunu içerek tüketmektedir. Narın içindeki zarlar ile yendiğinde mide ülserini iyileştirdiği ise pek az kişi tarafından biliniyor. Yine son günlerde pek çok firmanın satışa sunduğu nar çekirdeği yağı, çok değerli punicic acid içermektedir. Nar çekirdeği yağı özellikle cildimizde kırışıklıkları ve yaşlanmayı gidermekte, saçlarımızda canlılık ve saç çıkarıcı etkileri nedeniyle ilaç endüstrisi tarafından önemli miktarda kullanılmaktadır.''

''Nar kabuğu, suyundan daha fazla değerlidir''

Nar kabuğunun ise Türk halkı tarafından hiç kullanılmadan çöpe atıldığına dikkati çeken Uslu, şöyle devam etti:

''Halbuki Çin'deki Instutute of hygiene and Environmental Medicine (Hijyen Enstitüsü ve Çevresel Tıp Bilimi) kuruluşunun yaptığı son araştırmalara göre, nar kabuğu, suyuna göre daha fazla oranda değerli bileşikler içermektedir. Yani nar suyu bir ilaç gibi sağlığımız için faydalıdır, ancak kabuğu suyundan daha fazla değerlidir. Nar kabuğu içinde bulunan ellagik asit, başta meme kanseri olmak üzere hemen hemen tüm kanser türlerini hem önleyici hem de iyileştirici faydalar sağlamaktadır. Nar kabuğundaki flavanoitler, fenolik bileşikler ve antioksantlar suyundan çok daha fazla miktardadır.''

Prof. Dr. Uslu, araştırmaların, nar kabuğunun kötü huylu kolesterolü azalttığı, beta hücrelerini artırarak diyabetli hastalara, kalp ve damar hastalarına suyuna göre çok daha önemli faydalar sağladığını gösterdiğini anlatarak, şunları kaydetti:

''Nar kabuğunda bulunan ellagik asit antioksidan, anti-mutajen ve anti-kanser özelliklere sahiptir. Çalışmalar meme, yemek borusu, cilt, bağırsak, prostat ve pankreas kanserlerinde anti-kanser özelliğini göstermiştir. Ellagik asit P53 geninin kanser hücrelerince yok edilmesini engellemektedir. Ellagik asit kansere neden olan moleküllere bağlanarak onları çok önemli bir oranda etkisizleştirmektedir. Bu yüzden özellikle kanserli hastaların kullanımı amacıyla ellagik asitli içecekler başta İsrail olmak üzere pek çok ülkede eczahanelerde satılmaktadır. Nar kabuğu narın en değerli yeri iken ülkemizde meyve suyu fabrikaları bu değerli maddeyi üstüne bir de para vererek çöpe atmaktadır.

Yine kanserli hastaları tedavi etmek için nar kabuğundan hazırlanmış ellegik asitli kapsüller 50 gramı 50 dolardan eczahanelerde satılmaktadır. Bir firma yüzde 95 saflıktaki nar kabuğundan ürettiği ellagik acitin 1 gramını 83 avrodan satmaktadır. Görüldüğü üzere nar kabuğu nar suyundan çok çok daha fazla değerlidir.

Kanserli hastaların ilk başta vücutlarının pH'sını 7.4'ün üzerine çıkarmaları gerekmektedir. Bunun için gerekli çabayı göstermeleri gerekmektedir. O halde hem kansere yakalanmamak için hem de kansere çözüm amacıyla artık hiçbir işe yaramayan siyah çay, asitli içecekler yerine yeşil çay, ada çayı, zeytin yaprağı çayı gibi bitki çayları ve özellikle de nar kabuğu çayını tüketelim.''

''Sıkılan narın kabukları asla atılmamalı''

Ellagik asit sayesinde nar kabuğunun, kanser hastalığına karşı çok önemli koruyucu, hatta kanseri tedavi edici özellikleri olduğu vurgulayan Uslu, ''Bununla ilgili literatürde çok fazla makale yayınlanmıştır. Tüm bu etkileri nedeniyle özellikle meyve suyu fabrikalarından atılan tüm nar kabuklarının kurutularak özellikle büyükbaş hayvanların gıdalarına karıştırılması durumunda bu hayvanların da daha az hastalığa yakalanması ve sağlıklı olmaları sağlanacaktır. Böylece büyükbaş hayvanlara gereksiz yere antibiyotikler verilmeyeceğinden, bu hayvanların sütünü ve etini kullanan bizlerin de bu antibiyotiklerden etkilenmemizin önüne geçilmiş olacaktır'' dedi.

Prof. Dr. Uslu, evde sıkılan narın kabuklarının asla atılmaması gerektiğini de belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Gölgede veya 40-50 dereceyi geçmeyecek ortamlarda kurutarak, ufaladığımız nar kabuklarını serin bir yerde saklayalım. Daha sonra 100 gram kaynamış suya, 2 gram nar kabuğu atarak, yaklaşık 10 dakika kaynatıp suyunu hemen her gün çay olarak tüketelim. Böylece başta kanser, kalp ve şeker hastalıkları olmak üzere pek çok hastalıktan kendimizi korumuş olacağız. Hatta çay içmekten üşenirsek, kurutulmuş ve parçalanmış nar kabuklarını, kahve çekme makinelerinde toz haline getirip, bir çay ya da kahve kaşığı tozu salata, peynir gibi gıdalarla direk olarak ta tüketebiliriz. Özellikle şeker hastaları beta hücrelerini artıracak bu tozu tüketmeye özel çaba göstermelidir. Genelde tüm meyvelerde olduğu gibi narın da en değerli yeri kabuğudur. Bir ilaç gibi içtiğimiz nar suyundan arta kalan kabukları da asla atmayalım ve başta kanser, şeker ve kalp olmak üzere hemen hemen tüm hastalıklardan korunalım.''
haber10

Körler neden kanser olmaz?

Tevfik Dorak, İngiltere'nin Newcastle Üniversitesi'nde kanser araştırmaları yapan bir Türk doktor. Dorak'ın dünya tıp literatürüne geçmiş çarpıcı bulguları var. Bunlardan biri, karanlıkla-kanser arasındaki ilişki...
.

