EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davaları
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Arl 08, 2009 12:12 am    Mesaj konusu: Atın Çöpe Gitsin Alıntıyla Cevap Gönder

Tahliye Getiren Kelime : Üşüyorum
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
08.10.2010

İkinci Ergenekon davasının 7 Ekim 2010 Perşembe günü yapılan son duruşmasına, 70 yaşındaki Mustafa Özbek'in tahliyesi damga vurdu.

Türk Metal Sendikası Başkanı Özbek, tam 21 ay önce, kendisinin ve avukatlarının halen anlamadığı bir sebeple tutuklandı. Ergenekon iddianamelerini hazırlayan savcılar ile sanıkların aylar süren savunmalarını önlerindeki bilgisayarla oynayarak "dinleyen" hakimlerin de bu uzun tutukluluğun dayanaklarını "anladıkları" bir hayli şüpheliydi.

Ama onlar, Mustafa Özbek'in 21 aydır her hafta tekrarladığı tahliye talebini "kuvvetli suç şüphesi" gerekçesiyle geri çevirdiler. Dün itibarıyla o "kuvvetli suç şüphesi"nasıl olduysa ortadan kalktı ve Mustafa Özbek, yaklaşık üç yıldır tutuklu olan diğer iki sanıkla birlikte serbest bırakıldı.

Yani, 30 Eylül 2010 tarihli duruşmada Mustafa Özbek'in tahliye talebini "kuvvetli suç şüphesi" gerekçesiyle geri çeviren hakimler, 7 gün sonra-Özbek ve avukatları ek bir delil sunmadığı halde- ortadan kalktığına hükmettiler...

"Kuvvetli suç şüphesinin" 21 ayın sonunda aniden, birden bire, yeni bir gelişme olmaksızın nasıl ortadan kalkabildiğini gözlerinizle görmek ve dünyanın en saygın üniversitelerinde bile alamayacağınız bir hukuk tahsili yapmak istiyorsanız, ömrünüzde bir kez Silivri'ye gidip Ergenekon duruşmalarını izleyin.

Biz davanın tutuksuz sanığı olduğumuz için arada bir de olsa mecburen gidiyoruz.

7 Ekim günü de Üsküdar-Mecidiyeköy-Avcılar-Silivri- Cezaevi kampüsü hattını izleyen bir otobüs, metrobüs ve dolmuş yolculuğuyla duruşmanın yapıldığı salona gittik. Üç yıldır artık yakından bildiğimiz o amansız Silivri kışı yüzünü göstermeye başlamıştı. Soğuk ve sert bir rüzgâr, iri yağmur damlaları, bozbulanık bir deniz ve uğultulu ovaların ortasında gri -ıssız cezaevi binaları...

Davayı uzun süredir izleyen birinin ilk dikkatini çekecek olan şey, duruşmaların değişmeye başlayan yüzü. Artık daha az insan geliyor. Basının davaya baştan beri mesafeli olan ilgisi, "maslahatgüzarlık seviyesine" inmiş. Duruşmaları izlemekle görevlendirilen ve iki yıldır artık kendileri de tutuklu haline gelmiş olan muhabirler, duruşma salonundan çok gazeteciler için ayrılan odada vakit geçiriyorlar. Haklılar da çünkü yazdıkları uzun haberler gazete ve televizyonlarda çoğu zaman bir satırlık yer bulamıyor.

Duruşmaların avukat profili de bir hayli değişmiş. İlk duruşmalarda heyetle ateşli usûl tartışmalarına girişen avukatlar gitmiş, yerlerine savunmaya ayrılan sıralarda sakince oturan ve önlerindeki bilgisayarlardan bir şeyler okuyan cübbeli insanlar gelmiş. Konuşma sırası avukatlara geldiğinde usulen bazı konuşmalar yapıp standart tahliye taleplerinde bulunuyorlar.

Büyük bir hukuk enkazının altında üç yıldır adalet arayan, iğneyle kuyu kazan, "ispat yükümlülüğü iddia sahibine aittir" ilkesini tersine çevirip isnat olunan suçları işlemediklerin defalarca kanıtlayan sanıklarda ise önemli değişimler vardı. Tutuklular da, yakınları da daha çökmüş görünüyorlardı. Yorgunlardı. Onurlarını büyük bir dirençle ayakta tutuyorlardı ama enerji azalması vardı ve kaderci yaklaşımlar baş gösteriyordu.

Değişmeyen tek şey, iddia makamı ve mahkeme heyetinin yüz ifadeleriydi. Başkan Köksal Şengün, 24 aydır yaptığı gibi sağ elinin işaret parmağını gözlüğü ile burnu arasına yerleştirdi ve anlatılanları büyük bir dikkatle dinliyormuş gibi yaptı.

Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu, önündeki bilgisayarda sanıklar aleyhine yüzlerce delil bulmaya, lehlerine ise bir tek delil bile bulamamaya devam etti. İki yıldır yaptığı gibi sanıklarla bir kez bile göz göze gelmedi.

Sanıklar tarafından en çok eleştirilen fakat en çok da hoşgörülen üye Hakim Hasan Hüseyin Özese baktı. Evet, sadece baktı..Gri saçları usta bir berber eliyle traş edilmişti ve yüzüyle saçları nedense aynı renkmiş gibi görünüyordu...

Taleplere geçildi...

Tutuklu sanık Hasan Attila Uğur,

"Terörist Öcalan İmralı'da yargılanırken, biz de orada aylarca görev yaptık. Mahkeme heyeti ve savcılar, bir gün olsun bizimle çay içmediler, birlikte yemek yemediler. Onlar tarafsızlıklarını korudular. Asla uyduruk delillere, dedikodulara tevessül etmediler"

dedi.

Ve Attila Uğur, Öcalan'ı yargılayan mahkemenin başkanı Turgut Okyay'ın teröriste sorduğu soru ile Ergenekon yargılamaları sırasında kendisine sorulan soruları karşılaştırdı:

Okyay'ın Öcalan'a sorusu:

"1999 yılında, (kesin tarih belirterek) elebaşısı olduğunuz örgütün uzun menzili telsizinde roj kod adını kullanan ve örgütünüz mensuplarının başında bulunan kişiye 'tavuğuna kadar yok edin' dediğiniz; bu talimattan 2 gün sonra Siirt Pervari'de 14 vatandaşımızın katledildiği tespit edilmiştir. Açıklama yapar mısınız?"

Ergenekon Hakimi Hasan Hüseyin Özese'nin Attila Uğur'a sorusu:

"Abdullah Öcalan'ı sorgulamadan önce Genelkurmay ve Jandarma arşivlerini incelediniz mi?..."

(İnanmayacaksınız ama Özese, bir başka duruşmada da Cumhuriyet gazetesini bombalayan sanığa "İkinci bombayı attığınızda birincisini atmış mıydınız?" şeklinde bir soru sormuştu!..)

Attila Uğur devam ediyor:

"İmralı'daki yargılama 31 Mayıs 1999'da başladı. Teröristbaşı, 29 Haziran 1999'da Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından idama mahkum edildi. Karar, 25 Kasım 1999'da Yargıtay tarafından onaylandı.

Duruşmalara yabancı basın yoğun ilgi gösterdi. Bir ay boyunca canlı yayınlar yapıldı. Beklenti, Türk yargısının bir açık vermesi ve yargı meşruiyetinin tartışmalı hale gelmesiydi. Bugün 'barış güvercini' denilen Aysel Tuğluk ve Hasip Kaplan, Öcalan'ın avukatıydılar ve teröriste günlerce 'Sayın Başkan, duruşmada kimlik bildiriminde bulunmayın. Bulunmazsanız yargılama başlayamaz. Sadece, 'Ben bu mahkemeyi tanımıyorum. Uluslararası bir komplo ile buraya getirildim' deyin şeklinde telkinde bulundular.

31 Mayıs 1999 günü Öcalan kalktı ve 'Ben Abdullah Öcalan, 1949 Halfeti doğumluyum' dedikten sonra şehit ailelerinin oturduğu sıralara dönerek 'acınızı paylaşıyorum'dedi. Bu beyan üzerine Hasip Kaplan hırsla salonu terk etti.

Bu nasıl sağlandı? Bugünkü yetkililer, 'Öcalan ile 11 yıldır görüşülüyor, yeni bir şey değil' diyorlar. Doğrudur, Öcalan ile 11 yıl önce de görüşülüyordu ama sonucunda bu oluyordu. Teröristbaşı 'acınızı paylaşıyorum' dedikten sonra cezaevlerindeki kendini yakma eylemleri bıçakla kesilir gibi kesildi.

İşte Öcalan ile bunlar görüşüldü ve Türk yargısını akamete uğratmayı amaçlayan uluslararası komplo böyle boşa çıkarıldı.

Peki şu anda Öcalan ile ne görüşülüyor?

Ülke ihanetin içine atılmaktadır. PKK terör örgütü asla Kürt kardeşlerimizin temsilcisi değildir. Ülke göz göre göer bölünmeye sürüklenmektedir..."

Attila Uğur'dan sonra Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan da söz aldılar. Şimdiye kadar savunmalarını esprili bir üslupla yapan Balbay, ilk kez ağır ifadeler kullandı. Sabrının sınırları zorlanmaya başlamış ve mahkeme heyetine olan inancını haklı olarak kaybetmişti.

Tuncay Özkan'ın anlattığı olay ise Türk medyasının içinde bulunduğu perişanlığı anlatması bakımından ibret vericiydi. Şöyle dedi Özkan:

"Susurluk sürecinde Radikal gazetesinin manşetlerinden biri 'İşte Yeşil'in kullandığı pasaportlar" manşetiydi. O dönem Doğan grubundaydım ve haberin altında benim imzam vardı; çünkü o pasaportları ben elde etmiştim ve bir gazetecilik başarısı olarak bunu yayımladık.

2008 yılında tutuklandığımda aynı Radikal gazetesi şöyle manşet attı:

"Yeşil'in pasaportları Tuncay Özkan'da çıktı!"

!!!!!

Duruşmanın en yalın ama en çarpıcı konuşmasını Mustafa Özbek yaptı:

"70 yaşındayım, 21 aydır tutukluyum. Ben bir sendika başkanıyım. Sendikalar doğal olarak hükümete muhalefet ederler, etmelidirler. Hakkımızdaki suçlamaları sabırla dinledik, savunmalarımızı yaptık. Benim söyleyecek sözüm kalmadı.

Şimdiye kadar tahliye ettiğiniz insanlardan hangisi terör olaylarına bulaştı, hangisi yurt dışına kaçtı? Ben bu yaşımda hiç bir yere gitmem. Dedelerimin mezarı burada, onları bırakıp nereye gideceğim? Sayın Başkan, bizi bu kış da mı burada tutacaksınız? Peki ama neden? Tutup da ne yapacaksınız?

Havalar gerçekten çok soğudu, soğuktan koğuşta uyuyamıyoruz. Üşüyoruz Sayın Başkan...İsterseniz bir gün gelip koğuşumuzda kalın, misafirimiz olun. Üşüyoruz.Bırakın bizi gidelim... Gideyim, ömrümün son günlerinde huzur içinde yaşayayım.."

Bu samimi sözlerde hiç bir duygu sömürüsü yoktu, yalvarma yoktu, zaafa düşmüşlük belirtisi yoktu. Gerçekten sözün bittiği noktaya gelinmişti ve bu gerçeğin sanıklar kadar hakimler de farkındaydılar.

70 yaşındaki bir insanın sabırlı, saygılı ve bir o kadar da içten bir şekilde söylediği "üşüyorum" sözcüğü binlerce sayfalık savunmaya bedel bir etki gösterdi ve tahliye geldi...

Demek ki bazı sözcüklerin gücü en katı vicdanlarda bile kırılma yaratabiliyormuş.

Buz kütlesinin zayıf bir mum ışığında erimeye başlaması gibi..

Şamil Tayyar
Star Gazetesi
Atın Çöpe Gitsin
07 Aralık 2009

Emekli Kuvvet Komutanları Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek’in saatler süren sorgulamanın ardından mahkemeye bile çıkarılmadan serbest bırakılmasının ne anlama geldiği, cevaba muhtaç kritik bir sorudur.

Gelin birlikte arayalım cevabı...

Bize ipuçları verecek iki önemli saha var. Birincisi sorgulamayı yapan savcıların imza attığı iddianameler, diğeri sorgu sürecinde yaşananlar...

Geçen yıl temmuz ayında tamamlanan birinci iddianamede, sanıklara isnat edilen suçun özü, hükümeti devirmeye yönelik darbeye teşebbüsüydü. İkinci iddianameyle birlikte davanın kapsamı biraz daha da genişledi ve tümüyle darbe eksenine oturdu.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel’in yargılamanın devam ettiği İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde haykırdığı “işin özü darbedir” sözünün gerisinde yatan gerçek de budur.

Savcılar, bu iddianamede, büyük darbe planını dört aşamalı senaryoya dayandırdılar. Kamuoyunun sıkça telaffuz ettiği Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven senaryoları, aslında ayrı ayrı darbe planları değil tek planın evreleridir.

Özetle, ortada “tek darbe planı” vardır.

Her plan ayrı bir aşama

Sarıkız; darbe öncesi aşamanın adıdır, darbe hazırlıklarını ifade ediyor. Ayışığı ve Yakamoz; darbenin uygulama tarifidir, bizatihi kendidir. Eldiven ise darbe sonrası devletin yapılandırılması ve uluslar arası ilişkilerin yeniden dizayn edilmesini öngörüyor.

2. İddianameye göre; Sarıkız’ın temel dayanağı, Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen (savcılara göre gerçek) darbe günlükleridir. Mustafa Balbay günlükleri, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ifadesi, kimi telefon konuşmaları, Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’da ele geçirilen bazı gizli belgeler gibi yan unsurlar da var.

İddianamede Sarıkız evresinin mimarları olarak Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek gösteriliyor. Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven ise “Şener Eruygur ve ekibi”ne bağlanıyor.

Dolayısıyla, savcılar, iddianamede açık bir şekilde isimlerini yazarak üç paşanın darbe için 2003-2004 yılında düğmeye basan isimler olduğunu ifade ediyor.

Başlar dışarda ayaklar içerde

Geldiğimiz noktada durum nedir?

İddianame üzerinden yoruma devam edecek olursak; düğmeye basanlar (Yalman, Fırtına, Örnek), tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkine bile gerek görülmeden savcılık tarafından doğrudan serbest bırakılıyor. Oyuna devam eden paşa (Eruygur) ise bir şekilde dışarıda kalmayı başarıp kafe gezintisine çıkabiliyor.

Yani, başlar dışarıda eller ve ayaklar içeride...

Bu durumda sormak gerekmez mi? O günlükler yüzünden Mustafa Balbay’ı neden içeride tutuyorsunuz? Balbay’ınki “darbe günlükleriydi” de paşalarınki “Narnia Günlükleri” mi?

Demek, öyleymiş! Özde değil sözde...

Öyleyse, 2. İddianameyi atın çöpe, 1. ve 3. İddianameyi ise yeniden yazın. Bir çocuk masalı olan Narnia Günlükleri üzerinden yargılama olmaz.

Paşalara pozitif ayrımcılık

Gelelim ikinci bölüme...

Darbe günlüklerinin ağırlıklı olarak yer aldığı 2. İddianame, geçtiğimiz mart ayı içinde tamamlanarak mahkemeye sunuldu. Özden Örnek ve günlükler, kırk yerde geçtiği ve iddianın omurgasını teşkil ettiği halde, günlüklerin sahibi aranmadı.

Tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan Hilmi Özkök Paşa’nın ayağına gidildi. Mahkumlar hariç tüm tanıklar, İstanbul’a davet edilirken Özkök Paşa için İzmir’e bilet alındı.

Olabilir, makama hürmettir, geçelim. Neticede, tanıktır.

Yalman, Fırtına ve Örnek “şüpheli” sıfatıyla sorgulandıkları halde davetiye gönderildi. Genelkurmay’ın çıkışından sonra Albay Dursun Çiçek ve arkadaşlarında denenen bu yöntem, gelenekselleştirildi mi bilemem, ama paşalara pozitif ayrımcılık yapıldığı ortada.

Bir de cevapsız kalan sorular var; eğer bu paşalara şüpheli gözüyle bakıyorsak, teknik takibe alındı mı? Ev ve ofislerinde delil arama çalışması neden yapılmadı? Bu paşaların ilk aşamada misal Mustafa Balbay veya Tuncay Özkan’dan ne farkları vardı? Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un kapısını çalan irade, neden kayboldu?

Yeni konsept bu mu?

Sormaya devam edelim...

Adalet Bakanlığı’nın birden bire eski bir yönergeyi hatırlayarak paşaların sorgulanmasında başsavcı veya başsavcı vekilinin nezaretine gönderme yapması, ardından paşa sorgularının Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı başkanlığında yapılmasındaki keramet nedir? Bu hassasiyet, Eruygur ve Tolon’a neden gösterilmedi?

Bedrettin Dalan’ın, Tuncer Kılınç’ın adlarının karıştığı 10. dalga operasyondan sonra bozulan devlet mutabakatı, farklı bir konseptle yeniden mi kurgulanıyor? Yeni konsepti, açılımdaki olumsuz gelişmeler mi tetikliyor? TCK’da gazetecilere yönelik cezaların arttırılmasını öngören düzenleme de bu kurgu içinde mi değerlendirilmeli?

Hülasa, neler oluyor?

Bilmiyoruz, ama olanlar, hayra alamet değildir. Ergenekon davası fıtık olmuştur. Tedavisi mümkündür, lakin bu haliyle kötürümdür. Artık, hukukun üstünlüğü değil güçlülerin hukuku vardır.

İDDİANAMEYİ HABER YAPANLARSAVUNMALARI NİYE GÖRMEZLİKTEN GELİYOR?
04.12.2009 11:38

Mehmet Ali Çelebi askeri liseyi birincilikle, Harp Akademisi’ni de dördüncülükle bitirmiş. 15 aydır Ergenekon’un tutuklu sanığı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Kara Pilot Teğmen. 24 yaşında. 2. Ergenekon davasının 24 Kasım günkü 20. duruşmasında konuştu. O konuşurken, izleyenler gözyaşlarını tutamadı.

Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi, söz isteyerek yaptığı konuşmaya, “Sayın Başkan, mahkemenizin yargılama şekli TSK’ya hayasızca saldıranlara cesaret vermektedir” diyerek başladı.
Gazetelerin TSK ve Genelkurmay Başkanlığı aleyhinde, hakarete varan yazı ve yorumlardan alıntılar yapan genç Teğmen, “bizler neden hedefiz” dedi ve Mustafa Kemal’in Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara yaptığı konuşmadan bir bölümle yanıtladı:

“Kuvvet ordudur! Düşmanlar milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler, kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz etmeye başladılar. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek ve aşağılamak lazımdır. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.”

Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Unutmayalım; ordu milletin namusudur. Bizler önce şeref, sonra hayat anlayışıyla yetiştirildik. Er veya geç aklandığımızda savcılar kendilerine Mustafa Kemal’in sözünde yer beğensinler!”

14 yaşında girdiği askeri lise diplomasını Org. Hurşit Tolon’dan aldığını belirten Teğmen Çelebi, “Kendisinden almam benim için şereftir. Gurur ve onur duyuyorum” dedi.
“Yalnız bu husus savcılarımızın gözünden kaçmıştır. Hukuksuzca ek klasör göndermeye devam edeceklerse askeri lise diploma töreni CD’sini kendilerine verebilirim. Ne de olsa hazır bir örgütsel irtibat!”

“BEN TERÖRİST, ONLAR DEMOKRATİK GERİLLA!”

Teğmen Çelebi konuşmasında özetle şunları söyledi:
“Ben tanık olmak istemediğim için tutuklanıyorum. Vatan hainleri, biz şerefli Türk subaylarını karalamak için savcıların teşvikiyle tanık olabiliyorlar.
Ben ifade vereceğim yeri, Türk milletinin şerefli kürsüsü olarak görüyorum.
Onlar ise, garez ve intikamlarına tatmin kürsüsü…
Ama ben terörist onlar demokratik gerilla…
Benim evime rejimin teminatı polis, bir orduyla kapıyı kırarız tehdidiyle giriyor, sahte evrak tanzim ediliyor. Tutuklandıktan sonra ailem sürekli rahatsız ediliyor. Babamın işyeri gasp ediliyor. Diğer taraftan bebek katillerinin ayaklarına savcılar gidiyor, bir kırmızı halı serilmediği kalıyor. Neden? Çünkü ben terörist, onlar barış elçisi…
Türk milleti adına karar verdiğini söyleyen yüce heyet, acaba, Türk milletinin, teröristi subayına yeğlediğini mi düşünüyor? Türk yargısı, teröristi aklama, subayı aşağılama kurumu mudur?
Bakınız, devrem Eren Teğmen dağda terörist kovalarken terör örgütü üyesi olmak şüphesiyle 6 ay tutuklu kalmıştır. Müteakiben tutuksuz yargılanmak üzere görev yeri Yüksekova’ya dönmüştür. Eren Teğmen, Atilla Albayımın savunmasında bahsettiği gibi Savcı Zekeriya Öz’ün ‘Şırnak’tan paketledim de getirttim’ dediği teğmen ..."

Silivri'deki Ergenekon duruşmalarında savunmalar devam ediyor.
Fakat acıklı olan, iddianameleri çarşaf çarşaf yayınlayanların bu savunmaları görmemezlikten gelmeleridir.
Ne yazık ki medya iyi bir sınav vermiyor..

Odatv.com

08 Aralık 2009
Osman Yıldırım'ın çapraz sorgusunda yaşanan gerilimler



Ergenekon'la birleştirilen Danıştay saldırısı davası sanığı Osman Yıldırım, tutuklu sanıklarından Ümit Sayın'ın kapalı oturumda anlattıklarıyla ilgili, "Örgütten kopup devletin yanında yer almasını takdirle karşılıyorum." dedi. Yıldırım, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, kendisine, "Gel ifadeni değiştir. Sana yardımcı olacağız." dediğini söyledi.

Tutuksuz yargılanan gazeteci Güler Kömürcü Öztürk de duruşmada hazır bulundu. Sanık Doğu Perinçek, Osman Yıldırım'ın çapraz sorgusunda sorular soracağı için İşçi Partili çok sayıda izleyici de mahkeme salonunda yerlerini aldı.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün mazereti olduğu için katılmadığı duruşmada, üye hakim Hasan Hüseyin Özese heyete başkanlık yaptı. Özese, tutuklu sanık Osman Yıldırım'ı çapraz sorgusuna devam edilmesi için duruşma salonundaki kürsüye çağırdı. Gizli tanık beyanlarından sanığa soru sorulabileceğini ifade eden Hasan Hüseyin Özese, ancak gizli tanığın kimliğini açığa çıkarabilecek soruların yöneltilmemesini istedi. Başkan Özese, ilk sözü Muzaffer Tekin'e verdi. Tekin'in daha önceki celsede Yıldırım'a sorduğu sorular zaman nedeniyle yarıda kalmıştı. Yıldırım, Tekin'in sorduğu sorulara daha önce cevap verdiğini belirterek, "Muzaffer Tekin kendisini bu şekilde mi aklamaya çalışıyor" şeklinde tepki gösterdi.

Yıldırım, avukatı Murat Eke'ye saygısızlık yapıldığını öne sürerek, "Ben herkese ve avukatlarına saygı gösteriyorum. Avukatım beni temsil ediyor. Ona yapılan saygısızlık bana yapılmıştır." şeklinde uyarıda bulundu. Tekin'in kendisine sorduğu sorulara cevap vermesi beklendiği sırada Yıldırım, bazı açıklamalar yapmak istediğini söyledi.

İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in bir ifadesini hatırlatan Yıldırım, "Savcıların bana iftira attığını söyledi. Sanırım beni kendisiyle karıştırdı. Perinçek, benim Bulgar istihbaratı tarafından eğitildiğimi iddia etti. Türkiye'de hangi noktada bir suikast yapıldıysa Perinçek, orada çıkıp beyanda bulunuyor. Doğu Perinçek 'gel ifadeni değiştir, sana yardımcı olacağız' diyor." şeklinde konuştu. Bu sırada Perinçek bulunduğu sıradan "Yalan bu, yayan söylüyor." şeklinde tepki gösterdi. Yıldırım'ın beş duruşmadır kürsüde bulunduğunu söyleyen Muzaffer Tekin'in avukatı Selin Deviren Tahtabiçen, Yıldırım'ın savunmasını zaten tamamlandığını ve artık çapraz sorguya geçilmesi gerektiğini ifade etti. Bu talep üzerine Başkan Özese Yıldırım'ı uyardı ve açıklamalarını çapraz sorgunun sonunda yapabileceğini söyledi.

Davanın tutuklu sanıklarından Ümit Sayın'ın bir önceki oturumda anlattıkları karşısında "Onu takdir ediyorum." dedi. Bu sözün üzerine salonda gülüşmeler oldu. Yıldırım bu gülüşmelere sinirlenerek, "Bunda gülünecek bir şey yok. Kimi takdir edeceğimi ben bilirim. Örgütten kopup devletin yanında yer almasını takdirle karşılıyorum." dedi.

Yıldırım, Tekin'in kendisine Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombaları nerede, saat kaçta, kimlerin yanında verdiği şeklindeki soruları komik bulduğunu söyledi.

Tutuklu sanık Muzaffer Tekin, "Sanık Osman Yıldırım 12 Mart 2008 ve 1 Nisan 2008 tarihlerinde verdiği iki ayrı savcılık ifadesinin birinde bombaları Veli Küçük'ten aldığını diğerinde ise Muzaffer Tekin'den aldığını söylemiştir. Aradaki çelişkiyi giderebilir mi?" diye sordu. Osman Yıldırım ise bu konuyu savunması sırasında açıkladığını belirterek, "İşi Veli Küçük'ten, bombaları da Muzaffer Tekin'den aldığımı söylemiştim." diye konuştu.

Sanık Muzaffer Tekin'in, "Bombalar kendisine kaç parça halinde verilmiş?" şeklindeki sorusuna Osman Yıldırım, "Bu nasıl bir sorudur? Bombalar parça tesirli tamam, ama iki bomba kaç parça halinde getirilir? Ben zeki insanları neden seviyorum biliyor musunuz? Çünkü söylediğimde anlıyorlar. İki bombayı sehpanın üzerine koydular, aldım diye söylemiştim. Hatta peçeteyle de canlandırma yapmıştım. Daha nasıl izah edeyim ki? Asker olan kendisi. Profesyonel olan da o." şeklinde cevap verdi.

Bunun üzerine Muzaffer Tekin, "Evet profesyonel olan benim. Bu nedenle sordum soruyu. Çünkü ben ateşle barutu yan yana tutmam. Bomba, güvenlik nedeniyle iki parça halinde taşınır. Başı ve gövdesi ayrı kutularda bulunur. Buna çok dikkat ederim." diye konuştu. Muzaffer Tekin daha sonra, "Aldığı bombaları bir holdingin bahçesine attırdığını, patlamayan bombanın pimini tekrar takarak Cumhuriyet Gazetesi'ne attırdığını söylüyor. Bomba piminin nasıl takılacağını söyleyebilir mi?" diye sordu. Yıldırım, el bombası piminin iki ucunun sert olduğunu, takmasının da zor olduğunu söyledi. Bunun üzerine Tekin, "Bu konuda çok bilgili olması lazım. Zira askerde patlamayan el bombasının pimi nasıl geri takılır çıkarılır diye bir eğitim yoktur. Bomba atıldıktan sonra gövdesi, başı, maşası etrafa saçılır. Bu cesaret işidir." dedi. Bunun üzerine Yıldırım, "Dünyadan hiçbir beklentisi olmayan, bir anda herşeyi silebilecek bir insanın işidir bu." dedi. Muzaffer Tekin de, "Madem bu kadar gözü kara da el bombalarını neden kendisi almıyor da beraberinde bulunan kişiye aldırtmış?" diye sordu. Yıldırım da "O da ölsün, ne olur ki?" diye cevap verdi.

Muzaffer Tekin zaman zaman, "Senli benli konuşmasın sayın başkanım. Ben sizin aracılığınızla soru soruyorum ve gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyorum." şeklindeki cümleleriyle Osman Yıldırım ile arasında bir resmiyet olmasını istedi. Osman Yıldırım'a Muzaffer Tekin tarafından yöneltilen bir sorunun cevabının net anlaşılması konusunda Başkan Hasan Hüseyin Özese, sanık Yıldırım'a "Osman bey" diye hitap edince sanık Doğu Perinçek tepki gösterdi. Perinçek, "Osman bey Osman bey, başkan neredeyse Sultan Osman yaptınız. Bari Osman Gazi yapsaydınız." dedikten sonra Özese'nin cevabını bile beklemeden mahkeme salonundan nezarethane bölümüne gitmek üzere dışarı çıktı. Özese ise Perinçek'in ardından "Lütfen Doğu bey, ben size de ona da da diğer sanıklara hitap ettiğim gibi hitap ediyorum. Farklı bir hitap kullanmıyorum." diye konuştu. Doğu Perinçek'in bu sözlerinden sonra sanık Osman Yıldırım'ın Perinçek'e hitaben bağırmaya çalıştığı, jandarmalar tarafından ağzının kapatılmaya çalışıldığı gözlendi. Yıldırım bir ara, "Koskoca Türkiye Cumhuriyeti sizle uğraşıyor. Kimsiniz lan siz. Çıkın dışarı!" diye bağırdı."

Sanık Muzaffer Tekin'in, sorularına tatmin olmadığı cevaplar aldığında "Sayın başkanım, siz tatmin oldunuz mu?" diyerek cevap vermesinin sağlanmasını istedi.
aktifhaber

Alper Görmüş
Taraf Gazetesi
‘İkinci iddianame çöktü mü..
08 Aralık 2009

Kimi zevat, Darbe Günlükleri’nde adı geçen kuvvet komutanlarının savcılıktaki ifadelerinin ardından serbest bırakılmasını, kararın hemen ardından çıktıkları televizyonlarda, “demek ki, o dönemde darbe planları yapıldığına dair kuvvetli delil yok”a bağladılar...

Bunlardan biri, Hürriyet gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever, hemen hemen her kanalda tekrarladığı “demek ki yeterli delil bulamadılar” yorumuyla yetinmedi, meseleyi Ergenekon davasının akıbetine bağladı ve şöyle dedi: “E, peki Şener Eruygur neden tutuklandı? Şener Paşa darbeyi tek başına mı yapmaya çalışmış ki, onu tutuklayıp öbürlerini salıverdiler... ”

Ben size ne diyeyim ki Cüneyt Ülsever? Bu nasıl bir soru?


İkinci iddianame çöpe...

Fakat beni asıl, iki Star gazetesi yazarının yorumları dumura uğrattı: Mehmet Metiner o gece televizyonlarda, Şamil Tayyar da dünkü Star’da bu davanın özünün “darbe girişimleri” olduğu iddiasının çöktüğünü ilan ettiler. Hatta Tayyar’a göre ikinci iddianame artık “çöpe atılmalı”ydı...

Bu yazıda, “Sarıkız”cı komutanların tutuklanmamış olmasından yola çıkıp böyle bir sonuca varılamayacağını, ikinci iddianamenin ilgili satırları arasında dolaşarak göstermeye çalışacağım. Fakat ondan önce, komutanların serbest bırakılmasının anlamı üzerinde birkaç şey söylemek istiyorum. (Çünkü “davanın temeli çöktü” değerlendirmelerinde bu serbest bırakmanın yarattığı hayal kırıklığının önemli bir rolünün olduğunu düşünüyorum.)

Üç eski kuvvet komutanının serbest bırakılma gerekçeleri dün (7 aralık) belli oldu. Ve ortaya çıktı ki gerekçe “yeterli delil yok” değil “delillerin karartılması ihtimalinin düşüklüğü ve kaçma şüphesinin bulunmaması”dır. Buna, Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı’nın “soruşturma sürüyor” ifadesini de ekleyelim... Buradan çıkan sonuç şudur: Savcılar ellerinde yeterli delil olduğuna, en azından soruşturmayı sürdürmeye yetecek kadar delil olduğuna inanmaktadırlar.

Ben, ifadelerine başvurulacağının belli olduğu gün çok sayıda televizyon kanalına, bu kişilerin a) “şüpheli” olarak ifade vereceğine ve b) soruşturmanın bir davayla sonuçlanacağına emin olduğumu söyledim.

İzninizle, o gün bütün televizyonların, “‘Acaba komutanlar ‘şüpheli’ olarak mı yoksa ‘tanık’ olarak mı ifade verecekler” sorusunun peşine düşmesini ve “şüpheli” olarak ifade verecekleri yönünde en azından kuvvetli bir tahminde bulun(a)mamalarını bir gazetecilik kusuru olarak gördüğümü araya sıkıştırayım. Tabii ki bir “temenni”den söz etmiyorum, bazı somut bilgilerden çıkarsanmış gazeteci tahmininden söz ediyorum. Düşünün, bu kişilere “darbe girişimi” gibi net bir suç isnadında bulunduklarını yazdıkları iddianameyle göstermiş savcılar var ortada. Bu savcılar, gecikerek de olsa nihayet söz konusu kişileri sorguya almaya karar veriyorlar. Soruyorum şimdi meslektaşlarıma; onların ifadelerine “tanık” olarak başvurmaları mantıken mümkün mü? Bu, bir banka soygununu soruşturan savcıların, soygunu yapmakla suçladıkları banka müdürünü “tanık” olarak sorgulamalarına benzemez mi?

Şunu da belirteyim: Komutanların serbest bırakılmaları, soruşturmanın bir davayla sonuçlanacağına olan inancımda hiçbir eksilmeye yol açmadı. Soruşturma sürecek, dava açılacak... Elde çok delil, çok ikrar ve çok tanıklık var... Cuma günkü yazımda bunları derli toplu bir biçimde bir kez daha hatırlatacağım.

Bu faslı kapatmadan önce şunu söyleyeyim... Cumartesi günü üç kuvvet komutanının “delil karartma ve kaçma ihtimali yok” gerekçesiyle tutuklanmayacakları tahmininde bulunmuştum. Fakat düşüncem ve duygularım hukukçu Hüseyin Hatemi’nin düşünceleri ve duyguları gibiydi (halen de öyle):

“Bu kadar bariz bazı delillerden bahsedildi ama sorgulamadan tutuklama kararı çıkmadı. Bu durumu şuna bağlıyorum, galiba komutanlar için kaçma tehlikesi olmadığı kanaatine varıldı. Ama ağır suçlarda buna rağmen kaçma tehlikesi olmasa bile tutuklama yapılır. Dava açılacak görülüyor. En azından bu kadar ağır bir suçlama için tutuklama kararı verilmeli ve kefalet ile serbest bırakılma yoluna gidilmeliydi. Böylece kamuoyu vicdanı rahatlardı.”


Savcılar çıldırıyor olmalı...

Gelelim, böylece “ikinci iddianamenin çöktüğü ve çöpe atılması gerektiği” iddiasına... Şöyle yazdı Şamil Tayyar:

“(...) Savcılar, bu iddianamede, büyük darbe planını dört aşamalı senaryoya dayandırdılar. Kamuoyunun sıkça telaffuz ettiği Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven senaryoları, aslında ayrı ayrı darbe planları değil tek planın evreleridir. Özetle, ortada ‘tek darbe planı’ vardır.”

Tayyar, yazısının sonraki bölümlerinde “Tek darbe planı”nın birinci evresinin sorumlularıyla (üç kuvvet komutanı) sonraki evrelerinin (Ayışığı, Yakamoz, Eldiven) sorumlusunun (Şener Eruygur) ve o çerçevede adı geçen diğer kişilerin (“Mesela Mustafa Balbay” diyor) durumlarını karşılaştırarak, ikinci iddianamenin çöktüğü sonucuna varıyor.

Şamil Tayyar, bu sonuca savcıların “dört aşamalı tek darbe planı” iddiasında bulundukları tesbitinden yola çıkarak ulaşıyor, fakat problem şurada ki, bu sadece onun varsayımıdır. Yani aslında kendi varsayımını delil olarak kullanıyor ve bu yoldan hükme varıyor.

Savcılar bunları okuyunca çıldırmış olmalılar... Çünkü onlar ikinci iddianamede, açıkça, “Sarıkız” darbe girişimini hazırlayan dört komutandan üçünün (Yalman, Örnek ve Fırtına), “Şener Eruygur’un emekli olmasına müteakip, bu yönde herhangi bir çalışma ve eylemlerinin tespit edilemediği” (s.644), keza “Ergenekon terör örgütü ile irtibatlarının tespit edilemediği” (s. 651) sonucuna varıyorlar ve bu nedenle dosyalarını “tefrik ediyorlar.”

Şener Eruygur ise muvazzaflığında tek başına planlamaya başladığı ve bu defa gerçekten de “tek darbe”nin evreleri olan Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven girişimlerini emekliliğinden sonra da, üstelik “Ergenekon terör örgütünün amaç ve stratejisi doğrultusunda devam ettirdiği” için (s. 645) dosyası Ergenekon davası içinde mütalaa ediliyor.


“Davanın özü” diyalogunda savcı “Sarıkız”ı telaffuz etmedi!

Yani mesele öyle “Madem ikinci iddianamenin özü darbedir, öyleyse neden darbecilerin bir kısmı bu iddianamenin içinde de, bir kısmı dışında” sorusuyla anlaşılabilecek kadar basit değildir.

Bu kafa karışıklığında, Balbay’ın meşhur “Ben buradayım, Özden Örnek nerede” çağrısının ve duruşma hâkimi ile savcı arasındaki “davanın özü” diyalogunun meslektaşlarımız tarafından özensiz bir biçimde yalan yanlış aktarılmış olmasının da payı var. Çok önemli bir nokta bu. Anlatayım:

Gazete ve televizyonların kahir ekseriyeti, savcının “İkinci iddianamenin özü darbedir, burada Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbeleri yargılanıyor” dediğini yazdı. Eh, bu durumda da “Madem Sarıkız darbe girişimi yargılanıyor bu davada, öyleyse o komutanlar niye yok” sorusu sökün etti doğal olarak.

Ben, o günlerde, iddianamesini Ayışığı-Yakamoz-Eldiven üzerine oturtan ve bu girişimin Ergenekon’la bağlantılarını kuran bir savcının, tefrik ettiğini açıkça söylediği bir suç isnadından (“Sarıkız” darbe girişimini yani) bu şekilde söz etmesinin imkânsız olduğunu düşünmüştüm.

İfadelerden sonra bu sözlere ağır bir vurgu yapılınca, açtım Anadolu Ajansı’ndan okudum haberi. Tahmin ettiğim gibi, savcı “Sarıkız”ı saymıyordu. Aynen şöyle diyordu:

“Davanın özü bu. İkinci davanın özü, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven...”

Bununla yetinmedim, Anadolu Ajansı yetkilileriyle konuştum. Onlar da bana o gün savcının “Sarıkız” sözcüğünü kesinlikle telaffuz etmediğini teyit ettiler. Yani anlayacağınız, duruşmayı izleyen meslektaşlarımız, savcının sözlerini, artık Allah ne verdiyse, akıllarına gelen darbe kodlarıyla iletmişler yazıişlerine... Yazıişlerindeki meslektaşlarımız da, buradaki tuhaflığı ve mantıksızlığı hiç sorun etmemişler...

Toparlarsam: 1. İkinci iddianamenin özü darbedir, evet ama Ayışığı-Yakamoz ve Eldiven’dir. 2. Sarıkız darbe girişimi ayrı bir suç isnadıyla bağlantılıdır, dolayısıyla onları ikinci iddianameyle suçlanan öteki sanıklarla karşılaştırmak temelsizdir.

Fakat komutanların serbest bırakılmasıyla, “kaçma ve delilleri karartma ihtimali düşük olan” ikinci iddianame sanıklarının “tutukluluklarının kaldırılması” talebi artık daha gür bir sesle dile getirilebilecektir.

Ümit Sayın Ek İfade ile Yine İmdada Yetişti

Dün(07 Aralık 2009) "Ergenekon" duruşmalarında ilginç bir "tesadüf" yaşandı.İfade vermeye çağrılan kuvvet komutanlarının ifadelerinin alınıp serbest bırakılmalarından hemen sonra, "Ergenekon" davasının sanıklarından Ümit Sayın mahkemeye bir dilekçe vererek ek ifade vereceğini belirtti ve CMK 200 uyarınca özel duruşma talebinde bulundu.

Ümit Sayın'ın redd-i hakim talebini de içeren dilekçelerini incelemek üzere duruşmaya sabah saatlerinde ara veren mahkeme heyeti, Ümit Sayın'ın redd-i hakim talebini, "davayı uzatma gerekçesi ile yaptığı kanaatine vardığı" gerekçesi ile reddederken; özel duruşma talebini kabul etti.

CMK 200;

"Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir"

demekte. Bu durumda Ümit Sayın'ın ; ikinci iddianamede "Anadol" ismi ile yeralan gizli tanık olduğu bir kez daha deşifre olmuş oldu ve Ümit Sayın bu özel duruşmada tanık olarak ek ifade verdi.

Yine; CMK 200 gereği, Ümit Sayın'ın ek ifadesi tamamlandıktan sonra, diğer sanıklar salona çağrıldı ve Ümit Sayın'ın söyledikleri tutanak üzerinden bir kere daha okundu.

Ümit Sayın; "tesadüfen", kuvvet komutanların ifadelerinin alınmasından hemen sonra verdiği bu ek ifade ile, "Ergenekon" soruşturmasına yeni komutan isimlerini dahil etti ve sözkonusu komutanların kendisine TSK içinde bir "yapılanma" olduğundan sözettiklerini ve hatta kendisine "ima yolu" ile bu yapılanmaya dahil olma teklifinde bulunduklarını iddia etti.

Ümit Sayın'a göre eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, generaller Reha Taşkesen Can Teller, Alaattin Parmaksız , Hurşit Tolon ve İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu farklı tarihlerde ve mekanlarda kendisine TSK içinde ayrı bir yapılanma olduğundan ve "gidişata dur diyeceğinden" sözettiklerini belirtti.

Ümit Sayın, ifadesinde "örgüt" sözcüğü yerine "yapılanma" ifadesini kullanırken, bu yapılanmanın isminin "Ergenekon" olduğunu ise duymadığını vurguladı.

Kendisine ima yollu yapılan katılım tekliflerini reddettiğini iddia eden Ümit Sayın'ın bir çok yeni ismi soruşturmaya dahil eden ifadesinde, koğuş arkadaşı Emin Gürses'in kendisine söylediğini iddia ettiği ve ayrıca mahkemenin bekleme salonunda sigara içerken kapı arkasından duyduğunu iddia ettiği konuları da ifadesine katmayı ihmal etmedi.

Komutanların kendisine "ima yolu" ile yaptığı katılım tekliflerini reddettiğini iddia eden Ümit Sayın'ın; kendisinin de kabul ettiği iddianamede ve eklerinde geçen konuşma ve raporlarda; sürekli gizli örgüt kurmaktan sözettiği ve 1. Ordu Komutanlığı'na İstanbul Üniversitesi ile ilgili rapor sunduğu anlaşılıyor.

Ümit Sayın'ın ifadesine göre; Emin Gürses koğuşta Ümit Sayın'a, Sevgi Erenerol'un Şener Eruygur'un başında olduğu bir organizasyon olduğunu söylediğini belirtmiş. Ayrıca Ümit Sayın; mahkeme salonunda sigara içmek için yan odalardan birine geçtiğinde kapı arkasından duyduğu konuşmaya göre mahkeme sanıklarından Oktay Yıldırım ve Mehmet Demirtaş'ın arasında,

"o bombaların Danıştay bombası olduğunun ortaya çıkması sorun yaratır; çıkarsa ayvayı yeriz...çıkması zor, seri numaraları farklı"

şeklinde bir konuşma geçtiğini iddia etti.

Ümit Sayın ifadesinde, Şener Paşa'nın TSK ile bağlantılı sivil yapılanma olarak ÇEV, ÇYDD ve ADD'nin isimlerini verdiğini ; TESAV'daki konuşmasından sonra Alaattin Parmaksız'ın da kendisine TESAV'dan sözettiğini belirtti. Ümit Sayın bu derneklere üye olmadığını belirtirken; Cumhuriyet mitinglerine katılmadığını iddia etti ve yine katıldığı Taksim toplantılarının bu yapılanma ile ilgisi olmadığını düşündüğünü vurgulama gereği hissetti.

Ümit Sayın; mahkeme heyetinin ve sanık ve sanık avukatlarının çarpraz sorgusunda; iddianamenin eklerinde "Anadol" isimli gizli tanık olarak verdiği ifade ile şimdi verdiği ifade arasındaki çelişkilere dikkat çeken sorulara maruz kaldı.

Ümit Sayın bu sorular karşısında; komutanların açıkca gizli bir yapılanmadan sözetmediğini, bunun konuşmalarından çıkardığı kendi kanaati olduğunu belirtti.

Ümit Sayın'ın; Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün ,

"iki üç kez görüştüğünüz komutanlar sizin gibi çok konuşan bir insana niye böyle gizli bir örgütten bahsetsin" şeklindeki sorusuna verdiği

"sanırım güven telkin eden bir insanım ondan"

şeklinde verdiği cevap, Ümit Sayın'ı tanıyan sanıklar ve seyirciler arasında gülüşmelere sebep oldu.

Ümit Sayın; daha önce de savcılara verdiği ve duruşmalar sırasında yalan ve yanlışlarla dolu olduğu kanıtlanan ek ifade ile, Behiç Gürcihan'ın ikinci kez tutuklanması için Savcı Zekeriya Öz'ün ihtiyaç duyduğu "ek delil" yasal şartını yerine getirmişti.

Ümit Sayın'ın bu yeni ek ifadesinin de; birilerine istedikleri "ek delili" sunması bekleniyor.

Ümit Sayın'ın ayrıntılı ifadesini ve çarpraz sorgusunda Ümit Sayın'ın ifadelerindeki çelişkileri ortaya koyan çarpıcı diyalogları ayrıca dikkatinize sunacağız.

Açık İstihbarat

08 ARALIK 2009, SALI
Tolon örgütü anlattı Eruygur görev teklif etti

Ümit Sayın'dan kapalı oturumda çarpıcı iddialar: Tolon ordu içinde yapılanma olduğunu, gidişata dur deneceğini söyledi. Eruygur, sivil kanatta görev teklif etti

Birinci Ergenekon davasının dünkü duruşmasına tutuklu sanık Ümit Sayın'ın ifadeleri damgasını vurdu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in avukatı Mehmet Cengiz, üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu hakkında, bir taşınmazın alımı sırasında Çatalca İcra Müdürü'ne baskı uyguladığı iddiasını yineledi, davadan çekilmesini istedi. Ancak Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, Haşıloğlu'nun davadan çekilmeyeceğini açıkladı.

HER ŞEYİ ANLATACAĞIM
Sanıklardan Ümit Sayın, kapalı oturumda her şeyi açıklayacağını söyledi. Bunun üzerine Başkan Şengün diğer sanıkları salondan çıkarttı. Sayın, daha önce kendi talebi üzerine Savcı Zekeriya Öz'e ifade verdiğini, ona ilaveler yapacağını belirterek şu iddialarda bulundu:

MUHTIRAYI SAVUNUYORLARDI: Tanıştığım komutanlar TSK içinde gizli bir yapılanma olduğunu söyledi. Adının 'Ergenekon' olduğunu bilmediğim bu örgütlenme STK'larla koordineli çalışıyor ve gizli toplantılar yapılıyordu. Komutanlar durumun iyiye gitmediğini, örgütlenmenin bu gidişe dur diyeceğini söyledi. Muhtıra verilmesini savunuyorlardı. Tolon da dahil... Önceden Psikolojik Harp Dairesi Başkanı olan Tümgeneral Can Teler, bana komutanların görüşmeler yaptığını, özel telefonlar kullanıldığını söyledi. Asker içinde bir hareket olduğunu, bu gidişe 'dur' denileceğini belirtti.

SİVİL KANATTA YER ALIR MISIN: 2006 yılında Merkez Orduevi'nde emekli Orgeneral Hurşit Tolon ile görüştük. Bana ordu içinde bir yapılanma olduğundan bahsetti. Beni Şener Eruygur ile tanıştırdı. Eruygur ile 2006 yılında yaptığımız görüşmede, bana TSK içinde böyle bir örgütün varlığından, STK'larla koordinasyon kurulduğundan söz etti. Konuştuğum diğer komutanlar bana görev üstlenmem konusunda bir şey söylemedi. Sadece Eruygur, 'Sivil kanadında yer alır mısın?' dedi. Ben de alamayacağımı söyledim.

İSTİHBARATIN HABERİ VAR: Emekli Tümgeneral Alaattin Parmaksız, Genelkurmay istihbaratının bu konudan haberi olduğunu söyledi. Tutuklu sanıklardan Mehmet Zekeriya Öztürk ve emekli Tümgeneral Reha Taşkesen de bu örgütlenmeden söz etti.

ALEMDAROĞLU 'GÖREV ALIR MISIN' DEDİ: (Sayın, Kemal Alemdaroğlu ile 2004'de rektörlük binasında konuştuklarını öne sürdü) Bana bu yapılanmadan söz etti. 'Görev alır mısın' dedi. Katılamayacağımı söyledim. AA

GİZLİ TANIK 'ANADOLU' İTİRAFI
ÜMİT Sayın, davanın gizli tanıkları arasında yer aldığını belirtti. Savcı Öz'e verdiği ifadede kendisi ve ailesinin can güvenliğinden endişeli olduğunu söylediği hatırlatılan Sayın, 'Böyle bir örgüt varsa TSK hakkında konuşarak can güvenliğimi tehlikeye soktuğumu düşünüyorum'' dedi. Sayın'a 'Anadolu' adıyla verdiği ifadeler de soruldu.

ERGENEKON ADINI BASINDAN DUYDUM
'KonuŞmalar sırasında Ergenekon adı hiç geçmedi. Örgütlenmenin Ergenekon olup olmadığını bilmiyordum. Bir örgütlenme olduğunu, STK'larla, Encümen-i Danış ile koordineli olarak toplantılar yapıldığını biliyorum. Ama örgütün üyesi değilim. Ergenekon adını basından duydum.'

ETKİN PİŞMANLIKTAN FAYDALANMAK İSTİYORUM
SayIn, Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in sorusu üzerine, ek ifadesini 'etkin pişmanlık yasasından faydalanmak için verdiğini' söyledi. Sayın, ifade vermemesi konusunda en büyük baskıyı 'İtirafçı olma' diye ablasından gördüğünü anlattı.

BOMBALARDAN BAHSEDİYORLARDI
Tutuklu sanıklar Mehmet Demirtaş ile Oktay Yıldırım arasında yapılan bir konuşmaya da kapı arkasından şahit olduğunu belirten Sayın, 'Bombalardan bahsediyorlardı. Kendilerinin olduğu ortaya çıkarsa fena olacağını söylüyorlardı. Oktay Yıldırım ise 'seri numaraları farklı. Korkma, bir şey olmaz' diyordu' dedi.

KIVRIKOĞLU ENCÜMEN-İ DANİŞ'İ ANLATTI
Emeklİ Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ile 2005 yılında Fenerbahçe Orduevi'nde görüştük. Bana en ayrıntılısını o anlattı.
Örgütlenmenin 'Encümen-i Daniş' olduğunu, içerisinde büyükelçiler, komutanlar ve devletin üst kademesindeki insanların bulunduğunu, görevi sırasında da böyle toplantılar yapıldığını söyledi.
Akşam

"Ergenekon" Duruşmasından İbretlik Diyaloglar

Açık İstihbarat Özel

Dün (07 Aralık 2009) gerçekleşen "Ergenekon" duruşmalarına Ümit Sayın'ın verdiği ek ifade damgasını vurdu. Kuvvet komutanlarının ifadelerinin alınıp, serbest bırakılmalarından hemen sonra gerçekleşen bu ifade ile aralarında eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun da bulunduğu bir çok yeni komutan ismi soruşturmaya dahil edilmiş oldu.

Ümit Sayın'ın ifadeleri ile ilgili haberimizi okuduktan sonra; Ümit Sayın'ın ifadelerindeki çelişkileri ortaya koyan çarpraz sorguda yaşanan diyaloglardan çarpıcı seçmeleri ile aşağıda dikkatinize sunuyoruz:

(Mahkeme Başkanı Köksal Şengün; Ümit Sayın'a soruyor)

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün : Bu kadar bilgi size niye aktarılıyor, bu kadar askeri şahısla alıp veremediğiniz nedir? Niye sana bahsetsinler. Size duyulan güvenin kaynağı ne?

Ümit Sayın : Bir çoğu kitaplarımı okumuştu. Hem 1. görüşmemde değil, 2. görüşmeden sonra anlattılar bunları

K.Ş : Bu gizli örgüt - yapılanmanın - örgütün demeyelim de - ne zaman farkına vardınız ilk kez?

Ü.S : İlk kez 2004'te Kayseri'de Tugay'a konuşmaya çağrıldığımda

K.Ş. : 2 günde mi bu kanaate vardınız?

Ü.S : 2 gün değil, 3 kere gittim Kayseri'ye. Reha Taşkesen'de rahatsızdı gidişattan.

K.Ş. : Hüseyin Kıvrıkoğlu emekli olduktan sonra mı bahsetti?

Ü.S. : Evet

K.Ş: Bu komutanlar size niye anlatıyorlar. Çok güven veren bir kişi olmalısınız ki bunu anlatsınlar. siz çok yoğun konuşan birisiniz. Bu kadar çok konuşan kişi bunları anlatır

Ü.S. : Komutanların bu yönünü düşündüğünü sanmıyorum. Sonuçta kimseye anlatmadım

(Üye Hakim Haşiloğlu Ümit Sayın'a ifadesi ile ilgili soruyor)

Sami Haşiloğlu : Emin Gürses, STK ile Ordu arasında irtibat sağladıklarını size nasıl anlattı?

Ümit Sayın : Sadece bu kadar anlattı. Bunu bir toplantıda duydum dedi.

S.H : Erkut Ersoy'da ele geçen belgelerde; "Alparslan Aslan ile yakından tanışan Ümit Sayın" deniliyor...

Ü.S : Hayır; Alparslan Aslan ile tanışmadım. Tamamen yalan bir beyan.

S.H : ABD'ye ne bursuyla gittiniz?

Ü.S. : Tübitak bursu ile gittim ama iş bulup 7 yıl kaldım

S.H : NATO'dan burs aldınız mı?

Ü.S. : TÜBİTAK bursunun aslında bir NATO bursu olduğunu söylediler. Daha sona da bana iş verdiler.

(Savcı Pekgüzel, Ümit Sayın'a soruyor )

Mehmet Pekgüzel : Oktay Yıldırım ve Mehmet Demirtaş ile ilgili bilgi var mı?

Ümit Sayın : Kapı aralığından duydum, bombalardan bahsediyorlardı. Bize ait olduğu ortaya çıkarsa mahvolduk diyorlardı.

M.P : "Anlaşılırsa naneyi yeriz" dediler mi?

Ü.S. : dediler

M.P : Bu şahıslarla husumetiniz var mı?

Ü.S. : Yok. Özellikle Emin Gürses bana hep destek oldu ama benim gizli tanık olduğum ortaya çıkınca hakkımda çok ağır tartışmalar olmuş. Emin'e de koğuştan at diye baskı yaptılar.

M.P. : İfadeden dönmeniz için baskı gördünüz mü?

Ü.S. : Ablamdan çok baskı gördüm, hala baskı yapıyor.

(Ümit Sayın'ın, bir çok şeyi ondan duyduğunu iddia ettiği koğuş arkadaşı Emin Gürses; Ümit Sayın'a soruyor)

Emin Gürses : Sayın Başkan, Ümit Sayın'ın durumunu görüyorsunuz. En büyük hatası tıp dışında şeyler yazmış. Soruyorum kendisine....Zekeriya Öz kendisine;

"Eğer 221'e [TCK'nın etkin pişmanlık maddesi] girmezsen, 35 sene yatarsın dedi mi, demedi mi?"

Ümit Sayın : Öyle bir diyalog geçti aramızda

Emin Gürses : Emin Hoca'nın aleyhinde bir şey sordu mu, sormadı mı?

Ü.S. : Hayır, sizin hakkınızda bir şey sormadı

Emin Gürses : Ama bak sonra koğuşa geliyorsun, hizmetini yapıyorum....Bir savcı 35 sene yatacaksın dese sen buna inanır mısın? "Niye inanmayayım, devletin savcısı" dedi. Ben de, "ya Zekeriya nereden devletin savcısı oldu" dedim. Açıkcası Zekeriya Öz bunu tehdit etti.

Koğuşta aylardır yanımdadır. Zor duruma düşmesin diye uğraşıyorum. O yüzden tahliyesini istedim. Zekeriya diyor ki, Emin Hoca'yı süründüreceğim. Beni tutuklayan hakim yüzüme bakmadı. Zekeriya Öz ben çıkarken diyor ki;

"kusura bakma hocam, tutuklanacaksın, sonra bakarız"

Zekeriya Öz niye bana bu kadar düşman. Kimdir, tanımam. Ümit Sayın; iddianamedeki ifadesinde, "okuduk" diyor, sonra "Emin Gürses bana dedi ki" diyor.

Ümit Sayın için tahliye talep ediyorum.

(Oktay Yıldırım; kendisi hakkında, kapı arkasından duydum diyerek iddialarda bulunan Ümit Sayın'a soruyor)

Oktay Yıldırım : "Anadol" ifadenizde benimle başka biri arasında olduğunu iddia ettiğiniz konuşmalardan sözediyorsunuz.

Ü.S. : İki kişi vardı odaya girdiğimde, öğleden sonraydı.

O. Y. : Başka kişi var mıydı?

Ü.S. : Orada iki kişi vardığımda. Sigara içmeye çıktığımda. Seslerden biri Danıştay bombası olduğunun ortaya çıkmasının sorun olacağını söylüyordu. Diğer ses de bunun zor olduğunu söylüyordu.

O.Y. : Bu sesler kime aitti?

Ü.S. : İlk ses Mehmet Bey'e, diğeri size aitti. "Çıkarsa ayvayı yeriz" diyordu; sizde , "çıkması zor, seri numaraları farklı" dediniz?

O.Y. : Seri numaraları farklı zaten diyorsam, Danıştay bombası olduğundan niye korkayım ki. Doçentsiniz; bu size çelişki olarak gelmiyor mu?

Ü.S. : Hayır, gelmiyor

O.Y : Süleyman Esen'in avukatını tanıyor musunuz?

Ü.S. : Hayır

O.Y : Savcılardan telkin veya vaatte bulunan oldu mu?

Ü.S : Hayır ben kendim 221'e girmek istedim.

O.Y : Buradaki herkesten sigara isterdiniz. Benden sigara istediğinizde sizi yanımdan kovdum mu?

Ü.S : Hayır, hem ne alakası var?

O.Y : Size; "defol buradan, sümsük herif" dedim mi?

Sizinle aynı sitede yazdık. Siz o teşkilata sırf araştırma yapmak için girdiğinizi yazdınız. Bekir Öztürk bunun üzerine sitesinden sizin köşenizi kaldırdı. Sonra köşeniz benim telkinlerimle tekrar açıldı. Sonra yazdığınız yazıda mason olduğunuzu fakat sonra niyetlerini anlayınca ayrıldığınızı yazdınız?

Ü.S. : Hayır, sadece bir yazı yazdım, yanlış hatırlıyorsunuz.

O.Y. : Ben okuru kandırma dedim, özeleştiri yap dedim. Bunun üzerine özeleştiri yapan bir yazı yazdınız.

Sayın Başkan; burada bir tanık portresi var, bir gizli tanık portresi var, savcı portresi var, sanık portresi var. Bu resme bakıp ne kadar ağlasak azdır. Bu ifadenin, bu günlüklerle ilgili ifadeden sonra çıkması tesadüf mü?

(Muzaffer Tekin, Ümit Sayın'ın ifadeleri üzerine bir açıklama yapıyor)

Muzaffer Tekin : Gizli, açık, sisli, puslu bu sanıkların, tanıkların söyledikleri beni hiç enterese etmiyor. Bu yüce mahkemenin bu insanlarla nasıl bu kadar iştigal ettiğini anlayamıyorum.

Savcıya kibarca, darbe ile ilgili sorusu üzerine, bu sorunun yeri burası değil diyorsunuz. Bunun üzerine savcı saldırıya geçiyor ve "bu darbe davası" diyor.

Savcılar çok kuvvetli diyorlar. Hayır . Zakkumlarda ölmeden önce en güzel çiçeklerini açarlar. Biz haklı olduğumuz için burada savcılara karşı böyle konuşabiliyoruz.

(Ümit Sayın'ın ifadesinde adı geçen Mehmet Demirtaş , Ümit Sayın'ın ifadesi ile ilgili soruyor)

Mehmet Demirtaş : Ben Anadolu'ya tahliye istemiştim, o bana iftira attı. Bir yol düşkününden medet umanlara yazıklar olsun. Bu açık, gizlenemeyen tanıklara güvenenler ondan beter olsun


(Ümit Sayın'ın ifadesinde adı geçen Zekeriya Öztürk soruyor)

Zekeriya Öztürk : Biz sizinle ne zaman buluştuk

Ümit Sayın : 2006'da olabilir.

Z.Ö : Benim söylediğimi iddia ettiğiniz şeyleri başkaları duydu mu?

Ü.S : Başka kişiler vardı, karşılıklı konuşuyorduk, onlar duymamış olabilir. Konu asker içinde yapılanmaya geldi, siz konuyu buraya getirdiniz.

Z.Ö : Ne kadar zaman sonra konu oraya geldi?

Ü.S. : Bir saat konuştuktan sonra söylediniz.

Z.Ö : Bugüne kadar niye aktarmadınız bu konuşmaları mahkemede?

Ü.S. : Gereksiz gördüm; detaydı ama sonra bütünün parçası olduğunu anladım.

Z.Ö : Bir ifadenizde üye olduğumu söylüyor, diğerinde yapılanma var dediğimi söylüyorsunuz. Hangisi?

Ü.S. : İkisi de

Z.Ö : Sayın Başkan; bu şahıs Zekeriya Öz'ün bir karakter ürünüdür. Danıştay çökmüştür ama proje gereği burası devam etmek zorundadır. Gizli tanık Anadol'un bu ifadesinin de bir proje kapsamında yürütüldüğünü düşünüyorum.

(Sevgi Erenerol; Ümit Sayın'ın ifadesi hakkında konuşuyor)

Sevgi Erenerol : Sayın Başkan; bu iddiaların akılla mantıkla izahı olabilir mi? Bu kadar ciddiyetsizlik nasıl bir güne maledilebilir.

(Kemal Kerinçsiz'in avukatı Tolga Akalın; duruşmaya öğle saatlerinde katıldığı için Ümit Sayın'ın ek ifade vereceğinden haberdar olmadığını ve bu konuda usule aykırı hareket edildiğinden şikayet ediyor)

Tolga Akalın : Bizim böyle bir ek ifade vereceğinden haberimiz olmadı. Ama bakıyoruz savcılar önceden hazırladıkları soruları okuyorlar. Demek ki onların önceden haberi varmış. Anlaşılan savcının soruları önceden hazırmış.

Bize bu çarpraz sorgu ile ilgili bir bildirim yapılmadı. Çarpraz sorguya hazırlanmak için bize bir zaman verilmesi lazım. Ümit Sayın'ın "Anadol" olarak verdiği "gizli tanık" ifadesinde geçirmediği isimleri bu ek ifade ile geçirttiler. Savcıların bu yeni ortaya çıkan isimlerle ilgili bir soruşturma yapması mümkün. Bu soruşturma ancak mahkemenizin izni ie yapılabilir yoksa kendileri yaparsa görevi ihmal olur.

(İşçi Partisi avukatı Hasan Basri Özbey, Ümit Sayın'ın ifadesinde Savcı Zekeriya Öz ile ilgili kısımlara değiniyor)

Basri Özbey : Bu ifade ile, Zekeriya Öz'ün başından beri yaptığı usulsüzlüklere devam ettiği anlaşılmıştır. Tehdit ve baskı ile yalancı tanıklığa teşvik ettiği, yargı yetkisine tecavüz ettiği, resmi evrakta sahteciliğe yönelik bir teşebbüs içinde olduğu anlaşılmıştır.

Savcı Zekeriya Öz'ün suç işlediği sabittir. Biz kendisi hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na ayrıca suç duyurusunda bulunacağız ama mahkemeniz nezdinde de suç duyurusunda bulunacağız. Bu sizin de göreviniz.
aktifhaber

10 Aralık 2009
Elimde Siyasilerin Kasetleri Var
Ergenekon ana davasıyla birleştirilen Danıştay davasının tutuklu sanığı Osman Yıldırım, çapraz sorgusunun altıncı gününde çarpıcı açıklamalar yaptı..



Ergenekon ana davasıyla birleştirilen Danıştay davasının tutuklu sanığı Osman Yıldırım, çapraz sorgusunun altıncı gününde Kemal Kerinçsiz'in sorularını cevapladı. Kerinçsiz'in, "Görüştüğünüz kişilerin görüntülü kayıtlarını aldığınızı söylediniz. Bu kayıtları mahkemeye verecek misiniz?" diye sorması üzerine Yıldırım, zamanı geldiğinde vereceğini, bazı siyasetçilerin de kayıtlarının bulunduğunu söyledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon ana davasının öğleden önceki 1,5 saatlik bölümünde olduğu gibi öğleden sonraki oturumunda da sanık Osman Yıldırım, tutuklu sanık Kemal Kerinçsiz tarafından çapraz sorgulandı.

Tutuklu sanık Kemal Kerinçsiz, bir önceki oturumda elinde görüntülü kayıtlar olduğunu söylediğini hatırlatarak Osman Yıldırım'a bu görüntüleri verip vermeyeceğini sordu. Yıldırım ise zamanı geldiğinde bunları vereceğini söyledi. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, "Bundan iyi zaman mı var?" diye sordu.

Yıldırım, bu soruya da "Vereceğim. Siyasetçilerle ilgili görüntüler de var." diye cevap verdi. Daha sonra Kemal Kerinçsiz, "Eğer elinizde görüntülü kayıtlar varsa bunlar çok önemli deliller." diye konuştu. Yıldırım da, "Sana cevap vereceğim. Cevap verdiğimde de görüşeceğiz." dedi. Kerinçsiz'in "Görüşme derken neyi kaydediyorsunuz?" sorusuna da Yıldırım "Cevap vermiyorum." dedi. Kerinçsiz'in, bu tavrın tehdit mi olduğunu sorması üzerine Yıldırım, "Kim nasıl anlarsa anlasın." cevabını verdi.

Sanık Osman Yıldırım, bu diyaloğun ardından "Mahkemenize saygım sonsuz. Her karşınıza çıktığımda saygılarımı sunuyorum. Ancak benim onuruma, namusuma dil uzatanları dışarı çıkarmak yerine önceki oturumda beni kendisine cevap vermek isterken beni dışarı çıkardınız." dedi.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, "Kimse yapmaz bunu." demesi üzerine Yıldırım, "İşçi partililer yaptı. Böyle onursuz insanlar numusuma dil uzattı. Namusuma dil uzattıklarında onlara cevap vermek istiyorum. Amacım mahkemeye saygısızlık değil. Onun dışarı çıkarılması lazımdı. İftira eden kişinin ifadesini istiyorum." ifadelerini kullandı.

Kemal Kerinçsiz, "Vatanı Müslümanlardan başkası sevmiyor diyorsun. Peki kimi sevmiyorsun sen? Yoksa Hıristiyanları mı? Türkiye'nin zaten yüzde 99'u Müslüman." diye sordu. Yıldırım ise "Cumhuriyet değerlerini kendilerine kamufle ederek kiliselerde kaos planları yapıp kendilerine dokunulmazlık sağlayanları sevmiyorum." dedi.

Bunun üzerine Kerinçsiz, "Kilise Allah evi değil mi? Sen kiliselere düşman mısın?" diye sordu. Yıldırım, dört kitabın da Allah'ın kitabı olduğunu biliyorum ama kaos planı yapanları sevmiyorum." dedi. Kerinçsiz, "Nereden biliyorsun?" diye sordu.

Yıldırım ise bir cinayet işlendiğinde emniyet ve jandarmanın, en son kiminle sorunu olduğuna baktığını anlatarak, "Sizin dava açtığınız o kişi öldürüldü. Devleti katil yaptınız. Devletimiz zor duruma düştü. Kilisede ayin yapanlar bunlar. Kilisede ayin yapanlar nereye gitse orada bela var." dedi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ise, "O sizin yorumunuz. Yanlış insanlar her yerde yanlıştır." dedi.
aktifhaber

12 Aralık 2009
Ergenekon'da DTP Sevinci
Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararına ilişkin basın açıklaması Ergenekon davasının görüldüğü Silivri'de sevinçle karşılandı..

Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararına ilişkin basın açıklaması Ergenekon davasının görüldüğü Silivri'deki mahkeme salonunda da ilgiyle takip edildi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın oybirliğiyle kapatma kararı alındığını açıkladığı sırada Danıştay davası ile birleştirilen birinci Ergenekon davası devam ediyordu. Sanıkların taleplerinin alındığı sırada bazı sanık yakınları ve avukatları kafeteryadaki televizyondan kararı dinliyordu.

Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın "oybirliğiyle kapatılmasına karar verilmiştir" dediği anda duruşmayı izlemeye gelenlerden bazıları alkışlamaya başladı. Gelen uyarılar neticesinde alkış hemen kesildi.

Kararın duyulmasından sonra mahkeme salonunda talepte bulunmak için söz alan tutuklu sanık Zekeriya Öztürk, "Çok mutlu bir haber aldım. DTP kapatılmış. Dilerim AKP de kapatılır." dedi.
aktifhaber

15 Aralık 2009 22:15
Ergenekon Hakimi'nin Sabrı Taştı
İkinci ''Ergenekon'' davasına bakan üye Hakim Sami Haşıloğlu, Ergenekon sanıklarının kendisi hakkında çıkardığı iddialar karşısında daha fazla dayanamadı..
İkinci ''Ergenekon'' davasına bakan üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu, ''4 vakıf aracılığıyla tarikatlarla bağlantılı olduğu'' iddialarını reddetti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını yapan tutuklu sanık Birol Başaran, soruşturma kapsamındaki tutuklamaların çoğunun üye Hakim Haşıloğlu tarafından yapıldığını söyledi.

Bunun üzerine, Mahkeme Heyetine başkanlık yapan Hasan Hüseyin Özese, bunun Adalet Komisyonu tarafından belirlendiğini hatırlatarak, hakimlerin herhangi bir davaya bakma konusunda talepleri olamayacağını dile getirdi. Özese, ''Bu konuda araştırmalar doğru yapılmıyor. Bizim dışımızda, bize suçlama yöneltiliyor'' dedi.

Sanık Başaran, ardından birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı Ergün Poyraz'ın, tarikat bağlantısı olduğu öne sürülen 4 vakıfa ilişkin Haşıloğlu ile ilgili iddialarını tekrarladı.

Bunun ardından söz alan Haşıloğlu, şimdiye kadar bu iddialara ilişkin hiç açıklama yapmadığını belirterek, ''Burada hakimler olarak, sanıkların dile getirdiği iddialara karşı peygamber sabrı gösteriyoruz. Suçlamalar da belli sınırlar içerisinde olmalı'' dedi.

Poyraz'ın bu yöndeki suçlamalarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda görüşüldüğünü belirten Haşıloğlu, Poyraz'ın bahsettiği vakıfların, Turgut Özakman'ın ''Çılgın Türkler'' kitabında geçen Durak Sakarya tarafından kurulduğunu kaydetti.

Sakarya'nın soyadının Atatürk tarafından verildiğini ifade eden Haşıloğlu, şöyle devam etti:

''Başkentin Ankara'dan taşınması konusundaki tartışmalarda Atatürk'e kendisini siper etmiş biridir. Erzurum milletvekilidir ve benim de akrabamdır. Üveys Vakfı ve kast edilen diğer 3 vakıf bu insana aittir.

Vakfın adında 'bin' takısının geçmesi, bu vakfın tarikat vakfı olduğunu göstermez. O dönemlerde isimlendirmeler öyle yapılıyordu. Nitekim, benim dedeme Erzurum'da Haşilzade denirdi.

Benim soyadım ise Haşıloğlu. Bundan dolayı bir vakfın tarikat vakfı olarak değerlendirilmesi insaflı değildir. Bir de bu vakıfların isimleri, kuruluş yerleri dikkate alınarak böyle isnatlarda bulunuluyor. Bu 3 vakıf Durak Sakarya'ya ait. Diğer 4. vakıfsa benim aileme aittir.

300 yılık bir vakıftır. Bir kadın vakfıdır. Kurban bayramlarında muhtaç insanlara vakıf evlatları eliyle et dağıtırlar. Bu bir gelenektir. Ben hala eğer bayramda Erzurum'daysam kendi elimle et dağıtımı faaliyetlerine katılırım.''

Bu açıklamaları şimdiye kadar yapmadığını kaydeden Haşıloğlu, ''Çünkü hakimlerin böyle bir zorunluluğu yoktur. Sadece suçlayanları insaflı olmaya davet etme adına ilk kez açıklama yapıyorum. Bir daha da yapmayacağım'' diye konuştu.

Başaran da teşekkür ederek, bu konuda eksik bilgilendirildiğini söyledi.

Hakim Özese, saatin geç olması nedeniyle tutuklu sanık Birol Başaran'ın savunmasına ara vererek, duruşmayı 17 Aralık Perşembe günü saat 09.30'a erteledi.
aktifhaber

18 Aralık 2009 22:48
İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından emekli Albay Hasan Atilla Uğur, ifade verirken isyan etti

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından emekli Albay Hasan Atilla Uğur, ''Üç eski kuvvet komutanı ifade verdi. Sözde darbe hazırlığının mimarı olarak gösterilen bu insanlar savcılık sorgularının ardından mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakıldı. Peki ben niye tutukluyum?'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, tutuklu sanık Birol Başaran'ın avukatları Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz'ün dönüşümlü yaptıkları savunmanın ardından, sanıkların beyanlarının alınmasına geçildi.

Tutuklu sanıklardan emekli Albay Uğur, devletin kritik görevlerinde hizmet etmiş biri olduğunu belirterek, tutuklu olmasının terör örgütlerini mutlu ettiğini söyledi.

Uğur, Mustafa Balbay'ın Jandarma İstihbarat Dairesi başkanının odasında yaptığı ve kendisinin de katıldığı görüşmenin gizli olarak kayıt altına alınmasının sürekli olarak gündeme getirilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, ''Görüşmeleri kaydettiren makamın bunu gelecekte atılabilecek iftiraları önleme amaçlı yaptığını yemin ederim şu anda burada gördüm. O görüşme iyi ki kaydedilmiş'' diye konuştu.

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında, eski kuvvet komutanlarından emekli Oramiral Özden Örnek, emekli Orgeneral Aytaç Yalman ve emekli Orgeneral İbrahim Fırtına'nın ifadesinin alındığını hatırlatan Uğur, ''Üç eski kuvvet komutanı ifade verdi. Sözde darbe hazırlığının mimarı olarak gösterilen bu insanlar savcılık sorgularının ardından mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakıldı. Peki ben niye tutukluyum? Darbe hazırlığı mı yaptım? Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları olmadan darbe mi olacak? Komutanlar serbestken ben niye tutukluyum?'' şeklinde konuştu.
aktifhaber

20 Aralık 2009 14:19
Yarbay Ali Tatar İntihar Etti
Oramirallere suikast soruşturmasın kapsamında tutuklanan ve itiraz üzerine serbest kalan Deniz Yarbay Ali Tatar intihar etti.

Alınan bilgiye göre, 7 Aralıkta Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinde ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında tutuklanan Deniz Yarbay Tatar, avukatlarının itirazı üzerine 3 gün önce serbest bırakıldı. Savcılığın talebi üzerine hakkında yeniden yakalama emri çıkarılan Deniz Yarbay Tatar'a, mahkemenin kararı, Üsküdar Beylerbeyi'ndeki Astsubay Hazırlama Okulu tesislerindeki lojmanında dün tebliğ edildi.

Tebligatın ardından Deniz Yarbay Tatar, evinde silahıyla başına bir el ateş ederek intihar etti.

Deniz Yarbay Tatar için bugün Karacaahmet'teki Cemevi'nde bir tören düzenlendi. Törenin ardından Deniz Yarbay Tatar'ın naaşı, toprağa verilmek üzere Ankara'ya götürüldü.

Törende, Deniz Yarbay'ın eşi Nilüfer Tatar, kameralara, ''Süleyman Pehlivan adını hiç silmeyeceğim. Kocamın katili sensin. Rahat nefes alıyor musun?'' diye bağırdı. Törene ayrıca, Deniz Yarbay Tatar'ın annesi Satı, kardeşi Ahmet ile askeri personel, yakınları ve vatandaşlar katıldı.

Deniz Yarbay Tatar'ın bir kızı olduğu öğrenildi
aktifhaber

20 Aralık 2009 07:38
LEVENT ERSÖZ'E İNFAZ GİRİŞİMİ
Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz'ün yattığı hastanede ilginç bir olay yaşandı...

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nin, Ergenekon tutuklu sanığı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü İç Hastalıkları Bölümü'nde üzerinde biri kuru sıkı olmak üzere 2 silah bulunan bir kişi kovalamaca sonucu yakalandı. Görgü tanıkları şahsın "Albayım" dediğini iddia etti. Şahsın kaçarken çevreye ateş etmesi sonucu öğrencilerin yaşadığı bir evin camına da kurşun isabet etti.

Ergenekon davasında tutuklu yargılanan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Servisi bekleme salonuna bekleyen bir kişiden şüphelenen hastane güvenlik görevlileri şahsın yanına giderek bekleme nedeni sordu. İddiaya göre güvenlik görevlilerine "Size ne, siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Beni Albay gönderdi" diye karşılık veren adının Erhan Keskin olduğu öğrenilen şahıs ile görevliler arasında tartışma çıktı. Güvenlik görevlilerince dışarı çıkarılan Keskin belindeki tabancayı çıkartarak, havaya 5-6 el ateş etti. Olay yerinde etkisiz hale getirilerek polise teslim edilen Keskin'in üzerinden biri kurusıkı, iki tabanca çıktı. Astsubaylıktan ayrıldığı öğrenilen Keskin, polis ekipleri tarafından göz altına alınarak Fatih Şehremini Polis Merkezi'ne götürüldü. Buradaki ilk ifadesinde çelişkili bilgiler verdiği öğrenilen Erhan Keskin, daha sonra sorgulanmak üzere Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürüldü.

Olay sonrası olay yeri inceleme ekipleri hastanede inceleme yaptı.
Polis olayla ilgili olarak geniş çaplı araştırma başlattı.

İddiaya göre, dün saat 22.00 sıralarında Ergenekon tutuklusu Emekli Tuğgeneral Levet Ersöz'ün tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü'nde dolaşan bir kişiden şüphelenen güvenlik görevlileri kim olduğunu öğrenmek için şahsa yaklaştı. Şahıs güvenlik görevlilerinin kendisine yaklaştığını görünce kaçmaya başladı. Kaçarken de belinden çıkardığı silahla etrafa ateş etti.

Güvenlik görevlileri şahsı hastane çıkışana kadar kovaladı.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Arl 22, 2009 9:09 pm    Mesaj konusu: Erhan Keskin Tutuklandı Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon, Uzaktan Zihin Kontrolü Ve Muhterem Doktorlar!
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
22 Şubat 2010

Bugünkü yazım her zamankinden biraz daha uzun olacak. Ama baştan söyleyeyim sonuna kadar ağır ağır okuyun ve tekrar tekrar hatırlamak için saklayın. Yazımın konusu,uzaktan zihin kontrolü,parapsikoloji, telegram ve bunların günümüzdeki siyasi gelişmelerle yakın ilgisi. Önce AKŞAM gazetesinden iki haber okuyalım ve “Allah Allah rastlantıya bak” diyelim.


Haber 1:

“ Kuzey İrlanda barışını sağlayan isimlerden Lord John Alderdice, IRA deneyimlerini Genç Siviller’e anlattı: ‘Yapılacak en zor şey, tarafları bir araya getirmekti. Biz sorunları çözmedik, farklılıklarla baş etmeyi öğrendik’


IRA müzakerelerinin mimarı Lord John Alderdice, Genç Siviller Derneği’nin davetlisi olarak Ankara’da Kuzey İrlanda Barış Süreci ve Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.”

Haber 2:

“ Demokratik açılıma yeni yol haritası. Toplumsal çatışmalarda rol üstlenen Prof. Vamık Volkan devrede. Volkan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşüp tavsiyede bulundu: ‘Siyaseti sürecin dışına çıkarın’


Politik Psikoloji uzmanı Psikoanalist Prof. Vamık Volkan

Ankara’da ‘demokratik açılım’ın nabzını tuttu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Geçen hafta, Gül ve Davutoğlu’nun medyaya açıklanan programlarında yer almayan görüşmelerde, açılım çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması yönünde bir strateji ortaya çıktı.

Vamık Volkan, 17 Şubat’tan bu yana Türkiye’de. Yeni açılım sürecinin bir parçası olarak Ankara’ya gelen IRA barışının mimarı Lord John Alderdice ile aynı otelde kalan Volkan’a, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu randevularında kalabalık bir grup eşlik etti.
1979 yılından bugüne kadar dünya üzerindeki kriz bölgelerinde gayri resmi arabuluculuk rolü üstlenen Vamık Volkan’ın Ankara temasları sırasında, “Demokratik açılım sürecinde nerede yanlış yapıldı” sorusuna yanıt arandı.

Vamık Volkan’ın muhataplarına, “Çalışmalar sırasında işin içine siyasetin girmemesi” yönünde telkinde bulunduğu öğrenildi. Volkan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir yol haritası izlenmesi gerektiğini de belirtti. Açılım çalışmalarının hükümet eliyle götürülmesini de eleştiren Volkan, sürecin bu nedenle kesintiye uğradığını savundu ve hükümet dışı sivil organizasyonların devreye girmesi gerektiğinin altını çizdi.


“Gül iyi biliyor”

Volkan’ın, geçtiğimiz hafta yaptığı görüşmelerin ardından, “Demokratik Açılım” çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması stratejisinin benimsendiği ve bu yönde adımlar atılacağı öğrenildi.

Vamık Volkan’ın temasları sonrasında, Cumhurbaşkanı Gül’le ilgili önemli bir değerlendirme yaptı. Volkan, yakın çevresine “Kürt meselesini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iyi bildiğini” söyledi. Vamık Volkan, çarşambaya kadar temaslarını sürdürecek. Yarın İstanbul’da Ekopolitik toplantısına katılacak.

Prof. Vamık Volkan, demokratik açılım sürecinin hangi eksene oturması gerektiğini anlattı, ‘siyasetsiz süreç’in ipuçlarını verdi. Tercüman gazetesinden Lale Şıvgın’ın sorularını yanıtlayan Volkan, 35 yıldır çatışma alanları üzerinde çalıştığını hatırlattı.

Apo’nun muhatap alınması taleplerini değerlendiren Volkan “Süreç politika dışı olmalı. Öcalan’ı dahil ettiğin zaman bu iş biter” dedi. Başbakan Erdoğan’ın ve muhalefetin uzakta durması gerektiğini savunan Volkan’ın görüşleri şöyle:

“Tamamen politikacılar dışında 20-30 kişilik bir grup olmalı. Kürt de katılsın Türk de. Özellikle kadınlar bulunmalı. Ne yapılması gerektiğini kimse söylemesin. Atılacak adımlar sürecin sonunda ortaya çıksın. Biz Estonya’da 30 kişiydik. 7 yıl sürdü görüşmeler. Medyadan gizli yaptık. Toplantılar gizli değildi ama medya her adımı izlemiyordu. Böylece yapılan iş politize olmadı.”

Evet, haberleri okudunuz ! Gördüğünüz gibi bağlantılar çok net. Vamık Volkan’ın Beyaz Saray ve Pentagon’un psikoloji danışmanı olduğu söyleniyor.Ama bilinen çok net bir gerçek var Volkan’ı bütün ABD yönetimi çok seviyor.Abdullah Gül de çok sever.

Gelelim şimdi işin “alakaya çay demle” faslına.

Hatırlar mısınız? Koalisyon hükümeti sırasında cezaevlerine yapılan büyük operasyonları. Operasyonun adı “Hayata Dönüş” tü ama zayiat da verilmişti . Bu operasyon öncesinde Türkiye’de çok gizli yapılan bir deney vardı. ABD’li uzmanlar ile Genelkurmay Başkanlığı, cezaevlerinde mahkumlar üzerinde uzaktan zihin kontrolü ile ilgili deneyler yapıyordu.

Bu deneyin canlı şahidi ise şu anda Ergenekon davasından Silivri de yatan emekli binbaşı Fikret Emek. ABD’li uzmanlar Fikret Emek ve Genelkurmay Başkanlığı’nın görevlendirdiği diğer subaylara uzaktan zihin kontrolü yöntemi ile insanlar neler yaptırabileceklerini aktardılar. Hatta bazılarını tatbikatları ile gösterdiler. ABD’lilerin tek bir sıkıntısı vardı; “Dünyanın çeşitli yerlerinde yaptıkları deneylerde insanları gerek uyurken gerekse uyanıkken istedikleri gibi kontrol edebiliyor ve yönlendirebiliyorlardı. Fakat Türklerde bir sıkıntı vardı. Türklere uyurken zihin kontrol yöntemi başarılı oluyor fakat uyanıkken hiç bir şey yaptıramıyorlardı.” Bunun için de yardım talep ettiler(hatırlayın Hayata Dönüş operasyonları hep gece gerçekleşmişti) Ama, talepleri ve yaptıkları deneylerden oldukça rahatsız olan Fikret Emek ve diğer subayların kuşkulu yaklaşımlarından sonra ABD’liler pılı pırtıyı toplayıp geri gittiler.

ABD’liler sonradan bu deneyleri nereye kadar götürdüler bilemeyiz. Ama yaptıkları bir şey daha vardı; Telegram (seslerle ve renklerle zihin kontrolüne yarar) denen teknolojinin alet ve edevatlarını AKP’yi çok seven fakat şimdilerde biraz kabuğuna çekilen bir cemaat televizyonu vasıtasıyla Türkiye’ye soktular . Daha sonra bu telegram teknikleri bazı cemaat kanallarının çok sevilen dizi ve programları ile prime time TV’lerin rayting rekorları kıran dizilerde kullanıldı.

Evet, medyada büyük yer alan iki süper ziyaretçimizden Vamık Volkan’ı kısaca anlatmıştık.Lord John Alderdice’nin de asıl mesleği de doktorluk ve psikiyatri.Başbakanda birden bire sanatçılara düştü.
Para psikoloji alanında uzman isimlerin Türkiye’ye gelişleri artık açıktan gösteriliyor. Hepsi de İngiliz ve ABD referanslı. Haberleri de size alt alta koyup okuttum. Türk milletinin TV dizilerine düşkünlüğü de malum.Sektörün biraz içinde olduğum için biliyorum.Bir dünya dizi ve maliyetleri çok yüksek.Özel TV’lerin piyasaya para ödemelerindeki durum ise oldukça vahim.Ama bu yüksek maliyetli dizlerin yapımı ve gösterimi tam gaz gidiyor.

Yazımı biraz daha ileri götürürsem bana da kolayca “paranoyak” damgasını vururlar. Ama siz gene de bu söylediklerimi unutmayın. Bu aralar dinlediklerinize ve izlediklerinize daha da dikkat edin.

avaztürk

Yılmaz Özdil
Hürriyet
Ağzında lokma varken suikast yapılmaz...

"Suikast krokisi subayın ağzında.

Albay krokiyi çiğnerken basıldı.

Binbaşı krokiyi yutmaya çalıştı.

Isırırken kroki koptu.

Krokiyi boğazından çıkardılar.

Suikastçı krokiyi yedi.

*
Yersen...

*
“Valla biz vurduk” demelerine rağmen, şakır şakır asker vuranların PKK’lı olduğuna inanmıyorlar, suikastla suçlanan yarbaylar onuruna yediremeyip kendi kafasına sıkıyor... Bunlar hâlâ mahalleden geçen subayların peşinde.

*
Bakın, neymiş o suikastçının adı?

E.Y.B.

Olsa olsa, Embesil Yani Bu’nun kısaltılmış hali herhalde!

*
Çünkü, sanırsın, Mısır piramitlerinin gizemli dehlizlerinde yaşıyor Bülent Arınç, nerde oturduğu bilinmiyor... Halbuki, o mahalleye her gün önünde arkasında vaiyynn diye bağıran eskortlar, korumalarla geliyor, kapısının önünde de polis kulübesi var, anaokulundaki çocuğa sor, aha şurası diye göstersin... Ama bizim albay suikastçı, elinde krokiyle
adres arıyor iyi mi!

*
(Kestane ağacına sırtını ver, 20 adım yürü, pastane var orda, dön ordan, ver sırtını pastaneye, 20 adım yürü, kestane ağacı göreceksin, arkasına sotalan filan.)

*
Üstelik, manifaturacıda Kalaşnikof var, sokağı tarıyor; bu arkadaş albay olmuş, suikast yapacak, tabancası bile yok.

*
Şöyle bi diyalog mesela...

- Kimi vurcaz komtanım?

- Arınç’ı.

- O kim?

*
Reflü olduk gari, her Allah’ın günü gazete mutfaklarına kurulan darbe marbe ziyafetlerini kimse yemiyor... N’aapsınlar, tatlı niyetine, mahalleden geçen subayları “Kroki yiyen suikastçı” diye servis etmeye başladılar... Yerseniz artık."



22 Aralık 2009
Erhan Keskin Tutuklandı
Levent Ersöz'ün kaldığı hastanenin önünde havaya ateş açan Erhan Keskin, tutuklandı..

Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü hastanede silahıyla birlikte yakalanan zanlı Erhan Keskin, sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı..

İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ndeki işlemlerinin ardından Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirilen Erhan Keskin, savcılık ifadesinin ardından mahkemeye gönderildi. Soruşturma Savcısı Bilal Bayraktar tarafından ifadesi alınan Keskin'in, Ergenekon savcıları tarafından da sorgulandığı öğrenildi.

Keskin, dün de adliyeye getirilmiş, sorgusunun ardından gözaltı süresi uzatılarak tekrar Emniyete götürülmüştü.

Ergenekon davasında tutuklu yargılanan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Servisi'nde şüpheli hareketleri üzerine dikkat çeken Keskin, güvenlikçilerle tartışmıştı. Hastaneden kaçmaya çalışan ve bu sırada havaya ateş açan Keskin, gözaltına alınmıştı. Olayda, Ersöz'e suikast ihtimali üzerinde de duruluyor.
aktifhaber

22 Aralık 2009
Asker Emeklisi Değilmiş
Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü hastanede çevreye ateş ettiği iddiasıyla gözaltına alınan Erhan K'nın ifade tutarsızlığı..Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Ergenekon soruşturmasında tutuklanan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü hastanede çevreye ateş ettiği iddiasıyla gözaltına alınan Erhan K'nın emniyetteki ifadesinde susma hakkını kullanarak, adliyede savcının sorularına cevap vereceğini söylediği öğrenildi.

Zanlı Erhan K.'nın askerlik görevini 1988 yılında yaptığı ancak asker emeklisi olmadığı belirlendi. Erhan K'nın adliyeden emniyete geri gönderilmesinin savcılık ile emniyet ifadeleri arasında farklılık olmasından kaynaklandığı belirtildi.

Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü hastanede ateş eden ve üzerinde iki tabanca ile birlikte yakalanan Erhan K. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde sorgulandıktan sonra yeniden İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi.

Erhan K'nın savcılık sorgusu sırasında emniyette verdiği "hastaneye bir yakınımı ziyarete gitmiştim" ifadesini değiştirdiği ve alacaklı olduğu emekli bir astsubayı beklediğini söylediği öğrenildi. Erhan K.'nın, emekli astsubayla arasında alacak verecek meselesinin olduğunu, bu astsubayın bir yakınının hastanede yattığı için burada beklediğini anlattığı öğrenildi.

Bu ifadenin ardından bilgisine başvurulan adı geçen astsubay, Erhan K. İle tanıştığını ancak 2004 yılından bu yana hiç görmediğini söyledi. Emekli astsubay, her hangi bir yakınının hastanede yatmadığını, Erhan K. ile arasında alacak verecek meselesinin de bulunmadığını anlattı.

Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde yapılan incelemeler sonrasında şüphelinin ifade ettiği gibi asker emeklisi olmadığı ortaya çıktı. 1998 yılında yaptığı askerlik görevi dışında herhangi bir askeri geçmişi bulunmayan şüphelinin, emniyette ve savcılık sorgusunda isimlerini verdiği subayların ise askerlik yaparken tanıdığı komutanları olduğu belirlendi.

Erhan K'nin sorgusu sırasında oğlu, eşi ve annesinin de bilgilerine başvuruldu. Şüphelinin 17 yaşındaki oğlunun babasını emekli bir başçavuş olarak bildiğini söylediği öğrenildi.

Şüphelinin anlatımlarında Türkiye'nin yakın tarihi ile ilgili çok sayıda konuya girdiği de öğrenildi. 33 er olayından Turgut Özal'ın ölümüne kadar birçok konuda konuştuğu ancak anlattıklarının gerçeklerle bağdaşmadığı belirtildi.

Daha önce "hastaneye o gece gittim" şeklinde ifade veren Erhan K'nın bu sözünün de doğru olmadığı ve hastane kayıtlarına göre 12 gündür hastanede olduğu belirlendi.
aktifhaber

22 Aralık 2009
Özkan'dan Savunma
İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı Tuncay Özkan, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde savunmasını yaparken iddianameyi hazırlayan savcıları eleştirdi..

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı gazeteci-yazar Tuncay Özkan, iddianamenin ''Türk hukukunun Kerbelası'' olduğunu ileri sürerek, ''Zulmüyle hatırlanacaktır. Her şey unutulur, bu zulüm hatırlanır'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada savunmasını yapan Özkan, iddianameyi ve hazırlayan cumhuriyet savcılarını eleştirdi. Suçu konusunda hala bilgi sahibi olmadığını iddia eden Özkan, suçunu öğrenmek için 70 sayfalık dilekçe verdiğini söyledi.

Özkan, ''TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek''le suçlandığını belirterek, matbaa ustası olan ve kurşun zehirlenmesi nedeniyle kanser olup 42 yaşında ölen babası Ziya Özkan'ın, TBMM çalışanı olduğunu kaydetti.

Meclis'in her bir karesinde çocukluğunun geçtiğini anlatan Özkan, ''Bahçesindeki ağacın dalından elma koparıp yedim. İlk sapanımı meclisin bahçesindeki ağacın dalından yaptım. Babam 42 yaşında öldüğünde TBMM'nin bize bağladığı dul ve yetim aylığı ile okuduk.

TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiğim iddiasını bana nasıl yazarlar? TBMM'de en son görevim Cumhuriyet Gazetesinin parlamento şefliğiydi. Böyle bir suçlamanın olması için vicdansız olmak lazım. Bahçesine kadar tanıdığım, ağacından meyve koparıp yediğim o meclisi, benim tarafımdan ortadan kaldırmaya götürüyorlar. Elinizde bir don lastiği, nereye uzarsa oraya çekiyorsunuz'' görüşünü savundu.

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in dün duruşmaya gözlemci olarak katılan CHP milletvekillerinin ''milletvekilliklerinin düşürülmesi talebini'' eleştiren Özkan, ''Duruşmada aleniyet varsa, TBMM iç tüzüğü gereğince de üyeleri denetim faaliyetlerini yürütebilir. Demokrasi dersi verenlerin demokrasiyi iyi öğrenmesi gerekir.

Metinlerin arkasına dayanılarak politika yapılmaz. Savcılık makamı dün siyaset yapmıştır. Biz hukuk arıyoruz, onlar politika yapıyor. Ergenekon iddianamesi büyük bir hatayla başlıyor. Savcılık makamının algıladıklarına değil, algılamadıklarına hayranım.

Savcılara göre bu sanıkların yapamadıkları bir şey yok. İddianamede bir kahraman yaratılıyor. Pelerinleri var uçar diyorlar. Anlayamadıklarına da Ergenekon diyorlar. Ergenekon diye bir şey var ama algılayamıyorlar'' iddiasında bulundu.

''Savcılar, iddianamenin hem efendisi, hem kölesi olmuştur'' görüşünü ileri süren Özkan, iddianameyi ölü doğan bir bebeğe benzetti.

''Alevi olmak''la suçlandığını anlatan Özkan, ''Muharrem ayındayız, buyurun, bize de iftara bekleriz. İnançlarımızdan dolayı da mı sorgulanacağız? Ben gözaltına alınacağımı biliyordum. Çıktım, televizyonda söyledim. Ben doğruluk için burada varım'' dedi.Özkan, iddianamenin siyasi bir plan olduğunu ileri sürerek, şunları savundu:

''Özgür, cesur, mert ve yazdıklarına güvenilen bir iddianame için çok şey feda edebilirim. Demokrasi güvercinini, Recep'in tavuğu haline getirmeye çalışıyorlar. Ben bunu kabul etmem. Yeminle söylüyorum, özür dileyecekler. Herkes ölümlü, güç dediğiniz şey ateşten bir top.

Kimin elinde çok kalırsa yakar. Savcılık içinde bulunduğu durumdan kurtarılmalıdır. Umarım yanlış anlamazlar ve bataklıktan çıkmak için dost elimi tutarlar. Bu kinle, bu sevgisizlikle gidecekleri bir yer yoktur.''

Tutuklu sanık Tuncay Özkan, ''Beni gönderecekleri Silivri'den öteye bir yer var mı? Buradan öteye Silivri'ye yaptıracağınız bir mezarlık kaldı. Ona da varım. Savcılığın tutumuna ilişkin söyleyeceklerim bunlardır'' diye konuştu.
Mahkeme heyetine de seslenen Özkan, ''Lütfen bana söyleyin, benim hatam ne? Ben nerede yanlış yaptım? Niye öyle bakıyorsunuz? Okuyup kabul ettiğiniz metin bir politik metin. Bu iddianame Türk hukukunun Kerbelasıdır. Zulmüyle hatırlanacaktır. Her şey unutulur, bu zulüm hatırlanır'' iddiasında bulundu.

Özkan, ''Niye burada olduğumun delillerini sunacağım. Beni öldüreceklerdi, onun için buradayım'' dedi.

İstanbul Adliyesinde ''Matkap Operasyonu'' ile ilgili savcıya ifade verdiğini belirten Özkan, ''İfade verirken Zekeriya Öz de odaya girdi. O da dinledi. Matkap dosyasını getirin. Bu mafya liderini dinleyin. Zekeriya Öz'ü dinleyin'' diye konuştu.
aktifhaber

22 Aralık 2009 12:14
Küçük Tatar'ı Böyle Fişlemiş
Önceki gün intihar ettiği iddia edilen Yarbay Ali Tatar'ın adı Veli Küçük'ün evinde ele geçirilen fişleme dosyasında bakın nasıl geçiyor

Önceki gün intihar ettiği iddia edilen Yarbay Ali Tatar'ın 'Amirallere suikast planında tim lideri olarak görüldüğü' iddiasıyla hakkında tutuklama kararı talep edildiği öne sürüldü. Veli Küçük'ün evinde ele geçirilen fişleme dosyasında Yarbay Tatar'ın adı geçiyor

Yarbay Ali Tatar'ı intihara götüren soruşturma İstanbul Narkotik Polisi'ne 15 Şubat 2009 günü gelen bir ihbarla başladı. Kocaeli Gölcük ve İstanbul Bahçelievler'deki bazı adreslere eşzamanlı baskın yapıldı. Baskınlarda 500 gram TNT patlayıcı madde bulununca bu kez İstanbul Terörle Mücadele Polisi devreye girdi. Ele geçirilen belgelerde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç ve şimdiki Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'e suikast hazırlığı olduğu iddia edildi. Operasyonda 9 muvazzaf teğmen ile Yarbay Ali Tatar tutuklandı. 'Terör örgütüne üye olmak' suçundan tutuklanan Tatar itiraz üzerine serbest bırakıldı. Ancak savcı yeniden tutuklama talep edince Tatar hakkında yeniden yakalama emri çıkarıldı.

İddialara göre tutuklanan teğmenlerin Gölcük'teki evinde bir mermiye rulo halinde sarılmış olarak iki amirale suikast planı bulunmuştu. İddiaya göre suikast timinin başındaki isim Yarbay Ali Tatar'dı.

Yarbay Ali Tatar'ın adı Ergenekon soruşturmasının birinci iddianamesinde de yer almıştı. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün adresinde ele geçirilen fişleme dosyasında Tatar ile ilgili şu ifadelere yer veriliyor: 'Açıkça anlaşılmaktadır ki Yüzbaşı Ali Tatar ve arkadaşları birinci sıraya yüce milletimizin ve ordumuzun menfaatlerinin, emir - komuta zincirinin yerine Alevilik gibi başka değer yargılarını ve ölçülerini koymuşlardır. Artık deniz kuvvetlerinde Eğitim Uzmanı personeli olmak için tercihen Alevi olmak yetiyor. Tatar, Sivas Gürün Yuva Köyü'nden Alevi olup, Deniz Lisesi PAP Şube Müdürü'dür. Yuva Köyü yörede PKK'lı yatağı ve anarşist yuvası olarak bilinmekte. Yakın akrabası Hüseyin Tatar, anne Elife, baba Halife bölücü örgüt üyesi olmaktan sabıkalı.'

Savcılar önce Poyrazköy, Kafes ve son olarak 'Amirallere suikast' dosyalarının Ergenekon'la bağını çözmek için çalışıyor.
aktifhaber

ERGENEKON'UN HEDEFİNDE AVRASYACILAR VAR
23.12.2009 12:25

Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın, Maya Dergisi'ne verdiği röportajı yayınlıyoruz...

"E.Org. Çetin Doğan ile yaptığımız söyleşide Türkiye ve Dünya gündeminde ağırlığını koruyan sorunların yeni yıla girerken ulaştığı boyutları ve nedenlerini ele aldık. Ülkemizin, AKP’nin yarattığı, büyüttüğü sorunların altında ezildiği, suni gündemlerle cebelleştiği, merkep’in kendisini bırakıp gölgesi ile savaşan gariplikler ülkesine dönüştüğü için, “zıvanadan” çıktığını belirten Doğan’ın, sorduğumuz sorulara verdiği yanıtları, yaptığı değerlendirmeleri aşağıda bulacaksınız. Son dönemde ülke gündeminin merkezinde otumaya devam eden “Açılım”, Maya’nın bu ve bundan önceki sayısnda Sn. Doğan tarafından kapsamlı olarak ele alındığı için söyleşimimizin kapsamı dışında tutulmuştur.

Sn. Doğan’ın yaptığı değerlendirmelerin kaynakçaları dip notu olarak verilmiştir.



Maya: Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal, sosyal ve ekonomik sorunların boyutunun çığ gibi büyümekte olduğunu görüyoruz. Sayın Başbakan ise, gittikçe hırçınlaşan tavır ve sözleri ile de olsa “nurlu ufuklara” doğru hızla yol aldığımızı söylemeye bıkmadan devam ediyor. Siyasal konuların gündemdeki ağırlığı nedeni ile pek tatışılmayan Türkiye ekonomisi gerçekten bir düzlüğe çıkmakta mıdır?

Doğan: Mevcut AKP yönetimi iktidarda kaldığı sürece, zıvanadan çıkan Türkiye’yi siyasal, ekonomik ve sosyal açıdan rayına oturtmak, ümitsiz bir vak’a olarak görülüyor. Doğru işler yapmanın koşulu, sanal alemde dolaşmakla değil, gerçeklerle yüzleşmekten geçer. Elimde Başbakan’ın Aralık başında kendi grup toplantısında yaptığı uzun konuşmanın tam metni var. Söylediği sözlerin, verdiği bilgilerin sağlıklı olmayışı, Başbakan’ın sağlığından da kuşku duymamıza neden oldu. Esasen Sayın Erdoğan’ın ekrana, gazetelere yansıyan tedirgin bakışları, birşeylerin doğru gitmediği konusunda kendisinin de az, biraz kuşku duymaya başladığının göstergesi de olabilir. Lafı uzatmadan Başbakan’ın konuşma metninden birkaç satırı birlikte okuyarak bunların gerçeklerle ne ölçüde bağdaştışığını irdeleyelim:
“....Medeniyet yürüyüşümüzde nereden nereye geldiğimizi görme imkanını bulduk. Yaptığımız öz eleştiriler, değerlendirmeler neticesinde bir kez daha göğsümüz kabardı. 7 yılda ortaya konulan her bir başarı, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının göğsünü kabartmıştır. Yaptığımız reformlar, hizmetler, Türkiye’nin dört bir yanında inşa ettiğimiz eserler büyük bir başarı tablosunun parçasıdır...
Başkaları bu başarıları gölgelemek isteyebilir. Başkaları bu başarılardan rahatsız olabilir. Ama biz bu 7 yılda yaptığımız her hizmetle gurur duyduk.... Türkiye’yi dünyanın 17. en büyük ekonomisine yükseltirken, enflasyonu tek haneli rakamlara çekerken ne duyduysak, hangi hazzı yaşadıysak, bütün başarılardan nasıl gurur duyduysak, yine gurur duyuyoruz. Sessiz devrimler gerçekleştirdik. Ekonomide tarihi göstergelere ulaştık.”



Tarihi göstergeler Başbakan'ı yalanlıyor

Maya: Nedir bu tarihi göstergeler? AKP yedi yılda gerçekten göğsümüzü kabartan başarılara imza atabildi mi?

Doğan: Benim görebildiğim kadarı ile yakın tarihimizde hiç görülmemiş kadarı ile bazı çevrelerin, evlad-ü iyal’in (çoluk-çocuk,eşin), dostun ziyadesiyle göğsünü ve cüzdanını kabartan gelişmeler gerçekten sağlanmş; gemicikler, villalar, prim getirici arsalar, eşe dosta devredilen basın yayın kuruluşları, zemzem suyu veya viskiye düşkünlüğüne bakılmaksızın “şerbetli kalemler” satın alınmıştır. Ama ne yazık ki bunlar, Birleşmiş Milletler’in, OECD’nin, hatta bütün halisane gayretine rağmen Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), Türkiye’nin ekonomik durumuna ilişkin yayınladığı bültenlerde yeralmıyor. Bültenlerde yeralan veriler ise daha ziyade okuyanların “göğsünü daraltan” cinsten. Türkiye’yi dünyanın 17nci en büyük ekonomisine yükseltirken gurur duyduklarını ileri süren Başbakan, Türkiye'nin 2000 yılından beri dünyanın 17nci büyük ekonomisi olduğunu bilmiyor mu?(1) Biliyorsa, Türkiye’yi “yerinde saydırmaktan” gurur duyuyor olmalı. Sayın Ü.Zileli’nin “Ses Ver Türkiye” TV programına konuk olan Sayın İlhan Kesici’nin ortaya koyduğu çarpıcı verileri Sayın Tufan Türenç’in yazısından birlikte okuyalım:(2)
“Son iki yılda karşılıksız çeklerde inanılmaz bir artış var. Geçen seneye göre artış nisbeti yüzde 44. Bu kadar insanın hepsi dolandırıcı mı? Kuşkusuz değil. Bunların çoğu iktidarın uyguladığı ekonomik modelin kurbanı. Karşılıksız çıkan çek sayısı 1.5 milyon adet. Protesto olan senetlerin tutarı ise 3 milyar dolar. 64 bin işyeri kapandı.

