EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Dali Sergisi Vesilesiyle…

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RESİM
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Mar 05, 2012 1:41 am    Mesaj konusu: Dali Sergisi Vesilesiyle… Alıntıyla Cevap Gönder

Dali Sergisi Vesilesiyle… Resim Sanatı Üzerine Diyaloglar
Celâl - Rasim

Rasim: 23 Aralık 2011’de İstanbul Tophane’deki tarihi “Tophane-i Âmire”nin mekân olarak kullanıldığı, 20. yüzyılın meşhur ressamlarından Salvador Dali sergisinin açılışı yapıldı. Sergi, iki hafta sonra, 26 Şubat’ta sona erecek ve gidemeyenler, resim sanatı ile ilgili mühim bir tecrübeyi yaşamaktan mahrûm kalacaklar. En azından benzer ayardaki bir başka sergiye kadar.

Celâl: O kadar da değil!.. Tamam, Salvador Dali bizim kendisinin resim sanatına nisbetle yerini, değerini ifâde edişimize bakmaksızın “büyük ressam” sıfatını hak eden bir isim. Ancak, illâ sergisini gezmenin “resim sanatı ile ilgili mühim bir tecrübeyi yaşamak” şeklinde takdimine de gerek yok sanırım?

Rasim: Tezatsız bir bütünü ifâde eden tek dünya görüşüne olan aidiyetimiz gereği, dünyadaki bütün verimlerin kendisine nisbetle yeri ve değerini en azından sezebilici, sezdirici bir yerde “mevzu sahibi olma” sorumluluğumuz var. Dolayısıyla, Salvador Dali’nin şöhretinin dünyaca kabulü yanında, İBDA’ya nisbetle ne ifâde ettiğini, İbdacı bir bakış açısıyla sezebilmek, bulabilmek ve anlayabilmek.

Celâl: Dilerseniz henüz dün gidebildiğimiz sergi üzerine konuşalım.

Rasim: Sergi, Salvador Dali’nin “İlahi Komedya”, “Sürrealizm İzleri”, “Gala ile Akşam Yemeği” adlı 3 ayrı başlıktaki 121 eserini ihtivâ ediyor.

Celâl: Sergi ile ilgili kabaca bilgi vermenizin ötesinde, intibâlarınızı sordum. Meselâ, ilk izleniminiz neydi?

Rasim: İnsan, umumiyetle ilk defa mevzuu üzerinde yazı yazmaya karar verdiğinde, “yazı nasıl yazılır?” sorusu üzerine düşünür tabiî olarak. Ve çokca da, “yazının nasıl yazılması gerektiği” hususunda zihninde bir takım aforizmalar oluşturur. “Şöyle yazmalı”, “böyle olmalı”. Bu düşünce üzerine zaman kaybediledursun, bir türlü işin kendisine, yazma faaliyetine geçilemeyebilir, ayrı… Her hâlde bu sergi vesilesiyle ilk edindiğim intibâ, bu duygunun “bir serginin nasıl yapılması, nasıl düzenlenmesi gerektiği” şeklindeki benzer bir problemi ortaya çıkarmasıydı.

Celâl: Bu, sanırım özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan “Küratörlük” kavramı ve bunun mesleği hâlinde türeyen Küratör’ü değerlendirmeyi gerektiriyor.

Rasim: “Çağdaş Sanat”ın ulaştığı son noktada ortaya çıkan ve tıpkı ilimlerin bütünlüğünü kaybedercesine dallara ayrılıp paramparça bir hâl alması gibi, sanat sahasında ortaya çıkan yeni bir “akım”, bir anlayış. Daha doğrusu, sanattaki bu dağılışı nefsinde bütüne kavuşturmak iddiasındaki bir nevî münekkidlik. Veya resim sanatının bütün yönlerine hâkim olmak iddiasındaki bir sanatçı olarak “sergi düzenleyen kişi”dir Küratör.

Celâl: Tabiî, küratörlüğün ve Küratörlerin ortaya çıkışını sanat eserlerinin para ile ilişkisi noktasında satılabilirliğini sağlayan, bunun için cazip sunumlar yapan, bir Pazar yöneticisi, organizatörü olarak da düşünebiliriz. Bu çerçevede Resim Pazarında bir tezgâh sahibi…

Rasim: Bu şekilde bir değerlendirme, bir “mesele” olarak ele aldığımız küratörlük kavramı ve Küratör hakkında kaba ve kestirmeden neticeye varmayı kolaylaştırıyor olabilir. Ki, bu da bizi her zaman için doğruya götürmez. Kavram olarak küratör Latince “curatus”, İngilizce “curator” sözcüğünden geliyor. Böylece tarihi seyri içinde bu kavramın aldığı mânâ; bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticisidir. E hâliyle Küratör’ün bir nevî tasnifci, düzenleyici rolü bu seyir içinde görünüyor.