Dorak, vücudun hücre yenileyici ve bağışıklık sistemi düzenleyici melatonin hormonunu gece karanlıkta salgıladığını hatırlayıp uyarıyor: "Karanlıkta uzun ve düzenli uyku bu salgıyı ve kansere bağışıklığı artırıyor. Körlerde kanser riski bu yüzden az"
.
Çocukken çoğumuz anneannelerimiz ya da annelerimizin söylediği "uyusun da büyüsün ninniiiii" ezgileriyle 'büyüdük'. Hep söylenir, "Vücut uykuda dinlenir, yenilenir" diye.
.

Gece 23.00 ila 03.00 arasında salgılanan ve vücudun savunma mekanizmasını güçlendirip, yaşlanmayı geciktiren bir hormon var: Melatonin. Ve sadece gece ve sadece teknolojinin bütün fişleri çekilince devreye giriyor.
.

Yani siz, ışığı söndürüp, TV'nizi kapamış olsanız da yetmiyor, fişlerini çıkarıp, mümkünse yattığınız odanın şalterini indirmeniz gerekiyor.
.

Tabii çocuklarınızın odasına da aynı şeyi yapmalısınız. Önemli araştırmalara imza atan Doktor Tevfik Dorak bu önemli hormonla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

.

Melatonin hormonu kansere karşı koruyucu mu?
Melatonin beyinde yalnızca geceleri ve karanlıkta salgılanan bir hormon. Vücudun ayarı ile ilgili iş yapıyor. Yapılan çalışmalar melatoninin gerçekten kanseri önleyici etkileri ve hücresel hasarın onarımında çok önemli rolü olduğunu, ayrıca bağışıklık sistemini destekleyici etkileri de olduğunu gösteriyor. Melatonin hormonu çocuklar üzerinde de etkili.
.

ABD ve Avrupa'da lösemili ve kanserli çocuk sayılarının artmasından sonra yapılan araştırmalar sonucunda ailelerden çocuklarını kesinlikle karanlık ortamlarda yatırmaları isteniyor.
.

Çünkü melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Ancak bu hormon ışığa duyarlı. Yapılan deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı, karanlıkta yoğun olarak salgılandığı tespit edilmiştir.
.
Yapılan hayvan deneyleri de melatoninin kanser ile direkt ilişkisi olduğunu gösteriyor. Ayrıca körlerin daha az kansere yakalanması da bunun bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.
.

Yanı sıra düzenli olarak gece çalışan hemşirelerde meme kanserinin arttığı tespit ediliyor. Melatonin meme tümörlerinin büyümesini de azaltıyor, kalp ve damar hastalıklarını yavaşlatıyor, üreme fonksiyonunu artırıyor. Depresyonlu kişilerde bu hormon düşük.
.

Vücudun savunma mekanizmasını nasıl güçlendirebiliriz?
Vücudumuzun yeteri kadar kendini koruma mekanizması var. Önemli olan bu mekanizmaların çalışmasına engel olmadan bu mekanizmaları destekleyici davranış biçimlerini geliştirmek.
.

Örneğin düzenli olarak geceleri vakitli yatıp uyumamız vücudun kendini onarması için yapabileceğimiz en güzel hareket.
.

Akşamları çok geç kalmadan tam karanlıkta yatıp uyursak vücudumuza en yararlı işlemi yapmış oluruz.
.

Eskilerin dediği gibi erken yatıp erken kalkmak dışarıdan melatonin almaya veya antioksidan almaya gerek bırakmayacak bir durum.
.

Dr. Tevfik Dorak melatonin salgısını azaltacak davranışlardan (ışık açık yatmak, televizyon karşısında uyumamak gibi) kaçınmanın, akla gelen bazı basit tedbirlerden olduğunu belirtiyor.
.

Dorak: "Geceleri uyurken hiçbir şekilde yattığınız odada ışık bulunmaması gerekir."
.
Melatonin ilaç olarak alınırsa kanserden korur mu?
Melatonin özellikle Amerika'da ilaç olarak bulunan ve de en çok 'jetlag' için kullanılan bir madde. Bilinçsiz ve düzensiz kullanımı hiçbir şekilde tavsiye edilmiyor.
.

Nedeni sadece geceleri yükselen bir hormon olması nedeniyle yüksek olmaması gereken gündüz saatlerinde kan düzeylerini yükseltecek şekilde ilaç alımının yarar yerine zarar vermesi.
.
Hangi gıdalarda melatonin var?

Vişne, lahana, badem, fındık türü besinler melatoninden zengin. Ayrıca papatya çayı ve John's Wort gibi bitkisel ürünler de öyle. Gıdaların akşam saatlerinde alınması daha uygun.
.
Deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı, karanlıkta yoğun olarak salgılandığı tesbit edilmiş. Bu bilimsel bir gerçek! Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın...
Unutmayın körlerde kanser olma oranı sıfıra yakındır.

KAYNAK http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/korler_neden_kanser_olmaz/28082

Tayyip Erdoğan'ın Kanser Tuzakları
Arslan Bulut
21.05.2013



Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi öncesinde Türkiye’de bir terör saldırısı oluyor ve Türkler ölüyor.. Bu konuda kimsenin bir itirazı yok!

Yine Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi öncesinde, Cargill firmasının yapay tatlandırıcı üretme kotası artırılıyor!

Yapay tatlandırıcılar Avrupa Birliği ülkelerinde yasak. Çünkü bu tatlandırıcıların kanser ve şeker hastalığına yol açtığı kesin. Yani yapay tatlandırıcılar da öldürücü!

Kısacası Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi Türkler için kısa veya orta vadede ölüm demek!

***

MHP İstanbul milletvekili Atila Kaya, Tayyip Erdoğan’ın cevaplandırması talebiyle TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi ve Bakanlar Kurulu’nun nişasta kökenli şekerler için belirlenen kotayı yüzde 38 oranında artırmasının sebebini şöyle sorguladı:

* Bakanlar Kurulu tarafından yapılan bu kota artırımının, ABD ziyaretinizin öncesine denk gelmesi, Cargill firmasına, dolayısıyla ABD’ye yapılan bir jest anlamına mı gelmektedir?