İşsizlik ise facia: Yüzde 13.4. AKP iktidarı devraldığında yüzde 10.2'ydi. Son bir yılda 930 bin kişi işsiz kaldı. Genç işsizlerin oranı yüzde 30'a yakın. 80 yılda Cumhuriyet'in toplam bocu 148 milyar dolar idi, AKP iktidarı ise 7 yılda bunu 285 milyar dolara çıkardı.

Son altı yılda Türkiye 225 milyar dolar faiz ödedi. Bu parayla 60 tane Atatürk barajı yapılabilirdi. Oysa Erdoğan bir tek büyük baraj, santral, tesis yapmadı.

Bütçe açığı şu anda 40.3 milyar dolar. Yıl sonuna kadar 62,3 milyar dolara çıkacak . Resmi rakamların gözler önüne serdiği çok çarpıcı bir gerçek de şu:

Türkiye 1923-2003 arasında yani 80 yılda her yıl ortalama 4.6 büyüdü. AKP iktidarında, yani yedi yılda bu rakam 3.98. Aynı dönemde bizim gibi kalkınmakta olan ülkeler yüzde 7.2 büyüdü.
Türkiye Menderes döneminde, her yıl üst üste yüzde7.2, Özal döneminde 5.1, Demirel döneminde 6.3 büyüdü. Başbakan'in "Bizi teğet geçti" dediği son dünya ekonomik krizinde 2009 da Türkiye yüzde 6.5 küçüldü ve dünya rekoru kırdı.

Atatürk döneminin 1923-1929 arasında büyüme 10.3, 1923-1938 döneminde ise 1929 büyük dünya krizine rağmen büyüme 7,4.

AKP iktidarında çok vahim bir şey daha oldu. Türkiye'nin büyük özverilerle dişinden tırnağından artırdığıyla yarattığı bütün fabrikalar, KİT'ler gibi ülkenin bütün değerleri haraç mezat satıldı.”

Bu tablodan nasıl gurur duyulabilinir? İşsizlik verileri bir ekonominin sosyal açıdan ne ölçüde sağlıklı olduğunun en önemli göstergesi sayılır. Bu noktada Sayın Kesici’nin “facia” olarak nitelendirip verdiği bilgiyi biraz daha açalım. Bilindiği gibi gizli işsizliğin yaşandığı kırsal alanda istihdam verilerinin gerçek boyutunu tespiti oldukça zor, hatta bizim gibi ülkelerde neredeyse imkansızdır. Esasen kentsel alandaki istihdam verileri sonuçları itibariyle daha büyük önem taşır. TÜİK’in yayınladığı en son verilerilere göre, Türkiye'de tarım dışı işsizlik oranı geçen yılın (2008) aynı dönemine göre 4,1 puanlık artışla % 17 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu oran erkeklerde geçen yılın aynı dönemine göre 3,8 puanlık artışla % 15,1, kadınlarda ise 4,5 puanlık artışla % 23,6 olmuştur. Gelir dağılımındaki artan adaletsizliği ise, Kamu-Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin hazırladığı son rapor çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.(3) Özetle, AKP sürdürdüğü ekonomik politikalarla ülkemizi sosyal patlamanın eşiğine hızla sürüklemekte olduğunu söyleyebiliriz.



IMF Borç verenlerin çıkarını korur

Maya: Bazı Çevreler, Hükümetin Uluslararası Para Fonu’na (IMF) karşı ulusal bir direnç sergilediğini, 10 Mayıs 2008’de sona eren anlaşmanın yenilenmesi için IMF’nin ileri sürdüğü koşullara boyun eğmediğini, Türk ekonomisinin payandasız kendi ayakları üzerinde durabilecek güce ulaştığını ileri sürüyor. Bu savın doğruluk derecesi nedir?

Doğan: Konunun ayrıntısına girmez iseniz, Hükümetin IMF’ye karşı gurur okşayıcı direnç gösterdiğini kabullenir, alkış tutarsınız. Konuyu biraz ayrıntısı ile kurcalarsanız, “Vehbinin kerrakesinin” ne olup, ne olmadığını anlar, feracenin altındaki tatsız gerçeği görürsünüz.

IMF’den farklı beklentileri olanlara hemen açıklıyalım.. Bu kuruluşun temel görevi, borç alan ülkenin değil, borç verenlerin çıkarlarını korumaktır. Bunu bir ülkeye kredi veren diğer ülke ve kuruluşların verdikleri kredinin batmadan karla geri dönüşünü sağlayıcı düzenlemeleri borç alan ülkeye kabul ettirmekle sağlar. Bu kabulden sonra IMF yeşil ışığını yakar, başta IMF olmak üzere uluslararası mali kuruluşlar ile tuzu kuru ülkeler kredi musluklarını açar. Işığın yanık kalması, IMF’nin ülke ekonomik performansını kontrol için yaptığı denetlemelerden geçerli not almasına bağlıdır.

IMF ile 1961 yılından itibaren yapılan 19 anlaşmanın son ikisi hariç, hepsinin uygulama sürecinde pürüzler çıkmış, öngörülen programlar uygulanamamıştır. Üçer yıllık periyodlar için yürürlüğe konan 2002 ve 2005 anlaşmalarının sonuna kadar (10 Mayıs 2008), ne AKP ne de IMF yönetimi herhangi ciddi bir pürüz çıkarmamış, IMF’nin Türk ekonomisi için çizdiği rota genel hatları ile takip edilmiştir.(4) Yeni üç yıllık dönemi kapsayan bir anlaşma için 18 ayı aşkın süredir yapılan görüşmelerin sonuçsuz kaldığı, iktidarın IMF’siz “yola devam” kararı aldığı görülmektedir.
IMF ile yapılacak anlaşmalarda elbette ülke çıkarlarının korunması için direnç gösterilmelir. Bu noktada önemli olan kendi çiftliğimizin çıkarları ile ülke çıkarlarının birbine karıştırılmamasıdır. AKP’nin IMF’ye “boş ol” demesinin nedeni, IMF’nin yeni bir destek anlaşması için ileri sürdüğü koşullarla iktidarın “bam teline” basmış olmasıdır. Türkiye’nin çıkarlarına uymadığı gerekçesi ile reddedilen IMF önerilerini irdelediğimizde, sözkonusu olanın ülke çıkarından çok, AKP’nin keyfi ekonomik yönetime olan sevdası ile şeffaflığa olan nefretinden kaynaklandığı açıkça görülmektedir.(9) IMF ile olan anlaşmazlık konuları üç noktada kilitlenmiştir. Bunlar, Gelir İdaresi’nin özerk kuruma dönüştürülmesi, mükelleflere “nereden buldun” sorgulamasının yapılabilmesi ile yerel yönetimlerin gelirlerini artıran yasal düzenlemede geri adım atılması istemleridir. IMF’nin getirdiği önerilerin ilk ikisi, gelişmiş ülkelerin ekonomik yönetimlerinin değişmez kuralını oluşturmaktadır.

AKP ekonomik yönetiminin niteliğini, 22.11.2008 tarihinde yürürlüğe giren “5811 sayılı “Bazı Varlıkları Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkındaki Kanun” açıkça ortaya koymaktadır. Kara-para aklamanın meşru zeminini oluşturan kanunun yürürlük süresi daha sonra yapılan ilava yasal düzenleme ile fiilen 02.11.2009 tarihine kadar uzatılmıştır. Yasa kapsamında beyanda bulunulan varlıklar için “Nereden Buldun?” şeklinde bir inceleme yapılamayacaktır. Başarılarının yanısıra, ülkemizde siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan yaptığı açılımlarla hızlı bir yozlaşma sürecini başlatan Özal’ın mirasına da sahiplik eden Erdoğan, onun izinde tekrar “Nereden Buldun?” sorgulamasını rafa kaldırmış, ardından “ya herro, ya merro” diyerek zarını atmıştır. Atasözlerine düşkün olduğu bilinen Başbakan’ın “Borç bini aşınca hergün tavuk eti yiyeceksin!” söyleminin kerametine inanmış görünüyor. Mali disipline önem vermeyen iktidarın çok geçmeden IMF ile hülleli bir evlilik yapmak zorunda kalırsa hiç şaşırmayın.

Maya: AKP iktidarı ekonomide görülen bu olumsuzlukları halkın hissetmemesi için birtakım tedbirler aldığını söyleyebilir miyiz?

Doğan: Elbette söyleyebiliriz. Halkın algılama yetisinin azaltılmasının evrensel reçetesi; dozunda afyon kullanmak, gündemi değiştirmek, korku salmaktır. Kutsal günlerde aşevi açmak, kömür ve erzak dağıtmak, bu kapsamdaki yeni buluş ve uygulamalardır. Diğer taraftan halkımızın bir bölümünün, Sayın Başbakan’ın Führer misali “Dediği dedik, çaldığı düdük!” duruşundan pek hoşlandığı, söylevleri ve anlattığı masallarla kan şekelerleri düşerek tatlı rüyalara daldıkları görülmektedir. Hatırlanacağı gibi Başbakan, sensörlerinin yanlış sinyal vermesinden olacak, küresel krizinin Türkiye’yi “teğet geçeceği”, sarsılmadan yola devam ederek, “krizi fırsata çevirecekleri” yolunda kehanette bulunmuştu. Ülkemizi krizden en cok etkilenenler sıralamasında en başlara taşıma becerisini(!) gösteren Başbakan’ın yardımına özel yetkili savcıların koşturulmamasını dilerim. Yaşı bizim gibi kemale ermişlerin hatırlayacağı gibi dün bütün ulusca, başımıza gelen her musibet’in altında bir “orak-çekiç” işareti aradıysak, günümüzde de “Ergenekon Terör Örgütü” aranır olmuştur.



Ergenekon gündemi değiştirmek için kullanılıyor

Maya: Ülkemizi gerçekten kaosa dönüştüren “Açılımı” bir tarafa bırakırsak, son iki yıldır seri dalgalar halinde gözaltıları, sorgulamaları, tutuklamaları ve yargı süreci devam eden Ergenekon Davasını da kamuoyunun dikkatlerini başka taraflara çekme girişimi olarak mı görüyorsunuz?

Doğan: Ergenokon Örgütü’nün varlığı henüz kanıtlanmamış olmakla beraber, ülkemizde belli çevrelerin günah keçisi olduğu, iktidarın elinin sıkıştığı zamanlarda spekülatif yeni bir iddia üretilerek, ülke gündemine oturtulduğu görülmektedir. Son zamanlarda “Açılımın” yükünden sıyırtmak için ortaya atılan iddialar, tehlikeli ve iğrenç bir boyuta ulaşmış bulunmaktadır. Tokat’ın Reşadiye İlçesi’nde şehit edilen 7 askerimizle, 1993 yılında 33 erin Bingöl kırsalında şehit edilmelerinin “ERGENEKON” ile bağlantı kurulmaya yeltenilmesi konuya “tüy dikmiştir” diyebiliriz.

Kamuoyunda Ergenekon konusunda neredeyse söylenmemiş söz, yapılmamış yorum yok gibi. “Davanın” üzerinde pek durulmayan sadece dış boyutu. Ülkemizde gündeme oturan her konu gibi Ergenekon’un da bir “ithal ürünü” olup olmadığını tartışılmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Bu tartışmanın açılması yolunda birkaç ipucunu sergilemek isterim. Bilmem geçtiğimiz yıl (2008) sonlarına doğru, Alexsandr Dugin ile bağlantılı olarak; “Yoksa Ergenekon Rus İcadı mı?” türünden haberlerin basında yer aldığını hatırlıyor musunuz?

Alexandr Dugin, Putin’in dostu, Avrasya olgusunun ateşli bir savunucusu ve bu nedenle de ABD’de 2008 sonuna kadar işbaşında olan Neo-Con’cuların düşmanlığını üzerine çeken bir filozof. Dugin, 2003 yılndan itibaren Türkiye’ye gelerek başta İşçi Partisi olmak üzere bazı aydınlarımızın desteklediği bir seri konferanslar vermişti. Ülkemizdeki bazı çevrelerin “yarana yaranmak kavliyle” ülkemizdeki Avrasyacılar’ın üzerine gidilmesinde etkileri olmuş mudur acaba, demekten kendimi alamıyorum. Soru üzerinde sizin de bir parça kafa yormanız için belirteyim: Alexandr Dugin ile el sıkıp kendisini destekleyen, kendisine üniversite kapılarını açan, ne parti lideri, ne üniversite rektörü, içeri alınmaktan kendisini kurtaramadı. Sahi bir de sahibinin içeride olduğu “Avrasya Tv” var.

Maya: 21nci Yüzyılın ilk onyılını noktaladığımız bu günlerde dünyamızdaki siyasal ve sosyal gelişmelerin zeminini oluşturan dünya ekonomisinin genel görünümünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğan: Dünya ekonomisine 20nci yüzyıl boyunca egemen olan Amerikan ekonomisi, zaman zaman içerisine girdiği dönemsel krizlerin, kendisine bağımlı dünya ekonomisinde de kaçınılmaz sarsıntılara yol açtığını biliyoruz. Dünya ekonomisinde görülen hastalığın, ülkelerin ABD’nin tüketim ekonomisine ve dolara olan bağımlıktan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yaşadığımız küresel krizin temelinde de bu bağımlılığın sonuçları yatmaktadır. Başta Çin olmak üzere mali öz kaynakları yüksek bir kısım ülkeler, ekonomik büyümelerini bir ölçüde de olsa sürdürerek sarsıntıdan daha az darbe almışlardır. Mali disiplini olmayan, kaynakları kıt bizim gibi ülkeler ise, krizden en fazla zarara uğrayarak ekonomik açıdan küçülmüşlerdir.

Yaşadığımız ekonomik depremin merkez üssü ABD’nin ekonomisinde iyileşme emareleri görülse de, iyimser olmak için daha çok erken olduğu, özellikle işsizliğin 2010 yılında da artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir.(5) Amerika’nın krizi atlatmak için yürürlüğe koyduğu önlemlerin diğer ülkelere olumsuz yansımaları, küresel ekonomik ilişkilerde daha “hakça bir düzen” arayışlarını da hızlandırmıştır.

Fedaral Merkez Bankasının rezervi küresel krizin başlangıcı sayabileceğimiz Ocak 2007 tarihinde 800 milyar dolar iken, tedrici artışlarla Ağustos 2009’da 2,2 trilyon dolara ulaşmıştır.(6) Bankanın likitidesindeki yaklaşık bu üç misli artış, tasarrufla değil, borçlanma ve para basmakla elde edilmiştir. Bu suretle zor durumdaki Amerikan finansal kurumlarına borç verilmiş, bir kısmı kurumlar satın alınan çoğunluk hisseleri ile adeta kamulaştırılmış, kredi piyasalarına nakit enjekte edilmiş, piyasadan uzun vadeli bono ve tahvil toplanmıştır. Alınan tedbirlerin şimdilik Amerikan ekonomisini deflasyondan koruğu söylenebilir. Bu başarıda geniş yetkilerle donatılmış Federal Merkez Başkanı Ben Bernanke’nin en büyük payı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle “The Foreign Policy”(FP) dergisinin Aralık 2009 sayısı, dünyamızı etkileyen zirvedeki 100 ismin başında Ben Bernanke yeralmış bulunmaktadır. Konunun çarpıcı noktalarını ortaya koymaya çalışalım:

Dolar hala uluslararası piyasada en önemli tedavül aracı olmaya devam ediyor. Ülkelerin merkez bankalarının rezervlerini değişen oranlarda dolar oluşturuyor. Kendi ülke para birimine güven duymayan insanların da birikimlerini değer kaybetmemesi için dolara çevirdikleri bilinen bir gerçek.

Amerikan Ekonomisi temelde bir tüketim ekonomisi olduğu için, Irak ve Afganistan askeri operasyonları nedeniyle artan bütçe açığını, 2002’den itibaren yıllık 500 milyar dolar civarında dış ve iç borçlanmalarla kapatmaya başlamıştır. ABD’nin 2010 bütçe yılı sonu itibariyle toplam borç yükünün 14,456 trilyon dolara yükseleceği tahmin edilmektedir.(7) Bu miktar ABD’nin yıllık gayri safi milli hasılasının yüzde 98’i demektir. Eylül 2009 itibariyle hazinenin dış kaynaklardan temin ettiği borç toplamı yaklaşık 3,5 trilyona ulaşmış bulunmaktadır.(8) Bu miktarın yüzde 44’ü Çin ve Japonya’dan gelmiştir. Yıllık borç yükü, küresel kriz nedeniyle yapılan harcamalarla, 2008 bütçe yılından itibaren bir trilyon doların üzerine çıkmış bulunmaktadır. Amerikan Merkez Bankasının piyasaya kısa süre içinde trilyon dolar sürmesi, doğal olarak doların değerini reel olarak düşürmüştür. Bir bakıma Amerika yaptığı harcamaların önemli bir bölümünü yabancılara fatura etmiştir diyebiliriz.

Amerika’da alacak-verecek konusunda ilginç bir söylem var. Sana 1000 dolar borçlu isem, bu benim problemimdir. Fakat bir milyon borçlu isem, bu bizim problemimizdir. ( “If I owe you $1,000, it's my problem. But if I owe you $1 million, it's our problem.) Ben Bernanke’nin ikinci cümledeki “milyon” sözcüğünü “trilyon”, “bizim” sözcüğünü ise “senin” kelimesi ile değiştirdiği anlaşılmaktadır. Altının önlenemez yükselişinin gerçek sebebinin bu noktada düğümlendiğini söyleyebiliriz. İşin ironik yanı, dünya ekonomisinin, borç içinde yüzen Amerikan ekonomisine bağımlılığı nedeniyle, ABD’nin çıkardığı faturaya ülkelerin pek fazla ses çıkaramamalarıdır. Buna da küreselleşmenin sorunu, açmazı diyebiliriz. Ancak, ne kadar büyük olursa olsun, ürettiğinden çok tüketen ekonomilerin 21nci yüzyılda varlıklarını uzun süre sürdürebilmeleri, bir noktadan sonra imkansızlaşacağından kuşku duyulmasın.

Maya: Acaba yaşanan küresel krizin sebep ve sonuçlarından ders alınarak, bir daha küresel kriz yaşanmaması için gerekli tertip ve tedbirler alınabilecek mi?

Doğan: 21nci yüzyılın ikinci onyılının başından itibaren dünyamızın en önemli ekonomik gündemi, sorduğunuz sorunun yanıtının arayışı olacaktır. Kuşkusuz her ülke kendine göre dersler çıkarmış olmalıdır. Dünya liderleri, dev uluslararası mali ve ekonomik kuruluşların yöneticileri, akademisyenler önümüzdeki ay (Ocak 2010) Davos’da yapılacak geleneksel Dünya Ekonomik Forumu’nda konunun üzerinde ayrıntılı olarak duracağı, Forum’un raportörlüğünü yapan GRI (Küresel Raporlama İnsiyatifi) tarafından Nisan 2010 ortalarında bir rapor yayınlanacağı bilinmektedir. Dünya ekonomik ve mali sistemi içindeki kurumlardan, köklü yapısal reform önerileri beklenmemelidir.
Çin, elindeki yaklaşık 1,5 trilyonluk Amerikan Hazine Bonosu ve tahvilinin değer kaybından dolayı homurdanmaya başlamış, uluslararası ticari ilişkilerde doların hakimiyetine son verilerek, IMF tarafından kontrol yeni bir para birimine dönülmesi gerektiğni açıkça ileri sürmüş bulunmaktadır.(9) Önümüzdeki ikinci onyılın sonunda Dünyamızın ekonomik liderliğini ele geçireceği tahmin edilen Çin taleplerinde yanlız değildir. Muhtemelen önümüzdeki on yılın sonunda Çin’in talepleri hayata geçirirlmiş olacaktır.

Birbirlerine bağımlı olmakla beraber, aralarında amansız çıkar çatışmalarının bulunduğu bir platformda, ülkelerin ihtiyaç duyulan değişimin boyutlarında anlaşabilmeleri oldukça zordur. Radikal değişim ve dönüşümler, doğal gelişim evresinin önüne barajlar kurulması ve barajın bir gün gerisinde biriken yükü taşıyamayarak, patlamasından kaynaklandığı bilimektedir. Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılması nasıl komunist sisteminin büyük ölçüde sonunu getirmiş ise, her on yılda bir batı ekonomilerine musallat olan ekonomik krizlerin de kapitalizmin tam bir revizyonuna tabi tutulması ihtiyacını doğurmuş bulunmaktadır. Yirmibirinci yüzyılın ilk yarısında insanlığın, bireysel hak ve özgürlükleri kısıtlanmadan, libaral Pazar ekonomisini daha fazla sosyalleştirerek, klasik solun sağa, klasik sağın da sola kaydığı, ortak bir noktada buluşacağını umuyorum. Yaşadığımız küresel kriz, serbest pazar ekonomisinin işlemesinde kaçınılmaz olarak devletin rölünü arttırmış, hertürlü ekonomik faaliyetin şeffaflık içerisinde icrasının gerekliliğini öne çıkarmıştır.

Maya: Açık yüreklilikle yaptığınız konuşma, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.

Doğan: Asıl ben teşekür ederim. Söyleşimizde çoğu kez siyasetçilerin yaptığı gibi “kulvar” dışına çıkmamın hoşgörüleceğini umarım

Notlar:
1. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=37436
2. Bknz.Tufan Türenç, Hürriyet gazetesi 23.11.2009
3. Türkiye gelir dağılımı en bozuk üçüncü ülke,14.12.2009 Cumhuriyet portalı, http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=98318
4. Turkey And The IMF: What Delays The Deal? Joris Gjata, Turkey Analyst, 9 November 2009 Johns Hopkins University
5. OECD Economic Outlook No. 86, November 2009, http://www.oecd.org/document/18/0,3343,en_2649_33733_20347538_1_1_1_1,00.html
6. http://www.clevelandfed.org<http://www.clevelandfed.org/>
7. Historical Tables of the U.S. government, Fiscal year210 Sayfa 127-128
8. http://www.treas.gov/tic/mfh.txt
9. The Demise of the Dollar? http://chinadigitaltimes.net/china/dollar-value/ The End of Dollar Dominance? By John Pomfret The Washington Post, 23.03. 2009"

Odatv.com

İki Yılda 8 Gizemli Ölüm HEPSİ TESADÜF MÜ?

23 Aralık 2009, 00:29 Anadolu Haber

Yarbay Ali Tatar'ın intiharıyla birlikte Ergenekon şüphesi altında hayatını gizemli bir şekilde kaybeden subay sayısı 8'e yükseldi.

Yarbay Ali Tatar’ın intiharıyla birlikte Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda son 2 yılda şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden subay sayısı 6'ya yükseldi. Özel Harekât Dairesi Başkanı Behçet Oktay’ın makamında ölü bulunması ve emekli Albay Birol Atakan’ın da şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi sis perdesini daha da buğulu hale getirdi.
Son 2 yılda Ergenekon soruşturması bağlantılı 6'sı intihar, biri şüpheli trafik kazası olarak kayıtlara geçen ölümler için hala soruşturma açılmadı.

Emekli Albay Birol Atakan (2 Mayıs 2007):
İstanbul-Ankara yolunda şüpheli bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Atakan’ın Ergenekon’la ilgili önemli bilgilere sahip olduğu iddia edildi. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Yener Karahanoğlu’nun emir subayı olan Atakan, Karahanoğlu’ndan önce de Özden Örnek ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda birlikte çalışmıştı.
Albay Atakan’ın, Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen darbe günlüklerinin internete sızmasında ihmali ve kastı olabileceği iddia edilmişti. Atakan'ın Karahanoğlu ve Örnek arasında köprü isim olduğu belirtiliyordu.

Tabip Yarbay Nursal Gedik (11 Kasım 2007):
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda kendi tabancasıyla intihar etti. İntiharının ardındaki sır perdesiyse halen aralanamadı. Gizli bilgelere ulaştığı gerekçesiyle öldürüldüğü iddia edildi.

Emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca (10 Ocak 2009):
Ankara’da Etimesgut’taki evinde silahıyla intihar etti. 1998’de teröristlerle girilen çatışmada belden aşağısı felç olan Kırca’ya, 2004’te “Devlet Övünç Madalyası” verilmişti. JİTEM’in eski Diyarbakır Bölge Komutanı olan Kırca’nın adı Ergenekon soruşturmasında da geçti. PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, Kırca’nın birçok faili meçhul cinayetin talimatını verdiğini iddia etmişti.

Özel Harekât Dairesi Başkanı Behçet Oktay (27 Şubat 2009):
Emniyet Özel Harekât Dairesi’nin 13 yıllık başkanı Oktay, 27 Şubat’ta tabancasıyla makamında intihar etti. Oktay’ın, Ergenekon soruşturmasında adının geçmesi ve hakkında medyada çıkan haberler nedeniyle zor günler geçirdiği ileri sürülmüştü. Oktay ayrıca İbrahim Şahin’in sağ kolu olarak biliniyordu.
Şahin'in oluşturduğu suikast timinde görev yapmakla suçlanan Elazığ Emniyeti Özel Harekat Şube Müdürü Ayhan Atabek ile Antalya Özel Hareket Grup Amiri Servet Kaynak, ifadelerinde Behçet Oktay'dan gelen talimat üzerine görevi kabul ettiklerini söylediler. Oktay, Şahin'in Özel Harekat Daire Başkanvekili olduğu dönemde yardımcısıydı.

Kıdemli Yüzbaşı Olgun Ural (26 Mart 2009):
Yalova’da beylik silahıyla başına "bitişik ateş" ederek intihar etti. Karamürselbey Eğitim Komutanlığı’nda görevliydi. Ural’ın adı 1. Ergenekon davasında deliller bölümünde geçmişti. İddianamede “Alevi, Sıvas Gemerekli. Yüzbaşı Ali Tatar’ın personel alımında görevli olduğu zaman alınmıştı” ifadesi yer aldı. Ural, 2. Ergenekon iddianamesinin açıklanmasının ardından intihar etti.

Askeri Hâkim Yarbay Tanju Ünal (26 Haziran 2009):
Güney Deniz Saha Komutanlığı’nda görevli olan Ünal da makam odasında ölü bulundu. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in yargılandığı mahkemenin başkanlığını da yürütmüştü. İlhami Erdil'e rütbelerini söktüren Ünal, İzmir Güney Deniz Saha Komutanlığı’ndaki makamında hayatına son verdi.
Ünal’ın Hizbullah’ın çözülmesinde rol oynadığı ifade edilmişti.

Emekli Albay Belgütay Varımlı (21 Kasım 2009):
Milli Savunma Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun eski başkanı emekli Albay Belgütay Varımlı İstanbul Göztepe’de 9. kattaki evinin balkonundan atlayarak yaşamına son verdi. Varımlı, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in rütbelerinin sökülüp er rütbesine indirilmesine neden olan kişilerden biri olarak biliniyordu. Varımlı’nın Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarını deşifre eden subay olduğu iddia edilmişti.

Deniz Yarbay Ali Tatar (21 Aralık 2009):

Yarbay Ali Tatar, amirallere suikast soruşturması kapsamında Poyrazköy’de ele geçirilen belgelere ilişkin 9 gün tutuklu kaldıktan sonra 16 Aralık’ta serbest bırakılmış ancak daha sonra hakkında tekrar yakalama kararı çıkmıştı. Bu karar üzerine Yarbay Tatar evinde tabancayla intihar etti. Yarbay Tatar’ın cenazesine suikast hazırlığı yaptığı öne sürülen komutan ve eşi de katıldı.

25 Aralık 2009
Aynı günde 3 gazeteciye birden mahkumiyet...
Cevheri ,Güven, Şamil Tayyar, Mehmet Baransu'ya aynı gün verilen cezalar, Ergenekon baskısını tekrar hatırlattı.

Star Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar'ın 1 yıl 8 ay ceza almasından sonra bir hapis cezası da Gazetenin Ankara Haber Müdürü ve Aktifhaber'in eski yayın yönetmeni Cevheri Güven'e geldi.

Cevheri Güven'e 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi.

Malatya Zirve Yayınevi Katliamı ile ilgili Aktifhaber.com'da yayınlanan haber nedeniyle Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesi Cevheri Güven'i soruşturmanın gizliliğini ihlalden mahkum etti.

Davayı, sanıklardan Ruhi Abat açtı. Güven, dava dosyasındaki bir telefon görüşmesini haberleştirmişti.

Taraf Gazetesi muhabiri Mehmet Baransu, Kafes Eylem Planı'yla ilgili soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle ifade vermek üzere Savcı Dursun Yılmaz tarafından Kadıköy Adliyesi'ne çağrıldı. Baransu, Yılmaz'a verdiği ifadesinin ardından tutuklanma talebiyle nöbetçi 5 Sulh Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi.

Şamil Tayyar'a hapis, Cevheri Güven'e hapis, Mehmet Baransu'yu tutuklama girişimi ile kılıçların keskin biçimde çekildiği netleşti....
aktifhaber

ERGENEKON'DA 3 TAHLİYE

26 Aralık 2009 09:40
Ergenekon'da tutuklu 3 isme tahliye kararı çıkarken Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın da aralarında bulunduğu bazı sanıkların tahliye edilmesi yönünde oy kullandığı görüldü.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, İkinci ''Ergenekon'' davasına bakan mahkeme heyeti, tutuklu sanıklardan Birol Başaran, Süleyman Solmaz ve Teğmen Melih Yüksel'in tahliyesini kararlaştırdı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, mahkeme heyetince alınan ara kararlar, üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu tarafından açıklandı.

Buna göre mahkeme heyeti, dosya kapsamı ve suç vasfının değişme ihtimalini dikkate alarak, tutuklu sanıklar Birol Başaran, Süleyman Solmaz ve Teğmen Melih Yüksel'in tahliyesine karar verdi.

Bu arada, Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın da aralarında bulunduğu bazı sanıkların tahliye edilmesi yönünde oy kullandığı görüldü.
haber10

26 Aralık 2009
Ergenekon sanığından savcı ve hakimlere: Suikasta uğrayacaksınız

Tuncay Özkan'ın savunması ve çapraz sorgusunun tamamlanmasının ardından sanıkların ve avukatların taleplerine geçildi. Bu aşamada söz alan Ergenekon davasının tutuklu sanığı Kuvay-ı Milliye Derneği Genel Başkan Yardımcısı Durmuş Ali Özoğlu, Ergenekon soruşturmasının üçüncü aşamasında intiharlar yaşandığını ifade ederek, dördüncü etapta ise savcılar ve davaya bakan mahkeme heyetinin suikasta uğrayacağını öne sürdü. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, "Sınırı aşıyorsunuz." uyarısında bulundu.

Tuncay Özkan'ın savunması ve çapraz sorgusunun tamamlanmasının ardından sanıkların ve avukatların taleplerine geçildi. Bu aşamada söz alan Kuvay-ı Milliye Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Toplumsal Dönüşüm Yayınevi sahibi Ali Durmuş Özoğlu, davanın dört etaptan oluştuğunu söyledi. Özoğlu, "Üçüncü etabında intihar olayları yaşanmıştır. 4. etapta ise suikastlar başlayacak." dedi. Özoğlu, duruşmalara katılan savcılar Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın'ın da aralarında bulunduğu 4 soruşturma savcısı ve mahkeme heyetinin suikasta uğrayacağını ve bunu da Amerika'nın yapacağını iddia etti. Özoğlu'nun tehdit içeren sözleri Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ü kızdırdı. Sanığı "Sınırınızı aşıyorsunuz." diye uyaran Şengün, Özoğlu'nun 'kaygımı dile getiriyorum' cevabı üzerine de "Kaygıyı aşıyorsunuz" diyerek sert tepki gösterdi.

Bu tehdit içeren konuşmanın ardından söz alan Gürbüz Çapan, havayı biraz yumuşatacağını belirtti. Soğuk Savaş artıklarının tasfiye edilmeye çalışıldığını ifade eden Çapan, "Esas adamı alamıyorsunuz. Aytaç Yalman geldi gitti. Onu tutuklamadınız. Cumhuriyet Çalışma Grubu'nu da Jandarma komutanını da ayartan oydu." diye konuştu. Mahkemeden başka adalet bekleyecekleri yer olmadığını söyleyen Çapan, "Cezaevinden mahkeme salonuna koyun gibi getiriliyoruz. Duruşma manyağı olduk." ifadelerini kullandı.

Çapan, bundan sonra mahkeme başkanına bakıp boynunu bükerek koyun gibi meledi. Çapan'ın bu davranışı izleyici bölümünde kahkahalara sebep oldu.
aktifhaber

22 Ocak 2010
Eruygur Hafızasını Kaybetti !
İkinci “Ergenekon” davasının tutuksuz sanığı Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un hafızasını kaybettiği bildirildi..

İkinci “Ergenekon” davasının tutuksuz sanığı Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un okuma-yazma yeteneğini yitirdiği, televizyon izleyemediği ve yaşadığı olaylar hakkında da hiçbir şey hatırlamadığı ileri sürüldü.

Hürriyet gazetesi yazarı Saygı Öztürk dünkü yazısında, Eruygur’un avukatı Filiz Esen’in konuyla ilgili değerlendirmelerini aktardı.
Eruygur’un avukatı Filiz Esen, Eruygur’un ifade vermesinin sağlık koşulları nedeniyle mümkün olmadığını belirtti.

Öztürk’ün yazısında avukat Esen’in şu ifadeleri yer aldı:

“Eruygur, cezaevinde merdivenden düşmesinden sonra okuma-yazma yeteneğini kaybetti. Anlamlı konuşamıyor. Olayları hatırlamıyor. Gazetede kendi fotoğraflarını görüyor, ne olduğunu, altındaki yazıları okuyamadığı için anlayamıyor.

Keşke iyileşebilse de hakkındaki iddiaları cevaplandırabilse. Hakkında yazılanlardan, örtülü ödenek soruşturmasından haberi bile yok. Onu yakından tanıyan herkes durumuna son derece üzülüyor.”
aktifhaber

ERGENEKON SANIĞINDAN İLGİNÇ İTİRAF

26 Ocak 2010 22:15
Birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı Selim Akkurt, itirafçı olmaya karar verdiğini belirterek, polisin söylediği her şeyi yaptığını ileri sürerken Fehmi Koru ve Osman Baydemir'in isimlerini verdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmanın talepler bölümünde söz alan tutuklu sanık Oktay Yıldırım, Ümraniye'deki el bombalarına ilişkin görüntü ve ses kaydının bulunduğu CD'nin TÜBİTAK tarafından incelenmesinin tamamlandığını hatırlattı.

Yıldırım, TÜBİTAK'ın CD'deki seslere ilişkin yaptığı çözüm ile kendi yaptığı çözümü karşılaştırarak, TÜBİTAK'ın açıkça bir karartma uyguladığını, ses uyumuna uygun, anlam karmaşasına neden olacak çözümlemeler yaptığını savundu.

TÜBİTAK ve kendi incelemesi ile tezat oluşturan konuşma kayıtlarını parça parça mahkeme salonunda dinleterek farklılıklar bulunduğunu iddia eden Yıldırım, ''Hiçbir tartışmaya gerek yok. Benim kulaklarım iyi duyar. Sizin kulaklarınız da iyi duyar. Önemli olan bunu kulakların değil, vicdanların duymasıdır'' diye konuştu.

Tutuklu sanıklardan Selim Akkurt da ''İtirafçı olmadan Ergenekon'dan çıkılmıyor. Ben de itirafçı olmaya karar verdim'' diyerek başladığı konuşmasında, kendisine yönelik karalama kampanyası yapıldığını söyledi.

Akkurt, kaçak yaşadığı yıllarda polisin bilgisi dahilinde gezdiğini ifade ederek, ''Polis ne söylerse yaptım. Kuvayı Milliye Derneği'ne onların istekleriyle girdim'' dedi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün ''Kim bu polisler'' sorusuna Akkurt, Mutlu E, Ali Fuat Y. ve İsmail E. olduğunu ileri sürdü.

MİT'in de bilgisi olduğunu savunan Akkurt, Hizbullah ve DHKP/C'ye yönelik operasyon yapılacağının söylendiğini, ancak operasyonun bu davaya ilişkin yapıldığını anladığını kaydetti.

Akkurt, tutuklanmadan birkaç ay önce İstanbul Emniyet Müdürlüğünde eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı ve savcı Zekeriya Öz ile görüştüğünü ifade ederek, ''Beni oraya İsmail E. getirdi. Beni onore edecek sözler söylediler. Bana güvendiklerini anlattılar. Görevimi başarıyla yaptığımı söylediler'' iddiasında bulundu.

''Fehmi Koru ve Osman Baydemir'e suikast yapacak gibi telefonda konuşmamı istediler'' diyen Akkurt, Muhammet Yüce ile suikast yapacaklarmış gibi telefonda bu talimatlar üzerine konuştuğunu anlattı.

Akkurt, Muhammet Yüce'nin de ''MİT'çi Mustafa'' adlı birisiyle görüştüğünü anlatarak, ''Buradaki sanıkların hiçbiriyle fikri birliğim yok. Benim 7 sülalem Fethullahçıdır. 5 yıl imam hatipte okudum. Sülaymancıların yurdunda kaldım. Onlar için her şeyi yaparım. Benim ne işim var bunlarla. Beni bir örgütten yargılayacaksanız Fethullah terör örgütünden yargılayın'' diye konuştu.

''Tahminen bunlar bana birini öldürteceklerdi ama ben de yetenek olmadığını görünce vazgeçtiler'' diyen Akkurt, Çolakkadı, Öz, Mutlu E, Ali Fuat Y. ve İsmail E'nin duruşmada dinlenilmesini istedi.

Mahkeme bu itiraflarını yeterli görecekse kendisinin tahliye edilmesi gerektiğini ifade eden Akkurt, yeterli görmezse konuşacağı daha çok şeyi olduğunu söyledi.

Duruşmada tutuklu sanık Zekeriya Öztürk de üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu hakkında reddi hakim talebinde bulundu.

Duruşmaya kısa bir ara veren mahkeme heyeti adına açıklama yapan Başkan Şengün, Haşıloğlu'nun çekilmesini gerektirecek bir neden olmadığını açıkladığını belirterek, reddi hakim talebi de zamanında yapılmadığı için kabul edilmediğini bildirdi.

Şengün, olumsuz hava koşulları nedeniyle de duruşmanın 28 Ocak Perşembe günü saat 09.30'a ertelendiğini açıkladı.

-EYMÜR'ÜN İFADESİ İZİNLE Mİ ALINDI-

Tutuklu sanıklardan Nusret Senem de mahkemeye sunduğu yazılı dilekçesinde, ikinci davanın sanıkları Mustafa Balbay ve tahliye olan Gürbüz Çapan ile aynı koğuşta kaldığını belirterek, 22 Ocak 2010 günü MİT Samsun Bölge Başkanı ya da başka bir MİT görevlisinin Çapan ile görüşmek üzere duruşma salonuna geldiğini öne sürdü.

Dilekçesinde, Çapan'ın tahliye edildikten sonra F7'deki koğuşuna geldiğinde ''MİT Samsun bölge Başkanı geldi. Duruşma sırasında bana 'Buradakilerle kendini fazla özdeşleştirmişsin. Mesafe koy' dedi'' diyen Senem, MİT Müsteşarlığına yazı yazılarak MİT Samsun Bölge Başkanı ya da başka bir MİT görevlisinin 22 Ocak 2010 Cuma günü Gürbüz Çapan ile görüşmek üzere duruşma salonuna MİT müsteşarlığının emriyle mi geldiğinin ve Çapan'a 4 sayfalık bir yönlendirme mektubu gönderilip gönderilmediğinin sorulmasını talep etti.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in 11 avukatı tarafından mahkemeye sunulan dilekçede de MİT mensuplarının tanık olarak dinlenilmesinin izne tabi olduğu hatırlatıldı.

MİT Müsteşarlığına yazı yazılarak, eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür'ün, dosyada bulunan tanık ifadesi için izin alınıp alınmadığının sorulması istenilen dilekçede, izin verilmeksizin alınmışsa bu ifadenin dosyadan çıkarılması talep edildi.

Dilekçede, Eymür için böyle bir izin verilmişse, eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un tanıklığı konusunda neden izin verilmediğinin sorulması istendi.
haber10

29 OCAK 2010, CUMA
Poyrazköy'de 'ABD ortaklığı' kuşkusu

Poyrazköy davası sanıkları Yarbay Ercan Kireçtepe ve Binbaşı Eren Günay'ın, soruşturma başlamadan önce, Kurtarma ve Sualtı Komutanı Albay Orhan Yücel tarafından silahları Amerikalılarla gömdükleri iddiaları nedeniyle sorgulandığı ortaya çıktı

Sivil mahkemede davası görülecek olan Poyrazköy iddianamesinde haklarında dava açılan 2'si emekli 15 muvazzaf asker hakkında ilginç ayrıntılar yer alıyor. Davasının iki şüphelisi Yarbay Ercan Kireçtepe ve Binbaşı Eren Günay'ın komutanları tarafından 'Amerikalılardan silah alıp gömdükleri' iddiasıyla uyarıldıkları ortaya çıktı.
İstanbul 12'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nin kabul ettiği iddianamede Yarbay Ercan Kireçtepe ve Binbaşı Eren Günay'ın hakkında 'Ergenekon üyesi olmak', 'TBMM'yi kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya teşebbüs', 'Patlayıcı madde bulundurmak ve Ateşli Silahlar Kanunu'na muhalefet etmek' iddialarıyla 2'şer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 37'şer yıl 6'şar ay hapis isteniyor.

Dosyadaki iddiaya göre Kurtarma ve Sualtı Komutanı Albay Orhan Yücel ile Yarbay Ercan Kireçtepe, 1 Nisan 2009 günü telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmenin ardından iki subay bir araya geldi. Daha sonra savcılarca ifadesi alınan Yarbay Kireçtepe'ye görüşmenin içeriği soruldu. Kireçtepe ifadesinde 'Komutanım, Binbaşı Emre Onat, Yarbay Turhan Ecevit ve Binbaşı Eren Günay ile kendisinin bir kısım astsubaylarla birlikte Amerikalılardan silah alarak bir yerlere gömdükleri söylentisinden bahsetti. Ben de kendisine böyle bir şeyin mümkün olmadığını beyan ettim' dedi.

ERGENEKON SORULDU
İddiaya göre Albay Orhan Yücel 'Amerikalılarla silah gömme' iddiasını Binbaşı Eren Günay'a da sordu. Günay bu görüşmeyi ifadesinde şöyle anlattı:

'Yurtdışı görevine gitmeden 2-3 hafta önce Albay Orhan Yücel beni çağırdı. Konunun gizli kalmasını hatırlatarak hakkımda ihbar olduğunu, Ergenekon ile irtibatlı olduğumu, mühimmat gömdüğümüzün iddia edildiğini söyledi. Albay Orhan Yücel 'Seni tanıyoruz ama böyle bir şey var' dedi. Ben çok sinirlendim. Mensubu olduğum kurumun geldiği noktanın üzücü olduğunu ifade ettim. Deniz Kuvvetleri içerisinde isimsiz ve imzasız ihbar mektupları ile yıpratma amaçlı ihbarların yapıldığı görülüyor. Terfi yılım olması ve bundan emin olmam sebebiyle bu ihbarı olağan ve önemsiz gördüm. Bir kısım arkadaşlarla ihbarda ismi geçen Ercan Kireçtepe ile de bu durumu konuştum. Ercan Kireçtepe de çok üzüldüğünü ancak asılsız olduğunu düşündüğü için fazlaca ciddiye almadığını ifade etti. Bu konuyu emekli Albay Levent Bektaş ile hiç konuşmadım.'

KONSOLOSLUK ARABASI
İddianamede 'Deniz Kuvvetleri içindeki cunta yapılanmasında 2. hücre elemanı olduğu ileri sürülen Binbaşı Eren Günay'ın telefon konuşmalarında da konuyla ilgili ilginç bölümler yer alıyor. Yarbay Sedak Has ile 7 Nisan 2009'da yaptığı telefon görüşmesinde bir kişinin askeri bölgede fotoğraf çekmesiyle ilgili Jandarma'nın araştırma yaptığı ve şüpheli kişinin kullandığı arabanın Amerikan Konsolosluğu'na ait olduğu ifade ediliyor.
Binbaşı Günay bu telefon konuşmasıyla ilgili savcılık ifadesinde, 'Olay, Efes 2009 Tatbikatı'nın planlama toplantısı ile ilgiliydi' dedi. Savcılar Eren Günay'ın bu ifadesinin 'inandırıcı olmaktan uzak' olduğu kanaatine vardıklarını iddianameye yazdı. Günay daha sonra ek ifade vererek; 'Yarbay Sedat Has ile yanında bulunan Yarbay Oktay ile yanlışlıkla askeri bölgeye giren Amerikan Konsolosluğu'na ait bir aracın görevlilerce ikaz edilerek uzaklaştırılması hakkında konuştuk' dedi.

İHBARCILAR BİLGİLERİ VERDİ
Poyrazköy iddianamesinin temel dayanağını Emniyet'e ve Jandarma'ya gelen ihbarlar oluşturdu. İşte dava açtıran o ihbarlar:

- 15 Aralık 2008: Ahmet Demir isimli kişi, savcılığa Rahmi Koç Müzesi'nde ele geçirilen patlayıcılarla ilgili ihbarda bulundu.
- 2 Şubat 2009: Beykoz Jandarma Komutanlığı'nı arayan bir vatandaşın ihbarıyla Beykoz'daki kazılar başlatıldı. n 23 Şubat 2009: İstanbul Emniyeti 155 mail ihbar hattına, Beykoz'da bir alana Levent Göktaş'a bağlı bir ekip tarafından patlayıcı maddelerin gömüldüğü ihbarı yapıldı.
- 16 Nisan 2009: Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmatla ilgili Bedrettin Dalan'ın haberinin olduğu bilgisi İstanbul Emniyeti'ne ulaştı.
- 10 Mayıs 2009: Beykoz sahilinde balık tutan kişi, 155 Polis İmdat hattını arayarak su altında bir poşet içinde şüpheli cisimler gördüğünü bildirdi.
- 23 Mayıs 2009: İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne mail yoluyla gönderilen bir ihbarda Kafes Eylem Planı anlatıldı.
- 24 Mayıs 2009: Emniyet'e yapılan ihbarda Deniz Kuvvetleri'nde asker olduğunu belirten kişi, Deniz Kuvvetleri'nde Ergenekon üyeleri olduğunu iddia etti.
- 29 Haziran 2009: İsimsiz bir ihbarda Albay Dursun Çiçek hakkında bilgiler verildi.

Süleyman ARIOĞLU
Akşam

DENİZCİ ALBAY’I BAYKAL MI ÖLDÜRDÜ?
09.02.2010

Nereden bakarsanız bakın bu olay çok acıdır.

Arka yüzü ise iğrenç…

Odatv o arka yüzü ortaya koyuyor.

Yandaş medya “Bir albay daha intihar etti” diye yazdı.

Bazıları da “Bir subay daha canına kıydı” dedi.

Haberin altına da daha önce intihar eden subayların listesini koydular. Kendini öldürenlerin ortak özelliği ise bir şekilde isimlerinin Ergenekon davasında geçmiş, geçirilmiş olması.

****

İzmir’de görevli Kıdemli Kurmay Albay Berk Erden de dün beylik tabancasıyla intihar etti.

Albay Erden’in Ergenekon’la ne ilgisi vardı?

Biz bu sorunun cevabını “birilerinin” internete sürdüğü videodan öğrendik.

Powerpoint sunu şeklinde hazırlanan video iğrenç. (Odatv’de bu tür ifadeler kullanmıyoruz. Ama bu defa ne olur kusura bakmayın.)

Birazdan detayıyla aktaracağımız videonun 21 Ocak 2009 tarihinde yüklendiği anlaşılıyor. Bu tarih kesin doğru. Yükleyen kişinin bilgileri “43 yaşında ve erkek” olarak görünüyor. Video için ayrı bir hesap alınmış. Yüklemede Kanada’dan yapılmış. Ancak bu bilgiler gerçek olmayabilir.

****

Videoyu temel imla kurallarını bilmeyen birileri tarafından hazırlandığı belli oluyor. Yazıyla ifade edilen her bilgi için ayrı ve detay fotoğraflar kullanılıyor. Albay A. Ö evli deniliyor ardından ekrana kişinin fotoğrafı geliyor. Bu evde buluştular deniliyor, evin fotoğrafı, sokak adı vb. bilgiler yayınlanıyor. Sunu kalp ve kelebek resimleriyle süsleniyor. Yazı karakterlerinde de abartılı ve süslü tipler tercih edilmiş.

Video içeriği aynen şöyle: (Odatv’nin notu: Rahat okunsun diye imla hatalarını düzelttik. Ayrıca kişisel hakları korumak için açık


En son Ekim tarafından Sal Şub 23, 2010 1:26 am tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Arl 28, 2009 11:07 pm    Mesaj konusu: 'Öcalan'ı ben sorguladım diyen Albay artık konuşacağım dedi' Alıntıyla Cevap Gönder

Serdar Akinan
Genelkurmay açıklaması

1. Bugünkü bazı medya organlarında, 'BAŞBAKAN'A VE BAZI BAKANLARA SUİKAST SON DAKİKADA ENGELLENDİ.... ORDU SUÇÜSTÜ YAKALANDI' şeklinde haberlere geniş şekilde yer verilmiştir.
2. Olayın cereyan tarzı aşağıdaki şekilde olmuştur; a.Pursaklar kavşağında saat 16.00 sıralarında karşıdan karşıya geçen biri erkek, diğeri kadın 40 yaşlarındaki çift ve yanlarındaki 14 aylık bebekleri Emniyet güçleri tarafından durdurulmuştur.
b. Durdurulan bu üç kimseden erkek olan anılan semtte bakkallık yapmakta olduğu, eşi olduğu tespit edilen bayanın ev hanımı olduğu, pusette taşıdıkları bebeğin ise çocukları olduğu tespit edilmiştir.
c. Karşıdan karşıya geçen bu ailenin, kendilerine yöneltilen, 'Başbakan ve bakanların her gün sıklıkla kullandıkları bu hassas güzergahta ne aradıkları' sorusuna, 'Altındağ'da oturan kaynımızı ziyarete gidiyorduk' şeklinde yanıt vermelerini tatminkar bulmayan Emniyet güçleri bu aileyi gözaltına almıştır.
d. Medyada yer alan şekliyle, Emniyet güçlerinin bir ihbar üzerine bu şahısları suikast hazırlığı içinde suçüstü yakaladıkları, amaçlarının Başbakan ve bazı bakanlara suikast yaparak ülkede kaos çıkartmayı planladıkları, Ergenekon terör örgütü yapılanmasının kurucu unsurları içinde yer aldıkları, beyaz kadın ticareti yaptıkları ve Pursaklar bölgesinde uyuşturucu ticaretini yönettikleri öne sürülmüştür.
e. Genelkurmay Başkanlığı Personel Dairesi'nde yapılan incelemelerde anılan şahıslardan sadece bakkallık yapan zatın 1999-2000 yılları arasında askerlik görevini Çemişgezek Jandarma Karakolu'nda er olarak ifa ettiği belirlenmiştir. TSK ile ilgisi bundan ibarettir.
f. Anılan şahıslar dün akşam saatlerinde
çıkartıldıkları mahkemece serbest bırakılmışlardır.
3. Hal böyle iken, bu meselenin 'Kozmik odadan suikast planları çıktı... Hücreler teker teker çökertiliyor'.... Başbakan kıl payı kurtuldu... Ordunun milleti bölme planları' şeklinde sunulması düşündürücüdür.
Yukarıdaki açıklama ne mi? 2010'da bol bol okuyacağınız açıklamalardan sadece biri... İddiasına var mısınız?
http://www.aksam.com.tr/2010/01/02/yazar/15779/serdar_akinan/genelkurmay_aciklamasi.html

Öcalan'ı ben sorguladım diyen Albay artık konuşacağım dedi.
Kasım 08, 2009

Ergenekon sanığı Atilla Uğur'dan çarpıcı ifadeler: "10 yıl boyunca gizledik ama artık..."

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından emekli Albay Hasan Atilla Uğur, ''Eğer benim bir istihbarat görevlisi olmam, kamu hizmetinin gereği olarak hiyerarşik yapı içerisinde bulunmam, örgüt üyeliği veya örgüt yöneticiliğine gerekçe gösterilecekse, Jandarma Genel Komutanlığı, dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin, örgütü oluşturması ve mensuplarının da üye veya yöneticileri olması gerekir'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda görülen davanın bugünkü duruşmasında, emekli Albay Uğur, 51 sayfalık yazılı savunmasını zaman zaman Power Point sunumundan da destek alarak yapmaya başladı.

Meslek hayatını, terör örgütleriyle mücadele ile geçirdiğini ve terör örgütlerinin hedefi olan bir insan olarak, terörist suçlaması ile Türk adaletinin önünde bulunmaktan üzüntü duyduğunu ifade eden Uğur, ''Bu trajikomik linç kampanyası elbette bağımsız Türk yargısı önünde hak ettiği cevabı alacaktır. Ancak, bu süreçte benim, ailemin ve çevremdeki birçok insanın çektikleri rezilliklerin ve mağduriyetlerin hesabını kim ya da kimler verecektir?'' diye sordu.

Emekli Albay Uğur, 1979 yılında Kara Harp Okulundan mezun olduktan sonra, çeşitli kurs ve görevlerin ardından, Tunceli'nin Hozat ilçesinde komando bölük komutanı olarak görevlendirildiğini, o yıllarda bölgenin TİKKO ve DHKP-C terör örgütlerinin faaliyet alanlarında olduğunu ve kendisinin de bu örgütlerin ölüm listesinde yer aldığını söyledi.

-''TERÖR ÖRGÜTÜ ELEBAŞI BANA TESLİM EDİLMİŞTİ''-
Sanık Uğur, 1993 yılında Kızıltepe Jandarma Komutanlığına atandığını, silah arkadaşlarıyla birlikte, emniyet ve yargı mensupları ile omuz omuza mücadeleye başladığını ifade ederek, şöyle devam etti:

''Kızıltepe halkının desteği ile bölücü terör örgütüne kısa zamanda büyük darbeler vurdum. Geçtiğim yollara mayınlar döşediler, pusular kurdular, ama yılmadım. Oturduğum lojmanı basıp roketlediler, eşimi ve çocuğumu banyo koridoruna yatırarak kurtardım, yine de geri adım atmadım. Terör örgütü, sözde GAP eyaletini lav etmek zorunda kaldı. Defalarca tehdit edildim, o dönemde adı Med TV olan televizyonlarında ve adı Özgür Gündem olan gazetelerinde sürekli hedef gösterildim. Yıllar sonra terörist başını İmralı Adası'nda sorguladığım dönemde kendisine 'sözde GAP eyaletini neden lav ettiğini' sorduğumda, 'Kızıltepe, Ceylanpınar ve Viranşehir bölgesi bizim için çok önemli idi.

Zengindi, ayrıca katılımın en yoğun olduğu yerdi.
Ama çok kayıp verip halkın desteği azalınca hesap sordum. Eyalet komutanı Kızıltepe'deki yüzbaşının halkı aleyhimize döndürerek kendilerine büyük darbeler vurduğunu söyleyince, o yüzbaşıyı bir şekilde giderin yani öldürün talimatı verdim, defalarca denediler, ama başaramadılar, ben de GAP eyaletini lav edip daha küçük ölçekli Ruha eyaletine bağladım' dedi.

1999 yılının Şubat ayında terörist başının sorgulanması görevini, devletim bana ve arkadaşlarıma verdi. Yıllardır ülkeme büyük zararlar veren, binlerce şehidin kanına giren, binlerce gazinin hayatını karartan, bölge halkına dünyayı zehir eden bölücü terör örgütünün elebaşı bana teslim edilmişti. Elbette bu büyük bir onurdu. İmralı'daki görevimi de başarı ile tamamladım. Daha sonra terörist başının, avukatlarına defalarca 'Beni sorgulayan kim, adını öğrenin' şeklinde talimatlar verdiği bilgisini aldım. Devletim ve şahsım, bu konuyu yaklaşık 10 yıl gizli tutmayı başardık. Ta ki bu dava ile gözaltına alınıncaya kadar bu konu gizli kalabildi. Ciddi devlet anlayışının da gereği zaten buydu. Ancak bu gözaltından sonra tamamen deşifre oldum.''

Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, yargılanmasının sebebinin DHKP-C, PKK ve Hizbullah terör örgütlerine vurduğu darbeler olduğunu öne sürerek, emekli olduktan sonra savunma sanayi alanında eşinin adına şirket kurduğunu ve tanıdığı emekli astsubay ve emekli bankacı arkadaşlarıyla birlikte çalışmaya başladıklarını, arkadaşlarına maaş bile veremediğini, bu nedenle 6 ay sonra şirketi kapattıklarını söyledi.

-''VERİLEN EMİR SUÇ TEŞKİL ETMEDİĞİ SÜRECE YAPILIR''-
13 yıldır özel koruma statüsünde olduğunu ve 2002 yılında Jandarma Genel Komutanlığı Teknik İstihbarat Daire Başkanlığı görevine atandığını belirten Uğur, savunmasına şöyle devam etti:

''2002 yılında mülkiye müfettişi Refik Ali Uçarcı, İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Halil Helvacıoğlu tarafından, birtakım yolsuzluklarla ilgili bilgi vermek amacı ile bana gönderilmiş bir kişidir, kendisinin uzunca anlatımları emirle kayda alınmış ve resmi üst yazı ile istihbarat başkanlığına sunulmuştur.
Ayrıca dönemin Keçiören Belediye Başkanı ile yaptığım görüşme, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un emirleri ile aslında İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz tarafından yapılması gereken fakat kendisi o gün karargahta bulunmadığı için benim tarafımdan yapılan görüşmedir. Ancak bu görüşmeyi iddianameden okuduğumda, araya abuk sabuk cümle ve kelimeler sıkıştırıldığını gördüm. Verilen emir, suç teşkil etmediği sürece yapılır. Verilen emirlerin amacı ve niyeti ast tarafından komutana sorulamaz. Askerliğini yapan herkes bunu bilir.''

Kendisine isnat edilen suçun, ''Silahlı terör örgütü yönetmek'' olduğunu hatırlatan Uğur, şunları söyledi:

''Örgüt, soyut bir birleşme değildir, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki olmalıdır. Bu hiyerarşik ilişki dolayısı ile örgütün, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini taşıması gerekmektedir. Örgütün varlığı için, suç işlemek amacı etrafındaki fiili birleşme olması gereklidir.
Örgütün niteliği itibarı ile devamlılık arz etmesi gerekmektir. Kurulduğu iddia edilen örgütün, bana isnat edilen 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme' eylemlerini gerçekleştirebilecek üye sayısına, araç ve gerece sahip olması ve kurulduğu iddia edilen örgütün amacının bu suçları işlemek olması ve benim de bu örgütün üyesi veya yöneticisi olmam gerekmektedir.
Ben 2003-2004 yıllarında iki ayrı istihbarat başkanının ve iki ayrı Jandarma Genel Komutanının emrinde, kanun, yönetmelik ve yönergelerde açıkça belirtilen görevleri yapmakla yükümlüydüm ve yaptığım kutsal yemine bağlı kalarak, bana verilen görevleri yapmaya gayret ettim.

Eğer benim bir istihbarat görevlisi olmam, kamu hizmetinin gereği olarak hiyerarşik yapı içerisinde bulunmam, örgüt üyeliği veya örgüt yöneticiliğine gerekçe gösterilecekse, Jandarma Genel Komutanlığı, dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin, örgütü oluşturması ve mensuplarının da üye veya yöneticileri olması gerekir.

Yani örgüt varsa, bütün Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının tamamı üyelik ve yöneticilikten yargılanmalıdır.

Mensubu olmaktan onur duyduğum Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini suça konu örgüt olarak nitelemek zaten başlı başına suç oluşturacaktır. Benim mensubu olduğum kutsal ocaktan başka, içerisinde bulunduğum bir örgüt yoktur.''

Kaynak:atakitapdunyasi.tr.cx

BU ÖLÜM ÇOK TARTIŞILACAK

28.12.2009 13:57

Ergenekon sanıklarından Emekli Astsubay Oktay Yıldırım'ın avukatlığını yapan Ahmet Ülger, İstanbul Bakırköy'deki evinin giriş merdivenlerinde ölü bulundu. Avukat Ahmet Ülger, Metin Göktepe cinayeti davasında yargılanan polislerin de savunmasını yapmıştı.

Ülger'in cesedi, incelemenin ardından Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Polis başmüfettişi olan Ülger'in kardeşi Mehmet Ülger İşbitiren şu açıklamayı yaptı:

"Yan taraftaki güvenlik kamerasında kardeşimin 02.00–02.30 sıraların arabasının eve geldiği görülüyor. Saat 05.30'da kardeşimin cesedi evin giriş merdivenlerinde cesedi bulunuyor. Herhangi bir sağlık problemi yoktu. Sadece nargile alışkanlığı vardı. Takip ettiği davalara hazırlanıyordu. Savcı, incelenmesini uygun görerek cesedi Adli Tıp'a gönderdi."

Odatv.com

Ergenekon'da 129. Oturum
30 ARALIK 2009

Savcı, tutuklu sanık Yıldırım'a koruma istedi

Birinci ''Ergenekon'' davasında mahkeme heyeti, tahliye ve diğer taleplerin yarın yapılacak ara celsede değerlendirilmesine karar vererek, duruşmayı 25 Ocak Pazartesi gününe erteledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, sanık ve avukatların talepleri alındı.

Duruşmada söz alan tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün avukatı Zeynep Küçük, tutuklu sanık Osman Yıldırım'a çapraz sorgu sırasında kendi beyanı olmayan ve ''gizli tanık 9''un beyanı olan sözleri savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in sorduğunu belirterek, ''Madem biz burada hokkabazlık yapıyoruz, sayın savcım hakkında gizli tanık 9'u ifşa ettiği için suç duyurusunda bulunuyorum. Gizli tanık 9'u sayın savcı ifşa etti'' diye konuştu.

Osman Yıldırım'ın kendisinin de ''gizli tanık 9'' olduğunu ifşa ettiğini belirten Küçük, ''Artık bu kepazeliğe bir son verilsin. Ben burada Osman Yıldırım'ın sorgusunu yaparken utandım. Adaleti bu şekilde aramaktan utanıyorum. Biz bu salonda hakkı, hukuku böyle mi aramalıyız? Biz hukuku böyle mi bulacağız? Yıldırım'a defalarca soru soruyorsunuz. 'Onu sonra anlatırım' diyor. Ne zaman anlatacaksın? Sorgu bir defa yapılır'' dedi.

Küçük, sorgu sırasında Yıldırım'a 220 soru sorduğunu belirterek, şöyle devam etti:

''Yıldırım, 'bunlara cevap verdim' diyerek 28, 'hatırlamıyorum' diyerek 49, 'bilmiyorum' diyerek 33 ve 'cevap vermiyorum' diyerek 36 soruya cevap vermedi. 220 sorudan 146'sını cevaplamamış. Biz böyle neye ulaşacağız? Bu mahkeme huzurunda konuşmak istemiyorum. Sadece vicdanen kendimi rahatlatmak için konuşuyorum. Soruşturma kapsamında ele geçirilen belgelerin örgüt belgeleri olduğu nereden belli? Polis belge verdi diye örgüt belgesi olamaz. Bu davada sanıkların neyle suçlandığı ikinci derece önemli. Burada önemli olan, neyi yargılıyoruz? İnsanların birbiriyle olan ilişkilerini, diyaloglarını eleştirebilirsiniz, kınayabilirsiniz ama yargılayamazsınız. Veli Küçük'ün ilişkilerini tasvip etmez kınayabilirsiniz, ama o ilişkilerden dolayı yargılayamazsınız.''

SAVCININ GÖRÜŞÜ

Duruşmada görüşünü açıklayan savcı Mehmet Ali Pekgüzel, tutuksuz sanık Sami Hoştan'ın 29 Aralık tarihli yurtdışına çıkış izni isteğini içeren dilekçesinin reddini, tutuklu sanık Ümit Sayın'ın müdafiliğinden istifa eden Mehmet Aytekin'in istifasının kabulünü istedi.

Pekgüzel, tutuklu sanık Doğu Perinçek'in reddi hakim isteği sırasında sarfettiği sözlerle Türk yargısını aşağıladığı gerekçesiyle CMK'nın 205. maddesi uyarınca Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasını istedi.

Tutuklu sanık Sevgi Erenerol'un avukatı Vural Ergül'ün, savunmaları sırasında iddia makamına yönelik türlü suçlamalarda bulunduğunu, ''rezil, ahlaksız'' gibi sözler kullandığını, bu sözlerin savunma hakkı içinde olup olmadığının mahkeme heyetinin takdirine bırakıldığını ifade eden Pekgüzel, Ergül hakkında Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.

Tutuklu sanıklar Ümit Sayın ve Osman Yıldırım hakkında ''Tanık Koruma Kanunu'' gereğince koruma hükümlerinin yerine getirilmesini isteyen Pekgüzel, Ümit Sayın'ın tahliyesine, diğer tutuklu sanıkların tutukluluklarının sürmesini istedi.

MAHKEMEYE GELEN EVRAKLAR

Mahkeme heyeti başkanı Köksal Şengün, daha sonra mahkemeye gelen evrakları okudu.

MİT, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Genelkurmay Başkanlığı'ndan ''Türk İntikam Tugayı''na (TİT) ilişkin bilgi notlarının geldiğini ifade eden Şengün, Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen yanıt yazısında, ''Bizim görev alanımız dışında olduğu için elimizde TİT'e ilişkin bilgi yok'' denildiğini söyledi.

Şengün, MİT'ten gelen bir yazıda, Alparslan Arslan'ın MİT'te herhangi bir kaydının olmadığının belirtildiğini bildirdi.

Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen bir yazıda, Abdullah Öcalan'ın PKK'nın kurucusu olması dışında başka bir bilgi olmadığını dile getiren Şengün, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan mahkemeye gönderilen yazıda da ''Karargah Evleri''ne ilişkin MİT'in bildirdiği rapor dışında ellerinde başka bir belge olmadığının ifade edildiğini kaydetti.

Şengün, MİT'ten gelen başka bir yazıda ise Muzaffer Tekin hakkında herhangi bir teknik veya fiziksel takibin yapılmadığının bildirildiğini dile getirdi.

TALEPLER ARA CELSEDE DEĞERLENDİRİLECEK

Mahkeme heyeti, daha sonra talepleri değerlendirmek üzere duruşmaya ara verdi. Verilen aranın ardından alınan kararı açıklayan Şengün, sanık ve avukatlarının tahliye ve diğer taleplerinin yarın yapılacak ara celsede değerlendirileceğini kaydetti.
Akşam

SAYIN VE YILDIRIM'A 'KORUNMA' KARARI
31 Aralık 2009 20:30

Ergenekon davasında sanıklar Osman Yıldırım ile Ümit Sayın'a Terörle Mücadele Kanunu gereğince koruma sağlanması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılmasına karar verildi. Mahkeme tahliye taleplerini reddetti.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Birinci Ergenekon davasının son oturumunda saatin ilerlemesi nedeniyle açıklamadığı ara kararlarını bugün açıkladı.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ile diğer üyeler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu arasında tahliyeler yönünde görüş ayrılığı yaşandı. Başkan Şengün daha önce sanıklar Muzaffer Şenocak, Emin Gürses, Kemal Kerinçsiz, Hayrettin Ertekin, Hüseyin Görüm, Erkut Ersoy, Muhammed Yüce, Selim Akkurt, Hikmet Çiçek ve Nusret Senem'in tahliyesini istemişti.

Şengün, son kararında bu sanıkların yanı sıra sanıklar Mehmet Demirtaş, Zekeriya Öztürk ile İsmail Yıldız'ın da tahliyesini istedi.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, 'tutuklu sanıkların tutuklu kaldıkları süre ve toplum içindeki konumları dikkate alındığında bu aşamadan sonra bu kişilerin kaçma ve saklanma şüpheleri bulunmadığı ve gerekirse haklarında adli kontrol uygulanarak' sanıkların tahliyesi yönünde oy kullanırken, iki üye hakimin tahliye olmaması yönünde görüş bildirdiği için sanıkların tahliye talebi oy çokluğu ile reddedildi.

Mahkeme heyeti, operasyonlar sırasında ele geçirilen ve iddianamede örgüt belgeleri olduğu öne sürülen belgelerin birer örneklerinin MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'na gönderilerek bu belgelerin örgütsel nitelik taşıyıp taşımadığına ilişkin daha önceden bir tespitin yapılıp yapılmadığının sorulmasını kararlaştırdı.

Mahkeme, savcının koruma talebinde bulunduğu sanıklar Ümit Sayın ile Osman Yıldırım hakkında Terörle Mücadele Kanunu gereğince koruma sağlanması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılmasına karar verdi.
aktifhaber

AHMET HAKAN ERGENEKONCU OLDU
03.01.2010 10:36

Ahmet Hakan geçtiğimiz gün köşesinde kullandığı bir cümleden dolayı ‘Ergenekoncu’ diye nitelendirildiğini yazdı.

İşte buradan yola çıkarak neden ‘Ergenekoncu’ olduğunu yazan Ahmet Hakan’ın yazısı:

““ERGENEKON” diye masalsı bir şey yarattılar, azıcık inançsızlık gösteren herkesi “Ergenekoncu” diye yaftalıyorlar...

Aynen böyle yazmıştım geçen gün...
Daha bu cümlenin mürekkebi kurumadan...
Sırf bu cümleyi yazdım diye...
Bana da “Ergenekoncu” demesinler mi?
Sindirir mi beni bu türden yaftalamalar? Tabii ki hayır!
* * *
İşte haykırıyorum:
Eğer Ergenekon, yakın tarihin bütün pisliklerini dolduracağınız bir sandık ise...
Ben bir Ergenekoncuyum...
Eğer Ergenekon, elinizde sağa sola kara çalma aracı haline geldiyse...
Ben bir Ergenekoncuyum...
Eğer Ergenekon, Yalçın Küçük gibi bir adamın liderliğindeki örgütlenme ise...
Ben bir Ergenekoncuyum...
Eğer Ergenekon, muhalif sindirmek için bin yıl sürecek bir sürece dönüştü ise...
Ben bir Ergenekoncuyum...
Eğer Ergenekon, polisi güçlendirip askeri zayıflatmak amacıyla kullandığınız bir araç ise...
Ben bir Ergenekoncuyum...
Eğer Ergenekon, binlerce sayfalık, özensiz, çelişkilerle dolu, özel hayat dedikodularıyla dolu iddianame ise...
Ben bir Ergenekoncuyum...
Eğer Ergenekon, beni bile susturmanın, sindirmenin, korkutmanın aracı haline geldi ise...
Ben bir Ergenekoncuyum...
* * *
Hiç çekinmeyin...
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Ahmet Hakan Ergenekonculuk yapmaya devam ediyor hâlâ..."

Odatv.com

Hilmi Yavuz
Türkiye'de Yaşananlar: Hem polisiye hem fantastik bir romana benziyor

Türkiye, hem tam bir fantastik hem de tam bir polisiye roman kurgusunu yaşıyor bugünlerde. Takipler, gözetlemeler, aramalar; suikast iddiaları, tutuklamalar, gözaltına alınmalar, serbest bırakılmalar; Genelkurmay'ın çift aylı gizli belgelerini, 'Kozmik Oda'da tek başına inceleyen bir yargıç, yargıcı izleyen askerler, askeri izleyen polisler, vesaire vesaire...

Polisiye roman, dedim, boşuna değil! Genelkurmay Seferberlik Bölge Başkanlığı'nda, kapalı kapılar ardındaki 'Kozmik Oda'da inceleme yapan yargıç Kadir Kayan, bana ünlü Fransız polisiye yazarı Gaston Leroux'nun detektifliğe soyunan gazeteci kahramanı Joseph Rouletabille'yi hatırlattı. Rouletabille, Leroux'nun 1908'de yayımlanan 'Le Mystere de la Chambre Jaune' adlı ünlü romanının kahramanıdır. 'Le Mystere de la Chambre Jaune', yani 'Sarı Odanın Esrarı'!

Rouletabille, Granier Şatosu'nda, içerden kilitli bir odada ('sarı oda'da) gerçekleşen bir cinayet teşebbüsünün esrarını, 'Sarı Odanın Esrarı'nı çözmeyi başarır. Yargıç Kadir Kayan 'Kozmik Odanın Esrarı'nı çözebilecek midir? Bakalım, göreceğiz!

Türkiye'de yaşananların, polisiye yanı kadar, fantastik bir tarafı da var. Jean-Paul Sartre, fantastik'i, 'araçların amaçlara başkaldırması' olarak tanımlar. Bir örnek vereyim: Bir otelin üst kattaki lobisine çıkmak amacında olan kişi, ya merdiveni ya da asansörü araç olarak kullanmak durumundadır. Ama ne merdiven vardır görünürde, ne asansör! Üstelik lobide, birileri oturmakta veya dolaşmaktadır!

Son olaylar, bir polisiye roman için eşi bulunmaz, harikulade bir konu oluşturduğu kadar, fantastik bir romanın kurgusunu da içeriyor. Fantastik, evet, çünkü araçlar, amaçlara sürekli olarak başkaldırıyor: Amaç Arınç'ı ya da Genelkurmay'daki köstebeği gözetleme, ama iki subayın bulunduğu otomobilde gözetleme araçları yok! Amaç, gözetlendiği söylenen kişinin evinin krokisinin bulunduğu kâğıt parçası, ortada böyle bir kâğıt yok! Subay, iddia edildiği gibi, kâğıdı yuttuysa, bu mantıksal bir açıklamadır; yok, hayır yutmadıysa, kroki nerede? Yani birileri lobide dolaşıyor dolaşmasına ama onlara nasıl ulaşılacağı konusundaki bütün girişimler sonuçsuz kalıyor...

Fantastik olaylar Ergenekon davasında da kendisini gösterdi. Albay Dursun Çiçek'e ait 'ıslak imza' adlî tıp raporuna göre hem ona ait hem de serbest bırakıldığına göre, ona ait olmamak gerekir. Amaç, bir darbe planı olup olmadığını saptamak, araç, yani 'ıslak imza' bu amaca başkaldırıyor!

Bir polisiye roman hem 'Sarı Odanın Esrarı'nda Rouletabille'in yaptığı gibi akıl yürütme yoluyla mantıksal bir açıklamayı hem de olağandışılığı öne çıkaran fantastik bir kurguyu içerebilir mi? Evet, içerebilir! Çünkü bugün Türkiye'de yaşanan tastamam bu: Hem polisiye hem fantastik bir roman gibi!

TSK içinde bir cunta var mı, yok mu? Bir suikast girişimi var mı yok mu? Amaç, bunun ortaya çıkarılması. Ama bunu ortaya çıkaracak araçları elde tutmanın mümkün olmadığını, onların sürekli olarak elden kaydığını görüyoruz. Ve bunu mantığa uygun akıl yürütmelerle açıklamaya ya da anlamaya çalışıyoruz. Beyhude gayret!

Bir durum hem akla uygun hem akla aykırı olduğunda işin içinden nasıl çıkılacağını kestirmek mümkün değil. 'Milliyet'in dünkü manşeti, Genelkurmay'ın fevkalade manidar açıklamasıydı: 'Ne hale geldik!'

Evet, ne hale geldik!

Zaman

Joost Lagendijk
Radikal Gazetesi
Ergenekon, sezgiler ve olgular

10 Ocak 2010 Pazar 10:55Son yazımda Ergenekon davasıyla ilgili başlıca sorunun, insanların büyük kısmının olguyla kurguyu birbirinden ayıramayacağı kadar karmaşık hale gelmesi olduğunu yazmıştım. Hangi bulgular hükümeti şiddet yoluyla devirmeyi hedefleyen bir suç şebekesinin varlığını gerçekten kanıtlıyor ve hangi iddialar Türkiye’de kaşarlanmış, anti-demokratik ultra-milliyetçiler olduğunu gösteriyor? Bu tür bir milliyetçilik kendi içinde kötüdür, fakat sizi otomatik olarak hapse göndermesi gereken bir şey de değildir.
Ergenekon davasının kuvvetli karşıtları ile kuvvetli yandaşları arasında sıkışıp kalan birçok insanın Türkiye’de kimin ve neyin iyi ve kötü olduğuna dair fikrini bir tür sezgi üzerine kurmak zorunda kalması niye kötü? Endişe verici, çünkü bu, halihazırda ülkede yaşanan en önemli gelişmelerden birinin, yani hükümet karşıtı planların gün yüzüne çıkarılıp dahli olan insanların araştırılmasının, bilgilendirilmiş bir kamuoyu tarafından eleştirel şekilde takip edilip değerlendirilememesi anlamına geliyor. Türklerin çoğunluğu süregiden soruşturmaları belli bir mesafeden izliyor, zira saflarını çoktan belirlemiş gayretkeş savcılar
ve medya tarafından her gün kendilerine sunulan olgu yığınını doğru düzgün muhakeme
edebilmekten umudu kesmiş durumdalar.
Bu durumdan nasıl çıkılır? Hürriyet Daily News’in internet sitesindeki ilk yazıma dair yazılan ve benim de tümüyle katıldığım bir yorumu paylaşmak isterim: “Haberlere bakıldığında, bireylere yönelik ithamları desteklemek için kullanılan olguların zayıf ve temelsiz olanlardan epey sağlam olanlara dek çeşitlilik gösterdiği görülüyor. Aşırılıkçılar bu çeşitliliği kendi görüşlerini destekleyecek şekilde yorumluyor. Çirkin, kirli bir şeyler olduğunu söylemeye
yetecek kadar sağlam olgular var. Fakat yargılama süreci, suçun veya masumiyetin ihdas edilmesi öncesinde birçok ilave olguyu ve argümanı gerektirir. Aynısı, şu an komplo teorilerinden ibaret olan vaziyet için de geçerli. Kanıtlar bu teorilerin geçerliliğini ve kapsamını belirlemek zorundadır. Soğuk havaya çıkıp yürümesi ve ardından sabırla beklemesi gereken çok
sayıda gaza gelmiş insan var. Bununla birlikte, sadece iddianameye dayanarak uzun süredir içerde tutulan insanlar, yargılanmaktan kurtulmak için kaçmasının ciddi bir ihtimal olduğuna dair daha güçlü argümanlar ortaya konulmadıkça, salıverilmelidir. Sadece bir iddianameden dolayı hapsetmek, dahası çok
uzun süre içerde tutmak, yetkinin kötüye kullanılması olarak nitelenebilir.”
Bu yaklaşımdaki üç önemli unsurunun altını çizmek istiyorum. Birincisi, ithamla mahkemenin verdiği hüküm arasında hayati bir fark vardır. Evet, görünür vaziyet bazı zanlıların aleyhinde ve pek az insan onların masum olduğuna inanıyor. Fakat bir demokraside izlenimler veya aşırı fikirler insanları hapse atmaya yeterli değildir. İkincisi, suçlanan kişiler, ancak adaletten kaçmaya veya davadaki soruşturmaları engellemeye çalışacaklarına dair kuvvetli bir ihtimal olduğu takdirde hapiste tutulmalıdır. Üçüncüsü, Ergenekon davasındaki savcılar, aleyhinde ciddi ve çok miktarda kanıt
olan zanlıların yargılanmasına öncelik tanımalı ve zayıf kanıtlara dayalı davalara dair mesaiyi ya bırakmalı ya da yoğunlaştırmalıdır.
Ergenekon davasının, ilgisini kaybetmiş olan Türkiye kamuoyunun dikkatini tekrar üzerine çekme ve davaya umut bağlayanların güvenini tamir etme şansı, ancak bunlar yapıldığı takdirde söz konusu olabilir. Türkiye’de ve dışarıda, bu davanın, savunucularının iddia ettiği gibi gerçekten demokratik bir dönüm noktası olup olmayacağını görmek için hala bekleyen kuşkucu takipçilerin güvenini tesis etmenin yolu da budur.
aktifhaber

12 Ocak 2010 22:20
Ersöz'ün Kızı İntihara Kalkıştı
Levent Ersöz'ün odasında yapılan aramaya kızı Fulya Ersöz kollarını keserek tepki gösterdi.

Ergenekon tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi hastanesinde kızı Fulya Ersöz intihara kalkıştı. Kollarını jiletle kesen Fulya Ersöz, bağırarak "Savcı Öz'den şikayetçiyim" dedi.

Leven Ersöz'ün odasında akşam saatlerinde soruşturmaya yürüten Savcı tarafında arama yapıldı. Babasını ziyarete geldiği ve bu sırada odasında arama yapıldığını görüp gören Fulya Ersöz bsinirlerine hakim olamayıp kollarını jiletledi. Elleri ve kolları kan içerisinde kalan Fulya Ersöz, hastane görevlileri tarafından tedavi edilmek üzere götürülürken karşısında gazetecileri görünce; "İnsanların onurları gururları var. İnsanları ne hale getirdiniz. Savcı Öz'den şikayetçiyim." dedi.
aktifhaber

Anasayfa Siyaset Analiz Ekonomi Medya Spor Magazin Kültür-Sanat Güncel Yazarlar

ERHAN GÖKSEL TÜRKİYE’Yİ Mİ TERKEDİYOR
13.01.2010 10:35


Milli Gazete’de “Kulis Ankara” köşesi yazarı Erhan Göksel’in ülkeyi terk etme hazırlığında bulunduğunu yazdı. Yazar, Erhan Göksel için duygusal bir dille ele aldığı yazıda şunları söyledi:
“İlk giden Yalçın Küçük olmuştu. Yıl 1993'tü. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Matild Manukyanda vergi rekortmeni olmuştu. Giderken "Demirel'in Cumhurbaşkanı, Manukyan'ın vergi rekortmeni olduğu bir ülkede daha fazla yaşayamam" dedi.
Şimdi de O gidiyor; Erhan Göksel...
Elbette seveni de vardı sevmeyeni de... Ama kim ne derse desin bir birikimdi.. Turgut Özal'a, Süleyman Demirel'e, Tansu Çiller'e, Hikmet Çetin'e, Mesut Yılmaz'a, danışmanlık yaptı. Kazak Devlet Başkanı Nazarbayev'in, Bulgar Başbakanı Kostov'un kampanyalarını yürüttü.
Son dönemde keskin dili ile dikkat çekti. Tek başına muhalefet gibiydi. Sözünü dudaktan, gözünü budaktan esirgemiyor, bazen askere, bazen hükümete çatıyordu. Belki de bu yüzden olsa gerek çıktığı TV programları rayting rekorları kırıyordu.
Önce TV kapıları yüzüne kapanmaya başladı.
Sonra Ergenekon'dan gözaltına alındı... Kendisi üç gün sonra çıktı.
Ama 23 bilgisayarı, 2000 dvd'si, 500 cd'si, 18 smart kart'ı hâlâ içerde.
Bunlar sahibi olduğu şirketin veri tabanı, arşivi, her şeyi...
Bu yüzden kırgın, üzgün, küskün...
Şimdi gidiyor, Türkiye'yi terk ediyor.
Giderken de muhtemelen; "Beyazlarla, siyahların, temizlerle, kirlilerin aynı makine de yıkandığı bir ülkede yaşayamam" diyecek.
Sonuçta bir muhalefet odağı daha tasfiye olmuş oluyor.
Ama yine de unutmamak lazım; muhalefet en başta iktidarlara lazım.
Çünkü muhalefetin olmadığı yerde iktidara da gerek kalmaz!”

Ancak Odatv olayın iç yüzünü araştırdı. Erhan Göksel, ABD’ye gitmeye hazırlanıyordu. Ancak bunun nedeni “küslük ya da kırgınlık” değildi. Göksel’in Ergenekon Operasyonu sonrası şirketinin tüm veritabanına el konması şirketinin ekonomisini bitirdi. 3 ülkede 30 çalışanla hizmet veren şirketinin bütün bilgilerine davayı yürütenler el koydu. Bu durum firmayı çalışamaz hale getirdi.
Erhan Göksel, ABD’de büyük bir gruptan iş teklifi alınca bunu değerlendirdi. Kısacası Erhan Göksel, ABD’ye gidiyor. Ancak bunun nedeni aldığı cazip iş teklifi.

Odatv.com

13 Ocak 2010
"Buna soruşturma değil askeri casusluk faaliyeti denir"

21 Aralık gecesi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast yapacağı iddiasıyla bir Binbaşı ve bir Albay Arınç’ın evinin bulunduğu Çukurambar’da yakalanarak gözaltına alınıyor. Ardından başlatılan soruşturmada Hakim Kadir Kayan, Genelkurmay’ın karanlık odası olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu’na baskın düzenleyerek arama yapıyor.

Bu olaylardan tam 18 gün önce, yani 2 Aralık 2009 tarihinde, Ergenekon tutuklusu ve aynı zamanda eski bir asker olan avukat Serdar Öztürk, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazdığı bir dilekçede aynen şu ifadeleri kullanıyor:

"Amerikalılar TSK’nın hangi birimi hakkında güncel istihbarat talep ediyorsa cemaatçiler de ona göre harekete geçiyor. Amerikalılar TSK’nın özel kuvvetlerinin kapasitesi hakkında istihbarat mı istiyor at bir mail özel kuvvetlerden şu Binbaşı bu Yüzbaşı Başbakan’a suikast hazırlığı içinde yaz savcılar çağırsın bütün özel kuvvetlerin ifadesini alsın, kimlik bilgilerini deşifre etsin, adreslerini deşifre etsin, telefonlarını deşifre etsin, gördükleri eğitimleri, görev yaptıkları yerleri deşifre etsin. Buna soruşturma değil askeri casusluk faaliyeti denir"

İşte Avukat serdar Öztürk’ün ifadeleri aynen böyle…

Bu dilekçe önceki gün ART televizyonunda dile getirildi.
Sıradışı

14 Ocak 2010
Ergenekon'da Tahliye
İkinici Ergenekon davası kapsamında tutuklu yargılanan Adil Serdar Saçan, tahliye edildi.

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan'ın tahliyesine karar verildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada taleplerin ardından Mahkeme Heyetince alınan kararlar, üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu tarafından açıklandı.

Buna göre Mahkeme Heyeti, suç vasfının değişme ihtimali, delil durumu ve tutuklu kaldığı süreyi dikkate alarak, 16 aydır tutuklu bulunan Adil Serdar Saçan'ın tahliyesine karar verdi.

Duruşma salonunda bulunan Saçan'ın ailesi, tahliye kararını alkışlarla karşıladı. Sanıklar ve avukatlar da Saçan'ı kutladı.
aktifhaber

18 Ocak 2010
Ergenekon'da 4'üncü iddianame hazır...

Tuğamiral Levent Görgeç ve 7 deniz kurmay albay iddianameye girdi. 2'si emekli, toplam 17 denizci için 7.5 yıl hapisten ağırlaştırılmış müebbete kadar cezalar öngörülüyor

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan 4'üncü iddianame Poyrazköy cephaneliği oldu… 21 Nisan'da yapılan kazılarda bulunan 15'i dolu 21 lav silahı, 14 el bombası ve C3 patlayıcılarla ilgili yürütülen soruşturmanın iddianamesinde, 2'si emekli 17 denizci yer alıyor. İddianamede ilk kez bir muvazzaf tuğamiral ve 7 deniz kurmay albayın ismi yer alırken, bu kişiler hakkında örgüt üyeliğinden 15 yıla kadar hapis istendi. Aralarında emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş'ın da bulunduğu 5 subay hakkında ise "Hükümeti ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan 2'şer kez ağırlaştırılmış müebbet, örgüt üyeliği ve ruhsatsız patlayıcı bulundurmaktan da ayrıca 27 yıla kadar hapis istendi.

SAT'LARIN ARAZİSİ
Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan bir ihbar üzerine, Poyrazköy'de SAT komandolarının eğitim alanı olarak kullandığı İstek Vakfı'na ait arazide 21 Nisan'da kazı başlatılmıştı. Kazılarda çıkan mühimmatlarla ilgili olarak Deniz Yarbay Ercan Kireçtepe, Deniz Yarbay Mustafa Turhan Ecevit, Deniz Binbaşı Eren Günay, Deniz Binbaşı Emre Onat, emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş ve emekli Deniz Astsubay Ergin Geldikaya tutuklanmıştı. Yarbay Turhan Ecevit daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Şüphelilerin ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda bulunan belgelerin, Poyrazköy'deki cephaneliğin Ergenekon bağlantısını ortaya çıkardığı öne sürüldü.

5 DENİZCİYE MÜEBBET
Ergenekon savcılarından Murat Yönder'in yürüttğü soruşturma sonucunda, 5'i tutuklu 17 şüpheli hakkında 300 sayfalık iddianame hazırlandı. İddianamede, tutuklu şüpheliler Bektaş, Kireçtepe, Günay, Onat ve sonradan tahliye olan Ecevit hakkında, 2'şer kez ağırlaştırılmış müeebbet hapis cezası talep edildi. Ayrıca bu 5 subay ile Geldikaya hakkında da "Ergenekon örgütü üyesi olmak" ve "ruhsatsız olarak patlayıcı madde ve silah bulundurmak" suçlarından 12 yıldan 27 yıla kadar hapis istendi. Poyrazköy kazılarıyla ilgili hazırlanan 4'üncü Ergenekon iddianamesinde ilk kez bir muvazzaf tuğamiral ve 7 deniz kurmay albayın ismi de yer aldı. 2009 yılındaki YAŞ kararıyla Deniz Kurmay Albay iken Tuğamiralliğe terfi eden Levent Görgeç ile Deniz Kurmay Albaylar Tayfun Duman, Şafak Yürekli, Mert Yanık, İbrahim Koray Özyurt, Dora Sungunay, Muharrem Nuri Alacalı hakkında, örgüt üyeliği suçlamasıyla 7.5 yıldan 15 yıla kadar hapis istendi. Tayfun Duman'ın "oramirale suikast" soruşturmasında da ifadesi alınmıştı. İddianamede Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen ile Deniz Kıdemli Başçavuş Halil Cura, Deniz Kıdemli Başçavuş Sadettin Doğan, Deniz Kıdemli Başçavuş Ferudun Arslan hakkında, yine örgüt üyeliğinden 7.5 yıldan 15 yıla kadar hapis talep edildi. Doğan, Arslan ve Cura'nın, Kurmay Albay Ali Türkşen'e bağlı bir Ergenekon hücresi olduğu da iddia ediliyor. Ergenekon soruşturması kapsamında, İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen arama kararlarına dayanarak, Poyrazköy Keçilik mevkisinde 21 Nisan'da başlatılan ve bir hafta süren kazılarda ele geçen mühimmatlar şöyle: "15'i dolu 21 boş lav silahı, 14 el bombası, 24 el bombası fünyesi, 450 gram C3 patlayıcı madde, 7 hakem bombası, 3 gösteri bombası, 5 bubi tuzağı, 2 kullanılmış bubi tuzağı, 23 işaret fişeği, 45 sis bombası, 15 aydınlatma fişeği, 30 metre uzunluğunda infilaklı fitil (korteks), 38 metre uzunluğunda saniyeli fitil, 3 bin 17 adet çeşitli çapta fişek ve siyah renkli kamuflaj kremi tüpü."

SUİKAST İDDİASI
Poyrazköy'de ele geçirilen malzemelerin, halen Ergenekon tutuklusu olan özel kuvvetlerden emekli Albay Levent Göktaş'ın tahliye edilmemesi durumunda, Ergenekon savcılarına yönelik gerçekleştirilecek suikast eyleminde kullanılacağı iddia edilmişti. "İrticayla Mücadele Eylem Planı" ofisinde bulunan avukat Serdar Öztürk, Levent Göktaş'ın avukatlığını yürütüyordu. Öztürk'ün ayrıca gruplar arasında 'kurye' görevi gördüğü ve "Kafes" soruşturmasındaki şüphelilere hukuki danışmanlık yaptığı öne sürülüyor.

Kilit isim Bektaş, Yarbay Ecevit'in devre arkadaşı
POYRAZKÖY'DEKİ cephaneliğin kilit ismi emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş, yine aynı soruşturma kapsamında tutuklanan Deniz Yarbay Mustafa Turan Ecevit ile devre arkadaşı. Poyrazköy'de bulunan mühimmatlarla ilgili tutuklanan emekli Binbaşı Bektaş'ta bulunan bir CD'nin içinde özel olarak şifrelenmiş "Kafes" kod adlı eylem planları bulunmuştu. Şifreli dosya çözüldüğünde, içinde Deniz Yarbay Deniz Kireçtepe'nin imzası bulunduğu iddia edilen ve gayrimüslimlere yönelik provokatif eylem planları, eylemlerde kullanılacak silahların listesi ve 41 kişilik hücre yapılanması ele geçmişti. Yine 4 Haziran 2009'da Ankara'da, emekli gazi Üsteğmen ve avukat Serdar Öztürk'ün bürosunda bulunan "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nda, Genelkurmay Karargâhı'nda görevli Deniz Piyade Kıdemli Kurmay Albay Dursun Çiçek'in imzası bulunduğu iddia ediliyor.
Kaynak: Veli Sarıboğa/Sabah

18 Ocak 2010 19:39
Yarbay Dönmez'in Savunması Başladı
Yarbay Mustafa Dönmez, ''askeri eşyayı gizlemek'' suçundan yargılandığı davada savunmasına başladı.

Yarbay Mustafa Dönmez, Ankara Zir Vadisi'nde bulunan mühimmatla ilgili ''askeri eşyayı gizlemek'' suçundan yargılandığı davada esas hakkındaki savunmasına başladı.

Dönmez'in yargılanmasına, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya, başka suçtan tutuklu sanık Dönmez ile avukatı Gülten Güven katıldı.

Esas hakkındaki savunmasını yapan Yarbay Mustafa Dönmez, 700 sayfalık savunma hazırladığını belirterek, yanında getirdiği bilgisayar aracılığıyla ekrana yansıttığı savunmasını okudu.

Kendisinin ''suikast planı'' yapmakla, ''ne olduğu belirsiz bir örgüte'' üye olmakla suçlandığını ileri süren Dönmez, hakkında provokasyon düzenlendiğini savundu.

Dönmez savunmasında, Melih Aşık, Yavuz Donat gibi gazetecilerin ''Ergenekon soruşturmasıyla'' ilgili çeşitli tarihlerde yayımlanan yazılarından örnekler verdi.

Mustafa Dönmez, ''İnanıyorum ki Mustafa Kemal yaşasaydı, o da göz altına alınırdı'' görüşünü ileri sürdü.

Görev yaptığı süre içerisinde tüm devlet malzemelerini yetim hakkı olarak gördüğünü, ancak bu malzemeleri ''hile'' ile almakla suçlandığını iddia eden Dönmez, bilim insanlarıyla yaptığı telefon görüşmeleri nedeniyle tutuklandığını savundu.

Dönmez, ''Bu faaliyet planlıdır. Başbakan'ı şikayet ettiğim için hazırlanan bir kurgudur. Ben saatlerce Atilla İlhan'la, Mahir Kaynak'la da görüşüyordum. Bu görüşme tutanakları nerede? Sadece belli kişilerle görüşmelerim delil sayılıyor'' iddiasında bulundu.

Sanık Dönmez, evinde ve ofisinde polis tarafından yapılan aramaların hukuksuz olduğunu ileri sürerek, aramalarda kamera kullanılmadığını, evde kimse bulunmadığı sırada arama yapıldığını öne sürdü. Dönmez, ''Adaletten, hukuktan bahsediliyor. Suçsuzluğumu kanıtlamamı istiyorlar, ancak karşımda oyun oynayan bir polis teşkilatı var'' görüşünü savundu.

''Zir Vadisi'nde bulunan mühimmatla'' ilgili aramalar sırasında polisler tarafından yapılan kamera kayıtlarının bazı yerlerinin kesildiğini öne süren Dönmez, bu kamera kayıtlarını mahkemeye sunacağını söyledi.

Hazırladığı iddia edilen krokinin kendisine ait olmadığını ileri süren Dönmez, şu görüşleri savundu:

''Aramalar kanunsuzdur. Mühimmat Zir Vadisi'ne götürülmüş, devletin televizyonu TRT çağrılmıştır. Mahkemeye sunulan ve krokideki imzanın benim olduğunu iddia eden bilir kişi raporu gerçeği yansıtmamaktadır, hukuka aykırıdır. Ülkemizde adaletten, demokrasiden, insan haklarından ve barıştan bahsedeceksek, çeteleşmiş polislerden ve onların gerisindeki insanlardan hesap sorulmalıdır. Yoksa kimse kendini güvende hissetmez.''

Dönmez, Zir Vadisi'ndeki mühimmatların polis istihbarat deposundan çıktığını, Makina Kimya Endüstrisi'nin mühimmatlarla ilgili sahte belge düzenlediğini iddia ederek, ''Mühimmatların hemen hemen aynısı özel hareket depolarında da var. Behçet Oktay ölmeseydi belki de konuşacaktı'' dedi.

Yarbay Mustafa Dönmez, esas hakkındaki savunmasına yarın devam edecek.

-ASKERİ SAVCININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ-

Dönmez'in yargılandığı davanın bir önceki duruşmasında esas hakkındaki görüşünü açıklayan Askeri Savcı, Dönmez'in, Askeri Ceza Kanunu uyarınca 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını, ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri'nden çıkarılmasını talep etmişti.
aktifhaber

ERGENEKON DAVASI SONUNDA DELİRTTİ

Barış Terkoğlu yazdı

25.01.2010 01:35

Kenan Temur bir polis memuru. 3 yıldır evli, bir çocuğu var. Babası İnegöl’de yaşayan emekli öğretmen. Temur’u zor koşullarda okuttu. Kenan Temur üniversite mezunu oldu. İş bulamadı, sonunda polis olmaya karar verdi. Adile Sadullah Mermerci Polis Eğitim Merkezi’nde 6 ay kurs aldı. Kursun sonunda polis oldu. Diğer memurlara göre mesleğe geç başlamıştı, 30 yaşındaydı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğü’ne atandı. Devletin sorumluluk verdiği kişileri koruyordu. Koruduğu kişilerin arasında Savcı Zekeriya Öz’ün eşi ve çocukları dahi vardı.

İbrahim Şahin kaderini değiştirdi
Ancak Temur’un kaderi Eski Özel Harekat Dairesi eski Başkanvekili İbrahim Şahin’in korumalığını yapmasıyla değişti.
12 Eylül 2007 tarihinde Şahin ile ilgili görevlendirme yazısı kendisine ulaştı. Resmiyette 24 Ekim 2008 tarihine kadar yani bir sene kadar bu görevi sürdürdü. Ancak fiilen 3-4 ay kadar Şahin’i koruma görevini yaptı.
İbrahim Şahin’i korumanın zorluğu vardı. Şahin korunan kişilerin uyması gereken kurallara uymuyordu. Güvenlik açısından günlük programını güvenliğine bildirmesi gerekiyordu. Ancak Şahin sık sık aksatıyordu. Dışarıya çıkacağını söylediği saatten bir saat önce Temur, Şahin’in kapısına gidiyordu. Ancak Şahin kapıda Temur’u bazen üç saat bekletiyor sonra dışarı çıkmaktan vazgeçiyordu. Temur’un ifadesi ile Şahin kendisini koruyan memurlara kaba davranıyor, sık sık azarlıyordu. Kenan Temur İbrahim Şahin’in bu aksiliğini Şahin’in yaşlılığına bağlıyordu.

Pimpirikli ve kıl kuyruk
Temur kendi ifadesi ile “pimpirikli ve kıl kuyruk” biriydi. Başından geçenleri sürekli rapor ediyordu. Durumu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne rapor etti. Raporlarda İbrahim Şahin’den koruma kurallarına uymaması nedeniyle şikayet ediyordu. Bu nedenle İbrahim Şahin uyarıldı.
Kenan Temur, Şahin’den sonra görevini yapmaya devam etti. Eski bakanlardan Mehmet Moğultay’ı korudu. Ta ki Ergenekon Davası nedeniyle göz altına alınıncaya kadar.
Kenan Temur, İbrahim Şahin’in suikast timinde olmakla suçlanıyordu. Bu yüzden tutuklandı. Ancak Temur hayatında Ergenekon bir yana herhangi bir derneğe dahi üye olmamıştı. Davada sanık olmasının nedeni bir başkasının hazırladığı listede adının suikast timinde geçmesiydi. Temur’un durumunda olan 20’den fazla kişi daha vardı.
Kenan Temur’un iddianamede 3 tane telefon görüşmesi bulunuyordu. Bunlardan biri İbrahim Şahin’leydi. Şahin’e korumalık görevi gereği ertesi günkü programını konuşuyordu Bir diğerinde yine aynı nedenle İbrahim Şahin’i aramış ancak telefona oğlu çıkmıştı. Ona İbrahim Şahin’in programını ve kaçta gelmesi gerektiğini sordu. Son konuşma ise bir başka polis memuruylaydı. İbrahim Şahin gözaltına alındıktan sonra ne kadar şaşırdıklarını konuşuyorlardı. Kısacası iddianamede bulunan üç telefon kaydında da suç teşkil eden bir durum yoktu.

Birden ayağa kalktı
Temur davanın 18 Aralık günü henüz kendisine sıra gelmemiş olmasına rağmen ayağa kalktı. Kürsiye gelmek ve orada konuşmak istediğini söyledi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün izin verdi. Kenan Temur, kendisine yapılan suçlamanın asılsız olduğunu anlattı. Yapılan aramalarda, telefon kayıtlarında bir suç unsuruna rastlanmadığını açıkladı. Kendisinin sadece İbrahim Şahin’in evinde bulunduğu söylenen bir liste nedeniyle tutuklu olduğundan söz etti. İbrahim Şahin’i koruma görevini devletin kendisine verdiğini anlattı. Şahin ile koruma yaptığı süre içinde iyi geçinemediğini yazdığı raporlar ile ortaya koydu. Hiçbir hukuksal dayanak olmadığı halde bir yıldır tutuklu olduğunu söyledi.

Boğuluyorum
Titriyordu, mahkeme başkanı Temur’u “Rahat ol, rahat konuş, rahat konuş sıkma kendini rahat ol” diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Temur konuşmasında “İnsanların canı yanıyor mesela benim canım yanıyor. Çok kötü yani bildiğiniz gibi yani bu öyle şey ki, ya bu işin içinden çıkılmaz bir durum yani normal şartlarda olmaması gereken şeyler oluyor sayın başkanım ama niye ben? Yani İbrahim Şahin’le çalışmak suç muydu? Görevlendirmeselerdi beni. Onun evinde çıkan, çıktığı iddia edilen bir kağıttan dolayı buradayım. Şimdi insanın aklına bin bir türlü soru geliyor yani bunu çok boyutlu yani bunu izah edemiyoruz. Tamam otur sen burada bekle ama nereye kadar bekleyeceğim, sayın savcım diyorsunuz bakın peygamberimizden bahsediyorsunuz, hepimiz Müslümanız yani, yav ben düşündüm de bulamıyorum.” diyordu. Kendisine birilerinin komplo yapıldığını söylüyordu. Ailesini özlediğini görevine dönmek istediğini anlatıyordu. Kendisinin tutuklanmasına neden olan emniyete de kızıyordu: “emniyete niçin kızıyorum? eğer benim hakkımda soruşturma yapıyorsan tahkikat yapıyorsan iddianameye koyuyorsan e bunu niye araştırmıyorsun? Buna niye bakmıyorsun. Yani sen beni suçluyorsun terör örgütüyle, böyle büyük bir çuvalın içine atıyorsun ne olduk, Türkiye’nin gündemini belirleyen belki de dünya gündemini belirleyen bir olay benim için yani. ben bu girdabın içinde boğulur giderim Sayın başkanım, yani 12 aydır da boğuluyorum”

Bir daha geri gelmeyecek
Kenan Temur tahliye talebinde bulundu. Mahkeme başkanının olumlu oyuna rağmen diğer hakimlerin red etmesiyle tutukluluk hali devam etti.
Kenan Temur sonraki günlerde gittikçe kötüleşti. Derin bir sessizliğe gömüldü. Uğradığı haksızlıktan bir daha kurtulamayacağına inanıyordu. Duruşmalara gelemeyecek haldeydi. Bir gece sinir krizi geçirdi. Diğer tutuklulara “Kur’an okuyun, Yasin okuyun” diye bağırıyordu. Sonra “ben deccalim” diyerek kendini duvardan duvara vuruyordu.
Temur, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırıldı. Akıl sağlığını kaybetmişti. Artık dışarı da çıksa eski Temur bir daha geri gelmeyecekti.

Odatv.com

İşte Serdar Akinan
Deli gömleğini yırtmak

“Şemdinli’den bu yana “kurgusu ve desteği ABD kaynaklı, uygulayıcısı yerli” bir senaryo ile Türkiye’nin şekillendirildiğine inanıyorum. Bu süreçte yönetici yüksek bürokrasinin ve destekçilerinin (kesinlikle müstehak oldukları bir sonla) nasıl tasfiyeye uğradığı bu köşede defalarca yazdım.

Yeri gelmişken bir kez daha altını çizeyim... Bu çürük yapı iki yerinden (teklik ve laiklik) sapır sapır dökülüyor(du). Bu dönüşüm halk eliyle olacağına taşeronlar tarafından birilerinin çıkarlarına uygun şekilde yapılmaya çalışılıyor...

Bu çerçevede sahneye konan son oyun: “Balyoz” senaryosu... Bu kurgularda değişmeyen üç parametre var. “Zamanlama”, “servis edenler” ve “dolaşıma sokanlar”... Her seferinde aynı... Ama daha mühimi bugüne kadar bu vahim iddialardan tek biri dahi ispatlanarak adli makamlar tarafından mahkum edilmedi. Tutuklular ve binlerce zanlı var... Bu nedenle o kurgunun tuzağına düşüp “vardır” veya “yoktur” demek abesle iştigal... Fakat burada sürecin çok mühim bir işlevi var. Medya üzerinden dolaşıma sokulan “belge” ve “senaryolar” topluma “gerçek” olarak sunuluyor. Çok seslilik adına da yüzlerce gazete, dergi, radyo, televizyon kanalı ve internet sitesinde bu iddialar “gerçekmiş” gibi tartışılıyor. Bu süreçte “Balyoz” iddiası çok mühim... Zira Taraf’ın, her zamanki gibi ahlaksız ve vicdansızca ilan ettiği listedeki “faydalanılacak” gazetecilerden Kadri Gürsel dün köşesinde bu listede olmasının manasızlığını ve dolayısıyla “kastı” çok açık teşhir etti. Mutlaka okuyun.

