EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

TÜRKiYE'NiN DEMOGRAFiK YAPISI

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Ağu 23, 2008 9:59 pm    Mesaj konusu: TÜRKiYE'NiN DEMOGRAFiK YAPISI Alıntıyla Cevap Gönder

TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK TAHLİLLERİNDEKİ İKİ VAHİM YANLIŞ-1-

Ali Haydar Can

“Demografi, dünyada veya bir ülkede bulunan nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyen bilim dalı. Yunanca demos (halk) ve graphein (yazmak) kelimelerinden meydana gelmiştir. Nüfusun coğrafyası veya nüfusbilim olarak da tanımlanır.” (1)

Bir Ülkenin toplumunu oluşturan insanların dini, mezhebi, dili, etnik kökeni, kültürel kökleri, gelenekleri, töreleri, hayat tarzları, iktisadî vaziyetleri, tahsil/öğrenim durumları, sosyal, siyasî tercihleri vb. hakkında yeterli, tutarlı/doğru bilgilere sahip olmadan o ülkenin problemlerine doğru çözümler üretmek mümkün değildir...

Türkiyenin nüfus yapısının doğru algılanmasının önünde iki büyük engel vardır: Bunlardan birincisi Türkiyede yaşayan Alevîlerin sayısıyla ilgili insanın hayal gücünü zorlayan inanılmaz rakamlar telaffuz edilmesidir. Benzer bir durum ülkede yaşayan Kürt nüfusla ilgili olarak da vardır ama Kürtler henüz Alevîler kadar bu işde ustalaşamadıklarından teleffuz ettikleri rakamlar palavra düzeyinin altında/mübalağa sınırının biraz üstünde kalmaktadır.

Önce Alevîlerle ilgili uçuk kaçık rakamlara bakalım:

Bu konuda en mütevazı yalanlar 12 milyondan başlamakta, en uçuğu ise 30 milyona kadar çıkmakta ve işin tuhafı “entellektüel alemde” sorgusuz sualsiz kabul de görmektedir...

Bu abartmalara yol vermek için; Alevilerin baskısıyla önce nüfus cüzdanlarındaki mezhep hanesi kaldırıldı, daha sonra da mezhep sorusu nüfus sayımlarında sorulmaktan vazgeçildi.

Gerekçe aynı: Laikliğe aykırılık!

Ne alâkaysa...

Bu yüzden de demografik yapıdaki son durumu görebilmek için güvenilir anketlere baş vurmaktan başka çare kalmadı...

Bu Konuyla ilgili olarak daha önce Baran'da yayınlanan “Alevînin Canı Can da, Sünnîninki patlıcan mı?-1-“ Başlıklı yazı dizisinin birinci bölümünde şöyle bir tesbit yapmıştık:

“KONDA'nın Tarhan Erdem'in yönetiminde Milliyet için yaptığı Türkiye’nin kimlik araştırmasına göre “kişilerin kendilerini ait hissettikleri din ve mezhep” sorusuna verdikleri cevaplardan Türkiye nüfusunun yüzde 99'unun Müslüman olduğu, mezheplere göre bakıldığında toplumun yüzde 82'sinin Sünni-Hanefî, 9.06'sının Sünni-Şafii olmak üzere toplam %91’nin sünnî, yüzde 5.73'ünün Alevi-Şii olduğu görülüyor. Konda, kendi sayılarını sürekli abartıp kabartmayı adeta meslek haline getirmiş bazı Alevî dedeleri ile bunların hoperlörlüğünü yapan bazı ‘medyacan’ların hışmından kurtulmak için Sünnî nüfusu Hanefî Şafiî diye bölerken, Alevî ve Şii nüfusu toplayarak vermesine ve büyük ihtimalle bu rakama %1-2 civarında bir caba koymasıına rağmen sayı bu...

Şimdi Türkiye’deki Caferî Şiîlerin Lideri olduğunu iddia eden Selahattin Özgündüz’e sorarsanız bu ülkede en az 2 milyon Caferî Şiî bulunduğunu söyleyecektir ki, bu yaklaşık %3’e denk gelir... Ne kaldı geriye? Yaklaşık %3, yani aşağıdan saysan da yukarıdan saysan aynı: 2 milyon 100 bin kişi... Hadi Caferî Lideri de kendi sayılarını bir misli abartmış olsun... Ne oldu? Yaklaşık 3 milyon kişi...” (2)

***

Bu konuda en uçuk rakamları telaffuz etmekten çekinmeyen Alevî dedesi İzzettin Doğan bir röportajında hem içerde hem de dışarıda en çok karşılaştıkları sorunun” madem toplam nüfus içindeki sayınız bu kadar çok niçin parti kurmuyorsunuz?” sorusu olduğunu belirtiyor ve bu soruya cevap olarak da “çevir kazı yanmasın” türünden şeyler söylüyordu. Ama Aleviler açısından tam bir fiyasko ile sonuçlanan Birlik Partisi/Türkiye Birlik Partisi macerasından hiç sözetmiyordu... Çünkü bu parti bazı Alevî dedelerinin ve yazarlarının Türkiye’deki Alevî nüfusu hakkında nasıl büyük palavralar attıklarının en büyük delillerinden biriydi:

* Birlik Partisi, Aleviler tarafından Avukat Cemal Özbey’in önderliğinde 17 Ekim 1966’da kuruldu. Bu partinin en önemli özelliği hem Cumhuriyet tarihinde, Alevilerin kurduğu ve alevî nüfusa yaslanan ilk parti olmasıydı. Partinin amblemi, 12 imamı temsil eden 12 yıldız ve Hz. Ali’yi sembolize eden bir aslandı.

* Partinin 16 kurucusu da Alevî kökenliydi: Hasan Tahsin Berkman (Emekli General), Cemal Özbey (Avukat), Feyzullah Ulusoy (Avukat, çiftçi), Salim Delikanlı (Emekli albay), Tahsin Tosun Sevinç (Sendikacı), Mustafa Geygel (Müteahhit, çiftçi), Mehmet Güner (İktisatçı), İbrahim Zerze (İşçi), Hüseyin Dedekargınoğlu (Matbaacı), Hüseyin Günel (Müteahhit), Mustafa Topal (Doktor), Hüseyin Eren (Emekli albay), Arif Kemal Eroğlu (İşçi), Mehmet Ali Egeli (İktisatçı), Hüseyin Erkanlı (Avukat) ve Faruk Erginsoy (avukat).

* İlk Genel Başkan Emekli bir Tuğgeneral olan Hasan Tahsin Berkman’dı. Ekim 1966’dan, Mart 1967’ye kadar genel başkanlık yapan ancak genel başkanlığı sırasında “aksiyoner” olamamakla suçlanan Berkman, partililerle yapılan bir toplantıda ABD yanlısı açıklamalar yapınca düşürüldü ve yerine Millet Partisi’nden transfer edilen Hüseyin Balan getirildi.

* Berkman ve Hüseyin Balan döneminde parti, Alevlerin bütün kesimleriyle buluştu ve bu buluşmayı Alevilerin manevi önderleri olan dedeler kanalıyla gerçekleştirdi. Dedeler, partinin örgütlenmesinde aktif roller üstlenirken, halk ozanları örgütlenme sürecinde partinin propagandasını yaptı. Köylerde yaşayan Alevilerle, köyden kente göç eden ancak Alevi inancının etkilerini taşımaya devam eden kesimlerin partiye ilgi göstermesinde, Hacıbektaş dergahı da kilit rol oynadı. Çünkü, dergahın 1960’lı yıllardaki postnişini Feyzullah Ulusoy, partinin kurucuları arasındaydı

* BP, ilk seçimine 2 Haziran 1968 tarihinde yapılan kısmi senato ve mahalli seçimlerinde girdi: Yüzde 1.6 oy aldı.

* BP 12 Ekim 1969 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinde 8 milletvekili çıkardı ve yüzde 2.8 oy aldı.


* 1973 seçimlerinde 1971 yılında kapatılan TİP’in “bilinçli 300 bin seçmenin” oyunu alma hesabıyla eski TİP’lilerle yapılan seçim ittifakı ile seçimlere girildi: Yüzde 1.1 oy alarak sadece Genel Başkan Mustafa Timisi’yi Sivas’tan milletvekili seçtirebildi. İttifak yaptıkları eski TİP Genel Başkanı Aybar da parlamento dışında kaldı. (3)

***

O gün bugün alevîler bir daha parti kurmadı/kuramadı ama toplam nüfus içindeki yüzde 2-3’lük oranlarını şişire şişire neredeyse yüzde 50’lere kadar çıkardılar...

“Madem bu kadar kalabalıksınız kurun bir parti” dendiğinde de İzzettin Doğan dede gibi ya “yerim dar” veya “yenim dar” cevabına benzeyen kıvırmalara giriştiler...

Halep oradaysa arşın burada!

Madem sayınıza bu kadar güveniyorsunuz; bırakın “laiklik” bahanesinin altına sığınmayı: Nüfus Kayıtları içine hem “din” hem de “mezhep” hanesi yeniden konulsun ve kim kaç kişiymiş net olarak görelim...

Hodri meydan...

Dipnotlar:
1- Vikipedi, özgür ansiklopedi

2- Baran dergisi Sayı:
2- Kelime ATA, “Birlik Partisi” başlıklı makale, makalenin internet adresi: http://erenulusoy.blogcu.com/2946355/

(Devam Edecek)

Baran Sayı: 79

TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK TAHLİLLERİNDEKİ İKİ VAHİM YANLIŞ-2-

Ali Haydar Can

Kürt kökenli aydın/politikacı/önder/yazarlara “Türkiye’de kaç milyon Kürt yaşıyor ?” diye bir soru yöneltseniz alacağınız cevap 15 milyondan başlayıp 25 milyona kadar çıkabilir...

Peki ya gerçek?

KONDA, 2006 ortalarında Türkiye'de yaşayan Kürt-Zaza (çocuk, genç ve yetişkinler) toplamının nüfusu için yaptığı son araştırma ve TÜİK verilerine dayanarak 11 milyon 445 bin olduğunu iddia etmektedir...

KONDA sözkonusu oldu mu dikkatli olmak lazım... Bu kuruluşun yapıtığı anket sonuçlarının değerlendirilmelerine biraz dikkatlice bakıldığında şu 4 husus çok bariz olarak görülmektedir: Alevilerin nüfusunun fazla gösterilmesi, Sünnîlerin nüfusunun az gösterilmesi, Kürtlerin nüfusunun çok gösterilmesi, Türklerrin nüfusunun az gösterilmesi için KONDA çok açık bir gayret sarfetmekte verileri buna göre eğip bükmekte, birleştirip ayırmaktadır...

Bu durumu yazının birinci bölümünde şöyle ifade etmiştik: . “KONDA, (..) Sünnî nüfusu Hanefî Şafiî diye bölerken, Alevî ve Şii nüfusu toplayarak vermesine ve büyük ihtimalle bu rakama %1-2 civarında bir caba koymasıına rağmen sayı bu...”

KONDA Türk-Kürt nüfus hakkında da aynı şeyleri daha pervasızca yapıyor: Kürt nüfusa kendilerinin Kürt olduğunu asla kabul etmeyen Zazaları da ısrarla dahil ederken, diğer yandan da “ yetişkin Kürt nüfusu (Zazalar dahil)” başlığı altında ” Kendisini 'Kürt' ve 'Zaza' olarak tanımlayan yetişkinlerin toplam nüfusa oranı yüzde 13.4’ tür” dedikten sonra; bu oranının üstüne “18 yaş altındaki nüfusun eklenmesi” gerekçesiyle , çok garip bir şekilde yüzde 2.2 daha ilave ederek “yüzde 15.68'e” çıkarmaktadır. Bu garabetin sebebini de “Kürtlerin doğurganlık oranınındaki fazlalık olarak” göstermektedir. Kürtlerdeki çocuk ölüm oranlarının fazlalığı ile “ortalama hayat süresi”nin kısalığını niçin dikkate almadığını belirtme zahmetine katlanmadan...

Şimdi gelelim Kürtlerin nüfusunu fazla göstermek için, bu nüfusa kendilerini asla Kürt olarak kabul etmeyen ve anadillerini de Zazaca olarak ifade eden Zazaları da ısrarla kürt nüfusa ilave eden KONDA’nın, Türk nüfusu olduğundan az göstermek için nasıl çarpıtmalar yaptığını kendi ifadeleri içinden gösterelim:
“Anadil kontrolüyle sağlanan dolaylı bilgininde katılmasıyla ortaya çıkan tabloda Türkiye'de yetişkinlerin (18 yaş ve üstündekilerin) etnik kimliklerin dağılımı, yüzde 78.1 Türk, yüzde 13.4 Kürt, yüzde 1.5 "Laz" ve "Türkmen" gibi yerel kimlikler, yüzde 0.1 Asya Türkü, yüzde 0.3 Kafkas kökenli, yüzde 0.2 Balkan kökenli, yüzde 0.4 göçmen, yüzde 0.9 Müslüman Türk, yüzde 0.2 Alevi, yüzde 0.3 "Türkiyeliyim, dünyalıyım" vs. diyenleri ifade eden genel tanımlayan, yüzde 0.7 Arap, yüzde 0.1 gayrimüslim, yüzde 0.03 Roman, yüzde 0.05 diğer ülkelerden ve yüzde 3.8 TC vatandaşı şeklindedir.”
Dikkat edildiği gibi bu tespitte Kürtler ve Zazaların toplam oranı yüzde 13.4 olarak gösterilirken; Türklerin toplam nüfusa oranı “yüzde 78.1 Türk, yüzde 1.5 "Laz" ve "Türkmen" gibi yerel kimlikler, yüzde 0.1 Asya Türkü, , yüzde 0.2 Balkan kökenli, yüzde 0.4 göçmen, yüzde 0.9 Müslüman Türk, yüzde 0.2 Alevi, yüzde 0.3 "Türkiyeliyim, dünyalıyım" vs. diyenleri ifade eden genel tanımlayan, ve yüzde 3.8 TC vatandaşı” şeklinde bölük pörçük edilerek küçültülmeye çalışılmaktadır.

KONDA’nın kendi çizdiği bu grafikte durum çok daha net oalarak görülmektedir:


Şimdi bu grafikte Türk oranı yüzde 76’dır. Peki ”Türk Kökenli” olarak ifade edilen yüzde 2.9’un etnik kökeni nedir? Ya “Genel tanımlayanlar” olarak gösterilen yüzde 3.9’un etnik kökeni? Birbiyle ilgisi olmayan Kürt ve Zazayı birleştiriyorsun da birbiriyle ilgili olduğu açık Türk etnik kimliği ifade edenleri niçin bölüyorsun?

Şimdi durumu yine KONDA’dan daha açık gösterelim:

“Anadil ile kimlik karşılaştırması, kimliklerin tutarlı belirlenmesinde önem taşıyor. Türkiye'de oturanların yüzde 85'inin anadili Türkçe... İkinci sırada yüzde 13 ile Kürtçe-Zazaca geliyor.”

“Anadilim Türkçe” diyenlerin Toplam nüfusa oaranı yüzde 85 ama Türklerin toplam nüfusa oranı “yüzde 76”!... “Anadilim Kürtçe-Zazaca” diyenlerin toplam nüfus içindeki oranı “yüzde 13”, ama Kürt- Zaza nüfuısun toplam nüfusa oranı “yüzde 15.7”

Bu nasıl hesap böyle?

Bu “kafa karıştırıcı hesap”ı incelemeye devam edelim:

KONDA diyor ki: “1927 yılından 1965'e kadar Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (Türkiye İstatistik Kurumu) yaptığı 7 nüfus sayımında vatandaşlara "anadil" ve "konuştuğu ikinci dil" sorulmuştur. Ancak 1965'ten sonraki nüfus sayımlarında bu soru yöneltilmemiştir. Bu soruların yöneltildiği 7 nüfus sayımında "Anadilim Kürtçe" veya "Bildiğim ikinci dil Kürtçe" diyenler, en düşük yüzde 8.07, en yüksek yüzde 9.88 olmuştur(..).”



KONDA’nın Milliyet için yaptığı araştırmanın bir grfiğine küçük puntolarla sıkıştırıverdiği şu rakamlara büyüteç altında bakalım:

“Deneklerin cevaplarına göre yetişkinlerin etrnik dağılımı: KÜRT-ZAZA YÜZDE 9!... KÜRT yüzde 8.61, ZAZA yüzde 0.41!...”

Hayret değil mi?

KONDA’nın verileri DİE’nin verileriyle neredeyse tıpatıp aynı ama, KONDA bunu el çabukluğuyla yaptığı hesap oyunlarıyla neredeyse yüzde yüz artırarak yüzde 9’u önce yüzde 13’e, sonra da yüzde 15.7’ye çıkarıyor...

Bu nasıl hesap böyle?

Sayın Hasan Celal Güzel "Türkiye, Yüksek Yoğunluklu Psikolojik Harekátın Hedefi” olduğu için bu çarpıtmaların bilerek yapıldığını savunuyor.

Ayrıntısı aşağıdaki haberde:

[Türkiye'nin Demografik Yapısı

12.03.2007

Türkiye'nin etnik yapısının mozaik olmadığını savunan Hasan Celal Güzel, Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde ülkede en fazla 6.5 milyon Kürt nüfusun bulunduğunu yazdı. Güzel "Ana dilini Türkçe bildirenlerin oranı yüzde 93. Ancak kalan yüzde 7'de kardeşimiz" dedi.

Radikal Gazetesi yazarı Hasan Celal Güzel "Türkiye, Yüksek Yoğunluklu Psikolojik Harekátın Hedefi-1" başlığıyla dün Radikal Gazetesi'nde yayınlanan köşe yazısında Türkiye'de yaşayan Kürt nüfusunun en fazla 6.5 milyon olduğunu savundu.

P. A. Andrews'in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye'deki Kürt nüfusu oranının yüzde 8.36 olduğunu, TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) ana dili esas alarak yaptığı sayımlarda bu oranın yüzde 7.07, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nün araştırmalarında ise yüzde 6.2 olduğunu söyleyen Güzel, Ali Tayyar Önder'in de Kürt ve Zaza nüfus oranını yüzde 7.84 olarak hesapladığını anlattı. Türkiye'de yaşayan Kürt nüfusunun en fazla yüzde 8.5 oranında olduğunu belirten Güzel, bunun 6.5 milyon kişiye denk geldiğini söyledi.

Güzel, şunları anlattı: "çeşitli araştırmalara ve istatistiklere göre, Türkiye'de yaşayan insanların en az yüzde 85'i Türk kökenlidir. Bu derece homojen bir yapıyı, hiç bir milli devletin bünyesinde kolay kolay gösteremezsiniz. ABD'de 'Ethnologue Data from Languages of the World' adlı araştırma kurumunun hazırladığı 'Türkiye'de Etnik Dağılım' başlıklı raporda, 2001 yılı içinde Türkiye'de etnik nüfus oranı yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir (Yani, yüzde 86.21 Türk asıllıdır).

Gene Eylül 2005'te AB Eurobarometer Anketi'nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin (yani Türk kimliğini benimseyenlerin) oranı yüzde 93 olarak tesbit edilmiştir."]
(1)

Bizce Sayın Hasan Celal Güzel’in ifade ettiği rakamlar KONDA’nın verileri hesap oyunlarıyla çarpıtmadan önceki bulgularıyla da, DİE rakamlarıyla da, Kürtlerin kurdukları partilerin aldıkları oy oranları ile (yüzde 5) de uyumludur. Sayın Güzel bu rakamları Türkiye’nin nüfusunun 73 milyon olduğunu kabul ederek yapmıştır. Türkiye’nin nüfusu mükerrer kayıtlar silindikten sonta 70 milyon olarak ilan edilmiştir. Buna göre Türkiye’de yaşayan Kürt nüfusu yüzde 8-9 oranı üzerinden yaklaşık 5-6 milyon kişi civarında olduğu anlaşılmaktadır...

5-6 milyon nerede?

15-25 milyon nerede?

Dipnot: 1- Bu haberin ve Konda araştırmasının internet adresi: http://siradisi.e-politica.com/topic/turkiye-nin-demografik-yap-s--1220.html

(Devam Edecek)

Baran Sayı: 80

TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK TAHLİLLERİNDEKİ İKİ VAHİM YANLIŞ-3-
Ali Haydar Can

Önceki iki bölümde ortaya çıkan sonuçları özetlececek olursak...

Türkiye’nin düzeltilmiş son nüfus rakamı 2007 sonu itibariyle, 70 milyon 6 bin 256 kişi olarak açıklandı...

Buna göre araştırma verilerinin yüzde 2-3 civarında olarak gösterdiği Alevî-Bektaşî-Şiî toplam nüfusu 1,5-2 milyon civarındadır... (Çeşitli kaynaklar Türkiye’de yaşayan Caferî-Şiî nüfusun, Alevî nüfusun yüzde 5’i kadar olduğunu beyan etmektedir.. Bektaşî nüfusuna dair güvenilir bir bilgiye rastlayamadığım için bir oran veya rakam veremiyorum...)

Türkiyede’ki Sünnî nüfusun toplam nüfusa oranı -KONDA’nın düşürmek için çok uğraşmasına rağmen yüzde 91’den aşağı çekemediğine göre- en az yüzde 91’dir. Bunun rakamla ifadesi şudur: Türkiye’de yaşayan insanların en az 64 milyon kişisi Sünnî Müslümandır.

Türkiye’de yaşayan Kürt-Zaza nüfusu yüzde 8-9 oranı üzerinden yaklaşık 5-6 milyon kişi civarında olduğu anlaşılmaktadır...

Çeşitli araştırma sonuçları birleştirildiğinde Türkiye nüfusunun en az yüzde 85’i Türk kökenlidir ve bunun rakamla ifadesi Türkiye’de en az 60 milyon Türk kökenli insan yaşamaktadır.

En az yüzde 91 olarak ifade ettiğimiz Sünnî nüfusa, yüzde 2-3’lük Alevî-Bektaşî-Şiî nüfus eklendiğinde Türkiye’de yaşayan insanların en az yüzde 93-94’ünün kendini müslüman olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.

Türkiye Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye -onun küçük bir parçası olarak- kalan ve onun payitahtını/başkentini de kapsadığı için halen merkezî konumunu muhafaza eden bir ülkedir. Bu yüzden de İmparatorluğumuzda mevcut olan bütün dinî ve etnik kimliklerin neredeyse tamamı şu anda çeşitli oranlarda bu ülkede yaşamaktadır.

Bu topraklarda yaşayan dinî ve etnik unsurlar oranı ve sayısına bakılmadan bütün hak ve hukukları teminat altında olmalıdır...

TC Dışişleri bakanı Ali Babacan’ın AB platformunda “Türkiyede yaşayan müslüman çoğunluğun haklarıının yeterli teminata sahip olmadığına dair ifadesi –yanlış yerde ifade edilmesine rağmen- apaçık bir doğrudur...

Baykal’ın Demirel’den kalma bayağı bir üslupla yaptığı “namaz kılcam dediniz de kılmayın mı dediler... Oruç tutcam deniz de tutmayın mı dediler... Hacca gitçem dedinizde gitmeyin mi dediler” demagojiler bu hakikati örtemez.

Bugün Türkiye’de Sünnî çoğunluk baskı altındadır. Dinlerini dinlerinin emrettiği biçimde hayatlarıının merkezi haline getirmek bir yana, buna dair en küçük hamleleri dahi devleti, ekonomiyi ve medyayı ele geçirmiş bulunan islâm düşmanı bir şirret azınlık tarafından “irtica, şeriat yobazlık, dinci terör, mahalle baskısı” şeklinde yaftalanarak boğuntuya getirilirken; diğer yandan da bir taraftan DİB, diğer taraftan AB-D mamulü ılımlı/Allahsız müslümanlar tarafından sinsice aslından saptırılmaya, deforme/reforme edilmeye, protestanlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Bu ülkenin Sünnî müslümanları, Baykal ve saz arkadaşlarının ifade ettiği gibi herhangi bir baskı altında değillerse, başlarını Sünnî inançlara uygun oalrak örterek okumak veya çalışmak isteyen hanımlar niçin vahşî bir ayırımcılığa tabi tutularak eğitim ve çalışma hakları gaspedilmektedir?

Hacca kendi başlarına veya kendi organizasyonlarıyla gitmek isteyen Sünnî müslümanlar niçin DİB organizasyonlarına mecbur ve mahkûm haline getirilmektedir?

Alevîlerin kurban olarak kestikleri horozların eti, tüyü gerisi ve derisine hiç karışmayan laik rejim sıra sünnî müslümanların Kurban ibadetine gelince kurbanların etlerini ve derilerini yağmacı mantığıyla açıkça gaspederek hem “ibadet özgürlüğü”nü, hem “mülkiyet hakkı”nı, hem “serbest ticaret” ilkelerini rafa kaldırıvermektedir?

Sünnî müslümanlar dışında bu ülkede bütün diğer dinî gruplara mensup aileler çocuklarına kendi din ve mezheplerinin gereklerini istedikleri yaşta, istedikleri şekilde ve istedikleri yerde öğretebilirken, niçin sadece Sünnî müslümanların çocukları “ilkokulu bitirdikten sonra ve sadece DİB denetim ve gözetiminde dinlerini öğrenmek zorumda kalmaktadır?

Bu ülkede bütün diğer dinî gruplara ait ve hatta bu ülkede hiç bir tabanı olmayan Uzak Doğu ve/veya AB-D kökenli bir çok tarikat, açıkça, rahatça ve hatta fütursuzca faaliyet gösterirken, Sünnî inanca ait tarikatlerin tekke ve zaviyeleri niçin kapatılmış ve bu tarikatların faaliyetleri niçin yasaklanmıştır?

Rejim tarafından gaspedilen gayrımüslimlere ait vakıflar ve vakıf malları AB baskısıyle iade edilirken, gasp ve yağma edilen Sünnî vakıfların yeniden ihyası ve mallarının iadesi niçin hiç gündeme dahi getirilmemektedir?

Okullarda “din ve ahlâk bilgisi dersi” ismi altında okutulan dersin sünnî inanç ve ahlâkla hiçbir alakası olmadığı gibi, onu bozan, çarpıtan, yozlaştıran özellikleri ortdayken, bir de bu derslerde sadece Sünnîlik öğretiliyormuş da başka inaçlara yer verilmiyormuş gibi itirazlarla karşılanmasının gerçek sebebi nedir? Cehalet mi yoksa Sünnîliğin devlet eliyle tahrif ve tahrip edilmesinin perdelenmesi mi? Sonra bizim dinimizden diyanetimiz Laik devleti niçin bu kadar ilgilendiyor ki? Düşşün yakamızdan biz kendi çocuklarımıza kendi dinimizi ve diyanetimizi en doğru bie biçimde öğretiriz...

Bu ülkede Sünnî Müslümanların nasıl şiddetli bir baskı altında olduklarına dair bunlardan başka sayısız misaller verilebilir...

Aynı Tür baskı ve saldırılar daha sinsice bir şekilde Türk etnik kimliğine de yapılmakdır...

Türk kültürü örfü, adeti gelenekleri ve tarihi hafızalardan silinmekte, Türk kültürüne ait tarihî eserler bakımsızlıktan yıkılmaya/yok olmaya terkedilirken eski Yunan/Roma-Bizans eserleri milyonlarca Avro harcanarak tek tek restore edilmektir... Böylece Türklerin ne kadar geri/ilkel/vahşî/barbar bir ırk olduğu ve Batılıların ne kadar medenî/zeki/kültürlü/üstün insanlar oldukları imajı zihinlere yerleştirilerek; Türkleri, medenileşmek/uygarlaşmak için Batı’yı taklid ederek Batılılaşmaktan başka yol ve yöntem olmadığına inandırmaya çalışmaktadırlar.

Kısaca; bu ülkenin dinî çoğunluğu olan -etnik kökeni her ne olursa olsun-
Sünnî müslümanlar ile etnik çoğunluğu olan Türkler eş zamanlı yoğun bir saldırı ile asimile edilerek/kendi kimliklerinden koparılarak tarih sahnesinden silinmeye çalışılmaktadır. Zaten Müslümanlıkla Türklük bu ülkede çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılacak derecede kaynaşmış iki kimliktir ve bu yüzden de AB-D emperyalizmi ile onun yerli işbirlikçilerinin baş hedefidir...

“İslâm ve Türk düşmanlığı” müşterek hedefi etrafında yapılan bu hain saldırı “laiklik ve Atatürkçülük” maskesiyle içten; “ılımlı islâm/fettoşçuluk” maskesiyle de dıştan gizlenerek/kodlanarak/şifrelenerek eşzamanlı ve koordineli olarak halen yoğun bir şekilde sürmektedir. Devletin bütün etkili/yetkili/stratejik kurumları düşman kuvvetler ve onların yerli işbirlikçilerinin birincil hedefidir... İkincil ve üçüncül hedefse aşağı yukarı elegeçirilmiş olan iktisadî kurumlar ile medyadır...

Dikkat edilirse saldırı, bu ülkenin dinî ve etnik çoğunluğuna/ana omurgasına karşı yapılan çok stratejik bir saldırıdır.

Bu saldırı başarıya ulaşırsa bu ülke ile birlikte bu ülkede yaşayan insanlar da tamamiyle teslim alınacak ve tarihten silinecektir.

Bu saldırı “Laiklik ve Atatürkçülük” veya “ılımlı İslâm” gibi düşman saldırısının birer silahı haline dönüşmüş bölücü kavramlarla püskürtülemez.

Bu saldırıyı püskürtebilmek için düşmana her cephede dişe diş göze göz bir karşı saldırıyla mukabele etmekten başka çare yoktur... Çünkü bu, bu ülkenin halkına karşı ilan edilmemiş/adı konulmamış bir savaştır... Bu
Savaşın nasıl kazanılacağı üç sayıdır göstermeye çalıştığımız üzere, ülkenin demografik tablosunda açıkça görünmektedir: Sünnî İslâmlık şemsiyesi altında birleşek (bütün müslüman etnik unsurlar ile Türklük şemsiyesi altında birleşecek bütün diğer dinî/mezhebî/felsefî unsurlar...

Herkesin dinî/mezhebî/felsefî ve etnik inaç ve kökenine saygılı bir anlayış zeminine oturtulacak bir kurtuluş savaşı...

Bu demografik tablo çerçevesinde ana omurgayı teşkil eden Sünnî Müslümanlık etrafında onun ayrılmaz bir parçası olan Türklük ve Kürtlük şemsiyesi altında birleşilerek de zafere ulaşılabilir ama...

1919’da bütün dinî ve etnik unsurlarla omuz omuza başlattığımız Kurtuluş Savaşı’nı aynı bütünlük içinde zaferle taçlandırmak, bugün emperyalizmin kendi çıkarlarına uygun olarak çizdiği suni/yapay sınırlarla bizden ayırdığı kardeş halklarla yeniden bütünleşmemizi daha kolay sağlayacağı için bize en uygun çözüm olarak görünmektedir...
Baran 81

Sayılarla Türkiye'de 'engellilik'
Başak Çubukçu
3 Ara 2016

Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Türkiye'de 5 milyona yakın engelli var. Erişilebilirlik, eğitim, çalışma hayatı ve sağlık Türkiye’de engellilerin en çok zorlandıkları, sıkıntıya düştükleri alanlar. Yani hayatın kendisi...

Türkiye’de engelli olmak zor. Engelli bireylerle ilgili ‘veriye’ ulaşmak da zor. Kaynaklar eski, en günceli 2011 yılına ait. TÜİK verilerine göre Türkiye'de yaklaşık 5 milyon engelli var. Yani Türkiye nüfusunun yüzde 6,6'sını engelliler oluşturuyor. Bunun yüzde 42,8’i erkek, yüzde 57,2’si kadın.

Erişilebilirlik, eğitim, çalışma hayatı ve sağlık... İşte Türkiye’de engellilerin en çok zorlandıkları, sıkıntıya düştükleri alanlar. Yani hayatın kendisi....

Erişilebilirlik sorunu, engellilerin sosyal hayata katılmasının önündeki en büyük engel. Büyük çoğunluğu kaldırımlar ve yollardan şikayetçi. Evlerinin, kamu binalarının engelli kullanmına uygun olmadığını düşünenlerin oranı da yine yüzde 60’larda.

Çalışma hayatına bakacak olursak; Engelli nüfusun 1 milyon 1 bini çalışıyor. Yaklaşık 4 milyon engelli istihdam sürecinin dışında. Çalışmak isteyip de iş bulamayanların oranı yüzde 8,8. Kadın engellilerin işi çok daha zor. İşe yerleştirilen her 5 erkeğe karşın sadece bir kadın engelli istihdam ediliyor.

Devlet, en önemli iş kapısı. Ama devlette bile kadrolar boş. Engellilerin hakları için çalışan Toplumsal Haklar ve Araştırma Derneği’ne göre kadroların sadece yüzde 60'ı dolu. 2014 yılı verilerine baktığımızda 24 bin 566 engelli memur kadrosu boş bırakıldı.

Engelli nüfusun eğitim düzeyi nüfusun geneline göre düşük. Okuma yazma bilmeyen engellilerin oranı yüzde 23,3. Bu oran erkeklerde yüzde 10,9. Kadınlardaysa yüzde 32,4. Yükseköğretim mezunu olanların oranı erkeklerde yüzde 4. Kadınlarda ise yüzde 1,5.

Engellilerin yarıya yakını sosyal yardım alıyor. Engelli aylığı alanların oranı yüzde 27. Kurumlar değişiyor ama sonuç pek değişmiyor. Devlet kurumlarından ayni ya da nakdi yardım alanların oranı da yaklaşık yüzde 20
Kaaynak: El Cezire

Türkiye Yaşlanıyor!
4 Mart 2010
Avrupa ülkelerine göre en genç ve dinamik nüfusa sahip ülke durumunda olan Türkiye de artık yaşlanıyor.

Uzmanlar, 2009'da Türkiye nüfusunun yüzde 7,01'inin 65 yaş üzerinde olduğunu, yaşlı nüfusun yüzde 56'sını kadınların oluşturduğunu belirterek, yaşlı kadın nüfusun önemli bir bölümünün gelir sahibi olmadığını ve eğitim seviyelerinin düşük olduğu için, bu konuda yeni politikalar geliştirilmesi çağrısında bulundu.

Nüfusbilim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hilal Özcebe, Türkiye'nin nüfus göstergelerinin, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında en hızlı yaşlanan ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekerek, "Örneğin, 2005-2050 yılları arasında 80 yaş ve üzeri yaş grubunun artış hızı Türkiye için yüzde 736 olarak hesaplanırken, bu oran Fransa'da yüzde 140, Almanya'da yüzde 153'tür" dedi.

Türkiye'de yaşlı nüfusun artmasının yanında aile yapısının da değiştiğini, endüstrileşme, kentleşme, iş gücü göçü, doğurganlıkta meydana gelen düşüş, boşanma oranlarının artması ve bireysellik gibi etmenlerin, Türkiye'de geleneksel geniş aile yapısının yaygınlığının azalmasına yol açtığını ifade eden Özcebe, bu gibi nedenlerle yaşlı nüfus oranının hızla artış gösterdiğini bildirdi.

Özcebe, Adrese Dayalı Nüfus Sayım Sistemi sonuçlarına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 7,01'inin 65 yaş üzerinde olduğunu ve yaşlı nüfusun yüzde 56'sını kadınların oluşturduğunu belirterek, "65 yaş üzeri erkeklerin oranı yüzde 3,06, kadınların oranı ise yüzde 3,94'tür. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasına göre (2003), yaşlı kadınların öğrenim düzeyleri erkeklere göre düşüktür. 65 ve üstündeki kadın nüfusun yüzde 83'ü hiçbir öğrenim kurumuna devam etmemiş ya da ilkokulu bitirmemiştir. Erkeklerde ise bu oran yüzde 53'tür. 65 ve üstündeki kadın nüfusun yüzde 53'ü okuma yazma bilmezken, erkeklerin yüzde 18,9'u okuma yazma bilmemektedir" dedi.

Özcebe, "Beklendiği gibi yaş ilerledikçe dul olan yaşlıların oranında artış görülmektedir. Kadınlarda dul olma oranı erkeklere göre daha yüksektir. Ülkemizde, ileri yaşlardaki kadın nüfusun eşini kaybettikten sonra daha az evlenme eğiliminde olması, kadın nüfusun yaşam beklentisinin erkek nüfusunkinden yüksek olması, evliliklerde kadın ve erkek arasındaki yaş farkı gibi nedenler, yaşlı nüfus içinde eşi ölmüş kadın nüfus oranında artışa neden olmaktadır" diye konuştu.

"Geliri olmayan kadın nüfusu, erkeklerden 4 kat fazla"

Derneğin Yaşlılık Çalışma Grup Başkanı Şebnem Beşe Canpolat da Türkiye'de geliri olmayan kadın nüfusun oranının, geliri olmayan erkek nüfusun oranından yaklaşık "dört kat fazla" olduğunu söyledi. Geliri olan yaşlı erkek nüfusun çoğunluğunun, gelir kaynaklarından biri olarak kendi emekli maaşını beyan ettiğini belirten Canpolat, kadın nüfusta bu oranın yaklaşık yüzde 8 olduğunu bildirdi.

Canpolat, "Bu oran, kadın nüfusta iş gücüne katılım oranının Türkiye'de oldukça düşük olmasının açık bir göstergesidir. Bununla birlikte yaşlı kadınlar gelir kaynağı olarak en yüksek oranda çoğunlukla eşinden kalan 'dolaylı emekli maaş'ını ve 'yaşlılık aylığını' göstermişlerdir" diye konuştu.

Yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de yaşlı kadınların sosyal ilişkilerinin de oldukça az olduğunu ifade eden Canpolat, Türkiye'de yaşlı nüfusun sayısında meydana gelecek önemli artış nedeniyle özellikle kadınların daha dezavantajlı bir duruma gelebileceğini söyledi. Canpolat, yaşlı kadınların öğrenim durumlarının erkeklere göre daha düşük olması ve daha az gelir kaynağına sahip olmaları nedeniyle yaşam koşullarının kötüleştiğini ve sosyal ilişkilerinin zayıfladığını kaydetti.

Tüm bu nedenlerle, nüfusun yaşlanması ve yaşlı kadın nüfus ile ilgili ortaya çıkacak sorunlara yönelik sosyal politikaların tartışılması gerektiğini ifade eden Canpolat, "İvedilikle refah düzeyini yükseltmeyi hedefleyen yeni politikalar üretilmeli" dedi.
aktifhaber

Yaşlı sayısı artıyor, bakım için hazırlıklı olalım

Prof. Dr. Hakan Yaman, hızla artan yaşlı nüfusun bakım hizmetlerinin iyileştirilmesi gerektiğini söyledi. Yaman, "Dünyada 60 yaş üzeri 600 milyon kişi yaşıyor. Bu rakamın 2025 yılında 1 milyar 200 milyon kişiye, 2050 yılında ise 2 milyara ulaşması bekleniyor. Nüfus içerisinde giderek artan yaşlı bireylerin sağlıklı, aktif, üretken ve bağımsız kalabilmelerine yardım etmek için önlemler alınması, politikalar geliştirilmesi ve sağlık sisteminin yaşlı nüfusun gereksinimlerine göre yeniden planlanması son derece önemlidir" diye konuştu. 18.08.2010 ANTALYA netgazete

Köylerde 18 bin okul, öğrenci olmayınca kapatıldı
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, TBMM Genel Kurulunda, Türk-Alman Üniversitesi kurulmasını öngören kanun tasarısının görüşmelerinde milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Çubukçu, "Köylerde okul ihtiyacı kalmadı, çünkü öğrenci yok. Yaklaşık 18 bin okul, bu nedenle eğitim-öğretimin dışına çıkarıldı" dedi. 31.03.2010 ANKARA netgazete

Kürtler;Türklerin Asimile Olmuş Şeklidir
24 Temmuz 2010
Türklerin tarih boyunca ırkçı bir kavim olmadığını vurgulayan Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, çok tartışılacak bir yorum yaparak Kürtlerin kökeni hakkında bir iddiada bulundu.

Türklerin tarih boyunca ırkçı bir kavim olmadığını vurgulayan Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, çok tartışılacak bir yorum yaparak Kürtlerin kökeni hakkında bir iddiada bulundu. 22. Ulusal, 12 Uluslararası Dadaloğlu Şenlikleri Geleneksel Kültür ve Sanat Şenlikleri kapsamında düzenlenen panele Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu da konuşmacı olarak katıldı. Panelin oturum başkanlığını yapan Halaçoğlu, geçen yıl aynı panelde yaptığı konuşmayı hatırlatarak, bu konuşmaya ilk zaman tepki geldiğini sonrasında ise herkesin kabul ettiğini belirtti. Halaçoğlu, yayınladığı aşiretler kitabını hatırlatarak, Anadolu aşiretleri olarak 41 bin 295 aşiretin olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Halaçoğlu, şöyle konuştu: "Bunlardan ilginçtir ki 5 bin 400'ü Avşarlar. 41 bin aşiretin 39 bini Türkmen grubuna mensup aşiretler. Kıpçakları saymıyoruz. Onun dışında 39 bin cemaatin sahip olduğu çadır sayısı 1 milyon 36 bin çadır Türkmen, 142 bin çadırı Avşar. Her bir çadırı 5 kişi olarak kabul ederseniz 1500'lü yıllarda 700 bin, günümüzde 10 milyon civarında Avşar vardır. Ülkenin 7'de biri Avşar'dır. Avşarlar çok dağınıktır. Onların bir araya getirilmesi noktasında şenlikler yapılıyor. Derneklerin çalışmaları vardır."

Kişilerin kimliklerini öğrenmek zorunda olduğunu anlatan Prof. Dr. Halaçoğlu, dünyanın her yerinde herkesin 7 göbek gerisini bildiğini dile getirerek, "Biz Türklerin kimliklerini ortaya çıkarması ve birbirlerini tanımalarını isterken bazı kesimler bunu kafatasçılık, ırkçılık olarak nitelendirmektedirler. Aslında bunu ret eden ne mutlu Türk'üm diyemeyenler aslında asıl ırkçılık yapanlardır." ifadesini kullandı.

Halaçoğlu, burada önemli olanın, hiçbir zaman Türk milletinin ırkçı olmadığına dikkat çekerek, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Tarih boyunca Türk milleti ırkçı olmamıştır. Zaten ırkçılık yapmış olsaydı imparatorluk kuramazdı. İmparatorluklar milli devlet değildir. Milli devlet belli bir millete, etnik grup olarak kurulan devletlerdir. Dolayısıyla Türkler, sadece cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldıza bakmayın, 100'ün üzerinde devlet kurmuştur. 16'sı imparatorluktur. Hatta 17'dir. Şah İsmail'in kurduğu Türk devleti vardır. Türk Cumhuriyeti'nin dışında kurulan 17 Türk devleti vardır. İmparatorluktur bunlar. Yani farklı milletleri bir araya toplamış yegane milletlerden birisidir. Irkçı olmaları mümkün değildir. Irkçı olsaydı bütün ulusları, kendi idaresindeki ulusları asimile etmeliydi. Tam tersine kendisi asimile olmuş. Bazılarına biz bugün Kürt diyoruz. Dolayısıyla bütün bunları genel anlamda duysallığa kapılmadan değerlendirirsek şöyle; Türk milleti barışçı, birleştiricidir. Yok edici değildir. İnançlara saygılıdır. Böyle bellememiz ve bilmemiz gerekir."
aktifhaber

Türkiye'de, yılda bin kişiye düşen evlilik sayısı: 9
9 Eylül 2010
AB'de her bin kişiye düşen evlilik sayısı 1990 yılında 6,3 iken 1998'de 5,1'e ve 2008'de 4,9'a geriledi.

Türkiye, yılda bin kişiye düşen evlilik sayısında 9'la Avrupa ülkeleri arasında başı çekerken, evlenme oranı yüksek ülkeler arasında 7,7'le Kıbrıs Rum kesimi, 7,2'yle Makedonya ve Litvanya, 6,9'la Romanya, 6,8'le Polonya ve Danimarka yer aldı.haber10

Türkiye'de 900 kişiye bir cami düşüyor
Türkiye'de illerin nüfus ve coğrafi konumuna göre cami sayıları değişiyor. Nüfus ortalamasına bakıldığında Türkiye'nin en büyük şehri olan 12 milyon 915 bin 158 nüfuslu İstanbul, 3 bin 32 cami ile başı çekiyor. 83 bin 61 nüfuslu Tunceli ise, 116 cami ile son sırada yer alıyor. 1 milyon 992 bin 675 nüfuslu Konya'da 2 bin 960, 4 milyon 650 bin 802 nüfuslu Ankara'da 2 bin 731 cami bulunurken, 1 milyon 250 bin 76 nüfuslu Samsun ise 2 bin 597 cami ile Türkiye'de dördüncü sırada yer alıyor. 22.09.2010 SAMSUN netgazete

Boşanmalar artıyor
03 Ekim 2010 Anadolu Haber
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 yılı 2. dönem evlenme ve boşanma istatistiklerini açıkladı.

Buna göre, 2009 yılı ilk çeyreğine kıyasla evlenme sayısında yüzde 0,5 artış meydana geldi. Geçen yıl söz konusu dönemde 161 bin 631 çift evlenmişti.

Evlenme sayısındaki en fazla artış yaklaşık 3,8 ile İstanbul ve Batı Marmara Bölgelerinde gözlenirken, en büyük düşüş yüzde 5,1 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde görüldü.

2010'nun Nisan-Mayıs-Haziran döneminde ilk kez evlenen çiftler arasındaki ortalama yaş farkı 3,3 olarak hesaplandı. Ortalama ilk evlenme yaşı erkekler için 26,6, kadınlar için 23,3 oldu.

En yüksek ortalama ilk evlenme yaşı, erkeklerde 27,5, kadınlarda 24,5 ile İstanbul Bölgesinde görüldü. En düşük ortalama ilk evlenme yaşı erkeklerde 25,4, kadınlarda ise 21,8 ile Orta Anadolu Bölgesinde gözlendi.

DOĞU MARMARA BOŞANMADA LİDER

2010'nun 2. Döneminde 32 bin 743 çift boşandı. Bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 5,7'lik artış görüldü. 2009'un aynı döneminde 30 bin 982 çift boşanmıştı. Boşanma sayısında en fazla artış, yüzde 10,6 ile Doğu Marmara Bölgesinde gözlendi.

Aynı dönemde boşanma sayısında en büyük düşüş yüzde 9,8 ile Ortadoğu Anadolu Bölgesinde gerçekleşti.

Yılın ikinci çeyreğinde meydana gelen boşanmaların yüzde 39,7'si evliliğin ilk 5 yılı içinde, yüzde 24,3'ü ise 16 yıl ve daha fazla süre evli olan çiftlerde görüldü.

İzmir'de Evlenen 3 Kişiden Birinin Boşanıyor

07 Ekim 2010
Türkiye İstatistik Kurumu(TUİK)İzmir Bölge Müdürü Rıdvan Yaka, 2009 yılında ülke genelinde 114 bin 162 çiftin boşandığını, aynı rakamın İzmir'de ise...
Türkiye İstatistik Kurumu(TUİK)İzmir Bölge Müdürü Rıdvan Yaka, 2009 yılında ülke genelinde 114 bin 162 çiftin boşandığını, aynı rakamın İzmir'de ise 10 bin 475 olduğunu açıkladı. Bu boşanmalarda ise İzmir'in başı çektiğini söyledi.

Konu hakkında İzmir İl Genel Meclis üyelerine "Sayılarla Evlilik ve Boşanma" konulu bir seminer veren Rıdvan Yaka, ülke genelinde evlenen 6 kişiden birinin boşandığını, İzmir'de bu oranın ise üç evlilikten birinin boşanmayla sonuçlanmasına yol açtığını anlattı. Boşanma sebeplerinin başında ise aldatmanın birinci sırada yer aldığını aktaran Yaka, Türkiye geneli aldatma oranının yüzde 23 iken İzmir'de bu oranın yüzde 30.9 ile Türkiye ortalamasının 8 puan üzerinde olmasını dikkat çekti. İkinci sırada içki ve kumarın geldiğini anlatan Rıdvan Yaka, yine ülke genelinde bu oranın yüzde 9.3, İzmir'de ise yüzde 14.2 olduğunu belirtti.

İzmir'in evlenme yaşının 52. sıra ile Türkiye ortalamasının gerisinde kaldığını söyledi. Türkiye geneli erkeklerin evlenme yaşının 26.3 iken İzmir'de bu oran yüzde 27.1 olmasının bunun en büyük göstergesi olduğunu belirten Yaka, kadınların ise Türkiye geneli yüzde 23, İzmir'de yüzde 23.9'da evlenme yoluna gittiklerini söyledi. Evliliklerde boşanmaların büyük çoğunluğunun 16. yıldan sonra yaşandığını, Türkiye ortalamasında yüzde 24.1 olan sayının İzmir'de yüzde 27.7 olduğunu aktaran Rıdvan Yaka, "Benim kişisel görüşüm, evlenme yaşının büyümesi nüfusun küçülmesine sebep olabilir." dedi.
aktifhaber

Sayın Bulaç; Ayıptır, Günahdır, Bühtandır!
Prof. Dr. Nedim Ünal
Eskişehir Türk Ocağı Başkanı
12.10.2010

Son senelerde Türkiye de insanların etnik yapısını, kanını, kemiğini arama modası başlatıldı.

Şimdi bu koroya Zaman gazetesi yazarı Ali BULAÇ’TA dahil oldu.

Bunlara göre atış serbest, Türkiye de 30 etnik grup var, 40 etnik grup var, çoğal çoğaltabildiğin kadar.

Sayın Bulaç referandumu konu ettiği köşe yazısında

“Bu Akdeniz, Trakya, büyük kentler ve Karadeniz de “ Kürt etnik kimliği” nin tanınmasıyla bugüne kadar çeşitli avantajlar ve kamusal ayrıcalıklar sayesinde sahip oldukları “ resmi Türk kimliği” nin sarsıntı geçireceğinden kaygı duyan kesimlerin tepkisine yol açıyor.” Ne Mutlu Türküm Diyene” formülünü kabul edip kolayca “resmi Türk kimliği” ni- resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini – benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır”.

Yani Bulaç diyor ki bu Balkanlar ve Kafkasya dan gelenlerin büyük bölümü Türk değildir.

Kendilerine sağlanan büyük avantajlar ve ayrıcalıklar sayesinde Türk kimliğine sahip olmuş ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” yi kabullenmişlerdir. Şimdi ise “ Kürt etnik kimliği ” kamu tarafından tanınınca bunlar kendi ifadesiyle “elde ettikleri avantaj ve ayrıcalıklara “ortak çıktığı” için gösterdikleri” bir tepki sonucu HAYIR oyları verdiler.

Bu derinliksiz ve çalakalem yapılmış analizin neresini düzelteceksin.

Sayın Bulaç;

bu Balkan göçmenlerinin ve Kafkas muhacirlerinin en çok yaşadıkları Sakarya, Bursa, Balıkesir, Bandırma, Kahramanmaraş, Sivas ve Kayseri den alınan yüksek oranlarda ki ÊVET oylarını nereye koyuyorsunuz?

Gerek var mı insanları şöyle yahut ta böyle ayırmaya, sınıflandırmaya. Kaldı ki siz bilmez misiniz ki; Rumeli den gelenlerin tamamına yakını Evlad-ı Fatihan’ dır, o coğrafyayı Türk ve Müslüman vatanı yapanlar ve bu uğurda büyük çileler çekenlerdir.

Siz bilmez misiniz ki Osmanlı bir Rumeli devleti idi ve son iki yüz seneden bu tarafa büyük zulümlerin sonucunda bu coğrafyaya gelmek durumunda kalanlar bizim emanetimiz, namusumuz ve Türkoğlu Türk idiler.

Sayın Bulaç derin analizlerine devam ediyor

“ Bu açıdan Akdeniz, Ege, Trakya ve Karadeniz sahil şeridinde Kürt açılımına ve Kürtlerin batıya göç etmelerine gösterilen tepki ile Orta Anadolu’ da kökeni sahiden Türk olan kesimlerin gösterdiği tepki arasında mahiyet farkı var. ( Bak bak ne derinlikli analiz ve tespit) Anadolu milliyetçilerinin gösterdiği tepki ülkenin toprak bütünlüğü, devletin bekası ve kendilerinin batılı haçlı kuvvetler tarafından Orta Asya’ya sürülmek istenmeleri ile ilgili bir korkuya dayanır.”

Yani derin entelektüel Sayın Bulaç bu muhteşem analizinde! Demek istiyor ki; bu Orta Anadolu’ da yaşayan çakma değil de esas Türkler “Kürtler’ den” korkmuyorlar.

Onların zihin altında hep Haçlılar tarafından Orta Asya’ ya sürülme korkuları, paranoyaları var.

Diğerleri gibi( Muhacir ve göçmen ) sahip oldukları avantajları kaybetmedikleri için gönül rahatlığı ile EVET oyları verdiler.

Bu saçma ve kolay analizlerin neresini düzeltmek gerekir.

Nereden çıktı bu sürülme endişesi?

Saha çalışması mı yaptın?

Yüz Yüze görüşmeler mi yaptın?

Kafanız da oluşturduğunuz düşüncelerinize zorla bir karine oluşturmaya mecbur musunuz?

Sayın Bulaç; bu milletin Türk olmaktan da bu vatanda bir arada yaşamaktan da bir rahatsızlığı yok.

Sizin gibiler zorla kırk etnik yapı icad etse bile bu milletin Boşnak’ı’ da, Farsı’ da, Kürdü’ de, Arnavut’u’ da muhaciri de, göçmeni de bir arada yaşamaktan mutlu ve huzurlu.

Türk vatanında yaşayan insanların neredeyse yüzde kırkını meydana getiren bu göçmen ve muhacir Türkoğlu Türk, Evlad-ı Fatihan çoğunluktan ve esasen Türk milletinden tarihinden, halinden özür dileyiniz.

Ve çok çileler çekmiş bu kahraman millete daha fazla bühtan etmeyiniz.

Ayıptır, Günahtır.

Kaynak:Açık İstihbarat

Türkiye'de 12,7 milyon yoksul var
6 Ocak 2011



Yapılan araştırmalar, 12 milyon 751 bin kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyor...

Türkiye'de yoksulluk oranı, 2009 yılında, bir önceki yıla göre 0,97 puan artarak yüzde 18,08'e yükseldi. Yoksulluk oranı 2008 yılında yüzde 17,11 düzeyindeydi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''2009 Yoksulluk Çalışması Sonuçlarını'' açıkladı.

Buna göre, 2009 yılında Türkiye'de fertlerin yaklaşık yüzde 0,48'i yani 339 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, yüzde 18,08'i de yani 12 milyon 751 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 2008 yılında bu oranlar sırasında yüzde 0,54 ve yüzde 17,11 idi.

Türkiye'de kişi başı günlük harcaması, satınalma gücü paritesine göre 1 doların altında kalan fert bulunmuyor. Buna karşın satınalma gücü paritesine göre kişi başı günlük 2,15 dolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırı altında bulunan fert oranı yüzde 0,22, yoksulluk sınırı 4,3 dolar olduğunda yoksul fert oranı ise yüzde 4,35 olarak tahmin edildi.

2009 yılında 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 287 lira, aylık yoksulluk sınır ise 825 lira tahmin edildi.

Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda 2008 yılında yüzde 34,62 olan yoksulluk oranı 2009 yılında yüzde 38,69'a yükselirken, kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı yüzde 9,38'den yüzde 8,86'ya düştü.

HANEHALKI BÜYÜKLÜĞÜ YOKSULLUK RİSKİNİ ARTIRIYOR

TÜİK araştırmasına göre, 2009 yılında hanehalkı büyüklüğü 3 veya 4 kişi olan hanelerde bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 9,65 olurken, 7 ve daha fazla olan hanelerde fertlerin yoksulluk oranı yüzde 40,05 olarak hesaplandı. 7 ve daha fazla kişiden oluşan hanelerden kentsel yerlerde oturanlar için yoksulluk riski yüzde 25,21 iken, kırsal yerlerde bu oran yüzde 54,06 oldu.

Hanehalkı türüne göre çocuklu çekirdek ailede bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 15,98 olurken, çocuksuz çekirdek ailelerdeki fertlerde bu oran yüzde 9,86'ya düştü. Ataerkil veya geniş ailelerdeki fertler için yoksulluk oranı ise yüzde 24,48 olarak tahmin edildi. Kentsel yerlerde çocuklu çekirdek ailede yaşayan fertlerin yoksulluk riski yüzde 8,47 iken, kırsal yerlerde bu oran yüzde 39,71'e yükseliyor.

EĞİTİM DURUMU YÜKSELDİKÇE YOKSUL OLMA RİSKİ AZALIYOR

2009 yılında okur-yazar olmayan veya bir okul bitirmeyenlerde yoksulluk oranı yüzde 29,84 olurken, ilkokul mezunlarında bu oran yüzde 15,34, lise ve dengi meslek okulları mezunlarında yüzde 5,34, yüksekokul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip fertlerde yüzde 0,71 oldu. İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise yüzde 24,04.

2009 yılında ücretli-maaşlı çalışanlarda yoksulluk oranı yüzde 6,05 iken, yevmiyeli çalışanlarda bu oran yüzde 26,86, işverenlerde yüzde 2,33, kendi hesabına çalışanlarda yüzde 22,49 ve ücretsiz aile işçisi olanlarda ise yüzde 29,58 oldu.

En yüksek yolluk riskine sahip olan tarım sektöründe çalışanlarda yoksulluk oranı, 2008 yılında yüzde 37,97 iken, 2009 yılında yüzde 33,01 olarak tahmin edildi. Sanayi sektöründe çalışanlarda 2009'da yoksulluk oranı yüzde 9,63 olarak hesaplanırken, bu oran hizmet sektöründe çalışanlarda yüzde 7,16 olarak tahmin edildi. 2009 yılında ekonomik olarak aktif olmayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 14,68 ve iş arayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 19,51 olarak hesaplandı.

TÜİK araştırmasına göre Türkiye'de hanehalkı fertlerinin ekonomik faaliyet durumuna göre yoksulluk oranları 2008 ve 2009 yıllarında şöyle:

Ekonomik Faaliyet Durumu Fert Yoksulluk Oranı (Yüzde)

2008 2009
--------------------------------- ---- ----

Toplam 17,11 18,08

15 ve daha yukarı yaştaki fertler 14,39 15,27

İstihdamdaki fertler 14,82 15,37

İş arayanlar 17,78 19,51

Ekonomik olarak aktif olmayanlar 13,73 14,68

15 yaşından küçük fertler 24,43 25,77

6 yaşından küçük fertler 22,53 24,04
haber10

Türkiye'nin aile değerleri ilk kez araştırıldı
18 Şubat 2011
Türk erkekleri kadınları nasıl görmek istiyor. Kadınların beklentileri. Kız ve erkek çocuklarını bekleyen büyük tehlike...
Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Türkiye'nin aile değerlerini ilk kez araştırdı. Araştırma raporunda, Türk ailesinin toplumsal değişimden korunması için ''Aile Danışmanlığı Merkezlerinin'' kurulması önerildi. Raporda, çocuklara yönelik okullarda ''değer eğitimi'' verilmesi istendi.

Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünce düzenlenen ''Türkiye'de Aile Değerleri'' Araştırması, ailenin Türk halkı için ne kadar büyük önem atfettiğini ortaya koyuyor.

Nicel ve nitel analizler yapılarak gerçekleştirilen araştırma sonuçlarında, nicel verilerde Türkiye genelinde 6 bin 35 veri analizi yapıldı. Nitel verilerde ise 12 bölgeyi temsil eden birer ilden 120 kişiyle derinlemesine görüşme yapıldı. Araştırmada, yüzde 50,2 oranında kadınlar, 49,8 oranında da erkeklerle görüşüldü. Görüşülenlerin yüzde 70'i evli, yüzde 57,6'sının ailesi de 4-5 ve daha fazla kişiden oluşuyor.

Araştırmaya katılanların yüzde 83,7'si maddi ve manevi sorunlar olduğunda ilk olarak aileye başvurulması gerektiğini düşünüyor. Ailesinin iyiliği için her türlü sıkıntıya katlanabileceğini ifade edenlerin oranı ise yüzde 90,3.

Katılımcıların yaklaşık 4'te 3'ü aile içi sorunların eşler arasında çözülmesini gerektiğini belirtirken, görüşülenlerin yüzde 66,3'ü aile büyüklerine duyulan saygı nedeniyle aile içi ilişkilerin eşler kadar anne babaları da ilgilendirdiğini savunuyor.

Türk ailelerinin tamamına yakını, çocuklarının kendi ayakları üzerinde duracak şekilde yetiştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Katılımcıların yüzde 83,7'si çocukların evleneceği eşi kendisinin seçmesi gerektiğini belirtiyor. Görüşülen kişiler, ister kız olsun ister erkek, çocukların 18 yaşına geldiklerinde kendi kararlarını alabilmeleri gerektiğini düşünürken, çocuklarının gelecekte beklentilerinde ailelerin etkin rol almasını da istiyor.

Araştırmaya göre, erkek çocuğun aileye itibar kazandırması anlayışı Türk ailesinde artık kabul görmüyor. Katılımcıların yüzde 56,1'i ''Erkek çocuk sahibi olmak daha çok itibar kazandırır'' ifadesine katılmıyor. Görüşülenlerin yüzde 64,4'ü çocuk eğitiminde dayağı etkili bir yol olarak da görmüyor.

''FLÖRT KIZLAR İÇİN BİR TUZAK''-

Evlilik, sadakat ve eşler arasındaki ilişkiye yönelik ifadelerin de incelendiği araştırmada, katılımcıların yüzde 89'u evliliğin temelinde sadakat olduğuna inanıyor. Sadakati zedeleyici davranışlar hem erkekler hem de kadınlar için uygun görülmezken, ''Kadının aldatması asla affedilemez'' ifadesi yüzde 82,4, ''Erkeğin aldatması asla affedilemez'' ifadesi ise yüzde 72,2 oranında destekleniyor. ''Evli de olsa erkekler çapkınlık yapabilir'' görüşün ise katılımcıların yüzde 20,3'ü destek veriyor.

Katılımcıların yüzde 82,2'si evlilik dışı cinsel ilişkinin asla kurulmaması gerektiğini düşünüyor. Öte yandan görüşülenlerin yüzde 40,8'i kızların flört etmesinde sakınca görmediğini belirtirken, yüzde 42,3'ü flörte karşı çıkıyor. Bazıları flörtü evliliğe giden yolda olması gereken ve tarafların birbirini tanımasına imkan veren bir uygulama olarak algılarken, diğer yarısı ise konuyu cinsellik içinde değerlendiriyor ve ''flörtü kızlar için bir tuzak'' olarak algılıyor.

Evlenmeden çocuk sahibi olma fikrine katılımcıların yüzde 82,4'ü karşı çıkıyor. Görüşülenlerin yüzde 79,7'si de nikahsız birlikte yaşayabilme durumunu kabul etmiyor.