* Hükümetinizin şeker fabrikalarıyla ilgili özelleştirme çalışması bulunmakta mıdır?

* Yapay tatlandırıcılarla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları ortadayken kullanımı artıracak kota artırımını nasıl açıklıyorsunuz?

* Türkiye’de ne kadar nişasta kökenli şeker tüketilmektedir? Bu tüketimin ne kadarı ABD menşeli Cargill firması tarafından karşılanmaktadır?

* Yapılan bu kota artırımları, zaten zor durumda olan şeker üreticisi çiftçinin durumunu daha da kötü hale getirmeyecek midir?

* Yapay tatlandırıcılarla ilgili kotayı devamlı artırırken, binlerce insanımızın geçim kaynağı olan şeker pancarı üretim kotasını neden düşürüyorsunuz?

***

ABD Başkanı George W. Bush, 2006 yılında Tayyip Erdoğan’a mektup göndererek Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olan mısır şurubu (fruktoz) kotasının artırılmasını istemişti.

Erdoğan da hemen kotayı yüzde 15’e yükselten bir tasarı hazırlatarak ABD gezisi öncesinde Bakanlar Kurulu’nun imzasına açmıştı.

Mısır şurubunu, Bursa’daki Amerikan firması Cargill üretiyordu. Ülker ile ortak tesisler de kurmuştu.

Cargill, Türkiye’nin, Orhangazi Tesisi’nin kurulu bulunduğu tarım arazisinin “Özel Endüstri Bölgesi”olması için başvuru yapmıştı.

Söz konusu arazi, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 Temmuz 2005 tarihinde Özel Endüstri Bölgesi ilan edildi.

Kararın iptali için Bursa Barosu öncülüğünde Bursa Meslek Odaları tarafından Danıştay’da dava açıldı.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen ABD siyasetinde etkili Cargill firmasının Bursa Orhangazi’de, birinci sınıf tarım arazisinde fabrika yapabilmesi için Toprak Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Bu tartışmalar sürerken, Danıştay saldırısı oldu..

Sonuçta Danıştay kadrosu da tamamen değiştirildi ve yeni başkan artık bu tür yasalara engel çıkarmayacaklarını açıkladı

Son olarak kota yüzde 38 oranında artırıldı.

Halbuki Tayyip Bey de bağırsaklarından rahatsızlanıp hastalığa yakalanmıştır ve tedavisi sürmektedir.

Acaba Emine Hanım’ın mutfağında yapay tatlandırıcı ile üretilmiş şeker kullanılmakta mıdır? Bunu bilmiyorum ama Tayyip Bey, Türk halkına kanser tuzakları kurmaktadır!

***

Yapay tatlandırıcılar konusunda, Türk halkını 10 yıl süreyle uyardım…

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol da tıbbi uyarılar yapıyordu.

Demirkol, gofretten dondurmaya, bisküviden meşrubata kadar hemen her üründe nişasta bazlı şekerin kullanıldığını anlatıyor ve “Bu ürün, kemik erimesine, kansızlığa, gut hastalığına, karın tipi şişmanlığa, karaciğer yağlanmasına, kanserlere sebep oluyor. Kanserlerde yüzde 40 artışa yol açıyor” diyordu…
Kaynak: Yeniçağ Gazetesi

Mısır şurubu neden zararlı?
10 Mayıs 2011

Bu sefer tatlı yiyip tatlı konuşamayacağız çünkü konumuz mısır şurubu, iddialar ise ürkütücü.

Neredeyse yediğimiz her tatlı gıdanın üretiminde kullanılan mısır şurubu, vücudumuzu yağ üreten bir makineye dönüştürüyor.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) gibi, nişasta bazlı sıvı şekerler yani bilinen adıyla “Mısır Şurubu” da gündemimize bomba gibi düştü. Zararlı olup olmadığı hararetle tartışılan mısır şurubuyla ilgili bilmediklerimizi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk; korkmamız gerekenin mısır şurubunun yanı sıra, aslında “ŞEKER” olduğunu öğrendik.

Daha tatlı daha ucuz

Mısır şurubu, mısır nişastasının işlemden geçirilmesi ile elde ediliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz fruktoza dönüştürülüyor. Mısır şurubu, yüzde 80 oranında fruktoz, yüzde 20 oranında glikozdan oluşuyor. Fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı olduğu için daha az kullanılması yeterli oluyor ve dolayısıyla üretimde maliyeti düşürüyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın, günümüz piyasa koşullarında maliyeti bu kadar düşüren bir seçenek varken, firmaların normal şeker kullanmalarının iflas etmekle aynı anlama geldiğini ifade ediyor.

Bunu biliyor muydunuz?

Mısır şurubunda yüzde 80 oranında bulunan fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı… Bu nedenle geçmiş yıllarda daha az kalori ile daha fazla tat sağlandığı ve böylece alınan kalorinin azaltıldığı düşünülüyordu. Hatta bir dönem uzmanlar tarafından diyabet ve şişmanlık tedavisinde kullanılıyordu. Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu yöntemin bazı hekimler tarafından hala kullanıldığının da altını çiziyor.

Hızla yağa dönüşüyor

Mısır şurubunu diğer şekerlerden daha korkunç hale getiren ise içindeki fruktozun yüzde 80 gibi yüksek bir orana sahip olması. İnce bağırsaktan emilerek karaciğere gelen fruktoz metabolize edilmek için insüline gerek duymuyor. İlk bakışta sanki bu bir avantajmış gibi görünüyor. Fakat değişik metabolik süreçler için vücut çok az fruktoz kullanabiliyor. Geri kalan tüm fruktoz ise trigliseridlere, yani kan yağlarına dönüşüyor. Tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşen de fruktoz. Fazla fruktoz tüketiminin hayvanlar üzerindeki araştırmalarda diyabet, hipertrigliseridemi, koroner kalp hastalığı, karaciğer yağlanması, hipertansiyon ve kansere yol açtığına dair sonuçlar bulunuyor.