Ben de o listede teşhir edilen bir gazeteci olarak küçük bir katkıda bulunayım. Bu darbe planının hazırlandığı tarih neymiş? Mart 2003... Serdar Akinan o tarihte nerede? Kuzey Irak’ta... 15 Şubat 2003’te gitmiş... 2 Nisan 2003’te dönmüş... Bağdat düşünce 11 Nisan’da İran üzerinden bir daha girmiş...12 Nisan’da arabası Musul’da taranmış... O gün Türk medyasında ilk kez haber olmuş... Ne köşesi var... Ne kanal yönetiyor... Ne de programı var... Sadece muhabirlik yapıyor... Öncesinde? TV kanalları kurmuş... Ekranda değil... Mesela Habertürk’ü kurmuş... Ekrana çıkmıyor... Oda arkadaşı kim? Cengiz Çandar... Açıp sorun bir zahmet Cengiz Çandar’a, “Serdar ekrana çıkar mıydı?” Bu planının tarihinden çok sonra SKYTURK’ün Genel Yayın Yönetmeni oldum ve çok sonra AKŞAM’da köşe yazmaya başladım...

Bu ekibi rahatsız edecek işlere imza attım... Bu ekibin bugün tescil olan ülke düşmanlığını teşhir eden insanları, ABD’ye Irak’ta bir milyondan fazla Müslüman’ı öldürdüğü için hakaret eden insanları, bu ve benzeri işgalleri yaparak Müslümanları öldürenlerin ülke içindeki işbirlikçisi “aydın”ları teşhir eden insanları ekrana çıkarttım.

Haktan, insanlıktan, ahlaktan dem vuran; tertemiz kavramları eğip bükerek, içini boşaltarak halkımıza hukuk ve demokrasi diyen bu cenah, artık teşhir oldu. Bunların ne kadar ikiyüzlü, ne kadar vicdansız ve ne kadar ahlaksız olduğunu dehşet içinde nerede gördüm biliyor musunuz? Nuray Mert’e karşı başlattıkları kampanyada... 28 Şubat sürecinde esen linç rüzgârına karşı inançla duran tek bir isim vardı. Nuray Mert. O gün yanında durduğu cenahın önde gelenleri Nuray Mert için neler diyordu? Onu nasıl yüceltiyorlardı ben biliyorum... Şayet dileseydi bugün kırmızı plakayla dolaşıyordu... Şüpheniz olmasın.

O gün onun yanında olanlar bugün buraya yazmaya utandığım çirkeflikte laflar edip onu linç etmeye kalkıyor. Nuray Mert, iktidarın nimetlerini elinin tersiyle itti. Şimdi, sırf gidişata dair samimi bir eleştiri yapıyor diye Nuray Mert’in boynuna şu yaftayı astılar:
“Nuray Mert Ergenekon’cudur.”

Bu söylemi duyduğumda kanım dondu. Nuray Mert’e “Ergenekoncu” diyen, Ertuğrul Özkök’e açıkça “Hrant’ın katili” diyen bu hastalıklı zihniyeti teşhir etmekten başka yolumuz var mı?

Bize, bu ülkenin endişe duyan yığınlarının seslerini duyurmak isteyen, memleketin gidişatını sağlıklı bulmayan insanlara bir deli gömleği giydirmeye çalışıyorsunuz...
Bu deli gömleğini yırtacağız... Şüpheniz olmasın.

Akşam

28 Ocak 2010
EMASYA'CININ ETÖ MUHABBETİ
EMASYA'yı imzalayan Teoman Ünüsan'ın ETÖ'cü Aydın'la koyu ETÖ muhabbeti:

EMASYA'yı kılıf yaparak Balyoz darbe planını hazırlayan Orgeneral Çetin Doğan'la birlikte EMASYA Protokolü'nü imzalayan dönemin İçişleri Müsteşarı Teoman Ünüsan'ın Ergenekon'cu Engin Aydın'la yaptığı dikkat çekici bir görüşme gün yüzüne çıktı.

EMASYA Protokolü'nün mimarlarından olan İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan'ın Ergenekon zanlısı Engin Aydın ile yaptığı görüşmeler dikkat çekti. 28 Şubat sürecinde hazırlanan protokolün altında imzası bulunan Ünüsan'ın, Ergenekon zanlısı, Bağımsız Cumhuriyet Partisi (BCP) Genel Başkan Yardımcısı Engin Aydın ile telefonda Ergenekon muhabbeti yaptığı tespit edildi.

Ünüsan'ın telefonda Engin Aydın'a, “Niye aramıyorsun oğlum, bu Ergenekon hepinizi korkuttu ya” dediği, Aydın'ın da buna “Ben seni de bulaştırırım diye ödüm kopuyor, hiç değilse dostlarıma zarar gelmesin” diye cevap verdiği görüldü. Ayrıca Engin Aydın'ın Ünüsan'a bir diğer Ergenekon zanlısı Orgeneral Hurşit Tolon için, “ya koca orgeneral adamdaki paniğe bak ya Hurşit Tolon” dediği kayıtlara geçti.

Aydın ve Ünüsan arasında geçen telefon görüşmesinde Ünüsan Aydın'a, İlhan Selçuk o organize ediyor demiş senin için” diye konuşuyor.
aktifhaber

VELİ KÜÇÜK: DEVLET GÖREV VERDİ YAPTIM

29 Ocak 2010 21:30
Ergenekon davası tutuklularından tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Jandarma İstihbarat Komutanlığı'nı profesyonel olarak yaptığını belirtirken gizli tanıklar için ilginç ifadeler kullandı.
Birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı yaptığını, amatör değil, profesyonel çalıştığını belirterek, ''Devlet görev veriyordu, yapıyordum. Varsa dönemimle ilgili suç ispatlayayım'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada çapraz sorgusu yapılan tutuklu sanık Erhan Timuroğlu, Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın'ın ''İsmail Sağır, 'Danıştaytan bizi Osman Yıldırım vazgeçirdi' dedi. Bu doğru mudur?'' sorusu üzerine ''Cezaevinde İsmail ve Osman'ın odaları yakındı. Osman, orada İsmail'in aklına girmiş, ikna etmiş olabilir. Biz, Osman'ın kurtulması için her şeyi yaptık, bütün suçları üstlendik" dedi.

Teslim olduktan sonra arkadaşlarının televizyondan dinlediği ifadelerine yakın ifadeler kullandığını anlatan Timuroğlu, Ankara'da verdiği ifadelerin tümünü reddettiğini, gerçekleri burada söylediğini kaydetti.

Timuroğlu, ''Ankara'da arabadaki silahları bilseydim bir tanesi de bende olurdu. Danıştay saldırısından haberim olsaydı, ben de saldırıda olurdum. Neden Ankara'ya birlikte gittik de Alparslan Arslan tek başına yaptı anlamıyorum'' diye konuştu.

Savcı Taşkın'ın ''Cumhuriyet gazetesine atılan üçüncü bomba nereye düştü? Adam öldürme saiki var mıydı?'' sorusu üzerine Timuroğlu, ''Adam öldürme niyeti olsa Danıştaya giren adam Cumhuriyet gazetesine giremez mi? Yalan konuşuyorlar'' dedi.

Cumhuriyet gazetesine bombalı saldırı olayına ilişkin kamera kayıtlarında görüntülerinin bulunduğunu ifade eden Timuroğlu, ''İsmail Sağır'ın kamera kayıtları var. Ogün Samast bir gazeteciyi öldürüyor, aynı gün yakalanıyor. Tekin Irşi, İsmail Sağır ve beni niye yakalamıyorlar? Haliyle insanın aklına bir sürü şey geliyor'' görüşünü dile getirdi.

Danıştay olayında kandırıldıklarını, kullanıldıklarını savunan Timuroğlu, Osman Yıldırım'ın kendi kendine senaryo yazdığını, kendini kurtarmak için atıp tuttuğunu söyledi.

Timuroğlu, ''Koskoca Danıştay ile benim ne işim olabilir? Mesele ve dava bunların. Birilerini koruma, saklama için bizi öne sürdüler. Biz kurbanız'' dedi.

Savcı Pekgüzel'in ''Burada okunan bazı ifadeleri ilk kez duyduğunuzu dile getirdiniz. Dava dosyasını incelemediniz mi?'' sorusu üzerine Timuroğlu, ''Yazılanlardan pek bir şey anlamıyorum. Dilekçeler iddianamede yok mu?'' dedi.

Sincan Adliyesinde iki kez ifade verdiğini belirten Timuroğlu, ikinci ifadenin polisler ve savcılar tarafından akşam saatlerinde mesai bitiminde alındığını kaydetti. Timuroğlu, şöyle konuştu:

''İlk ifadede bir polis 'Ergenekon'dan tanıdıkların var mı?' diye sordu. 'Hayır' dedim. Savcı da aynı soruyu sordu, ona da aynı yanıtı verdim. Ankara'da savcılar pek sağlıklı değildi. Sabih Kanadoğlu'na benziyordu. Yüzüne baktıkça bunalıma giriyordum. Bir iki soru sordu. 'Siz bizi vurmaya mı geliyorsunuz buralara?' dedi, orada doğru dürüst beyan vermedim.''

Ankara'daki hakimin Alpaslan Arslan'a ilişkin televizyondaki ifadeleri zapta geçirdiğini ileri süren Timuroğlu, Osman Yıldırım'ın da ''zavallı bir çaycı'' olduğunu savundu.

Tutuklu sanık Kemal Kerinçsiz'in sorusu üzerine Timuroğlu, ''Osman Yıldırım'ın Veli Küçük'ü tanıması için 40 fırın ekmek yemesi lazım. Veli Küçük'ün eylemlerini gerçekleştirmek için Osman'a varana kadar 5-10 milyon kişi sıraya girer'' dedi.

Osman Yıldırım'ın ''Benimle birlikte Ankara'ya geliyorsunuz, orada herkese hakkı verilecek'' dediğini anlatan Timuroğlu, Danıştay saldırısından sonra ''Keşke gelmeseydik'' diye düşündüğünü söyledi.

-SANIKLARIN TALEPLERİ ALINDI-

Duruşmada, Erhan Timuroğlu'nun çapraz sorgusuna ara verilerek, sanıkların talepleri alındı.

Tutuklu sanıklardan İşçi Partisi (İP) Genel Sekreteri Nusret Senem, Poyrazköy iddianamesinde İP ve Genel Başkan Doğu Perinçek hakkında iddialarda bulunulduğunu ifade ederek, ''Bu iddianame değil, iftiranamedir. Psikolojik savaş malzemeleri ile kimse iddianame dolduramaz. Bütün emperyalistler bizden korksun. Bu korkunun ne olduğunu onlara göstereceğiz'' dedi.

İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, iddianamede yer verilen ve kendisi ile genel başkan yardımcılarının katılarak, Ergenekon temel kararlarının alındığı öne sürülen Bilecik toplantısının yalan olduğunun saptandığını anlattı. İddianamenin eklerinde yer alan bazı telefon kayıtlarının Ergenekon tertibini aydınlatan ve ortaya çıkaran ve Bolu'da gerçekleştirilen toplantıyı anlattığını savunan Perinçek, şunları söyledi:

''14 Nisan 2004'te Bolu'da gerçekleştirilen toplantıda hükümeti temsilen bir yetkili emekli Korgeneral Altay Tokat'ın Türkiye'nin büyük bölgelerinde askeri istihbarat birimi kuracağını söyledi. Birim, yasa dışı yetkilerle donatıldı. Balyoz, Poyrazköy, Kafes, ıslak-kuru imza, ülkenin gelişmesine zarar veren birim olarak tanımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında bilgi toplanması kararlaştırıldı. Birime 300-500 milyon örtülü ödenekten kaynak aktarıldı. Böylece Recep Tayyip Erdoğan, MİT;ten ayrı gizli gladyosunu kurmuş oldu. Birimin, 5 tane dinlenilmeyen telefon hattından oluşan gizli iletişim ağı bulunduğu telefon tapelerinde yer alıyor. Tokat telefonda 'bundan sonra gayriresmi iş yapacağız' diyor.''

Perinçek, ABD Başkanının düğmeye basmasıyla bu davanın sanıkları olduklarını savunarak, ''Ama biz bu davanın sanıkları değil, Türkiye'nin gerçek sahipleriyiz'' dedi.

Hakimlerin sorduğu soruların hukukla ilgisi olmadığını, suç tanımına değil, psikolojik savaşın kodlarına göre olduğunu anlatan Perinçek, ''Türk devleti dağılmıştır. Amerika askeriyle işgal etmeden gladyoyla Türkiye'yi denetim altına almıştır. Türk ordusu çürütülmektedir. Acısını yarın göreceğiz. Türkiye içten ve dıştan silahlı tehditle karşı karşıya. Silivri Mahkemesi de TSK'nın zayıflatılmasına hizmet ediyor. Meselemiz Türkiye adına. Muhalefetin gladyosu olmaz. Gladyo tepede, savcı da tertibatın uzantısı'' dedi.

-''GÖKTÜRK BAYRAĞI ÖRGÜT BAYRAĞI MI?''-

Başka suçtan tutuklu bulunan Semih Tufan Gülaltay, şahsı ile ilişkilendirilmek istenen Türk İntikam Tugayı (TİT) diye bir örgüt bulunmadığına ilişkin kaldırılan Ankara 1. DGM'ye Emniyet Genel Müdürlüğünden gönderilen rapor bulunduğunu ifade etti. Emniyetin raporunda evinde TİT bayrakları bulunduğunun iddia edildiğini anlatan Gülaltay, ''Evimde 3 Göktürk bayrağı bulundu. Göktürk bayrağı, Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunan 16 bayraktan biridir. Göktürk bayrağı nasıl örgüt bayrağı olarak adlandırılır. Emniyet Genel Müdürlüğünden bu konunun sorulmasını talep ediyorum'' diye konuştu.

Osman Yıldırım'ın ifadesi sırasında kendisi hakkında konuştuğunu anlatan Gülaltay, Yıldırım'ı tanımadığını, İstanbul'da Yıldırım gibi 100 bine yakın Kağızmanlı bulunduğunu söyledi.

Yıldırım'ın kendini kurtarmak için kendisi hakkında iddialarda bulunduğunu savunan Gülaltay, Danıştaya eylem yapılmasının da tasvip edeceği bir şey olmadığını kaydetti.

-''24 AYDIR NEDEN TUTUKLU BULUNDUĞUMU ANLAYAMADIM''-

Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, 26 Ocak itibarıyla 2 yıldır tutuklu bulunduğunu belirterek, ''24 aydır neden tutuklu bulunduğumu anlayamadım. Mahkemeye ve savcıya soruyorum, 'Kuvvetli suç unsuru nedir?' Söyleyin, sorgulayın diyorum onu da söylemiyorlar" dedi.

Senelerden beri garip suçlar isnat edildiğini kaydeden Küçük, şöyle konuştu:

''Jitem, Susurluk' dediler, 'Tuncay Güney'i, Osman Yıldırım'ı buldular. Ben gerçeği biliyorum. Ben Türk milliyetçisiyim. Atatürk'ün izindeyim. 'Vatanı parçalamaya kimsenin gücü yetmez' dediğim için buradayım. Ama artık bana bir şey deyin. 'JİTEM' dediler. Nedir bu JİTEM. Ben Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı yaptım, amatör çalışmadım, profesyonel çalıştım. Devletin maaşlı elemanıydım. Devlet görev veriyordu, yapıyordum. Varsa dönemimle ilgili suç ispatlayayım. Jandarma Genel Komutanlığından 'JİTEM nedir' diye soruldu. 'JİTEM diye bir kuruluş yok' yanıtı geldi. Türkiye'de bankaların istihbarat şubesi var. Ama ülkenin yüzde 92'sinde emniyet ve asayişi sağlayan Jandarma Genel Komutanlığı'nın istihbarat teşkilatını hazmedemediler.''

Veli Küçük, kendisinin Susurluk'un tam göbeğinde olduğunun iddia edildiğini ifade ederek, Susurluk kazası hakkında bilgi verdi. Küçük, şöyle devam etti:

''Olaya el konuldu. Arabanın içinden silahlar çıktı ve arabanın içinde aranan bir kişi Mehmet Özbay vardı. Özbay için 'derin devletin en kıdemli ismi' denildi. Arabada silah bulundurmak suçsa gereken cezayı verselerdi. Silahların üzerinde numaralar vardı, nereden geldiği sorulmadı. Silahları verenler belliydi. Kazanın ardından Sami Hoştan aradı ve kaza hakkında bilgi verdi. 'Sedat kötü durumda' dedi. Arabada bulunan emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ'ın doğuda terörle mücadelede ayağının değmediği taş kalmadı. Beraber çalıştık, can ciğer kardeşimdir. Sedat Bucak aşiret lideridir. Bucak aşireti PKK'yı Urfa'ya sokmadı. PKK Urfa'ya girseydi, İzmir, Burdur elden çıkmıştı. Hoştan, kazayı bildirmeseydi darılırdım.''

Kazanın ardından dönemin Balıkesir Emniyet Müdürü ile telefonda konuştuğunu belirten Küçük, ''Sedat'ı hastaneye yetiştirin'' dediğini anlattı. Emniyet Müdürü'ne 'Mehmet Özbay, Mehmet Özbay olmayabilir, dikkat et'' dediğini ifade eden Küçük, ''Çünkü Perinçek, iki ay önce Mehmet Özbay'ın Abdullah Çatlı olduğunu TBMM Başkanlığına bildirmişti. 'Üzerinde sahte kimlik var' dediler. Devletin verdiği sahte kimlik, pasaport olmaz. Neden bu incelenmedi? Ama ben Susurluk'un merkezinde hala yargılanıyorum, bu ayıptır''diye konuştu.

Veli Küçük, Ergenekon'un ''Türk'ün kıblesi, mihrabı ve doğduğu yer'' olduğunu ifade ederek, ''Veli Küçük'ü suçlamak için yalancı, gizli tanıklar, Osman Yıldırım'ı getirdiler. Osman Yıldırım, Veli Küçük'ün her şeyini anlatıyor, sonra söylediklerinin yalan olduğu ispatlanıyor. Başka gizli tanıklar da vardır, biz içeride onları bekleyeceğiz'' diye konuştu.

Tahliye olan Adil Serdar Saçan'ın savunmasında 165 kez Veli Küçük, 35 kez de Veli Küçük'ün grubundan bahsettiğini anımsatan Küçük, ''Artık bu davada tahliye koparmak için gizli tanık olma dönemi kapandı. Artık Veli Küçük'ü kötüleyenler çıkıyor. Veli Küçük'ü kötüleyen Adil Serdar Saçan hemen çıktı'' dedi.
haber10

10 Şubat 2010
Amiraller İfade Vermeye Gitmedi
'Kafes' eylem planında danışman olarak adları geçtiği iddia edilen Amiraller Kadir Sağdıç ve Mehmet Fatih Ilğar ifade vermeye gitmedi..

İstanbul Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, Ergenekon silahlı terör örgütü iddiasıyla sürdürülen soruşturma çerçevesinde ele geçirilen “Kafes Eylem Planı” kapsamında isimleri ‘yönetici’ olarak geçen biri emekli iki koramiral ile bir muvazzaf tuğamiralin ifadelerinin görev yaptıkları yerlerde alınmasına karar verdi. Azınlıklara yönelik kanlı eylemler içeren Kafes Planı’yla ilgili daha önce 30’a yakın muvazzaf subayın ifadesi alınmış 11 subay da tutuklanmıştı.

İstanbul Cumhuriylet Başsavcıvekilleri Turan Çolakkadı ve Olcay Seçkin, hükümeti yurtiçi ve yurtdışında aciz duruma getirerek iktidardan uzaklaştırmak için hazırlanan Kafes Eylem Planı kapsamında isimleri yönetici olarak yer alan Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ile İzmir Foça Çıkarma Filosu Komutanlığı’nda görevli Tuğamiral Mehmet Ilgar ve emekli Koramiral Ali Feyyaz Öğütçü’nün ifadelerine başvurulmasını istedi.

Haber üzerine erken saatlerden itibaren İzmir Adliyesi'ne giden gazeteciler, amirallerin gelmesini bekledi. İki amiral de adliyeye gelmezken Koramiral Sağdıç'ın, bugün İstanbul'da Kıdemli Kurmay Albay Berk Erden'in cenaze törenine katıldığı öğrenildi.

Soruşturmayı yürüten savcılar Ercan Şafak ve Murat Yönder'in, söz konusu planda "Danışma Kurulu" tanımlamasıyla isimleri yer aldığı iddia edilen Koramiral Sağdıç ve Tuğamiral Ilğar'ın ifadelerinin alınması için İzmir Cumhuriyet Savcılığı'na yazı gönderdiği iddia edildi.

Şüphelilere sorulacak soruların Kafes eylem planıyla ilgili olacağı öğrenildi. Ayrıca soruşturma kapsamında adı geçen eski Kuzey Deniz Saha Komutanı emekli Koramiral Ahmet Feyyaz Öğütçü'nün de ifadesinin alınacağı öne sürüldü.

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı yetkilileri konuyla ilgili bir açıklama yapmazken gazetecilerin, özel yetkili savcıların bulunduğu koridor


En son Ekim tarafından Çrş Şub 10, 2010 9:24 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Oca 29, 2010 10:02 pm    Mesaj konusu: Ordu Yunanistan'la Savaşırken Müslüman Halk Niçin Alıntıyla Cevap Gönder

Sinan Tavukçu
Ordu Yunanistan’la Savaşırken Müslüman Halk Niçin Ayaklanır?

Taraf Gazetesi’nin ifşaasıyla gündeme düşen “Balyoz Darbe Planı”nın, 5-7 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu’nun Selimiye Kışlası’nda yapılan seminerde, 2003-2006 tatbikatları çerçevesinde, dış tehdide yönelik bir harp oyunu çalışması olduğu, her ordunun bu tür simülasyonlar yaptığı, dolayısıyla bunda abartılacak bir durum olmadığı iddiasıyla geçiştirilmeye çalışılmaktadır.

Deşifre edilen harp oyununda yapılan tehdit değerlendirmesinde iç tehdit, birinci öncelikli olarak hal edilmesi gereken bir tehdit olarak değerlendiriliyordu. Bu değerlendirmeye göre halledilmesi gereken iç tehdit, “irtica” olarak tanımlanıyordu. Sunumlarda, bu tehdidi ortadan kaldırmaya müsait bir hava oluşturmak üzere, kara sularının ihlalinden dolayı Türkiye ile Yunanistan arasında düşük yoğunluklu bir savaş çıkartılması öngörülüyordu. Oyun senaryosuna göre Yunanistan harbe zorlanacak, buna rağmen savaş çıkmaması halinde bir Türk jeti kendi ordumuz tarafından düşürülerek Yunanistan tarafından düşürüldüğü iddiasıyla, bu ülkenin harbe zorlanması planlanıyordu.

Oyun planına göre, savaşın devam ettiği esnada, “iç tehdit” olarak tanımlanan halkın dindar kesiminin ayaklanması sağlanacaktı. Bu senaryoda, görevlendirilen timler bir takım camileri bombalayacak, halk tahrik edilecek, galeyana gelen halk askeri alanlara saldırtılacaktı. Bu irticai ayaklanma karşısında ordu, öncelikle İstanbul’un üstüne “çökecek” ve rejim düşmanları kanlı biçimde yola getirilecekti.

Bu planı ve ayrıntılarını öğrenen kamuoyu infiale kapılmıştı. Halkın dindar kesimi onlarca yıldır kendisinin “mürteci” olarak tanımlanmasına, kendisine giydirilen bu kimlik dolayısıyla dayak yemeye alışık olmasına rağmen, Yunanistan’la bir savaş halinde iken, kendisini Yunan işbirlikçisi konumuna düşüren bu senaryoyu hazmetmekte zorlanıyordu. Yunanistan’la bir savaş halinde iken, dindar insanların nasıl olup ta isyan edeceğinin varsayıldığı bir planlamanın yapılabildiğini anlamakta güçlük çekiyordu. Dindar kesim, kendisini Yunan işbirlikçisi konumunda değerlendiren bu anlayışa karşı öfke duyuyordu.

Aslında kızacak, öfkelenecek bir durum yoktu. Harp oyunu oynayan asker mantığına göre bu son derece doğru ve yerinde bir değerlendirmeydi. Zira, onların öğrendiği devrim tarihinde, iç ve dış düşman kurtuluş savaşında böyle bir işbirliği yapmıştı.

Yıllardır öğretilen devrim tarihine göre, 15 Mayıs 1919’da ülkemiz Yunan işgaline uğramış, ülkeyi bu işgalden kurtarmak için M. Kemal Paşa ulusal bir kurtuluş savaşı başlatmıştı. Bu sırada halk ilerici ve gerici olarak ikiye bölünmüş, ilericiler M. Kemal Paşa’nın etrafında toplanırken, hilafet yanlısı gericiler hain padişahın yanında yer almıştı. Yunan işgal kuvvetleriyle savaş devam ederken gerici güçler, Kuvva-i İnzibatiye (Hilafet Ordusu) ve Anzavur kuvvetleri adı altında ulusal kuvvetlere saldırmıştı. Bu durum, gerici güçlerin Yunan işbirlikçisi olduklarının açık kanıtıydı. Tarih tekerrürden ibaret olduğuna göre, en biricik düşmanımız olan Yunanistan’la bir savaş halinde, yine bu gerici unsurların ulusal güçlere karşı isyana kalkışmaları göz önünde bulundurulması gereken çok ciddi bir durumdu. Kurtuluş savaşından sonra Yunan denize dökülmüş, hain padişah kovulmuş, cumhuriyet ilan edilmiş, daha sonra da hilafet kaldırılmıştı. Ülkeyi çağdaş hale getirmek için devrimler yapılırken de bu gerici unsurlar hep direnmişti. Nitekim devrim şehidi Kubilay’ın gericiler tarafından öldürülmesi, bu kazanımların korunması bakımından hiç unutulmaması gereken acı bir olaydı.

Üç-beş cümleyle ifade edilebilen bu indirgenmiş tarih algısı, her olayı ve ilişkiyi kolayca ilerici-gerici ikileminde ele alıp değerlendirme sonucunu yaratmıştı. Bunun sonucu olarak her hadise hemen tarihe taşınıp, orada benzerlikler kurularak kolayca mahkum edilebiliyor, alınan kararlar bu yöntemle meşrulaştırılıyordu.

Halbuki milli mücadele, zihinlerin sonradan kurgulandığı gibi, bir yandan Yunan işgaline, diğer taraftan gericiliğe karşı başlatılmış bir mücadele değildi. Milli mücadele, 1.Dünya savaşını kaybeden bir milletin, galip İtilaf Devletlerine karşı varlığını ve izzetini koruma mücadelesiydi. M. Kemal Paşa’nın 1919-1920 tarihli konuşma ve mektuplarında ifade ettiği üzere verilen mücadele, “Düşman-ı bi amanımız olan” İngiltere’nin temsil ettiği kapitalizm ve emperyalizme karşı İslam alemi namına verilen bir mücadeleydi.

7 Ağustos 1335 (1919)tarihli Erzurum Kongresi Beyannamesi’nin 2. maddesinde, kongrenin amacı “Osmanlı Vatanı’nın Tamâmiyyeti ve İstiklâli Millimiz’in Te’mini ve Makamı Saltanat ü Hilafet’in Masûniyyeti içün, Kuvâyî Milliyye’yi ‘amil ve İrâdei Miliyye’yi hakim kılmak esastır.” cümlesiyle tarif ediliyordu. Bu amaç, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan Kongre’de delegelerin ettiği yeminde “Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” cümleleriyle tekrarlanıyordu.

1.Dünya Savaşını ve Milli Mücadeleyi yaşamış olan, bu savaşta hizmet etmiş olan asker kadrosu, düşmanı ve verilen mücadelenin sürecini çok iyi biliyorlardı. Neyin siyaset neyin hakikat olduğunun farkındaydılar. Ne yazık ki 1960 ihtilali ile asker ve tarih arasında mevcut olan bağ kopartılmıştı. EMİNSU adıyla bilinen tasfiye hareketiyle, ordudan 275 general ve amiralle, 7.000 albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay tasfiye edilmişti. Hulusi Turgut'un kaleme aldığı “Şahinlerin Dansı Alparslan Türkeş Anlatıyor” isimli kitapta Alparslan Türkeş, bu tasfiye için gerekli olan 12 milyon dolar tutarındaki ihtiyacın Amerika Birleşik Devletleri’nden temin edildiğini açıklıyordu.

Tasfiye edilen general ve amirallerin tamamı istiklal savaşında yer almış subay kadrosuydu. Bunların tarih, millet, din ve düşman algısı Osmanlı Devletinin kültürünü yansıtıyordu. Bu kültür, Milli Mücadelede yer almış ve tasfiyeye uğramış bu subay kadrosu vasıtasıyla genç kuşaklara intikal ediyordu. Tasfiye edilen subay tipi 18 Şubat 1952’de resmen girdiğimiz NATO’nun konseptine uymuyordu. Türkiye’nin NATO insiyatifi dışına çıkmaması için, ordunun NATO konseptine bağlanması, Amerikan harp doktrinlerine göre biçimlendirilmesi gerekiyordu. Bahsedilen subay tasfiyesiyle bu amaç gerçekleştirilmişti. 1960 ihtilalinden sonra ordunun düşman algılaması NATO konseptine göre değiştirilmiş, NATO tarafından yapılandırılan ve mali kaynakları ABD ve NATO işbirliğiyle sağlanan kontr-gerilla tipi örgütlenmeler bundan sonra kendi halkına karşı operasyon yapmaya başlamıştı. Daha sonra yaşadığımız askeri darbeler, halk ile ordunun arasının nasıl açıldığını açıkça gösteriyordu.

“Balyoz Darbe Planı” nın mimarı 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, emeklilik öncesi yaptığı bir veda ziyaretinde yaptığı konuşmada, "Mehmetçiğin kanını Galiçya'da, Yemen'de akıttık. Niçin akıttığımızı hâlâ soruyoruz" sözleriyle, Türk tarihi ile bağlarının nasıl koptuğunu en iyi şekilde ifade ediyordu…

sinantavukcu@yahoo.com.tr
haber10

30 Ocak 2010
Perinçek'in TSK'daki Adamları
Poyrazköy iddianamesi Perinçek'in TSK'daki kadrolaşmasını bir kez daha gözler önüne serdi. Perinçek'e bu mektubu bir TSK mensubu yazmış...



İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen Poyrazköy iddianamesi Ergenekon soruşturmasının 1. davasında örgüt yöneticisi olarak yargılanan Doğu Perinçek'in Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki cuntacı yapıyla irtibatını gözler önüne serdi. Poyrazköy sanığı albaylar ve amirallere suikast soruşturmasının zanlıları olan teğmenlerin Perinçek'le irtibatını gösteren belgeler iddianamede tek tek ortaya kondu. Denizci bir albayın, cezaevindeki Perinçek'in eşine gönderdiği mektuptaki "Perinçek'in emrindeyiz" sözleri de iddianamede yerini aldı.

Üçüncü iddianamede var

Perinçek'in Deniz Kuvvetleri'ndeki cunta yapısıyla ilişkisini ortaya koyan belgeler Ergenekon'un üçüncü iddianamesinin sanıkları emekli Deniz Albay Hüseyin Vural, emekli Albay İlyas Çınar, eski Deniz Yüzbaşı Ataman Yıldırım ile Poyrazköy sanığı, emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş ve 'Amirallere suikast' soruşturmasının zanlıları denizci teğmenlerden ele geçirildi. Poyrazköy iddianamesinin sanıklarından Tuğamiral Levent Görgeç, Albay Dora Sungunay, Albay İbrahim Koray Özyurt, emekli Albay Aydın Ortabaşı, Albay Şafak Yürekli, emekli Binbaşı Levent Bektaş ile 'Amirallere suikast’ soruşturmasının tutuklusu Albay Mücahit Erakyol'la Perinçek'in irtibatlı olduğu belirlendi.

37 nolu CD'deki o mektup

Ergenekon'un üçüncü iddianamesinin sanıklarından eski Denizci Hasan Ataman Yıldırım'dan ele geçirilen bir 37 nolu CD içerisindeki mektup Poyrazköy sanığı Albay İbrahim Koray Özyurt'un Perinçek'le irtibatını gün ışına çıkardı. "Şule ablaya mektup" başlıklı word belgesinde şu ifadelerin yazılı olduğu görüldü: "Sevgili Şule Abla, Öncelikle en zor anınızda yanınızda olamamanın mahcubiyetini ve saygılarımı arz etmek istiyorum. Doğu Bey’i ve onun şahsında Türkiye'nin Aydınlık geleceğini hedef alan Ergenekon davasının kimlere hizmet ettiğini çok iyi biliyoruz. Yine çok iyi biliyoruz ki Doğu Bey’in devrimci ruhundaki ateşi yıllarca ne güçlükler söndüremedi, bugünler de çabucak geçer, içiniz rahat olsun.... Konumumuz ve aldığımız eğitim gereği önderlerimize açıktan sahip çıkamıyoruz. Ancak yapılması gerekeni de yapmaktan çekinmiyoruz. Eşimin ve benim selam ve esenlik dileklerimizi Doğu Bey'e iletmenizi ve kardeşiniz Koray in her emrinize hazır olduğunu bilmenizi isterim. Selam ve saygı ile, Deniz Kurmay Albay Koray ÖZYURT"

Bir TSK mensubundan beklenmez

Poyrazköy soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcıları dikkat çekici buldukları bu mektupla ilgili iddianamede "Albay Koray Özyurt'un Doğu Perinçek ve eşine yazdığı mektupta kullandığı ifadelerin bir TSK mensubu açısından olağan olarak kabulü mümkün değildir. Özyurt’un Ergenekon yöneticisi ve bir siyasi patinin genel başkanı olan Doğu Perinçek'in emrinde olduğunu ifade etmesi ancak örgütsel bağ ile açıklanabilecek garip bir durumdur" değerlendirmesi yapıldı.

“ALBAYLA ARASINDAN SU SIZMIYOR”

Ergenekon'un üçüncü iddianamesinin sanıklarından Deniz Albay Hüseyin Vural Vural'ın evinden elde edilen 1 nolu CD içerisinde internet sayfası olan ve "Genelkurmay’daki TİKKO'cu başlığı altındaki "modules,phpname= News&fıle=article&sid= 12" isimli belgede Albay Dora Sungunay ile Perinçek'in irtibatını gösteren şu bilgiler yer aldı:

"Dz. Kur. Yb. Dora Sungunay ile Doğu Perinçek arasından su sızmıyor, Sungunay gerek Perinçek gerekse de diğer bağlantıları ile TİKKO ve DHKP-C yasadışı örgütlerine bilgi sızdırıyor, Sungunay daha önce yasadışı sol faaliyetlerinden dolayı hakkında işlem yapılan Aydın Ş. ile de sürekli irtibat halinde olmasına rağmen bu ilişkisini saklasa da Genelkurmay içinde bile sol söylemlerde bulunacak kadar gözü kara, Çevresine desteklerinin çok yukarılardan olduğu söylentisini yayıyor." Köprü elemanlar Levent Görgeç ve Tatar Teğmenlerden ele geçirilen flaş bellekte bulunan "ERUYGUR" isimli word belgesinde "ERUYGUR Paşa ile Eğitim Komutanlığı’nda yapılan toplantıda karargâhımızı ilgilendiren emirler" başlığı altında yer alan notlarda Tuğamiral Levent Görgeç ve geçtiğimiz ay intihar eden Deniz Albay Ali Tatar, Perinçek ve karargah arasında 'köprü eleman' olarak nitelendirildi. Oluşturulmak istenen üç aşamalı emir komuta zincirinde Proje Planlayıcısı olarak Perinçek'in adı yer aldı.
aktifhaber

30 Ocak 2010
Tutuklu sanıklardan Doç. Dr. Emin Gürses, gizli tanık "Anadolu" olduğunu açıklayan Doç.Dr. Ümit Sayın ve Muhammet Yüce hakkında tahliye kararı verildi

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan 3 kişi hakkında tahliye kararı verildi. İşte tahliye olan Ergenekon tutukluları...İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon ana davasının 133. duruşmasında tutuklu sanıklardan Doç. Dr. Emin Gürses, gizli tanık "Anadolu" olduğunu açıklayan Doç.Dr. Ümit Sayın ve Muhammet Yüce hakkında tahliye kararı verildi. Üç tutuklu sanığın tutuklu kaldıkları süre, dosya kapsamı, delil durumu ve suç vasıflarının değişme ihtimali tahliye kararının gerekçesi olarak gösterildi.

Diğer tutuklu sanıkların tahliye talepleri ise oy çokluğuyla reddedildi. İki üye hakimin tahliyeye ilişkin taleplerin reddi yönünde oy kullandığı kararda Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, tahliye edilen 3 sanığın haricinde Mehmet Demirtaş, İsmail Yıldız, Muzaffer Şenocak, Mehmet Zekeriya Öztürk, Kemal Kerinçsiz, Hayrettin Ertekin, Hikmet Çiçek ve Nusret Senem hakkında çeşitli gerekçelerle tahliye kararı verilmesi gerektiği şeklinde karşı oy kullandı. Sanıklar ile avukatlarının diğer taleplerinin daha sonra karara bağlanmasına karar verilen duruşma, 22 Ocak 2010 günü saat 09.30'a ertelendi.

Kararın açıklanmasının ardından tutuklu sanık Doğu Perinçek, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'e hitaben, "Ümit Sayın'ı neden tahliye ettiğinizi açıklamak zorundasınız. Sizi tehdit ediyor ama siz onu bırakıyorsunuz. Halinize bakın." diye bağırdı. Başkan Şengün ise sert bir üslupla, "Siz kendi halinize bakın. Kimse mahkemeyi tehdit edemez. Tehdit edenin alnını karışlarım Doğu bey. Siz öyle görüyorsunuz." şeklinde konuştu. Bunun üzerine Doğu Perinçek, "Size mektup yazıyor. Mektuplaşıyorsunuz." diye karşılık verdi. Karar üzerine izleyici bölümünde oturan bayan bir izleyicinin, "Allah belanızı versin. Çoluk çocuğunuzdan çıksın." şeklinde kararı protesto ettiği duyuldu.

aktifhaber

Emin Gürses: Savcılar cinsel faaliyetlerle ilgileniyor

30 Ocak 2010
İstanbul 13. ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, sanık ve avukatlarının talepleri dinlenildi.
Tutuklu sanık Emin Gürses, ifadesini vermesinin üzerinden bir yıl geçtiğini ve hala tutukluluk halinin devam ettiğini söyledi.
"Örgütü bulamadınız ama 2 senedir beni burada tutuyorsunuz. Ben kendimi örgütleyemiyorum kaldı ki üniversiteyi örgütleyeyim" diyen Gürses, savcıların cinsel faaliyetleri ile çok yakından ilgilendiğini, kasetlerin internette dolaştığını anlattı.
Devletin insanları terörize ederek sindiremeyeceğini ifade eden Gürses, "(Adalet mülkün temelidir) yazısı arkanızda olduğu için göremiyorsunuz. Aslında önünüzde olması lazım. Hukuka uygun karar vermenizi bekliyorum" dedi.
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün avukatı Zeynep Küçük, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden müvekkili hakkında, 2000 yılından bu yana yapılan çalışmalar ile Veli Küçük ve grubunun olup olmadığının sorulmasını istedi.
Tutuklu sanık Oktay Yıldırım'ın avukatı Murat İnan, müvekkilinin şeffaf bant üzerindeki bantta parmak izi sorulduğu sırada hala ekspertiz raporunun çıkmadığını dile getirerek, hukuka aykırı toplanan yok hükmündeki delillerin değerlendirilmesini talep etti.
İnan, müvekkilinin tahliyesini de istedi.
Tutuklu sanık Sevgi Erenerol'un avukatı Vural Ergül, ikinci "Ergenekon" davasında gizli tanık "Anadolu" olarak ifade veren tutuklu sanık Ümit Sayın'ın müdafilik talebini düşüneceğini belirtti.
"Duruşmaları bu kadar uzun tutmazsanız taleplerimiz daha iyi anlaşılır ve tahliyeler daha iyi değerlendirilir" diyen Ergül, dosya kapsamındaki bir CD'nin kayıp, bir CD'nin de kırık olduğunu kaydetti. Ergül, "Arşiv odasını n girişinde görüntü alınmıyor. Soruşturma kolluğunda bulunan polis memurlarının arka kapıdan girişlerinin yasaklanmasını talep ediyorum" dedi.
Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün "Mahkemeye bakarak konuşun" demesi üzerine Ergül "Ekrandan kendime bakıyorum" diye konuştu. Bunun üzerine Şengün de, "Merak etmeyin güzel çıkıyorsunuz" dedi.
Duruşmada söz alan diğer sanık avukatları da müvekkillerinin tahliyesini talep etti.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan Poyrazköy davasının onaylı örneğinin dijital ortamda gönderilmesini talep etti.
Pekgüzel, tutuklu sanıkların tahliye taleplerinin reddedilmesini istedi.
Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, talepleri değerlendirmek üzere duruşmaya ara verdi.

netgazete

02 Şubat 2010
ETÖ Örgüt Şeması 2 Yıldır Aynı
1.İddianamedeki “Ergenekon Terör Örgütü” şemasının 2 yıldır yapılan soruşturmaya rağmen yenilenmediği ortaya çıktı.

Alparslan Arslan ve Osman Yıldırım, Danıştay saldırısı nedeniyle Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Arslan 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ile 68 yıl hapis, Osman Yıldırım, bir kez müebbet ve 43 yıl hapis cezası aldı. Ancak karar Yargıtay tarafından bozuldu, davanın Ergenekon ile birleştirilmesine karar verildi.

9 Kasım 2009 tarihinde yapılan 120. duruşmada çok ilginç bir diyalog yaşandı. Danıştay saldırısının sanıklarından Osman Yıldırım’ın çapraz sorgusunun yapıldığı sırada, Yıldırım ceza isteminin artırıldığını şaşkınlık içinde öğrendi. Bir avukatın uyarısıyla 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 76 yıl hapis cezası ile yargılandığını öğrendi. Yıldırım, çapraz sorgu sırasında sanık avukatı Vural Ergül’ün Yıldırım’a “Gizli tanık olup olmadğını” sormasıyla öğrendi.

İşte 120. celsede yaşanan ilginç diyalog:

Ergül: Sana acaba gizli tanıklık önerildi mi?

Yıldırım: Şimdi gizli tanık önerilmedi, anlatımlarım zaten gizli tanık oluyor mu olmuyor mu bilmiyorum. Buyurun ifadem bu, somut kanıtlar bu, devletin kendi tanıkları bu... Cumhuriyete (Danıştay saldırısını kastediyor) yapılan saldırıyı üzerime yıktırmışlar, alenen faili meçhule götürüyorlar. Ben işlemediğim bir suçu üstlenmek istemiyorum. Onlar da bana bir şey vaat etmedi. Ben de kendilerine bir talepte bulunmadım. Cumhuriyet’e attırdığım iki el bombasından dolayı en ağır şekilde beni cezalandırın. Ama ilgim olmayan bir konuyu, bir saldırıyı kabul etmiyorum.

Ergül: Ankara’da bir müebbet ve 43 yıl iken, burda savcılar iki ağırlaştırılmış müebbet ve 76 yıl ceza istiyor. Bu çelişkiyi nasıl açıklayacaksın bize?

Yıldırım: Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum demek ki.

Ergül: Öyle olmuş Osman.

Yıldırım: Yani öyle bir şey algılamadım bunu siz çıkarıyorsunuz yani.

Ergül: Yoo iddianameye bak avukatınla da bir konuş.

Mahkeme Başkanı: İddianamede var.

Yıldırım: Ben bilmiyorum. Sayın savcılar nasıl? Ben burada bütün somut kanıtlarla ortaya koyuyorum. Şimdi ilgim olmayan suikast ile ilgili.

Ergül: Osman (Ergenekon Tearör Örgütü Şeması’nı kastederek) orada sen, ’Osman Yıldırım’adında hücre lideri olarak görünüyorsun. Hatta, hatta oraya bakıldığında Alparslan Arslan da senin altında görünüyor. Sana bağlı ve tabi görünüyor. Sen buna bakılırsa yağmurdan kaçarken doluya tutulmak değil bir de yıldırım çarpmışa dönmüşsün.

Yıldırım: Şimdi ben iddianamede o şekilde okumadım. Sayın başkan da diyor doğrudur öyledir.

Ergül: Ama öyle.

Yıldırım: Ceza önemli değil, isterse beş yüz sene müebbet verilsin; hiç umurumda değil. Ancak bu suikast ile uzaktan yakından ilgim yok. Şimdi buradaki saygıdeğer Cumhuriyet savcıları nasıl böyle bir iddiada bulunmuşlar bunu anlamış değilim.

Örgüt şeması 2 yıldır değişmedi

Osman Yıldırım’ın sorgusu sırasında gündeme gelen 1.İddianamedeki “Ergenekon Terör Örgütü” şemasının 2 yıldır yapılan soruşturmaya rağmen yenilenmediği ortaya çıktı.

29 Aralık 2009 tarihinde Zekeriya Öztürk’ün, çapraz sorgusu sırasında yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanıyor: “Talebim üzerine mahkemeniz Savcılığa, 2. iddianamenin eklerinde olmayan bu şema var mı, yok mu diye sormuştu. 30.10. 2009 tarihinde savcılıktan, bir eklenti yapılmadığı söylendi. Yani bu kadar mı? Örgütün baş tarafı yok, liderler yok. Örgütün alt tarafı tetikçi esas eylemi yapacak kısmı da yok. En lezzetli yerini yiyorsunuz göbeğini... Savcılar hazırlamış bunu. Bilgi eksikliğimi? Kasıt mı? Sırf askeri bir örgüt mü? Belirsizlik üzerine devam eden bir dava.”

1. İddianamedeki şemda sanıkların konumları açıklanıyor. Örgüt, Gizli Yapılanma ve Lobi (Sivil) Yapılanması olmak üzere ikiye ayrılıyor. Şemada, üst düzey yönetici kadrosunu İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenerol ve Fikri Karadağ; Lobi (Sivil) yapılanmasının yönetici kadrosunu ise Zekerriya Öztürk, Kemal Kerinçsiz, İsmail Yıldız ve Erkut Ersoy oluşturuyor.

aktifhaber

Ergenekon'un 'Karargah Evleri' planı
05 Şubat 2010

İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca ''Amirallere suikast girişimi'' iddialarına ilişkin hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede örgütün TSK'ya sızmak için oluşturduğu hücre yapıların nasıl çalıştığı ortaya kondu.
İlgili Haberler
Ergenekon'un 'Karargah Evleri' planı

Amirallere suikast iddiasında Perinçek izi

Amirallere suikast davası kabul edildi

3 eski komutan Şener Eruygur'u suçladı

Amirallere suikast'te 2 askere tutuklama

Amirallere suikast planında 2 asker adliyede
İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca ''Amirallere suikast girişimi'' iddialarına ilişkin hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, ''Ergenekon terör örgütü''nün, ''Hayati derecede önem verdiği Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmak amacıyla 'karargah evleri' olarak isimlendirdikleri hücre yapıları oluşturdukları, başında asker kökenli üyelerin bulunduğu, bu yapının öncelikle askeri lise ve harp okullarına kendi yetiştirdikleri kişileri yerleştirmeye çalıştıkları'' öne sürüldü.

İddianamenin, ''Soruşturma kapsamında elde edilen delil ve belgelerin incelenmesi sonucu tespit olunan örgütsel yapı ile ilgili bulgular'' başlıklı bölümünde, ''Soruşturma, şüphelilerin ihbar mektubunda belirtilen evlerde uyuşturucu ve seks partileri düzenledikleri, temin ettikleri uyuşturucu maddeleri muvazzaf subay ve askeri öğrencilere verdiklerine dair iddialar üzerine başlatılmış ise de yapılan aramalarda ele geçen belge, doküman ve malzemeler (patlayıcı madde, mermi vs) birlikte değerlendirildiğinde, şüphelilerin daha önce Cumhuriyet Başsavcılığınca çeşitli dönemlerdeki iddianamelere konu edilen 'Ergenekon isimli terör örgütü'nün faaliyeti kapsamında oluşturulan 'Karargah Evleri' biriminde yer aldıklarının anlaşıldığı'' iddia edildi.

''Ergenekon'' örgütüne yönelik yapılan soruşturmada çeşitli şüphelilerden ele geçirilen ''Devletin yeniden yapılandırılması için öneriler (master plan ön çalışması)'' isimli dokümanda, ''Terör örgütünün Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) sızma ve TSK içerisinde faaliyetlerinin hedeflendiği ve bu hedefin gerçekleştirilmesi için gerekli çalışma yapılması gerektiği''nin belirtildiği kaydedilen iddianamede, şöyle denildi:

''Ergenekon silahlı terör örgütünün hedeflerine ulaşma uğrunda TSK bünyesine sızma konusuna büyük önem verdiği ve örgütün içinde askeri yapılanmanın gerçekleştirilmesinin çok önemli yeri olduğu, örgüt dokümanlarında yedi gizli birimden beşinin başında asker bulunduğunun belirtilmesi de bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Örgütün hayati derecede önem verdiği TSK'ya sızmak amacıyla 'Karargah Evleri' olarak isimlendirdikleri hücre yapıları oluşturdukları, başında asker kökenli üyelerin bulunduğu, bu yapının öncelikle askeri lise ve harp okullarına kendilerinin yetiştirdikleri kişileri yerleştirmeye çalıştıkları, bu şahıslar vasıtasıyla harp okulu öğrencilerine ve subaylara ulaştıkları ve onlarla irtibata geçerek örgüte sempatizan veya mensup olarak kazandırmaya çalıştıkları tespit edilmiştir.''

-İP'DE ELE GEÇİRİLEN BELGE-

İşçi Partisi (İP) Genel Merkezinde yapılan aramada MİT Müsteşarlığınca düzenlenen ''Çok Gizli Kopya'' ibareli ''İP Karargah Evleri'' yapılanmasının şematize edildiği belge ele geçirildiği hatırlatılan iddianamede, bu belge incelendiğinde şu değerlendirmeye varıldığı ifade edildi:

''Ergenekon silahlı terör örgütünün sivil yapılanmasında yer alan Teori, Tasarım ve Planlama Daire Başkanlığı içerisinde görevli bulunan İşçi Partisi Genel Başkanı sanık Doğu Perinçek'in, bu gizli yapılanmanın metotları ve geliştirilmesini nasıl yaptığını ayrıntılı bir biçimde ortaya koymaktadır. Zira MİT Müsteşarlığınca yapılan çalışmalar sonucunda gizli olarak hazırlanan ve bilgi için gizli olarak askeri makamlara gönderilen bu gizli belgenin İP Genel Merkezinde Perinçek'in odasında bulunması, örgütün TSK'ya sızma girişimlerinin ulaştığı ürkütücü boyutu açıkça göstermektedir.''

Şüpheliler Alperen Erdoğan, Burak Düzalan, Yakut Aksay ve Tarık Ayabakan tarafından kullanılan Kocaeli'ndeki adreste yapılan aramada ele geçirilen klasördeki ''Bildiriler/Bültenler Klasöründeki Nisan Bülteni'' isimli belgede ''Karargah Evleri'' oluşumuyla ilgili örgütsel hiyerarşi silsilesinde örgütün üst birimlerince hazırlanan ve örgüt üyelerine intikal ettirilen talimatların bulunduğunun görüldüğü aktarılan iddianamede, söz konusu belgenin ikinci alt başlığında ''Perinçek Başkanımızın emirleri şeklindedir'' ibarelerinin bulunduğu belirtildi.

İddianamede, şunlara yer verildi:

''(Klasördeki bir belgede, 'Moraller ve motivasyon zirvede tutulsun, bu konuda her şey organize edilsin. İçerdekilere ve ailelerine yardımlar aksatılmasın, ihtiyaca göre aidatlar arttırılsın. Güvenlik, E.A. ve diğer emekliler, hainleri bulmada aktif kullanılsın. Levent Bektaş'ın ekiplerinin yerine yeni ekipler kurulsun. Yeni timlerin oluşturulmasını Mücahit Erakyol Albay organize etsin. Poyrazköy'de kalan malzemeler korunaklı bölgelere dağıtılsın. Karargahın emri olmadan hiçbir operasyonel eylem yapılmayacak. Bu konuda son emir yetkisi Levent Bektaş'ındır. Genç subayların fikri alt yapıları ve ideolojilerinin sağlam temellere oturabilmesi için eğitim ve kamp çalışmaları yapılsın, bu bağlamda doküman ve materyallerin ulaştırılma kanalları kontrol edilsin. Yayınlar kesinlikle takip edilip çözümlemesi yapılmalı. Genç teğmenler arasında taban çalışmaları için Ataman Yıldırıman ekibi yeniden harekete geçirilecek. İnternet yoğun bir şekilde propaganda faaliyetleri için kullanılacak. Devrimci karargahtaki çekirdek kadronun evleri ile aydınlanma ve yeni adam kazanma evleri birbirinden ayrılacak, irtibatları kesilecek. Devrim fikrinin genç subaylar arasında geniş tabana yayılması için yeni projeler geliştirilecek. Emirlerin iletiminde köprü elamanlar kullanılacak. Deşifre olanlar derhal görevden alınacak. Karargah dışı görevler verilecek) ifadeleri yer alıyor.''

İddianamede, klasördeki ''Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme'' belgesinde ise ''Ergenekon'' isimli terör örgütünün ana dokümanlarından olan ''Ergenekon Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi İstanbul/29 Ekim 1999'' isimli belge olduğunun anlaşıldığı, belgenin Veli Küçük, Doğu Perinçek, İşçi Partisi İstanbul İl Örgütü binasında Tuncay Güney'den elde edilen dokümanla aynı olduğunun anlaşıldığı bildirildi.

-FİŞLEME ÇALIŞMASI-

Klasördeki ''Burak'tan gelen Harp Okulu'' isimli belgede 208 kişinin isminin soyadı ve karşılarında bu kişilerle ilgili değerlendirmelere yer verildiği görüldüğünün belirtildiği iddianemede, bu değerlendirmelerin örgütsel bir yapı ve tanımlamayı gösterdiği kaydedildi.

İddianamede, ''Albay'' isimli belgede, Kuleli Askeri Lisesinde görev yapan bir kısım görevlinin özel hayatları hakkında bilgi ve değerlendirmelerin yazılı olduğunun görüldüğü, bilgilerin toplanması ve arşivlenmesinin örgütün amacı doğrultusunda hedef olarak belirlenen kişiler hakkında gelecekte gerektiğinde kullanılmak maksadıyla yapıldığının anlaşıldığı kaydedildi.

Aramada ele geçirilen diğer bir belge olan ''lise'' belgesinde ''referans listesinden'', ''alevi dostlarımızdan'', ''milliyetçi çevreden'' ifadelerinin yazıldığı, ''ülküden gelen'' isimli belgede ise 61 kişinin ad ve soyadları, ''milliyetçi çevreden'', ''tanrı inancının olmadığı'', ''ulusalcı düşüncede olduğu'', ''babası ve kendisi rotary ile alakalı'', ''Hizbul Tahrir-I.Y. referansı'', ''uyuşturucu kullanır'', ''Şıh'' gibi ifadelerin yer aldığının görüldüğü belirtildi.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

''Klasördeki bir belgede, '2008-2009 dönemi içerisinde yapılan faaliyetler sonucu 2009-2010 dönemi faaliyet programında görev alabilecek teğmenler ile Deniz Harp Okulu, Deniz Lisesi, Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulunda öğrenim gören askeri öğrencilere ait liste aşağıdaki gibidir' ifadeleri yer alarak 34 teğmen hakkında kişisel özellikleri, ailevi ve sosyal durumları, mesleki yetenek ve özellikleri, etnik kökenleri, siyasi ve fiziki görüşleri, örgütle olan irtibat derece ve örgütsel konumları, almış olduğu örgütsel görevler hakkında detaylı değerlendirme notlarının bulunduğu görülmüştür. 'Harp Okulu son sınıfa geçecek olan öğrenciler arasında Harp Okulundaki 2009-2010 faaliyetlerini yönlendirecek olan askeri öğrenciler hakkındaki değerlendirmeler aşağıdaki gibidir' yazılı belgede, 17 kişi hakkında bilgiler verilmiştir.''

İddianamede, ''Evler ve görevler'' başlıklı belgede ise 12 ayrı eve ait adresin ve bu evlerde kalacak kişilerin isimlerinin mevcut olduğu, bu evlerde kalacak bazı şahıslara ait isimlerin kodlandığı, söz konusu yapılanmanın ''Karargah Evleri'' kapsamında gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı ifade edildi.

-''ERUYGUR'' İSİMLİ BELGE-

''Eruygur'' isimli belgede de ''Eruygur Paşa ile Eğitim Komutanlığında yapılan toplantıda karargahımızı ilgilendiren emirler'' ifadelerinin yer aldığının görüldüğü aktarılan iddianamede, ''Panzehir77'' isimli belgenin de ''Panzehir-Etnik/Bölücü Operasyonların tasfiyesi Kürt hareketi ve Türk-Kürt kardeşliği-İstanbul 1 Mayıs 2000 tarihli Amaç ve Kapsam, Emperyalizmin Etnik/Ayrılıkçı Terör Savaşı, Kuzey Irak ve Kukla Kürt Devleti, Demokratik Cumhuriyet Programı, Kürt Ayrılıkçılığı Üzerine İktidar hesapları, Abdullah Öcalan faktörü'' başlıklarından oluştuğunun görüldüğü aktarıldı.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca ''Amirallere suikast girişimi'' iddialarına ilişkin hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, şüphelilere emir ve talimatların, daha önce hakkında ''Ergenekon terör örgütüne üye olmak'' suçundan kamu davası açılan İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından verilerek, örgüt tabanına aktarıldığının anlaşıldığı öne sürüldü.

İddianamede, şüphelilerin evlerinde ve bilgisayarlarında yapılan aramalarda ele geçirilen belge ve dokümanlara ayrıntılı olarak yer verildi.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğüne 15 Temmuz 2009'da bir elektronik ihbar maili geldiği kaydedilen iddianamede, mailde, uyuşturucu ve borç bataklığına düştüğünü ifade eden bir deniz subayının, ''Deniz Lisesinden Deniz Harp Okuluna, oradan teğmenliğe uzanan bahriyelilerin önünü kesen uyuşturucu bataklığından bahsettiği'' aktarıldı.

İddianameye göre, deniz subayının ihbar mailinde şu ifadeler yer aldı:

''Bu karanlık organizasyonu ve örgütsel bağlarını, amaçlarını, uyuşturucunun nereden temin edildiğini, bu organizasyonun liderlerini, hangi özel mekanlarda nasıl seks partileri verildiğini, geniş organizeyi kimlerin himaye ve desteğiyle ne amaçla devam ettirildiğini bana da kurulmuş olan bu korkunç tuzakları ihbar ediyorum. Yıllardır içinde bulunduğum bu bataklığın farklı amaçları olan bir ihanet çemberi olduğunu anlamış bulunuyorum. Yapıyı deşifre etmek, lanet yapıyı çökertmek istiyorum.

Uyuşturucu ve fuhuş işini birlikte yürüten bu lanet yapıyı kuranlar uyuşturucu trafiğini özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı içerisinde olmak üzere Kuleli Askeri Lisesi ve diğer askeri liselerden de arkadaşları vasıtasıyla devam ettirmektedirler. Organize olarak çalışan bu yapı, uyuşturucu üzerinden bir yandan kazanç temin ederken bir yandan da kendi çıkarları doğrultusunda taraftar toplamak ve kendilerine rakip gördüğü kişileri de egale etmek için kullanıyorlar.

Bir Türk askerine yakışmayacak şekilde her türlü pisliğe bulaşmış olan karanlık kişilerle irtibatlı olan bu kişiler, özel mekanlarda uyuşturucu ve seks partileri düzenlemektedir. Seksi de bir tuzak ve şantaj malzemesi olarak kullanmaktadırlar.''

İhbar mailini gönderen ve deniz subayı olduğunu iddia eden kişi, Ülkü Oztürk, Sinan Efe Noyan ve Uğur Kayar'ın uyuşturucu trafiğinin kilit noktasında ve organizatörü konumunda olduğunu öne sürdü.

Bu kişilerin uyuşturucuyu temin ederek kendi kurdukları ekipleriyle satışını sağladıkları iddia edilen mailde, Öztürk, Noyan ve Kayar'ın kiraladıkları evlerde sivillerin de katıldığı seks ve uyuşturucu partisi düzenledikleri ileri sürüldü.

Bu kişilerin partiler ve örgütsel faaliyetler için kullandıkları kendilerine bağlı çok sayıda evleri bulunduğuna dikkat çekilen ihbar mailinde, ''Bu partiler sayesinde uyuşturucu bağımlısı yaptıkları şahıslar, bu uyuşturucu organizasyonunun potansiyel müşterisi durumundadır. Değişik kanallardan temin ettikleri uyuşturucuları bağımlı yaptıkları kişilere daha pahalıya satarak ciddi bir gelir elde etmektedirler. Teğmen Ülkü Öztürk'ün uyuşturucu işinde PKK ile de irtibatı vardır. Bu işlerini akrabası da olan PKK'lı E.K. ile gerçekleştirmektedir. Bu uyuşturucu organizasyonunda lider konumunda olan Öztürk ve bazı teğmenlerin uyuşturucu kullandıkları ve sattıkları bilindiği halde bu organizeyi koruyan ve himaye eden üst rütbeli subaylarca örtbas edilmektedir. Bu subayların başında Ülkü Öztürk ve Sezgin Demirel ile sıkı irtibatlı olan Yarbay Ali Tatar, Yüzbaşı C. Ş. ve Yüzbaşı D.İ. gelmektedir'' denildi.

İhbar mailinde, ayrıca son zamanlarda Ülkü Öztürk'ün uyuşturucu ağını Kuleli Askeri Lisesine taşıdığı, Muharrem Dinçer, İsmail Kahyaoğlu, Eren Şentürk'ün Üsküdar'daki bir adreste uyuşturucu partileri vererek kendi çevrelerinde uyuşturucu pazarladığı iddia edildi.

Uyuşturucu deposu olarak kullanılan ve partiler düzenlendiği iddia edilen adreslerin bildirildiği ihbar mailinde, Ülkü Öztürk ve arkadaşlarının uyuşturucuları Kocaeli ve İstanbul'daki 4 evde sakladığı ve buradan piyasaya satış yaptıkları anlatıldı.

Kocaeli'ndeki evde saklanan uyuşturucunun isteyen teğmenlere pazarlandığı ileri sürülen ihbar mailinde, Kadıköy'de bulunan başka bir adreste ise uyuşturucu partileri düzenlendiği, buraya kız arkadaşlarıyla gelenlerin sardıkları otları içtikten sonra kızlarla ilişkiye girdikleri, bu partilere gelen kişi sayısının ise 10-15 kişi arasında olduğunu kaydedildi.

Uyuşturucu partilerinin düzenlendiği eve getirilen kişilerin uyuşturucuya alıştırıldıktan sonra uyuşturucu satmaya başladığına yer verilen ihbar mailinde, uyuşturucu satışından oluşan alacak verecek kayıtlarının bilgisayarda tutulduğu vurgulandı.

-İHBAR MAİLİNİN ARDINDAN 11 ADRESE OPERASYON-

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin l7 Temmuz 2009 tarihinde aldığı karar doğrultusunda 11 adres ve bu adresleri kullanan kişilerin üst ve eşyalarında suç delillerinin tespiti ile delillere el konulması amacıyla arama yapıldığına dikkat çekilen iddianamede, şüpheliler Faruk Akın ve Sinan Efe Noyan tarafından kullanılan Kocaeli Merkez Mahallesi'nde kullanılan evin mutfak bölümünde buzdolabının motor kısmına saklanmış askeri amaçlar için fabrikasyon olarak üretilen yüksek güçlü patlayıcılar ele geçirildiği öne sürüldü.

İddianamede, terör ve organize suç örgütlerince illegal yollarla elde edilen bu tür patlayıcı maddelerin el yapımı bombalarda ana patlayıcı madde olarak kullanılabileceği, patlayıcı maddenin canlılar üzerinde öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı ve tahrip edici özelliğe sahip olduğunun anlaşıldığı vurgulandı.

İddianamede, evdeki buzdolabının mutfak kısmında ayrıca bulunan 100 adet mermiden 50'sinin yasak nitelikte mermilerden oluştuğu, 5 adedi üzerinde yapılan deneme atışları neticesinde bu mermilerin patladıklarının tespit edildiğinin anlaşıldığı vurgulandı.

İddianamede, mermilerin bulunduğu poşette katlanmış vaziyette bulunan ve üzerinde ''Alb. Tayfun Duman'dan gelecek fizibiliteye göre Uğur ve Metin Paşa'ya yapılacak operasyonun detay ve tarihlerini Levent Bektaş, Orhan Yücel Albay üzerinden iletecek. Size teslim edilen malzemeleri korunaklı bir yerde tutunuz'' ibarelerinin yazılı olduğu kaydedildi.

İddianamede, ayrıca aynı evde terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan tarafından yazılan bir kitap ile Kürtçe kaleme alınan kitapların bulunduğu vurgulandı.

Evde bulunarak el konulan bilgisayarın hard diskinin de incelendiği ifade edilen iddianamede, hard diskte şifreli dosyaların tespit edildiği, bu dosyalarda çeşitli konulardan bahsedildiği belirtildi.

Şüphelilerden Alperen Erdoğan, Yakut Aksoy, Tarık Ayabakan ve Burak Düzalan'ın kullandıkları öne sürülen Kocaeli'ndeki Yüzbaşılar Mahallesi'nde bulunan evde ise çok sayıda CD ve doküman ile terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın kaleme aldığı kitabın bulunduğu ifade edilen iddianamede, aramada uyuşturucu madde ve ecstacy hapların ele geçirildiği kaydedildi.

-DOĞU PERİNÇEK'E İLİŞKİN FLASH BELLEK-

Şüphelilerin kaldığı evde bulunan flash belleğin incelendiği ifade edilen iddianamede, flash bellekteki ''Nİ 22'' isimli word belgesinde, ''Doğu Perinçek Başkanımızın Emirleri'' başlığı altında bir dokümanın bulunduğu hatırlatıldı.

İddianamede, aynı belgede Aydın Ortabaşı'nın mezun ettiği kız öğrencilerin yapının sivil tabanına daha hızlı bir şekilde kazandırılması için organizasyonların yapılmasını istediği belirtilerek, ''Devrimci teğmenlerin yeteneklerini artırıcı eğitimlerden geçirilecek, emir ve görevler yeteneklerine göre verilecek. Yandaş medya ve onları yönlendirenler kahraman komutanlarımızı kuşatmışlardır. Devrimci subaylar komutanlarımıza yeniden dinamizm kazandıracak eylemleri hayata geçirecektir'' denildiği vurgulandı.

Şüphelilere ''emir ve talimatların daha önce hakkında 'Ergenekon isimli terör örgütüne üye olmak' suçundan kamu davası açılan Doğu Perinçek tarafından verilerek örgüt tabanına aktarıldığının anlaşıldığı'' vurgulanan iddianamede, flash bellekteki belgelerle ilgili şunlar kaydedildi:

''Bildiriler/Bültenler/Klasöründe yer alan Nisan bülteni isimli word belgesinin 'Devrimci Karargah 1 Nolu bildiri' başlıklı belgenin, 'Devrimci Karargaha bağlı Şehit Ongan Müfrezesi, T.C Ordusunun 1. Ordu Karargahına yönelik bir havan saldırısında bulunmuştur...' ibareleri ile başlayıp '...zulüm perdesini yırtmak için Devrmici Karargah altında toplanalım ve kendimize ve insanlığa layık bir yaşamı kendi elimizle kuralım' cümleleriyle son bulan belge olduğu tespit edilmiştir.

'Devrimci Karargah 2 Nolu bildiri' isimli word belgesinin 'Devrimci Karargah olarak, 7 Ağustos 2008 tarihinde İstanbul Selimiye'de bulunan 1. Ordu Karargahını havan topuyla vurduk' cümlesiyle başlayıp, 'Selam olsun bizden önce geçene, selam olsun bizden önce düşene' cümlesiyle son bulan belge olduğu tespit edilmiştir.

'Devrimci Karargah 3 nolu Bildiri' isimli word belgesinin 'Yoldaşlar, Devrimci Sol, artık bir Devrimci Karargah bileşeni olma kararı almıştır. Devrimci Solun bu kararı, dağınıklığı ve eylemsizliği statüko haline getiren Türkiye Devrimci Hareketinin bu gününe bir müdahaledir' cümleleriyle başlayıp, 'Yaşasın devrim ve sosyalizm, yaşasın devrimci karargah, yaşasın Türkiye ve Kürdistan devrimleri' şeklinde sona erdiği görülmüştür.

'Devrimci Karargah 4 Nolu Bildiri' isimli word belgesinin 'Devrimci Karargah'a bağlı bir savaşçı grubumuz AKP İstanbul İI Merkezine yönelik bir sabotaj eylemi düzenlemiştir. Devrimci Karargah bu saldırısıyla...' cümlesiyle başlayıp, 'Yaşasın Türkiye ve Kürdistan haklarının bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm mücadelesi, kahrolsun emperyalizm, kahrolsun TC oligarşisi' cümleleriyle son bulduğu görülmüştür.

'Devrimci Karargah 5 not isimli word belgesinde Devrimci Karargah'a bağlı bir savaşçı timi, Siyonist Finans kuruluşu Bank Pozitif'in 4. Levent'deki şubesini bombalayarak tahrip etmiştir' cümlesiyle başlayıp 'Kahrolsun Siyonizm, Yıkılsın İsrail, Kahrolsun Emperyalizm cümleleriyle son bulduğu görülmüştür.

'HPG Ana Karargah Komutanlığına' isimli word belgesinin, 'Yoldaşlar, TC'nin hareketimize yönelik saldırısının, Kürt Özgürlük Hareketine karşı savaş hazırlıklarını artan bir hızla yoğunlaştırdığı bir döneme denk gelmesi bir tesadüf değildir' şeklinde başlayıp 'Yaşasın devrim ve sosyalizm, yaşasın Türk ve Kürt halklarının mücadele birliği! Devrimci Karargah 29 Nisan 2009'' şeklinde sona erdiği görülmüştür.''

İddianamede ayrıca, ele geçirilen flash bellekte bulunan bazı belgelerde çok sayıda kişinin isimlerinin karşısında ''şıh'', ''hırsız'',''keş'',''karı-kız düşkünü'', ''homoseksüel'', ''komünist'', ''tarikatçı'', ''sapık'', ''milliyetçi çevreden'', ''PKK'', ''alevi dostlarımızdan'' şeklinde ibarelerin bulunduğu vurgulandı.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca ''Amirallere suikast girişimi'' iddialarına ilişkin hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede yer alan ve şüphelilerden ele geçirilen bir belgede, üç aşamalı emir komuta zincirinin başında İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek'in bulunduğu ileri sürüldü.

İddianamede, Alperen Erdoğan, Yakut Aksoy, Tarık Ayabakan ve Burak Düzalan'ın kullandıkları Kocaeli'deki Yüzbaşılar Mahallesi'nde bulunan evde ele geçirilen flash bellekte, ''Başkandan gelen emirler doğrultusunda görevlendirmeler'' başlığı ile bir belgenin bulunduğu belirtildi.

Belgede Orhan Yücel ve ekibinin, mühimmat ve malzemelerin sevk ve idaresini yapacağı, ''devrimci teğmenler''in TSK içinde tabana yayılma ve bilgilendirme işlerinin ise Ataman Yıldırım ve ekibince yürütüleceğinin ifade edildiği belirtilen iddianamede, bu emir ve talimatların yanı sıra şüphelilerin evinde ''Ergenekon terör örgütü'' ana dokümanlarından olan ve Doğu Perinçek ile Muzaffer Tekin'in de aralarında bulunduğu bazı sanıklardan ele geçirilen ''Lobi'' adlı belgenin ele geçirildiği vurgulandı.

''Ergenekon'' davası sanıklarından ele geçirilen ''Ulusal Medya 2001'' belgesinin de şüphelilerin evinden çıktığına işaret edilen iddianamede, ''Eruygur'' adlı belgede, ''Eruygur Paşa ile Eğitim Komutanlığında yapılan toplantıda karargahımızı ilgilendiren emirler... Toplantıya katılanlar: Şener Eruygur, K.S, F.L, Levent Görgeç, L.E., D.C, T.E.'' ifadelerinin bulunduğu vurgulandı.

İddianamede yer alan belgenin ''durum değerlendirmesi'' bölümünde, ''Devam eden dava, yapılarımıza önü alınamaz zararlar vermektedir. Birimlerimize dönük saldırılar Silivri'yi her geçen gün daha zor duruma sokmaktadır'' denildiği kaydedildi.

İddianamede, ''Silivri'nin geleceği, komutanlıkça görevlendirilen birimlere verilen emirlerin ve faaliyetlerin başarıya ulaşmasına bağlıdır. Çözülmelerin olmaması için emir komuta zinciri önem arz etmektedir. Projelerin sevk ve idaresi üst kuruldan onaylandıktan sonra 3 aşamalı emir komuta zinciri ile hayata geçirilecektir'' denilen belgede, emir komuta zinciriNİN, ''Proje Planlayıcısının Emirleri > Köprü Eleman > Projeyi gerçekleştirecek karargah. Doğu Perinçek (Silivri)> kurye > Ali Tatar > Karargah Teğmenleri (Mahir). Doğu Perinçek > kurye > L. E. > Ali Tatar > Ülkü Oztürk. Doğu Perinçek > kurye > Levent Görgeç > Ali Tatar > Ali Seyhur Güçlü'' şeklinde sıralandığı ileri sürüldü.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca ''Amirallere suikast girişimi'' iddialarına ilişkin hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, iddia olunan ''Ergenekon terör örgütü'' içinde bulunan ''Karargah Evleri'' yapılanmasında yer alan sanıkların bir kısmının muvazzaf teğmenler, harp okulu, deniz lisesi ve deniz astsubay yüksek okulu öğrencilerini siyasi, felsefi, dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına ve sağlık bilgilerine göre hukuka aykırı şekilde kaydettikleri öne sürüldü.

İddianamenin hukuki değerlendirmelerinin yapıldığı bölümünde ilk sırada yer alan sanık Faruk Akın'ın, gelen ihbar mailinde Kocaeli'Nde sanık Sinan Efe Noyan ile birlikte kaldığı adresin uyuşturucu deposu olarak kullanıldığı, şüphelilerin uyuşturucu madde ticareti yaptıklarının belirlendiği ileri sürüldü.

İddianamede, örgütçe tayin edilen ve tasarlanan evde kalan Akın'ın, örgütsel faaliyetlerde ''Yusuf'' kod adını kullandığı, ''2008-2009 faaliyet raporu'' isimli belgenin hazırlanmasında yer alarak suç işleme kararıyla birçok kişiye ait kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydettiği, örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda patlayıcı madde ve mermi bulundurduğuna dikkat çekildi.

Sanık Tarık Ayabakan'ın Kocaeli'nin Değirmendere ilçesi Yüzbaşılar Mahallesi İstiklal Caddesi üzerindeki adresinde yapılan aramalarda ele geçirilen suç unsurlarına da yer verildi. İddianamede, Ayabakan'ın ''silahlı terör örgütü niteliğindeki Ergenekon örgütü içinde yer alan 'Karargah Evleri' yapılanmasında yer aldığı, ikamet ettiği evde yapılan aramada, uyuşturucu madde niteliğindeki maddeler ile kişilerin siyasi, felsefi, dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına ve sağlık bilgilerine dair bilgilerin hukuka aykırı şekilde kaydedildiğine dair belgelerin ele geçirildiği kaydedildi.

İddianamede, İstanbul Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesinin raporunda, sanıklar Tarık Ayabakan, Alperen Erdoğan, Burak Düzalan, Yakut Aksoy ve Ülkü Oztürk'den alınan kan ve idrar örneklerinde uyuşturucu maddelerin bulunmadığı ifade edildi.

Sanık Ülkü Öztürk'ün ise ihbar mektubunda uyuşturucu trafiğinin organizatörü konumunda olduğu, temin ettiği uyuşturucu maddelerin dağıtımını sağladığı, kiraladığı evlerde uyuşturucu ve seks partileri düzenlediği, Kadıköy Rasim Paşa Mahallesi'ndeki adresi uyuşturucu madde deposu olarak kullandığı, bu evde uyuşturucu partileri düzenlediğinin iddia edildiği belirtilen iddianamede, bu evde yapılan aramada çeşitli dokümanlar ile CD hard disk, cep telefonu ve kartları, notebook bilgisayar elde edildiği anlatıldı.

İddianamede ifadelerine yer verilen Öztürk'ün, yaklaşık 5 yıl önce harp okulundayken bir kez esrar denediğini ancak daha sonra kullanmadığını, halen uyuşturucu madde kullanmadığını, uyuşturucu madde temin ve satma gibi bir suçlamayı kesinlikle kabul etmediğini söylediği belirtildi. Sanıklardan ele geçen ''Görevlendirme'' isimli word belgesinin ''Başkandan gelen emirler doğrultusunda yapılan görevlendirmeler'' başlığını taşıyıp, ''Karargah Evleri'' yapılanmasında yapılan-yapılacak örgütsel faaliyetlerle ilgili emir ve talimatlar içerdiği ileri sürüldü. Bu belgede Öztürk'ün ''Ülkü, maddelerden sağlanacak para kaynaklarını artırmak için yeni satış kanalları oluşturacak. Bu konuda gerekli bağlantıları sağlayacak'' şeklinde isminin geçtiği kaydedildi.

-''KARARGAH EVLERİ'' YAPILANMASI-

İddianamede, ''Ülkü'den gelen'', ''görevlendirme'', ''düşen bir devrim şehidinin ardından'', ''Eruygur'', ''2008-2009 sonuç raporu'' ve ''evler ve görevler'' başlıklı belgelerin incelenmesi sonucu Öztürk'ün ''Karargah Evleri'' örgütlenmesinde örgüt üyesi olarak yer aldığı, örgütsel faaliyetlerinde ''Orhan'' kod ismini kullandığı, örgütsel amaçla kullanacak evlerin tutulması, hangi evde kimlerin kalacağının tespiti hususunda görev aldığı ileri sürüldü. Ayrıca, muvazzaf teğmenler, harp okulu, deniz lisesi, deniz astsubay yüksek okulu öğrencilerinin siyasi, felsefi, dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına ve sağlık bilgilerine dair bilgileri hukuka aykırı şekilde kaydettiği iddia edildi.

''Evler ve Görevler'' başlıklı word belgesinde ''Karargah Evleri yapılanması'' kapsamında hangi görevlinin hangi evde kalacağına dair listenin bulunduğunun tespit edildiği vurgulanan iddianamede, bu listede sanık Halit Mehlet Ergül'ün ''11. Rakıcı'' olarak kodlandırılan Değirmendere'deki apartmanda Tarık Ayabakan ve Yakut Aksoy ile birlikte kalacağının belirtildiği, şüphelinin bu belgede ''Halit Mehmet Ergül (Serkan)'' şeklinde adının geçtiği dile getirildi.

Barbaros Mercan'ın da ''Karargah Evleri'' örgütlenmesi içinde örgüt üyesi olarak yer aldığı, örgütçe tayin edilen ve tasarlanan evde kaldığı, örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda patlayıcı madde ve mermi bulundurduğu kanaatine varıldığı anlatıldı. İddianamede, sanık Ali Seyhur Güçlü'nün de ''Karargah Evleri'' örgütlenmesinde örgüt üyesi olarak yer aldığı, örgütsel faaliyetlerinde ''Can'' kod ismini kullandığı, örgütsel planlama doğrultusunda tutulan evde kaldığı kaydedildi.

-AYLİN DURUOĞLU'NUN TAHLİYE KAMPANYASI-

Bir word belgesinde ''Başkandan gelen emirler doğrultusunda yapılan görevlendirmeler'' başlığını taşıyıp, ''Karargah Evleri'' yapılanmasında yapılan-yapılacak örgütsel faaliyetlerle ilgili emir ve talimatlar içerdiği, bu belgede ''Aylin Duruoğlu'nun tahliye kampanyasına genç teğmenlerin destek vermesini Sezgin Demirel organize edecek'' şeklinde geçtiği belirtilen iddianamede, sanık Sezgin Demirel'in örgütsel hiyerarşi içinde alınan kararların uygulanması hususunda görevlendirildiği kaydedildi.

Sanık Fatih Göktaş'ın ifadesinde uyuşturucu madde kullanmadığını, kesinlikle uyuşturucu vermediğini ve devretmediğini söylediği anlatılan iddianamede, ''2008-2009 sonuç raporu'', ''Burak'tan gelen harp okulu'', ''toplantı kararları-mayıs'', ''evler ve görevler'' isimli belgelerin incelenmesi neticesinde bu sanığın ''Karargah Evleri'' yapılanması içinde harp okulu sorumlusu olarak görev üstlendiği, bu örgütlenme kapsamında evlerin tutulması ve bu evlerde kalacak şahısların tespitinde aktif rol aldığı iddia edildi.

Burak Amaç'ın da ''Karargah Evleri'' örgütlenmesinde örgüt üyesi olduğu, örgütsel faaliyetler kapsamında tutulacak evlerden sorumlu olduğu, ''Karargah Evleri'' birimi içinde harp okulu ve deniz lisesi sorumlusu olarak görevlendirildiği öne sürüldü. İddianamede, Koray Kemiksiz'in silahlı terör örgütü niteliğindeki ''Ergenekon'' adlı örgüt içinde yer alan ''Karargah Evleri'' örgütlenmesinde örgüt üyesi olarak yer aldığı, ''Tolga'' kod adını kullandığı, örgütçe belirlenen evde kaldığı, muvazzaf teğmenler, harp okulu öğrencileri, deniz lisesi öğrencileri, deniz astsubay yüksek okulu öğrencilerinin siyasi, felsefi, dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına ve sağlık bilgilerine dair bilgilerini hukuka aykırı şekilde kaydettiği, eyleminin bütün halinde ''terör örgütüne üye olmak ve aynı suç işleme kararıyla birçok kişiye ait kişisel verileri hukuka aykırı bir şekilde kaydetmek'' suçlarını oluşturduğu kanaatine varıldığı kaydedildi.

Soruşturma başlatılmasına esas alınan 15 Temmuz 2009 tarihli ihbar mektubunda bir kısım askeri personelin uyuşturucu madde kullandıkları, uyuşturucu ve seks partileri düzenledikleri, uyuşturucu maddelerin ''Samet Et'' adlı kasap dükkanının sahibi Levent Çakın'dan temin edildiğinin öne sürüldüğü aktarılan iddianamede, yapılan aramalar, ele geçirilen belgeler ve tüm dosya kapsamına göre şüpheli Levent Çakın'ın az sayıda ve 6136 sayılı yasa kapsamında mermi bulundurmak, TCK'nın 188/3. maddesi kapsamında uyuşturucu madde temin etmek suçunu işlediği kanaatine varıldığı belirtildi.

İddianamede, şüpheli Mehmet Orhan Yücel'in de soruşturma kapsamında şüpheliler Faruk Akın ve Sinan Efe Noyan tarafından kullanılan ikametgahta ele geçirilen patlayıcı madde, mermiler ve not içeriği ile ''Görevlendirme'' adlı word belgesi içeriği ve tüm dosya kapsamına göre silahlı terör örgütü niteliğindeki ''Ergenekon'' örgütüne mensup olduğu kanaatine varıldığı kaydedildi.
haber7

ISLAK İMZA NASIL OYLANDI?
A. Mümtaz İdil
09.02.2010



Hukuktan anlamam...

Hele Türkiye’de şu anda uygulanan hukuktan hiç anlamıyorum.
(..)

Hepsine peki diyelim… Peki ama Adli Tıp’ın ıslak imza kararını ne yapacağız? Üyelerden 7’si imza Albay Dursun Çiçek’in derken, 4’ü “Hayır onun değil” diyor. Başbakan’a sorsanız Adli Tıp Kurumu “oy çokluğu” ile aldığı karar hukuka uygundur.

****

Dedim ya, hukuktan anlamam. Ama bu, “aklım yok” demek de değil. Zaten sorun da oradan kaynaklanıyor: Azıcık akıl...

Danıştay, elindeki verilere, yasalara, anayasaya göre karar veriyor. Bunlar, yazılı belgeler, yoruma açık belgeler. Kaç hakim varsa, hepsi birden “oybirliği” ile YÖK’ün aldığı “katsayı” kararını geçersiz buluyor.

Olabilir mi? Tabi ki olur. Detaylar gerekçeli kararda açıklanacak. İtiraz etmek isteyen de edecektir. Ama dikkat edilirse, olayda “fiziksel” bir katalizör yok. Yani, deneysel bir sonuç söz konusu değil.

Peki diğeri? Islak imza yani…

Yine hukuka hiç değmeden, arkasından dolaşarak aklımca yorum yapmaya çalışacağım.

****

Islak imzanın tespiti bilimsel bir sonuç mudur? Öyle olmalı.

Yani elde bir belge var ve bunun gerçek olup olmadığı konusunda eldeki fiziki kanıtlar incelenir ve karar verilir, öyle değil mi? Öyle olmalı.

Bunu saptamak kime düşer? Herhalde bu işin uzmanları olan grafologlara, bilgisayar uzmanlarına, kimyacılara, fizikçilere vb...

Yani “deneysel bilim” alanına.

Pozitif bilim alanına demiyorum, deneysel bilim alanına...

****

Hukuk pozitif bir bilimdir, fizik deneysel... (Bu bana ait bir hipotez, çoğu fizikçi böyle kabul etmiyor sanırım.)

Deneysel bilimin merceğinden geçen “belge” üzerinde kesin bir saptamaya varılamamış.
Fizik İhtisas Dairesi, imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunu rapor ediyor, ama bir sorun var ki, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararı verdiği Albay Çiçek, 48 saat sonra delil yetersizliğinden tahliye ediliyor.

Aynı belge bu kez, üstelik de hem İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi hem de Dursun Çiçek’in itirazı ile bir üst kurula gönderiliyor.

Kulağımıza gelenlere göre Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz Adli Tıp Kurumu’nu “ziyaret” ediyor.

****

Bir belgenin üzerindeki imzada, fiziksel olarak en ufak bir kuşku bile varsa, o imza için verilecek karar oylamaya sunulamaz. Bu, benim aklımda olan hukuğun fizikselliği. Fiziksel kanıtlara “rağmen”, yani fiziğin kesin emin olmadığı durumlarda geçerli olan daima “negatif” olandır. Böyle bir konu, “oylamayla” sonuçlandırılamaz.

Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi’nin ilk raporunda şunlar yazıyordu:

“İnceleme konusu belge dördüncü sayfasında Dursun Çiçek’e atfen atılı basit tersimli imza ile Dursun Çiçek’in basit tersimli, pyolimorf mukayese imzaları arasında tersim tarzı, işleklik derecesi, istif, eğim, doğrultu, hız, seyir, alışkanlıklar ve baskı derecesi bakımından uygunluk ve benzerlik saptandığından, inceleme konusu belgelerdeki söz konusu imzanın Dursun Çiçek’in el ürünü oldruğunun kabulü gerektiği.”

Yani, bu imzanın Dursun Çiçek’e ait olma olasılığının yüksek olduğu, ama kesin olmadığı kararı demektir yukarıdaki.

Zaten mahkeme de bunu kesin delil kabul etmediği için, yani ufak da olsa bir “şüphe” bulunduğu için, Dursun Çiçek’i, avukatının başvurusu üzerine tahliye etmişti.

Bir başka bakış açısıyla, hukuğun karşısına fizik, somut kanıtlar sunduğu zaman ancak hukuk bunu “kesin yargılara” bağlayabilir. En ufak kuşku, “bu seferlik oylamaya sunalım” ile sonuçlandırılamaz.

Benim “aklım” böyle diyor. Hukuk ne der, bilemem.

****

Eğer bize söylendiği gibi “Türkiye bir hukuk” devletiyse, eğer hukuk bir pozitif bilimse, eldeki kanıtlarda asla “kuşku” bulunmaması gerekiyor.

Unutmayalım, katil olduğu neredeyse kesin olan, bütün ABD’nin de katil olduğuna kesin gözüyle baktığı O. J. Simpson, avukatının jüri üyelerinin kafasında “kuşku” yaratması nedeniyle serbest kalmıştı.

Simpson’u serbest bırakan irade, “kuşku”ydu.

Adli Tıp Kurumu’nun aldığı karar ise, dikkat edilirse, “tersine kuşku”...

Bir daha düşünmek gerek, ağzını doldura doldura “Türkiye bir hukuk devletidir,” diyen devlet büyüklerimizi dinlerken.

Mağdur ile ilgili kuşku varsa, kesin hüküm olmaması gerek.

Oy çokluğu ile böyle bir karar verilirse eğer, Türkiye “jüri” sistemine geçmiş demektir.
Hukukun yeni bir uygulaması ile karşı karşıya olduğumuzun farkında olmak gerek.
Odatv.com

Uzmanlar 3 aylık çıktı
10 Şubat 2010
'İrtica Planı' belgesindeki imzanın Albay Çiçek'e ait olduğunu belirten Adli Tıp üst kurulundaki 7 kişiden 3'ü, üç ay önce 'uzmanlık' sertifikası alıp kurula girmiş

Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait olduğu öne sürülen 'İrtica ile Mücadele Eylem planı' isimli belgeyle ilgili tartışmalar bitmiyor. Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Genel Kurulu, 4'e karşı 7 oyla, belgedeki ıslak imzanın Çiçek'e ait olduğu görüşüne vardı. İmza Çiçek'in 'el ürünüdür' diyen 7 kişiden üçü ilk raporda da imzaları bulunan Fizik İhtisas Dairesi Başkanı. Prof. Dr. H. Bülent Üner, Dr. Lokman Başer ve Uzm. Dr. Hacı Mehmet Akın. Bu 7 kişi arasında bulunan diğer üç kişiyle ilgili de Fizik İhtisas Dairesi'nde daha önce 3 yıl başkanlık yapan Yrd Doç. Dr. Ömer Kurtaş iddialarda bulundu.

SERTİFİKA VERİLDİ
Yard. Doç. Dr. Kurtaş'ın iddiasına göre 'İmza Çiçek'in' diyen Dr. Gürol Berber, Dr. Eyüp Kandemir ve Dr. Ahmet Bülent Özata, 15 Ekim'deki belgeyle ilgili hazırlanan ilk raporun ardından Adli Belge İnceleme Birimi'nde görevlendirildi. Kurtaş, bu üç ismin bir haftalık kursla 'Adli Belge Uzmanlığı' sertifikası aldığını öne sürerek, 'Kimse bu kadar kısa bir sürede uzman olamaz. Asıl uzman arkadaşlar davet edilmeliydi' dedi.

Dr. Berber, 2006'da Gaziosmanpaşa Adli Tabipliği'nde görev yaptı. O dönem 8 yaşındaki bir kıza verdiği 'bekaret' testi raporu tartışma yarattı. Adli Tıp Kurumu ses inceleme uzmanlarından Dr. Özata ise telefon dinlemelerde konuşmacı tanıma üzerine çalıştı. Uzm. Dr. Kandemir de Adli Tıp Kurumu'nda 2003'te göreve başladı. Ses ve Görüntüleme Merkezi'nde görev yaptı.

Yrd. Doç. Dr. Kurtaş, imzanın kime ait olduğunun tespit edilemeyeceğini söyleyen 4 uzmanla ilgili 'Bu arkadaşlar 8 ila 15 yıl arasında bu işin uzmanı olarak görev yapıyorlar. İşin profesyonelleri tespit edemiyor ama bir-iki ay önce sertifika alan kişiler tespit etmişler' şeklinde konuştu.
AKŞAM GAZETESİ

10 Şubat 2010
"Bana, birileri, belirli gruplar bir operasyon da yapabilirler. Fakat beni en fazla üzen, esas bana suikast olacak olan şey, böyle bir operasyonun masum subaylarımın üzerine yıkılmasıdır"
Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit, intihar eden Albay Berk Erden’in cenazesinde gazetecilere ilginç açıklamalarda bulundu...



Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit, önceki gün intihar eden Deniz Kurmay Kıdemli Albay Berk Erden'in İstanbul'daki cenaze töreninde "basın toplantısı" yaptı. Cenaze namazı öncesi bir açıklama yapan Yiğit gazetecilere "sorusu olan var mı" dedi. "Halkımıza düşüncelerimizi iletmeyi bir borç biliyorum" diyen Yiğit sorulara cevap verdi.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit, üst düzey komutanlara ve devlet görevlilerine her zaman bir suikast ihbarı olabileceğini belirterek, ''Beni en fazla üzen, böyle bir operasyonun, masum subaylarımın üzerine yıkılmasıdır. İsmi geçen iki albay, bana bir hücum olursa, bana bir mermi sıkılırsa, bana göğsünü siper edecek arkadaşlardır'' dedi.

Oramiral Yiğit, iki gün önce İzmir'de intihar eden Güney Deniz Saha Komutanlığında görevli Kurmay Albay Berk Erden'in Levent Camisi'ndeki cenaze töreninde, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin ''Geçtiğimiz günlerde amirallere suikast girişimi iddianamesi açıklandı. Burada sizin ve Metin Ataç'ın ismi de geçiyor. Bununla ilgili görüşünüz nedir?'' sorusu üzerine, Oramiral Yiğit şunları söyledi:

''Ben üst düzey bir komutanım. Üst düzey komutanlara, devlet görevlilerine her zaman bir suikast ihbarı olabilir. Bana, birileri, belirli gruplar bir operasyon da yapabilirler. Fakat beni en fazla üzen, esas bana suikast olacak olan şey, böyle bir operasyonun masum subaylarımın üzerine yıkılmasıdır. İsmi geçen iki albay, benim kendi görüşümü söylüyorum, bunu söylemek durumundayım, bana bir hücum olursa, bana bir mermi sıkılırsa bana göğsünü siper edecek arkadaşlardır.''
aktifhaber

11 Şubat 2010
"AKP Devrilsin İstiyorum"
Ergenekon davasında savunmasını yapan Kuvayı Milliye Derneği -1919 Genel Başkan Yardımcısı ve yayıncı Durmuş Ali Özoğlu, darbeci olduğu iddialarına ilginç bir cevap verdi..

Emekli komutanlar, rektörler ve gazetecilerin yargılandığı ikinci Ergenekon davasının görülmesine devam edildi.

Silivri Cezaevi’nde görülen, 42’si tutuklu 108 sanığın yargılandığı davada, 38’inci duruşma yapıldı.

Duruşmada Kuvayı Milliye Derneği -1919 Genel Başkan Yardımcısı ve yayıncı Durmuş Ali Özoğlu, ’’Dinlerarası diyalog’’ konulu "Hristiyanlığın Truva Atı" adlı bir belgesel film eşliğinde savunmasını yaptı.

İddia olunan Ergenekon terör örgütünün ara yöneticisi olmakla suçlanan Özoğlu, hakkındaki iddiaları reddetti.

Özoğlu, sahibi olduğu yayınevinde 400 civarında kitap yayınladıklarını belirterek, bu kitapların 399’unun görevli ve emekli askerler tarafından yazıldığını, bunların harp akademilerinde ders kitabı olarak okutulduğunu ileri sürdü.

Durmuş Ali Özoğlu, darbeci olduğu iddialarına ilginç bir cevap verdi.

"AK Parti İktidarının Devrilmesini İstiyorum"

Durmuş Ali Özoğlu, sorgusunda "Ben, AK Parti iktidarının devrilmesini istiyorum. ’Devrilsin’ deyince, darbe yapmayı mı diyorum? Bunu çıktığım televizyon programlarında, üniversitelerdeki toplantılarda söylüyorum. Aynı şeyi Ecevit hükümeti için de söylüyorum. Ben eleştirmenim. Ben bu ülkenin aydınıyım, yazarıyım." dedi.
aktifhaber

Ergenekon, Uzaktan Zihin Kontrolü Ve Muhterem Doktorlar!
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
22 Şubat 2010

Bugünkü yazım her zamankinden biraz daha uzun olacak. Ama baştan söyleyeyim sonuna kadar ağır ağır okuyun ve tekrar tekrar hatırlamak için saklayın. Yazımın konusu,uzaktan zihin kontrolü,parapsikoloji, telegram ve bunların günümüzdeki siyasi gelişmelerle yakın ilgisi. Önce AKŞAM gazetesinden iki haber okuyalım ve “Allah Allah rastlantıya bak” diyelim.


Haber 1:

“ Kuzey İrlanda barışını sağlayan isimlerden Lord John Alderdice, IRA deneyimlerini Genç Siviller’e anlattı: ‘Yapılacak en zor şey, tarafları bir araya getirmekti. Biz sorunları çözmedik, farklılıklarla baş etmeyi öğrendik’


IRA müzakerelerinin mimarı Lord John Alderdice, Genç Siviller Derneği’nin davetlisi olarak Ankara’da Kuzey İrlanda Barış Süreci ve Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.”

Haber 2:

“ Demokratik açılıma yeni yol haritası. Toplumsal çatışmalarda rol üstlenen Prof. Vamık Volkan devrede. Volkan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşüp tavsiyede bulundu: ‘Siyaseti sürecin dışına çıkarın’


Politik Psikoloji uzmanı Psikoanalist Prof. Vamık Volkan

Ankara’da ‘demokratik açılım’ın nabzını tuttu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Geçen hafta, Gül ve Davutoğlu’nun medyaya açıklanan programlarında yer almayan görüşmelerde, açılım çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması yönünde bir strateji ortaya çıktı.

Vamık Volkan, 17 Şubat’tan bu yana Türkiye’de. Yeni açılım sürecinin bir parçası olarak Ankara’ya gelen IRA barışının mimarı Lord John Alderdice ile aynı otelde kalan Volkan’a, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu randevularında kalabalık bir grup eşlik etti.
1979 yılından bugüne kadar dünya üzerindeki kriz bölgelerinde gayri resmi arabuluculuk rolü üstlenen Vamık Volkan’ın Ankara temasları sırasında, “Demokratik açılım sürecinde nerede yanlış yapıldı” sorusuna yanıt arandı.

Vamık Volkan’ın muhataplarına, “Çalışmalar sırasında işin içine siyasetin girmemesi” yönünde telkinde bulunduğu öğrenildi. Volkan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir yol haritası izlenmesi gerektiğini de belirtti. Açılım çalışmalarının hükümet eliyle götürülmesini de eleştiren Vo


En son Ekim tarafından Sal Şub 23, 2010 7:51 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Şub 13, 2010 8:55 pm    Mesaj konusu: Beni Ergenekon yetiştirmedi Alıntıyla Cevap Gönder

"Beni Ergenekon yetiştirmedi"
'Keneyle suikast' iddiasında tanık olarak gösterilen İlyas Meral tüm iddiaları yalanladı

13.02.2010 15:03
'Keneyle suikast, çaycı ile darbe' iddialarının sahibi İliç Savcısı'nın gösterdiği tanık yalanlıyor: Beni Ergenekon yetiştirmedi. O yemekte komutanlar darbe konuşmadı, eğlendi.

Hakkında ‘rüşvet, definecilik ve aldığı borçları ödememe’ gibi suçlardan ötürü soruşturma yürüten Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’i, ‘86’ TL borç taktığı çaycıyı, kendisini şikâyet eden bir esnafı ‘Ergenekoncu’ olmakla suçlayan İliç Savcısı Bayram Bozkurt’u, gösterdiği tek tanık da yalanlıyor. İlyas Meral, kendisine Bayram Bozkurt’un boş kâğıt imzalattığını, darbe konuşmalarının yapıldığı öne sürülen yemekte halay çekildiğini, darbeden bahsedilmediğini anlattı. Meral, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner aleyhine Adalet Başmüfettişliği’ne verilen ifadenin kendisine ait olmadığını söylüyor. Meral Radikal’in sorularını yanıtladı.

Bayram Bozkurt’u tanır mısınız?
Bozkurt’u, Yaşar Baş (Erzincan’da gözaltına alınan tutuksuz yargılanmak üzere bırakılan Erzincan Avcılar Derneği Başkanı) aracılığıyla tanıştım. Görüşmemiz toplasan üç keredir, belki 20 gün içerisinde. Çünkü ben Ankara’ya yerleştim.

Ne zaman?
2007’nin Ekim ayı mıydı, 2008’in başı mı. Bu geldi Ankara’ya. Bir hafta sonuydu. Dedi ki, “Sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya geldik. Erzindan’da oynanan oyunları bertaraf için bildiri yayımlanacak. İmza verir misin?”

Bozkurt mu söyledi?
Evet, yanında iki kişi. Tanımam bilmem.

Neden buna öncülük ediyor?
Bilmiyorum. Beni götürdüler bir binaya. Yazdıkları şeyi bile okumadım. Çünkü adam savcı. Yanındakilerin şekli şemali düzgün. Resmi bina gibi. Yüksek. Konya yolunda.

Ne imzalatıldı?
A4 kâğıdına, ismim üzerine imza attırdılar. Türkiye’ye yabancı ellerin uzandığını, kirli emeller peşinde olduklarını, bunu Erzincan’dan başlatacaklarını, bunlara karşı dik durmamız gerektiğini... Dedim ki, “Erzincan için yapılacak bir şey varsa her zaman arkasında dururum.” Bu da devletin savcısı. İmzamı attım. 15-20 gün önce Yaşar Baş aradı, “Müfettişe ifade vermişin. Başsavcı rüşvet almış, sen de görmüşsün” dedi. Dedim ki, “İfade vermedim.”

Siz 26 Nisan 2009’da Başmüfettiş Ali Eryılmaz’a ifade vermediniz mi?
Hayır. Kimseye ifade vermedim. (Meral’in Erzincan Başsavcısı hakkında rüşvet aldığı iddiasıyla ihbarda bulunmuş ve bunun Adalet müfettişince dikkate alınmaması üzerine hakkında yalan beyandan soruşturma başlatılmıştı.)

Savcı Bozkurt, sizin Ergenekon tarafından yetimhaneden alınarak yetiştirildiğinizi, örgütün bilgi, silah ve uyuşturucusunu taşıdığınızı ileri sürüyor.
Yaa ne alakası var! .

Ergenekon’un bilgi, silah ve uyuşturucusunu taşıdınız mı?
(Gülüyor)
Gerçekten soruyorum.
Beni tanısaydınız siz de gülerdiniz. Neyi taşıyabilirim... Ehliyeti bile altı ay önce aldım.

Bir de, çok şey bildiğiniz için infaz edileceğinizi söylemişsiniz. Doğru mudur?
Olayın devamını anlatsam, zırvalığı... İmza attık geldik. Saat 19.30 muydu... Bu (Bayram Bozkurt’u kastediyor) tekrar aradı. Anıttepe Futbol Sahası’nda buluştuk. Yanında ihtiyar bir adam. O adam, “Ben emekli savcıyım, Ergenekon‘u takip ediyorum. Senin hakkında bilgi aldık” dedi. Erzincan’da Bozkurt’la beraber, o akşamki yemeğe şahit olan herkesi öldüreceklermiş. Hayatım tehlikedeymiş. “Sana koruma isteyelim mi” dedi. “Neye şahit oldum ki, koruma isteyeyim?” dedim.

Böyle bir yemek var mı? (İliç Savcısı Bozkurt, İlyas Meral ile askerlerin katıldığı bir yemeğe katıldıklarını, askerlerin üç aşamalı bir darbe planından bahsettiklerini anlatıyordu.)
Var. Sohbet edildi, türküler söylendi, içildi, eğlenildi... Dedim, “Neye şahit oldum ki?” Dedi ki, “Sen gene de savcıyla bir görüş.”

Hangi savcıyla?
Osman Şanal’la. Bir ankesörlü kulubeye götürdüler. Şanal olup olmadığını bilmiyorum. Savcı diyor ki “Tanıklık yapar mısın Seni korumaya alacağız. Kimse dokunamaz.” Dedim, “Ne biliyorum ki? Hiçbir şey bilmiyorum.” Sonra kapattı. Sadece o zaman görüştüm.

Nasıl bir yemek bu?
Şenol Bozkurt (Soruşturma kapsamında tutuklandı) abim sayılır. Komutanlarına yemek vereceğini söyledi. Ortak tanıdığımız kafeye gittim, ihtiyaçları aldım...

Kimler vardı?
Bayram Bozkurt, Şenol Bozkurt, Yaşar Baş, Albay Nedim Ertan (Soruşturmada tutuklandı) vardı. Diğerlerini tanımıyorum. Türkü söylendi, eğlenildi. Ben garsonluk yaptım..

Bayram bey de eğlendi mi?
O da içti.

Peki, darbe konuşuldu mu?
Ne böyle bir şey duydum, ne şahit oldum. Sadece albaylardan biri, “Korkuyoruz ki evimizde bir mermi bulundurak. Adamlar onu şey yapıp bizi içeri atacaklar” dedi.

Bayram Bozkurt ne sıfatla çağrılmıştı?
Şenol Bozkurt’la arkadaştılar.

İddiaya göre gizleniyormuşsunuz. Bozkurt, sizi Ankara’ya göndermiş...
Ya kendine hayrı var mı ki, millete hayrı olsun. Ben KPSS kursu için Ankara’ya geldim.

Radikal’de dün ‘Keneyle suikast, çaycıyla darbe’ manşetiyle yayımlanmış olan haberde İliç Savcısı Bozkurt hakkındaki fezlekede adı geçenlerden MHP İlçe Başkanı İshak Kaçmaz, öne sürüldüğü gibi, Bozkurt’la türbede kazı yapmadıklarını, aksine bu ihbarı kendisinin yaptığını belirtti. Fezlekede, Bozkurt’un borç alıp vermediği belirtilen AKP İlçe Başkanı Mustafa Gürbüz de söz konusu borcun alındıktan bir hafta ödendiğini belirtti.

RADİKAL

BAŞBUĞ'UN ELİNDEKİ BELGELER İLYAS MERAL'E Mİ AİT?
A. Metin Akpınar
15.02.2010 11:44

Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ Haber Türk’den Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya söylediği bir söz medyada büyük yankı uyandırdı. Orgenerel Başbuğ, “ Bizim de elimizde pek çok bilgi var. Bunları açıklamak zorunda kalacağız” demiş.