''Anlaşamayan eşlerin boşanmaktan kaçınmaması gerektiğini'' katılımcıların yüzde 60,6'sı kabul ediyor. Görüşülenlerin yüzde 21,2'si bu görüşe katılmazken, yüzde 18,2'si kararsız olduğunu belirtiyor. Görüşüler kişilerin yüzde 91,6'sı evlilikte eşlerin her türlü fedakarlığı yapması gerektiğini ifade ediyor.

Katılımcıların yüzde 50,8'i ''Bir kadının asıl görevi çocuk bakımı ve ev işleridir'' görüşünü destekliyor. Öte yandan, görüşülen kişilerin yüzde 64,1'i ev işlerinde kadın kadar erkeğin de sorumlu olduğunu ifade ediyor.

''KADIN TOKADI SİNEYE ÇEKMELİ'' DİYENLERİN ORANI YÜZDE 24,5-

Araştırmaya göre, kadın-erkek ilişkileriyle ilgili ifadeler incelendiğinde ailede son sözü söyleyecek ve yönetecek bir kişinin bulunmasının gerektiği ve bunun da erkek olduğu yönünde toplumda var olan geleneksel anlayışın devam ettiği görülüyor. Katılımcıların yüzde 66,4'ü ailenin reisinin erkek olduğunu belirtirken yüzde 61'i de ailenin geçiminde erkeği sorumlu tutuyor.

Katılımcıların özellikle de ailede kadına yönelik şiddeti desteklemediği belirlenirken, görüşülen kişilerin yüzde 16,4'ü kadının itaat etmediğinde kocası tarafından dövülebileceğini, yaklaşık 4'te biri ise kadının kocasının tokadını sineye çekmesi gerektiğini düşünüyor.

Araştırmaya göre, Türk toplumunda dini kurallar günlük yaşam içinde önemli bir yer teşkil ediyor. Aile değerleri arasında dini kuralların bireylerin yaşam felsefelerinde etkin bir rol alması gerektiği algısı önemli ölçüde devam ediyor. Katılımcıların yüzde 85,3'ü ''insanın sık sık dua etmesi'', yüzde 87,1'i de ''ailenin dini ve manevi değerlere bağlı olması'' gerektiğine inanıyor.

Görüşülen kişilerin yüzde 84,9'u bakıma muhtaç aile büyüklerinin aile içinde bakılması gerektiğini düşünürken, ebeveynlerine huzurevinde daha iyi bakılacağını düşünenlerin oranı yüzde 15,4. Katılımcıların 4'te 3'e yakını da çocuklarının yaşlandıklarında kendilerine bakması gerektiğini belirtiyor.

-TÜRK AİLELERİ HAYATLARINDAN MEMNUN-

Katılımcıların yaklaşık 4'te 3'ü hayatlarından memnun olduklarını ifade ediyor. Araştırmada, konuşla ilgili olarak kamuoyunda medya aracılığıyla yansıtılan mutsuz, ümitsiz ve sorunlar arasında bocalayan toplum görüntüsünün aksine hayatından memnun olanların oranının oldukça fazla olduğunun anlaşıldığı belirtildi.

Araştırmaya katılanlar, en çok aile bireylerine güveniyor. Kişiler, aile bireyleri ve yakınları arasında sırasıyla çocuklarına, eşlerine, anne babalarına, ve kardeşlerine güven duyuyor. Katılımcılar, aile bireylerinden sonra da akrabalarına güven duyduklarını belirtiyor. Öte yandan, yakın sosyal çevreye olan güven, aile bireylerine olan güvene göre oldukça düzük düzeyde kalıyor. Katılımcıların yüzde 58,5'i komşularına, yüzde 547,4'ü de iş arkadaşlarına, yüzde 51,5'i ise hemşehrilerine güven duyduğunu ifade ediyor. Görüşülen kişilerin yüzde 74,9'u ilk kez tanıdıkları insanlara güven duymuyor.

Katılımcıların yüzde 99,3'ü en çok aileyi önemsiyor. Görüşülenlerin yüzde 98,1'i çocuklarına, yüzde 96,5' eşlerine, yüzde 93,4'ü dost ve arkadaşlarına, yüzde 92,2'si de kendisine zaman ayırmayı önem veriyor.

Günümüz insanı için ekonomik aktivitenin gündelik hayatın belirleyici öğesi olduğu belirtilen araştırmaya göre, iş ve çalışma hayatını önemseyenlerin oranı yüzde 89,7 olarak görülüyor. Katılımcıların yüzde 95,7'si ev, yüzde 82,8'i araba, yüzde 94,3'ü de tasarruf yapma konusunu önemsiyor.

Görüşülenlerin tamamına yakını sırasıyla çocuklarının aile büyüklerine saygılı, sorumluluklarının yerine getiren, özgüvenli, kendi hakkını savunabilen, bağımsız düşünüp karar verebilen ve üniversite mezunu olarak yetişmesini istiyor.

Araştırma Türk ailesinin en çok birlikte akşam yemeği yediğini ortaya koyuyor. Buna göre katılımcıların yüzde 92,3'ü ailesiyle akşam yemeği yediğini, yüzde 91,3'ü televizyon izlediklerini, yüzde 91,1'i sohbet ettiklerini, yüzde 79,8'i akrabalarını ziyaret ettiklerini, yüzde 74,7 alışverişe gittiklerini, yüzde 56,6'sı piknik yaptıklarını, yüzde 32,7'si de tatile gittiklerini belirtiyor. Türk aileleri birlikte en az sinema ve tiyatroya gidiyor (Yüzde 24,5).

-ERKEKLER, GELENEKSEL KADIN ROLLERİNDEN MEMNUN-

Araştırmaya göre, geleneksel kadın rollerine en çok erkekler, 55 yaş üstündekiler ve Kuzeydoğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanlar önem veriyor.

Ailenin dini ve manevi değerlere sahip olması gerektiği düşüncesi ise kadınlar, 35 yaş üstündekiler, eğitimsiz ve ilkokul mezunları ile Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanlar daha çok önemsiyor.

Evlilik, çocuk ve kadın rolleri konusunda geleneksel bakış açısına ise daha çok erkekler, 55 yaş ve üzerindekilerle, Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanların sahip olduğu görülüyor.

Ataerkil aile yapısını da erkekler ile Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde kırda yaşayanların benimsediği görülüyor. Kadının çalışma hayatına katılımı ise daha çok üniversite ve üstü eğitimliler, yüksek sosyo ekonomik düzeydekiler ve Batı Marmara ile Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayanlar arasında kabul görüyor. Gençlerin bağımsız olması gerektiği görüşünü ise en çok Ege Bölgesi'nde yaşayanlarla, 18-24 yaş arası gençler, kentlerde yaşayanlar ve üniversite eğitimliler destekliyor.

-AİLE DANIŞMANLIĞI VE DEĞER EĞİTİMİ İSTENİYOR-

Türkiye'de aile değerleriyle ilgili önerilere de yer verilen araştırmada, aile üzerinde farklı açılardan analizler yapılmasına imkan verecek düzenli araştırmalar yapılması gerektiği belirtildi.

Medyanın günümüzde bireylerin toplumu algılamada etkin bir rol oynadığı belirtilen araştırmada, yazılı ve görsel medyada aileye ilişkin sorunların abartılı ve yaygın bir biçimde yansıtıldığı kaydedildi. Şiddet ve cinsellik konularında istismara varan boyutlarda sunulan görüntülerin özellikle genç kuşakları olumsuz etkilediğine işaret edilen araştırmada, evlenmeye karşı isteksizliğin gençler arasında yaygınlaşması ve evlilik normlarının erozyona uğramasında medyanın yansıttığı içeriğin etkisi olduğunun düşünüldüğü vurgulandı. Bu konuda Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün ilgili kurumlarla işbirliği yaparak Türk medyasında girişimlerde bulunarak, yayınlarda hassas davranılması hususunda çaba sarf edilmesi önerildi.

Eğitim kurumlarında çocuklara yönelik ''Değer Eğitimi'' verilmesi gerektiği ifade edilen açıklamada, ayrıca aileye yönelik yaygın, planlı bir eğitim programı hazırlanması önerildi.

Araştırmada, ayrıca güven konusunun sosyal sermaye bağlamında kavramsallaştırılarak araştırma yapılması gerektiği belirtildi.

Türkiye'nin hızlı bir değişim sürecine girdiği ve bu süreçten en çok ailenin etkilendiğine dikkat çekilen araştırmada, değişim nedeniyle ortaya çıkan hukuksal, psikolojik ve sosyal konularda ''aile danışmanlığı'' merkezlerinin kurulması ve ailelere destek hizmetlerinin verilmesi önerildi.
aktifhaber

Halaçoğlu bazı Kürt aşiretinin aslında Ermeni olduğunu iddia etti
01.04.2012

Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı MHP Kayseri Milletvekili, Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu, Soykırım iddialarının tartışıldığı Deşifre Programı"nda çok çarpıcı bir iddiada bulundu..
KENDİLERİNİ KÜRT AŞİRETİ DİYE TANITIYORLAR
Ermeni Soykırımı iddialarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren Halaçoğlu, şu anda Türkiye'de yaşayan 20 kadar Ermeni Aşiretin kendilerini Kürt Aşireti olarak tanıttığını belirtti.
haber1001

İçimizdeki İsrail
19 Eylül 2010
M.Şevket Eygi

KRİPTO Yahudilerin Alevîlerin, Kürtlerin, Kafkasyalıların içine sızdığını az çok biliyoruz, lakin Sünni dindar Müslümanların içine sızdıklarını konusunda pek câhiliz.

Adam Yahudi, kendisini Alevî gösteriyor.

Adam Yahudi, kendisiniKürt gösteriyor.

Adam Tat Yahudisi kökenli, kendisini Kafkasyalı gösteriyor.

Adam Yahudi kökenli, kendisini Tatar gibi gösteriyor.

Yirminci asırdaYahudiler iki devlet kurdular iddiası boş değil.

Yahudiler Sünnî Müslümanlığın içine, bazı tarikatlara girmek suretiyle sızmışlardır.

İsrail ile ilişkilerimiz kopma noktasına gelmişmiş...İki taraftan bazı politikacılar çok sinirlenip verip veriştirmişmiş... Siz bu tiyatrolara inanıyor musunuz?

İsrail ile olan (bazısı çok gizli, TBMM bile bilmiyor) askerî, siyasî, iktisadî, ticarî münasebetlerimiz tam gaz devam ediyor.

Türkiye'nin içinde ikinci bir İsrail var.

Son on-onbeş sene içinde ülkemizden İsrail'e milyarlarca dolar gitti. Türkiye-İsrail ticaretinde kazanan hep Yahudiler oldu.

Türkiye uyuyan bir ülkedir. Mışıl mışıl...

Beş vakit namaz kılan (veya kılar gibi görünen) Yahudiler.

Hanımlarının başları örtülü Yahudiler.

Milliyetçi ve Türkçü Yahudiler...

İslâmcı Yahudiler...

Bir ayağı ismailî Müslümanlıkta, öteki ayağı ishakî Musevîlikte olan özel Yahudiler...

Türkiye'deki İsrail'in röntgeni çekilecek olsa ortaya dehşet verici bir tablo çıkacaktır.

Kripto Yahudiler kanımıza, iliğimize, beynimize girmişler... Bana inanmayan, İtalyan yazarı Giovanni Papini'nin GOG adlı kitabındaki "Ben Rubi'nin İtirafları" bölümünü okusun. (İş Bankası Yayınları)

On milyonlarca Müslüman uyuyor. Yatakta uyuyor, ayakta uyuyor; yürürken, otururken, merdiven inip çıkarken uyuyor.

Yakın tarihimizdeki ünlü, güçlü, etkili Kripto Yahudiler kimlerdir?

İslâmî kesim içindeki Kriptolar kimlerdir?

Tiyatroları gerçek sanan milyonlarca Müslüman...

Müslümanlar ne zaman uyanacak?
millî gazete


En son admin tarafından Çrş Eyl 10, 2008 6:37 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Eyl 09, 2008 10:56 pm    Mesaj konusu: Türkiye nüfusunun etnik dagIlImI Alıntıyla Cevap Gönder

Gülen'in elindeki nüfus kütükleri!
Arslan BULUT
08.08.2016

Televizyon kanallarında FETÖ ile ilgili çocukluklarından beri bu çatı altında bulunmuş itirafçılar konuşturuluyor!Ben itirafçılara her zaman şüphe ile bakarım. İtiraf adı altında ters operasyon yapmaları mümkündür. Bu çekinceyi koyduktan sonra devam edelim..Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Bodrum'daki söyleşide FETÖ'yü anlatırken "Bugün dünya nasıl yönetiliyor biliyor musunuz? Kişilere ait personel bilgileri üzerinden yönetiliyor. Ana silâh bu. Üretmek ya da kontrol etmek istediğiniz kişilere ilişkin, kişisel istihbarat, en büyük silâhtır. Dünya bunun üzerinde duruyor. Kişisel istihbarat çok önemli.. Gülen cemaatinin ana silâhı nedir biliyor musunuz? Kişisel istihbarat. Ana silâhlarından bir tanesi bu. Bu çok büyük bir yapılanma, çok büyük bir istihbarat yapılanmasına dayanıyor. Bu konuyu çok büyük bir silâh olarak kullandı, kullanmaya da devam ediyor. Düşünce ve duyguyu sentez yapabiliyorsanız topluluğu arkanızdan götürmeniz, ölüme götürmeniz bile çok kolay" dedi.

***

24 Ocak 2006 tarihinde, "Hrant Dink cinayetinde çok önemli iddialar"ı şöyle incelemiştim:Gazeteci Hrant Dink, Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı olduğuna dair iddiayı seslendirmesinden sonra öldürtüldü. Ölümünden hemen sonra yapılan aramada bilgisayarının hard diskinin yerinde olmadığı anlaşıldı.Almanya'da Türklerin düzenlediği bir toplantıda Prof. Dr. Hasan Köni, "Ermeni meselesi" başlıklı bir konuşma yapmış ve şöyle demişti:"Tehcir sırasında, yerinden olmamak için 'convert' olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var."Yaşar Canca da şu bilgiyi vermişti:"Hrant Dink, bir Ermenistan gezisinde oradaki muhataplarına 'Siz 1.5 milyon kişiden bahsediyorsunuz. Oysa ayni dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştu. Bunları neden dikkate almıyorsunuz?' diye sordu. Muhatabı da 'Bu konunun gündeme gelmesi, davamıza zarar verir' cevabını verdi." Bu bilgilerden sonra Hrant Dink'in dönme Ermenilerle ilgili çalışmaları sebebiyle devlet içindeki dönmeler tarafından öldürtüldüğü şüphesi ortaya çıkmıştı.Peki kimin Ermeni dönmesi, kimin Rum dönmesi olduğunu kim biliyordu?

***

Cemaatten bir süre önce ayrıldığını beyan ederek Fethullah Gülen'in ilişkilerini ve eylemlerini anlatan Hüseyin Gülerce,  CNN Türk'te Didem Arslan Yılmaz'ın programında "Gülen'in 15 yıldır ABD'de bulunduğu için oranın istihbarat birimlerinden destek aldığını düşünüyorum. ABD ondan ne istiyorsa yerine getiriyor" gibi açıklamalardan sonra "Kendisine Türkiye'nin bütün nüfus kütükleri gitmiş. O da bana onları gösterdi. Ünlü isimleri göstererek kimisinin Rum olduğunu, kimisinin Ermeni olduğunu gösteriyor. Türkiye'de bilinen bütün herkesin nüfus kütükleri eline gitmiş" dedi.Hüseyin Gülerce, 17 Mart 2005 tarihli Zaman'da yayınlanan "Misyonerlik ve nüfus kütükleri" başlıklı yazısında ise "Misyonerlik faaliyetlerini bahane ederek ve aslında din-diyanetle de pek ilgisi olmayan ulusalcı çevrelerin, dinlerarası diyaloğa, bu diyaloglara öncülük edenlere, hükümete ve AB üyeliğine karşı bir hareket başlatmış olmaları"ndan şikâyet ettikten sonra "Sırf bu millete kötülük yapmak, aramıza nifak sokmak için kendisini gizlemek maksadıyla nüfus kütüğüyle oynayanların olabileceğini de unutmamak lâzım.. Bu yola başvurarak ülkenin kilit noktalarına kadar gelenlerin, en hayati damarlarımızda dolaşanlar olup olmadığını da devlet gibi bir devletin araştırıp bilmesi lazım" demişti..İlgilenenlerin bilgilerine sunulur!
Yeni Çağ

Türkiye'deki Kürt Nüfusu Ne Kadar?
Hasan Celal Güzel
06 Eylül 2009

Sizce Türkiye’deki Kürt nüfusu ne kadar? İşte Türkiye'de Kürt nüfusu ve gerçekler...

Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, üzerinde bol bol tartışılan ve spekülasyonlar yapılan Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında bildiklerimi tekrar aktarmaya çalışacağım.

Evvelâ, şu noktanın altını çizmeliyim ki, Türk-Kürt ayrımına tamamen karşıyım. Türkiye’de yaşayan her vatandaşın eşit olduğunu düşünüyorum. Altkimlikleri nasıl ifade edilirse edilsin, Kürtler Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçası ve bizim öz kardeşlerimizdir. Onlardan bahsederken ‘biz-onlar’ ayrımını yapmak bile beni rahatsız ediyor.
Lâkin, Türkiye’de ayrılıkçı-ırkçı-Kürtçülerin nasıl ayrımcılık yaptıklarını ve bazı dış mihraklar tarafından da nasıl desteklendiklerini hepimiz biliyoruz.

Atmasyonun böylesi görülmemiştir

Efendim, Kürtçülerin, tamamen ayrılıkçı emellerle Türkiye’deki Kürt nüfusunu yüksek gösterme gayretleri
bazen ‘açık arttırma’ ya dönüştürülmektedir. Meşhedi Cafer’e rahmet okutturacak şekilde rakamlar savuranlar, iddialarını toplam nüfusun yüzde 15’inden başlatarak yüzde 20, yüzde 25, hatta üçte birine kadar yükseltmektedirler. Ancak, mübalağalı, siyasî ve ideolojik varsayımlı bu iddiaların hiçbirinin bilimsel, hatta mantıklı bir kaynağa dayanmadığı görülmektedir.

Bir haftalık dergide de yer alan Mehrdad İzady’nin tahminlerine(!) göre, 2050 yılında Türkiye’deki Kürt nüfusu, Türk nüfusunu geçecekmiş. Meşhedi Cafer’in ahfadından(!) geldiğini sandığımız İranlı Kürtçü İzady, 1991 Kasımı’nda Newyork’ta Kürt Enstitüsü’nde yapılan bir konferansta, Türkiye’deki Kürt nüfusunun 2020 yılında 34 milyona ve 2050 yılında 49 milyona çıkacağını iddia etmişti. İzady, Prof. Justin McCarthy’nin, görüşlerinin hangi bilimsel verilere dayandırıldığına dair sorusuna ise ‘İstatistiklere değil, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi’nin Körfez Savaşı sırasında telâffuz ettiği bazı rakamlara, geçen yüzyılda atla dolaşıp tahminlerde bulunan seyyahlara ve siyasî beyanlara’ dayandırıldığını söylemişti.

Time dergisi 18 Mart 1991 tarihli sayısında, Türkiye’de 8 milyon Kürt olduğunu yazmış; ancak iki hafta sonraki 1 Nisan 1991 tarihli sayısında -bu rakamı az bulmuş olacak ki- Türkiye’deki Kürt nüfusu sayısını bir anda ikiye katlayarak 14,5 milyona çıkarmıştır (Mustafa Akyol).

Aynı yılın Mart ayında Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan, ‘Türkiye’de 25 milyon Kürt var’ diye açıklama yapmıştır. Talabanî, 1991 Martı’nda Der Spiegel’e yaptığı açıklamada, ‘Topraklarında 9 milyondan fazla Kürdün yaşadığı Türkiye...’ şeklinde beyanda bulunmuşken; Kemal Burkay, aynı yılın Aralık ayındaki basın açıklamasında Türkiye’de 15 milyon Kürt olduğunu iddia etmiştir.

Gene, 24 Aralık 1994 tarihinde yayınlanan aynı TV programında Kürtçü milletvekili Muzaffer Demir Kürt nüfusunu 15 milyon, Mahmut Alınak ise 20 milyon olarak ileri sürmüşlerdir.

Bütün bunlar, aynı dönem itibariyle Kürtçülerin kendi aralarında bile nasıl çelişkiye düştüklerini ve Türkiye’deki Kürt sayısı hakkında hiç bir bilimsel dayanağı olmayan rakamlar verdiklerini göstermektedir.

Gerçek rakam nedir?

Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında en gerçekçi ve bilimsel veriler Devlet İstatistik Enstitüsü‘nün(Şimdi TÜİK ) 1965 nüfus sayımlarıdır. Buna göre, 31.391.421 olan Türkiye Nüfusu’nun 2.219.502’si ana dili olarak Kürtçe’yi beyan etmiştir. Bu sayı, toplam nüfusun yüzde 7,07’sine tekabül etmektedir. Bu tarihten sonraki nüfus sayımlarında nüfusun ana dile göre dağılımı yapılmamıştır.

Günümüzde Kürt nüfusu oranının artmış olduğunu savunanlar, Kürtlerin diğer etnikaltı gruplara göre daha fazla doğurgan olduklarını ve Türkiye ortalamasının üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulunduklarını ileri sürmektedirler. Doğurganlık konusunda elimizdeki tek veri ise, gene İstatistik Kurumu’nca yapılan bir çalışmadır.

Buna göre, Türkiye genelinde doğurganlık oranı yüzde 2,23 iken, Doğu ve Güneydoğu’da bu oran yüzde 3,65’e yükselmektedir. Buna karşılık, göç eden Kürtlerin yeni yerleşimlerinde diğer etnikaltı gruplara benzeşerek şehirleşme sonucunda nüfus artış hızı bakımından Türkiye ortalamasına yaklaştığı görülmektedir.

Diğer taraftan, anılan bölgelerde bebek ölüm oranlarının yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük olması ise nüfus artışında ters etkenlerdir. Ayrıca, bu bölgelerde nüfusun önemli bir kısmı da Türk ve Arap’tır.

Kürt nüfusu hakkında, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Başkanı Prof. Aykut Toros ve ekibi, genel nüfus sayımlarını esas olarak yaptıkları projeksiyonlarda, 1992 yılında ana dili Kürtçe olanların oranını yüzde 6,2 olarak tesbit etmişlerdir.

Türkiye’nin etnik yapısı konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaları bilimsel şekilde değerlendiren Ali Tayyar Önder ise 2006 yılı itibariyle 74 milyonluk varsayılan Türkiye nüfusu içerisinde Kürt sayısını 5 milyon (yüzde 6,76), Zaza sayısını 800 bin (yüzde 1,08) olarak tesbit etmiştir. Buna göre -Zazalar Kürt olmadıkları halde- Kürt ve Zaza nüfusunun toplam içindeki oranı yüzde 7,84 olarak bulunmaktadır.

Gazi Üniversitesi’nden Prof. Mehmet Şahingöz’ün, P.A. Andrews’in merkezi ABD’de bulunan ‘Ethnologue Data from Languages of the World’ adlı kuruluşta hazırladığı çalışmasında Kürt nüfusunun oranı yüzde 8,36 olarak tesbit edilmiştir. Bu konuda, bugüne kadar bulunan akademik temelli en yüksek oran, Andrews’in ‘Türkiye’de Etnik Dağılım’ başlıklı raporunda 2001 yılı içinde toplam etnik nüfus yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir.

Ayrıca, Eylül 2005’te ‘AB Eurobarometer Anketi’nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin oranı yüzde 93 olarak bulunmuş ve Kürtleri de içine alan geri kalan nüfusun yüzde 7’yi geçmediği görülmüştür.

Kürt nüfusunun hesaplanmasında Kürtçü siyasî partilerin aldıkları oylar da bir gösterge sayılabilir. Her ne kadar Kürt nüfusunun tamamının bu siyasî partilere oy vermedikleri bilinse de, seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, Kürt nüfusunun Kürtçülerin mübalağalarına uygun miktarda olmadığını göstermektedir. Nitekim, 1995 Aralık Genel Seçimleri’nde HADEP, PKK’nın tehdit ve baskılarına karşılık -Kürtçüler dışındaki sol oyların da eklenmesiyle- ancak yüzde 4,17 oranında oy alabilmiş; gene 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde de DEHAP’ın yüzde 6

Kaynak: Radikal

ABD'ye Göre Türkiye'nin Etnik Haritası
02 Ocak 2009

Dünya genelinde etnik köken, dil ve din araştırmaları yapan Amerikan merkezli USCWM, Türkiye'deki bütün etnik kimlikleri ve bunların sayılarını verdi...

Dünya genelinde etnik köken, dil ve din araştırmaları yapan Amerikan merkezli United States Center for World Mission (USCWM) adlı vakfın Aralık 2008 verilerine göre, Türkiye nüfusunun yüzde 20.8'ini Kürt kökenliler oluşturuyor.

Araştırmaya göre, Türkiye'de 52.8 milyon Türk yaşarken, Zazalar ile birlikte toplam Kürt sayısı 15.4 milyon.

Türkiye'de yaşayan Kürt kökenlilerin sayısı ve diğer etnik grupların nüfusa oranı hakkındaki tartışmalar devam ederken, bir araştırma da dünya genelinde etnik köken, dil ve din araştırmaları yapan Amerikan merkezli USCWM isimli vakıftan geldi. Vakfın Aralık 2008 verilerine dayandırdığı araştırmasında, Türkiye'nin nüfusunun 74 milyon 398 bin 700 olduğu kaydedildi. Araştırmada, nüfusun yüzde 71'ini oluşturan 52 milyon 826 bin kişinin Türk olduğu ifade edilirken, Zazalar ile birlikte Kürtlerin sayısının 15 milyon 426 bin olduğu belirtildi. Araştırmada Türkiye'de 1 milyon 313 bin Zaza'nın yaşadığı, Kürtlerin 5 milyon 902 bininin ise Türkçe konuştuğu kaydedildi.

Türkiye'de 1.8 milyon Arap, 910 bin Çerkez, 620 bin Fars, 540 bin Azeri yaşadığının belirlendiği araştırmada, Türkiye'de 76 bin Ermeni, 28 bin Süryani, 14 bin Rum ve 13 bin Musevi bulunduğu vurgulandı.

Türkiye'nin nüfusunun etnik köken dağılımı şöyle:

- Türkler 52 milyon 826 bin
- Kürtler 15 milyon 426 bin
- Araplar 1 milyon 839 bin
- Çerkezler 910 bin
- Farslar 620 bin
- Azeriler 542 bin
- Gagavuzlar 410 bin
- Pomaklar 331 bin
- Bulgarlar 328 bin
- Lazlar 151 bin
- Gürcüler 150 bin
- Tatarlar 126 bin
- Boşnaklar 101 bin
- Ermeniler 76 bin
- Karakalpaklar 74 bin
- Arnavutlar 66 bin
- Romanlar 66 bin
- Abhazlar 43 bin
- Osetler 37 bin
- Süryaniler 28 bin
- Rumlar 14 bin
- Museviler 13 bin
- Keldaniler 300
aktifhaber

Türkiye nüfusunun etnik dağılımı

Tarhan Erdem yönetiminde KONDA'nın yaptığı araştırma sürekli tartışılan Türk vatandaşlarının etnik kimliklere göre dağılımını ortaya koydu. İşte sayılarla Türk, Kürt, Çerkez...
22 Mart 2007 09:16

55 milyon kişi 'etnik olarak' Türk


Araştırmada, toplumun etnik kimliğini ifade etmekte sıkıntı duymadığı görülüyor. Toplam 73 milyon olan nüfusun 55 milyon 484 bini etnik olarak Türk. Türkiye'de 11 milyon 445 bin Kürt yaşıyor

Milliyet'in Tarhan Erdem yönetiminde KONDA'ya yaptırdığı araştırma, çok farklı sayılarla tartışma konusu edilen Türk vatandaşlarının etnik kimliklere göre dağılımında son derece önemli bulgular ortaya koyuyor.

Yaklaşık 50 bin kişi ile yüz yüze görüşme yapılan araştırmada, yaygın kullanılan adlandırmalar yerine halkın kendini nasıl bildiği, nasıl tanıtmak istediğinin belirlenmesine önem verildi. Bunun için, kimliğe dair sorularda deneklere seçenek sunulmadı ve herhangi bir yönlendirme yapılmadı.

100'ün üzerinde yanıt

Anketörlerden, kişilerin kendi verdikleri ilk cevabı anket formlarına yazmaları istendi. Denekler bu soruya 100'ün üzerinde farklı cevap verdi. Daha sonra bu cevapların benzerlikleri ve sıklıkları incelenerek istatistikî anlam ifade eden belli gruplar oluşturuldu.

Araştırmanın en merak edilen bulgularından birisini ortaya koyan soru şöyle formüle edildi:

"Hepimiz Türk vatandaşıyız, ama değişik kökenlerden, yörelerden olabiliriz; siz kendinizi, kimliğinizi ne olarak biliyorsunuz veya hissediyorsunuz?"

Yandaki tabloda deneklerin cevaplarına göre oluşturulan kimlik grupları ve bu gruplardaki kimliklerin söylenme oranları yüzde olarak yer alıyor.

Yetişkinler etnik olarak kendini nasıl tanımlıyor?

Anadil kontrolüyle sağlanan dolaylı bilgininde katılmasıyla ortaya çıkan tabloda Türkiye'de yetişkinlerin (18 yaş ve üstündekilerin) etnik kimliklerin dağılımı, yüzde 78.1 Türk, yüzde 13.4 Kürt, yüzde 1.5 "Laz" ve "Türkmen" gibi yerel kimlikler, yüzde 0.1 Asya Türkü, yüzde 0.3 Kafkas kökenli, yüzde 0.2 Balkan kökenli, yüzde 0.4 göçmen, yüzde 0.9 Müslüman Türk, yüzde 0.2 Alevi, yüzde 0.3 "Türkiyeliyim, dünyalıyım" vs. diyenleri ifade eden genel tanımlayan, yüzde 0.7 Arap, yüzde 0.1 gayrimüslim, yüzde 0.03 Roman, yüzde 0.05 diğer ülkelerden ve yüzde 3.8 TC vatandaşı şeklindedir.



Araştırma 18 yaş üstü kişilerle yapıldığı için, bu yüzdeler etnik kimliklerin sadece yetişkin nüfus içindeki oranlarını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun 2006 yılı nüfus tahminine göre 48 milyon 709 bin kişi olan yetişkin nüfus içinde örneğin Türklerin nüfusu 38 milyon 43 bin, kendini Kürt olarak tanımlayanların nüfusu 6 milyon 524 bindir.

Tabloda ham veriye göre etnik dağılım, yukarıda özetlediğimiz düzenlemeyle ortaya çıkan dağılım ve etnik kimliklerin yetişkin nüfusları özetlenmiştir. Ancak yüzde 1'den düşük olan gruplarda hata payının yüksek olduğu dikkate alınmalıdır.

Nüfusun yüzde 15.6'sı Kürt

Kendisini 'Kürt' ve 'Zaza' olarak tanımlayan yetişkinlerin toplam nüfusa oranı yüzde 13.4. Ancak 18 yaş altındaki nüfusun eklenmesiyle yüzde 15.68'e çıkan bu oran 11 milyon 445 bin kişiye denk düşüyor.

Yetişkinlerden elde edilen etnik kimlik dağılımı, toplam 72 milyon 975 olan tüm Türkiye nüfusunda görülmek istenirse, 18 yaş altındakileri elde edilen verilere orantılı olarak eklemek gerekir.

Türkiye genelinde "her 66 yetişkin için 33 çocuk" varken, doğurganlık oranları daha yüksek olduğu bilinen Kürtler için bu oran farklıdır. Araştırmadaki hane halkı sayısı bilgisine, illerin nüfus artışlarına ve yaş grubu dağılımlarına dayanarak Kürtlerde bu oranın "her 53 yetişkin için 47 çocuk" şeklinde olduğunu temel bir kabul olarak dikkate almak doğru olacaktır. Bu durumu dikkate alan yaklaşımla yapılan çalışmada tüm Türkiye nüfusu içinde Türklerin yüzde 76.03 ile 55 milyon 484 bin, Kürt ve Zazaların yüzde 15.68 ile 11 milyon 445 bin, diğer etnik gruplar toplamının da yüzde 8.3 ile 6 milyon 46 bin kişi olduğu hesaplandı.
Yetişkinlerin cevaplarına göre yüzde 13.4 olan Kürt-Zaza nüfusun oranı, 18 yaşın altındakilerin eklenmesiyle yüzde 15.68'e ulaştı.

Türkiye'de Kürt ve Zazaların nüfusu için 7 ile 25 milyon arasında değişen tahminler yapılmıştır. Bu tahminler karşısında KONDA, 2006 ortalarında Türkiye'de yaşayan Kürt-Zaza (çocuk, genç ve yetişkinler toplamının) nüfusu için yaptığı son araştırma ve TÜİK verilerine dayanarak bulduğu 11 milyon 445 bin sayısının daha gerçekçi olduğu kanısındadır.
KONDA'nın 1993'te İstanbul'daki kimliklere dair yaptığı araştırmada "Hepimiz Türk vatandaşıyız, ama değişik kökenlerden de olabiliriz. Siz kendinizi ne olarak hissediyorsunuz?" sorusuna yüzde 25.15 oranında "Müslüman" ve "Müslüman Türk" cevabı verilmişti. Şimdi bu oranın yüzde 1.02 düzeyinde kaldığı görülüyor.

Biri İstanbul, diğeri Türkiye örneklemine göre hazırlanmış olsa da oldukça büyük olan bu farkın sebebi, 1993 araştırmasında din ve mezhebe dair soru sorulmamış olmasıdır. Bu araştırmada ise kimliğe dair olan bu sorudan hemen önce din ve mezhepler ile ilgili sorular yöneltilmiştir.
Diğer bir deyişle, görüşülen kişiler dinleri ve mezhepleri ile ilgili bilgi verdikten sonra kendilerini ait hissettikleri kimlik için dini aidiyet dışında bir aidiyet sorulduğunu anlayarak ya da bilerek cevap vermişlerdir.
Böyle anlaşılması, etnik yapının değerlendirilmesi açısından yararlı olmuştur. Din ve mezheple ilgili sorulardan sonra kimliğini 'Alevi' olarak belirtenler ayrı bir kimlik grubu olarak tabloya eklenmiştir. Bu hususun, Aleviliğin tanımına ilişkin tartışmalara ışık tutabileceğini sanıyoruz.

Etnik kimlik saklanmıyor

Etnik kimlikle ilgili soruya cevap vermeyenlerin oranı, tüm diğer sorular gibi yüzde 2-3 oranında çıktı. Bu oran, halkın kimliklerini açıklamada temelde bir sorunu olmadığını gösteriyor.

Ancak yine de Güneydoğu veya Kürt sorununun devam ettiği bir ortamda kimliklerini açıkça söylemekten çekinen kişiler olabileceğinden, araştırmada kişilerin etnik kimlikleriyle ilgili dolaylı olarak bilgi sağlayan verileri de incelemek gerekti. Bunun için, kimliğin önemli unsurlarından olan anadili bir gösterge olarak alıp etnik kimliklerde buna göre düzenleme yapıldı.

Örneğin anadili Arapça olup da kimliğini "Türk" olarak belirtmiş olan kişiler "Arap" olarak değerlendirildi ve buna göre yeni yüzdelere varıldı. Böylece "Müslüman", "TC vatandaşı" gibi etnik kimlikle ilgisiz cevap verenlerin etnik kimliğini daha doğru tespit etme fırsatı elde edildi.
Başat dil ve başat kimliğin aleyhinde görünse de bu düzenlemenin bizi etnik kimlikler konusundaki gerçekliğe daha fazla yaklaştırdığı söylenebilir.

TÜRKİYE'NİN YÜZDE 85'İ 'ANADİLİM TÜRKÇE' DİYOR

Anadil ile kimlik karşılaştırması, kimliklerin tutarlı belirlenmesinde önem taşıyor. Türkiye'de oturanların yüzde 85'inin anadili Türkçe... İkinci sırada yüzde 13 ile Kürtçe-Zazaca geliyor

Araştırmada, deneklerin anadilleri ve konuştukları dilleri belirlemek amacıyla iki ayrı soru soruldu.

Bu sorular, "Anadiliniz hangisidir, yani annenizden öğrendiğiniz konuşma diliniz hangisidir? ve "Aile içinde günlük yaşamda hangi dil kullanılmaktadır?" ifadesiyle deneklere yöneltildi.

Bu sorulara alınan cevaplara göre, Türkiye'de oturanların yüzde 85'inin anadili Türkçedir. İkinci sıradaki anadil yüzde 13 ile Kürtçe-Zazaca, üçüncü sıradaki anadil yüzde 1.38 ile Arapçadır.

Aralarında yakın bir ilişki bulunan anadil ile kimlik karşılaştırması, kimliklerin tutarlı belirlenmesinde önem taşıyor.

Araştırmamızda, kimliğini "Türk" olarak söyleyenlerin bir kısmı (yüzde 4.08'i) anadilinin Kürtçe olduğunu söyledi. Ayrıca, kimliğini "Kürt" ya da "Zaza" olarak belirtenlerin yüzde 8.82'si anadilinin Türkçe olduğunu belirtti.

Kimliğini "TC vatandaşı" olarak ifade edenlerin yüzde 14'ünün anadili Kürtçe-Zazacadır. Anadili Kürtçe olanların içinde kendisini "Türk" olarak tanımlayanlar, başka bir deyişle asimile olanlar bulunduğu bir gerçektir. Ancak etnik kimliklerin bu çelişkiler giderilerek tespit edilmesi gereği açıktır. Kimlik kısmında bazı kabullerle bu yaklaşım uygulanmıştır.
Aşağıdaki tablolarda, birbirleri içine giren kimlikler, anadillerin kimliklerin arasına sıkışması, erimesi görülmektedir.

Kürtlerde eğitim ortalamanın altında

Araştırmada, farklı kimlikleri yaşayan insanların ekonomik ve sosyal durumlarının, tavırlarının, farklı sorunlar hakkındaki görüşlerinin de öğrenilmesi amaçlandı.

Eğitim durumuna bakıldığında, toplum genelinin yüzde 67.4'ünün eğitim seviyesi lisenin altındayken, Kürtlerde bu oran yüzde 78'e çıkmakta, yüzde 9 olan genel üniversiteli oranı da Kürtlerde yüzde 5.5'e düşmektedir. Kendilerini "genel" tanımlayanların ve "diğer" etnik kimlik gruplarının eğitim durumlarının genelden biraz daha iyi olduğu görülmüştür.

Laz, Çerkez ve göçmenler

"Deneklerin cevaplarına göre Türkiye'de yetişkinlerin kimliklerinin dağılımı" bulgularına 18 yaşın altındaki gruba ilişkin veriler de eklendiğinde, Arapların nüfusu 550 bin olarak hesaplandı.
Aynı çalışmada göçmenlerin 310 bin, Lazların 220 bin, Kafkasya kökenlilerin (Çerkez, Çeçen, Gürcü) 210 bin, Romanların 30 bin kişi olabileceği görüldü.

Türkiye'de yaşayan gayrimüslimlerin sayısı ise 80 bin dolayında tahmin edildi. Ancak çok düşük oranları ifadelendirmeye çalışan bu sayılardaki hata paylarının yüksekliği göz ardı edilmemelidir.

Yeni nesillerin durumu

Diğer taraftan, bu gruplardaki yeni nesillerin etnik aidiyet konusundaki ifadelendirmelere nispeten daha az önem verdikleri dikkate alınmalıdır.

En yoksul gelir diliminde en çok Kürt-Zazalar yer alıyor

Etnik kimliklerin gelir durumuna bakıldığında en yoksul gelir diliminde en çok Kürt-Zazaların (yüzde 23.8) olduğu görülüyor. Hemen ardından Araplar geliyor.

"Diğer" etnik kimlikler en yüksek gelir dilimlerinde nispeten daha az yer alıyor ve yarısından fazlasının hane geliri 2. dilimde toplanıyor. Araştırma bulgularında Kürtlerin, kendini "Zaza" olarak belirtmiş olanları da içerdiğini not etmek gerekiyor.

Kimileri Zazaların da Kürt olduklarını düşünürken, bazıları Kürtler ve Zazaların tamamen ayrı etnik gruplar olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyor.

Sonuçlar, Zaza nüfusunun Kürt nüfusuna göre çok daha az olduğunu ve bazı konularda farklı düşündüklerini gösteriyor. Yetişkinler arasında kimliğini Kürt olarak hissedenler Türkiye nüfusunun yüzde 8.61'ini oluştururken "Zaza" olarak hissedenler yüzde 0.41'ini oluşturuyor.
Kürt ve Zaza nüfusu kendi içinde değerlendirildiğinde, Zazalar bu toplamın 4.5'i oranındadır.

Tabloda, Kürtlerin ve Zazaların durumlarındaki ve görüşlerindeki farklılıklar yaklaşık oranlarla görülüyor.

Kürt ve Araplar daha kalabalık hanelerde yaşıyor ve daha yoksul

Etnik kimliklere göre hane halkı sayısına bakıldığında, Kürtlerin ve Arapların daha kalabalık hanelerde yaşadığı görülüyor. Kürtlerin yüzde 17.6'sı, Arapların yüzde 12.1'i 9 veya daha fazla kişilik hanelerde yaşıyor.
1927'DEN 1965'E KADAR YAPILAN SAYIMLARDAKİ BULGULARLA KARŞILAŞTIRMA

Sayılar tarihsel gelişime uygun

1927 yılından 1965'e kadar Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (Türkiye İstatistik Kurumu) yaptığı 7 nüfus sayımında vatandaşlara "anadil" ve "konuştuğu ikinci dil" sorulmuştur. Ancak 1965'ten sonraki nüfus sayımlarında bu soru yöneltilmemiştir.

Bu soruların yöneltildiği 7 nüfus sayımında "Anadilim Kürtçe" veya "Bildiğim ikinci dil Kürtçe" diyenler, en düşük yüzde 8.07, en yüksek yüzde 9.88 olmuştur ki bu sayılara Zazaca konuşanlar dahil değildir.
Kuşkusuz devlet memurlarınca yapılan bu sayımlarda da, kimliğini gizleyenler, soruya yanıt vermeyenler olmuştur.

KONDA'nın Milliyet için yaptığı araştırmada da, "anadil" ve "bilinen ikinci dil" konusundaki sorularda "Kürtçe" cevabı veren yetişkinlerin sayısı yüzde 11.97'dir. Etnik kimliğe ilişkin soruda da kendisini "Kürt" olarak tanımlayan yetişkinlerin oranı 8.61'dir.

Görüldüğü gibi, araştırmamızda elde edilen oranlar genel olarak tarihsel gelişime uygundur.

3 milyon Türk-Kürt evlilik yoluyla akraba

Toplumsal yapı, nüfusun belli yüzdelerini temsil eden etnik ve dini kimliklerden ibaret değildir. Farklı etnik kimlikler arasında evliliklere bakıldığında Türkler ve Kürt-Zazalar arasındaki evliliğin, nüfusun yüzde 3.7'sini temsil ettiği görüldü. Diğer bir deyişle, Türklerle akraba olan Kürt sayısı (aynı zamanda Kürt-Zazalar ile akraba olan Türk sayısı) 2 milyon 708 bindir. Yani 2 milyon 708 bin kişinin ailesinde Türk-Kürt/Zaza evliliğinden kaynaklanan akrabalık bağı vardır.

Türkler ve "diğer" etnik kimlikler arasında yüzde 3.6 oranı ile 2 milyon 661 bin kişide akrabalık bağı gözlendi. Kürt-Zazalar ve "diğer" etnik kimlikler arasında akrabalık yüzde 0.5 ile 353 bin kişide görüldü.
Bu akrabalık ilişkileri, Türkiye'nin toplumsal yapısının, beraber yaşayan, birbiriyle evlenen ve ortak kültürler oluşturan farkı farklı grupların birbirine geçen ilişkileriyle oluştuğunu göstermektedir.
Kaynak: Milliyet


Türkiye'nin Demografik Yapısı
12.03.2007

Türkiye'nin etnik yapısının mozaik olmadığını savunan Hasan Celal Güzel, Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde ülkede en fazla 6.5 milyon Kürt nüfusun bulunduğunu yazdı. Güzel "Ana dilini Türkçe bildirenlerin oranı yüzde 93. Ancak kalan yüzde 7'de kardeşimiz" dedi.

Radikal Gazetesi yazarı Hasan Celal Güzel "Türkiye, Yüksek Yoğunluklu Psikolojik Harekátın Hedefi-1" başlığıyla dün Radikal Gazetesi'nde yayınlanan köşe yazısında Türkiye'de yaşayan Kürt nüfusunun en fazla 6.5 milyon olduğunu savundu.

P. A. Andrews'in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye'deki Kürt nüfusu oranının yüzde 8.36 olduğunu, TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) ana dili esas alarak yaptığı sayımlarda bu oranın yüzde 7.07, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nün araştırmalarında ise yüzde 6.2 olduğunu söyleyen Güzel, Ali Tayyar Önder'in de Kürt ve Zaza nüfus oranını yüzde 7.84 olarak hesapladığını anlattı. Türkiye'de yaşayan Kürt nüfusunun en fazla yüzde 8.5 oranında olduğunu belirten Güzel, bunun 6.5 milyon kişiye denk geldiğini söyledi.


Güzel, şunları anlattı: "çeşitli araştırmalara ve istatistiklere göre, Türkiye'de yaşayan insanların en az yüzde 85'i Türk kökenlidir. Bu derece homojen bir yapıyı, hiç bir milli devletin bünyesinde kolay kolay gösteremezsiniz. ABD'de 'Ethnologue Data from Languages of the World' adlı araştırma kurumunun hazırladığı 'Türkiye'de Etnik Dağılım' başlıklı raporda, 2001 yılı içinde Türkiye'de etnik nüfus oranı yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir (Yani, yüzde 86.21 Türk asıllıdır).

Gene Eylül 2005'te AB Eurobarometer Anketi'nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin (yani Türk kimliğini benimseyenlerin) oranı yüzde 93 olarak tesbit edilmiştir."
SDF


Gelecekteki büyük tehlike: Sezeryan

09 09 2008 14:45
Geleceğin toplumu, doğum oranındaki düşüş, sezaryenli doğumlardan dolayı tehdit altında bulunuyor. İşte geleceğin büyük tehlikeleri: Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) tarafından yayınlanan Çerçeve Dergisi'nde yer alan bir çalışmaya göre, geleceğin toplumu, doğum oranındaki düşüş, sezaryenli doğumlar, boşanmalar, geçim sıkıntıları ve evlenme yaşının artmasından kaynaklanan nedenlerden dolayı tehdit altında bulunuyor.

MÜSİAD Araştırmalar ve Yayın Komisyonu tarafından hazırlanan Çerçeve Dergisi'nde, sanayi sonrası toplumun ekonomik ve teknolojik trendlerinin demografik gelişmeyi nasıl etkilediğine yönelik bir çalışmaya yer verildi. Çalışmada, sezaryenli doğum gelecek için büyük tehdit olarak değerlendirildi.

Günümüz Türkiye'sinde sezaryenli doğumun normal, normal doğumun anormal hâle geldiği belirtilen raporda, "Sadece hayatî, istisnaî durumlarda tıbbî zorunluluktan başvurulabilecek bir yöntem olan sezaryenle doğum, bugün gerek doktor, gerekse de hamilelerin gafletiyle neredeyse normal doğum oranını geçti. Oysa adı üstünde insanın hayat boyu sağlığı, normal doğumdan geçiyor." denildi.

Tıbbî bulgulara göre sadece normal doğum esnasında salgılanan "sevgi hormonu" oksitsin'in anne ve bebek arasında başka türlü kurulamayacak bir bağın kurulmasını sağladığı belirtilen raporda, çocuğun normal doğum esnasında salgılanan bu hormon eşliğinde dünyaya gelişi, onu hayatın zorluklarına karşı dirençli kıldığı kaydedildi.

Raporda, ABD'de yapılan bir araştırma, sezaryenle doğan çocukların ilk 28 gün içinde ölme riskinin, normal doğumla dünyaya gelen bebeklerden 3 kat fazla olduğunu gösterdiği vurgulandı.

Devlet İstatistik Enstitüsü'nün son verilerine göre, bugün aile başına düşen ortalama çocuk sayısı 2,1 olduğu belirtilen raporda, "Türkiye'de nüfus artışı tehlike sınırında bulunuyor. Ancak asgari 3 çocukla nüfus artışı, normal hızını koruyabiliyor. Karı-koca ile biri kız, biri erkek 2 çocuktan oluşan çekirdek aile imajı, reklâmlarda sürekli yansıtıldığı gibi, ideal olarak insanlara empoze ediliyor. Hatta bugün bazı eşyalar ve evler bile bu 2 çocuklu çekirdek aile standardına göre yapılıyor. Oysa ne yazık ki ileride bu çekirdek ailenin çocuklarının amca, dayı, teyze veya haladan ikisi olmayacak." görüşüne yer veriliyor.

Eskiye nispetle artışa rağmen boşanma oranları, dünya ortalamalarına göre Türkiye'de henüz makul, iyimser bir seviyede olduğu ifade edilen raporda, Türkiye'de tüm toplumsal-kültürel çözülmeye rağmen, aile kurumu önemini ve varlığını korumaya devam ettiğine dikkat çekiliyor.

haber7

Günümüz Türkiye’sinde İslam
Doç. Dr. Aliye Çınar
Bu yazının başlığı, 8-9 Ekim 2009 tarihleri arasında, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, Doç. Dr. Celal Türer koordinatörlüğünde düzenlenen uluslararası bir sempozyumun adıdır. Biz burada, bu sempozyumun imalarını ve göstergelerini analiz etmeye çalışacağız.

Bu toplantının imaları özellikle “zamanlama” bakımından oldukça önemlidir. Çünkü Cumhuriyet Türkiye’sinde din sorunsalı Osmanlının son döneminin bir sonucuyken, şimdiki gelinen nokta, -belki de kırılmalar ve sapmalar- modernleşme maceramızın bir neticesidir. Mümtazer Türköne’nin sunmayı vaat ettiği tebliğine bakılırsa, modernleştirici bir dinamik olarak kullanılan laikliğin, tavizsiz karakterinin, demokratikleşmeyle birlikle otokratik niteliğini kaybettiğinin veya kaybedeceğinin doğal karşılanması gerekmektedir. Bu, bir bakıma “dinin toplumsal meşruiyeti ile devlet katındaki meşruiyeti arasındaki derin uçurumun kapanacağı/kapanmakta olduğu anlamına geliyor.” Bu değişimler aynı zamanda İslam’ın algılanış ve yaşanış şeklinde de farklılıkları getiriyordu. Belki de halk ve devlet düzlemindeki algılar arasındaki mesafenin yaklaşması, İslam’ın anlamını da ifşa ediyordu. Zira demokrasi ve adaletin birbirini gerektirmesi beklenir. Sözünü ettiğimiz değişimleri saptama ve bir dönemecin habercisi olması bakımından sempozyum önemli ve anlamlıydı.

M. İkbal’in İslam’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü isimli çalışması pek çok kişi tarafından ve farklı zamanlarda ziyadesiyle dillendirile geldiği için, bu sempozyum bir bakıma, bu nakaratın bundan böyle bırakılıp eyleme geçilmesini ve bunun imkan ve şartlarını haber veriyordu.

Endülüs’de Kurtuba’nın düşüşüyle birlikte, İslam Âlemi bir savunma psikolojisine girmişti. Gerilemenin “nedeni” soruluyordu. Özellikle Aydınlanma ve modernleşme ile birlikte, Batı’nın meydan okuyuculuğu karşısında İslam dünyası savunmacı konuma düşmüştü. Fazlurrahman başta olmak üzere, Hasan Hanefi ve Cabiri gibi rasyonalistler, İslam’ın bilimle çelişmeyeceğini ortaya koymaya çalışmışlardı. Ancak nereden bakarsak bakalım onlar, mağlubiyetin gizli ifadesi olarak, savunma pozisyonunda idiler. Zira A. Comte’tan bu yana, pozitivizmin ilmihali gereği, din bir fasıl olarak geride kalmıştı! Hal böyle olunca, ne yapıp edip bu dinin akla karşıt olmadığı konumlanmalıydı. Dahası. J. J. Rousseau'nun 'Emile'i çocuklara din öğretimin gereksizliğini savunuyordu. Rousseau'ya göre, din, insan doğasını tahrif eden bir özelliğe sahipti. Bu çizgiye modernleşme maceramız ilginç bir şekilde eklemlenmiştir. Bu nedenle Bat’nın din sorunu ile bizim algımız çoğu zaman kesişmektedir. Ancak farklılıklar, bu kesişmelerin suniliğini açığa çıkarmıştır zamanla.

Ne var ki Batı’nın dinle başı hoş olmayınca onu iptal etmesi, tek boyutlu bir insan profilini dayatmıştır. Bir bakıma Batı aklı tutulmaya maruz kalmıştır. Bu durumda modernite projesi yeniden gözden geçirilmiştir. Mesela. P. Tillich, M. Eliade, Jung ve Buber gibi düşünürler insanın dini boyunu iptal etmenin sonuçlarına dikkat çekip, dini bir boyut olarak tekrar devreye sokmanın imkân ve imalarını aramışlardır. Bu atılım gerçekte, sadece bilinç varlığı olarak görülen insanın bilinçdışını; yalnızca kültür varlığı olarak telakki edilen insanın dinî yönünü canlandırmayı amaçlıyordu.

Bu restorasyon çalışması batı düşüncesinde bir bağlam içinde gerçekleştirilirken, ilginç bir şekilde bizim entelektüelimiz de bu paydaya dâhil olmaya çalışıyordu. İslam toplumu içinde kutsal kavramından bahsedilmeye başlanması, bunun alametlerindendi. Buradaki kutsal-profan vb ayrımlar, Hıristiyanlığı devreye sokmanın adımlarıydı gerçekte. Çünkü emperyalizm ve kapitalizmin resmi dini Hıristiyanlıktı. “Bugün size nimetimi tamamladım. Din olarak İslam’ı seçtim” diyen ayet bir tarafta kalıyor; bir başka tarafta ise İslam ve kutsal! veya bilinç ve bilinçdışı kaynaştırılmaya çalışıyordu. Kısacası ed-din (İslam) ile religion (din) oldukça farklı içerimleri ihtiva ediyor.

Zira 20. y.y’ın başında İslam terakkiye mâni gerekçesiyle Batılılaşma yoluna gidilmişti. Doğal olarak takip edilen yolun bir sonucu olarak dokular farklı olsa da, aynı enstrümanlarla din yorumlanmaya çalışılıyordu. Ancak bu süreçte sahte kimliklerin üretildiğini, hatta din olarak ifade edilen yapıların da ithal dokular oldukları ortaya çıkmaya başladı. Bu konuyu sempozyumda, Bilgi Üniversitesinden Ferhat Kentel oldukça açık bir şekilde ortaya koydu. Sahte kimliklerin ortaya çıkmasında, söz konusu yapıların radikalleşmesinin gerçek ve sözde-kimlik ayrımında oldukça önemli olduğuna değindi. Zira kimlik bir yapıntı olmayıp, kültürün içinden doğan ve bir yönüyle de yaşanan geleneğe gömülüdür. Bu açıdan bakıldığında modernizmin ve laikliğin tek tip din politikasının çuvalladığı söylenebilir. Şimdilerde gündemde olan demokrasi açılımları da bu fiyaskonun âleme ilanından başka bir şey olmadığı söylenebilir. Zira din ve kültür etkileşimi çok boyutlu ve çok katmanlıdır. Türk modernleşmesinin simülasyonu (bir sistemi temsil edebilecek bir model oluşturma işlemi) ve maskesi düşmüştür.

Son zamanlarda “Türkiye muhafazakarlaşıyor mu?” sorusu da, bu sahte kimliklerin yerine, bastırılan kimliklerin varlık sahnesine çıkışını göstermektedir. Çünkü kültürel hafıza kendiliğinden doğal bir akışı talep eder. Manipülasyon er ya da geç intikamını alır. Bu intikam, yaşanan süreçte, yaralı bilinçleri doğurmuştur: Bazılarının kimliğini küçümseyerek, bazılarını kendine yabancılaştırarak!

Türk modernleşmesinin geri bildirimini bir kurum üzerinden okuyan Necdet Subaşı, önemli saptamalarda bulundu. Diyanet kurumunu toplumsal bir beden olarak okuduğumuzda, özellikle yazının bağlamı açısından şunları kaydetti: Diyanet işleri (Genel Kurmay Başkanlığı ile birlikte) Modern Türkiye’nin dini işleri zapt-ı rapt altına almak üzere, bir denetim mekanizması olarak kurulmuştu. Bir yandan halkın dini kontrol edilecek, öte yandan da din olgusu bütünüyle rafa kaldırılmamış olacaktı. Diyanet işlerinin ilk teşekkül ettiği zamanda olup bitenler karşısında, serin davranılması gerektiği telkin edilmiştir. Rıfat Börekçi’nin bir gün olur geçer bunlar “alacaklı gibi davranın” dediğinin altını çizdi Subaşı. Esasında kültürel hafızanın bir dışa vurumu olarak da okunabilir Börekçi’nin telkini. Zira önceden acınası Diyanet binası şimdi görkemli bir yapıya kavuşmuştur. Bir bakıma güçtür bu arz-ı endam ediş. Ancak laiklik bir ülke ise Türkiye, DİB’i izah etmek hep bir handikap olarak kalacaktır. Belki de bu gerilimi anlamak özgürleşmek olacaktır. Kısacası şimdi muhafazakârlaşma trendinde bir artış varsa, bu alacak verecek meselesiyle ilgili olmalı!

Mesele sadece bununla kalmamaktadır. Bilimsel araştırmalarda özellikle toplumsal yapıyı merkeze alan analizler, pozitivizmin etkin olduğu dönemlerde dini paranteze almıştı. Ancak insan denen varlığı anlamada bu olgunun iptal edilmesinin olumsuzlukları derinden itiraf edilmeye başlandı. Böyle olunca, ilahiyat alanında üretilen bilgilerin meşruiyeti de sorgulanmaya değer bulunacaktı.

Üstelik dünyanın bir parçası olan ülkemizde de büyük kürede olduğu gibi intihar bunalım ve anlam krizi baş gösterince, ahlak ve varoluşa sahip çıkma, dinin önemini gözden geçirmeyi dayatıyordu. Sanayi toplumunu çözümlemeyi esas alan Durkheim İntihar isimli eserinde bireycilik ve intihar olgusu arasındaki korelasyonu irdelemişti. Belki de günümüz Türkiye’si bu buhranı şimdi yaşamaktadır. İntihar’ı şimdilerdeki bir sosyolog yazarak toplumu çözümleyecektir.

Din konusu o kadar çok boyutlu bir olgu ki bastırmak sadece, çözümleri ertelemek anlamına gelir. Tıpkı şimdilerde Alevilik tartışmasında olduğu gibi. Meselenin etnisite, farklılığa tahammül gibi boyutları açığa çıkarılsaydı daha önce özgürleşilebilirdi.

Kimlik bir toplumda teşekkül edeceğine göre, din ve kimlik ilişkisi görmezden gelinemezdi. Zira şahsiyet teşekkülünde, din, kabul edilsin ya da edilmesin, önemlidir.

Bütün bunlar bir yana, acaba şimdi ne yapılmaya çalışılıyor? İlginçtir ki din konusunda, batı macerası takip edilmeden edilemiyor. Batı düşüncesi, Descartes’cı rasyonalizmin açmazlarından kurtulmak için, tek boyutlu tutuklu insan profilini -tecrübeyi de devreye katarak- özgürleştirmenin imkânlarını aradı. Bu bağlamda fenomenoloji, hermenotik ve tarihselcilik gibi metotları geliştirdi. Özellikle hermenotik, Katolik düşünceyi, yorumla esnetebilmeyi amaçladığı gibi, rasyonel teolojinin imkânlarını da ilahiyata dâhil etmeyi hedefliyordu. Ülkemizde de bu yöntemlerin peşine düşülmesinin nedeni belki de aynı damarı yani rasyonalist ve modernist tavrı yumuşatmak olabilir. Ancak zamanla gözlemlendi ki, bu ithal çözümler havada kalmaya mecburdur. O halde günümüz Türkiye’sinde otantik bilgi ve çözüm üretmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Ancak otantik bilgi arayışında, Batı yöntemleri eleştirilirken, maliyeti ve geçmişi derinlemesine sorgulanmayan fıkıh usulünü bir yöntem olarak da teklif edemeyeceğimiz aşikârdır. Zira İslam düşüncesinde insanı buharlaştıran en temel iki disiplin, fıkıh ve kelamdır. Bu sempozyumda, sözünü ettiğimiz problemler özenle vurguladı. Zira iki paradigmanın farklı olduğu aşikârdı. İslamî algılayışta, bilgi elde edildikçe sadece güç sahibi olunmayacak, aynı zamanda adaletin tesisinin imkânı ortaya konacaktı.

Bir başka önemli sorun, din bilim çatışması veya çatıştırılması meselesidir. Din ve bilimin kulvarlarının farklı olduğu teslim edilmedikçe ve bu kavganın altında büyük ölçüde Darwinciliğin yattığı vurgulanmadıkça, kavga şu ya da bu şekilde devam edecektir.

Kutsal kitabın anlaşılması ve asrın idrakine İslam’ın sunulması için kişilik gelişiminin önemi ile algı ve tasavvur dünyamızın yükselmesi zaruri gözükmektedir. Hangi basamakta isek, Kur’an’ı o kadar görebilmeye aday olacağımız besbellidir. Dolayısıyla kilitli benlikler, dini sadece şekil olarak görmeye mecburdur. Benlikler şüphesiz sonsuz bir miyarla büyüyecektir. Ancak bu sonsuzluğu da yükselebilen ruhlar idrak edebilecektir.

Sonuç olarak ifade etmeliyiz ki, bu sempozyum, sağlıklı din yorumunun zorunluluğunu gözler önüne serdi: Hem şahsiyet ve kimlik açısından, hem de anlam ve değer krizini aşma konusunda. Öte yandan, sağlıklı ve akılcı, dahası kuşatıcı dini bilgi üretilmediği zaman, aşk dini gibi heterodoks dinimsi ve edebî melez yorumlar (tasavvufi yorumlar veya Mevlevilik) din gibi algılanmaya başlayacaktır. Ancak bunun da sahici ve otantik din olmadığı çok geçmeden fark edilecektir. Daha radikal ve bir olumsuzlama olarak satanizm gibi, sözde din görünümündeki sahte çıkışlar, dinin bıraktığı boşlukları doldurmaya kadar gidecek ve insan ruhunun karanlık dehlizleri şeytanın egemenliğine teslim edilecektir.