Zararlı olmadığı ispatlanmadı

Prof. Dr. Ahmet Aydın, ürün paketlerinde mısır şurubunun yanı sıra, “nişasta bazlı sıvı şeker” ya da “NBŞŞ” tanımlarının yer alabildiğini belirtiyor. Prof. Dr. Aydın’ın “Hangi ürünlerden uzak durmalıyız?” sorusuna verdiği yanıt ise ürkütücü: “Paketlenmiş tüm şekerli hazır gıdalar, meyve suları ve pastane ürünleri…” Yani sanılanın aksine sadece market raflarında değil, pastane vitrinlerindeki göz alıcı tatların da mimarı artık mısır şurubu. GDO’lu mısır ithalatının serbest olduğu ülkemizde mısır şurubunun hangi tür mısırdan elde edildiğini bilmek ise tüketiciler için imkansız. Bu da mısır şurubu ile ilgili soru işaretlerini artıran bir faktör. Ulusal Beslenme Platformu ise geçen ay bir bildiri yayınlayarak “Mısır şurubunun kanser, obezite, diyabet, insülin direnci ve karaciğerde yağlanma gibi hastalıklara neden olduğunun bilimsel olarak ispatlanmadığını” açıkladı. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konuyla ilgili yorumu ise şöyle: “Bir ürünün sağlığa zararlı olup olmadığını bilimsel olarak ispatlamak için birkaç aylık çalışma yeterli değildir. Gerekirse 20 yıl denemek gerekir. Mısır şurubunun zararlı olduğu kanıtlanmadı diyenlere soruyu tersten sormak gerekiyor. Peki zararlı olmadığı kanıtlandı mı?”

En tehlikelisi, tatlandırıcılar

Son yıllarda tatlı ve pasta sektöründe aşırı derecede tatlandırıcı kullanıldığını belirten Prof. Dr. Ahmet Aydın, Türkiye’de aspartamın sağlık sektöründen çok gıda sektöründe kullanıldığını anlatıyor. Çünkü tatlandırıcılar şekerden yüzlerce kat daha tatlı. Örneğin aspartam şekerden 200 kat, asesülfam K 200 kat, sakarin 300 kat, sükraloz 600 kat daha tatlı. Türk Gıda Kodeksi hangi üründe ne kadar yapay tatlandırıcı kullanılacağını belirlemiş olsa da, bazı firmaların bu rakamlara uymadığı yönünde şüpheler var. Diyet ürünlerin neredeyse hiçbirinde, kullanılan tatlandırıcı oranı yazmıyor. Aspartamın içinde yüzde 40 oranında sinirsel bir uyarıcı olan aspartik asit, yüzde 50 oranında fazla alındığında beyin için zararlı fenilalanin ve yüzde 10 oranında metil alkol (ispirto) bulunuyor. İspirto, birçok zararlı etkilerinin yanı sıra kanserojen “formaldehit”e dönüşüyor.

“Aspartam şişmanlatıyor”

Prof. Dr. Ahmet Aydın, aspartamın şişmanlığa çare olmadığını şöyle açıklıyor: “Aspartamın içindeki aspartik asit ve fenilalanin isimli iki amino asit, insülin salgısını artırıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. Ayrıca yüksek miktarda fenilalanin, serotonin gibi sinir ileticilerini azaltıyor. Serotonin azlığı depresyona yol açıyor ve iştahı da açıyor.”

Diğer şekerler günahsız mı?

Prof. Dr. Ahmet Aydın bu soruya, “Mısır şurubu en zararlı şekerlerden biridir ancak diğer şekerler de masum değil” şeklinde yanıt veriyor. İnsanın dışarıdan şeker almadan yaşayabileceğini, bu şekerlere ihtiyacı olmadığını belirten Prof. Dr. Aydın, buna örnek olarak da sadece balık ile beslenen Eskimoları gösteriyor. Şekerle ilgili ilk belgeler M.Ö. 510 yılına dayanıyor, rafineri şeker üretiminin hızlanması ise 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile başlıyor. Bu tarihlerden itibaren insanoğlu Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın tabiri ile yasal bir uyuşturucu olan şekere bağımlı hale geliyor. Rakamlar ortada! ABD’de 1973-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg. daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg. daha fazla unlu mamul tüketmişler. ABD’de son 35 yılda fruktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200 gr.’dan 34 kg.’a yükselmiş. Üstelik bu rakamlara sahip ABD’de mısır şurubu üretim kotası yüzde 2’lerde iken, ülkemizde yüzde 15’e çıkarıldı.

Şeker-kanser ilişkisi

Prof. Dr. Ahmet Aydın, her türlü şeker kullanımının insan sağlığına nasıl zarar verdiğini şöyle anlatıyor: “Beyaz un ve rafine şeker bağırsaktan hızla emilerek kana geçiyor. Artan kan şekerini düzenlemek için hızla insülin salgılanıyor. Buna bağlı olarak kan şekeri hızla düşüyor. Fakat insülin bu hıza ayak uyduramıyor ve kanda normalden daha uzun süre yüksek kalıyor. Fazla miktardaki insülin ise birçok doku için zararlı etkilere sahip. Bu nedenle önce karaciğer, daha sonra da kas hücreleri insülin reseptörlerini kapatıyor. Başlangıçta yağ dokusunda direnç olmuyor ve fazla şekerin tamamı yağ olarak depolanıyor. Yani insülin beyaz unu ve diğer hızlı emilen şekerli yiyecekleri hızla yağa çeviren bir makine gibi! Üstelik yüksek insülinin tek kabahati bu değil! Sadece yağ depolamakla kalmıyor, bu yağın daha sonra enerji olarak kullanılmasına da izin vermiyor. İki yemek arasında enerji kazanabilmek için yağ yakmamız gerekiyor. Ancak bu sistemde yağ kullanamayan vücutta kan şekeri düşüyor ve bu sefer yorgunluk, huzursuzluk ve baş ağrısı başlıyor. Kişi, tıpkı bir morfinman gibi ancak şekerli bir şeyler yiyip içtikten sonra kendine geliyor.”