Celâl: Bu seyrin nihayetinde küratörün, 20. yüzyıldaki görünüşü, sanatın para ile ilişkisinin aldığı hâl dolayısıyla bir nevî şirket CEO’luğu hâline bürünmüş yöneticilik. Biliyorsunuz, günümüz müzeciliği de ihtivâ ettiği eserlerin nerelerden ve nasıl yağmalandığı ile birlikte hesaba katılınca, özellikle Batı’da emperyalist bir kurum olarak çıkıyor karşımıza.

Rasim: “Sanatın para ile ilişkisi” yerine, “paranın sanat ile ilişkisi” demek ilişkinin yönünü ifâde ediyor olması bakımından daha doğru bir tanımlama olur sanırım. Zira ilişkinin bu şekli sanatçının tercihi değil. Şüphesiz sanatçı hayatını sanatıyla idâme ettirmek ister; biyografileri boyunca sanatçıların büyük ıstırabıdır maişet derdi ve imkânsızlık. Ancak, sanatçının çileli hayatına nisbetle, Kapitalizmin resme bakışının “piyasa” mantığı içinde yol aldığını müşahade ediyoruz… Yine dağıtmadan yukarıdaki tarihî seyri içinde küratörlük kavramına dönelim. Küratörlüğün son yüzyıldaki mânâsına ilişkin en güzel tariflerden birini Fransızca’daki karşılığında buluyoruz: “Sergi komiseri”. Yani yukarıda ifâde ettiğimiz birkaç hususla birlikte, bütün yönleriyle düzenlenen serginin hâkimi.

Celâl: “Finansal konulardan satın almaya, depo takibinden serginin konseptine hatta davetli listesine kadar bütün işlerle ilgilenilmesini gerektiren” deniyor.

Rasim: Diyen kim?

Celâl: İnternette gördüğüm imzasız bir makalede böyle deniyor.

Rasim: Biz, hakikatte emek vermenin değil, emeklerin harcandığı, sözün veya işin sahiblerinin, verdiğiniz misâlde de görüldüğü üzere adlarının dahi anılmadığı bu nevi internet sayfalarından uzak duralım. Tesbit bir yönüyle doğru ancak eksik. Bizim küratörlük kavramı üzerine abanmamızın asıl sebebi onda görülüverecek bütün menfilikler bir yana, yerine kendisini koyduğu müsbetleri yakalayabilmek. Yoksa, işin bedahet ifâde eden yönleri dışında “akla ilk gelivereni söyleme” kolaycılığına kaçmamak gayretindeyiz. Bu çerçevede küratörü, asıl olarak “sergi düzenleyen demek” tanımı üzerinden ele alıyoruz.

Celâl: Bu gayet ortada/nötr gibi görünen basit tanım olmanın yanında büyük bir işin icrâını içinde barındırıyor.

Rasim: Kuşkusuz! Bizim davacısı, ihtilâl ve inkılâbcısı olmak ümîdini beslediğimiz Başyücelik Devleti ideâlinde sosyal, siyasî, iktisadî olmak yanında büyük bir kültür inkılâbı-devrimi de yaşanacak. Bunun nasılı içinde İbdacı sanat anlayışını vâz eden “sergiler” ve bu sergilerin düzenleyicisi şahsiyetler de olacak.

Celâl: Adı “Küratör” ya da “Müratör” fark etmez, bizim atfettiğimiz mânâsıyla büyük bir iş olduğu açık.

Rasim: Adının “Küratör” olmayacağını tahmin etmek zor değil. Külliyatımızda bu işin hakikatini ifâde eden kavramlar var… Burada mühim olan nokta sizin de ifâde ettiğiniz şekilde bu büyük işin “bizim atfettiğimiz” mânâsı…

Celâl: Tersinden göstermeye devam edelim… Bu çerçevede müşahhas misâllerini Salvador Dali Sergisi örneğinde bulabiliriz sanırım.

Rasim: Olabilir… Düzenlenmesi düşünülen bir sergi hakkında kabaca bir takım prensibler ortaya koyacak olursak, Küratör’ün yapmak iddiasında olduğu büyük işi kestirebiliriz sanırım… Başın başında sergisi düzenlenecek sanatçının -üzerine konuştuğumuz misâlde, ressamın- şahsiyetine, hayat mecrâına, sanat telekkisine ve nihayet eserlerine tam bir vukufiyet. Bunu İBDA Diyalektiğinin getirdiği ölçülendirme ile ifâde edecek olursak; “hürriyetine, varoluşan bir tarzda yakınlık kurmak”. O’nu gerçek mânâsıyla tanımak, anlamak. Bununla birlikte söz konusu sanatçının diğer sanat telakkîleriyle temas noktalarını kavramak; yaşadığı dönemin üzerinde doğurduğu tesirler yanında, Sanat Tarihi açısından yerini ve değerini tesbit edebilmek.

Celâl: Bunlar, aynı zamanda bizim anlayışımızca Münekkid olabilmenin olmazsa olmaz vasıflarından.