Tüketim toplumuyla birlikte, biryandan kapitalizm kendini dayatırken, şehirden metropole kayan yapılarda, yüksek kültürlerden söz edeceksek, din dünden daha önemli bir yapı taşıdır. Zira medeniyetin harcı dindir. Marburg Üniversitesi’nden Raul Motika’nın tespitiyle şehirleşmenin artışı, ülkemizde din-toplum ilişkisini, dahası din-devlet münasebetini yeniden yapılandırmaktadır. Yasin Aktay’ın ifadesiyle, köylü olanların dindar olduğu kanısı yanlış bir varsayımdır. İnsan medenileştikçe, deruni anlamda dindarlaşır. Köylülük bir bakımda pagan kültürünü, sözde din adı altında devam ettirir. Dolayısıyla gericilik/dincilik! ve taşralılık arasındaki bağlantı da boşlukta kalmıştır. Bu konunun bağlamı, din değil, geleneğe asılı kalmaktır. Bunlar, gelişen ve yenilenen toplumsal parametrelerin göstergeleridir.
aliyecinar@gmail.com

Kürtçe konuşan Türkmenler
21.10.2013

Mucur MİB Toplantısında bir Karacadağ Türkmen beyi’nin sarsıcı açıklaması:

Urfa Karacadağ Türkmen beyi Nusret Kaya anlatıyor:

'Erbil'in yüzde 90'ı Türkmendi. 20 yılda kürtleştirildiler!'

İsrail Filistin topraklarına göz diktiğinde yahudi nüfusu yüzde 7 idi.

Şimdi İsrail nüfus kayıtlarına göre o topraklarda Filistinli yüzde 7!

Aynı oyun Irak'ın kuzeyinde ve güneydoğumuzda oynanıyor.

Nusret Kaya, Karacadağ'da Yörük Türkmen şenliğini 'tahrik unsuru' olarak görenlerin, Karacadağ’ı BDPKK şenliğine tahsis ettiklerini anlatıyor.

8 yaşına kadar Türkçe bilmediğini anlatan Kaya, Karacadağ Türkmenleri yıllar içinde Kürtçe konuşur olduklarını ve bölgedeki politikalar sonucu bölge insanının teröre açık yara haline getirildiğini ve asimile edildiğini çarpıcı örneklerle ifade ediyor.

Anadilde eğitim propagandası yapan 'İki dil bir bavul' filminden sözeden Kaya, 'Bakanlıktan destekli bu film, kürtçe konusan bir TÜRKMEN köyünde çekildi!' diyor.
Konuşmanın videosu için: http://milliiradebildirisi.org/index.php/video-galeri/mib/kurtce-konusan-turkmenler.html

37 ilin nüfusu arttı; 44 ilin azaldı! İstanbul 2,5 milyon arttı. 63 ilin nüfusu 1 milyonun altında
08 Aralık 2008
Türkiye'de yapılan son iki nüfus sayımının sonuçları karşılaştırıldığında nüfusu azalan illerin artan illerden fazla olduğu ortaya çıktı. 2007 yılı nüfus sayımı sonuç larına göre, 37 ilin nüfusu artarken, 44 ilin nüfusu azaldı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden derlenen bilgilere göre, nüfusu en çok artan il 2 milyon 555 bin kişi ile İstanbul oldu. Nüfusu 10 milyon 18 bin 735'den 12 milyon 573 bin 836'ya çıkan İstanbul'u Ankara, İzmir, Bursa ve Gaziantep izledi.
Ankara'nın nüfusu 2000 yılındaki nüfus sayım sonuçları yla karşılaştırıldığında 4 milyon 4 bin 860 kişiden 4 milyon 466 bin 756 kişiye çıktı. İzmir'in nüfusu 3 milyon 370 bin 866 kişiden 3 milyon 739 bin 353 kişiye, Bursa'nın nüfusu 2 milyon 125 bin 140 kişiden 2 milyon 439 bin 876 kişiye, Gaziantep'in nüfusu ise 1 milyon 285 bin 249 kişiden 1 milyon 560 bin 23 kişiye yükseldi.
Nüfusu en az artan il ise 291 kişiyle Zonguldak oldu. Zonguldak'ın 2000 yılındaki nüfus sayımı sonuçlarına göre 615 bin 599 olan nüfusu, 2007 yılına gelindiğinde 615 bin 890 kişi oldu.
Kahramanmaraş ile Ağrı da Zonguldak'tan sonra nüfus artışının en az olduğu iller. Kahramanmaraş'ın nüfusu 2 bin 30 kişi artarak 1 milyon 2 bin 384'ten 1 milyon 4 bin 414'e yükseldi. Ağrı'da da nüfus 2 bin 135 kişilik artışla, 528 bin 744'ten 530 bin 879 kişiye ulaştı.
Nüfusu en çok azalan il ise Konya. Konya'nın nüfusu 233 bin 84 kişilik eksilmeyle 2 milyon 192 bin 166 kişiden 1 milyon 959 bin 82 kişiye geriledi. Bu ili Trabzon ve Tokat izledi. Nüfusu en az azalan il ise Bolu. Bolu'nun nüfusu 237 kişi azalarak, 270 bin 654 kişiden 270 bin 417 kişiye düştü.
Nüfusu 1 milyonun altında kalan illerde ise bir değişiklik olmadı. Her iki sayımın sonuçlarına göre de nüfusu 1 milyonun altında kalan illerin sayısı 63.
Nüfusu 100-200 bin arasında olan iller sayısında da ciddi bir değişiklik gözlenmedi. 2000 yılındaki sayımlara göre nüfus rakamları bu bantta yer alan Artvin, Bilecik, Gümüşhane, Bartın, Ardahan, Iğdır, Yalova ve Kilis'e, 2007 yılı itibariyle nüfusu 270 bin 355 kişiden 174 bin 12 bin kişiye düşen Çankırı katıldı.
2000 yılındaki nüfus sayımına göre Tunceli ve Bayburt'un nü fusları 100 binin altında bulunuyordu. 7 yıl sonraki sayımlarda da durum değişmedi. Bu iki ilin nüfusları halen 100 binin altında ve hızla azalmaya da devam ediyor. Tunceli'nin 2000'de 93 bin 584 kişi olan nüfusu 2007'de 84 bin 22 kişiye, Bayburt'un ise 97 bin 358 kişi olan nüfusu, 76 bin 609 kişiye geriledi.
Türkiye nüfusunun toplamına bakıldığında ise 2000 yılındaki sayımda 67 milyon 803 bin 927 olan ülke nüfusu, 2 milyon 782 bin 329 kişilik artışla 70 milyon 586 bin 256'ya yükseldi.
Bir taraftan nüfusu azalan illerin sayısı nüfusu artan illerin üzerindeyken, diğer taraftan da nüfus artış hızı düşüyor.
1998-2008 nüfus artış hızı düşüş eğiliminden yapılan projeksiyona göre, bu yıl yüzde 1,18 olarak hesaplanan nüfus artış hızı 2010 yılında yüzde 1,11'e gerileyecek, 2015 yılına gelindiğinde ise yüzde 1'in altında olacak.
2046 yılında nüfus artış hızı hemen hemen sıfır seviyesine düşecek ve nüfus 89 milyon 165 kişi olacak. 2050 yılına gelindiğinde ise eksi yüzde 0,000958'lik artış hızıyla ülke nüfusu 88 milyon 986 kişiye gerileyecek.
netgazete
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Oca 26, 2009 10:39 pm    Mesaj konusu: Türkiye nüfusu 2008 sonu itibariyle: 71 milyon 517 bin 100 Alıntıyla Cevap Gönder

Seçkinleri Deşifre Eden Anket
05 Haziran 2009
Bilgi Üniversitesi ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ konulu bir araştırma yaptı. Seçkinlerin, Kürtlere, Türbanlılara, halka, AKP'ye bakışı adeta şok etti. İşte sonuçlar...

Eğitim, kariyer ve sosyal konumlarına göre seçilen 40 kişiyle yapılan ankete göre ‘seçkin’ler sahip oldukları konumu, yeni gelen ‘ikinci sınıf diploma’ sahipleriyle paylaşmak istemiyor.

Seçkinler, başörtüsünü ‘tehdit’ olarak algılarken, Kürt sorununun nereden çıktığı konusunda kafaları karışık. Azınlıklar ise sustukları müddetçe iyi arkadaş.

SEÇKİNLERİN ZİHNİYET KODLARI

Türkiye’nin en iyi okullarından mezun, iyi bir kariyer ve gelir sahibi ‘seçkin’lerinin topluma bakışı, tartışma yaratacak bir ayrımcılığı ortaya koydu.

Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Çalışmaları Merkezi tarafından yayınlanan, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bölümü öğretim üyeleri Prof. Füsun Üstünel ve Doç. Dr. Birol Caymaz’ın hazırladıkları ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ konulu araştırmada, ‘prestijli’ orta ve yüksek öğretim kurumlarından mezun, orta üst sınıf mensubu, iyi mesleki pozisyonlara sahip, kendini Cumhuriyetçi, laik değerlerin taşıyıcı olarak gören kesimlerin Türkiye’nin temel meseleleri üzerinden Lozan azınlıkları, Kürtler ve muhafazakarlara yönelik algı ve temsillerini ve bu bağlamda ötekileştirme söylemi ele alındı.

‘BİZ’ VE ‘ONLAR’ AYRIMCILIĞI

Araştırmaya katılanların çoğunun başörtüsü meselesine ‘biz’ ve ‘onlar’ çerçevesinden baktığı ifade edilerek, en ılımlı söylemde bile ‘ötekine’ tehdit algısının olduğu vurgusu yapıldı. Ayrıca görüşülen kişilerin neredeyse tamamının, eşi başörtülü olan bir kişinin Cumhurbaşkanlığına tepkili olduklarına yer verildi.

REJİM SORUNU YOK, İŞGAL VAR

Kendilerini cumhuriyetin değer ve kazanımlarının taşıyıcısı olarak gören seçkinlerin ‘yeni gelenleri’ yani AK Parti’yi orada olmayı hak etmemiş işgalciler olarak gördüğü tanımına yer verildi. Bütün katılımcılar Cumhuriyet Minglerine katılırken katılımcılardan birinin darbe olsa destek vereceğini söylemesi dikkat çekti.

TÜREMİŞ ‘SEÇKİNLERLE’ SAVAŞ

Araştırmada, Cumhuriyetçi-laik seçkinlerin, rejim ve laiklik ile ekonomik ve sosyal iktidar korkusuna ilişin şu çarpıcı saptamalar yer alıyor: ‘Modernlik nostaljisinde, ekonomi ve siyaset alanlarında seçkin okulların mezunlarının uzun süredir kurmuş oldukları tekelin ‘ikinci sınıf diploma sahipleri’ tarafından tehdit edilmesi ve hatta kırılması olgusu ‘köklü’ ve türemiş seçkinler ve temsil ettikleri hayat tarzları arasında bir tür mücadelenin varlığına işaret ediyor.

KAPATMA ANTİDEMOKRATİK AMA...

Birçok kişi parti kapatmanın demokratik niteliği konusunda kuşkularını ifade etmelerine rağmen AK Parti söz konusu olduğunda bu yönde bir çözümü tercih ediyor.

KÜRT SORUNU NEREDEN ÇIKTI

Kürt sorununa ilişkin olarak ise katılımcılar DTP’nin meclisteki varlığından rahatsız olunduğu ve Kürt sorununun temelinde yabancı kışkırtması ve ekonomik nedenler aranıyor. Kamusal alanda görünmemek şartıyla azınlıklarla, ‘romantik birliktelik’ söz konusu. Gayrimüslüm komşuya sahip olmak, bir prestij durumu.

Sadece ‘seçkinler’ kadrolaşabilir!

Araştırmada AK Parti karşıtlığı konusunda birincisi daha keskin, ikincisi görece daha ılımlı iki eğilim olduğu görüşüne yer verildi. Katalımcıların bir bölümü asıl tehlikenin sermayede yaşandığına inanıyor. Melek (47), kadrolaşmayla ilgili kaygılarını dile getirerek, ‘Aslında herkes kadrolaşıyordu ama kadrolaşıldığı zaman hep sizin gibi seçkinler birbirine benzeyen insanlar kadrolaştığı için biz onları hissetmiyorduk, şimdi daha farklı insanlar kadrolaşıyor. Onun için hissediyoruz. Şimdiye kadar ezilmiş, kıyıda köşede kalmış adamlar birden bire güç sahibi oluyorlar. Bu çok tehlikeli. AKP’nin getirdiği kadroya bakın şimdiye kadar ezilmiş tipler, şimdiye kadar hiç o şansı elde edememiş tipler.’ dedi.

Eskiden Kürt sorunu diye bir sorunumuz mu vardı...

Araştırmada Kürt Sorunu başlıklı bölümünde ‘prestijli’ okulların mezunlarının yaşamöykülerinde Kürtlerin yer almadığı, bu nedenle verilen yanıtların yakınlık kavramından uzak olduğuna vurgu yapıldı. Sorunun kökeni hakkında bilgi sahibi olmadıklaı gözlenen katılımcıların büyük bölümü Kürt sorununun PKK ile ortaya çıktığını düşünüyor. Kürt kökenli arkadaşı olduğunu hatırlamayan Leyla (30), ‘Hani ben Kürt’üm diyen, öyle bir şey yoktu’ şeklinde yanıt verdiği görüldü. Robert Kolej ve Boğaziçi İşletme Fakültesi mezunu Doğan (32) Kürtleri sevmediğini ifade ederek, ‘Ben şey olarak da Kürtleri çok sevmememin nedeni de hala kabile hayatı yaşıyor olmaları.’ yanıtını verdi. Bağcılar’da askerliğini yaparken kendi ifadesiyle ‘Doğu’yu gördüğünü söyleyen Berk (28) ‘Ben mesela kısa dönemleri daha tehlikeli gördüm, üniversite bitirmişlerdi. Yani okumuş Doğulular, okumamış olanlardan daha tehlikeli geliyor bana. Düşünme kapasitesine göre böyle şey oluyorlar, tehlikeli...’ diyor.

Köşk’te türban iğrenç hissettirdi

Araştırmada görüşülen kişilerin neredeyse tamamının eşi başörtülü olan bir kişinin Cumhurbaşkanlığına tepkili olduklarına yer verildi. Doğan (32) örtülü eşin imaj bozduğunu söyledi ve ‘Cumhuriyet balosunda görmek istemem adamı, orada beyaz Türklüğüm çıkar, elim ayağım oynar’ dedi. ‘Cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması size ne hissettirdi’ sorusunu Begüm (34) ‘iğrenç hissettirdi’ şeklinde yanıtladı.

Başörtü görmek bile istemiyorum

Ayla (41) türbanlılar için ‘çok kalabalıklar’ ifadesini kullanırken, ‘Size cesaretlerini anlatamam, bizler asla öyle olmadık onlara karşı’ ifadesi yer aldı. Türbanlılar yokmuş gibi davrandığını söyleyen Sevcan da (38), örtünme biçimleri arasında bir farklılık gördüğünü söyleyerek, ‘Benim için onların türbanlıların tek bir adı var, sıkmabaş. Sıkmabaş aşağı, sıkmabaş yukarı.

Ben sıkmabaşlarla iş yapmıyorum. Mümkünse görüşmeyeceğim. İnsan olabilir, bilmem ne olabilir’ dedi. Gülşen (53) ise üniversitede başörtülü öğrencilerin eğitim görmesini onaylamadığnıı, hatta iğrenç bulduğunu söyledi. Yasemin (28) de başörtülerle hiçbir ilişkisi olmadığını, görmek bile istemediğini ifade etti.

Azınlıklara ‘şartlı’ hoşgörü

Araştırmaya katılanların hepsinin en yakın arkadaş çevresi arasında gayrimüslimlerin bulunuyor. Ancak seçkinler azınlık sorunlarını bu arkadaşlarıyla konuşmayı heç tercih etmiyor. çünko taktirde aralarının gerilebileceğini belirtiyorlar.

Azınlık orunları hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan katılımcılar gayrımüslim vatandaşların hakları konusunda ise çeliykiye düşüyor: Ali (23) (Okulları olsun ama oralarda Türk müdür bulundurulması yabancı tahdidi alazalmak adınadır.) Sevcan (38), (Geçmişte belki haksızlığa uğradılar ama şu an tam tersi biliyor musunuz. Türkiye’yi parselleyip satıyorlar. 5 kuruş da vergi vermiyorlar.)

aktifhaber

Sabetaycıların Sayısını Verdi
31 Mayıs 2009 08:

26

Türkiye'deki Sabetay cemaatinin lideri, kendisini gizleyen Sabetaycıların sayısını verdi, tartışma çıktı. Bakın Türkiye'de kaç Sabetaycı yaşıyormuş...

İsrail'in Makor Rishon gazetesi, Türkiye'deki Sabetay cemaatinin lideri olduğunu belirttiği bir kişiyle görüştü: Türkiye'de 30 bin Musevi, 60 bin Sabetaycı yaşıyor. İsrail devleti, artık bizi geri almalıdır

İsrail'de yayınlanan Makor Rishon gazetesi, Sabetay cemiyetinin Türkiye lideriyle görüştü, çarpıcı iddialar ortaya attı. İsrail'de ve Fransa'da yayımlanan gazetelerin de kaynak göstererek yayınladığı haberde, Sabetaycıların lideri olduğu belirtilen ancak adı açıklanmayan kişinin, Türkiye'de 30 bin Türk vatandaşı Yahudi'nin yaşadığını, ancak kendisini gizleyen Sabetaycıları sayısının 60 bini bulduğu yani Musevi nüfusun iki katını bulduğu vurgulandı. Haberde söz konusu liderin çok tartışılacak şu sözlerine de yer verildi: "17. yüzyılda Türkiye'ye yerleşen ve İslam'la Musevilik arasında bir inanışa sahip olan Sabetaycılar, İsrail'e göç etmek istiyor. Bunun için İsrail devleti göç yasasını değiştirip bizi geri almalı..." Ancak kendi isteğiyle Yahudulik'ten çıkanlara, dönüş hakkı tanınmıyor. '

NÜFUS KONUSU NET DEĞİL'
İsraillibir gazetecinin Sabetaycıların lideriyle görüştüğü yönündeki haber, Türkiye'de de yankı buldu. SABAH'ın görüştüğü kaynaklar, Sabetaycıların üç ayrı kolu olduğunu ve tek bir liderden söz etmenin mümkün olmadığı görüşünde. Konuyla ilgili bilgi veren araştırmacılar, nüfus konusunda da net bir şey söylemenin mümkün olmadığını ifade etti. Sabetaycıların daha önce 1917, 1991 ve 1996 da Yahudi dinine geçiş yönünde yaptıkları bireysel ya da toplu taleplerin reddedildiği öğrenilirken, Türkiye Hahambaşılığı'nın Sabetaycıları Yahudi olarak kabul etmediği de biliniyor. Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı da, Sabetaycıları İslamiyet bünyesinde görmüyor. '

TEK LİDER OLMASI ZOR'
Konu üzerinde araştırma yapan ancak isim vermeyen bir başka kaynak, İsrail'in Sabetaycıları İbraniliğe kabul etmediğini, hahamların Sabetaycıların nesebini "gayri sahih" kabul ettiğini vurguladı. Sabetaycı bir kaynak da, cemaatin üç ayrı kolu olduğuna dikkat çekerek, dinsel ve siyasi anlamda hepsinin ayrı bir lideri olduğunu ve siyasi temsil edecek tek bir kişiden söz etmenin mümkün olmadığının altını çizdi. Bu tip haberlerin Sabetay Sevi'nin İzmir'de bulunan evinin müze yapılması için yapılan faaliyetlerle birlikte incelenmesi gerektiğini ifade eden kaynak, Anadolu'da Sabetaycı cemaatler bulunduğunu da ifade etti.

SABETAYCILIK NEDİR?

SABETAYCILIK, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan, Sabetay Sevi'nin kurucusu olduğu, onu mesih kabul eden, Yahudi mistisizmine ve Kabbala'ya dayanan bir inanç... Bir dönem sapkın ilan edildiler ve İslamiyet'e geçtiler. Diyanet İşleri Başkanlığı, Sabetaycılığı bir İslam mezhebi ya da tarikatı olarak saymazken, kendilerini Yahudiliğe bağlı bir fraksiyon olarak tanımlasalar da, Yahudiler tarafından resmi olarak bu dine bağlı kabul edilmezler. Taraftarları Sabetayistler, Sabetaycı, Avdedî, Dönme veya Selanikli gibi farklı isimlerle de anılır. Kutsal şehirleri Selanik'tir. Türkiye'de İzmirli olarak bilinen Kapaniler, Karakaşiler ve Yakubiler olarak üç gruba ayrılırlar.

Aytunç Altındal (Araştırmacı - Yazar): "Eskiden Refah Partisi iktidardayken bu konu gündeme gelmişti, dolayısıyla yeni bir şey değil. Ama Türkiye'de 60 bin Sabetaycı olduğunu söylemek doğru değil. En fazla 4-5 bin kişidir. Bunlar kendilerini 'Selanikliyiz' diye tanımlar. Çoğu da kökenlerini unutmuş gitmiştir. Lideri kimdir o da belli değil. Türkiye'de Karain Yahudileri de vardır. İnançları aynı, ibadetleri farklı..."

Kaynak: Sabah Gazetesi

Memleket Artık Yaşlanıyor
29 Mayıs 2009 13:59

Türkiye'nin sürekli övündüğü "genç ve dinamik" nüfus yavaş yavaş yok oluyor. Yaşlı nüfusta AB'ye girdik bile. İşte ürkütücü tablo...

Türkiye nüfusunda modern yaşam, çalışma koşulları ve ekonomik zorluklar sonucu doğum sayısında görülen azalmanın yansımaları ortaya çıkmaya başladı. Hep genç nüfusa sahip olmakla övünen Türkiye Avrupa Birliği'ne mensup ülkelerde olduğu gibi nüfus bakımından yaşlanmaya başladı. Yani AB'ye önce 'yaşlı nüfus' kriteriyle girdik.

2000-2008 döneminde Türkiye'de 25 yaş altı nüfus 2 milyon 889 bin 467 azalırken, 65 yaş ve üstü nüfus 1 milyon 34 bin 474 arttı.

A.A muhabirinin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden derlediği bilgiye göre, 2000 yılında 0-24 yaş arasında 34 milyon 119 bin 716 olan genç nüfus sayısı (yüzde 8,5) 2 milyon 889 bin 467 azalarak 31 milyon 230 bin 467 kişiye indi. Aynı dönemde 65 yaş ve üstü nüfus yüzde 26,8 yükselerek 3 milyon 858 bin 949'dan 4 milyon 893 bin kişiye çıktı.

2000 yılında 0-24 arası yaş grubu toplam 67 milyon 803 bin 927 olan nüfusun yüzde 50,3'nü oluştururken, 2008 yılında 71 milyon 517 bin 100'e çıkan nüfusun yüzde 43,7'sini oluşturdu. Bir başka deyişle nüfusta görülen yüzde 5,48 oranındaki artışa karşın genç nüfusun toplam nüfus içindeki payı azaldı.

Aynı dönemde, 65 yaş ve üstü yaş grubu 2000 yılında toplam nüfusun yaklaşık yüzde 0,6'sını oluştururken 2008 yılı sonu itibarıyla yüzde 0,7'sini oluşturdu.

Genç nüfus sayısında görülen azalışa karşın yaşlı nüfus oranında görülen yükseliş, geleneksel inanışın aksine olarak Türk toplumun giderek yaşlandığını ortaya koyuyor.

Yaş grupları bazında 0-4, 5-9, 10-14, 15-19 ve 19-24 yaşlar arasında nüfusta azalma yaşanırken, diğer dönemlerde artış görüldü. Yaş grupları arasında en yüksek azalış yüzde 14,21 (1 milyon 24 bin 371) ile 15-19 yaşları arasında yaşandı. Bu yaş grubunda 2000 yılında 7 milyon 209 bin 475 olan nüfus 6 milyon 185 bin 104'e indi.

-GENÇ NÜFUS HIZLA AZALIYOR-

Türkiye'de 2000-2008 yılları arasında nüfus, 0-4 yaş grubunda yüzde 8,91, 5-9 yaş grubunda yüzde 6,49, 10-14 yaş grubunda yüzde 5,91, 20-24 yaş grubunda yüzde 6,48 azaldı.

Yaş grupları arasında en yüksek artış oranı yüzde 131,54 ile 80-84 yaş grubunda görüldü. Bu yaş grubunda 2000 yılında 246 bin 692 olan nüfus sayısı 2008 yılında 324 bin 487'ye çıktı. 8-84 arası yaş grubunu yüzde 92,31 ile 75-79 yaş grubu izledi. Söz konusu yaş grubunda olanların sayısı 577 bin 597'den 1 milyon 110 bin 782'ye yükseldi.

1935 yılında 0-4 yaş grubunun nüfus içindeki oranı yüzde 16,89, 0-14 yaş grubunun oranı yüzde 41,24 iken, 2008'de 0-4 yaş grubunun payı yüzde 8,39'a, 0-14 yaş grubunun oranı ise yüzde 26,27'ye geriledi. Bu oranlar, 0-24 yaş grubunda aynı yıllar itibarıyla yüzde 56,31'den yüzde 43,67'ye düşierken, 65 yaş ve üstü nüfusta yüzde 3,87'den yüzde 6,84'e çıktı.

Nüfus artış oranı 1955-1960 arasında binde 28,53 iken, 1990-2000 arasında binde 18,28, 2008 yılında binde 13,19'a düştü.

2000 nüfus sayımı ile 31 Aralık 2008 adrese dayalı nüfus kayıt sistemi verilerine göre yaş grupları itibarıyla nüfus rakamları, değişim miktarları ve oranları şöyle:

İŞTE ÜRKÜTEN TABLO
Yaş Grubu 2000 Nüfusu 31/12/2008 Nüfusu Değişim (Yüzde)
0-4 6.584.822 5.998.258 -586.564 -8,91
5-9 6.756.617 6.318.132 -438.485 -6,49
10-14 6.878.656 6.472.197 -406.459 -5,91
15-19 7.209.475 6.185.104 -1.024.371 -14,21
20-24 6.690.146 6.256.558 -433.588 -6,48
25-29 5.895.255 6.518.837 623.582 10,58
30-34 5.009.655 5.810.107 800.452 15,98
35-39 4.854.387 5.330.484 476.097 9,81
40-44 4.068.756 4.740.250 671.494 16,50
45-49 3.368.769 4.284.175 915.406 27,17
50-54 2.717.349 3.643.173 925.824 34,07
55-59 2.058.422 2.878.104 819.682 39,82
60-64 1.829.288 2.188.298 359.010 19,63
65-69 1.645.517 1.701.384 55.867 3,40
70-74 1.172.643 1.274.681 102.038 8,70
75-79 577.597 1.110.782 533.185 92,31
80-84 246.692 571.179 324.487 131,54
85 üstü 216.500 235.397 18.897 8,73
Bilinmeyen 23.381
TOPLAM 67.803.927 71.517.100 3.713.173 5,48

aktfhaber

Nüfus hangi ilde arttı hangisinde düştü?

İlgili Haberler
Nüfus hangi ilde arttı hangisinde düştü?
TÜİK, Türkiye'nin nüfusunu açıkladı
2008 yılında 81 ilden 55'inin nüfusu artarken 26 ilin nüfusu azaldı. 3 büyük ilin nüfusu ne kadar? Nüfus artış hızının en yüksek olduğu ve en düşük olduğu ilk üç il hangileri?26 Ocak 2009 17:53

Türkiye nüfusu 2008 yılı sonu itibariyle 71 milyon 517 bin 100 kişiye ulaştı. 2008 yılında 81 ilden 55'inin nüfusu artarken 26 ilin nüfusu azaldı.

Nüfus artış hızının en yüksek olduğu iller sırasıyla Yalova, Tekirdağ ve Hakkari, nüfus artış hızının en düşük olduğu ilk üç il de yine sırasıyla Bilecik, Kütahya ve Isparta oldu.

NÜFUS SAYIMI SONUÇLARINA GÖRE, İSTANBUL'UN NÜFUSU 12,7, ANKARA'NINKİ 4,5, İZMİR'NİNKİ İSE 3,8 MİLYON KİŞİ

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2008 Nüfus Sayımı Sonuçları''nı açıkladı. Buna göre, ülke nüfusu 2008 yılı sonu itibariyle binde 13,1'lik artışla 71 milyon 517 bin 100 kişiye çıktı.

Nüfusun illere göre dağılımına bakıldığında, İstanbul'da 12 milyon 697 bin 164, Ankara'da 4 milyon 548 bin 939, İzmir'de ise 3 milyon 795 bin 978 kişi yaşıyor.

Ankara, İstanbul ve İzmir'de yaşayan toplam 21 milyon 42 bin 81 kişi, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 30'unu oluşturuyor.

Kadın-erkek nüfusu ise neredeyse eşit. Türkiye'de 35 milyon 901 bin 154 erkek ve 35 milyon 615 bin 946 kadın yaşıyor.

-NÜFUSUN YÜZDE 75'İ MERKEZDE-

TÜİK verilerine göre, nüfusun yüzde 75'i il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet eden nüfus 53 milyon 611 bin 723 kişi, belde ve köylerde yaşayanlar ise 17 milyon 905 bin 377 kişi olarak hesaplandı.

İl ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il yüzde 99 ile İstanbul, en düşük olduğu il ise yüzde 32,2 ile Bartın.

-TOPLAM NÜFUSUN YÜZDE 17,8'İ İSTANBUL'DA-

İstanbul'da 12 milyon 697 bin 164 kişi ikamet ediyor. Bu rakam toplam nüfusun yüzde 17,8'ine karşılık geliyor.

Toplam nüfusun sırasıyla yüzde 6,4'ü Ankara'da, yüzde 5,3'ü İzmir'de, yüzde 3,5'i Bursa'da yüzde 2,8'i Adana'da yaşıyor.

En az nüfusa sahip olan il ise Bayburt. Bayburt'ta 2008 yılı sonu itibariyle 75 bin 675 kişi ikamet ediyor.

-NÜFUSUN YARISI 28,5 YAŞINDAN KÜÇÜK-

Türkiye'de ortanca yaş 28,5. Yani nüfusun yarısı 28,5 yaşından küçük bulunuyor.

Ortanca yaş erkeklerde 28, kadınlarda ise 29. İl ve ilçe merkezlerinde yaşayanların ortanca yaşı 28,4, belde ve köylerde ikamet edenlerin ortanca yaşı ise 28,6.

15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun yüzde 66,9'unu teşkil ediyor. Ülke nüfusunun yüzde 26,3'ü 0-14 yaş grubunda, yüzde 6,8'i ise 65 ve daha yukarı yaş grubunda yer alıyor.

-KİLOMETREKAREYE 93 KİŞİ DÜŞÜYOR-

Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen ''1 kilometrekareye düşen kişi sayısı'' Türkiye genelinde 93 kişi.

Bu sayı illerde 12 ile 2 bin 444 kişi arasında değişiyor. İstanbul 2 bin 444 kişi ile nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu illerin başında geliyor. İstanbul'u 413 kişiyle Kocaeli, 316 kişiyle İzmir, 242 kişiyle Hatay ve 241 kişiyle Bursa izliyor.

Nüfus yoğunluğunun en az olduğu il ise 12 kişi ile Tunceli. Yüzölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya'da nüfus yoğunluğu 51, yüzölçümü en küçük olan Yalova'da ise nüfus yoğunluğu 233 kişi.

İL İL NÜFUS ARTIŞ RAKAMLARI

İstanbul'un nüfusu 2008 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla göre 123 bin 328 kişi, Ankara'nın nüfusu ise 82 bin 183 kişi arttı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2008 Nüfus Sayımı Sonuçları''nı açıkladı.

Buna göre, 1 yıl içinde nüfusu sayısal olarak en çok artan il İstanbul oldu. İstanbul'un nüfusu 2008 sonu itibariyle bir önceki yıla oranla 123 bin 328 kişi arttı.

Miktar artışında İstanbul'u, Ankara izledi. Ankara'nın nüfusu son 1 yılda 82 bin 183 kişi, Antalya'nın nüfusu 69 bin 980, Bursa'nınki 68 bin 87 ve İzmir'in nüfusu da 56 bin 625 kişi arttı.

Söz konusu dönemde Kütahya miktar olarak nüfusu en çok azalan il oldu. Kütahya'nın nüfusu 18 bin 26 kişi azaldı.

Kütahya'yı Isparta, Bilecik ve Erzurum izledi. Isparta'nın nüfusu 12 bin 382 kişi, Bilecik'inki 10 bin 608 kişi ve Erzurum'un nüfusu da 9 bin 974 kişi azaldı.

TÜİK verilerine göre 2007 yılı nüfusu, 2008 nüfusu ve değişim oranları şöyle:

. Yıl Sonları Yıllık

. İtibarıyla Nüfus Yıllık Artış

İller 2007 2008 Artış (Yüzde)

1. Adana 2006650 2026319 19669 9,80

2. Adıyaman 582762 585067 2305 3,96

3. Afyonkarahisar 701572 697365 -4207 -6,00

4. Ağrı 530879 532180 1301 2,45

5. Amasya 328674 323675 -4999 -15,21

6. Ankara 4466756 4548939 82183 18,40

7. Antalya 1789295 1859275 69980 39,11

8. Artvin 168092 166584 -1508 -8,97

9. Aydın 946971 965500 18529 19,57

10. Balıkesir 1118313 1130276 11963 10,70

11. Bilecik 203777 193169 -10608 -52,06

12. Bingöl 251552 256091 4539 18,04

13. Bitlis 327886 326897 -989 -3,02

14. Bolu 270417 268882 -1535 -5,68

15. Burdur 251181 247437 -3744 -14,91

16. Bursa 2439876 2507963 68087 27,91

17. Çanakkale 476128 474791 -1337 -2,81

18. Çankırı 174012 176093 2081 11,96

19. Çorum 549828 545444 -4384 -7,97

20. Denizli 907325 917836 10511 11,58

21. Diyarbakır 1460714 1492828 32114 21,99

22. Edirne 396462 394644 -1818 -4,59

23. Elazığ 541258 547562 6304 11,65

24. Erzincan 213538 210645 -2893 -13,55

25. Erzurum 784941 774967 -9974 -12,71

26. Eskişehir 724849 741739 16890 23,30

27. Gaziantep 1560023 1612223 52200 33,46

28. Giresun 417505 421766 4261 10,21

29. Gümüşhane 130825 131367 542 4,14

30. Hakkari 246469 258590 12121 49,18

31. Hatay 1386224 1413287 27063 19,52

32. Isparta 419845 407463 -12382 -29,49

33. Mersin 1595938 1602908 6970 4,37

34. İstanbul 12573836 12697164 123328 9,81

35. İzmir 3739353 3795978 56625 15,14

36. Kars 312205 312128 -77 -0,25

37. Kastamonu 360366 360424 58 0,16

38. Kayseri 1165088 1184386 19298 16,56

39. Kırklareli 333256 336942 3686 11,06

40. Kırşehir 223170 222735 -435 -1,95

41. Kocaeli 1437926 1490358 52432 36,46

42. Konya 1959082 1969868 10786 5,51

43. Kütahya 583910 565884 -18026 -30,87

44. Malatya 722065 733789 11724 16,24

45. Manisa 1319920 1316750 -3170 -2,40

46. Kahramanmaraş 1004414 1029298 24884 24,77

47. Mardin 745778 750697 4919 6,60

48. Muğla 766156 791424 25268 32,98

49. Muş 405509 404309 -1200 -2,96

50. Nevşehir 280058 281699 1641 5,86

51. Niğde 331677 338447 6770 20,41

52. Ordu 715409 719278 3869 5,41

53. Rize 316752 319410 2658 8,39

54. Sakarya 835222 851292 16070 19,24

55. Samsun 1228959 1233677 4718 3,84

56. Siirt 291528 299819 8291 28,44

57. Sinop 198412 200791 2379 11,99

58. Sivas 638464 631112 -7352 -11,52

59. Tekirdağ 728396 770772 42376 58,18

60. Tokat 620722 617158 -3564 -5,74

61. Trabzon 740569 748982 8413 11,36

62. Tunceli 84022 86449 2427 28,89

63. Şanlıurfa 1523099 1574224 51125 33,57

64. Uşak 334115 334111 -4 -0,01

65. Van 979671 1004369 24698 25,21

66. Yozgat 492127 484206 -7921 -16,10

67. Zonguldak 615890 619151 3261 5,29

68. Aksaray 366109 370598 4489 12,26

69. Bayburt 76609 75675 -934 -12,19

70. Karaman 226049 230145 4096 18,12

71. Kırıkkale 280234 279325 -909 -3,24

72. Batman 472487 485616 13129 27,79

73. Şırnak 416001 429287 13286 31,94

74. Bartın 182131 185368 3237 17,77

75. Ardahan 112721 112242 -479 -4,25

76. Iğdır 181866 184025 2159 11,87

77. Yalova 181758 197412 15654 86,13

78. Karabük 218463 216248 -2215 -10,14

79. Kilis 118457 120991 2534 21,39

80. Osmaniye 452880 464704 11824 26,11

81. Düzce 323328 328611 5283 16,34

TÜRKİYE 70586756 71517100 930344 13,18

Not: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yerleşim yerlerine göre 2008 yılı nüfuslarını belirlerken, geçen yıldan farklı olarak bu yıl 5747 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 5393 Sayılı Belediye Yasasının ilgili maddeleri ve ilgili diğer mevzuat uyarınca Ulusal Adres Veri Tabanında yerleşim yerlerine yönelik olarak yapılan idari bağlılık, tüzel kişilik ve isim değişikliklerini dikkate aldı.

haber7

Türkiye'deki Kürt Nüfusu Ne Kadar?
06 Eylül 2009 13:12

Sizce Türkiye’deki Kürt nüfusu ne kadar? İşte Türkiye'de Kürt nüfusu ve gerçekler...


Hasan Celal Güzel - Radikal

Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, üzerinde bol bol tartışılan ve spekülasyonlar yapılan Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında bildiklerimi tekrar aktarmaya çalışacağım.

Evvelâ, şu noktanın altını çizmeliyim ki, Türk-Kürt ayrımına tamamen karşıyım. Türkiye’de yaşayan her vatandaşın eşit olduğunu düşünüyorum. Altkimlikleri nasıl ifade edilirse edilsin, Kürtler Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçası ve bizim öz kardeşlerimizdir. Onlardan bahsederken ‘biz-onlar’ ayrımını yapmak bile beni rahatsız ediyor.
Lâkin, Türkiye’de ayrılıkçı-ırkçı-Kürtçülerin nasıl ayrımcılık yaptıklarını ve bazı dış mihraklar tarafından da nasıl desteklendiklerini hepimiz biliyoruz.

Atmasyonun böylesi görülmemiştir
Efendim, Kürtçülerin, tamamen ayrılıkçı emellerle Türkiye’deki Kürt nüfusunu yüksek gösterme gayretleri
bazen ‘açık arttırma’ ya dönüştürülmektedir. Meşhedi Cafer’e rahmet okutturacak şekilde rakamlar savuranlar, iddialarını toplam nüfusun yüzde 15’inden başlatarak yüzde 20, yüzde 25, hatta üçte birine kadar yükseltmektedirler. Ancak, mübalağalı, siyasî ve ideolojik varsayımlı bu iddiaların hiçbirinin bilimsel, hatta mantıklı bir kaynağa dayanmadığı görülmektedir.

Bir haftalık dergide de yer alan Mehrdad İzady’nin tahminlerine(!) göre, 2050 yılında Türkiye’deki Kürt nüfusu, Türk nüfusunu geçecekmiş. Meşhedi Cafer’in ahfadından(!) geldiğini sandığımız İranlı Kürtçü İzady, 1991 Kasımı’nda Newyork’ta Kürt Enstitüsü’nde yapılan bir konferansta, Türkiye’deki Kürt nüfusunun 2020 yılında 34 milyona ve 2050 yılında 49 milyona çıkacağını iddia etmişti. İzady, Prof. Justin McCarthy’nin, görüşlerinin hangi bilimsel verilere dayandırıldığına dair sorusuna ise ‘İstatistiklere değil, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi’nin Körfez Savaşı sırasında telâffuz ettiği bazı rakamlara, geçen yüzyılda atla dolaşıp tahminlerde bulunan seyyahlara ve siyasî beyanlara’ dayandırıldığını söylemişti.

Time dergisi 18 Mart 1991 tarihli sayısında, Türkiye’de 8 milyon Kürt olduğunu yazmış; ancak iki hafta sonraki 1 Nisan 1991 tarihli sayısında -bu rakamı az bulmuş olacak ki- Türkiye’deki Kürt nüfusu sayısını bir anda ikiye katlayarak 14,5 milyona çıkarmıştır (Mustafa Akyol).

Aynı yılın Mart ayında Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan, ‘Türkiye’de 25 milyon Kürt var’ diye açıklama yapmıştır. Talabanî, 1991 Martı’nda Der Spiegel’e yaptığı açıklamada, ‘Topraklarında 9 milyondan fazla Kürdün yaşadığı Türkiye...’ şeklinde beyanda bulunmuşken; Kemal Burkay, aynı yılın Aralık ayındaki basın açıklamasında Türkiye’de 15 milyon Kürt olduğunu iddia etmiştir.

Gene, 24 Aralık 1994 tarihinde yayınlanan aynı TV programında Kürtçü milletvekili Muzaffer Demir Kürt nüfusunu 15 milyon, Mahmut Alınak ise 20 milyon olarak ileri sürmüşlerdir.

Bütün bunlar, aynı dönem itibariyle Kürtçülerin kendi aralarında bile nasıl çelişkiye düştüklerini ve Türkiye’deki Kürt sayısı hakkında hiç bir bilimsel dayanağı olmayan rakamlar verdiklerini göstermektedir.

Gerçek rakam nedir?

Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında en gerçekçi ve bilimsel veriler Devlet İstatistik Enstitüsü‘nün(Şimdi TÜİK ) 1965 nüfus sayımlarıdır. Buna göre, 31.391.421 olan Türkiye Nüfusu’nun 2.219.502’si ana dili olarak Kürtçe’yi beyan etmiştir. Bu sayı, toplam nüfusun yüzde 7,07’sine tekabül etmektedir. Bu tarihten sonraki nüfus sayımlarında nüfusun ana dile göre dağılımı yapılmamıştır.

Günümüzde Kürt nüfusu oranının artmış olduğunu savunanlar, Kürtlerin diğer etnikaltı gruplara göre daha fazla doğurgan olduklarını ve Türkiye ortalamasının üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulunduklarını ileri sürmektedirler. Doğurganlık konusunda elimizdeki tek veri ise, gene İstatistik Kurumu’nca yapılan bir çalışmadır.
Buna göre, Türkiye genelinde doğurganlık oranı yüzde 2,23 iken, Doğu ve Güneydoğu’da bu oran yüzde 3,65’e yükselmektedir. Buna karşılık, göç eden Kürtlerin yeni yerleşimlerinde diğer etnikaltı gruplara benzeşerek şehirleşme sonucunda nüfus artış hızı bakımından Türkiye ortalamasına yaklaştığı görülmektedir.
Diğer taraftan, anılan bölgelerde bebek ölüm oranlarının yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük olması ise nüfus artışında ters etkenlerdir. Ayrıca, bu bölgelerde nüfusun önemli bir kısmı da Türk ve Arap’tır.

Kürt nüfusu hakkında, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Başkanı Prof. Aykut Toros ve ekibi, genel nüfus sayımlarını esas olarak yaptıkları projeksiyonlarda, 1992 yılında ana dili Kürtçe olanların oranını yüzde 6,2 olarak tesbit etmişlerdir.

Türkiye’nin etnik yapısı konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaları bilimsel şekilde değerlendiren Ali Tayyar Önder ise 2006 yılı itibariyle 74 milyonluk varsayılan Türkiye nüfusu içerisinde Kürt sayısını 5 milyon (yüzde 6,76), Zaza sayısını 800 bin (yüzde 1,08) olarak tesbit etmiştir. Buna göre -Zazalar Kürt olmadıkları halde- Kürt ve Zaza nüfusunun toplam içindeki oranı yüzde 7,84 olarak bulunmaktadır.

Gazi Üniversitesi’nden Prof. Mehmet Şahingöz’ün, P.A. Andrews’in merkezi ABD’de bulunan ‘Ethnologue Data from Languages of the World’ adlı kuruluşta hazırladığı çalışmasında Kürt nüfusunun oranı yüzde 8,36 olarak tesbit edilmiştir. Bu konuda, bugüne kadar bulunan akademik temelli en yüksek oran, Andrews’in ‘Türkiye’de Etnik Dağılım’ başlıklı raporunda 2001 yılı içinde toplam etnik nüfus yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir.

Ayrıca, Eylül 2005’te ‘AB Eurobarometer Anketi’nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin oranı yüzde 93 olarak bulunmuş ve Kürtleri de içine alan geri kalan nüfusun yüzde 7’yi geçmediği görülmüştür.

Kürt nüfusunun hesaplanmasında Kürtçü siyasî partilerin aldıkları oylar da bir gösterge sayılabilir. Her ne kadar Kürt nüfusunun tamamının bu siyasî partilere oy vermedikleri bilinse de, seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, Kürt nüfusunun Kürtçülerin mübalağalarına uygun miktarda olmadığını göstermektedir. Nitekim, 1995 Aralık Genel Seçimleri’nde HADEP, PKK’nın tehdit ve baskılarına karşılık -Kürtçüler dışındaki sol oyların da eklenmesiyle- ancak yüzde 4,17 oranında oy alabilmiş; gene 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde de DEHAP’ın yüzde 6,2 oranında oy alarak yüzde 10’luk seçim barajının altında kaldığı görülmüştür. Temmuz 2007 seçimlerinde, DTP’lilerle beraber bütün bağımsız adayların oy toplamı yüzde 5,36 olurken, 2009’daki mahalli seçimlerde DTP yüzde 5,04 oy alabilmiştir.
***
Bütün bu analizlerin sonucunda, 1965 nüfus sayımı sonuçlarının Kürt nüfusu lehine yüzde 50 oranında arttığı varsayılsa bile, 2006 yılı itibariyle Türkiye’deki Kürt nüfus oranının yüzde 7 ile yüzde 11 arasında bulunduğu ve en fazla yüzde 11’e çıkabileceği; Kürt sayısının da 5 ile 8 milyon arasında değişeceği ve en fazla 8 milyon olduğu hesaplanmaktadır.

Böyle bir topluma hiç ‘mozaik’ diyebilir misiniz?

Türkiye'nin dindarlık haritası

Kur'an'ın Anlamıyla Buluşmak Platformu (KAP) Türkiye'deki Müslümanların dindarlık ve Kuran'ı Kerim okuma anlayışıyla ilgili kapsamlı bir araştırma yaptırdı. KAP, basın toplantısında 2007'de yaptırdığı kapsamlı araştırmanın sonuçlarını kamuoyuna sundu.

İki ayrı haber olarak yayınlayacağımız araştırmanın ilk olarak "dindarlık" bölümüyle ilgili kısmını sunuyoruz. Ayrıca araştırmadan çıkan bazı verileri TESEV'in 1999 ve 2006 yılında yaptırdığı "Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" konulu araştırması ve KONDA'nın 2007'deki "Dindarlık" anketinden çıkan sonuçlarıyla karşılaştırdık.

YÜZDE 4,9'u'i ALEVİ

ANAR Araştırma Şirketi'nin, 12 ilde, 2224 kişiyle yüz yüze görüşerek yaptığı ankette, Türkiye'deki Müslümanların; dindarlık durumu, çocuklarının dindar olarak yetişip yetiştirmek istememesi, dini eğitim için ilk başvurulan yer, 5 vakit namaz kılma, oruç tutma, Cuma, bayram ve teravih namazı kılma, hacca gitme, zekât verme ve kurban kesme oranları araştırıldı.

KADIN ERKEK, ZENGİN FAKİR VE ÖĞRENİM DURUMUNA GÖRE DİNDARLIK

KAP'ın yaptırdığı araştırmanın sonuçları, TESEV'in 1999 ve 2006'da yaptığı ve büyük ses getiren "Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" araştırmaları bulguları ile büyük oranda örtüştüğü gözlemlenirken, ankete katılan deneklerin yüzde 82,4'ü Sünni, yüzde 4,9'u ise Alevi mezhebine dahil oldukları ifade ettiler.

DİN, HAYATIN ÖNEMLİ BİR YERİNİ TUTUYOR

Araştırmaya katılanların yüzde 92,6'sı dinin hayatlarında önemli bir yer tuttuğunu söylerken, eğitim seviyesi yükseldikçe dindarlık seviyesinin de düştüğü görüldü. Ankete katılanların yüzde 62,8'i kendisini "dindar" olarak tanımlarken, bu oran kadınlarda yüzde 65, erkelerde ise yüzde 60.6 olarak çıktı. Genel anlamda "hiç dindar değilim" diyenler ise 1,7 oranında.

Anketin genelinde göre kadınlar kendilerini erkeklere nazaran daha fazla muhafazakar ve dindar olarak tanımlarken, yaşın artmasına bağlı olarak kişilerin kendilerini "dindar olarak tanımlama" eğiliminin arttığı belirlendi.

Araştırmaya göre, eğitim seviyesinin yükselmesine bağlı olarak, dindarlık eğilimi de azalıyor. "Dinin hayatınızdaki önemi nedir?" sorusuna; "okur yazar olmayanlar" yüzde 63.6, "lise mezunu" olanlar yüzde 41.1, lisan üstü (Master ve doktora yapanlar) ise yüzde 23,1 oranında "çok önemli" cevabını verdi.

"DİNDARIM" DİYENLERİN YARISI 5 VAKİT NAMAZ KILIYOR

Deneklerin yüzde 82,2'si çocuklarının dindar olarak yetişmesini istediklerini belirtirken, ayrıca yüzde 74,6'sı "ilk din eğitimini" anne ve babalarından almış.

Dini konularda ilk başvurulan yerin yüzde 30,8 ile cami hocalarının olduğunun görüldüğü araştırmaya göre, dindarım diyenlerin ibadet etme oranı ise yarı yarıya düşüyor. "Beş vakit namaz kılıyorum" diyenlerin oranı yüzde 45,8 olarak çıkarken, "hayır kılmam" diyenlerin ise yüzde 23 oranında. Namaz kılanların oranı TESEV'in 1999 yılında yaptırdığı "Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" konulu araştırmada da "5 vakit namaz kılıyorum" diyenlerin oranı yüzde 45,8 oranında çıkmıştı. 2007 KONDA'nın yaptırdığı araştırmada ise düzenli namaz kılanların oranı yüzde 43.9 çıkmış, yüzde 14.4'ü ise hiç namaz kılmadığını söylemişti.

Deneklerin yüzde 65,6'sı düzenli olarak Cuma namazına, yüzde 79,7'si düzenli olarak Bayram namazına, yüzde 30,9'u ise düzenli olarak teravih namazına gittiklerini belirtiyor.

İSLAM'IN DİĞER ŞARTLARINA UYUM

İslam'ın 5 şartını içeren diğer maddelerde ise oranlar şöyle. Düzenli olarak oruç tutanlar; yüzde 79,3, hacca gidenler yüzde 6.1, zekât verenler yüzde 56.7, kurban kesenler ise 51.2 oranında çıktı. Eğitim düzeyi yükseldikçe oruç tutanların oranının azaldığı araştırmaya göre, lisan üstü ya da master düzeyinde olup da hacca gidenler ise yüzde 15,14 oranında.
(haber 7)

27 Eylül 2009
CIA'dan Türkiye İle İlgili İddialar

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA'nin ülkeler raporunda Türkiye ile ilgili bilgilerin yanısıra çarpıcı iddialar da yer aldı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerCamilerde FBI AjanıTürkiye ve ABD'nin Sağlık Sistemleri'ABD Türkiye'de Füze Kalkanı Kuracak' CIA'nın İşkence Yöntemleri ABD CIA'yı Kıskaca Aldı

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA'nin ülkeler raporunda Türkiye'nin Temmuz 2009 tarihi itibariyle tahminen 76 milyon 805 bine ulaştığını bildirdi. CIA raporunda Türkiye nüfusunun etnik dağılımı ise yüzde 70 ile 75 arası Türk, yüzde 18 Kürt, yüzde 7 ila 12 arasında da diğer etnik kökenler olarak geçiyor.

Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı'na (CIA) göre Türkiye'nin nüfusu Temmuz 2009 itibariyle 77 milyona yaklaştı. Dünyadaki tüm ülkelerin coğrafi, ekonomik, siyasi, sosyal durumlarıyla ilgili olarak hazırladığı raporları sık sık güncelleyen CIA'nin Türkiye ilgili en son gözden geçirdiği raporunda Türkiye'nin nüfusunun 76 milyon 805 bin 504 olduğu belirtildi.

ORTALAMA YAŞ ORANI 27,7
CIA'nin internet sitesinde yer alan bilgilere göre nüfusu 77 milyona yakın olduğu tahmin edilen Türkiye'deki etnik dağılımla ilgili tahminler ise 2008 yılına ait. CIA raporunda 2008 yılı tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun yüzde 70 ila 75'ini Türkler, yüzde 18'ini Kürtler, yüzde 7 ila 12'sini diğer etnik kökenler oluşturuyor. Ortalama yaş oranının 27,7 (erkekler 27,4-kadınlar 28,1) olarak gösterildiği raporda, Türkiye'deki insanların ortalama yaşam süresinin de 71.96 (kadınlar 73.89-erkekler 70.12) yıl olduğu belirtiliyor. Türkiye bu ortalamayla dünyada 122. sırada bulunuyor.

34 MİLYONDAN FAZLA ASKERE ELVERİŞLİ KADIN VE ERKEK
Raporda Türkiye'nin askeri gücü ile ilgili bölümünde, TSK'nın sahip olduğu silah ve mühimmat envanteri yer almazken, 16-49 yaş aralığında 17 milyon 223 bin 506 erkek ve 16 milyon 995 bin 298 kadının askere elverişli olduğu kaydedildi. Her yıl 692 bin 592 erkek ve 663 bin 689 kadının askerlik yaşına (20) ulaştığı belirtilen CIA'nin raporunda, Türkiye'nin askeri harcamalara ayırdığı ödenekle ilgili bilgilerde ise 2005 yılına ait rakamlar yer alıyor. Buna göre, Türkiye 2005 yılında Gayri Safi Milli Hasılası'nın yüzde 5,3'ünü askeri harcamalara ayırdı. Bu oranda dünya sıralamasında 17. sırada bulunuyor.

“ASKER SİYASETTE ÖNEMLİ ROL OYNUYOR”
CIA'nin Türkiye raporundaki askeri bölümle ilgili değerlendirmeler de dikkat çekiyor. Raporda, 2005 yılında oluşturulan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin TSK'ya iç güvenlik konusundaki rolünü arttırdığı belirterek, TSK'nın siyasette önemli bir rol oynadığı ve kendisini laikliğin bekçisi olarak gördüğü yazıldı. 2005 yılında başlayan Avrupa Birliği müzakerelerine rağmen askerin hükümeti “İslami atamalar” konusunda uyardığı belirtildi.

Vakit

Evlilik yaşı yükseldi, doğurganlık azaldı
20:15 - Türkiye'yi temsil eden bir örneklemle, 10 bin 525 hane halkı ve 15-49 yaşları arasındaki 7 bin 405 evlenmiş kadını kapsayan araştırma sonuçlarına göre, 15 yaşın altındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payı yüzde 27'ye düş erken 65 yaş ve üzeri nüfusun payı ise yüzde 7'ye yükseldi. Araştırmaya göre, Türkiye'de 25-49 yaş grubundaki kadınlar için ortanca evlenme yaşı 21. Son 20 yıl içinde ortanca ilk evlenme yaşında yaklaşık olarak 3 yıllık bir artış gerçekleştiği saptandı. Türkiye'de doğurganlık seviyesinde son 20 yılda yaklaşık 3'te bir oranında azalma meydana geldiğini ortaya koyan araştırmaya göre, doğurganlık düzeyi kadın başına ortalama 2.2 doğuma düştü. 22.10.2009 ANKARA - Ayrıntı
netgazete

17 Kasım 2009 15:20
İşte Türkiye'nin Dindarlık Haritası

Sabancı Üniversitesi'nin yaptığı "Türkiye'de Dindarlık - Uluslararası Bir Karşılaştırma" başlıklı araştırma raporu sonuçları açıklandı. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerAvrupa'nın Dine Dönüşüİslam Düşmanı Vekil İş Başında Türkler Radikal Gruplara İzin VermiyorYüzlerce Yahudi İslamı Seçiyor'Bölünme Sırası İslamcı Kesimde'


Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun hazırladığı "Türkiye'de Dindarlık - Uluslararası Bir Karşılaştırma" başlıklı araştırma raporu sonuçları açıklandı.

Araştırmaya katılanların büyük kısmı devlet dairelerinde ve üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması gerektiğini düşünüyor. Yasağın sona ermesini isteyenler, yasağın devamını isteyenlerin 3 katını oluşturuyor. Araştırmada, laik kesimden insanların serbestçe yaşadığı düşüncesinin toplumda hakim olduğu, laik kesimdeki insanlara baskı yapıldığını düşünenlerin oranının ise sadece yüzde 9 olduğu bilgisi yer aldı.

Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun hazırladığı "Türkiye'de Dindarlık - Uluslararası Bir Karşılaştırma" başlıklı araştırma raporunun sonuçları düzenlenen basın toplantısı ile açıklandı. Alan araştırması 2008 Kasım ayı ile 2009 Mart ayları arasında 53 ilde gerçekleştirildi. Bu illerde belirlenen bin 453 hanede bulunan 18 yaş üstü bireylere sorular soruldu. Soruların büyük kısmı Uluslararası Sosyal Araştırma Programı çerçevesinde gerçekleştirilen "Dindarlık" araştırması kapsamında yöneltildi.

Araştırmaya katılan vatandaşların yüzde 69'u devlet memuru kadınların başlarını örtmelerine izin verilmesi, yüzde 70'i ise üniversite öğrencisi kızlara isterlerse başlarını örtmelerine izin verilmesi gerektiğini düşünüyor.

Türkiye'de insanların Müslümanlığın gereği olan ibadetlerini serbestçe yerine getirip getiremediği sorusuna katılımcıların yüzde 78'i "Evet, getirebiliyorlar" yanıtını verirken, katılımcıların yüzde 19'u Müslümanların ibadetlerini yerine getiremediğini belirtmiş.

"Türkiye'de dindar insanlara baskı uygulanıyor mu?" sorusuna katılımcıların yüzde 71'i "Hayır" yanıtını verdi. Dindar insanlara baskı uygulandığını düşünenlerin oranı ise yüzde 24 olduğu görüldü.

Laik kesimden insanların hayatlarını serbestçe yaşayıp yaşamadığı ile ilgili soruya ise katılımcıların yüzde 86'sı, "Evet laik kesimdeki insanlar hayatlarını serbestçe yaşayabiliyor" yanıtını verdi. Aksini düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 10 olarak kaldı.

"Bugün Türkiye'de laik kesimden insanlara baskı yapılıyor mu?" sorusuna ise katılımcıların yüzde 87'i "Hayır" yanıtını verdi. "Evet baskı yapılıyor" diyenlerin oranı ise yüzde 9 olarak kaldı.

Laik kesimdeki insanların en çok maruz kaldığını belirttikleri baskı çeşidi "ibadet" olarak belirtilmiş. Örtünme baskısı uygulandığını düşünenlerin oranı ise yüzde 10.

Dindar insanlara ne gibi baskı uygulandığı ile ilgili soruyu yanıtlayanlar en çok başörtüsü sorununa dikkat çekti. Türkiye'de en çok, başörtüsü konusunda baskı yapıldığı ardından da ibadet özgürlüğünün geldiğini düşünülüyor.

Katılımcılara sorulan sorulardan bir diğeri ise, "Dini ilkelerinize, akidelerinize uymayan bir kanunun Meclis tarafından kabul edildiğini düşünelim. Bu durumda ne yaparsınız?" sorusuydu. Bu soruya katılımcıların yüzde 35'i, "Kesinlikle kendi dini ilkelerime uygun davranmaya devam ederim" derken, "Kesinlikle kanuna uyarım" diyenlerin oranı yüzde 13 olduğu görüldü.


ALLAH'A İNANÇ ÇOK YÜKSEK

Katılımcılara Allah inancı ve dindarlık ile ilgili sorular da yöneltildi. Katılımcıların yüzde 95'i, "Hiç şüphe duymadan Allah'a inandığını" belirtti. Katılımcıların yüzde 16'sı kendisini son derece dindar olarak görüyor. Yüzde 39'u "Oldukça dindarım" derken, yüzde 32'si "Biraz dindarım" yanıtını verdi. Kendisini "Hiç dindar değilim" diye görenlerin oranı ise yüzde 2.

"Kendinizi ne derece dindar bir kişi olarak görüyorsunuz?" sorusuna cevap verenlerin yüzde 47'si, "Bir dinin vecibelerini yerine getiririm ve kendimi dini değerlere bağlı biri olarak tanımlarım" diye yanıt verdi. Katılımcıların yüzde 4'ü ise "Ne bir dinin vecibelerini yerine getiririm ne de kutsal değerlere ilgi duyan birisi olarak kendimi tanımlarım." dedi.

Katılımcıların yüzde 60'ı "Sadece bir tek din gerçektir" düşüncesine hâkim, "Bir çok dinde temel doğrular mevcuttur" diyenlerin oranı yüzde 34.

Katılımcılara yöneltilen sorulardan biri camiye ne sıklıkla gittiklerine ilişkindi. Haftada birden fazla camiye gittiğini söyleyenlerin oranı yüzde 40'a yakın. Kadın katılımcıların yüzde 44'ü erkeklerin yüzde 32'si haftada birden fazla camiye gittiğini belirtti. Hemen hemen hiç camiye gitmediğini söyleyenlerin oranı ise yüzde 14 civarında. Hiç camiye gitmediğini belirtenlerin yüzde 17'si kadın, yüzde 10'unu erkekler oluşturuyor.

Katılımcıların yüzde 66'sı ibadet etmek dışında bir cami cemaatinin ya da benzeri bir dini topluluğun yaptığı toplantılara hiç katılmadığını belirtti. Her hafta birkaç kez gidenlerin oranı ise yüzde 4. Her hafta bir kere gidenlerin oranı ise yine yüzde 4.

"Evinizde sizin için dini bir anlamı olan kutsal yerler veya dini büyüklerin resimleri, zemzem suyu, Kabe'den veya Kudüs'ten gelmiş değerli bir eşya bulunmakta mıdır?" sorusuna katılımcıların yüzde 56'sı "Hayır, yüzde 43'ü "Evet" yanıtını verdi.

Dini sebeplerle türbe, yatır, adak yeri, cami, kilise gibi kutsal yerleri ne sıklıkta ziyaret ettikleri ile ilgili bir soruya ise katılımcıların yüzde 36'sı, "Hiç etmem" derken, yüzde 20'si "Yılda birden az" yanıtını verdi.