Şimdi medyada Orgeneral Başbuğ’un bu sözleri tartışılıyor. Genel kanı, Başbuğ’un elindeki bilgileri başbakana ilettiği, ancak bu bilgilerin gereğinin yapılmadığı şeklindedir. Belli ki Başbuğ gazeteciler aracılığı ile başbakana, “size ilettiğimiz bilgilerin gereğini siz yapmazsanız, biz yaparız” mesajını iletmiştir.

Büyük bir ihtimalle ordunun elindeki bilgiler halen devam etmekte olan TSK personeli ile ilgili soruşturmalar, ya da davalarla ilgilidir. O zaman insanın aklına şu soru geliyor. TSK elindeki bilgileri neden doğrudan ilgili savcılara, ya da hakimlere ulaştırmıyor?

İlk akla gelen olasılık, TSK’nın elindeki bilgilerin o savcıların ve/veya hakimlerin TSK’ya karşı yürütülen asimetrik psikolojik savaşın içinde yer aldığını göstermesidir.

Bu durumda TSK ne yapar? Başbakanı bilgilendirir, o savcılarla ve hakimlerle ilgili Adalet Bakanlığı müfettişlerinin görevlendirilmesini, o savcıların incelenmesini, görevini kötüye kullanan, belli bir cemaate hizmet eden savcıların ve hakimlerin görevden alınmasını bekler.

Eğer başbakan bunu yapmamışsa ne olur? TSK, yargıya müdahale ediliyor, yaygarası kopacağını bildiği için, elindeki bilgileri doğrudan kamuoyuna sunmak yerine, bu bilgileri medyaya sızdırmayı tercih edebilir.

Beni bu düşüncelere sevkeden çok önemli bir haber yer aldı medyada. Haberi Radikal’in internet sayfasında gördüm, NTV’de seyrettim. Bu haber neydi?

Erzurum baş savcılığı, Erzincan Başsavcısı ve bazı askerler aleyhine soruşturma başlatmış, eski Erzincan Bölge Jandarma komutanı, diğer bazı askerler ve bazı esnaf soruşturulmuş, bir bölümü de tutuklanmış. Bu soruşturmada en önemli tanık, rüşvet almak ve görevini kötüye kullanmak türünden suçlamalarla Erzincan baş savcısı tarafından hakkında dava açılan İliç savcısıymış.

İliç savcısı kendisine dava açan Erzincan savcısını, şu anda tutuklu bulunan dönemin Erzincan Bölge Jandarma komutanını, bazı diğer askerleri ve kendi aleyhine tanıklık eden esnafı, Ergenekoncu, ya da Jitem’ci olmakla suçlamış; Ergenekon tarafından öldürülmek istendiğini, arabasına kene bile konduğunu iddia etmiş. Esnaftan borç aldığı iddialarını reddeden İliç savcısını AKP ilçe başkanı bile, “evet, benden de borç aldı, ama sonra geri ödedi” diyerek yalanlamış.

İliç savcısı iddialarının önemli bir bölümünü İlyas Meral isminde bir vatandaşın tanıklığına dayandırmış. Bu tanıklık Erzurum Başsavcısı tarafından kullanılmış, tutuklamaların gerekçesi olmuş.

Ancak, Ankara’da ortaya çıkan İlyas Meral gazetecilere şunları söylemiş.

“İliç savcısı beni Ankara’da buldu, asılsız şeylerde bulundu. Erzincan'da birtakım olayların geliştiğini, Erzincan üzerinde oyunlar oynandığını, bunları bertaraf etmek için Sivil Toplum Kuruluşlarının el ele verdiğini, bunun altında benim de imzamın olması gerektiğini söyledi. Getirdiler, ben de imza attım, bununla da başsavcı hakkında tanıklık da yer almış."

İlyas Meral, Erzurum Başsavcısı tarafından tanığı olduğu iddia edilen olayların aslında tanığı olmadığını söylüyor. Ama onun sözde tanıklığıyla bazı insanlar şu anda tutuklu.

İlyas Meral’in aslında söylediği şu: İliç savcısının da yardımıyla Erzurum başsavcısı, askerler, Erzincan başsavcısı ve savcı İliç aleyhinde tanıklık eden esnaf hakkında sahte delil oluşturdu.

Bu çok vahim bir durum. Adalet Bakanlığı müfettişlerinin gerçeği ortaya çıkarmak için hemen harekete geçmesi, kuşkuların ortadan kaldırılması gerekmez mi? Sahte delil üreten bir merkez varsa, bu merkezin ortaya çıkarılması gerekmez mi?

İnsan sormadan edemiyor. Yoksa Orgeneral İlker Başbuğ’un kamuoyuna açıklarız dediği bilgilerden bir bölümü İlyas Meral’in gazetecilere anlattıkları mı?

Odatv.com



SAÇAN'DAN İLGİNÇ TALEP

13 Şubat 2010 07:00
'Ergenekon' davası sanığı Adil Serdar Saçan, kendisi dahil bazı sanıklar hakkında porno CD bulundurmak iddiasıyla dava açıldığını ya da suç duyurusunda bulunulduğunu belirterek, kaç kişi hakkında böyle bir işlem yapıldığını sordu.
Taraf gazetesine Balyoz darbe planının bavulla geldiğini belirten tutuklu sanık Mustafa Balbay, bunların çok tartışmalı belgeler olduğunu, ancak bu haberin bir gazetecilik başarısı olduğunu söyledi. Belgelerin geldiği gazetecinin savcılık tarafından tanık olarak dinlendiğini anlatan Balbay, kendisinin de ancak Ergenekon davasının tanığı olabileceğini ileri sürdü.

Balbay, kendisinde ele geçirilen notlarla ilgili olarak "Notlarda benimle ilgili bir tek kelime yok. Başka insanların ne dediği yazıyor. Benden ele geçirilen belgeler bırakın bir bavulu, küçük bir çantaya bile sığacak kadar az." diye konuştu. Sanık Balbay, içerisinde kendisi dahil bazı gazetecilerin isimlerinin de geçtiği Balyoz eylem planıyla ilgili bütün belgeleri reddettiğini söyledi.

İntihar eden Albay Berk Erden'in cenazesinde Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'e "Albayın intiharı ile ilgili Deniz Kuvvetleri'nde bir rahatsızlık var mı? Genç subaylar rahatsız mı?" diye sorulduğunu anlatan Balbay, "Takdiri mahkemenize bırakıyorum. Gazeteci merak eder." diye konuştu.

Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmata ilişkin davanın iddianamesinde adı geçen tutuklu sanık Avukat Mustafa Levent Göktaş, Poyrazköy'ü de, SAT'çıları da görmediğini, bilmediğini söyledi. Kırıldığı gerekçesiyle sorumlular hakkında işlem yapılması için mahkeme tarafından hukuki işlem başlatılan 51 nolu DVD yüzünden tutuklu yargılandığını belirten Göktaş, "Ömrümde hiç görmediğim İlhan Selçuk ile irtibatlandırılıyorum. İlhan Selçuk'u keşke tanısaydım." dedi. Selçuk'un çok saygıdeğer bir insan olduğunu düşündüğünü belirten Göktaş, sözlerini şöyle sürdürdü: "İlhan Selçuk'un da arasında olduğu 5 sanık ile irtibatlı olduğum iddia ediliyor. TİB'den gelen telefon kayıtlarında kimseyle irtibatım çıkmadı."

Tutuklu sanık Hasan Ataman Yıldırım, kendisinde porno film ele geçirildiği yönündeki iddiaları yalanlayarak "Hiçbir şekilde porno ile ilgim yok. Benim olan flash belleklere, CD'lere porno koymuşlar. Yemin ederim hiç porno seyretmedim." şeklinde konuştu.

Tutuksuz sanık Adil Serdar Saçan da yerel mahkemede ifadesi alınmadan porno CD bulundurduğu iddiasıyla dava açıldığını tahliye olduktan sonra öğrendiğini söyledi. Başka sanıklar hakkında da porno CD'ler bulundurdukları iddiasıyla yerel mahkemeler tarafından suç duyurusunda bulunulduğunu belirten Saçan, kaç kişi hakkında böyle bir işlem yapılıp yapılmadığını öğrenmek istediğini ifade etti. Kendilerinin bu yolla karalanmaya çalışıldığını belirten Saçan, ''Porno CD koyarak ne amaçlandığını öğrenmek istiyorum.'' sözlerini kaydetti.

Yaptığı başarılı görevler nedeniyle komutanlarının kendisine, 'Bu devlet senin hakkını nasıl ödeyecek?' dediğini ifade eden Mustafa Koç, "Yüce heyetinizi tenzih ederek söylüyorum, bu devlete hakkımı helal etmeyeceğim. Biz bu mesleği adam gibi yaptık. Bu zulmü hak etmedik. Muvazzaf subay olarak kaçma ihtimalim yok. Kaçacak yerim yurdum da yok. Allah kimseyi kaçmak zorunda bırakmasın." diyerek tahliyesini istedi.
haber10

Ergenekon soruşturması kapsamında İzmir'de Foça Çıkarma Gemileri Komutanı Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar ile Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç'ın ifadeleri alınıyor...

İzmir Foça Çıkarma Gemileri Komutanı ve Güney Deniz Saha Komutanı ifade veriyor

Ergenekon soruşturması kapsamında İzmir'de Foça Çıkarma Gemileri Komutanı Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar ile Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç'ın ifadeleri alınıyor
aktifhaber

O KOMUTANLIK HANGİSİ

10.02.2010 15:15

Sabah gazetesinin birinci sayfasından bir haber:

“Amiraller kafes şüphelisi… Kafes Eylem Planı soruşturmasında İzmir’de 2 amiralin ifadesi alınacak.”

Önceki gün intihar eden Kurmay Albay Berk Erden nerede görevliydi? İzmir’de…

****

Habere göre Ergenekon Savcıları Ercan Şafak ile Murat Yönder, Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ile İzmir Foça Çıkarma Gemileri Komutanı Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar’ın “şüpheli” sıfatıyla ifadelerini alacak.

İntihar eden albay hangi komutanın kurmay heyetindeydi? Koramiral Sağdıç’ın …

Foça komutanının önem ne? Özel Kuvvetler bünyesindeki sivil – asker işbirliği alayından özel birimin bu komutanlıkta da yerinin bulunması.

****

İntihar eden Albay’ın eşiyle ilgili videoda ne söyleniyordu?

“Kocam öğrenirse Ergenekon ilişkilerini ortaya çıkarmakla tehdit ederim. Hatta sakladığı silahların yerini İzmit’teki çete arkadaşlarını bile söylerim diye düşündü.“

Albay’ın eşinin aklını okuyanlar nihai hedefi de ortaya koyuyor: “İzmit’teki çete.”

İzmit Gölcük’te Donanma Komutanlığının karargâhı bulunuyor.

****

Poyraz iddianamesiyle Kuzey Deniz Saha Komutanlığı askerleri tutuklandı, sorgulandı.

Sıra şimdi Güney Deniz Saha Komutanlığı'nda.

Güney Komutanlığı'ndan sonraki adres ise Donanma Komutanlığı…

Deniz Kuvvetleri’nin temel bir özelliği var. Dış istihbarattan ve karşı istihbarattan sorumlu kuvvet öncelikle Deniz Kuvvetleri.

****

Yazıdaki öngörüleri nasıl böyle cüretkâr biçimde kaleme aldığımızı düşünenler olabilir. Bunu da yakın dönemin tecrübeleri ile açıklamak doğru olur.

Odatv.com

Cesur Diye Övdükleri Savcıyı Şimdi Ergenekon Üyesi Olmakla Suçluyorlar

Can Ataklı
Vatan Gazetesi
17.01.2010

Önümde bir kitap duruyor.

Adı: JİTEM-Türkiye’nin Faili Meçhul Tarihi. Yazarı, Ecevit Kılıç.

Aynı zamanda Taraf Gazetesi yazarı da olan Ecevit Kılıç her yazısında darbeden söz ediyor.

(Açık İstihbarat : Ecevit Kılıç, Taraf gazetesi yazarı değildir. Yandaş medyanın Soner Yalçın'ı olarak konuşlandırılmaya çalışılan Ecevit Kılıç, son olarak yazdığı Sabah gazetesinden de ayrılmıştır.)

Bu kitabın 210’uncu sayfasında bir bölüm başlığı var.

Aynen şöyle: JİTEM’i keşfeden cesur savcı.

Ecevit Kılıç’ın “cesur savcı” olarak nitelediği kişi İlhan Cihaner.

1998 yılında İdil Cumhuriyet Savcısı olan Cihaner, bu tarihten 9 yıl önce işlenen üçlü bir cinayetin dosyasını yeniden açıyor.

1987’de Cizre Nusaybin karayolu üzerinde başlarına kurşun sıkılmış halde cesetleri bulunan üç kişinin JİTEM olarak bilinen birimin ilk cinayeti olduğu ileri sürülüyor.

Cihaner yaptığı araştırmalar sonunda cinayeti Binbaşı Cem Ersever ve ekibinin işlediği sonucuna varıyor.

Ancak “cesur” savcı Cihaner ne kadar uğraşsa da önündeki engelleri aşamıyor. Kırklareli Cezaevi’nde yatan itirafçı İbrahim Babat’ın ifadesini almak için verdiği çabalar da boşa çıkıyor.

Savcı Cihaner bunun üzerine itirafçı Babat’a sorulmak üzere 60 soru hazırlıyor. Ancak Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı bu soruların hiçbirini Babat’a sormuyor.

Çaresi kalmayan Cihaner hazırladığı dosyayı Diyarbakır DGM Başsavcılığı’na gönderiyor ve hazırladığı raporda adını vermeden JİTEM örgütünü tanımlayarak şu anda Ergenekon sanığı olan emekli Albay Arif Doğan’ın da adını vererek, örgütün bir çete olduğunu belirtiyor.

Savcı İlhan Cihaner bununla da kalmayıp JİTEM’i açığa çıkarmak için Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne de bir yazı gönderiyor.

Savcıların çok ender başvurdukları bir yöntem olan ve “değerlendirme yazısı” olarak nitelenen bu mektupta Cihaner, olayları tarihleriyle birlikte sıralayarak bu örgütün pek çok kanlı olaya imza attığını belirtiyor.

Cihaner bu konuda belge istenilen kurumlardan cevabın çok geç geldiğini ya da hiç gelmediğini de belirterek bu durumda bağlantıları ortaya çıkarmanın mümkün olmadığını söylüyor.

Sonuç olarak savcı Cihaner’in bundan 12 yıl önce başlattığı soruşturma hiçbir ilerleme kaydetmeden bugüne kadar geliyor.

Şimdi bütün bunları neden yazdım. Dikkatli okurlar sanıyorum “Cesur Savcı İlhan Cihaner” adını ilk okuduklarında anlamışlardır. Çünkü Taraf (Aİ : eski Sabah ) yazarının “cesur” olarak nitelediği savcı Cihaner şu anda Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı.

Cihaner bir süredir hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle dün gözaltına alındı. Evi ve makam odası didik didik arandı. Kendisine yöneltilen suçlama ise “Ergenekon Terör Örgütü üyesi” olmak.

Yani Ergenekon’a temel teşkil ettiği ileri sürülen JİTEM’in üzerine ilk giden savcı Cihaner bugün Ergenekon sanığı.

Cihaner düne kadar “cesur”du. Oysa aynı savcı bir dini cemaatin üzerine aynı cesaretle yürüyünce “Ergenekoncu” oluverdi.

İşte görüyor musunuz Türkiye’nin halini. Sonra ben “liberal maskeli faşistler” deyince kızıyorlar.

Kayanak: açıkistihbarat

ERGENEKON DAVASI AVUKATLARI EYLEM YAPIYOR

19.02.2010 00:35

Türkiye günlerdir yargıda yaşanan depremi konuşurken Ergenekon Davası’nın sanık avukatları bugün eyleme hazırlanıyor. Öğleden sonra gerçekleşecek oturumda avukatlardan biri davada yaşanan hukuksuzlukları anlatan ortaklaşa hazırladıkları metni okuyacak. Metnin okunmasının ardından avukatlar toplu olarak cüppelerini çıkaracak ve izleyicilerin arasına katılacak. Avukatlar bu eylemle davanın başından beri karşı karşıya olduklarını iddia ettikleri hukuksuzlukları eleştirecek.

Avukatlar, Silivri’ye mahkeme inşa edilerek davanın görülmesinden, gizliliği olan pek çok belgenin hükümete yakın medyaya sızmasına kadar hukuksal sürecin işleyişine dair pek çok eleştiri getiriyordu. Ayrıca hiçbir mahkemede olmayan, avukatlara üst araması yapılması gibi uygulamalar da avukatların tepkisini çekiyordu.

Avukatlar, bu uygulamaları protesto etmek için toplu olarak bugünkü oturumda eylem yapma kararı aldı. Yargıda yaşanan depremin olduğu günlerde Ergenekon Davası’nda yaşanacak bu eylem çok konuşulacak gibi görünüyor.

Odatv.com

Ergenekon'da Bir Tahliye Daha
Birleştirilen Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Kenan Temur, tahliye edildi..

Birleştirilen Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Kenan Temur, tahliye edildi.

Temur, "suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak" tahliye edildi.

Temur, Ergenekon savcılarından Zekeriya Öz'ün eşi ve çocuklarının koruması olarak görev yapıyordu.
aktifhaber

19 Şubat 2010
Avukatlar Duruşma Salonunu Terk Etti
İkinci Ergenekon davasının 42. duruşmasında sanık avukatları eylem yaparak duruşma salonunu terk etti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri'de görülen ikinci Ergenekon davasının 42. duruşmasında sanıkların taleplerinin alınmasının ardından sanık avukatları eylem yaparak duruşma salonunu terk etti.

Avukatlar adına bir bildiri okuyan Levent Ersöz'ün avukatı Ali Rıza Dizdar, savunma üzerindeki baskı ve engellerin kaldırılması, yargılamanın hukuka uygun ve adil bir şekilde yürütülmesini istediklerini belirtti.

Ortak metnin okunmasının ardından duruşma salonunda bulunan 28 sanık avukatı, yargılamayı protesto etmek amacıyla duruşma salonunu terk etti. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, taleplerin değerlendirilmesi için duruşmaya ara verdiğini açıkladı.

Duruşma salonundan çıkan avukatlar dışarıda açıklama yaptı.
aktifhaber

Büyük “İrtica” Senaryosu!..
Müyesser YILDIZ
muyesseryildiz@avazturk.com

19 Şubat 2010Cuma
Ahmet Taşgetiren üstat, ortaya şöyle bir cephe koyuyor; “CHP, Yargıtay, Danıştay, YARSAV, HSYK, Barolar Birliği, Başsavcılık ve MHP”…Keşke karşı cepheyi de sıralasaydı; “AKP, 2. Cumhuriyetçiler, Cemaatçiler, ABD, AB, Avrupa Konseyi, AİHM, Barzani, Talabani, Papandreu, Hristofyas” gibi!..

Nedir bu? Liboş cephenin öncü ismi, eşi AKP Milletvekili İhsan Dağı’nın söylediği gibi, “Yüz yıllık bir mesele”…Dağı’nın, dahiyane(!) çözüm önerisi ise şu; “Uluslararası dinamikler olmaksızın, Ankara sultanları yerinden oynatmak mümkün değil…Bu da ancak Türkiye’yi AB'ye demirlemekle olur.”

Dağı’yla aynı gazetede kalem oynatan cemaatin önde gelen ismi Hüseyin Gülerce de ondan farklı düşünmüyor; T.C.’ye sahip çıkanları “Cumhuriyetin ağaları” ilân ediyor…Ama T.C. karşıtı cepheye, “Manda veya cemaat ağaları” demeye dili varmadığından, “demokrasi cephesi” yıldızını takıyor. Bu “son viraj”mış, “beraberlik ihtimali yok”muş ve “statüko kaybedecek, demokrasi kazanacak”mış!..

Soros’un temsilcisi de, “Eski rejimin son kalelerinden biri daha yıkılıyor” diye ellerini ovuşturuyor…

Ne işbirliği ama?!..ABD, bu son yıkımın neresinde diye merak ediyordum. Hürriyet’ten Tufan Türenç yazdı. İliç İlçesi’ndeki bir altın madeni işinde ABD varmış ve ortağı AKP’ye yakın kişilermiş. Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in bu konuda hazırladığı dosya, fincancı katırlarını iki kez ürkütmüş.

Yargı depremine yol açan olaylarda da büyük bir “ittifakın kurgusu” ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Dursun Çiçek imzalı olduğu öne sürülen İrtica Eylem Planı, Taraf Gazetesi’nce ortaya çıkarılmadan aylar önce Fethullah Gülen’in, “Bize komplo kurabilirler” öngörüsünü düşünün…Bir de Başbakan Erdoğan’a çok yakın olan Sanayi Bakanı Nihat Ergün’ün, Erzincan olayı patlak vermeden çok önce, İrtica Eylem Planı için “Belki bunun çapı genişleyecek” demesini…
Galiba Erzincan, o “kurgu”nun son noktası!..Bunu nereden mi çıkarıyorum. AKP’lilerin konuşmalarından…Erzincan’daki soruşturmaya A’den Z’ye, hem de çok çok önceden vakıf oldukları öyle belli ki!..

Somut bilgiler de akıyor. Özetleyeyim; Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner daha işin başında, soruşturma için 81 il emniyetine yazı yazıp, yardım ister –gizli saklı iş çeviren biri bunu yapar mı?- . Bir Emniyetçi, “Bu nedir?” diye sorup, soruşturur, neticede konu hükümete kadar intikal ettirilir. Cihaner’e karşı “yargı operasyonu” başlar. Ama eller hala güçlü değildir. Ne zaman ki, “İrtica Eylem Planı” ortaya çıkar, işte ondan sonra Bakan Ergün’ün ifadesiyle, “İşin çapı genişlemeye” başlar. Olaya resmen Adalet Bakanlığı el koyar.

Etkili bir ismin ifadesiyle, “İrtica eylem planı ele geçirilince, Erzincan Savcısı’nın yürüttüğü soruşturmayı da, irtica iddialarını çökertmenin de dayanağı bulunmuş olur”.

Eğer böyleyse, “İrtica Eylem Planı” için “TSK’nın bir takım çalışmaları revizeden geçirildi” ya da “bu belge imal edildi” iddiasında bulunanlar haklı çıkmış olmuyor mu?

Kurgu veya gerçek, sonuca bakarsak; ucu Fethullah Gülen’e uzanan büyük bir soruşturma, daha geniş anlamda da, “irtica ile mücadele” çökertildi mi? Çökertildi…

Daha önemlisi, önce TSK, sonra Yargı “vesayetine” savaş açanlar, “Cemaat- Tarikat Vesayetini” ilân ve kabul ettiler mi? Ettiler…

İşte “Demokrasi ağaları”nın, 70 milyona reva gördüğü kader!..
avaztürk

SALDIRAY BERK NEDEN HEDEF ALINDI
Hakan UTKAN

Onu diğer komutanlardan ayıran bir şey var

21.02.2010 11:42
Ergenekon Operasyonu’nda evleri basılanların, gözaltına alınanların ve tutuklananların hemen hepsinin ortak bir özelliği vardı. Türkiye’nin Atlantik ekseninden kopmasını, NATO’dan çıkmasını, AB üyelik hedefinden vazgeçmesini ve IMF ile olan ilişkisini bitirmesini istiyorlardı. Bu isimlere göre Türkiye, Avrasya ekseninde, Çin, Rusya, İran ve Orta Asya’daki Türkî cumhuriyetlerle yeni bir ittifak kurmalıydı.
Örneğin eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, bu isteğini yüksek sesle ifade etmişti. Örneğin Şener Eruygur ADD’nin başına geçtikten sonra bu eksen kaymasını savunmaya başlamıştı. Örneğin Erol Manisalı bütün bir entelektüel mesaisini bu hedefe yönelik olarak harcayan bir akademisyendi. Örneğin Doğu Perinçek çok uzunca bir süredir “Avrasya Seçeneği”ni savunuyordu.
Operasyonun bulaştığı Yalçın Küçük ya da Merdan Yanardağ gibi isimler ise, zaten dünya görüşleri olan sosyalizm nedeniyle, NATO, ABD ve emperyalizm karşıtıydılar, dolayısıyla onlar da içerde ve dışarıda bir eksen kaymasından yanaydılar.
Üstelik Cumhuriyet Mitingleri Türkiye’nin Atlantik ekseninden çıkmasını isteyen güçlerin, hızla kitleselleşebileceğini de gösteriyordu. Mitinglerdeki yüz binler, hep bir ağızdan “ne ABD ne AB, Tam Bağımsız Türkiye” sloganını atıyorlardı.
İşte bu noktada dışarıdaki ve içerideki Atlantikçi güçler, hem Türkiye’nin emperyalist planlar doğrultusunda dönüştürülmesine karşı durabileceklerini hem de bir eksen kaymasına neden olabileceklerini düşündükleri hedeflere yönelik bir tasfiye operasyonuna giriştiler. Birinci cumhuriyetin yıkılıp ikincisinin kurulması için bu güçlerin engel olmaktan çıkarılması gerekiyordu.
Bu söylediklerimiz ışığında “neden 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk hedef tahtasında” sorusunu sorabiliriz.
Öncelikle komutanlığı Erzincan'da bulunan 3.Ordu’nun geçmişte Sovyetler Birliği’ne karşı kurulduğunu, şimdi ise Gürcistan ve Ermenistan sınırlarını koruduğunu bilmemiz gerekiyor; ABD’nin her daim yakından ilgilendiğini ve önemsediğini tahmin edebiliriz.
3.Ordu’nun şimdiki komutanı Saldıray Berk ise biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla, 2.Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Özel’le birlikte, NATO’da görev yapmamış iki komutandan biridir.
Berk, NATO’da görev yapmadığı gibi, yine biyografisine bakıldığında görülebileceği üzere, Moskova Kara Ataşeliği ve Bakü Silahlı Kuvvetler Ataşeliği görevlerinde de bulunmuştur. Ayrıca Berk, TSK bünyesindeki Rusça bilen az sayıda isimlerden biridir.
Saldıray Berk, cemaate yönelik Erzincan’daki soruşturma bağlamında hedef tahtasına yerleştirilmiş olabilir ama tek neden bu olmamalıdır; Berk NATO’cu değildir ve biyografisinden ve hakkında yazılanlardan Avrasyacı fikriyata yakın Kemalist bir paşa olduğu sonucuna varılmaktadır.
Türkiye’nin Rusya’ya en yakın sınırlarını Rusya düşmanı ve NATO’cu olmayan bir paşa tarafından komuta edilen bir ordunun savunmasına ABD’nin sessiz kalması söz konusu olamaz.
Bunlar göz önüne alındığında, Atlantikçi güçlerin ve onların içerideki işbirlikçilerinin Berk’i hedef seçmiş olmalarında şaşırtıcı bir yan bulunmamaktadır.
Odatv.com

İŞTE OLAYLARIN ALTINDAKİ GERÇEK HESAPLAŞMA
Barış Terkoğlu
21.02.2010 19:19

Türkiye geçen hafta yargıda yaşanan depremle sarsıldı. Bir süredir cemaat soruşturmasını yürüten Erzincan Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner’in yürüttüğü soruşturma önce Erzurum Savcılığı tarafından elinden alındı, sonra İlhan Cihaner, Ergenekon Davası’na dahil edilerek tutuklandı. Bu gelişmeleri herkes biliyor. Ancak basının atladığı bir ayrıntı var.

Mesele İsmailağa mı?

İlhan Cihaner’in tutuklanmasına neden olan dosya basında sıkça İsmailağa olarak yazıldı. Cihaner’in İsmailağa soruşturmasını sürdürdüğü için tutuklandığı iddia edildi. Oysa Cihaner bu soruşturmayı yaklaşık 3 yıldır yürütüyordu. Her ne kadar soruşturma gizlilik içinde yürütülse de telefonların dinlendiği, jandarmanın baskınlar düzenlediği bir soruşturma Türkiye’nin mevcut yapılanması içerisinde ne kadar gizli tutulabilir?
İşte bu noktada şu soruyu sormamız gerekiyor. “Acaba İlhan Cihaner İsmailağa Soruşturması nedeniyle değil başka bir soruşturma nedeniyle mi tutuklandı? İsmailağa Cihaner’in dokunduğu bir başka noktayı perdelemek için mi kullanılıyor?”

İsterseniz burada bunun cevabını arayalım…

Gülen cemaatini soruşturuyordu

İlhan Cihaner, 2007 yılında başladığı soruşturmanın dışında geçen yıl Fethullah Gülen Cemaatine ilişkin bir soruşturmayı da başlatmıştı. Cihaner’in Gülen cemaatine yönelik soruşturma yürüttüğü bilgisi 4 Aralık 2009 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde Ali Dağlar tarafından haberleştirilmişti. Nitekim Odatv’de de aynı gün konu üzerine ayrıntılı bir analiz yazısı yayınlanmıştı. (http://www.odatv.com/n.php?n=cemaate-dokununca-basina-gelmeyen-kalmadi-0412091200)
Kısacası soru şu: “İlhan Cihaner, Gülen cemaatini soruşturduğu için mi tutuklandı?”.
Bu soruyu sormamızın ilk nedeni Cihaner’in Gülen Cemaati’ne dokunmasıyla beraber önce soruşturmaya el konulması, ardından imar ihtilafı da dahil olmak üzere 26 yıl hapisle yargılanması, daha sonra Ergenekon üyesi olmakla itham edilerek tutuklanması.
İsterseniz bu tezi destekleyen bazı gelişmeleri ele alalım.

İrticayla Mücadele Eylem Planı

Bunlardan ilki elbette aylarca fırtınalar koparan İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesi. İlhan Cihaner soruşturmayı bu belgeden feyz alarak başlatmakla suçlanıyor. İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesi doğru ise belgenin hedef aldığı tek bir cemaat var: Fethullah Gülen Cemaati. Cihaner’in soruşturmasını bu belge ile ilişkilendirenler doğal olarak Cihaner’in Gülen cemaatini hedef almış olmasının kendilerini harekete geçirdiğini kabul ediyor.

Bunun ötesinde yetkisi elinden alınan Erzurum Cumhuriyet Başsavcısı Osman Şanal’ın da Cihaner’e sorduğu sorularda bu izi takip etmek mümkün. Şanal, Cihaner’e adı İrticayla Mücadele Eylem Planı ile gündeme gelen Albay Dursun Çiçek’i tanıyıp tanımadığını soruyor. Şanal’ın sorusunu dayandırdığı gizli tanık ifadesine göre Albay Dursun Çiçek 2009 yılında İlhan Cihaner’i ziyaret etti. Şanal’ın sorgudaki iddiası Cihaner’in cemaat soruşturması talimatını Dursun Çiçek’ten almış olması. Albay Dursun Çiçek’in emri ile Cihaner’in soruşturmayı başlattığını söylemek, Cihaner’in tutuklanmasının nedenini Gülen Cemaati’ne soruşturma açılması olarak anlaşılmasına neden oluyor.

Dikkat çeken kronoloji

İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın Taraf’ta yayınlanmasına giden sürece baktığımızda dikkat çeken bir sıralama ile karşılaşıyoruz.
9 Şubat 2009 tarihinde İlhan Cihaner, İsmailağa dışında kalan cemaatlerin dosyasını resmen açtı. Bu tarihten itibaren adım adım Gülen cemaati soruşturma kapsamına girdi.
14 Nisan 2009'da İlker Başbuğ Hava Harp Akademileri'nde verdiği brifingte örtülü bir dille Fethullah Gülen cemaatini hedef aldı. Konuşma cemaatin yayın organlarında tepkiyle karşılandı.
Başbuğ’un konuşmasına denk düşen bir tarih daha vardı.
Fethullah Gülen, 8 Nisan 2009'da, www.herkul.org sitesinde: “Allah korusun... Bizden görünen kişilerin ellerine de kaleşnikofları verirler. İki yerde eylem yaptırıp, ‘Demek ki, fırsat bulunca bunlar da silâha sarılabilir', derler. Çuvaldızı bile olmayan insanlara, terörist damgası vurmak isteyebilirler” diyordu.
Bu tarihlerde İlhan Cihaner, Fethullah Gülen soruşturması üzerinde çalışıyordu. Soruşturma derinleşerek cemaatin devlet içinde örgütlü olduğu artık herkesçe kabul gören gücünü hedef alacaktı.

Ancak önce 12 Haziran 2009 tarihinde Taraf Gazetesi gerçekliği halen tartışmalı olan bir plan yayınladı. İrticayla Mücadele Eylem Planı adı verilen belgenin içeriği “Gülen cemaatine komplo yaparak cemaati çökertmek” üzerine kuruluydu. Rapor, her ne kadar cemaatin tepkisiyle karşılansa da sonuçları itibariyle tek bir şeye yol açtı. İrticayla mücadele neredeyse suç haline getirildi. Devlet içinde irticai örgütlenmelere karşı atılan her adım Ergenekon şemsiyesinin içerisine sokuldu. Kısacası planın ortaya çıkışı Gülen Cemaati’nin ve devlet içerisindeki örgütlenmesinin meşruiyetini neredeyse tartışılmaz kıldı.
İşte bunun ardından cemaatin irticai örgütlenmesine karşı atılan her adım polis kovuşturmasıyla karşılandı. İlhan Cihaner’in yaptığı cemaat soruşturması bu belge kapsamında değerlendirilerek, Cihaner’in elinden önce dosya alındı sonra da tutuklandı.

İsmailağa perdesi

İsmailağa soruşturması bu aşamada perde görevi gördü. Cihaner’in İsmailağa soruşturmasını sürdürdüğü bilinen bir gerçekti. Ancak Gülen Cemaati hakkında yapılan soruşturmaya karşı harekete geçenler Gülen’in adını telaffuz etmediler. Bu sayede hem Gülen üzerinden yaşanan bir hesaplaşma gizlendi, hem de İsmailağa içerisinde yaşanan çatışmada bir kale ele geçirildi. İsmailağa içerisinde Cüppeli Ahmet Hoca’nın başını çektiği AKP’ye muhalif kesime karşı hükümete yakın Furkan Dergisi’nin yürüttüğü kampanyanın yelkenleri bu soruşturma sayesinde şişirildi. İsmailağa çevresi, hükümete ve cemaatin örgütlü gücüne korkutularak yaklaştırıldı.

Osman Şanal, soruşturma sürecinde militan bir hukukçu portresi çizdi. Yetkileri alınan Şanal, bunu bilmesine rağmen tebligat eline ulaşmadan dosyayı İstanbul’a gönderdi. Bu tür uygulamalar Şanal’ın motivasyonunu tartışılır kıldı. Bu motivasyonun kaynağı neydi?
O kaynak Şanal’ın genç bir hukukçuyken kaldığı evler olabilir mi?

Odatv.com

Ergenekon, Uzaktan Zihin Kontrolü Ve Muhterem Doktorlar!
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
22 Şubat 2010

Bugünkü yazım her zamankinden biraz daha uzun olacak. Ama baştan söyleyeyim sonuna kadar ağır ağır okuyun ve tekrar tekrar hatırlamak için saklayın. Yazımın konusu,uzaktan zihin kontrolü,parapsikoloji, telegram ve bunların günümüzdeki siyasi gelişmelerle yakın ilgisi. Önce AKŞAM gazetesinden iki haber okuyalım ve “Allah Allah rastlantıya bak” diyelim.


Haber 1:

“ Kuzey İrlanda barışını sağlayan isimlerden Lord John Alderdice, IRA deneyimlerini Genç Siviller’e anlattı: ‘Yapılacak en zor şey, tarafları bir araya getirmekti. Biz sorunları çözmedik, farklılıklarla baş etmeyi öğrendik’


IRA müzakerelerinin mimarı Lord John Alderdice, Genç Siviller Derneği’nin davetlisi olarak Ankara’da Kuzey İrlanda Barış Süreci ve Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.”

Haber 2:

“ Demokratik açılıma yeni yol haritası. Toplumsal çatışmalarda rol üstlenen Prof. Vamık Volkan devrede. Volkan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşüp tavsiyede bulundu: ‘Siyaseti sürecin dışına çıkarın’


Politik Psikoloji uzmanı Psikoanalist Prof. Vamık Volkan

Ankara’da ‘demokratik açılım’ın nabzını tuttu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Geçen hafta, Gül ve Davutoğlu’nun medyaya açıklanan programlarında yer almayan görüşmelerde, açılım çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması yönünde bir strateji ortaya çıktı.

Vamık Volkan, 17 Şubat’tan bu yana Türkiye’de. Yeni açılım sürecinin bir parçası olarak Ankara’ya gelen IRA barışının mimarı Lord John Alderdice ile aynı otelde kalan Volkan’a, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu randevularında kalabalık bir grup eşlik etti.
1979 yılından bugüne kadar dünya üzerindeki kriz bölgelerinde gayri resmi arabuluculuk rolü üstlenen Vamık Volkan’ın Ankara temasları sırasında, “Demokratik açılım sürecinde nerede yanlış yapıldı” sorusuna yanıt arandı.

Vamık Volkan’ın muhataplarına, “Çalışmalar sırasında işin içine siyasetin girmemesi” yönünde telkinde bulunduğu öğrenildi. Volkan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir yol haritası izlenmesi gerektiğini de belirtti. Açılım çalışmalarının hükümet eliyle götürülmesini de eleştiren Volkan, sürecin bu nedenle kesintiye uğradığını savundu ve hükümet dışı sivil organizasyonların devreye girmesi gerektiğinin altını çizdi.


“Gül iyi biliyor”

Volkan’ın, geçtiğimiz hafta yaptığı görüşmelerin ardından, “Demokratik Açılım” çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması stratejisinin benimsendiği ve bu yönde adımlar atılacağı öğrenildi.

Vamık Volkan’ın temasları sonrasında, Cumhurbaşkanı Gül’le ilgili önemli bir değerlendirme yaptı. Volkan, yakın çevresine “Kürt meselesini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iyi bildiğini” söyledi. Vamık Volkan, çarşambaya kadar temaslarını sürdürecek. Yarın İstanbul’da Ekopolitik toplantısına katılacak.

Prof. Vamık Volkan, demokratik açılım sürecinin hangi eksene oturması gerektiğini anlattı, ‘siyasetsiz süreç’in ipuçlarını verdi. Tercüman gazetesinden Lale Şıvgın’ın sorularını yanıtlayan Volkan, 35 yıldır çatışma alanları üzerinde çalıştığını hatırlattı.

Apo’nun muhatap alınması taleplerini değerlendiren Volkan “Süreç politika dışı olmalı. Öcalan’ı dahil ettiğin zaman bu iş biter” dedi. Başbakan Erdoğan’ın ve muhalefetin uzakta durması gerektiğini savunan Volkan’ın görüşleri şöyle:

“Tamamen politikacılar dışında 20-30 kişilik bir grup olmalı. Kürt de katılsın Türk de. Özellikle kadınlar bulunmalı. Ne yapılması gerektiğini kimse söylemesin. Atılacak adımlar sürecin sonunda ortaya çıksın. Biz Estonya’da 30 kişiydik. 7 yıl sürdü görüşmeler. Medyadan gizli yaptık. Toplantılar gizli değildi ama medya her adımı izlemiyordu. Böylece yapılan iş politize olmadı.”

Evet, haberleri okudunuz ! Gördüğünüz gibi bağlantılar çok net. Vamık Volkan’ın Beyaz Saray ve Pentagon’un psikoloji danışmanı olduğu söyleniyor.Ama bilinen çok net bir gerçek var Volkan’ı bütün ABD yönetimi çok seviyor.Abdullah Gül de çok sever.

Gelelim şimdi işin “alakaya çay demle” faslına.

Hatırlar mısınız? Koalisyon hükümeti sırasında cezaevlerine yapılan büyük operasyonları. Operasyonun adı “Hayata Dönüş” tü ama zayiat da verilmişti . Bu operasyon öncesinde Türkiye’de çok gizli yapılan bir deney vardı. ABD’li uzmanlar ile Genelkurmay Başkanlığı, cezaevlerinde mahkumlar üzerinde uzaktan zihin kontrolü ile ilgili deneyler yapıyordu.

Bu deneyin canlı şahidi ise şu anda Ergenekon davasından Silivri de yatan emekli binbaşı Fikret Emek. ABD’li uzmanlar Fikret Emek ve Genelkurmay Başkanlığı’nın görevlendirdiği diğer subaylara uzaktan zihin kontrolü yöntemi ile insanlar neler yaptırabileceklerini aktardılar. Hatta bazılarını tatbikatları ile gösterdiler. ABD’lilerin tek bir sıkıntısı vardı; “Dünyanın çeşitli yerlerinde yaptıkları deneylerde insanları gerek uyurken gerekse uyanıkken istedikleri gibi kontrol edebiliyor ve yönlendirebiliyorlardı. Fakat Türklerde bir sıkıntı vardı. Türklere uyurken zihin kontrol yöntemi başarılı oluyor fakat uyanıkken hiç bir şey yaptıramıyorlardı.” Bunun için de yardım talep ettiler(hatırlayın Hayata Dönüş operasyonları hep gece gerçekleşmişti) Ama, talepleri ve yaptıkları deneylerden oldukça rahatsız olan Fikret Emek ve diğer subayların kuşkulu yaklaşımlarından sonra ABD’liler pılı pırtıyı toplayıp geri gittiler.

ABD’liler sonradan bu deneyleri nereye kadar götürdüler bilemeyiz. Ama yaptıkları bir şey daha vardı; Telegram (seslerle ve renklerle zihin kontrolüne yarar) denen teknolojinin alet ve edevatlarını AKP’yi çok seven fakat şimdilerde biraz kabuğuna çekilen bir cemaat televizyonu vasıtasıyla Türkiye’ye soktular . Daha sonra bu telegram teknikleri bazı cemaat kanallarının çok sevilen dizi ve programları ile prime time TV’lerin rayting rekorları kıran dizilerde kullanıldı.

Evet, medyada büyük yer alan iki süper ziyaretçimizden Vamık Volkan’ı kısaca anlatmıştık.Lord John Alderdice’nin de asıl mesleği de doktorluk ve psikiyatri.Başbakanda birden bire sanatçılara düştü.
Para psikoloji alanında uzman isimlerin Türkiye’ye gelişleri artık açıktan gösteriliyor. Hepsi de İngiliz ve ABD referanslı. Haberleri de size alt alta koyup okuttum. Türk milletinin TV dizilerine düşkünlüğü de malum.Sektörün biraz içinde olduğum için biliyorum.Bir dünya dizi ve maliyetleri çok yüksek.Özel TV’lerin piyasaya para ödemelerindeki durum ise oldukça vahim.Ama bu yüksek maliyetli dizlerin yapımı ve gösterimi tam gaz gidiyor.

Yazımı biraz daha ileri götürürsem bana da kolayca “paranoyak” damgasını vururlar. Ama siz gene de bu söylediklerimi unutmayın. Bu aralar dinlediklerinize ve izlediklerinize daha da dikkat edin.

avaztürk

Kasaptaki Ete Soğan Doğradılar
Fatma Sibel Yüksek

TRT-2, sabah saatlerinde eski kuvvet komutanlarının evlerinin polis tarafından aranmakta olduğunu duyurmaya başladığında, Fırtına Paşa muhtemelen yataktan yeni kalkmıştı. Eşiyle birlikte “evlerinin arandığı” haberini TRT’den öğrendiler. Eski 1. Ordu komutanı Çetin Doğan’ın ise kahvaltı masasına oturmaya hazırlandığı anlaşılıyordu. O da Fırtına ailesi gibi “başına gelenleri “ TRT-2’den izlemeye başlayıp “Memleket nereye gidiyor yahu!” dedi…

Saat 10.00 ile 12.00 arası Çetin Doğan’ın kendisini arayan gazetecileri “evinin aranmadığına ve gözaltına alınmadığına” iknâ etme çabasıyla geçti. Olayı muhatabına doğrulatamayan diğer televizyon kanalları, TRT’ye inanmayı tercih ettiler ve arama-gözaltı haberine onlar da hız verdiler. TRT’ye inanmayı tercih etmekte haklıydılar; çünkü TRT daha önce de Sabih Kanadoğlu’nun evinin arandığını duyurmuş, 3 saat sonra da polisler gerçekten gelmişti. “Yok öyle bir şey, şu anda evimdeyim, çay içiyorum” diyen Kanadoğlu, mahcup olduğuyla kaldı..

Evinin arandığına yoğun telefonlar sonucu giderek iknâ olmaya başlayan Çetin Doğan da Sabih Bey gibi “yalancı çıkmaktan” korkuyordu ki kapı çaldı ve Terörle Mücadele’den küpeli, yakışıklı polisler ayakkabılarını çıkarıp saygılı bir biçimde içeri girmeye başladılar.. Çetin Doğan, kendisini aramaya devam eden gazetecilere “Nihayet geldiler, evim şu anda aranıyor!” diye sevinçle haber verdi. Neredeyse kendisini tutamayıp küpeli polisleri yanaklarından öpecekti!

Polislerle birlikte iki adet savcı ve Çetin Doğan’ın avukatı Celal Ülgen de gelmişti. Avukat Ülgen, arama emriyle ilgili mahkeme kararını inceledi.

Müzekkerede, “bugüne kadar olan delillerle birlikte arama sonucu çıkacak suç unsurları veya yeni bir kanıt bulunması halinde yakalama yapılması" şeklinde bir ifade bulunmaktaydı. Arama tamamlandı ve “herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığına” dair tutanak tanzim edildi. Tutanağın altına imza atan savcılar, “Doğan’ı gözaltına alacaklarını” bildirdiklerinde Ülgen, müzekkerede yer alan o hükmü hatırlatıp gözaltı uygulanmasına karşı çıktı. Bu itiraz üzerine ellerindeki müzekkereyi yeniden okuyan savcılar, (belki de ilk kez okuyorlardı!) pek mahcup oldular ve “Haklısınız, öyle yazıyor” dediler. Yine de müzekkerenin rutin bir üslupla yazıldığı, bütün gözaltıların aynı mahkeme kararıyla yapıldığı konusunda Avukat Ülgen’i ikna etmeye çalıştılar. Olmayınca, “iyi günler” deyip, ayakkabılarını giydiler ve evden ayrıldılar.

Tabii Celal Ülgen, “başarısına” sevinmeye fırsat bulamadı; çünkü az önce “Haklısınız, öyle yazıyor” diye mahcup olan savcılar, yolda adliyeye uğrayıp Çetin Doğan hakkında hemen bir “yakalama müzekkeresi” çıkarttılar. Yani, avukatın “uyarısı” üzerine “eksikleri tamamladılar”. Ve Çetin Doğan, avukatının bu titizliği sayesinde gözaltına alındı!

Ergenekon operasyonlarında öyledir. Siz istediğiniz kadar gözaltı, arama ve tutuklama işlemlerinin CMK’ya aykırı gerçekleştirildiği konusunda kendinizi paralayın; ya duymazdan gelip işlerine devam ederler; ya da Celal Ülgen gibi işini iyi yapan bir avukatla karşılaşınca yeni bir mahkeme kararı çıkarttırıp öyle gelirler…

(36 aydır tutuklu yatmakta olan Ergenekon sanıkları buna benzer usulsüzlükler konusunda her duruşmada onlarca olay anlatıyorlar. Hüsamettin Cindoruk’un “2’ye 1 mahkemesi” dediği mahkeme, anlatılanları sakince dinleyip oturum sonunda “tutukluluk hallerinin devamına” karar veriyor).

Zaten, gözaltına almaya gelinceye kadar, ortada başka tuhaflıklar da vardı.

Örneğin, Çetin Doğan daha birkaç ay önce mevcut darbe iddiaları konusunda savcılar tarafından “tanık” sıfatıyla ifadeye çağrılmış ve bilgisine başvurulmuştu. Aynı şekilde, gözaltına alınan muvazzaf albaylar arasında, birkaç gün önce “tanıklık yapmaya” çağrılmış olanlar da vardı. “Tanık” olarak ifade vermeye hazırlanırken “şüpheli” oluverdiler. Muhtemelen tutuklanıp “sanık” da olacaklar. Bu gidişle “hükümlü” olmak da işten değil gibi görünüyor. Taraf gazetesinin yeni bir “plan” yayımlaması ve bu “planlara” adınızın bir şekilde geçirilmesi yetiyor. 400 kiloluk “delilleri” incelemeniz ve aksini ispat etmeniz nasılsa imkansız. İspatlamayı başarsanız bile bu en azından 5 sene tutuklu kalmanız demektir.

Ergenekon davalarının bir özelliği de bu. Yani, iddia sahibi iddialarını kanıtlamakla yükümlü değil. Hakkınızdaki suçlamaların aksini siz kanıtlayacaksınız.

Yaklaşık 2 senedir devam eden Ergenekon davalarında böyle bir imkansızı başaranlar da oldu ama yine de serbest bırakılmadılar. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, “Size baskı yapıyorlar, yargıç olarak iradenizi gösteremiyorsunuz” diyen sanıklara “Baskı yapanın ağzını karışlarım!” diye pek kızıyor. Geçenlerde Doğu Perinçek, “Hiç de karışlayamazsınız” şeklinde polemiği devam ettirince, Köksal Bey cüppesini alıp salondan çıktı.

Bir keresinde, o zaman tutuklu olan Birol Başaran,

“Neden herkese ayrı muamele yapılıyor? Kimi benim gibi evi basılarak gözaltına alınıyor. Kimisi, evinde arama yapılmadan gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Kimisi, ifade vermeye çağrılıyor ama tutuklanıyor. Apar topar gözaltına alınıp terörist gibi teşhir edildikten sonra mahkemeye bile çıkarılmadan serbest bırakılanlar ve iddianameye bile sokulmayanlar var”

deyince, o gün celseye başkanlık yapan ve duruşma salonuna hakimiyet konusunda sorunları bulunan kıdemli üye Hasan Hüseyin Özese,

“Endişeniz olmasın Birol Bey, yargılamalarımız CMK kapsamında yapılmaktadır” demişti. “Mamullerimizde domuz eti yoktur” şablonunu çağrıştıran bu “teminat” salonda gülüşmelere neden oldu.

Ergenekon davalarında sanık, tanık, gizli tanık, şüpheli gibi kavramlar arasında geçiş yapmak da son derece kolay. Davaya bir şekilde bulaşanlara böyle bir “serbesti” tanınmış durumda. Bu anlamda Ergenekon davası, dünyanın en “demokratik davası” sayılabilir.

Çetin Doğan’ın dün “tanık” olarak dinlenilmesi, bugün “sanık” olmasına engel değildir.

Mesela, Silivri’de 24 ay yatmaktan sıkılan Doçent. Dr. Ümit Sayın, bir sabah uyandığında statüsünde bir değişiklik yapıp “gizli tanık” olmaya karar verdi. Bu davranışı teveccüh ve takdir duygularıyla karşılayan savcılar, hemen Sayın’ın ek ifadesini aldılar.

Sayın, tarihleri hiçbir şekilde birbirini tutmayan bir takım olaylar anlattı ve “Hurşit Tolon darbe yapacaklarını bana söylemişti” falan dedi. Son derece naif bir adam olan Sayın, mahkemede savcıların bu ifadeye karşılık olarak kendisine “yardımcı olmayı” vaat ettiklerini de itiraf etti.

Bir ara “gizli tanık” olmaktan da sıkılan Ümit Bey, tutanaklarda geçen “Anadolu” kod adlı gizli tanığın kendisi olduğunu avukatların soruları üzerine açıkladı. Hatta, soru soran avukatın gizli tanık kodunu “Anadol” şeklinde telaffuz etmesine bozulup, ilke konusunda “titiz” bir adam olarak, “Anadol değili Anadolu” diye düzeltme yaptı. Böylece “sanıklıktan”, önce “gizli tanıklığa”, sonra “açık tanıklığa” terfi etti.

Dediği gibi savcılar da kendisine “yardımcı oldular” ve bir iki duruşmadan sonra “serbest bırakılmasını” talep ettiler. Mahkeme de birkaç duruşma savcıların bu isteğine karşı çıkıyormuş gibi yaptı ve sonunda Ümit Sayın tahliye edildi.

Şimdi gelinen noktada, gözaltına alınan eski kuvvet komutanları ile bazı üst düzey muvazzaf subayların “Balyoz” tabir edilen darbe planı ile suçlandıklarını anlıyoruz.

Bu tip iddiaların yegâne kaynağı olan Taraf gazetesinin haberlerine göre söz konusu plan, Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde yapılmış. Hilmi Özkök, Ergenekon davasının en muteber “tanıkları” arasında yer alıyor. İfadesini almak için “Paşa zahmet etmesin” diye İzmir’e giden savcılar, kendisine köfte ekmek bile ısmarladılar.

Hilmi Paşa’ya sorarsanız, “Darbe planlarını kendi usulleri ile” bertaraf etmiş. Oysa yasalarda “kendi usulleriyle darbe bertaraf etmek” diye bir yöntem bulunmuyor. Yani, darbe hazırlığını tespit edip de yetkili amir olarak gereğini yapmamışsanız, siz de suçlu olursunuz.

Hilmi Özkök’ün ne kadar “pir-ü pak” bir paşa olduğunu savunan eski darbe şakşakçısı Nazlı Ilıcak, Habertürk televizyonunda “Özkök Paşa, darbeye sessiz kalmakla suçlanamaz, o şartlarda içeride kalıp olup bitenlere hakim olması gerekiyordu” dedi.

Özkök’ün, Ilıcak’ın kendisini bu şekilde savunmasından hicap duyup yayına bağlanmasını bekledik ama öyle bir şey olmadı. Kadın sanki Genelkurmay Başkanı’nından değil de karargâhın aşçısından bahsediyor. “İçeride kalıp, olup bitenleri anlamaya çalışması” daha doğruymuş! Paşa’ya böyle bir görev veren mi oldu acaba? Mahir Kaynak misâli…

Hilmi Bey, “Neden böyle yaptınız Paşam, darbeciler hakkında neden işlem yapmadınız?” diye soranlara, “Ben kasaptaki ete soğan doğramamam” demişti.

Şimdi görüyoruz ki kasaptaki ete değil soğan doğramak, kaşar peyniri bile rendeleniyor.

Hilmi Paşam bile kendisine köfte ekmek ısmarlanmasına inanmasın, bir sabah uyandığımızda “şüpheli” sıfatıyla gözaltına alındığı haberini duyabiliriz.

Savcılara kokteylde “Yoksa beni almaya mı geldiniz” diye şirinlik yapan Paşa’nın da öyle…

Her fani bir gün Ergenekon şüphelisi olmayı tadacaktır.

Kaynak: Açık İstihbarat

26 Şubat 2010
İP Genel Başkanı Doğu Perinçek: "Sizin arkanızda hangi kılıç var?"

Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki salonda görülen davanın bugünkü duruşmasında söz alan Perinçek, hukukun arkasında devletin yaptırım gücü bulunan kurallar bütünü olduğunu belirterek, ''Adaletin simgesi olan o güzel hanımın elindeki kılıç devlet zorunu temsil ediyor. Hukukta o kılıç vardır. Şimdi size soruyorum. Sizin arkanızda hangi kılıç var? 13. Ağır ceza mahkemesi diye adlandırılan mahkemenin arkasında hangi kılıç var?'' dedi.

''Devletin kılıcının ordu olduğunu'' savunan Perinçek, ''Peki ordu bu davanın neresinde? Ordu bu davanın sanığıdır. Kimse kendisini kandırmasın. Elinizdeki şemaya bakın. Eşref Bitlis, Hüseyin Kıvrıkoğlu. Şemada Türk Silahlı Kuvvetleri var. Türk Silahlı Kuvvetleri burada zanlıdır. Şanlı ordu, bu soruşturmada zanlı olmuştur. O zaman sizin arkanızdaki kılıç ne?'' diye konuştu.

Beşiktaş'taki hakimlerin Türk yargısından koptuğunu, yargının da Yargıtay, Danıştay, HSYK ile bu tertibe isyan ettiğini öne süren Perinçek, ''Yargı, sizin içine memur olarak dahil edildiğiniz tertibe isyan etmiştir. Sizin arkanızdaki kılıç Amerikan kılıcıdır'' dedi.

Soruları ve cevaplarıyla ''Demokratik Açılım Süreci Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ne ilişkin kitapçığın kapak fotokopisini gösteren Perinçek, ''altında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasının bulunduğu bu kitapçığa göre mahkemenin özel bir mahkeme olduğu'' iddiasında bulundu.

''İşte bu sizsiniz. Yani sizin arkanızda Türk yargısı yok, Türk ordusu da yok'' diyen Perinçek, şöyle devam etti:

''Amerika'ya dayalı hesaplar geçicidir. Hesaplaşmaya gelindiğinde bu tertipte rol alan ve yasaları çiğneyen hakimler ve savcılar Türk yargısının karşısına oturtulur. Ayağımıza kapansanız kimse sizi affetmeyecektir. Suçlarınız büyüyüktür. Bu adaletsizlikleri yapanların gecelerinin korku içinde geçtiğini çok iyi biliyorum. Özel tertiplerde hakim ve savcılardan kimler rol almışsa ayarlanmışlardır diye söz ediliyor. Siz de biraz hakim onuru olması gerekmez mi? Ayarlanmış olmayı kabul ediyor musunuz? Sizi ayarladılar mı? Sizin yerinize 3 çoban oturtun, 2 gün sonra fasa fiso der. Çoban, Osman Yıldırım'ın 3 dakika içinde yalan söylediğini görür. Birbirimize burada çalım atmayalım, çalım satmayalım.''

Sanık olmadığını, Türkiye emekçilerinin iktidar davasının adamı olduğunu belirten Perinçek, herkesin yerini belirleyeceğini, mahkemenin de yerini belirlemesi gerektiğini savundu.

Perinçek'in, ''Şu an bulunduğunuz yer iftihar edeceğiniz yer değildir. Çocuklarınıza bırakacak, övünülecek yerde değilsiniz'' sözleri üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, ''Size öyle geliyor'' dedi. Perinçek de ''Ben burada sizin şahsınız ve kişiliğinizle uğraşmıyorum'' diye konuştu.

Başkan Şengün'ün ''Mahkeme bunları kabul etmiyor'' demesi üzerine Perinçek de ''Her şey meydanda. Sizin arkanızda cemaatin silahlanması dışında ne var? Akşamları rahat uyuyamıyorsunuz'' dedi. Şengün ise ''Ben her akşam çok rahat yatarım'' diye konuştu.

Şengün'ün ''Lütfen durun'' uyarısı üzerine Perinçek, savunmasını yaptığını söyledi. Şengün de ''Böyle savunma olmaz. Hakkınızdaki delilleri anlatın dinleriz'' dedi. Perinçek de ''Sizde vicdan olduğunu anladım. Vicdanınıza söylüyorum. 4'ünüz birlikte iddianameyi açın okuyun. Mülakat diye bir delil var mı?'' dedi.

''Demokratik açılım'' konulu fotokopi sayfasını Şengün'e gösteren Perinçek, ''Sizin hakkınızda özel yetkili denmesi yalan mı?'' dedi. Şengün ise ''Mahkeme asla bunu yapmaz. Hepsi yalan'' diyerek, haklarında bu tür iddialarda bulunanların alnını karışlayacağını söyledi
aktifhaber

27 Şubat 2010 13:26
Veli Küçük: Beni Fişleyen O!!
Ergenekon tutuklusu Veli Küçük, tertemizim dedi. Küçük'ün JİTEM yoktur!! feryadını tam anlamayan Tuncak Özkan ve Adil Serdar Saçan'ı böyle iğneledi..

Ergenekon'un tutuklu sanığı Veli Küçük, tertemiz olduğunu belirterek "Beni fişleyenler ortaya çıktı" dedi.

Birinci Ergenekon davasının bugünkü duruşmasında tutuklu sanık Veli Küçük, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan'ın "40 yıldır onlar bizi fişledi, şimdi de biz onları fişliyoruz" sözlerini hatırlattı; "Beni fişleyenler ortaya çıktı: Avni Doğan. Bunun Adaletten Kaçanlar Partisi’nden sorulmasını talep ediyorum. Beni niye fişledi?" dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri’de görülen davanın 137. duruşmasında mahkeme heyeti sanıkların taleplerini alıyor.

Talepler bölümünde ilk olarak tutuklu sanık Muzaffer Tekin söz aldı.

Tekin, “Allah’tan savcılar beni Mahmut Şevket Paşa suikastinden sorumlu tutmadı. Tertip o kadar büyük ki, bana iftira atan Osman Yıldırım’a bile kızamıyorum" dedi.

"Fişlendim..."

Tekin'in ardından emekli Tuğgeneral Veli Küçük söz aldı.

AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan'ın “40 yıldır onlar bizi fişledi, şimdi de biz onları fişliyoruz" sözlerine karşı Küçük, "Burada hep Veli Küçük olarak fişlendim. Beni fişleyenler ortaya çıktı: Avni Doğan. Bunun Adaletten Kaçanlar Partisi’nden sorulmasını talep ediyorum. Beni niye fişledi?" diye konuştu.

Tahliyesini talep eden Küçük, “Ben neden tutuklandım açıklanmasını istiyorum. Tahliyemi istiyorum, tahliye edilmeyeceksem kuvvetli suç şüphemin ne olduğunun açıklanmasını istiyorum" dedi.

"Tayin yeri olarak görüyorum"

Küçük, “24 ayı geçmiş bir şekilde tutukluluk halim devam ediyor. Kendimi tutuklu olarak kabul etmiyorum. Burayı tayin yeri olarak görüyorum. Cumhuriyeti koruma görevimi sürdürüyorum" diye konuştu.

80 öncesi İskenderun’da görev yaptığı dönemde o bölgede faili meçhul olmadığını ifade eden Küçük, “Karadeniz’de de görev yaptım. ‘Veli Küçük örgütün Karadeniz’e girmesine neden oldu’ dediler. Benim dönemimde PKK terör örgütü Karedeniz’e girmedi, giremez" şeklinde konuştu.

“Ben tertemizim"

Meselenin kendisi değil Türk ordusu olduğunu iddia den Küçük sözlerine, “Devletime en ufak yanlışım olmadı. Her şeyim araştırıldı. Hiçbir şey bulamadılar. Ben tertemizim. Mesele Veli Küçük değil, Türk ordusu. Veli Küçük üzerinden Türk ordusunun üzerine gidilmek isteniyor. Benim ordum 30 sene gerilla mücadelesi vermiş bir ordu. Bu ordudan herkes korkar. Dünyanın 3. değil birinci ordusudur. Bu bölgeye hakim olmak için bu orduyu yok etmek gerekir şu anda onu yapıyorlar" dedi.

Adının sürekli ortaya atıldığını savunan Küçük, hakkındaki bazı iddiaları ise, “Kırıkkkale Silah Fabrikası’ndaki patlama benim talimatımla gerçekleştirilmiş. İddianamede yazıyor. Ama Yunanistan istihabaratı bunu kendisinin yaptığını kabul etti. PKK’ya silah gönderdiğim söyleniyor. Nasıl olur? Ben ömrümü PKK ile mücadeleye adamışım. Teoman Koman Paşa ile Hizbullahı kurdurmuşum. Azerbaycan ordusu için para toplamışım. Hani kalpak alacak param yoktu? Stockholm’da Azerilerin toplantısında bir fotoğrafta Alparslan Arslan’ın da olduğu söylendi. Ama fotoğraftaki kişinin Stockholm’da yaşayan bir Azeri olduğu, fotoğrafın da Azerbaycan İçişleri Bakanı’nın makinesiyle çekildiği ortaya çıktı" dedi.

“JİTEM diye bir şey yok"

İkinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Organize Suçlarla Mücadele eski Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’ın savunmasında birçok kez “Veli Küçük ve grubu" sözünü söylediğini ve bu nedenle tahliye edildiğini iddia eden Veli Küçük, “Tuncay Özkan da JİTEM diye bir kitap yazıyormuş. Artık tahliye buradan geçiyor ya... JİTEM’in ne olduğunu devlet kurumları açıkladı. Jandarma İstihbarat Komutanlığı var ama JİTEM diye bir şey yok" dedi.

Sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı 22 Mart Pazartesi günü saat 09.00'a erteledi. Bu arada, Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün, Nusret Senem, Hikmet Çiçek, Sevgi Erenerol ve Kemal Kerinçsiz'in de aralarında bulunduğu 13 kişinin tahliye edilmesi yönünde oy kullandığı görüldü.

aktifhaber

31 Mart 2010
Albay Dursun Çiçek'in ses kaydı yayınlandı...

İşte Dursun Çiçek'in ses kaydında yer alan konuşmasının tam metni:

Tarihi bir konuşma yapcaz. Şimdi Gazi'ye de uğradım. Gazi tabii şeyin içinde olduğu için, onun pek hareket serbestîsi yok. Olay gelişti gelişti artık olgunlaştı bir yere geldi.

Geçen hafta bir kazık yer gibi oldum. Ha ileri bir adım atmak için o kazığa razıyız, razıyız. Olay şöyle oldu biliyorsun olayı, şeyler geldi. Islak imzalı belge geldi.

Şeyin ihbarcı subayın gönderdiği mektuplar geldi. Ona diyecek yok. Benim pozisyonun %90'ı İstanbul'da, ya her halde bir tek bana işlemiyor gözüküyor. Askeriyede bunlar, askeri suç veya bir centilmenlik anlaşması mı yaptılar komutan ne dedi bize de gelecek bizde inceleyecek deyince ben ümitlendim.

Öbür türlü savcı falan çok ümitsiz davranmış. Göndermezler diyorlardı. Sonra vazgeçtiler. Genelkurmay başkanı işte bize gelecek bizde inceleyeceğiz deyince ben ümitlendim, sonra geldi zaten. O gelince savcılık süreç uzayacak diye beklerken savcılık şeye yazı yazıyor, kriminale, jandarma kriminale. İmza ve kopyayla-ıslağın mukayesesini istiyor savcı, savcı bilmiyorum…

Adım pazarlıkçıların veya karşı tarafa bir biz de yargılarız biz de tutuklarız biz de gerekeni yaparız mesajını vermek için planlı bir faaliyet olduğuna inanmak istiyorum. Çünkü en şey onurlu olan o.

Savcıdan birşeyim yok 9 aydır beraber çalışıyoruz her hangi bir şüphe olmadı, yani karşılıklı bir şüphemiz olmadı. Yani bağlantılar da iyi. Adli müşavirliğin, adil paşanın arası iyi yani hakimlerle falan mahkeme başkanları ile arası iyi. Ordan şüphem olmadı. Tek şüphem işte pazarlıklar falan, ben şunu diyorum biz bir senedir çekiliyoruz karşı taaruza geçeceksek en uygun bölge benim bulunduğum yer. Yani şu an benim için bu rapor, jandarma kriminalin verdiği rapordan daha anlamlı.

Neyse ben bu kazığı yedim. Ben biliyorum ki bu kazığı niye yedim. 1 marttaki o yeni sorgulama mahkeme safahatında, top şu an jandarma kriminalinde bilseler şereflerini onurlarını kurtarmak için tashih ederler.
Yani ne istediğimi daha doğrusu detayı şurdan kes biç yapıştır. Savcının kendi şeyi değil şu istediklerimi aynen şeyden istemiş.

Geçen hafta yaşanan olayda bir tane parmak varsa gerçekleri saptırmak için, basına sızdırmak için bir pazarlık varsa herhangi bir direktif varsa tamam ben onu yuttum yoksa yani şu safhaya gelmesek ben şeyi mahkemeye verecektim. Jandarma kriminali.

Dün baykal'la konuştum, cnn türk te, dolayısıyla şey yapmış konuyu incelemiş,kızımın avukatıyla görüştüler…

Şimdi benim beklentim bu, analizler, ne istiyorsa savcı onlar yapılsın. Yapamadıkları varsa gerekçelerini yazsınlar, türkiye'de veya dünyada nerde yapılıyorsa bize yol göstersinler. Bunu sağlama konusunda kime gitmem lazım kiminle görüşmem lazım veya benim gitmem tabi dikkat çekecek. Ben bu konuda vicdani, insani, kardeşlik arkadaşlık ne dersen de görevimi sana devrediyorum.

Yani jandarma kriminal şu anda süreci tersine çevirecek tarıhı bır konumda. Karşı taarruzu baslatacak tarıhı bır konumda ya bu kararını yazacak veya biz eskimeye devam edeceğiz. Onun için diyorum şu görüşme çok tarihi. Bu konuda ben herkesle görüşürüm. Komutana da çıkarım, genel komutana giderim. Benim görüşmelerim dikkat çekiyor.

Başka biriyle görüşmemi istersen sen süreci daha iyi biliyorsun, görüşürüm. Kriminal laboratuarında anlatabilirim. Boyle benzıyor benzıyor diyip arkasında elliyorum demesinler. Adli tıp kadar olgun olsunlar yani.

Bir sıkıntıları varsa da bizi daha tarafsız baskı altına almayan bir yere yönlendirsinler. Desinler ki şuraya gidin buraya gidin buraya bakın filan desinler. Eğer doğruyu yazamayacaklarsa bizi iyice batırmasınlar. Yazacakları her kelimenin buyuk anlamı var büyük değeri var, yazacakları her kelimenin. Çünkü şeyde zaten yapıyorum ben kamuoyunda açıklama yapıyorum, bugün yaptık talebimiz kabul edildi, bütün işlemlere bakılacak, jandarma kriminale belgeler gönderildi.

Açıklama yapıldı internetlere düşmeyecek. En kötü senaryo kurumla hesaptır, yoksa sivilleri adliyeyi hallettik bir sonraki aşama eğer normal hukuk yoluna girmezsek kurumla hesaplaşmadır. Düşünebiliyor musun? Otuz yıl hizmet ettiğim kurumla atılan bir iftirayı temizlemek için hesaplaşmak zorunda kalacağız. Kim bizim avukatlığımızı yapacak? Muhalefet yapacak, siyasetçiler yapacak. Düşünmesi bile ...birşey. İkinci başkan ile birinci başkana bu konuda çok kırgınım bir kere böyle bir nitelikleri yok. Zaten işi yanlış yöneten onlar.

Hıfzı paşa ile şey zaten kıçındankorkuyorlar savcı, tek başıma yeldeğirmenlerle savaşır gibi savaşıyorum kime karşı başbakana karşı, siyasete karşı, ona karşı buna karşı savaşıyorum eşşek kadar kurum pazarlık yapıyorsa yazık yani. Allahın sivili şerh koyuyorya ya Allahın sivili hiç adamla hiç tanışıklığım yok, ortak şeyim yok ortak saldırıya maruz değiliz yani doğru olmasa bile adam tereddüt belirtir ya. Doğruymuş değil doğru, doğru değil ama diyelim ki doğru adam bir tereddüt ifade etmez mi ya? Onun doğru gördüğünü adli tıptan daha mı şey...

Kaynak: Habervaktim

Ergenekon Davasında Flaş Gelişme
10 Ağustos 2010
Video konferasla savunmasını veren Levent Ersöz yine rahatsızlandı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları yerleşkesinde yapılan duruşmada avukat Celal Ülgen, müvekkili Tuncay Özkan'ın cezasının kaldırılmasıyla ilgili iki sayfalık dilekçeyi mahkemeye sundu.

Dilekçede ''Özkan'ın duruşma sırasında ifade ettiği hususların heyete karşı açık veya örtülü hakaret içermediği ve konuşma biçiminin mahkemeye saygısızlık olarak algılanmasının mümkün olmadığı'' belirtildi.

Özkan'ın, duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacak ısrarı veya direnci olmadığı kaydedilen dilekçede, duruşmalardan men cezasının usule aykırı olduğu ve celse cezasının Özkan'ın savunma hakkını kısıtlayacağı ifade edildi.

Dilekçede ''CMK'nın 204. maddesine aykırı verilen 5 celse duruşmaya katılmama cezasının kaldırılmasına, mahkemece kararda ısrarlı olunması durumunda verilen cezanın tek celseye indirilmesine, verilecek cezanın bundan sonraki oturumlarda geçerli olmasına karar verilmesi'' istendi.

-LEVENT ERSÖZ-

Hastanede tedavi altında bulunan ve duruşmada video konferans yöntemiyle ek savunmasını yapan tutuklu sanık emekli tuğgeneral Levent Ersöz, arama ve el koyma tutanaklarında mülkiyetleri açıkça belirtilmesine rağmen inceleme raporlarında disket ve 25 CD'nin kendisine ait olarak gösterilmesinin, görevlendirilen grubun niyet ve maksadını ortaya koyduğunu ileri sürdü.


En son Ekim tarafından Prş Nis 15, 2010 5:43 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 01, 2010 9:19 pm    Mesaj konusu: İddianamenin 1 Numaralı İsmi Alıntıyla Cevap Gönder

O Kadim Vicdan Susarsa
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
12.04.2010

"Ben bütün hayatı terörle mücadelede geçmiş sıradan bir jandarma subayıyım. 21 aydır tutukluyum. Hakkımdaki bütün gizli tanık ifadelerini çürüttüm. Kütahya alay komutanı olduğumu söyleyen gizli tanık bile vardı; hayatımda Kütahya'da görev yapmadım.Bütün bu iftiraların tersinin kanıtlanması sizlere bir şey ifade etmiyor mu?

Bütün bu yalanların delillerle ortaya çıkarılması sizin vicdanınızda ne anlama geliyor? Hangi sorunuza cevap veremedim? Bu adama niçin bu kadar iftira atıyorlar diye hiç düşündüğünüz olmuyor mu? Terör örgütünün yayın organlarında ölmüş anama küfrediyorlar. Beni bu kör kuyuya atanlar, İmralı'daki teröristin intikamını alıyor; bunu göremiyor musunuz?"

Bu sözler, ikinci Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından emekli Albay Hasan Attila Uğur'a ait.

9 Nisan 2010 tarihli duruşmada böyle konuştu...

19 aydır tutuklu bulunan gazeteci Tuncay Özkan ile Mahkeme Başkanı Köksal Şengün arasında da şu diyalog geçti:


"Şengün- Sesinizi yükseltmeyin, sizi duyuyoruz.

Özkan- Ben duymadığınız kanaatindeyim.

Şengün- Yanlış kanattasiniz...

Özkan-Yanlış kanaatteysem düzeltin o zaman.. Beni 22 aydır neden tutuyorsunuz? Hukuken söyleyecek hiç bir şeyim kalmadı. Bundan sonraki duruşmalarda ne anlatacağımı bilmiyorum. Artık kurduğum partinin tarım politikasını anlatacağım sizlere. Bir hafta tarım, bir hafta sağlık..."

Mustafa Balbay:

"Tutuklandığımda 9 aylık olan oğlum, şimdi 2 yaşında. Beni burada görmesini istemiyorum ama bazen özlemine dayanamayıp getirtiyorum. Aramızdaki cam bölmeyi pencere zannedip elleriyle camı açacağı bir yer arıyor. Oğlum böyle yapınca o kadar hasretle beklediğim görüş günü benim için ızdırap oluyor, bir an önce bitmesi için dua ediyorum. Bunları dramatik bir durum yaratmak için anlatmıyorum, ancak bu dava böyle de bir sosyal dram yaratmıştır. Bunu görmenizi bekliyorum"

Balbay, tutuklular olarak kendi aralarında "Umut Borsası" (UBOR) adlı bir sanal şirket kurduklarını, her gün tahliye toto oynadıklarını da anlattı. Tahliye olanların özgürlüğe kavuşmaktan neredeyse utandıklları için sevinemediklerini söyleyen Balbay, "Tahliye olan sevinemiyor; çünkü içeride kalanların hüznü çöküyor üstlerine, onların yerine biz seviniyoruz" dedi...

Bir de adı sanı bilinmeyenler, avukatı bile olmayanlar, hayatında hiç hakim karşısına çıkmadığı ve topluluk karşısında konuşma deneyimi olmadığı için susanlar var.

Sıradan, yoksul insanlar..

Aileleri 20 aydır bir kez bile ziyaretlerine gelememiş. Neden tutuklandıklarını bilmiyorlar, söyleyecek sözleri yok.Böyle giderse, sanıklıktan tanıklığa geçen Ümit Sayın gibi bilemedikleri bir suçu işlemiş olabileceklerine kendilerini inandırmaya başlayacaklar...

Tutuklanma şokunun ilk bir haftası "avukatım itiraz etti, serbest bırakılabilirim" umuduyla geçiyor.

Bu umut söndüğünde sıra "İlk duruşmada çıkarım"a geliyor.

Sonra, "Bu hafta salıverilenler arasında olabilirim" başlıyor.

Bu şekilde aylar, yıllar geçiyor...

Yapılan savunmalar önce hukuki ifadeler taşıyor, sonra siyasi içerikli ve öfkeli bir hâl alıyor. Son aşamada hakimlerin vicdanlarına seslenmeler başlıyor.

Tıpkı kanserin safhaları gibi...

Bütün umutlar tükenince suskunluk başlıyor. İlk zamanlar her duruşmada söz alıp konuşurken şimdi tamamen susan insanlar var.

Kafeste olduğunu kabullanemeyen bir kuşun, kendini günlerce parmaklıklara çarpması, sonra yorgun düşüp hayata küsmesi gibi..

Salona bakıyorsunuz..

Umut bitmiş, inanç bitmiş, insanlık bitmiş...

Hepsinden önemlisi, hukuk bitmiş...

İnsanlığın, Allah'la şirk koşmaya yetkili kıldığı tek mevki olan; suçlu ile suçsuzu ayıran, kimini sonsuz izdırabın kaynağı cehenneme, kimini sonsuz mutluluğun kaynağı cennete gönderebilen hakimlik mesleği yenilmiş, susmuş...

Binlerce yıllık o kadim vicdan susmuş...

Siz, sanığın etkili savunması karşısında yere bakan hakimleri eski Türk filmlerinde gördünüz değil mi?

Hatta o hakim Hulusi Kentmen ise bir de mendil çıkarıp ağlardı. Böyle tanıdık biz Türk hakimini.

Sert ama bir o kadar da babacan. Mangal gibi yürek, mangal gibi vicdan...

Yolunuz bir gün Silivri'ye düşerse gidip görün..

Artık hakimler yere bakmıyorlar; mendil çıkarıp ağlayan hiç yok.

Sadece boş bakışlarla bakıyorlar..Sanıklar konuşuyor, onlar susuyorlar.

Biz mahkemede hakimler soru sorar, sanıklar susma hakkın kullanır sanırdık; burada sanıklar soru soruyor hakim ve savcılar susma hakkını kullanıyorlar.

Dini ve manevi değerleri savunduklarını söyleyen bir takım çarpık adamlar bir boşluk anında iktidara geldiler, "Ensest ve çocuklarla seks meşrudur, cinsel özgürlük hakkıdır" diyen cehennemlik sapıklarla elele verdiler ve işte bunlar oldu.

Gelinen nokta böyle; herkes gurur duysun...

Biliyorum, burada anlattıklarım yazar, gazeteci, aydın, politikacı, hukukçu vs. kılığında dolaşan kimi sapkınlara daha sadist hazlar yaşatacak. "Eee, çeksinler cezalarını, yaşın yanında kuru da yanar" diye pis pis sırıtacaklar.

"Biz neymişiz yahu!" diyerek zevkten kıvranacaklar.

"Bütün kurumların, bütün kavramların, bütün insanlık değerlerinin nasıl da içini boşalttık" diye sevinç çığlıkları atacaklar.

Bu felaketin adına "değişim" diyecekler, "dönüşüm" diyecekler, "demokrasi" diyecekler.Televizyonlarda birbirlerini ağırlayıp ahlâksız bir şımarıklıkla konuşacaklar da konuşacaklar...

Ama unutmasınlar, hiç bir bataklık yoktur ki kendini yaratanı da yutmasın..

Ve yoldan çıkmış, sapkınlığı seçmiş bir kavim yoktur ki Allah'ın gazabına uğramasın.

Unutmasınlar;hakim susarsa, o kadim vicdan susarsa, her şey susar. Herkesin ve her şeyin sonu gelir..

22 Mart 2010
Mason Üstadlarına Suikast Yapacaktı

Bugün 10 kişinin gözaltına alındığı Ergenekon operasyonuyla ilgili şok bir bilgi ortaya çıktı

Bugün 9 ilde yapılan ve 10 kişinin gözaltına alındığı operasyonların, İstanbul’da aydınlatılan bir suikast planının ardından başlatıldığı öğrenildi.

Kısa süre önce Erzincan Cezaevi’nde çıkan bir kişinin, Mason Üstadları Kaya Paşakay ve Prof. Mustafa Asım Akin’e suikast planladığı belirlendi. Suikastı planlayan söz konusu şahsın, İstanbul Terörle Mücadele Ekipleri tarafından yakalandığı belirtildi.

Gözaltına alınan şahsın bugün Ergenekon soruşturması kapsamında bürosu aranan avukat Yusuf Erikel başta olmak üzere gözaltına alınan diğer şahıslarla irtibatlı olduğu öne sürüldü.

Yusuf Erikel, İkinci Ergenekon Davası'nda örgüt yöneticisi oldukları gerekçesi ile yargılanan Durmuş Ali Özoğlu, İbrahim Özcan, Kemal Aydın, Neriman Aydın, Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin avukatlığını yapıyor.

Kaynak:Elma Haber

Yargıtay'dan gizli tanık kararı:"Gizli tanık ifadesi tek başına hükme esas alınamaz"

Yasemin Güneri'nin özel haberi
16 Mart 2010 Salı, 19:31:43
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, gizli tanık konusunda ilk kez bir karara imza attı. Daire, verdiği kararda gizli tanık ifadelerinin hükme tek başına esas teşkil etmeyeceğini ve tek b.aşına gizli tanık beyanına dayanılarak hüküm kurulamayacağını belirtti.

Bilindiği gibi gizli tanık ifadeleri Erzurum'da yürütülen Ergenekon soruşturmasında da gündemde ve hukukçular arasında tek başına delil tekil edip etmeyeceği tartışma konusu... Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Şanlıurfa İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin gizli tanık beyanlarına dayanarak verdiği bir mahkumiyet kararını bozdu. Bozma gerekçesinde; tek başına gizli tanık ifadelerinin hükme esas
teşkil edelemeyeceği belirtildi.

İşte, Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin gizli tanık konusunda verdiği karar: "Hakkında koruma tedbiri kararı alınan tanık beyanının hükme tek başına esas teşkil etmeyeceği gözetilmeyerek tek başına bu tanık beyanına dayanılarak hüküm kurulması suretiyle 5726 sayılı Tanık koruma Kanunu'nun 9/8. maddesine aykırı davranılması bozmayı gerektirmiştir"

Yerel mahkeme, Yargıtay'ın bozma kararına uyarsa karar kesinleşmiş olacak. Mahkeme, kararında direnirse dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulu gündemine gelecek.
Habertürk

01 Mart 2010 21:02
İddianamenin 1 Numaralı İsmi
İddianameye göre soruşturmada birinci şüpheli 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, ikinci şüpheli ise Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner görünüyor.

Saldıray Berk, iddianamenin 1 numarası

Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığınca Erzincan'daki "Ergenekon soruşturması" kapsamında hazırlanan iddianame, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi.

İddianameye göre soruşturmada birinci şüpheli 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, ikinci şüpheli ise Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner.

Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk hakkında hazırladığı ve Berk'in birinci sırada sanık olduğu iddianamede en çarpıcı bölümünden biri de şu:

...Saldıray Berk'in 3. Ordu komutanı olarak elindeki tüm yetkilileri mensubu bulunduğu terör örgütünün illegal amaçları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemesi, bilakis bu konuda diğer şüphelilerin mevki olarak diğer şüphelilerin üzerinde bulunması durumunu da kullanarak onlar üzerinde etkinlik sağlaması..."
aktifhaber

01 Mart 2010
Cihaner'e Dava Açıldı!
Başsavcı Cihaner hakkındaki iddianame kabul edildi, dava açıldı. Ergenekon iddianamesine göre birinci şüpheli Orgeneral Saldıray Berk, ikinci şüpheli İlhan Cihaner...

Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları tarafından Ergenekon soruşturması kapsamında Erzincan'da yürütülen soruşturmanın iddianamesi, Erzurum 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilerek dava açıldı.

Edinilen bilgiye göre, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığınca Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan iddianame kabul edilirken, Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında göreviyle ilgili suçların yer aldığı dosyanın Yargıtaya gönderilmesine, örgüt kapsamına giren kişisel suçların Erzurum'daki dosya kapsamında 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar verildi.

Bu arada, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in soruşturma kapsamında ifadeye çağrılıp çağrılmamasıyla ilgili sürecin 2. Ağır Ceza Mahkemesince değerlendirileceği öğrenildi.
aktifhaber

Ertuğrul Özkök
Ergenekon'a balans ayarı mı

“KESİN inançlıları” bir yana bırakalım.

Yani Ergenekon davasında kendini, bu davanın “savcısı” olarak görenlerle, kendini “avukat” olarak görenleri ayıralım diyorum.

Olaya nehrin kenarından bakanlardan biri olarak, kendimizi bir yoklayalım.

Jandarma Kriminal Dairesi’nin, Albay Dursun Çiçek’in ıslak imzası ile ilgili raporu hakkında ne düşünüyoruz?

Yani “İrticayla mücadele ve Fethullah Gülen’i bitirme planı”nın altındaki ıslak imzanın Dursun Çiçek’in elinden çıktığı yolundaki raporu?

Bu haberi öğrenince ilk tepkiniz ne oldu?

“Eyvah bizim taraf kaybetti” duygusuyla mı karşıladınız?

Veya “Hâlâ inanmıyorum, kimse inandıramaz” duygusuyla mı?

Yoksa, “Yaşasın, bizim taraf bir gol daha attı” diye mi düşündünüz?

* * *

Benim duygum şu: “Rahatladım”.

Çünkü, kamuoyunu, bağrımıza saplanmış keskin bir bıçak gibi bölen bir olay üzerinde ilk defa sivil ve askeri yargı bir anlaşma noktasına ulaştı.

Ortada, hiçbirimizin kabul edemeyeceği, etmemesi gereken bir “plan” var ve bu geri zekâlı planın, muvazzaf bir subayın elinden çıktığını gösteren ana belge konusunda, hem sivil hem asker aynı noktaya gelmiş durumda.

Peki bu durumda ne olacak?

Elbette, bunu hazırlayan, hazırlatan kimse yargılanacak ve cezasını bulacak.

Toplumun; “demokrasiyi herkes için”, “hukuku herkes için” isteyen kesimlerinin, böylesine somut mutabakat delilleri üzerinde hiçbir itirazı olamaz, olmamalı.

O bakımdan bu konuda rahatladım.

Şimdi sıra Balyoz planı denilen girişimlerde.

Bu konuda da askeri savcının raporu var.

Raporu okudum ama doğrusu fazla bir şey anlayamadım.

Çıkardığım basit sonuç şu:

“Eğer bize gönderilen bu belgeler gerçek ise, bu bir harekât planı değil, darbe planıdır.”

Demek ki, o “planla” ilgili belgelerin otantik olması durumunda da içimiz rahatlayacak.

Olumlu karşıladığım bir başka gelişme de, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın, Ergenekon davasını yürüten emniyet mensupları ve savcılara yaptığı uyarı.

Yani “Hukuka uygun davranın” uyarısı.

Bunu da çok olumlu bir gelişme olarak görüyorum.

* * *

Bunlara bakarak, geçen hafta sonundan itibaren Ergenekon davasının rayına oturması konusunda umut verici bir gelişmenin başladığını söyleyebiliriz.

Peki ne oldu da, aniden böyle üzerinde anlaşabileceğimiz somut sonuçlar ortaya çıkmaya başladı?

Bu sorunun cevabı dün bazı gazetelerde ve köşelerde açık ifadelerle dillendirilmeye başlandı.

Gelin onun da adını koyalım:

“Bütün bunlar, Çankaya’daki üçlü zirvenin somut sonuçlarıdır”.

Nedir bu anlaşma?

Sivil ve askeri kurumlar, “kendi içlerine” bakacaklar ve yanlışlık varsa “gereğini yapacaklar”.

Sivil tarafta kuvvet komutanları bırakıldı, hoyratça davranan emniyet mensupları ve savcılar uyarıldı.

Askeri tarafta ise, ıslak imzalar kabul edildi.

* * *

Yazımın birinci bölümü, somut gelişmeleri anlatıyordu.

İkinci bölüm, yani “zirvede anlaşma” kısmı ise, bir algılama, bir yorumdan ibaret.

Bu yorum ve algılama doğruysa, “Ergenekon davasına bir hukuki balans ayarı” yapıldı demektir.

Eğer, bu anlayış davanın öteki eleştirilen alanlarına da yaygınlaştırılırsa, Türkiye’nin “normalleştiği” konusundaki yorumlara ben de katılacağım.

Mesela ne mi?

Gözaltılardaki hoyratlıklara son verilirse, ev ve mekân aramalarında hukuka uygun davranılırsa, telefon ve ortam dinlemelerindeki kanunsuzluklar giderilirse, telefon dinlemeleri kişilik yıpratıcı araçlar haline getirilmezse, artık bütün dünyanın dikkatini çeken cezalandırmayı geçen tutukluluk halleri kaldırılırsa; iddia ediyorum ki, Ergenekon davası Türkiye’yi bölen değil, birleştiren bir dava haline dönüşebilir.

Bu fırsat henüz kaçırılmış da değildir.

Hürriyet

''Erbakan, Demirel, Evren çeke çeke ölecek''


İSTANBUL - İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı İbrahim Özcan, 12 Eylül döneminde cezaevinde bulunduğunu belirterek, ''12 Eylül'ün paletleri bizim üstümüzden geçti. Ben şimdi darbecilikle yargılanacağım, terörist olacağım. Böyle bir şey mümkün mü?'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını yapan Özcan, 1977 yılında ''adam yaralamak'' suçuyla cezaevine girdiğini ve 15 yıl yattığını söyledi.

Özcan, 12 Eylül döneminde cezaevindeyken işkence gördüğünü ileri sürerek, ''Şimdi ikinci bir darbeyle mi karşı karşıyayız? Darbeler halka karşı yapılır, mağdur olan halktır'' diye konuştu.

''ÇEKE ÇEKE ÖLECEKLER''

Özcan, 12 Eylül'den sonra hiçbir işkencecinin yargılandığını duymadığını belirterek, ''Yıllar sonra Kenan Evren'in emir subayıyla karşılaştık. İşkenceleri ona sordum. 'Biz öyle olduğunu bilmiyorduk' dedi. Erbakan, Demirel, Evren çeke çeke ölecek. Elleri kanlı'' dedi.

Cezaevinden çıktıktan hemen sonra askere gittiğini anlatan Özcan, ''Elit tabakadan kimse 12 Eylül'de sıkıntı çekmedi. Darbe paletleri halkın üzerinden geçer. 12 Eylül paletleri bizim üstümüzden geçti. Ben şimdi darbecilikle yargılanacağım, terörist olacağım. Böyle bir şey mümkün mü?'' dedi.

-CEZAEVİ ŞARTLARI-

Kaldığı Silivri Cezaevi'nde duvarların döküldüğünü, muslukların bozuk olduğunu, bir yağmur yağdığında koridorların suyla dolduğunu ifade eden Özcan, ''Bunlarla ilgili dilekçe yazdım, en sonra yapan şirketleri mahkemeye verdim. Cezaevindeki tamiratı biz yapıyoruz. Suları çocuklar temizliyor. Hasta olmamak için musluğu, pencere camlarını biz değiştiriyoruz, silikonluyoruz. Elektrik parasını da ödeyeceğiz. Yakında kira da isterler bizden. 21. yüzyıla geldik yaşadığımız şartlara bakın. Plastik tabak, kaşık kullanılıyor. Kanser olacağız'' diye konuştu.

Davanın iddianamesini heyete gösteren Özcan, ''Bu iddianame pimi çekilmiş el bombası. Bakalım kimin üzerinde patlayacak'' diye konuştu.
habertaraf

“O ÇOCUK ERGENEKONCUYDU”

11.03.2010

Odatv, İslami camiada bilinen ancak kimsenin üzerine konuşamadığı dehşet verici bir olayı gündeme getirdi.

Olay, dini bütün bir liderin küçük yaştaki çocuğa tecavüz etmesiydi. Çocuk erkekti ve din eğitimi vermesi için kendisine emanet edilmişti.

****

İlk haberi Baran Dergisi yayınladı. Odatv de tecavüz vakasıyla ilgili Yargıtay’ın mahkumiyet kararını ortaya koydu. Bu şahıs çocuğa tecavüz girişiminden 2.5 yıl ceza aldı.

Tecavüz vakasının yaşandığı sırada O 19 yaşındaydı ve Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde öğrenciydi.

Adı Mustafa İslamoğlu.

İslamoğlu, Hilal TV’nin Sahibi ve Akabe Grubu’nun lideri. Eski Vakit ve Yeni Şafak yazarı. İslamoğlu geçtiğimiz hafta Cuma günü verdiği hutbeyle Odatv’ye cevap verdi.

****

Ergenekon komplo yaptı

İslamoğlu Odatv’nin iddiaları hakkında yaptığı uzun konuşmada Odatv’nin ortaya çıkardığı yüksek mahkeme kararını doğruladı. Ancak bir de açıklaması vardı. İslamoğlu’na göre 30 sene önce yaşanan bu olay bir komploydu; komployu kuranda Ergenekon örgütüydü.

Her şeyin bedeli var

Mustafa İslamoğlu konuşmasında hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu, kendisinin de bu bedeli ödediğini iddia etti. İslamoğlu şunu söyledi: “Bir çocuğun bile gönlünü almak için bir şey uzatmanız lazım, bir çikolata, bir şeker, Rabbimin gönlünü almak öyle basit mi?” diye sordu.

Tehdit etti

Gergin ruh haliyle ve korumalar eşliğinde hutbe veren İslamoğlu, Odatv’yi tehdit etmekten de geri durmadı. İslamoğlu “bu bir savaşsa savaş, ama benim savaş araçlarım arasında hakaret olmayacak, iftira olmayacak, Müslümanlar’a karşı saldırı olmayacak, kendi unsurlarıma hiçbir zaman saldırı yöneltmeyeceğim.”

Hepsi Ergenekoncu

İslamoğlu, etrafında çok insan olduğunu ve ne zaman bu insanların azalacağını merak ettiğini, bu olayın kendisi için bir imkan yarattığını söyleyen İslamoğlu, haberin etkisi ile sarsılan cemaatine “yürümek isteyenler yürürler, ayak sürümek isteyenler ayak sürürler” dedi.

****
Kısacası Mustafa İslamoğlu, Odatv’nin haberini doğrularken son dönemde sıkça başvurulan bir yol olarak yapıldığı gibi olayın aktörleri olan küçük çocuk T.D., babası M.D., amcası Sami D. ve Mevlit D., Adli Tıp uzmanı Şahin Türkboyları, savcı, hakim ve son olarak olayı haberleştiren basını Ergenekoncu ilan ederek kendisini aklamaya çalıştı. Ancak İslamoğlu Ergenekon’un Kayseri Develi’de 19 yaşında kendi halinde bir öğrenciye Ergenekon’un neden komplo kurduğuna dair aydınlatıcı bir bilgi sunamadı.

Odatv.com

13 Mart 2010
Sarızeybek: Ergenekon Biziz

Hiç kimsenin İstanbul'daki bir suç soruşturmasına Ergenekon kod adını veremeyeceğini belirten Sarızeybek, "İstanbul'daki savcılara soruyorum. Siz Cumhuriyet'in mi, yoksa Ergenekon'un mu savcılarısınız? Cumhuriyetin savcıları iseniz sözümüz yok. Eğer Ergenekon savcıları iseniz sözümüz var. Türkiye'de kimsenin Ergenekon'u yargılamaya gücü yetmez. Çünkü Ergenekon biziz biz." dedi.

Emekli Albay Sarızeybek, Eskişehir'de, Sosyal Demokrasi Derneği tarafından düzenlenen 'Açılımlar ve Terör' adlı konferansa katıldı. Zeybek, konuşmasında erken seçimin mutlaka yapılarak CHP ve MHP koalisyonun iktidara getirilmesi gerektiğini vurgularken, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı ve hâkimleri de eleştirdi.

Ergenekon'un Türk milletinin bir yaradılış destanı olduğunu ve bu ismin her yerde kullanılamayacağını dile getiren Sarıbeybek, "İstanbul'daki soruşturmanın kod adı niye Ergenekon? Ergenekon nedir? Türk milletinin dünya sahnesine çıkış destanının adıdır. Türk milletinin yaradılış destanıdır.

Bugün Türkiye'de ne siyaset ne hukuk ne de ahlaken hiç kimse İstanbul'daki bir suç soruşturmasına bunu kod adı olarak veremez. Hukuken veremez. Çünkü bizim hukuk sistemimizde suç soruşturmaları kod adı almaz. Yıl ve sayı ile ifade edilir. Siyaseten verilemez. Çünkü siyaset hukuka uymak zorundadır. Ahlaken verilemez. Çünkü Ergenekon Türk milletinin yaradılış destanıdır." diye konuştu.

Her yerde Ergenekon isminin dolaştığını ve hiç kimsenin buna sesini çıkarmadığını ifade eden Sarızeybek, şöyle devam etti: "Akşam televizyonu açıyoruz, Ergenekon savcıları, Ergenekon hâkimleri ve buna benzer haberler. Türkiye'nin başbakanı da çıkıyor televizyona, bize demokrasi, hukuk dersi veriyor. Türk demokratik, hukuk sisteminde Ergenekon savcısı diye bir makam var mı? Yok.

Cumhuriyetin savcısı var. Açsınlar Ceza Muhakemeleri Kanunu'nu okusunlar. Her maddesinde cumhuriyetin savcısı vardır. Ergenekon savcısı diye bir makam yoktur. Ergenekon hâkimi diye bir makam yoktur. Ama niye televizyonlar her gün bunu söylüyor? Niye hiç kimseden ses çıkmıyor? Şimdi İstanbul'daki savcılara ben buradan soruyorum.

Siz cumhuriyetin savcısı mısınız, yoksa Ergenekon'un mu savcılarısınız? Cumhuriyetin savcıları iseniz sözümüz yok. Eğer Ergenekon savcıları iseniz sözümüz var. Ergenekon savcısı ne demek? Ergenekon'u yargılayacak makam demektir. Bu Türkiye'de kimsenin Ergenekon'u yargılamaya gücü yetmez. Çünkü Ergenekon biziz biz.

Bizim yaradılış destanımız. Niye İstanbul savcıları çıkıp demiyor ki, 'Ey televizyonlar, Ergenekon savcısı değilim, ben Cumhuriyetin savcısıyım.' Niye Adalet Bakanı da çıkıp televizyona, 'Hey siz ne yapıyorsunuz, bu ülkenin hukuku var, Ceza Muhakemesi Kanunu var, bu ülkenin Cumhuriyet savcıları var, bir daha bu kelimeleri kullanmayın.

'Niye demiyor? Niye Millî Eğitim Bakanı çıkıp, 'Bir dakika ne yapıyorsunuz' demiyor? 'Ergenekon, Türk Milli Eğitim müfredatında yeri olan bir tarih destanıdır. Bunu alıp sağda solda kullanamazsınız' demiyor? Neden biliyor musunuz, çocuklarımızın hafızasından tarihimizi silmek, kimliğimizi yok etmek için."

"Bizleri tarikatçı, Alevi, Sünni, sağcı, solcu diye bölmeye çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğiz. Bu gidişat böyle devam edemez. Bunun durması lazım. Kendi ülkemizde iç çatışmaya gidersek, kardeş kanını akıtırsak bunun geri dönüşü olmaz. Onun için bu süreci durdurmamız lazım."
aktifhaber

16 Mart 2010 17:36
Erzincan'da Flaş Gelişme
Erzincan'daki Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve daha sonra mahkemece serbest bırakılan Erdal Erdoğan, örgüt üyesi olmaktan tutuklandı.

Erzincan'daki Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan Erdal Erdoğan, savcının itirazı üzerine çıkarıldığı nöbetçi 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce örgüt üyesi olmaktan tutuklandı.

Erzincan'daki Ergenekon soruşturması kapsamında gizli tanık Munzur ile CHP'li Ahmet Ersin'in buluşmasına aracılık ettiği ileri sürülen ve geçtiğimiz günlerde gözaltına alınıp mahkemece serbest bırakılan Paradise Pastanesi'nin sahibinin oğlu Erdal Erdoğan, Özel Yetkili Savcı Ender Karadeniz'in itirazı üzerine Erzincan'da gözaltına alınarak tekrar mahkemeye çıkarıldı.

Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Erdoğan'ı örgüt üyesi olmaktan tutukladı. Erdoğan, Erzurum H Tipi Cezaevi'ne gönderilecek.
aktihaber

18 Mart 2010 16:12
Ergenekon'da Yeni Dalga
Ergenekon soruşturması kapsamında 9 ilde düzenlenen operasyonlarda 28 kişi gözaltına alındı.

İstanbul, Ankara, İzmir, Manisa, Diyarbakır, Kayseri, Sivas ve Zonguldak'ın aralarında bulunduğu 9 ilde Ergenekon soruşturma dosyalarında İbrahim Şahin'le bağlantılı olduğu öne sürülen bazı isimler hedef alındı.

Çek senet tahsilatı, adam yaralama gibi suçlara karıştığı belirtilen 28 kişinin ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda, el bombası ve bazı silah parçaları bulundu. Operasyon kapsamında İzmir'de ismi adam yaralama olaylarına da karışan yeraltı dünyasının önde gelen isimlerinden A.M'nin de bulunduğu belirtiliyor.

Gözaltına alınanlar arasında eski özel harekatçı bir emniyet amiri, bazı muvazzaf astsubaylar da var.

aktifhaber

19 Mart 2010
Ergenekon Davasında Tahliye
Birleştirilen Ergenekon davasında tutuklu yargılanan Kurmay Albay Mustafa Koç tahliye edildi..

Birleştirilen Ergenekon davasında tutuklu yargılanan Kurmay Albay Mustafa Koç suç vasfının değişme ihtimali ve tutukluluktan beklenen gayenin elde edilmiş olması gerekçe gösterilerek tahliye edildi.

Geriye kalan 40 tutuklu sanıktan Mustafa Balbay'ın da aralarında bulunduğu 20 kişi hakkında Mahkeme Başkanı Köksal Şengün çeşitli gerekçelerle tahliye edilmeleri yönünde görüş bildirirken, diğer iki üye hakimin bu karara iştirak etmemeleri nedeniyle tahliye talepleri oy çokluğuyla red edildi.
aktifhaber

Başbakan'ın Ergenekon'u 2003'te öğrendiğinin belgesi
Özlem Çelik
ozlem.celik@aksam.com.tr

Çok konuşuldu, çok yazıldı. Başbakan Erdoğan kimi zaman
'Bazı duyumlarımız vardı' dese de ne zaman öğrendiğinin belgesini gören yoktu.
İşte Savcı Zekeriya Öz imzalı bu yazı Başbakan Erdoğan’ın Ergenekon'u 2003 tarihinde öğrendiğinin kanıtıdır.
İlk kez yayımlanan bu belgeye göre Başbakan'ı bilgilendiren MİT olmuş.Savcı Zekeriya Öz'ün Başbakanlık Müsteşarlığı'na 'GİZLİ ve ÇOK ACELE' ibareleriyle yazdığı 20 Haziran 2008 tarihli belge aynen şöyle: Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülmekte olan Ergenekon terör örgütü ile alakalı olarak yürütülen soruşturmada MİT Müsteşarlığı'na Cumhuriyet Başsavcılığımızca yazılan yazıya verilen 09.05.2008 tarihli cevabi yazıda; Ergenekon yapılanması ile alakalı olarak yapılan çalışmaların 19.11.2003 tarihinde Sn. BAŞBAKAN'A sunulduğu belirtilmiş olup, konu ile alakalı olarak yüksek makamınıza sunulan rapor ve belgelerin soruşturmamızın aydınlatılması açısından uygun görüldüğü takdirde dosyamıza konulmak üzere gönderilmesi, Arz olunur.

***
İlk akla gelen sorular şunlar...
MİT'in, Ergenekon’dan ne zaman haberi oldu?
Daha önce, bilgilerin
Genelkurmay'a da iletildiği söylenmişti ama Genelkurmay arşivlerinde bu bilgilerin olmaması nasıl açıklanabilir?
Bugün Ergenekon kapsamında soruşturulan döneme ve tarihlere bir bakın. 5-7 Mart 2003'te Selimiye Kışlası'nda yapılan Balyoz Harekat
Planı...
Erdoğan 15 Mart 2003'te Başbakanlık koltuğuna oturdu ve MİT 8 ay sonra Başbakan'a Ergenekon'un belgelerini gönderdi.
Yani o tarihte Başbakan olanlardan haberdardı. Peki neden o gün hareketegeçilmedi?
Ergenekon soruşturmasını başlatan olay, 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de ele geçirilen el bombalarıydı. Yani Türkiye Ergenekon'u Başbakan'dan dört yıl sonra öğrendi.
Birileri Savcı Zekeriya Öz imzalı belgedeki bazı ayrıntılara takılabilir.
Örneğin iki yerde, büyük harflerle 'Sn. BAŞBAKAN'A' yazılması ve bir Cumhuriyet savcısının Başbakanlık'tan Ergenekon belgelerini isterken 'uygun görüldüğü takdirde' ifadesini kullanması gibi...

BAŞBAKAN ERGENEKON'U SİNAGOG SALDIRILARIYLA MI ÖĞRENDİ?
Balyoz soruşturması kapsamında tutuklanan Eski 1’inci Ordu Komutanı Emekli Org. Çetin Doğan'a birkaç gün önce savcı 15 Kasım 2003'te yapılan sinagog saldırılarıyla bir ilgisi olup olmadığını sordu.
15-20 Kasım 2003'teki dört saldırıda 57 vatandaşımız hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı.
Peki bu kanlı saldırılar Çetin Doğan'a neden soruldu? Bunun yanıtı belgedeki tarihlerde gizli...
Belgeye göre MİT, Ergenekon ile ilgili bilgileri Başbakan'a 19 Kasım 2003'te yani sinagog saldırılarından sadece 4 gün sonra gönderdi...
Başbakan MİT'ten bilgi almadan bir gün önce 18 Kasım 2003’te Meclis’te
şunları söylemişti:
'Devletimize ya da hükümetimize terör yoluyla verilmek istenen bir mesaj varsa, o mesajı elimin tersiyle ittiğimi ve ayaklarımın altına aldığımı buradan tüm dünyaya haykırıyorum. Türkiye Cumhuriyeti devletine ve hükümetine terör yoluyla verilecek mesaj yoktur!'
Başbakan sinagog saldırılarının Ergenekon'la bağlantısı yönünde bir ihbar aldığı için mi MİT'ten bilgi istedi mi?
Başbakan MİT'ten bilgi aldıktan bir gün sonra, 20 Kasım 2003'te bu kez İngiliz Konsolosluğu ile HSBC'ye saldırıldı.
Başbakan Erdoğan 2 Aralık 2003'te yine Meclis'te şöyle konuştu: 'Siyasi kararlılığımızı örselemek isteyen veya isteme gayreti içinde olanlar ne yaptıklarını iyi düşünmelidirler. Vakti saati geldiğinde onlarla da ayrıca demokrasi çerçevesi içinde bunların da hesaplaşmasını gayet iyi yaparız. Bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir.'
Başbakan’ın 'belgesi elimizde' dediği Ergenekon örgütünün belgeleri miydi?
Son olarak muhalefetin ispata muhtaç, ciddi iddiasını hatırlayalım;muhalefet iktidarın Ergenekon'la ilgili düğmeye basmadan önce gerekli yasal alt yapıyı oluşturduğunuöne sürüyor.
Buna da Ergenekon iddianamesinin bel kemiğini oluşturan gizli tanık ifadelerinin dayanağı 2007 tarihli Tanık Koruma Kanunu ile telefon dinlemelerinin dayanağı olan ve 2006'da faaliyete geçen Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı gösteriliyor.
Bir de 2004 yılı sonunda yasalaşan yeni Ceza Muhakemesi Kanunu...
Tartışmalar bu belgeyle daha da alevleneceğe benziyor.