Her esmer şeker doğal değil

Şekerin doğal hali diye düşünerek tükettiğimiz esmer şekerler konusunda da dikkatli olmak gerekiyor. Kahverengi toz şeker, şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen rafine toz şekerin beyazlatılmamış hali. Ancak bazı hilelerle, rafine edilmiş beyaz toz şeker karamela ile renklendirilerek kahverengi şeker haline getirilebiliyor. Kahverengi kesme şeker ise rafine toz şekerin beyazlatılmamış, ancak kimyasal yapıştırıcılarla şekillendirilmiş hali. Doğal şeker tüketmek için beyaz şekerden daha zararlı bir ürüne, üstelik de daha fazla para ödüyor olabilirsiniz. Prof. Aydın, mutlaka şeker tüketmek isteyenlere halis bal ve köy pekmezi kullanmalarını, kuru ve yaş meyve tüketmelerini öneriyor. Şu sözleri ise çarpıcı: “Raf ömrü uzun olan ü rünleri tüketmek sizin ömrünüzü kısaltır.”

“Şeker, kanser dokusunu besliyor”

Kanser ve şeker arasındaki ilişkiyi ilk kez Alman tıp adamı Otto Warburg ortaya koydu. 1931 ve 1944 yıllarında iki kez Nobel’i alan Warburg’un çalışmaları, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu gösteriyor. Buna göre kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanıyor. Ancak şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülizme yol açıyor. Hiperinsülizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırıyor. Serbest IGF bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden oluyor.

Şeker sözlüğü
Tek şekerler Fruktoz: Meyve veya bal şekeri
Glikoz: Üzüm şekeri
Galaktoz: Süt şekeri
Çift şekerler
Sükroz: Çay şekeri (glikoz+fruktoz)
Laktoz: Süt şekeri (glikoz+galaktoz)
Çoklu şekerler
Nişasta: Glikoz moleküllerinden oluşan bileşik bir şeker

Yaprak Çetinkaya

Formsante Dergisi Nisan 2011 Sayısı

'Ağız çalkalama sularının aşırı kullanımı kanser riskini artırıyor'
5 NİSAN 2014



Avrupa genelinde yapılan bir araştırma, günde üç kezden fazla ağız çalkalama suyu kullanmanın kanser riskini artırdığına işaret ediyor.
Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu'nun çalışması, ağız sağlığına özen gösterilmemesinin ve düzenli olarak diş kontrolleri yapılmamasının da kanseri riskini artırabileceğini gösteriyor.

Sigara kullanımı, aşırı alkol tüketimi ve "düşük sosyo-ekonomik statü" ağız ve gırtlak kanserinde yerleşik risk göstergesi olarak kabul ediliyor.
Araştırma kapsamında, 1962 kanser hastasının verileri incelendi ve dokuz Avrupa ülkesinde 1,993 kişinin durumları kıyaslandı.
Almanya'nın Bremen kentindeki Leibniz Önleme Araştırmaları ve Epidemiyoloji Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen araştırmaya Glasgow Üniversitesi Diş Fakültesi de destek verdi.
'Hiç diş kalmasa bile'
Enstitünün Başkan Yardımcısı Prof. Wolfgang Ahrens, bulguların "gerçekten önemli" olduğunu söyledi, "Şimdiye kadar bu risk faktörlerinin ağız ve gırtlak kanserinde bilinen risklerden - sigara, alkol ve düşük sosyal statü- bağımsız olup olmadığını bilmiyorduk." dedi.
Prof Ahrens, sonuçların önemli "ince farklılıklar" içerdiğini ve risk faktörlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu söyledi.
Protez kullananlar ve sürekli diş eti kanaması olanlar ağız sağlığı iyi olmayan kişiler arasında yer alıyor.
Glasgow Üniversitesi'nden Dr. David Conway, "Protez kullanan ve ağzında hiç kendi dişi olmayan kişiler, artık diş doktoruna gitmeleri gerekmediğini düşünmemeliler" dedi.
BBCT

Annesinin bulduğu çözüm kan değerlerine tavan yaptırdı
02.02.2015



Edirne’nin Keşan İlçesi’nde yaşayan 19 yaşındaki İsmet Polat Kaşıkçı’ya, yaklaşık 9 ay önce, baş ağrısı şikâyetiyle gittiği hastanede beyincik kanseri teşhisi konuldu. İsmet, beynindeki tümör nedeniyle haziran ayında Ankara Numune Hastanesi’nde bir ameliyat geçirdi. Ancak annesi Türkan Kürklüoğlu’nun iddiasına göre, ameliyattan sonra oğlunun durumu daha da kötüleşti. Yemek yiyemez, konuşamaz oldu. 2 ay radyoterapi, 3 ay da kemoterapi gören İsmet, annesinin çabaları sonucunda doktorları bile şaşırtarak kısmen yemeye ve hecelemeye başladı.

ANNE SÜTÜNÜ DENEDİ
Kemoterapinin sorunsuz devam etmesi içinse İsmet’in düşük olan kan değerlerinin yükselmesi gerekiyordu. Pek çok yol deneyen anne Kürklüoğlu’nun başvurduğu yöntemlerden biri de anne sütü oldu. “Doktorlarının söylediği bir şey değildi, deneyerek buldum. Oğlumun kan değerleri anne sütünü içtiği ilk günde 4 kat arttı” diyor Kürklüoğlu.

‘EVE GELİP SÜTÜNÜ SAĞANLAR OLDU’

Olay sosyal medyada duyulunca, çiçeği burnunda pek çok anne İsmet için seferber oldu, aileye Türkiye’nin her yerinden anne sütü yağmaya başladı. Kürklüoğlu, “Anneler sütlerini buzların içine yerleştirip evimize gönderdi. Hatta bazı anneler buraya gelerek evimizde sütünü sağdı. 2-3 aylık stokumuz oluştu. Oğluma içirebildiğim kadar anne sütü içiriyorum. Herkese minnettarım” diye anlatıyor yaşadıklarını.

BİR UMUT DAHA VAR

Kürklüoğlu, ayrı olduğu eşinin oğlunun ameliyatı sırasında bir kez hastaneye geldiğini, sonrasında arayıp sormadığını ifade ediyor. Anne-oğul şimdi tedavi için yeni bir umudun hayaliyle yaşıyor. “Sağlık Bakanı Müezzinoğlu bizi ziyarete gelecekmiş. Oğlumun ‘Gamma Knife’ adlı bir cihazla tedavisi gündemde. Böylece kemoterapiye girmek zorunda kalmayacak” diyor anne Kürklüoğlu.

Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Başkanı Prof. Şuayip Yalçın, anne sütünün kan değerlerini yükselttiğine dair bilimsel bir kanıt olmadığını söyledi. Yalçın, “Sadece ‘Acaba?’ dedirten bazı çalışmalar var, ama tedavi edici olduğuna dair klinik bulgu yok. Doktorlar da önermiyor zaten” dedi. Prof. Gökhan Demir ise “Anne sütüyle ilgili böyle bir spekülasyon var son dönemde, pek çok hastamızdan duyuyoruz. Ama bilimsel bir veri yok” diye konuştu.
Milliyet

Kanserin büyük düşmanı karalahana
06/03/2015



Karadeniz'e özgü sebzelerden karalahana son yılların en dikkati çeken sebzelerinden. Bilim adamları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre kansere iyi geliyor, daha doğrusu dışardan aldığımız kanserojen toksinlerin vücuttan atılmasını sağlıyor.

Karalahana son yılların en dikkati çeken sebzelerinden. Bilim adamları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre kansere iyi geliyor, daha doğrusu dışardan aldığımız kanserojen toksinlerin vücuttan atılmasını sağlıyor.

Karalahana içerdiği beta-karoten, C ve E vitaminleri sayesinde kuvvetli bir antioksidan ve vitamin deposu. Bu birliktelik sayesinde hücresel hasarın önüne geçiyor. Yaşlanmayı geciktiriyor, bağırsakları çalıştırıyor, kabızlığı engelliyor, kalp ve kanser hastalıklarına karşı koruduğu söyleniyor.

Geçmişi 2000 yıl öncesine dek uzansa da Karadeniz’e özgü bir sebze olarak kabul ettiğimiz için onu zaten diğer lahana çeşitlerinden ayrı bir yere koyarız.
Ancak bir çok sebze gibi karalahananın da yararlarından faydalanabilmek için çok pişirilmemesi gerekiyor. Bizde genellikle önce haşlanır, suyu süzülür sonra da uzun uzun pişirilir. Oysa vitamin değerlerinin ve antioksidan özelliğinin kaybolmaması için ya suda bir kaç dakika haşlanması ya da sadece beş-on dakika kadar kavrulması gerekiyor.
Radikal

Ağız içi yaraları, kanser başlangıcı olabilir
13.01.2007
Ağız içinde oluşan, bazen tekrarlayıcı olan yaraların, basit bir vitamin eksikliğinden kaynaklanabileceği gibi kanser, behçet ve frengi gibi ciddi hastalıkların da başlangıcı olabileceği bildirildi.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Soner Uzun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yemek yemeyi, konuşmayı, hatta genel vücut sağlığını etkileyebilen ağız içi yaraların, her yaşta görülmekle birlikte erkeklere oranla kadınlarda daha sık rastlandığını belirtti.
Ağız yaralarının, genellikle bir bölgede, bazı durumlarda birkaç farklı noktada oluşabildiğini, bazen 3-5 günde geçip birkaç ay sonra yeniden tekrarlayabildiğini ifade eden Uzun, şunları kaydetti: ''Halk arasında (aft) diye adlandırılan bu yaralar mutlaka dikkate alınmalı. Ağız içi travmalar, özellikle diş darbeleri, aft oluşumunu başlatan en önemli nedenlerdir.
Tuzlu gıdalar, asitli içecekler, sigara, baharatlı yiyecekler afta neden olabilir. İçi sıvı dolu, ağrılı kabarcıklar halinde, ağız içi ve dışında, hatta yüzün başka bölgelerinde de görülebilir.'' Uzun, dudağın iç kısımları, damak, dil, yanak içleri ve diş etleri gibi yumuşak dokulara yerleşmeyi seven küçük yaraların, basit bir vitamin eksikliğinden kaynaklanabileceği gibi kanser, behçet ve frengi gibi ciddi hastalıkların da başlangıcı olabileceğine dikkati çekti.
-HER 5 KİŞİDEN BİRİNDE-
Her 5 kişiden birinde görülebilir aftın yüzde 60'ında hastalık teşhisi saplanamadığını belirten Uzun, şunları kaydetti: ''Ağız içi yaralarının en sık nedenlerinden biri de behçet hastalığıdır. Bu hastalık, dünyada en fazla Akdeniz ülkelerinde ve bunlar arasında da Türkiye'de görülüyor. Üniversite hastanesinde günde 2-3 behçet hastalığıyla karşılaşıyoruz. Behçet hastalığının en önemli belirtisi ağız içindeki yaralardır. Bu hastalığın diğer bulguları ise genital bölgede, benzer tekrarlayıcı yaraların olmasıdır.
Gözde yanma, batma, bulanık görme gibi belirtiler de olur. Bu hastalık tuttuğu organı tahrip eder, körlüğe kadar varan olumsuz sonuçları vardır.'' Behçet hastalığında hasar oluşmadan önlem alınması gerektiğini, erken teşhisin hayati önem taşıdığını belirten Uzun, ''Ağızdaki yaralar geçmiyorsa kanser olasılığı daha yüksektir. Ancak, bazı ağız yaraları frengi gibi cinsel yolla bulaşan hastalıkların da habercisi olabilir. Ancak, bu durumda genital bölgede de yaralara sık rastlanır'' dedi netgazete

Nefesten Kanser Tespit Cihazı
Cihazla %70 oranının üzerinde akciğer kanseri doğru teşhis edildi.
14.07.2007
ABD'nin Ohio eyaleti Cleveland Clinic hastanesinin geliştirdiği cihazla kanser olasılığı taşıyan kişilerin nefeslerinden alınan örnekle yüzde 70 oranının üzerinde akciğer kanseri doğru teşhis edildi.
Cleveland Clinic'den Dr. Peter J. Mazzone'nun ekibi, 36 kimyasal alıcı nokta yerleştirdikleri küçük bir cihazla hastadan nefes örneği sayesinde sonuç aldı.