Katılımcıların hangi nedenlerle dua ettikleri de araştırmada yer alan konulardan biriydi. Katılımcılar, en çok, "Allah'ın beni ya da ailemi olabilecek herhangi bir felaketten koruması için" dua ettiğini söyledi. Edilen duaların yüzde 97'sini felaketten koruması için yapıldığı ortaya çıkıyor. Yapılan duaların yüzde 83'ü ise "Allah'ın beni sevdiğim kişiye kavuşturması için". Yapılan duaların yüzde 77'si "Para, gelir gibi maddi talepler ve iyi bir eş için" edilmiş. Duaların yüzde 26'sı ise "Taraftarı olan bir takımın maçı kazanması için" yapılmış.


FALA ve BURÇLARA İNANMIYORLAR

Araştırmada nazar boncuğu, falcıya inanma, burçlara inanma gibi konular da soruldu. Katılımcıların yüzde 70'e yakını nazar boncuğunun bazen kötülüklerden koruduğu fikrini yanlış buluyor.

Bazı falcıların geleceği görüp olacakları bildiği iddialarına ise vatandaşların büyük kısmı inanmıyor. Katılımcıların yüzde 95'e yakını falcılara inanmadığını işaret etti. Yine katılımcıların yüzde 95'i üfürükçülere inanmadığını belirtti. "Bir insanın burcu veya doğduğu zamanki yıldızların konumu onun kaderini belirler" iddiasına da katılımcılar soğuk yaklaştı. Katılımcıların yüzde 85'ten fazlası burçların kaderi belirlediği inanmadığını dile getirdi.
aktifhaber

12 Şubat 2010 14:04
İstanbul'un Nüfusu Ülkeleri Aştı
Nüfusuyla Yunanistan, Küba, Belçika, İsveç ve Tunus'un da aralarında bulunduğu 118 ülkeyi geride bırakan İstanbul'da son rakamlar...

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ve BM Nüfus Fonu’nun 2009 yılı tahminlerinden yaptığı hesaplamalara göre, İstanbul’un 2 yıldaki nüfus artış miktarı, ülkedeki 32 ilin nüfusundan daha fazla oldu.

İstanbul yıllık nüfus artışıyla nüfusuna her 4 ayda bir Bayburt, 4,5 ayda bir Tunceli, 6 ayda bir Ardahan ve 7 ayda bir Gümüşhane ve Kilis ekliyor.
Ankara ise yıllık 101 bin 863 kişilik artışıyla Tunceli ve Bayburt’un nüfusundan fazla arttı.

Oransal olarak bakıldığında ise nüfus artış hızında başı Çankırı çekti. Çankırı’nın 2007-2008 döneminde yüzde 1,20 olan nüfus artış hızı, 2008-2009 döneminde yüzde 5,07’ye yükseldi.

Çankırı’nın nüfusu 2007 yılında 174 bin 12 kişi, 2008’de 176 bin 93 kişi ve 2009 yılında ise 185 bin 19 kişi olarak hesaplandı.

Nüfus artış hızında en dikkat çekici gelişme ise Bilecik’te yaşandı. Bilecik’in 2007-2008 döneminde yüzde eksi 5,21 olan nüfus artış hızı 2008-2009 döneminde yüzde 4,60’a çıktı.

2007 yılında 203 bin 777 kişinin yaşadığı Bilecik’te nüfus 2008’de 193 bin 169 kişiye geriledi, ancak 2009 yılı itibariyle Bilecik’in nüfusu 202 bin 61 kişiye çıktı.

Nüfusu hızla azalan bazı iller artışa geçerken, göç alan ve nüfusu bu nedenle hızla artan bazı illerde de nüfus azaldı. Bu değişimde, söz konusu dönemde çeşitli illerde kurulan üniversiteler, açılan öğrenci yurtları, askeri birlikler ve ceza evlerinin etkili olduğu belirtiliyor.

Söz konusu dönemler itibariyle Isparta’nın nüfusu da 419 bin 845 kişiden 407 bin 463 kişiye geriledi ama 2009’da 420 bin 796 kişiye ulaştı. Bu rakamlar değerlendirildiğinde Isparta’nın 2007-2008 döneminde eksi yüzde 2,95 olan nüfus artış hızı 2008-2009 döneminde yüzde 3,25’e yükseldi.

Nüfus artış hızları Ankara’da yüzde 1,84’ten yüzde 2,24’e, İstanbul’da yüzde 0,98’den yüzde 1,72’ye, İzmir’de yüzde 1,51’den yüzde 1,91’e yükseldi. Hatay’ın nüfus artış hızı yüzde 1,95’ten yüzde 2,49’a, Mersininki de yüzde 0,44’ten yüzde 2,37’ye ulaştı.

Nüfus artış hızı artıda olan pek çok ilin de 2008-2009 dönemine gelindiğinde eksiye döndüğü ya da artış hızının epey gerilediği görüldü.
Nüfus artış hızı azalan illerin başında Yalova geldi. Yalova’nın nüfus artış hızı yüzde 8,61’den yüzde 2,59’a geriledi.

Nüfus artış hızları Tekirdağ’da yüzde 5,82’den yüzde 1,63’e, Hakkari’de yüzde 4,92’den eksi yüzde 0,71’e, Tunceli’de yüzde 2,89’dan eksi yüzde 3,92’ye, Şırnak’ta yüzde 3,19’dan yüzde 0,26’ya, Ardahan’da yüzde eksi 0,42’den yüzde eksi 3,63’e geriledi.


Muğla’nın yüzde 3,30 olan nüfus artış hızı yüzde 1,38’e, Gaziantep’in yüzde 3,35 olan nüfus artış hızı yüzde 2,57’ye, Giresun’un yüzde 1,02 olan nüfus artış hızı yüzde 0,02’ye indi.


Türkiye toplamına bakıldığında da ülkenin nüfus artış hızı, yüzde 1,32’den yüzde 1,46’ya çıktı.

TÜİK verilerine göre Türkiye’nin iller bazında 2007, 2008 ve 2009 nüfusları ile yüzde değişim oranları şöyle:
. Yıl Sonları Yıllık Yıllık
. İtibarıyla Nüfus Artış(%) Artış(%)
İller 2007 2008 2009 (2007/2008)
(2008/2009)

Toplam 70.586.756 71.517.100 72.561.312 1,32 1,46
Adana 2.006.650 2.026.319 2.062.226 0,98 1,77
Adıyaman 582.762 585.067 588.475 0,40 0,58
Afyon 701.572 697.365 701.326 -0,60 0,57
Ağrı 530.879 532.180 537.665 0,25 1,03
Amasya 328.674 323.675 324.268 -1,52 0,18
Ankara 4.466.756 4.548.939 4.650.802 1,84 2,24
Antalya 1.789.295 1.859.275 1.919.729 3,91 3,25
Artvin 168.092 166.584 165.580 -0,90 -0,60
Aydın 946.971 965.500 979.155 1,96 1,41
Balıkesir 1.118.313 1.130.276 1.140.085 1,07 0,87
Bilecik 203.777 193.169 202.061 -5,21 4,60
Bingöl 251.552 256.091 255.745 1,80 -0,14
Bitlis 327.886 326.897 328.489 -0,30 0,49
Bolu 270.417 268.882 271.545 -0,57 0,99
Burdur 251.181 247.437 251.550 -1,49 1,66
Bursa 2.439.876 2.507.963 2.550.645 2,79 1,70
Çanakkale 476.128 474.791 477.735 -0,28 0,62
Çankırı 174.012 176.093 185.019 1,20 5,07
Çorum 549.828 545.444 540.704 -0,80 -0,87
Denizli 907.325 917.836 926.362 1,16 0,93
Diyarbakır 1.460.714 1.492.828 1.515.011 2,20 1,49
Edirne 396.462 394.644 395.463 -0,46 0,21
Elazığ 541.258 547.562 550.667 1,16 0,57
Erzincan 213.538 210.645 213.288 -1,35 1,25
Erzurum 784.941 774.967 774.207 -1,27 -0,10
Eskişehir 724.849 741.739 755.427 2,33 1,85
Gaziantep 1.560.023 1.612.223 1.653.670 3,35 2,57
Giresun 417.505 421.766 421.860 1,02 0,02
Gümüşhane 130.825 131.367 130.976 0,41 -0,30
Hakkari 246.469 258.590 256.761 4,92 -0,71
Hatay 1.386.224 1.413.287 1.448.418 1,95 2,49
Isparta 419.845 407.463 420.796 -2,95 3,27
Mersin 1.595.938 1.602.908 1.640.888 0,44 2,37
İstanbul 12.573.836 12.697.164 12.915.158 0,98 1,72
İzmir 3.739.353 3.795.978 3.868.308 1,51 1,91
Kars 312.205 312.128 306.536 -0,02 -1,79
Kastamonu 360.366 360.424 359.823 0,02 -0,17
Kayseri 1.165.088 1.184.386 1.205.872 1,66 1,81
Kırklareli 333.256 336.942 333.179 1,11 -1,12
Kırşehir 223.170 222.735 223.102 -0,19 0,16
Kocaeli 1.437.926 1.490.358 1.522.408 3,65 2,15
Konya 1.959.082 1.969.868 1.992.675 0,55 1,16
Kütahya 583.910 565.884 571.804 -3,09 1,05
Malatya 722.065 733.789 736.884 1,62 0,42
Manisa 1.319.920 1.316.750 1.331.957 -0,24 1,15
Kahramanmaraş 1.004.414 1.029.298 1.037.491 2,48 0,80
Mardin 745.778 750.697 737.852 0,66 -1,71
Muğla 766.156 791.424 802.381 3,30 1,38
Muş 405.509 404.309 404.484 -0,30 0,04
Nevşehir 280.058 281.699 284.025 0,59 0,83
Niğde 331.677 338.447 339.921 2,04 0,44
Ordu 715.409 719.278 723.507 0,54 0,59
Rize 316.752 319.410 319.569 0,84 0,05
Sakarya 835.222 851.292 861.570 1,92 1,21
Samsun 1.228.959 1.233.677 1.250.076 0,38 1,33
Siirt 291.528 299.819 303.622 2,84 1,27
Sinop 198.412 200.791 201.134 1,20 0,17
Sivas 638.464 631.112 633.347 -1,15 0,35
Tekirdağ 728.396 770.772 783.310 5,82 1,63
Tokat 620.722 617.158 624.439 -0,57 1,18
Trabzon 740.569 748.982 765.127 1,14 2,16
Tunceli 84.022 86.449 83.061 2,89 -3,92
Şanlıurfa 1.523.099 1.574.224 1.613.737 3,36 2,51
Uşak 334.115 334.111 335.860 0,00 0,52
Van 979.671 1.004.369 1.022.310 2,52 1,79
Yozgat 492.127 484.206 487.365 -1,61 0,65
Zonguldak 615.890 619.151 619.812 0,53 0,11
Aksaray 366.109 370.598 376.907 1,23 1,70
Bayburt 76.609 75.675 74.710 -1,22 -1,28
Karaman 226.049 230.145 231.872 1,81 0,75
Kırıkkale 280.234 279.325 280.834 -0,32 0,54
Batman 472.487 485.616 497.998 2,78 2,55
Şırnak 416.001 429.287 430.424 3,19 0,26
Bartın 182.131 185.368 188.449 1,78 1,66
Ardahan 112.721 112.242 108.169 -0,42 -3,63
Iğdır 181.866 184.025 183.486 1,19 -0,29
Yalova 181.758 197.412 202.531 8,61 2,59
Karabük 218.463 216.248 218.564 -1,01 1,07
Kilis 118.457 120.991 122.104 2,14 0,92
Osmaniye 452.880 464.704 471.804 2,61 1,53
Düzce 323.328 328.611 335.156 1,63 1,99

İstanbul’un 12 milyon 915 bin 158 kişilik nüfusuyla geride bıraktığı ülkeler ise şöyle;

ÜLKELER Milyon

Zambia 12,9
Senegal 12,5
Zimbabve 12,5
Çad 11,2
Küba 11,2
Yunanistan 11,2
Portekiz 10,7
Belçika 10,6
Çek Cumhuriyeti 10,4
Tunus 10,3
Dominik Cumhuriyeti 10,1
Gine 10,1
Haiti 10,0
Macaristan 10,0
Ruanda 10,0
Bolivya 9,9
Sırbistan 9,9
Belarus 9,6
İsveç 9,2
Somali 9,1
Benin 8,9
Azerbaycan 8,8
Molinezya 8,6
Avusturya 8,4
Burundi 8,3
İsviçre 7,6
Bulgaristan 7,5
Honduras 7,5
İsrail 7,2
Hong Kong 7,0
Tacikistan 7,0
Papua Yeni Gine 6,7
Togo 6,6
Libya 6,4
Ürdün 6,3
Laos 6,3
Paraguay 6,3
El Salvador 6,2
Nikaragua 5,7
Sierra Leone 5,7
Danimarka 5,5
Kırgızistan 5,5
Slovakya 5,4
Finlandiya 5,3
Eritre 5,1
Türkmenistan 5,1
Norveç 4,8
Singapur 4,7
Kosta Rika 4,6
Birleşik Arap Emir. 4,6
İrlanda 4,5
Orta Afrika Cumhur. 4,4
Hırvatistan 4,4
Gürcistan 4,3
Yeni Zelanda 4,3
Filistin 4,3
Lübnan 4,2
Liberya 4,0
Puerto Riko 4,0
Bosna Hersek 3,8
Kongo Cum. 3,7
Moldova 3,6
Panama 3,5
Uruguay 3,4
Litvanya 3,3
Moritanya 3,3
Arnavutluk 3,2
Ermenistan 3,1
Kuveyt 3,0
Umman 2,8
Jamaika 2,7
Moğolistan 2,7
Letonya 2,2
Namibya 2,2
Lesotho 2,1
Botsvana 2,0
Slovenya 2,0
Makedonya 2,0
Gambiya 1,7
Gine Bissau 1,6
Gabon 1,5
Katar 1,4
Estonya 1,3
Trinidad ve Tobago 1,3
Mauritus 1,3
Swaziland 1,2
Timor-Leste Dem. Cum.1,1
Kıbrıs Rum Kesimi 0,9
Cibuti 0,9
Bahreyn 0,8
Fiji 0,8
Guyana 0,8
Reunion 0,8
Bhutan 0,7
Komor Adaları 0,7
Ekvator Ginesi 0,7
Polinezya 0,7
Mikronezya 0,6
Karadağ 0,6
Yeşil Burun Adaları 0,5
Surinam 0,5
Guadaloupe 0,5
Lüksemburg 0,5
Solomon Adaları 0,5
Brunei 0,4
Malta 0,4
Martinik 0,4
Bahamalar 0,3
Barbados 0,3
Belize 0,3
Fransız Polinezyası 0,3
İzlanda 0,3
Maldiv Adaları 0,3
Yeni Kaledonya 0,3
Guam 0,2
Hollanda Antilleri 0,2
Samoa 0,2
Vanuatu 0,2

aktifhaber

Türkiye'de Nüfusun Yüzde 12'si Özürlü
2 Haziran 2010
AK Parti Konya Milletvekili ve Özürlüler Koordinasyon Merkezi Başkanı Orhan Erdem, Türkiye'de nüfusun yüzde 12'sinin özürlü olduğunu söyledi.
Mevlana Kalkınma Ajansı (MEVKA), 2010–2013 Bölge Planı hazırlık çalışmaları kapsamında Sosyal Kalkınma Çalıştayı düzenledi. Vali Aydın Nezih Doğan ile AKP Konya Milletvekilleri Sami Güçlü ve Orhan Erdem'in de katıldığı çalıştayda kalkınmanın sosyal, ekonomik ve kültürel dengesizlikleri önlemeye yönelik olması gerektiği ifade edildi. Çalıştay kapsamında engellilerin sorunları da gündeme alındı.

Çalıştayın açış konuşmasını yapan MEVKA Genel Sekreteri Ahmet Akman, kalkınmanın sosyal, ekonomik ve kültürel dengesizlikleri önlemeye yönelik olması gerektiğini bildirdi. Sosyo-ekonomik gelişmeyi, kişi başına düşen milli geliri artırmak olarak özetleyen Akman, bu doğrultuda oluşturulan Sosyal Kalkınma Çalıştayı'nın toplumun bütün katmanlarının kalkınmasını sağlamak amacında olduğunu ifade etti.

NÜFUSUN YÜZDE 12'Sİ ENGELLİ

AK Parti Konya Milletvekili ve Özürlüler Koordinasyon Merkezi Başkanı Orhan Erdem, Türkiye'de nüfusun yüzde 12'sine tekabül eden yaklaşık 8,5 milyon insanın engelli olduğunu belirtti. aktifhaber

REFERANDUMDA ORTAYA ÇIKAN BİR SORU YANITINI ARIYOR



15.09.2010

(..)

Peki, Alevilik olabilir mi?

Çünkü...

% 75 “Evet” diyen Malatya’da Arguvan % 71 ile, Hekimhan % 54 ile,
% 79 “Evet” diyen Maraş’ta Nurhak % 56 ile,
% 92 “Evet” diyen Muş’ta, Varto % 79 ile,
% 77 “Evet” diyen Sivas’ta Divriği % 64 ile, İmranlı % 69 ile,
% 65 “Evet” diyen Tokat’ta Almus % 53 ile,
% 58 “Evet” diyen Amasya’da Gümüşhacıköy % 57 ile,
% 55 “Evet” diyen Ardahan’da, Damal % 93 ile,
% 63 “Evet” diyen Ordu’da Gürgentepe % 53 ile,
% 67 “Evet” diyen Nevşehir’de Hacıbektaş % 67 ile “Hayır” demiştir.

Buralar Alevi'dir.

Misafir - Türk Hakanı
Tunceli'nin belediye başkanı neden BDP'den. Türkiye Cumhuriyetini çok seven aleviler, neden ayrılıkçı bir partinin temsilcisine oy verir.
2010-09-16 01:34:00
Misafir - Tatari
"%42 içinde nice sunni oyları var"... Sayın yazar muhtemelen alevi kökenli olsa gerek ki , sunni ( ehli sunnet) kökenli "nice" seçmenlerinde hayır oyları verdiğini yazıyor. 1.Temeli yoksul köylülüğe dyanan alevilik apartmana taşınınca da kalıyor mu hala. Yoksa folklorik bir öğe mi sadece 2. Bu %42 oydan biz gibi nice :) sunniyi çıkartınca geriye kalan alevilerin % kaçı son 1 yıl içinde gördüye çıkıp cem etmişlerdir?... 3. Bilecik ve Eskişehir ne zaman alevi oldu da hayır oyu verdi ha baba erenler??? Üstelik en azından şimdilik her iki ilimize de deniz getirilemediği için kıyı kenti de değillerdir. Eee bilin bakalım o zaman biz niye refarandumda hayır dedik?
2010-09-16 01:13:18

Misafir - cagin
Valla bu akp, bi de "Ak Alevi" kavramı üretti hatırlatırım. Örnek mi? Reha Çamuroğlu. Ne diyor; "Ben kendimi önce Türk, sonra elhamdülillah müslüman ve alevi olarak tanımlarım.". Bi de "Camiye gitmem; ama ezan sesi olmayan bir dünya istemem. Ramazan'da oruç tutmam; ama Ramazan'sız bir Türkiye istemem..". Bi de iftara katılmayı reddeden dedeler için"terbiyesizlik yapmasınlar" demiştir... Kim??? ÇAMUROĞLU... Fazla söze ne hacet.

Misafir - USTURA
Balıkesir Edremit'e bağlı 9 Alevi köyü var. Bu köylerde Hayır oranı yüzde 90'ların üzerinde. Benim köyümde Alevi ve yüzde 96 Hayır çıktı. Gerçekten üzerinde araştırma yapılması gereken bir konu.

Odatv.com

"Aleviyiz, Horasan'dan Gelen Türkler"
Ali Rıza Özdemir
İlk Kurşun

“101 Soruda Kürtler” ve onun ardından yayımlanan “Zazalar ve Türklük” kitaplarımda “Alevî Kürtler” ve “Alevî Zazalar” kavramları etrafında bazı açıklamalarda bulunmuş, ardından bugün Zazaca ve Kurmançca konuşan aşiretlerin, bu dilleri sonradan öğrendiklerini ve köken olarak Türkmen oldukları kanaatine vardığımı ifade etmiştim.
Bu kanaatime delil olarak da başta Şeref Han ile Evliya Çelebi’nin eserleri olmak üzere diğer Osmanlı kayıtlarını göstermiştim.
Okuyanların anımsayacağı üzere, Kürtlerin tarihini en küçük detaylarına kadar yazan Bitlisli Şeref Han, 1592 yılında bitirdiği kitabında, (16. yüzyıl) Yezidî olan küçük bir kısmı hariç, Kürtlerin tamamının Şafi mezhebinden olduğunu ifade etmişti.
Bundan yaklaşık bir asır sonra (17. yüzyıl) bölgeyi gezip çok detaylı bilgiler veren Evliya Çelebi de, Kürtlerin Şafi mezhebine mensup olduğunu kayıt altına almıştı.
Yani bölgede 16. ile 17. yüzyıla kadar Kürtçe konuşan bir tek Alevî (ve Hanefî) aşireti bile yoktu.
Bu durumda iki seçenekle karşı karşıya kaldığımızı ifade etmiş; ya Kurmanç ve Zaza aşiretlerinden bazılarının Alevî olduğunu yahut da bazı Alevî aşiretlerinin, Kurmançca ve Zazaca konuşmaya başladıklarını ifade etmiştim.
Bu ihtimallerden hangisinin gerçekleştiğini çözebilmek için, Zazaca ve Kurmançca konuşan Alevî aşiretlerin, kendi soy kütüklerini nasıl ifade ettiklerine bakmamız gerektiğini söylemiştim. Çünkü tarihi kayıtlardan, bölgede sayısız Türkmen aşireti olduğunu biliyorduk. Ayrıca toplumların ekâbir takımının soy kütükleri hakkında, atalarından duyup sonraki nesle aktardığı bilgiler, tarih araştırmalarında kullanılan kaynaklar arasındaydı.
İlginç şekilde, Zazaca ve Kurmançca konuşan Alevî aşiretlerin ileri gelenleri de, Zazacayı ya da Kurmançcayı sonradan öğrendiklerini ve ‘Öz Türk’ olduklarını atalarından gelen bir bilgi olarak ifade ediyorlardı. Hala da bu tezi savunmakta, bilhassa ‘Horasan’dan gelen Türkler’ olduklarını iddia etmektedirler.
Bu köken iddiası, inkâr edilemez ve reddedilemez şekilde, neredeyse tamamına yakın bütün kaynaklar tarafından ifade edilmiştir. Halen de söz konusu edilen toplum içinde diri şekilde yaşamaktadır.
Güneydoğu Anadolu’nun tarihi seyrini dikkate aldığımızda, bölgede (ve genel olarak bütün toplumlarda) din/mezhep değiştirmenin, dil değiştirmeden daha zor olduğu gerçeğini ve Kurmançcanın pazar dili oluşunu da ayrıca dikkate almak gerekiyor.
Zaten “Zazalar ve Türklük” kitabımızda da söz konusu aşiretlerden birçoğunun Osmanlı kayıtlarında “Türkmen” olarak geçtiklerini ve bunların dip kültürünün Türk kültürü ile aynı olduğunu delilleri ile ortaya koymuştuk.
***
Bu yılın (2010) Temmuz sonu ile Ağustos ayı başında olağanüstü hal ilan edilen şehirleri kapsayan alan araştırmamızda çok faydalı bilgilere ulaştım. Burada Horasan köken iddiasını destekleyen bir bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum.
Diyarbakır ilimizin Bismil ilçesine bağlı bazı Türkmen köyleri vardır. Alevî olan bu köylerin sayısı toplam 7 (yedi) tanedir. Bu köylerden Türkmenhacı köyünde yaptığımız incelemelerde köyün yaşlılarından “Horasan’dan gelen Türkler” olduklarını öğrendik. Üstelik bu, atalardan gelen bir bilgiydi (bunu özellikle sorduk) ve anlaşıldığı kadarıyla bu bilgi yüzyıllardır kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.
Bismil’in köylerinde yaşayan Türkmen Alevîlerin “Horasan’dan gelen Türkler” olma vurgusu, birçok konunun zihnimizde daha da açığa kavuşmasına vesile oldu. Çünkü daha önce de defalarca temas ettiğimiz gibi, Zazaca ve Kurmançca konuşan Alevî aşiretler arasında da Horasan vurgusu son derece yaygındır.
Yukarıda verdiğimiz bilgilere ek olarak, bölgedeki Türkmen Alevîlerinden öğrendiğimiz Horasan köken iddiası, bölgede birçok Türkmen aşiretinin, Kurmançca ve Zazacayı sonradan öğrendiği görüşünü desteklemektedir. Demek ki, bu bölgedeki Türkmen Alevî aşiretlerinden bir kısmı anadillerini ve etnik kimliklerini korumuş, bir kısmı ise anadillerini değiştirerek Kurmançcayı ve Zazacayı öğrenmiş, fakat Türk olan kökenlerini de kuşaktan kuşağa aktarmışlardı.
İlginç şekilde, bu sürecin günümüzde de devam ettiğini müşahede ettik.
Bölgede Alevî olan bir tek Şafi Kurmanç yokken, Kurmançcayı öğrenen çok sayıda Türkmen ve Zaza ile sohbet etme imkânına kavuştuk. Dikkat çekici bir bilgi olarak şunu da aktaralım ki, bölgedeki Türkmen köylerini ziyaretlerimizde yüksek sesle çalınan Kurmançca şarkılara (ayrıca bunlar etnik-ırkçı çizgiyi temsil eden şarkılardı) şahit olduk. Meğer Türkmen müzisyenler olmadığından Türkmen köylülerin düğünlerinde de türküler büyük oranda Kurmançca söyleniyormuş.
Nitekim söz konusu Türkmen Alevî köylüleri ile Bismil ilçe merkezinde yaşayan Alevî Türkmenlerle yaptığımız sohbetlerde birçok Türkmen köyünün zamanla Kurmançlaştığını, köylerin isimlerini vererek ifade ettiler. (Bunların isimleri bizde mahfuzdur.)
Ayrıca Şeref Han ile Evliya Çelebi’nin kayıtlarından hareket ederek, bölgede temas ettiğimiz ve ciddi miktarda bulunan Hanefi mezhebine mensup Kurmançlar ve bilhassa Zazalar hakkında da sosyolojik tetkikler yapılmasının büyük faydalar sağlayacağını Türk bilim insanlarının dikkatine sunuyorum.

Açık İstihbarat

60 yaş üstünde nüfusa oran, halen 10,1
02:10 - Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan, Türkiye'deki 60 yaş üstü insanların nüfusa oranının halen 10,1 olduğunu belirterek, bu rakamın gelecek yıl yüzde 10,7'ye, 2014'


En son Ekim tarafından Cum Şub 12, 2010 11:04 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ksm 22, 2009 1:56 am    Mesaj konusu: Türkiye'nin yüzde 93'ü, Türkçe konuşuyor Alıntıyla Cevap Gönder

Türkiye'nin yüzde 93'ü, 'Türkçe' konuşuyor

21 Kasım 2009 - DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın “2011 nüfus sayımında etnik köken sorusu sorulsun” önerisi yeni tartışma başlatırken, daha önce yapılan araştırmalar doğrultusunda Türkiye'de anadilini “Türkçe”, dolayısıyla etnik kökenini “Türk” olarak beyan edenlerin nüfusa oranının yüzde 90-93 dolayında olduğu ifade ediliyor. CIA Factbook'unda ise Türkiye'de anadili Türkçe olanların oranı yüzde 70'e kadar düşüyor.

NÜFUS SAYIMLARINDA 1927-1965 ARASINDA ANADİL SORULDU
Türkiye'de 1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımlarında anadili soruları soruldu. Nüfusun ana dile göre dağılımını gösteren DİE'nin 1965 nüfus sayımına göre, halkın yüzde 90.11'i ana dilini Türkçe olarak beyan etti. Kalan bölümün yüzde 7,07'si anadilini Kürtçe, yüzde 1.16'sı Arapça, yüzde 0.48'i Zazaca, yüzde 0.18'i Çerkezce, yüzde 0.09'u Gürcüce, yüzde 0.08'i Lazca, yüzde 0.07'si Pomakça, yüzde 0.06'sı Boşnakça, yüzde 0.04'ü Arnavutça ve yüzde 0.66'sı diğer diller olarak ifade etti.
Yani 1965 yılında, 31.391.421 olan Türkiye nüfusunun 2.219.502'si anadilinin Kürtçe olduğunu bildirdi. TÜİK araştırmasına göre Türkiye genelinde doğurganlık oranı yüzde 2.2 iken, Doğu ve Güneydoğu'da bu oran yüzde 3.60 olarak saptandı.

EUROBAROMETER: TÜRKİYE'DE ANADİLİM TÜRKÇE DİYENLERİN ORANI YÜZDE 93
1965 yılından sonra sayımlarda anadil soruları sorulmadı. Türkiye'de etnik kökenle ilgili araştırmalar “anadil” temelinde sürdürülürken en son büyük çalışmalardan birini Avrupa Birliği yaptı. Avrupa Komisyonu'nun istatistik kuruluşu Eurobarometer Mayıs-Haziran 2005 tarihleri arasında yaptığı “Avrupalılar ve Dilleri” başlıklı araştırmayı 2005 Eylül ayında yayımladı. Araştırmaya göre, Türkiye'de Türkçeyi anadil olarak kabul edenlerin oranı yüzde 93 oldu. Türkiye'de diğer dilleri anadil olarak kabul edenlerin oranı ise yüzde 9 olarak bildirildi.
Türkiye ve diğer birçok Avrupa ülkesinde toplamın yüzde 100'den fazla ya da az olarak çıkması “Araştırmaya yanıt verenler bir ya da birden fazla dili ana dilleri olarak beyan etmiş olabilirler ve aynı zamanda bir 'bilmiyorum' karşılığı da seçenekler içinde bulunmaktadır. Buna ve rakamların yuvarlanmasına bağlı olarak toplamlar yüzde 100'den az ya da çok çıkabilir” şeklinde açıklandı.
Eurobarometer'in anadil araştırması bugünkü nüfusa oranlandığında, Türkiye'nin 71 milyon 517 bin 100 olan nüfusunda 64 milyon 365 bin 390 kişinin anadili Türkçe, 6 milyon 436 bin 539 kişinin anadili ise “diğerleri” hanesinde yer alıyor. Çıkan rakamları, yakın sonuçların elde edildiği akademik düzeydeki birçok araştırma da destekliyor.
netgazete

CELAL GÜZELSES TC AJANI MIYDI?

Bir Diyarbakırlı anlatıyor

25.11.2009 16:52

Diyarbakır merkezli dört devlet kuran Türk(men) ler, Atlantis uygarlığı gibi yok mu oldu?

İsmi bir etnik kimlikle bu kadar özdeşleştirilen bir başka şehir yoktur herhalde. Kürt kimliği neredeyse Diyarbakır ile birlikte anılır oldu. Bu ülkenin her karışının zaten asli paydaşı olan Kürtlere, özel bir 'başkent' arayışında Diyarbakır kilit isim haline getirildi. Peki serinkanlı düşünürsek Diyarbakır ne kadar Kürt?

Diyarbakır kimliğinin en etkin motiflerinden birinin Kürtler olduğu kesin. Ama Diyarbakır demek sadece Kürtler mi demek? Hadi bırakın bazılarının her duyduğunda irkildiği Türk(men)leri ve Türk(men) kültürünü daha bir yüzyıl öncesine kadar kent merkezinde çoğunlukta olan Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve dahi Rumlara haksızlık yaptığınızı düşünmüyor musunuz? Yoksa; “İttihattçı Türkler gayrimüslim unsurları yurtlarından sürdü biz de tarihlerine, hatıralarına gecekondu kurup hayali bir başkent üretelim” mi diyorsunuz? Peki o ağızlarınıza pelesenk ettiğiniz AMED kelimesinin kökeni olan Asurice ve Asurilere'de haksızlık ettiğinizi düşünmüyor musunuz? Diyarbakır’dan Van’a kadar olan bölgeyi kadim Ermeni yurdu olarak nitelendiren Yunanlı tarihçi Heredot, sizce ajan mıydı itirafçı mı?

İNKARCI DEVLET VE TOPLULUK: ASURLULAR!!!
Mezopotamya tarihinde en derin izleri bırakan medeniyletlerinden biri Asurlulardır. Yüzyıllar aşan hükümranlıkları ile muazzam bir medeniyet kurmuşlardır. Tarihin bilinmeyeni en fazla olan ve günümüz iki çömlek parçası dahi bırakmayan Med’lerin aksine Asurlular yazılı kültürleri ile de üstün bir medeniyetin tüm özelliklerine sahiptirler. Asurlular’a ait yazılı belgelere hala ulaşmak mümkün. Dünyanın saygın üniversilerinde çalışmalara konu olan bu yazılı belgelerin neden hiç birinde Kürtler geçmiyor hiç merak ettiniz mi? Yoksa Asurlular’da inkarcılığı bir devlet politikası olarak mı benimsemişlerdi.

11. YY’Dan BERİ BÖLGEDE ÇOĞUNLUK OLAN TÜRKMENLERE NE OLDU?
Ya Diyarbakır tarihi ile ilgili elinize attığınız her kaynakta karşılacağınız; Bozulus, Karaulus, Akkoyun, Artuklu, İnallu, Bayındır vb. yüzlerce Türkmen boy, oymak ve aşiret isimlerini Diyarbakır tarihinin neresinde konumlandırıyorsunuz. Türk (men); Bursa’ya, İzmir’e, Bolu’ya gelmeden en az 200 yıl önce Halep, Samarra, Kerkük, Kermanşah, Diyarbakır ve Mardin’e geldi. Yoksa Ziyaret Dağı'ndan Karacadağ'a oradan Kırklar dağına isim vere vere Diyarbakır'a yerleşen Türk(men) ler sizce Atlantis uygarlığı gibi bir an da yok olup gitti mi? Bakın onlar hiçbir yere gitmedi. Onlar hala Diyarbakır kuçelerinde dolaşıyorlar. Kim bilir köşedeki cigerci Bedo, terzi Bozan, kunduracı Meheme hatta ve hatta sizin ailenizde onlardan emin olun çokça var. Sadece öfkeniz ve demogoji konforu kendi gerçeğinize eğilmenizi engelliyor.

Bu bölgenin en az 1000 yıllık tarihinde TC 'nin bir yüzyıllık bile serüveni yok. Diyarbakırlı Hindi aşiretine (Diyarbekirlilerin çok iyi bildiği ziyaret/yatır da gömülü Hindi Baba aslında dini bir şahsiyet değil Akkoyunlu devlet adamıdır) mensup Türkmenlerin kurduğu Akkyounlu devleti Diyarbakır’ı başkent yapıp 300 boyunca Orta Doğu’ya hükmetti. TC'ye kızabilirsiniz ama bu sizi tarih körlüğüne sürüklememeli. Kendinizi İzmirli, Bursalı, Rizeli ile karşılaştırıp bak işte biz farklıyız limanına da sığınmayın. Bir Diyarbakırlı eğer karşılaştırma yapacak ise Ziya Gökalp'in dediği gibi Telaferli ile Kermanşahlı ile hele hele bir dönem Diyarbakır'dan giden hemşehrilerimizin kurduğu Tebriz ile kıyaslamalı. Halayı mı farklı, yemeği mi. Asla değil. Bir Diyarbakırlı Türk ve Kürd'ün Kerküklü Türk ve Kürt arasındaki farkı bir Bursalı ile Kastamonulu arasındaki farktan daha azdır.

CELAL GÜZELSES YOKSA TC AJANI MIYDI?
Diyarbakır'ı karış karış gezip türkülerini derleyen Celal Beg’in (Güzelses) o türkülerdeki dilini iyice irdeleyin. Tanımlama, lakaplar, dualar, beddualarda bazı kesimlerin o pek de hazzetmediği Türk(men)cenin sağlam izlerini göreceksiniz.

Bir yazarın dediği gibi özellikle son yüzyılda Batılılar'ın üzerinde en çok araştırma yaptığı topluluk olan Kürtlere bu ilgiyi sadece bilimsel merak ve insani duyarlılıkla açıklayabilir miyiz? Bu içinden geldiği topluma ve tarihe yabancılaşma Bölgedeki bazı kesimler için hırs haline geldi. Türk kelimesine bu kadar önyargı ve düşmanlık yüklemeyi anlamak mümkün değil. Bu hastalık, Kürt kelimesinden ürken Türkler ile aynı karaktere sahip.

Önce Türk ve Kürt kimliğine yönelik duygularımızı bir anlık pasifize ederek, daha doğrusu nefes alarak düşünelim. Türkiye’deki avşarları, yörükleri bile ayrı millet gösteren emperyalist ruhlu yabancı araştırmaları bir kenara bırakıp Osmanlı Tahrir defterlerine bakalım.

Osmanlı İmparatorluğu Türkmen kökenli olmasına rağmen Türkmen kavramı ile hep sorunlu, kavgalı idi. Kimbilir geçmişteki örneklerine bakıp belki bir Türk devletini diğer bir Türk oluşumu yıkar geleneğinden korkuyorlardı. Yani Osmanlı kayıt defterleri ulaşabileceğiniz en objektif hatta Türkmenler aleyhine ciddi kaynaktır. Bu kayıtlar aynı zamanda gelir (vergi) anlamına geldiği için çok da sağlıklıdır. İşte o kaynaklarda Diyarbakır’daki aşiret ad ve yerleşimlerine dikkat edin. Aşiretlerin çoğu Türkman, Yörükan, Ekrad Yörükanı, Ekrad Türkmanı olarak tasnif ediliyor. Bugün hala varlıklarını büyük ölçüde sürdüren bu aşiretlerin tamamı Kürtçe konuşuyor. Bu gerçek; ” Güneydoğu’da özellikle de Diyarbakır’da pür ve steril bir ırk tanımı üzerine hesap yapmayın yanılırsınız” anlamına geliyor. Aynı şey ırk üzerinden Türklük vurgusu yapanlar için de geçerli. Emperyalist gaza gelip sakın ola ki saf Türk saf Kürt gibi sorunlu kavramlar ile toplumsal kırılmaya bir dinamit de siz koymayın.

AJAN LİSTESİNİN BAŞINDA HEREDOT
Bu yazıyı kaleme alan Diyarbakırlıyı biliyorum demogojiden beslenen bazı kesimler ajan, işbirlikçi, teslimiyetçi vb ifadeler ile suçlayacaklar. Ben de onların elini güçlendirmek için ezberden gitmeyerek aynı suçu işleyen bir grup ajanın isim listesini veriyorum; Yunanlı tarihçi Heredot, Şerefname’nin yazarı büyük Kürt alimi Şerefhan, İranlı tarihçi Ebubekir Tıhrani, Diyarbakırlı halk ozanı Nesimi, Celal Güzelses, Cahit Sıtkı, Süleyman Nazif vb.

Koray Elbeyli
Odatv.com

Türkiye'de 11.9 milyon yoksul var

01 Aralık 2009, 15:42 Anadolu Haber

Türkiye İstatistik Kurumu'ndan 2008 Yoksulluk Çalışması Sonuçları

Türkiye'de yoksulluk oranı, 2008 yılında, bir önceki yıla göre 0,68 puan azalarak, yüzde 17,11'e düştü. Yoksulluk oranı 2007 yılında yüzde 17,79 düzeyindeydi.


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''2008 Yoksulluk Çalışması Sonuçlarını'' açıkladı.

Buna göre, Türkiye'de geçen yıl fertlerin yaklaşık yüzde 0,54'ü yani 374 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, yüzde 17,11'i yani 11 milyon 933 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Kişi başı günlük harcaması, satın alma gücü paritesine göre 1 doların altında kalan fert bulunmuyor. Buna karşın satın alma gücü paritesine göre kişi başı günlük 2,15 dolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırı altında bulunan fert oranı yüzde 0,47. Yoksulluk sınırı 4,3 dolar olduğunda yoksul fert oranı ise yüzde 6,83 olarak tahmin edildi.

2007 yılında yüzde 0,48 olarak tahmin edilen açlık sınırının altında yaşayan fert oranı, 2008 yılında yüzde 0,54'e yükselirken, yoksul fert oranı ise yüzde 17,79'dan yüzde 17,11'e geriledi.

Geçen yıl, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 275 lira, aylık yoksulluk sınırı ise 767 lira olarak tahmin edildi.

Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda 2007 yılında yüzde 34,80 olan yoksulluk oranı 2008 yılında yüzde 34,62'ye, kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı da yüzde 10,36'dan yüzde 9,38'e düştü.
Hane halkı büyüklüğüne göre yoksulluk artıyor
2008 yılında hane halkı büyüklüğü 3 veya 4 kişi olan hanelerde bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 8,48 olurken, 7 ve daha fazla olan hanelerde fertlerin yoksulluk oranı yüzde 38,20 olarak hesaplandı. 7 ve daha fazla kişiden oluşan hanelerden kentsel yerlerde oturanlar için yoksulluk riski yüzde 26,95 iken, kırsal yerlerde bu oran yüzde 54,03 olarak belirlendi.

Hane halkı türüne göre çocuklu çekirdek ailede bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 15,42 olurken, çocuksuz çekirdek ailelerdeki fertlerde bu oran yüzde 8,76'ya düşüyor. Ataerkil veya geniş ailelerdeki fertler için yoksulluk oranı ise yüzde 21,79 olarak tahmin edildi. Kentsel yerlerde çocuklu çekirdek ailede yaşayan fertlerin yoksulluk riski yüzde 9,14 iken kırsal yerlerde bu oran yüzde 33,77 oldu.

2008 yılında ücretli-maaşlı çalışanlarda yoksulluk oranı yüzde 5,93 iken, yevmiyeli çalışanlarda bu oran yüzde 28,56, işverenlerde yüzde 1,87, kendi hesabına çalışanlarda yüzde 24,10 ve ücretsiz aile işçisi olanlarda ise yüzde 32,03 oldu.

En yüksek yoksulluk riskine sahip olan tarım sektöründe çalışanlarda yoksulluk oranı 2007 yılında yüzde 32,05 iken, 2008 yılında yüzde 37,97 olarak tahmin edildi.

Sanayi sektöründe çalışanlarda 2008 yılında yoksulluk oranı yüzde 9,71 olarak hesaplanırken, bu oran hizmet sektöründe çalışanlarda yüzde 6,82 oldu. 2008 yılında ekonomik olarak aktif olmayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 13,73 iken, iş arayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 17,78 olarak belirlendi.

2008 yılında okur-yazar olmayanlarda yoksulluk oranı yüzde 39,59 olurken, ilkokul mezunlarında bu oran yüzde 13,44, lise ve dengi meslek okulları mezunlarında yüzde 5,64, yüksek okul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip fertlerde yüzde 0,71 oldu.

İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise yüzde 22,53 olarak hesaplandı.

aktifhaber


Arslan Bulut
Yeniçağ Gazetesi
Anadolu'da Türk oranı!
14 Aralık 2009

Necati Doğru, soyadı gibi doğru yazıları ile tanınmış bir gazetecidir. Yalnız 7 Aralık 2009 tarihli Vatan gazetesinde çıkan “Anadolu yapıştırıcısı” başlıklı yazısında Anadolu’da yerleşik Türk halkının kökenleri ile ilgili uydurma verileri gerçekmiş gibi sundu. Doğru, şair Ahmed Arif’in anılarına dayanarak “İmparator Augustus zamanında, Fırat’ın doğusundan Ege’ye kadar uzanan Anadolu topraklarında bir nüfus sayımı yapılmış. 60 milyon kişi yaşıyormuş. Orta Asya’dan gelen Türk boyları toplam 250 bin ile 500 bin arasında olduğuna göre ne diyeceğiz? Hepimiz karıştık. Oğuz dili ve kültürü egemen oldu bir dönem. Emperyalizmin tuzağına düşersek, yüzümüze tükürür” diye yazdı.
Gaziantep’den Soner Özer “Doğru’ya gerekli cevabı verdiğimde, bilgiyi Ermeni ve Süryani kaynaklarından edindiğini bildirdi. Özdemir İnce de Anadolu’ya 250-500 bin Türk geldiğini, o dönemde Anadolu’da, 5-6 milyon insanın yaşamakta olduğunu yazmıştı. Ancak, her ikisinin de cevap veremediği, 250-500 bin Türk’ün, yüz yıllar sonra geldikleri halde, nasıl olup da, 5-6 milyon, hatta, 60 milyon insana, kendi dilini ve kültürünü hakim kıldığı sorusu idi!” diyor.
* * *
Bu tezler, Anadolu’yu Hıristiyanlaştırmak isteyen Amerikan misyoner kuruluşlarının ürettiği sahte verilerdir..
Bu safsataları gündeme getiren The Wall Street Journal gazetesinin 28 Kasım 2006 tarihli sayısında Huge Pope olmuştu. Anadolu’da Türk geninin yüzde 10 oranında etkili olduğunu iddia etmişti. Türkiye’de Türk deyince ifrit olanlar da bu iddiaya sarılmıştı.
Bütün bu iddiaların Ermeni meselesi ve Kürt meselesi olarak adlandırılan ve Türkleri Anadolu’dan atmayı hesaplayan Batı’nın projeleri ile doğrudan bağlantısı vardır. Yani emperyalizm, asıl bu iddialara inananların yüzüne tükürecektir!
Anadolu’nun etnik yapısı, bilimsel olarak Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından aşiret aşiret ortaya konulmuştur. Herkesin aslı nesli bellidir!
Türkler en az 8 bin yıldır Anadolu’dadır. İskitler, Kimmerler, Peçenekler, Kumanlar Anadolu’da yerleşik hayata geçmişlerdir. Heredot, M. Ö. 700’de İskitlerin Anadolu’yu bir süre yönettiğini ve Mısır’a kadar indiklerini yazar. Bu veri, Oğuzname’deki bilgilerle aynıdır.
Batı ve onların etkisindeki gazeteciler, akademisyenler, Türklüğün genetik yapısı veya DNA’sı ile niçin uğraşmaktadır? Yanlış verilerle, Anadolu’nun Türk vatanı olmadığını ispatlamaya çalışırken ırkçılık yapmaktadır.
* * *
Peki gerçek nedir? Dr. Mustafa Demir, “Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Türk nüfusu” başlıklı bilimsel makalesinde, “14’üncü yüzyıl başında Batı Anadolu’ya seyahat eden El Ömer’in eserindeki nüfus verilerine bakacak olursak sadece Batı Anadolu’da teşekkül eden beyliklerin toplam olarak barındığı Türk aile sayısı 400.000 çadıra ulaşmaktadır” demektedir. Yani sadece Batı Anadolu’daki Türklerin nüfusu, o dönemde çadır başına ortalama beş kişi esas alınırsa 2 milyondur. Doğu Anadolu, zaten Türk’tür!
Malazgirt savaşının kazanılması, Bizans ordusundaki Peçenekler’in Türk ordusuna katılması ile mümkün olmuştur. Yani Anadolu, baştanbaşa Türklerin yerleşim alanıydı. Türkler, Ortodoks olan yüzbinlerce Karaman Türkünün bile dinine karışmamış, fakat onları mübadelede Yunanistan’a göndermiştir. Bugünkü azınlıklar hariç, Anadolu’da kalan son Hıristiyanlar onlardı. Türkler isteseydi, kendi soydaşlarının dinini değiştirirdi!

Emre Aköz
Sabah Gazetesi
Ermeni kökenli Türklerin maskeli yaşamları
16 Aralık 2009

Fethiye Çetin'in 2004'te yayınlanan 'Anneannem' adlı kitabı bazılarımızın çok iyi bildiği, bazılarımızın ise hiç işitmediği bir Türkiye gerçeğini su yüzüne çıkarmıştı: Hıristiyan/ Ermeni kökenli Müslüman/Türkler!
Çetin kendi yaşamından yola çıkmıştı: 'Seher' adlı anneannesi Ermeni kökenliydi ve asıl adı 'Heranuş' idi. Yazar bu gerçeği ancak anneannesi 70 yaşını aştıktan sonra öğrenmişti.
1915 katliamı sırasında 10 yaşında olan Heranuş'un ailesindeki tüm erkekler katledilmiştir. (O sırada babası, para kazanmak için ABD'ye gitmiştir.)
Heranuş annesiyle birlikte tehcir edilir ve belki de ölüme doğru yürürken, jandarma karakol komutanı Hüseyin Onbaşı tarafından alıkonur.
O günden sonra Hüseyin/Esma çiftinin 'beslemesi'dir Heranuş. Seher adı verilir. Müslüman olarak büyütülür. Evlenir. Çocukları ve torunları olur.

***

1915 katliamından kurtulup Anadolu'da kalanlar, hem ilginç, hem de hüzün veren bir Türkiye gerçeğini oluşturuyor.
Bu kişilerin büyük çoğunluğu kadındı. Çünkü katliamda erkekler öncelikli hedefti.
Bazı Müslüman (Türk, Kürt, vs.) aileler, küçük/genç Ermeni kızlarını, özellikle de güzel olanları, yanlarına aldı. Onları hizmetçi olarak çalıştırdı. Kızların kimi kuma oldu, kimi ailenin oğluyla evlendirildi. (Başlık parası vermeye gerek kalmamıştı!)
Kimi oğlan çocukları da aynı şekilde tehcirden kurtarılarak uşak, ırgat, çırak olarak çalıştırıldı.
Müslümanlaştırılan bu oğlanlar da zamanla birer "Türk" olarak toplumsal hayata karıştı.
Ocak 2007'de Ergenekoncuların operasyonuyla katlettirilen gazeteci Hrant Dink, böyle bir geçmişe sahip 'torunların' 500 binlik bir kitle oluşturduğunu tahmin ediyordu.

***

Peki, torunların hali niceydi? Nasıl yaşıyor, nasıl düşünüyorlardı?
Fethiye Çetin ve Sabancı Üniversitesi hocalarından sosyal bilimci Ayşe Gül Altınay, 'Torunlar' adlı kitapta onların öykülerini kendi ağızlarından anlatıyor. (Metis Yayınları)
Bir kere şunu görüyoruz: Ermeni kökenli olduklarını kişiler unutsalar ya da önemsemeseler dahi, devlet önemsiyor ve unutmuyor.
Hatırlarsınız: Hani Türk Tarih Kurumu'nun eski Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, bir ara Kürtleşen, Alevileşen Ermenilerden söz ederek tepki toplamıştı.
Halaçoğlu, o sırada ellerinde hane düzeyine varan kayıtlar olduğunu ama bunları açıklamayacağını söylemişti.
Bazı "torunların" yaşamı devletin böyle bilgilere sahip olup zaman zaman da bunları kullandığını gösteriyor.
Mesela "Mehmet", Ermeni kökenli olduğunu 12 Eylül (1980) döneminde askerlik yaparken, "sünnet oldun mu" sorgulamaları, dayak ve hakaretler eşliğinde öğreniyor. Devletin gözünde bir sakıncalıdır o!
(Rahmetli Türkan Saylan gibi, her devirde "Cumhuriyetin eşit bireylerinden" söz edenler çıkmıştır.
Uydur uydur söyle!)
İnsanlar çelişen gerçeklerle karşılaştıklarında çok ilginç çözümler üretiyor:
Örneğin iki isimli çocuklar... Sokakta Müslüman/Türk olup, evde Hıristiyan/ Ermeni'ye dönüşen aileler...
Ateist olduğunu söyleyip pazarları kiliseye gidenler... Evlerine 'Çoban İsa' figürlü duvar halıları asanlar... "Torunların" ortak yanı nedir, derseniz... Hâlâ bir korku ve tedirginlik içindeler. Gerçeği pek azı açıkça göğüsleyebiliyor.

Zazalar Kürtleştirilmek mi İsteniyor?
Sinan Sungur
Açik Istihbarat

TBMM’de, 10 Kasım 2009 günü “demokratik açılım” kapsamında yapılan konuşmalarda, CHP Milletvekili Onur Öymen’in Dersim (Tunceli) ile ilgili beyanları sonrasında yaşanan tartışmalar ve medya organlarında meseleye getirilen yorumlar, Dersim halkının ve genelde Zazaların etnik kimliği konusunda bir bilgisizliği ve cehaleti de ortaya çıkardı.

DTP ve AKP’li politikacıların yanı sıra, köşe yazarlarının çoğu da maalesef Dersim olayını, gündemdeki “Kürt açılımı”na katkı için kullanmaya çalıştılar.

Özellikle DTP, konuyu alabildiğine istismar etti ve bunu da “Kürtlük” adına sahiplenmeye kalkıştı.

Medya organlarının ve yazılı basının durumu da bundan farksızdı aslında. Yine her zamanki gibi, “ezilen, katledilen, sürgün edilen, mağdur edilen Kürtler” edebiyatı sürekli işlendi.

Doğu/Güneydoğu Anadolu’ya ilişkin herhangi bir meselede, nedense siyasetçilerimizin ve yazarlarımızın aklına hemen Kürtler geliverir. Sanki o bölgenin halkının tümü Kürt!

Bölgedeki diğer toplumların neden görmezlikten gelindiği ve âdeta yok sayıldığı anlaşılmaz bir tutum.

Doğu ve Güneydoğu’da Zazaların, Türkmenlerin, Azerilerin, Arapların, Süryanilerin, Keldanilerin, Ermenilerin, Yezidilerin, ayrıca sayıları az da olsa Çerkez, Çeçen ve Abaza kökenli toplulukların da yaşadıkları unutulmamalı.

Şark meselesi irdelenirken, konuya bu perspektiften bakılmalı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkını topyekun “Kürt” hanesine kaydeden siyasetçi ve yazarların büyük bir hata içinde oldukları gayet açık.

Bunlar bu tutumlarıyla, terör örgütü PKK’nın ve diğer Kürtçü odakların düzmece tezlerine katkı sunduklarının farkında değiller galiba.Bilmeyenler için bir kez daha yineleyelim:

Zazalar, Kürtlerden ayrı bir halktır.

Zaza dili, Kürtçü unsurların iddialarının aksine Kürtçe’nin bir şivesi değildir. Zazaca, gramer ve sözcük haznesi itibariyle Kürtçe ile dilbilimsel yönden bir yakınlık göstermemektedir.

Alevi Zazalar, Dersim (Tunceli), Erzincan, Sivas; Sünni Zazalar ise Elazığ, Diyarbakır, Bingöl, Siverek (Şanlıurfa) kentleri kapsamında yoğunlaşmışlardır.

Kürtler ise anılan kentlerde azınlık durumundadırlar. Türkiye sınırları dışında bulunmayan Zazalar, ülkemize özgü bir etnik grup olup, Anadolu’nun yerli halkı sayılırlar.

Dersim’de, tarihsel süreç içinde Zazalaşmış olan bazı Türkmen oymaklarının (Balaban, Sarı Saltık, Koç Uşağı vs.) varlığı da söz konusu.

Öte yandan, son tartışmalarda tekrar gündeme gelen yakın tarihimizdeki Şeyh Said (1925) ve Dersim (1937) ayaklanmalarının Kürtlük/Kürtçülükle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Zazalara ait olan bu isyanların, çok hatalı bir şekilde resmi ve askeri literatüre de “Kürt isyanları” şeklinde yansıtılması sonucu, Kürtçü unsurların “silahlı mücadele” tarihine haksız bir “kazanç” olarak yazılmasına yol açmıştır.

Palu’daki Nakşibendi tarikatı postnişini Şeyh Said’in, cumhuriyetin kuruluşunun akabinde başlatılan devrimlere tepki göstererek isyan ettiği mevcut belgelerle sabittir.

Seyid Rıza’nın da bir Alevi/Kızılbaş dedesi olarak, Dersim’in geleneksel yapısının değiştirilmesine ve yörede yoğun bir şekilde yapımına başlanan askeri karakolların inşasına yönelik tepkisi söz konusu.

Ancak, bilinen bu gerçekler ve unutulmaya terk edilmiş arşiv belgeleri göz ardı edilerek, her iki olaya da çok yanlış bir şekilde “Kürtlük” damgası vurulmuştur.

Bugüne kadar maalesef devlet yetkilileri de dahil, akademik kuruluşlar, bilim adamları, aydın ve yazarlar, “Kürt” olgusunu kabul ederken, Zazaları çok haksız bir biçimde ya Kürtlerle özdeşleştirmiş ya da dışlamışlardır.

Zaza olgusu, sosyoloji açısından dışlanmış bir varlık alanı olarak günümüze dek hem aydınlarımız, hem de bazı güç odaklarınca Kürt ekseninin içine itilmiştir. Bu tür bir yaklaşımın alt yapısında iç ve dış güçlerin propagandist eylem biçimlerinin önemli rol oynadığı, bunun da Kürtçü unsurların amaçladıkları “Kürdistan” teorisine güçlü bir alt yapı hazırladığı bilinmektedir.

Diğer taraftan, üniversiteler ve akademik kuruluşlar, bugüne kadar bölgenin demografik yapısını analiz etme ihtiyacını duymamış ve böylece siyasi Kürtçülerin ekmeğine yağ süren bir tutum içine girmiştir.

Bu yöndeki boşluğu fark eden PKK, stratejisini oluştururken bu hususu göz ardı etmemiştir.

Nitekim Abdullah Öcalan, “Kürt Dosyası”nda Gazeteci Rafet Ballı’nın sorularına verdiği cevapta;

“PKK’da sentez var. Alevi yörelerde ve Zazaların olduğu yerlerde de PKK gelişiyor. Mesela Bingöl’de hızlı gelişmeler yaşanıyor. Ben yalnız Dersim tipolojisini yaratmakla kalmadım. Siirt, Mardin, Kars, Urfa tipolojisini de yarattım. Olumlu olumsuz özellikleri nelerdir, bunları nasıl birleştirebiliriz diye bölge çapında değerlendirmeler yaptık. Sonuçta PKK’da bir sentez oluştu.” demiştir.

Böylece, PKK şemsiyesi altında çeşitli etnik/dini/mezhebi gruplar birleştirilerek bir “Kürt üst kimliği” yaratılmak istenmiş, Zaza bölgelerinde Aleviliğin veya Zazalığın, “Kürtlüğün” önüne geçmesi engellenmiştir.

PKK ve diğer Kürtçü unsurlar, öteden beri Zazaları Kürtlerin bir alt-grubu olarak kabul ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardır.

Bu yaklaşıma ne yazık ki, son zamanlarda devletin bir kuruluşu olan TRT-6 (Şeş) de alet edilmiştir. TRT-6 (Şeş)’in programlarında, Zazalar “Kürt” olarak gösterilmiş, Zaza diline de “Kürtçe’nin lehçesi” denilmiştir. Bu sakat anlayışa halen de devam edilmektedir.

Hükümetin “demokratik açılım” projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda da Zazaların Kürtleştirilmesi yönündeki sakat anlayış sürdürülmektedir.

Örneğin Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan “Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü”nde görevlendirilen Kürt akademisyenler, siyasi Kürtçü tezlere uygun bir şekilde hazırlayıp YÖK’e sundukları bir raporda, Zazaları Kürtlerin bir alt grubu olarak göstermiş ve ne hazindir ki YÖK de bu raporu onaylamakla, Zazaların Kürtleştirilmesi projesine destek vermiştir.

AKP hükümetince, “açılım” projesi çerçevesinde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde okullarda uygulamaya konulması amaçlanan “Kürtçe Dersi” dayatmasıyla, Kürtçe’nin “K”sını dahi bilmeyen yöredeki Zaza çocukları devletin eliyle Kürtleştirilmek mi isteniyor?

Bingöl ve Dersim’de halkın yüzde 90’ı, Elazığ’da halkın yüzde 70’i, Diyarbakır’da halkın yüzde 50’si Zazaca konuşurken, bu illerdeki devlet okullarında okutulması hedeflenen “Kürtçe Dersi” ile amaçlanan nedir?

Devletin imkanları, bölgedeki Zaza, Türkmen, Azeri, Arap, Süryani, Keldani, Ermeni çocuklarına, Kürtlük bilincinin aşılanması için mi seferber ediliyor?

Bu gafilce tatbikata dur diyecek kimse yok mu bu memlekette?

10 OCAK 2010, PAZAR
Genç nüfus azalıyor öğrenci sayısı düşüyor

Milli Eğitim Bakanlığı'nın nüfus artış hızındaki gerileme ve bu durumun eğitime yansımalarına ilişkin çalışması oldukça çarpıcı. Bakan Çubukçu çıkan sonuçları anlattı: Okula kayıt yaptıran öğrenci sayısı her yıl 80 bin azalıyor. 18 bin okul öğrenci olmadığı için kapalı

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Türkiye'de nüfus artış hızının gerilemesinin, eğitim üzerindeki yansımalarını AKŞAM'a anlattı. Buna göre son 4 yılda okula kayıt yaptıran öğrenci sayısı her sene yaklaşık 80 bin azalıyor. 18 bin okul, öğrencisizlikten kapalı. Bazı bölgelerde yeni okul talebi durma noktasına geldi. Marmara ve Ege'de nüfus dengesi genç nüfus aleyhine değişiyor. Nüfus artış hızı 6 yıllık bir sürede 4.8'den 2.2'ye geriledi. Adrese dayalı kayıt sisteminin ortaya koyduğu verilerle de yeni bir planlama da yapılıyor. Okul bölgeleri, derslik sayıları, sınıf mevcudu, okulların illere göre dağılımı yeniden düzenlenecek.

BAŞBAKAN'A DA SUNULDU
Bakanlığın nüfus artış hızındaki gerileme ve bu durumun eğitime yönelik etkileri üzerine yaptığı çalışmanın sarsıcı sonuçları var. Bakanlığın bu saptamaları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a da sunuldu. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu AKŞAM'a konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

OKUL İNŞAATLARI DURACAK
Çubukçu nüfus artış hızının geriye döndüğünü belirterek, 'Son 4 yılda düzenli olarak bir yıl öncesine göre öğrenci sayısı 70-80 bin azalıyor. Göç veren bölgelerde 18 bin okul öğrencisizlik nedeniyle kapalı. Bu şekilde giderse okul kapatmak zorunda kalacağız. Okul inşaatları duracak. Örneğin bundan sonra Beşiktaş'ta okul yapmayacağız. Çünkü burada nüfus geriliyor. Bu ilçemizde sınıf başına 18 öğrenci düşüyor. Yaşlı nüfus daha yoğun.
Okullarımızı yeni gelişen ilçelere yapacağız' dedi.

6 SENEDE 30 YILLIK DÜŞÜŞ
Nimet Çubukçu nüfusun çok teknik bir konu olduğunu söyleyerek, 'Marmara ve Ege'de nüfus dengesi eksiye düşmeye başladı. Nüfus artışında Güneydoğu Anadolu birinci, Doğu Anadolu ikinci sırada. Nüfus artış hızı kısa sürede 4.8'den 2.2'ye geriledi. 6 yıl içinde bu noktaya geldik. 2'nin altı nüfusun geriye dönüşü demektir. Düşüş hızı Fransa, Almanya ve Yunanistan'ın 30 yılda yaşadığına denk geliyor' diye konuştu.