Danıştay eylemcisi mahkemeye maske ile çıkarıldı

23 Mart 2010 Birinci "Ergenekon" davasının bir sonraki duruşması 25 Mart Perşembe günü yapılacak.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, tutuksuz sanık Süleyman Esen'in çapraz sorgusuna devam edildi.
Savcıların sorularının ardından tutuklu sanıklar Kemal Kerinçsiz ve Zekeriya Öztürk'ün sorularını yanıtlayan Esen, "Alparslan Arslan'a bomba vermediği" şeklindeki beyanlarını tekrarladı.
Tutuklu sanık Osman Yıldırım da Süleyman Esen'i tanımadığını ve telefonla hiç konuşmadığını dile getirdi.
Bu arada, duruşmada yaptığı taşkınlıklar nedeniyle salondan çıkarılan Alparslan Arslan'ın, tekrar içeriye alındığında ağzında maske olduğu görüldü.
Yanındaki askerlere tükürmeye çalıştığı gözlenen Arslan, bir ara oturduğu sıradan kalkarak yere yattı. Askerler tarafından yerine oturtulan Arslan, bağırmaya çalıştı ancak maske nedeniyle ne dediği anlaşılmadı.
Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, Arslan'a, "Bağırdın, çağırdın ama bir kısmını dinledin. Esen'e soracak sorun var mı?" dedi.
Bu sırada ağzındaki maske çıkartılan Arslan, sorusu olmadığın ı belirterek hasta olduğunu söyledi.
Alparslan Arslan'ın, "Hasta olduğum için duruşmalara getirilmesem olur mu?" şeklindeki talebi üzerine Şengün, "Senin konuşmana ihtiyacımız var. Onun için seni getireceğiz" dedi.
Arslan da "Hastayım. Bana sorarsanız cezamı verin. Hasta olduğum için duruşmalara getirmeyin" diye konuştu.
netgazete

BU TARİHLERE DİKKAT ETTİNİZ Mİ?



07.04.2010 14:25

Kamuoyunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı" olarak anılan belgenin hukuksal hikayesinde ilginç bir tarihsel kesişim göze çarpıyor. Yapılan açıklamalar ile atılan adımlar birbiriyle kesişiyor.

İşte adım adım İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın takvimi ve Başbakan'ın son açıklaması:

8 Nisan 2009

F. Gülen: "Bazıları yeni bir irtica yaygarası koparabilir"

Fethullah Gülen, “samimi müminleri terörist gibi göstermeye çalışan odakların yeni bir irtica yaygarası koparabileceğini” söyledi. “28 Şubat öncesinde bir kısım şaşkınların zuhur ettiğini” belirten Gülen, giyim-kuşamdan ibadet tavırlarına kadar pek çok hareketleriyle aykırılık sergileyen bu insanların topluma figüran olarak sunulduğunu iddia etti. Gülen, şöyle konuştu: "Onlara bir kısım roller verildi; kimisi tarikat şeyhi kisvesine bürünüp medyada boy gösterdi, kimisi teokratik düzeni hâkim kılma sevdalısı bir gerici numarası yaptı, kimisi mürtecilerin ağına düşürülüp kandırılmış bir kurban rolü oynadı ve kimisi de karanlık güçler tarafından kiralanan bir tetikçi, kanlı katil olmasına rağmen, irticâ piyesinde 'Allah'ın ordusu'nun sadık bir eriymiş gibi sahne aldı. Figüranlar, rollerini öyle gerçekçi ortaya koydular ki, herkes oynananın bir oyun olduğunu unutup ülkenin elden gittiği zehabına kapıldı. Dün olduğu gibi bundan sonra da, dışarıdan da beslenen bazı şer şebekeleri samimi müminleri terörist gibi göstererek yeni bir irtica yaygarası koparabilirler."

7 Haziran 2009

Ergenekon sanığı emekli Albay Levent Bektaş’ın avukatı Serdar Öztürk’ün bürosunda, ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ olduğu ileri sürülen bir planın fotokopisi bulundu. 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' olarak basına yansıyan planda şunlar yazıyordu: "Işık evleri'nde silâh ve mühimmat bulunması sağlanarak Cemaate karşı 'silâhlı terör örgütü ' davası açılacak..."

12 Haziran 2009

Taraf, fotokopi belgeyi “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” manşetiyle yayımladı.

26 Haziran 2009

Başbakan Erdoğan, Brüksel’de düzenlenen bir forumda soruşturma sürecini takip ettiğini belirttikten sonra “Belgenin aslına ulaştığımız anda, bulduğumuz anda tabii ki bunu da yargıya taşıyacağız” şeklinde beyanat verdi.

30 Haziran 2009

Belgede imzası olduğu iddia edilen Albay Dursun Çiçek, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na çağırıldı.

08 Kasım 2009

TRT-1 Televizyonunda Politik Açılım programına katılan Başbakan Erdoğan: “Islak imza önem arz ediyor. Kilidi o açacak. ADLİ TIP RAPORUNUN GEREĞİ YAPILMALI. Askeri yargının ıslak imzaya ilişkin olarak Adli Tıp'ın raporunu dikkate alması gerekir. Bakın geçen hafta 8 subay davet edildi. Sonra iki subay daha dinlendi. Demek ki süreç devam ediyor. Bu hafta içerisinde kim bilir kimler davet edilecek?” dedi.

11 Kasım 2009

Albay Dursun Çiçek yeniden İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na çağırıldı.

01 Nisan 2010

Ankara Modern Sanatlar Merkezi'nin açılışı sonrası Başbakan Erdoğan'ın açıklaması...

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Albay Dursun Çiçek ile görüştüğü yönünde basında haberlerin yer aldığının hatırlatılması üzerine Erdoğan, ''Bunu kendisi söylüyor. Artık herhalde yargı bunları adeta bir suç duyurusu olarak, medyada da yer aldığına göre, kabul edecektir. Medya ilgilileri bunu tespit etmişlerdir, yakalamışlardır. Şimdi bundan sonrası yargıya aittir. Savcılarımızın görevi nedir? Budur'' diye konuştu.

Bir gazetecinin Baykal'ın böyle bir görüşmenin olmadığını ifade ettiğini anımsatması üzerine Başbakan Erdoğan, ''O benim görevim değil. O yargının görevi. Yargı alır, bu konuda iddia makamı olan savcılık makamı. Ortada da buna ait belgeler, bilgiler var. Bu bilgi ve belgeleri de toparlar, değerlendirmesini yapar'' dedi.

Çakışan tarihlere bakıldığında Başbakan Erdoğan'ın son açıklamasının ardından "bakalım neler olacak" sorusu herkes tarafından soruluyor.

Odatv.com

12 Nisan 2010
Dalan'a Yakalama Emri Çıktı
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon firarisi İstek Vakfı Başkanı Bedreddin Dalan hakkında yakalama kararı çıkardı.

Ergenekon soruşturması kapsamında aranan Bedrettin Dalan hakkında 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yakalama kararı çıkarıldı.
Ergenekon soruşturmasının 10. dalgasında gözaltına alınacağını öğrenince ABD'ye kaçtığı ileri sürülen İSTEK Vakfı Başkanı Bedrettin Dalan'ın 28 Şubat'ı başlatan isim olduğu iddia ediliyordu.

Dalan, Ergenekon'un ikinci iddianamesine giren dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Levent Ersöz'le yaptığı konuşmada 28 Şubat'ın Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'e 28 Şubat öncesi 4 saat brifing verdiğini anlatıyor. Dalan, Orgeneral Bir'in aldığı notları rapor haline getirerek gizli damga ile generallere dağıttını söylüyor.

Ergenekon sanığı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde İstihbarat Daire Başkanı olan Levent Ersöz'le Bedrettin Dalan arasında geçen konuşmanın, ikilinin bahsettiği konulardan 2004'te gerçekleştiği anlaşılıyor. Evinde ve ofisinde yapılan aramalarda 2500 dinleme kaydı ele geçirilen Ersöz'ün, Dalan'la yaptığı görüşmeyi de kaydettiği anlaşıldı. Ersöz'ün, Dalan'la konuşmasının çözümü Eruygur ve dönemin Jandarma Teknik Daire Başkanı Albay Hasan Atilla Uğur'da ele geçirildi.

İkinci Ergenekon iddianamesinin ek belgeleri arasında 240. klasörde yeralan konuşmada Dalan, yaptığı faaliyetleri anlatıyor ve “Ben yaşayarak öğrendim. Ben bir şey daha yaşadım paşam. Bunları Çevik Paşa ile 28 Şubat öncesi oturdum konuştuk, 4 saat not aldı. Ve bunları bilgi notu haline getirdi. Karargahındaki generallere dağıttı. Çok gizli rapordu.”

Konuşmada Dalan, Bir'e “Raporun üstüne çok gizli damgası koymasaydın bari” dediğini söyleyince Ersöz de “Oraya da yazmış mı Sayın Bedrettin Dalan'dan alınmıştır diye” şeklinde konuşuyor. Dalan da “Aynen yazmış. İsim de var” cevabını veriyor.

Dalan konuşmanın devamında adının Çevik Bir'in raporunda yazılmasından korkmadığını ifade ediyor. Ersöz de “Ama siz zaten bundan korkmuyorsunuz ki. Kendinizi üçüncü sıraya koymuşsunuz biraz çekingenliğiniz için” diyor. Dalan da, “Ben korktuğum konuyu biliyorum ama benim ülkemin Silahlı Kuvvetleri, yani eğer bir gizlilik derecesi yapmışsa onun şerefidir, onu korumak onun yükümlülüğüdür. Benim görevim değildir” şeklinde konuşuyor
aktifhaber

Görünmeyen gündeme dair sorular...
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com

12 Nisan 2010Pazartesi
Mazlum ve mağdur (!) AKP , iktidarı ele geçirdiği günden beri güya memlekette tüm gizli- kirli yapılanmaların üstüne gidiyor,onlarla savaş ediyor ve milletin iki yakasını kirli yapılanmalardan kurtarmaya çalışıyor. Bununla da yetinmiyor!..Gerekli her türlü hukuki düzenlemeleri yapmaktan da çekinmiyor!...

Verilen fotoğrafa göre; AKP,Türkiye'yi açık ve demokratik bir hukuk devleti haline getirmek istiyor!

Hadi,bunlara geçici bir süreliğine inanalım.Toplumu ipnotize etmek için yapılan tüm suyuna tirit işleri de bir tarafa bırakalım.Yargılanması imkansız olan 12 Eylül darbecileri için yapılacak anayasa değişikliğine de “he” diyelim.Açılımı da sorgusuz -sualsiz yalayıp yutalım.AKP'nin kendine kurduğu derin devleti hiç görmeyelim.Zaten ekonomimiz de tıkırında Allah şükür..Hatta daha da ileri gidelim;aksi düşünenleri “paranoyak”,” senaryo yazarı” olmadı hadi bir de “ günahkar” ilan edelim.Kafamızı kuma gömelim, kıçımız açıkta kalsın.Huzur içinde Hocaefendi’den gelen senaryoları dinleyip,rahatça yatağımıza girip uyuyalım.

Böyle “muhterem” bir haleti ruhiye içinde AKP iktidarının yaptığı tüm toplumu aydınlatma faaliyetlerine bizimde katkımız olsun diye o zaman şu soruları yöneltelim;

-AKP iktidarı 1996 yılında terörist başı Abdullah Öcalan'ı Şam'da yok etme planının önüne geçenleri su üstüne çıkarmayı düşünüyor mu?

Bunun için Öcalan'ın evine önüne gönderilen bomba yüklü minibüs son anda karşı kaldırma nasıl ve kimlerin talimatı ile gönderilip patlatıldı ve Öcalan'ın hayatı nasıl kurtarıldı.?

Öcalan'ı yok etmek için yapılan planda kullanılan minibüsün Suriye vatandaşı şoförü daha sonra kimler ve kimlerin talimatı ile öldürüldü?

Operasyondan önce yapılan vaatlere göre,Türkiye getirilen Suriyeli minibüs şoförünün karısı ve çocukları nereye yerleştirilmişti? Bu aile Suriyeli şoför ortadan kaldırıldıktan sonra sınır köylerinin birinde mayın tarlasına yanlışlıkla! girerek hayata veda etti mi ?

(AKP'ye kıyak; Bu soruların yanıtı açılımı fena halde haklı çıkarabilir)

-Büyük paralar vererek aldığımız Heronları (insansız uçak) sınır ötesi operasyonlarda kullanabileceğiz mi?Heronların uçuş izinleri hangi şartlara bağlandı?Heron'ları bize satanlar terör örgütü PKK'ya da bunları fark edecek sistemleri veriyor mu?

(AKP'ye kıyak; Bu soruların cevabı PKK'yı temizlik operasyonları için çok elzemdir)

-Balyoz operasyonunda 1'nci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız'ın bir rolü var mı?AKP iktidarı Iğsız Paşa'nın herhangi bir belgede imzasını arıyor mu veya bulabildi mi?

Iğsız Paşanın imzası Balyoz operasyonun herhangi bir yerinde çıkarsa bu 30 Ağustos'ta yapılacak Askeri Şura’yı nasıl etkiler? Genelkurmay komuta kademesindeki değişikliklere yansımaları neler olur?

(AKP'ye kıyak;Bu sorunun cevabı da ordu içindeki darbeci yapılanmaları kökten çözebilir)

-Almanya Başbakanı Merkel gelmeden önce Başbakan Tayyip Erdoğan durduk yerde niye "Almanya'da Türk okulları açılsın “ diye açıklama yaptı.Bu açıklama bir gerçek gündemi örtme operasyonumuydu?Mesela, Alman Başbakan hem Türkiye'ye hem de Yunanistan'a satmaya çalıştığı demode denizaltılar için büyük bir baskı mekanizması mı kurdu? Yunanistan “büyük kriz içindeyiz. Bu denizaltıları almayız” deyince, Yunanistan'ın payına düşenleri de satın almamız için Merkel, Erdoğan'a bir şeyler veya çok şeyler söyledi mi? Türkiye bu denizaltıları Almanya'dan satın alacak mı? Satın alacaksa hangi şartlarda bu alış-veriş gerçekleşecek?
(AKP'ye kıyak;Bu soruların cevabı deniz feneri skandalındaki tüm yanlış anlaşılmaları giderir)

Gerçek gündemi takip edebilmek adına benim bugünlük aklıma bunlar geliyor.AKP tüm iyi niyetli (!) hamlelerinde gerçekte samimiyse bu soruların cevaplarını da kamuoyuna aktarsında görelim.Zira örtülü gündemlerden çok fena halede sıkıldık....
avaztürk

13 Nisan 2010 18:42
Ergenekon Sanığından 1 Numara İddası

Ergenekon davasının 54. Duruşmasında tutuklu sanık Hasan Ataman Yıldırım, eski genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın Ergenekon örgütünün 1 numarası olduğunun ileri sürdü

Sakin tavrı gözden kaçmayan Yıldırım, İstanbul , Ankara ve İzmir'de düzenlenen Cumhuriyet mitinglerine katıldığını ve bununla gurur duyduğunu söyledi. Yıldırım, Sincan Ağır Ceza Hakimi Osman Kaçmaz'ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yargılanması gerektiği yönündeki fikrine de destek verdi. Balyoz Darbe Planı'nda adı geçen Kuzey Deniz Saha eski Komutanı Emekli Korgeneral Feyyaz Öğütçü ile sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen Yıldırım, zaman zaman 4000'ler sınıfı adı altında düzenlenen yemekte bir araya geldiklerini söyledi. Yıldırım, Feyyaz Öğütçü ile düzenlenen yemeklerde bir araya geldiklerini söyledi.
aktifhaber

4 Nisan 2010
Ergenekon soruşturması kapsamında 8'inci iddianame tamamlandı

'Islak İmza' İddianamesi Ergenekon Kapsamına Alındı

Hakkında yakalama kararı çıkarılan İstek Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Bedrettin Dalan'ın iddianamenin bir numaralı şüphelisi olduğu öğrenildi.

İddianamede Bedrettin Dalan ve "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" belgesinde imzası olan Dursun Çiçek'in de aralarında bulunduğu toplam 7 şüphelinin yer aldığı bilgisine ulaşıldı. Hazırlanan iddianame, İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Turan Çolakkadı'ya sunulacak. 12 Haziran 2007'de başlayan Ergenekon soruşturması kapsamında İrtica ile Mücadele Eylem Planı'na ilişkin iddianamenin hazırlığı bitti. Özel yetkili savcılar Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Murat Yönder tarafından hazırlanan iddianamede ıslak imzalı belgenin sahibi olduğu iddia edilen Dursun Çiçek'in de aralarında bulunduğu şüphelilerin "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek ve Ergenekon silahlı terör örgütü üyeliği" ile suçlandığı öğrenildi. Bu şekilde şüpheliler hakkında 7,5 yıldan ağırlaştırılmış müebbete kadar hapis cezası istenmesi bekleniyor. Ergenekon soruşturmaları kapsamında daha önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda Temmuz 2008, Mart 2009, Ağustos 2009, Ocak 2010, Şubat 2010 ve Mart 2010'da toplam 6 ve Erzurum Cumhuriyet Başavcılığı'nda bir iddianame olmak üzere toplam 7 iddianame hazırlanmıştı.

ÇİÇEK DARBE'DEN, DALAN ÖRGÜT ÜYELİĞİYLE SUÇLANIYOR

İddianamede Çiçek ile hakkında 'darbeye teşebbüs' suçundan müebbet, Dalan içinse, 'silahlı Ergenekon örgütüne üye olmak suçlamasıyla 10 yıl hapis talep edildiği öğerenildi. Dalan'ın 'Darbe Andıcı'yla ilgili bir suçlama yöneltilmediği, sadece Ergenekon şüphelisi olarak iddianamede hakkında suçlamalara yer verildiği belirtildi.

'ERZİNCAN' DA İDDİANAMEDE

'Darbe Andıcı'ndaki ıslak imzayı inceleyen Adli Tıp, polis ve jandarma kriminal laboratuvarları Çiçek'e ait olduğunu tespit etmişti. Her üç kurum da Çiçek'in imzası bulunan telefon faturası, kira sözleşmesi gibi belgelerdeki imzaları, Darbe Andıcı'ndaki imzalarla karşılaştırarak 'Albay Çiçek'in el ürünü' raporu vermişti. Erzincan'da, tutuklu Başsavcı İlhan Cihaner'in cemaatlere yönelik yürüttüğü soruşturmanın, 'Darbe Andıcı'nı uyguladığı ileri sürülmüştü. Erzincan'daki Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan iddianamede ifadelerine yer verilen gizli tanıklar Albay Çiçek'in, Cihaner'le orduevinde buluştuğunu ileri sürmüştü. İddianamede Cihaner'in, 'Darbe Andıcı'nı uygulamak için polis ve cemaatlere komplo kurduğu iddia edilmişti. 'Darbe Andıcı' iddianamesinde Erzincan'daki Ergenekon soruşturmasına da yer verildiği öğrenildi.

28 Şubat'ı tetikleyen isim

'Darbe Andıcı' soruşturmasını yürüten savcıların talebi üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Bedrettin Dalan hakkında yakalama emri çıkardı. Ergenekon'un 10 dalgasından önce gittiği ABD'nin ardından Finlandiya, Hollanda, Almanya, Rusya, Belarus ve Suriye'ye gittiği ortaya çıkan Dalan'ın görüldüğü ülkede yakalanması için kırmızı bülten de çıkarılacak. Poyrazköy'deki arazisinde mühimmat bulunan Dalan'ın adı Ergenekon iddianamelerinde örgütün fikri ve mali lideri olarak geçiyor. Dalan'ın, Ergenekon iddianamesine giren dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz ile yaptığı konuşma ise davanın delilleri arasında yeralıyor. Kayıtta, Dalan 28 Şubat'ın nasıl başladığını şöyle anlatıyor: "Ben yaşayarak öğrendim. Ben bir şey daha yaşadım paşam. Bunları Çevik Paşa ile 28 Şubat öncesi oturdum konuştuk, 4 saat not aldı. Ve bunları bilgi notu haline getirdi. Karargahındaki generallere dağıttı. Çok gizli rapordu."

Ergenekon’da 7. iddianame
Ergenekon soruşturması kapsamında bugüne kadar altı tane iddianame hazırlandı. İlk 3 iddianame, iddia olunan Ergenekon örgütünün yapısıyla ilgili, daha sonrakiler ise Bedrettin Dalan’ın başkanı olduğu İSTEK Vakfı’nın Poyrazköy’deki arazisinde ele geçirilen mühimmat, amirallere suikast iddiası ve Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli Albay Levent Bektaş’tan ele geçirilen “Kafes Eylem Planı”na ilişkin iddianameler oldu.
Hazırlanan iddianamelerde sanık olarak yer alan kişilerin dışında daha önce bilgisine başvurulan, gözaltına alınıp serbest bırakılan ya da hakkında gözaltı kararı çıkmasına rağmen yakalanamayan kişilerle ilgili soruşturmalar bulunuyor. Bu kişilerin bir bölümü, Ergenekon savcıları tarafından yazımı tamamlanan yedinci iddianamede yer alacak.

1100 sayfa olduğu öğrenildi
Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı’ya teslim edilecek olan ve 1100 sayfa olduğu belirtilen iddianamede bir numaralı sanık olarak İSTEK Vakfı Başkanı Bedrettin Dalan yer alacak. Ergenekon soruşturması kapsamında aranan Dalan hakkında önceki gün de “İrticayla Mücadele Eylem Planı”yla ilgili yakalama kararı çıkarıldı.
İddianamede iki numaralı sanığın, “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nın altında imzası bulunduğu öne sürülen Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek, üç numaralı sanığın ise Bedrettin Dalan’a, Ergenekon’un 10. dalga operasyonu öncesi “Kaç, tutuklanacaksın” dediği iddia edilen MİT mensubu Özel Yılmaz olduğu belirtildi. Dalan ve Kurmay Albay Çiçek hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek” iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildiği öğrenildi.

Dalan tam 1 yıl 4 aydır aranıyor

Ergenekon soruşturmasının 6 Ocak 2009’daki 10. dalga operasyonunda Bedrettin Dalan’ın oğlu Barış Dalan, Dalan’ın Özel Kalem Müdürü İlhami Ümit Handan ve Dalan’ın şoförü Coşkun Umur gözaltına alınmıştı. Barış Dalan, Ümit Handan ve Coşkun Umur, savcılık sorgularının ardından serbest bırakılmıştı. Hakkında gözaltı kararı bulunan Bedrettin Dalan’ın ise Amerika’da olduğu ortaya çıkmıştı. Dalan sağlık sorunları nedeniyle Amerika’da olduğunu, tedavisinin ardından Türkiye’ye döneceğini açıklamıştı. Dalan daha sonra anjiyo olmuş, kalp damarına stent takılmıştı. Aradan bir yıl 4 ay geçmesine rağmen Dalan Türkiye’ye dönmedi. ABD vizesi biten Dalan’ın önce Rusya’ya oradan da Beyaz Rusya’ya gittiği tespit edilmişti. İddiaya göre yurtdışında ülke ülke dolaşan Dalan, en son bir televizyon kanalı tarafından Amsterdam’da görüntülenmişti. Dalan’ın yurtdışında bulunduğu sırada 21 Nisan 2009’da başkanı olduğu İSTEK Vakfı’nın Poyrazköy Keçilik mevkiindeki arazisinde çok sayıda mühimmat ele geçirilmişti. Poyrazköy iddianamesinde “Ergenekon tutuklusu emekli Albay Levent Göktaş’ın emrinde eylem yapmak üzere bir ekibin olduğu, bu ekibin eylemler için ellerinde bulunan patlayıcı ve silahları Bedrettin Dalan’a ait araziye gömdüklerini, bu malzemelerden Dalan’ın da haberinin olduğu” öne sürülmüştü.

3. iddianameyle soruşturulan kişiler

Ergenekon üçüncü iddianamesinin son sayfasında 43 isim sıralanarak, bu zanlılarla ilgili ayrıca soruşturma yürütüldüğü belirtilmişti. Bu isimler arasında İSTEK Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Bedrettin Dalan, Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek, eski Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, eski MİT İstanbul Daire Başkanı Nuri Gündeş, bir dönem Ergekenon operasyonlarını yürüten eski Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Selami Hüner, Ergenekon’un kilit ismi Tuncay Güney, yeraltı dünyasının önemli isimlerinden Yaşar Öz, Kürşat Yılmaz ve 28 Şubat sürecinin önemli aktörlerinden Ali Kalkancı yer almıştı. İddianamede haklarında soruşturmanın halen sürdüğü belirtilen 43 şüpheli şöyle sıralanmıştı: Zuhal Azeri, Yaşar Öz, Yalçın Tanfer, Yakup Kürşat Yılmaz, Turgut Büyükdağ, Tuncay Güney, Şahin Özen, Seyhan Fındıkçı, Serdar Öztürk, Selami Hüner, Özel Yılmaz, Sadık Düzgün, Ramazan Erkan, Ramazan Altay, Özkan Bektaş, Osman Nuri Gündeş, Mustafa Haran, Mehmet Çolak, Mehmet Ülger, Lokman Gündüz, Koçero Soluci, İzzet Erkan, İlknur Özkan, İlhami Ümit Handan, Hülya Metin, Hasan Saluci, Hakan Arslan, Ersin Bal, Erhan Göksel, Ergin Geldikaya, Dursun Çiçek, Dilek Bozkaya, Çevik Bir, Coşkun Umur, Cengiz Can Erol, Bedrettin Dalan, Barış Dalan, Baran Kayral, Aşkın Lale, Ali Rıza Çobanoğlu, Ali Kalkancı, Ahmet Şafak Serpin ve Abdurrahim Doğru.

Albay Çiçek İki Kez Tutuklanıp Barakıldı

Özel Yılmaz hakkında idari soruşturma var

Özel Yılmaz’ın adı, ilk olarak gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından gündeme gelmişti. Yılmaz’ın, Hrant Dink’i, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınan bir Ermeni kızı olduğu iddiasını dile getirdiği yazısı nedeniyle 24 Şubat 2004’te İstanbul Valiliği’nde uyaran ve ismi bir türlü ortaya çıkmayan gizemli istihbaratçı olduğu ortaya çıkmıştı.
Özel’in adı daha sonra Ergenekon soruşturmasında da geçmişti. 2009 Ocak’ta gerçekleştirilen 10. dalga operasyonundan 3 ay önce ABD’ye gittiği öne sürülen Bedrettin Dalan’ın, gözaltına alınacağı bilgisini o dönem MİT İstanbul Bölge Başkan Yardımcısı olan Yılmaz’ın sızdırdığı iddia edilmişti. Yılmaz’ın bu bilgiyi Dalan’ın özel kalem müdürü ve istihbarat çevreleriyle çok yakın bir kişi olarak bilinen İlhami Ümit Handan vasıtasıyla verdiği belirtilmişti.

Savcılar ifadesini aldı
6 Ocak 2009’da Dalan’ın başkanı olduğu İSTEK Vakfı’na yapılan operasyonda Dalan’ın oğlu Barış Dalan, Özel Kalem Müdürü Handan ve şoförü Coşkun Umur gözaltına alınmıştı. İddiaya göre, bundan sonra devreye yine Yılmaz ile bir başka MİT görevlisi girmiş, soruşturmayı yürüten savcı Zekeriya Öz’ü ziyaret eden iki MİT’çi, Handan’ın teşkilat için çalışan önemli bir haber elemanı olduğunu söyleyerek serbest bırakılmasını istemişti. MİT görevlileri ayrıca, talebin MİT Müsteşarı Taner’den geldiğini söylemişti.
Konuyu araştıran Savcı Öz, Taner’in böyle bir talebinin olmadığını öğrenmiş, bundan sonraki süreçte bir yandan MİT içinde idari soruşturma başlatılırken, Ergenekon savcıları da Taner’in oluruyla Yılmaz’ın ifadesini almıştı.
Böylece Yılmaz’ın ismi de Ergenekon iddianamesinde haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler arasına girmişti. Yılmaz, bir süre sonra MİT İzmir Bölge Başkanlığı’na tayin edilmişti.

Kaynak: Yenişafak- Milliyet- Zaman-aktifhaber

Babasını tanımayan “evlât” Dursun Çiçek
Müyesser YILDIZ
muyesseryildiz@avazturk.com

14 Nisan 2010Çarşamba
Aslında malum medya onun hesabını çoktan kesti. Neyse, iddianamesi de tamamlanmış. Maalesef 1 numara değilmiş. “Asılmalı” demiştik, idam cezası kaldırıldığı için galiba müebbetle yargılanacakmış.

Hemen iddianamede yer aldığı söylenen bir hususa dikkat çekelim. Doğruysa 1 numara Bedrettin Dalan’mış ve yanlış anlamadıysam Dursun Çiçek ile diğerleri de Dalan örgütünün üyeleriymiş. Çiçek’in, Dalan’ı ve iddianamede adı geçtiği belirtilen isimlerin hiçbirisini tanımadığını daha önce bir haberimizde duyurmuştuk. Bunu geçelim, Bedrettin Dalan Aralık 2008’de yurtdışına “kaçtı”. Dursun Çiçek imzalı olduğu öne sürülen “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ise Haziran 2009’da gündeme getirildi. O belgeyi ortaya çıkaran Taraf Gazetesi’ne göre, plan Nisan 2009’da hazırlanmıştı. “Örgüt lideri” yurtdışına kaçtıktan sonra böyle bir plan yapılmasında anormallik yok mu? İddianame resmen açıklandığında nasıl bir bağlantı kurulduğunu herhalde daha iyi anlarız!

Kimsenin “avukatlığına” soyunmuş değiliz, ancak geçen 10 aylık sürede özellikle Kurmay Albay Dursun Çiçek’li ilgili “gizli” soruşturma da öyle yargısız infazlar yapıldı ki, bazı gerçekleri duyurmak, bazı yalanları ortaya dökmek bize kaldı.

Mesela, “Dursun Çiçek’in, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un oğlu gibi” olduğu iddia edildi.

Başbuğ ve Çiçek’in değil baba-oğul olmak, bir kez bile karşılaşmadığını, birbirlerini hiç tanımadığını öne sürsem?.. Dahası Çiçek’in, şansına yönelik “psikolojik taarruzların” arttığı günlerde, olanları bir de kendisinden dinlemesi için Başbuğ’dan randevu talep ettiğini, ancak talebine olumlu-olumsuz karşılık verilmediğini söylesem?

Dendi ki; “Telefonlarının dinlendiği dönemde, cep telefonu hep kapsama alanı dışında sinyali verdi. Dinlendiğini bildiği için böyle bir tedbir aldı”!.. Dinleme kararı alınan telefonun, o dönemde de, dün de, bugün de hiç kapatılmadığını, yani “kapsama alanında” olduğu bilgisini versem?.. Ve “Gerçekte telefon dinlemelerinde suç unsuruna rastlanmadığı için, böyle bir gerekçe uydurulduğu” yorumunun yapıldığını kaydetsem?

Birilerine göre, o belgeyi hazırladığı, birilerine göre de terfi ettirilmeyeceği için Çiçek geçen Ağustos’ta hemen emekliye sevk edilecekti. Olmadı. Şimdi bu Ağustos bekleniyor. 2012’ye kadar bu kadroda bulunma hakkı olduğunu belirtsem?.. En önemlisi, Türkiye’yi sarsan böyle bir belgeye hazırlandığı iddia edilen kişinin, geçen yıl İstanbul’a tayin isteyip, 1 yıl Harp Okulu’nda ders verdikten sonra emekliye ayrılma niyetinde olduğunu, ancak malum “suçlamalara” maruz kalınca, bundan vazgeçip, “aklanana” kadar mücadele etme kararı aldığını anlatsam?

Bilmediğimiz bir şey daha tespit ettik, herhalde siz de bilmiyorsunuzdur… Hakkında bu kadar iddia var, ama Dursun Çiçek’e yurtdışına çıkış yasağı konmamış. Konumuzla ilgisi mi? ABD’de okuyan oğlunun önümüzdeki aylarda mezuniyet töreni var… Dursun Çiçek, yurtdışı yasağı olmadığı halde herhangi bir spekülasyona yol açmamak için oğlunun mezuniyet törenine bile gitmeyecek desem?

Son notumuza gelince; “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nı onun hazırladığı söyleniyor, Dursun Çiçek ise feryat-figan bu birimde çalışmadığını, kapısının önünden bile geçmediğini ispatlamaya çalışıyor. Hatırlanacaktır, daha ilk günlerde Çiçek’in “irtica” değil, bir “Pontus” uzmanı olduğunu tespit edip, sizlere duyurmuştuk. Meğer sadece “Yunan-Pontus” değil, “1915 Olayları” denen, “Ermeni soykırım” iftiraları da Çiçek’in uzmanlık alanıymış.

Malum, “İrtica belgesi” yüzünden Çiçek’in görev yeri değiştirildi… Yunan “açılımı”nın hızlandığı, daha vahimi “soykırım” giyotinin başımızda sallandırıldığı bir dönemde, Çiçek’in görev yerinin değiştirilmesinin ötesinde, TSK’nın bu biriminin fiilen işlemez hale gelmiş olması, acaba kimlerin işine yaradı ve yarayacak dersiniz?
avaztürk

Mustafa Mutlu
ABD’ye giden uçaklarda yer ayırtmaya başlayanlar!

Ergenekon, Balyoz, Kafes gibi darbe planı soruşturmaları için “U dönüşü günleri”ne giriyoruz.

Elbette; gerçek suçlular varsa cezalarını çekecekler...

Ama... Çok yakında bu davanın “panzehiri” niteliğinde yeni davaların da açıldığını göreceğiz...

O yeni davalar açıldıkça, 2004 model “toplama ve zorlama çeteler” gündemden düşecek; onların yerini 2009 model olmasına rağmen çok kilometre yapmış “takkeli çeteler” alacak...
***


Bu “U dönüşü”nün mimarı öfkeli bir kadın...

Emekli Tümamiral İlker Güven’in boşanma davası açtığı eşi Sunahanım Güven...

Sunahanım’ın iddiaları araştırıldığında (tabii araştırılırsa) önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin belgelerini sızdırıp satan “lüplüpçü subaylar” dökülecek ortaya...

Sonra...

Elbette bu belgeleri onlardan satın alanları tanıyacağız...

Bitti mi? Hayır!

O belgelere gelişmiş laboratuvarlarda “eklemeler yaparak”, masum yurtseverlerin başlarının yanmasına neden olan “lüplüpçü montaj uzmanları”na da sıra gelecek...
***


Bu “büyük proje”nin bir de finansman ayağı var tabii...

Örneğin; belge sızdırması karşılığında Emekli Tümgeneral İlker Güven’i ayda 20 bin dolar maaşa bağlayan “cemaat üyesi iş adamları...”

Sıra onlara da gelecek...

Ve... Onlara bu paraları vermeleri için telkinde bulunan “cemaat yöneticileri”ne...
***


Liste nasıl kabarıyor görüyor musunuz?

Genelkurmay Savcısı’nın açtığı soruşturma yetmez... Cumhuriyet savcıları da “Biz buradayız” demeli!

Cemaat yöneticileri deşifre olur da müritleri unutulur mu?

Örneğin medyadaki müritleri göreceğiz kamera önü kelepçeli geçit törenlerinde...

Masum insanların özel hayatlarını deşifre eden, soruşturmanın gizliliğini umursamayıp kendilerine teslim edilen en gizli evrakları çarşaf çarşaf yayınlayan, gazetecilik etiğini ayaklar altına alan o müritleri...

Ve elbette; o gizli belgeleri cemaatin medya ayağına sızdıran polis şeflerine ve savcılara da sıra gelecek...

Bu kez bu 2009 model çetenin üyelerinin kendi aralarında yaptıkları konuşmaların çözümleri girecek dosyalara...
***


Tüm bunların olması o kadar kaçınılmaz ki...

Çünkü doğanın kanunudur; taşkın dere kendi yatağına da zarar verir!

Sunahanım “U dönüşü” bayrağını salladı bir kez... O bayrağı gören çete üyelerinin paçaları tutuştu çoktan!

Foyalarının ortaya çıkması an meselesidir...

Tuzak kuranların av olmalarına ramak kaldı artık...

İnanıyorum; cumhuriyetin yürekli bir savcısı çıkacak ve Sunahanım Güven’in can güvenliğini sağlayıp, anlattıklarını araştıracak...

O “hastane sahibi”ni bulacak...

Para alan köstebek komutanların yakasına tek tek yapışacak...
***


Göreceksiniz, ABD’ye kalkan uçaklarda yer kalmayacak...

Çünkü vakit gelmiştir artık!

Vatan

16 Nisan 2010 18:34
Şahin 'Kısmen' Hasta
Ergenekon Davası'nda tutuklu yargılanan eski Özel Harp Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin'e Adli Tıp'tan "Cezai sorumluluğu tam yoktur" rapuru verildi.

Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından hazırlanan raporda, ''eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin'in cezai sorumluluğunun tam olmadığı'' belirtildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin, Şahin'in mevcut hastalığının suç tarihinde ve halen TCK'nın 32. maddesi kapsamında cezai ehliyetini etkileyip etkilemediğine ilişkin Adli Tıp Kurumu Başkanlığından istediği rapor dava dosyasına geldi.

Şahin hakkında daha önce çeşitli hastanelerden alınan raporlara yer verilen 13 sayfalık yazıda, Şahin'in 24 Şubat 2010'da Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinde yapılan muayenesi şöyle anlatıldı:

''Daha önce kaza geçirdiğini, ne zaman olduğunu bilmediğini, arkadaşının arabasıyla kaza yaptığını, Bursa'da hastanede yattığını, o ameliyatları hatırlamadığını, yedi yıl civarında kulağına cihaz takıldığını, Susurluk'tan sonra altı yıl ceza aldığını, bu defa cezaevinde kalış sebebinin sahte olduğunu, 'Ermeni'nin büyük papazını öldürecekmiş' olduğunu, 'Amerika'daki hocayı kafirlikle suçladığını', bir paşaya 'kardeşim' demenin niye suç olduğunu, iki yıldır cezaevinde olduğunu, yanında olan birisinin vasıtasıyla mesajlar attığını, gelen mesajları okuyabildiğini, Amerika'ya karşı olduğunu, kitap yazmaya başladığını, bitiremediğini, bazı televizyon programlarına çıktığını, son altı yılda gezip Amerika'yı anlattığını, sabahları tansiyon ve baş dönmesi hapı aldığını, cezaevinde sürekli kavga ettiğini, kendisini yalan söylemekle itham ettiklerini, her ay doktor kontrolüne gittiğini, evli, üç çocuğu ve bir torunu olduğunu, tutuklu sanık Fatma Cengiz'in kim olduğu sorulunca konuşmayacağını, kendi kafasının MHP ağırlıklı olduğunu, Meclis'e girip PKK ile mücadele edeceğini ama kabul edilmediğini, öfkelendiğini, kolay irite olduğunu söylediği.''

''AKLİ ARIZASININ ETKİSİ ALTINDA''

Şahin'in nörolojik muayenesinde de sola daha belirgin olmak üzere ''trunkal ve yürüyüş ataksisi'', iki taraflı olarak ''derin tendon refleksleri'' olduğu belirtilen yazıda, kişide ''organik kişilik bozukluğu'' ve ''cerebellar ataksi'' tespit edildiği kaydedildi.

Yazıda, adli tahkikat dosyasında belirlenen suçun nevi ve işleniş tarzı, sanığın motivasyonu, suç işleme ve suça karşı kendini savunma mantığı, suç öncesi, esnası ve sonrası tutum ve davranışları, sanık ve tanık ifadeleri gibi adli psikiyatrik hususların tüm olarak değerlendirildiği vurgulandı.

Raporun tartışma ve sonuç bölümünde ise şu ifadelere yer verildi:

''Yapılan muayenesi ve elde edilen bilgi ve bulguların yorumlanması sonucunda, cezai sorumluluğunu müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisini azaltacak mahiyet ve derecede olan organik kişilik bozukluğu denilen akli arıza ve vestibuler sistem problemine ikincil gelişen cerebellar ataksi saptandığı, adli tahkikat dosyasının tetkikinde mezkur suçları işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini azaltacak boyuttaki bu akli arızanın etkisi altında olduğu anlaşıldığı, bu duruma göre İbrahim Şahin'in 7 Ocak 2009 tarihinde sanığı bulunduğu suçuna karşı cezai sorumluluğu tam olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.''

Raporda, Adli Tıp Kurumu Başkanı Prof. Dr. Haluk İnce'nin yanı sıra iki psikiyatri, bir nöroloji ve iki adli tıp uzmanının daha imzası bulunuyor.
aktifhaber

ERGENEKON KARI-KOCA ARASINA DA GİRDİ
Ayhan Bozkurt
(..)
Emekli Tümamiral İlker Güven’in ihanetle suçladığı eşi Sunahanım Güven basına açıklama yaptı.
Ne dedi Sunahanım Güven: “Deniz Kuvvetleri’ne ait bilgileri paşalar veriyor. O paşalardan biri de benim kocamdı. Deniz Kuvvetleri’nin her türlü gizli bilgisini o verdi. Evdeki çantalar içinde 5 milyon dolar vardı. Pırlantalarım çalınmıştı ama bu paraya dokunulmamıştı. Ayrıca Deniz Kuvvetleri’nden çıkarılmış gizli belgeler de evdeydi. Ergenekon’da Deniz Kuvvetleri’yle ilgili bilgileri kocam sızdırdı”.

Evet, bir boşanma davası da en sonunda geldi Ergenekon’a dayandı… Ergenekon’un her şeyi açıklayacağı sözüm ona kabullenilirdi de karı koca arasına gireceği hiç düşünülür müydü?
Şimdi Sunahanım Güven eşinden paralar, pırlantalar alacak, tamam…
Alsın diyelim…
Ergenekoncu olarak itham etti bir de kocasını…
Peki, o zaman ne alacak?

Odatv.com

Ergenekon Davasında Flaş Gelişme
10 Ağustos 2010

Video konferasla savunmasını veren Levent Ersöz yine rahatsızlandı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları yerleşkesinde yapılan duruşmada avukat Celal Ülgen, müvekkili Tuncay Özkan'ın cezasının kaldırılmasıyla ilgili iki sayfalık dilekçeyi mahkemeye sundu.

Dilekçede ''Özkan'ın duruşma sırasında ifade ettiği hususların heyete karşı açık veya örtülü hakaret içermediği ve konuşma biçiminin mahkemeye saygısızlık olarak algılanmasının mümkün olmadığı'' belirtildi.

Özkan'ın, duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacak ısrarı veya direnci olmadığı kaydedilen dilekçede, duruşmalardan men cezasının usule aykırı olduğu ve celse cezasının Özkan'ın savunma hakkını kısıtlayacağı ifade edildi.

Dilekçede ''CMK'nın 204. maddesine aykırı verilen 5 celse


En son Ekim tarafından Pzr Nis 18, 2010 8:39 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Nis 15, 2010 5:45 am    Mesaj konusu: ABD İstihbaratının Kılavuzu Kargalar : Zaman ve Taraf Alıntıyla Cevap Gönder

ABD İstihbaratının Kılavuzu Kargalar : Zaman ve Taraf

Açık İstihbarat Özel
14.04.2010

ABD istihbarat servislerinin tarihi; Hollywood filmleri ile pompalanan görüntülere rağmen, fiyaskolarla doludur. İçine sızan küresel ve yerel güçlerin etkisi altında bir kabuk devlete dönüşen ABD'yi yönetmeye çalışanlar sözkonusu istihbarat servislerinin yanlış yönlendirmeleri sonucu bir çok hatalı kararın altına imza atmıştır. Bu zaaf; ABD'yi küresel sistemin başat gücü olarak kullananların da işine gelmiştir.

ABD istihbarat servislerinin bu zayıf performansının arkasında istihbarat kaynaklarının zayıflığı ve/veya güvenilmezliği yatmaktadır. Ortadoğu konusunda İsrail'den ; Irak konusunda Irak'ın İngiltere'de lüks hayat yaşayan dolandırıcı elitlerinden istihbarat alan bir yapının karar vericiler için sağlıklı istihbarat üretmesi zaten süpriz olurdu.

Aşağıda ; ABD istihbaratının kaynak zaafının net bir örneği ile karşı karşıyasınız.

ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğüne bağlı , açık istihbarat Merkezi ; Türkiye'deki "Ergenekon" davası ile ilgili kapsamlı bir rapor hazırlamış ve bir de "Ergenekon Kılavuzu" diye iddialı bir başlık atmış.

Raporu aşağıda aynen dikkatinize sunuyoruz.

Dikkatinizi özellikle ABD açık istihbarat merkezinin kaynaklarına çekmek istiyoruz...

ABD'nin açık istihbarat merkezinin raporu hazırlarken kullandığı ana kaynaklar : Taraf ve Today's Zaman.

Ne diyelim...

Kılavuzu karga olanın burnu bataklıktan kurtulmazmış...

ABD istihbaratının "Ergenekon" kılavuzu:
http://www.acikistihbarat.com/dosyalar/us-open-source-center-ergenekon-report.pdf

SATURDAY, APRIL 17, 2010
“Ofkeli Kadın” Devrede!



Eywah ki hem de ne eywah!

Su lafa bi bakin:

“Ergenekon’da ortaya çıkan belgelerin bazıları sanırım bunlardı.”

Bu sozler Sunahanım Guven’e ait. Kendileri, İstanbul –eski- Bogaz Komutanligi gorevini de yapmis emekli tümamiral Ilker Guven’in esi oluyorlar; ayni zamanda da 1928, yaziyla bindokuzyuzyirmisekiz dogumlu eski Bakanlardan, “sol”cu gasteci, hatta Yalcin Kucuk’un de yakindan tanidigi Orhan Birgit’in “asistani”…

Nedir olay?

Olay su aslinda benim Hacihusrevli kaariilerim, RUZGAR TERSINE DONDU! “Nokta” koyacak olanlar, simdi ortaya konulan bu “noktali virgul” ile kurmaya calistiklari “cumle”nin “fekaat!” kelimesiyle baslayan bir “donusumunu” –inanin- bizden de fazla heyecanli olarak izliyorlar!

Niye?

Bunu bilmeyecek ne war!

Ise, “kadin”, hemi de “kizgin-ofkeli kadin” karisti! Istedigi sadece “el konulan mucevherleri, otomobili ve evini geri almak” olan bu “ofkeli kadin”, 2007’deb beri “dalga dalga” opearasyonlar yapip durup, ortaya hukuk rezaleti ve “bundan bi cacik olmaz!” dedirten iddianameler ortaya koyanlarin aradan gecen dort senede yaptiklarini bir anda YIKABILECEK aciklamalar yapmaya basladi ki, durdurun bakalim artik kolaysa!

Ne oldu da “ofkeli Sunahanim hanim” ofkelendi?

Aslina bakarsaniz normal bi “bosanma davasi sureci”; karsilikli olarak yapilan “beni aldatiyordu” ithamlari ile nafakayi azaltma, tazminatdan yirtma maksadli konusmalar. Buna gore, ilk kim yapti bilinmiyor ama, “parasal meseleler”den oturu bi bosanma sureci basliyor ve “ofkeli Sunahanim hanim” olarak ortaya cikacak olan Sunahanim Guven, bosanma davasi actigi esinin “kendisine ailesinde kalma sahsi mucevherlerini calan ailesine arka ciktigini”, askeri evraklarla kisisel cikar sagladigini, buna kendisini de sahit oldugunu soyleyerek “boyle mendebur birisinden beni bosayin hakim bey ve bana el koydugu, varlikli ailemden gelen pirlantalarimi, elmaslarimi, BMW arabami ve yazligimi geri verin” diyor ve son bitirici hamleyi de “bu mendebur ustelik su avukat olarak tuttugu Ankara Barosuna kayitli olan kadinla da birlikte oluyor, benim evimi paylasiyor, ustelik bu kadin da kocasindan bosanma davasi acti ve bosandilar, simdi rahat rahat seks yapiyorlar, buyrun iste onlarin birlikte olduklarini ispatlayan fotograf katalogu da bu” diyerek dosyaya bi suru resim yerlestiriyor. (Yakinda bu resimleri de goruruz, az sabir!)

“Mendebur koca” oldugu iddia edilen amiral eskisi Ilker de “oyle ha! oyle ha!” diyor ve harekete geciyor, 8 Mart 2010’da da, Esenboga Havalimaninda pusuya yatiyor, karisini gordugunde de ortaya firlayarak, “yakalayin su teroristi, sahte kimlikle dolasiyor haspa!” diyor! “Haspa” oldugu iddia edilen Sunahanim hanimin yaninda da eski Turizm Bakanlarindan, gasteci, bi devirlerin meshuuuuur “Kim” dergisinin de idarecisi olan CHP –eski- milletvekili Orhan Birgit! Bi bakiyorlar, Sunahanim hanimin biletinde “Sunahanim BIRGIT” yaziyor, polisler diyor ki, “Sayin Mendebur adam, “haspa hanim”in kimligini kontrol ettik, sizin soyisminiz yaziyor, (“neyiniz oluyor?”; “karim!”; “haa… tamam o zaman!”) “sahte kimlik” yok, VIP’ten gecemez diyorsunuz ama, siz gecebildiginize gore ve sizin soysiminizi de tasdigina gore “haspa hanim” da gecebilir ve laf aramizda burdan kimler gecti bi bilseniz, ama biletdeki isim sahte olmasa bile yanlis, eh o da gorevlinin sakatligidir!” deyip rapor tutarak isi bitiriyorlar.

Adi “mendebur koca”ya cikmis olan amiral eskisinin havalimaninda milletin gozuonunde “bu kadin Orhan Birgit’le ask yasiyor” yani “seks yapiyor, birlikte yasiyorlar” (meraklisina not olsun: O. Birgit 1928 Kars dogumludur, yani 80 kusur yaasindadir ve “way be!” denmesi lazimdir bu durumda.) demesine fena halde bozuluyor “ofkeli Sunahanim hanim” ve Vatan gastesinden baslayip “medya turu”na cikiveriyor! Iste bu aciklamalari da bu “tur” esnasinda yapiveriyor ki, artik nasil bunu kapatabilirler birileri merak konusu...

Ne demis bu “ofkeli Sunahanim hanim”:

1) “- Eşim 2004’te ordudan ayrılırken Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile ilgili siyah bir bavul içerisinde gizli belge almıştı yanına... Bu belgeleri birilerine verip karşılığında da her ay düzenli olarak onlardan 20 bin dolar alıyordu. 2 Mayıs 2008’de İlker, biri özel bir hastanenin sahibi olan iki kişi ile Bağdat Caddesi-Divan Pub’ta buluştu. Bu buluşmada ben de vardım. İlker onlara yine belge verdi, onlar da bunun karşılığında 20 bin dolar verdi. İlker, bu ikiliyle daha önce de Kartal’da özel bir hastanede ve Küçükbakkalköy’deki bir inşaat şirketinde defalarca görüştü. Bunun kayıtları vardır. Ergenekon’da ortaya çıkan belgelerin bazıları sanırım bunlardı”

2) “- Eşim 2004’te emekliye ayrıldı. 2006’da Güllük’teki Gültan Yapı Kooperatifi’nin başkanı oldu. Bunun için Sanayi Bakanlığı’na el yazısıyla verdiği mal bildiriminde 800 bin dolar nakit parası olduğunu beyan etti. Ayrıca evli olduğumuz dönemde, evde 6-7 çanta içinde 5 milyon dolar vardı. Bu para nereden geldi, nasıl geldi bilmiyorum ama vardı.”

3) “ 5 yıllık evliliğim boyunca istihbaratçı olan eşim üzerimde bütün savaş sanatlarını uyguladı. Eşime bazı firmalardan danışmanlık karşılığı büyük paralar geldi. Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın çocuğuna gönderilmek üzere para aldığı, Divan Pub’daki kamera kayıtlarından ortaya çıkabilir. Para aldığı iki holding, bir cemaate çok yakın. Bazı komutanların isimlerini verip “Onlar alıyor, ben enayi miyim” diyordu. O paraların karşılığında belge veriyordu. Bu cemaat, eşimi Cumhurbaşkanlığı’na hazırlıyordu. Eğer, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmasaydı, eşim yapılacaktı.”

4) “- Ben hiçbir zaman susmadım. Olup bitenleri askeri makamlara bildirdim. Kasım 2008’de her şeyi Genelkurmay İstihbarat Başkanı’na aktardım. Aralarında eski Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert’in de bulunduğu bazı komutanlar da durumu biliyordu. Ben hakkımı arıyorum. Uzun süre evliliğimi kurtarmak için çabaladım. Hakkımı aldıktan sonra ayrılmak istiyorum. Pırlantalarımı, paramı, otomobilimi, diğer kayıplarımı istiyorum. Ben kimseye iftira atmıyor, olanları söylüyorum. Bu konuyu basına ilk açan eşimdi. Bunun üzerine ben de daha önce bazı makamlara bildirdiğim konuları basınla paylaşıyorum.”

Sunahanim hanimin butun bunlari gerekli merciilere ilettim lafi aslinda oldukca onemli; hem “basina konusmadim” diyor hem de “mendeburu en tepeye yazili olarak ispiyon ettim!” demeye getiriyor ki, gastelerde ortaya atilan “GKB, “kostebek”in pesinde!” mansetleri atilirken “neye” dayanilmis oldugu da boylece ortaya cikiyor ama en aci tarafi, GKB’nin “ofkeli Sunahanim hanim”, yani bi kadinin ispiyonu olmasa “kostebek”i sittin sene arasa bulamayacagi gercegi!

Isin bir baska kismi da su… Web’de AKP-FG’yi “kahramaca” savunan sitelerden biri olan “aktifhaber”de bu hususda bi yorum yayinlandi ki, buyrun o da su:

“Köstebek amiral iddiasında müthiş sorular' başlığıyla verilen haberde, ilginç sorular eşliğinde Genelkurmay'ın soruşturma başlatacağı duyuruldu. Ve bugün Hürriyet gazetesinin dediği gibi oldu. Genelkurmay soruşturma başlattı.

Şimdi herkes derin güçlerin 'kullanışlı medya'nın gücüyle İlker Güven olayına bu kadar önem vermesinin sebebini merak ediyor. Bilindiği üzere Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan İlker Güven, savcılara verdiği ifadeden sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Güven'in bu kadar üzerine gidilmesinin altında ikinci bir Ümit Sayın vakası mı var? Sanık Ümit Sayın Ergenekon'da gizli tanık olarak önemli ifşaatlarda bulunmuştu. Yoksa bu organize operasyonun sebebi, Güven'in verdiği ifadeyi ve Ergenekon belgelerini tartışmalı hale getirmek mi?”

Ne diyordu Sunahanim hanim, “ilk kocam baslatti basina konusmayi” (Esenboga’daki baskin); bu da oyle, eger bir “komplo” kurulduysa bunu amiral eskisi Ilker kendi kendine becermistir, bosanma davasi olmasa, “tak sepeti koluna sen yoluna ben yoluma” deseydi “mesele” olur muydu? Asla!

Ve su “üzerine gidilme” konusunun uzerine gidilmesi de ilginctir ki aslinda hafifden panik olmaya baslanmasinin isareti olarak da ele alınabilir. Hele uzerine giden Saygi Ozturk gibi biri olunca, adamlarin pimpiriklenmeleri de normal; bakin ne demis Saygi Ozturk:

“-Emekli Tümamiral İlker Güven'in eşinin ''O bir köstebekti. Deniz Kuvvetleri'nin gizli belgelerini satıyordu'' iddiası kulislere bomba gibi düştü.

Vahim iddialar Ergenekon, Kafes gibi darbe planı iddialarıyla ilişkilendiriliyor.

Özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na yönelik soruşturmalarla ilgili gizli belgelerin Amiral Güven'in eşinin iddialarıyla bağlantısı olup olmadığı soruluyor.

İddialar üzerine kulislerde şu sorular gündeme geliyor:

1 - Tümamiral'in eşi Sunahanım bu iddiaları bir kızgınlık nedeniyle ortaya atmış olabilir mi?

2 - İddialar eğer doğruysa bu belgeleri para karşılığı Amiral'den kim ya da kimler satın alıyordu?

3 - Amiral bu büyüklükteki bir belge sızdırma operasyonunu tek başına yapabilir mi?

4 - Başka köstebekler de var mı?

5 - Eğer belgeler sızdırılıyorsa ne kadar süredir bu köstebek operasyonu sürmektedir?

6 - Tümamiral'in bu faaliyetleri Genelkurmay Askeri İstihbaratı'nın ağından nasıl gizlendi?

7 - Askeri istihbaratta Deniz Kuvvetleri önemlidir. Tümamiral Güven, Deniz Kuvvetleri Karargahı'nda gizlilik derecesi yüksek belgelerin bulunduğu bölümlerde görev yapmış olabilir mi?

Şimdi kulislerde bu soruların cevabı aranıyor. Yetkililer Amiral'in ifadesine başvurulabileceğini, Genelkurmay'ın Amiral'in eşinin ifadelerini ihbar kabul edip soruşturma başlattığını bildirdiler.”

Goruldugu gibi, pimpiriklenmede haklari var; dusunsenize simdi, “mendebur koca” bi “mendeburluk” daha yaparak baskalarina, o “bavul dolusu evraklari” kime sattigini, kimlerin buna araci oldugunu, iddai edildigi gibi dogruysa “Cum.basi”lik icin kendisine kimin telkin verdigini, hangi isadamlariyla nerede ve nasil konustugunu felan bir anlatmaya baslarsa… Sonra o isadamlari da geriye dogru baglanti ifsaatlarina bir baslarsa…

Olur mu olur!

Niye olmasin degil mi?

Bu ulkede “kadin” eli giren her is ne oldugunu anlamadan cokuveriyor cunki! Buyrun ISKI-GATE olarak bilinen, CHP’NIN YAHUDİ CEMAATI ILE ISTANBUL “HAZINESI”NI SOYMASI!

Nasil ortaya cikmisti?

“Su muduru Goknel”in “ofkeli karisinin ifsaatlari” ile! O da “sekreteri ile beni aldatiyor” diyerek lafa baslamisti, “Amerikadan Yahudi Cemaatinden bavul dolusu doviz geldi” ile devam etmisti. Sonuc: Avukati Yahudi Cemaati avukati olan Goknel, hicde basinda yeralan suclamalardan dolayi degil cok basit bir baska suctan cezalandirmis, sekreteri ile evlenmis, sonra bosanmis (“Eee? o halde niye ben hapis yattim layn!” diye sormustur muhakkak kendi kendine.), kitaplar yazmis, internetde yorumcu olmus, fakat ama “ofkeli kadin”in iddialarinda ismi gecenlerin hicbirine birsey yapilmamisti. Ve yine fakat butun kirli camasirlar ortalik yere dokuluvermisti.

Simdi de oyle olacaga benziyor.

Eger, amiral eskisi konusmaya karar verirse, pek cok seyin aciga cikacagi, bazi “cemiyet”lerin bazi uyelerinin yurtdisi turlari atmaya baslayacagindan kimsenin suphesi olmasin! Biz merakla bu “sorusturmanin” nasil olacagini, ifadelerde neler soylenecegini, savcilik katlarinda “devletin gizli belgelerini para karsiligi satin almak”dan elleri kelepceli olarak hangi “isadamlari”nin, eski subaylarin bekleyecegini bekliyoruz.

Siz de bekleyin! Senlik –yanilmiyorsak- basliyor cunki!

OYLESINELAF@

http://oylesinelaf.blogspot.com/2010/04/ofkeli-kadn-devrede.html

20 Nisan 2010
Çiçek'in Avukatları İtiraz Etti
'İrtica ile Mücadele Eylem Planı' soruşturması kapsamında hazırlanan iddianamede sanık olarak yer alan Dursun Çiçek'in avukatlarından itiraz geldi.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesine gelen Çiçek'in avukatları, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine müvekkilleri yönünden bazı talepleri içeren bir dilekçe sundu.

Başvuruyla ilgili AA muhabirine bilgi veren Dursun Çiçek'in avukatı İrem Çiçek, aynı zamanda babası da olan müvekkili Dursun Çiçek ve Bedrettin Dalan'ın şüpheliler arasında bulunduğu ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' soruşturmasına yönelik hazırlanan iddianamenin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine, ''Ergenekon'' ana davasıyla birleştirilmesi talebiyle sunulduğunu bugün öğrenerek teyit ettiğini belirtti.

İddianamenin ''Ergenekon'' davasıyla birleştirilmesini gerektirecek hiçbir kimseyi tanımadıklarını savunan Çiçek, ''Biz hiçbir şekilde bize isimleri sorulmamış kişilerle, örneğin Bedrettin Dalan ile aynı örgütteymişiz gibi bu yönde iddianame hazırlanmasına ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen Ergenekon davasıyla birleştirilmesi talebine tabii ki itirazlarımızı sunduk'' dedi.

Hazırlanan iddianamenin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sunulduğunu bugün teyit ettiklerini ve oturup beklemek yerine itirazlarını aynı mahkemeye taraf olarak sunduklarını anlatan Çiçek, ''Müvekkilim Dursun Çiçek ile ilgili olumlu gelişmeler olduğu kanaatindeyim. Bunu da mahkemeye sunduğumuz dilekçede belirttik'' diye konuştu.

''MÜVEKKİLİM, DALAN'I RÜYASINDA BİLE GÖRMEMİŞTİR''

Dilekçenin içeriğiyle ilgili çok fazla bilgi vermek istemediklerini de aktaran avukat İrem Çiçek, şöyle konuştu:

''İddianamede yer alan söz konusu isimlerle müvekkilimin hiçbir şekilde bir telefon görüşmesi, bir yerde oturmuşluğu olmamıştır. Hatta müvekkilim, Bedrettin Dalan'ı rüyasında bile görmemiştir. Bu hukuksuzluğa itiraz etmek onun çok doğal hakkıdır.''

İrem Çiçek, bir soru üzerine, ''Sunduğumuz bu dilekçe tamamıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi sayın hakimlerinin takdirindedir'' diye konuştu.

''Ergenekon'' soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcılarınca, Yeditepe Üniversitesi kurucusu Bedrettin Dalan, Albay Dursun Çiçek ve avukat Serdar Öztürk'ün de aralarında bulunduğu 7 şüpheli hakkında hazırlanan iddianame, İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Turan Çolakkadı tarafından onaylanmasının ardından Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmişti.

İddianame, savcılar tarafından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesinde oluşturulan salonda görülen ''Ergenekon'' davasıyla birleştirilmesi talebiyle hazırlanmıştı.
aktifhaber

21 Nisan 2010
Tekrar Ulaşılmayacak Silme
TÜBİTAK : Danıştay kamerası kayıtları normal silme işlemi değil. Bilgiye tekrar ulaşılmayacak şekilde silme

Birinci Ergenekon davasının 144. duruşmasında, dava dosyasına giren Danıştay saldırısının yapıldığı mayıs 2006'daki kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporunda daha önce açıklandığının aksine güvenlik kameralarının arızalı olmadığı, harddiskteki kayıtların silindiği belirtildi.

Bilirkişi raporunda, Alparslan Arslan'ın saldırıdan bir gün önce Danıştay binasında keşif yaptığı 16 Mayıs 2006 tarihindeki kayıtların silindiğinin tespit edildiği belirtildi.

Raporda, silinen kayıtların bir kısmının bir program yardımıyla kurtarıldığı ve görüntülerin mahkemeye gönderildiği anlatıldı.
Naip Hakim Hüsnü Çalmuk tarafından görevlendirilen TÜBİTAK çalışanlarından Teknik Bilirkişi Dr. Hayrettin Bahşi tarafından hazırlanan raporda, 3 Mayıs 2006 ile 17 Mayıs 2006 tarihleri arasındaki güvenlik kameralarına ait harddiskin incelendiği, ve daha önce arızalı olduğu açıklanmasına karşın "Söz konusu harddiskte herhangi bir arızı bulgusuna rastlanmamıştır" denildi. Soruşturma sırasında 16 Mayıs 2006 akşamı arıza olduğu gerekçesiyle kameraların alındığı ortaya çıkmıştı.

DOSYALAR SİLİNMİŞ

Raporda Arslan'ın saldırıdan bir gün önce keşif yaptığı 16 Mayıs 2006 tarihine ilişkin ise şöyle denildi: "Bu dosyaların önemli bir kısmı geri döndürülemez şekilde silinmiş olup, söz konusu dosyaların sadece isimlerine erişilmiştir. Silinmiş dosyaların çok büyük bir bölümünün 16 Mayıs 2006 tarihinde saat 19.47-19.50 tarihleri arasında silindiği ve bu silinmenin geri döndürülemez şekilde yapıldığı tespit edilmiştir."

HARDDİSK ORİJİNAL OLMAYABİLİR

Geri döndürülebilen dosyalar içinde Danıştay'daki kamera sisteminin kurulduğu 23 Aralık 2005'ten önceki tarihlere kayıtların olduğu belirtilen raporda, güvenlik şirketinin gönderdiği harddiskin daha önce başka yerde de kullanılmış olabileceği, şirketin orijinal hard diski göndermemiş olabileceği ifade edildi.

“GİRİŞ KAPISI GÖRÜNMÜYOR"

Danıştay binasında 8 kameranın bulduğu anlatılan raporda 16 Mayıs 2006 tarihine ilişkin kameralarda herhangi bir görüntünün mevcut olmadığının altı çizildi. Raporda yukarı katlardaki bir bölgeyi gösteren 2 No.lu kamera, binanın arkasını gösteren 3 No.lu kamera, servis araçlarının gösterildiği 6 no.lu kamera, ve nizamiye kapısının göründüğü ancak giriş kapısının görünmediği kamera kayıtlarındaki bazı dosyaların geri getirilemeyecek şekilde silinmiş olduğu kaydedildi.

“BİLİNÇLİ SİLME OLABİLİR"

Raporda bilnçli bir silme işleminin gerçekleşmiş olabileceği de dile getirilerek şöyle denildi:

“DVD'de olup da harrdiskte aynı isimle geri döndürülemez şekilde silinmiş olan bazı dosyalar olduğu belirtilerek “Bu işlemin bilinçli bir silme olabileceği ve silme tarihlerini de saklamaya yönelik olabileceği değerlendirilmektedir" denildi.

Geri döndürülen dosya isimlerinden çıkarılan tarih ve zaman bilgisi ile kamere kaydının gerçek kayıt tarihi ve zaman bilgisini tamamen farklı olduğu anlatılan raporda “Silinmemiş olarak bulunan bazı dosyaların firma tarafından verilen DVD'de yer almadı
aktifhaber

Ergenekon Davasında Flaş Gelişme
10 Ağustos 2010

Video konferasla savunmasını veren Levent Ersöz yine rahatsızlandı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları yerleşkesinde yapılan duruşmada avukat Celal Ülgen, müvekkili Tuncay Özkan'ın cezasının kaldırılmasıyla ilgili iki sayfalık dilekçeyi mahkemeye sundu.

Dilekçede ''Özkan'ın duruşma sırasında ifade ettiği hususların heyete karşı açık veya örtülü hakaret içermediği ve konuşma biçiminin mahkemeye saygısızlık olarak algılanmasının mümkün olmadığı'' belirtildi.

Özkan'ın, duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacak ısrarı veya direnci olmadığı kaydedilen dilekçede, duruşmalardan men cezasının usule aykırı olduğu ve celse cezasının Özkan'ın savunma hakkını kısıtlayacağı ifade edildi.

Dilekçede ''CMK'nın 204. maddesine aykırı verilen 5 celse duruşmaya katılmama cezasının kaldırılmasına, mahkemece kararda ısrarlı olunması durumunda verilen cezanın tek celseye indirilmesine, verilecek cezanın bundan sonraki oturumlarda geçerli olmasına karar verilmesi'' istendi.

-LEVENT ERSÖZ-

Hastanede tedavi altında bulunan ve duruşmada video konferans yöntemiyle ek savunmasını yapan tutuklu sanık emekli tuğgeneral Levent Ersöz, arama ve el koyma tutanaklarında mülkiyetleri açıkça belirtilmesine rağmen inceleme raporlarında disket ve 25 CD'nin kendisine ait olarak gösterilmesinin, görevlendirilen grubun niyet ve maksadını ortaya koyduğunu ileri sürdü.

Ersöz, Cem Uzan'la 21 Ocak 2004'te yaptıkları görüşmeye ilişkin de ''Cem Uzan ne maksatla randevu aldı, esas konu neydi bilmiyordum ve hala da bilmiyorum. Cem Uzan da bu konuyu bizimle paylaşmadı'' diye konuştu.

Şener Eruygur'dan ele geçirilen belgeler içerisinde yer alan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun soy ağacıyla ilgili bilgilerin Jandarma Genel Komutanlığında hazırlanmadığının inceleme raporlarından anlaşıldığını ifade eden Ersöz, bu konuda 3 ayrı belge olduğunu söyledi.

Ersöz, Eruygur'la yaptığı telefon görüşmelerinin iddianamede ''örgütsel irtibat'' olarak yer aldığını ifade ederek, ''Eski komutanımla görüşmemizin örgütsel hiçbir yönü yoktur'' dedi.

Dosyadaki her şeyin gerçek dışı ihbarlara ve gizli tanık yalanlarına dayandırıldığını ileri süren Ersöz, şöyle konuştu:

''Ancak 2 yıldır bu konu araştırılmıyor, sonuca ulaşılmıyor. Niçin? Çünkü yapan ve yaptıran belli. Farz edelim ki kişiler gerçek. İftira, yalan olma olasılığı olamaz mı? İhbar bir konuda şüphe duyulmasına neden olabilir ancak sadece o konunun araştırılmasına sebep olur, esas olan araştırıp maddi delile ulaşmaktır. Bu konuda maddi delil veya deliller nedir, nerededir? Benim arşivim olduğu, benim tarafımdan gönderildiğine ilişkin maddi deliller nedir? Arz ettiğim konularda hiçbir maddi delille desteklenmeyen, araştırılmayan, düzmece ihbarlar ve iftiralar, tutuklamaya ve iddianamelerde çarşaf çarşaf yazılmasına yetiyorsa güvenlik kuvvetine, savcılık makamına ve yargılamaya, hukuka ne gerek var.''

Ersöz'ün ek savunmasını tamamlamasının ardından avukatı Zeki Aksoy savunma yapmaya başladı. Bu sırada, duruşma salonundaki ekranda yansıtılan görüntüde hastanedeki Ersöz'ün bir anda bayıldığı görüldü. Ersöz'ün yanında bulunan naip hakim Hüsnü Çalmuk da sanığın rahatsızlandığını söyledi. Bunun üzerine video konferansa son verildi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, tutuklu sanık Tuncay Özkan'ın avukatlarının talebini değerlendirdiklerini ifade ederek, Özkan hakkında verilen 5 celse men cezasında usulsüzlük görülmediğini, bu nedenle talebin reddedildiğini ancak Ersöz'ün çapraz sorgusu sırasında Özkan'ın duruşmada bulunması gerektiğini kaydetti.

Duruşma, 12 Ağustos Perşembe gününe ertelendi.
10 Ağustos 2010 aktifhaber

Ersöz Paşadan İlginç Savunma

12 Ağustos 2010
Silivri'de görülen Ergenekon davasına video konferansla katılan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz darbe yapmayı namussuzluk olarak ifade ederken asıl suçlu için hedef gösterdi.
İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, ''Ben emirlere uymasaydım burada olmazdım. Siz beni bu iddianameye emirle dahil ettiniz. Ben amirimden aldığım emirleri yerine getirdim. Görev ve sorumluluğumun bilincindeyim'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları yerleşkesinde görülen duruşmada, Ersöz'ün, tedavi gördüğü hastanede video konferans yöntemiyle çapraz sorgusuna devam edildi.

Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın'ın, ''Savunmanızda, Jandarma Genel Komutanlığında yapılan bazı görüşmeleri gizli kayda aldığınızdan bahsettiniz. Bunların Şener Eruygur'un emriyle yapıldığını söylediniz. Kayıt altına alınması emirleri, yazılı emir miydi, şifahi emir miydi?'' şeklindeki sorusu üzerine Ersöz, emirlerin yazılı olmadığını belirterek, ''Şifahi emirlerdi. Askerlikte yazılı ile şifahi emir arasında hiçbir ayrım yoktur'' dedi.

Savcı Taşkın'ın, ''Eruygur, savcılık ifadesindeki beyanında, Hasan Atilla Uğur'dan ele geçirilen kayıtlarla ilgili olarak, 'Herhangi bir talimat vermedim' diyor. Talimat yok muydu?'' sorusuna Ersöz, ''Onu Hasan Atilla Uğur da ifade etti. Böyle bir durum söz konusu değil. Bizzat kendisi böyle bir emir vermiştir. Herhangi bir hukuka aykırılık söz konusu değildir. Bir çelişki yoktur. Hasan Atilla Uğur'dan ele geçenlerle ilgili bu cevabı vermiştir. Ben bizzat kendisinden emir aldım. Askeriyede emirsiz iş yapılmaz'' yanıtını verdi.

Taşkın'ın, Cumhuriyet Çalışma Grubu ile ilgili sorusunu da Ersöz, ''Cumhuriyet Çalışma Grubu adı altında hiçbir şey söz konusu değildir. Günümüzde herkes istediği gibi bilgisayardan belge hazırlayabiliyor. Bu şekilde yaratılan belgelere bu kadar itibar ediliyorsa vay halimize'' şeklinde yanıtladı.

Ersöz, Taşkın'ın, ''İsmail Yıldız ile yaptığınız görüşmeye ilişkin komutana arz ettiğiniz metin özet miydi?'' sorusu üzerine de görüşmenin tamamını arz ettiğini söyledi.

Savcı Taşkın'ın, ''İsmail Yıldız'la 5 Kasım 2003'te yapılan görüşmeyle ilgili Şener Eruygur'dan ele geçirilen 'Temalar' adlı bir belge var. Bunu açıklar mısınız?'' sorusuna karşılık da Ersöz, belgenin kendileri tarafından hazırlanmadığını ve böyle bir çalışmaları bulunmadığını kaydetti.

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in, ''2004 yılında Tuncay Özkan'ın, Jandarma Genel Komutanlığına ait numaralarla 15 adet görüşmesi var. Özkan'la bu görüşmeleri siz mi yaptınız?'' sorusuna Ersöz, ''Ben yapmadım. Bu numaranın bana ait olup olmadığını açıklayın. Tuncay Özkan'la böyle bir görüşme yapmadım'' yanıtını verdi.

Pekgüzel'in, 17 Aralık 2003'te Mehmet Emin Karamehmet ile yaptığı görüşmenin içeriğini sorması üzerine Ersöz, görüşmede, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un söyledikleri doğrultusunda Karamehmet'le konuştuğunu söyledi.

Savcı Pekgüzel'in, ''Sizin görevleriniz arasında bir gazetecinin işe alınmasını istemek var mı?'' şeklindeki sorusuna da Ersöz, ''Benim görev tanımımda komutanımın emrettiği hususları yapmak vardır. Komutan, 'Şununla görüş, şunu yap' dediği zaman, 'Bunu yapamam' deme şansım yoktur'' yanıtını verdi.

Ersöz, ''Size emir verildi mi?'' sorusuna karşılık da emir verildiğini söyledi.

Pekgüzel'in, ''Turgut Altınok ile görüştünüz mü?'' sorusuna karşılık Ersöz, görüşmeyi kendisinin yapmadığını, ancak görüşmeden haberi olduğunu belirtti.

Ersöz, ''24 Aralık 2003'te Hasan Atilla Uğur'un Turgut Altınok ile görüştüğü sırada telefon ile arayan siz miydiniz?'' şeklindeki soru üzerine de onu hatırlamasının mümkün olmadığını ifade etti.

Pekgüzel'in, ''Nuray Başaran ve Melih Gökçek'i dinleme talimatını siz mi verdiniz?'' sorusuna karşılık Ersöz, ''Benim teknik takip yapma kararım yok. Böyle bir dinleme yoktur. Somut bir delile dayanmayan şeyleri bana soramazsınız. Polisin yaptığını jandarmaya mal edemezsiniz. Jandarma Genel Komutanlığı terör örgütü değildir'' dedi.

-''ÖLSEM BİLE BU SAVUNMAYI TAMAMLAYACAĞIM''-

aktifhaber

Veli Küçük: Olmayan evin komşusu dinlenmez
11:50 - Birinci "Ergenekon" davasının 161. duruşması başladı. Tutuklu general Veli Küçük'ün avukatı, Savcı Nihat Taşkın'ın "Evin Recep Özkan'a ait olduğunu tespit ettik. Getirelim Osman Yıldırım göstersin" dediğini, itiraz etmesi üzerine bunun kabul edilmediğini belirterek, "Ataşehir'deki ev yok. Osman Yıldırım o eve gitmedi, evi bulamadı. Bulunmamış, tespiti yapılmamış evin komşuları dinlenmez" diye konuştu. 19.10.2010 İSTANBUL netgazete
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Nis 22, 2010 7:49 pm    Mesaj konusu: Şirinoğlu'nun İlginç Bağlantıları Alıntıyla Cevap Gönder

22 Nisan 2010
Şirinoğlu'nun İlginç Bağlantıları
Başbakan Erdoğan'ın "Ermeni Cemaati Başkanı" sıfatıyla görüştüğü Bedros Şirinoğlu'nun şaşırtan bağlantıları olduğu ortaya çıktı.

Başbakan Onunla "Ermeni Cemaat Başkanı" Sıfatıyla Görüşmüş, O Da 1915'i "Kardeş Kavgası" Diye Nitelemişti

Bedros Şirinoğlu Bilmecesi

Adı Sahibi Olduğu Factoring Şirketiyle Anılan Bedros Şirinoğlu'nun Bir de Stratejik Araştırma Merkezi Var. Araştırma Merkezinin Başında İse Gazeteci Ünal İnanç Bulunuyor. İnanç, Ergenekon Davası'nın Sanıkları Arasında. İnanç Şemdinli Davası'nın Kilit İsmi Ali Kaya'ya Da "kefil" Olmuştu...

Türkiye'nin her şehrinde aynı mıdır bilmiyorum ama İstanbul radyolarında şu anda en fazla yayınlanan reklam bir factoring şirketine ait; Şirinoğlu Factoring. Reklam cıngılı tüm radyolarda baş döndürücü bir hızla yayınlanıyor. Yine aynı hızla bir başka Şirinoğlu daha gündemimize girdi iki hafta önce; Bedros Şirinoğlu. Başbakan'la görüştü, alışık olmadığımız bir üslupla 1915 Olayları'na yaklaştı. Söyledikleri Türklerin hoşuna gitse ve sempatisini toplasa da aynı şey Ermeniler için söz konusu değildi.

Bizim de derdimiz zaten Bedros Şirinoğlu'na Ermeni cemaatinden yükselen tepkiler değil. Şirinoğlu ismini Başbakan'la görüşmesinden önce de duyuyorduk. Hem de şaşırtıcı bir biçimde, iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü'ne yönelik operasyonlar sırasında.

Şirinoğlu ailesinin pek çok şirketi var. Bu şirketlerinin yanı sıra bir de stratejik araştırmalar merkezi; Şirinoğlu Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi. Merkezin başkanlığını ise tanıdık bir isim, Ünal İnanç yürütüyor. Ünal İnanç gazeteci. Güvenlik ve Yargı Muhabirleri Derneği'nin de başkanı, 70 yaşını geçmiş bir isim. Ergenekon operasyonlarında gözaltına alındı, şimdi tutuksuz yargılanmayı bekliyor. Biz de bu isme ve Şirinoğlu Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'ne ışık tuttuk, yaptığı faaliyetleri inceledik

"Ali Kaya iyi çocuktur"

Merkez 2001'in sonlarına doğru kurulmuş. İçinde 55 bin kitap ve bir o kadar da belge barındırıyor. Bu belgelerin arasında TBMM tutanaklarının tamamı, Milli Kütüphane'nin tüm kayıtları da yer alıyor. Yani sıradan bir merkezle karşı karşıya değiliz. Şirinoğlu Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin daha sonra yapılan açılışını da zamanın 1. Ordu Komutanı Em. Org. Hurşit Tolon yapmış. Şimdi Ergenekon Davası'nın sanıkları arasında olsa da o zaman sözü-sazı dinlenen bir isimdi Hurşit Tolon ve merkezin açılışında da ayaküstü de olsa gazetecilere AB karşıtı açıklamalar yapmıştı. Merkezin açılışından kısa bir süre önce Türkiye, Kıbrıs'la ilgili ek protokolü imzalamıştı.

Tolon da bu ek protokolün imzalanmasına tepkiliydi. Sadece seminer ve toplantılar düzenlemekle yetinmiyor faaliyetlerini gençler ve gaziler üzerinde yoğunlaştırıyordu. Bir taraftan da daha sonra “Cumhuriyet Mitingleri” adını alacak olan toplantıların ilk adımlarını atıyordu. Tandoğan’da ilk miting, merkezin başkanlığını yürüten Ünal İnanç tarafından 28 Ekim 2006’da yapıldı. Kendi ifadesiyle “Mitingde asılan bayrakların sayısı katılanların 10 katı” olmuştu.

Ünal İnanç ve başkanlığını yaptığı merkez her yıl “Yurttaşlık Ödülleri” veriyordu. Bu ödülleri sırasıyla önce Hurşit Tolon, ardından da o zamanın Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay aldı. İnanç’ın en yakınındaki isimlerden bir diğeri de Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’dü.

İnanç’ın tanıdığı bir başka isim ise Astsubay Ali Kaya’ydı. Hani şu Hakkari-Şemdinli’de Umut Kitapevi’nin bombalanması sırasında yakalanan Ali Kaya. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Em. Org. Yaşar Büyükanıt, Kaya için “Tanırı, iyi çocuktur” demişti. Bu yüzden paşa hakkında Şemdinli olayını soruşturan savcı iddianame hazırlamıştı. Ünal İnanç, Büyükanıt kadar sağlam bir kefil olmasa bile kendi çapında Ali Kaya’ya sahip çıkmaya çekinmemişti; “Bu Ergenekon davası dalgası çıkmadan önce Şemdinli olayı çıktı. İtham edilen sanıklarda Ali Kaya’yı yıllar önce görmüş, beş-on dakika konuşmuştum. Değişik bir astsubaydı. Dikkatimi çekmişti. Şemdinli olayından iki gün sonra Avrasya Televizyonu’nda yaptığım ‘Aykırı’ proramında ‘Ali Kaya, Mutkili Ali böyle bir şey yapmaz’ demiştim.”

Askeri okulu kazanana ödül

Türkiye Gaziler Vakfı ile Çocukları Suç ve Suçlulardan Koruma Vakfı da Ünal İnanç’ın başkanlığını yaptığı vakıflar. Bu vakıfların en önemli bağışçılarından bir tanesi de Şirinoğlu Şirketler Topluluğu’nun ortakları Berç ve Bedros Şirinoğlu kardeşler. Şirinoğlu Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin de başkanlığını yürüten İnanç’ın sokak çocuklarına, çocuklara ve gazilere yönelik ilgisi de buradan kaynaklanıyor.

İnanç’ın ve araştırma merkezinin ilgisi sadece sokak çocukları ile sınırlı değil. Derslerinde başarılı olan öğrencilere de ödül veriyorlar. Bu ödülü Ankara’da Ergazi İlköğretim Okulu öğrencileri alıyor. Ancak ödül verilen öğrenciler özenle seçilmiş. Ergazi İlköğretim Okulu’ndan “askeri liseler”i kazanan öğrencilere ödül veriliyor. Bu ödül töreni 12 Temmuz 2009’da gazetelere haber olmuş. Vakıf sözcüsü törende bir de konuşma yapmış; “Okullarını başarıyla bitiren ve askeri okul sınavlarında başarı gösteren çocuklarımızı ve onların ailelerini kutluyorum. Dilerim başarılarını gittikleri okullarda da devam ederler ve ileride yüksek kademelerde görev alırlar.”

Ünal İnanç ile Berç ve Bedros Şirinoğlu kardeşlerin ilişkisi klasik yönetici-patron ilişkisinin biraz ötesinde. İnanç, sık sık Şirinoğlu kardeşlerin İstanbul’daki evlerine misafir oluyor. İşte bu misafirliklerin birisinde İnanç, Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik bir operasyonda yakalandı. Tarih 22 Ocak 2009’u gösteriyordu. Polisler, Sarıyer’de İnanç’ı yakalamak için bir evi bastı. O ev Berç ve Bedros Şirinoğlu kardeşlerin ikametgâhıydı.

Kardeşlerden özellikle Bedros Şirinoğlu, Ermeni Cemaati’ni çok iyi tanıdığı bir isim. Cemaatin çok sevilen ismi Setrak Toprak’ın vefatının ardından Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’nın yönetim kurulu başkanlığına seçildi. Vakıf ve vakıf yönetim kurulu başkanlığı son derece önemli. Çünkü devlet Ermeni Patrikhanesi dışında, Ermeni vakıfları arasında bir tek Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’ın muhatap alıyor. Bunun da nedeni vakfın en eski Ermeni vakfı olması. Devletin düzenlediği törenlere patrikhane ve vakıf birlikte davet ediliyor.

Berç ve Bedros Şirinoğlu kardeşlerin ismi bir cinayet dışında hiçbir kirli işe karışmamış. 5 Kasım 2000 tarihli gazetelere göre İstanbul Zeytinburnu’nda Cengiz Batur ve İzzet Damar öldürülmüş. Damar, Nida Finans’ın sahibi. Nida Finans ise bir factoring şirketi. Damar ölümünden kısa bir süre önce karısına “Şirinoğlu Factoring’le bazı sorunlarım var. Bana bir şey olursa, bu belgeleri polise ver” diyerek arkasında bir sürü belge bırakmış. Bu cinayetlerin ardından Berç ve Bedros Şirinoğlu kardeşler dört çalışanı ile birlikte gözaltına alınmış. Herhâlde bu soruşturmadan bir netice çıkmamış olacak ki Bedros Şirinoğlu bugün saygın bir isim olarak başbakanın konuğu olmuş.

Gözlerden uzak bir hayat süren Bedros Şirinoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilince bir anda gündemin birinci sırasına yerleşti. Biz de kısaca Şirinoğlu’na Şirinoğlu’nun ilişkilerine bir göz attık. Bulduklarımız göz açacak cinsten…
Kaynak: Yeni Aktüel

Çiçek: Genelkurmay da biliyordu
29 Nisan 2010

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilen 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı' iddianamesinin ayrıntısında Albay Dursun Çiçek'e ait dökümanda operasyon ve tutuklamalarla ilgili şok itiraflar var.

''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' iddialarına ilişkin hazırlanan iddianamede, haklarında yakalama kararı bulunan Yeditepe Üniversitesi kurucusu Bedrettin Dalan ve Albay Dursun Çiçek'in, ''Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması istendi.

İstanbul Cumhuriyet savcıları Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Mehmet Murat Yönder ve Ercan Şafak tarafından 7 sanık hakkında hazırlanan 184 sayfalık iddianame, ''Ergenekon'' davalarına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

İddianamede, sanıklar arasında birinci sırada yer alan ve hakkında yakalama kararı bulunan Bedrettin Dalan'ın, ''Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması istendi. Dalan'ın ayrıca, ''silahlı terör örgütü kurma veya yönetme'' suçundan da 15 yıldan 22,5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.

Albay Dursun Çiçek hakkında da ''Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörülen iddianamede, Çiçek'in ayrıca ''silahlı terör örgütüne üye olmak'' suçundan 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.

İddianamede, tutuklu sanık avukat Serdar Öztürk'ün ise ''silahlı terör örgütüne üye olmak'', ''yasaklanan gizli bilgileri temin etmek'', ''devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken belgeleri temin etmek'', ''devletin savaş imkanlarının tehlikeye sokulması'', ''devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma'' ve ''ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın almak, taşımak veya bulundurmak'' suçlarından 27 yıldan 54 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması öngörüldü.

-EK KOVUŞTURMAYA YER OLMAYAN KİŞİLER-

Tutuklu sanık Ufuk Akkaya'nın, ''silahlı terör örgütüne üye olmak'', ''devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek'', ''özel hayatın gizliliğini ihlal etmek'', ''hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek'', ''devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma'' ve ''kayda alınan konuşmaların basın yayın yoluyla yayımlanması'' suçlarından 26 yıl 3 aydan 55,5 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenen iddianamede, tutuklu sanık Mehmet Deniz Yıldırım hakkında da ''silahlı terör örgütüne üye olmak'', ''kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek'', ''özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek'', ''devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek'', ''kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak'', ''devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma'' suçlarından 27 yıldan 57 yıla kadar hapis cezası talep edildi.

Tutuksuz sanıklar İlhami Ümit Handan ile Özel Yılmaz'ın da ''bilerek ve isteyerek silahlı terör örgütüne yardım etmek'' suçundan 7,5'ar yıldan 15'er yıla kadar hapisle cezalandırılmaları öngörüldü.

İddianamede ayrıca, Yakup Kürşad Yılmaz, Hülya Metin, Coşkun Umur, Ahmet Hicri Dinçerol, Barış Dalan, Yaşar Öz, Zuhal Azeri, Ersin Bal, Ali Kalkancı, Selami Hüner, Turgut Büyükdağ, Özkan Bektaş, Yalçın Tanfer, Erhan Göksel, İlknur Uzer, Seyhan Fındıkcı, Füsun Çağırgan, Cengiz Can Erol ve Teoman Alili hakkında da ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtildi.

''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' iddialarına ilişkin 7 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, kendisini ''Kuşaklar boyu TSK'ya hizmet etmiş bir aileye sahip olmaktan onur duyan bir subay'' olarak tanıtan kişinin, imzasız mektupla gönderdiği ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' belgesinin orijinal olduğu bildirildi.

İddianamede, müşteki olarak, AK Parti adına Genel Sekreter İdris Naim Şahin, Genel Başkan Yardımcısı Hasan Hüseyin Tanrıverdi, avukat Süleyman Küçüksucu ve Mustafa Coşkun'un isimleri yer alıyor.

İddianamede, ''Ergenekon silahlı terör örgütü''ne yönelik bugüne kadar yapılan soruşturma sonucunda, silahlı terör örgütü yöneticisi veya üyesi olmak, cebir ve şiddet kullanarak TBMM'yi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, halkı yürütme organına karşı silahlı isyana tahrik etmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, terör örgütüne ait silahları depolamak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde bulundurmak ve kullanmak, nitelikli kasten öldürmeye azmettirmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri çalmak, temin etmek, yasaklanan bilgileri temin etmek, açıklamak, kişisel verileri kaydetmek ve bağlı pek çok suçu işlemekten şüpheli 86 kişi hakkında Temmuz 2008'de, yine aynı soruşturmanın devamı niteliğinde 56 şüpheli hakkında 8 Mart 2009'da, 52 şüpheli hakkında da 17 Temmuz 2009'da iddianameler hazırlanıp kamu davaları açıldığı hatırlatıldı.

Söz konusu davaların, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/209 ve 2009/191 esas sayılı dosyalarında bulunduğu ifade edilen iddianamede, ''Ergenekon silahlı terör örgütü''ne ait silah ve mühimmatlar ile ilgili 2 Şubat 2009 günü akşam saatlerinde Beykoz Jandarma Komutanlığını arayan vatandaşların yaptığı ihbarda, Beykoz Kaynarca Köyü Hocaoğlu mevkisinde yol kenarındaki ormanlık alan içerisinde şüpheli kişiler bulunduğu, bu kişilerin bir araçla uzaklaştıklarının bildirildiği kaydedildi.

İddianamede, bunun üzerine görevli jandarma tarafından yapılan incelemede, toprağın 20 santimetre altında gömülü halde bulunan siyah poşet içerisindeki 50x30x20 santimetre ebatlarındaki plastik termosta her biri 550 gram ağırlığında 27 adet TNT kalıbı, 155 santimetre boyunda infilaklı fitil, 3 adet fünye, 1 adet adaptör, 100 gram C-4 plastik patlayıcı maddenin ele geçirildiği belirtilen iddianamede, olaya ilişkin soruşturma evrakının Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığınca, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği bildirildi.

-İHBAR MAİLLERİ-

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü hizmetlerinde kullanılmakta olan 155 mail ihbar hattına, 23 Şubat 2009 tarihinde saat 23.22'de ulaşan 1999 sayılı mail ihbarında özetle; ''20-25 gün önce Beykoz'da ormanlık alan içerisinde yüklü miktarda patlayıcı bulunduğu, emekli Albay Levent Göktaş'a bağlı bir ekip tarafından bu patlayıcı maddelerin eylemde kullanılmak üzere gömüldüğü, bu ekibin özel eğitim almış askerlerden oluştuğu ve 'Ergenekon' adına eylem yapmak için Levent Göktaş'tan talimat beklediği, Göktaş'tan bir emir geldiğinde ekibin harekete geçeceği, ayrıca ekibin içerisinde Levent Bektaş, Ercan Kireçtepe, Turhan Ecevit, Eren Gün Ay ve Erme Onat isimli şahısların olduğu, Beykoz'daki ormanlık araziye patlayıcıları gömerken vatandaşların fark etmesi üzerine kaçtıkları, bunların Ergenekon'a bağlı hareket ettiği ve şahıslardan cezaevinde bulunan Levent Göktaş'ın sorumlu olduğu...'' şeklinde açıklamaların bulunduğu kaydedildi.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne gönderilen 16 Mart 2009 tarihinde yine bir ihbar yapıldığı ifade edilen iddianamede, söz konusu 3866 nolu ihbarda da ''...'Ergenekon' davasında tutuklu bulunan emekli Albay Levent Göktaş'a bağlı olarak faaliyet gösteren ve eylem yapmak için Levent Göktaş'tan emir bekleyen bu şahısların sırasıyla Levent Bektaş liderliğinde, Erme Onat, Turhan Ecevit, Eren Günay ve Ercan Kireçtepe olduğunu, bu şahısların eğitimli birer asker ve patlayıcı uzmanı olduklarını, Göktaş'tan emir alır almaz 'Ergenekon' adına eylem yapacaklarını, Göktaş'ın serbest bırakılmaması durumunda 'Ergenekon' soruşturmasını yürüten savcılara yönelik büyük bir eylem yapacaklarını ve bu eylem için ellerinde bulunan patlayıcı ve silahları Bedrettin Dalan'a ait araziye gömdükleri''nin yer aldığı kaydedildi.

İhbarda, ''Bu malzemelerden Dalan'ın da haberinin olduğunu, bu malzemeleri Beykoz'da bulunan Kurs Sualtı Komutanlığının arka tarafında bulunan köpek kulübeleri ve su deposundan denizin aksi istikametine, tepeye doğru giden patika yolun etrafına gömdükleri'' şeklinde ifadelerin yer aldığı anlatılan iddianamede şöyle denildi:

''İhbar içeriklerinin ciddi olduğu yönünde şüpheler bulunması sebebiyle ihbarda belirtilen, tapuda İstek Vakfına ait İstek Servis Eğitim ve Oto Kiralama Ticaret A.Ş ve Emine Müzeyyen Bilginer adına hisseli olarak kayıtlı olan Beykoz Poyrazköy Keçilik mevkisi 138 ada/parsel içerisinde binaları olan, tarla ve bahçe ile çevresinde, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına istinaden 21 Nİsan 2009'da yapılan aramalarda çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirilmiş ve aramalar devam ederken, ihbarlarda isimleri bulunan ve haklarında teknik takip olan şüpheliler Levent Bektaş, Ercan Kireçtepe, Erme Onat, Eren Günay ve Mustafa Turhan Ecevit sorgularının ardından tutuklanmışlardır.''

-İHBARCININ NOTU-

İddianamede, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına posta yolu ile 30 Eylül 2009'da gönderilen ve kendisini ''Kuşaklar boyu TSK'ya hizmet etmiş bir aileye sahip olmaktan onur duyan bir subay'' olarak tanıtan açık kimliği tespit edilemeyen kişinin imzasız ihbar mektubunun ekinde, ''İrticayla Mücadele Eylem Planı''nın ıslak imzalı orijinalının gönderildiğine yer verilerek, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesinin 19 Ekim 2009, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığının 13 Kasım 2009, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesinin 4 Şubat 2009, Jandarma Kriminal Laboratuvarının 16 Mart 2010'daki bilirkişi raporlarında, ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' başlıklı belgenin şüpheli Dursun Çiçek'in eli mahsulü olduğunun belirtildiği vurgulandı.

-AYDINLIK DERGİSİNDE, BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN DİNLEME KAYITLARI-

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne 18 Ekim 2009 tarihinde ''Bugün Aydınlık dergisi manşetinde bahsedilen Başbakan'ın karanlık telefon görüşmesi Ergenekoncu Levent Ersöz'ün arşivindendir. Bu arşivde Başbakan ve çok sayıda AKP'li bakana ait ses kayıtları bulunmaktadır. Bu arşiv şu anda Aydınlık dergisinde bulunmaktadır. Bu ses kayıtlarının asıl kaynağı Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya'dır. Dergiye bakarsanız anlayacaksınız. Kolay gelsin'' şeklinde bir ihbarın geldiği kaydedilen iddianamede, bunun üzerine ilgili adreslerde yapılan aramalarda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu üst düzey bürokratların dinleme kayıtlarının ele geçirildiği bildirildi.

İddianamede, bu konu ile ilgili şüpheliler Ufuk Akkaya ve Mehmet Deniz Yıldırım'ın sevk edildikleri İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince 9 Kasım 2009 tarihinde örgüt üyesi olmak suçundan tutuklandıkları hatırlatıldı.

Bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar sonucu elde edilen delillere göre, ''Ergenekon'' dosyası sanıklarından Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur'un Jandarma Genel Komutanlığında görevli oldukları yıllarda bazı üst düzey bürokratlarla birlikte Başbakan ve diğer hükümet üyelerini hukuk dışı yöntemlerle dinledikleri ve bu dinlemeleri kayıt altına alarak, örgüt arşivlerinde sakladıklarının belirlendiği anlatıldı.

-DALAN, DARBE SONRASI HÜKÜMETİN BAŞBAKANI-

İddianamede, şu ifadelere yer verildi:

''Şüpheli Bedrettin Dalan'ın, 'Ergenekon silahlı terör örgütü'nün, iktidarda bulunan mevcut hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla hazırladığı darbe planlarında, medya ve siyasetin yönlendirilmesi ile bazı üst düzey iş adamlarının bu hususta ikna edilmesi görevini üstlendiği, bu amaçla, medya sahipleri ve iş adamları ile görüşmeler yaptığı, darbe planlarının hazırlanmasında aktif rol oynayan 'Ergenekon terör örgütü' üyeleri Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur ve İsmail Yıldız ile görüşerek, askeri müdahalenin bir zorunluluk olduğu yönünde onları teşvik ederek cesaret verip, bu yöndeki motivasyonlarını güçlendirmeye çalıştığı, örgüte finans desteği sağladığı ve aralarında Adil Serdar Saçan'ın da bulunduğu örgüt üyelerine mütevelli heyeti başkanı olduğu üniversitede görevler verdiği, örgütün stratejisi doğrultusunda uluslararası ilişkileri yürüttüğü, darbe sonrası kurulacak hükümette başbakan olma görevini üstlendiği anlaşılmıştır.''

Bedrettin Dalan'ın kendisi hakkında soruşturma yürütüldüğünü ve operasyonla gözaltına alınacağını İstanbul MİT Bölge Başkan Yardımcısı olarak görev yapan şüpheli Özel Yılmaz vasıtasıyla öğrendiği ve hakkında hiçbir yakalama kararı ve ifadeye çağrı dahi olmaksızın 15 Ekim 2008 tarihinde yurt dışına kaçtığı, o tarihten sonra soruşturmada, hakkındaki deliller sebebiyle halen firarda olması nedeniyle yakalama emri çıkartıldığı bildirildi.

'TUTUKLANCAĞIMI BİLİYORDUM AMA

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' iddianamesinde, ''Bilgi notu Dursun Çiçek.doc'' isimli word belgesinde, Deniz Kıdemli Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait ''Tutuklanacağımı biliyordum. Genelkurmay da biliyordu. Bütün olasılıklara karşı hazırlıklıydık. Genelkurmay, Ergenekon soruşturmasını geç algıladı. Bu işin bu kadar büyüyeceğini (Karargah'a kadar uzanacağını) hiç hesap etmediler'' şeklinde ifadelerin yer aldığı belirtildi.

İddianamede yer alan belgede, Albay Dursun Çiçek'in ''Hakim ve Savcılar Haziran Kararnamesi''nin çok önemli olduğunu ifade ettiği belirtilerek, şu bilgilere yer verildi:

''I.B, her şeyin farkında. Bizzat kendisi bu durumu takip ediyor. ''Hakim ve Savcılar Haziran Kararnamesi'' çok önemli. Yüksek Yargı üyeleriyle görüşüldü. Bizzat İ. Paşa görüştü. Ergenekon savcılarında önemli bir değişiklik olabilir. Emniyetteki değişikliklerle ilgili de temaslar var. Birtakım değişimler oldu, devam edecek. Fethullahçılara yönelik kapsamlı bir çalışma hazırlanmıştı. Bu belge operasyonu ile bu çalışmalar aksadı. Eğer aksamasaydı, Gülen örgütüne yönelik önemli bir operasyon gerçekleştirilecekti. İrtica (Fethullah) ülke güvenliği için tehdit. Genelkurmay bu konuda bir müdahaleye hazırlanıyor...''

İddianamede, ayrıca ''Bizim Hizbullah.doc'' isimli word belgesi içerisinde, ''dini motifli Hizbullah Terör Örgütüne yönelik güvenlik ve kolluk güçlerimizin hazırlamış oldukları raporlara ilişkin bilgilerin yer aldığı dijital kitapçık da olduğu tespit edildi'' ifadesinin de yer aldığı kaydedildi.

Ele geçen döküman arasında bulunan ''Komutan Orhan Yılmazkaya Şehit Oldu'' isimli word belgesinde ise Devrimci Karargah isimli terör örgütü ile Bostancı'da öldürülen terörist Orhan Yılmazkaya isimli kişi adına yazılmış devrim içerikli metinler bulunduğu belirtildi.

İddianamenin ''Delillerin ve Hukuki Durumunun Değerlendirilmesi'' bölümünde ise İstanbul Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğüne 18 Ekim 2009 tarih ve 12012 sayılı Rıza Yıldırım ismi ile gönderilen e-posta İhbar tutanağında, ''Bugün Aydınlık dergisi manşetinde bahsedilen Başbakan'ın karanlık telefon görüşmesi Ergenekoncu Levent Ersöz'ün arşivindendir. Bu arşivde Başbakan ve çok sayıda AKP'li bakana ait ses kayıtları bulunmaktadır. Bu arşiv şu anda Aydınlık dergisinde bulunmaktadır. Bu ses kayıtlarının asıl kaynağı Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya'dır. Dergiye bakarsanız anlayacaksınız'' şeklinde bilginin yer aldığı ifade edildi.

İddianamede, Doğu Perinçek ve grubunun yayın faaliyetleri içinde yer alan istihbarat toplama çalışmalarının gazeteciliğin doğal sınırları içinde varsayılamayacağını, disiplinli bir biçimde sürdürülen arşiv çalışmaları içinde MİT ve Genelkurmay Başkanlığının ''çok gizli'' belgelerinin de yer aldığı vurgulandı.

İddianamede, ''Perinçek'in önemle üzerinde durması sonucu, günümüzde her yayın organında üst düzeyde bir elemanının bulunuyor oluşu ise başlı başına üzerinde düşünülmesi ve araştırma yapılması gereğini işaret eder niteliktedir'' şeklinde biten örgütsel içerikli dokümana yer verilerek şöyle denildi:

''Doğu Perinçek ve onun talimatları ile hareket eden, medyada yer almış örgüt üyelerinin, medyayı örgütün amaçları doğrultusunda bir araç olarak kullandıkları ve Ergenekon silahlı terör örgütü ana dokümanlarında geçen istihbarat toplama faaliyetleri ve bilginin paraya çevrilebilirliği ile siyaset dünyasına yön verilmesi gibi, örgütün hedefleri doğrultusunda faaliyetlerde bulundukları anlaşılmaktadır. Şüpheli Mehmet Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya'nın bu ses kayıtlarını yayınlamaları, örgüt üyeliği ile birlikte özel hayatın gizliliğini ihlal ve devlete ait gizli bilgileri bulundurma ve yayınlamak suçunu oluşturmaktadır.''

Şüpheli Ufuk Akkaya'nın, ''Ergenekon'' silahlı terör örgütü içinde faaliyet yürüten örgüt üyesi olduğu, örgütün talimatları doğrultusunda örgüt arşivinden çıkarılan ses kayıtlarını aynı amaçla yayınladığı, bu kayıtların kişilerin özel hayatları ile devletin iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli olan ve gizli kalması gereken belge ve bilgilerden olduğu belirtilerek, eylemlerine uyan TCK'nın 314/2, 135/2, 43, 326, 327, 133/son, ve 134 maddeleri ile 3713 sayılı Kanun 5. maddesi gereğince cezalandırılması ve TCK'nın 53, 58/9, 63 maddelerinin uygulanması talep edildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' iddianamesinde, örgüt yöneticiliğiyle suçlanan sanık Bedrettin Dalan'ın, ''Ergenekon'un hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla hazırladığı darbe planlarında, medya ve siyasetin yönlendirilmesi ile bazı üst düzey iş adamlarının bu konuda ikna edilmesi görevini üstlendiği, uluslararası ilişkileri yürüttüğü, darbe sonrası kurulacak hükümette başbakan olma görevini üstlendiği, tüm bu eylemleri ile hükümeti cebir ve şiddet yöntemiyle ortadan kaldırma suçuna iştirak ettiği'' belirtildi.