Rasim: Şüphesiz. Şimdi pratik sahada, serginin düzenlenmesi işine geliyoruz: Serginin düzenleneceği mekân. Eserlerin tek tek duvar sathında sıralanışından, üzerine düşecek ışık miktarına, kullanılacak çerçeve ve resmin üzerinde durduğu fon kağıdının rengine kadar sunumu.

Celâl: Bununla ilgili Dali Sergisi’nde bir çok kusur tesbit ettim. Salonda da konuşmuştuk hatırlarsanız.

Rasim: Evet. Burada Küratörlüğün, ifâcısı olmak iddiasındaki bu büyük iş içinde canalıcı ve asıl görmezden gelinen vazifesi zannımca onun bir Terkibçi olma durumu. Her ne kadar, son otuz yıldır başta Amerika ve İngiltere olmak üzere dünyanın bir çok üniversitesinde Küratörlük bölümleri oluşturulmuş ve eğitimi veriliyor olsa da Batı aklının “terkib” ifâde eden fikre, genel düşünce geleneği içinde uzak duruşu, daha doğrusu içinde bulunduğu felsefî karmaşadan bunu başaramayışı, onun en büyük eksikliği olarak karşımıza çıkıyor. Ve nihayet maddi hedef, eserleri sergilenen sanatçının ve sanatının gayesinden çok uzakta duruyor.

Celâl: Türkiye üzerinden misâllendirirsek “ne kadar çok ziyaretçi, o kadar para” ve bu çerçevede elde edilen “başarı”… Üstelik bu tarzda sergilerin, n’idüğü Anadolu insanınca belli bir takım holdinglerin “sanat vakıfları”nca düzenlenişi de sizin ifâdenizle “paranın sanat ile ilişkisi”ni ayrıca gösterir nitelikte.

Rasim: Öyle. Ve bu, dünya resim “piyasa”sının, sanata karşı gerçek mânâsıyla despotizmi getiren bir kapitalist dayatmanın ürünü. Öyle ki, çok büyük meblâğlarla yurtdışından getirilebilen bu tarz ressamların eserlerini sergileyebilmek için “sponsor bulmak zorunluluğu” gibi bir çıkmaz içinde sanatseverler…

Celâl: Küratörlerin kotarmak durumunda kaldıkları işlerden biri de günümüzde bu: Sponsor bulmak… “Terkibçi” demiştiniz en son.

Rasim: Terkibçi!.. Bütünü kavrayan ve bütüne bağlı parça unsurları bir terkib ifâdesi içinde nefsinde-şahsında tekrar bütünleyebilen. Bu da bir nevî “yeni” oluyor. Bu çerçevede Küratör’ün başın başında bir sanatçı olarak şahsiyet ifâde etmesi… Sergiyi gezerken ifâde etmiştiniz; bir sanatçının sergisini en iyi o sanatçının kendisi hazırlayabilir, sunabilir. Bu doğrudur. Fakat, sanatın kendisinin, sanatçının şahsiyetini aşan tarihi seyri içinde bir münekkid mânâsına Küratöre bu inisiyatif korkmadan verilmelidir. Bu mânâda düzenlenen her serginin Küratörün şahsiyetiyle yakından alâkası var. Ve böylesi şahsiyetin elinde her sergi bir yenidir.

Celâl: Bu söyledikleriniz işin hakikat tarafını işaret etse de, olan kesinlikle bu değil. Günümüzde, Küratörün kendisi, tüm çileli hayatını resme adamış ressamın şahsiyetinin de önüne geçiyor. Öyle ki, düzenlenecek bir serginin, bienalin kim ya da kimlerin eserlerinden oluşacağından çok, bu serginin Küratörü hangi isim olacak, ona bakılıyor. Durum bu.

Rasim: Bu tabiî değil mi? Yani, hakkını veremese de ihtiyacın ne olduğunu tersinden gösteren, ifşâ eden bir durum. “Usul” yani metod davası. Dünya görüşümüzün münekkide yüklediği mânâyı bu -kastettiğiniz- taklitçi, ukalâ “gibi”lerin mânâsıyla aynılaştırmıyorum. Az önce ifâde ettiğim gibi, yerine kendisini koyduğu müsbetleri görebilmeye çalışıyorum. Ayrıca bu mesele, yani Küratör ve “küratörlük” kavramı, Büyük Doğu-İBDA’nın vâz ettiği sanat anlayışının çağına nasıl da kendisini –tabiri özellikle vurgulamak istiyorum- DİKTE ettiğini gösterir mahiyette ve Batılı sanat anlayışının iflâsını gösterir nitelikte. İlhâmını, mevzuunu, yönünü bulamamış Batı resmi, küratörlüğün elinde, büyük ressamların eserlerini tekrar tekrar sergileyerek sermayeden yiyor. Yeni bir şey yok.

Celâl: Salvador Dali vesilesiyle Resim Sanatı üzerine sohbetlerimize devam edeceğiz.

Dergimiz / Sayı:15

www.dergimiz.net
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RESİM Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com