ERKEN EVLİLİĞE TEŞVİK VAR
Bakan Çubukçu sözlerini şöyle sürdürdü: 'Dünyadaki örneklerine baktığımızda nüfus artış hızı yüzde 2'nin altına düştüğünde trendi tersine çeviremez hale geliyorsunuz. Bu noktaya gelmeden önlem almak zorundayız. Örneğin İsveç'te evlilik yaşı 20-22'lere kadar düştü. Devlet erken yaşta evliliği ve çocuk sahibi olmayı özendiren ciddi mali destek sağlıyor.'

KORKUTAN DENGESİZLİK
Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı rapora göre eğitim düzeyi düşük, dar gelirli kesimlerde nüfus artarken, gelir düzeyi yükseldikçe evlenme ve çocuk sahibi olma oranı da düşüyor. Bu sorun bölgesel dengesizliklerle birleşince boyut daha da büyüyor.

HEM KARİYER HEM ÇOCUK
Dinamik bir nüfusun ülkeler arasındaki rekabeti çok etkileyeceğine vurgu yapan Bakan Nimet Çubukçu, 'Kadınların değişen sosyal konumları ve kariyer-konfor tercihleri de nüfusun azalma eğiliminde önemli bir etken' dedi. Çubukçu bazı illerde 'Neden buraya okul yapmıyorsunuz' tepkisiyle de karşılaştıklarını, cevap olarak 'Nüfusunuz azalıyor o yüzden yapmıyoruz' dediklerini belirtti.

Gülben Ergen model olmalı
ÇUBUKÇU, sanatçıların da toplumda önemli rol modeller olduklarına dikkat çekerek, geçmişte Fatma Girik, Ajda Pekkan gibi pek çok yıldızın ya hiç çocuk yapmadığını ya da tek çocuk sahibi olduğunu ifade etti. Bakan, şimdi Gülben Ergen gibi bir yandan çok çocuk yapıp aynı zamanda mesleğini de başarıyla sürdüren sanatçı modellerinin desteklenmesi gerektiğini kaydetti. Çubukçu, benzer şekilde Hollywood'da da birçok starın fazla sayıda çocuk yaparak topluma mesaj verdiğini ve bunun bu ülkelerde devlet politikası olarak destek gördüğünü söyledi. 'Sağlıklı nesiller yetişmesi için aileye çok ihtiyacımız var' diyen Çubukçu, çok kardeşliliğin, dayanışma, duygusal destek, paylaşım gibi olumlu sonuçlarını anlattı.

ŞUBATTA ÖĞRETMEN ATAMASI YOK
Nİmet Çubukçu, şubat ayında öğretmen atamasının yapılmayacağını da sözlerine ekledi. Çubukçu yılda bir kez temmuz ayında atamaların tamamlanması konusunda Maliye Bakanlığı ile anlaştıklarını belirterek şu bilgileri verdi: 'Arada atama yapmayacağız. Böylece öğretmenlerin, eğitim yılı başlamadan yerleşmesi, bundan hem öğretmen ailesinin hem de öğrencilerin olumsuz etkilenmemesi sağlanıyor. Ayrıca, özel okullarda çalışan öğretmenler, yıl ortasında atama yaptığımızda o okulları bırakıp yeni görevlerine geçiyor. Özel eğitimi de aksatmamış oluyoruz.'

TONY BLAİR'DEN 4 ÇOCUKLU MESAJ
Bakan Çubukçu, Avrupa'da çocuğu teşvik etmek için özel politikalar uygulandığına dikkat çekerek çarpıcı bir örnek verdi: 'İngiltere'de başbakanlığı döneminde Tony Blair'in eşi dördüncü çocuğunu yaptı. Bunu aynı zamanda devlet politikasının bir parçası haline getirdiler. Blair mesaj vermek ve kamuoyunun dikkatini çekmek için babalık iznini kullanarak çocuğa baktı.' Milli Eğitim Bakanı Çubukçu dünyada artık nüfus planlamasının tarih olduğunu da söyledi.

100 MiLYONU BULMUYORUZ
Çalışmalara göre, Türkiye nüfusu 20-25 yıl daha artacak ancak hiçbir zaman 100 milyonu bulmayacak. 2050 yılında nüfusun 88 milyon 986 bin olması bekleniyor
YAPILAN bütün nüfus projeksiyonlarında Türkiye nüfusunun önümüzdeki 20-25 yıl artmaya devam edeceği ancak gerileme nedeniyle toplam nüfusun hiçbir zaman 100 milyona ulaşmayacağı öngörülüyor. Çünkü nüfus artış hızı düştüğü için bugünkü genç nüfus yaşlandıktan sonra 95-98 milyona ulaşacak. Türkiye nüfusu 2030'lu yıllardan itibaren gerilemeye başlayacak. TÜİK de bu öngörüyü doğrulayan bir rapor yayınlamıştı. Yapılan araştırmalara göre Türkiye'nin nüfus artış hızı 2020'de yüzde 0,8'e, Cumhuriyetin 100'üncü yılı olan 2023'te yüzde 0,7'ye, 2030'da yüzde 0,5'e 2035'te yüzde 0,3'e gerileyecek.

2040'TA 88.5 MİLYON
2040 yılına gelindiğinde Türkiye nüfusu yüzde 0,2'lik artış hızıyla 88 milyon 629 bin kişi olacak. 2046'da nüfus artış hızı hemen hemen sıfır seviyesine düşecek ve 89 milyon 165 kişi olacak. Türkiye nüfusu 2047'den itibaren ise gerileyecek. 2047 yılında nüfus artış hızı eksi yüzde 0,00052'ye düşecek ve ülke nüfusu 89 milyon 161 kişiye inecek. 2050 yılına gelindiğinde ise eksi yüzde 0,000958'lik nüfus artış hızıyla ülke nüfusu 88 milyon 986 bin kişiye gerileyecek.
Akşam

Arslan Bulut
Yeniçağ Gazetesi
100 bin kaçak Ermeni'ye TC kimliği de verildi mi?
01 Şubat 2010

Tayyip Erdoğan, TRT’ye açıklamalar yaptı ve kendisini ziyaret eden İstanbul’daki Ermeni vatandaşlardan bir temsili grupla yaptığı görüşmeye değinerek, Türkiye’de 170 bin civarında Ermeni olduğunu söyledi. Erdoğan, “Bu Ermenilerin yaklaşık 70 bini vatandaşımız, diğerleri kaçak olarak bulunuyor. Biz bunlara göz yumuyoruz. Çünkü böyle bir gerilimi istemiyoruz. Demek ki bir dertleri, sıkıntıları var, ülkemize gelmişler. Kendileriyle de bunu konuştuk. Bizden bazı farklı ricaları oldu. Bizim asla yasal bir zemine sağlam olarak oturmadıktan sonra bu işi kabullenmemiz söz konusu değil. Attığımız adımlara karşı olumlu yaklaşımlar görmüyoruz. Bakın biz hava kapısını açtık. Akdamar Adası’ndaki kilisenin yapımını gerçekleştirdik. Bu kadar kaçak Ermeni vatandaşını burada kabul ediyoruz. Buna benzer farklı konular var. Ama bunları kimse dile ve gündeme getirmiyor” dedi.

* * *

2005 yılının Mart ayında Hakkı Dedeler, konuyu şu şekilde gündeme getirmişti:
“1999-2002 yıllarında Paris’te bulunuyordum. Fransız Liberation gazetesinde Kahayan imzasıyla bir yazı yayınlandı. Yazıya göre; Ermenistan’da Robert Koçaryan’ın zulmünden kaçan 2 milyon Ermeni’nin çoğu Türkiye’ye sığınmıştı. Bu Ermenilere hem çalışma izni ve kem de T.C. kimliği verilmişti. Ben bu yazı üzerine, Büyükelçi Sönmez Köksal’ın yokluğunda maslahatgüzar olarak görev yapan Kaya Türkmen’in yanına gittim. Kendisine Liberation gazetesini göstererek bilgi istedim. Kaya Türkmen bana, Mart 2001 itibariyle 40-50 bin civarında Ermeni’nin Türkiye Cumhuriyetine sığındığını ve kendilerine insani mülahazalarla TC kimliği verildiğini söyledi!
Fransa’daki söylentilere göre Anadolu’da Türk nüfusun azınlığa düşürülmesi için son yıllarda bilhassa Rusya’dan ve Kafkaslardan Türk olmayan etnik çeşitliliğe sahip 5-7 milyon insan, TC vatandaşlığına kabul edilerek kendilerine çalışma izni verildi!
Ben Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde İnternet üzerinden müracaatta bulundum. Cevap aynen şöyle:
‘Ülkemiz vatandaşlığına 1982 yılından önce alınanların herhangi bir kaydı bulunamamıştır. 1982-1988 yılları arasında ülkemize 10 bin yabancı uyruklu alınarak kendilerine TC kimliği verilmiştir. 1988-2005 yılları arasında ülkemize kabul edilen yabancıların uyruklarına ve yıllara göre dökümü tarafınıza gönderilecektir.’
Ancak nüfus idaresi bu dökümü göndermemiştir.”

* * *

Bu arada, 57’nci hükümet döneminde, 15 Ağustos 2000 tarihinde, New York’ta, her etnik gruba kendi kaderini tayin hakkı tanıyan ikiz yasalara, Türkiye adına imza koyan Büyükelçi Volkan Vural, 2008 Eylül ayında da Neşe Düzel’e yaptığı açıklamada “Devlet Ermenilerden özür dilemeli, Ermeni ve Rumlar tekrar eski topraklarına dönsün, tekrar vatandaş olsun” demişti.
Yine Fener Rum Patriği Bartholomeos, 7 Mayıs 2000 günü, Orta Anadolu’da bir eski kilisede düzenlediği ayinden sonra, “Türkiye’nin AB’ye üyeliği, Anadolu’da önceden varolmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir” diye bir açıklama yapmıştı.
Cumhurbaşkanı olmadan önce Abdullah Gül, 20 bin dolara vatandaşlık satma projesini açıklamıştı.
Açılım saçılım derken, Türkiye’nin nüfus yapısıyla da oynanıyor, haberiniz olsun!
aktifhaber

İLBER ORTAYLI: TÜRKLERİN EN ÖNEMLİ VASFI ASKER MİLLET OLMASIDIR

MHP’nin siyaset okulunda konuşan Prof. Ortaylı’dan Açılım ve Darbelerle ilgili ilginç açıklamalar,

MHP’nin siyaset okulunda konuşan Prof. Ortaylı: “Biz asker milletiz. Asker düşmanlığı pompalanıyor. Açılım lafları boştur. Sivil siyaset olmazsa darbe normaldir” dedi.

• Prof. Dr. İlber Ortaylı, ‘asker millet’ olmanın Türklerin en önemli vasfı olduğunu belirterek, ‘’Askeri vasıflarını kaybetmiş Avrupa, bizde bulunan bu vasfın da yok olmasını istiyor’’ dedi.

MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu’nda partililere konuşan Ortaylı, hükümetin demokratik açılımını da eleştirdi.

Ortaylı, son yıllarda Türkiye’de milliyetinden utanma duygusunun, asker düşmanlığının körüklendiğini belritti. Bunu Avrupa’nın da kışkırttığını söyleyen Ortaylı, şöyle konuştu: ‘’Türk toplumunun militarist olmasından Belçika’nın, İsviçre’nin ne zararı olabilir? Bizde de resim, heykel sanatı yok, musikiyle uğraşılmaz, filozof yoktur, fakat ölmeyen sanatımız, vasfımız askerliktir.’

ORDU DARBE YAPABİLİR

Ordunun siyasete karışmasının da kaçınılmaz olduğunu, bunun tarihsel gerçeklik taşıdığını savunan Ortaylı, ‘’Sivil siyaset kendini geliştiremezse darbe kaçınılmazdır’ diye konuştu.

GÜNEYDOĞULU KOPYA ÇEKİYOR

Ortaylı, ‘’Doğu ve Güneydoğu’da üniversiteye giriş sınavlarında açık şekilde kopya çekildiğini’’ öne sürerek, ‘’Böylelikle iyi okullara ehil olmayan öğrenciler geliyor. İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz’’ dedi.

PİS HERİFLER KIZLARI KOVALIYOR

“Bütün kentlere üniversite açılması ahlaksızlıktır” diyen Ortaylı “Ankara’ya 20 okul aç Doğulu çocuklar buranın kültürün görsün” dedi. Ortaylı taşraya üniversite açılmasının zararını ise şöyle anlattı: “Evvela bakkal çakkal çocukları kandırıyor. Ondan sonra oradaki ev sahipleri kazıklıyor çocukları. Ondan sonra her şehirde vardır onlardan bir sürü pis herifler genç kızları kovalıyor.”

AÇILIM DEDİKLERİ BOŞ BİR LAFTIR

Demokratik açılım çalışmalarını da eleştiren Ortaylı, sözlerine şöyle devam etti: ‘’Açılım boş laftır. Açılım isteyenler gitmez de durmaz da. Kimse kimseye kitle dalkavukluğu yapmak için, sempatik görünmek için konuşmasın. Türklere karşı tez geliştirmek için arşive giren kaçıncı ecnebi Türk taraftarı oldu, onlar anladı, bizdekiler anlamıyor. Bunlar tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez.’’
Aktifhaber

Köylerde kimse kalmadı, şehirler doldu

01 Mart 2010 Türkiye'de 1927 yılında nüfusun yüzde 75,8'i köy ve beldelerde yaşarken, 2009 yılına gelindiğinde bu oran, yüzde 24,5'e geriledi.
İl ve ilçe merkezinde ikamet edenlerin oranı da 82 yılda yüzde 24,2'den yüzde 75,5'e çıktı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; 1927 yılında nüfusun 3 milyon 306 bini il, ilçe merkezinde, 10 milyon 342 bini ise köy ve beldelerde yaşıyordu. 2009 yılı nüfus sayım sonuçlarına göre ise il, ilçe merkezlerinde yaşayanların sayısı 54 milyon 807 bin kişiye çıkarken, köy ve beldelerdeki nüfus ise 17 milyon 754 bin kişi oldu.
Türkiye'nin il, ilçe nüfusunun artışı yıllar içinde istikrarlı bir seyir izlerken, en yüksek artışlar 1980 sonrasında meydana geldi. 1980-2009 döneminde kent nüfusu 2,8 kat arttı.
Ülkenin il ve ilçe nüfusu 1980-1985 döneminde 19 milyon 645 binden 26 milyon 866 bine, 1990 yılında 33 milyon 326 bine yükseldi. İl, ilçe nüfusu 2000-2009 döneminde ise 44 milyon 6 kişiden 54 milyon 807 bine çıktı.
Başka bir ifade ile 1980-2009 arasında kent nüfusu 35,2 milyon kişi arttı. Bu artışın 10,8 milyonu ise 2000 sonrasında meydana geldi.
Kent nüfusu, köy nüfusunu ilk kez 1985 yılında geçti. Sö z konusu yılda il, ilçe merkezi nüfusu 26 milyon 866 bin kişi, köy, belde nüfusu 23 milyon 799 bin kişi olarak hesaplandı.
1980 yılına kadar sürekli artış gösteren ve 1980'de 25 milyon 92 kişiye ulaşan köy, belde nüfusu bu tarihten sonra il, ilçe merkez nüfusundaki artışa paralel, gerilemeye başladı.
1985 yılında 23 milyon 799 bin kişi olan köy, belde nüfusu, 1990'da 23 milyon 147 bin kişiye geriledi. 2000-2008 döneminde 23 milyon 798 bin kişiden 17 milyon 905 bin kişiye inen köy, belde nüfusu geçen yıl itibariyle de 17 milyon 754 bin kişi olarak belirlendi.
Köy, belde nüfusu 1980'den sonra toplam 7,3 milyon azaldı. Bu azalışın 6 milyonluk kısmı ise 2000 yılından sonra gerçekleşti.
Köy, belde nüfusu ilk kez 2009 yılında toplam nüfusun yüzde 25'inin de altına indi.
2009 itibariyle ülkenin tümündeki köy ve beldelerde yaşayan nüfusun hemen hemen Ankara ve İstanbul nüfusunun toplamı kadar olduğu dikkat çekti.
Ankara ve İstanbul'da toplam 17 milyon 565 bin 960 kişi yaşarken, ülke genelindeki köy ve beldelerde 17 milyon 754 bin kişi ikamet ediyor.
1927-2009 döneminde il, ilçe merkezi nüfusu, köy-belde nüfusu ve yüzde olarak oranları şöyle:


. İl-İlçe
. İl-İlçe Merkezi Köy-Belde
. Merkezi Köy-Belde Nüfusu Nüfusu
. Nüfusu Nüfusu Payı Payı
Yıl (Bin) (Bin) (Yüzde) (Yüzde)
---- ------- -------- ------- -------
1927 3.306 10.342 24,2 75,8
1935 3.803 12.355 23,5 76,5
1940 4.346 13.475 24,4 75,6
1945 4.687 14.103 24,9 75,1
1950 5.244 15.703 25,0 75,0
1955 6.927 17.137 28,8 71,2
1960 8.860 18.895 31,9 68,1
1965 10.806 20.586 34,4 65,6
1970 13.691 21.914 38,5 61,5
1975 16.869 23.479 41,8 58,2
1980 19.645 25.092 43,9 56,1
1985 26.866 23.799 53,0 47,0
1990 33.326 23.147 59,0 41,0
2000 44.006 23.798 64,9 35,1
2008 53.612 17.905 75,0 25,0
2009 54.807 17.754 75,5 24,5

netgazete

''Türkiye, Güney Kore'den sonra en hızlı yaşlanan ikinci ülke"

24 Mart 2010
Başbakan Erdoğan'ın, neslin devamı için en az 3 çocuk talebinin haklılığı bir kez daha ortaya çıktı. Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan, Türkiye'de 80 yaş ve üzeri yaşlı nüfusunun 50 yılda yüzde 266 arttığını bildirdi.


Yaşlılar Haftası dolayısıyla AÜ Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu'nca düzenlenen konferansta konuşan Tufan, Türkiye'de 10 milyonun üzerinde yaşlı nüfus bulunduğunu söyledi.

Türkiye'nin çok genç nüfusa sahip olmasının, yaşlanmadığı anlamına gelmeyeceğini belirten Tufan, nüfusun hızla yaşlandığını savundu. Prof. Dr. Tufan, 2050 yılında Türkiye'nin nüfusunun 101 milyon olacağını, 0-14 yaş arası ile 60 ve üzeri yaş grubunun sayısının eşitleneceğini ileri sürdü.

Türkiye'nin 1965'te 31,4 milyon olan nüfusunun bugün 68,6'ya yükseldiğini vurgulayan Tufan, ''Türkiye, Güney Kore'den sonra en hızlı yaşlanan ikinci ülke. 1960'tan sonra 60 yaş üzeri nüfus yüzde 57, 80 yaş üzeri nüfus ise yüzde 266 oranında arttı'' dedi.

Türkiye'nin yaşlı nüfusunu aktif yaşlanma ile kendi ayakları üzerinde tutması gerektiğini ifade eden Tufan, ''Türkiye yaşlanan bir ülkedir ve yaşlanma problemi vardır. Önce bunu kabul ederek bir politika oluşturmalıyız'' diye konuştu.

-''YÜZDE 40,7'Sİ TAM BAĞIMLI''-

Türkiye'deki yaşlı nüfusun yüzde 35,5'inin kronik hasta olduğunu dile getiren Tufan, yaşlıların yüzde 11,5'inin de engelli olarak yaşamını sürdürdüğünü kaydetti.

Tufan, 60-64 yaş grubundaki engellilerin yüzde 24,5'inin, 65-69 yaş grubundakilerin yüzde 25'inin, 70-74 yaş grubundakilerin yüzde 27,5'inin, 75-79 yaş grubundakilerin yüzde 27,9'unun, 80-84 yaş grubundakilerin yüzde 21,4'ünün, 85 yaş ve üzeri gruptakilerin ise yüzde 25'inin yaşamını kısmen bir başkasına bağımlı olarak sürdürdüğünü söyledi.

Engelli yaşlılardan 85 yaş ve üzerindekilerin yüzde 40,7'sinin, 80-84 yaş grubunun yüzde 27,8'inin, 75-79 yaş grubunun yüzde 25,4'ünün, 70-74 yaş grubunun yüzde 19,4'ünün, 65-69 yaş grubunun yüzde 18'inin, 60-64 yaş grubundakilerin ise yüzde 14,3'ünün yaşamını bir başkasına tam bağımlı sürdürdüğüne işaret eden Tufan, gelecek yıllarda bu sayıların hızla artacağını ileri sürdü.

habertaraf

Salih Selçuk
İstanbul'da 'fakirler dünya pazarı' ve 'mikro kapitalizm'

Farklı bakış açılarına şimdi daha büyük ihtiyaç var. Türkiye'deki hakim sosyolojik dil, oldukça tek yanlı. Hem dili ve yaklaşım tarzlarını tazelemek, hem de kendimize karşı sağlıklı eleştirel bir bakış geliştirebilmek için, -konuştuğumuz aynı konular hakkında- samimi yabancı dostların neler söylediklerine bakmak gerek. Buraya, Michael Péraldi'nin Lettre International dergisinin son sayısında İstanbul'daki “moleküler kapitalizm”i anlattığı “Boğaziçi'ndeki Dünya pazarı” başlıklı yazısından uzunca bir bölümü almak istiyoruz.

(...)

Bir 'Global city' olarak İstanbul en azından bir esaslı kriterin gereğini yerine getiriyor: Bir 'toplanma havuzu' -bu terim çok zayıf kalsa da. Tarih fırtınasının hareketine kapılan komşu halklar, kuru yapraklar gibi dikkat çekmeden, o tarihin o merkezine ve periferisine düşüp yerlerini buluyorlar. İstanbul'un nüfusu 12 milyon ise (belki 15 milyon. -Megaşehir, bir belirsizlik faktörüne, demografik bir gerilime dayanıyor ve nüfus sayımı birşeylerin kontrolünün birinci perdesi ise; iktidar gücü de herkesin sayılmamasına dayanan oynak/dalgalanan bir belirsiz siyasi alandan güç alıyor) ayrıca orada şehire gelip gidenler de sayılınca, nüfus 14 milyona yaklaşıyor. Bunlara kafadan “Turist” demeye iznimiz yok; geçici İstanbul ziyaretlerinin türlü çeşitli amacı var: Dini hac vazifesi de bunlara dahil, çünkü İstanbul, Peygamber'den kalma kutsal emanetler nedeniyle kutsal bir şehir aynı zamanda. Aklıma, yüzlerinde 'hicab' değil de deri maskeler taşıyan, ve 80'li yıllarda Topkapı Sarayı'nı onlu gruplar halinde gezen Katarlı kadınlar geliyor. Siyah limuzinlerden inerler ve araçlarının isli gibi karartılmış camlarının ve maskelerinin ardına saklanırlardı, Commedia dell'arte'dakilere benzerlerdi. Onların üzerine -gerçekten sahici- “turistler” gelirdi. Bu turistler, giyimleri üzerinden globalleşmişlerdi, hepsi aynı spor eşyaları satan mağzadan satın aldıkları giysileriyle “Harika sportif takarım, herşeyi kendim için yaparım” sloganıyla, koltuklarının altında aynı seyahat kitaplarıyla, çoğunluğu Avrupalı, şaşkınlıkla hayal kırıklığı arasında gidip gelerek, bu şehrin yıkıntılar üzerinde kurulu sadece bir pazar değil, aynı zamanda kozmopolit bir Metropol olduğunu da anlarlardı. Nihayet, başka yerlerde “Alışveriş çantası” denen 'çelnoki' (bavul tüccarları), çünkü hepsi damalı aynı büyük çin naylon torbalarını taşırlar. Adları “Karıncalar” veya 'trabendos' (kaçak satıcılar) -Cezayirden gelmişlerse. Bunlar, çeşitli formatlardaki sokak satıcılarıdır. Ayrıca (küçük) transit-tüccarlar ve Avrupa istikametinde yolculuğuna devam etmenin yolu arayan sığınmacı kaçaklar, Eminönü sahilinde buluşurlar.

Aşağı yukarı yüz farklı millet, tüm bu nedenlerden dolayi İstanbul'da temsil edilir, çoğu 'komşu'dandır -tabii bu sözcüğe şöyle bir yer açacaksak, Ural'daki 'Kabile'den, Çin sahillerine kadar uzanır -Sovyet imparatorluğunun çözülüşünden doğmuş sayısız devlet de buna dahildir. İstanbul'da Cezayirlilerin ticaretinin yolunu yapmak için şehirde bulunan biri bana, ailede konuştukları Türkçe'nin hatırasının onların (özünü) koruduğunu, Cezayir'in “osmanlılaşmış” az sayıdaki şehirlerinden Constantine'deki orta halli şehirlilerin, onların güven veren yüzü dedesine benzer pala bıyıklı hayali kuzenlerini Laleli sokaklarında yeniden keşfetmenin, ona İstanbul'a dönmek cesaretini verdiğini anlattı. İstanbul'da, birzamanların imparatorluğun parça-kıymıklarını birarada bulmak mümkündür, o bakımdan Londra'yla kıyaslanabilir -tabii Commonwealth'a dahil olmanın getirdiği resmi vatandaşlık bağını saymazsak.

İstanbul'un şehre (kısa süreliğine) gidip gelenleri, resmi vatandaş falan değildirler. Bu kozmopolitizmin yüksek bir kültürün kanıtı olduğuyla övünebilecek olanlar -söylemek lazım ki- çoğu, aman bir polis timine denk gelebiliriz korkusuyla saklanıp korkudan tirtir titriyorlar. Şehre, baskın yapar gibi kısa aralıklı ziyaretler yapıyorlar. Dökük otellerin, dönüşümlü olarak uyudukları kirli odalarında yaşıyorlar. Görünürde modern ve lafta düzenli bu otellerin düzinelercesine gittim, hepsinin de pis bahçeleri ve pek temiz olmayan odalarını gördüm. Bunlardan, Ordu Caddesi'ndeki birini hatırlıyorum, otelin tamamı, İstanbul'a gelip kendi konfeksiyon atölyelerinin mallarını satan Taciklere ayrılmıştı. Bir iç avludan, geleneksel 'funduk'ları andıran küçücük odalara geçiliyordu. Düzinelerce elbise tavanda ve duvarlarda asılı duruyordu. Aileler odada yaşarken, küçük gaz tüplerinde yiyeceklerini pişirirken, giyecek öbekleri de yatakların üzerinde duruyordu. Tacikler sucuğa bayılır. Elbiselerinin kokusunu, Laleli'deki pazar tezgahlarına kadar takip etmek mümkündü, kokuları parmak izinden daha kesindi.

“Öncü”ler, Sovyet imparatorluğunun savaş açtığı Afganlar idi, İranlı Mollalar tarafından sürülen İranlılarla aşağı yukarı aynı dönemde geldiler; seksenli yıllardan itibaren Lehler ve Romenler ortalığı kolaçan ettiler. Onların gelmesine rağmen İstanbul, 80'li yılların başında, henüz Pamuk presnses gibi derin bir uykudaydı. Avrupalı turistler kendilerini haala bu egzotik dünyada Pierre Loti gibi “kültür getiren” yazarlar sanabiliyorlardı, kendilerini Pompei'yi keşfetmişlerin ham hayaline kaptırabiliyorlardı. Büyük kitlesel hareket 90'lı yılların başında başladı. İnsanlardan oluşan büyük dalgalar, ateş dalgaları gibi içeri daldılar. Önce Rusya ve Ukrayna'dan, gemilerle Odessa'dan, Moldova yolundaki soyguncuları takmadan otobüsle geldiler, ve Charter seferleriyle o kadar çok kişi geldi ki, onlar için yeni bir havaalanı inşa etmek gerekti. Sonra Lehler, Romenler, Moldovalılar geldi. Özellikle Romen ve Moldovalı kadınlar, hayatlarında düşünmedikleri bir şekilde, müşterileriyle konuşmak için Rusça öğrendiler, hiç düşünmedikleri bir şekilde pazar ticareti ahlakını öğrendiler. Bavul üstüne bavulla, ilkel para biriktirme metoduyla, el arabaları dolusu Lira topladıkları zaman, -bir kibrit için bir deste banknot ödenen zamanlardı- ancak o zaman (ülkelerine) dönebiliyorlardı.

Sıfırlı (2000'li) yılların ortalarında Tacikler, Türkmenler, Kazaklar ve Özbekler geldiler. Otobüsleri yüksek el işçiliği ürünü el işleriyle, halılarla, kumaşlarla doldurmuşlardı, sanki gelip satmadan önce üretmek ve ürettiklerini biraraya toplamak için kendilerine zaman tanımış gibiydiler. Ama eski akrabaları tarafından rahatsız edildiler, ilk gelenler tarafından, pazarların köşelerinde sessiz sedasız yerlerini tutmuş olanlar tarafından, turistlerin çok sevdiği Hint ve Pakistan el işlerini satanlar tarafından. Kozmopolit şehrin kurallarından biri de şu: Buraya gele-gide birşeyler satanların yola çıktığı bir ilk yer yok. Onun yerine, yüzyıllar içinde oluşmuş çok uzun bir zincir ve değişen ilişkiler var. Özbekler Kapalı Çarşı'ya ne zaman yerleşti? İran Irak savaşı başlayınca, sonradan Iraklılar geldi, onları İranlılar izledi ve diğer Afganlar, ama bu kez Talibanlardan kaçanlar, sonra Libyalılar, Tunuslular, Mısırlılar, Ürdünlüler ve Suriyeliler, ama garip bir çekilde çok az Faslı geldi (orada rastladıklarımın çoğu, tüccardan ziyade, İstanbul hacılarıydı), sanki -hayali olsa da- Osmanlı İmparatorluğu'na bir yolculuk yapıyor gibiydiler, İstanbul yolculuklarını böyle gerekçelendirebilirlerdi. (...) Son olarak Uygurlu Çinliler geldi. Müslümanlar. Ve bazıları, Türkçeye yakın bir dil konuşuyorlar. Xinjian olmadan önceki adıyla Doğu Türkistan denen eski bir hükümdarlığın uç eyaletlerinden geliyorlar.

(...)

selcuksalihcaydi@gmail.com
konstantiniye.blogspot.com

Dersim&Tunceli'nin Etnik Yapısı
16 Nisan 2008 11:55

Birbiri içine geçmiş kültürleri barındıran Dersim, yani Tunceli... Chronicle, araştırma dosyasında bölgedeki Ermeni varlığının üzerinde durdu...

Biyografi dergisi Chronicle, Dersim havalisinin tarihteki “etnik serencamı” ve bölgenin karmaşık yapısı hakkında bir araştırma yayımladı. Dosyada, yabancıların bu hassas bölgedeki faaliyetleri de dikkat çekiyor.

Birbiri içine geçmiş kültürleri barındıran Dersim, yani Tunceli ve çevresi çoğu zaman isyanın, kavganın ve baskıların da adresi oldu. Ermeni'sinden Kürt'üne, Alevi'sinden Sünni'sine Anadolu'daki her topluluğun geçmişinde adı geçen Dersim, bugün hâlâ benzer tartışmaların odağında. Biyografi dergisi Chronicle, son sayısında Dersim bölgesinin etnik serencamıyla ilgili tarihsel bir yolculuğa çıktı. Dergide yer alan araştırma dosyasında bölgedeki Ermeni varlığının yüzyıllar öncesine dayandığı belirtilerek, Dersim'in farklı etnik grupları arasındaki işbirliği ve çatışmalara yer verildi. Konuyla ilgili kapak dosyasında Dersim havalisinin karmaşık etnik yapısına dikkat çekilerek bölgenin 'isyankâr' kimliğine de büyüteç tutuldu.

Şeyh Sait İsyanı (1925) sonrası Atatürk tarafından Dersim bölgesine gönderilen Hasan Reşit Tankut'un Ankara'ya sunduğu gizli raporlarda bölgenin etnik yapısıyla ilgili ilginç anekdotlar yer alıyor. Raporlarda “Anadolu'nun tarihini anlamak için, Ermeni, Kürt ve Alevi meselelerini bir arada ele almak gerekir” tespitini yapan Tankut, mesela Alevi Zazalar konusunda şu ifadeleri kullanıyor: “Bunlarda mezhep ve ibadet dili Türkçe'dir… Bu mecburiyettir ki Alevi Zazalık asırlardan beri ihmal edildiği halde Türklük'ten pek de uzaklaşmamıştır. Dersim Alevileri arasında cevap istememek şartiyle Türkçe meram anlatmak mümkündür. Şayanı nazar ve esef olan nokta şudur ki 20-30 yaşından yukarı yaşlı her fertle Türk dili ile mütekabilen anlaşmak ve dertleşmek mümkün olduğu halde… 10 yaşından küçük çocuklarda ise Türk diline rastlamak imkânı kalmamaktadır. Bu netice, Dersim Alevi Türkleri'nin de benliklerini kaybetmeye başladıklarına ve ihmal edilirse günün birinde Türk dili ile konuşana tesadüf edilemeyeceğine delildir.”

Alevi Zazaları, dönemin egemen ideolojik yaklaşımına uygun biçimde, “kademeli olarak Zazalaşmış Türk kökenliler” diye niteleyen Tankut, onları Türklükten ayıranın dilin ötesinde bir şey olduğunu itiraf eder: “Aleviliğin en kötü ve açıklama ihtiyacı duyulan cephesi Türklük'le aralarındaki derin uçurumdur. Bu uçurum Kızılbaşlık itikadıdır.”

MİSYONER FAALİYETİ BAŞLIYOR

Bölgenin Osmanlı Devleti'nin egemenliğine girdiği 17. yüzyıldan itibaren Kızılbaşlar ile Safeviler arasındaki ilişkilerin nitelik değiştirdiği, Kızılbaş Türkmenler kendilerine Bektaşi tekkelerinde yer bulurken, Kızılbaş Kürtler'in içine kapandığı belirtiliyor. 19. yüzyıla gelindiğinde bu gruplar bölgede yoğun bir misyonerlik faaliyeti gösteren Amerikan Protestanları'nın misyonerlik örgütü The American Board of Commissioners for Foreign Missions'ın (ABCFM) etki alanına gireceklerdir. Osmanlı'nın kapısını çalmaya cesaret bile edemediği bölgede, Protestanlar geleneklerle çatışmadan Alevileri “modernleştirmeye” çalışırlar. Kızılbaş Kürtler'in 'cem' ayinlerine girmeyi başaran ilk yabancıların bu Protestanlar olduğu sanılır. Dergideki dosyada, C. H. Wheeler adlı misyonerin 1814 tarihinde New York'ta yayımladığı Ten Years on the Euphrates (Fırat'ta 10 Yıl) adlı eserinden ilginç pasajlar da sunuluyor: “(Kızılbaş) Kürtlerin hiç değilse büyük çoğunluğu sadece sözde Müslüman. Aralarında dinsel törenler ve ayinler düzenlerler. Şimdiye kadar pek az bilinmekle birlikte bu törenler Müslümanlık, Hıristiyanlık ve putperestliğin bir karışımı gibi görünmektedir. Kürtler'in çoğunluğu Müslümanlık dinine bağlıdır. Diğer kol Kızılbaşların kendilerine has inançları vardır. Genellikle Türklerden korktuklarından gerçek inançlarını gizlemeye çalışırlar.”

Benzer bir değerlendirmeyi, neredeyse 120 yıl sonra bir Türk yetkiliden duymak da ilginç. 1930'ların başında Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından Dersim üzerine hazırlanan bir çalışmada şöyle denmektedir: “Alevi her yerde Hıristiyan dostudur. Ocak başlarında muhabbet eden insanların arasındaki Hıristiyan hiç de yabancı sayılmaz. Belki bir çeşit itizal (akılcılık) yolu olan Gregoryenlik başka Hıristiyan mezheplerine göre Aleviliği daha ziyade okşayabildiği için üstün tutulmaktadır. Şurası gerçektir ki Ermeni, Alevi'nin en yakın dostudur.”

Bölgedeki Ermeni-Alevi yakınlığının 'ilk' siyasi somut adımının 1868 yılında kurulan Millî Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi olduğu belirtilen dosyada, Dersim Ayaklanması'nın lideri olarak bilinen Seyit Rıza'nın babası Seyit İbrahim'in de bu komite ile ilişkili olduğu belirtiliyor. Komite zamanla dağılacak; ancak 1908 ayaklanması, yalnızca Abdülhamit yönetiminin İttihat ve Terakki tarafından alaşağı edilmesine değil, Dersim Kızılbaşları'nın ve Ermeniler'in kolektif kimliklerini ilk kez açıkça ortaya koymalarına da imkan sağlayacaktır. İttihat ve Terakki yönetimi, Protestan misyonerlerinin Alevilere yönelik faaliyetlerini önlemek üzere Dersim bölgesine temsilci gönderecek; ama pek başarılı olamayacaktır.

Ermeni tehciri sırasında bazı Kürt aşiretlerinin insani veya siyasi sebeplerden dolayı Ermenilere koruma sağladığı biliniyor. Dosyada bölgeden çıkmak yerine, Kızılbaşlığı kabul etmiş görünen Ermenilerin sayısının bazı kaynaklarda 100 bine kadar çıkarıldığına dikkat çekiliyor. Halihazırda Alevi kimliğiyle yaşayan Ermeni kökenli Türk vatandaşların bölgedeki yoğunluğu bilinen bir gerçek. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermenilerin Türk ve Kürt köylerine saldırılarının yanı sıra, bölgedeki bazı Kürtlerin Ermeni çetecilerle bir olup Türk köylerini bastığı da belirtiliyor dosyada.

SEYİT RIZA VE DERSİM İSYANI

1921'de bastırılan Koçgiri İsyanı, Ankara hükümetinin Dersim bölgesini “hizaya getirme” düşüncesini daha da güçlendirir. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Şubat 1926'da hükümete sunduğu raporda, “Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıban başıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti için mutlaka lazımdır” ifadesini kullanır. Dersim'i 'çıban başı' yapan, bölgenin Osmanlı'dan beri alışık olduğu gibi 'özerk' yaşamak istemesi, devlete vergi ve asker vermeye yanaşmaması, ayrılık ve isyanların odağı olması ve yabancıların bölgedeki faaliyetleridir.

Aralık 1935'te bir dizi önlemi içeren ve Dersim adını Tunceli'ye çeviren 2884 Sayılı Tunceli Kanunu çıkarılır. Bunun üzerine Dersimliler Abbasan Aşireti reisi Seyit Rıza'nın öncülüğünde ayaklanır. Bölgeyi bombalayan üç uçak arasında Atatürk'ün manevi kızı ve Türkiye'nin 'ilk kadın pilotu' Sabiha Göikçen'in kumanda ettiği uçak da vardır. İhsan Sabri Çağlayangil, isyanın başı Seyit Rıza'nın idamını şöyle anlatır: “Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin' dedi. Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. 'Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır, zulümdur, cinayettir' dedi.” Bölgedeki ayaklanma 1938 yılında büyük ölçüde bastırılır. Ancak dağlara sığınanların mücadelesi 1946 affına kadar devam eder.
aktifhaber

“Müslüman Zihinler”
27 Eylül 2010
(..)
“Müslüman toplum Kuran ve Şeriat kanunlarına dayanmalıdır,” “Kadınlar İslami giyim kurallarına uymalıdır,” “Gerçek bir İslam toplumunu kurmak için çaba sarfetmek Müslümanların bir görevidir” önermelerine Türkiye, İran ve Kazakistan Müslümanları “kesin katılım” gösterirken (..)

Türkler’in yüzde 87’si “Mucizelerin Kuran’da anlatıldığı şekilde gerçekleştiğine,”

“Allah’ın gerçekten var olduğunu biliyorum ve bundan hiç şüphe duymuyorum” diyenlerin oranı Türkiye’de yüzde 87

yüzde 71’i ölümden sonra hayat olduğuna,

yüzde 69’u şeytanın varlığının tamamen doğru olduğuna inanıyor…

habertürk

Nerelisin hemşerim?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
31/10/2010

TOPLAM KÖY SAYISI BELLİ DEĞİL!
Türkiye’de kaç köy var?
Devlet kurumları kendi aralarında anlaşsalar biz de bileceğiz ama DİE verileriyle İçişleri Bakanlığı bu konuda bir fikir birliğine varabilmiş değiller. Birisi 34 bin 600, derken diğeri 35 bin 200 olduğunu düşünüyor. Tek bildiğimiz birisinin yalan söylediği. Eh bu da bizler için niyeyse hiç şaşırtıcı değil.
Eğer artıp eksilmemişse 923 adet de ilçemiz olduğu söyleniyor. 81 il merkezini de ekleyip yuvarlak bir hesap yaparsak 36 bin civarında, adıyla anılan yerleşim merkezi var diyebiliriz.
Peki kaç adet yöre derneği var dersiniz? 100 bin dolaylarında!
Yanlış okumadınız yazıyla yüzbin…

BUNU DA 12 EYLÜL YAPTI
Bu yaygınlık 12 Eylül cuntasının başımıza sardığı belalardan birisidir. İnsan toplumsal bir varlıktır, dolayısıyla siyaset yapar. Ekmek kadar su kadar doğal bir ihtiyacıdır siyaset yapması. Siz bakmayın halkımızın politikaya ilgisiz olduğunu çemkiren politikacılara. Yeryüzünde bizim halklarımız kadar siyaset düşüneni, siyaset yapanı az bulunur. Bunu söyleyenler hiç bir semt kahvesine girmemiş, bir mahalle düğününde oynamamış, bir ölü evine gidip ağlamamış kibirli soytarılardır. Bizim halkımız siyaset yapamazsa ölür, o kadar bağımlı ve ilgilidir.
Egemen söylemin durmadan çiğnediği bir sakız vardır; camiye kışlaya ve okula siyaset sokulmaz! Aslında burada yasakladıkları, yoksulların siyasetidir. Kendileri her zaman ve en çok bu üç mecrada siyaset yaparlar.
12 Eylül tüm partileri, sendikaları ve dernekleri kapatınca –MESS, TÜSİAD vb. hariç- pıtırak gibi yöre dernekleri kurulmaya başlandı. İşin ucunda dayak yemeden toplumsallaşma fırsatı olunca rağbet çoğaldı. Bu sayı artık yüz binlerle ifade ediliyor ve yoksullar sadece “yardım edilen-sadaka verilen” statüsüyle yer bulabiliyorlar yörelerinin derneklerinde. Çocuğuna burs verilen, kendisine doktor bulunan, evine odun kömür gönderilen birisi tabii ki haddini aşarak zengin hemşehrilerinin karşısında diklenemiyor, komisyonlara seçilemiyor. Artık ağzını açtığında tek bir şey söyleyebilir “Allah hemşehrilerimizden veya Ahmet Mehmet Başkandan razı olsun!”

ANASINA SÖV AMA MAKAMIYLA
Medyadaysanız istediğiniz eğilime küfredebilirsiniz, makamını tutturmak şartıyla serbesttir. İstediğiniz inancı aşağılayabilirsiniz. Bir ilahiyatçı ya da bir edebiyatçı teknik olarak çok daha aşağılayıcı sözler kullandığında baş tacı edilip adam muamelesi görür ama M.Ali Erbil mesela makamına uyduramadığı için rezil olmuştur. Cinsel tercihlerinden dolayı bir insanı aşağılamak serbest değil neredeyse şarttır. Bir allahın kulu da çıkıp da bu yaptığınız terbiyesizliktir demez. Atatürk’e, Humeyni’ye, Lenin’e Kılıçdaroğlu’na, Erdoğan’a saydırabilirsiniz de iki şey vardır ki söz söyleyemezsiniz; Fenerbahçe ve herhangi bir yöre ismi… Söyleyeni üç vakte kadar berhava ederler. Bir top kendirle götürürler, anlamazsınız.
Kısacası bir insana sövebilirsiniz ama yöresini söylememek şartıyla. Farkındaysanız Fenerbahçeden bahsetmiyorum bile.

HERKES REİS KIZILDERİLİ YOK!
Siz hiç Berlin ve ilçeleri yardımlaşma ve dayanışma derneği duydunuz mu? Ya da Kolorado köylerini kalkındırma derneği tabelasına denk gelme şansınız var mıdır?
Bizde bir sektör olmuştur ve aşağı yukarı şöyle çalışır:
Önce zengin ama dana kıvamında bir kaç zengin esnaf bulunur. Yöre adı vermeden diyelim ki Zortana ilinde doğanların İstanbul vilayetinde tehdit altında olduklarına inandırılır. Dayanışmamız lazım argümanı işlenirken mutlaka Vartana ilindekilerin bu işi nasıl kotardıkları hasetle anlatılır. Çoluk çocuğuna bile söz geçiremeyen adam adının sonuna kuyruk gibi eklenen başkan sıfatıyla iyice kulak memesi kıvamına geldiğinde operasyon bitmiştir. Gerisi rutine bağlanmıştır. Küçük bir meclis karikatürü oluşturulur. Hiç düz üye yoktur. Herkes yaptığı meslekle ilgili komisyona başkan seçilir. Daha fukara olanlar da komisyon başkan yardımcısıdır. Adam tencere tava satıyordur ama kendisini birdenbire Zortana derneğinin metal işverenleri komisyon başkanı olarak bulur. Artık günaşırı dövdüğü karısı da altın-kısır günlerinde bir başkandan dayak yemekte olmanın gururuyla gezecektir. Gazete büfesi olan bir adamın medya komisyon başkanı seçildiğini gözlerimle gördüm. Bu derneklere gittiğinizde herkesin birbirine başkan diye seslendiğini duyarsınız. Başkan öpseniz geçinirsiniz, o kadar yani. Gebeş bir radyo kanalı ve en az onun kadar kömüş bir sunucu da bulduğunuzda geriye iki şey kalır. Birincisi yöreye özgü bir yemek, ikincisi de Milli Emlak’dan bir dernek binası. Bildiğimiz mantının her yörede başka bir ismi olduğunu ve dünyada başka hiç bir yerde orası kadar özgün yapılmadığını dinler durursunuz artık. Yaz ayları gelende geleneksel piknik günleri başlar. Bu kadar para harcayan başkanların orgazm olma günleri de diyebiliriz. Özellikle ebeveynler ergen oğlan ve kızlarına Zortanalı bir kısmet ararlar.
Niye Zortanalı? S
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ekm 23, 2010 9:19 pm    Mesaj konusu: Beyaz Türkler 'beyaz' değil Alıntıyla Cevap Gönder

Beyaz Türkler 'beyaz' değil
23 Ekim 2010

Yıllardır tartışılıp durur 'Beyaz Türk'ler. Kimine göre Türkiye'nin yıllardır iç içe yaşadığı ama bir türlü çözümleyip özümseyemediği sosyolojik bir buluş.

Kimine göre de sınıfsal dayanağı olmasa da yaşamda karşılığı bulunan kaçınılmaz bir olgu. Kimine göre ise referandumda 'hayır' diyenleri tanımlıyor. Peki, kim bu Beyaz Türkler. Kimlere denir? Biz de bu soruların yanıtını kendisini Beyaz Türk olarak tanımlayan Topkapı Müzesi Müdürü, tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya sorduk. Aldığımız yanıtlar oldukça ilginçti. Ortaylı'ya göre Türkiye'nin Beyaz Türkleri, 'beyaz değil'di. Ve yine Ortaylı'ya göre Beyaz Türk, babadan oğula geçen bir aristokrasiyi temsil etmeli. Ortaylı'nın bu kesimden saydığı en önemli isimler ise İdil Biret ve Neslişah Sultan Osmanoğlu. İşte AKŞAM'ın sorularını yanıtlayan Prof. İlber Ortaylı'ının 'Beyaz Türkler' için söyledikleri.

'Bizdeki Beyaz Türklerin vasıfları yeterli değil! Kısacası bizdeki Beyaz Türkler'in rengi pek beyaz değil! O kadar çok balçık tarafları var ki! Standardı son derece düşük bir takımdan bahsediyoruz'

- Bugün hemen hemen tüm tartışmalar Beyaz Türkler üzerinden yapılıyor. Beyaz Türkler'in Nişantaşı erbabını anlatan bir terim olduğu söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?

Beyaz Türk'ten maksat bir sınıfsa tabii ki doğru bir şey. Çünkü her toplum gibi Türk toplumunda da farklı sınıflar var. Fakat Beyaz Türk'ten kastedilen İngiltere'deki, Almanya'daki hatta bırakın kapitalist ülkeleri, komünist ülkelerdeki nomanklatura (Sovyet Birliği döneminde Komünist rejim içindeki seçilmişler. En önemli idari görevlerde bulunanların tümü. Elitler) dediğimiz bir sınıfın çocukları ise o zaman biraz fazla kendilerine önem vermiş oluyor bizimkiler.

COĞRAFYA BİLMEZLER
- Peki Türkiye'de kendini Beyaz Türk olarak addedenleri nasıl tanımlarsınız?
Türkiye'nin Beyaz Türk denen takımını şimdi ele alalım. Bunların paraları vardır, o doğrudur fakat bunlar kaç nesil devam edebilecek orası belli değil! Eğitimleri son derece standart pakettir. İngilizce eğitimi veren bir okulda İngilizce öğrenir ya da Fransız okuluna giderler ama arkasındaki Avrupa kültürünün gerektirdiği ikinci dili, klasik dilleri bilmezler. Dünya gezileri, görgüleri son derece sınırlıdır, yüzeyseldir. Bavul gibi gezenleri çoktur, coğrafya bilmezler. Yeryüzündeki ahbaplarının arasında niye oturdukları belli değildir, çoğu seçkin zümrenin ben birçok Türk'ü kabul ettiğini zannetmiyorum.

FEVKALADE BECERİKSİZLER
- Sizce Avrupa'daki elit kesimden daha çok Amerika'ya mı yakın duruyorlar?
Doğru, Amerika'daki zenginlere daha yakındır konumları ama Beyaz Amerikalılar'a göre de fevkalade beceriksizdirler. Halbuki Amerikadaki üst düzey sınıf son derece yırtıcıdır, her yere uyum sağlar. Tam tersi Amerika'da alt sınıf hareketsizdir, bağladığın yerde durur. Bu yüzden Türkiye'deki 'Beyaz Türklerin oturup adam akıllı düşünmesi lazım biz 'karalardan' ne kadar uzağız diye ki karalardan uzak olmaları da gerekir. Maalesef bizdekilerin vasıfları yeterli değil! Kısacası bizdeki Beyaz Türkler'in rengi pek beyaz değil! O kadar çok balçık tarafları var ki! Standardı son derece düşük bir takımdan bahsediyoruz ama değişeceğini ümit ediyorum. Sanat bilgileri, zevkleri, kültürleri gelişmiş bir kaç kişi var ama iki elin on parmağını geçmez.

HİÇ MAKBUL BİR ZÜMRE DEĞİL
- Türkiye'de elit bir kesim arayışı mı var?
Aynen öyle bunun adı elit aramadır. Bir toplumda babadan oğla geçen bir aristokrasi olmalı. Bunu taşıyabilen ve üstlenebilen bir grup kesinlikle olmalı. Maalesef Türk toplumunda böyle bir mekanizma yok! Oğullar babaların mirasını alamıyor! Ya o mirası alabilecek durumda değiller ya da devredilecek bir miras yok! Ve devamlı yeni bir elit zümre çıkıyor. Bir şekilde araya sızıyorlar. Türkiye'de herkes her yere kolayca çıkıyor! Birtakım mekanizmalar gruplaşmalarla birileri birilerine tutunuyor ve yukarı çıkıyor. Yerini hak etmemiş elitler bunlar. Muhteşem bir sirkülasyon var. Fakat o sirkülasyondan iyi bir alev gelmiyor. Çer çöp geliyor. Türkiye elitlerinin böyle bir çıkmazı var. O yüzden Beyaz Türk tanımlaması çok boş. Sorarsan İstanbul'da herkes aristokrat. Bana göre ise sayı çok çok az! En doğrusunu rahmetli Monic Benardete söylemişti: ' Ne aristokratı? Kim var Neslişah Sultan'dan başka'

- Peki bu tanım kim için kullanılıyor?
Türkiye'deki Beyaz Türk zümresi hiç makbul bir zümre değil. Tek tek baktığın zaman güzel, zeki, dürüst insanlar var fakat umumi olarak bir sınıf kültüründen bahsedemiyoruz. Mesela Roma'ya, Paris'e gittiğin zaman, hatta büyük tahribat geçirmesine rağmen bir Viyana aristokrasisine baktığın zaman insanlarda geçmişinin izlerini, kalıntılarını görüyorsun. Ve o kalıntıların onları taşıdığına şahit oluyorsun. Türkiye'de bunu bulmak çok zor. Onun için Beyaz Türk tabirini çok sık kullanmamak gerekir.

Bu doğru bir şey değil!
- Israrı neye bağlıyorsunuz o zaman?
Türkiye'de Beyaz Türk diye adlandırdığımız sınıfın kendine böyle bir paye vermesinden kaynaklanıyor bu durum. Bu alüvyonsuz nehrin dolaşımı adeta. Sular çekildiğinde geride hiçbir şey kalmıyor. Bence Türkiye'de en önemli sorunlardan biri 'elit'in kendini yetiştirmesidir. Yetiştireceği kurumları teşekkül ettirmesidir. Düşünün ki Osmanlı bir Galatasaray Lisesi yaratmış bürokrat 'elit'ini yetiştireyim diye.

İKİ DİL BİLMEKLE OLMAZ
- Beyaz Türk olarak nitelendirilebilecek birkaç kişi olduğunu söylediniz. Söylemek istemiyorsunuz ama kimler mesela?
Özellikle kadınların üzerinde durmak istiyorum. Bizim Neslişah Sultan ve İdil Biret gibi gerçekten entelektüel ve dünyayı kavramış hatunlarımız olduğuna göre demek ki Beyaz Türkler, Türkiye'de de var olabiliyor! Ama bu iş dışarıdan diploma alıp, bir iki dil bilmekle olmaz! Beyaz Türk olmak, olabilmek lazım. Türkiye'nin buna gerçekten ihtiyacı var.

YURTDIŞINDA EVLERİ VAR
- Beyaz Türkler niye bu kadar ulaşılmazlar?
Paraları var ve ona göre bir yaşamları var da ondan. Bugün dünyanın her yerinde paralı Türkler görmeniz mümkün. Her birinin New York, Londra, Paris'te apartmanları var, dünyanın en seçkin lokantalarında onlara rastlayabilirsiniz. Bu çok önemli bir şey. Ama başka faaliyetlerde yoklar. Yurtiçinde hiçbir organizasyonda yer almıyorlar. Topkapı'ya kaç kişi bağış yapıyor hiç sordunuz mu?

- Peki ya siz?
Birkaç nesildir kitapla büyüyen insanlarız. Dördüncü nesil mühendis bir ailenin mensubuyum. Ben ikinci, üçüncü nesli temsil ediyorum. Ve hemen hemen her şeyi annemden babamdan öğrendim. Evet, tüm bu özeliklerimle Beyaz Türk olduğum söylenebilir. Ama bu bir takım, grup işidir bunu da unutmamak gerekir. Diğer taraftan bugün Türkiye'de kendini çok eksik ve yanlış bir şekilde yetiştiren, yaratan bireylerden oluşan gruplar var. Bu grupları Beyaz Türk olarak nitelendirmek fevkalade yanlış olur. Buna çok dikkat etmek gerekir.

KENDİMİZİ ABARTMAYALIM
- Beyaz Türk, Türk'ün 'beyaz'ının karşısında 'siyah' ve 'kara'sını öngördüğü için ırkçı bir terim gibi gelmiyor mu kulağa?
Hiç ırkçı değil! Beyazlıkta sadece kendini bir abartma var. Beyaz Türk, beyaz değil çünkü Türkiye'de. Gittikçe griye veya siyaha yaklaşan bir renk görüyoruz bugün. Kontrastın, tezadın çok kesin olması gerekir. Çünkü bu toplum böyle maalesef eşitlik yok. Mesela size bir örnek vereyim. Bulgaristan'ın ünlü Bizans tarihçisi Prof. Petar Mutafchiev'in kızı ünlü Osmanlı tarihçisi Vera Mutafchiev'di ve hatta onun kızı da tarihçiydi ama erken yaşta öldü. Verdiğim örnek komşu köylü dediğimiz Balkanlar'dan! Bunlar önemlidir sırf kapitalistler için değil entelektüel hanedanlar açısından da bu büyük önem taşır. Türkiye'de bu devamlılığı, geçişkenliği göremiyorsunuz! Bu yüzden kendimizi abartmayalım.

İSLAMİ BURJUVAZİ YOLUN BAŞINDA
- Bir de 'Beyaz Müslüman'lar var. Bu iki tanımı birbirinden ayıran unsurlar neler?
Müslüman burjuvazisi şimdi yeni yeni yükselişte. Onların çocukları giyim kuşama düşkün. Pahalı markalar giyiyor, jöle kullanıyor, lüks otellere gidiyorlar. Ne yapıp edip Amerika'nın, İsviçre'nin büyük üniversitelerinde okuyorlar. Bu şüphesiz ki büyük bir atılım. Ve Türkiye'deki İslamcı elit sınıfı dünyanın diğer tarafındaki İslamcı çevrelerden ayıran bir özellik! Fakat yetersizler. Henüz daha yolun başındalar.

- Bahsettiğiniz İslami elit kesim ne zaman yükselişe geçti peki?
Daha çok yeni. Bunların hepsini hayatımızın içinde gördük. Bu kesim birkaç sene önce canlanmaya başladı diyebilirim. Esnaflıktan açılıma doğru gidiyorlar. Bir nevi Protestan-Kalvinist (Modern muhafazakar) etiğe sahip insanlar bunlar. Fakat neyi nereye kadar götürdükleri belli değil. Çok yanlış bir kanaat var yanız bu kesimle ilgili! O da bu grubun Osmanlı kültürünü çok iyi bildikleri ile ilgili. Bu doğru değil! Diğer taraftan bu tip bir eğilimin lazım olduğunu da söylemek lazım. İnşallah iyi bir yere doğru giderler.


- Akşam Gazetesi olarak Abdullah Öcalan ile özel bir röportaj gerçekleştirdik. 'Cumhuriyet tarihinde yaratılmak istenen ulus kimliği Türk kimliğidir. Beyaz Türkler'in uyguladığı faşizm diğer tüm farklılıkları yok sayıyor' demişti. Beyaz Türkler'in faşist görülmesinin sebebi ne olabilir?
Yok farz etsen ne olacak? Bir sürü Kürt var bunu mu yok farz edeceksin? Büyük şehirlerin hemen hemen hepsine yerleşmiş, yayılmış bir sürü Kürt yok mu? Burada sorunu kendilerinde aramaları lazım. Kürt elitinin; Kürt dilini, edebiyatını en başta kendisinin öğrenmesi gerekir. Devlet vermedi diye şikayet etmek grotesk (abartılı, gülünç) kaçıyor! Kendi şairin, kendi edebiyatçın olacak! Bunu kendin yaratacaksın! Bir Constantin Jirecek (Çek asıllı tarihçi, diplomat, siyasetçi) yaratacaksın mesela! Onun için 'Beyaz Türkler'in nasıl bir kimlik yarattığı, nasıl baktığı kimseyi ilgilendirmesin. İnsanlar önce kendilerini inşa etmeye çalışsınlar.

REFERANDUM, BU KİTLENİN PROFİLİNİ VERMEZ
- Ertuğrul Özkök bir yazısında 'Beyaz Türk lafını her geçen gün biraz daha seviyorum çünkü onları temsil eden yüzde 42'lik bir kesim var' demişti. Referanduma 'hayır' diyen bu kesimin adı sizce de Beyaz Türk mü? Onlara başka ne diyebiliriz?
Valla o çok başka bir şey, çok karmaşık! Beyaz Türkler'i herhalde kendince belirli bir dünya görüşü olan, belirli bir yaşam tarzına özenen, benimseyen bir takım olarak nitelendiriyor Özkök. Ben de sana AK Parti'ye oy veren, referandumda 'evet 'diyen bir sürü grup söyleyebilirim Beyaz Türk diye nitelendirdikleri... Hiç alakası yok oysaki. Bu kitlenin profilini referandumlar vermez. Siyasi yaklaşımda böyle bir ayrım yapmak pratik nedenlerle Ertuğrul'un yaptığı gibi işe yarayabilir, faydacıdır ama bilimsel açıdan karşılığı bu değildir. Türk toplumun elit yetiştirmesi için daha çok fırın ekmek yemesi lazım. Maalesef yapamamışız. Alçı tutmuyor devamlı dağılıyor.'

AKŞAM

Türkiye'de Genç Nüfus Tehdit Altında

Türkiye'nin nüfusunun bu yüzyıl ortalarında 100 milyonun altında kalarak durağanlaşacağı bildiriliyor.

30.10.2010

Hacettepe Üniversite’nin yaptığı araştırma, Türkiye’nin nüfusunun önümüzdeki 50 yılda 100 milyonun altında kalarak durağanlaşacağını ortaya koydu. Araştırma, nüfus artış hızı giderek azalan Türkiye’nin, orta vadede genç ve dinamik olma özelliğinin ortadan kalkacağını öngörüyor.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından, 2008 yılında yapılan Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü ve Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve TÜBİTAK’ın Kamu Araştırmaları Grubu’nun (KAMAG) katkılarıyla yürüttüğü "Türkiye’de Nüfusa İlişkin Göstergeler" başlıklı araştırmanın sonuç raporu, geçen ay tamamlandı.

Doğum Sayısı Azalacak
Araştırma kapsamında 10 bin 525 hane halkı, 7 bin 405 kadın ile görüşüldü. Araştırma sonuçları, kadınların doğurganlıklarının sonunda ortalama 2.2 çocuğa sahip olduklarını gösterdi.

En yüksek doğurganlık hızı 20-24 yaşları ile 25-29 yaşları arsında oluyor. Kadın başına düşen çocuk sayısı ortalaması Doğu Anadolu’da 3.3, Batı, Orta ve Kuzey Anadolu’da 1.9.

Hacettepe Üniversitesi’nce yürütülen araştırma verileri, halen yılda 1,3 milyon olan doğum sayısının 2015’de 1,1 milyona düşeceğini ve bu seviyede sabit kalacağını ortaya koydu.

Bugün yılda yaklaşık olarak 1,3 milyon olan doğum sayısı hızla azalacak ve 2015 yılında 1,1 milyona düşerek bu seviyede sabit kalacağı öngörülüyor.

Doğurganlık Neden Azalıyor?
Araştırma, 1970’li yıllarda yaklaşık 5 çocuk sahibi olan kadınların, günümüzde 2 çocuk sahibi olmalarını ortaya koyarken, doğurganlık düzeyindeki önemli azalma dikkati çekiyor. Bu azalmanın sebebi, evliliklerin geciktirilmesi ile gebeliği önleyici yöntemlerin kullanımının artmasına bağlanıyor.

Ayrıca, Türkiye’de evli her beş kadından dördünün doğurganlığını sonlandırmak veya ertelemek istiyor.

Raporda, cumhuriyetin ilanında 13 milyon olan Türkiye nüfusu, 1950’li yılların sonunda 2 katına ulaştığı, 1985’de 50 milyonu aşan ülke nüfusun, 2000 nüfus sayımı sonuçlarına göre 67,8 milyona ulaştığı, günümüzde ise, Türkiye nüfusunun 71.8 milyon olduğunun tahmin edildiği bilgileri yer aldı.