İddianamede, sanık Şener Eruygur'dan ele geçirilen ses kaydında konuşan sanık İsmail Yıldız'ın sanık Levent Ersöz ile yaptığı görüşmedeki, ''Dalan ... maniple etmemizi yol açıp enforme etmemize sebep olacak kanalları açar paşam, onun öyle bir özelliği var. Doğan'a yakın, Karamehmet'e yakın, Dinç Bilgin'e yakın, bunlar Ağar'a Dalan'ın ofisinde enforme edildi paşam'' dediği kaydedildi. İddianamede, görüşmenin devamına ilişkin de Yıldız'a atfen ''Sayın Dalan diyorum, şunu söyle bak bu arada sen de bizim liderimizsin bir süre sonra, çünkü sonra bu alan boşalacak. Ağar cumhurbaşkanlığına kayar ya da sen kayarsın onu şimdiden belirlemek zor, ama sen de hiç değilse senaryodaki yerini al'' sözlerine yer verildi.

Sanık İsmail Yıldız'dan ele geçirilen hard diskte ''siyaset yorgunluğu'' isimli word belgesi içerisinde ''siyaset yorgunluğu'' ya da ''insan unsurumun takviyesi'' başlıklı yazı içeriğinde, Yıldız'ın, Dalan için, ''Bu bağlamda, Yeditepe Üniversitesi, talimatı ile bize hep açılım sağlamış ve katkıda bulunmuştur'', ''Ekonomik istihbaratla ilgili etkinlik çerçevesinde yaptığımız operasyona sponsor olduğu gibi, diğer faaliyetlerimizde de katkısını esirgememiştir'', ''Bununla birlikte Sayın Dalan Yeditepe Üniversitesinin imkanlarını ve altyapısını görüşmeden sonra sürekli böyle bir göreve hazırlık için yeniden değerlendirmiş ve bir nevi nitelikli bir hazırlık dönemi geçirmiştir'', ''Bugün Sayın Dalan hem bir Bakanlar Kurulu hem bir Danışma Meclisi türü oluşum için iş birliği içinde gerçekleştirilebilecek şekilde göreve hazırdır'', ''Sayın Dalan'ın konferanslarından derlenen kimlik, Kürtçe, Kürtçülük, Türk, Atatürk, Atatürkçülük ile ilgili görüşleri de bir devlet adamı kimliğinin tüm boyutları ile temayüz ettiğini göstermektedir'' şeklindeki değerlendirmeleri, delil olarak gösterildi..

İddianamede, şunlar kaydedildi:

''Ergenekon-lobi yapılanmasında Araştırma ve Bilgi Toplama, Analiz ve Değerlendirme, İletişim ve Propaganda birimlerinde görevli olan tutuklu sanık İsmail Yıldız'ın, şüpheli Bedrettin Dalan hakkında analiz içerikli bir yazı yazarak, bunu örgütün üst kademesinde görevli bulunan Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur'un bulunduğu birime verdiği ve yazı içeriğinden, şüphelinin darbeye zemin hazırlama çalışmalarını finanse ettiği ve mütevelli heyeti başkanı olduğu üniversiteyi bu amaçla kullandığı, ayrıca askeri müdahalenin gerçekleştirilmesine müteakip kurulacak hükümette kendisine görev aldığı anlaşılmıştır.''

İddianamede, sanık Hasan Atilla Uğur'dan ve Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezinde ele geçirilen CD'ler içerisinde yer alan ses kayıtlarında, tutuklu sanıklar Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur, İsmail Yıldız ile Bedrettin Dalan arasında yapılan görüşmede, ''Doğan Güreş'in o güne kadarki tüm genelkurmay başkanlarının arkadaşı'' olduğunu öne süren ve ''hepsine ülkedeki tehlikeyi anlatmaya çalıştığını'' belirten Dalan'ın, ''Bütün Silahlı Kuvvetlere anlatamadığım şey şu: En az siviller yaptı. Siviller böyle bir şey yapamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyolojik yapısı buna müsait değil'' ifadelerinin yer aldığı belirtildi.

Dalan'ın ''Türkiye'de Osmanlı'dan sonra, padişahın kutsal gücünü Türk Silahlı Kuvvetlerinin aldığını, Türkiye'de anayasayı Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığını'' söylediği ifade edilen iddianamede, bu çerçevede, bütün anayasaları kuran daima bir gücün var olduğunu, çok partili demokrasilerde bu gücün burjuva, Türk demokrasisinde ise silahlı kuvvetler olduğunu söylediğine işaret edildi.

İddianameya göre Dalan görüşmede, şunları söyledi:

''Şimdi bu gücün sahibi olduğunun farkında değil Silahlı Kuvvetler. Bizim diri ordumuz ölü bir Türkiye mi çıkaracak? Ben bunu söylüyorum. Sen şu sopayı göster, yarım saat sonra devletini satan herkesi tanırım. Muhakkak tavşan gibi korkarlar. Askerler de demokrasiyi kutsal bir tabu zannediyor. Kenarda kalınca işte bu şekilde ayakta duruyor, olay bu. Bugün keşke benim elimde bir güç olsaydı, demokrasi nasıl olurdu, gösterirdim. Güç kullanılır, zamanı geldiği zaman kullanılır. Kullanılmadığı zaman kafana çuval geçirilir. Muhakkak tavşan gibi korkarlar.''

İddianamede, aynı görüşmede, Dalan'ın, sanıklar Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur'a yönelik kullandığı ifadelerden, 2003-2004 yılları arasındaki darbe planlarını hazırlayan adı geçen sanıklara, askerin müdahalede bulunmasının zorunlu olduğu ve kendisinin de bu çalışmalara destek verdiğini bildirmek suretiyle, Ersöz ve Uğur'u bu yönde teşvik ederek, moral ve motivasyonlarını arttırmaya çalıştığının görüldüğü belirtiliyor.

-''DALAN'I KULLANIYORUM''

Atatürkçü Düşünce Derneği ve Hasan Atilla Uğur'dan el konulan CD'ler içerisinde yer alan ''21oca04_cem_uzan2'' isimli ses dosyasında, Levent Ersöz ve İsmail Yıldız arasındaki telefon görüşmesi yer alıyor.

Görüşmede Yıldız'ın, ''Paşam, yapabilmesi için organize edilmesi gerekiyor, organize edilmesi için ben Bedrettin Dalan'ı kullanıyorum burada. Bedrettin Dalan'a diyorum ki git şunu şunu söyle, bunu bunu söyle, Koç'u bu hale getiren Bedrettin Dalan ile yaptığımız iş. Ben diyorum paşamın talimatı var git söyle böyle böyle diye. İsminizi tam olarak bilmediği için, daha yeni öğrendi isminizi. Tamam paşam, ben İstanbul'da operasyonu yürütüyorum, onu rapor olarak getireceğim, hepsini birleştireyim dedim. Bedrettin beyin Amerika seyahati, onu bir alalım'' şeklindeki konuşmalarından, Dalan'ın, Yıldız ile sürekli görüşmeler yaptığı ve Dalan'ın özellikle askeri müdahaleye zemin oluşturma çalışmaları kapsamında, bazı üst düzey iş adamlarını ve siyaset dünyasının önemli isimlerini ikna etmek amacıyla faaliyetler yürüttüğünü ortaya koyduğu belirtiliyor.

Başka bir CD'de 16 Aralık 2003 tarihinde sanıklar Levent Ersöz ile Tuncay Özkan arasında yapılan görüşmede Ersöz'ün ''Bedrettin Dalan ile Ali Müfit Gürtuna'yı görüştürüyorum. Ali Müfit Gürtuna'nın seçimlerde bir talebi var'' sözlerine karşılık Özkan'ın şu ifadelerine dikkat çekiliyor:

''Çünkü bu Recep Tayyip nedeniyle bundan korkuyorlar da. Dalan'ı konuşturdum, Bedrettin beyi konuşturdum. Siz de Bedrettin beyle konuşup bilgi alabilirsiniz. Bedrettin Dalan'a dedim ki 'Git bununla bir konuş, böyle bir şeye bizim ihtiyacımız var. Bu İhtiyaç Türkiye'nin ihtiyacıdır, burada bir ulusal duruşu oraya taşımalıyız. Dalan'la Gürtuna'nın arasında çok önemli kopmaz bir bağ var. Gürtuna'nın kendisine, kardeşim o TV'yi daha iyi çalıştıracak insanlar var. Biz orayı inanılmaz bir kale haline getirebiliriz diyor.''

İddianamede, görüşmede kullanılan bu ifadelerden, Dalan'ın, mevcut hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla Şener Eruygur ve ekibi tarafından hazırlanan darbe planları kapsamında, ayrıca medyayı ve siyaseti yönlendirme görevini üstlendiğinin görüldüğü belirtiliyor.

Yıldız'dan ele geçirildiği belirtilen hard disk içerisinde yer alan ''AKP neden geldi-neden gider'' isimli word belgesinde şu ifadelerin yer aldığı da iddianamede belirtildi:

''Dalan'ın rant mekanizmaları kurma ve dönüştürme kabiliyeti hayli yüksek. İletişim kabiliyeti iyi olduğu gibi, aydınlar, sanat ve mafya camiası ile içli dışlı olması profilini kontrol etme konusunda dış kaynaklardan çok kendi hinterlandı fazlası ile yeterli olacaktır. Bedrettin Dalan'ın olumlu bir portresini ön plana çıkaralım. Bu artıları yanında birçok eksileri de bulunan Dalan, AK Parti'ye karşı oluşturulan yeni dalganın unsurlarından biri olacaktır. Tehdit değerlendirmesi yapılırken ağırlığı buna göre belirlenmelidir. Bu nedenle bu seferki senaryo çok daha boyutlu ve derinlikli hazırlanmakta, cephe çok boyutlu olarak inşa edilmektedir.''

Hard disk içerisinde bulunan ''dalan_mmh_yeni_olusum'' isimli word belgesinde ''Dalan'' başlığı altında ''Küresel gerçeklerle, milli çıkarlar dengesini kimseyi rahatsız etmeden temsil edebiliyor, Anadolu sermayesi ile rahat ilişki kurabilir. Selçuklulara hayranlığı var. Arı Grubuna salon sağlıyor, ama (Sizin ne olduğunuzu biliyorum, sizinle tangoya varım) diyor. Türk milliyetçiliğini de Atatürk milliyetçiliğini de rahat savunabilir. Çok güzel rant dağıtma mekanizmaları kurar, Dönüştürme kabiliyeti var. (Pazarlama kabiliyeti çok yüksek), ABD-İngiltere-İsrail-Almanya ve Rusya ile bağlantıları iyi, iletişim kabiliyeti çok iyi. Gerekirse tarikat ve cemaat ilişkilerini rahatça kurabilir, aydınlar, sanat, sermaye ve medya camiası ile ilişkileri iyi, Türkiye'nin tüm elit grupları ile iyi ilişkileri var, tüm siyasi kesimlerle rahat diyalog kurabilir, iş birliği yapabilir, teori ve pratiği son derece iyi sentezlemiştir, zemini kaybetmeyi istemez, uluslararası bağlantıları sorun olabilir, imajı çok kolay yıpratılabilir, etnikçi gösterilebilir, seçkinci gösterilebilir, geniş örgütlenmeleri sağlayamaz. Lobicidir, kendisinin üretmediği bir misyonu taşıyamaz'' şeklinde değerlendirmelerin yer aldığı kaydediliyor.

-HAKKINDA YÜRÜTÜLEN TAHKİKATTAN HABERİ VARDI-

Bu değerlendirmelerden, ''Ergenekon'' terör örgütünün gerçekleştirmeyi planladığı askeri müdahale sonrasında, hükümet kurma görevini Dalan'a vermeyi tasarladığının anlaşıldığı belirtilen iddianamede, Dalan'ın ve telefonda kendisiyle görüşen kişilerin ifadelerinden, soruşturma öncesinde hakkında tahkikat yürütüldüğü yönünde bilgiler aldığı ve bu nedenle yurt dışına çıktığı, ayrıca kendisine tutuklanmayacağı yönünde teminat verilmesi halinde yurda dönmeyi planladığının görüldüğü belirtildi.

Görüşmelerde Dalan'ın, ''Yani, çık gez diyorlar biz de gezdik yani geziyoruz ne diyeyim ne? Sağlığım iyi, hiç sorun yok, sorun yok, geziyoruz. İşte böyle biraz gezmem gerekiyormuş, geziyoruz. Yok canım, ne sağlık problemi, sağlık problemi olsa gideceğim tek yer benim kendi hastanem başka bir yere gitmem'' şeklinde ifadeler kullanırken, kendisiyle görüşen kişiler, ''Dolayısıyla durumuz bu buralar yağmurlu soğuk. Biraz biraz daha kalın söylerim başkanım. Burada hem kar yağışı bekleniyor havalar filan kapalı diyorum. Bir birisini görüşmeye bekliyorum da o iyice netleşsin ondan sonra. Son kez birisi ile görüşmeyi bekliyorum dedim o beklediğim görüşme gerçekleştikten sonra ararım'' dedikleri belirtildi.

İddianamede, Bedreddin Dalan ile ilgili toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre şu değerlendirme yapıldı:

''Şüpheli Bedrettin Dalan'ın, Ergenekon silahlı terör örgütünün, iktidarda bulunan mevcut hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla hazırladığı darbe planlarında, medya ve siyasetin yönlendirilmesi ile bazı üst düzey iş adamlarının bu hususta ikna edilmesi görevini üstlendiği, bu amaçla medya sahipleri ve iş adamları ile görüşmeler yaptığı, darbe planlarının hazırlanmasında aktif rol oynayan Ergenekon terör örgütü üyeleri Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur ve İsmail Yıldız ile görüşerek, askeri müdahalenin bir zorunluluk olduğu yönünde onları teşvik ederek cesaret verip, bu yöndeki motivasyonlarını güçlendirmeye çalıştığı, örgüte finans desteği sağladığı ve aralarında Adil Serdar Saçan'ın da bulunduğu örgüt üyelerine mütevelli heyeti başkanı olduğu üniversitede görevler verdiği, örgütün stratejisi doğrultusunda Uluslararası ilişkileri yürüttüğü, darbe sonrası kurulacak hükümette başbakan olma görevini üstlendiği, tüm bu eylemleri ile hükümeti cebir ve şiddet yöntemiyle ortadan kaldırma suçuna iştirak ettiği, yukarıda belirtilen örgüt adına gerçekleştirdiği tüm eylem ve faaliyetlerinin örgüt yöneticiliği kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmakla, şüphelinin eylemlerine uyan TCK 314/1, 312, 3713 sayılı yasanın 5. maddesi uyarınca cezalandırılması ve hakkında TCK 53, 58/9 maddelerinin uygulanması talep edilmiştir.''

İddianamede, Bedrettin Dalan'ın örgütsel irtibatları ise İlhami Ümit Handan, Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur, Veli Küçük, Yalçın Küçük, Hüseyin Nazlıkul'un ifadelerinden hareketle ortaya konuluyor. Mustafa Özbek, Mehmet Adnan Akfırat, Tuncer Kılınç'ın cep telefonu ve fihristlerinde telefon numaraları olduğu belirtilerek, ''Haklarında kamu davası açılan sanıkların, dijital verileri, cep telefon kayıtları ve fihristleri ile ele geçirilen notlardan, yukarıda adı geçen örgüt üyeleri ile şüphelinin irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır'' deniyor.

''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' iddialarına ilişkin hazırlanan iddianamede, şüpheli Dursun Çiçek'in savcılık sorgusu sırasındaki ifadelerine de yer verildi.

İddianamede, savcılıktaki sorgusunda, 2004 yılı Ağustos ayından itibaren şu anda görev yaptığı Bilgi Destek Daire Başkanlığı bünyesinde çalıştığını belirten Çiçek'in, bu biriminin isminin 2005 yılı başına kadar Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı olduğunu, görev yaptığı şubenin görev kapsamının 2008 yılının Ocak ayında yeniden düzenlendiğini söylediği kaydedildi.

Savcılık sorgusunda bu tarihten itibaren ''1915 Olayları, Pontus Olayları, Dış Türkler, NATO ve Tatbikatlar'' gibi dış konuların bu şubenin sorumluluk alanına dahil edildiğini anlatan Çiçek, bu tarihten önce görev alanının günlük cari işlemlerin yürütülmesi olduğunu, plan yapma gibi uzun vadeli bir görevlerinin olmadığını belirtti.

Günlük olaylara ilişkin farklı konularda çalışma yapan bir şube olduğunu, Cumhuriyetçi Çalışma Grubu isimli bir oluşum hakkında bilgisinin olmadığını ve bu grubun ne tür faaliyetler gerçekleştirdiğini bilmediğini ifade eden Çiçek, Mustafa Levent Göktaş'ın Harp Okulundan devre arkadaşı olduğunu, harp okulundan ayrıldıktan sonra bu kişiyle bir dönem ilişkisinin olmadığını, Genelkurmay'da çalıştığı dönemde Levent Göktaş'ın da Özel Kuvvetlerde görev yaptığını, ancak Serdar Öztürk'ü tanımadığını söyledi.

Savcılık sorgusunda şüpheli Mustafa Hüseyin Buzoğlu ile ilgili yapılan aramada elde edilen dijital verilerin incelenmesinde ''Andıç'' başlıklı gizli ibareli Mart 2006 tarihli Dursun Çiçek imzalı belgeyi basından duyduğununu anlatan Çiçek, ''Böyle bir belge hazırlamadığını, Andıç'ın yapılacak bir çalışma ile ilgili komuta katından ön onay alma işlemi olduğunu, kendi görevleri arasında yapılan çalışma ile ilgili komutanların verdiği görevler kapsamında Andıç hazırlama görevinin de olduğunu, Silahlı Kuvvetlerin yönergesinde de Andıç'ın tanımının açıkça yapıldığını, belgenin ele geçirildiğinin belirtildiği Mustafa Hüseyin Buzoğlu isimli şahsı tanımadığını ve böyle bir şahsa bu mahiyette bir belge vermediğini'' ifade etti.

Söz konusu belgeyle ilgili, Genelkurmay Askeri Savcılığınca yürütülen soruşturma sırasında detaylı bilgiler verdiğini, bunun haricinde açıklayacağı herhangi bir konun olmadığını kaydeden Dursun Çiçek, söz konusu belge içeriğiyle ilgili hiçbir çalışmanın tarafından yapılmadığını, söz konusu belgeyi de ilk kez basında gördüğünü, ayrıca belgenin içerik, şekil, kullanılan terimler, imza blokları ve diğer konular açısından yazışma kurallarına uymadığını bildirdi.

-''BELGEDE YER ALAN İMZAYI 3 YIL ÖNCESİNE KADAR KULLANDIM''

Savcılık sorgusunda, üzerine atfedilen imzanın kendisine ait olmadığını, ancak benzetilerek düzenlenen belgedeki bu imzanın benzerini 1980 yılında göreve başladığı tarihten yaklaşık 3 yıl öncesine kadar kullandığını belirten sanık Dursun Çiçek, ancak yaklaşık 3 yıldır farklı bir imza kullandığını, Askeri Savcılıkta verdiği ifade sırasında kullandığı imzayı yaklaşık 3 yıldır kullandığını söyledi.

Savcılıkta, 2009 yılındaki bazı belgelerde yer alan imzasının, ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' başlıklı belgedeki imzayla çelişmesinin nedeni sorulan Çiçek'in kendi imzasının başkalarının eline geçip kullanıldığı hususundaki şüpheleri sebebiyle 12 Haziranda Genelkurmay Askeri Savcılığındaki imzasını biraz değiştirerek attığını, değiştirerek attığı imzanın diğer belgelerdeki imzalarıyla benzeşip benzeşmediğini ve kendi el ürünü olduğunun kriminal açıdan tespit edilebileceğini de bildiğini, ayrıca Askeri Savcılıkta attığı bu farklı imzanın birkaç gün sonra basında yer aldığını, bu imzanın da basına nasıl sızdırıldığının araştırılıp tespit edilmesini istediğini söyledi.

Askeri Savcılıkta ifade tutanağının altına attığı formdaki imzayı Askeri Savcılığın kararını tebliğ ettiği belgede de kullandığını belirten Çiçek, bu imzayı yukarıda saydığı nedenlerle değiştirdiğini, bundan sonra da kullanmaya devam edeceğini, farklı imzasını ilk kez askeri savcılık ifade tutanağında kullandığını, o ana kadar örnekleri Savcılıkta bulunan imzayı kullandığını anlattı.

İlk ifadesinde 3 yıl önce bu imzayı kullanmaya başladığı şeklindeki sözlerini sehven kullandığını ifade eden Çiçek'in, böyle bir belgenin başka birileri tarafından kendi ismi ve imzasının kullanılarak hazırlanmasının, TSK ile siyasi iktidar arasındaki başta Terörle Mücadele olmak üzere mevcut olan uyumu bozmak ve ülkede gündemi değiştirerek kaos ortamı yaratmak amacıyla yapılmış olabileceğini bildirdi.

İddianamede, Çiçek'in savcılık sorgusu sırasında medyaya ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' adıyla yansıyan doküman ile ilgili olarak komutanlarından bir görev almadığını, böyle bir planı hazırlamadığını, bu belgenin altına imza atmadığını ifade ederek, irtica konusunun hiçbir zaman kendisinin müdürlüğünü yaptığı şubenin bir konusu olmadığını söylediği kaydedildi.

habertaraf

30 Nisan 2010 17:32
ALBAY ÇİÇEK TUTUKLANDI

"İrtica ile Mücadele Eylem Planı" iddialarına ilişkin davada hakkında yakalama emri çıkarılan Kurmay Albay Dursun Çiçek tutuklandı. aktifhaber

ERHAN GÖKSEL BUNUN HESABINI SORAR

30.04.2010 23:18

Erhan Göksel'i Türkiye tanıyor.
Son 25 yılın siyasi gelişmelerinin içindeki önemli isimlerden biri.
Sırasıyla Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan vs. hepsiyle çalıştı.
Verso Strateji'nin sahibiydi.
Partilere, liderlere, yerli ve yabancı şirketlere araştırmalar yapar, raporlar hazırlardı.
Bir gün...
22 Ocak 2009 günüydü...
Ergenekon'un 11'inci dalgasında gözaltına alındı.
Ve medyada bildik suçlayıcı yayınlar başladı.
Neler yazılmadı, neler söylenmedi ki hakkında.
Ergenekon örgütü için lobi faaliyeti yaptığı bile dile getirildi!
4 günlük gözaltından sonra salıverildi.
Erhan Göksel serbest kalınca anladı ki, hayatında pek dostu- arkadaşı yokmuş. Hepsi bir yerlere sinmişti.
Bir dönem evinden çıkmayan bugünün yandaş gazetecileri bile kaybolmuşlar; bir geçmiş olsun bile dememişlerdi.
Erhan Göksel üzüldü ama çok da üzerinde durmadı.
Ama...
Ama bir acı kayıp onu yıktı.
Oğlunun başına gelenleri kabul edemeyen Tevfik Göksel, oğlu salıverildikten 3 ay sonra vefat etti.
Erhan Göksel "babam benim gözaltına alınmama dayanamadı" diye açıklama yaptı.
Durun.
Bitmedi.
Tarih 12 Mayıs 2009.
Ergenekon soruşturmasını yürütenler, Erhan Göksel'in İş Bankası'ndaki kasalarının açılmasına karar verdi. Bir şey çıkmadı kasalardan.
Fakat.
Aramalar, gözaltılar ve gazete ile TV’de çarşaf çarşaf hakkında akla hayale gelmeyecek "haberler" Erhan Göksel'i iflas ettirdi.
Bir yıl boyunca kimseden iş alamadı.
İş yaptıkları korkup bir daha çalışamayacaklarını söyledi.
Erhan Göksel iki çocuğuna, eşine ve onlarca çalışanına bakmak zorundaydı.
Didindi. Koşturdu. Her kapıyı çaldı.
Olmadı. Karşısına hep Ergenekon gerekçesi çıkarıldı.
Ve…
Erhan Göksel babasından sonra işini de kaybetti.
Gözaltına alınmasından tam bir yıl sonra Türkiye'yi terk etti.
ABD'den iş bulmuştu.
Üç aydır memleketinden uzakta; bir acı vatanda ekmek peşinde koşturuyor.
Türkiye ile ilgisini kopardı.
Ancak geçtiğimiz gün Türkiye'den gelen bir haberi gözü yaşararak dinledi.
Haber şuydu:
Ergenekon 4'üncü İddianamesi açıklandı.
Bu iddianame Erhan Göksel için ne diyordu biliyor musunuz:
"Kovuşturmaya Yer Yoktur."
Sözü uzatmaya gerek var mı?
İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?
Erhan Göksel'e birilerinin bir özür borcu yok mu?
Ve o birileri bunun hesabını vermeyeceklerini mi düşünüyor?
Yanılıyorlar.

Odatv.com

01 Mayıs 2010 10:17
Dalan'a 'Gelme' Diyen Patron
Dördüncü iddianamenin bir numaralı sanığı Dalan'ın bir konuşmasında, İstanbul'daki 'Büyük patron'a selam söylemesi dikkat çekti...

Ergenekon'un 4. iddianamesinde firari sanık Bedrettin Dalan'ın darbenin başbakanı olacağının belirtilmesi kamuoyunda tartışılırken Dalan'ın bazı emekli paşalarla ve yakınlarıyla yaptığı görüşmeler teknik takibe takıldı. İddianamede Dalan'ın Özel Kalem Müdürü İlhan Ümit Handan telefon görüşmesinde büyük patronun İstanbul'da olduğunu ve Dalan'a gelmesini istemediğini söylediğini dile getiriyor. Birbirlerinin bayramını kutladıktan sonra İlhami Ümit Handan telefonda Dalan'a "Büyük patron da İstanbul da" diyor.

Dalan da "Hee anladım çok selamımı söyle" diye karşılık veriyor. Ümit Handan'ın, "Biraz biraz daha kalın söylerim başkanım hürmet ediyorum" lafına ise Dalan şu cevabı veriyor: "Tamam tamam peki."

BANA 'ÇIK GEZ' DEDİLER

Dalan'ın Edip B. adlı bir paşayla yaptığı telefon görüşmesinde ise "Yurt dışına çıkması gerektiği emrini aldığı" anlaşılıyor. Dalan telefonda şunları söylüyor: İyiyim valla. İşte böyle yurtdışına çıktık, bazı tavsiyeler üzerine. Detayı bilmiyorum. Yani 'çık gez' diyorlar. Biz de geziyoruz. Ne diyeyim ne . Sağlığım iyi hiç sorun yok. Olursa kendi hastanemden başka yere gitmem. "

Edip P. ise "Zaten söylüyorlardır size. Buralar bildiğiniz gibi" şeklinde cevap veriyor. Dalan, Fisun D. ile görüşmesinde ise, Hurşit Tolon'un çıkacağını daha önceden bildiğini söyledi. "Hoca, Tolon'un çıkacağını söylemişti" diye konuştu.

DAVA AÇILSIN GELİRİM

Dalan, Fahrettin D. İle yaptığı telefon görüşmesinde ise dava açıldığı zaman Türkiye'ye döneceğini söylüyor. Fahrettin D. "Bir çalışma şeyi kurmuştuk ama şimdi onu onu tutuyor biliyorum. Devam etmeli miyiz.? Köksal Hoca, o dekan falan" demesi üzerine Bedrettin Dalan ise "O.... bir teşekkür edin bakalım" diyor. Dalan, "Nedir esas sorun neyle suçlanıyor bence ondan daha önemli bir şey yok" demesine karşılık , Fahrettin D'nin davanın açılayacağını yakın tarihte bu ay içerisinde açılacağı ifade ettiğini iddianamelerin düzenlensin sonra çalışmalara da bakacağını belgeleri de değerlendireceklerini söylüyor. Dalan ise değerlendirmelerden sonra duruma göre geleceğini ifade ediyor.

Kaynak: Bugün

Islak imzada umut ilahi adalet! En ironik zabıt
01 Mayıs 2010
Müyesser YILDIZ

Islak imzalı 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı hazırladığı gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet cezası istemi ile tutuklanan Albay Dursun Çiçek’in kızı adaleti mumu bırakıp, ilahi güçlerle aramaya başladı.

Dursun Çiçek’in kızı İrem Çiçek, hazırladığı ironik duruşma zaptı ile hem isyanını hem de adaleti nerede araması gerektiğini sorguladı.

İşte İrem Çiçek’in tanzim ettiği ve gözyaşları ile ıslattığı zabıt…

T.C.

İSTANBUL

13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ

(CMK. 250. MADDESİ İLE GÖREVLİ)

DURUŞMA TUTANAĞI

ESAS NO : 2010/00

DURUŞMA TARİHİ : 30/04/2010

CELSE NO : 1.

BAŞKAN : Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır. ( HZ. MUHAMMED )

ÜYE : Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. (GANDHI)

ÜYE : Bir insan taraf tutmaya başlar başlamaz, dünyada da o gerçekleri o kadar az görmeye başlar. (HEYWOOD BRAUN)

CUMHURİYET SAVCISI : Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar. (MAURICE DUEVERGER)

SANIK : DURSUN ÇİÇEK

SUÇLARI : 1) Parmak ve Avuç izi bırakmadan sahte belge hazırlamak ve imza atmak,

2) Sanal olarak Erzincan’a gidip 3. Ordu Komutanı ve Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı ile çay içmek,

3) Bir şüphelinin Harp Okulundan devre arkadaşı ve Tokatlı hemşerisi Olmak,

4) Yasal ve somut bir delil bırakmayacak şekilde bir terör örgütü üyesi olmak,

5) Aynı Terör Örgütü üyesi diğer şüphelileri tanımayıp, onlarla hiçbir zaman bir oturmuşluğunun veya telefon görüşmesinin bulunmaması,

6) Yargısız infazda bulunan, görevi kötüye kullanan ve yargıyı baskı altında tutan kamu görevlileri hakkında şikayetçi olmak,

7) Hükümeti devirmek için görev yapmasını engellemek, bunu da tek başına hazırladığı dört sayfalık bir eylem planıyla gerçekleştirmek,

8) Hakkını ve hukukunu aramak, bunu yaparken de dik durmak,

9) Mensubu olmaktan gurur duyduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli bir subayı olmak,

DELİLLERİ : İki adet faili meçhul ihbar mektubu, iki adet gizli tanık ifadesi, üç adet şaibeli imza analiz raporu, bir adet imza incelemesi yapılan belgede parmak izi bulunmadığına dair resmi rapor, bir adet bilirkişi raporu, askeri kimlik kartı ve bir adet masum Türk Subayı,

KARAR : Gereği Düşünüldü: TUTUKLANMASINA

Kararı elden tebliğ aldım. 30/04/2010

Kur. Alb. Dursun ÇİÇEK ve Stj. Av. İrem ÇİÇEK

Avaztürk

Erzurum'daki duruşmada ilginç gelişmeler
04 Mayıs 2010, 17:28Anadolu Haber
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Erzincan?daki Ergenekon davasının duruşmasında ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Erzincan'daki silahlı örgüte ilişkin, aralarında 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve Eskişehir İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu, Erzincan İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Tapan ile MİT Erzincan Şube Müdürü Şinasi Demir'in de bulunduğu 10'u tutuklu 14 sanığın yargılanmasına başlandı.
F16'LAR UÇUŞUYOR

Davanın tutuklu sanıklarından Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in kimlik tespiti haricinde davada savunma yapmayacağı öğrenilirken, dava görüldüğü esnada adliyenin üzerinden iki F16 jetinin geçmesi dikkat çekti.

3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in avukatı Zeynel Yüksel, müvekkilinin görevi sebebiyle Ankara'da bulunması dolayısıyla Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya katılamadığını bildirdi.

Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Eskişehir İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu, Erzincan İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Nedim Ersan, Erzincan İl Jandarma İstihbarat Müdür Yardımcısı Üsteğmen Ersin Ergut, Yaylabaşı Karakol Komutanı Murat Yıldız, Astsubaylar Orhan Esirger ve Şenol Bozkurt, MİT Erzincan Şube Müdürü Şinasi Demir ile MİT mensupları Sadri Barkın İnce ve Kıvılcım Üstel ile tutuksuz sanıklar Erzincan İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Tapan, 3. Ordu İstihbarat Başkanlığı Plan Eğitim Subayı Ahmet Saraçlar ve Erzincan'da av bayiliği yapan Yaşar Baş ile sanık yakınları katıldı.

Tutuksuz yargılanan 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ise duruşmaya gelmedi.

Duruşmayı CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, CHP Sivas Milletvekili Malik Ejder Özdemir, CHP Erzincan Milletvekili Erol Tınaztepe ve eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile 2 sanık yakını da izledi.

Duruşma sanıkların kimlik tespiti işlemiyle sürüyor.

Bu arada dava nedeniyle olası protesto gösterileri dolayısıyla polis ekiplerince adliye önünde önlem alındı.

Polise ait ''Toma'' adlı bir aracında hizmet verdiği adliye önündeki önlemler çerçevesinde adliyenin önündeki caddenin bir bölümü araç trafiğine kapatıldı.

Duruşmayı aralarında Anadolu Ajansı'nın da bulunduğu 5 haber ajansının birer muhabirinin izlenmesine izin verildi.

Ayrıca, duruşmayı izlemek isteyen çeşitli televizyon ve haber ajanslarına ait canlı yayın araçları da adliye önünde konuşlandırıldı.

-CEZA İSTEMLERİ

İddianamede, ''sanıkların suçlamaları kabul etmediği'' belirtilerek, tutuklu sanıklar Başsavcı İlhan Cihaner, Eskişehir İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu, Erzincan İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Nedim Ersan, Erzincan İl Jandarma İstihbarat Müdür Yardımcısı Üsteğmen Ersin Ergut, Yaylabaşı Karakol Komutanı Murat Yıldız, Astsubaylar Orhan Esirger ve Şenol Bozkurt, MİT Erzincan Şube Müdürü Şinasi Demir ile MİT mensupları Sadri Barkın İnce ve Kıvılcım Üstel ile tutuksuz sanıklar 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, Erzincan İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Tapan, 3. Ordu İstihbarat Başkanlığı Plan Eğitim Subayı Ahmet Saraçlar ve Erzincan'da av bayiliği yapan Yaşar Baş'ın ''Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olma'' suçundan TCK'nın 314/2 maddesi uyarınca 5 yıldan 10 yıla kadar hapsi isteniyor.

Başsavcı Cihaner'in ''resmi belgede sahtecilik'' ve ''tehdit'' suçların da cezalandırılması istenen iddianamede, sanıkların Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili maddelerince de cezalandırılması talep ediliyor.

Genelkurmay’dan ıslak imza makinesi operasyonu
04 Mayıs 2010 Salı 16:10
Ahmet TAKAN

Albay Dursun Çiçek'in irtica ile mücadele eylem planında imzasının gerçek olduğu 4 ayrı kurumda belgelenmesi Genelkurmay Başkanlığı’nın kuşkularını gidermedi.


Askeri savcılığının araştırmalarına göre ,”suç unsuru bulunmayan” Albay Dursun Çiçek'in imzasının nasıl taklit edildiği konusunda Genelkurmay Başkanlığı farklı bir araştırma yaptı. Sonuçta karargâh ABD'de, imzaların mürekkebine kadar kusursuz taklit eden bir ıslak imza makinesinin olduğunu buldu. Bu bulgu ile Genelkurmay Başkanlığı hemen Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne bir resmi yazı yazarak böyle bir ıslak imza makinesinin Türkiye'ye ithal edilip edilmediği sordu. Gümrükler Genel Müdürlüğü de Genelkurmay Başkanlığı’na verdiği cevapta bu vasıfta 15 ıslak imza makinesinin Türkiye'ye ithal edildiğini bildirdi.

Şimdi Genelkurmay Başkanlığı Türkiye'de bulunan bu 15 ıslak imza makinesinin kimlerin elinde ve nerelerde kullanıldığını araştırıyor.

Dursun Çiçek ile ilgili bir not daha aktaralım. Askeri Savcılığın yaptığı araştırmaya göre, belgelerde Dursun Çiçek'in parmak izlerine de rastlanmadı. Askeri kaynakların verdiği bilgiye göre belgelerde parmak izi araştırması tam 45 parametre üzerinden yapılıyor. Albay Dursun Çiçek'in parmak izi 35 parametreye kesinlikle uymuyor.
Avaztürk

Ahmet Zeki Üçok, "Ergenekon"dan tahliye edildi
16:55 - "Ergenekon" ve "Sahte Çürük Raporu" soruşturmaları kapsamında tutuklu bulunan emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok, "Ergenekon" davasında tahliye edildi. 04.05.2010 İSTANBUL netgazete

İSYANLARDAYIM KÖPRÜDEN Mİ ATLAYAYIM

7 Mayıs 2010
'İrtica İle Mücadele Eylem Planı' zanlısı Albay Dursun Çiçek'in, tutuklanması talebinin ardından Adalet Bakanı'nı aradığı ancak görüşemediği ortaya çıktı.
Çiçek'in Özel Kalem'e, 'Adalet arıyorum. Köprüden mi atlayalım. Kendimizi mi yakalım. Büyüklerimizden adalet arıyoruz' notu bıraktığı belinlendi
Bir numaralı zanlısının Bedrettin Dalan, 2 numaralı zanlısının da Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in olduğu 'İrtica İle Mücadele Eylem Planı' ile ilgili iddianamenin delillerinin olduğu 82 klasörde yer alan şok belgeler ortaya çıktı.

Klasörlerin 13'ü Dursun Çiçek'e, 6'sı Bedrettin Dalan'a ait. Serdar Öztürk hakkında ise 11 klasör yer alıyor. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in yargılandığı dosya, 9. klasörde yer alıyor.

Gizli tanık ifadeleri ve Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi sorgu zaptlarının bulunduğu klasörde, soruşturma kapsamında tutuklanan Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in, Erzincan Konak Mazlum Otel'de kaldığına dair otel kaydı da yer alıyor.

İki kez tutuklanan ve birer gün sonra tahliye olan Albay Dursun Çiçek'in Adalet Bakanı Sadullah Ergin'den yardım istediği de ek klasörlere girdi. 11 Kasım 2009'da ikinci kez tutuklanması talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilen Çiçek, saat 19:03'te adliye koridorunda Bakan'a ulaşmaya çalışmış.

'BEN DURSUN ÇİÇEK, ALBAY'

7 numaralı klasörlere giren belgelere göre Çiçek, kendi cep telefonundan Adalet Bakanlığı Özel Kalemi'nden Yasin isimli biriyle görüşüyor ve 'Bakan Bey'e bir not iletebilir miyim' diye soruyor. Karşı taraf kim olduğunu sorduğunda 'Ben Dursun Çiçek, Albay' dedikten sonra görüşme şöyle devam ediyor:

Çiçek: Ben adliyedeyim takip ediyorsunuz

Yasin: Evet evet.

Çiçek: Şimdi burda yargı katliamı yaşıyoruz.

Yasin: Evet Dursun Bey.

Çiçek: İsimsiz imzasız ihbar mektubuyla tutuklanmam isteniyor. 30 Haziran'da yaşadık aynısını. Yani adalet arıyorum. Yani köprüden mi atlayalım. Kendimizi mi yakalım. Büyüklerimizden adalet arıyoruz. Yani böyle hakim savcılık olmaz.

Yasin: Anladım.

Çiçek: Şimdi nöbetçi hakime sevk edildik. Bunu lütfen iletiniz. İskenderun'dan da tanıyorum kendisini. Orada Alay Komutanlığı yaptım, ordan gitsin sorsun. İleteyim yani isyan durumundayız. Son sözüm bu.

Albay Dursun Çiçek daha sonra eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e ulaşmaya çalışıyor.

'SORGUDAYKEN TRT2'DEN SAVCILARA MESAJ GİTTİ'

Dursun Çiçek, ikinci tahliyenin ardından İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yazdığı dilekçedeki ifadeler 7. klasörlere şöyle girdi: 'Sorgulama devam ederken, TRT 2 kanalında saat 16.00'da tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilme haberim geçti ve savcıların bu haberi dikkatle izlediklerini gördüm. Daha sorgu bitmemişti. Bahse konu haberin savcılara mesaj niteliğinde olduğunu değerlendiriyorum.'

Akşam

08 Mayıs 2010 12:19
İki Dursun Çicek Karışınca!!
Mazlum Otel'de kalan Dursun Çicek ile 'Islak İmza'nın sahibi Dursun Çiçek benzerliği kimlik karmaşasına neden oldu. Sonunda birinci Dursun Çicek ortaya çıktı...

'İrtica ile Eylem Planı' iddianamesindeki deliller arasında yer alan belgeye göre, Erzincan'daki Konak Mazlum Otel'de kaldığı belirlenen Dursun Çiçek'e AKŞAM ulaştı. 'Eylem Planı'nın altında ıslak imzası bulunduğu belirtilen Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ile buluştuğu iddiasına kanıt gösterilen müşteri listesindeki Dursun Çiçek, 33 yaşında bir işadamı.


ORTAĞIMLA BİRLİKTEYDİK
28 Mart 2009'da Mazlum Otel'in 202 numaralı odasında kaldığını belirten Dursun Çiçek, adının geçtiği olaylar zincirini basından takip ettiğini belirterek, şunları söyledi: 'Tüm gelişmeleri basından takip ediyorum. O otelde kalan Dursun Çiçek benim. Konak Mazlum Otel'de iş ortağım Ferhat Murat Polat ile kaldım. Bizim bir inşaat şirketimiz var. İş ortağım Erzincanlı olduğu için sık sık birlikte seyahate gideriz. Ayrıca iş bağlantılarımız da olduğu için birçok otelde kaldım.'

ADI 'KOMUTAN'A ÇIKTI
Albay Çiçek'e benzerliğiyle dikkat çeken işadamı Çiçek, 'ıslak imza' tartışmalarının ardından, arkadaş çevresinde kendisine 'komutanım' diye hitap edildiğini anlattı. Zaman zaman zor durumda kaldığını da belirten Çiçek, ekledi: 'Bu durum bazen sıkıntılar yaşamama neden oldu. Örneğin bir polis çevirmesinde ehliyetimi verdiğimde güvenlik memurları şaşırarak 'Dursun Çiçek sen misin?' diye espiriler yaptı.'

BENZERLİK ŞAŞIRTTI
'İrtica ile Eylem Planı' iddianamesinin iki numaralı sanığı Albay Dursun Çiçek ile aynı ismi taşımasının yanında fiziki olarak da benzeyen işadamı Dursun Çiçek, bu durumun kendisini de şaşırttığını söyledi.

202 nolu odada kaydı var
'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nda imzası bulunduğu belirtilen Albay Dursun Çiçek'in Erzincan'da, 'Silahlı terör örgütü davası' sanıklarından Başsavcı İlhan Cihaner ile görüştüğü iddia ediliyordu. Hem Erzurum'da yürütülen Erzincan soruşturması davasının klasörlerine hem de 'Islak İmza' iddianamesinin delil klasörlerine giren otel kayıtlarında, Dursun Çiçek isimli kişinin, 202 numaralı odada kaldığına ilişkin otel kayıtları bulunuyor. Erzincan'daki Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan iddianamenin ek klasörlerinde yer alan emniyetin savcılığa gönderdiği yazıda, şu ifadeler yer alıyor: '28.03.2009 günü bahse konu otelde 01.01.1977 Ankara doğumlu 136... T.C. kimlik nolu Dursun Çiçek adına, 202 nolu odaya kayıt yapıldığı ve 29.03.2009 günü odadan çıkış yapıldığı tespit edilmiştir.'
aktifhaber

8 Mayıs 2010
Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in, savcılara verdiği ek ifadede belgeyi kendisinin hazırlamadığına dair ilginç bir savunma yaptığı ortaya çıktı.

Aralarında Zekeriya Öz ve Murat Yönder'in de bulunduğu Ergenekon savcılarına 11 Kasım 2009 tarihinde ikinci kez ifade veren Çiçek, böyle bir plan hazırlamadığını ve altına imza atmadığını sürekli söylemesine rağmen bir 'ıslak imza' tutturulduğunu kaydediyor. Evinde ve ofisinde yapılan aramalarda hiçbir iz ve emareye rastlanmadığını belirten Çiçek savcılara, "Ağızlarda bir imza sakızı, bir imza sözü var, onun dışında başka bir şey yok."diyor.

Ergenekon savcılarına, hazırladığı İrtica ile Mücadele Eylem Planı ile ilgili geçtiğimiz haziran ayında ifade veren Dursun Çiçek, 30 Eylül 2009 tarihinde gönderilen ihbar mektubu üzerine ikinci kez ifadesi alınmıştı. İlk sorguda 32 soru yöneltilen Çiçek, yaklaşık on sayfalık bir ifade vermişti. İkinci kez kasım ayında gerçekleşen sorgusunda da on sayfayı kapsayan bir ifade vermiş. Çiçek, özellikle 'ıslak imza'nın kendisine ait olmadığı üzerinde duruyor. İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın ek klasörlerinden 7. klasörde Çiçek'in savcılıktaki ek ifadeleri yer alıyor. Sivil mahkemeye yetki itirazında bulunan Çiçek, belgeyle ilgili soruya ise, "Medyaya İrtica ile Mücadele Eylem Planı adıyla yansıyan doküman ile ilgili olarak ne komutanlarımdan bir görev aldım, ne böyle bir planı hazırladım, ne de altına imza attım. Buna ilave olarak irtica konusu hiçbir zaman benim müdürlüğünü yaptığım şubenin bir konusu olmamıştır." karşılığını veriyor.

İfadesinde böyle bir plan hazırlamadığını ve altına imza atmadığını hep söylediğini ama buna rağmen bir ıslak imza tutturulduğunu söyleyen Çiçek, şu ifadeleri kullanıyor: "Islak imza iddiaları dışında bu planı benim yazdığım ve imzaladığıma dair bir tane delil var mı, bunu gösteremezler. 12 Haziran'da haber çıktığında bütün şubenin bilgisayarları, evrak dolapları, hepsi arandı. 3 gün bilgisayarlar incelendi. Benim evim ve arabam arandı. İncelenen dokümanların analizine yönelik tespitler 10 gün sürdü. Hiçbir ize hiçbir emareye rastlanmadı. Ağızlarda bir imza sakızı bir imza sözü var. Onun dışında başka bir şey yok."

PSİKOLOJİK SAVUNMA

Hem planı yazdığını ve imzaladığını hem de daha sonra yapıldığı iddia edilen delil karartma işlemlerini inkar eden Çiçek, bunun neden gündeme geldiği konusuna da ilginç bir açıklama getiriyor: "Bu sahte belge ile ilgili olarak yapılan kampanyayı asker kişilerin yargılanması konusunda yapılan yasal değişikliği kamuoyu gündemine taşımak için hazırlanmış bir psikolojik harekat operasyonu olarak düşünüyorum."

Bunun için başka bir gerekçenin bulunamayacağını ifade eden Çiçek sözlerine şunları da ekliyor: "Bu operasyon önce fotokopi belge ile yapıldı. Şimdi ise daha önce üretilen taklit ıslak imzalı belge servise konularak aynı yasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanmasına yönelik psikolojik harekat operasyonuna devam edildiği kanaatindeyim." ZAMAN

Ergenekon'un tutuklu sanıklarından Muzaffer Tekin, TRT Haber'den şikayetçi oldu

28 Mayıs 2010 Ergenekon soruşturmasına ilişkin gözaltıları, henüz polis ekipleri şüphelilerin evine bile ulaşmadan duyurduğu iddiasıyla tartışma başlatan TRT yine gündemde. Ergenekon'un tutuklu sanıklarından Muzaffer Tekin, TRT Haber'de yayınlanan 'Büyük Takip' adlı program hakkında suç duyurusunda bulundu. Akşam gazetesinin haberine göre; Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na kendi el yazısıyla cezaevinden yazdığı dilekçesinde Tekin, programda 'Danıştay saldırısının taraflı bir şekilde ele alındığını ve duruşmalarda yaşananların göz ardı edildiğini' savundu. Tekin dilekçesinde özetle şu ifadelere yer verdi:

TECESSÜS İÇİNE GİRDİM

- 13 Mayıs 2010'da TRT Haber'de yayımlanan 'Büyük Takip' adlı programı hayret ve dehşetle izledim. Ayrıca Türkiye Radyo Televizyonu'nun tarafsızlığını yitirerek birtakım tetikçi medyayla da yarışır halde olduğunu görmek beni büyük bir tecessüs içine itmiştir.
- Haberin içeriğinde Danıştay saldırısı mercek altı


En son Ekim tarafından Pzr May 30, 2010 12:26 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal May 11, 2010 9:30 pm    Mesaj konusu: Erzincan Davası Silivri'ye Alıntıyla Cevap Gönder

11 Mayıs 2010
Savcının, Erzincan'daki silahlı terör örgütü davasının, İstanbul'da görülen ve Dursun Çiçek'in de yargılandığı dava ile birleştirilmesi istemi kabul edildi

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Taner Aksakal, Erzincan'daki silahlı terör örgütü davasının, İstanbul'da görülen ve Dursun Çiçek'in de yargılandığı dava ile birleştirilmesini istedi.

Aksakal, talep gerekçesinde sanıklar arasında hukukî ve fiilî bağ bulunduğuna dikkat çekti. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi, talebi oyçokluğuyla kabul etti. Mahkeme ayrıca sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Ergenekon'un Erzincan yapılanmasında yönetici olmakla suçlanan 1 numaralı sanık 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk, dünkü duruşmaya da katılmadı.

Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın dünkü duruşmasında Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve Eskişehir İl Jandarma Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu, Erzincan İl Jandarma Komutanı Albay Ali Tapan ve MİT Erzincan Şube Müdürü Şinasi Demir'in de bulunduğu 10'u tutuklu 14 sanık katıldı. MİT Erzincan Şube Müdürü Şinasi Demir, hakkındaki suçlamaları reddetti. Mahkeme Başkanı Mustafa Karatay'ın, gizli tanık 'Erzincan'la kaç görüşme yaptığını sorması üzerine Demir, 3 görüşme yaptıklarını söyledi.

MİT mensubu Kıvılcım Üstel ise gizli tanık 'Erzincan'la MİT Müsteşarlığı'nın bilgisi dahilinde görüştüğünü anlattı: "Ben gizli tanık 'Erzincan'la 12 Mayıs-15 Haziran 2009 tarihleri arasında görüştüm. Daha sonra konu değişikliği nedeniyle bu kişiyle görüşmeyi kestim." Mahkeme Başkanı Mustafa Karatay, çapraz sorgusunda Üstel'e gizli tanık 'Erzincan'dan cemaat evlerine silah veya yasa dışı evrak koymasını isteyip istemediğini sordu. Üstel, "Gizli tanık 'Erzincan'dan cemaat evlerine silah veya yasa dışı bir evrak koymasını istemedim." cevabını verdi. MİT mensuplarının ardından avukatları Sadullah Kara da savunmasını yaptı. Kara, gizli tanık Erzincan'ın kimliğini deşifre etti. Müvekkillerinin gizli tanık 'Erzincan' tarafından öne sürülen eylemlerle suçlandığını söyledi. Kara, şu ifadeleri kullandı: "Gizli tanık 'Erzincan' olarak bilinen A.G. ile bu Yüzbaşı'nın aynı cemaat evinde kalıyor olması ve MİT'in internet sitesine 4 kez ısrarla e-mail göndermiş olması, müvekkillerimin bu işin içine çekilmek istendiğini açıkça gösteriyor. Önceden Jandarma İstihbarat'ın haber elemanı olan, ardından da polise muhbirlik yapan gizli tanık Erzincan, kendisine servis edilen cemaatlerle ilgili isim, telefon ve adresleri MİT'e servis yapmıştır. Gizli tanık Erzincan'ın, Diyarbakır'dan Erzincan'a gelip, Fethullah Gülen grubuna ait kurum ve kişiler hakkında çok kısa sürede geniş ve kapsamlı isim ve diğer bilgilere ulaşması mümkün değil. Bu bilgilerin kendisine başka bir birim tarafından servis edildiğine inanıyoruz. Bu birimi de mahkeme heyeti araştırıp ortaya çıkartsın. Erzincan'ın Jandarma İstihbarat'la irtibatlı olduğuna inanıyorum."

Mahkeme Başkanı Mustafa Karatay, tutuklu sanıklardan Astsubay Orhan Esirger'e, evinde yapılan aramada 700'e yakın mermi ele geçirildiğini hatırlattı. Bu sayının fazla olup olmadığını sordu. Esirger, kendisine ait 2 ruhsatlı tabancasının bulunduğunu belirterek, "Söz konusu mermiler, 2 silaha ait biriktirdiğim mermilerdir.'' yanıtını verdi. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Taner Aksakal ise davanın, Albay Dursun Çiçek'in de yargılandığı, 'Kaos Planı' davası ile birleştirilmesini talep etti. Aksakal, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada yargılanan sanıklar ile Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada yargılanan sanıklar arasında hukukî ve fiilî bağ bulunmasını, talebine gerekçe olarak gösterdi.

Sanık İlhan Cihaner'in avukatı Baki Lütfü Uzun, kendi davalarının İstanbul'daki davayla bir ilgisinin bulunmadığını savundu. Birleştirme talebinin reddedilmesini istedi. Saldıray Berk'in avukatı Zeynel Yüksel de birleştirme talebine karşı çıktı. Duruşmada söz alan İlhan Cihaner de iddia makamının, dava dosyasıyla ilgili talebini doğru bulmadığını dile getirdi. Cihaner, "Bu dava dosyasının Dursun Çiçek'in yargılandığı davayla hiçbir bağı bulunmamaktadır. Dursun Çiçek'in, iddianamede belirtildiği gibi Erzincan'a gelmediği anlaşılmıştır. Erzincan'a geldiğine dair bir delil yoktur. Benim Erzincan'da cemaatlere yönelik düzenlediğim operasyonların, Dursun Çiçek imzalı 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' ile bir ilgisi yoktur.'' dedi. Mahkeme heyeti ise savcının birleştirme talebini, 'iki dava arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle' oy çokluğuyla kabul etti. İstanbul'daki mahkemenin muvafakat (onama) vermesi durumunda davalar birleştirilecek. aktifhaber

11 Mayıs 2010 19:20
Yarsav Karşı Çıktı!
YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki davanın İstanbul'daki ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasıyla birleştirilmesine karşı çıktı

Tarhan, Dernek Genel Merkezinde düzenlediği basın toplantısında, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutuklu yargılandığı davanın İstanbul'daki ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasıyla birleştirilmesi kararını eleştirdi.

Tarhan, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, bir kişi birden fazla suçtan sanık olursa veya bir suçtan birden fazla sanık bulunursa, davalar arasında bağlantının var sayıldığını ve bu davaların birleştirilmesinin söz konusu olabileceğini belirtti.

Aynı Kanun'a göre, değişik mahkemelerde bakılmaya başlanan ceza davalarının, cumhuriyet savcısının istemine uygun olmak koşuluyla ve mahkemeler arasında oluşacak uyuşma üzerine, davaların hepsi ya da bir kısmının bu mahkemelerin birinde birleştirilebileceğini ifade eden Tarhan, uyuşma olmazsa bu konuda Yargıtay'ın ilgili dairesinin karar vereceğini anımsattı.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında Yargıtay'da görülen davanın duruşmasında Erzurum dosyasının incelenmek üzere gönderilmesini istediğini de hatırlatan Tarhan, ''Buna karşın, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesince sanki böyle bir istem söz konusu değilmiş gibi yüksek mahkemenin istemi yok sayılarak, dosya İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin bir dosyası ile birleştirilmiştir'' dedi.

Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, davaların birleştirilebilmesi için karşılıklı uyuşmanın, yani mahkemenin muvafakatının varlığının arandığını ifade eden Tarhan, bu hükmün de yok sayıldığını, ilgili mahkemenin muvafakatı alınmadan dosyanın alelacele İstanbul'da birleştirilmesine karar verildiğini ileri sürdü.

Bu yapılanın ''yok hükmünde'' olduğunu, davaların hiçbir geçerli gerekçe gösterilmeksizin İstanbul'da birleştirilmesine karar verildiğini savunan Tarhan, şunları kaydetti:

''Uygulamada daha önce açılan davada kanıtların toplanması aşamasına gelindiği dikkate alınarak, daha önce açılan dosyada birleştirme, yani Erzurum'daki dava daha önce açıldığından dosyaların orada birleştirilmesi ceza yönteminin yerleşik uygulamalarındandır. Kaldı ki bu kararın yönteme uygun olmaması nedeniyle teknik anlamda bir birleştirme kararı sayılması da mümkün olmayıp, bir yetkisizlik kararı olarak kabul edilebilirse de bu nitelikte bir kararın da iddianamenin okunmasından sonra verilebilmesine ayrıca hukuksal olanak yoktur.

Davaların birleştirilmesi kararıyla bu yasal düzenlemelere ve yerleşik uygulamaya karşın, yetki gasbı ve hukukun değil, biat kültürünün egemenliğine dayalı uygulamalara devam kararlılığı sergilenerek yeni bir hukuk ihlali daha açık açık ortaya konulmuştur.''

4 Mayıs 2010 23:23
İkinci Ergenekon'da Tahliye
İkinci ergenekon davasında Teğmen Emre Baltacı tahliye edildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ikinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından Teğmen Emre Baltacı'nın tahliyesine karar verdi.

Birleşen Ergenekon davasında 16 aydır tutuklu yargılanan Teğmen Emre Baltacı dosya kapsamı, suç vasfının değişme ihtimali göz önünde bulundurularak tahliye edildi. aktifhaber

17 Mayıs 2010
İki Kritik Dava Birleşti
Amirallere süikast davasıyla Poyrazköy davası birleştirildi.

''Amirallere suikast'' girişimi iddialarına ilişkin davada savcının bu davanın, ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Poyrazköy'de yapılan kazılarda ele geçirilen mühimmata ilişkin davayla birleştirilmesi istemi, oy çokluğuyla kabul edildi.

Beşiktaş'taki İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 9'u tutuklu 19 sanık hakkında açılan davanın üçüncü duruşmasında Cumhuriyet Savcısı Nuri Ahmet Saraç'ın ''Amirallere suikast'' girişimi davasının, aynı mahkemede görülen Poyrazköy'deki kazılarda ele geçirilen mühimmata ilişkin dava ile ''fiili ve hukuki irtibat olduğu gerekçesiyle'' birleştirilmesi istemi görüşüldü. İstemi değerlendiren mahkeme heyeti, ara kararında iki davanın birleştirilmesini oy çokluğuyla kabul etti.

Bu arada, savcı Saraç'ın, mahkeme heyetinden, tutuklu teğmenlerden Ülkü Öztürk, Ali Seyhur Güçlü ve Sezgin Demirel'in tahliyesi talebi de oy birliğiyle kabul edildi aktifhaber

Ergenekon'un tutuklu sanıklarından Muzaffer Tekin, TRT Haber'den şikayetçi oldu

28 Mayıs 2010 Ergenekon soruşturmasına ilişkin gözaltıları, henüz polis ekipleri şüphelilerin evine bile ulaşmadan duyurduğu iddiasıyla tartışma başlatan TRT yine gündemde. Ergenekon'un tutuklu sanıklarından Muzaffer Tekin, TRT Haber'de yayınlanan 'Büyük Takip' adlı program hakkında suç duyurusunda bulundu. Akşam gazetesinin haberine göre; Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na kendi el yazısıyla cezaevinden yazdığı dilekçesinde Tekin, programda 'Danıştay saldırısının taraflı bir şekilde ele alındığını ve duruşmalarda yaşananların göz ardı edildiğini' savundu. Tekin dilekçesinde özetle şu ifadelere yer verdi:

TECESSÜS İÇİNE GİRDİM

- 13 Mayıs 2010'da TRT Haber'de yayımlanan 'Büyük Takip' adlı programı hayret ve dehşetle izledim. Ayrıca Türkiye Radyo Televizyonu'nun tarafsızlığını yitirerek birtakım tetikçi medyayla da yarışır halde olduğunu görmek beni büyük bir tecessüs içine itmiştir.
- Haberin içeriğinde Danıştay saldırısı mercek altına alınmıştır. 144 celseye varan duruşmalarda yaşananlar, Alparslan Arslan'ın savunmaları göz ardı edilerek iddianameden alıntılar tekrarlanmıştır. Görüntüm o menfur saldırıyı gerçekleştiren meczupla aynı kareye konularak, 'yürütülen davayı etkilemek ve toplum gözünde bizi suçlu göstermek' gayretine girilmiştir.

DELİL ALDATMACASI

- Danıştay ve Ergenekon davasının birleştirilmesinin en önemli etkenlerinden biri Osman Yıldırım'ın iftiraları, diğeriyse savcıların Ümraniye'de ele geçirilen el bombalarıyla Cumhuriyet gazetesine atılan el bombalarının aynı kafile No'dan olduğuna ilişkin maddi delil aldatmacasıdır.

GÜNDEMDEKİ OLAYLAR İŞLENİYOR

Park Yapım adlı prodüksiyon şirketi tarafından hazırlanan ve Ömer Özkök'ün sunduğu 'Büyük Takip' programı perşembe akşamları eski adıyla TRT2 yeni adıyla TRT Haber'de ekranlara geliyor. Nisan ayında yayına başlayan programda Ergenekon soruşturması başta olmak üzere gündemi sarsan siyasi, adli ve polisiye olaylar mercek altına alınıyor. netgazete

Ersöz: Korkan, suskun kalan herkesi kınıyorum
2 Haziran 2010
İSTANBUL- İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, ''Yaşadığımız bu haksızlıklar karşısında korkan, susan, suskun kalan herkesi kınıyorum'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nden video konferans yöntemiyle bağlanan Ersöz, 301 sayfadan oluşan yazılı savunmasına başlamadan önce bir konuyu açıklamak istediğini belirterek, ''Yaşadığımız bu haksızlıklar karşısında korkan, susan, suskun kalan herkesi kınıyorum'' diye konuştu.

''Bu geçici ve sıkıntılı dönemde Silivri toplama kampında arkadaşlarımla olmayı tercih ederdim, ancak rahatsızlıklarım buna imkan vermedi'' diyen Ersöz, sorulan her soruya dürüstçe, ettiği yemine bağlı kalarak vakur bir asker olarak cevap vereceğini anlattı.

Savcılık makamının yanı sıra Cumhuriyet'i koruma görevinin aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri'nde olduğunu ifade eden Ersöz, Cumhuriyet savcıları ile askerler aynı saflarda görev yaptığı için bu iddianamenin savcılar tarafından hazırladığını düşünmediğini ileri sürdü.

-''ÖRGÜT ÜYELİĞİ NİTELEMESİNİ ASLA KABUL ETMİYORUM''-

Ersöz, mesleğinde yıllarını seve seve harcayan bir insan olarak örgüt üyeliği nitelemesini asla kabul etmediğini belirterek, ''Birçok kritik göreve layık görülen, ülkesini, milletini korumak için gözünü kırpmadan hareket eden biri olarak bu nitelemeyi asla kabul etmiyorum. Vatan ve Cumhuriyet uğruna yemin etmiş ve buna sadık kalan sade bir vatandaş olarak da bu nitelemeyi asla kabul etmiyorum. 1 Temmuz 2008 tarihinden bu yana kendime hep şu soruyu sordum. Varlığına inanmadığım sözde bir örgütün üyeliğine niçin yakıştırıldım ve niçin buradayım?'' diye konuştu.

Ersöz, 30 yıllık meslek hayatı boyunca yaptığı çalışmaları anlatarak, terör örgütleri ve kanunsuzlukla mücadele ettiğini, bölücü örgüt ve yandaşlarına yönelik çalışmalar yaptığını, yaptığı hizmetlerden dolayı da burada yargılandığını savundu.

Levent Ersöz, terör örgütünün kurduğu pusudan 2 kez kurtulduğunu ve hakkında koruma kararı çıkarılmış bir kişi olmanın sonucu olarak da yargılandığını söyledi.

Böyle bir örgüt olup olmadığına esasen mahkemenin karar vereceğini dile getiren Ersöz, hem soruşturma, hem de kovuşturma aşamasında bu davayı dışarıdan etkileyenlerin olduğunu iddia etti.

Bu davanın Türk adalet tarihinin en büyük siyasal davalarından biri olduğunu iddia eden Ersöz, yüksek rütbeli ve emekli askerlerin, siyasi parti başkanlarının, aydınların, yazarların, rektörlerin yargıya alet edilerek etkisiz hale getirilmeye çalışıldığını ileri sürdü.

Türk adalet tarihinde böyle başka bir davanın daha olmadığını belirten Ersöz, gizli tanık yalanları gibi faktörler dikkate alındığında, davanın bir hukuk garabeti haline geldiğini savundu.

Ersöz, bu dava ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir dönemin hesaplaşmasına maruz bırakıldığını savunarak, toplumun üzerinde amaçlanan korku ve baskının sağlandığını, birçok çevrenin etkisiz hale geldiğini kaydetti.

Yaklaşık 40 dakika süren konuşmasının ardından Ersöz'ün talebi üzerine duruşmaya kısa bir ara verildi. habertaraf

03 Haziran 2010
ERSÖZ ERUYGUR'U YALANLADI
Ergenekon davasının sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, eski komutanı Şener Eruygur'a ilişkin çarpıcı itiraflarda bulundu.

Ergenekon davasının sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, eski komutanı Şener Eruygur'a ilişkin çarpıcı itiraflarda bulundu. Ersöz, eski komutanının savunmasını yalanlayarak, dava dosyasında yer alan ve gizli çekim olduğu anlaşılan gazeteci ve işadamlarıyla görüşmelerinin dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un talimatıyla kaydedildiğini söyledi.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde tedavi altında bulunan ikinci Ergenekon davasının sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, video konferans sistemiyle hâkim önüne çıktı. Ersöz, savunmasında eski komutanı Şener Eruygur'a ilişkin çarpıcı itiraflarda bulundu. Dava dosyasında yer alan ve gizli çekim olduğu anlaşılan gazeteci ve işadamlarıyla görüşmelerinin dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un talimatıyla kaydedildiğini söyledi. Eski komutanının "talimat vermedim" şeklindeki savunmasını yalanlayan Ersöz, "Kayıt yapılması konusunda Jandarma Genel Komutanı bizzat emir vermiştir. Askerlikte hiçbir ast amirlerinin emri ve bilgisi dışında hiçbir görev yapamaz, aksi halde cezalandırılır. Askerlik mesleğinin doğası gereği, astın hizmete ilişkin konularda, emrin mevzuata aykırı olduğunu iddia ederek yerine getirmemek, yazılı emir istemek gibi bir hakkı yoktur. Bunları komutanımı suçlamak için değil, bizim ast olarak yetki, sorumluluk, görev sınırlarımızı ve hareket tarzımızı belirleyen mevzuat açısından durumumuzu ortaya koymak maksadıyla ifade ettiğimi belirtmek istiyorum." dedi.

'Silahlı terör örgütü yönetmek', 'hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek' ve 'darbeye teşebbüs' suçlarından hakkında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen Levent Ersöz, yatağında oturur vaziyette doktor nezaretinde yaptığı savunmasında suçlamaları reddetti.

İkinci Ergenekon iddianamesinde üç numaralı sanık olarak yer alan Ersöz'ün, hastanede olması nedeniyle sorgu ve savunması yapılamamıştı. Mahkeme heyetinin 28 Nisan 2009'daki kararı doğrultusunda Ersöz, hastanedeki odasından sesli ve görüntülü bir şekilde internet üzerinden duruşmaya bağlandı. Hastane odasında üye hakimlerden Hüsnü Çalmuk ve avukat Filiz Esen, Levent Ersöz'ün yanında yer aldı.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, tutuklu sanık Levent Ersöz'e iddianamede kendisi hakkında yöneltilen suçlamaları özet şeklinde okudu. Örgüt yöneticiliği ile suçlandığı için iki günlük savunma hakkı bulunan Ersöz, toplamı 350 sayfa olan ancak duruşmada 180 sayfasını okuyacağı savunmasının başında, terör ve kanunsuzluklarla mücadele ettiği için başına bunların geldiğini iddia etti. Silah arkadışlarıyla Silivri'de hapishanesinde olmayı çok istediğini ancak sağlığının buna elvermediğini öne sürdü.

Daha sonra suçlamalara tek tek cevap veren Ersöz, kızı Fulya Ersöz'ün İlhan Selçuk'un yakalanmasından sonra Eruygur'a telefonda söylediği 'Babamı rahat bırakın; kalpten gidecek' sözlerini şöyle izah etti: "Kızım başlangıçta belirttiğim görevin getirdiği olumsuzluklar, boyun ve beldeki kırıklar nedeniyle 7 kez çok ağır ameliyat geçirmesi sonucu psikolojik yönden rahatsız olan, depresif bozukluk nedeniyle tedavi gören ve ilaç kullanan, ifade verdiğim tarih itibarıyla 4 kez intihar girişiminde bulunan, daha sonra da bir kez daha deneyen bir çocuktur."

Ersöz, 2002-2003 yıllarında Jandarma İstihbarat Dairesi başkanıyken, Mustafa Balbay, Bedrettin Dalan, Mehmet Emin Karamehmet'in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi ile yaptığı görüşmeleri gizlice kaydetme işini Jandarma Genel Komutanlığı'nın emirleri gereği yaptığını yineledi. Ersöz, şunları kaydetti: "Org. Eruygur'a sorgusu sırasında 'Hasan Atilla Uğur'un evinde yasa dışı gizli kayıtlar, belgeler bulundu. Ne diyorsunuz?' denilince, ne olduğunu bilmediği için 'öyle bir emir vermedim' demiş. Eruygur'un avukatı da bunu söylemiştir. Kayıt yapılması konusunda Jandarma Genel Komutanı bizzat emir vermiştir."

Ersöz, bu kayıtların yapıldığı tarihte 'habersiz kayıt'ın TCK'ya göre suç olmadığını da öne sürdü.

Eminağaoğlu ile yemek yedik

İşçi Partisi'nde aramalarda ele geçtiği iddia edilen bir notta, "AKP dosyasını Eminağaoğlu'na iletelim, görüşünü alalım. Limandaki yemeğe yetiştirelim. Yemeğe Eminağaoğlu dışında E.Poyraz ve Levent Ersöz Paşa da gelecek." ifadelerine ilişkin açıklama yapan Ersöz, 2006 yılında M.Şenay isimli bir savcının davetiyle Ömer Faruk Eminağaoğlu, ofis arkadaşı emekli Binbaşı İlhan Özcan'la birlikte yemek yediklerini kabul etti. Ancak Poyraz'ın olmadığı bu yemeğin dostlar arasında olduğunu ve kapatma davasının da konuşulmadığını iddia etti. O yemekte Ankara Adliyesi'nden bir savcı ve polisin de olduğunu ifade eden Ersöz, bunun da suç olmadığını söyledi. Ergün Poyraz'a istihbarat elemanı olduğu için para ödediği iddialarını ise kabul etmedi.

Yıldız, 'HSBC benzeri bir saldırı olursa ülkede kriz çıkar' dedi

Ersöz, 2003 yılında görüştüğü SESAR'ın Başkanı İsmail Yıldız'ın HSBC ve konsolosluk olayının arkasından benzeri bir olay olursa, ülkede siyasi ve ekonomik krizin ortaya çıkabileceğini ve bu kapsamda oluşabilecek siyasi durum ve hareketlilik konusundaki öngörülerini anlattığını da doğruladı. Yıldız'ın bu kapsamda bazı siyasi parti mensupları ile ilgili bilgi verdiğini belirten Ersöz, "Bu konuşmalarda Genç Parti'nin bir alternatif olabileceğini söylemiş ancak 'hükümeti yıkma girişimi var, AKP'yi zayıflatıcı bir faktör olarak kullanılabileceği ve hükümetin düşürülmesinde kullanılabileceği' gibi konulardan bahsetmemiştir." diye konuştu. aktifhaber

04 Haziran 2010 22:03
Kroki ve Suikast Listesi Şahin'in Değil
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, Gölbaşı'ndaki mühimmatın çıkarıldığı kazı alanının krokisi ile ilgili olarak açıklama yaptı.

Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından hazırlanan raporda, Gölbaşı'ndaki mühimmatın çıkarıldığı kazı alanının krokisi, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Kazım Genç Kazım Genç ile ilgili tedhiş planının eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin'in el ürünü olmadığı belirtildi. Bazı emniyet ve askeri görevlilerin isimlerinin ve kimlik bilgilerinin yer aldığı S-1 yapılanma listesinin ise İbrahim Şahin'in eli ürünü olduğu belirtildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı üzerine, İbrahim Şahin'den ele geçirildiği iddia edilen belgelerin, sanığın eli ürünü olup olmadığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Belge İnceleme Şubesi'nce ele alındı. Hazırlanan bilirkişi raporunda, İbrahim Şahin'in Kadıköy'deki evinden ele geçirildiği iddia edilen aralarında Gölbaşı'ndaki mühimmatın çıkarıldığı kazı bölgesinin krokisi, Ali Balkız, Mesrob Mutafyan ve Kazım Genç'in adının geçtiği tedhiş planının da bulunduğu 32 sayfalık belge incelendi .

Raporda, "Sayfalarda iki aynı tersim özelliği gösteren yazılarla mukayese edilen belgelerdeki yazılar arasında tersim biçimi, işleklik derecesi, alışkanlıklar, istif, eğim, doğrultu, seyir, hız ve baskı derecesi bakımından uygunluk ve benzerlikler, yukarıda sayılan tanı unsurları bakımından farklılıklar saptandığından söz konusu yazıların mevcut mukayese yazılarına kıyasla aynı el ürünü olmadıkları" ifadelerine yer verildi.

Raporda, ayrıca içerisinde bazı emniyet ve askeri görevlilerin isimlerinin ve kimlik bilgilerinin yer aldığı S-1 yapılanma listesinin ise uygunluk ve benzerlikler saptandığından Şahin'in eli ürünü olduğu kaydedildi.
aktifhaber

Sevilay Yükselir
Sabah Gazetesi
Seyfi Oktay Alevi olduğu için mi gözaltına alındı?
04 Haziran 2010

Sanırım, Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alınan eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'la ilgili haberleri okuyorsunuzdur. Kendisini çok yakından tanımam. Ancak Alevi kökenli olan Oktay'ın Alevi camiası tarafından çok sevilen, sayılan, ayrıca o cenahta ciddi bir itibarı olan bir kişilik olduğunu da iyi bilirim. O nedenle, "Yargı camiasını Ergenekon örgütünün amaçları doğrultusunda etkilemek!" suçlaması çerçevesinde gözaltına alınan Seyfi Oktay haberlerini hem hayretle, hem de çok üzülerek izledim.
Buna mukabil, bazı Alevi Dernekleri ve Alevi kökenli siyasilerin, "Amaç tamamen Alevilere yönelik bir psikolojik harekât!" yorumlarıyla da kesinlikle mutabık değilim!
Bence bu olayda kesin yargıya varmadan, biraz serinkanlı düşünmemiz lazım.
Anladığım kadarıyla savcılığın elinde Seyfi Oktay'ı gözaltına aldıran bu kararı dayandırdığı çok sağlam argümanlar var.
Aksine, zaten imkân ve ihtimal vermiyorum! Daha doğrusu veremiyorum!
Çünkü bu ülkede yaşayan bir Cumhuriyet savcısının, bu ülkenin hassasiyetlerinin neler olup olmadığına dair en azından bir kulak dolgunluğu olduğu kanaatindeyim.
Açarsak biraz daha bu saptamamı... her kim olursa olsun. Diyelim ki savcı... Ya da polis... Veyahut istihbaratçı. Her neyse. Kimse kim! Hiçbirinin, 7'sinden, 70'ine bütün Alevi toplumunun sevip saydığı, hürmet ettiği 76 yaşındaki eski bir bakanı, üstelik de böylesi hassas bir dönemde elinde kanıtı, belgesi, bir dayanağı olmadan gözaltına almaya cesaret etmesi mümkün değildir!

Suç bireyseldir!
Çünkü, tam da AKP iktidarı "Alevi açılımı" denen proje ile bütün Alevileri kucaklamaya, gelecek politikalarına Alevileri de katmaya çalışırken, bir densizin, üstelik de devlet kademesinde bir densizin, tıpkı geçmişte olduğu gibi yeni bir Alevi- Sünni çatışmasına yol açacak böylesi keyfi bir kararın altına imza atması ihtimalinin bile söz konusu olmadığını düşünüyorum!
Şimdi geçelim diğer tarafa...
Seyfi Oktay'ın gözaltına alınmasıyla birlikte duygusallıktan hareketle aceleci davranıp açıklama yapanlara...
Yani, "Dede Seyfi Oktay hukukçudur, neyin suç olup olmadığını, onu gözaltına alan Savcı Bey'den çok daha iyi bilir. Pir Sultan gibi girdiği adalet sarayından, yine Pir Sultan gibi çıkacaktır. Şüphemiz yoktur!" diyenlere...
Bir kere Alevi kökenli bir gazeteci olarak, huzurlarınızda Alevi Bektaşi Federasyonu ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu'nun ortak yaptığı bu açıklamaya şerh koyduğumu ilan ediyorum!
Ve kendilerine açık açık soruyorum;
İlerleyen günlerde Seyfi Oktay'ın gerçekten Ergenekon Davası'ndan tutuklu kişilerin lehine yargıdaki bazı isimleri etkilemeye dönük bir delil, bir belge önünüze konulursa, ne diyeceksiniz? Mesela; Oktay'ın, tutuklu Mehmet Haberal ya da firari Bedrettin Dalan ile ilgili bazı yargıçları telefonla aradığı, onlardan bazı avukatlar aracılığı ile ricalarda bulunduğunun telefon kayıtları, görüşmeleri kamuoyunun önüne saçılırsa ne söyleyeceksiniz? "Olsun o dededir! Ne yapsa yeridir" mi diyeceksiniz? Adalet Sarayı'na Pir Sultan olarak giren Seyfi Oktay peki ne olarak çıkacak?
Yanlışsınız! Hem de çok yanlış!
Farkında mısınız bilmiyorum ama sözcülüğüne soyunduğunuz milyonlarca Alevinin büyük olasılıkla Ergenekon yandaşı, taraftarı gibi algılanmasının tohumlarını atıyorsunuz! "Yüksek yargı Alevilerin elinde! Aleviler topyekun darbe çığırtkanı! Alevilerin hepsi ulusalcı ve postal yalayıcısı" diyerek kendini paralayan bazı kendini bilmez zevatın eline malzeme veriyorsunuz!
Merak ediyorum şimdi. Yarın Seyfi Oktay'la ilgili iddiaların belgeleri ortaya çıktığında, Alevilere her daim saldırmaya hazır kalemlerden biri çıkıp; "Bu iddiaları gündeme taşıyan zihniyetle, zihnini ulusalcılığa rehin etmiş Alevilerin bakış açısı aynı!" derse ne cevap vereceksiniz?
"Biz her şekilde dedemizin arkasındayız! Onun suçu bizim suçumuzdur!" mu?
Ayrıca bilindiği üzere Seyfi Oktay, Alevi olmaktan önce bir bireydir. Varsa bir suçu, hatası, günahı, bunun hesabını verecek de yine kendisidir! Çünkü suç bireyseldir.
Kusura bakmayın ama sırf o da "Alevi" diye Seyfi Oktay'ın, ya da babamın oğlunun işlediği iddia edilen herhangi bir suçu sahiplenmem mümkün değildir!
Hele hele, işin içinde Ergenekon tertipcileri varsa! Unutmayın ki, Aleviler ne çektiyse yıllarca bu zihniyetten çekti! Maraş'ta da, Malatya'da da, Çorum'da da, Gazi Mahallesi'nde de kanımızı döken, bu zihniyetin ta kendisiydi!

Veli Küçük: İtibarımı İade Edin

Ergenekon davasının tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük, '' Ben 35 yıl bu vatana bilfiil hizmet ettim. Ya benim itibarımı iade edin ya da şemayı açın'' dedi.
11 Haziran 2010
Tutuklandıktan sonra avukatlarının yaptığı itiraz üzerine tahliye edilen İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı avukat Mehmet Cengiz, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nin kapısında meslektaşları tarafından karşılandıktan sonra birinci ''Ergenekon'' davasının duruşmasını izledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, tutuksuz sanık avukat Fuat Turgut'un avukatı Zeynep Avcı'nın savunmasını tamamlamasının ardından sanıkların taleplerinin alınmasına geçildi.

Duruşmada konuşan tutuklu sanık İsmail Yıldız, ikinci davanın tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile onun talebi üzerine görüştüğünü, ancak Ersöz'e bir belge vermediğini söyledi.

Yıldız, yine ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasının firari sanığı Bedrettin Dalan gibi bir kişinin de darbenin başbakanı olmayı istemeyeceğini dile getirerek, 1983'ten beri tanıdığı Dalan'ın demokrasiyi seven bir kişi olduğunu kaydetti.

Yıldız, AK Parti'nin kapatılmasının istendiği dava sonunda Anayasa Mahkemesinin aldığı karar örneğinin dosyaya getirilmesini istedi.

Tutuklu sanık Oktay Yıldırım da kendisiyle ilgili kuvvetli suç şüphesinin, aradan geçen üç yıla rağmen değişmediğini belirterek, ''Bizim olmayan bir örgüte üye olmadığımızı ispat etmemizi istiyorsunuz'' dedi.

Tutuklu sanık Fikri Karadağ da daha önceki duruşmalarda ''Adaletin kılıcını elinize alın yoksa o kılıç size dönecek'' şeklinde bir beyanı olduğunu hatırlatarak, mahkeme başkanının da bildiği gibi her iki hakimden birinin dinlenildiğini ifade etti.

Karadağ, ''Adaletin kılıcı zalimlerin eline geçerse alçaklığın sınırını tanımaz. Sevgili Başkanın iki yanında oturan hakimler, karşısında oturan savcılar o kılıcın kendilerini kesmeye başlamayacağını zannetmesinler'' diye konuştu.

-TAHLİYE OLAN CENGİZ, DURUŞMA SALONUNDA-

Bu arada, duruşma devam ederken, ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında tutuklandıktan sonra avukatlarının yaptığı itiraz üzerine tahliye edilen İP Genel Başkan Yardımcısı avukat Mehmet Cengiz, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nden çıktı.

''Ergenekon'' davasını izleyen ve aralarında Zeynep Küçük, Vural Ergül ve Gönül Kerinçsiz'in de bulunduğu bir grup avukat, duruşma salonundan çıkarak cezaevinin girişinde Cengiz'i cübbeleriyle karşıladı.

Meslektaşlarıyla birlikte kendisi de cübbe giyen Cengiz, burada basın mensuplarına yaptığı açıklamada, son yıllarda ''Ergenekon'' tertibinin yeni bir boyut kazandığını öne sürerek, yeni hedefin doğrudan yargı, yargı mensupları, hakimler ve savcılar olduğunu iddia etti.

Cengiz, halk arasında ''Eceli gelen tertipçi, savunma duvarına toslar'' şeklinde bir deyiş olduğunu ifade ederek, ''Gerçekten son noktadadır iş. Bunlar bunun hesabını zor verecekler'' dedi.

-VELİ KÜÇÜK'ÜN KOĞUŞ ARKADAŞI-

Bu sırada duruşmada konuşan tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Veli Küçük, koğuş arkadaşı Cengiz'in tahliye olduğunu belirterek, kendisini tebrik etmek istediğini söyledi.

Küçük, ardından konuşmasına devam ederek, ''Ergenekon'' şemasının açılması gerektiğini dile getirdi.

Şemada bulunduğunu söylediği 96 kişinin adının açıklanması için ısrar eden avukat Cengiz'in tutuklandığını ifade eden Küçük, ''Sen misin ısrar eden, gir içeriye. Ancak Türk adaleti şaşmayacak. O gün girdi, bugün çıktı'' diye konuştu.

Şemada ismi kapatılan kişilerin itibarlı olduklarının belirtildiğini dile getiren Küçük, ''Ben 35 yıl bu vatana bilfiil hizmet ettim. Ben itibarsız, onursuz, haysiyetsiz değilim. Şerefimle, onurumla, gururumla itibarlı kişiyim. İsmi kapatılanlar itibarlı, açık olanlar itibarsız mı? Bunu kabul etmiyorum. Ya benim itibarımı iade edin ya da şemayı açın'' dedi.

Duruşma, sanıkların taleplerinin alınmasıyla devam ediyor.
aktifhaber

ERGENEKON'DA "AŞK" OYUNU

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün ile HSYK Başkanvekili Kadir Özbek teknik takibe takıldı. Ve...
Ergenekon'un son dalgasında mahkeme başkanı Köksal Şengün'ün de dinlemeye takıldığı ortaya çıktı.

İddia: Savcı sorguda 'bir kadın avukatın Şengün ile ilişkisi olduğunu ve onu davayı bırakmaya ikna etmeye çalıştığını öne sürerek sorular sordu.

Dört avukatın tutuklandığı ve eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın gözaltına alındığı son Ergenekon dalgasında, davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek de teknik takibe takıldı. İddiaya göre, sorgu tutanaklarında, son dalgada tutuklanan avukat Tülay Bekar’ın, Oktay’ın yönlendirmesi sonucu ‘kadınlık ve cinselliğini kullanarak’ Şengün üzerinde hakimiyet kurduğu, davadan ayrılması veya Yargıtay üyeliğine terfi ederek çekilmesi, yahut kimi sanıkları tahliye etmesi yönünde etkilemeye çalıştığı’ savunuldu. Ergenekon’un yüksek yargıyı da etkilemeye yönelik faaliyetleri kapsamında, Şengün’ün yanı sıra İstanbul 10 ve 14. ağır ceza mahkemesi başkanları Zafer Başkurt ve Erkan Canak’ın Kadir Özbek’le buluşmalarının izlendiği savunuldu.

İhbarla başladı

Oktay’ın gözaltına alındığı ve avukat Ali Hadi Emre, Kudbettin Kaya, Mehmet Cengiz ile Tülay Bekar’ın tutuklandığı son Ergenekon dalgası, iddiaya göre, 24 Şubat 2009’da polise ait 155 İhbar Hattı’na gelen ihbarla başladı. İhbarda; ‘İşçi Partili (İP) sanıkların avukatı Cengiz, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Canfer Balçık ve Tülay isimli avukatın Ergenekon Davası’nı lehlerine çevirmek için hâkim ve savcıları etkilemeye yönelik çalışma yaptıkları, ekibin Doğu Perinçek ve Veli Küçük’e bağlı çalıştıkları’ savunuluyordu.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, teknik takip başlattı. Takipten yola çıkan savcılık; avukat Tülay Bekar’la bağlantılı olarak, eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ve avukat Ali Hadi Emre ile avukat Kudbettin Kaya’yı soruşturmaya kattı. Her ne kadar soruşturma, Perinçek-Küçük merkezli başlatılsa da süreç içerisinde bütün seyir değişti. Bu arada, Canfer Balçık’ın cemiyet başkanı değil, emekli asker olduğu anlaşıldı. İddiaya göre Ergenekon; Oktay, Bekar, Emre ve Kaya aracılığıyla Yargıtay’ı, HSYK’yı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün’ü ve Beşiktaş’taki İstanbul 10 ve 14. ağır ceza mahkemesi başkanlarını etki altına almaya çalışıyordu. Savcılık, “Avukat Bekar’ın kadınlık ve cinselliğini kullanarak Şengün’le irtibat sağladığı ve zaman içerisinde ilişkisini geliştirerek, üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştığı, davayı etkilemeye çalıştığı ve yönlendirmeye yönelik faaliyetler yürüttüğü, bu faaliyetleri Oktay’ın yönlendirmeleri sonucu gerçekleştirdiği”ni iddia etti ve avukat Tülay Bekar’ın telefonlarını dinlemeye aldı. Böylece Bekar’ın Şengün’le yaptıkları, özel hayata dair görüşmeler dosyaya girdi.

Telefon konuşmaları soruldu

İddiaya göre Bekar, Şengün’ü Ergenekon Davası’nı bırakıp emekli olması için etkilemeye çalışıyordu. Bekar’ın telefonda Şengün’e, “Sen şu davayı gönder, gönderdikten sonra bir hafta tatile gidelim”, “Artık bırak o davanı da bana gel”, “Sen git emekli ol, lütfen emekli ol, ne olur emekli ol” dediği öne sürüldü. Şengün’ün özel hayatına dair bu görüşmelerin diğer sanıklara soru olarak da yöneltildiği iddia edildi. Hakim Şengün’e davadan ayrılması için Yargıtay üyeliğine seçilmesi ve bazı sanıkları tahliye etmesi yönünde tavsiyede bulunulduğu ve baskı yapıldığı da iddia edildi

Özbek’e teknik takip

Şengün’ün 10 Eylül 2009’da saat 16.30’da HSYK Başkanvekili Özbek’le makamında yaptığı görüşme teknik takibe takıldı. Savcıya göre görüşmeden sonra Oktay ve Şengün, Tülay Bekar’ın Ankara’daki ofisinde buluşup, ‘durum değerlendirmesi’ yaptı. İddiaya göre, 2 Ağustos 2009’da Bekar’ın İstanbul’daki ofisinde Oktay, Bekar ve Şengün, bu amaçla buluştu. Buluşmada Şengün’e, ‘davadan çekilmesi ya da emekli olması için ikna çalışması yapıldı. Yine iddiaya göre, aynı amaçla 16 Eylül 2009’da saat 19.00’da Şengün ve Oktay, İstanbul Florya’daki bir restoranda buluştu.

Hâkimler polis kamerasında

Ergenekon’un son dalgasıyla ilgili bir diğer iddia ise Ergenekon örgütünün Beşiktaş’taki adliyedeki hâkimleri etkilemeye çalıştığıydı. Beşiktaş adliyesindeki İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Zafer Başkurt ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Erkan Canak’ın 30 Mayıs ve 14 Ekim 2009’da Ankara’da bir restoranda Kadir Özbek ve Seyfi Oktay ile görüştüğü belirtilerek görüşmeye ait görüntülerin sorgu tutanağına eklendiği öne sürüldü. Fotoğraflar arasında Özbek’in de kareleri vardı. Zanlı avukat Kudbettin Kaya’nın görüşme için “Canak ve Başkurt’un mesleki sorunları için Seyfi Oktay aracılığıyla yapıldı” dediği ileri sürüldü. Sorguda Özbek ile ilgili çok sayıda sorunun yöneltildiği iddia edildi.

Avukata yargıyı etkileme davası

Ergenekon davasındaki sanık avukatlarının tutuklanmasına yönelik tepkiler sürerken tutuklu sanık Sevgi Erenerol’un avukatı Vural Ergül hakkında, ‘Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçundan soruşturma yürütüldüğü ve şüpheli olarak ifadesinin alınması için savcılığa çağrıldığı öğrenildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı suç duyurusu üzerine, avukat Vural Ergül hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 288. maddesinde düzenlenen ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçundan soruşturma başlatıldı.

Soruşturma kapsamında, avukat Ergül’ün şüpheli olarak ifadesinin alınması için savcılığa çağırıldığı belirtildi.

Şengün uzun süredir tahliye istiyor

Son ‘Ergenekon’ dalgasında, Ergenekon tarafından davadan çekilmesi için baskı altına alındığı öne sürülen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün, aslında sanıkların en çok güven duyduğu heyet üyesi olarak biliniyor. Şengün, Ergenekon davasının ikinci gününde avukat Yaşar Ağsu’nun “Dinleniyoruz!” itirazı üzerine “Hâkimin dinlenmediğini kim iddia ediyor” demişti.

Son olarak, Yargıtay hâkimi Hamdi Yaver Aktan’a ait olduğu iddia edilen bir telefon kaydında Aktan’ın, eski tutuklu sanık Emin Gürses için “Söyledik, burada Köksal’a, ne tutuyorsun bu adamı” dediği ileri sürülmüştü. Ancak Şengün, bu kayda karşılık, “Benim böyle bir görüşmem yok. Bana kimse talimat veremez” demiş ve şunları söylemişti: “Kimseyle kavgam yok, ama bana kimse gözdağı veremez. Bırakın mahkeme işini yapsın gereğini yapsın.”

Şengün, 2. Ergenekon Davası’nda, tutuklu 38 sanıktan, aralarında Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Mehmet Haberal’ın bulunduğu 25, 1. Ergenekon Davası’nda da 12 sanığın tahliyesi yönünde görüş bildiriyor. Ancak heyetteki iki hâkimin kararıyla tahliye gerçekleşmiyor Şengün ayrıca, ‘Islak İmza’ iddiasıyla ilgili iddianamenin onaylandığı gün Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasına itiraz etmiş, dört sanığın da tahliyesini istemişti.

Kaynak: Radikal

İster inan ister inanma
11 Ocak 2009
Ahmet Hakan / Hürriyet
ahmethakan@hurriyet.com.tr

"EŞİ AKP milletvekili olup da Zaman Gazetesi’nde yazan liberal yazarlar" var...

Onlardan biri de İhsan Dağı adlı yazardır...

İhsan Dağı, geçen gün NTV’de yayınlanan "Yazı İşleri" programında özetle şunu söyledi:

"Ergenekon’daki son gözaltı dalgasında iktidar partisinden çok, uluslararası dinamiklerin payı var... Küresel bir irade ortaya çıktı ve böyle oldu."

Bu cümleyi duyunca hemen karıncalandım...

Dedim ki:

"Bu cümleden hareketle ne de güzel bir komplo teorisi üretilir."

Ardından da kendimi gaza getirdim:

"Yetim miyem? Öksüz müyem? Benim Fehmi Koru’dan ya da Mahir Kaynak’tan ne eksiğim var?"

İşte patenti bana ait "komplo teorisi"...

Milletimin takdirine sunuyorum:

* * *

BİR: Çok değil iki gün öncesine kadar hepimiz Gazze’yle yatıp Gazze’yle kalkmıyor muyduk? Fakat birden "Ergenekon şoku" gelip Gazze’yi manşetlerden düşürmedi mi? Acaba Ergenekon’daki son gözaltıların amacı, Türkiye’deki Gazze duyarlılığını ve ilgisini dağıtmak olabilir mi?

İKİ: Eğer İhsan Dağı’nın dediği gibi, "küresel dinamikler" son gözaltılarda rol oynadılar ise... Nasıl olmuştur bu iş? Herhalde "küresel dinamikler", Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e ulaşıp, "Savcı Bey... Bize küresel dinamik derler... Bizim çıkarlarımıza göre senin şu sıralar şu adamları gözaltına alıp gündemi değiştirmen gerekiyor" dememişlerdir... Muhakkak bir "aracı" kullanmışlardır...

ÜÇ: Kimdir bu "aracı"? Mesela Fethullah Gülen olabilir mi? Öncelikle Ergenekon soruşturmasının yargı ve emniyetteki Fethullah Gülen’e yakın çevreler tarafından yürütüldüğüne dair tevatürlerin ayyuka çıktığını aklımıza getirelim... Sonra Gülen’in ABD’de ikamet ettiğini aklımıza getirelim... En sonunda da Gülen’in "ABD güdümünde bir hareket oluşturmak" ile suçlandığını aklımıza getirelim... Nasıl? "Mükemmel bir aracı" portresi çıkmıyor mu bunlardan?

DÖRT: Peki "Türkiye’de oluşan Gazze duyarlılığının dağıtılması" bu kadar önemli mi? Hem de nasıl önemli! Her daim kalbi İsrail için atan "küresel dinamikler"in, Türkiye’de oluşan İsrail karşıtı havadan ne kadar rahatsız olduklarını tahmin etmek güç değildir herhalde... Başbakan’ın İsrail’e sert yapmasından, dev mitinglerden, gazetelerde atılan manşetlerden, Arap kamuoylarında oluşan Türkiye sempatisinden... Bütün bunlardan acayip rahatsız olmuştur "küresel dinamikler"...

BEŞ: Peki "Ergenekon’da şok dalga" çıktı ve ne oldu? Ne olacak? Gündem değişti... Gazze manşetlerden düştü... Ordu ile hükümetin arası yeniden açıldı... Gerilim oldu... Protestolar azaldı... İsrail’den söz eden pek kalmadı... Böylece benim "naçiz komplo teorim"in en işlevsel cümlesi ortaya çıktı: Acaba küresel güçler, ABD dış politikasına yakın duran Gülen hareketini aracı kılıp, Ergenekon düğmesine basarak hükümette ve kamuoyunda oluşan Gazze duyarlılığını dağıtmayı mı amaçladı? Alçakgönüllülükle söylüyorum: Eğer benim bu "teori" doğruysa, helal olsun küresel dinamiklere! Vallahi pek başarılı oldular...

Bombacı İbrahim’in eski dostlarına dair

TANRIM! Sen aklıma mukayyet ol...

10 sene evvel İbrahim Şahin’e bir "destan kahramanı" muamelesi çekenler, bugün İbrahim Şahin’in evinde unuttuğu krokilerden yola çıkılarak yapılan "kazı / kazan" çalışmasını gözümüze sokup meydan okuyorlar...

Diyorlar ki:

"İşte bakın! Bombaysa bomba! Tekinsiz herifin teki olan İbrahim Şahin’in bomba gömüsü ortaya çıktı... Demek ki Ergenekon ciddi bir olay."

Böyle diyorlar ve beni çıldırtıyorlar...

Kim mi bunlar?

* * *

Mesela Mümtaz’er Türköne...

Zaman Gazetesi’nde yazan, eşi AKP milletvekili olan bu zat, aslen bir "Susurluk prensi"dir...

Bu arkadaş, İbrahim Şahin’e arka çıkanlar hükümetinin başbakanının danışmanlığını yapmıştır...

Bu arkadaş, zamanın Başbakan’ı Tansu Çiller’e, "İbrahim Şahin şehit olmayı göze almış değerli bir polis şefidir" demecini verdirmiştir...

Bu arkadaş, Susurluk’a arka çıkanların arkasındaki isimdir...

Şimdi çıkmış, "eski" dostu İbrahim Şahin’in Ankara’nın kuytu yerlerinde gömdüğü bombalardan güç alarak áleme nizamat vermeye çalışmaktadır...

Üstelik bu Mümtaz’er, "Susurluk prensliği"nden "derin devlet karşıtlığı"na zıplarken, bir küçük özeleştiri vermeye bile tenezzül buyurmamıştır...

* * *

Hadi Mümtaz’er’in tıyneti bunu kaldırıyor...

Peki ya kendisine her daim saygı duyduğum Nazlı Ilıcak’a ne demeli?

Yazdığı "İbrahim Şahin güzellemeleri"nin mürekkebi bile kurumadı...

Ama o, bugün hiçbir şey yokmuş gibi çıkıp, "İbrahim Şahin’in gömdüğü bombalar" meselesinden söz ederek "Ergenekon ciddidir / Gözaltılar haklıdır" sonucuna varabiliyor...

10 sene evvel yaptığı "İbrahim Şahin günah keçisi değildir" kampanyasını unuttuk mu sanıyor?

Ya da şöyle söyleyeyim:

Bunlar bizim zekámıza ve hafızamıza hakaret ettiklerinin hiç mi farkında değiller yahu?

Darbe planı uygulanmadı
22 Haziran 2010

İŞTE NÖBETÇİ HAKİM ALP’İN BALYOZ TAHLİYELERİNİN GEREKÇESİ

Hakim Alp, kararının gerekçesinde “Şüphelilerin katıldıkları Balyoz seminerinde yapılması planlanan eylemlerin icra hareketleri gerçekleşmemiştir” dedi

Balyoz Darbe Planı iddialarına yönelik soruşturma kapsamında emekli Orgeneral Çetin Doğan dahil 14 şüpheliyi tahliye eden İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimi Yılmaz Alp’in gerekçeli kararında ‘’Mevcut deliller doğrultusunda şüphelilerin katıldıkları ya da görevlendirildikleri Balyoz seminer planında yapılması planlanan eylemlerin icra hareketleri gerçekleşmemiştir’’ denildi. Şüpheli kuvvet komutanlarının savcılıktan serbest bırakılması da tahliye gerekçesi sayıldı.

SOSYAL KONUMLARI VAR KAÇMAZLAR

Nöbetçi hakim Yılmaz Alp, eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan ve Harp Akademileri Komutan Yardımcısı Korgeneral Yurdaer Olcan’ın da aralarında bulunduğu 14 şüpheliyi tahliye ederken Balyoz darbe Planı’nı da doğruladığı ortaya çıktı. Karara gerekçe olarak “kuvvetli suç şüphesi olmaması” “şüphelilerin sosyal statüleri”, “tanıklara baskı yapmayacakları” da sayılırken en dikkat çeken gerekçe “şüphelilerin Balyoz Darbe Planı’nın içinde yer aldığı ancak bu planları uyguladıklarına dair somut belge bulunmadığı” şeklindeki tespitler oldu.

PLAN VAR AMA SOMUT EYLEM YOK

Kararda “Mevcut deliller doğrultusunda şüphelilerin katıldıkları ya da görevlendirildikleri Balyoz seminer planında, yapılması planlanan eylemlerin icra hareketlerinin gerçekleştirildiğine ilişkin somut olgular bulunmamaktadır” denildi. Gerekçede, bu durumun TCK 316. madde kapsamına gireceği yani “örgütlü suç işlemek için bir araya gelmiş en az iki kişinin soruşturmanın başladığı tarihten önce bu eylemden vazgeçmişler yada eylemi icra etmemişlerse şüphelilerin ceza almayacağı” vurgusu yapılması dikkat çekti. • HELİN ŞAHİN

Komutanlar dışarda bunlar niye içerde

Gerekçeli kararda, “içerdeki şüphelilerle aynı seminere katılan bazı şüphelilerin nöbetçi hakimliğe dahi sevk edilmeden serbest bırakıldığı ve bunun Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğu” kaydedildi. Bu gerekçede, sorgulanan ancak serbest bırakılan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve Kara Kuvvetler Komutanı Aytaç Yalman’ın kastedildiği kaydedildi. ÇEtin Doğan’ı daha önce tahliye eden ancak kararı mahkeme hpeyetince reddedilen Nöbetçi Hakim Oktay Kuban da aynı gerekçeyi kullanmıştı. Kararda tahliye edilen Çetin Doğan’la birlikte 14 kişiye yurtdışı yasağı ve adli kontrol uygulanmasına hükmedildi.
star gazetesi


Ergenekon'da Bir Operasyon Daha
22 Haziran 2010
Ergenekon davasının gizli tanıklarından Kıskaç'ı, işyerini basarak tehdit eden M.Ş. İstanbul'da yakalandı. M.Ş.'nin Veli Küçük ve Osman Gürbüz ile bağlantılı olduğu iddia ediliyor
Ergenekon davasının gizli tanıklarından Kıskaç'ı, işyerini basarak tehdit eden M.Ş. İstanbul'da yakalandı. Gözaltına alınan M.Ş.'nin Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve Osman Gürbüz'le bağlantısı araştırılıyor.

Ergenekon soruşturmasında önemli bilgiler veren gizli tanıkların nasıl baskı altına alınmaya çalışıldığıyla ilgili önemli bir gelişme yaşandı. Veli Küçük ve Osman Gürbüz hakkında kritik ifadeleri bulunan eski JİTEM'ci Kıskaç, geçtiğimiz hafta işyerinde tehdit edildi. Kıskaç'ın kafasına silah dayayan şahıs daha önce verdiği ifadeleri değiştirmesini istedi. Söz konusu şahıs daha sonra geldiği araca binerek olay yerinden ayrıldı. Kıskaç'ın şikâyeti üzerine kamera kayıtlarını inceleyen polis bu şahsın M.Ş. olduğunu tespit etti.

Önceki gece İstanbul'da yakalanan M.Ş.'nin sorgusu sürüyor. Veli Küçük ve Osman Gürbüz'le bağlantısı araştırılan M.Ş.'nin kullandığı telefonların geriye dönük arama kayıtları da incelemeye alındı. Tanık koruma programı işletilmediği için açık tehdide maruz kalan gizli tanık Kıskaç, bu gelişmenin ardından koruma altına alındı. Kendisine yapılan tehditlerden şikayetçi olan ve dava açacağı belirtilen Kıskaç'ın, ifadelerini geri almayacağını söylediği öğrenildi. M.Ş.'nin yakalanmasıyla rahat bir nefes alan Kıskaç'ın, Ergenekon davasına katkı sunmaya devam edeceğini dile getirdiği kaydedildi. aktifhaber

Albay Dursun Çiçek ilk duruşmasında şov yapmaya hazırlanıyor...

Masum insanların hayatını karartma planı yaparken suçüstü yakalanan "İlker Başbuğ'un manevi oğlu" Dursun Çiçek, ıslak imza makinesi oyunuyla mahkemeyi şov alanına çevirmeye hazırlanıyor...

İlk kez hakim karşısına çıkacak olan Çiçek'in avukatları mahkemeye taklit olabileceğini kanıtlamak için “ıslak imza makinesi” götürmeye hazırlanıyor.

“İrtica ile Mücadele Eylem Planı” iddialarına ilişkin haklarında dava açılan ve aralarında Yeditepe Üniversitesi kurucusu Bedrettin Dalan ile Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in de bulunduğu 7 sanığın yargılanmasına yarın başlanacak. Duruşmada “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı belgenin altında ıslak imzası bulunduğu öne sürülen ve 2 aydır Hasdal Askeri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Albay Dursun Çiçek, ilk kez hakim karşısına çıkacak. Çiçek'in avukatları mahkemeye “ıslak imza makinesi” götürmek için hazırlık yapıyor.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları yerleşkesindeki salonda görülmesine başlanacak davanın iddianamesinde, hakkında yakalama kararı bulunan Bedrettin Dalan ve Albay Çiçek'in, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmaları isteniyor. “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı belgeyi hazırladığı iddiasıyla 2 aydır Hasdal Askeri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Kurmay Albay Dursun Çiçek pazartesi günü ilk kez hakim karşısına çıkacak. Dursun Çiçek'in avukat olan kızı İrem Çiçek, henüz avukatlık stajını tamamlamadığı için mahkemede babasını savunamayacak. Babasının savunmasını hazırlarken yardımcı olduğunu söyleyen İrem Çiçek, mahkemeye “ıslak imza makinesi” götürmek için hazırlık yaptıklarını, makine götüremezlerse bu makinelerin nasıl çalıştığıyla ilgili video görüntülerini mahkemeye sunacaklarını da söyledi. Babası Dursun Çiçek'le en son Cuma günü 4 saatlik bir görüşme yaptığını ve bu sürede duruşmaya ilgili son hazırlıklarını tamamladıklarını söyleyen İrem Çiçek, şunları anlattı:

Güveniyor, morali yüksek

“Öncelikle somut bir neden olmadan özgürlüğünden yoksun kalması hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkesine olan güvencini sarsmış durumda ama yine de umutsuz değil. Türkiye'de hala ayakta kalmış, direnen hak ve hukuk savunucusu yargıç ve savcıların bulunduğuna inanıyor. Babam her zaman moralini hem bizim hem de kendisi için çok iyi tuttu. Cuma günkü görüşmemizde her zamanki gibi güler yüzlüydü. 50 sayfaya yakın yazılı savunmasını yaklaşık 2 hafta öncesinden hazırlamıştı. Savunmasını kendi hazırladıktan sonra bu süre içinde birlikte çalışma olanağı bulduk. Bizim savunmamız oldukça güçlü. Olayın bir düzenleme olduğunu da klasörleri tek tek incelediğimizde gördük. Ayrıntılarda gizli olan ama çok önemli gördüğümüz tespitlerimiz var. Bunlar mahkemede ifade edilecek”

‘Babam içeride spor yapıyor'

İrem Çiçek, babasının cezaevindeki durumu ile ilgili de şu bilgileri verdi:”Babamın sağlığı çok iyi. Spor yapıyor, formu gayet yerinde 6-7 kilo vermiş. Sabahları diğer tutuklu komutanlarla birlikte yürüyüş ve koşu yapıyorlar. Bunun dışında hukuk kitapları okuyarak savunmaya hazırlanıyor.”