Reuters ajansının "Thorax" tıp dergisinden aktardığına göre, akciğerde önemli boyutta kanserli hücre gelişmiş 49 hasta ile daha hafif değişik ölçülerde 73 hasta ve hastalığa yakalanmamış 21 kişi deneye tabi tutuldu.

Yüzde 73 oranında doğru kanser teşhisi sağlanırken, geliştirilen nefes aleti yüzde 28 oranında habis hücre taşımayan sağlam akciğerlerde yanlış kanser tanısı verdi.
TRT

KADINLARA GREYFURT ŞOKU
Kadınlar tarafından sıklıkla yenen greyfurtun meme kanseri riskini yüze 30 artırdığını gösterdi
17.07.2007

ABD’DE California ve Hawai üniversiteleri tarafından yapılan araştırma, özellikle zayıflamak isteyen kadınlar tarafından sıklıkla yenen greyfurtun meme kanseri riskini yüze 30 artırdığını gösterdi. Menopoz sonrasındaki 1657 kadın üzerinde yapılan araştırmada her gün bir çeyrek greyfurt yemenin bile kadınlık hormonu östrojenin salgısını arttırması nedeniyle göğüs kanseri riskini yüzde 30 arttırdığı ortaya konuldu. Uzmanlar, araştırmanın sonuçlarının kendilerini de şaşırttığını dile getirerek, “Greyfurt kanser riskine sebep olan ilk meyve” açıklamasında bulundu. Bu yılın başında yapılan bir başka araştırma göre her gün düzenli miktarda alınan alkolün kadınlarda meme kanseri riskini yüzde 9 oranında artırdığını ortaya koymuş, abur cuburun da aynı kanser türünü körüklediği ortaya çıkmıştı.
vatan

Kayısıya kanser vız gelir
30 Ocak 2009
İnönü Üniversitesi'nin uzmanları araştırdı: Kayısı; kanser, karaciğer yetmezliği ve alkolün zararlı etkilerine karşı vücudu koruyor.

Türkiye'de ilk defa kayısı araştırması yapıldı. Buna göre mucizevi meyve; kanseri karaciğer yetmezliğini ve kalp krizini önlüyor. Alkolün zararlarından da koruyor.

Cilt dostu olmasıyla ünlenen kayısının marifetleri anlatmakla bitmiyor. İnönü Üniversitesi, Malatya Kayısı Araştırma Vakfı ve Malatya Valiliği'nin işbirliği ile 4 yıl önce kayısının yararları konusunda çalışma başlattı.

Kayısı hakkında ilk kez hayvanlar üzerinde bir araştırma yapıldı. Araştırma sonuçlarına göre, kayısı sindirim sistemi kanserlerine karşı önleyici bir etki yapıyor. Karaciğeri de koruyarak, yağlanmasını engelliyor. Antioksidan niteliğindeki bu mucizevi meyve, kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini de yüzde 50 oranında azaltıyor.

VÜCUT DİRENCİNİ ARTTIRIYOR

Vücut direncini de arttıran kayısı, alkolün verdiği zararları da en aza indirerek organları koruyor. Kayısının yararlarına ilişkin 4 araştırma daha sürdürdüklerini belirten Prof. Dr. Ali Otlu, kayısı ihracatı yapan şirketlerin kayısının bilimsel yararlarıyla ilgili araştırmalar için kaynak ayırmasını talep etti.
haber7

Kanserin arttığı köyün toprağı asbestli çıktı
Doç. Dr. Ünal Şahin, Uzm. Dr. Önder Öztürk ve Dr. Necla Songür ile Sağlık Bakanlığının talebi doğrultusunda, Isparta'nın Karağı Köy'ünden gelen akciğer hastalarının artış göstermesi ve büyük bölümünde kanser teşhisinin ardından 2006 yılında bu konuda çalışma başlattıklarını anlattı. Şahin, 145 kişi üzerinde yaptıkları araştırmada, taramadan geçirdikleri köylülerin akciğer filmlerine bakıldığında asbestli toprağın solunum yoluyla akciğerlere ulaştığı ve akciğerde büyük hasarlar oluşturduğunu tespit ettiklerini, bildirdi. 21.07.2009 ISPARTA netgazete

SOSİSLİ SANDVİÇLERİN 'UYARI YAZISI'YLA SATILMASI TALEBİ
22 Temmuz 2009

Kanser konusunda insanları bilinçlendirmeyi amaçlayan ABD'deki bir kuruluş, sosisli sandviçlerin, sigarada olduğu gibi bir uyarı yazısıyla satılması için mahkemeye başvurdu.
Merkezi Washington'da bulunan "Cancer Project" adlı kuruluş, New Jersey'de oturan 3 kişinin adına yapılan başvuruda, sosisli sandviç satan kimi büyük firmaların, ürünlerini uyarı yazısıyla satmalarının zorunlu kılınmasını istedi.

Sosisli sandviçlerin insan sağlığı için zararlı olduğunu belirten kuruluş, Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsünün, işlem görmüş etin sürekli tüketiminin kanser riskini yükseltebileceğine işaret eden araştırmasını kanıt gösterdi.
haber10

FAST FOOD ÖSS'DE SIFIR ÇEKTİRDİ
22 Temmuz 2009
ÖSS'de 32 bin öğrencinin sıfır çekmesi üzerine TÜGED, ÖSS ve SBS'deki başarısızlığın nedenlerini araştırdı.
Bu yıl son kez yapılan Öğrenci Seçme Sınavı'nda (ÖSS) 32 bin öğrencinin sıfır çekmesi üzerine Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği (TÜGED), ÖSS ve SBS'deki başarısızlığın nedenlerini araştırdı.