1970’li yıllarda yüzde 2.5’lik bir hızla artan nüfus, günümüzde yüzde 1.8’lik bir hızla artıyor.

Araştırma sonucunda şu değerlendirmelere yer veriliyor:
Türkiye’nin nüfus büyüklüğü, içinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarında yüz milyonun altında kalarak durağanlaşacak.

Genç nüfusun (15 yaşın altındaki nüfus) toplam nüfus içindeki payı azalmaya devam edecektir. Bu azalma, Türkiye’nin ’genç ve dinamik nüfus’ olma özelliğini orta vadede ortadan kaldıracaktır.

Günümüzde yüzde 27 düzeyinde olan 15 yaşın altındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payı hızla azalarak 2023 yılında yüzde 20-22 seviyesine gerileyecek.

Geçmiş yıllardaki yüksek doğurganlık seviyesinden dolayı çalışma çağı nüfusu artışı devam edecek.

Yetişkin nüfusun (15-64 yaşındaki nüfus) toplam nüfus içindeki payı, yüzyıl ortalarına kadar artmaya devam edecek. Bu gelişme Türkiye’nin giderek artan oranda bir ’istihdam’ sorunu ile karşılaşacağını gösteriyor.

Yaşlı nüfusun (65 ve üstü yaşlardaki nüfus) toplam nüfus içindeki payı da artmaya devam edecek. Yaşlı nüfus hacminin artmasının temel nedeni doğurganlık hızındaki düşme.

Türkiye’de 1990’lı yıllarda 2,2 milyon olan yaşlı nüfusun hacmi, günümüzde iki kattan daha fazla artarak 4,9 milyona ulaştığının kaydedildiği kitapta, bunun 2023 yılında 8 milyona ulaşmasının beklendiği ifade edildi.

Toplam Nüfus İçindeki Yaşlı Sayısı Artacak
1970’li yıllarda toplam nüfus içinde sadece yüzde 2’lik bir yer tutan "yaşlılar", günümüzde yüzde 7’lik bir yer tutuyor. Günümüzden 25 yıl sonra yaşlı nüfus oranının yüzde 9’a, yaşlı nüfus hacminin ise 8 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu durum, Türkiye’nin yakın gelecekte ’yaşlıların finansmanı’ sorununu daha kuvvetle hissedeceğini gösteriyor.’’

Türkiye’nin nüfus büyüklüğü yüzyılın ortalarında yaklaşık olarak 95 milyon seviyesine ulaşacak ve bu seviyede duracak.

Nüfus Yaşlanıyor, Evlenme Yaşı Yükseliyor
Araştırma sonuçlarına göre, 15 yaşın altındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payı yüzde 27’ye düşerken 65 yaş ve üzeri nüfusun payı ise yüzde 7’ye yükseldi. Bu bilgilerden yola çıkarak Türkiye nüfusunun ortanca yaşı da 26.5’e yükseldi.

Türkiye’de 25-49 yaş grubundaki kadınlar için ortalama evlenme yaşı 21 olarak belirlendi. Son yirmi yıl içinde ortalama ilk evlenme yaşında da yaklaşık olarak 3 yıllık bir artış yaşandı. Türkiye’de çok genç yaşlardaki evlenmede önemli bir değişim görülmekteyse de araştırma sonuçları 15-19 yaş grubundaki kadınların yüzde 10’unun evlenmiş olduğunu ortaya koydu.

Aileler Küçülüyor
Verilere göre, son 15 yılda Türkiye’deki ortalama hanehalkı büyüklüğü 4.5 kişiden 3.9 kişiye düştü. Kentsel alanlarda 3.8 kişi olan ortalama hanehalkı büyüklüğü, kırsal alanlarda ise 4.2 kişi olarak belirlendi.

Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’deki hanehalklarının yüzde 70’inde 4 veya daha az kişi bulunuyor ve nüfusun yüzde altısı ise tek başına yaşıyor.

Bebek Ölüm Hızı Düştü
Araştırma verileri, 1970’li yıllarda binde 130 olan bebek ölüm hızının günümüzde binde 17’ye düştüğünü gösteriyor. Beş yaş altı ölüm hızı ise, binde 24’e düştü.

Türkiye’de bebek ölüm hızının hızla azalmasında, sağlık sistemindeki gelişmeler yanında doğurganlık düzeyi önemli bir rol oynuyor.

1970’li yıllarda insanlar 55 yaşama hedefi varken şimdilerde erkeklerde 69 kadınlarda 73 yıla kadar yükseliyor. TRT


20 Kasım 2010
Kripto Ermeniler Aslına Dönüyor

Ermeni kökenini öğrenip kimliğini değiştirenlerde son yıllarda ciddi bir artış var.
“Herkes bizi Kürt müslüman olarak bilirdi. Babam annem dindardı. 12 yaşıma geldiğimde mahalledeki çocuklar bana ‘gavur’ demeye başladı. Anneme sordum ve Ermeni olduğumu öğrendim. Bize okulda ‘Ermeniler insanları kesti’ demişlerdi. Ermeni olduğum için ağladım. Yıllarca arada kaldım. Ve sonra asıl dinime dönmeye karar verdim. Müslümanlıkta bir laf vardır ‘Aslını inkar eden haramzadedir...’
Yusuf Yılmaz böyle anlatıyor ‘araf’ta kalmayı ve özüne dönmeyi. Yılmaz tek örnek değil.

Radikal’e bilgi veren üst düzey bir kaynak, son üç dört yıl içinde özellikle İstanbul’da patrikhane ve kiliselere başvurarak, kendi dinine ve kimliğine dönen Ermenilerin sayısında gözle görünür bir artış olduğunu söylüyor. Bu kişilerin sayılarının her yıl ‘yüzlerle’ ifade edilebileceğini anlatan kaynak, şu bilgileri aktarıyor: “Başvuru sahibinin gerçekten Ermeni kökenli olup olmadığı araştırılıyor. Bunun için birkaç yol var. Vukuatlı nüfus kayıt örneği, Patrikhane kayıtları ve yerel sözlü anlatımlar. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nden gelen vatandaşların yoğunluğu dikkat çekici.”

Türk milliyetçisiyken...

Ermeni tabusu aralanmaya başlamasına karşın, Türk ve Müslüman kimlikli Ermeniler için bunu açıklamanın toplumsal olarak halen zor olduğuna dikkat çeken aynı kaynak, din değiştirmek isteyen bir kişinin trajedisini şöyle anlattı:
“30’lu yaşlarda İstanbul’da yaşayan bir avukat din değiştirmek istiyordu. Ailesi Orta Anadolu’dan göç etmiş. Memleketlerinde bilindik bir aileymişler. Toprakları, bağları varmış. Tehcirde, o dönemki yasalara aykırı olmasına rağmen rüşvet verip İstanbul’a kaçmışlar. Avukat, yaklaşık beş yıl önce aslında Ermeni olduğunu tesadüfen öğrenmiş. Yetiştirilme tarzı olarak Türk milliyetçisi, muhafazakar biri. Ailesinde sağ siyasi partilerde aktif siyaset yapanlar olduğunu söylüyordu.

Aslen Ermeni olduğunu öğrendiğinde kendi değimi ile ‘kafayı yemiş.’ Çünkü küçüklüğünden beri Ermeniler hep düşman ve ‘öteki’ gösterilmiş. Annesi babası, ‘böyle yapmaya mecburduk. Senin iyiliğin için’ demişler. 5 yıl kendi içinde savaş yaşamış. Sonunda din değiştirmeye karar vermiş. Ama bu sefer yine ailesi, ‘Bize zararın olur’ demiş. ‘Araf’ta kaldım, ne bu dünyamdan ne ötesinden emin değilim’ diyordu.”

Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Ruhani Önderi Kirkor Ağabaloğlu da köklere dönüşteki artışı doğruluyor. Özellikle son beş yılda artış olduğuna dikkat çeken Ağabaloğlu’nun verdiği bilgiler şöyle: “Anadolu’da özünü kaybetmiş aşağı yukarı bir milyon civarında insan var. Bu insanlar bize Anadolu’nun çeşitli şehir, kasaba ve köyleriden geliyorlar. Yıllarca Müslüman olarak yaşayan ama aslında Ermeni- Hristiyan olan bu kişiler bize gelerek danışıyorlar. Artık pek çok şeyin konuşulması ve Ermeni açılımı sayesinde gerçek kimlikleriyle yaşamak için din adamlarına ve kiliselere başvuruyorlar. Anadolu’da yaşanlar için bu süreç daha zor, çünkü yaşadıkları yer küçük olduğu için, değil mahalle baskısı, kendi akrabaları tarafından da dışlanmaları anlamına geliyor. Bu yüzden vazgeçen çok fazla kişi var.”

‘Propaganda olmasın’

Kandilli Ermeni Oniki Havariler Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Dikran Kevorkyan ise “İnsan köklerinden kolay kolay kopamıyor” diyerek şunları söylüyor: “Annesi anneannesi Ermeni asıllı olup da dönemin siyasi şartları yüzünden dinini ve kimliğini değiştirmek zorunda kalan pek çok gizli Ermeni var. Ama bütün bunları dinini değişitirecek, Ermeniliğe dönecek diye bir propoganda malzemesi haline getirmeye gerek yok. Bir de sırf statükoya, devlete karşı ‘vakti zamanında böyle olmuştu, şimdi biz aslımıza dönüyoruz’ diyerek ortalığıa dökülmenin alemi yok. İnsanın özüne dönmesi tabii ki olur, yeterki samimi ve dürüst olunsun.”

'ŞOK YAŞADIM HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIM'

Yusuf Yılmaz (Kuyumcu, 37 yaşında): Aslında Adıyamanlı ama çocukluğum boyunca Antep’te yaşayan bir aileydik. Herkes bizi Müslüman - Kürt olarak bilirdi. Babam beş vakit namazında memur, annem yedi çocuğuyla ilgilenen, oruç tutan bir ev kadınıydı. Kürtçe konuşur, Türkçe’yi de bilirdik. Yazları Adıyaman’a gittiğimizde mahalledeki çocuklarla oyunda anlaşmazlık çıktığında “Hadi ordan gavur, sen Ermenisin” derlerdi. Başta anlamazdım. 12 yaşında bir gün anneme sorunca aslında Hıristiyan olduğumuzu ama dönerek Müslümanlığı geçtiğimizi söyledi. Bir de Ermeni asıllı olduğumuzu söyledi. Bunu öğrenince hüngür hüngür ağladım. Çünkü bize okulda Ermenilerin yakıp, yıktığını ve hain olduğunu öğretmişlerdi.

Nasıl olur da ben bir Ermeni olurum diye düşündüğümü hatırlıyorum. İslamiyeti dolu dolu yaşıyan biriydim. Şok yaşıyordum. Arada kalmıştım. İki kimliğim arasında git-gel yaşadım. İstanbul’a yerleştim. İncil’i anlamaya çalıştım. Yenikapı’daki Ermeni Kilisesine gidip gelmeye başladım. 19 yaşımda vaftiz olmaya karar verdim. Vaftiz olduğumda babam ve dayılarım bir süre benimle konuşmadılar. 17 yıldır Hıristiyan olarak yaşıyorum. Müslümanlıkta bir laf vardır ‘Aslını inkar eden haramzadedir.’”

Meral T. (Ev kadını. 45 yaşında): Babamı dedem evin içinde Ermeni kültürüyle yetiştirmiş. Ancak hem dedem hem de babam ve amcalarım dışarıda bir Müslüman gibi yaşıyorlarlardı. 15 yaşında annem anlattı bana Ermeni olduğumuzu. Çok şaşırdım. Yaşanan techirden sonra mecburen böyle davranmak zorundan kaldıklarını söylerdi babam. Ben 28 yaşımdayken İstanbullu bir Ermeniyle evlendim. Ben de özüme dönmeye karar verdim ve vaftiz oldum.”

‘Herkes zaten biliyordu’

Selahattin Gültekin (Serbest meslek. 45 yaşında ): Tuncelili Ermeni bir ailenin Alevi kültürüyle büyüyen çocuğu olarak yaşadım. Etraftaki herkes zaten Ermeni olduğumuzu bilirdi. Amcalarımdan biri terziydi, diğeri de zanaatkardı. Bu yüzden bizim farkımızdaydılar. Aile içinden İstanbul’a, Fransa’ya göçler verdikten sonra oraya gidenler kendi öz kimliklerine döndüler. Vaftiz oldular, kimliklerine Hıristiyan yazdırdılar. Zamanla toplumda tabular yıkılmaya başladı, açılım ortamı oluştu. Bu durum bana da ‘zamanın geldiğini’ gösterdi. Altı ay önce vaftiz oldum ve Miran Pirgiç ismini aldım. Evli ve iki çocuğum var. Üniversitede okuyorlar. Onlar da kendi zamanlarını kendileri belirleyecek.”

KÖKLERİNE NASIL DÖNÜYORLAR?

Köklerine geri dönmek isteyen Ermeniler önce ‘din değiştirme’ talebiyle mahkemeye gidiyor. Bu karar alındıktan sonra kiliseye başvuruluyor. Bir din görevlisi Hırıstiyanlığın temel öğretilerini kişiye anlatıyor. Kişinin öğrendiğine karar verildikten sonra vaftize geçiliyor.

Kilisede önce dualar okunuyor. Vaftiz edilecek kişi suya sokuluyor. Ve okunmuş kutsal bir yağ, el, ayak ve alnına meshediliyor. Vaftiz olan kişi mihrabın önünde şehadet ederek dine kabul ediliyor.

ANADOLU'DA KALMAK İÇİN GİZLENDİLER

Savaş yıllarında Anadolu, birbiri ardına patlayan Ermeni isyanları, kıtlık ve salgın hastalıklarlar sebebiyle, düzenini kaybetmişti. Çeteler arası savaşlar ve misillemeler yapılıyor, kana kan-cana can bir mücadele veriliyordu. Doğuda yaşayan Ermeniler için zorunlu göç kararı alındı. Kadın, çocuk, erkek yüz binlerce sivil Ermeni 1915’te alınan ‘tehcir’ kararıyla zorunlu göçe gönderildi.

Bir yıl süren techirde günümüze kadar taşınan büyük bir dram yaşandı. Binlerce insan yollarla ölürken, aileler parçalandı. Anadolu’daki yerlerini yurtlarını bırakan Ermenilerin bir kızmı yurtdışına giderken, bir kızmı da kimliklerini değiştererek doğdukları topraklarda yaşamına devam etti. Ancak parçalanan ailelerin bir kısmı Anadolu’da kaldı. Onlarsa yaşadıkları büyük acının travmasıyla, baskılardan korunmak için kimliklerini gizleyerek, kapalı kapılar ardında yaşamak zorunda kaldı.

Kaynak: Radikal

İstanbul En Çok Hangi İlden Göç Alıyor
23 Aralık 2010

İstanbul 12 milyonu aşan nüfusuyla bir dünya şehri. Peki İstanbul'da bu nüfus nasıl oluştu. İstanbul Hangi illerden daha fazla göç aldı?

KARADENİZLİLER AĞIRLIKTA

İstanbul'un en büyük göçü Karadeniz Bölgesi'nden aldığını açıklayan Şahin, "Nüfusu her yıl 350 ila 400 bin artan İstanbul'u kapsayan verilere göre, yaşayanların üçte ikilik bölümü İstanbullu değil" diye konuştu. İstanbul'daki İstanbullu sayısı 2 milyon 167 bin 572 kişi.

YÜZDE 65 AVRUPA YAKASI

2009 sayımına göre 12.5 milyon olan İstanbul'daki nüfusun yüzde 65'i Avrupa, yüzde 35'i Anadolu yakasında yaşıyor. Şahin, İstanbul dökümünü de veriyor:
Sivaslı (681 bin),
Kastamonulu (516 bin),
Giresunlu (455 bin),
Ordulu (453 bin),
Tokatlı (396 bin),
Samsunlu (373 bin) ve
Trabzonlu (357 bin).

İLK ÜÇ SIRA

Kentli nüfusu yüzde 85'lere çıkacak 1975'ten bu yana İstanbul'da yaşayan Sivas, Kastamonu ve Giresunluların ilk üç sırayı aldığını anlatan Yrd. Doç. Cemalettin Şahin, göçle ilgili şu tespitleri yaptı:

"Nüfusun yaklaşık beşte biri İstanbul'da yaşıyor. Türkiye nüfusunun yüzde 70'i şehirlerde ancak bu oran yüzde 85'i de bulacaktır. Yaşanan göçün temel nedeni ekonomik olmakla birlikte, köyde insanların kalmaması. Hayvancılığın bitmesinin sonucu eti daha pahalıya yiyeceğiz."

İSTANBUL'UN GÖÇÜNÜ RAHATLATAN İLLER

İstanbul'un en çok Gaziosmanpaşa, Esenler, Bağcılar ve Ümraniye'ye göç aldığına da değinen Şahin, İstanbul'un yükünü hafifletmek için yeni göç merkezlerinin açıldığını da söyledi. Antalya, Adana, Mersin gibi kentlerin yanı sıra İzmir, Manisa ve Denizli'nin İstanbul'un göçünü rahatlatan kentler olduğunu belirten Şahin, "Bu göç merkezleri olmasaydı, İstanbul'a 6 milyon kişi daha eklememiz gerekirdi" dedi.

İSTANBUL'A İKİ BÜYÜK GÖÇ 1950 VE 1980-90 ARASI

1930'ların ortasında İstanbul'un nüfusunun 800 binler dolayında olduğunu ifade eden Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü:

"1950'lerdeki sanayi hareketi ve ardından 1980 - 90'larda yaşanan sanayileşme İstanbul'daki göçün iki büyük dalgası oldu.
İstanbul'un 1980'lerdeki nüfusu 4-5 milyon arasındaydı.
1990 yılında 7 milyon olan nüfus, 2000'de 10 milyona, 2010'da 13 milyona çıktı. Her 10 yılda nüfusuna 3 milyon insan ekleyen İstanbul'un göç sorunu, altyapıdan ulaşıma akla gelen tüm sorunların kaynağıdır." aktifhaber

KİMLİKSİZLERİN KİMLİK SORUNU!
Prof. Dr. Nurullah AYDIN
06.01.2011
Dikkat ettiniz mi bilmem. Türkiye'de her şeye ve özellikle de gerçeklere tahammülsüz, ondan kaçan ve aynı zamanda korkan, üstelik kendisine de aydın diyen garip bir topluluk var.

Dün Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz diyerek yollara çıkanlar bağıranlar bugün Kürdüz diye çırpınıyorlar. Kürd kimliğinin konuşulmasını istiyor. Kürt sorunu var çözülmeli diyor.

Peki bazıları ne diyor? İstemezük! Neden istemiyorsun ey devşirme! Senin dönme olduğunu herkes biliyor. Bırak yeni nesil de anlasın!

Selanik'ten gelen herkese sebatayist dönme sıfatını yapıştıranlar da tepkili. Neden acaba? Ermeni ve Rum dönmeleri konu olunca niye bağırıyorlar dersiniz? Dinci, tarikatçi, cemaatçi ya da laikçi çağdaşçı diye şimdiye kadar arzı endam edenler maskelerinin düşeceği korkusuna mı kapıldı? Ne dersiniz?

Hakikati bilelim. Ne olduğunu anlayalım! Lakin bir kısım zevat feveran ediyor. Olmaz, yapamazsınız. Siz değil misiniz, demokratik toplum bütünleşmesi ancak etnik kimlikleri tanımaktan geçer diyen? Öyle ise bırakınız kim kimdir, bilelim.

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ne demişti? "Bugün kendisini Kürt kabul eden bazı aşiretler, 16'ncı yüzyıl Osmanlı vergi kayıtlarında Türkmen aşireti olarak gösteriliyor" ve "1915 tehcirinde bazı Ermeniler, kendilerini Kürt Alevi olarak göstererek ülkede kaldılar".

AKP İstanbul Milletvekili İbrahim Yiğit, "Bütün yurttaşları bir ve eşit olan Türkiye Cumhuriyeti'nde Tarih Kurumu Başkanı'nın bazı yurttaşlarımızın etnik kökenini kurcalayan ve sorgulayan bir tutum alması bağışlanamaz bir aymazlıktır.. Bir sürü milletvekili arkadaşımız aynı şekilde düşünüyor" diyor. Belli ki Yiğit gibi çok kimse korkuyor.

Almanya'da Prof. Dr. Hasan Köni, "Ermeni meselesi" başlıklı konuşmasında şöyle demişti:
"Tehcir sırasında, yerinden olmamak için convert olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var."

Yaşar Canca ise şu hatırlatmada bulunmuştu:
"Hrant Dink, bir Ermenistan gezisinde oradaki muhataplarına' Siz 1.5 milyon kişiden bahsediyorsunuz. Oysa ayni dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştu. Bunları neden dikkate almıyorsunuz?' diye sordu. Muhatabı da Bu konunun gündeme gelmesi, davamıza zarar verir cevabını verdi.

Dink, bir yazısında Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in yetim Ermenilerden olduğunu ve bu konuda elinde belgeler yazdı ve kıyamet koptu. Dink, 'Elimde belgeler var' diyordu. Peki bu bilgiye ulaşan Dink, başka hangi bilgi ve belgelere ulaşmıştı. Acaba kim veya kimler toplumu aldatma açısından kendini hangi kimlikle saklı tutuyordu?"

"Hrant'la geçen günler" başlıklı yazısında Oral Çalışlar, ilginç anılarını yazmıştı.
"Gece Arguvan'ın Kürt köylerinden birinde, muhtarın damında sofra kurulmuştu. Zeynep Oral da yanımızda.. Arguvanlı devrimcilerle sohbet koyulaştıkça, itiraflar da başlamıştı. Hrant'ın varlığı sanki insanları itirafa zorluyordu. Anneannesinin, babaannesinin Ermeni gelin olduğunu söyleyenler sıraya dizildiler..."

Ziya Gökalp'ın ilk eseri olan Şaki İbrahim destanında Hamidiye Alayları içinde bir yüzbaşı Hüseyin vardır ki alayın katibi ve sancaktarıdır. Aslen Mardin'e bağlı Derik ilçesinin Kasrıkanco köyündendir ve yezididir. Destanda halkı soyanların elebaşısı olarak "Hain Kanco" adıyla geçer! Hain Kanco'nun torunu, bir siyasi partinin genel başkanıydı.

Gerçeği/Realiteyi tanıyalım, ama nasıl?
Kürt realitesini tanıdıktan sonra bu realitenin neyi içerdiğini bilmeye hakkımız yok mu? Hükümetimizin alenen ve resmen tanıdığı Kürt realitesinin reali nedir? Söz konusu olan bu "real (gerçek) olanı" toplumsal mesele olarak nasıl anlamlandıracak ve eğer bir çözümsüzlük
ise nasıl çözeceğiz? PKK ele başısı APO'nun asıl adının Artin Aramyan olduğunu, PKK'nın Ermeni terör örgütü Asala'nın yerine 1983'de kimlerin nasıl kurduğunu ve bugüne kadar yakalananlar içinde ne kadarının Ermeni kökenli olduğunu gizleyeceksiniz?

Devletin yanında yer alan PKK karşıtı Zaza, Kırmanç, Bucak ve Bohtani aşiretlerinin yaşadığı güneydoğu bölgesinde kimlerin hangi oyunu oynadığı ne zamana kadar gizlenecek?

Ya da İstanbul'da bir kısım Bizans medya mensubunun Rum ve Ermeni kökenlerinin açığa çıkmasından bu kadar niye korktuklarını! Halkın yüzde 87'sinin ana dili Türkçe olan Türkiye'de, Atatürk ve Türk kimliğine antipati duyanlar kimler dersiniz?

Düşünün bir kere! Türkiye'yle ilgili bir çok realiteyi/gerçeği bilmiyorlar!.
Nasıl bilmediğiniz şey ve nesneler hakkından hüküm vereceksiniz?

Unutulmasın ki; Kim ki kimlik tartışması yapıyor: O ya Ermeni, Rum, Süryani ya da kökeni arayan evlilik dışı doğmuş kişidir.

Günün Sözü: Yalanla gerçeği ayıramıyorsan çok şey kaybedeceğini unutma!

http://www.ordumillet.com/

Ankaralı, en çok patates ve karpuz yiyor
12:45 - Başkent'te dört mevsim boyunca birbirinden değişik tatlarla tanışma fırsatı bulan Ankaralılar, klasik tatlardan vazgeçmeyerek, 2010 yılında sebzede en çok patatesi, meyvede ise karpuzu tüketti. Ankara Büyükşehir Belediyesi Toptancı Hal verilerine göre domates 108 bin 435 tonluk satışı ile ikinci, salatalık ise 66 bin 513 tonluk satışı ile 2009 yılında olduğu gibi 2010'da da üçüncü oldu. 18.01.2011 ANKARA netgazete


İlk 10 değişti!
Kaç kişi olduk? En fazla nüfus artışı hangi illerde oldu? Hangi il hangi ili geçti?
28 Ocak 2011 Cuma, 10:04:54


HABERTURK.COM

Türkiye nüfusu 2010 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla oranla binde 15,88 artarak, 73 milyon 722 bin 988 kişiye yükseldi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 Nüfus Sayımı Sonuçları''nı açıkladı.

Buna göre 2009 yılı itibariyle 72 milyon 561 bin 312 kişi olan ülke nüfusu, 1 milyon 161 bin 676 kişilik artışla, 2010 sonunda 73 milyon 722 bin 988 kişiye ulaştı.

2010 yılında 81 ilden 53'ünün nüfusu bir önceki yıla göre arttı, 28 ilin nüfusu ise azaldı.

Nüfus artış oranının en yüksek olduğu iller sırasıyla, Bilecik, Isparta ve Erzincan, en düşük olduğu iller ise Tunceli, Çankırı ve Ardahan oldu.

İLK 10 DEĞİŞTİ!
Bugün TÜİK tarafından açıklanan 2010 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre Nüfusu En Yüksek 10 İl sıralamasında değişiklik yaşandı.
2009 yılı sonuçlarına göre Nüfusu En Yüksek 10'uncu İl olan Şanlıurfa geçen yılın dokuzuncusu olan Mersin'i geride bırakarak 9'unculuğa yerleşti.
Nüfusu bir yıl içerisinde 49 bin 634 kişi artmış görünen Şanlıurfa böylece Türkiye'nin Nüfusu En Yüksek 9'uncu İli olurken Mersin ise onuncu sıraya geriledi.

Benzer şekilde sıralamada yer değiştiren başka iller de oldu.
Eskişehir Trabzon'u 27'nciliğe iterken kendisi 26'ncı sıraya yükseldi. Türkiye genelinde 27 ilin nüfus sıralamasındaki yeri değişti.

İşte Türkiye sıralaması son 1 yılda değişen iller

TÜRKİYE SIRALAMASI
2009 2010 NÜFUS ARTIŞ/AZALIŞI
Şanlıurfa 10 9 49.634
Mersin 9 10 7.011
Eskişehir 27 26 9.157
Trabzon 26 27 -1.413
Zonguldak 34 33 -109
Tokat 33 34 -6.637
Ağrı 39 38 4.357
Çorum 38 39 -5.299
Çanakkale 42 41 12.662
Osmaniye 43 42 7.417
Yozgat 41 43 -11.269
Isparta 46 44 27.502
Şırnak 44 45 -315
Giresun 45 46 -2.604
Düzce 53 51 3.032
Niğde 51 53 -1.990
Amasya 56 54 10.518
Kırklareli 54 55 -388
Bitlis 55 56 278
Burdur 65 63 7.318
Hakkari 63 65 -5.459
Karabük 68 67 9.046
Bilecik 71 68 23.320
Kırşehir 67 70 -1.226
Yalova 70 71 1.210
Iğdır 75 74 932
Çankırı 74 75 -5.952


Bu arada bazı illerde nüfusun cinsiyet yapısında da değişimler yaşandı. Geçen yıl erkek yoğun nüfusa sahip olan 8 ilde kadın oranı yüzde 50'yi geçti.

İŞTE KADIN ORANININ ERKEK ORANINI GEÇTİĞİ İLLER


habertürk

Dr. Hayati Bice
Siyasette ‘Kadın’ Faktörü
5 Nisan 2011

TBMM’de daha fazla kadın milletvekili istenmesinde ülkemizde kadın hakları bilincinin artması yanında eğitimli kadın sayısının da toplum içerisinde daha ağırlıklı hale gelmesinin mutlaka etkisi var.

12 Haziran 2011 seçimlerinde ‘kadın’ seçmenlerin şimdiye kadar yapılan tüm seçimlerden daha etkin bir katılım ile oy kullanmaları bekleniyor. Bir yandan “Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER)” bir yandan da “Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok” platformu siyaseti zorlamağa aday görünüyor. TBMM’de siyasi temsil anlamında kadın milletvekili sayısının yetersizliği herkesin kabul ettiği bir gerçeklik. Kadın seçmenlerin TBMM’de daha fazla kadın milletvekili istemelerinde ülkemizde kadın hakları bilincinin artması yanında eğitimli kadın sayısının da her seçimde daha ağırlıklı hale gelmesinin mutlaka etkisi var.

Kadın seçmen kitlesinin TBMM’de eksik temsilinin çok tipik bir örneğini veren MHP’nin seçmenleri arasında kadın seçmen oranı %31 iken sadece iki kadın milletvekili bulunan MHP grubunda kadın milletvekili oranının % 3 oluşu çok dikkat çekicidir. (1) Kadın seçmenler arasında kabul görme oranının düşüklüğü nedeniyle ülke genelindeki oy oranı aşağıya düşen MHP’nin yapılacak seçimde kadın adaylara seçilebilecek yerlerde bir sıralama ile aday listelerinde yer vermesi gereği açıkça görülmektedir.

Kadın seçmenler de MHP’ye erkek seçmenler kadar oy verseler MHP’nin ülke genelindeki oy oranının en az %5 puan yükselmesi aritmetik bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. (Bkz. Grafik) Bu durumun farkında olan bazı MHP yöneticilerinin çözümden uzak söylemleri medyada da yer buldu.(2) Bir Genel Başkan Yardımcısı “En son oy sayımız 6 milyon 375 bindi. Bunların 3 milyonu kadın, 3 milyonu erkek değil. Nasıl biliyor musunuz? Bunların 4 milyon 200 bini erkek, 1 milyon 800 bini kadın. Bu ne demek; bizim erkekler hep bekâr ya da eşleri oy vermemiş, ikisinden biri.” sözlerinden sonra bu durumu “erkeklerin evde hanımlarına efelenmeleri” ile izah ediyordu.

Kadın Seçmen Kitlesinin Eğitim Düzeyi

TÜİK verilerine göre toplam seçmen kitlesi içinde 25.541.365 kişilik bir grup oluşturması gereken kadın seçmenlerin ortalama eğitim düzeyinin genel seçmen kitlesine ve erkek seçmenlere göre daha az olduğu bilinir. Bunda geleneksel toplum anlayışının olduğu kadar sosyoekonomik şartların da etkili olduğu ortadadır. Lise ve üniversite düzeyinde eğitim alan kadın sayısının giderek artması kadın seçmen kitlesinin eğitim kalitesini de yükselttiği görülüyor. Lise ve üzerinde eğitimli kadın seçmen sayısı bu seçimler için 6.862.380 olarak önemli bir orana ulaşmış durumdadır. Bu oran kadın seçmenler arasında %26,7 iken genel seçmen kitlesi içerisinde yaklaşık %13 oranına karşılık gelmektedir. (3)

Kadın Seçmenin Oyunu ‘Özgür’leştirmesi

Geleneksel olarak eşinin veya aile büyüklerinin yönlendirmesi ile siyasi tercihte bulunduğu söylenegelen kadın seçmenlerin tercihinde bu seçimlerde şahsi değerlendirmelerinin ön plana çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu oy kullanma bilincinde iletişim kanallarının herklesin erişimine imkân sağlayacak şekilde yaygınlaşması yanında genel eğitim düzeyindeki yükselişe paralel olarak kadın seçmen eğitim düzeyinin de yükselmiş olması etkin olmaktadır.

“Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok” sloganıyla gündeme gelen İslâmî eğilimlere sahip eğitimli kadın seçmen kitlesinin milletvekili aday listelerinden kaç başörtülü kadının seçilerek TBMM’de temsilini sağlayabileceği konusu bir meçhul durumunda ise de geleneksel olarak başörtülü kadın oylarını ‘çantada keklik görme’ anlayışının da sarsılmakta olduğunun bir göstergesi olarak okunabilir. Her türlü engellemeye rağmen öğrenimlerini sürdürerek hayata atılan tesettürlü kadınların bu protestolarının yersiz olduğunu hiç kimse iddia edemez.

Kadın Seçmene Yönelik Kampanyalar Nasıl Seyreder?

Milletvekili aday listelerinde diğer partilerden daha fazla sayıda kadın adaya; daha iyi sıralarda yer veren partilerin seçim kampanyaları sırasında bu farklılığı vurgulamaları beklenen bir durumdur. Aday listeleri kesinleştikten sonra hiçbir karşı propaganda ile göğüslenemeyecek bu propagandadan etkilenecek kadın seçmen sayısını hiçbir iddialı parti göz ardı edemez.

Bu nedenle istisnasız tüm parti kurmayları, milletvekili aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na vermeden önce kadın adaylarının durumunu da değerlendirilmesi gereken faktörler arasında hesaba katmak zorundadır.

Türk siyasetinin yakın geleceğinde kadın ağırlığının artması kaçınılmaz bir durum olarak görülürken siyasi partilerin organizasyonlarında yeni bir yapılanmaya gitmeleri de kaçınılmaz olacaktır.

------------------------------

İletişim: atahayati@gmail.com

(1) Bekir Ağırdır, MHP seçmeni kimlerden oluşuyor? T24.com.tr, 21.03.2011.

http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=3406&author=42

(2) MHP Genel Başkan Yardımcısı Çakır'dan ilginç sözler, 16 Ocak 2011.

http://www.haberturk.com/polemik/haber/592194-kocasina-kizan-mhpye-oy-vermiyormus

(3) Kadın seçmenlerin oranı hususunda TÜİK’in nüfus verilerinden yararlanılmıştır.

Yaş Grubu ve Cinsiyete Göre Yıl Ortası Nüfus Projeksiyonları:

http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=244

Kaynak: Haber10


Dr. Hayati Bice
‘Genç Seçmenler’ Nereye Akacak?
12 Nisan 2011



Bir parti sadece 40 yaş altındaki seçmenler üzerine bir strateji geliştirse ve bu kitle içinde her dört seçmenden birisinin oyunu alabilirse ülke genelinde % 12 oranına ulaşacaktır.

Milletvekili aday listelerinin şekillenmesinden sonra, artık gözler partilerin seçim kampanyalarına çevrildi. Meydanlardaki heyecanın seçim sandığına neredeyse birebir yansıdığını iddia eden gözlemcilere göre, bu seçimlerde, partilerin kaderini “genç seçmenler” olarak adlandırılabilecek 30 yaş altındaki seçmen kitlesinin hangi tercihte bulunacağı belirleyecek.

Ülkemiz siyasetini takip edenler zaten iyi bilirler ki hemen her seçim öncesinde ‘gençlik rüzgârları’ estirilir. (1) Bu seçim döneminde de yine aynı rüzgârların estirilmeye çalışılması beklenen bir durum... Seçmen kitlesi içerisinde kayda değer bir oran teşkil eden genç seçmenlerin oylarını alabilmek için milletvekili aday listelerine birkaç genç ismin yerleştirilmiş olması söz konusu ediliyor. Milletvekili aday listelerine bakıldığında seçilebilecek sıralardaki gençlerin oranının asla yaşlı parti demirbaşlarını dengeleyecek sayıda olmaması yaşanıp görülecek bir gerçek olarak şimdiden görülebiliyor. Görev süresi sona eren üzere olan bir önceki TBMM milletvekillerinin yaş ortalamasının 55’e yakın olduğu düşünülürse kamuoyu önünde tekrarlanan “gençliğe önem verme” söylemi ile gerçeğin birbirinden ne denli uzağa düştüğü hemen anlaşılır. Bu durumun bu seçim döneminde de değişip değişmediği, daha net olarak seçilen yeni milletvekillerinin yaş ortalamasına bakılarak kısa sürede anlaşılacaktır.

Gençlik Durumları

12 Haziran 2011 günü yapılacak genel seçimde ilk kez oy verecek genç seçmen kitlesinin tercihleri neredeyse seçim sonucunu etkileyecek derecede önemlidir. Bu seçmen kitlesi büyük çoğunluğu ile herhangi bir partiye mensubiyet hisleri duymamaktadır. İlk genel seçimde oy kullanacak kitlenin %10 kadarını oluşturan bu yeni seçmen kitlesi, nitelikleri yönüyle de bazı olumlu özelliklere sahiptir. Bu kitle hem eğitim düzeylerinin genel toplum ortalamasına göre yüksekliği hem de kendilerine iletilecek mesajları kavrama kapasitelerinin yüksekliği ile yapılacak çalışmalarla tercihleri etkilenebilecek bir gruptur.

Bütün partiler yapacakları ciddi bir planlama ile siyasi kimlik olarak nötr durumdaki genç seçmen kitlesini kolayca yanlarına çekebilirler. Ancak son yıllarda gerek yozlaşmış internet ortamları, gerekse "pop ve top" kültürünün etkisi ile genç kitle içerisinde ülkesinin dert ve sorunlarına yabancılaşma oranı oldukça yükselmiş durumdadır. İdealizmi pörsümemiş bireyler olarak kendi şahsi çıkarlarından önce toplumun yararlarını düşünebilecek ve büyük dava ve ülküler için harekete geçmeğe hazır genç kitlelere yönelik yoğun mesajlar içeren bir propaganda faaliyeti gerçekleştirilmelidir.

Gençlik Neden Önemli?

Bugün partilerin birbiriyle yarışırcasına "gençlik" yarıştırması boşuna bir gayret olmayıp bazı pragmatik temellere dayanmaktadır. Seçmen kitlesi yaş ve eğitim düzeyi yönünden incelendiğinde siyaset profesyonellerinin gençlik ilgisinin nedeni kolayca anlaşılır. Teknolojik ürünlerin reklam kampanyalarının planlanmasında da genç tüketicilerin hedeflenmesi bilinen bir pazarlama stratejisidir. Genç seçmen kitlesinin eğitim düzeyinin ortalama seçmen kitlesine göre daha yüksek oluşu siyasi reklam kampanyalarında da dikkate alınmaktadır. Popüler kültürün tüketim kanallarında önemli bir yeri olan TV dizilerinde “68'li kuşak”, “12 Eylül Kuşağı” vs. diye gençlik hareketlerini işleyen yapımcılar, o dönemlerin bazı isimlerini "büyük gençlik lideri" havasında ekranlara getirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da açılan bir parka “Deniz Gezmiş Parkı” ismi verilmesi de, bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir ‘şark kurnazlığı’dır.

Bugün mevcut seçmen kitlesi içinde yaşları 18-25 arasındaki en genç grubu teşkil eden seçmenlerin oranı yaklaşık % 15 'tir. Yani her yüz seçmenden onbeşi gerçekten her yönüyle genç sayılabilecek -ve hemen yarısı seçimlerde ilk kez oy kullanacak- seçmenler olacaktır. Seçmen kitlesi içindeki genç grubu izleyen 25-40 yaş arasındaki seçmen grubu ise bütün seçmenler içinde % 34 oranına ulaşmaktadır. 18-40 yaş arasındaki seçmenlerin genç sayılabilecek grubunun oranı ise %49’u geçerek neredeyse seçmenlerin yarısını teşkil etmektedir. Yani seçimde oy kullanacak her iki kişiden birisi 40 yaş altındaki kişiler olacaktır. (2)

Bir parti sadece 40 yaş altındaki seçmenler üzerine bir strateji geliştirse ve bu kitle içinde her dört seçmenden birisinin oyunu alabilirse ülke genelinde % 12 oranına ulaşacaktır. Bu o parti için ülke barajının aşılması demektir. Bir başka ifade ile 40 yaş altındaki seçmenlerden hatırı sayılır bir oranda oy almayı başaramayan bir partinin büyük bir seçim başarısı kazanması mümkün değildir.

Bir parti 40 yaş altındaki seçmen kitlesinin oylarına talip olacaksa aday listesinin en azından yarısını, hiç değilse önemli bir oranda genç adayını milletvekili aday sıralamasında seçilebilecek bir konumda değerlendirmeli ve samimiyetinin kanıtı olarak bu yaş grubundan adayalara yer vermeli idi. Bu samimiyet noktasından aday listelerine bakıldığında tüm partilerin gençlik sınavından çaktığı söylenebilir.

Genç Seçmenlerin Seçmen Kitlesinden Ayrışan Davranışı

Genç seçmenlerin davranışının genel kitleden ayrışması, bir örnek olarak MHP seçmen kitlesi üzerinden gösterilebilir. 1970'li yıllardan başlayıp bugünlere kadar milli değerlere sahip üniversiteli gençlik arasında her zaman belirgin bir yeri olan ülkücüler, MHP seçmen kitlesinin en dinamik kesimini oluşturur. Bu gençler arasından çıkarak daha sonraki yıllarda her bir meslek grubunda her biri kendi alanında söz sahibi insanlar olarak yerlerini almış duruma gelen kadrolar içerisinde yer alan hemen herkesin seçim dönemlerinde MHP kampanyalarında yürüttüğü aktif görev ile ilgili bir anı vardır. Bugün de Ülkü Ocaklı gençlerin MHP seçim kampanyasının önemli bir unsuru olacağı kesindir. Bu gençlik kitlesinin bir diğer özelliği ise çevrelerindeki seçim kampanyalarına ilgisiz aile büyüklerinin oylarını MHP’ye taşımakta icra ettikleri önemli fonksiyondur.

KONDA Araştırma Şirketi’nin yetkilisi olarak elde ettikleri bir takım güncel veriler ışığında MHP tabanına biraz daha yakından bakan Bekir Ağırdır’a göre (3) MHP seçmen kitlesinin %37’si 18-28 yaş grubundandır. Bu gruptaki seçmen sayısının Türkiye oranı %29 olduğuna göre MHP seçmen kitlesinin bariz oranda genç nitelikli olduğu söylenebilir. 29 yaş üzerindeki seçmen kitlesinde ise MHP’nin oy oranı Türkiye ortalaması altına düşmektedir. Buna göre MHP’nin bir seçim başarısı elde edebilmesi için özellikle genç seçmenler arasındaki tercih edilme oranını koruması gerekmektedir.

Yaşlı sayılabilecek 40 yaş üzerindeki insanların neredeyse kemikleşmiş siyasi tercihlerini değiştirmenin zorluğu -hatta imkânsızlığı- önceki seçim sonuçlarının analizinden anlaşılmaktadır. Tüm seçmen kitlesinin yarısını oluşturan bu "çok bilmiş" ve tabir yerinde ise "kaşarlanmış" seçmenler yerine genç seçmen kitlesi içinde oluşturulacak davaya inanmış sempatizanlar yoluyla tüm seçmenlerden tek tek insanların oylarına talip olunması kitle iletişim araçlarının desteğini alamayan ideolojik formasyona sahip partiler için yararlı olabilir.

A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi ve analist Adil Gür seçimlerde genç oylarını almak hususunda CHP ve MHP’nin AKP’nin önünde olduğuna inanmaktadır: “Her seçim döneminde olduğu gibi ilk kez oy kullanacak genç seçmenler CHP ve MHP’ye genel ortalamanın üzerinde oy vereceklerdir. Bunun en önemli nedeni işsizlik algısı. Son sınav tartışmasının gençler üzerinde etkisi olacaktır. Çünkü sınava girenlerin neredeyse tamamına yakını ilk kez oy kullanacak seçmenler. Yapılan açıklamaların genç seçmenler ve ailelerini ne oranda ikna ettiğini araştırmalarda göreceğiz.”(4)

Seçimlerden önce internet ortamında başlatılan “Gençlere yer vermeyene oy vermiyoruz’’ sloganıyla yürütülen “Geç Değil Genç’’ kampanyasının aday listelerinin belirlenmesinde parti zirvelerinde pek de ciddiye alınmadığı görülüyor. (5) Bu ciddiye almam durumunun genç seçmen psikolojisini nasıl etkileyeceğini tahmin etmek mümkün değil. Ancak şu bugünden tahmin edilebilir ki, 12 Haziran 2011 seçimlerinde ‘genç’ seçmenin oyunu almak isteyen partilerin nasıl bir liste ile ortaya çıktıkları kadar milletvekili adaylarının yaş ortalaması da dikkate alınacaktır; tıpkı oylarına talip olunan ‘kadın’ seçmenlerin önüne kaç tane kadın aday koyabildikleri kadar önemli bir faktör olarak...

11 Nisan 2011 günü verilen milletvekili aday listelerinde genç aday sayısının önceki seçim dönemlerine göre daha fazla olduğu görüldü. AKP adaylarından 24’ü 25-30 yaş grubundan gençlerden oluşuyor. Ancak bunlardan sadece ikisinin seçilebilme şansı olduğu hesaplanıyor. 30 yaş altında 25 aday gösteren CHP adaylarından hiçbirisinin seçim şansı bulunmuyor. MHP’nin listesinde ise Gaziantep Adayı Dündar Yahnici (ülkücü hareketin efsane ismi Dündar Taşer’in torunu ) ve Çağrı Acı gibi ‘ikinci kuşaktan ülkücü’ isimler, genç milletvekili adayı olarak dikkati çekse de bu adayların seçilme şansları yok.

Seçimin kesin sonuçları 12 Haziran akşamı açılan sandıklar tasnif edilip açıklandığında kaç tane “genç milletvekili”nin seçildiğini göreceğiz. (Muhtemelen de göremeyeceğiz!) Sonra da unutacağız tabii gençleri; bir sonraki seçime kadar !...

------------------------------

İletişim: atahayati@gmail.com

(1) Bir zamanlar Mesut Yılmaz, ardından Tansu Çiller’in"genç" imajı oluşturularak parlatılmaya çalışıldığını hatırlayanlar olur mu bilmem. Bu isimlerin gençliklerinin tartışılır olması bir yana arkalarındaki örgüt ve zihniyetin gençlik ile ifade edilebilecek teorik ve pratik hiçbir yönleri olmadığı da bilinir. Parlatılmaya çalışıldıkları sırada ellili yaşlarını yaşayan bu liderlerin gençliği olsa olsa 12 Eylül öncesinin Demirel, Ecevit, Erbakan gibi eski liderlerine kıyasla kabul edilebilecek bir gençlikti o kadar...

(2) Oranların hesaplanmasında TÜİK’in nüfus verilerinden yararlanılmıştır.

Yaş Grubu ve Cinsiyete Göre Yıl Ortası Nüfus Projeksiyonları:

http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=244

(3) Bekir Ağırdır, “MHP seçmeni kimlerden oluşuyor?”, T24.com.tr, 21.03.2011.

http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=3406&author=42

(4) Adil Gür: “Gençler CHP ve MHP’ye…”.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/04/11/adil-gure-gore-siyasi-partilerin-durumu?paging=13

(5) “Gençler siyasi partileri uyardı”

http://www.hurriyet.com.tr/ege/17500547.asp?gid=142
Kaynak: haber10

Sünnilerin Üzerine Ölü Toprağı Mı Serpildi?
27 Nisan 2011
Bu memleket halkının çoğunluğu Sünni Müslümandır. Bu bir realitedir. Bu gerçeğin tespitinden sonra hemen konuya gireyim: Bu ülkede, çoğunlukta olan şu Sünni Müslümanlar kadar pasif, hakkını aramaz, vazifesini yapmaz bir kesim ve toplum görülmemiştir.

Bunu yapacak hürriyet, fırsat, imkan mı yoktur?.. Hayır hayır, çok şükür artık eskisi kadar baskı, zulüm yok; düşüncelerini, görüşlerini, tenkitlerini açıklamak hürriyeti var. Artık o eski TCK 163'üncü madde yok. Lakin bu Sünni Müslümanların üzerine ölü toprağı serpilmiştir. Dinlerini, temel haklarını aramazlar, savunmazlar, kötülükleri protesto etmezler.

On küsur yıldan beri Taksim'e cami yapılsın, yapılmasın tartışması oluyor, Sünni Müslümanların sesi pek çıkmıyor.

İsteseler milyonlarca dilekçe ve e-mail ile bu konuda haklarını arayamazlar mı? Böyle bir imkan ve hürriyet var ama onlar bunu kullanmazlar.

Bir kağıda bir dilekçe yazmak, bunu bir zarf içine koyup postaya vermek o kadar pahalı ve zor bir iş midir? Hayır değildir ama bir milyon Sünniye bu kolay işi yaptıramazsınız.

Bilgisayarın başına geçip ilgili makamlara birer e-mail göndermekten daha kolay ne var. Sünniler bunu da yapamazlar.

Bir Sünni zulme uğrar, milyonlarca Sünni seyrine bakar.

Densizin ve dinsizin biri dine, mukaddesata saldırır, Sünnilerden bir iki cılız inilti dışında bir ses çıkmaz.

Bolu'da tesettürlü Dr. Zeliha devlet hastanesindeki işinden atılır. Sünnilerde ses soluk yok.

Liseli kız şiir yarışmasında birinci olur, başı örtülü olduğu için sahneye çıkartılıp ödülü verilmez. Sünnilerin binde 999'u aldırmaz, tınmaz.

Öğrenciler birlikte pikniğe gidecekler, başı örtülü kız otobüse alınmaz. Sünnilerin umurunda mı?

Bir cemaat zuhur eder "Yahudiler de Hıristiyanlar da cennetliktir, onların dini de ibrahimidir, haktır" hezeyanını yayar. Sünniler gereken tenkidi ve protestoyu yapmaz.

Reformcular, dinde yenilik ve değişim isteyenler hadisleri ayıklama çığırı açar. Sünnilerin çoğunun bundan haberi bile yoktur.

Yahu Türkiye Sünnilerinin üzerine ölü toprağı mı serpilmiştir? Bu kadar pasiflik, adam sendecilik, hakkını aramazlık nerede görülmüştür.

Dünyanın öbür ucunda bir Yahudinin burnu kanasa dünya Siyonizmi yeri göğü birbirini katıyor.

Kaç sene oldu tarihini hatırlamıyorum, densiz bir sunucu tv'de sen Kızılbaş mısın dedi, ortalık karıştı, uyanık ve şuurlu Alevi kardeş ve vatandaşlarımız kızılca kıyamet koparttıydı.

Bir tiyatrocuya fiske vurulsa bütün tiyatrosevenler ayağa kalkıyor.

Samsun'un bir köyünde vahşi ve yamyam iki kişi bir köpeği ağaca bağlayıp döve döve öldürmüşler. Bir iki gün sonra hayvansever hanımlar Beyoğlu'nda protesto ve lanet yürüyüşü yaptılar. Onları tebrik ediyorum. Bilseydim ben de aralarında olurdum. Fakat bir Sünni haksızlığa, hakarete uğrayınca Sünniler, hayvanseverler kadar aktif değiller.

Seçimlere kaç gün kaldı?.. Taksim camii konusunda iktidarı niçin sıkıştırmıyoruz?

Başörtüsü meselesini niçin kökünden halledemiyoruz?

Zina suç olmaktan çıkarıldı, memleketi zina ve fuhuş pislikleri götürüyor. Biz ne yapıyoruz?

Kürtçe, Zazaca, Çerkesçe için fırtınalar kopartılıyor. Biz Sünniler niçin Osmanlıca için bir şeyler yapmıyoruz?

Evet, tekrar ediyorum: Halkın çoğunluğunu oluşturan Sünniler sanki afyonlanmıştır... Sanki onların üzerine ölü toprağı serpilmiştir. Sanki onlar haklarını, hürriyetlerini, haysiyetlerini koruyamaz robotlar haline getirilmiştir. Bu pasiflik beni çok rahatsız ediyor.

Bunun sonu iyi olmaz.

Kötülüklerle mücadele etmeyen Müslüman bir toplum, emr-i maruf ve nehy-i münker farzını terk ettiği için azaba duçar olur.

Doğu'da bir Müslümanın ayağına diken batsa, Batıdaki Müslümanın onun acısını yüreğinde duyması gerekir.

Başörtülü bir öğrenci, bir doktor, bir öğretmen, bir avukat, bir memure zulme uğrayınca milyonlarca Sünni yasal sınırlar içinde protesto etmeli, o zavallı mazlum ve mağdur Müslümanın yardımına koşmalıdır.

Taksim camii konusunda Ankara'ya milyonlarca protesto

e-maili gönderilmelidir.

Hadis ayıklanması kötülüğüne karşı milyonlarca Müslüman "Olmaz böyle rezalet!" diye haykırmalıdır.

Bendeniz bir yazar olarak biraz muhalefet yapmaya çalışıyorum ama bu iş benimle bitmez. Bu kadar hacı hoca var, onların da hep birden devreye girmesi gerekir.

Bir ben çalışıyorum, başka kimse çalışmıyor demiyorum. Çalışanlara teşekkür ve minnet borcumuz var. Lakin Sünni kesimin bugünkü çalışmaları son derece yetersizdir.

Sünnilerin bugünkü pasifliği zillettir, esarettir, zebunluktur.

Bunca kötülüğe, münkerata, rezalete, fıska, fücura, isyana, tuğyana ses çıkartmamanın sonu azaptır.

Bendeniz kimseye "Kanuni sınırları zorlayın" demiyorum. Yasal sınırlar içinde hakkınızı arayın, zulümleri protesto edin diyorum.

Başörtüsü zulmüne karşı protesto kampanyası başlatılacak, protesto e-maili çeken herkese bin lira verilecek dense milyonlarca e-mail çekilmez mi?

Rant ve nema olunca koşan çok ama Allah için protesto eden yok denecek kadar az.

Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, hadis ayıklaması, Fazlurrahmancılık, mezhepsizlik, ılımlı İslam, BOP'çuluk, Ehl-i Kitab da Cennetliktir gibi bozukluklar o kadar çoğaldı ki, bunlarla mücadele etmeyen, doğruları müdafaa etmeyen Sünnilerin başına azap gelmesinden korkuyorum. Böyle bir azap gelirse sadece kötülerin, suçluların, vazifelerini yapmayanların, hainlerin üzerine gelmez, genel gelir.

Sünni ahaliye duyurulur.
Millî Gazete

Türkiye'nin Nüfusu Ne Kadar?
12.06.2011
2010 nüfus verileri açıklandı. TÜİK'in açıkladığı nüfus istatistiklerinde önemli detaylar var...

Türkiye nüfusu 2010 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla oranla binde 15,88 artarak, 73 milyon 722 bin 988 kişiye yükseldi.
74 Milyona Yaklaşıyoruz
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ’’Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 Nüfus Sayımı Sonuçları’’nı açıkladı.

Buna göre 2009 yılı itibariyle 72 milyon 561 bin 312 kişi olan ülke nüfusu, 1 milyon 161 bin 676 kişilik artışla, 2010 sonunda 73 milyon 722 bin 988 kişiye ulaştı.

Yüzde 50.2 Erkek, Yüzde 49,8 Kadın

Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı 2010 yılında binde 15,88 olarak gerçekleşti. Verilere göre nüfusun 50,2’sini (37 milyon 43 bin 182 kişi) erkekler, yüzde 49,8’ini (36 milyon 679 bin 806 kişi) ise kadınlar oluşturdu.

Nüfusu En Çok Artan ve Azalan İller

2010 yılında 81 ilden 53’ünün nüfusu bir önceki yıla göre arttı, 28 ilin nüfusu ise azaldı. 2009 yılında nüfusu azalan il sayısı 14 idi. Nüfus artış oranının en yüksek olduğu iller sırasıyla, Bilecik, Isparta ve Erzincan, en düşük olduğu iller ise Tunceli, Çankırı ve Ardahan oldu.

Nüfusun Yaklaşık 5’te 1’i İstanbul’da Yaşıyor

Ülke nüfusunun yüzde 18’i İstanbul’da yaşıyor. 2009’da 12 milyon 915 bin 158 kişinin yaşadığı İstanbul’da nüfus, 2010’da 13 milyon 255 bin 685 kişiye ulaştı.

İstanbul’u 4 milyon 771 bin 716 kişi ile (yüzde 6,5) Ankara, 3 milyon 948 bin 848 kişi ile (yüzde 5,4) İzmir, 2 milyon 605 bin 495 kişi ile (yüzde 3,5) Bursa, 2 milyon 85 bin 225 kişi ile (yüzde 2,8) Adana takip etti.

Bayburt 298 Kişi Azaldı

En az nüfusa sahip il ise 74 bin 412 kişi ile Bayburt oldu. Bayburt’un nüfusu 2009’da 74 bin 710 kişi idi.

Nüfusun Yüzde 76,3’ü İl ve İlçelerde Yaşıyor

Toplam nüfusun yüzde 76,3’ü (56 milyon 222 bin 356 kişi) il ve ilçe merkezlerinde, yüzde 23,7’si (17 milyon 500 bin 632 kişi) belde ve köylerde ikamet ediyor.

İl ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il yüzde 99 ile İstanbul, en düşük il ise yüzde 32 ile Ardahan olarak belirlendi.

Ortanca Yaş 29,2

Türkiye’de, ortanca yaş 29,2 olarak hesaplandı. 2009 yılında bu rakam, 28,8 olarak belirlenmişti.

Ortanca yaş erkeklerde 2010 yılında 28,7, kadınlarda 29,8 oldu. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin ortanca yaşı 29,1, belde ve köylerde yaşayanların ortanca yaşı ise 29,8 olarak tespit edildi.

Nüfusun Yüzde 67,2’si Çalışma Çağında

Ülkede 15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun yüzde 67,2’sini oluşturdu. Nüfusun yüzde 25,6’sı 0-14 yaş grubunda, yüzde 7,2’si de 65 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldı.

Kilometre Kareye 96 Kişi Düşüyor

Nüfus yoğunluğu olarak kabul edilen ’’bir kilometre kareye düşen kişi sayısı’’, Türkiye genelinde 96 kişi olarak hesaplandı. Söz konusu rakam, 2009’da 94 kişi düzeyindeydi. Bu sayı illerde 10 ile 2 bin 551 kişi arasında değişiyor.

İstanbul 2 bin 551 kişi ile nüfus yoğunluğu en fazla il olarak belirlendi. İstanbul’u sırasıyla 432 kişi ile Kocaeli, 329 kişi ile İzmir, 254 kişi ile Hatay ve 250 kişi ile Bursa izledi. Tunceli, 10 kişi ile nüfus yoğunluğunda en az il olarak yer aldı.

Yüz ölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya’nın nüfus yoğunluğu 52, yüz ölçümü en küçük olan Yalova’nın nüfus yoğunluğu 241 oldu. TRT

İşte İşsizi En Çok 3 İl
24.06.2011
TÜİK'in açıkladığı verilere göre, en çok işsizin yaşadığı kentler şöyle:

İl düzeyinde temel işgücü göstergelerine göre, geçen yıl, işsizlik oranının en yüksek olduğu iller, Adana, Hakkari ve Van olarak tahmin edildi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), işsizlik verilerini il bazında açıkladı.

İşgücüne katılma, istihdam ve işsizlik parametrelerinde tahmin sonuçlarını içeren 2010 İl Düzeyinde Temel İşgücü Göstergelerine göre, geçen yıl Türkiye genelinde işsizlik oranı yüzde 11,9 olarak tahmin edildi.

İşsizlik oranının en yüksek olduğu il yüzde 19,1 ile Adana olarak tahmin edildi. Bunu, yüzde 17,4 ile Hakkari, yüzde 17,2 ile Van izledi.

İşsizlik oranının en düşük olduğu iller ise Bayburt (yüzde 4,7), Artvin (yüzde 5,7) ve Gümüşhane (yüzde 5,8) olarak belirlendi.

İstihdam
Türkiye genelinde 2010 yılı için istihdam oranı yüzde 43 olarak tahmin edildi.

İstihdam oranının en yüksek olduğu illerin başında yüzde 58,1 ile Rize geldi. Artvin (yüzde 57,3) ve Gümüşhane (yüzde 55,4) istihdam oranının yüksek hesaplandığı diğer iller oldu.

İstihdam oranının en düşük kaldığı iller ise sırasıyla Diyarbakır (yüzde 27,5), Siirt (yüzde 29,1) ve Şanlıurfa (yüzde 31,1) olarak tahmin edildi.

İşgücüne Katılma

İşgücüne katılma oranı da 2010 yılı için Türkiye genelinde yüzde 48,8 olarak tahmin edildi.

İşgücüne katılma oranının en yüksek belirlendiği il yüzde 61,8 ile Rize oldu. Rize’yi yüzde 60,8 ile Artvin, yüzde 59,1 ile Burdur izledi.

İşgücüne katılma oranının en düşük olduğu iller ise Diyarbakır (yüzde 31,8), Siirt (yüzde 33,3) ve Şanlıurfa (yüzde 35,5) oldu. TRT



Türkiye'de Son Bir Yılda 634 Kişi Müslüman Oldu
14 Kasım 2011



İslamiyet'ten Hristiyanlığa geçenlerin sayısı ne? En çok hangi ülke vatandaşları din değiştiriyor? İslamiyet'i seçenler arasında kadın sayısı neden fazla? İşte yapılan ilginç araştırmanın sonuçları...

Türkiye’de resmi verilere göre bir yıl içinde farklı dinlere mensup iken İslamiyet’e geçenlerin dörtte üçünü kadınlar oluşturdu.

İslamiyet’i seçenlerin büyük bir bölümünün daha önce Hristiyan olduğu belirlendi. İslamiyet’e geçenlerin daha çok gençler olduğu da ortaya çıktı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verilerine göre bir yıl içinde 634 kişi din değiştirerek Müslüman oldu. Bunların 467’si kadın.
Kadınların neden İslamiyet’i seçtikleri sorusuna verdiği yanıtların başında “inceleme ve araştırma” geliyor.

ÜLKELERE GÖRE SIRALAMA

Türkiye’de bir başka dinden İslamiyet’e geçenlerin yaklaşık dörtte birini Almanlar oluşturuyor.
Onları Rusya, ABD, Fransa ve İngiltere vatandaşları takip ediyor. Diyanet verilerinde ilginç bir ayrıntı da dikkat çekti. 47 Türkiye vatandaşı, bir yıl içinde bir başka dinden İslamiyet’e geçti.
Bunların 41’i kadın, 6’sı ise erkek. İslamiyet’i seçenlerin büyük en büyük çoğunluğunu 21-30 yaş arası gençler oluşturdu (toplam 257 kişi). 31-40 yaş arasında da 175 kişinin İslamiyet’i seçtiği tespit edildi.

İslamiyet’ten Hristiyanlığa 7 yıl içinde 338 kişi geçti

Türkiye’de 1997-2004 yılları arasında yapılan bir araştırmaya göre İslamiyet’ten başka dine geçenlerin sayısı 7 yılda 344 kişi olarak belirlenmişti. Bu kişilerden 338’i Hristiyanlığa, 6’sı ise Museviliğe geçmişti.