Kaynak: Milliyet

"Islak İmza" Davası Ertelendi

Aralarında Albay Çiçek'in de bulunduğu 7 sanıklı "Demokrasiye Müdahale Planı" davası "reddi hakim" talebinin değerlendirilmesi için ertelendi.
Yayına Giriş: 28.06.2010

Demokrasiye Müdahale Planı olarak da adlandırılan ıslak imzalı belgeye ilişkin açılan davanın görülmesine Silivri’de başlandı. Aralarında Albay Dursun Çiçek’in de bulunduğu 7 sanıklı dava, reddi hakim taleplerinin değerlendirilmesi için ertelendi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasına tutuklu sanıklar Albay Dursun Çiçek, Avukat Serdar Öztürk, Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya, Aydınlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Deniz Yıldırım ile Bedrettin Dalan’ın tutuksuz yargılanan Özel Kalem Müdürü İlhami Ümit Handan katıldı.

Tutuksuz sanıklardan Eski MİT İzmir Bölge Sorumlusu Özel Yılmaz ile halen yurtdışında bulunan ve hakkında yakalama kararı çıkartılan Bedrettin Dalan duruşmaya gelmedi.

Yargıtay ve Askeri Mahkemeye Gönderilmesi Taleplerine Ret
Duruşmada bazı sanık avukatları, davanın, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in yargılandığı davayla birleştirilmesine karar verildiğinden, Yargıtay’a gönderilmesini talep etti.

Dursun Çiçek’in avukatı ise müvekilinin muvazzaf asker olduğu gerekçesiyle davanın askeri mahkemede görülmesini talep etti. Mahkeme her iki talebi de reddetti.

"Reddi Hakim" Talebi Değerlendirilecek
Bu arada Dursun Çiçek’in avukatı Hasan Gürbüz, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün dışındaki hakimlerin tarafsızlığını kaybettiğini ileri sürdü ve reddi hakim talebinde bulundu. Duruşma, bu talebin değerlendirilmesi için ertelendi.

Reddi hakim talebini İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bünyesinde oluşturulacak yedek heyet değerlendirecek. Heyette, hakkında reddi hakim istenen üyeler yer almayacak. Yeni duruşma tarihini de bu heyet belirleyecek.

Sanıklar İçin Ne Kadar Ceza İsteriyor?
Ergenekon soruşturması kapsamında açılan davada, Bedrettin Dalan ve Dursun Çiçek hakkında, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.

İddianamede, Bedrettin Dalan hakkında ayrıca "silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek" suçundan da 22,5 yıla kadar, Dursun Çiçek hakkında ise, "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan 15 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.

Diger 5 sanığın ise 54 yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırılmaları isteniyor. TRT

Çiçek, belgeyi yine kabul etmedi
2 Temmuz 2010
İSTANBUL- Kamuoyunda "İrtica ile mücadele ve eylem planı" olarak bilinen "Islak imzalı belge"yi yazdığı iddia edilen tutuklu sanık Kurmay Albay Dursun Çiçek, hakkındaki iddialara cevap verdi.

Belgenin imzadan, tarihten ve arzdan noksan olduğunu iddia eden Çiçek, bu belgeyle ilgili kendisine çektirenlerden hesap soracağını söyledi. Çiçek'in, savunması sırasında sık sık sinirlendiği ve sesini yükselttiği gözlendi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "Islak imzalı belge" davasının 3. duruşmasına tutuklu sanıklardan Kurmay Albay Dursun Çiçek, avukat Serdar Öztürk, gazeteciler Ufuk Akkaya ve Deniz Yıldırım katıldı. Firari sanık Bedrettin Dalan ile iki tutuksuz sanık duruşmaya katılmadı. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, sanık Dursun Çiçek'i, savunmasını yapması için sanık kürsüsüne çağırdı.

Tutuklu sanık kurmay Albay Dursun Çiçek, savunmasına "Sadece ve sadece doğruları söyleyeceğime kutsal kitabımız, namusum ve şerefim üzerine yemin ediyorum" diyerek başladı. Sanık Çiçek, 368 gündür üzerine tertipler kurulduğunu ileri sürerek bunları açıklayacağını söyledi. 1990 yılında kurmay olduğunu belirten Çiçek, 2004 yılında da Bilgi Destek Daire Başkanlığı'nda göreve başladığını belirtti. Çiçek, bu görevi öncesinde de yurt dışı çalışmalar yapmış, sahasında uzman bir subay olduğunu söyledi. Psikoloik Harekat Dairesi denilen görev yaptığı Destek Daire Başkanlığı'nın 5 şubeden oluştuğunu belirten Çiçek, "Bunlardan ilki terör konularına bakan şubedir. İkincisi havacılık ve istihbarat şubesidir ki sadece irticaya bakar. Benim görev yaptığım 3. Şube ise NATO, tatbikat ve dış konularla alakalı işlemlere bakar. İrticayla uzaktan yakından alakası yok. Hulusi Gülbahar arkadaşın çalıştığı 4. Şube, Silahlı Kuvvetlerin halkla bütünleşmesi konularına bakar. Beşinci şube ise destek şubesidir." açıklamasında bulundu.

Savcıların bunları hiç dikkate almadıklarını eleştirisini yapan Çiçek, "Bütün hikayenin başladığı tarih, 12 Haziran 2009. O gün saat 08.30'da şubeye gittim. İçeri girmek için personel olmak gerekir ki girmek için de kart gerekir. Eğer personel değilseniz, isminiz kaydedilir, kimliğiniz de alındıktan sonra içeri girebilirsiniz. Benim görev yaptığım bölüme girebilmek için ana girişten sonra 3. şubenin kilitli kapısını açmanız gerekir. Daha sonra üçüncü kilitli bir kapı daha çıkar karşınıza. Benim oda kapısı. Bundan sonra da odada gizli belgelerin bulunduğu dolabı açmak için iki kilit lazım. Yani iftiracı, bu 4 kilidi de açmayı başarmış, benim dolabımdan yağdan kıl çeker gibi bu iftira belgesini ortaya çıkarmış." eleştirisinde bulundu.

Dolabından alındığı ileri sürülen suç konusu irtica ile mücadele ve eylem planının başlığı ve sonu olmayan bir belge olduğunu belirten Çiçek, "Okul boyunca tasarruf öğrendik. Belgenin son sayfası israf edilmiş. Ben hazırlasam 4 sayfa yerine 3 sayfada yazardım bunu. Belge üzerindeki mavi yazılar yanlış yerde kullanılmış. Kırmızı yazılar da kırmızılar da TSK'ya göre yanlış yazılmış. Biz, düşman unsurlar demeyiz, dost ve düşman kuvvetler deriz. Bilgilendirme faaliyetleri demeyiz. Bilgisayar güvenliği de demeyiz, bilgi ve evrak güvenliği deriz. Savcı, 'Dursun Çiçek bu planı karargahta hazırlamadıysa' diyor. Oysa baştan karargah içerisinde başbaşa verip hazırladığımızı söylüyordu. İddianame hazırlandıktan sonra görüyoruz ki Dursun Çiçek şerefsizi bu planı hazırlamış. Bu şerefsizliği, iddianame-soruşturma savcılarına iade ediyorum." çıkışında bulundu.

Evrak üzerinde Fethullah Gülen ve AKP planı demeyeceklerini belirten Çiçek, "Biz evrak üzerinde özel isim kullanmayız. Yoksa adli müşavir buna imza atmaz. Çünkü suç unsuru taşır." dedi. Işık evlerine silah ve mühimmat bulunması sağlanarak bu evlerde yaşayan kişilerin Fethullahçı silahlı terör örgütü olduğu şeklinde halkın yanlış bilgilendirileceği iddialarıyla alakalı olarak da Çiçek, "Bunu kurmay söyledi diyenin alnını karışlarım. Türkçe varken yabancı kelime söylemek yasaktır. Komutanı bu belgeyi Albayın yüzüne atar. Genel Kurmay'ın kolluk kuvveti mi var. Bu işlemleri jandarma ve polis yapmıyor mu. Ayrıca terör örgütünün plana ihtiyacı mı var?" dedi.

İddianameyi hazırlayan savcı hakkında 13 ayrı suçlama bulunduğunu belirten sanık Kurmay Albay Dursun Çiçek, "Ama bir belgeyle hakkımızda dava açabiliyor. Adalet Bakanlığı'na hakkında şikayette bulunduk ama hala işini yapıyor." dedi. Suç konusu eylem planında Evrenesoğlu gibi isimleri sadece belgede gördüğünü belirten Çiçek, daha sonra bu kişilerin kim olduğunu internetten araştırdığını söyledi. Belgede, "Kendimizi tahrik olmuş Fethullahçı gibi gösterip, bizle uğraşanların sonu hiç iyi olmaz." şeklinde ifade bulunduğunu belirten Çiçek, "Biz böyle diyecekmişiz. Bir subay asla böyle konuşamaz." iddiasında bulundu.

Evrağın Genel Kurmay'a arzı olmadığını, numara ve imzasının bulunmadığını belirten Çiçek, "Böyle bir belge olabilir mi? Ekleri yok, dağıtıafmı yok. Ayrıca benim adımın altında 3. Destek Şubesi yazmıyor. Böyle bir ibare bulunmayan bir belge daha bulup getirenin alnını karışlarım, Şube müdürü plan yazmaz, 4'ü Albay 16 personelim var. Planları onlar hazırlar, ben de bilgi birikimimi katarım." dedi.

Çiçek, belgenin Nisan 2009'da hazırlandığına kimin karar verdiğini sinirli ve yüksek bir ses tonuyla sorup şöyle dedi; "Belgenin neresinde tarih yazıyor. Bu plan değil, iftira belgesi, yargısız infaz belgesi. Bana çektirdiklerinin hesabını soracağım." habertaraf

"Ben de keşke Güneydoğu'da şehit olsaydım bunları yaşamasaydım''
2 Temmuz 2010
İSTANBUL- ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasının tutuklu sanığı kurmay Albay Dursun Çiçek, bir imza benzediği için müebbetle yargılandığını belirterek, ''Binbaşı, 'Bu suçtan yargılanacağıma şehit olsam daha iyi' dedi. Ben de keşke Güneydoğu'da şehit olsaydım bunları yaşamasaydım'' diyerek ağladı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada savunmasına devam eden Çiçek, Deniz Kuvvetlerinin, denizde dolaştığını, cuntadan haberi olamayacağını söyledi.

İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın son sayfasındaki imzanın Dursun Çiçek'e benzediğinin belirtildiğini, bu durumda diğer sayfalardan kendisinin nasıl sorumlu tutulacağını belirten Çiçek, ''Sayın Haşıloğlu, bir imza benziyor diye müebbetle yargılanıyorum. Bu hukuk mu, vicdan mı?'' dedi.

Böyle bir plan yazması için kendisine görev verilmediğini dile getiren Çiçek, şunları kaydetti:

''Ben irtica işinden anlamam. Bu konunun tartışılmasından da rahatsızım. 5 kardeşiz. 3'ü kız ve türban takıyor. Bu konuların tartışılmasına karşıyım. Benim cemaatle ilişkim olmaz. Bana ne iktidardan? Halkın seçtiği iktidar başımızın üstündedir. Biz bu çağın, Cumhuriyet'in çocuklarıyız. Bunu, algılamayanların kafasına sokarız. Bize ne iktidardan, irticadan. Ben masumum. Bu belgeyi hazırlamadım. Bunu gazetede gördüm. Siyah keçeli kalemle atılmış. Bu imza taklit.''

-HUKUKÇULAR BASKI ALTINDA-

Yüze yakın tanıktan hiçbirinin kendisini suçlamadığını anlatarak, savcının en kestirme biçimde belgenin kendisinin eli ürünü olduğunu ifade ettiğini anımsatan Çiçek, ''Hukuk adamları, yargıçlar, çarşaf çarşaf baskı altında. Sayın Başkan da bunun acısını çekiyor. Savcı baskı altında. Dursun Çiçek yansın'' dedi.

İddianamede parmak izinden söz edilmediğini belirten ve parmak izi incelemesinin de imza kadar önemli bir delil olduğuna işaret eden Çiçek, belgede parmak izinin olmadığını kaydetti.

Çiçek, bu belgeyi haber yapan gazetecinin kaynağını açıklaması gerektiğini söyleyerek, ''Dursun Çiçek'in 1 yıldır gecesi gündüzüne karışıyor. Kimden aldığını açıklasın'' dedi.

Kendisinin, birlikleri dolaşarak, güvenlik zafiyetleri olup olmadığını denetlemesi gerektiğini belirten Çiçek, ''İskenderun'da 6 tane şehit verdik. Denetlemeye gitseydim onlar şehit olmayacaktı. Tedbir alacaktım'' şeklinde konuştu.

Dursun Çiçek, 6 Kasım 2009'dan beri korumayla dolaştığını, ailesi tehdit altında olduğu için uyuyamadığını dile getirerek, bu sahte planın psikolojik harekat ürünü olduğunu savundu.

-''KEŞKE ŞEHİT OLSAYDIM'' DİYEREK AĞLADI-

Geçen yıl Mart ayında Genelkurmay Askeri Disiplin Mahkemesinde başkanlık görevi yaparken bir binbaşının belge sızdırdığı iddiasıyla yargılandığını belirten Çiçek, ''Binbaşı, 'Bu suçtan yargılanacağıma şehit olsam daha iyi' dedi. Ben de keşke Güneydoğu'da şehit olsaydım bunları yaşamasaydım'' diyerek ağladı.

Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, duruşmaya öğlen arası verdi. Çiçek'in salondaki kürsüde bir süre ağladığı görüldü.
habertaraf

BU İŞ BİTTİ
15.07.2010
Sabah gazetesinin dünkü yazı işleri toplantısında Ergenekon'la ilgili bir haber toplantıyı karıştırdı. Erdal Şafak haberin görülmemesi gerektiğini söylerken, haberin büyütülmesi yönünde karşıt görüşler fikir tartışmalarına neden oldu.

Erdal Şafak bu sırada aniden sinirlendi ve“Bütün vatanseverleri içeri atıp vatan haini yaptılar” dedi.

Toplantı masası bulunan herkes şok yaşadı. Bazı çalışanlar bu sözlere itiraz etti ve Ergenekon sanıklarının darbe gibi suçlardan yargılandıklarını, hukuksal çerçevede içeride bulunduklarını söyledi.

Bunun üzerine iyice sinirlenen Şafak’ın, “bırakın hukuku mukuku” gibi sözlerinden sonra tartışma sone erdi ve söz konusu haber Sabah gazetesinde yer almadı.
(..)
Odatv.com

Tuncay Özkan açlık grevine başlıyor
10.08.2010
Ergenekon sanığı Tuncay Özkan, ''Bu devletin ordusunun komutanları, darbeye eksik teşebbüs ederken, Balbay ve teğmenler tam teşebbüste mi bulunacak? Bizim dışarıda yasımızı tutanlar kimseyle pazarlık etmediği için mi burada tutukluyuz?" dedi.

''Ya bana suçumu gösterin ya da bu yargılamayı bitirin. Kurbanlık koyun değilim'' diye bağıran ve açlık grevine başlayacağını söyleyen Özkan, duruşma salonundan atıldı. Özkan'a, 5 duruşmadan da men cezası verildi.

İSTANBUL - İkinci ''Ergenekon'' davasının 71. duruşması başladı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda görülen davanın bugünkü duruşmasına, gazeteci Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'ın da aralarında bulunduğu 31 tutuklu sanık katıldı.
Tutuklu yargılanan eski Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Ersin Gönenci ve İbrahim Özcan ise duruşmaya gelmedi. Duruşmada tutuksuz yargılanan Emin Şirin, İlyas Çınar, Sinan Aygün, Hüseyin Keskin ve Muhterem Bağcı hazır bulundu.
"BAĞIRIRIM, ADALET İSTİYORUM"
Duruşmada söz isteyen ve bağırarak, konuşan gazeteci Tuncay Özkan, Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün tarafından uyarıldı. Bu uyarıya rağmen yüksek sesle konuşmaya devam eden Özkan, Başkan Şengün'ün talimatıyla askerler tarafından duruşma salonundan çıkartıldı.
Özkan, duruşma salonundan çıkartılırken ''Bağırırım, adalet istiyorum'' dedi.
"KURBANLIK KOYUN DEĞİLİM"
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda görülen davaya, Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız ile Kazım Genç, müdahil olarak katıldı.
Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, tutuklu sanıklardan eski Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın reddi hakim talebinin reddedildiğini ve bu nedenle bir üst mahkeme olan 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildiğini söyledi.
Şengün, 3 Haziranda tutuklu sanık Levent Ersöz'ün, tedavi gördüğü hastaneden yapılan çapraz sorgusuna ara verildiğini hatırlatarak, sorguya kaldığı yerden devam edileceğini söyledi. Ersöz'ün tedavi gördüğü hastane ile mahkeme salonu arasında konferans bağlantısı yapıldığı görüldü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ağu 11, 2010 12:03 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Tem 03, 2010 12:41 am    Mesaj konusu: 'Bu plan değil, pilav, iftira, komplo belgesi" Alıntıyla Cevap Gönder

''Bu plan değil, pilav, iftira, komplo belgesi. Yargısız infaz belgesi"

İSTANBUL- ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasının tutuklu sanığı Kurmay Albay Dursun Çiçek, ''Bu plan değil, pilav, iftira komplo belgesi. Yargısız infaz belgesi. Yapanları şiddetle kınıyorum'' dedi.
2 Temmuz 2010

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını yapan Çiçek, kısa öz geçmişini anlatarak, çiftçi bir ailenin çocuğu olduğunu, 6 yıl yatılı öğretmen okulunda eğitim gördükten sonra harp okuluna girdiğini söyledi.

Köyde herkesin yardımına koşan babasının 2000 yılında vefat ettiğini, annesinin de 6 yıldır kanser tedavisi gördüğünü belirten Çiçek, etkilenmemesi nedeniyle annesine kendisinin yurt dışında olduğunun söylendiğini kaydetti.

Çiçek, 30 yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerinde olduğunu, Güneydoğu'da görev yaptığını, 15 yıl tabur komutanlığında bulunduğunu, daha sonra da kurmay albay olduğunu kaydetti.

Bilgi Destek Daire Başkanlığında 2004 yılında göreve başladığını ifade eden Kurmay Albay Çiçek, 6 yıl da Arnavutluk'ta çalıştığını, dış konularda uzman olduğunu iddia edecek kadar iyi yetiştiğini söyledi.

Görev yaptığı dairede birinci şubenin teröre, ikincinin irticaya, kendisinin görev yaptığı üçüncü şubenin de NATO, tatbikatlar gibi konulara baktığını dile getiren sanık Çiçek, ''Bu gerçekler ortadayken şube müdürlerinin ifadeleri varken, soruşturma savcısı bunları görmüyor. Çünkü senaryoya uygun değil. Bu mu hukuk, bu mu vicdan?'' dedi.

''İşine gittiği 12 Haziran 2009 tarihinin hikayenin başladığı gün olduğunu'' belirten Çiçek, nöbetçi subayın gazetede çıkan bir haberden söz ettiğini kaydetti.

Bilgi Destek Dairesinin, dış konular, halkla bütünleşme, terör, irtica gibi alanlarla ilgilendiği için herkesin rahatlıkla girebileceği bir yer olmadığını vurgulayan Çiçek, daireye girişlerde kart okutulduğunu, odaların da kilitle açıldığını söyledi.

-SİNİRLENDİ, BAĞIRDI-

Gizli evrakların çift kilitli dolapta yer aldığını belirten Çiçek, ''Buraya gelene kadar 5 kilit var. Bu ihbarcı bunların hepsini açıyor. Ben yokken, planı yağdan kıl çeker gibi alıyor. Buna itibar ediliyor. Ben taciz ediliyorum'' diye konuştu.

''İrtica ile Mücadele Eylem Planı''nı elinde gösteren Çiçek, planda yer alan bazı kelimelerin askeri literatüre uygun olmadığını söyledi.

''Bu planda bir sürü boş yer var. Ben bunu 3 sayfada bitirirdim'' diyen Çiçek, ''Biz düşman unsuru değil, 'düşman kuvvetleri, dost kuvvetleri, bilgilendirme ve bilinç faaliyeti, bilgi ve evrak güvenliği' deriz. Faraziler geçekleşmezse o plan çöpe atılır. 'Dursun Çiçek şerefsiz albay plan yapmış' diyene o şerefsizliği iade ediyorum'' şeklinde konuştu.

Çiçek, ''Biz, Fethullah Gülen, AKP falan demeyiz. Özel isimleri kullanmayız. Kullanırsak adli müşavirlik imzalamaz. Çünkü suç unsuru olur'' dedi.

Belgedeki bazı ifadelere sinirlenen Çiçek, ''Bunu kurmay söyledi diyenin anlını karışlarım. Türkçesi varken yabancı kelime söylemek yasaktır. Komutanı, belgeyi albayın yüzüne atar'' şeklinde konuştu.

''Genelkurmay Başkanlığının kolluk kuvveti mi var? Genelkurmay ne yapsın böyle bir planı?'' diyen Çiçek, ''Genelkurmay, irtica tehlikesi varsa, bunu MGK'ya götürür. 28 Şubatta böyle olmadı mı? Başbakana imzalatılmadı mı? Niye böyle bir plan yapsın?'' ifadelerini kullandı.

Sanık Çiçek, Genelkurmay Başkanlığı ve terör örgütünün böyle bir plana ihtiyacı olmadığını, savcılar tarafından mantığı araştırılmadan, kabul görüldüğünü savundu.

Soruşturmayı yürüten savcı hakkında, gözaltına alınıp serbest bırakılmasının ardından suç duyurusunda bulunduğunu ifade eden Dursun Çiçek, ''Soruşturma savcısı hakkında 13 tane suç teşkil edilmiş. Ama beyefendi hakkında hala iddianame düzenlenmiyor. Dilekçe yazıyoruz Adalet Bakanlığına beyefendi hala yerinde duruyor'' diye konuştu.

Planda yer alan bazı isimleri ilk defa duyduğunu dile getiren Çiçek, plandaki bazı ifadelerin bir asker ve subay tarafından kullanılamayacağını kaydetti.

-ERZİNCAN'DA UYGULAMAYA KONULMASI İDDİASI-

Dursun Çiçek, askeriye de de bir ifade tutanağı formatının olduğunu dile getirerek, bu planın Erzincan'da uygulamaya konulması iddiası ile ilgili de ''gülerler insana'' şeklinde konuştu.

Silahlı Kuvvetlerinin 1000 yıllık bir kurum olduğunu belirten Çiçek, TSK'nın çete gibi suçlanmasına sinirli bir şekilde ve bağırarak tepki gösterdi ve ''Bu planı bir albay yazacak, imza atacak. Kargalar güler. Plan için komutandan onay alınır. Ona göre astlarım plan yapar, bana getirir. Ben bütün bilgi birikim ve tecrübemi katarak daire başkanına sunarım. Daire başkanı harekat başkanına, o da ikinci başkana sunar... Şube müdürü plan yapmaz. Emrimde çalışan 16 tane subay var'' dedi.

''Millete Komplo'', ''İhanet Belgesi'' diye haberler yapıldığını, ancak kendilerine ifade tutanaklarının bile verilmediğini dile getiren Çiçek, ''Bu plan değil, pilav, iftira, komplo belgesi. Yargısız infaz belgesi. Yapanları şiddetle kınıyorum. Bana çektirdiklerinin hesabını soracağım'' diye konuştu. habertaraf

15 dakikada sahte ıslak imza [/size]
Çiçek'in avukatları mahkemeye 'ıslak imza' makinesi getirdi
05 Temmuz 2010 Pazartesi, 17:27:41

''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasının tutuklu sanığı Kurmay Albay Dursun Çiçek'in avukatları, davaya konu olan belgenin altında imzası bulunduğu iddia edilen Çiçek'in imzasının yerine Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in imzasını duruşma salonuna getirilen ''CNC'' makinesi ile taklit etti.

İşte o makine

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, Çiçek'in avukatları savunmalarını yapmaya başladı.

Avukat Celal Ülgen, Türkiye'de uluslararası bir gücün olduğunu ileri sürerek, ''Bu güç kimi zaman ihbar üretiyor. Kimi zaman yıpratma çalışması yapıyor. 'Kafes eylem planı', 'Poyrazköy' ve 'Amirallere suikast' davalarında inanılmaz çalışmalar yapılıyor. Bu ihbarlar tek bir merkezden yapılıyor. Bu ihbarların Türk Silahlı Kuvvetlerini ve bu ülkenin çağdaş, demokrat insanlarını karalamak için yapıldığı görüyoruz'' diye konuştu.

''ISLAK İMZA''
Daha sonra, avukat Hüseyin Ersöz de, duruşma salonundaki herhangi birisinin imzasını ''CNC'' makinesiyle taklit ederek ''CNC'' makinesi ile ''ıslak imza'' atabileceklerini söyledi.

Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, ''Zor bir imza olsun'' diyerek, mübaşir Aydın Arslan'dan bir kağıda imza atmasını istedi.

Avukat Celal Ülgen, uygulamada Arslan'ın imzasının taranacağını daha sonra bilgisayar ortamına aktarılıp, imzanın ''ıslak'' olarak elde edilebileceğini anlattı.

Avukat Hüseyin Ersöz ise ''CNC''nin bilgisayar destekli işlem yapan bir makine olduğunu ifade etti.

Daha sonra ''CNC'' makinesi, bir teknisyenin yardımıyla çalıştırıldı. Ersöz, mübaşir Arslan'ın imzasının önce tarandığını sonra bilgisayarda netleştirildiğini anlattıktan sonra, yaklaşık 15 dakikada taklit edilen imza, heyete gösterildi.

Sahte imzalı belge daha sonra Savcı Pekgüzel'e de sunuldu.

Başkan Şengün'ün, ''Bu makine bu işler için mi?'' sorusu üzerine Ersöz, bilgisayar ile çalışan makinelerin çeşitli amaçlarla kullanılabileceğini söyledi.

Başkan Şengün ''Elin baskısı ne olacak? Bu makine ile ancak aslı bulunabilen imza taklit edilebilir, fotokopi üzerinden olmaz'' dedi.

Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu ise ''Diyelim ki Rahmi Koç'un ya da sizin imzanız yüzde yüz aynı çıktı. Bu makine ile Adli Tıp Kurumundan eli ürünü olduğuna ilişkin rapor alınabilir mi? Yüzde yüz şeklinde rapor alınır mı?'' diye sordu.

Ersöz, imza üzerinde 15 dakika yerine yaklaşık 2 saat çalışıldığında çok daha iyi bir sonuç alınabileceğini dile getirdi.

Ülgen de, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin imzasını da taklit ederek göstereceklerini belirterek, Adli Tıp Kurumundan ''eli ürünü'' diye rapor çıkacağını söyledi. Ülgen, daha pahalı makinelerle elin baskısının da tam olarak yansıtan ıslak imzalar atılabileceğini belirtti.

Ersöz, savunması sırasında yaptığı görsel sunumda da, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in iddianamede yer alan bir evraktan kopyaladığı imzasını, davaya konu olan ''irtica ile mücadele eylem planı'' belgesinin altındaki Çiçek'in imzasının yerine monte edildiği bir videoyu gösterdi.

Daha sonra, çıkartılan bu belgeler de mahkeme heyetine sunuldu. Ersöz, Berlusconi'nin imzasının taklidine de sunumunda yer verdi. habertürk

05 TEMMUZ 2010
"TSK'da ilk 3 albaydan biriyim"

Dursun Çiçek, çapraz sorgusunda psikolojik harekat ile ilgili yöneltilen soruları cevapladı.

“İrtica ile Mücadele Eylem Planı” iddialarıyla ilgili haklarında dava açılan ve Yeditepe Üniversitesi kurucusu Bedrettin Dalan ile Albay Dursun Çiçek'in de aralarında bulunduğu 7 sanıklı davanın dördüncü duruşması başladı. Çiçek savunmasında, "Dursun Çiçek görevlerinden dolayı sevilen biri. Araştıran, okuyan, yurt dışı basını bilen, bu bilgilerini en ücra köşede görev yapan subaya dağıtmaya çabalayan bir subay. Silahlı Kuvvetleri içinde bilinen ilk 3 albayın içine girerim." dedi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki salonda yapılan duruşmada, tutuklu sanıklar Albay Dursun Çiçek, avukat Serdar Öztürk, Ufuk Akkaya ve Mehmet Deniz Yıldırım hazır bulundu.

“İrtica ile Mücadele Eylem Planı” davasının tutuklu sanığı Dursun Çiçek, çapraz sorgusunda psikolojik harekat ile ilgili yöneltilen sorular üzerine “Psikolojik harekat; Mehmetçiklere, subay ve astsubaylara yönelik yıpratma çalışmaları var. Bunlara karşı gerçekleri açıklamak yanlış izlenimleri önlemek için bilgilendirme, bilinçlendirme görevi” dedi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada üye hakim Hüsnü Çalmuk, çapraz sorgusu yapılan Çiçek'ten mesleki hayatına ilişkin bilgi vermesini istedi.

Çiçek de, öncelikle hafta sonu bazı gazetelerde “Çiçek suçu itiraf etti” diye haberlerin çıktığını belirterek, “Ben suçsuzluğumu itiraf ettim. Böyle bir sahte planı hazırlamadığımı ifade ettim. Malum medya bildiğini yazmaya devam ediyor. Hukuk devletinde karşınızda sanık olarak bulunuyorum. Mahkemenin yapabileceği varsa yapmasını istirham ediyorum” dedi.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görev yaptığını, 6 bin kişilik alaya 3 yıl komuta ettiğini, Arnavutluk'ta halkla ilişkiler subayı olarak çalıştığını, 2004 yılında da Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Dairesinde şube müdürü olarak çalıştığını belirten Çiçek, 17 Hazirandan sonra bu birimden ayrıldığını, 7 Eylül 2009'dan itibaren de Deniz Kuvvetlerinde görev yaptığını kaydetti. Biriminde yaptığı bazı çalışmalarını anlatan Çiçek, Şubat Soğuğu adlı dizide İrtica ile Mücadele Eylem Planı belgesindeki her maddenin bölüm halinde yer aldığını tespit ettiklerini ifade etti.

Çiçek, dindar insanlara baskı yapıldığının temalar halinde dizide işlendiğini, bunları internetten indirerek komutanlarına arz ettiklerini söyledi. Hüsnü Çalmuk'un sorusu üzerine NATO'yla ilgili görevleri nedeniyle her yıl bir kez yurt dışına çıktığını belirten Çiçek, psikolojik harekatla ilgili seminerler için Türkiye'yi temsilen 2 kez ABD'ye, bir kez Almanya'ya son olarak da Kanada'ya gittiğini bildirdi.

Eğitim gören oğlunu ziyaret için ailesiyle birlikte ABD'ye, yeğeninin düğünü için de Almanya'ya gittiklerini ifade eden Çiçek'e Ergenekon davası sanıklarından herhangi biriyle aynı uçakta seyahat edip etmediği soruldu. Çiçek de, hiçbiriyle tanışmadığını, uçakta da karşılaşmadığını dile getirdi.

PONTUS-ERMENİ İDDİALARI

Çiçek, Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Dairesinin isminin 2005 yılına dek Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı olduğunu ifade etti. Hakim Çalmuk'un “Psikolojik harekattan ne anlamamız gerekiyor?” şeklindeki sorusuna Çiçek, “Mehmetçiklere, subay ve astsubaylara yönelik yıpratma çalışmaları var. Bunlara karşı gerçekleri açıklamak yanlış izlenimleri önlemek için bilgilendirme, bilinçlendirme görevi. Komutanlarımızın bu konularda yapacağı konuşma metinlerini hazırlamalarında yardımcı oluruz” yanıtını verdi.

Psikolojik harekat konusunda yaptığı son çalışmayı anlatan Çiçek, “Ermeni, Pontus sorunu var. Asker olarak Afganistan ve NATO'da temsil ediliyoruz. Buralarda görev alacak personele eğitim verdik” dedi. Hüsnü Çalmuk'un “'Somut olarak size görev verildi mi?” sorusuna Çiçek, “İçişleri Bakanlığı ile yapılan Pontus iddialarına karşı çalışma grubu var. Üç ayda bir toplanırlar. Subay olarak ben katıldım. Ermeni iddialarına ilişkin iç ve dış medyayı takip ettim. Devletin daha doğru politika yapması için destek verdik” yanıtını verdi.

“BEYAZ PROPAGANDA YAPIYORUZ”

İddianameye konu olan internet siteleri hakkında bilgi veren Çiçek, internet sitelerinin altyapısının Milli Savunma Bakanlığının ihalesiyle kurulduğunu söyledi. Görevli olduğu şubenin 'Türkses' adlı bir sitesi olduğunu, sitede Ermeni iddialarına ilişkin gerçek bilgilerin belgelerle yayınlandığını ifade eden Çiçek, bu sitelerin yayıncısının Ortadoğu Bilişim Şirketi olduğunu söyledi. Çiçek, sitede Pontus ve Ermeni konularındaki gerçekleri açıkladıklarını dile getirerek, bu görevlerin devletin ilgili kurumları tarafından kendilerine verildiğini anlattı.

Çalmuk'un “Psikolojik harekat uzmanlığınız nedir?” sorusuna da Çiçek, Psikolojik harekat diye bir sınıfın olmadığını, oryantasyon kursundan sonra bu alanda çalışmaya başladıklarını belirtti. Eğitimi, rütbesi ve dünyayı takip ettiği için bu bölüme atandığını söyleyen Çiçek, “Psikolojik harekat sanki mikrop, virüs. Dağa çıkmanın kötülüklerini anlatmak da psikolojik harekattır” dedi. Psikolojik harekatın bilgilendirme anlamına geldiğini ifade eden Çiçek, psikolojik harekatta yüzde yüz doğru bilgileri verdiklerini, “beyaz propaganda” yaptıklarını kaydetti.

“Bu birimin üstüne gittiler, dağa çıkışlar artıyor” diyen Çiçek, “Genelkurmay bu işe meraklı değil. Okuma yazma, sağlık taramaları yapıyor. Silah eğitimini bırakıp, askere okuma yazma kursu veriyoruz” diye konuştu.

Çiçek, psikolojik harekattaki görevinin yurt dışıyla ilgili olduğunu ifade etti.

Çiçek'in avukatı Celal Ülgen bu yöndeki sorulara itiraz ederek, “Bu sorular savcılar tarafından gerektiğinde Genelkurmay Başkanlığına gizli olarak sorulabilecek şeyler. Ülke gerçekleriyle ilgili olabileceğinden müvekkilim bir çoğuna yanıt veremeyebilir. Bu soruların muhatabı Genelkurmay Başkanlığıdır” dedi.

Çalmuk da, Çiçek'in Genelkurmay Başkanlığının sözcüsü olmadığını belirterek, “Ben şahsi fikrini soruyorum. Bu işin uzmanısınız çünkü” dedi.

"HEDEF SEÇİLMENİZ KİMİN İŞİNE YARAR?”

Çalmuk, Çiçek hakkında bir ihbar yazısı olduğunu hatırlatarak, “Bunun kurum içinden çıktığı değerlendirilirse sizin hedef seçilmeniz kimin işine yarar?” diye sordu.

Çiçek de, şunları kaydetti:

“İnsan olarak hiç kimseye kötülük yapmadım. Kimsenin de beni hedef alacak komplo içine gireceğini sanmıyorum. Dursun Çiçek görevlerinden dolayı sevilen biri. Araştıran, okuyan, yurt dışı basını bilen, bu bilgilerini en icra köşede görev yapan subaya dağıtmaya çabalayan bir subay. Silahlı Kuvvetleri içinde bilinen ilk 3 albayın içine girerim. Kara Harp Okulundan gelen deniz piyadeyim. Kara ve Deniz Kuvvetlerinde de beni tanımayan çok azdır. İrtica konusu Dursun Çiçek'in konusu değil. Bunu herkes biliyor. Niye böyle yanlış yapılıyor? Bilgi Destek Dairesinde denizci olan tek şube müdürü Dursun Çiçek. Tutuklananların yarısı denizci. Denizcilerin güncel şeylerden haberi yoktur. Gemilerde seyir halinde olduklarından siyasi gelişmelerden bihaberler. Karadeniz'de, Doğu Akdeniz'de milli duruş sergileyen denizcilerdir. Hasdal'da bulunan 18 kişiden 13'ü denizci. Bu senaryoyu yazanlar denizcileri hedefe koymuşlardır.”

Çiçek, 28 Şubat sonrasında belge sızdırdığı gerekçesiyle yargılanan Onbaşı Kadir Sarmusak'a dikkat çekerek, “28 Şubatta yaşananlar var. Bir kurumun tepkisini çekmiş, yargılanan istihbarat başkanın yazdığı kitaplarda intikamın alınacağı yazıyordu. Bunlara yorumluyorum. Tek denizci benim. İsmimin maksatlı yazıldığını düşünüyorum” diye konuştu.

Taraf gazetesinde yer alan sivil toplum örgütleriyle ilgili “Andıç” konusuna ilişkin de Çiçek, “Böyle bir çalışma yapılmadı. Emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt da konuyu takip etti. Böyle bir çalışmanın yapılmadığını söyledi. Soruşturuldum ve hakkımda işlem yapılmadı” şeklinde konuştu.

ÖZTÜRK’E 54, AKKAYA’YA 55,5 YIL

Silivri Cezaevi'nde tutuklu olan Avukat Serdar Öztürk'ün “Açıklanması yasaklanan gizli ebilgileri temin Etme, devletin savaş imkanlarının tehlikeye sokulması, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme amacı dışında kullanma, hile ile alma çalma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurmaö suçlarından 27 yıldan 54 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması isteniyor. Yine Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Ulusal Kanal istihbarat şefi Ufuk Akkaya'nın “Devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, silahlı terör örgütüne üye olma, hukuka aykırı olarak kişiler verileri kaydetmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma hile ile alma, çalma, kayda alınan konuşmaların basın, yayın yoluyla yayınlanmasıö suçlarından 27 yıl 3 ay'dan 55,5 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması talep ediliyor.

MİTÇİ ÖZEL’E 15 YIL

İddianamenin, tutuklu sanıklarından Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Deniz Yıldırım'ın “Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme amacı dışında kullanma ve hile ile çalmaö suçlarından 27 yıldan 57 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması isteniyor. İddianamede Bedrettin Dalan'a operasyon konusunda bilgi verdiği öne sürülen MİT İzmir Bölge Başkanı Özel Yılmaz, Dalan'ın özel kalem müdürü İlhami Ümit Handan'ın “Silahlı terör örgütüne üye olmakö suçundan 7,5'şar yıldan 15'er yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaları talep ediliyor. Akşam

Dursun Çiçek, tek bir yetkili mahkemede yargılanmak istediğini söyledi
13 Temmuz 2010
AK Parti ve Gülen'i bitirme planı' belgesiyle ilgili davada tutuklu yargılanan Kurmay Albay Dursun Çiçek, Erzurum'dan gönderilen Cihaner davası ile Yargıtay'daki Cihaner davalarında da yargılandığını belirterek, "Bir insan aynı suçtan 3 farklı yerde yargılanabilir mi? Yetkili mahkeme neresiyse orada kendimizi bir kez savunalım." diye yakındı.

Tutuklu sanık Deniz Yıldırım'ın avukatlarının savunmalarını tamamlamasının ardından duruşmada söz alan Dursun Çiçek, bugünkü gazetelerde yer alan Askeri Mahkemede hakkında açılan davanın iddianamesine ilişkin haberlere değinerek, "Yaklaşık üç haftadır duruşmaları siz de biz de izliyoruz. Birlikte yargılandığımız sanıklara herhangi bir irtibatım olmadığı tescillenmiştir." diye konuştu.

Bu günlerde 'Dürüst yagılama hakkı' diye birkitapokuduğunu söyleyen Çiçek, eğer hakim peşin hükümle mahkemeye çıkarsa, sizi tenzih ediyorum, bizim burada anlattıklarımızın hiçbir anlamı kalmaz. Siz, bizi Türk milleti ve kamu vicdanı adına bizi yargılıyorsunuz." ifadesini kullandı.

Önümüzdeki Salı günüGenelkurmayAskeri Savcılığı'nda hakim karşısına çıkacağını hatırlatan Çiçek, "Masum olduğumuzu orada da aktaracağız. Gerekirse yargıtaya da uzaya da gideriz. Bundan çekincemiz yok. Bir sanık 3 ayrı yerde yargılanır mı? Fiil olması için Erzurum'a da götürüldük. Yargıtay'da Cihaner dosyasında sıklıkla ismimiz geçiyor. Üç haftadır da buradayız. Haftaya da askeri mahkemede yargılanmamız başlayacak. Orada da savunmamızı yapacağız. Yetkili mahkeme neresiyse orada bir kez anlatalım derdimizi ve bir kez hangi mahkemede, bunları bir kez anlatalım ve savunalım kendimizi. Çelişki çıkmasın, gerçekler ortaya çıksın." dedi.

30 Haziran 2009 tarihinde nöbetçi mahkemede tutuklandıktan sonra 1 Temmuz 2009 tarihinde oy çokluğuyla tahliye edildiğini belirten Çiçek, izinde olan hakimler nedeniyle geçici olarak heyette yer alan üye hakim Faik Saban'ın, kendisini tahliye eden heyette de yer aldığını hatırlattı. Saban hakkında bu karardan sonra aleyhte yayınlar yapıldığını belirten Çiçek, "Hukukun gereğini yapan hakimlere de siyasiler ve onların destekçisi medya tarafından baskı yapılıyor. Askeri mahkemede yargıçların viedanını seslenerek gerçekleri anlatmaya çalışacağım." şeklinde konuştu.

Salı günü askeri mahkemedeki duruşmaya tutuklu olarak gönderilmesinin birçok prosedür içereceğine de dikkat çeken Çiçek, "33-34 yıl hizmet etmiş bir subay olarak tahliyeme karar verin ki görevimizin başına ve ailemizin yayına gidelim." dedi. aktifhaber

DURSUN ÇİÇEK BELGEYİ HEM YAZDI HEM İMZALADI HEM DE TARAF'A SIZDIRDI

13.07.2010
İrticayla Mücadele Eylem Planı nedeniyle yargılanan Albay Dursun Çiçek hakkında hazırlanan askeri savcılık iddianamesi kamuoyunda şaşkınlık yarattı. İddianameye göre ıslak imzalı belgeyi Dursun Çiçek hem yazmış hem de Taraf Gazetesi'ne sızdırmıştı.

Askeri mahkemeye sunulan iddianameyi Dursun Çiçek'in kızı ve avukatı olan İrem Çiçek'e sorduk. İrem Çiçek, Askeri Savcılık'ın iddianamesini değerlendirdi.

İşte İrem Çiçek'in açıklamaları:

Askeri savcılık yaklaşık iki ay önce bir iddianame hazırladı ve bizim elimize bu iddianame bir ay önce geçti. Fakat biz bunu hiçbir şekilde basına vermedik. Bu bir mahkeme sürecidir.

Bu dava artık basınla yürüyen bir dava oldu ve bu durum her iki tarafı da yıpratmaktadır. Dolayısıyla biz bu kadar hassas davranırken ve bir şeyler tamamıyla olumlu ilerlerken bir anda bazı basın organlarına nasıl oluyorsa belgeler sızıyor. Normalde belgeler İstanbul Savcılığı'ndan sızardı ama bu sefer bir şekilde askeri kanadın hazırladığı bir iddianame -tabii kendilerince en çarpıcı noktaları- basında yer aldı. Tabi iddianamenin ayrıntılarına girildiğinde olayın görüldüğü gibi olmadığı bir kez daha netleşecek. Bunun ayrıntısına girmeden önce şu noktayı da belirtmek istiyorum. Söz konusu iddianameyi kendilerince değerlendiren ve kendi olduğu taraflara çeken basın, babamı şu anda da henüz iddianame aşamasında olan bir konuyla alakalı olarak hüküm verip yargılamıştır. Yarın bir gün askeri mahkeme babamı beraat ettirdiği zaman bu basın işte o haberleri görmeyecek ya da askeri mahkemenin ve askeri savcının ne kadar taraflı olduğunu çift başlı yargı tartışmalarını sürdürecektir. Bunların artık politikalarını biz on bir ay içerisinde çok güzel öğrendik.

İddianamede aynı gün on ikinci ağır ceza mahkemesinde ki duruşmamızda ifade ettiğimiz delillerini sunduğumuz gibi Erzincan dosyası ve iddia edilen imha işlemleri ve mektupla ihbar edilen bilgisayar silme işlemleri delilleriyle, somut olarak bir nevi çürütülmüştür. Yani bu tarz iddiaların gerçek olmadığı, iddianamede yaklaşık otuz sekiz sayfalık bir bilgi ile yer almaktadır. Dolayısıyla iddianameyi okuduğunuzda size şöyle bir izlenim uyandırıyor; tüm iddialar ve ihbar mektupları, tüm yalan ifadeler çok güzel bir şekilde çok ince araştırmalar yapılarak, basında çıkan haberler ciddiye alınarak askeri savcılıkta yalan oldukları somut delillerle ifade edilmiştir. Dolayısıyla Dursun Çiçek beraat edecek gibi bir izlenim uyandırıyordu.
Fakat sonuç kısmında, her nasılsa hiçbir somut delil ve veriye dayanmadan babamın bir şekilde “terfii edememek” gibi gülünç ve komik bir iddia ile “bu belgeyi kendi kendine hazırlayıp birde üstüne ve basına vererek, yani aleniyet kazandırarak Türk Silahlı Kuvvetlerini yıprattığı” gibi bir izlenim uyandırdı. İddianamenin sonuç kısmı böyle. Bu durumda iki şey söz konusu; bu iddianameyi gerçek sayarsak, ya babam iddianameye göre Sayın Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıkladığı, “Taraf gazetesine bu belgeyi polis sızdırmıştır”, beyanında ki polistir. Ya da ihbar mektubunu yazan ünlü ihbarcı kendi kendini ihbar etti. İddianame bu iki sonuca çıkıyor.

Bunun dışında babamın terfii meselesi gündeme gelmiş. Babam bir deniz piyadedir. Deniz piyade kurmay albay… Deniz piyadeler sadece amiral olarak Foça tugay komutanlığına atanabilirler. Yani tek kadro Foça tugay komutanlığındadır. Foça tugay komutanlığına 2008 yılında bir atama yapılmıştır.

Dolayısıyla dört yıl içinde, yani 2012’ye kadar bu Foça Tugay’a yeni bir atama olmayacaktır. Bunun sebebi kişilerin kadrosu olmadığı için terfi edilememesidir. Hatta bu konuyu da Genelkurmay başkanlığı resmi internet sitesinde sizin de hatırlayacağınız üzere açıklamıştır. Açıklamada; “Dursun Çiçek’in terfi edememesinin sebebi basında çıkan haberler değil, kadronun olmamasıdır” denilmişti. Basından gelen yoğun baskı üzerine şura kararları sonrası böyle bir açıklama yapılmıştı. Bu somut durum karşısında, babamın zaten terfi edemeyeceği bir ortamda ve hiçbir şekilde böyle bir niyeti yokken nasıl olur da bunun sebebi terfi edememesi olabilir?
Mesela bir somut bir veri olabilirdi. Orada 68 tane tanık beyanı var. Bu yazıyı kendisinin yazdığını gösterecek ve sebep olarak da terfi edilememesini gösteren bir somut veri olmalı. Böyle bir şey olmadığı gibi, tanık beyanları babamın üstlerine “kesinlikle böyle bir şey hazırlayacağına ihtimal vermiyoruz” şeklinde olup, tamamen babamın lehinedir. Bu durumda iddianameyi bu şekilde sonuçlandırmak anlamlandırabildiğimiz bir şey değildir. Ama bir şekilde sayın savcımız bunu yazmıştır. Biz de bir kere daha mahkeme önünde durumu en ince ayrıntısına kadar izah edeceğiz. Bizim içimiz çok rahat. Bugüne kadar bu kadar dik durabiliyorsak yapmadığımız bir şey olduğu için dik duruyoruz. Aksi halde bir kişinin 11 ay bu kadar baskıya maruz kalıp bu kadar dik durabilmesi mümkün değil. Bunların artık görülmesi gerek. Bu iddianameler nasıl ortaya çıkıyor, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikiye bir oylar nasıl çıkıyor bilmiyoruz ama birilerinin bir şeyleri artık net görmesi gerekiyor.

Odatv.com

Askeri Mahkeme Albay Çiçek davasını reddetti
19:45 - Genelkurmay Askeri Mahkemesi, "İrticayla Mücadele Eylem Planı" başlıklı yazıyla ilgili olarak Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek hakkında açılan davayı, aynı suçtan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde daha önce açılmış bir dava olduğu ve bir kişinin aynı eylemden dolayı iki ayrı mahkemede yargılanamayacağı gerekçesiyle reddetti. Mahkeme Albay Dursun Çiçek'in tahliye talebini de reddetti. 20.07.2010 ANKARA netgazete

Islak veya Kuru İmzalı Belgeyi Hazırlamak, Tarafa Sızdırmak ve Tarafının Tarafı Olmak

Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Engin

21.07.2010

Son günlerde yeniden start alan belge savaşları ortalığı toz duman edecek gibi gözükmektedir. Daha önce kaleme aldığım bir yazıyı duruma ışık tutacağı düşüncesiyle yeniden okunmasını istiyorum. Çünkü bu belge kendisine yüklenen misyonu fazlasıyla yerine getirmeye başlamak üzeredir.

Misyonun ulaşacağı nihai hedef yerinde kaos ve sosyal bunalımlara yol veren sonu asla siyasi otoritenin beklentisi ve istendiği olmayan vahim organizasyonlar vardır.

Bir ihtilâle zemin hazırlamak için 5-10 bin vatan evladı gencin (şu an uyanıp geri gelseler sınırda törenlerle karşılananlar kadar ilgi görürler mi bilemiyorum!) kurşunlara hedef olmalarını sağlayanlar, yeni taktiklerle sahne almaktadırlar.

Halktan ve siyasi otoriteden taraf gibi gözüken Taraf gazetesinin gerçekte kimin tarafında olduğu çok açık değildir.

Bana öyle geliyor ki bu gazete ve benzeri medya kuruluşları, karşısında oldukları izlenimi verilen odakların yanındadırlar. Çünkü bu kurulan denklemin çözümü sonucunda davranışa dönüşecek olan yaşantıların kimleri nerelere taşıyacağını sanıyorum yakında görme fırsatımız olacaktır.

Görebildiğim oyun kurgusunda yaşanan ve yaşatılacak olan süreçler bağlamında ne halk taraftır ve ne de taraf halktır.

Taraf kendisini besleyen karşı tarafına enerji verirken aynı süreci işletmek için karşılık olarak belge ve bilgi alıp yayınlamaya devam etmektedir.

Sızdırılan Belge veya Belgeden Sızanlar

Son günlerde basına sızdırılan ve üzerinde konuşulan belge ile ilgili olarak koparılan kıyametlere rağmen, asıl hedeflenenlerin göz ardı edildiği veya asıl hedefin gözden kaçırıldığını sanıyorum.

Her geçen gün biraz daha eriyerek ve eritilerek bağlı bulunduğu asıl gövdeden kopuk hale gelen buz dağının arkasında saklı olan ve halâ tam olarak anlaşılmış olduğunu düşünmediğim gerçeğin. Yeni yeni bağımsız değişkenlerin etkileşimleri sonucu belirlenen ana hedef yanında yeni ve tali hedefler olarak şekil değiştirmeye devam ettiği görülüyor.

Bence konuşulması ve sorgulanması gereken, bu belgenin kopyamı yoksa gerçek mi yaklaşımından ziyade, niçin basına sızdırıldığıdır.

Anlaşılıyor ki bu belgenin esas hedefi; bir aracı rol oynamak ve belirlenen hedefe anlamlı bir mesaj iletmektir.

Üç boyutlu derin bir özelliği olan bu belge, her bir boyut için kendi ölçeğinde anlamlar yüklüdür. Bu yüzden birden fazla değişkenin katkısıyla ortaya çıkarıldığı anlaşılıyor.

Bu belgenin eylem boyutu birden fazla iç ve dış merkezin beklentilerini karşılama hedefine dönüktür. Bu yüzden belgenin neresinden tutarsanız o yerin dizaynını yapan güç merkezinin kontrol alanına girersiniz.

Belge sürecini yöneten bu temel ve bağımsız değişkenler, paylarına düşen hisselerini almak için kendi boyutlarının derinleştirmeye çalışmaktadırlar.

Bu belgenin hazırlanış sebebi, eğer ifade edildiği gibi adı darbe belgesi ise, oldukça açıktır. Yok eğer Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamak için birileri tarafından hazırlanıp ortaya atıldıysa, bunun kanıtlanması çok zor olmayacağından oldukça acemice yapılmış bir teşebbüs olacağı düşünülebilir.

Esasında ve bana göre bu belge muhtemelen daha orijinallerinin ellerinde veya bilgileri dahilinde olduğunu düşündüğüm birileri tarafından Taraf Gazetesine servis edilmiş bir kopya belgedir.

Görünürde bu belgenin eylem boyutuyla siyasi iktidarı ve Fetullah Gülen cemaatini hedef aldığı söyleniyor olsa da, hem siyasi iktidarın ve hem de Fetullah Gülen cemaatinin pozisyonlarını daha da sağlamlaştırmıştır.

İşte bu hedef muhtemelen o tali hedeflerdendir. Bence bütün bunlar bu belgenin öncelikli hedefi değildir. Bunlar öngörülmeyen hedefler olabilir.

Mevlâna'nın ifade ettiği gibi, her şeyin zıddıyla var olduğu gerçeği bu belgenin asıl hedefinin zıddında kalan ve aynı hedeflere hedef denk değerleri de harekete geçirdiği ve zaman zaman esas hedefi de gölgelediği görülmektedir.

Fetullah Gülen cemaati ve siyasi iktidara sağladığı avantajlar bu çerçevedendir. Bu belge ve onu hazırlayanlar Yüce Milletimizin nefret ve antipatisini çekmiş ve belgede hedef haline getirilen unsurlar ise, puan kazanmıştır.

Bu belgeyi basına servis yapanların hedefi; muhataplarına puan kazandırmak olamayacağına göre, teorinin komplolarını daha farklı bakış açılarıyla ortaya koymak gerekir.

Siyasi otorite tarafından tahmin edilip yarım yamalak dillendirilen belge arkası güçler eğer sanıldığı gibi, bir potansiyel ve her şart ve ortamda kendilerini yenileyebilen, değiştiren ve dönüştüren bir güç merkezi ise, o zaman ülkemizde bir yaprağın dahi o güç merkezinin onayını almadan kıpırdaması olası değildir.

Öyleyse son dönemlerde dahil, bütün siyasi ve toplumsal projelerin mimarı da bu güç merkezidir.

Tek partili dönemden çok partili döneme geçerken yaklaşık on yıldan fazla Ankara Belediye başkanlığı görevini yapan ve aynı anda Ankara Valisi olan Tandoğan,asayişi bozdukları gerekçesiyle yakalanan bazı gençleri huzuruna çağırır.

Onlara neden böyle yaptıklarını sorar ve gençlerin içlerinden çelimsiz birisi olan Osman Yüksel Serdengeçti soruyu cevaplayarak bunun sebebinin devleti yönetenlerin hataları olduğunu ifade eder.

Tandoğan kızar ve Serdengeçtinin çenesine sert bir yumruk atar ve kontrolünü kaybederek bağırır.

"-Ulan siz kimsiniz ki bu ülkeye yok adalet, eşitlik ve barış getireceksiniz. Eğer bu ülkeye Komünizm gelecekse ancak biz getiririz. Faşizm gelecekse onu 'da biz getiririz"

der.

Aslında bu örnek olay hep tekrar etmektedir. Sadece etkilenenler ve bazen de etkileyenler değişmektedir. Oldukça ustaca plânlanan senaryoların kahramanları olduklarını sananlar zaman içerisinde zavallı figüranlar olduklarını anlayarak ”eyvah kullanıldık” demekten kendilerini alamazlar.

İşte eğer bu belge de bu anlayış ve güç merkezinin işi ise, bana göre Fetullah Hoca projesinin de mimarı bu güçler olmalıdır.

İran şii anlayışını ve Humeyni misyonunu dengelemek maksadıyla bu oluşum hazırlanmış ve önemli bir düzeyde korunmuştur.

Aslında aynı şey halen de devam etmektedir.

Önceki hükümetin apar topar alaşağı edilmesi ve Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN' ın da hiçbirisi tesadüf olmayan sistematik süreçlerden geçirilerek, bulunduğu yere ulaşması sağlanmıştır.

Yine aynı şekilde elde edilen pozisyonların korunması ve daha ötelerin etki altına alınması için zincire halka eklenmeye devam edilmektedir. Herhalde bu güç merkezlerinin kurduğu veya çok stratejik düzeylerde destek verdikleri oluşumların kurguladıkları senaryoların dışına çıkmaları, ülke ve Millet menfaatlerini ön plâna çekmeleri veya onların aleyhine döndüklerinde sorun başlamakta ve bu durum zaman zaman belgeler şeklinde kendini göstermektedir.

Bu belge devam eden Ergenekon davası ile ilgili olarak tutuklananların, ses çıkarmadığını düşündükleri Türk Silahlı kuvvetlerini hızla devreye sokma teşebbüsüdür. Yada, yine onlara göre onları kurtarmayan ve kollamayan Türk Silahlı Kuvvetlerini tehdit etme yaklaşımıdır. Her ne olursa olsun ne hükümet ve ne de Türk Silahlı Kuvvetlerimiz bu çok çirkin ve etkinlik alanı derin oyuna gelmemelidirler.

Hükümet ve sosyal bilimcilerin bu süreçleri halkımıza tüm detaylarıyla anlatmalıdırlar.

Derin saygılarımla.

açıkistihbarat

Pamukoğlu: Albay Çiçek, Genelkurmay Karargahında Kendi Başına Asla Plan Yapamaz

Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, millete ve hükümete komplo planında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek'in, Genelkurmay karargahında asla kendi başına bir plan yapamayacağını söyledi. CNN Türk't
CNN Türk'te, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarının değerlendirildiği bir programa katılan ve gazetecilerin sorularını cevaplayan Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu ilginç açıklamalarda bulundu. YAŞ Kararlarını değerlendiren ve hükümetin müdahalesini eleştiren Pamukoğlu'na gazeteciler "Beklenen atamaların yapılmamasına, bu duruma gelinmesine sebep olan internet andıçları ve darbe planlarının neden eleştirilmediği, bunlara karşı bir yaptırımın olmaması mı gerekiyor" yönündeki bir soruya; "Yapınız. Tedbir alın, önleyin. Eğer bu gide gide Albay Çiçek'in Genelkurmay Karargahında bilgisayarın başına oturup planlanlar, milanlar yapıp, bunu da tek başına yaptığına inanıyorsak, ona da inanana ben şaşarım. Genelkurmay karargahında hiç bir kimse, hiç bir albay, hatta general, asla ve asla kendi başına plan, program, ek, lahika, celpler ve ilişik yayınlayamaz. Bunlara cesaret edemez ve Bunları aklının ucundan bile geçiremez." karşılığını verdi. "Her şey emir komuta için de mi olur?" sorusuna ise Emekli Tümgeneral Pamukoğlu; "Bunların emir komuta içinde olması kesindir." karşılığını verdi. Gazetecilerin "Hasan Iğsız da bunun için gitti" şeklindeki hatırlatma yapılmasına karşı Pamukoğlu "Sadece Hasan Iğsız meselesi değil. Hasan Iğsız gider başkası gelir." karşılığını verdi.
aktifhaber

Ergenekonun kullandığı AK Partili kim?

İSTANBUL- Ergenekon davasının tutuklu sanığı Levent Ersöz hakim karşısındaki çapraz sorgusunda, kullandıkları siyasilerin içinde AK Partili bir Genel Başkan Yardımcısının da olduğunu söyledi. Ersöz'ün bu ifadeleri gözleri AK Parti'ye çevirdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki Birleşen Ergenekon davasında tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün çapraz sorgusuna devam edildi.

Savcı Nihat Taşkın Levent Ersöz'ün tutuklu sanıklar arasında bulunan eski asker avukat Levent Göktaş ile yaptığı telefon konuşması ile ilgili soru yöneltince Ersöz'ün yeniden sinirlendiği gözlendi. Ersöz, "Lütfen bana işkence yapmayın. Görüşme yaptığımı iddia ettiğiniz tarihte ben yurt dışındaydım. Ben Levent Göktaş'ı tanımıyorum ki ne zaman konuşmuş olabilirim. Kendisi avukattır o da açıklasın" dedi. Bu arada söz alan Göktaş, Avukatlık görevini yerine getirdiği sırada Levent Ersöz'ün eşi Muzaffer Ersöz'ün kendisiyle irtibata geçtiğini ve avukatlık yapmasını istediğini aktardı. Ayrıca Levent Ersöz'ü de tanımadığını açıkladı.

Savcı Taşkın "Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök sizi Hasan Atilla Uğur çağırarak Cumhuriyet Gazetesinde çıkan haberler ile Balbay'ın yazdıkları hakkında mı konuştu" diye sorunca Ersöz, "Biz birlikte görüştükten sonra ayrı ayrı görüşmemizde oldu. Hilmi Özkök bana astlarına hakim değilsin dedi. Ben de hayır astlarıma hakimim diyerek teşkilat şemamı anlattım. O da adamların gazetecilerle görüşüyor. Adamlarına hakim ol dedi. Görüşmeyi daha sonra harfiyen yazdım. Hasan Atilla Uğur'dan da aynısını yapmasını istedim. Bu yazdıklarımı Kurmay Başkanı ve Jandarma Genel Komutanına verdim. Bundaki amacım TSK'nın Başkumandanıyla görüşmüşüm. Üstlerim arasında bu konu hakkında görüşme olduğu takdirde bu belgenin gösterilmesiydi. Komutanlarıma verdiğim bu belgeden bir surette bende vardı. Görevimden ayrılırken onu imha ettim" dedi.

Savcıların çapraz sorgusunun ardından sanıklar Ersöz'e soru sormaya başladı. İlk soru soran sanık ise Tuncay Özkan oldu. Özkan, "Nuray Başaran ben kurumda görevliyken sizinle görüşmüş anladığım kadarıyla. Hatta benim Mesut Yılmaz ile çete oluşturduğumu söylemiş. O tarihte Yılmaz da kabinede" dedi. Sanık Ersöz, "Evet bizimle geldi konuştu. Sizin hakkınızda ağza alınmayacak kelimeler kullandı. Çete konusunda etraflıca sorular sorunca bize net cevaplar veremedi. Kadının yalan söylediğini anladık." dedi.

Ersöz'ün avukatı Ali Rıza Dizdar, duruşmaya ara verildiği sırada basın mensuplarıyla yaptığı bir görüşme sırasında müvekkili Ersöz'ün sorgusunun video konferans yöntemiyle yapılabilmesi için 15 bin TL para harcadıklarını söyledi. Dizdar "Müvekkilin sorgusu bugün bitmezse yarın bu sistemi çalıştıracak paramız yok" dedi.

Müvekkilinin naip hakim tarafından hastanede ifadesinin alınmasını defalarca dile getirdiğini belirten Dizdar, "Gidip hastanede ifade almadılar. Ersöz'ün hastaneden buraya getirilemeyeceği doktor raporuyla sabit olunca, video konferans yöntemiyle sorgunun yapılmasına karar verildi. Ancak masrafları siz ödeyin dediler. Bizi mecbur kıldılar. ABD'li bir ceza profesörünün dediği gibi 'Adalet, zenginlerin mahkemesinde dağıtılan, fakirlerin cezaevinde çektiği bir mefhumdur' işte biz de bunu yaşıyoruz. Bir an evvel sorgusunun yapılmasını istedik. Ersöz'ün yarın ne olacağı belli değil. Yarın ölürse şaşmam. Biz şu ana kadar birinci oturumdan bu yana toplam 4 oturum için 15 bin TL para verdik. Hatta bize indirim yaptılar yani bu indirimli miktar. Bu paraları avukatlar, Ersöz'ün emekli arkadaşları, aile eşrafı tarafından ödendi. Bu oturum sorgu bitmezse yarın sorgu bu yöntemle yapılamayacak. Adliyenin idari işlerinden arandık ve ek para istediler" dedi.

Mustafa Balbay söz alarak Ersöz ile görüşmesinde gazeteci kimliğinin dışına çıkmadığını, Milliyet yazarı Fikret Bila'nın yazılarının bazı çevreleri rahatsız edebileceğini belirterek kendisine baskı yapılabileceğini Bila'ya iletmesini istediği belirtti. Ancak Balbay bu mesajı Bila ile paylaşmaya gerek görmediğini vurguladı. Ersöz de "Savunmamda haber kaynağınızı açıklamadığınızı söylemiştim. Reklam olsun diye söylemiyorum ama devlet kademelerinde Cumhuriyet Gazetesi'nin nasıl değerlendirildiği açısından söylüyorum. Komutanın Cumhuriyet Gazetesi ile ilgili olarak 'Basın ahlak kurallarına uyan tek gazetedir' diye bir sözü var" diye konuştu. Balbay bu sözleri üzerine "Biz onun cezasını çekiyoruz" dedi.

Tutuklu sanıklardan emekli Albay Hasan Atilla Uğur, çapraz sorgusu yapılan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'e geçmiş olsun dileklerini ileterek bazı soruları olduğunu söyledi. Sanık Uğur, "Sizin görev yaptığınız dönemde Jandarma İstihbaratınca yasadışı bir dinleme yapıldı mı? Böyle bir kabiliyetimiz var mıydı? Bana bu konuda bir talimat verdiniz mi? Dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, iddia edildiği gibi bize yasadışı bir dinleme yapıp yapmadığımızı sordu mu?" dedi. Sanık Levent Ersöz bu sorulara "Yasadışı bir dinleme yapmadık. Böyle bir yasadışı dinleme yapmam için emir almadığım gibi sana da böyle bir emir vermedim.

Sanıkların ardından bazı avukatlar, sanık Levent Ersöz'e soru yöneltti. Sanık Hasan Atilla Uğur'un avukatı Celal Ülgen'in "Görevinizi yerine getirdiğiniz için mi buradasınız?" şeklindeki sorusu dikkat çekti. Savcılar ile hakimleri, yönlendirme ya da amaçlı sorular sormakla suçlayan avukatların böylesi bir soru sorması karşısında mahkeme başkanının da bir uyarısı olmadı. Sanık Ersöz bu soruya "Kesinlikle evet" cevabını verdi.

Sanık Levent Ersöz, en son kendi avukatı Ali Rıza Dizdar'ın sorularını cevapladı. Avukat Dizdar, "Parlamentoda bulunan siyasi parti üyesi parlamenterlerden kullandığınız kimseler varmıydı?" diye sordu. Sanık Ersöz bu soruya, "Kullanmak demeyelim, çünkü kırıcı olabilir. İstifade ettiğimiz, görüşülen parlamenterler vardı. Hem de bir iki grup içinde değil." diye cevap verdi.

"İSTİFADE ETTİĞİMİZ" AK PARTİLİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VARDI

Ersöz, avukatı Dizdar'ın, "Peki Adalet ve Kalkınma Partisi içinde bu kişilerden var mıydı?" şeklindeki sorusuna da "Vardır. Hem de Genel Başkan yardımcısı olan bir parlamenterdi." şeklinde karşılık verdi. Sanık Ensöz, bu istihbarat kaynağı olan Genel Başkan Yardımcısı tarafından kendisine devletin en üst kademelerinden bir makam önerildiğini ancak kabul etmediğini belirterek, "Zaten kabul etseydim şimdi burada olmazdım." diye konuştu.

Avukat Dizdar'ın sorusu üzerine Jandarma Genel Komutanlığı'nda personelin okuyacağı gazetelerin çeşitleri konusunda bir kısıtlama yapmadıklarını belirterek, "Her gazete alınır ve tek tek kontrol edilerek gerek görülenler hakkında suç duyurusunda bulunulurdu." dedi.

Avukatı Dizdar'ın peşi sıra sorularına sanık Ersöz, deneyilmi bir istihbaratçı olarak yargılandıkları davada darbenin D'sinin bulunmadığını, dava dosyasında darbe temellerinin bulunmadığını, sivil bir darbe olduğunu, hedefin de kendileri olduğunu söyledi. Ersöz, darbe düşüncesinin bile kanunsuzluk olduğunu belirten Ersöz, "Türkiye'de dikte ettirilmeye çalışılan bir senaryo vardır. Bunun arkasında da ABD ile AB vardır." iddiasında bulundu.

Avukat Dizdar'ın sorularını tamamlamasının ardından duruşma 13 Ağustos 2010 tarihine ertelendi.

12 Ağustos 2010
habertaraf

''Takunyalı Führer''e soruşturma



Silivri Cezaevi’nde kaleme aldığı Takunyalı Führer adlı kitabı ile liste başı olan Ergenekon tutuklusu yazar Ergun Poyraz’a cezaevi yönetimi disiplin soruşturması başlattı. Soruşturmaya gerekçe olarak kitabın, cezaevi idaresinin bilgisi dışında yazılması gösterilerek, Poyraz’dan savunması istendi.

Toygun Atilla'nın haberi

Ergun Poyraz’ın avukatı Hasan Gürbüz soruşturma ile ilgili olarak, “Müvekkilim daha önce yazdığı kitaplar nedeniyle 3 yıldır cezaevinde tutuklu. Şimdi yeni bir kitap yazdığı için tekrar baskı altına alınıyor. Kalemini elinden alınmak istiyorlar” dedi. Takunyalı Führer, Poyraz’ın cezaevinde yazdığı 2’nci kitap. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hayatını ve 7 yıllık Ak Parti iktidarını anlatıyor. Kapağında, Başbakan Erdoğan’ı kolunda gamalı haç, üzerinde Nazi üniforması ve yüzünde Hitler bıyığı ile resmeden kitap, 10 gün önce çıktı. Şimdiden 4’üncü baskısını yaparak, 40 bin satış rakamına ulaştı. Silivri Cezaevi yönetimi 9 Ağustos’ta Poyraz hakkında disiplin soruşturması başlattı.

Mevzuatta yok

Savunması istenen Poyraz, cezaevi disiplin mevzuatında kitap yazma ile ilgili bir madde bulunmadığını belirterek, “Demokratik olduğunu iddia eden ülkelerde, mevzuatta yasaklanmamış ve kısıtlanmamış bir fiile, disiplin suçunun tatbikinin mümkün olamayacağı kuşkusuzdur. O halde halen tutuklu olan ve anayasamız ile evrensel ceza hukuku prensipleri çerçevesinde yargılama sonuna kadar masum olan bir yazarın, cezaevinde kitap notları oluşturarak avukatına vermek suretiyle yayınlatılmasını yaptırıma bağlamak veya böyle bir hali fiilen engellemeye teşebbüs, insan haklarının, evrensel ceza hukuku prensiplerinin ve anayasal ilkelerin en ağır surette ihlali anlamına gelecektir” dedi. Poyraz savunmasında Amerikalı İmam adlı kitabını da cezaevinde yazdığını hatırlatarak, “Gerek Amerika’daki İmam adlı kitabım, gerekse diğer sözde Ergenekon davası sanıklarınca yazılan onlarca kitap hakkında cezaevi idareleri tarafından herhangi bir soruşturma başlatılmamıştır. Başbakan’ın siyasi faaliyetlerini eleştirel bir üslupla anlatan kitap notları hakkında farklı bir uygulamaya gidilmesi ise Anayasa’nın 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır” dedi.

Hürriyet

ERGENEKON SAVCILARINA HAKSIZLIK YAPILIYOR
Barış Terkoğlu
12.08.2010

Ergenekon Savcıları iddianamede bulunan ve özel hayatı içeren belgeler nedeniyle çok eleştiriliyor. Savcıların özel hayata özen göstermedikleri eleştirisi davayı savunanlar tarafından bile artık dile getiriliyor.

Bunun savcılara yapılan bir haksızlık olduğunu başından söyleyelim. Türkiye’nin iyi eğitim veren hukuk fakültelerinde eğitim görmüş, her biri birbirinden değerli savcıların özel hayatı içeren bir konuşma ile suç teşkil eden bir belgeyi ayırt edemediğini ve herkesin özel hayatını deşifre ettiğini söylemek haksız bir eleştiri olur.

Neden mi?

Öyleyse size Ergenekon Davası’ndan bu güne kadar duymadığınız bir özel hayat hikayesini anlatalım.

EMANETTEKİ BELGELER

İkinci Ergenekon Davası iddianamesinin eklerini karıştırdığınızda, 125. klasör sayfa 97–100 arasında bulunan belgelerin yerlerinde bulunmadığını görüyorsunuz. Tutuklu sanıklardan Emcet Olcaytu’da yapılan aramalarda bulunan bu belgeler “kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedildiği” gerekçesi ile iddianame eklerinden çıkarılarak, emanete alınmış. Böylece kamuoyunda belgenin yayınlanması ile özel hayata yapılacak tecavüzlerin önüne geçilmiş.

Emanete alınan belgelerin de birer tutanağının ve altında imzaların olması gerektiğini biliyoruz. Ancak bu belgeler için tutulan tutanaklara imza atılmamış. Bu davanın hukuka getirdiği pek çok yenilik var. İmzasız tutanakların hukukta bir yenilik olduğunu kabul ederek devam edelim.

EMNİYETTE CEMAAT YAPILANMASI

Emcet Olcaytu’nun hukuka aykırı olarak kaydettiği kişisel veriler nedir, diye merak edip bu belgelerin peşine düşerseniz ilginç bir sonuçla karşılaşıyorsunuz.

Toplam üç sayfadan oluşan belgelerin ilk sayfası, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şubesi Eski Müdürü Adil Serdar Saçan’ın hazırladığı bir rapor. Rapor, İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi’nde Fethullah Gülen cemaati yapılanmasını konu alıyor. Saçan’ın iddiasına göre cemaat, Emniyet İstihbarat Dairesi’nin resmi araçlarıyla bağış topluyor.

“Bu belgenin özel hayat ile ne ilgisi var” diye sorabilirsiniz. Ya da burada korunan “özel hayat” kimin özel hayatı diye merak da edebilirsiniz. Savcıların görüşüne göre bu belge, Fethullah Gülen’in özel hayatını hukuka aykırı bir şekilde kayıt altına aldığı gerekçesi ile iddianame eklerinden çıkarılarak imzasız bir tutanakla rafa kaldırılmış

Dikkat çekici bir ayrıntı daha var...

Bu belgenin hedefindeki İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi, yaklaşık 3 yıldır Ergenekon Operasyonu’nu yürüten şube. Yani soruşturmayı yürüten şubede Fethullah Gülen yanlısı bir örgütlenme olduğu iddiası, emniyetin en tepesindeki isimlerden biri tarafından dile getiriliyor, hatta belgeye dökülüyor. Ancak bu belge “özel hayatın gizliliği” nedeniyle kendisine ancak “emanet” bölümünde yer bulabiliyor.

CEMAATİN İMAM ÖRGÜTLENMESİ

Diğer iki sayfada ilginç bir tesadüf ile karşılaşıyoruz.

“Özel hayatı hukuka aykırı olarak kaydettiği” gerekçesi ile iddianameden çıkarılan bu belge de Fethullah Gülen ile ilgili. Gülen cemaatinin “imam örgütlenmesinin teşkilat şeması”nı içeriyor. Bunun da “özel hayat ile ne ilgisi var” diye sorabilir “kimin özel hayatı korunuyor” diye merak edebilirsiniz.

Elbette iddianameye konmayan bu belgeden anlaşıldığı kadarıyla Fethullah Gülen’in özel hayatına duyulan saygı nedeniyle cemaatin örgütlenme şeması kendisine iddianamede yer bulamamış.

SORUŞTURMA AÇILAMAZ MIYDI

Savcılar kendi görev alanlarına giren bu belgeleri ihbar kabul ederek bir soruşturma başlatabilir miydi? Böylece devlet içinde örgütlenen cemaatlerle askerler değil cumhuriyet savcıları mücadele eder diyebilirler miydi? Bu şekilde “bir süredir yaşanan soruşturmalarla belli bir kesim mi hedef alınıyor” endişesini toplumun kafasından silmiş olurlar mıydı?

Neyse bu soruların cevapları yazımızın konusu değil…

Ancak tekrar başa dönersek, Ergenekon Davası Savcıları’na yapılan “herkesin özel hayatını deşifre diyorlar, özel hayata ilişkin belgeleri okumadan iddianameye koyuyorlar” eleştirisi görüldüğü gibi savcılara yapılan büyük bir haksızlık. Bilakis yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi herkesin “özel hayatı” deşifre edilmiyor.

Odatv.com

Ecevit'in Sağlık Raporu Adli Tıp'ta

16 Ağustos 2010
Rahşan Ecevit'in İstanbul 13. Ağır Ceza’ya sunduğu Bülent Ecevit’in sağlık raporu, Ergenekon dava dosyasına girdi ve tıbbi suikast incelemesi başlatıldı.
Ergenekon davasına bakan Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkent Üniversitesi Hastanesi ve Başbakanlık’tan istediği, ancak “yok” denerek gönderilmeyen merhum Başbakan Ecevit’e ait sağlık raporu, eşi Rahşan Ecevit tarafından mahkemeye ulaştırıldı. Mahkeme, raporu Adli Tıp’a göndererek Ecevit’e uygulanan tedavinin doğru olup olmadığının araştırılmasını istedi. Adli Tıp, iddiaları doğrulayan bir rapor verirse, Başbakan Ecevit’e suikast planına yönelik soruşturma açılacak.

İMDADA RAHŞAN ECEVİT YETİŞTİ

Mahkeme, ilk önce Başkent Üniversitesi Hastanesi’ne yazı yazarak, 57. Hükümetin Başbakanı merhum Bülent Ecevit’e ait sağlık raporlarını istedi. Hastane, tüm raporların Başbakanlığa gönderildiğini bildirdi. Bunun üzerine mahkeme, Başbakanlık’tan söz konusu raporları istedi. Ancak, Başbakanlık’tan da olumlu bir cevap alınamadı. Ecevit’e o dönem uygulanan tedavinin doğru olup olmadığını ve tedavide şaibeli bir durum olduğu iddiasını mercek altına alan mahkeme, bu iki kurumdan umduğunu bulamayınca Rahşan Ecevit’e yazı yazılmasına karar verdi.

11 SAYFALIK RAPOR

Rahşan Ecevit’in mahkemeye gönderdiği 11 sayfalık 26.06.2002 tarihli rapor, o dönem hastanenin Başhekimi olan Prof. Dr. Rengin Erdal, Prof. Dr. Turgut Zileli, Prof. Dr. Atılay Taşdelen, Prof. Dr. Haldun Müderrisoğlu, Prof. Dr. Ahmet Hatipoğlu ve Doç. Dr. Füsun Eyüboğlu’nun imzasını taşıyor. Mahkeme bu raporu Adli Tıp Kurumu’na göndererek, Ecevit’in tedavisinin doğru yapılıp yapılmadığının incelenmesini istedi.

GünDE 23 AYRI HAP İÇİRİLDİ

Rahşan Ecevit tarafından mahkemeye gönderilen rapordaki “Sayın Bülent Ecevit’e uygulanması gereken tedavi” başlıklı bölümdeki 15 madde şöyle:

1- Mestinon tablet 60 mg. günde 5 adet

2- Madopar tablet 125 mg, günde 5 adet

3- Madopar HbS tablet 125 mg, günde bir adet gece alınmak üzere

4- Plavix draje 75 mg, günde 1 adet

5- Coumadin tablet, 5 mg

6- Omeprol tablet 20 mg, günde 2 adet

7- Cal-D-Vita tablet, günde 2 adet

8- Mentopin effervesan tablet, 600 mg günde 1 adet

9- Duphalac süspansiyon, gerektiğinde

10- Frebini süspansiyon 200 ml, günde en az 5 kutu

11- Fosamax tablet 70 mg, haftada bir gün ve sabah kahvaltıdan yarım saat önce bol su ile içilecek

12- Prednol tablet 4 mg, gün aşırı iki tablet, sabahları alınacak

13- Cafetin 250 mg tablet 2x1 (beş gün süreyle)

14- Günde üç kez 90 dakikalık seanslar halinde her iki bacağa intermittan pnömotik kompresyon

15- Günde 2 kez onar dakika Rivanol solüsyonu ile hazırlanan ayak banyosu
aktifhaber

'102 Subay Serbest Beni De Bırakın'

16 Ağustos 2010
Ergenekon davasının tutuklu sanığı eski Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek, 102 askerin serbest bırakılmasından sonra kendisinin de serbest bırakılmasını istedi.
İkinci Ergenekon Davası'nın tutuklu sanığı eski Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek, 102 asker serbest bırakıldıktan sonra diğer tutuklu sanıkların da serbest bırakılması gerektiğini savunarak, ''Bu senaryoyu heyetiniz bitirecek. Askerler yapmayacak, komutanlar yapmayacak 72 yaşındaki Mustafa Özbek rejim değiştirecek'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde görülen davanın öğleden sonraki bölümü, davanın tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün avukatı Ali Rıza Dizdar'ın iddianamenin ek delil klasörlerini tek tek değerlendirmesiyle devam etti.

Söylentilerin iddianamenin konusu olamayacağını belirten Dizdar, ''Levent Ersöz'ün toplantılara katılarak üst düzey yönetici olduğu söyleniyor'' dedi. Dizdar, bir sürü insanın tutuklu olarak cezaevinde bulunduğunu ifade ederek, ''Ben 248 klasörü tek tek okudum. Diğer dosyaları da okuyorum. Bu şekilde iddianame ve eklerle insanların yargılanmasına söyleyecek sözüm yok. İddianamenin yanlışlığı veya doğruluğu, mahkeme safhasında belli olacaktır'' diye konuştu.

-TUTUKLU SANIK CENGİZ KÖYLÜ-

Davanın tutuklu sanıklarından Albay Cengiz Köylü de 20 aydır bir iftiraya dayalı olarak tutuklu olduğunu savundu.

Bir iftiracının iddiaları araştırılmadan, MİT'in hazırladığı 5 sayfalık bilgi notundan başka hakkında bir bilgi de olmamasına rağmen tutuklu bulunduğunu söyleyen Köylü, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu bilgi notunu tarafsız bir gözle okuyun. Devletin güvenliğinden sorumlu MİT'in nasıl işin aslını araştırmadan böyle bir bilgi notunu göndermiş olduğunu anlamış değilim. Bu bilgi notu hazırlanalı 4 sene oldu. Geçmişim sicil belgelerinde kayıtlı. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki başarılı subaylardan biriyim. Ben içeri alındıktan sonra iddia makamı MİT Müsteşarlığına yazı yazıyor ve cevap geliyor. Bu yazı benim iddianameme eklenmeden, birinci iddianameye ekleniyor. MİT'ten sorduğum sorulara cevap geldi. MİT, kendi yaptığı araştırma sonucunda benimle ilgili bir bilgiye ulaşmadığı yönünde cevap verdi. Bu raporun, bir merkez tarafından hazırlandığı ve bir komplo olduğu açık.''

Dava kapsamındaki hiçbir sanığı tanımadığını, yıllardır Harp Akademilerinde ders verdiği için Erol Manisalı ile telefon görüşmesinin olduğunu anlatan Köylü, ''Faaliyetlerin yapıldığı iddia edilen tarihte ben ailemle birlikte ABD'de görevdeydim. Benim başarım ortada, ne işim var örgütle. İddia edildiği gibi Alevi değilim. Hayatımda hiç bir İşçi Partili ile tanışmadım'' diye konuştu.

Askeri savcılığın 1,5 yıl önce hazırladığı raporun Genelkurmay Başkanlığına sunulduğunu, 200 kişinin ifadelerinin alındığını, MİT Müsteşarı ile toplantılar yapıldığını ifade eden Köylü, ''MİT Müsteşarı (Cengiz Köylü'nün Ergenekon suçundan tutuklanmasına çok üzüldüm) diyor'' şeklinde konuştu.

-MUSTAFA DÖNMEZ-

Tutuklu sanık Mustafa Dönmez ise Sapanca'da yapılan aramaların kendisi evde yokken ve komşularına dahi haber verilmeden gerçekleştirildiğini söyledi.

Aramalarda aile yadigarı 4 binin üzerinde kitabına ve notlarına el konulduğunu ifade eden Dönmez, kültür hazinesi olan eserlerin ve notların iddianameye konulduğunu ancak tutanağa işlenmediğini belirtti.

Dönmez, sözlerine şöyle devam etti:

''Başbakana, AK Parti Milletvekili İhsan Arslan'ın Sapanca'daki evinde suikast yapacağım iddia edilmektedir. İhsan Arslan'ı sevmemem, kendi yayımladığı kitabından dolayıdır. Bunun dışında kendisiyle bir husumetimiz yoktur. Başbakana ayrıca Ankara'daki evinde suikast yapacağım da söyleniyor. Başbakanın evi ve çevresinde şahsıma ait hatlardan görüşme yapıp yapmadığımın İletişim Daire Başkanlığına sorulmasını talep ediyorum.''

Polis teşkilatı içinde bir yapılanmanın olduğunu ve sürekli yalan ürettiğini iddia eden Dönmez, ''Mühimmatlar konusunda yalanı yalanla kapatmaya çalışıyorlar. Suç işliyorlar'' dedi.

-''AVUKATLAR KUSURA BAKMASIN, LAFI ALAN KONUŞUYOR''

Eski Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek de 20 aydır tutuklu bulunduğunu, henüz savunmasını dahi yapamadığını, 10 aydır mahkemeye gelip gittiğini söyledi.

20 ay boyunca hiç savunma yapmadan içeride yatmanın hiç bir hukukta yer almadığını ifade eden Özbek, şunları dile getirdi:

''İnanın işkence altındayız. Ne örgütü? Ne örgüt üyeliği? Sendika, örgüte finansör olmuş. Olmayan örgütün neyini destekleyeceğim ben. Benim tek suçum konuşmak. Sendikacı konuşur.

Sendikanın 172 tapusu benim üzerimdeymiş gibi gösterdiler. Ben de haliyle konuştum. Benim evimde bir şey çıkmadı. Cezaevine 70 yaşımda girdim, 72 yaşımdayım şimdi. 6 çocuğum, 19 torunum, 3 tane de torunumun çocuğu var. Onları göremedim. Bu işkenceye son verin.''

Mahkemedeki talep bölümünden sıkıldığını, mahkeme heyetinin bir kere talep almasını ve 2 haftada bir değerlendirmesini istediğini belirten Özbek, ''20 aydır savunma yapamadık. Burası talep meydanına döndü. Avukatlar kusura bakmasın lafı alan konuşuyor, eziyet çeken biziz ama nutuğu başkası atıyor. Tutuklandık, niye tutuklandığımız belli değil. 102 asker bırakıldıktan sonra biz miyiz terör örgütü? Bu nasıl iştir. 102 asker serbest bırakıldıktan sonra bizi de serbest bırakmanız lazım. Bu senaryoyu heyetiniz bitirecek. Askerler yapmayacak, komutanlar yapmayacak 72 yaşındaki Mustafa Özbek rejim değiştirecek'' diye konuştu. aktifhaber


Elde Var 1 Mr. Smith; Sıra Mrs. Smith'lerde
Açık İstihbarat
17.08.2010

(Açık İstihbarat : Sorun Faruk Demir'in CIA ajanı olduğu iddiasının ortaya atıldığı noktada değil, Faruk Demir'i 28 Şubat süreci dahil bir çok kritik noktada değerlendirenlerin de "CIA ile işbirliği" yapmak suçlaması ile karşı karşıya kaldıkları noktada başlayacak.

Bu arada bu kadar vatan haininin itibarlı adam muamelesi gördüğü bir ortamda kafası karışmış olabileceklere hatırlatalım ; CIA ajanı olmak da , CIA ile işbirliği yapmak da ciddi suçtur. Duydunuz mu güzeller? )


*********************************************************
Yeniçağ'dan Salim Yavaşoğlu'nun Haberi


Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesinde görülen birleşik Ümraniye davasında ortaya atılan sözde darbe planlarının, çeşitli kurumlara CIA tarafından servis edildiği iddia edildi.

İkinci Ümraniye davasının 72. duruşması ilginç diyaloglara sahne oldu. Davanın tutuklu sanık Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu’nun,

“Jandarma İstihbarat Başkanı olduğunuz dönemde darbe planlarını size getiren Faruk Demir’in CIA ajanı olduğunu belirlemişsiniz. Hakkında ne gibi işlem yaptınız?”

şeklindeki sorusuna,

“Faruk Demir’in CIA ajanı olduğu, ben emekli olduktan sonra ilişkileri değerlendirilerek belirlendi. Ben görevde olduğum zaman ortaya çıksaydı, gereğini yapardım”

cevabını verdi.

TSK’yı şikayet etmişler

Çapraz sorguda Üye Hakim Hasan Hüseyin Özese’nin, Faruk Demir’in ilişkileri ile ilgili bir sorusu üzerine Ersöz,

“Gazeteci Nuray Başaran kanalıyla Emniyet, MİT ve Genelkurmay Başkanlığı ile bağlantıları vardı”

dedi. Bu kez araya giren Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın da,

“Bu belgeler nereye verilmiş? Faruk Demir, belgeleri misyondan mı, dernekten mi almış?”

sorusunu yöneltti. Levent Ersöz de

“Yabancı misyon şefliğinden aldığını, buranın da Amerikan Büyükelçiliği olduğunu söyledi. TSK, Amerikan Büyükelçiliği’ne şikayet edilmiştir”

şeklinde konuştu.

İfadesi alınamadı

Ersöz, darbe planlarıyla ilgili şunları söyledi:

“Nuray Başaran tarafından tanıştırılan Faruk Demir, temmuz ayı içerisinde 4 sayfalık power point sunu fotokopileri getirdi ve bunların bizim tarafımızdan hazırlandığı söylentileri olduğunu söyledi.

Nereden ele geçirdiğini sorduğumda da, HAKDER isimli derneğin genel sekreterliğince yabancı bir misyon şefliğine gönderilerek TSK’nın şikayet edildiğini, kendisine de öyle ulaştığını ifade etti. Ben bu sayfaları komuta katına arz ettim. Sorgumda belirtmeme rağmen bu şahsın ifadesinin niçin alınmadığını takdirlerinize sunuyorum. Emekli Tuğgeneral Ali Esener tanıktır. Her ikisinin de tanık olarak dinlenmesini istiyorum.”

Asılları yoksa yargılama olmaz

İkinci Ümraniye davasının 74.duruşması dün yapıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nde oluşturulan salonda görülen davada savunmasını yapan Levent Ersöz’ün avukatı Ali Rıza Dizdar, 2. iddianamenin ek delil klasörlerini tek tek inceleyerek değerlendirdi.

Dizdar,

“İddianame dediğimiz zaman iddia, iddia gibi olacak. Bir şeyi düşünmeyi, silahlı bir eylem olarak mı algılıyorsunuz?

Biz ottan bir toplum yaratmadık ki. Herkes konuşacak. 116’ncı dosyada kafam çok karıştı. Size hiç kimse baskı yapamaz. Ben bunu bilirim, düşünürüm. Ama bu dosyayı okuyunca kafam karıştı. Hakimler taraf olamaz mı?

Olurlar ama hukukun tarafında olurlar. Taraf olurken yetki sınırlarını aşarlarsa, buna gölge düşürürler”

dedi.

Gizli tanıkları eleştirdi

Ali Rıza Dizdar,

“Sarıkız’, ‘Yakamoz’, ‘Eldiven’, ‘Ayışığı’ gibi darbe planlarının asılları iddianamede yer almamaktadır.

Asılları yoksa suret ile karar veremezsiniz. Asılları varsa vardır, yoksa delil olarak kullanamazsınız, yargılama yapamazsınız”

dedi.

Klasörlerde yer alan gizli tanıkların hiçbirinin devlet sırrı mahiyetinde bilgilerle donatılmadığını savunan Dizdar,

“Eğer donatılmış olsalardı, savcıların ifade alması hukuken mümkün değildi. Çünkü zabıt katibi olmayacak, kimse olmayacaktı. Savcı ifadeleri aldı. 47. madde ‘bir suç olgusuna ilişkin bilgiler’den bahsediyor.
Sayın savcılar, bu tanıklardan hangisi, hangi darbe bilgisini verdi bu dosyaya? Hangi gizli tanık, hangi suç ilişkisine dair bir bilgi verdi? Savcılar, sürekli Yüksel Dilsiz ile ilgili sorular sordu. ‘Nasıl plan yaptınız, nerede toplandınız’ diye sormadılar”

şeklinde konuştu.

Operasyon Ergenekon'a Uzandı
21 Ağustos 2010
5 ilde yapılan ve şu ana kadar 88 subayın müşteki-mağdur sıfatıyla ifadesinin alındığı fuhuş operasyonu, Ergenekon’a uzandı.

Özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda şebekenin çok gizli belgelere ulaştığı tespit edilmiş ve fuhuşta kullanılan kadınların yabancı uyruklu olmaları nedeni ile konu MİT’e de bildirilmişti.

AMİRALLERE SUİKAST ŞÜPHELİSİ

Soruşturma kapsamında ifadesi alınan ve evinde arama yapılan bir teğmenin ev arkadaşının Amirallere Suikast planıyla ilgili gözaltına alındığı ortaya çıktı. Çete tarafından fuhuş için kullanılan bazı kadınların isimlerinin yer aldığı listede daha önce fuhuş yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla Ergenekon kapsamında gözaltına alınan 4 kadın sivil memurdan birinin ismi çıktı. Bu kadın hakkında Genelkurmay da bilgi sızdırma soruşturması açmış.

Star

“ALPARSLAN DİNİ BÜTÜN BİRİSİYDİ"
27 Ağustos 2010

Birinci Ergenekon davasında 155. duruşmasında Danıştay saldırısı tetikçisi Alparslan Arslan’ın ev arkadaşı avukat Teoman Ekşioğlu tanık olarak dinlendi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada Ekşioğlu, Alparslan Arslan, Fethullah Kaya ve Orhan Kadı ile 4 yıl birlikte aynı evde kaldıklarını belirterek, okulda ülkücü grup olarak arkadaşlık yaptıklarını, başörtüsü konusu da dahil birçok ülke meselesi hakkında oturup sohbet ettiklerini ifade etti.

Ekşioğlu, bu sohbetlerde hararetli tartışmalar olduğunu belirterek, “Kuzey Irak‘ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi olayı yaşandı. Alparslan buna sert çıkarak intikamının alınması gerektiğini söyledi.

Ancak bunun devlet tarafından olması gerektiğini ifade etti. Kendisi de bir ara Çeçenistan‘a gitmek istediğini söyledi" dedi.

“ALPARSLAN DİNİ BÜTÜN BİRİSİYDİ"

Alparslan Arslan‘ın önceden de dini bütün bir kişiliğe sahip olduğunu belirten Ekşioğlu, ‘Ancak 5 vakit namaz kılmazdı. Son zamanlarda namaza da başlamıştı‘ dedi.

Savcı Pekgüzel, ‘Süleyman Esen‘in, Alparslan Arslan‘ın üzerinde bir yaptırım gücü var mıydı?‘ diye sordu. Bunun üzerine Ekşioğlu, ‘Alparslan Arslan okul döneminde ülkücü camiada reis yani sağ görüşlü grupta ağabey veya lider olarak bilinirdi. Olsa olsa Alparslan‘ın Süleyman üzerinde bir yaptırımı olabilir‘ diye konuştu.

“DÜŞMANLARI TANIMAK İÇİN OLABİLİR"

Alparslan Arslan‘ın evinde 6 adet Aydınlık dergisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ağu 28, 2010 2:06 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Ağu 20, 2010 10:59 pm    Mesaj konusu: Hanefi Avcı'dan çok vahim iddialar Alıntıyla Cevap Gönder

Hanefi Avcı'dan çok vahim iddialar
20 Ağustos 2010

Bir dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Eskişehir İl Emniyet Müdürü olan Hanefi Avcı’dan tartışma yaratacak iddialar...

Emniyet teşkilatında teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinen Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Fethullah Gülen cemaatinin başta emniyet ve yargı olmak üzere devlet kurumları içindeki yapılanmasıyla ilgili kitap yazdı...

Avcı, piyasaya yeni çıkan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabında “Aslında herkes biliyor ama kimse dillendirmiyor. Ben açıkça ifade ediyorum ki, son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir” diyor...

“Büyük illerin emniyet müdürleri ve valileri bilsinler ki, emirlerindeki polislerin bir kısmı kendilerini değil, cemaatin imamını amir olarak kabul ediyor” iddiasını dile getiriyor, ancak somut kanıt ve belgelere değil ‘tecrübelerine ve duyumlarına’ dayanıyor...

Bir dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Eskişehir İl Emniyet Müdürü olan Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitabının ilgi çekici bölümleri özetle şöyle:

DANIŞTAY OLAYI...



O gün Alpaslan Arslan’ın telefonlarını hızla inceleyen Ankara polisi, ilk bakışta görüştüğü kişiler arasında Muzaffer Tekin’i görünce hemen olayın failinin Ergenekon örgütü olduğunu açıkladı. Aslında olayın çok iyi tahlil edilmesi ve araştırılması gerekiyordu ama bunun için zaman yoktu... Polisin istihbarat birimlerindeki Ergenekon’u ortaya çıkarma çabasına, tüm büyük ve vahim olayları Ergenekon’a bağlama şeklindeki cemaatten gelme anlayış eklenince bir anda Danıştay olayı ciddi hiçbir delile dayanmadan Ergenekon’a bağlandı... İstanbul polisi failin arkasında Şeyh Salih Kurter olduğunu ileri sürünce Ankara artık gerçeği bulmak yerine, olayın Ergenekon’la bağlantısını kurmak için herşeyi ve her yöntemi denemeye başladı. Her şeyi çarpıtarak kullanmak normal kabul edilir hale geldi.

İddialarımın ispatı için istihbari dinleme kayıtlarına bakılması yeterli olacaktır. Muzaffer Tekin başta olmak üzere Alparslan Aslan ile irtibatlı olduğu iddia edileren herkesin Danıştay olayından en az bir yıl önce dinlendiği ortaya çıkacaktır. Bu dinleme kayıtları ortaya konulursa, bu kişilerin olaydaki rolleri net olarak anlaşılır. Benim aldığım bilgiye göre, bu kişilerin konuşmalarında onların garip ilişkiler içerisinde olduğunu gösteren emareler vardı ama Danıştay olayı ile ilgili hiçbir şey yoktu.


ERGENEKON ...



Ergenekon davasında ortaya konan iki konu çok kesin ve net olarak yanlış ve mantıksızdır: PKK, Dev-Sol, Hizbullah gibi örgütleri Ergenekon’un yönettiği iddiası yanlıştır. Böyle birşeyin gerçek olamayacağını aklı ve mantığı olan herkese ben iki kere iki dört eder kesinliğinde ispatlayabilirim.

Danıştay saldırısı, Hrant Dink’in öldürülmesi, Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı gibi olayların görünen faillerinden başka Ergenekon veya benzeri gruplar tarafından yapılmış olacağına mevcut deliller ve olayların oluş biçimine bakarak kimse beni ve makul birini ikna edemez. Bu iddialar zorlamadır

BAYKAL KASETİ:
Baykal’ın gizli kamera görüntülerini içeren kaseti kim yaptı, niçin yaptı? İnternetteki görüntülere bakılırsa bu işi yapanlar ellerindeki görüntülerden en az incitici olacak bir klip hazırlamışlar. Sadece Baykal’ın mı böyle görüntüleri var? “Kim yaptı” sorusuna cevap ararsak: Bu olayın ilk benzeri Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e yönelik hazırlanmıştı, bugün bu olayı cemaatin yaptığından en ufak şüphem yok...

Korgeneral Metin Yavuz Yalçın’ın bir kadınla telefon konuşmalarının basına sızdırılması, Tümgeneral Levent Türkmen’in otelde bir kadınla uyuşturucu ihbarı iddiası ile basılması ve istifası, İzmir’de bir Albay’ın, eşinin kendisini aldattığı iddiaları ile fotoğrafların basına sızdırılması, Ergenekon v.b adlarla yapılan tahkikatlarda bulunan özel hayata ait bilgiler, hakim ve savcılar hakkında uygunsuz görüntü iddialarının yayılması ve daha pek çok benzer olay aslında hep aynı adresi göstermektedir. Bu işleri yapabilecek yegane grubun cemaatin Emniyet İstihbarat birimi içerisindeki unsurları olduğu ortaya çıkar. Bu işi profesyonelce yapabilecek tek grup cemaattir.


ERZİNCAN OLAYI...
(Hanefi Avcı, 13 sayfa Erzincan’daki cemaat soruşturmasını tüm detaylarıyla anlattıktan sonra şu sonuca varıyor:)... Hükümet ve cemaati dehşet senaryoları ile ürkütüp Savcı İlhan Cihaner ve 3.Ordu Komutanı Saldıray Berk’e karşı yöneltilen ve hakka hukuka uymayan tahkikatlar hükümet, cemaat ve polis açısından bakıldığında doğruydu. Maddi deliller gerçek bir irtica eylem planına işaret ediyordu. Varlığına yüzde yüz inanılıyor, gizli tanıklarla ve doğruluğu tartışmalı delillerle iddialar güçlendiriliyordu. İnandırıcı gözüken bu delillerin iyi bakıldığında göründüğü gibi olmadığı anlaşılacaktır. Bu davadaki gariplikler bir kitapa sığmayacak kadar karışık ve kapsamlıdır.

REKTÖR VE BÜYÜKANIT...
Türkiye’de adli işlemlerdeki ilk anormallik Van Rektörü Yücel Aşkın hakkındaki dava ve Şemdinli İddianamesi ile başladı. Ama o gün farkedilmedi, temiz bir savcının yaptığı aşırılıklar gibi gözüktü. Aldığım bilgiler ve değerlendirmeler ışığında bugün anlıyorum ki olay sıradan bir savcının işi değildi. Cemaatin adli sistemi kullandığı ilk operasyondu.

BALYOZ...
Şu açık olarak görülmektedir ki ordu başta olmak üzere her kurum bünyesindeki gizli oluşumlar içinde cemaatin casusları var. Bu casuslar buralarda edindikleri her bilgiyi ve dökümanı taşıyorlar.. Bu belgelerin kullanılmasını hukuki hale getirmek için cemaat elemanları tarafından bir yerlere konulup aramalarda bulunduğu süsü verildiğine dair ciddi emareler var. Kimi zaman da amaca yönelik belge üretiliyor. Bazen ele geçen belgeleri yanlış yorumluyorlar, cami bombalama timi gibi saçma konularda uydurma belgeler ortaya çıkıyor...

CEMAAT OPERASYONU: ...
Hedef seçilen kişilerin önce telefon detayları analiz edilecek, gizli ve özel görüştüğü kişiler belirlenecek, gerekiyorsa eşleri, çocukları veya yakınlarının telefon görüşmeleri aynı şekilde analiz edilecek, özel ilişkileri belirlenecek. Daha sonra başka isimlerle veya IMEI numarası üzerinden dinleme yapılacak, buluşmaları v.s varsa fotoğraflanıp videoya alınacak, ardından elde edilen bu sesler veya fotoğraflar internet sitelerinde profesyonelce yayınlatılacak. Maalesef bütün internet sitelerinde yayınlanan sesler ve fotoğraflar, aynı grup tarafından yöntemler kullanılarak hazırlanmıştır.. Eğer hedef seçilen kişiler çok özel üst düzeyde yetkili kişiler ise o zaman çok daha özel devletin istihbarat amacıyla aldığı alet ve sistemler kullanılacaktır. Bu yapılanların sınırının ne olduğunu tahmin bile etmek zordur.

ARAMA YAPILSA ...
Cemaatin İstihbarat Dairesi’ndeki teknik personelinin bir süre önce yurtdışına giderek gizli ses ve görüntü kayıt eden çok miktarda saat, kalem görünümündeki teknik cihazlar aldığı, küçük dinleme sistemleri alıp askeri ve belli kurumlardaki adamlarına verdiği, bu yöntemle her yerde ortam dinlemesi, gizli kayıtlar yaparak bilgi toplandığını duymuştum. Bugün sık sık kaynağı belirsiz şekilde internete düşen bu ses ve görüntülerin kaynağı çoğunlukla bu tür bilgilerdir. İstihbarat Daire Başkanlığı’nda arama yapılsa, cemaatin kendine ait özel dinleme ve izleme aletleri bulunacağından hiç tereddütüm yoktur.

Cemaat haricindeki herkes bu görüntüleri internete yayarken iz bırakır ve yakalanır, bir tek onlar bu sistemin başında olduklarından iz bırakmadan bilgileri yayabilirler.

İTTİHAT TERAKKİ...
Osmanlı’nın yıkılışı İttihat ve Terakki ile Jön Türk hareketinin, devlet kurumları ve ordu içerisinde örgüt kurması, ordunun ve devletin sistemini bozmasına bağlanır. Bugün cemaatin yaptığının bundan farkı yoktur. Polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir hiyerarşik örgütlenme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini bozarak çalışmalarını engelliyorlar. Üstüne üstük bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaralıyorlar.
İşler nasıl yürüyor? Genelde her kurumun imamı işleri yürütüyor. Emniyet, ordu, MİT, basın, yargı, maliye gibi tüm buyuk kurumlardan sorumlu olan bir imam var. Her imamın altında o kurumun her biriminde sorumlular mevcut. Tüm illerde örgütlüler.

‘Hayatım zehir zindan olacak’

Öğrenciliği sırasında beş vakit namaz kıldığını, başka öğrencilerle kaldığı bir evde Fethullah Gülen’le de karşılaştığını anlatan Hanefi Avcı, bu kitabı neden yazdığını şöyle anlatıyor: Genel kanaat bürokratların emekli olunca yazmaları gerektiği yönündedir. Herşeyin bayatı tatsız olduğu gibi bilginin bayatı bir işe yaramayacağı, zamanında yapılmayan uyarıların anlamını yitireceği için kitabı bir an önce yazmaya karar verdim...
Bunun bedelinin ne demek olduğunu biliyorum. Kimsenin anlamayacağı kadar ağır olacağının, hayatımın zorlaşacağının, cehennemin bu dünyada tattırılmaya kalkılacağının farkındayım. Bu daha önce bilinenlere benzemeyecek, onu da biliyorum. Fakat bedeli ne olursa olsun buna karşı çıkacağım, iki yüzlü olmayacağım, yanlışı kim yapıyorsa yapsın yanlıştır anlayışıyla bu yapılanların karşısında duracağım...