TÜGED Genel Başkanı İbrahim Erdoğan, öğrencilerin başarısız olmasının başında doğru beslenmeme geldiğini söyledi. Erdoğan, “Çocuklarımızın pek çoğu okulda dengeli beslenmiyor. Sağlıklı beslenmeyen çocuklarımızdan başarı beklemek yanlış" dedi. Erdoğan, "Çocuklarımızın beslenme çantasındaki yiyecekler daha çok 'fast food' türü ürünler, hazır meyve suları ve kolalı içecekler. Bu gıdalar çocukların beyin fonksiyonlarının bozulmasına yol açıyor. Bu da başarılarını olumsuz etkiliyor" diye konuştu.
haber10

Kanserin dünyaya maliyeti 305 milyar Dolar'ı buldu
Lance Armstrong Vakfı'nın sponsorluğunda ve Amerikan Kanser Derneği'nin desteğiyle The Economist Intelligence Unit tarafından hastalığa ilişkin bir rapor hazırlandı. Rapora göre, bu yıl tüm dünyadaki yeni kanser vakalarının sayısının 12,9 milyon olması bekleniyor. Bu sayının 2020 yılında 16,8, 2030 yılında ise 27 milyona çıkacağı tahmin ediliyor. Raporda, kanser hastalığının yol açtığı ölümlere ve acılara ek olarak 2009 yılı sonunda, dünya çapında 305 milyar dolar düzeyinde bir ekonomik maliyete yol açacağı belirtildi. 16.09.2009 İSTANBUL
netgazete

Kansere karşı tavuk geliştirildi

İskoçya'da genetik dalında araştırmalarda bulunan bilimadamları, kanserle mücadelede etkili proteinler içeren yumurtalar yumurtlayan tavuklar geliştirdiklerini açıkladı.

Enstitünün elinde genleriyle oynanmış 500 tavuk bulunuyor

Edinburgh kentindeki Roslin Enstitüsü'nde çalışan bilimadamları, genetik olarak değiştirilmiş tavukların yumurtladığı yumurtalarda, kanser ve insanlarda görülen diğer bazı ciddi hastalıklarla mücadele için kullanılan ilaçların yapımı için gerekli olan proteinlere büyük oranlarda rastladıklarını söyledi.

Araştırma kapsamında yumurtalara insan genleri eklendi, bunun sonucunda da bedenlerinde insan proteinleri olan tavuklar geliştirildi.

Bu proteinlere tavukların yumurtladığı yumurtalarda da rastlandı.

Araştırmanın sonuçlarının bu hafta yayımlanması bekleniyor.

Araştırmanın birkaç yıl zarfında tamamlanmasının ardından, yumurtalarda görülen proteinler kanser ve diğer rahatsızlıkların tedavisinde başvurulacak ilaçların yapımı için kullanılacak.

Hastalar üzerinde ilk deneylerin yapılması için en az beş yıl geçmesinin gerekeceği, tam anlamıyla bir ilacın geliştirilmesinin ise 10 yıl alabileceği belirtiliyor.

Roslin Enstitüsü'nün yöneticisi Profesör Harry Griffin, BBC'ye yaptığı açıklamada, bu tür hastalıkların tedavisinde kullanılacak proteinleri bu şekilde elde etmenin çok daha ucuza malolacağını belirtti.

Enstitünün elinde genetik olarak değiştirilmiş 500 tavuk bulunuyor.

Bu tavukların 15 yıllık bir çalışmanın ürünü olduğu belirtiliyor.

Araştırmayı gerçekleştiren Roslin Enstitüsü, 10 yıl önce ilk klonlanmış koyun olan Dolly'yi de yaratan kurumdu.

2003 yılında akciğerlerinde görülen bir rahatsızlık nedeniyle Dolly'nin yaşamına son verilmişti.
BBC Türkçe

ATO'dan kanser raporu
4 Ocak 2007
Ankara Ticaret Odası Türkiye'de kanser vakalarıyla ilgili önemli bir rapor yayımladı. Sağlık Bakanlığı üniversiteler ve çeşitli kanser araştırma merkezlerinden yararlanılan "Kanser Yükü 2006" adlı rapora göre her yıl Türkiye'de 150 bin kişi kansere yakalanıyor. Sigaranın baş aktör olduğu vakalarda en yaygın türler ise akciğer ve meme kanserleri.

Ankara Ticaret Odası hazırladığı "Kanser Yükü 2006" adlı raporuyla Türkiye'de kanser gerçeğini rakamlarla ortaya koydu. Rapora göre; dünyada her yıl 11 milyon, Türkiye'de de 150 bin kişi kansere yakalanıyor. Bu rakamların 2020 yılında yüzde 50 artacağı tahmin ediliyor.
Kanser, Türkiye'de ölüm nedenleri arasında kalp hastalıklarından sonra yüzde 12.5'lik oranla ikinci sırada yer alıyor. Kanser vakalarında da sigara yine baş aktörlerden birisi. Uluslar arası Kanser Araştırma Merkezi, Ortadoğu Kanser Konsorsiyumu, Otomatik Çocukluk Çağı Kanser Bilgilendirme Sistemi Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Hastanesi ve İzmir Kanser İzleme ve Denetim Merkezi verilerinden yararlanılan raporda, kanser hastalıklarının üçte birinin sigaradan kaynaklandığı belirtiliyor.
Yine raporda, Türkiye'de erkeklerde en çok akciğer, kadınlarda ise meme kanserine rastlandığına dikkat çekiliyor.
Raporda, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Genel Başkanı Prof Dr. Tezer Kutluk'un görüşlerine de yer verilmiş. Prof. Kutluk, çarpıcı rakamlara karşın kansere karşı çaresiz olmadığımızı belirterek; "Korunma, erken tanı, etkin tedavi, rehabilitasyon ve yaşam kalitesi ile kanser marjinal bir hastalık haline gelebilir" diyor.
Kutluk, kanser riskini arttıran faktörleri sıralarken de, kırmızı et, hayvansal yağlar ve kızartmalardan uzak durulması gerektiğinin altı çizdi. Tütün, şişmanlık, ultraviyole ışınlar, enfeksiyonlar ve çevre kirliliği de kansere yol açan önemli nedenler arasında yer alıyor.
Raporu hazırlatan ATO Başkanı Sinan Aygün de sigaranın önemli kanser nedenlerinden biri olduğuna dikkat çekerek, "sigarayı bırakın kanser riskini azaltın" uyarısında bulundu
TGRTHABER
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HASTALIKLAR/ŞİFALAR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com