(Kaynak: HaberTurk)

Kamyoncular azalıyor, minibüsçüler artıyor
29.01.2012

Türkiye'de, geçen yıl sayısı en çok artan esnaf grubu minibüsçüler olurken, sayısı en çok azalan esnaf grubu ise kamyoncular oldu.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığından alınan bilgiye göre, esnaf ve sanatkar meslek kollarında 2011 başında 124 bin 627 olan minibüsçü esnafı sayısı yıl sonunda 6 bin 351 kişi artarak, 130 bin 978 kişiye ulaştı. Bu süre içinde minibüsçü sayısındaki artış oranı yüzde 10'u buldu.

Aperatif yiyecek maddeleri imalatçı ve satıcı sayısı, 6 bin 285'ten 7 bin 969'a çıktı. Aperatif ve yiyecek sektöründe faaliyet gösteren esnaf sayısı bin 684 kişi arttı.

Telefon, cep telefonu, faks, telsiz ve diğer haberleşme cihazları ve aksesuarları satıcısı, tesisat kurucusu, bakım ve tamirci esnafının sayısı 11 bin 46'dan, yüzde 16'lık bir artışla 12 bin 804'e çıktı. Bu alanda faaliyet gösteren esnafa, bin 758 kişi daha eklendi.

Geçen yıl 11 bin 269 olan kafe, kafeterya, kahvaltı salonu işletmecisi sayısı, yüzde 12 oranında artarak 12 bin 605'e çıktı. Sektördeki esnaf sayısı bin 336 kişi arttı. Kır kahvesi, çay bahçesi, çay ocağı, piknik ve dinlenme yeri işletmecileri bin 924 kişi artarak, 23 bin 434'e ulaştı.

Emlak komisyoncuları ve danışmanlarının sayısınd
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Oca 29, 2012 10:01 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 18, 2011 12:41 am    Mesaj konusu: Seçim ve Cemaatler: Sandıklar Ne Söyledi?[ Alıntıyla Cevap Gönder

TÜİK'e göre, Türkiye'nin nüfusu 2012 sonu itibariyle 75 milyon 627 bin 384 kişi oldu
28 Ocak 2013

Türkiye nüfusu, 2012 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla oranla binde 12 artarak, 75 milyon 627 bin 384 kişiye yükseldi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2012 Nüfus Sayımı Sonuçları''nı açıkladı.

Buna göre, 2011 yılı itibariyle 74 milyon 724 bin 269 olan ülke nüfusu, 903 bin 115 kişilik artışla, 2012 sonunda 75 milyon 627 bin 384 kişiye ulaştı.

Erkek nüfusun oranı yüzde 50,2 (37 milyon 956 bin 168 kişi), kadın nüfusun oranı ise yüzde 49,8 (37 milyon 671 bin 216 kişi) olarak gerçekleşti.

Nüfus artış hızı düştü

2011 yılında binde 13,5 olan yıllık nüfus artış hızı 2012 yılında binde 12'ye düştü.
haber10

Adrese dayalı nüfus sayımı sonucunda Türkiye'nin 2011 resmi nüfus rakamı belli oldu
27 Ocak 2012

Adrese dayalı nüfus sayımına göre Türkiye'nin nüfusu 2011 yılında 74 milyon 724 bin 269 kişi oldu.

2011 yılında Türkiye'de ikamet eden nüfus bir önceki yıla göre 1.001.281 kişi arttı. Nüfusun yüzde 50,2'sini (37.532.954 kişi) erkekler, yüzde 49,8'ini (37.191.315 kişi) ise kadınlar oluşturdu.

2011 yılında Türkiye'nin yıllık nüfus artış hızı binde 13,5 olarak gerçekleşti. 2011 yılında 81 ilden; 56'sının nüfusu bir önceki yıla göre artarken, 25 ilin nüfusu azaldı. Ülke nüfusunun yüzde 76,8'i il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor. Toplam nüfusun yüzde 76,8'i (57.385.706 kişi) il ve ilçe merkezlerinde ikamet ederken, yüzde 23,2'si (17.338.563 kişi) belde ve köylerde ikamet ediyor.

İl ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il yüzde 99 ile İstanbul, en düşük olduğu il ise yüzde 35 ile Ardahan oldu.

Nüfusun yüzde 18,2'si İstanbul'da ikamet ediyor. Toplam nüfusun yüzde 18,2'si (13.624.240 kişi) İstanbul'da ikamet ederken, bunu sırasıyla yüzde 6,6 ile (4.890.893 kişi) Ankara, yüzde 5,3 ile (3.965.232 kişi) İzmir, yüzde 3,6 ile (2.652.126 kişi) Bursa, yüzde 2,8 ile (2.108.805 kişi) Adana takip etti. En az nüfusa sahip olan Bayburt ilinde ikamet eden kişi sayısı ise 76.724 oldu.

Nüfusun yarısı 29,7 yaşından küçük çıktı. Türkiye'de ortanca yaş 29,7 olurken, ortanca yaş erkeklerde 29,1 iken, kadınlarda 30,3 oldu. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin ortanca yaşı 29,5; belde ve köylerde ikamet edenlerin ortanca yaşı ise 30,5 oldu.

Nüfusun yüzde 67,4'ü 15 ile 64 yaşları arasında. 15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus (50.346.979 kişi), toplam nüfusun yüzde 67,4'ünü oluşturuyor. Türkiye nüfusunun yüzde 25,3'ü (18.886.575 kişi) 0-14 yaş grubunda, yüzde 7,3'ü ise (5.490.715 kişi) 65 ve daha yukarı yaş grubunda bulunuyor.

Türkiye'de kilometrekareye 97 kişi düşüyor. Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen "bir kilometrekareye düşen kişi sayısı" Türkiye genelinde 97 kişi. Bu sayı illerde 11 ile 2.622 kişi arasında değişiyor. İstanbul ilinde bir kilometrekareye 2.622 kişi düşerken, bunu sırasıyla; 443 kişi ile Kocaeli, 330 kişi ile İzmir, 257 kişi ile Gaziantep ve 254 kişi ile Bursa illeri izliyor.

Nüfus yoğunluğunun en az olduğu il ise 11 kişi ile Tunceli oldu. Yüzölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya'nın nüfus yoğunluğu 52, yüzölçümü en küçük olan Yalova'nın nüfus yoğunluğu ise 244 oldu.
http://www.haberzoom.com/

Seçim ve Cemaatler: Sandıklar Ne Söyledi?
13 Temmuz 2011
Dr. Hayati Bice



Herhangi bir partinin seçim başarısında, cemaatlerin, salt kendi oylarının tek başına belirleyici olduğunu söyleyebilmek elde edilen veriler ışığında mümkün değildir.

Seçim ve Cemaatler-2- : Sandıklar Ne Söyledi?

12 Haziran 2011 günü yapılan milletvekili genel seçimlerinin sonuçları günlerce tartışıldı. Partilerin aldığı oyların analizi hemen her yönden yapıldı denebilir. Bu hengâmede seçim öncesinin en hararetli tartışmalarından olan cemaatlerin kime oy verdiği konusunun da tartışılması beklenirdi. Ancak bu konuda ciddi bir değerlendirme yapıldığını söylemek zor. Seçim öncesinde yazdığım “Seçim ve Cemaatler : ‘Tarikat Oyları’nın Sonuçlara Etkisi” başlıklı yazım nedeniyle gönderilen mesajlar bu konuyu sonuçlara bakarak yeniden ele almak gereğini ortaya koydu. (1) Ancak bu konuda söylenecek ve yazılacak her şey bir anlamda tahminden öte geçemez. Konunun daha kesin bir netlikle tartışılabilmesi için tarikat mensubu kişilerin seçim tercihlerinin ne yönde olduğu; partilere ve bölgelere göre cemaat oylarının nasıl bir karakter arz ettiği en iyi sandık çıkışı araştırmaları ile ortaya konabilir. Ancak bu konuda yayınlanmış bir veriye sahip değiliz.

Tek Somut Veri Kaynağı: Konsensus Araştırması

Konsensus araştırma şirketinin seçimden 15 gün kadar önce yaptığı bir araştırmada cemaat mensublarının siyasi eğilimini ortaya koymuştur. Seçim sonrasında yayınlanan bu araştırmanın sonuçlarını temel alarak seçim sonuçlarında cemaat oylarının etkisi konusunda realist bir değerlendirme yapabileceğimi düşündüm. Konsensus şirketinin araştırmasının 18-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında seçmen nüfusunu temsil etme yeteneğine sahip, 18 yaş üstü 1528’i erkek, 1472’si kadın, toplam 3 bin kişiyle yüz yüze görüşülerek yapıldığı açıklandı. Araştırma Türkiye genelindeki köy ve mahallelerden oluşan 375 yerleşim merkezinde gerçekleştirilmişti. Konsensus, seçim öncesindeki bu anketinde deneklere “Herhangi bir cemaate mensub olup olmadıklarını da sorduğunu açıkladı. Konsensus anketine katılanların yüzde 93.8’i “Hayır, herhangi bir cemaate mensub değilim’’ derken, yüzde 6.2’si “Evet, bir cemaate mensubum’’ diye yanıt vermişti. (2)

“Herhangi bir cemaate mensubiyetini ifşa eden seçmenler”

Konsensus’un araştırmasına göre bir cemaat mensubu olduğunu söyleyen %6.2 oranındaki seçmenin 2011 seçiminde kullanılan oylara göre hesaplanan sayısı 2.714.711 olur. Araştırmada bu seçmen grubunun verdiği cemaat isimlerine göre kullanılan oy içerisindeki ağırlıkları hesap edildiğinde ortaya çıkan tablo şöyle olabilir:

Nakşbendiler 1.129.323 kişi ile %2,58

(Alt grupları ve genel seçmen içerisindeki oranları: (İlk rakamlar seçmen sayısı; ikinci rakamlar genel seçmen içerisinde cemaatin oranıdır.)

Menzil Cemaati 432.2799 *** %0,98

İsmailağa Cemaati 215.684 *** %0,49

Erenköy Cemaati 199.303 *** %0,45

Yahyalı Cemaati 84.636 *** %0,19

Alvarlı Efe Cemaati 84.636 *** %0,19

İskenderpaşa Cemaati 84.636 *** %0,19

Şeyh Nazım Kıbrısi Cemaati 17.291 *** %0,04

Hakikat (Ömer Öngüt) Cemaati 10.859 *** %0,02

Nurcular 1.197.640 kişi ile %2,74

(Alt grupları ve genel seçmen içerisindeki oranları: (İlk rakamlar seçmen sayısı; ikinci rakamlar genel seçmen içerisinde cemaatin oranıdır.)

Gülen Cemaati 1.124.835 *** %2,54

Kırkıncı Cemaati 50.963 *** %0,12

Yeni Asyacılar 10.921 *** %0,02

Hayrat Cemaati 10.921 *** %0,02

Diğerleri

Süleymancılar Cemaati 296.680 *** %0,67

Işıkçılar Cemaati 40.043 *** %0,09

Karagümrük Cerrahi Cemaati 30.942 *** %0,07

Haydar Baş Cemaati 20.083 *** %0,05

Cemaat Oylarının Partilere Dağılımı

Konsensus’un araştırmasının yayınlanan sonuçlarına göre en yüksek oranda cemaat üyeliği sıralamasında zirvede % 9 oranı ile AKP var ve ardında % 4,5 oranında gelen MHP yer alıyor.

Bir partiye oy vereceğini açıklayanlar arasında cemaat mensubu olduğunu belirtenlerin oranı ve partinin aldığı oylara göre çıkartabileceği milletvekili sayıları şu şekilde hesab edilebilir:

AKP %9 (21.320.207'de 1.918.818 *** 1 AKP milletvekili=65.199 => 29 Milletvekili)

MHP %4.5 (5.575.010'da 250.875 *** 1 MHP milletvekili=105.188 => 2 Milletvekili)

Bağımsızlar %1.9 (2.700.000'de 51.300 *** 1 Bağımsız milletvekili=77.142 => 0 Milletvekili)

CHP % 1.3 (11.122.420'de 144.591 *** 1 CHP milletvekili= 82.388 => 1 Milletvekili)

Diğer (Barajaltı partiler: SP, DP, BBP vd.) %11.4 ( 1.500.000'de 171.000 *** 0 milletvekili)

Cemaat Oylarının Bölgelere Dağılımı

Konsensus’un araştırmasının iyi değerlendirilmesi gereken bir sonucu da cemaat mensubu olan seçmenlerin bölgelere göre belirgin derecede farklılık arz etmesi olmuştur. Araştırmanın sonuçlarına göre Batı'dan Doğu'ya doğru gidildikçe cemaat üyeliğinde artış gözleniyor. Batı'da cemaat üyeliği yüzde 5.2 iken bu oran Doğu'da 10.2'ye yükseliyor.

Doğu-Güneydoğu Anadolu %10.2

Batı Anadolu %5.2

Orta Anadolu %4

Konsensus araştırmasının bölgelere göre cemaat oranlarını verirken Marmara ve Karadeniz bölgesindeki durumu açıklamamış olması bir eksikliktir. Artık nüfusunun nitelikleri itibarıyla Anadolu’nun tam bir kesitini barındıran İstanbul’daki ve geleneksel olarak tarikatların yaygın olduğu Karadeniz’deki cemaat etkinliklerinin küçümsenemeyecek, göz ardı edilemeyecek kadar önemli olması bu oranların verilmesini gerektirirdi. Bu nedenle cemaat etkisinin bölgelerdeki durumu hakkında bir yorum yapmak istemem.

Verilerin Doğruluk Derecesini Test Etmek

Kamuoyu şirketlerinin seçim öncesinde verdikleri sonuçlar hakkında birçok itiraz olmasına rağmen son yıllarda yapılan seçimler öncesinde –hiç değilse bazı şirketlerin- gerçeğe yakın rakamları buldukları konusunda genel bir mutabakat oluşmuştur. (3) Bunu dikkate alırsak Konsensus’un cemaat mensubu seçmenler konusunda verdiği rakamlara güvenmek gerektiği söylenebilir. Bu konuda bir sağlam yapmak gerekli diye düşünülürse ismi bilinen iki cemaatin kesin desteğini açıkladığı DP’nin aldığı sonuçlar bize bir fikir verebilecektir.

Kendisi de bir parti organizasyonu yapmış olan Kadirî cemaatlerinden birisi ile artık gelenekselleşmiş bir tercihle DP-AP-DYP çizgisini destekleyen ve son seçimde de DP’ye desteğini açıklayan Yeni Asya grubunun seçimde aldığı sonuç bu nedenle yeterince veri sunmaktadır. Bu verileri yorumlarken iki grubun da birer günlük gazete çıkartmaları bu gazetelerin tirajlarını da dikkate alarak yorum yapabilmeyi kolaylaştıracaktır. (4) İsmi yaygın olarak bilinen iki cemaatin desteğindeki DP’nin 12 Haziran 2011 seçiminde sadece 278.775 oy alabilmesi cemaat oylarının niceliği ve niteliği açısından gerçekten ilginç bir tablo sergilemektedir.

Konsensus araştırması verilerini esas alırsak bu oyların 31.004’ü (Yeni Asyacılar 10.921 Haydar Baş Cemaati 20.083) cemaat mensublarına aittir. Bu durumda DP oyları içerisinde cemaat oylarının oranı sadece % 9 kadardır. DP’ye açıktan destek veren ve cemaat mensublarına seslenen iki gazetenin toplam tirajı olan 60 rakamına bakılarak DP seçmenlerinden en az 60.000’inin Yeni Asya ve Yeni Mesaj gazeteleri alıcıları olduğunu söylemek gerekir. Bir gazetenin girdiği hanede en az iki oy kullanan seçmen olduğunu varsayarsak bu rakamı 120 bin olarak hesaplamak gerekecektir ki bu durumda DP’nin aldığı oyların yaklaşık yarısı bu iki gazetenin okurlarıdır.

Hangi Cemaat Kime Oy Verdi?

Cemaatlerin hangi partiyi destekledikleri oy kullanımın gizliliği nedeniyle bir meçhul olarak kalmakla beraber basına yansıyan bazı haberlerin yalanlanmaması doğru olarak kabul edilebileceğini gösteriyor. Bu haberlere göre Gülen Cemaati çok aktif bir şekilde AKP’yi desteklemiş; hatta yurtdışındaki okullarda görevli cemaat mensubları seferber edilerek oy kullanmak üzere Türkiye’ye çağrılmışlardır. (5) AKP listelerinden milletvekili seçilen bazı isimlerin Gülen cemaati organizasyonlarında aktif olarak görev alana isimler olduğu da biliniyor. (6) Kalabalık Nakşbendi gruplarından Menzil cemaatinin AKP’li bazı bakanlar üzerinden AKP ile yakın ilişkide olduğu kaydedilmiştir. İlginç bir durum olarak cemaatin merkezi olan Adıyaman’ın Kahta ilçesi Durak köyünde kurulan iki seçim sandığında AKP’nin ezici bir üstünlük göstermesi cemaatin genel tavrının bir yansıması olarak kabul edilmelidir. (7)İsmailağa Cemaati olarak bilinen Nakşbendi cemaatinin mürşidi Mahmud Ustaosmanoğlu’nun da yakın çevresine AKP’nin desteklenmesini işaret ettiği bildirilmiştir. Bugün gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’in de mensubu olduğu Erenköy cemaati herhangi bir partiye açıkça destek verdiğini açıklamasa da; cemaat içerisindeki iletişim ile yayılan mesajlarla AKP’nin desteklendiği bilinmektedir.

12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde sadece İskenderpaşa Cemaati olarak bilinen Nakşbendi cemaatinin lideri M. Nureddin Coşan, müntesiblerini MHP’ye oy vermeğe davet etti. Ancak basına yansıyan tepkiler cemaatin hiç değilse bazı mensublarının bu talimatı göz ardı ederek AKP’ye oy vereceğini gösterdi. Cemaatler arasında tabana yayılması açısından geniş bir etkinliği olan Süleyman Hilmi Tunahan grubunun cemaatin kurucusunun torunu olan Ahmet Denizolgun etkisindeki büyük kesiminin bu seçimlerde MHP’yi desteklediği haberleri ise yalanlanmamıştır. Cemaatin etkin olduğu illerden Antalya’da –cemaat açısından hiç de desteklenmeğe değer bir aday sıralaması olmamasına rağmen- MHP’nin elde ettiği sonuç bu desteği teyid etmektedir.

Klasik tavrını sürdüren Nurcu gruplardan Yeni Asyacılar da DP’yi desteklediklerini duyururken, Said Nursi’nin talebeleri olarak bilinen bazı cemaat büyükleri AKP’yi desteklediklerini açıkladılar. Bu durumda Gülen cemaati dışında kalan Nurcuların AKP ve DP arasında dağıldığı tahmin edilebilir. Sonuçta Konsensus araştırmasında seçim öncesi elde edilen verilere paralel olarak cemaat oylarının büyük ölçüde AKP’ye, sonra MHP’ye yöneldiği; SP ve DP’nin de adaylarının durumuna göre cemaat oylarından pay aldıkları anlaşılmıştır.

Oy Kullanımında Cemaatlerin Çarpan Etkisi

Cemaatlerin, -salt kendi müntesibleri açısından- oylarının herhangi bir partinin seçim başarısında tek başına belirleyici olduğunu söyleyebilmek elde edilen veriler ışığında mümkün değildir. Bu noktada cemaatlerin tavrını partiler için kayda değer kılan cemaat mensublarının seçmen olarak sayısının ötesinde “cemaat sempatizanı” denilebilecek daha geniş bir halk kitlesi nezdindeki faaliyetleri olmalıdır. Cemaat sempatizanı olarak cemaatin etki alanı kapsamında olan kitlenin cemaatin özgül ağırlığının ötesinde bir niceliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Son seçimlerde Gülen cemaatinin kontrolünde olan yurtlarda kalan ve dersanelere devam eden öğrenciler üzerinden ailelere ulaşmak isteme çabası da gözlenmiştir. Cemaatin merkezdeki çekirdek kadrosunun katsayısı 1 olarak kabul edilirse çevresindeki halkada bu katsayının 2’ye ve üçüncü halkada 4’e katlandığını söyleyebiliriz. En azından bir partinin siyasi mesajlarının toplum içerisindeki taşıcısı olarak bu 2. ve 3. halkadaki seçmen gruplarının belirleyiciliği söz konusudur. 12 Haziran 2011 seçimlerinde bu cemaat içi iletişim kanallarının AKP lehinde çalıştırıldığı çok açık bir gerçekliktir. AKP’nin seçim başarısında bu cemaat odaklı iç iletişim, en az reklam kampanyası kadar etkin olabilmiştir.

Merkez sağ ve muhafazakâr seçmen nezdinde AKP’nin rakibi olma potansiyelini taşıyan tek parti olan MHP’ye desteğini açıklayan -İskenderpaşa cemaati gibi- cemaatlerin mensubları, liderlerinin talimatına uyarak kendileri MHP’ye oy vermiş olsalar bile etraflarındaki 2. ve 3. halkadaki seçmen kitlelerinin MHP’ye desteğe teşvik edilmesi yönünde gönülsüz davrandıkları müşahede edilmiştir. MHP’nin eğer Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’daki muhafazakâr seçmen desteğini yeniden kazanmak gibi bir niyeti var ise bu gönülsüzlüğün sebebleri ve nasıl izale edileceği konusunda çalışması gerekmektedir.

Cemaat tabanlarına hitap eden ve genellikle uydu üzerinden yayın sürdüren TV kanallarının izleyicisi olan cemaat sempatizanlarının oylarının belirlenmesinde çok fazla etkili olamadığı anlaşılmıştır. Özellikle kendisi de DP Bursa adayı olan Haydar Baş’ın önderlik ettiği grubun Mesaj ve Meltem TV gibi ulusal ölçekte yayın yapan iki TV üzerinden yönlendirdiği propagandanın da etkisiz kaldığını bu cemaatin önderi olan ve DP listesinin Bursa şehrindeki ilk sıra adayı olan Baş’ın aldığı seçim sonucuna bakarak söylemek mümkündür.

Cemaat Oyları Abartılıyor

Bu konu daha geniş ölçekli araştırmalara ihtiyaç gösterse de şu sınırlı veriler dahi cemaat oylarının seçim sonuçlarını belirlemedeki öneminin marjinal kaldığını göstermektedir. Manisa’da “irtica ile mücadele kapsamından hazırlanan bir raporun verilerine göre bu büyük Ege ilinde, cemaat kontrolündeki seçmenlerin oranı % 1,7 oranında kalmaktadır. (8) Bu veriler cemaat mensublarının çevreleri üzerinden işleyen çarpan etkisi hesaba katılsa ve bütün cemaatlerin aynı partiye oy verdiği kabul edilse (bunun Türkiye’nin seçim tecrübeleri tarafından test edildiği üzere birçok nedenle imkânsız olduğu da kabul edilmesi zorunlu olan bir gerçektir) dahi bir partinin tek başına cemaat desteği ile seçim kazanmasının mümkün olamayacağını ortaya koymuştur.

Konunun köklerini araştırdığımızda siyaset-cemaat ilişkisinin abartılması olgusunun sadece kendi güçlerini olduğundan fazla göstermek isteyen cemaat çevrelerinin değil konuya “irtica tehdidi” kapsamında yaklaşan laikçilerine de bulaşan bir hastalık olduğu söylenebilir. Yazımın yanındaki resimdeki karikatür 1999 seçimleri öncesindeki ajitatif bir haberinin yanıbaşında yer alıyordu. Sakallı-sarıklı bir erkek figürünün arkasında ise çarşaflı bir kadının yer aldığı bu karikatürize grafiğe eşlik eden ve kozmik kaynaklardan servis edildiği açık olan bu habere göre, “irtica” 2000’li yıllarda ulaşacağı 6-7 milyon oy potansiyeli ile tek başına iktidar olacaktır. (9)

Seçimleri bir “iman meselesi” olarak takdim ederek seçim kampanyalarını sürdüren MSP-RP-SP geleneğinin kurucu lideri Necmeddin Erbakan’ın vefatı sonrasında girdiği ilk seçimde uğradığı hezimet de “dinî duyguları” istismar ederek oy toplama kolaycılığının artık sonuna gelindiğinin bir işareti olarak okunabilir.(10) Laikçilerin “partiler tarikatların eline geçti” kaygısının da asılsız olduğu bu sonuçlara bakılarak söylenebilir.

Cemaatlerde Gözlenen “Mürid İtaatsizliği”

Türk seçmeni artık eski seçmen kitlesi değildir. Toplum içerisindeki okur-yazarlığın artması yanında yaygın iletişim kanalları da blok halinde seçmen kitlelerini kontrol eden feodal veya psödo-spritüel yapılanmaların gücünü sandık başında etkisiz hale getirmiştir. (11) Toplumiçi iletişim kanalları hiçbir gücün kontrol edemeyeceği kadar girift bir hale gelmiştir.

12 Haziran 2011 seçimlerinde gözlenen bu dikkat çekici husus ise, cemaat önderlerinin direktifi ile –özellikle AKP dışındaki partilere oy vermeyi tercih eden- cemaat mensublarının oy vermek durumunda kaldıkları partiye oy verirken çok da hevesli olmadıkları ve ailelerinden başlayarak etraflarındaki insanları oy verdikleri partiye yönlendirmekte isteksiz davrandıklarının görülmesidir. Özellikle MHP’ye desteğini deklare eden İskenderpaşa cemaati içerisinde ortaya çıkan ve yer yer aşırı noktalara sürüklenen tartışmada bu isteksizliği ve hatta isyanı izleyebilmek mümkün oldu.

Bir diğer düşünülebilecek konu, cemaat mensublarının artık önder konumundaki insanların yönlendirmesi ile oy verme tavrını terk edip “isyankâr” bir kitleye dönüştükleridir. Bireysel hareket etme güdüsünün seçim sandığı başında vicdanı ile baş başa kalan seçmen üzerinde kendi oyları üzerinden hesaplar yapan ve kombinasyonlara giren cemaat önderlerinin yönlendirmesinden daha etkin olduğu söylenebilir. En azından DP’nin aldığı seçim sonuçları bunu düşünmeyi gerektirmektedir.

Bir ailenin içerisinde dahi seçimde kullanılacak oyların, -genellikle aile reisinin tercihi baz alınarak- tek bir partiye yönlendirilebilmesi çok zorlaşmıştır. Değil ki, bir cemaat önderinin işareti ile müntesibleri aynı partiye oy versinler… Bu seçmen eğiliminin her seçimde daha fazla etkin hale gelerek devam etmesi beklenir.

Laikçilerin Yaygarası Boşuna…

12 Haziran 2011 seçim sonuçları gören hiçbir parti lideri, budan böyle partisinin tamamıyle bir tarikatın, bir cemaatin kontrolü altına girmesine rıza göstermez. Partiiçi iktidarı bir cemaat önderi ile, hatta cemaat içerisinde etkin bir “mürid” ile paylaşmak parti lideri açısından eşyanın tabiatına aykırı olarak görülecektir. Olsa olsa cemaat için önemli bazı isimleri işaret taşı olarak aday listelerine koyarak seçmen devşirme yolunu tercih ederler. AKP’nin son milletvekili aday listesine bakıldığında bu tercihi görmek mümkündür.

Aday listelerinde cemaat mensubları açısından korunmağa çalışılan veya becerilemeyen dengelerin seçim sonuçları üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Sağ-muhafazakâr seçmen desteğini almak zorunda olan MHP gibi partiler de, seçmen kitlesini yeni vadilerde genişletmek istiyorlar ise buna dikkat etmek zorundadırlar. Bu dikkatle son seçimdeki MHP aday listelerine bakıldığında parti tabanı ile uyumlu bir tercih sıralaması yapılamadığını söylemeliyim. Ayrıca ahlâkî olarak yanlışlığını hiç kimsenin tartışamayacağı görüntüleri seçim öncesinde servis edilen MHP listelerinin ilk sıralarındaki isimleri, oy pusulasının tepelerinde gören hangi muhafazakâr seçmen o listenin altına gönül huzuru ile “evet” mührünü basabilirdi ki…

Son olarak şu hususa da işaret ederek bir dahaki seçimlere kadar seçim dosyasını kapatmak isterim. İslâmi gelenek içerisinden çıkıp gelen Numan Kurtulmuş, şanssız bir ortamda girdiği seçimde yeni kurduğu partisinin aldığı sonuca bakarak yeni bir yol haritası belirlemelidir. Bütün cemaatlerin sempati ile baktıkları –ama hiçbir zaman oylarıyla destek vermedikleri- Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadeti sonrası ilk büyük sınavını kaybeden BBP’liler de bu seçim sonuçlarını dikkate alarak radikal kararlar vermek zorundadır.

“Şimdi yeni şeyler söylemek lazım !...”

---------------------------------------------------------

İletişim : atahayati@gmail.com

(1) Bice, Hayati; Seçim ve Cemaatler : ‘Tarikat Oyları’nın Sonuçlara Etkisi, 1 Haziran 2011 http://haber10.com/makale/24377

(2) İşte Türkiye'nin cemaat tablosu, 22 Haziran 2011,

http://www.haberturk.com/gundem/haber/641873-turkiyenin-en-buyuk-cemaati-hangisi

(3) Seçim sonucunu hangi anket şirketi bildi? Son seçimlerde SONAR seçim sonuçlarını yüzdelik derecesinde doğru tahmin etti. 12 Haziran 2011 öncesi açıklanan anketlere göre seçim sonuçlarına ilişkin en yakın tahmini yapan SONAR, GENAR ve ANAR oldu. Burada seçim öncesi araştırmasından söz edilen Konsensus CHP ve MHP’nin oranlarını yüzde farkı ile tuttururken ise AKP’nin oy oranı oranında kısmen yanıldı.

http://www.t24.com.tr/haberdetay/150748.aspx

(4) Yeni Asya gazetesinin seçim öncesindeki haftada ortalama günlük tirajı 51.103; Yeni Mesaj gazetesinin seçim öncesinde 13.06.2011 - 19.06.2011 tarihleri arasındaki haftada ortalama günlük tirajı ise 6.738 idi.

http://www.medyatava.net/tiraj.asp

(5) Gümrüklerde kullanılan oyların etkisi ile İstanbul 1. Bölgede MHP adayı Hayrettin Nuhoğlu, çok az bir oy farkı ile (20 oy) milletvekilliğini AKP lehine kaybetti. Gümrüklerden bu bölgeye AKP için 5.129 oy gelirken MHP’ye gelen gümrük oyu sadece 490 idi. Cemaatin yurtdışındaki unsurlarını uçaklarla dünyanın dört bir yanından gelerek gümrüklerde oy kullanmağa teşvik eden Gülen Cemaati bu bölgede AKP’ye bir milletvekilliğini kendilerinin kazandırdığını söyleyebilirler.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2011MilletvekiliSecimi/KesinSonuclar/istanbul1.pdf

(6) ZAMAN gazetesi yazarlarından Hüseyin Gülerce seçim sonrası kaleme aldığı “Ustanın ilk iki imtihanı”

Başlıklı yazısında “12 Haziran seçimlerinin sonucu, tek başına AK Parti'nin siyasi bir başarısı olarak algılanmamalıdır.” sözleriyle AKP’nin tek başına kazandığı bir seçim zaferinin sözkonusu olmadığını iddia ederken, cemaat adına Başbakan’dan bazı beklentileri dile getirmiştir.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1146989

(7) Son seçimlerde Adıyaman’ın Kahta ilçesi Durak köyünde kurulan 1174 ve 1175 no.lu iki seçim sandığında da AKP ezici bir çoğunluk (%90’ın üzerinde) sağlamıştır. Cemaatin önderi olan Abdulbaki Erol’un yaşadığı bu köyün sandıklarında 12 Haziran 2011’de verilen oyların dağılımı şöyledir: AKP: 356, SP:26, BBP:1, HSP:1.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/Ilgenel/kahtaig.pdf

Bir diğer Nakşbendi mürşidi olan (merhum) Hasan Burkay tarafından Ankara Gölbaşı yakınlarında müridlerle kurulan Hacıhasan köyü seçim sonuçları da ilginçtir: AKP:%54, CHP:%30, MHP:%9,5. Ülke genelindeki seçim sonuçları ile kısmî bir yakınlık gösteren bu oranlar -ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’ye verilen oyların Baykal dönemine göre belirgin bir artış göstermesi- cemaat oylarının dağılımının ülke geneline uyum göstererek farklılaştığının çok somut bir göstergesidir.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/Ilgenel/ankaragolbasiig.pdf

(8) Manisa’da “irtica ile mücadele” kapsamında hazırlandığı bildirilen ve “Balyoz Darbe Planı” soruşturmasında ortaya çıkan bir rapor geçtiğimiz günlerde basına yansıdı. Bu rapora göre Manisa ilimizde Nurculardan Gülen Cemaati 5000, Yeni Asya grubu 1.000-1.500, Kırkıncı Hoca Grubu 500-750 kişilik bir taraftar grubuna sahiptir. Aynı ilde Süleymancıların 5.000-6.000, Işıkçıların 1.500-2.000 kişilik bir grubu kontrol ettiği de raporlanmıştır. Nakşbendi gruplarından özellikle doğu kökenli vatandaşlar arasında örgütlü olan Menzilcilerin 3.000, İskenderpaşa cemaatinin 1.000, İsmailağa cemaatinin 400 kişilik tabanı olduğu bu rapora girmiştir. BTP çatısı altından örgütlenen Haydar Baş cemaatinin ise 1.000 kişilik bir tabana sahip olduğu raporda not edilmiştir. Emir-komuta zinciri içerisinde, lokal bilgi kaynakları kullanılarak oldukça titiz bir şekilde hazırlanan bu raporda verilen rakamlarının realist olduğu söylenebilir ve Manisa ilimizde 12.900-15.650 kişi arasında bir grubun cemaat müntesibi sayılabileceği anlaşılır. 884.530 kişinin oy kullandığı Manisa seçim çevresinde yaklaşık 15.000 kişilik bir cemaat bağlantılı seçmen topluluğunun seçim sonuçlarına etkisi, yaklaşık %1,7 oranı ile ihmal edilebilecek bir düzeydedir.

http://www.haber7.com/haber/20110704/Pasa-yuzlerce-kisiyi-cemaatci-diye-fisletmis.php

(9) Bu haberde “İrticanın Beslendiği Kaynaklar” olarak 19 Gazete, 110 Dergi, 51 Radyo, 20 TV, 2500 Dernek, 500 Vakıf , 1000’den fazla Şirket, 1200 Yurt, 100’ün üzerinde Okul ve Dershane ile çok sayıda İzinsiz Kur’an Kursu sıralanmıştı. AKP’nin son seçimde ulaştığı 21 milyonun üzerindeki (tam olarak 21.399.082) oy, “kozmik çevreler”in öngörülerinin ne kadar da kof olduğunun somut bir kanıtı olmuştur.

http://www.radikal.com.tr/1999/01/21/politika/par.html

(10) Saadet Partisi son seçimde 541.470 oy ile % 1,26 oranını tutturabildi. Bu sonuca bakılarak, seçimden önceki son saatlere kadar önemli Nakşbendi gruplarından İsmailağa Cemaati önderi Hacı Mahmud Ustaosmanoğlu’nun partilerini desteklediği iddiasını yaymaya çalışan fanatik SP taraftarlarının çabasının bir işe yaramadığı söylenebilir.

(11) Bunun tek istisnası, Doğu-Güneydoğu Anadolu’daki oy kullanma davranışıdır. Bölgedeki oy kullanma davranışında terör gölgesinde oy kullanmak zorunluluğunun etkisi de hatırlanmalıdır.
Kaynak: haber10

Türkiye'nin Sünnî Çoğunluğu
Mehmet Şevket Eygi
30 EYLÜL 2011

Türkiye'nin büyük çoğunluğunu Sünnî halk oluşturur. Ülkemizde Türk, Kürt, Alevî ve daha hayli çeşitlilik vardır.
(..)

Son yıllarda bütün azınlıklar kimliklerini korumak, hak ve hürriyetlerini elde etmek için çalışıyor ama çoğunlukta bir kıpırdanma görülmüyor.

Bütün dinî azınlıkların devletten bağımsız dinî teşkilatları, din başkanları var ama Sünnîlerin bağımsız bir başkanı, bir İmam-ı Kebir'i yok.

Sayıları çeşitli baskılardan, kaçmalardan, kaçırmalardan sonra iki bine düşmüş Ortodoks Rumların bile patrikleri var.

Yahudilerin hahambaşıları var.

Gregoryen Ermenilerin Patriği var.

Sayıları çok az olan Masonların Üstad-ı Azamları var.

Sünnîlerin laik ve Kemalist rejime bağlı olmayan bir Halife'leri, İmam'ları, Emîr'leri yok.

İşin en garip tarafı Sünnî kesimde bu yokluğun acısı ve kederi de yok.

Heybeliada'da Rum Ortodoks Ruhban Mektebinin yeniden açılması için müzakereler, tartışmalar, pazarlıklar yapılıyor ama kapatılmış olan Medâris-i İslamiyenin açılması için herhangi bir teşebbüs yok.

Yine, haksız yere zulmen kapatılmış olan tarikat ve tasavvuf tekkelerinin açılması için çalışan da yok.

Vaktiyle Sünnî Müslümanların belini kırmak, onları hafızasız bir toplum haline getirmek için yazıyı ve lisanı değiştirmişlerdi. Bu konuda da bir faaliyet görülmüyor.

Sünnî Müslümanlar üzerinde ağır baskılar yapıldı. Onların kıyafetlerine ve serpuşlarına bile insan haklarına aykırı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar kalksın diye bir kampanya açılmıyor.

Velhasıl Sünnî Müslüman çoğunluk sanki afyonlanmıştır.

Haklarını, hürriyetlerini arayamıyor.

Devletten ayrı din teşkilatına sahip olmak için çalışmıyor.

Başına bağımsız bir din büyüğü seçmeyi düşünmüyor.

İslam vakıflarını (Evkaf-ı İslamiye) bağımsız hale getirmeyi düşünmüyor.

Ülkemizde misyoner okulları var ama Müslümanların, devletten bağımsız İslam Maarif teşkilatı ve İslam mektepleri yok.

Farmasonlar kendi localarında bildikleri gibi Masonik âyinler yapıyor, Müslümanlar tekkelerde toplanıp zikrullah yapamıyor.

Evet Sünnî Müslüman çoğunluk öylesine uyuşturulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş ki, en tabiî haklarını bile aramaktan âciz vaziyete düşmüştür.

Ülkemizde eskisine nispetle çok hürriyet var ama Müslümanlar bunu iğtinam edemiyor (ganimet olarak kullanamıyor).

Sünnî Müslümanların üzerine sanki ölü toprağı saçılmıştır.

Acaba bu gafletin, bu güçsüzlüğün sebepleri nelerdir?

(..)

Olur mu böyle şey, sen neler söylüyorsun?

Hiç olmaz olur mu?

Şu halimize, halinize baksanıza!..

Hindistan İngiliz işgali altında iken, Hint Müslümanları Hilafet için çalışmışlardı. Hattâ İstiklal mücadelemize katkıda bulunmak için 30 bin altın göndermişlerdi de o para tebahhur etmişti (Sözlüğe bakınız).

Türkiye Sünnîlerinin, vaktiyle İngiliz boyunduruğu altındaki Hint Müslümanları kadar Ümmet, Hilafet, Şeriat şuuru ve gayreti yok.

Ramazan ayında Malatya'da bir vekil imam Cuma hutbesi esnasında Hilafet ve Şeriat isteyince, cemaatin bir kısmı tarafından aşağı indirilmiş ve Diyanet tarafından hemen işine son verilmiştir.

Sünnî Müslümanları derin gaflet ve atalet uykularından kimler uyandıracak?
Millî Gazete

AABK Genel Başkanı Turgur Öker; 12 Haziran 2011 seçimlerinde toplam 701 oy aldı
30.o6.2011
[img]http://www.alevihaberajansi.com/images/stories/haber/turgut_oker01.jpg [/img]
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) Genel Başkanı Turgur Öker; 12 Haziran 2o11 seçimlerinde “Meclise Can Gelecek!” sloganıyla aday olduğu İstanbul 1. Bölgede toplam 701 oy aldı.

Öker'in aldığı oyların ilçelerdeki dağılımı ise şöyle:

KADIKÖY 100
SULTANBEYLI 96
SANCAKTEPE 79
ÜMRANIYE 78
ÜSKÜDAR 74
PENDIK 73
KARTAL 53
ATASEHIR 40
MALTEPE 33
BEYKOZ 24
ÇEKMEKÖY 22
TUZLA 22
SILE 4
ADALAR 3

TOPLAM OY MİKTARI
701

İstanbul 1. Bölge Seçmen Toplam Sayısı 3,372,665'dir.
Buna göre eker oy oranı 0/0002 (0nbinde iki)'dir.
haber1001

İşte Türkiye'nin göç haritası
28 Mart 2012



2011 yılının Türkiye göç haritası oluşturuldu. Nüfusa oranla en fazla göç Tekirdağ'a yapılırken, en fazla göçü Vanlılar yaptı

2011 yılında nüfusa oranla Net Göç Artışı en yüksek il Tekirdağ oldu. Tekirdağ'ı sırasıyla Antalya, Ankara, Gümüşhane, Eskişehir, İstanbul, Kocaeli, Muğla, Bursa ve Malatya izledi. Net Göç Düşüşü en fazla olan şehir ise Van oldu. Van'ı sırasıyla Yozgat, Çankırı, Kırıkkale, Kars, Trabzon, Ağrı, Adıyaman, Ardahan, Niğde ve Bitlis takip etti. Göç haritası raporunda en dikkat çeken il Artvin oldu. Artvin'in aldığı göç ile verdiği göç rakamları birbirini dengeledi.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2011 yılı nüfus verileri şu şekilde oluştu:

Tekirdağ nüfusu 829 bin 873. Aldığı Göç 42,265 Verdiği Göç 28,62. Net Göç 13,645 Net Göç Hızı 16,58.

Antalya nüfusu 2 milyon 43 bin 482 Aldığı Göç 89,731 Verdiği Göç 62,875. Net Göç 26,856 Net Göç Hızı 13,23.

Ankara nüfusu 4 milyon 890 bin 893. Aldığı Göç 191,864 Verdiği Göç 137,385. Net Göç 54,479 Net Göç Hızı 11,2.

Gümüşhane nüfusu 132 bin 374. Aldığı Göç 10,426 Verdiği Göç 8,988. Net Göç 1,438 Net Göç Hızı 10,92.

Eskişehir nüfusu 781 bin 247 Aldığı Göç 35,045 Verdiği Göç 27,908. Net Göç 7,137 Net Göç Hızı 9,18.

İstanbul nüfusu 13 milyon 624 bin 240. Aldığı Göç 450,445 Verdiği Göç 328,663. Net Göç 121,782 Net Göç Hızı 8,98.

Kocaeli nüfusu 1 milyon 601 bin 720. Aldığı Göç 63,314 Verdiği Göç 50,07. Net Göç 13,244 Net Göç Hızı 8,3.

Muğla nüfusu 838 bin 324. Aldığı Göç 35,409 Verdiği Göç 29,604. Net Göç 5,805 Net Göç Hızı 6,95.

Bursa nüfusu 2 milyon 652 bin 126. Aldığı Göç 74,243 Verdiği Göç 58,258. Net Göç 15,985 Net Göç Hızı 6,05.

Malatya nüfusu 757 bin 93 Aldığı Göç 32,925 Verdiği Göç 29,515. Net Göç 3,41 Net Göç Hızı 4,51.

Sakarya nüfusu 888 bin 556. Aldığı Göç 28,537 Verdiği Göç 24,633. Net Göç 3,904 Net Göç Hızı 4,4.

Bolu nüfusu 276 bin 506. Aldığı Göç 12,545 Verdiği Göç 11,386. Net Göç 1,159 Net Göç Hızı 4,2.

Gaziantep nüfusu 1 milyon 753 bin 596. Aldığı Göç 45,991 Verdiği Göç 38,634. Net Göç 7,357 Net Göç Hızı 4,2.

Çanakkale nüfusu 486,445. Aldığı Göç 17,278 Verdiği Göç 15,623. Net Göç 1,655 Net Göç Hızı 3,41.

Yalova nüfusu 206,535 Aldığı Göç 10,267 Verdiği Göç 9,782. Net Göç 485 Net Göç Hızı 2,35.

İzmir nüfusu 3 milyon 965 bin 232. Aldığı Göç 110,364 Verdiği Göç 101,42. Net Göç 8,944 Net Göç Hızı 2,26.

Kayseri nüfusu 1 milyon 255 bin 349. Aldığı Göç 34,387 Verdiği Göç 31,787. Net Göç 2, Net Göç Hızı 2,07.

Düzce nüfusu 342 bin 146. Aldığı Göç 11,253 Verdiği Göç 10,679. Net Göç 574 Net Göç Hızı 1,68.

Bilecik nüfusu 203 bin 849. Aldığı Göç 9,25 Verdiği Göç 8,914. Net Göç 336 Net Göç Hızı 1,65.

Aydın nüfusu 999 bin 163. Aldığı Göç 32,077 Verdiği Göç 31,056. Net Göç 1,021 Net Göç Hızı 1,02.

Balıkesir nüfusu 1 milyon 154 bin 314.Aldığı Göç 37,143 Verdiği Göç 36,638. Net Göç 505 Net Göç Hızı 0,44.

Kırklareli nüfusu 340 bin 199. Aldığı Göç 11,979 Verdiği Göç 11,829. Net Göç 150 Net Göç Hızı 0,44.

Artvin nüfusu 166 bin 394. Aldığı Göç 7,948 Verdiği Göç 7,948. Net Göç 0 Net Göç Hızı 0.

Rize nüfusu 323 bin 012. Aldığı Göç 14,558 Verdiği Göç 14,56. Net Göç -2 Net Göç Hızı -0,01.

Edirne nüfusu 399 bin 316. Aldığı Göç 14,494 Verdiği Göç 14,588. Net Göç -94 Net Göç Hızı -0,24.

Denizli nüfusu 942 bin 278. Aldığı Göç23,454 Verdiği Göç 23,853. Net Göç -399 Net Göç Hızı -0,42.

Konya nüfusu 2 milyon 38 bin 555. Aldığı Göç 52,134 Verdiği Göç 54,533. Net Göç -2,399 Net Göç Hızı -1,18.

Şırnak nüfusu 457 bin 997. Aldığı Göç 13,403 Verdiği Göç 13,957. Net Göç -554 Net Göç Hızı -1,21.

Kastamonu nüfusu 359 bin 759. Aldığı Göç 15,023 Verdiği Göç 15,482. Net Göç -459 Net Göç Hızı -1,28.

Hakkari nüfusu 272 bin 165. Aldığı Göç 8,775 Verdiği Göç 9,133. Net Göç -358 Net Göç Hızı -1,31.

Mersin nüfusu 1 milyon 667 bin 939. Aldığı Göç 51,328 Verdiği Göç 54,63. Net Göç -3,302 Net Göç Hızı -1,98.

Manisa nüfusu 1 milyon 340 bin 74. Aldığı Göç 33,312 Verdiği Göç 36,021. Net Göç -2,709 Net Göç Hızı -2,02.

Tunceli nüfusu 85 bin 62. Aldığı Göç 6,187 Verdiği Göç 6,419. Net Göç -232 Net Göç Hızı -2,72.

Batman nüfusu 524 bin 499. Aldığı Göç 18,429 Verdiği Göç 19,902. Net Göç -1,473 Net Göç Hızı -2,8.

Sinop nüfusu 203 bin 27. Aldığı Göç 10,038 Verdiği Göç 10,618. Net Göç -580 Net Göç Hızı -2,85.

Şanlıurfa nüfusu 1 milyon 716 bin 254. Aldığı Göç 35,888 Verdiği Göç 41,57. Net Göç -5,682 Net Göç Hızı -3,31.

Burdur nüfusu 250 bin 527. Aldığı Göç 8,873Verdiği Göç 9,712. Net Göç -839 Net Göç Hızı -3,34.

Karabük nüfusu 219 bin 728. Aldığı Göç 8,239 Verdiği Göç 9,066. Net Göç -827 Net Göç Hızı -3,76.

Uşaknüfusu 339 bin 731. Aldığı Göç 8,653 Verdiği Göç 10,138. Net Göç -1,485 Net Göç Hızı -4,36.

Hatay nüfusu 1 milyon 474 bin 223. Aldığı Göç 29,509 Verdiği Göç 37,164. Net Göç -7,655 Net Göç Hızı -5,18.

Giresun nüfusu 419 bin 498. Aldığı Göç 17,058 Verdiği Göç 19,346. Net Göç -2,288 Net Göç Hızı -5,44.

Kütahya nüfusu 564 bin 264. Aldığı Göç 17,547 Verdiği Göç 20,655. Net Göç -3,108 Net Göç Hızı -5,49.

Adana nüfusu 2 milyon 108 bin 805. Aldığı Göç 50,523 Verdiği Göb,26.

Kayseri nüfusu 1 milyon 255 bin 349. Aldığç 62,402. Net Göç -11,879 Net Göç Hızı -5,62.

Bartınnüfusu 187 bin 291. Aldığı Göç 6,56 Verdiği Göç 7,619. Net Göç -1,059 Net Göç Hızı -5,64.

Osmaniye nüfusu 485 bin 357. Aldığı Göç 15,675 Verdiği Göç 18,42. Net Göç -2,745 Net Göç Hızı -5,64.

Bingöl nüfusu 262 bin 263. Aldığı Göç 9,292 Verdiği Göç 10,782. Net Göç -1,49 Net Göç Hızı -5,67.

Elazığ nüfusu 558 bin 556. Aldığı Göç 16,862 Verdiği Göç 20,054. Net Göç -3,192 Net Göç Hızı -5,7.

Aksaray nüfusu 378 bin 823. Aldığı Göç 10,778 Verdiği Göç 13,142. Net Göç -2,364 Net Göç Hızı -6,22.

Diyarbakır nüfusu 1 milyon 570 bin 943. Aldığı Göç 36,622 Verdiği Göç 46,834. Net Göç -10,212 Net Göç Hızı -6,48.

Samsun nüfusu 1 milyon 251 bin 729. Aldığı Göç 35,103 Verdiği Göç 43,408. Net Göç -8,305 Net Göç Hızı -6,61.

Isparta nüfusu 411 bin 245. Aldığı Göç 15,325 Verdiği Göç 18,269. Net Göç -2,944 Net Göç Hızı -7,13.

Bayburt nüfusu 76 bin 724. Aldığı Göç 3,997 Verdiği Göç 4,57. Net Göç -573 Net Göç Hızı -7,44.

Erzurum nüfusu 780 bin 847. Aldığı Göç 27,719 Verdiği Göç 33,599. Net Göç -5,88 Net Göç Hızı -7,5.

Karaman nüfusu 234 bin 5. Aldığı Göç 7,593Verdiği Göç 9,365. Net Göç -1,772 Net Göç Hızı -7,54.

Mardin nüfusu 764 bin 033. Aldığı Göç 25,447 Verdiği Göç 31,302. Net Göç -5,855 Net Göç Hızı -7,63.

Nevşehir nüfusu 283 bin 247. Aldığı Göç 8,995 Verdiği Göç 11,374. Net Göç -2,379 Net Göç Hızı -8,36.

Amasya nüfusu 323 bin 079. Aldığı Göç 11,424 Verdiği Göç 14,142. Net Göç -2,718 Net Göç Hızı -8,38.

Kahramanmaraş nüfusu 1 milyon 54 bin 210. Aldığı Göç 21,716 Verdiği Göç 31,005. Net Göç -9,289 Net Göç Hızı -8,77.

Iğdır nüfusu 188 bin 857. Aldığı Göç 6,915 Verdiği Göç 8,579. Net Göç -1,664Net Göç Hızı -8,77.

Afyonkarahisar nüfusu 698 bin 626. Aldığı Göç 17,219 Verdiği Göç 24,063. Net Göç -6,844 Net Göç Hızı -9,75.

Kırşehir nüfusu 221 bin 015. Aldığı Göç 9,598 Verdiği Göç 11,87. Net Göç -2,272 Net Göç Hızı -10,23.

Tokat nüfusu 608 bin 299. Aldığı Göç 29,576 Verdiği Göç 36,342. Net Göç -6,766 Net Göç Hızı -11,06.

Sivas nüfusu 627 bin 056. Aldığı Göç 22,884 Verdiği Göç 30,131. Net Göç -7,247 Net Göç Hızı -11,49.

Erzincan nüfusu 215 bin 277. Aldığı Göç 11,523 Verdiği Göç 14,218. Net Göç -2,695Net Göç Hızı -12,44.

Siirt 2011 Nüfusu 310 bin 468. Aldığı Göç 10,274 Verdiği Göç 14,228. Net Göç -3,954Net Göç Hızı -12,66.

Zonguldak nüfusu 612 bin 406. Aldığı Göç 15,822 Verdiği Göç 23,658. Net Göç -7,836Net Göç Hızı -12,71.

Çorum nüfusu 534 bin 578. Aldığı Göç 15,174 Verdiği Göç 22,441. Net Göç -7,267 Net Göç Hızı -13,5.

Kilis nüfusu 124 bin 452. Aldığı Göç 4,692 Verdiği Göç 6,42. Net Göç -1,728 Net Göç Hızı -13,79.

Muş nüfusu 414 bin 706. Aldığı Göç 12,895 Verdiği göç,26.

Kayseri nüfusu 1 milyon 255 bin 349. Aldıği Göç 18,663. Net Göç -5,768 Net Göç Hızı -13,81.

Ordu nüfusu 714 bin 039. Aldığı Göç 23,963 Verdiği Göç 34,472. Net Göç -10,509 Net Göç Hızı -14,6.

Bitlis nüfusu 336 bin 624. Aldığı Göç 11,419 Verdiği Göç 16,61. Net Göç -5,191 Net Göç Hızı -15,3.

Niğde 337 bin 553. Aldığı Göç 11,769Verdiği Göç 17,023. Net Göç -5,254 Net Göç Hızı -15,44.

Ardahan nüfusu 107 bin 455. Aldığı Göç 4,908 Verdiği Göç 6,673. Net Göç -1,765 Net Göç Hızı -16,29.

Adıyaman nüfusu 593 bin 931. Aldığı Göç 13,873 Verdiği Göç 23,939. Net Göç -10,066 Net Göç Hızı -16,81.

Ağrı nüfusu 555 bin 479. Aldığı Göç 15,508 Verdiği Göç 25,182. Net Göç -9,674 Net Göç Hızı -17,27.

Trabzon nüfusu 757 bin 353. Aldığı Göç 24,858 Verdiği Göç 38,446. Net Göç -13,588 Net Göç Hızı -17,78.

Kars nüfusu 305 bin 755. Aldığı Göç 10,654 Verdiği Göç 16,376. Net Göç -5,722 Net Göç Hızı -18,54.

Kırıkkale nüfusu 274 bin 992. Aldığı Göç 12,19 Verdiği Göç 17,482. Net Göç -5,292 Net Göç Hızı -19,06.

Çankırı nüfusu 177 bin 211. Aldığı Göç 10,582 Verdiği Göç 14,322. Net Göç -3,74 Net Göç Hızı -20,88.

Yozgat nüfusu 465 bin 696. Aldığı Göç 15,251 Verdiği Göç 26,921. Net Göç -11,67 Net Göç Hızı -24,75.

Van nüfusu 1 milyon 22 bin 532. Aldığı Göç 23,415 Verdiği Göç 72,273. Net Göç -48,858 Net Göç Hızı -46,67.
dipnot

Türkiye'de kadınlar, erkeklerden 1,3 milyon daha fazla
31 Temmuz 2015



Türkiye’de 38.6 milyon erkek, 39.9 milyon kadın var

Birleşmiş Milletler’in yayınladığı Dünya Nüfus Beklentisi raporunun 2015 güncellemesinde, Türkiye’deki kadınların sayısının erkeklere göre 1.3 milyon daha fazla olduğu belirtildi.

Buna göre Türkiye’de 38.6 milyon erkek, 39.9 milyon kadın var. Raporda 7,3 milyar olarak gösterilen dünya nüfusunda ise durum Türkiye’dekinden farklı. Dünya geneline bakıldığında erkek sayısısı kadın sayısına göre 65 milyon fazla.

Öte yandan dünya nüfusunun 2030’da 8,5 milyar, 2050’de 9,7 milyar, 2100’de ise 11,2 milyara ulaşması bekleniyor. Hürriyet'te yer alan habere göre 78.6 milyon olan Türkiye nüfusu da 2030’da 87.7 milyon’a, 2050’de 95.8 milyona yükselecek. Ancak daha sonraki yıllarda bu yükseliş duracak ve hatta gerileyecek. 2100 yılında Türkiye’nin nüfusunun 87.9 milyona ineceği tahmin ediliyor.
T24
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ağu 01, 2015 9:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Mar 28, 2012 10:38 pm    Mesaj konusu: ‘Cumhuriyet Sünniliği’ yerine ‘serbest piyasa Müslümanlığı’ Alıntıyla Cevap Gönder

‘Cumhuriyet Sünniliği’ yerine ‘serbest piyasa Müslümanlığı’
27 Mart 2012

Doç. Yıldırım: Cumhuriyetle birlikte dini çoğulculuk yok edildi ve devlet dini eğitim konusunu tekeline aldı. Ortaya çıkan Cumhuriyet Sünniliğidir

DİN EĞİTİMİ UZMANI DOÇ. DR. ERGÜN YILDIRIM 4+4+4 SİSTEMİNİ DEĞERLENDİRDİ
Fadime Özkan

12 yıllık zorunlu eğitimi 4+4+4 formülü ile kademelendiren ve öğrencilere seçenekler dizgesi sunan eğitim reformu bu hafta siyasetin ağırlıklı gündem maddesini oluşturacak. Reformun kıyamet kopartan ana fikri ise dileyen ailelere çocuklarının din eğitimi alması imkanını sunuyor olması.

Cumhuriyetin din eğitimi konusuna başından beri nasıl yaklaştığını, ideolojik yüklemelerle ortaya nasıl bir “din eğitimi anlayışı” çıkardığını Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ergün Yıldırım ile konuştuk. Doktorasını din eğitimi üzerine yapan sosyologun Türkiye'nin Modernleşmesi ve İslâm, İktidar Mücadelesi ve Din, Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi ve Hayali Modernlik dışında da yayınlanmış çok sayıda eseri bulunuyor.

Kuruluşundan bu yana devlet, özelikle Cumhuriyet ideolojisini yerleştirmek bakımından din eğitimi konusuna nasıl yaklaştı?

Osmanlı son yıllarından itibaren Harbiye, Tıbbiye gibi okullar açılınca buralarda Ulum-i Diniye dersleri verilmeye başlandı. Bu okullar bütünüyle pozitif bilim dersleri veriyordu ve dolayısıyla medreselerden farklı, modern kurumlardı. Dönemin yöneticileri, aydınları din eğitimi derslerinin eksikliğini gördüler ve Ulum-i Diniye derslerini koydular. Mesela Ahmet Hamdi Aksekili’nin kitapları ilk din eğitimi kitaplarıdır. Ve Bahriye’de ilk din eğitimi dersleri verenlerden biridir Aksekili. Sonraki dönemlerinde Cumhuriyet ideolojisine uygun olarak Osmanlı’ya ait geleneksel kurumlar, medreseler kaldırılıyor ve seküler temelli okullar kuruluyor ve modern din anlayışına uygun eğitimi ondan sonra hep bunlar veriyor.

“Cumhuriyetin modern din anlayışı” dediğimiz şey tam olarak nedir?

Cumhuriyetin din anlayışı bütünüyle Osmanlı’nın din anlayışını tasfiye etmek üzere kurulu bir anlayış. O nedenle Osmanlıya ait bütün yaklaşımları, pratikleri, sembolleri eleştiriyor ve onları toplumdan uzak tutmak istiyor. O nedenle ulema eleştirisi yapılıyor, klasik medrese eğitiminden çıkmak isteniyor. Bunun yerini yeni, modern dünyayla bütünleşen, milliyetçilik ideolojisini içeren, ulus devlete uygun bir kimlik geliştirmek için yeni bir din anlayışı geliştiriyor.

CUMHURİYET DİNİ ÇOĞULCULUĞU DARALTTI

Bu, dini daraltan bir şey değil mi aynı zamanda?

Din eğitiminin çoğulculuğuna son veriliyor tabi. Geleneksel din anlayışının çoğulculuğundan kasıt medreseler, tekkeler, dergahlar ve o vakte kadar farklı dini eğitim halkaları var. Cumhuriyet döneminin yeni din anlayışının konseptinde bunlara yer verilmiyor ve dolayısıyla din eğitimi bu çoğulcu boyutlarını kaybediyor. “Din sadece mekteplerde öğretilir” önermesi çok önemli bir önermedir. Bu önermeyi ilk olarak Atatürk ifade eder. Ve yeni dönemin din eğitim politikasının ana önermesidir bu ve bütün bir Cumhuriyet Döneminde değişmeyen bir önerme olarak devam eder.

Sonraki dönemlerde devreye giren Kur’an kursu uygulamalarını da kapsıyor mu bu önerme?

Mesela 12 Eylül’den sonra Kenan Evren yaptığı konuşmalarda, Kuran kurslarıyla ilgili özellikle Süleymancıları ve diğer sivil dini eğitimleri kastederek bunları eleştirir ve çocukların din eğitimini devletin okullarında alması gerektiğini söyler. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor; Devlet dini eğitimi tekeline almak istiyor. Tekelci bir din eğitimi var. Dolayısıyla bu sosyolojik manada, sivil din eğitiminin budanması, tahammül gösterilmemesi, geliştirilmesinin önünün alınması manasına geliyor.

DİN EĞİTİMİNDE DEVLET TEKELİ VAR

Peki devlet bütün bu çoğulcu din eğitimini tekeline aldıktan sonra o çoğulculuğun ihtiyacını karşılayacak şekilde çoğulcu bir din eğitimi veriyor mu? Yoksa orada da mı tekelci?

Kesinlikle çoğulcu bir din eğitimi vermiyor. 1928’lerde din dersleri kaldırılıyor ve köy okullarıyla lokal düzeyde dershanelerde bir takım din eğitimi çalışmaları olsa da yaygın değil. Din eğitimi 45’lerden sonra 1949’da İlahiyat fakültelerinde ve İmam Hatiplerde din dersleri adıyla tekrar gündeme geliyor ve çok partili sisteme geçişte okutuluyor. Zaman zaman bunlar seçmeli halde okutuluyor.

Ne zaman mecburi hale geliyor?

12 Eylülden sonra fakat din eğitiminin ana felsefesi değişmiyor. Yani türdeş, çoğulculuğa yer vermeyen bir din eğitimi veriliyor. Sivil, toplumsal özellikler taşımayan ve sadece resmi dünya görüşüyle, resmi ideolojiyle bütünleşen din eğitimi veriliyor. Bunun zorunluluğu veya seçmeliliği çok fark etmiyor o yüzden bence. Bizim görmemiz gereken işin önemli boyutu şu, bugün de böyle devam ediyor: Süleymancılık Cemaati başta olmak üzere sivil toplumsal düzeydeki bazı Kuran Kursları’nın zaman zaman tahakkümlerle, dışlamalarla karşılaşıyor olmaları. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığının Kuran Kursları projesi bütünüyle bunu tasfiye etmeye yönelik olarak geliştirilmiş bir alternatiftir. Bu bir defa, bir toplumun kendi sivil arayışlarıyla kendi özgürlükleriyle, seçenekleriyle din eğitimi konusunda bir şeyler yapma arayışlarını, varlıklarını ciddi anlamda baskılayan bir şey. O nedenle hayatımızı hala Cumhuriyet ideolojisinin o bahsettiğimiz seküler dünya temelli din anlayışına uygun din dersi politikalarıyla sürdürdüğümüzü görmemiz lazım.

HERKESİN İHTİYACI KARŞILANMALI

Çoğulcu din eğitimine geçiş her koşulda şart diyorsunuz sanırım?

Tabi. Bugün Türkiye’nin özgürlüklerini, çok kültürlülüğünü, demokratikleşmeyi konuşuyoruz, etnisite farklarını, Alevileri, gayri Müslimleri… Bunlar önemli gelişmeler ama bu toplumun büyük bir kısmı, diyelim ki yüzde 80’i de Sünni Müslümanlardan oluşturuyor. Ve bu Sünni Müslümanların büyük kısmı da -2006’da TESEV’in yaptığı çalışmada da ortaya çıkmıştı- din eğitimi almak istiyorlar. İnsanlara bu din eğitimini nasıl sağlayabiliriz, bunun cevabını vermek önemli. Diğer yandan ateistler din eğitimi almak istemiyor, gayri Müslimler ve Hıristiyanlar kendi dinleriyle ilgili eğitim almak istiyorlar, Aleviler Alevilik boyutlarını içeren bir din eğitimi almak istiyorlar. Bütün bunları görmemiz fakat büyük kitlenin taleplerini de mas etmememiz gerekiyor.

ALEVİLİK GİBİ KADİRİLİK DE YOK SAYILMIŞ

Bugüne dek olan şuydu: Devlet “Ben her hangi bir dinin eğitimini vermiyorum, genel çerçevede tüm çocuklara din ve ahlak bilgisi öğretiyorum” diyordu. Gelen itirazlar ise o din ve ahlak bilgisinin yine Sünni İslam ağırlıklı olarak verildiği, diğerlerinin dışlandığı yönündeydi…

O itiraz da problemli çünkü bütün din ve ahlak bilgisi derslerinin metinlerini incelediğimizde gördüğümüz şey; Cumhuriyet projesinde mezhepler üstünde bir dil, bir metin geliştirilmiş olduğu. İslam’ın bu çerçevede algılanması istendiği, türdeş bir din anlayışı oturtulmak istendiği içindir ki tasavvuf çizgiler üstü, mezhepler üstü bir format üretilmiş. Dolayısıyla onun içinde Aleviliğin farklılıkları ve özgünlükleri olmadığı gibi Mevleviliğin de farklılıkları ve özgünlükleri de, Kadiriliğin de özgünlükleri ve farklılıkları yok. O nedenle burada bir yanlış algılama var.

YÜZDE 82’NİN İSTEĞİNE KAYITSIZ KALINAMAZ

Devletin bir kamu hizmeti olarak din eğitimi vermesi yönündeki talep de büyük bir talep. Bugünkü yeni çoğulcu toplum yapısında din dersleri nasıl yapılandırılmalı sizce?

Bu önemli bir soru. İnsanların din eğitimi taleplerini iki kategoride tanımlamak mümkün. 1) Toplumun yüzde 82’si mecburi din eğitimini istiyor ve toplumdaki kültürel anlamda dinsel farklılıkları kapsayan ama Sünni çoğunluğa da hitap eden, onların gerçek anlamda dinlerini öğrenmesine yardımcı olan din eğitiminin çocuklarına verilmesini istiyor. 2) Toplumun diğer bir kısmı da İmam Hatipler örneğinde olduğu gibi çocuklarının hem daha yoğun bir din eğitimi almasını hem de modern bir eğitim görmelerini istiyor. Bunlar seçenekler. Talep de toplumda varsa biz bu seçenekleri topluma sunmakla sorumluyuz. Devlet, empoze eden değil toplumsal talebi algılayarak ona göre sistem üreten bir irade olmalıdır. Türkiye’nin de buna alışması gerekiyor.

İMAM HATİPLER BİR İHTİYAÇ

İmam Hatipler varlığını korumalı mı?

İmam Hatiplerle ilgili CHP’nin enteresan korkuları var. Bu, korkular tezinden kurtulmamız gerekiyor. Bir defa şunu görmek gerekiyor, İmam Hatipten çıkan biri olarak söylüyorum, İHL’lerin okul, yurt binalarının çoğu halk tarafından yapılmıştır. Halkın bu tarz dini eğitim konusunda ciddi bir talebi var. İmam Hatipler, devletin bunu tamamlamıştır, milletle devlet arasında, cumhuriyet döneminin uzlaşmasını temsil eden en iyi en faydalı örneklerden birisidir İmam Hatipler. Burada sorunlar çıkıyorsa 28 Şubatta yapıldığı gibi yok etme yerine sorunları çözmek gerekiyor. İmam Hatiplerle ilgili yeni eğitim politikasının önerdiği şeyler doğru şeylerdir. Daha erken yaşlarda din eğitimini alarak diğer konularda da daha iyi yetişme imkanını sağlıyor. O nedenle İmam Hatiplere bakıp da irtica geliyor korkusuyla bunu engellemeye çalışmak büyük bir cehaleti gösteriyor açıkçası.

DEĞER EĞİTİMİNİ ATEİSTLER DE İSTER

Din dersi yerine “değerler eğitimi”nden de bahsediliyor?

Bu kesinlikle doğru değil. Bir defa Türkiye’de Sünni çoğunluk diğer çoğunlukları da ürkütmeden çocuklarına din eğitimini vermek üzere hile-i şer’iye’ye başvuracaksa bu yanlış olur. Şirin gözükmek, hile-i şer’iye’ye başvurmak gibi dönemleri geçtik biz, özgürce hedeflerimizi ortaya koyup beraber mutlu bir toplum kurmak zorundayız. O nedenle ahlak dersi dediğimizde bunun Platon’dan Kant’a, Sokrates’e ve kültürümüzde birikimimizde teorileri olan Mevlana’ya, Yunus Emre’ye, Hacı Bektaşi Veli’ye ve bizde de Kınalızade’ye kadar saygınlık, vicdan, yardımseverlik, hayırseverlik gibi normları birleştirerek bir ahlak dersi geliştirilebilir ve bu ahlak dersi herkese verilebilir.

Zorunlu olarak mı verilmeli peki bu ahlak dersi?

Evet, bence böyle bir metin üretildiğinde Türkiye’de ateistler bile kültürel ve sosyolojik olarak onlar da buna saygı duyarlar, Müslüman itikat olarak katılmasalar da. Hiçbir ateist Yunus Emre’nin, Hacı Bektaşi Veli’nin, Kant’ın vicdanla, saygınlıkla ile ilgili metinlerinin ortak dünyasında yer almaktan rahatsızlık duymaz. Fakat Türkiye bu konuda çok ikircikli. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarının sadece tecrübeden bahsettiği, dine karşı net ve eşit bir tavır içinde olduğu imgesini yansıtılıyor ama içerik öyle değil. İçerik bütünüyle İslam’ın hatta Sünni İslam’ın akidelerini, temel dünya görüşünü anlatıyor. Dolayısıyla Alevilerin ve diğer kesimlerin bundan rahatsızlık duyması çok doğal... Bu nedenle bunu yeniden gözden geçirmemiz ikircikli davranmadan herkese açıkça değen, herkesin algılayacağı, memnun olacağı bir yapılandırmaya gitmemiz şart diye düşünüyorum.

4+4+4’İN SEÇENEKLER SUNMASI DOĞRU

Malum, Türkiye 4+4+4 yasa teklifiyle eğitimde ciddi bir reform hazırlığında. Bu yeni sistemi nasıl buluyorsunuz, din eğitimi konusunda bu çeşitliliğin, çoğulculuğun sunulduğunu düşünüyor musunuz?

Sayın Bakan’ın konuşmalarını, tartışmalarını başında beri dikkatle izliyorum. Bütün bunlara baktığımda kesintisiz eğitimin kaldırılmasını, insanlara farklı seçenekler, meslek liselerine farklı tercih imkanları sunulmasını doğru buluyorum. Öte yandan anlamakta zorlandığım bazı ifadeler var. Örneğin açık öğretimi tercih edecek kişilerin Bakanlar Kurulu’ndan geçirilerek onaylanması gibi. Burada devletin topluma ayrıntılı biçimde müdahale etmesi imgesi saklı hala ki bu doğru bir şey değil. Devlet denetleme yetkisine sahiptir ama kendi toplumuna farklı eğitim seçeneklerini kullanmaları için de yardımcı olmak zorundadır. Bugün Amerika’da 2000 yılından bu yana ‘home schooling’ler var ve bu okullara sadece California’da yüzde 10’dan fazla insan katılıyor. Biz de eğitim politikasının yeniden yapılandığı bu süreçte resmi ideolojinin, ulus devlet kalıplarından çıkıp nasıl ki Kürtçe eğitim seçeneği sağlıyorsak, din eğitimi konusunda da daha çoğulcu, daha özgürlükçü, Sünnilerin de, Alevilerin de kendilerini görebileceği bir din eğitimi geliştirmemiz gerekiyor. Meslek lisesi, açık öğretim gibi okulların da çoğullaşması, devletin buralarda daha çok önerici ve denetleyici olması, tercihi ailelere öğrencilere bırakması daha demokratik bir tutumdur diye düşünüyorum.

DEVLET SEÇENEK SUNSUN VE DENETLESİN

Devletin din eğitiminden elini eteğini tamamen çekmesi, toplumun kendi kendine örgütlenmesi gerektiğini değil devletin din eğitimini bir kamu hizmeti olarak sunması gerektiğini söylüyorsunuz değil mi?

Evet. Ama denetimin olması gerekiyor elbette. Çünkü o gelenek yıkıldı ve toplum şimdi bunu kendisi yapabilecek, cevabını verebilecek konumda değil. O nedenle devletin bir takım seçenekler sunması, toplumun onlardan birini seçebilme imkanına sahip olması, devletin de denetim rolünü sürdürmesi daha doğru bir tutum olur.

DEVLET DİNİ ALANDAN YAVAŞÇA ÇEKİLMELİ

Çünkü benzer bir tez Diyanet için de var: Laik devlette Diyanet gibi dini belirleyen ve din hizmeti üreten bir devlet kurumunun varlığını en azından ilkesel düzeyde yanlış bulan ve Diyanet’in lağvedilmesini önerenler de var ama bunun karşılığında bu kadar örgütlü bir yapının birden bire geri çekilmesiyle yerini büyük bir kaos alır, deniyor. Almanya’da Müslümanların birbirlerinin camilerine bile gitmediği örneği veriliyor…

Bu tez Türkiye’yi anti demokratik bir şekilde yönetmek isteyenlerin ileri sürdüğü bir tezdir. Biz Kürtlerin kimliğini tanırsak, Alevilerin varlığını tanırsak bölücülük olur, çatışma olur denilerek güvenlikçi politikalarla toplumu dizayn etmek algısıdır bu. Din üzerinde de bu sürdürülüyor ki yanlış. Çünkü zaten Diyanet olduğu ve her şeye karışmak istediği için bu toplum içindeki dinsel topluluklar kendi çabalarıyla var olma, birbirleriyle medeni bir biçimde dayanışma içinde yeni örgütler kurma geleneğini oluşturamadılar şimdiye kadar ve oluşturamıyorlar. Bu korkuyu öne sürerek Diyanet’in varlığını meşrulaştırmaya devam edersek de bu böyle devam eder. O nedenle Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetlerinin olabildiğince sınırlandırılması sadece camilerin bakımı ve temizliği ile ilgili bir konuma sahip olması lazım.

Ya imamlar?

Camiler bütün Müslümanların ibadet mekânı, en azından Sünni çoğunluk böyle algılıyor. Ama bizim tarihimizde tekkeler ve dergâhlar da var. Bugün artık bunların adına dergâh, tekke demek gerekmiyor vakıflar da denebilir, zaten vakıflarla idare ediliyorlar. Bunlar da kendi varlıklarını yavaş yavaş genişletme, dini eğitim verme, dinle ilgili hayırseverlik çalışmalarında bulunma konusunda ki birikimlerini medeni bir biçimde, gizli ajandalardan uzak durarak, toplum içinde ortaya koymalı, tecrübe etmeli, ifade etmeli ve geliştirmelidir. Üniversite, araştırma merkezleri, hastaneler açmak Diyanetin işi değildir. Bu toplumun bir hayırseverlik geleneği var, toplum bunu kendisi yapmalı. Bırakıldığında da yapıyor da zaten, insanlar ta dünyanın öbür ucuna gidip kuyular açıyorlar, Kuran kursları kuruyorlar. Bu yeteneği gösteren yapılar bunu neden bu toplum için de yapmasın? Ama devlet elbette bunun denetimini yapar. Kanuna, genel anayasa hükümlerine ters olan durumlarda gerekli önlemleri alır. Ama sopayı gösterip de kötülüğe razı etme tutumu çok yanlış.

SERBEST PİYASA MÜSLÜMANLIĞI EN İYİSİ

Devlet başından itibaren hem din eğitimini tekeline aldı hem de çoğulcu dini anlayışı tek kalıba döktü dedik. Üzerinden yüzyıla yaklaşan bir zaman geçti. Bugün Türkiye sosyolojisi bize ne diyor; devlet bu alanda yapmak istediğini başardı mı?

Kısmi olarak başardı, bir biçimde bugünkü insanların çoğunun kafasında ki Müslümanlık Türkçülükle bütünleşen bir Müslümanlıktır. Bu ülkenin çoğunun kafasında ki Müslümanlık Diyanet’in önerdiği tek tipçi Müslümanlıktır. Bu bir başarıdır ama öte yandan bu toplumda cemaatler, tarikatlar, vakıflar da varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar ve bu da cumhuriyetin başarısızlığını gösteriyor. Dolayısıyla bu iki farklı durum, gruplaşma çatışmayı da belirliyor. Bu gruplaşmalardan çatışmalardan kurtulmamız için devletin bu müdahaleci pozisyonu azaltıp, giderek yok ederek sadece denetleyici pozisyonunu sürdürmesi gerekiyor. O zaman toplumda Müslümanlık, Müslüman toplulukları kutuplaşmadan, çatışmadan beraber yaşama, beraber bilgi üretme, beraber eğitim faaliyetlerinde bulunma alışkanlıklarını kazanırlar, sürdürürler. Dünyada da bu böyledir. Amerika’da yüzlerce dini sivil dinsel topluluklar var, hastaneler, üniversiteler açan, faaliyetlerde bulunan. Çünkü insanlar devlet görevlisi olmadan da dinsel vicdan benimseyip hayırseverlikte bulunma motivasyonunu yükseltirler. O nedenle ‘serbest piyasa Müslümanlığı’ daha doğru bir Müslümanlıktır. Bu bizim geleneğimizle de çok uyuşan bir Müslümanlıktır. Devlet çok yukarıdadır ve insanlarımızın zihninde de sadece imgesel olarak etkilidir; halife ortak iyidir, Hz. Ömer’in adaletidir. Ama modern dönemde devlet bütün bir yaşam alanımıza müdahale edip belirleyici olmak isteyince toplum üretim dinamizmini ortaya koyamıyor.

CUMHURİYET SÜNNİLİĞİ TÜRK İSLAMCIDIR

“Cumhuriyet Sünniliği” dediğiniz kavramsallaştırmada kast ettiğiniz şey devletin biçimlendirdiği, Türkçü ve devletçi İslam mıdır?

Kesinlikle öyle çünkü Osmanlı Sünniliğinde bu yok. Osmanlı Sünni Müslümanları daha geniş düşünürler. Bütün farklı etnik Müslümanları, farklı bölgesel Müslümanlıkları, farklı mezhepsel yorumları kabul ederler. Zaman zaman sürtüşmeler olsa da genel olarak birbirlerini daha kardeş algılayarak, beraber yaşamaya alışan, bunu sürdüren bir yapıdadır Osmanlı Sünniliği. Fakat Cumhuriyet dönemindeki Sünnilik resmi ideolojiyle bütünleşen bir Sünniliktir ve türdeş bir Müslümanlığı öngörür. Türdeş olan Müslümanlık pratiği ve olabildiğince ulusal anlayışla bütünleşen bir Müslümanlık anlayışıdır bu.

ÜMMETTEN KOPAN, BURNU BÜYÜK BİR MÜSLÜMANLIK

Ümmetten kopartan bir Müslümanlık anlayışı mıdır Cumhuriyet Sünnilik anlayışı?

Osmanlı coğrafyasını düşünelim. Bütün bir coğrafya tahayyülünde beraber olmayı, farklılıklara saygılı olmayı düşünen bir Müslümanlıktan çıktık sadece Anadolu sınırları içinde tanımlanan ve üstelik Anadolu sınırları içinde de Türk olarak tanımlanan kişilerle daha çok beraber olmayı vurgulayan bir Sünnilik tecrübesi ortaya çıkardı Cumhuriyet Sünniliği. Evet, doğru bir saptama bu bence.

Ve hatta bir tür hiyerarşi de kuruyor galiba Cumhuriyet Sünniliği. Sünni İslam’ı diğer İslam yorumlarına mezheplerine üstün tutuyor, diğerlerini azımsıyor, aşağılıyor sanki…

Böyle dışlayıcı bir şey de var. Geleneksel dönemde ki Sünnilik gayri Müslimlere Batı diyordu ama Batı dediği için onları dışlamıyorlardı, onların da çanları, kiliseleri, manastırları vardı, bunu kabulleniyordu ve İstanbul’un nüfusunun yüzde 48’i gayri Müslimlerden oluşuyordu. Ama Cumhuriyet dönemindeki Sünniliğin zihnindeki gayri Müslim hep haindir, hep Türkiye’yi, Müslümanları satandır. Öyle bir Sünnilik algılaması var Cumhuriyet döneminde. Bu da bizzat Sünniliğin kendi tarihsel tecrübesinden gelen bir şey değil Cumhuriyet ideolojisinin ürettiği Sünnilikten kaynaklanıyor aslında.

Peki. Diyelim ki devlet bugün bu hatanın farkına vardı ve bu belirleyici alandan çekilmeye çalıştı. Ama on yıllardır böyle belletilmiş, din diye buna iman ettirilmiş bir büyük topluluk var karşısında. Devlet bunu yapsa bile bugünkü toplum bunu benimsemeyebilir yani?

Olabilir tabi ama biraz zamana yaymak biraz da devletin ideolojik aygıtlarının böyle bir Sünnilik üretiminden vazgeçmesi lazım. Devletin dini ideolojik aygıtlarının başında Diyanet geliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı genişleme politikasından ve biz olmazsak sivil toplum içindeki dinsel topluluklar birbirini boğazlar söylemlerinden vazgeçmesi gerekiyor. Bu korku söylemi ile oraya müdahale hakkını meşrulaştırıyor.

ALEVİLİK DE SÜNNİLİK GİBİ TEKİLLEŞTİ

Alevilik Sünnilik ayrışmasına ve Aleviliğin yakın dönem seyrine gelmek istiyorum. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının, Cumhuriyetin tek tipçi din politikasında karar kılınmasının ve kendi ideolojisine göre bir tür Sünni İslam’ı üretmesinin, Anadolu İslam’ı denilen Aleviliğin politikleşmesinde, diaspora Alevilerince İslam dışına taşınmasında etkisi ne oldu sizce ya da etkisi oldu mu? ?

Kesinlikle oldu. Sünnilik nasıl tekil bir Müslümanlık olarak üretiliyorsa, Alevilikte de benzer bir çoğulculuğun yok olması süreci yaşandı. Özellikle Avrupa’da yetişen, Marksizm geleneğiyle tanışan ve Marksizm’in hegomonyasını kaybetmesinin ardından ideolojik boşluk içine düşen Alevi aydınlar bu defa Aleviliği aynı modernist tekil bakış açısıyla üretmeye başladılar. Alevilik çoğulcu bir dünyaya sahipti, içinde Kızılbaşlık var, Rafizilik var, Caferilik var, Bektaşilik var. Bütün bu farklılıkları bir kenara koyup tekil ideoloji üzerine Alevilik diye bir şeyi hem keşfediyor hem yeniden üretiyorlar. Ve bunu üretirken bazıları da Marksizm’den aldığı materyalist anlayışla Aleviliği olabildiğince materyalist bir paradigmayla temellendirmenin çabasına giriyor. Ayrıca tarih içinde Alevilerin Sünnilerle ilişkisini Marksizm’in çatışmacı teorisi üzerinden okuyarak hep Alevilerin Sünnilerle olan çatışmalarını anlatıyorlar.

Halbuki öyle değil midir?

Alevilerle Sünnilerle tarih içinde sadece çatışarak var olmadılar. Aynı zamanda komşu da oldular, aynı tarlada da çalıştılar. Beraber savaştıkları durumlar da oldu ama aynı köyde yan yana da yaşadılar. Benim babamların kuşağı öyleydi. Bizim köyde hala Aleviler ve Sünniler yan yana yaşarlar. Ama bu Alevi entelektüelliği dediğim gibi, Marksizm’in çatışma teorisinden hareketle bütün bir tarihi Alevilerle Sünnilerin çatışma tarihi olarak okuma yanıltısına giriyorlar. Bu gerçekliği mas eden, çarpıtan ideolojik bir şeydir, dolayısıyla çok da hayırlı bir şey değildir. Ama bütün bir Alevi aydınlarını da böyle yorumlamak doğru değil. Hakikaten Aleviliğin reddedilen, üstü örtülen özelliklerini keşfeden, onu öğrenen ve bu çerçevede yeniden barış içinde beraber olmak isteyen kişisel kimlik olarak Alevi olarak yaşamak isteyen insanlar da elbette çoğunlukta var.

TÜRKİYE DİNDARLARI SEKÜLERLEŞTİ

Dünya değerler araştırmasının geçen seneki sonuçlarına göre Türkiye’de kendini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 81. Türkiye’de yapılan bazı kamuoyu araştırmaları da zaten Türk halkının giderek “dindarlaştığını” bulguluyor. Nasıl yorumluyorsunuz?

Dünya Değerler Araştırmasını Amerikalı bir sosyologun koordinatörlüğünde yapıldı. Türkiye’de de Sabancı Üniversitesi’nde yapılıyor. Dolayısıyla bunlar Batıda ki toplumsal kurgulardan, durumlardan kalkarak bakıyorlar Türkiye’ye ve orayı merkez aldıkları, buraya oradan baktıkları için de Türkiye çok dindar gözüküyor. Ben iki gün önce Kahire’deydim, buraya Kahire’den baktığımda Türkiye çok çok seküler bir ülke gibi geldi bana, nereye gidiyoruz diye sormaya başladım hatta kendime. Dolayısıyla bunlar çok göreceli bakış açıları. Türkiye bence gittikçe hatta dindarlaşmıyor ama dindarların sekülerleşme trendi içinde olduklarını söylemek mümkün.

ÖTE DÜNYAYA DEĞİL BURAYA YATIRIM YAPILIYOR

Türkiye’deki dindarlar nasıl sekülerleşiyorlar?

Dünyayla ilgili çok daha fazla yatırıma yöneliyorlar, geleceklerini düşünüyorlar, çocuk yatırımı, ev yatırımı, arsa yatırımı, kışlık yatırımı vesaire yapıyorlar. Bu, ahiret merkezli bir dünya görüşü değil dolayısıyla bu bir sekülerleşmedir. O araştırmalarda “kendinizi dindar hissediyorsunuz” diye ya da oruç tutuyor musunuz diye sorulunca sonuç böyle çıkıyor. Türkiye toplumunun yüzde 80’i oruç tutar ve kendisinin Müslüman olmadığının söylenmesini sevmez, istemez, dolayısıyla o parametreler tek başına yeterli değil diye düşünüyorum.

Siz hangi parametrelere göre bakıp tanımlıyorsunuz bugünkü toplumu?

Türkiye toplumu kendi varlık dünyasını kurgularken Paris’i New York’u Londra’yı merkeze alarak kurgulamıyor artık. Kendisi artık bir şeyler yapabilir ve yapıyor da. Dolayısıyla gelenekle de dinle de çatışmak gerekmiyor. Sinemaya, konsere de giderim, başım açık da gezerim ama Cumaya da giderim, namazımı da kılarım diyen yeni bir toplumsal dünyamız var artık. Ne tam geleneksel standartlara uyuyor ne de tam Avrupai modernlik standartlarına. Bu Türkiye’ye özgü bir modernlik durumu bence, yeni bir din modernlik ilişkisi bu.

AK PARTİ VE CEMAAT

Kitap çalışmalarınızdan birinin adı AK parti ve Cemaat adını taşıyor. Her ikisi de yeni Türkiye’nin aktörleri. Ve her ikisi aktörü de belirleyen bir dindarlık. Biri bir sivil toplum hareketi, diğeri bir siyasi bir parti. Toplumdaki çoğulcu dindarlığı kapatan kapsayan bir tarafları da olmakla birlikte varlıklarıyla Türkiye’nin bu günkü dindar toplumunu belirleyen tarafları var mıdır?

Muhafazakâr sivil toplumsal alandaki Nakşibendîlik, Nurculuk, Süleymancılık ve bağımsız İslami grupların siyasi alana, bir Türkiye muhayyilesine yöneldiklerinde AK Parti ortaya çıktı bence. Dolayısıyla AK Parti bu muhafazakârlığın toplumsal alandaki arayışlarını siyasi alanda temsil eden bir örgütsel yapıdır. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Milli Talebe Birliği, İlim Yayma Cemiyeti gibi yerlerden geldiklerini görüyoruz. Fethullah Gülen hareketi gibi sivil toplumsal alanda mesela Süleymancılar da çok önemli bir cemaat olarak var. Onların da hem Türkiye’de hem dünyada önemli çalışmaları var. Dolayısıyla bunlar daha çok sivil toplumsal alandaki muhafazakarlığı temsil eden, bu dinamizmi ifade eden yapılar. AK Parti ise bunu politik alanda temsil eden bir örgütsel durum ve liderlik durumunda. Son 10 yılın Türkiye’sini birbirlerini tamamlayarak bunlar belirledi. AK Parti’nin de, bu cemaatlerin de dünyaya açılımına baktığımızda yine birbirini tamamlayan varlıklar olduğunu görüyoruz. Kabul etmek gerekir ki muhafazakarların dışında hiçbir sivil toplum hareketi gidip Somali’de kuyu açmadı. Veya tsunamiye yardım için gidip orada çadır açmadı. Bunlar Türkiye’de ki hayırsever vakıf geleneğinin dinamizmini gösteriyor.

Bu sivil sosyal ve siyasi alanların karmaşasına ilişkin güncel bir tartışma da var, malumunuz.

Burada önemli olan cemaatlerin sivil toplumsal alanda kalarak siyasal bir teşkilata dönüşmemesi önemli. Sivil toplum olarak var olmaları ve topluma faydalı olmaları için siyasal bir partiyle rekabete girerek ona dönüşmemeleri çok önemli ve stratejik bir durum. Kendi varlıklarının devamı için, bu topluma, bu millete, bu bölgeye faydalı olabilmeleri için sivil toplumsal dinamizmleriyle var olmaları gerekir. Siyasal alana girip örgütlenmeye başladıkları zaman siyasal teşkilata dönüşür bambaşka bir şey olurlar ve çatışmalar sorunlar çıkar ortaya.
star

Son iki yılda kürtaj arttı, doğum azaldı
26 Mayıs 2012

Sağlık Bakanlığı verilerine göre kürtaj yaptıran kadınların sayısı son iki yılda 10 bin arttı, doğumlar azaldı. Bu verileri ve Başbakan Erdoğan'ın 'kürtaj karşıtı' sert söylemlerini baz alan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kürtaja karşı önlem alırken Sağlık Bakanlığı da sezaryenin azaltılması konusuna el atacak

Doruk ÇAKAR / ANKARA
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kürtajın önüne geçmek için devreye giriyor. Başbakan Erdoğan'ın önceki gün dile getirdiği 'kürtaj karşıtı' sert söylemlerinin şifreleri aralanıyor. Erdoğan'ın sezaryen ve kürtaj karşıtı konuşmasının ardından gözler Sağlık Bakanlığı'na çevrildi. Bakanlık, son 3,5 yılda yüzde 40'a varan sezaryenle doğum oranını, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) ortalaması olan yüzde 15'e düşürmek amacıyla geçtiğimiz yıl kampanya başlattı.

Uzmanlık dernekleri, üniversiteler ve ilgili STK'larla yürütülen çalışmalar, önümüzdeki ay tamamlanacak kampanyayla anne adayları ve sağlıkçılar bilinçlendirilecek. Öte yandan doktorların performans puanlamalarında da değişikliğe gitmeye hazırlanan Bakanlığın gündeminde, normal doğumlara, sezaryenlerden daha fazla puan verilmesi de var.

BAKANLIK VERİLERİ

Başbakan Erdoğan'ın 'kürtaj karşıtı' söylemine son yıllarda artan kürtajın neden olduğu belirtildi.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, MHP'li Ruhsar Demirel'in kürtaj konusundaki sorusunu yanıtlarken, Bakanlık verilerine göre 2009'da 60.140 olan kürtaj sayısının, 2011'de 69.364'e yükseldiğini kaydetti. Öte yandan 1 milyon 254 bin 946 olan doğum sayısının 1 milyon 238 bin 970'e ve binde 14,7 olan kaba doğum hızının binde 14'e gerilediğini ifade etmişti.
Sezaryenle yapılan doğumların azaltılması için Sağlık Bakanlığı'nın çabaları sürerken, kürtaj konusunda da top Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nda. Bakanlık, ailenin ve çocuğun korunmasına ilişkin projeler kapsamında aile planlamasına yoğunlaşacak. Bakanlığın, 1983'ten beri uygulanan ve gebeliğin 10. haftasına kadar isteğe bağlı kürtaja izin veren mevzuatta değişikliğe gitmesi beklenmiyor.

GEREKSİZ SEZARYENE YAPTIRIM

SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, bir toplantı için bulunduğu Balıkesir'de ''Gereksiz yere sezaryen oranlarını çok yükseltmiş olan özel hastanelerle ilgili yaptırımlarımız olacak. Bunu da önümüzdeki aylardan itibaren bütün Türkiye'de yaşayacağız'' dedi. Başbakan Erdoğan'ın halkı farkındalık oluşturacak bir şekilde uyardığını dile getiren Akdağ, şöyle devam etti: ''Vatandaşlarımızın isterim, sezaryen bir ameliyattır ve yalnızca anne ile bebek sağlığını tehdit eden durumlarda başvurulmalıdır. Tabiri caizse uyarıları da yaptık. Şunu açıkça ifade ediyorum, sezaryen oranı çok yüksek olan uzman hekimleri, doğum eksikliklerini tamamlamak üzere eğitime alacağız. Bunun ilk uygulamasına haziranda başlıyoruz. Sezaryen oranı bir hastanede yüzde 70 ise 'gereksiz sezaryen yapılıyor' demektir. Müsamaha etmeyeceğiz.'
Kaynak: Akşam gazetesi

"Dersim'in Asi Kızı Sara'nın Ölümsüz Anısına"
Sarkis Hatspanian
22.01.2013

1990’lı yılların sonuydu. Paris’te yaşayan Dersimli bir Ermeni dostum Kürt özgürlük hareketi için değerli hizmetleri olan hemşehrisi Sakine Cansız’ın Fransa’ya politik iltica talebinin olumlu yanıtlanması ricasıyla başvurunun yapıldığı devlet kurumu OFPRA’nın üst derecedeki yetkililerinden olan üniversiteden yakın bir arkadaşıma başvurmuş ve onun hem 1915, hem de 1938 soykırım mağduru bir ailenin evladı olmakla beraber, politik tutuklu olarak bulunduğu uzun mahpusane yıllarında çok ağır işkencelere maruz kalmış olduğunu da anlatmıştı.

Değerli SARA’yla (Ben Sakine Cansız’ı bu ismiyle tanıdım) ilk kez Paris’te, Silopi’nin Ermeni Varto aşiretinden sınıf arkadaşıma ait işyerinde, zamanında onun iltica başvurusunun kabul edilmesi için yardımını esirgemeyen Dersimli Ermeni arkadaşım vasıtasıyla tanışmıştım. Onunla neredeyse bütün bir gün Ermeni davası, Doğu ve Batı Ermenistan sorunları, Dağlık Karabağ özgürlük mücadelesi, kendi doğup-büyüdüğü Dersim’in yüzlerce Ermeni köyleriyle hısımlık ilişkileri olduğunu bildiği aşiretlerdeki Ermeni insanlar, yaşamış olduğu Kharbert (Elazığ) ve tutuklu bulunduğu Tigranakert (Diyarbakır) mahpusanesinden yakınen bildiği ortak dostumuz, çocukluk ve okul arkadaşım Liceli Garbis hakkında uzun uzun konuşup durduk.

Kürt özgürlük hareketinin benim de yakınen bildiğim 1980’li yıllarının ilk dönemleriyle ilgili olarak yaptığımız sohbette, kanımca değişik siyasal güç merkezlerinin ‘yönlendirme ve güdümünde’ bulunduğunu belirttiğim üyesi olduğu hareketin savunduğu çizgisiyle, hemfikir ol(a)madığımız politikaları hakkında konuşurken bile, benim pek sert eleştirilerime çok olgunca bir davranış sergileyen duruşuyla, ‘tüm hataları ve sevaplarıyla birlikte’ içinde yoğrulduğu mücadelenin ne denli sadık bir yandaşı olduğunu gözlemleme imkanım olmuştu.

İkinci karşılaşmamız Almanya’da ve bu kez büyük bir tesadüf eseri anamla-babamın ikamet ettiği iltica yurdunda, bizimkilerin hemen kapı komşusu, Diyarbakır zindanındaki işkencehanelerden geçirilmiş eski PKK üyesi bir Kürt bayanın tek odalı dairesinde olmuştu. Gerçek ismi olmadığını işte o gün öğrendiğim SARA adını Ermeni kimliğini hiç yaşayamamış nenesinin hissetmiş olduğuna emin olduğu tarif edilemez acılara duyduğu saygıdan dolayı, onun anısını canlı tutmak için gururla taşıdığı hakkında bilgilendirilmemle Sakine’ye çok derin bir saygı duydum. Rahmetli babamın da katıldığı bu sohbet esnasında ona «ASLINIZA SAHİP ÇIKIN KIZIM, ASLINIZ HAKKINDA OTURUP ARAŞTIRIN, BİLGİLENİN, ÖZÜNÜZÜ, SOYUNUZU ÖĞRENİN VE KİMLİĞİNİZE SAHİP ÇIKIN, BEN MEMLEKETİ ADIM ADIM GEZMİŞ BİRİYİM, KIZILBAŞLARIN BİZİM ÖZBEÖZ KARDEŞLERİMİZ OLDUĞUNU İYİ BİLİRİM... BİZ BİR ELMANIN İKİ YARISI GİBİYİZ» deyişini de, babama “BU TOPRAKLARDA ÖZGÜRLÜK RÜZGARI ESTİĞİNDE, ÖZÜ ERMENİ OLAN İNSANLARIN ARTIK BAŞKA KİMLİKLER ARDINA SAKLANMADAN KENDİ ETNİK AİDİYETLERİNİ KORKMADAN, LAYIKIYLA YAŞAYACAKLARI GÜNLER DE GELECEK, BİZ BUNUN İÇİN DE KAVGA VERECEĞİZ” diyen Sakine’nin ifade ettiği güven verici sözlerindeki samimiyeti de hiç unutmadım.

O’nu Doğu Ermenistan’a davet ederek, SARA nenesinin soydaşlarının yaşadığı devleti ziyaret etmesini can-ı gönülden arzulamış olduğum halde, memlekete değerli Sara yerine, ne acıdır ki onun Paris’te haince katledildiği haberi geldi. Hayatımda pek kısa da olsa tanıma şerefine nail olduğum, belleğim ve yüreğimde derin bir iz bırakan değerli insanlardan birisi olarak hep anacağım unutulmaz SARA Sakine Cansız’ın ölümsüz anısı önünde saygıyla eğiliyor, Dersim’in bu asi kızının omuzladığı acı ve kavga dolu yaşamının ACIYI BAL EYLEYEN herkese örnek olmasını diliyorum.

DERSİM’İN KİRAKOS (BATMAN) ERMENİ KÖYÜNDE DOĞMA-BÜYÜME YİĞİT İNSAN (SARA) SAKİNE CANSIZ’IN ANISI ÖLÜMSÜZDÜR !
www.gelawej.net

En fazla Cemevi hangi şehirde
16.04.2013

BDP Milletvekili Altan Tan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verdiği ‘İbadethanelerin Aydınlatma Giderleri’ ile ilgili soru önergesi bir gerçeği ortaya çıkardı.

Soru önergesine cevaben Başbakan Yardımcılığı tarafından verilen cevapta en fazla cemevi’nin olduğu birinci il 172 cemeviyle Tokat olurken 90 cemevi’yle Çorum ikinci ve 63 cemeviyle Kahramanmaraş üçüncü sırada yer aldı. Öte yandan Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadığı Tunceli’de ise 8 tane Cemevi olması dikkat çekti. ‘4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun geçici 17’nci maddesi çerçevesinde ibadete açılmış ve ücretsiz girilen ibadethanelere(Cami, mescit, kilise, havra, sinagog) ilişkin yalnızca aydınlatma giderleri Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine konulan ödenekten karşılanmaktadır’ maddesine istinaden, soru önergesinde ibadethanelerin dışında olan mekanlar için Başkanlık bütçesinde herhangi bir ödenek bulunmamakta olduğunu söyleyen Altan Tan, bu konuyla ilgili bir soru önergesi vermişti.
http://www2.tbmm.gov.tr/d24/7/7-12567sgc.pdf

BİR GÜNEYDOĞU ANADOLU GERÇEĞİ



Ben Beritanli Asiretine mensup bir gencim... Biz tam bir konar göçer Türkmen yörük asiretiyiz.. .
Her yönümüz yörük kültürüdür... bizlere dedemin de anlattigi gibi yillardirbatili istihbarat örgütlerinin diger türkmen asiretlerine de yaptigi gibikürtlük propagandasi sonucunda insanlarimizin önemli bir kismi kendini Türkten ayri birsey zannetmektedir. .. ayni sey Karakeçili Türkmenlerine de
yapilmistir fakat insanlar tarihini arastirdikça Türklük gerçegi ile
karsilasmistir. .. suan 3 arkadasiz... birimiz Karakeçili birimiz Badilli
yani Begdili Türkmeni bende beritan Türkmeniyim.. .
Karakeçili arkadasim sirf bunun için Kirikkale'ye ve Kütahya'ya gitti ve
oradaki Karakeçililerle her seylerinin ayni oldugunu ve dokuduklari
kilimlerin motiflerinin bile ayni oldugunu gördü...
Söylenenlerin propaganda degil koskoca bir gerçek oldugunu gördü...
Arastirdi ve Kayi boyuna mensup olduklarini ve Osmanlinin kurulusunda var
olduklarini gördü... Ve gözümüzün önünde Türkçeden baska bir dil
konusmayacagina yemin etti... Badilli
arkadasim Türk oldugunun zaten farkindaydi ama arastirmamisti. ..
Arastirdiginda 24 Oguz boyunun oldugu ve onlarinda Begdili boyunun ta
kendisi oldugu gerçegini gördü... Akrabalarinin soyadlarinin Beydili
Beydilli Baydilli Baydil ve Badilli oldugunu
zaten biliyordu... Bir an dogunun üzerinde nasil bir oyun oynandigini
konusmaya basladik... Türk olmamiza ragmen nasil Türkten ayri bir sey
zannettirdiler bize diye düsündük... Ve o gün bizlerde Türkçeden baska bir
dil konusmamaya yemin ettik... Ve haril
haril Türk tarihi okumaya basladik... Kürt sözünün tarihte ilk defa Orta
Asya'da Eleges yazitlarinda geçtigini ögrendik.. Alp Urungu Begleri idi ve
öz be öz Türk idi... sonra düsündük Kürt ne demekti... Ilk defa farkettik
ki konustugumuz Kürtçe dedigimiz dilde Kürt diye bir kelime yoktu... Bunu
neden daha önce düsünmedigimize yandik.. Anlastigimiz dil ise Türkçe . Ben
Zazaca konusuyorum hiç anlamiyolar. .. Onlar Kürtçe konusuyolar ben
anlamiyorum. .. Anlastigimiz dil tabii ki Türkçe... Beritan sözünü
arastirdim tamamen
Türkçe bir kelime... Göçer göçebe anlaminda...
Yörükleri arastirdim. Her seyimiz ayni... Çok yasli dedelerimize danistim,
çok önceleri yalnizca Türkçe konustugumuzu söyledi... Anladik ki bizler öz
be öz Türküz... simdi ise yeminimizde oldugu gibi Türkçeden baska bir dil
konusmuyoruz. ..
Vatanimiza simsiki baglandik milli kimlige simsiki baglandik... Bekliyoruz
ki vatansever gazeteciler üniversite hocalari bu konuyu ele alsinlar... Biz
insanlarimizi uyariyoruz.. . Ve inanin insanlarimiz Türk olduklarini duymak
istiyorlar.. . Koskoca Avsar boyunu Kürt yaptilar... Ama onlar bunu
yemiyorlar artik gençleri arastiriyorlar Avsarlarin Oguz Türkünün genis bir
boyu oldugunu ögreniyorlar. ..
Sizleri gazecilige davet ediyorum... neden gidip Türkan asiretinin
üyeleriyle yaslilari ile röportaj yapmiyorsunuz neden kendine Kürt
denmesinden hoslanmayan zaza dedeleriyle röportaj yapmiyorsunuz...
Neden Karakeçili Türkmenleriyle röportajlar yapmiyorsunuz. .. Neden Kürt
sözünün Türkçe oldugunu ve ilk defa Türk yazitlarinda geçtigini
söylemiyorsunuz. .. Neden Hakkari'ye adini veren Türk asiretinden Saka
Türklerinden Akari asiretiyle konusmuyorsunuz. . Neden Gur Türklerinin
Asireti olan Guran Türklerini üniversite hocalarindan dinlemiyorsunuz. ..
Fatihin hocasi Molla Gurani'nin
asiretinin neden kendini Türk saymadigini arastirmiyorsunuz. .. Neden ayni
asiretin Azerbaycan'daki kolu kendini Türk biliyorda Kürtçe tek kelime
bilmiyorda Türkiye'deki kolu kendini Türkten ayri bir sey saniyor...
Arastirmak bir vatan görevidir.... Haksizlik karsisinda susan dilsiz
seytandir demis Peygamberimiz. ..Bu arastirmalar terörü bitirir... Çünkü
hepsi öz be öz Türk..
Kaynak bir sürü... Korktugunuzu aklima bile getirmek istemiyorum
Inanmiyorum da....
Allah askina arastirmaya degmez mi?....
Devletin dikkatini neden bu noktaya çekmiyorsunuz. ..lütfen.
Ben üzerime düseni yapmaya çalisacagim.. Simdi bu yaziyi karalamak
isteyenler saldiracaklardir ama böyle yürekli çikislarin, ülkemize göz
dikenlere en geçerli gözdagi oldugunu düsünüyorum..
Iste budur..
Ne Mutlu Türküm demenin bir önemli yolu da budur.

SİNCAR..yonetici sencer

Kaynak: https://www.facebook.com/KursadinAskerleri?ref=stream&hc_location=timeline

Genç nüfustan yaşlanan nüfusa: Türkiye'nin demografik geleceği
Doç. Dr. Didem Danış(*)
3 Oca 2015



1990’da Türkiye'de 65 yaş üstü nüfusun oranı yüzde 4'ken, 2013’te yüzde 8’e çıktı. Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında bu oran çok da büyük değildir. Buradaki sorun yaşlanma hızıdır. Batı ülkeleri bu değişimi 30-40 yılda yaşarken, Türkiye’de yarı sürede yaşanmaktadır.

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013 raporu, Türkiye'de kadın başına düşen doğum sayısının 2,26 seviyesinde durağanlaştığını gösteriyor.

Türkiye’nin nüfus yapısı değişiyor. Nüfus bilimcilerin uzun zamandır işaret ettiği bu durum, geçen yıllarda dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sezaryen ve kürtaja karşı sözleri ve her kadının en az üç çocuk doğurması konusundaki ısrarıyla gündeme geldi. Erdoğan’ın açıkça söylemediği, nüfusun yaşlandığı ve devletin hızla sayısı artan yaşlı nüfusun ihtiyaç duyacağı bakım ve sosyal hizmetleri sağlamak konusunda hazırlıklı olmadığıydı.

Son yıllara kadar demografik araştırmalarda işaret edilen gerçeklik basit: Türkiye’nin batısından doğusuna ciddi farklar olsa da, tüm bölgelerde doğurganlık hızla düşüyor. Bu da nüfus artış hızında yavaşlama ve demografik anlamda nüfusun yaşlanması anlamına geliyor.

Türkiye’nin demografi alanında uzmanlaşmış tek akademik kurumu olan Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü her beş yılda bir hazırladıkları Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2013 raporunu geçen ay yayınladı. Bu rapor öncekilerden farklı olarak, doğurganlıktaki düşüşün durduğunu ve toplam doğurganlık hızının (yani kadın başına düşen doğum sayısının) 2,26 seviyesinde durağanlaştığını gösteriyor.

Bu değişimin ne anlama geldiğine değinmeden önce, doğurganlığın sadece bu topraklarda değil tüm dünyada düştüğünü; dünya doğurganlık ortalamasının son elli yılda 5,4’ten 2,1’e indiğini hatırlatalım. Türkiye’de de, TÜİK verilerine göre, 1980’de kadın başına düşen çocuk sayısı 3,4'ken, 2000’de 2,53, 2010’da ise 2,16 oldu. Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerde alarm zillerinin çalmasına neden olan tam da bu hızdı. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan “nüfus patlaması”nın ülkenin kalkınması önündeki en büyük engel olduğuna inanılıyordu. 1960’ların sonundan itibaren dile getirilen nüfus planlaması söylemi 12 Eylül darbesiyle beraber bir devlet politikası olarak benimsendi. 1980’ler boyunca doğurganlık hızındaki sert düşüşün nedenlerinden biri de bu oldu.

Bugün Türkiye demografik geçiş sürecini neredeyse tamamlamış durumda; yani ölüm hızı gibi doğurganlık hızı da ciddi anlamda düşük. Üstelik bölgesel farklar hâlâ devam etse de tüm Türkiye’de doğumlar ciddi şekilde azalıyor. Doğurganlığın en yüksek olduğu Doğu’da 1993’ten 2013’e yirmi yıl içinde kadın başına doğum sayısı 4,4’ten 3,4’e inerken; en düşük olduğu Batı’da 2,03’ten 1,93’e ve Orta’da 2,44’ten 1,89’a düştü. (TNSA 2013 kapsamında Türkiye Doğu, Batı, Güney, Kuzey ve Orta olarak beş bölgeye ayrılıyor.)

Nüfus = Güç

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve diğer kuruluşlar 2050’de Türkiye nüfusunun 93 milyon olacağını öngörüyorlar. Bu tahmin, 1970’li yıllarda arzu edilenin aksine, Türkiye’nin doğal nüfus akışı içinde hiçbir zaman 100 milyon eşiğini geçmeyeceğini gösteriyor.

Tarih boyunca pek çok devlet, topraklarında yaşayan nüfusu yüksek tutma hevesinde oldu, ama bunun sistemli bir politika olarak uygulanması 19. yüzyıl Fransa’sında başladı. Bunda kuşkusuz Fransa’da doğurganlığın diğer Avrupa ülkelerine göre oldukça erken bir tarihte düşmeye başlaması etkiliydi; 1897’de ölümler doğumları geçmeye başlamıştı bile. 1870’de Almanlara karşı alınan askeri yenilgi “demografik zayıflık”la açıklanıyordu. Emile Zola gibi devrin önde gelen yazarları çocuk doğurmanın erdemlerini anlatan kitaplar yazıyordu.

Doğurganlığı destekleyen politikalar geçmişte asker ve vergi veren sayısını artırmak için teşvik edildi. Ancak bugün sanayi sonrası yüksek teknoloji toplumlarında nüfusla ilgili basitçe “ne kadar kalabalık o kadar iyi” denklemini kurmak kolay değil. Bir ülkenin ekonomik büyümesi için nüfus artışının şart olmadığının en iyi örneklerinden biri Almanya. Uzun yıllar doğurganlığın 1,20 seviyelerinde olduğu, teşvik politikalarıyla nihayet 1,40 seviyelerine çıkabilmiş Almanya güçlü ekonomisiyle meselenin sadece nüfusun niceliği değil, niteliği ve yapısı olduğunu gösteriyor. Almanya’dan bahsederken, nüfus açığının önemli ölçüde göçmen kabulüyle telafi edildiğini de eklemek gerekir.

Nüfus yapısı açısından Türkiye’nin de olumlu bir dönemde olduğu söylenebilir. 1999 yılında çeşitli akademisyenlerin TÜSİAD için hazırladığı “Türkiye'nin Fırsat Penceresi - Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri” başlıklı rapor nüfus ve kalkınma açısından dikkat çekiciydi. Yazarlar Türkiye’de nüfus artış hızının 1990’lardan itibaren yavaşlamaya başlaması ve henüz nüfusta ciddi bir yaşlanma olmaması sayesinde, bir fırsat penceresi açıldığını söylüyorlardı. Çalışabilir yaştaki nüfusun (15-64 yaş aralığı) toplam içindeki oranı yüzde 67’ye kadar çıkmış, uzun yıllar genç nüfus şişkinliğinden muzdarip Türkiye’de ekonomik büyüme imkânı doğmuştu.



Bu imkân, 2013’te yüzde 66 çalışabilir nüfus; yüzde 26 oranında 15 yaş altı ve yüzde 8 oranında 65 yaş üstüne sahip Türkiye için hâlâ geçerli. Ancak doğumların azalması ve ortalama yaşam süresinin uzamasıyla hız kazanacak demografik yaşlanma ileride Türkiye’nin geleceğini belirleyecek başat olgu olacak.

Azalan doğumlar ve yaşlanma

Demograflar doğumların azalmasını açıklarken özellikle evlilik yaşının giderek daha ileri yıllara atılması, buna bağlı olarak ilk doğum yaşının ertelenmesi ve tüm yaş gruplarında doğurganlık oranının düşmesini gösteriyorlar. Bunlara ekonomik, sosyal ve kültürel açıklamaları da eklemek gerekir: Maddi zorluklar, birey odaklı modern yaşam biçimleri, kadınların ücretli işgücüne katılmasına rağmen ev içi rol dağılımında erkek hâkimiyetinin devam etmesi, vb.

Doğumlardaki azalma ve ortalama yaşam süresinin uzaması, kaçınılmaz olarak nüfusun yaşlanmasını da doğuruyor. Geçen yıllarda çeşitli çevrelerde Türkiye’de yaşlanma hızının endişe verici düzeye çıktığı konusunda uyarılar yapılıyordu. 1990’da Türkiye'de 65 yaş üstü nüfusun oranı yüzde 4'ken, TNSA 2013’te yüzde 8’e çıktı. Avrupa ülkelerinin çoğunda yüzde 18 olan oranla karşılaştırıldığında Türkiye’deki yaşlı nüfus oranı çok da büyük değildir. Buradaki sorun yaşlanma hızıdır. Batı ülkeleri bu değişimi 30-40 yılda yaşarken, Türkiye’de yarı sürede yaşanmakta; bu da yaşlı bakımından, sosyal hizmetlere pek çok konuda hazırlıksız yakalanılmasına neden olmaktadır.

Nüfusu şekillendirmeye dair farklı politika yöntemleri arasında hangisinin seçileceğine karar vermek için önce nasıl bir nüfus istendiği sorusuna cevap verilmesi gerekiyor. Bunu cevaplayabilmek için de nasıl bir toplum ve nasıl bir gelecek tahayyül ediyoruz soruları önemli.

Son olarak, bir ülkenin nüfusunu artırmak için illa o ülkenin vatandaşlarının doğurganlığını artırmak gerekmediğini, insan kaynağındaki eksiğin göçlerle de sağlanabileceğini hatırlatalım. Toplam sayılarının 1,6 milyondan fazla ve yarıya yakınının 18 yaş altında olduğu söylenen Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki varlığının demografik etkilerini de düşünmek gerekmektedir.

* Doç. Dr. Didem Danış, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi. Doktorasını 2008’de Fransa’da tamamlayan Danış’ın uzmanlık konuları uluslararası göç, şehir sosyolojisi ve demografidir. Bu alanlarda çeşitli makaleleri bulunan Danış ayrıca, İbrahim Soysüren’le beraber Sınır ve Sınırdışı: Türkiye’de Yabancılar, Göç ve Devlete Disiplinlerarası Bakışlar (Notabene, 2014) adlı kitabı derlemiştir.

Kaynak: Al Jazeera

Biz 76.6 sanıyorduk ama nüfusun 81 milyonu geçtiği ortaya çıktı
05 Ocak 2015



ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA)nın Türkiye'yi yakından takip ettiği, bir kez daha doğrulandı.

TÜİK’e göre 76.6 milyon olan Türkiye nüfusunu CIA, 81 milyon olarak açıklamıştı. TÜİK yetkilileri ise CIA’nın yurtdışındaki Türkleri de saymış olabileceğini ifade etmişti...

Bu hafta Meclis İçişleri Komisyonu'nda görüşmelerine başlanacak Güvenlik Paketi'nin alt komisyon görüşmelerinde, güncel rakam ortaya çıktı.

CHP Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş, 18 Aralık günü yapılan alt komisyon toplantısında, güncel Türkiye nüfusunu sordu. Cevabı o sırada komisyonda bulunan Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürü Ahmet Sarıcan verdi.

"81 milyon 129 bin 305 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bizim veri tabanımızda kayıtlı" diyen Sarıcan bu sayının 3 milyon 739 bin 669’unun yurt dışında, kalan 77 milyon 389 bin 636’sının ise yurt içinde ikamet ettiğini açıkladı.

Yani CIA'nın, Türkiye hakkındaki bu önemli güncel bilgiye, milletvekillerinden çok daha önce ulaştığı doğrulanmış oldu.

SURİYELİLER VAR MI?

Toptaş'ın bu sayı içinde Suriyelilerin olup- olmadığına ilişkin sorusuna ise Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürü Ahmet Sarıcan "yok" yanıtı verdi.

KAYIT ALTINA ALINAN SURİYELİ SAYISI 1 MİLYON 442 BİN

İçişleri Bakan Yardımcısı Osman Güneş de 17 Aralık 2014 tarihi itibariyle kayıt altına alınan Suriyeli sayısının 1 milyon 442 bin 400 olduğunu açıkladı. Ancak henüz kaydı yapılmayan 90 bin civarında Suriyeli'nin daha olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Bu durumda Hükümetin tahminine göre Türkiye'de 1 milyon 650 bin civarında sığınmacı bulunuyor. Bu sığınmacıların 225 bin 974’ü, geçici barınma merkezleri denilen 'çadır kent'lerde yaşıyor.

Burcu Oral Evren | KARSİGAZETE.COM

Cahil Evet Okumuş Hayır Mı Dedi?
21 Eylül 2010
Prof. Ömer Çaha, TÜİK rakamları ile referandum sonuçlarını birlikte analiz edince ‘Okumuş CHP’ye cahil AK Parti’ye oy verdi’ önyargısının doğru olmadığını ortaya çıkardığını söyledi.
Fatih Üniversitesi’nden Prof. Ömer Çaha, “eğitimliler ‘hayır’, cahiller ‘evet’ dedi” tezinin temeli olmayan bir önyargı olduğunu ortaya çıkardı. Çaha, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Türkiye’nin en gelişmiş 10 ilinin sosyo ekonomik verileri ve referandum sonuçlarını birlikte değerlendirdiği çalışmasında AK Parti’ye oy verenler ile CHP’ye oy verenler arasında eğitim, sosyal ve kültürel olarak hiçbir fark olmadığını belirledi. Çaha, seçmenler arasındaki esas farkın “Cuma namazı”, “oruç” ve “içki içme” gibi yaşam şekillerinde olduğunu söyledi. CHP’ye oy veren seçmenin yüzde 50’si içki içerken, bu oran AK Partili seçmende yüzde 15 düzeyinde.

EĞİTİMSİZ SEÇMEN DE ‘HAYIR’ DEDİ

İzmir, Ankara, Eskişehir, Bursa, Kocaeli, İstanbul, Çanakkale, Denizli, Isparta ve Muğla’nın eğitim düzeylerini referandumda verilen oy oranları ile karşılaştıran Çaha, “oy oranı/eğitim düzeyi” ilişkisini şöyle anlattı: “CHP’nin kalesi haline gelen İzmir nüfusunun yüzde 6’sı okuma yazma bilmiyor, yüzde 41’i ilkokul, yüzde 5’i ortaokul, yüzde 19’u lise, yüzde 10’u üniversite mezunu. Bu veriler yüksek oranda hayır oyu çıkan Çanakkale, Edirne ve Muğla için de aşağı yukarı aynı.

Buna benzer bir tabloyu AK Parti’nin kalesi olarak kabul gören ve yüzde 78 ‘evet’ çıkan Konya’da da görüyoruz. Okuma yazma bilmeyenler Konya nüfusunun yüzde 6’sını, ilkokul mezunları 49’unu, ortaokul mezunları yüzde 4’ünü, lise mezunları yüzde 13’ünü, üniversite mezunları ise yüzde 7’sini oluşturmakta. ‘Evet’ oylarının yüzde 60’lar düzeyinde çıktığı ve AK Parti’nin üstüste seçim kazandığı Kayseri, Kocaeli ve Sakarya illerinin eğitim düzeyi Konya’ya göre biraz daha yüksek.

ROMANLAR HEP CHP’YE OY VERDİ

Bu verilerle yapılan analizde ‘hayır’ oylarının yüksek eğitimlilerden geldiği tezinin doğru olmadığı anlaşılır. ‘Hayır’ oylarının oranı İzmir’de yüzde 64 düzeyindedir. Tüm üniversite mezunları ile lise mezunlarının hayır yönünde oy kullandığını varsaysak bile bu yönde oy kullanan seçmenin yüzde 35’i ilkokul ve altında bir eğitim düzeyine sahiptir. CHP öteden beri Edirne’de yaşayan yüksek miktardaki Roman vatandaşların oyunu silme almaktadır. Roman vatandaşların genel olarak düşük eğitime sahip olduğu bir gerçektir. Bugün üniversite mezunu ile yüksek lisans veya doktorasını tamamlayan nüfusun toplam nüfus içindeki oranı yüzde 7.2 düzeyinde. Bu basit veri bile CHP’li seçmenin yüksek eğitimli seçmen kitlesinden oluştuğu tezini çürütmektedir.”

ARADAKİ FAY HATTI İÇKİ İÇMEK

CHP ile AK Parti seçmeninin birbirinden yaşam şekilleriyle ayrıldığını belirten Prof. Çaha şunları söyledi:

“Sinema ve tiyatroya gitmekle sigara içme konusunda CHP’li seçmenle AK Partili seçmen arasında anlamlı bir farklılık yoktur. İki parti seçmeni de yaklaşık olarak benzer düzeyde sinema ve tiyatroya gitmekte ve sigara içmektedir. CHP’li seçmenle AK Partili seçmen arasındaki esas farklılık ‘Cuma namazı’, ‘beş vakit namaz’, ‘Ramazan’da oruç’ ve ‘içki içme’ alışkanlıklarında yatıyor. İki parti arasındaki fay hattı içki. AK Parti’ye oy verenler genel olarak namaz ve oruç konusunda yüksek hassasiyet sergilerken, CHP’li seçmen daha düşük bir eğilim göstermektedir. İçki konusunda ise tersi bir durum söz konusu. Araştırmamıza göre CHP’ye oy veren seçmenin yüzde 50’si düzenli veya arada bir içki içerken, bu oran AK Partili seçmende yüzde 15 düzeyindedir.”

Önyargının asıl kaynağı ‘bidon kafa’ ve ‘göbeğini kaşıyan adam’ tanımıdır

Prof. Ömer Çaha, “Cahil AK Parti’ye, okumuş CHP’ye oy verir” tezinin bir önyargı haline geleduğini söyledi. Çaha bunun herhangi bir bilimsel ya da basit araştırmaya bile dayanmadan kendini merkez olarak gören medya organlarında sıkça yer aldığı için kalıplaştığını belirtti. Bunda AK Parti seçmenine hakaret içeren ‘Bidon kafalı’ ya da ‘Göbeğini kaşıyan adam’ ifadelerinin sıkça kullanılmasının çok etkili olduğunu belirten Prof. Çaha, “Bu konuda bir ezber kalıp var. Birçok insan Ege ve Akdeniz eğitim yönünden çok ileri gibi düşünüyor. Bu cahil/okumuş argümanını kullananlar zahmet edip verilere bakmıyor” dedi. Türkiye’de çevre ve merkez anlayışlarının yanlış olması nedeniyle böyle bir önyargı olduğunu belirten Çaha, şöyle konuştu:

“Kendine merkez diyen medya, toplumun gidişatını okumayan, genel eğilimi okumakta güçlük çeken bir medya yapılanması.Medyada ve akademik dünyada kalıplaşmış önyargılar var. Bu önyargılar da çok rağbet görüyor. Cahil ve okumuş seçmen de o medya ve akademik çevre anlaşıyının ürünü.”

‘Biz ta dededen CHP’liyiz’ diyen seçmen, İtalyan akademisyeni çok şaşırttı

İtalyan akademisyen Yard. Doç. Dr. Michelangelo Guida’yla 2009 Yerel Seçimleri’nde İstanbul’un ilçeleri Kadıköy, Küçükçekmece ve Üsküdar’da seçimlerden önce saha araştırması yaparak kampanyaları izlediklerini, seçimden sonra da 3 bin kişi ile anket çalışması yaptıklarını söyledi. Çaha, “O araştırmaya göre yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve gelir bakımından CHP ile AK Parti seçmeni arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur” dedi. 20’li yaşlarının başında CHP’li olduğunu söyleyen bir seçmenin İtalyan meslektaşıyla yaşadığı olaya ilişkin anıyı da anlatan Çaha, “Seçmene ‘Eğiliminiz hangi parti’ diye sorduk, ‘Biz dededen CHP’liyiz’ dedi. İtalyan meslektaşım bu yanıt karşısında ağzı açık kaldı, büyük şaşkınlık yaşadığını, bir partiye dededen itibaren nasıl aidiyet duyulduğunu anlamadığını söyledi. CHP’ye oy verenler büyük oranda yaşadıkları ilin tercihine ve çevrelerine göre oy verirken, AK Parti’ye oy verenler lidere, icraata ve hizmete göre oy veriyor” dedi.
Kaynak: Star
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com