Son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum: Herhangi bir tahkikat yapılabileceğine inanmıyorum ama cemaatin yönetici imamları hakkındaki gizli bilgileri Ankara ve İstanbul Başsavcılıkları ve bazı başka makamlara yazılı şikayet/ihbar dilekçesi olarak vereceğim... Tıpkı bu kitabı yazmaktaki amacımda olduğu gibi, dilekçe vermekte ısrar etmemin nedeni, ülkeme karşı sorumluluğumu yerine getirmiş olma duygusundan başka bir şey değildir...”



NELER YAPILMALI
Maalesef bu gruba karşı çıkmak çok kolay değil. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı, kişileri tehdit ve şantaj amaçlı kanunsuz olarak dinleyenler tespit edilmeli. Bugün tahminlerin üzerinde pervasızca insanlar dinleniyor ve bu dinlemeler tamaman cemaatin kontrolünde kullanılıyor.

DENETİM: Polis, Jandarma ve MİT’in vatandaşlara yönelik dinleme işlemleri mutlaka denetlenmelidir. Bir defaya mahsus denetim değil, sürekli denetim mekanizması kurulmalıdır.

HAKİM VE SAVCILAR: Özel yetkili mahkemelerin son 6-7 yılda atanan tüm hakim ve savcıları emsali hakim ve savcılarla değiştirilmelidir. Bu sağlanmadan cemaate muhalif olan hiç kimsenin özgürlüğü ve hayatı güvencede olamaz. Mevcut kadro ile adalet mümkün değil.

MÜFETTİŞLER: Adalet Bakanlığı’nda başta il savcılarını ve diğer savcı ve hakimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat yanlısı müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmalıdır.

HESAP SORULMALI: Cemaat adına yapılan, Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal’ın haklarındaki davaların, Savcı Cihaner ve arkadaşları hakkındaki tahkikatların yapılış biçimleri tarafsız savcılar tarafından tahkik edilmeli, bu olayda iftira eden polis, savcı ve hakimler yargılanmalı, kurdukları tuzakların, uydurulan delillerin hesabını vermeleri sağlanmalıdır.

BAĞLANTIYA DİKKAT: İstanbul, Ankara, Erzurum ve İzmir’deki bazı özel yetkili savcılar ile bu iller dışındaki bazı polis birimleri arasında illegal bir ilişkinin varlığı açıkca gözükmektedir.

DEVLET SAHİP ÇIKSIN: Cemaatin dört koldan başlattığı propaganda karşısında hedef olan hakim, savcı, polis müdürü, muvazzaf veya emekli askerlerin tek tek kendilerini koruma ve savunma imkanları yoktur. Devlet bu kişileri korumalı, kendilerini savunmaları için imkan vermelidir.

HANEFİ AVCI: HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR: DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT
Kitabın adı nerden geliyor?

Hanefi Avcı, kitabına koyduğu “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adının anlamını kitabında şöyle açıklıyor:

Simonlar... Onlara empoze edilmiş, beyinlerine işlenmiş örgüt gerçekleri uğruna savaşıyorlar, bu gerçekler uğruna ölümü göze alıyorlar, bunun dışındaki haksızlıklara ses çıkarmıyorlar... İtaat kültürünün hakim olduğu, grup menfaati için itaatin istendiği her yerde Simonlar var.
Haliç... Haliç bir zamanlar inanılmaz kötü kokuyordu. Midem bulanıyordu, Haliç’ten geçmek benim için ölümdü... Fakat Haliç’in etrafında yaşayanlara bakıyordum, onlar parklarda geziyor, yemek yiyor, hatta piknik yapıyordu. Bu durum bana çok tuhaf gelmişti. Demek ki insanlar uzun süre kaldıkları ortamda yanlışlıklara, hatalara ve bütün anormalliklere alışıyor, uyum sağlıyor. Türkiye için de aynı şey sözkonusu...

‘POLİSTE OLMAZ SANDIM, YANILMIŞIM’

Bir örgüte ideolojik bir gruba ya da bir cemaate bağlandın mı, kişisel iradeni ve özgürlüğünü kaybedip, o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim ediyorsun. Yanlış ya da doğru diye birşey kalmıyor, grubun amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor. Tıpkı Simon’daki gibi... Şunu artık bilmeliyiz ki, karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir ideolojiye, bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş örgüt mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz...

Kaynak: http://haber.mynet.com/detay/foto-analiz/hanefi-avcidan-cok-vahim-iddialar/528133/13#haber-baslik

Ergenekon davasında tahliye
28 Ağustos 2010

İSTANBUL- Ergenekon ana davasında, 2006'da Cumhuriyet gazetesinin bahçesine ilk el bombasını pimini çekmeden attığı iddiasıyla yargılanan tutuklu sanık Tekin Irşi, suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu yattığı süre göz önünde bulundurularak tahliye edildi.

Ergenekon ana davasında, 2006'da Cumhuriyet gazetesinin bahçesine ilk el bombasını pimini çekmeden attığı iddiasıyla yargılanan tutuklu sanık Tekin Irşi, suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu yattığı süre göz önünde bulundurularak tahliye edildi. Cumhuriyet savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, geçtiğimiz günlerde kitabı yayınlanan Hanefi Avcı'nın tanık olarak dinlenmesini istedi. Ancak mahkeme, bu konunun daha sonra değerlendirilmesine karar verdi.

Sanıklar ile avukatlarının taleplerini sunmalarının ardından savcı Mehmet Ali Pekgüzel, bu taleplerle ilgili mütalaasını mahkemeye sundu. Hayrettin Ertekin'in mahkemeye sunduğu dilekçesinde Hanefi Avcı'nın yazdığı bir kitap nedeniyle tanık olarak dinlenmesini istediğini belirterek, "Basına yansıdığı kadarıyla Danıştay saldırısı olayı başta olmak üzere mahkemenizce yürütülen dava dosyası hakkında kesin hüküm ifade edecek bilgiye sahip bulunduğuna göre tanık olarak çağrılmasını talep ediyoruz" dedi.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, sanık Kemal Kerinçsiz'in "Neden Tuncay Güney hakkında yakalama kararı istenmemiştir? Tuncay Güney Ergenekon soruşturması başlangıcında bilinmemektedir ve şüpheli olarak yer almamıştır" ifadesini hatırlattı. Bu soru ile ilgili olarak savcı Pekgüzel, "2001 yılında başka bir suçtan yakalanan Tuncay Güney'in evinde arama yapılarak Ergenekon belgelerinin bulunduğu, bunun üzerine kendisi ile ses kaydına alınan mülakat yapıldığı, bu mülakatta Güney'in Ergenekon örgütünden, örgüt belgelerinin kimler tarafından ve nasıl yazıldığından, örgüt ile ilişkili kişilerden bahsettiği anlaşılmıştır. Bundan sonra Güney'in istanbul'daki evi aranmış ve diğer soruşturma işlemlerine girişilmiştir. Yapılan soruşturmada Güney'in 2001 yılından sonra da örgüt ile ilişkisini devam ettirdiğine dair delil bulunamamış, ayrıca 2001 yılındaki anlatımlarından dolayı örgüt hakkında bilgi verdiği, bu şekliyle hakkında pişmanlık ya da kanuni indirimlerin uygulanma ihtimali bulunduğu değerlendirildiğinden hakkında yakalama kararı istenilmemesi düşünülmüştür" açıklamasını yaptı.

Savcı Pekgüzel, Tuncay Güney mülakatı ile ilgili olarak bir talepleri bulunduğunu belirterek, "Tuncay Güney söz konusu mülakatta Drej lakaplı Ali Yasak'tan, Yasak'ın Veli Küçük ve Ergenekon örgütü ile ilişkisinden bahsetmektedir. Bu nedenle Ali Yasak'a Tuncay Güney ile ilişkisi sorulmuş, sanık Yasak ise Güney'i tanımadığını söylemiştir. Yine Tuncay Güney bu mülakatta daha önce Amerika'ya gittiğinde Mehmet Özbay isimli kişi ile görüştüğünden, ona Veli Küçük'ün bir mesajını ilettiğinden bahsetmektedir. Adı geçen Mehmet Özbay, sanık Küçük'ün bugünkü duruşmadaki ifadelerinde söylediği Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı'nın kimlik bilgilerini kullandığı gerçek kişidir. Bu konuyla ilgili Hürriyet gazetesinde bir röportaj yayınlanmıştır. Haberde Mehmet Özbay isimli kişiye ulaşıldığı, telefonla röportaj yapıldığı, Tuncay Güney'in sorulduğu, onun da Güney'i kendisini Ali Yasak'ın gönderdiğini söylediği belirtilmiştir. Hürriyet gazetesinden bu röportaja ilişkin gazete nüshaları ve varsa ses kayıtlarının istenilmesini talep ediyoruz" diye konuştu.

Bir önceki duruşmada tanık Teoman Ekşioğlu'nun ifadelerinden, duruşmaya sanıklardan Zeki Yurdakul Çağman ile birlikte geldiğinin anlaşıldığını belirten Pekgüzel, bundan sonra mahkemeye çağrılacak tanıkların, kolluk tarafından hazır edilmesini istedi.

Verilen aranın ardından mahkeme heyeti başkanı Hasan Hüseyin Özese, sanık Doğu Perinçek'in avukatının talebi doğrultusunda, "Davanın sanığı İlhan Selçuk'a ait olduğu belirtilen ve Cumhuriyet gazetesinde özeti yayınlanan yazılı savunmasına ilişkin metnin gazeteden istenmesine" kararını verdi.

HANEFİ AVCI'NIN DİNLENİLMESİ SONRA DÜŞÜNÜLECEK

Tutuklu sanık Hayrettin Ertekin'in, Hanefi Avcı, Mustafa Ülvan, Faruk Güler ve Ali Satı'nın tanık olarak dinlenmesine ilişkin talebin, Danıştay olayı ile ilgili olan tanıkların dinlenilmesinden sonra değerlendirilmesi kararı verildi. Ayrıca Mahkeme, Yargıtay ve Danıştay Başkanlığı'ndan Mayıs 2006 tarihlerinde Turgay Ciner, Dinç Bilgin ile Kent Bank'ın taraf olduğu duruşmalı dosya olup olmadığının sorulmasına karar verdi.

Mahkeme, ikinci Ergenekon davasında Anayasa Mahkemesi'nden istediği AK Parti ile ilgili kapatma davası dosyasının gönderildiğinde bu dava dosyasının içine de konulmasını kararlaştırdı. Mahkeme, Danıştay saldırısı ve bir gün öncesine ait kullanımda olan bilgisayarlara ait hard disklerin incelenmek üzere Sihhiye Orduevi Müdürlüğü'nden istenilmesini kararlaştırdı. Sanık Doğu Perinçek'in bu duruşmada Mahkeme heyetine karşı sarf ettiği sözlerle ilgil olarak Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunması kararı verdi. Perinçek ile bazı sanık ve avukatlarınn yazılı ve sözlü olarak sarf ettikleri sözlerle ilgili olarak duruşma zaptı çıktığında, suç duyurusuyla ilgili değerlendirme yapılacağı açıklandı.

Dosyadaki belge ve ifadelerde adı geçen sanık Aykut Metin Şükre ve arkadaşları hakkında Danıştay olayında kullanıldığı söylenen silahlarla ilgili olarak açılmış bulunan davanın akibetinin araştırılarak istenilmesine karar verildi. Savcının mütalası doğrultusunda Amerika'da yaşayan Mehmet Özbay ile yapılan röportaja ilişkin gazete nüshalarını ve varsa ses kayıtlarının Hürriyet gazetesinden istenilmesi karara bağlandı. Danıştay dosyası tutuksuz sanıklarının aynı konuya ilişkin tanıkların dinlenilmesi sırasında mahkeme salonuda hazır edilmesine karar verdi.

Cumhuriyet gazetesinin binasının bulunduğu bahçeye 5 Mayıs 2006 tarihinde pimini çekmeden el bombası attığı iddiasıyla yargılanan tutuklu sanık Tekin İrşi hakkında suç vasfının değişme ihtimali, dosya kapsamı ve mevcut delil durumu göz önünde bulundurarak tahliye kararı verildi. Diğer tutuklu sanıklara ilişkin tahliye talepleri reddedildi. 20 Eylül 2010 tarihine ertelelen duruşmada sanık Alparslan Arslan'ın babası İdris Arslan, Serkan Toper Burhan Gür ve Fikri Çora'nın tanık olarak çağrılmasına karar verildi.
habertaraf

Doğu Perinçek duruşma salonundan çıkarıldı

28 Ağustos 2010 Birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek ile Oktay Yıldırım duruşma salonundan çıkarıldı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesindeki salonda görülen duruşmada söz alan İP Genel Başkanı Perinçek'in avukatı Mehmet Cengiz, ''mahkemenin karar ve uygulamaları ile Danıştay sanıklarını kurtarma operasyonuna hizmet ettiğini'' öne sürdü.
Yargılamanın böyle sürmesi durumunda Danıştay sanıklarının 1.5 yıl sonra tahliye edileceğini savunan Cengiz, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun ''tutuklulukta geçecek süre''yi düzenleyen 102/2. maddesinin 31 Aralık 2010'da yürürlüğe gireceğini söyledi.
Buna göre, ''Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok 2 yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir, uzatma süresi toplam 3 yılı geçemez'' denildiğine dikkati çeken Cengiz, yasanın 252/2. maddesinde ise ''250. maddenin 5. fıkrasının (c) bendinde öngörülen suçlar bakımından kanunda öngörülen tutuklama süresi 2 kat olarak uygulanır'' denildiğini bildirdi.
Cengiz, Danıştay sanıkları için bu sürenin en çok 6 yıl olduğunu belirterek, bu azami tutukluluk süresinin, temyiz incelemesi dahil, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının hepsini kapsadığını, dolayısıyla Danıştay sanıkları için azami tutukluluk süresinin Mayıs 2012'de dolacağını kaydetti.
Danıştay saldırısıyla ilgili yargılamanın Yargıtay incelemesinin de yaklaşık bir yıl süreceği düşünülürse, en geç önümüzdeki 6 ay içinde karara bağlanması gerektiğini dile getiren Cengiz, aksi halde Alparslan Aslan ve Osman Yıldırım'ın, Danıştay'ın önündeki parkta el ele, kol kola gezebileceğini söyledi. Cengiz, CMK'nın 10. maddesi uyarınca, Danıştay saldırısı dosyasının bu davadan ayrılarak en kısa zamanda sonuçlandırılması gerektiğini söyledi.

DURUŞMA SALONUNDA GERGİNLİK
Daha sonra söz alan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün avukatı Zeynep Küçük'ün taleplerini ilettiği sırada, tutuklu sanıklardan Perinçek bulunduğu yerden konuşmaya çalıştı. Araya giren Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin, ''Bulunduğunuz yerden konuşmayın, aksi halde sizi çıkarmak zorunda kalacağım'' demesi üzerine Perinçek, ''Hadi çıkarın o zaman'' ifadesini kullandı.
Tutuklu sanıklardan Sevgi Erenerol'un avukatı Vural Ergül'ün, ''Sürekli birilerini çıkarmakla tehdit ediyorsunuz. Hadi bizi de çıkarın'' şeklindeki sözleri üzerine Özese, ''Çıkın dışarı'' dedi.
Vural Ergül, ''Çıkmıyorum'' deyince Özese, duruşma salonunda görevli komutanları çağırarak, ''Komutan, çıkarın bunları dışarı'' dedi. Özese, askerlerin avukatların olduğu bölüme gelmesi üzerine, ''Bu sefer bir şey yapmıyorum, ancak bir daha izinsiz konuşursanız sizi dışarı çıkarmak zorunda kalacağım'' diye konuştu.
Avukat Zeynep Küçük'ün konuşmasına devam etmesi üzerine Doğu Perinçek, tekrar bir şey söylemeye çalıştı. Mahkeme Heyeti Başkanı Özese de ''Çıkın dışarı, komutan Doğu'yu çıkar'' dedi.
Askerler Perinçek'in bulunduğu bölüme yaklaşırken ayağa kalkan tutuklu sanık Oktay Yıldırım'ın, ''İnsanların bu tepkisi haklı. Buradaki insanlar bu tepkilerini göstermek zorunda. Kaç aydır burada sebepsiz yere tutuluyoruz'' diye bağırması üzerine Özese, askerlerden Yıldırım'ı da dışarı çıkarmasını istedi.
Perinçek ve Yıldırım, askerlerin kendilerini çıkarmasına gerek olmadığını söyleyerek, duruşma salonundan ayrıldı. Ardından İP'li tutuklu sanıklar Hikmet Çiçek ve Nusret Senem, Perinçek'in avukatları ve tutuksuz sanık Ferit İlsever de duruşma salonundan çıktı. netgazete

Islak imzalı eylem planı davasına tahliye
31 Ağustos 2010

İSTANBUL- Islak imzalı eylem planı davasına bir kişi tahliye edildi.

Hükümete ve millete komplo eylem planı belgesine ilişkin davada tutuklu olarak yargılanan Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya suç vasfının değişme ihtimali gözönünde bulundurularak tahliye edildi. habertaraf

ERGENEKON DAVASI’NDA 3 TAHLİYE

07.09.2010

İkinci Ergenekon davasının duruşması sona erdi.

Alınan kararla; tutuklu sanıklar Murat Çavdar, Zerrar Atik ve Fahri Süslü'nün tahliyesine karar verildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği bu karar kritik bir önem de taşıyor.

Bu 3 sanığın ismi, Eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin’in emrinde olduğu iddia edilen suikast timinde geçiyordu.

İddianameye göre; bu suikast timi İbrahim Şahin’in emri ile sansasyonel suikastlar gerçekleştirecekti.

Ancak bu 3 ismin tahliyesiyle, iddia edilen o suikast timinden İbrahim Şahin ve Taylan Özgür Kırmızı dışında tutuklu sanık kalmadı.

Odatv.com

Haberal Siyasileri Tehdit Etti

“Türkiye'deki bu hukuksuzluğa ‘Dur' demek için bundan sonra gerekli siyasiler hakkında da her türlü yasal işlemlere başvurmaya karar verdik..."
Özersin, hukuk bürosunda yaptığı açıklamada, Haberal'ın kurucusu bulunduğu, 10 binden fazla personel istihdam eden Başkent Üniversitesi'nin genel santralinin izinsiz dinlenildiğini iddia etti.

Özersin, şöyle konuştu: “Bu izinsiz dinlemeler maalesef iddianameye de geçmiş bulunmaktadır. Yani izinsiz yapılmış dinlemeler, iddianamede sanki bir suç niteliği taşımış gibi gösterilmektedir. Asıl üzüntü verici olan, iddianamede yer alan konuşmaların hiçbiri Prof. Dr. Haberal tarafından yapılmamıştır.

İddianamede, Haberal'ın konuşmuş olduğu gösterilen kişiler, Prof. Dr. Haberal ile görüşmemiştir.” Özersin, bir soru üzerine de Haberal'ın hiçbir AK Partili Bakan ile görüşmediğini söyledi.

SAVCILARA SUÇ DUYURUSU

Haberal'ın 13 Nisan 2009'da ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda kendisine ait bir tek dizüstü bilgisayarının alındığını belirten Özersin, şunları kaydetti: “Bu laptopun dışında üniversitenin İletişim Fakültesine bağlı kanalın işyerlerinde de arama yapılıyor. Burada birtakım bilgisayar harddisklerine el konuluyor. Bunların hiçbiri, laptop dışında, Haberal'a ait değil. Ve ‘bilgisayar harddisklerinin ödenek yetersizliği sebebiyle imajlarının alınmadığı ve harddisklerin kopyalanamadığı' şeklinde dosyaya yazı girmiş bulunmaktadır.

Bu yazı yaklaşık Mayıs sonu itibariyledir. Aradan geçen bu kadar sürede bir kişinin, kendisine ait olmayan harddiskler sebebiyle ve bunlar gerekçe gösterilerek tutuklu kalması izahla mümkün değil.”Özersin, Mayıs'tan beri bu yazı olmasına rağmen görevini yapmayan savcılar ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunduklarını söyledi.

“AİHM'YE GİTMEYECEĞİM”
Haberal'a AİHM'e gidilmesi gerektiği konusunda baskı yaptıklarını ileri süren Özersin, “Buna rağmen cevabı ‘Türkiye'deki bu hukuksuzluğu Türkiye'de çözeceğim, ben memleketimi yurtdışına şikayet etmek istemiyorum' şeklinde olmuştur. AİHM'ye gitmeme konusunda kesin kararlı” diye konuştu.
aktifhaber

Ergenekon kullanışlı olmaktan nasıl çıktı
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
18 Eylül 2010

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hakkâri’de sivillere yönelik saldırıyı yorumlarken şöyle dedi:
“Derin devlet yapmıştır... Ergenekon yapmıştır...”
Hiç inandırıcı gelmedi bana bu açıklama...
Neden mi? Anlatayım:
* * *
Önce “Ergenekon” diye bir sepet koydular ortaya...
Ardından da...
“Vurucu güçleri” doldurdular sepete... Yetmedi... “Olağan şüphelileri” doldurdular sepete... Yetmedi... “Olağan şüpheliler”in fikri akrabalarını doldurdular... Yetmedi... Fikri akrabaların haylaz eylemcilerini doldurdular... Yetmedi... Çılgın muarızları doldurdular...
Ve “dışarıda” kimse kalmadı.
Halbuki...
Bu kadar tamahkâr davranmayıp, “Ergenekon yapmıştır” sözüne geçerlilik kazandıracak birkaç unsuru dışarıda bıraksalardı, bugün elleri böyle boş kalmayacaktı.
Kısacası...
Bazen fazla abanma, dezavantaja yol açabilir.

Hürriyet

Albay Çiçek Türkiye'den Davacı
20 Eylül 2010

Albay Dursun Çiçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurarak Türkiye'den 300 bin Euro manevi tazminat talep etti.
Islak imzalı belge davasının tutuklu sanığı Albay Dursun Çiçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurarak Türkiye'den 300 bin Euro manevi tazminat talep etti.

Çiçek, aleyhinde aylarca karalama ve peşinen kendisini suçlu ilan etme kampanyalarının düzenlenmesi sonucun oluşan mağduriyetinin bir nebze olsun giderilmesi amacıyla bu parayı istediğini belirtti.

Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in avukatları Celal Ülgen, Hüseyin Ersöz ve aynı zamanda kızı olan İrem Çiçek, AİHM'ye şikayet dilekçesini sundu. Dilekçede, "Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen faili meçhul sahte "İrtica ile Mücadele Eylem Planı nasıl oluyor da onurlu ve şerefli bir insanın üç kez tutuklanmasına ve ömür boyu hapis talebi ile tutuklu yargılanmasına hukuki dayanak olabiliyor? Hukuk adına karar veren yargıçlar, akıl ve hukuk dışı komplolara niçin dur demiyor? Masum bir insanı aylarca tutuklayarak hukuk ve kamu vicdanını sızlatanların, mutlaka bunun bedelini hukuk ve insanlık adına ödemek zorunda kalacaklarını görmeleri gerekmiyor mu?" denildi.

Çiçek'in imzasının taklit edilmiş olabileceğine değinilen dilekçede, "Dava sürecinde yaşananlar ve aynı konuda ortaya konan kanıtlar, basit tersimli ve taklidi kolay olan bir imzanın, imza makineleri ile nasıl kolayca taklit edilebildiğini göstermiştir." ifadelerine yer verildi.

Dilekçe'de TÜBİTAK, Jandarma Kriminal, Adli Tıp Kurumu ve emniyet kriminalin imza mukayese raporlarında 'taklidi kolay (basit tersimli), değişken (polimorf), her biri farklı özellikler gösteren imzaların mukayesesinden eli ürünü olduğu ve olmadığının tespit edilmesi doğru sonuç vermez' denildiği hatırlatıldı.

Dilekçede, Çiçek'in hukuka aykırı olaylar nedeniyle terfi ve kariyer imkanlarını yitirdiği, resmi ve özel ilişkilerinde sorunlar yaşadığı belirtildi. 300 bin Euro manevi tazminat istenen dilekçede şöyle denildi: "Kamuoyuna peşinen suçlu olarak gösterilecek şekilde bilinçli olarak yürütülen karalama kampanyası ile sağlığını yitirmesi, aile ve sosyal ilişkilerinde yaşadığı baskı ve suçlamaların yarattığı olumsuz sonuçların telafi imkanının bulunmamasının doğurduğu acı ile maddi ve manevi kayıpların, suç isnadı ile ilgisi olmayan özel hayatın gizliliğine ilişkin bilgilerin delil klasörlerinde yer alması ve medya yolu ile kamuoyuna açıklanması, Çiçek aleyhinde aylarca karalama ve peşinen onu suçlu ilan etme kampanyalarının düzenlenmesi sonucu oluşan mağduriyetin bir nebze olsun giderilmesi amacıyla 300 bin Euro manevi tazminat talep etmekteyiz."

Dilekçede maddi tazminat hakkının da saklı tutulduğu belirtildi.
aktifhaber

"ZİYARET DEĞİL RÖPORTAJ"
20 Eylül 2010

Perinçek, daha sonra da İdris Arslan'ın, "Doğu Perinçek'in ziyaret ettiği Abdullah Öcalan yüzünden" sözlerine bir açıklama getirmek istediğini söyledi. Abdullah Öcalan'ı ziyaret etmediğinin altını çizen Perinçek, diğer gazetelerin genel yayın yönetmenleri gibi kendisinin de 2000'e Doğru Dergisi Genel Yayın Yönetmeni olarak Öcalan ile röportaj yaptığını belirtti.

"ÖCALAN İLE NE GÖRÜŞTÜYSEK HEPSİNİ SAYFALARCA YAZDIK"

Perinçek sözlerine şöyle devam etti:
"Abdullah Öcalan o dönemde Suriye'nin kontrolündeydi. Suriye de ABD'nin kontrolünde olmayan ve ABD'ye direnen bir ülkeydi. Biz, ABD'nin Irak'ın kuzeyinde bir kukla devlet kurma çabası içinde olduğunu tahlil ettik. Bunları Necdet Üruğ ve Necdet Öztorun ile de konuştum. Bu ortamda, ben röportajın dışına Türkiye vatanseverliği adına Abdullah Öcalan'ın ABD'nin eline düşmemesi için telkinde bulunmaya gittim. O zaman ne oldu? Suriye, elindeki Öcalan ve ABD'nin elindeki PKK. İki başlı bir yapı vardı. ABD o dönemde Öcalan'ı paketleyerek Türkiye'nin eline bir saatli bomba gibi verdi. Biz Abdullah Öcalan ile ne görüştüysek hepsini sayfalarca yazdık. Ben bu görüşme ile ilgili yazdığım kitabı da mahkemenize sundum. O röportaj sırasında çektiğimiz bütün fotoğrafları yayınladık."

"RÖPORTAJ'DAN PİŞMAN DEĞİLİM"

Yaptığı röportajdan hiçbir pişmanlığı olmadığını ve yanlış bir şey yapmadığını belirten Perinçek, "ABD ve MİT dışında Türkiye yurtseverliği adına yapılmış belki tek görüşmedir. Ya da iki üç görüşmeden biridir. Abdullah Gül, Abdullah Öcalan'ın 6 kat altındaki adamlarla Çankaya'da görüşüyor, Başbakan da 8 kat altındaki adamlarla görüşüyor. Bu da sonradan ortaya çıkıyor ve hiçbir yanlışlık yok. Ancak 'ABD hizmetine girme ve silahını bırak' diyerek Abdullah Öcalan ile bizim yaptığımız görüşme yanlış mı yani?" ifadesiyle ziyaret iddialarına ilişkin tepkisini ortaya koydu.
aktifhaber

Ergenekon'da Mustafa Özbek, Ayhan Atabek ve Fahri Kepek'in tahliyesine
07 Ekim 2010
İkinci ''Ergenekon'' davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden Flaş karar.
İkinci "Ergenekon" davası kapsamında yaklaşık 22 aydır tutuklu bulunan sanıklar eski Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek, özel harekat polisi Ayhan Atabek ve Fahri Kepek tahliye edildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada sanık ve avukatların taleplerine ilişkin alınan ara kararlar, üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu tarafından açıklandı.

Buna göre, dosya kapsamı, delil durumu, suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldıkları süre dikkate alınarak, sanıklar Mustafa Özbek, Ayhan Atabek ve Fahri Kepek'in tahliyesine karar verildi.aktifhaber

Osman Yıldırım, 2 saatte evi bulamadı
16:10 - Birinci "Ergenekon" davasının tutuklu sanıklarından Osman Yıldırım, Ataşehir'de yapılan keşfin ardından yeniden Silivri Cezaevine gönderildi. Keşif gezisinin ardından basın mensuplarına bir açıklama yapan davanın tutuklu sanıklarından Veli Küçük'ün avukatı Zeynep Küçük, "Osman Yıldırım, bugün sadece sözde bombaları Alparslan Arslan'dan aldıktan sonra taksiye binerek evine gittiğini iddia ettiği durağı gösterdi. Taksi durağını gösterebildi. Bunun haricinde keşif yapılamadı çünkü Osman Yıldırım, her iki evi de ne gösterebildi, ne tarif edebildi" dedi. 07.10.2010 İSTANBUL netgazete

Çömez'den Erdoğan itirafına cevap
26 Ekim 2010 Salı 20:00
"Başbakan'ın evinin krokilerini verdi" iddiasına Turhan Çömez cevap verdi. Gündemi sarsan iddia için bakın ne dedi?

Malatya'da üç kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam davasının kilit tanığı Erhan Özen'den şok iddia gelmişti. Akşam Gazetesi'nde bugün yayınlanan haberde Özen AK Parti'yi kurma çalışmalarının sürdüğü 2001 yılında Başbakan Erdoğan'ın Üsküdar'daki eviniJİTEMadına takibe aldık. Yakınındaki fırında işe girip üç ay boyunca bilgi topladım. Bilgileri üstüm Yusuf'a verdim. Turhan Çömez'in de Başbakan'ın evinin krokilerini Yusuf'a verdiğini biliyorum demişti.

Gündemi sarsan itirafa Turhan Çömez'den cevap geldi. İşte çok ciddi iddiaya Çömez'in verdiği cevap;

"Akşam gazetesinin bugünkü ( 26.10.2010 tarihli ) sayısında , “Erdoğan'ın evini Jitem adına takibe aldık” başlıklı bir haber yayınlanmıştır. Haberin içeriğinde “Turhan Çömez'in de Başbakan'ın evinin krokilerini Yusuf' a verdiğini biliyorum” şeklinde bir iddiaya yer verilmiştir.

Ortaya konan bu iddia bütünüyle yalan, iftira ve alçakça bir kurgudan ibarettir.

Hiç tanımadığım ve bilmediğim kişilerce ortaya konan bu kurgunun hem piyonları hem de senaristleri bilsinler ki; kirli emellerine asla ulaşamayacak ve yalanlarının altında kalacaklardır.

Sayın Başbakan'ın mahremiyetine gösterdiğim ihtimamı ve yaptıklarımı en iyi bilecek ve takdir edecek olan kendisidir.

Sayın Başbakan'dan ricam şudur: Lütfen tüm imkânlarınızla, bu çirkin ve alçakça iftiraların üzerine gidin, en ince ayrıntısına kadar araştırın, hakikatin ortaya çıkmasına yardımcı olun. Ve benim üzerimden sizi istismar etmek isteyen alçakların oyunlarını bozun.

Türk Milletine samimi çağrım şudur: Uzun süredir devam ettirilen bu yalan rüzgarına, iftiralara inanmayın, kanmayın. Kirli bir el, gerçekte beni değil, sizi ve düşüncelerinizi hedef almaktadır. Aklınızı ve düşünce yeteneğinizi teslim almak isteyen anlayışlara lütfen izin vermeyin. Bu alçakça iftira yargıya taşınacak ve muhatapları bunun hesabını verecektir. Aziz milletimizin takdirlerine saygı ile arz ederim." haber10

Haberal Davasında Skandal
02 Kasım 2010
Ergenekon davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'den ilginç açıklama....
Savcı Pekgüzel: Haberal ile ilgili rapor mahkemeden gizlenmiştir

Ergenekon davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel,İstanbulÜniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından sanık Mehmet Haberal'ın 2009 yılında ayakta tedavi görebileceğine ilişkin 5 uzman doktorun imzasıyla bir rapor düzenlendiğini, ancak bu raporun mahkemeden gizlendiğini belirtti. Savcı Pekgüzel, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülenErgenekondavasının bugünkü duruşması Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, tutuklu sanıklardan Mehmet Haberal hakkında Adli Tıp KurumuBaşkanlığı tarafından mahkemeye cevabi yazı gönderildiğini hatırlattı.

Pekgüzel, gönderilen yazı ile 16 Ekim 2009 tarihinde Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından tedavisinin ayakta yapılabileceğine ilişkin 5 uzman doktor tarafından bir rapor oluşturulduğunun anlaşıldığını ifade etti.

Bu raporun mahkemeye 28 Ekim 2010 tarihinde, savcılık makamına ise henüz ulaştığını belirten Pekgüzel, "Bu rapor mahkemenizden gizlenmiştir. Raporu gizleyen ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz." dedi.

Mahkeme heyetine başkanlık yapan hakim Hasan Hüseyin Özese de bu konudaki talebin, 5 Kasım 2010 Cuma günü yapılacak olan duruşmada değerlendirilmesine karar verdiklerini açıkladı. Özese, Arif Doğan'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği ifadelerin istenmesinin kararlaştırıldığını kaydederek duruşmayı 4 Kasım'a erteledi. aktifhaber

Balbay, Silivri Cezaevi'ni yazdı: Zulümhane!

04 Kasım 2010 609 gündür Ergenekon dâvâsından sanık olarak Silivri Cezaevi'nden yatan Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Mustafa Balbay, hapiste kaleme aldığı günlüklerini kitap haline getirdi. Cumhuriyet'in bugün birinci sahifeden verdiği haberde kitap şöyle tanıtılıyor, ''Balbay'ın, Silivri toplama kampının duruşma salonunda ve hapishane kısmının F-12 koğuşunda kaleme aldığı Silivri Toplama Kampı : Zulümhane adlı kitabı yayınlandı.'' .netgazete

Karar Haberal'a Tahliye Demek Değil
06 Kasım 2010
Yargıtay'ın dokuz hakim hakkında verdiği tazminat kararını onaması, Haberal'ın tahliyesine ilişkin herhangi bir yaptırım özelliği barındırmıyor.
Yargıtay, ikinci kez çok tartışmalı ve Türk yargı tarihinde kendi alanında örneği olmayan bir karar verdi. Daha önce Yargıtay Ceza Genel Kurulu, eski Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in yargılandığı Ergenekon davasının Yargıtay'da görülmesine karar vermişti.


Türk hukuk sisteminde büyük bir kırılma yaşanmıştı. Şimdi de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu devreye girdi. Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Mehmet Haberal'ın açtığı davada İstanbul özel yetkili mahkemelerde görevli üçü başkan dokuz hakim hakkında verilen tazminat kararını onadı. Bu da Türk yargı sisteminde ilk olma özelliği taşıyor. Ancak hukuk davası, hakimlerin yaptıkları hukuki işleme karşılık verdikleri iddia edilen manevi zararı karşılama amacı taşıdığından, Haberal'ın tahliyesine ilişkin herhangi bir yaptırım özelliği bulunmuyor.

Bu kararın Haberal'ın tahliye edilmesinin önünü açtığı yorumları yapılıyor. Ancak Yargıtay'ın hakimlere verilen tazminat kararının doğrudan bir yaptırım özelliği yok. Davalı hakimler, soruşturma aşamasında tahliye taleplerini reddettikleri için tazminata mahkum edildiler. Ancak daha sonra Haberal hakkında 'terör örgütü kurmak ve yönetmek' ile 'hükümeti ve Meclis'i ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçlarından iki kez müebbet hapis cezası istemiyle dava açıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada Haberal'ın sorgusu yapıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 'kuvvetli suç şüphesi ve dosyadaki delil durumuna' göre Haberal'ı tahliye etmedi. Yargıtay'ın kararı, hukuk davası niteliğinde olan bir 'tazminat davasına' ve hakimlerin soruşturma aşamasındaki işlemleriyle tutuklu sanık Haberal'ı manevi zarara uğrattıkları iddiasına ilişkin. Bu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin üyesi Sadık Demircioğlu'nun muhalefet şerhinde çok açık izah ettiği gibi mevcut yasal düzenlemelerin aksine bir şekilde karara bağlandı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun onadığı karar tazminat mahkumiyetini kesinleştirdi. Ancak bu kesinlik Haberal'ın ceza yargılamasını etkileyecek bir hukuki özelliğe sahip değil. Haberal'ın yargılandığı ikinci Ergenekon davası Yargıtay'a gitse ve bu kapsamda tahliyeye ilişkin karar çıksaydı, Haberal'ın serbest bırakılması gündeme gelebilirdi. Bu karar, sadece hazırlık soruşturmasındaki tahliye taleplerinin reddini veren hakimleri ve bu süreci kapsıyor. Öte yandan Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi, Haberal'ı tutuklamaya sevk eden savcılara yönelik açılan tazminat davasını 'halen yargılamanın sürdüğü' gerekçesiyle reddetmişti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararı onaması ile Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin ret kararını üst mahkeme çözebilir. Bu aşamada, hakimlerin iradesini etkilemeye yönelik bu karar sadece Haberal'ın hakimlerden tazminat alması sınırında kalmaya mahkum görünüyor. aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Ksm 06, 2010 10:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Eyl 22, 2010 3:18 am    Mesaj konusu: Ergenekon sanığı Süha Tanyeri'den savcılara dava Alıntıyla Cevap Gönder

Serdar Akinan
Bu panik neden?

Türkiye Cumhuriyeti, Şemdinli'yi milat alırsak, o günlerden bu yana; birileri tarafından yönetilen; dış odaklı ve destekli olmaması mümkün olmayan bir büyük harekatla dönüştürülüyor.

Bu süreçte Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Hrant Dink cinayetleri en kritik aşamalardan bazılarıdır.

Dünyanın aklı başında hiçbir ülkesinde adına 'gazete'' denemeyecek yayın organları bu süreçte son derece başarılı yayınlar yaparak kamunun zihin algısını yönlendirmeyi başardılar.

Elbette, bu ülkenin çeşitli yapılarına sızmış (o yapıların beslediği, sakladığı, kullandığı) son derece karanlık; kokuşmuş ve eli kanlı bazı yapıların sicilleri de bu sürece büyük katkı sundu.

Bu süreçte, artık kanaatim o dur ki, kurunun yanında yaş da yandı... Yanıyor...
'Ergenekon'' adı verilen süreçte onlarca saygın insan, dünyanın hiçbir geçerli hukuk sisteminde adil olduğu söylenemeyecek işlemlerle gözaltına alındı ve cezaevine tıkıldı.

Onlarcası, artık vicdanı olanların da dayanamayıp itiraz etmeye başladığı gibi anlaşılamaz ve kabul edilemez gerekçelerle hala içeride tutuluyor...

Bu davanın kilit tanığı ve sanığı Osman Yıldırım, önceki gün Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların teslim edildiğini öne sürdüğü evi gösteremedi.
Bu, 'Ergenekon'' sürecindeki kırılmanın ilk somut ve önemli işaretidir.

Ama daha önemlisi Hanefi Avcı'nın 'Haliç'teki Simonlar' adlı kitabında dillendirdiği vahim iddialar ve sonrasında başına gelen tutuklama hadisesi sonrası yaşananlar ve yaşayacaklarımız da bence çok önemli bir şeyi işaret ediyor.

Birileri deşifre oldu. Oluyor...

Çok ciddi bir rahatsızlık var... Ve tüm bu süreci koordine eden yapıda bir panik olduğunun ciddi emarelerini görmeye başladım...

Özellikle, 'suç üretme'' meselesi ileride başlarına çok ciddi işler açacak...

Ancak, daha önemlisi, kamuoyu algısını yönetme açısından gitgide sorunlu hale gelen bu yaşananlarda dikkatleri dağıtmak için süratle dikkat dağıtıcı bir hamle yapmaları gerekiyor.

Şaşırtıcı hatta sarsıcı bir gelişme veya bir dizi olay beklemiyor değilim. Ama...
'Korkunun ecele faydası yok'' diye bir laf vardır.

Başından beri imanla savunduğum tek bir şey var. İftira ile doğruyu yıkamazsınız. Gerçekleri örtemezsiniz.

Ve zaman olgusunu bir yana bırakalım... Bir gün tüm bu olan bitenin gerçekte ne olduğunu öğreneceğiz.

Asıl acı olan... Bu insanlar ahirette nasıl hesap verecek?

'Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, iftira ederler; işte onlar, yalancıların ta kendileridirler.''

http://www.aksam.com.tr/2010/10/09/yazar/19043/serdar_akinan/bu_panik_neden_.html

Ergenekon sanığı iddialara veryansın etti
04 Ekim 2010
İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı Hamza Demir, savunmasını tamamladı. Sanık Demir, olmayan bir örgütün zorla varedildiğini ileri sürdü.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada tutuklu sanık Mehmet Ali Çelebi'nin çapraz sorgusunun tamamlanmasının ardından avukatları savunmalarını yaptı.

Daha sonra, Mersin Ülkü Ocakları eski İl Başkanı olan tutuklu sanık Hamza Demir, savunmasını yapması için kürsüye alındı. İddianamede dost yardımlaşmalarının dahi terör örgütü ilişkisi olarak değerlendirildiğini savunan Demir, ''Koca terör örgütünün savcıdan başka şahidi yok mu? Şıracının şahidi bozacı misali, Savcı Zekeriya Öz'ün şahidi Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Pekgüzel'in şahidi Savcı Nihat Taşkın. 25 aydır, cezaevinde kendi kendime soruyorum, arıyorum... Böyle bir örgüt yok. Aradım, bulamadım. Savcılar olmayan bir örgütü var etmeye çalışıyorlar. Boynuzlu koyun, kulaklı tavuk olmadığı gibi, böyle bir örgüt de yok'' dedi.

''Bizden yok olan bir örgütün olmadığını ispat etmemizi istiyorlar'' diyen Demir, sözlerini ''Böyle bir örgüt varsa nerede, ne zaman, kimler tarafından kurulmuş. Yoksa, ben neden 25 aydır buradayım. 25 ay daha üye olmadığımı ispat etmek için mi yatacağım'' diye sürdürdü.

Sanıklar Kemal Aydın, Neriman Aydın ve evladı gibi gördüğü Mehmet Ali Çelebi ve Noyan Çalıkuşu ile arasında kardeşlik, dostluk ve sevgi bağının dışında başka bir bağ olmadığını söyleyen Demir, bilgi sahibi ve birikimli olarak tanımladığı Kemal Aydın'ın terör örgütüyle bir ilişkinin olduğunu duymadığını belirterek, şöyle devam etti:

''Vicdanım rahat. Hiçbir yere üye değilim. Üyelik formu doldurmadım. 'Beni üye yapın' demedim. Örgüt adına bir bardak çay ısmarlayan olmadı. 25 aydır yatıyorum, örgüt adına şeker gönderen olmadı. Eğer bu örgütün varlığı ispat edilmezse rezil kepaze olacağız. Hazreti Adem'den sonra bu dünyada gelmiş geçmiş insanlar içinde olmayan örgütün üyesi olarak yatan ilk kişi benim. Bu örgütü bulun. Haybeden yatmış olmayalım.''

-''SAVCI ÖZ BENİ TEHDİT ETTİ''-

Bundan sonra 'adalet' deyince Silivri'yi hatırlayacaklarını ifade eden Hamza Demir, ''Sivri adalet. Yüreğimize hayatımıza batan yere batasıca adalet. Savcıların adaletinin bize neye mal olduğunu gördük. Bakalım Allah'ın adaleti size neye mal olacak'' diye konuştu.

Telefon konuşmalarında bazen kastı aştığını, bazen argo kelimeler kullandığını belirten Demir, bu konuşmaların terör örgütü üyeliğini çağrıştıracak konuşmalar olmadığını, örgüt üyeliğinin de ispatı sayılamayacağını savundu.

Demir, 18 Eylül 2008'de gözaltına alındığını, savcılık ifadesinin ise avukat huzurunda alınmadığını söyledi.

''Tutuklandıktan sonra Savcı Zekeriya Öz beni tekrar çağırdı. İfademi imzalamamı istedi. Avukatsız alındığını, ne yazıldığını bilmediğimi söyledim. 'Oğlunu da tutuklatma, imzanı at' diye beni tehdit etti. Evladıma birşey yapılması korkusuyla imzaladım'' diyen Demir'in duygulandığı görüldü.

Çapraz sorgu sırasında özel hayatla ilgili birçok şeyin didiklendiğini bildiren Demir, bu nedenle kendisine yöneltilen sorulara cevap vermeyeceğini kaydetti. Demir, tahliyesini ve beraatını istedi. haber7

Ergenekon sanığı Süha Tanyeri'den savcılara dava
16:08 - "Balyoz Planı" davası sanıklarından emekli tuğgeneral Süha Tanyeri, avukatları aracılığıyla, soruşturmayı yürüten ve daha sonra bu görevden alınan cumhuriyet savcıları Bilal Bayraktar ve Mehmet Berk ile soruşturmayı sonuçlandıran savcı Ali Haydar hakkında 20'şer bin TL'den toplam 60 bin TL'lik manevi tazminat davası açtı. 21.09.2010 İSTANBUL netgazete

"Yaşım geçti, benden gizli tanık olmaz"
Ergenekon'un tutuklu sanığı Veli Küçük konuştu
24 Eylül 2010

Birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük, dava kapsamında yargılanan sanıkların gizli tanık olmadıkları için tahliye edilmediklerini öne sürerek, ''Benim yaşım geçti. Benden gizli tanık hiç olmaz'' dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada söz alan Küçük, Hrant Dink'in öldürülmesi davasında daha önce tanık olarak dinlenen ve Amasya Cezaevinde yatan Erhan Özen adlı kişinin ikinci kez verdiği ifadeye değindi.

Küçük, ''Erhan Özen 'Veli Küçük ile 2006 yılında JİTEM'de birlikte çalıştım' diye ifade vermiş. Ben 2000 yılında emekli oldum. Amasya'dan bir gizli tanık daha çıkacak. Kısa zamanda yeni bir gizli tanık ifadesi bekliyorum. Gizli tanıklar tahliye oldu. Buradaki sanıklar tahliye olmuyor. Ne zaman gizli tanık olacak diye bekleniyor. Benim yaşım geçti. Benden gizli tanık hiç olmaz'' diye konuştu.

Osman Yıldırım'ın gizli tanık olarak dinleneceğini ifade eden Küçük, şöyle devam etti:

''35 sene vatana hizmet vermiş Veli Küçük'ün sözleri düşünülecek, Osman Yıldırım'ın sözleri geçerli olacak. Size bir sanık olarak değil, kabul ederseniz bir kardeşiniz olarak tavsiyede bulunacağım. Gizli tanıkların ifadesi sırasında eşlerinizi, çocuklarınızı da duruşmaya getirin. Burada nasıl bir yargılama yapıldığını görsünler. O utançla kendinizi Boğaz Köprüsü'nden atarsınız.''

Susurluk kazasına da değinen Küçük, Sedat Bucak'ı kardeşi gibi gördüğünü, onun için canını bile verebileceğini dile getirdi.

Susurluk kazasıyla beraber kendisinin konuşulmaya başlandığını anlatan Küçük, kaza yapan arabadaki silahların emniyete ait olduğunu, ancak bu konunun ordunun üzerine yıkıldığını savundu.

Alparslan Arslan ile hiçbir diyaloğu olmadığını ifade eden Küçük, ''Ortada hiçbir şey yokken 1000 gündür buradayım. Bir görüşmem olsaydı idamı geri getirirlerdi hemen'' dedi.


OSMAN YILDIRIM'IN ŞEMASI

Dosyadaki ''Ergenekon'' şeması sayısının ikiye çıktığını belirten Küçük, ''Tuncay Güney şeması vardı. Şimdi Osman şeması var. Ondan da yargılanacağız şimdi. Şemada bazı kişilerin üstü kapatıldı. Basında sizinle ilgili (Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün) bir şey çıkınca haklı tepkinizi verdiniz. 'Torunum oldu' dediniz. Benimkiler kelaynak yavrusu değil. Benim itibarım var, onurum var'' şeklinde konuştu.

Küçük, Osman Yıldırım'ın bugünkü listesini gördükten sonra söyleyecek bir şeyi kalmadığını ifade etti.

Tutuklu sanık Muzaffer Tekin de Amasya Cezaevinde yatan Erhan Özen'in ifadesini eleştirerek, Üzeyir Garih'in öldürülmesi, Devrimci Karargah Örgütü, Hrant Dink'in öldürülmesi, Kafes davası ile irtibatlandırılmaya çalışıldığını savundu. Tekin, ''Bundan sonra benden ifade alamazlar'' dedi.


DOĞU PERİNÇEK

Tutuklu sanık İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek de mahkemenin talebi üzerine Jandarma Genel Komutanlığından, sanıklardan elde edilen belgelere ilişkin rapor gönderildiğini belirterek, rapora konu belgelerin ''Ergenekon'' belgeleri diye suç isnadına neden olan belgeler olduğunu ifade etti.

''Bu rapor davayı kökünden halletmiştir'' diyen Perinçek, raporda belgelerin 4 gruba ayrıldığını, birincisinin, İP'in organ kararlarının yer aldığı 2 belge olduğunu ifade etti.

Perinçek, ''Bunlar, 'Devletin yeniden yapılandırılması ile Türk ve Kürdü birlikte örgütleme programı'. Jandarma Genel Komutanlığı diyor ki; 'Bu belgeler diğerlerinden tamamen farklıdır. PDF formatında hazırlanmıştır. Yani, belgeden taranmıştır. Üzerinde oynayamazsın'. İşçi Partisine ait iki belge, biri başkanlık kurulu kararıdır ve yayınlanmıştır. Bu belgeler İP tarafından tüm basına, devlet kurumlarına gönderilmiştir'' diye konuştu.

Bu raporun, kendi söylediklerini doğruladığını belirten Perinçek, dördüncü grupta yer alan 50 belgeyi ise bu davanın tutuksuz sanıklarından Ümit Oğuztan'ın 2003 yılı Aralık ayında 880 sayfada toplayıp kitap haline getirdiğini, bir internet sitesinde de yayınladığını kaydetti.

Perinçek, bu belgelerin Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan tarafından hazırlandığını öne sürdü.habertürk


Avukat Zeynep Küçük "Osmanım" Oyununu Nasıl Bozdu?
Ali Serdar Bolat
Açık İstihbarat

Duruşmalarda bu ev iddiası çürütülünce Osmanım ikinci bir evden bahsetmişti.Hakim, her iki evi de göstermesini istedi. Osmanım ikinci evi de bulamadı.

Dosyaya adresi giren evin önünde basın mensupları ve polis bekliyordu.

Cam kenarında oturan Osmanın buna rağmen evi bulamadı!

Zeynep Küçük, Ergenekon tutuklusu Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün kızı ve avukatı.

Osman Yıldırım, nam-ı diğer "Gizli tanık 9", verdiği yalan ifadelerle Danıştay davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesine yol açan kişi.

Osman, veya Ergenekon Savcılarının deyimiyle "Osmanım", Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından suçlu bulunup hüküm giydikten sonra birdenbire bombaları kendisine Ergenekoncuların verdiğini hatırladı (!).

Gizli tanıklık yaparak yasanın gizli tanıklara verdiği haklardan faydalanıp serbest bırakılma, maaşa bağlanma fikrini çok sevdi.

Hem yıllarca hapis yatmaktan kurtulacak, hem de bedavadan maaş alıp krallar gibi yaşayacaktı. Bu fikri kendisine Ergenekon Savcıları vermişti.

Osmanım, Ataşehir'de toplantı yapılan bir evde Veli Küçük'ün talimatı ile bombaları Muzaffer Tekin'den aldığını ileri sürdü.

Danıştay ve Ergenekon davalarının sanıkları işte bu evde bir araya gelmiş oluyorlardı.Bundan dolayı iki dava birleştirilmişti.

Gelgelelim Osmanım'ın verdiği bilgiler baz istasyonlarından gelen belgelerle duvara tosladı.

Çünkü, Osmanım'ın "Şu gün şu saatte bombaları Ataköy'de falancadan aldım, falancalar da oradaydı" dediği gün ve saatte Osmanım'ın kendisi dahil adını verdiği diğer kişilerden hiçbirinin Ataşehir'de olmadığı, cep telefonlarının oradan çok uzak yerlerde sinyal verdiği ve konuşmalar yaptıkları anlaşılmıştı.

Hakim Hasan Hüseyin Özese bu durumu duruşmada şöyle açıkladı:

"Osman Bey'in o sırada evde olduğunu öne sürdüğü bütün sanıklar, bu iddiayı yalanladılar.

Toplantının yapıldığı öne sürülen güne ilişkin baz istasyonu dökümleri de mahkemeye ulaştı, ve sanıklardan hiçbirinin söylenen tarih ve saatte Ataşehir'de olmadığı meydana çıktı.

Son olarak mahkemede tanıklar dinlendi ve onlar da Ataşehir'de Osman Yıldırım'ın iddia ettiği gibi bir toplantı olmadığını söylediler."

Böylece Danıştay cinayeti ile Ergenekon sanıkları arasında bağlantı olduğu iddiası çökmüştü.

Tertipçi Savcılar telaş içindeydiler.

Onların itelemesi ile Osmanım her duruşmada "Toplantının yapıldığı evi eliyle koymuş gibi gösterebileceğini" söylemeye başladı.

Yani Ataşehir'de keşif yapılmasını istiyordu.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, 160. duruşmada, keşif yaptırılmasını talep etti.

Bu, Savcıların son çırpınışı idi.

Kendisinin ve diğer sanıkların içinde olmadıkları anlaşılan evi gösterse ne olacaktı?

Avukat Zeynep Küçük tehlikeyi sezmişti.

Savcılar Osmanım'a evi gösterecek, Osmanım da sözde evi bulmuş olacaktı.

Çünkü Osmanım, bilmediği anlaşılan bir evi nasıl bulacaktı? Bu, olanaksızdı.

Zeynep Küçük, her gün adliyeye giderek keşif talebi ile ilgili karar çıkıp çıkmadığını kontrol etmeye başladı.

1 Ekim Cuma günü keşif yapılması kararı çıktı.

Mahkeme 4 Ekim Pazartesi günü yetkili mercilerle yazıştı ve 5 Ekim'de keşif yapılması planlandı.

Zeynep Küçük 4 Ekim günü dilekçe yazarak keşfe katılmak istediğini mahkemeye bildirdi.

Bunun üzerine keşif 7 Ekim'e ertelendi.

Dikkat: Mahkeme, keşif yapılacağını sanık avukatlarına bildirmedi.

Zeynep Küçük bir hafiye gibi çalışarak keşif gününü öğrendi.

İleri demokrasilerde kanunsuzluk mu arıyorsun? İşte bir örneği de bu...

Avukat Zeynep Küçük keşif heyeti ile buluşmak üzere Ataşehir Migros önüne gitti.

Ancak, elinde yasal izin kağıdı olmasına rağmen minibüse binmesine izin verilmedi.

Zeynep Küçük, bu engellemenin zapta geçirilmesini isteyince tertipçiler sert kayaya toslamış olduklarını anladılar.

Hakim Hüsnü Çalmuk, Zeynep Küçük'ün araca binmesine izin vermek zorunda kaldı.

Minibüste Hakim Çalmuk, Savcı Nihat Taşkın, Osmanım ve avukatı, bilirkişi, katip ve askeri personel vardı.

Araç hareket edince video kaydı yapılmaya başlandı, araç içindeki kimsenin Osmanım'a müdahele etmemesi istendi.

İki buçuk saatte küçücük Ataşehir içinde 60 km. katedildi. Ama Osmanım evi bulamadı.

Duruşmalarda bu ev iddiası çürütülünce Osmanım ikinci bir evden bahsetmişti.

Hakim, her iki evi de göstermesini istedi. Osmanım ikinci evi de bulamadı.

Dosyaya adresi giren evin önünde basın mensupları ve polis bekliyordu.

Cam kenarında oturan Osmanın buna rağmen evi bulamadı.

"Sıfır noktasına geri dönelim, yeniden tarif edeyim" dedi, Hakim kabul etti.

O muhiti çok iyi bildiğini tekrar edip duruyor, ama her iki evi de bir türlü bulamıyordu.

Sinirlenen Hakim: "Bulamayacaksan söyle zarfı kapatayım" dedi.

Bunun üzerine t Savcı Nihat Taşkın, herşeyi göze alarak şu kanunsuz teklifi yaptı:

"Kovuşturma aşamasında evi tespit ettik. Burası Recep Özkan'ın evidir. Götürelim oraya Osman Yıldırım'ı, evi biz gösterelim, orada bize yer gösterme yapsın".

İşte bu teklif, keşif yapılacağının neden sanık avukatlarına bildirilmediğini ortaya koyuyordu.

Zeynep Küçük'ün neden minibüse alınmak istenmediğini açıklıyordu.

Zeynep Küçük, bu kanunsuz, ahlaksız teklife derhal itiraz etti.

Bu kadar kanunsuzluğa ortak olmayı göze alamayan Hakim, Savcının teklifini reddetti ve zarfı kapattı.

Eğer Zeynep Küçük uyanıklık yapıp keşif gününü ısrarla takip edip zamanında dilekçe vererek keşfe katılmamış olsaydı, tertipçi Savcı evin yerini gösterecek ve sanki Osmanım evi bulmuş gibi keşif zaptı tutulacaktı.

Zeynep kardeşim seni kutluyorum, gözlerinden öpüyorum. Avukatlık işte böyle yapılır.

Osman Yıldırım, Doğu Perinçek'i yumrukladı!
21 Ekim 2010
Ergenekon davası duruşma arasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, sanık Osman Yıldırım tarafından yumruklandığı iddia edildi.

Ergenekon davasında tanık Muharrem Aslan'ın ifadesinin alınmasından sonra duruşmaya ara verildi. Duruşma sırasında ihtiyaç için dışarı çıkan ve bu sırada duruşma salonuna giren Doğu Perinçek, tutuklu sanıklardan Osman Yıldırım jandarmalar nezaretinde dışarı çıkarıldığı sırada yere düştü. Erhan Timuroğlu ile İsmail Sağır tarafından yerden kaldırılan Perinçek sanık bölümüne geçerken 'Ne oldu?' diye soranlara diğer tutuklu sanık Oktay Yıldırım, sanık Osman Yıldırım'ın askerler arasından kurtularak Doğu Perinçek'e yumruk attığını söyledi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, jandarmalardan olayla ilgili tutanak tutulmasını istedi.

PERİNÇEK'E SAĞLIK KONTROLÜ

Öte yandan Doğu Perinçek'e duruşma salonu önünde hazır bekleyen ambulansta görevli sağlık ekibi tarafından ilk muayene yapıldı. Hafif travma başlığı altında yazılan raporda Perinçek'in, sağ yanağının elmacık kemiği üzerinde yarım santim çapında kızarıklık oluştuğu belirtildi. Raporda, adli rapor alınmasının için hastaneye sevkinin uygun olacağı kaydedildi. Ancak, sanık Doğu Perinçek'in hastaneye gitmek istemediği ileri sürüldü. Sanıklardan Oktay Yıldırım ile bazı avukatlar, olayla ilgili olarak "Sanık Osman Yıldırım yanından geçerken askerler arasından kurtularak yumruk atmaya çalıştı" ifadesinde bulunurlarken Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün talimatıyla tutanak düzenleyecek olan jandarmaların, olayın nasıl gerçekleştiğini tam olarak duruşma salonundaki kamera kayıtlarını inceledikleri öğrenildi.

Danıştay davasının Ergenekon davasıyla birleştirilmesi ve her iki davanın birlikte görülmeye başlamasından sonra tutuklu sanıklardan Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan, biri uzman çavuş olan 4'er jandarma nezaretinde duruşma salonuna alınıyordu.

Salonda oturdukları sırada da etrafında jandarmalar tarafından koruma oluşturulan Yıldırım ve Arslan, ihtiyaç için dışarı çıkartıldıklarında da jandarmalar nezaret ediyordu.

Osman yıldırım'a disiplin ve men cezası

Birinci "Ergenekon" davasının tutuklu sanığı Osman Yıldırım'ın, İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek'e fiili saldırıda bulunduğunu belirten Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, Yıldırım hakkında 4 gün disiplin, 5 gün de duruşmalardan men cezası verilmesinin kararlaştırıldığını açıkladı. habertaraf

Alparslan Arslan arkadaşı da hakim karşısında

25 Ekim 2010 Birinci ''Ergenekon'' davasının bugünkü duruşmasında, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombaların verildiği iddia edilen Ataşehir'deki toplantının yapıldığı evin bulunduğu sitenin eski market işletmecisi Mehmet Ölçer ile Alparslan Arslan'ın ev arkadaşı tanık olarak dinlendi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki duruşmada dinlenilen Mehmet Ölçer, Ataşehir'deki toplantının yapıldığı iddia edilen Recep Özkan'a ait evin bulunduğu sitede 1998-2008 yıllarında market işlettiğini ancak şimdi fırıncılık işiyle uğraştığını söyledi.

Recep Özkan'ın 18 numarada oturduğunu ifade eden Ölçer, ''Özkan benim müşterimdi ve günde 2-3 kere gelir alışveriş yapardı. Market ile Recep'in ev sahibi aynı kişiydi. Recep, kirasını bana teslim ederdi. Ben de mal sahibine verirdim'' dedi.

Polis ekiplerinin 22 Ocak 2009'da işlettiği fırına gelerek kendisine bazı fotoğraflar gösterdiğini belirten Ölçer, gösterilen resimlerde Recep Özkan dışında kimseyi tanımadığını kaydetti.

Ölçer'in, polislerin 2 kez gelerek ifadesine başvurduğunu anlatması üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, dava dosyasında sadece 22 Ocak 2009 tarihine ilişkin yazılı ifade tutanağı bulunduğunu, polislerin 2 kez geldiklerinden emin olup olmadığını sordu.

''Eminim. İkinci gelişlerinde ramazan ayıydı'' yanıtını alması üzerine ''Dosyada sadece bir ifadeniz var. İkinci geldiklerinde farklı soru sordular mı? Farklı fotoğraf gösterdiler mi?'' sorusunu yönelten Şengün'e Ölçer, hemen hemen aynı soruların sorulduğunu söyledi.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, dava dosyasında bulunan ve Danıştay davasında adından bahsedilen, aralarında Veli Küçük ile Muzaffer Tekin'in de bulunduğu, çoğu dava sanığı 18 kişinin fotoğraflarının yer aldığı dosyayı tanık Ölçer'e gösterdi ve ''Bu kişilerden apartmana girip çıkan var mıydı?'' diye sordu.

Ölçer de sadece Recep Özkan'ı tanıdığını belirtti.

Şengün, Ölçer'e, duruşmada bulunan tutuklu sanıklara bakmasını ve aralarından bazılarını tanıyıp tanımadığını söylemesini istedi.

Ölçer, bunun üzerine, sanıkların bulunduğu yere yönelerek bir süre baktıktan sonra kimseyi tanımadığını kaydetti.

Duruşmada söz isteyen tutuklu sanık Zekeriya Öztürk'ün 'işlettiği market ile apartman kapısı arasında ne kadar mesafe bulunduğu' sorusu üzerine Ölçer, yaklaşık 10 metre olduğunu söyledi.

-ARSLAN'IN EV ARKADAŞI KAYA-

Danıştay cinayeti davasının tutuklu sanığı Alparslan Arslan'ın Üsküdar'daki evinde Orhan Kadı ile birlikte ev arkadaşı olan Fethullah Kaya da hukuk fakültesini yeni bitirdiğini ve avukatlık stajını başlatmak üzere olduğunu belirterek, Alparslan Arslan'la Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. sınıftayken 2002 yılında arkadaşları aracılığıyla tanıştığını söyledi.

Kaya, 4. sınıfta ev sorunu yaşadığı sırada Alparslan Arslan'ın Üsküdar'daki evinde yer olduğunu belirterek kendisini davet ettiğini kaydetti.

Danıştaya silahlı baskın gerçekleştirilen 17 Mayıs 2006 tarihinde aşırı derecede hasta olduğu için evde yattığını ifade eden Kaya, ''Saat 10.45 sıralarında televizyonda son dakika olayının anlatıldığını gördüm. Alparslan Arslan adına daha önce sahte kredi kartı, sahte kimlik çıkarmışlardı. Yine öyle bir durum zannettim. Hatta ilk anda görüntülerinden de tanımadım'' dedi.

Fethullah Kaya, olayın duyulmasından sonra Alparslan Arslan'ın arkadaşlarının Ankara'da toplandıklarını öğrenmeleri üzerine Recep Özkan ve Orhan Kadı'nın Ankara'ya gitmeye karar verdiklerini bildirdi.

Babasının olayı duyması üzerine kendisini arayarak hemen memleketi Kırıkkale'ye dönmesini istediğini belirten Kaya, ''O yüzden onlarla Ankara'ya yola çıktım. Ankara'ya geldiğimizde Alparslan Arslan'ın avukatı memlekete gidersem kaçak durumuna düşeceğimi, eve dönüp ifade vermemiz gerektiğini söyledi. Sabaha karşı İstanbul'a döndük. O gece Ataşehir'de bir evde 1-2 saat dinlendikten sonra bizim eve döndük. Eve gittiğimizde polisler bizi karşıladı'' dedi.

-''PERŞEMBE GÜNLERİ TOPLANIP KURTLAR VADİSİ'Nİ İZLERDİK''-

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in sorusu üzerine Marmara Üniversitesi Göztepe Yerleşkesi'nde ülkücü öğrencilerin düzenlediği pikniklere Arslan'ın da geldiğini, kaldıkları evin terasında da bir araya gelip çay içip bir şeyler yediklerini söyleyen Kaya, ''Perşembe akşamları hep beraber Kurtlar Vadisi dizisini izlemek için evde toplanılırdı. Alparslan Arslan, Süleyman Esen, Teoman Ekşioğlu, Niyazi, Nejat, Selahattin birlikte seyrederdik. Çiğ köfte, kıymalı makarna, et falan yapardık. Yemekleri genellikle ben yapardım, en küçükleri bendim, sohbetlere pek katılmazdım'' diye konuştu.

Arslan'ın namaz kılıp kılmadığı sorulan Kaya, Alparslan Arslan'ı ilk tanıdığında namaz kıldığını görmediğini ancak Arslan'ın daha sonra namaz kılmaya başladığını söyledi.

Kaya, Savcı Pekgüzel'in ''Alparslan Arslan'ın ev arkadaşısınız. Cumhuriyet Gazetesi'ne bomba atılan 5 Mayıs, 10 ve 11 Mayıs günlerinde değişiklik görmediniz mi? Türban, 'domuza baş örtüsü' karikatürü, Danıştayın türban kararı ya da Vakit Gazetesi'nin 'İşte o hakimler' başlıklı haberlerinden bahsetti mi?'' sorusuna da ''Vizelere girip çıktıktan sonra mayısın ilk haftasında dönmüştüm. Bu konularla hiç ilgilenmiyordum. Türban beni hiç ilgilendirmez'' cevabını verdi.

-''ALPARSLAN AĞABEY ÇOK AGRESİF BİRİ''-

Kaya, ''Alparslan Arslan'ı tanıdığın kadarıyla nasıl biriydi? Psikolojisinde son zamanlarda sorun var mıydı? Kiminle sırlarını paylaşıyordu?'' sorularına da şu yanıtı verdi:

''Alparslan Ağabey çok agresif biri. Bazen hiç konuşmazdı. Sinirli olduğu zaman bir şey sormuyordum, o da konuşmak istediği zamanlarda gelip benimle şakalaşıyordu, ondan sonra konuşmaya başlıyordum ben de ama sırlarını asla kimseye anlatmazdı. Bütün arkadaşlarıyla aynı mesafede duruyordu. Hiçbir sırrını kimseyle paylaşmayan bir insandı. Bazen düşünüyordum, 'bu insanın hiç mi sıkıntısı olmaz, derdi, gamı olmaz, neden anlatmıyor' diye soruyordum kendime ama çok içine kapanık birisi, asla hiçbir şeyini anlatmaz.''

Pekgüzel'in, ''Alparslan Arslan, ifadesinde bombaların mavi bir çantada olduğunu, tabancaların da evde bulunduğunu Fethullah Kaya ile Orhan Kadı da görmüştü'' demesi üzerine Kaya, ''Hayır, ben öyle bir şey görmedim, görseydim o evde kalmazdım, hatta İstanbul'da kalmazdım'' dedi.

Üye hakim Hasan Hüseyin Özese'nin sorusu üzerine de Kaya, ''Memleketten döndüğüm tarihlerde bir gün eve gittim. Cumhuriyet Gazetesi kanepenin üzerinde açılmıştı, şaşırdım. Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombanın haberi yapılan orta sayfalar açılmıştı'' diye konuştu.

Kaya, Özese'nin ''Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalarla ilgili ne biliyorsunuz?'' sorusuna da ''Hiçbir malumatım yok. Bu tür konular beni alakadar etmez'' yanıtını verdi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, Kaya'nın dinlenilmesinin ardından Alparslan Arslan'a ''İfadende bombaları eve getirirken Fethullah Kaya da gördü demişsin ancak Fethullah 'Böyle bir şey görmedim' diyor. Ne diyeceksin?'' sorusunu yöneltti.

Arslan da ''Bilemiyorum. Kesin bir şey söyleyemem. Onun hakkında söyleyebileceğim bir şey yok. 'Fethullah Kaya'nın söylediği doğrudur' da diyemem, 'benim söylediklerim doğrudur' da diyemem. Bütün ifadelerimde 'hatırladığım kadarıyla, kesin olmamakla birlikte' demiştim'' diye konuştu.

-PERİNÇEK'TEN AÇIKLAMA-

Doğu Perinçek, geçen hafta tutuklu sanık Osman Yıldırım tarafından uğradığı fiili saldırıya ilişkin olarak avukatları aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamada, ''ABD ve Haçlı gericilik Türkiye'yi parçalıyor, cumhuriyeti yıkıyor, Danıştay yargıcını katlediyor. Bir yumruk da bize gelmiş, çok değil. Arkasındaki gücü biliyoruz'' ifadelerini kullandı. haber7

Şamil Tayyar / Star
Devlette neler oluyor?
08 Kasım 2010

Bir süredir tuhaf işler oluyor. Nasıl görmek veya okumak gerekir, gerçekten çok zorlanıyorum. Samimi olmak gerekirse, midem bulanıyor artık.

Çukurca’daki mayın faciasından sorumlu tutulan Hakkari Tugay Komutanı Tuğgeneral Zeki Es tutuklandı. İddialara ve delillere bakıldığında böyle bir kararın verilmesi, hiç kimse için sürpriz olmadı.

Garip olan, iddiaları örtbas etmekle suçlanan ve son YAŞ toplantısında terfi ettirilmeyen Hakkari Tümen Komutanı Tümgeneral Gürbüz Kaya’nın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açtığı yürütmeyi durdurma davasını kazanmasıdır. Karara göre, ay sonuna kadar Korgeneral yapılması gerekiyor.

Biri Mamak Cezaevi’ne diğeri Korgeneral rütbesiyle karargaha...

Cumhuriyet tarihinin en önemli darbe davalarından Balyoz’da tutuklu sanık kalmadı, ifadeye çağrılan paşalar orduevlerinde saklandı, savcı talimatlarına uyulmadı, hiç kimsenin de gıkı çıkmadı, Silivri’de ise Ergenekon sanıkları gün sayıyor.

Oysa hem iddialar hem deliller, Balyoz’un Ergenekon’dan daha büyük bir dava olduğunu gösteriyordu.

Beyazlar dışarıya zenciler içeriye...

3 yıldır Silivri’de ömür tüketen Ergenekon sanıklarının yakarışları mahkeme duvarından öteye ulaşmazken, bir gün dahi içeri girmeyip hastanede sanık olmanın dayanılmaz ağırlığını yaşayan Mehmet Haberal yüzünden 9 hakime tazminat cezası verildi. Yargıdaki köklü teamülleri alt üst etme ve 58 bin tutuklu için emsal oluşturma pahasına olsa bile Haberal’ın hatırına hakimlere “tutukluluk tazminatı” yağdırıldı.

Haberal’ın Ergenekon sanığı olması nedeniyle Yargıtay’ın sevgisine mazhar olduğunu düşünüyorsanız, yanılırsınız. Şikayetçi Mustafa Balbay olsaydı sözgelimi, böyle bir karar çıkmazdı.

Üstatlara tazminat ödülü, alttakilere elma şekeri...

Yargıtay, hiçbir hakim veya savcıya göstermediği ilgiyi Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’den esirgemedi. Kıran kırana savaştı, ses kayıtlarını tınlamadı, dosya olmadığı halde fotokopi üzerinden karar verip Cihaner’i serbest bıraktı. Cihaner, Haberal gibi bir ilkin kahramanıydı.

Yeni HSYK, Cihaner’i Adana’ya düz savcı olarak atayarak sürece tepkisini gösterdi belki, gariptir tartışmaların merkezinde ve HSYK seçiminde YARSAV listesinin ilk sırasındaki Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’a dokunan olmadı.

Direnenlere yeni adres, uzlaşanlara selam...

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen darbe günlükleriyle ilgili dosyayı Ergenekon’la bağlantısı olmadığı gerekçesiyle Ankara’ya havale etti. Tüm fatura, 2009 Aralık başında açılan dosyaya yaklaşık 4 ay önce görevlendirilen Savcı Mehmet Ergül’e kesildi.

Komutanları sorgulayıp saatlerce ifadesini alan Başsavcıvekili Turan Çolakkadı ve Ergenekon savcılarının sorgulama sonrası şüphelileri mahkemeye sevk ederken tutuklanmalarına gerek görmemeleri çabucak unutuldu. İddianamelerin omurgasını oluşturan günlüklerle ilgili yaklaşım, daha ilk gün kötürümdü. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Darbe günlüklerine özgürlük, Narnia günlüklerine pranga...

Bu ve benzeri o kadar çok örnek var ki, yazmaya kalksak satırlar yetmez. Ama ortak noktaları tek: cari olan üstünlerin hukuku...

Umarım, yeni dönem hukuk ihlallerinin asgari düzeye ineceği, herkesin hukuk önünde eşit olacağı bir dönem olur. Son hadiseler, mevzuatta yapılacak değişikliğin tek başına yeterli olmayacağını, köhnemiş zihniyet yargıdan tasfiye oluncaya kadar sancılı sürecin devam edeceğini gösteriyor.

Yaşananların basit analizini hukuki perspektiften bu şekilde birkaç cümleyle özetlemek mümkün, ancak Ergenekon, Balyoz ve darbe günlükleriyle ilgili sürecin gidişatına dair bazı ipuçlarını da son olayların perde aralıklarında görebiliriz.

Kürt meselesinde olduğu gibi burada da (sivil/asker) eylemsizlik sürecine bağlı olarak bir mutabakat ihtimalinin doğduğunu söylemek için erken midir, bilmiyorum. Önümüzdeki dönemin çok iyi takip edilmesi gerekir.

Devlet içinde bu yönde bir mutabakat oluşursa, darbe davaları minimize olur, zencilerden ibaret küçük hücrelere dönüştürülür, yeni tahliye kararları çıkar ve faturadaki rakam azalır.

Mutabakat oluşmazsa? Çatışmanın seyri, süreci tayin eder...

Ergenekon davasında 3 tahliye kararı

Ergenekon davasının bugün görülen 95'inci duruşması sonunda tutuklu sanıklardan İşçi Partili Emcet Olcayto ile Arif Doğan'ın mühimmatlarının konulduğu evin sahibi Muzaffer Öztürk ve Hamza Demir hakkında tahliye kararı verildi. İki yılı aşkın süredir tutuklu bulunan sanıkların tahliyeleri için dosya kapsamı, delil durumu, tutuklulukta geçirdikleri süre ve suç vasfının değişme ihtimali, gerekçe olarak gösterildi.

İstanbul 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon davasında taleplerin değerlendirilmesi için verilen 2 saatlik aranın ardından tutuklu sanıklar Emcet Olcayto, Muzaffer Öztürk ve Hamza Demir hakkında tahliye kararı verildi. 3 sanığın tahliyesi için dosya kapsamı, delil durumu, tutuklu kaldıkları süre ve suç vasıflarının değişme ihtimali, gerekçe olarak gösterildi. Diğer 27 tutuklu sanığın tahliye talepleri, oy çokluğuyla reddedildi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, sanıklardan 22'inin daha çeşitli gerekçelerle tahliye edilmesi gerektiği görüşünü muhalefet gerekçesi olarak gösterdi. Duruşma, 17 Ocak 2011 tarihine ertelendi. Kararın açıklanmasının ardından tepki gösteren Tuncay Özkan "Adalet istiyoruz. Krallığınız yıkılana kadar adalet istiyoruz. Kurbanlık koyun muyuz burada. Hukuk muş, külahıma anlatın." diye bağırdı. habertaraf


_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ksm 15, 2010 9:04 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 18, 2010 2:57 am    Mesaj konusu: Ergenekon'un yakın tarihi Alıntıyla Cevap Gönder

İsmet Berkan
Ergenekon'un yakın tarihi
04/04/2008

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, benim anladığım, bütün Cumhuriyet tarihinin en önemli soruşturmalarından birini yürütüyor. Halen bu soruşturma çerçevesinde 47 kişi tutuklu olarak çeşitli cezaevlerinde. Savcının iddianamesini yazarak davasını açması bekleniyor.

Daha önce Ergenekon konusunu defalarca yazdım, 'Büyük' ve 'Küçük' Ergenekon'lardan söz ettim. Kendimi tekrarlamak pahasına zaten sizin de bildiğinizi düşündüğüm birkaç konuyu hatırlatmak istiyorum.

Ergenekon denen örgütlenmenin geçmişini çok gerilere götürenler var, belki haklılar belki haksız ama bana göre bugün konuştuğumuz manada Ergenekon'un başladığı dönem 2001'in sonbaharı.

O sırada ülke ekonomik krizle boğuşmakta, Başbakan Bülent Ecevit yaşlılığı ve zaman zaman kelimeleri karıştırması nedeniyle eleştirilmekte. Bir grup emekli asker, hem de daha o 30 Ağustos'ta emekliye ayrılmış olan üst düzey asker, önce İstanbul iş dünyası ile temasa geçiyor. Önerdikleri şey şu: 'Bülent Ecevit yaşını ve sağlığını gerekçe gösterip çekilsin, yerini de yardımcısı Hüsamettin Özkan'a bıraksın.'

İş dünyasının temsilcileri bu öneriyi Bülent Ecevit'e değil, Hüsamettin Özkan'a iletiyorlar. Özkan, 'Ben bu öneriyi duymamış olayım' diyor, olayın üstü kapatılıyor.

Emekli komutanlar bunun üzerine Hüsamettin Özkan'la doğrudan temas kuruyorlar. Bodrum'daki orduevinde gerçekleşen görüşmede halen görevde olan bazı yüksek rütbeli askerler de bulunuyor ve teklif tekrar ediliyor. Özkan yine, 'Ben bunu duymamış olayım, ben böyle bir şeyi Sayın Ecevit'e söyleyemem, o önermedikçe kabul de edemem' diyor.
Bunun üzerine askerler, Çankaya Köşkü'nde yapılan bir resepsiyon sırasında Radikal Ankara Temsilcisi Murat Yetkin'e bu temaslarını ayrıntılı biçimde anlatıyorlar.

Ertesi sabah Murat bunları bana aktarınca, ben 'Haberin iki kaynaktan teyidi' ilkesince Hüsamettin Özkan'a bunu sormasını söylüyorum. Murat, Özkan'ın yanına gidiyor, haberi doğrulatıyor ve bu arada fazlası oluyor, Özkan Murat'ı alıp Başbakan Ecevit'in yanına götürüyor ve Ecevit de askerlerin bu temaslarını ve tekliflerini bu yolla Murat'tan öğreniyor.
O dönemin genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun haberdar olmaması ihtimalinin yok denecek kadar az olduğu bu girişim, bana göre ilk 'darbe' girişimiydi.

Bu olay Ecevit'in çekilmek yerine daha çok koltuğu sahiplenmesini ve sonunda da Hüsamettin Özkan'ın partiden 90 kadar milletvekiliyle kopmasını tetikledi. Yani Ecevit ile Hüsamettin Özkan arasındaki mutlak güven ilişkisi orada bitti.

Ardından, yani Özkan'ın ayrılıp Şükrü Sina Gürel'in Ecevit'in sağ kolu olmasıyla Temmuz 2002'de, Başbakan Ecevit, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'na, 'ABD önümüzdeki dönemde Irak'ta savaş yapacak, önemli olaylar yaşanacak, sizin Genelkurmay Başkanlığı sürenizi uzatalım' teklifinde bulunuyor.

Kıvrıkoğlu, bu uzatmanın yasa gerektireceğini, hükümetin böyle bir yasayı çıkarmaya muktedir olmadığını biliyor, teklifi kibarca reddediyor. Zaten Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de teklife sıcak bakmıyor.

Bunlar olmuyor ama Kıvrıkoğlu, bir sonraki dönemin komuta yapısını kendisi belirlemek istiyor ve Ecevit'e ve Cumhurbaşkanı Sezer'e, o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığına hazırlanan Hilmi Özkök için 'Onu Genelkurmay Başkanı yapmayın' diyor. Sebebi sorulduğunda da, 'İrticaya karşı yumuşaktır' cevabını veriyor.

Cumhurbaşkanı Sezer bu teklifi kabul etmiyor, Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı kesinleşiyor.

Ama Kıvrıkoğlu, kendi yasal yetkisini kimseye danışmadan ve onay aramadan kullanıp boşalan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na teamül gereği 1. Ordu Komutanı Edip Başer'i değil emekli olmaya hazırlanan, hatta odasını toplayıp lojmanını boşaltan Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman'ı, Jandarma komutanlığına da Şener Eruygur'u öneriyor.

Hükümet bu emrivakilerden çok hoşlanmıyor ama bir seri emeklilik krizini engellemek için kararnameler son dakikada imzalanıyor. Cumhurbaşkanı da imzasını son ana bırakıyor.

İkinci darbe girişimi de bu.

Sırada üçüncü ve dördüncü ve beşinci ve altıncı ve sonuncu darbe girişimleri var ama bugünlük yerim doldu, yarın devam edelim.

Radikal

İsmet Berkan
Ergenekon'un yakın tarihi (2)
İsmet Berkan

05/04/2008

Diyorum ki, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü Ergenekon soruşturması çok partili demokrasi tarihimizin en önemli suç soruşturmalarından biri olmaya aday.
Bu önemli soruşturmayı daha iyi kavramamız için de dünden itibaren bir 'yakın tarih' yazmaya başladım, 2001 ve 2002'de yaşanan iki 'darbe'yi anlattım.

Bunlardan ikincisi, 30 Ağustos 2002 günü, Genelkurmay Başkanlığı'na gelen Hilmi Özkök'ün çalışamaz hale getirilmesi amacıyla yapıldı, Kara Kuvvetleri'ne eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun teamül dışına çıkmasıyla Aytaç Yalman, Jandarma'ya ise Şener Eruygur komutan oldu.

Ve bu atamalardan kısa bir süre sonra, Kasım 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi seçimi kazanıp tek başına iktidar oldu. Sadece beş yıl önce Türkiye'yi askeri darbenin eşiğine getiren ve 'postmodern darbe'yle iktidardan indirilen siyasal islamcı akım, arada iki siyasi partisi de kapatıldığı halde, tek başına iktidara gelmişti.

Daha seçim gecesi gözler askerdeydi, acaba asker bu işe ne diyecekti? Genelkurmay Başkanı Özkök, 'Seçim sonuçlarına saygı göstermek gerektiği'ni söyleyerek tutumunu açıkladı. Bu açıklamayla birlikte de alt kademelerde ve emekli askerler arasında kazan kaynamaya başladı. Cumhuriyet gazetesinin meşhur 'Genç subaylar tedirgin' manşeti bu ortamda geldi, Emin Çölaşan gibi yazarların Genelkurmay Başkanı'nı 'yumuşak' olmakla eleştiren yazıları bu ortamda geldi.
Genelkurmay Başkanı, sırf bu 'Genç subaylar tedirgin' manşeti için basın toplantısı düzenlemek zorunda kaldı, 'Demokrat bir insanım, bu suç mu?' dedi!

Bu arada yıl 2003 olmuş, ABD Irak'ı işgal için Türkiye'den yardım istemiş, hükümet de onlara yardım vaat etmişti. Bu amaçla hazırlanan izin tezkeresinin Meclis'te oylanmasından bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet'ten Fikret Bila'ya isminin kullanılmadığı bir demeç verdi ve tezkereyi doğru bulmadığını söyledi. 3 Mart'ta tezkerenin reddinde bu demecin etkili olup olmadığı o gün bugün tartışılıyor.

Sadece bu da değil. O sırada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi adıyla anılan Kıbrıs çözüm planını açıklamış, Kıbrıslı tarafları bu plan üzerinde konuşmak için Hollanda'ya Lahey'e davet etmişti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara'da Başbakan Abdullah Gül'den, 'Sakın planı kategorik olarak reddetmeyin' diye talimat almış olmasına rağmen daha Lahey'e iner inmez 'Ben buraya Annan'a hayır cevabı vermeye geldim' dedi, görüşmeleri öldürdü. Denktaş bunu söylerken tek başına hareket etmiyordu, Ankara'da güvendiği dağlar vardı, onu teşvik edenler vardı.

Türkiye'nin seçilmiş hükümeti, kendi politikasını uygulayamamış, uygulatama-mıştı. Ankara'da birileri devreye girmiş, hükümetin açık talimatını uygulatmamıştı.

Üçüncü darbe buydu!

Bu darbe, Kıbrıs Rum kesiminin bütün adayı temsilen AB üyesi olmasının önünü açtı. Darbeyi planlayıp uygulayanlar açısından Rum kesiminin AB üyeliği bir 'kayıp' değil 'kazanç'tı, böylece Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğe mahkûm kalıyor, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği ise neredeyse imkânsız kılınıyordu. Öyle ya, Rumlar Kıbrıs'ta Adanın geri kalanını anlaşarak değil Türklere boyun eğdirerek geri alma, Türkleri azınlık haline getirme hedefleri açısından büyük bir imkân elde edeceklerdi ve Türkiye'yi tavize zorlamak için hep AB içinde veto kartını kullanacaklardı. Türkiye de Kıbrıs'ta 'taviz' veremeyeceği için AB üyeliğinden vazgeçecekti.

Ankara'da hükümet kendi derdine düştüğü, lideri Recep Tayyip Erdoğan'ı Başbakan yapmaya kilitlendiği için ilk dönemde nasıl bir darbeye maruz kaldığını, kendi geleceğine nasıl bir ipotek konduğunu anlayamadı, kavrayamadı.

Sadece kendilerinin değil AB hedefini destekleyen bütün Türk milletinin bir darbeye maruz kaldığını anladıklarında ise daha sonra da yapacakları gibi 'yumuşak' davrandılar, bırakın bir adli soruşturma açmayı siyasi anlamda bile hesap sormadılar, Rauf Denktaş'a bu talimatı verip hükümetin arzusu hilafına davranışında ona arka çıkanları sergilemeye bile kalkışmadılar.

İlginçtir, dördüncü darbe yine Kıbrıs konusunda gelecek veya gelmeye kalkışacaktı. Üstelik bu, uzun yılların en ciddi darbe girişimi olacaktı. Ama bugünlerde esip kükreyen hükümet yine hiçbir şey yapmayacak, demokrasi mücadelesine falan kalkışmayacaktı bile.

Ama izin verirseniz onu da yarın yazayım.
Radikal

Ergenekon'un yakın tarihi (3)
İsmet Berkan
06 Nisan 2008

Ergenekon soruşturmasından ümitle anlatmaya başladığım yakın dönem
'Ergenekon tarihi' dizisinin en heyecanlı bölümlerinden birini bugün yazacağım. Düne kadar üç tane seçilmiş ve parlamentodan onay almış sivil yönetime direnme, Türkiye'nin gekeceğine kendi kendine karar verme örneği, 'darbe' anlattım, bugün sıra dördüncü ve gerçekleşmeye en fazla yaklaşan darbeye sıra geldi.

2002 Aralık'ta Kopenhag'da yapılan Avrupa Birliği zirvesine büyük umutlarla giden ama adaylık için 2004 sonuna tarih alan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı işin kilidinin içeride Kopenhag Kriterleri ile ilgili demokratik reformları yapmak kadar Kıbrıs sorununu çözüm yoluna sokmakta olduğunu görmüştü.

Ve dün de anlattığım gibi 2003 Mart'ındaki büyük Kıbrıs fırsatı, hükümete rağmen kaçırılmış, kaçırtılmıştı. Ocak 2004'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bizzat ipleri eline aldı, önce Davos'ta kendisiyle gönülsüzce görüşen BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a, 'Kıbrıs çözüm planında sizin hakemliğinizi kabul ediyoruz' diyerek büyük ümit verdi. Annan Planı mezardan çıkmış, yeniden görüşme masasına gelmişti. Annan, Kıbrıs'ta tarafları New York'a davet etti.

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ankara'nın baskısıyla heyetine seçimi kazanıp Başbakan olmuş olan Mehmet Ali Talat'ı da dahil etmek zorunda kaldı. Ama heyetin geri kalanı bildik eski Denktaş takımıydı. Denktaş bu kez havaalanında iner inmez 'Biz hayır cevabı vermeye geldik' diyemedi, çünkü Ankara'da aradığı desteği bir türlü tam bulamıyordu.

Onlar New York'tayken Ankara'da da garip şeyler oluyordu. İki kuvvet komutanı başta olmak üzere silahlı kuvvetlerin üst kademesi işadamlarından medya patronlarına kadar bir dizi yarı gizli görüşme yürütüyor, neredeyse açık açık 28 Şubatvari bir postmodern darbeye medya ve kamuoyu desteği aranıyordu.

Hatta bazı politikacı eskileri ortada 'İhtilalin başbakanı benim' diye dolaşıyor, daha da ilginci bu iki kuvvet komutanı gerçekten o politikacıyla görüşmüş, ondan bazı taleplerde bulunmuş oluyordu.

New York'taki Denktaş heyeti açısından en kritik şey, Annan'ın hakemliğini kabul etme meselesiydi. İş o noktaya gelene kadar Ankara'dan bir 'bildiri' çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu Denktaş ve yakın çevresi. Ankara'dan beklenen bildiri ise bir türlü gelmiyordu. Sonunda Denktaş Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aradı, aldığı cevap, 'Benim Anayasal olarak yapabileceğim bu kadar' şeklindeydi. Denktaş, iki kuvvet komutanının başarılı olamadığını, Hilmi Özkök'ü aşamadığını anlamıştı, o da yelkenleri suya indirdi.

Bu sırada iki kuvvet komutanını teşvik eden, 28 Şubat gibi değil 12 Eylül gibi doğrudan bir darbeye itekleyen çevreler de yok değildi. Daha önce hazırlanmış olan ve AKP hükümetinin devrilmesini öngören Sarıkız planı yerine doğrudan darbe isteniyordu şimdi. Bir komutanın bir ara hızını alamayıp etrafına 'Tarih beni yazar' dediği de duyulmuştu.

Tam bu karışıklıkların arasında, New York'ta Kıbrıs görüşmeleri bitip İsviçre'nin Bürgenstock kasabası için randevu tarihi beklenirken hükümetin çok önemli bir üyesiyle özel bir görüşme yaptım. Görüştüğüm bakana askeri cepheden gelen dedikoduları aktardığımda o bakan 'Hepsini biliyoruz' dedi, hatta 'Sarıkız' kod adını da kullandı. 'Peki ne yapıyorsunuz?' dediğimde, 'Bekleyin, çok şey olacak' dedi, aradan dört yıl geçti, hâlâ bekliyoruz!

Bugün AKP hakkında açılan kapatma davasıyla Ergenekon soruşturması arasında bir ilişki kuruluyor, hatta ilk günlerde bu ilişkiyi hükümetin bazı üyeleri açıkça telaffuz da etti. Etti ama gerçekte bizim bildiğimiz kadarıyla Ergenekon soruşturması hâlâ daha mesela 2004'teki hareketli günlerin sorumlularına uzanmış değil.

O günlerle ilgili olarak dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen ve önce bir internet sitesinde, sonra gazetelerde ve son olarak da ayrıntılarıyla Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerin gerçek olduğunun Ergenekon savcısı tarafından saptandığı söyleniyor. Yani savcı en azından günlüklere sahip ama o dönem bana bilgi veren önemli bakanın bilgilerine hâlâ sahip değil, o yüzden soruşturmanın gerçek darbe girişimine uzanması ihtimali çok yüksek değil.
Kaldı ki yarından sonra da anlatacağım, başka şeyler de oldu Türkiye'de ama hükümet elindeki soruşturma gücünü bu olanlar için hiç kullanmadı bildiğimiz kadarıyla, resmi kurumların kapısından hiç girilmedi. Öyle olunca da Ergenekon soruşturması bir vatansever görünümlü mafya ve kenardaki bazı hevesli aktörler soruşturması olmanın ötesinde bir şey vaat etmiyor şimdilik.

Yani, benim adlandırmamla 'Küçük' Ergenekon soruşturuluyor ama 'Büyük' Ergenekon'a dokunulup dokunulmayacağı hâlâ büyük bir meçhul.

Susurluk'u hatırlayın, bazı tetikçi ve hırsızlar yargılandı, ceza da aldı ama 'büyük plan'ı hazırlayan ve uygulayan, uygulatanlara kimse dokunmadı, dokunmaya teşebbüs dahi edilmedi.

Korkarım Ergenekon'da da aynı yoldayız.

İzninizle dizimize bir gün ara verelim, salıdan itibaren devam edelim.
Radikal

Ergenekon'un yakın tarihi (4)
İsmet Berkan
08 Nisan 2008

Bir günlük aradan sonra dizimize geri dönelim. Bugün 'Ergenekon' adıyla andığımız, benim zaman zaman 'AKP gitsin de nasıl giderse gitsin örgütü' adını da kullandığım 'oluşum' açısından Kıbrıs sorununun, daha doğrusu Annan Planı'nın referanduma kadar gitmesi çok önemli bir dönüm noktası.
Pazar günü çıkan yazıda da anlatmaya çalıştım, dönemin iki kuvvet komutanı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'la görüşmek için New York'a giden KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a önce 'Merak etme arkandayız' demişler ama sonra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aşamamış, bir anlamda yenilgiye uğramışlardı.

Bu yenilmişlik duygusu, özellikle bu komutanlardan birinde çok ciddi etkiler bıraktı. Bir yandan, yakın zamana kadar birlikte hareket ettiğini düşündüğü dostunu 'korkaklık'la suçluyor, bir yandan da
artık son aylarını geçirdiği kritik mevkinin imkânlarıyla geleceğe dönük planlamalar yapıyordu.
Daha Ocak 2004'ten itibaren yapılan ilk hareketlerin başında 'Vatan Haini Gazeteciler' listesi hazırlamak, Kıbrıs'ta çözümü ve Türkiye'nin AB üyeliğini savunmayı vatana ihanetle bir tutmak geliyordu. Bu, anlık bir duygusal tepkinin dışa vurumu değildi, özenle hazırlanmış bir psikolojik savaş taktiğiydi.

Hem iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi hem de Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmasını savunan, dolayısıyla demokratik standartların yükselmesini, insan haklarının hayata geçmesini, Batı yanlısı politikalar izlenmesini savunan başta gazeteciler olmak üzere sivil toplum örgütleri, iş dünyası temsilcileri, aydınlar vs. geniş bir kesim 'gayrı milli' veya 'vatan haini' ilan edilerek karşıt bir milliyetçi cephe yaratılıyordu.

Bizim Radikal'de 'Kızıl Elma Koalisyonu' adını taktığımız (Bu ismi koalisyon mensupları da derhal benimsedi) 'oluşum' işte tepede yapılan bu dikkatli ve özenli planlamanın, psikolojik savaş stratejisinin bir gereği olarak bir günde ortaya çıktı neredeyse.

Hepsinin de başında 2004 Ocak ayında darbe yapmayı çok istemiş bazı yüksek rütbeli cuntacı emekli subayların bulunduğu 'sivil' toplum örgütleri bu komutanın emekli olmazdan önce devlet imkânlarını kullanarak hazırladığı plan ve strateji sayesinde pıtrak gibi ortaya çıktı daha sonra.
Başta amaçlanan, 'Kızıl Elma Koalisyonu'nun genişlemesi, bütün anti-AKP güçlerin bu koalisyonda yer almasıydı. Zaten o sayede, özellikle taşrada mesela MHP'liler, CHP lideri Deniz Baykal'ı karşılamaya veya tam tersi CHP'liler Devlet Bahçeli'yi karşılayıp uğurlamaya vs. başladılar. Atatürkçü Düşünce Derneği her yerde aktifti.

Ama kısa zamanda çözülmeler yaşandı. CHP ve MHP, kendileri dışında yazılmış bir senaryonun parçası olmak istemediler ve sessizce koalisyondan ayrıldılar. Giderek koalisyon ADD ve etrafındaki bazı marjinal gençlik örgütlerinden ibaret kaldı. Bugünse etkinlikleri neredeyse dibe vurmuş durumda.

Yine de hareket belli bir ivme almıştı ve Türkiye'nin en önemli güvenlik bürokratlarından birinin deyimiyle 'vatan kurtaran aslan'lar hareketin içinde önemli görevler edinmeye, legal görünümlü illegal örgütlenmelere gidilmeye başlanmıştı.

2004 Ağustosu'nda emekli olan o komutanın karargâhında hazırlanan plan bazı aksaklıklarla da olsa yürüyordu. Plan kabaca şuydu: 2004 Ocak ayında 'satılmış ve vatan haini medya' işbirliği yapmadığı için 28 Şubat vari bir post-modern darbe yapılamamış, AKP hükümeti devrilememişti ama bu kez medya dışarıdan kuşatılacak, komplekse kapılıp AKP karşıtı havaya girmesi sağlanacak ve bu arada geniş kitle desteği sağlanacak eylemler yapılarak önce medya, ardından hükümet üzerinde baskı kurulacaktı. Psikolojik savaş böyle planlanmıştı.

Önce Danıştay saldırısı yaşandı. Alparslan Aslan adlı bir saldırgan Danıştay binasında ölüm saçtı, sonra da yakalandı. Saldırgan, türbanı yasaklayan kararları nedeniyle eline silah almıştı, yani eylem 'laiklik karşıtı'ydı. Gerçi saldırgan son zamanlarda daha çok ulusalcı çevrelerle vakit geçirmiş biriydi ama olsun, geniş kitleler inanmak istediği şeye inandı. Geniş katılımlı cenaze töreni son yılların en büyük laiklik, yani hükümet karşıtı gösterisi oldu.

Oldu ama bundan daha büyüğü yoldaydı, Cumhuriyet Mitingleri geliyordu.
Mitinglerin başında ise, bütün bu planlamayı yapan eski komutan Şener Eruygur vardı.
***
Bugünlük yine yerim doldu. Gelin yarın devam edelim...

Radikal


09 / 04 / 2008 08:41
İSMET BERKAN
Ergenekon'un yakın tarihi (5)

Geçen yıl bugünleri hatırlayın... Önce Cumhuriyet gazetesinin bahçesine bomba atılmış, o patlamayınca birkaç gün sonra yine atılmış. Sonra Danıştay saldırısı olmuş. Yüz binler cenaze törenini hükümeti protesto gösterisine ve laiklik mitingine çevirmiş, Başbakan yuhalanmış, Adalet Bakanı cami avlusunda saldırıya uğramış, komutanlar büyük alkış almış...
Bir süredir gündemden düşmüş gibi gözüken laiklik konusu ansızın en çok konuşulan gündem maddesi haline gelmiş, herkes gözünü nisan ortasında başlayacak Cumhurbaşkanı seçim sürecine dikmiş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisinin aday olup olmayacağı konusunu hep müphem bırakarak, kendi deyimiyle kamuoyuyla 'çelik çomak' oynamaya başlamış.

Şimdi yazarken düşündüm, sanki bütün bunlar uzak bir geçmişte yaşanmış gibi. Ama hayır, sadece geçen yıl yaşandı bunlar!

* * *
Danıştay saldırısından hemen sonra Başbakan Yardımcısı sıfatıyla o zamanın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden ve MİT'ten bir brifing ister. İki kurum da, saldırgan ve yakın çevresiyle ilgili kendi bilgi hazinelerinde olanları Gül'ün önüne sererler. Polisin yaptığı sunumda bir de şema vardır. Bu şemada, Danıştay saldırganı dahil bugün tutuklu olarak cezaevinde bulunan bütün Ergenekon şüphelileri yer almaktadır. Sadece onlar mı, daha fazlası da var şemada, Veli Küçük dışında başka emekli askerlerin isimleri de var.
Ama ilk ağızda Danıştay saldırısı ile çok sonra İstanbul'da başlayacak olan Ergenekon soruşturması arasında somut bir bağlantı kurulamıyor, Emniyet ilk gün getirip Abdullah Gül'e sunduğu istihbari bağlantıları savcıya sunamıyor, delillendiremiyor. (Nitekim, henüz resmi olarak doğrulanmayan bir iddiaya göre Danıştay saldırısı mahkûmlarından biri, İstanbul'daki Ergenekon savcısına Danıştay saldırısı ile Ergenekon arasındaki direkt bağa ilişkin önemli bir ifade verdi, yani bağlantı eğer kurulduysa daha yeni kuruldu, o da bir kişinin ifadesiyle.)

* * *

Danıştay cenazesi sonrasında gözler 14 Nisan'da Ankara'da yapılacak olan 'Cumhuriyet Mitingi'ne çevrilmişti. Mitingi Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başını çektiği ve nasıl oluştuklarını dün bu köşede anlatmaya çalıştığım bazı 'sivil' örgütler düzenliyordu. ADD'nin başında ise, adı eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Amiral Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen günlüklerde 'darbe lideri' olarak geçen eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur vardı.
İddiaya göre, 2004 için planlanan 'Sarıkız' kod adlı darbe planının başarısızlığa uğraması üzerine yapılıp 'Ayışığı-Yakamoz' kod adı verilen ve 'sivil toplumun medya ve hükümet üzerinde baskı uyandıracak kitle desteğini sağlaması' yoluyla Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının devrilmesini öngören planlar bir kuvvet komutanının karargâhında hazırlanmıştı. Ve yine iddiaya göre bu planlar Eruygur'un emekli olduğu 2004 sonrası dönemi kapsıyordu esas olarak.
Bütün bunları bilenler açısından yüz binlerin bir araya geldiği Cumhuriyet mitingleri fazlasıyla şüpheli organiza-syonlardı. Mitinglerin katılımcıları son derece samimiydi ve endişelerini gidermek için, hükümeti protesto haklarını kullanmak için vs. bayraklarını alıp meydanlara gitmişlerdi. Zaten Danıştay saldırısı, onlara göre laikliğin tehlikede olduğunun kanıtıydı.
Ama mitinglerde yapılan konuşmalar bu samimi hislerin çok ama çok ötesine geçiyor, çok daha dar ve marjinal bir hedefe yöneliyordu: Hükümet 'gayrı milli'ydi ve Türkiye'yi ABD'ye, AB'ye 'satıyor'du, medya da 'satılmış'tı, gerçekleri yazmıyor, hükümetin dümen suyundan ayrılmıyordu.
Ankara'daki miting İstanbul'da ve İzmir'de de tekrar edildi ve hep kürsüden bu mesajlar verildi.
Yani hükümet ve onun destekçileri vatan hainiydi!

* * *

CHP ve MHP'nin kurumsal olarak uzak durduğu ama özellikle CHP teşkilatlarının yoğun biçimde katıldığı bu mitinglerin en büyük amacı daha önce özel görüşmelerle 'yandaş' yapılamayan medyanın üzerinde 'mahalle baskısı' yaratmaktı ve az kalsın bunda başarılı olunuyordu.

Ama yanlış zamanda yapılan bir 'darbe' mitinglerle yaratılan havayı bir anda boşa çıkaracaktı.
İşte bu beşinci darbeyi de yarın anlatayım.
Radikal

Ergenekon'un yakın tarihi (6)
İsmet Berkan
10 Nisan 2008

Artık bu diziyi bitirmek istiyorum ama çok kısaltmama, yazılabilecek pek çok detayı ayıklamama rağmen laf uzadıkça uzuyor, bir türlü bugüne gelemiyoruz. Bugüne gelemediğimiz yetmezmiş gibi, olayları aşağı yukarı oluş sırasıyla anlatırken araya girip bazı ilave bilgileri de veremiyorum, sırf laf fazla uzamasın diye.

Dün geçen yılki Cumhuriyet Mitinglerine kadar gelmiştik. Mitingleri izleyen ve ona katılan pek çok kişi için mitinglerin amacı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendi içinden bir Cumhurbaşkanı seçmesini engellemek, en azından bu girişimi protesto etmekti.

Ama miting tertipçileri açısından bu ana amaç değildi. Mitinglerle esas amaçlanan şey, Türkiye'yi giderek 27 Mayıs darbesi öncesindeki gibi bir ortama sokmak, toplumda kutuplaşmayı ve gerginliği artırmak, bu gerginliğin sokak eylemlerine dönüşmesinin ardından da darbe yapılması için elleri ovuşturup beklemeye başlamaktı. Mitingler bu yolun ilk adımıydı.
Mitingler yapılırken Anayasa'nın öngördüğü Cumhurbaşkanı seçim takvimi de işlemeye başlamıştı. Adaylık için başvuru süresinin dolmasına bir gün kala Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Abdullah kardeşimiz adayımızdır' dedi. İlk tur oylama 27 Nisan Cuma günü yapıldı ve o günün gece yarısına doğru Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesine konan bir bildiri ile Türkiye birbirine girdi.
Beşinci darbe buydu.

Genelkurmay'ın 'Eğer Anayasa Mahkemesi bu seçimi iptal etmezse
darbe yaparım' diye de okunabilecek olan bildirisi, Türkiye'de bütün hesapları bozacak olaylar zincirini başlattı.

Bir kere hükümet kuyruğu dik tuttu, ertesi gün sert sayılabilecek bir açıklama yaptı. Ama bununla da yetinmedi ve hem erken genel seçimin hem de Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesinin önünü açan düzenlemelere girişti.

Bir anda seçim ortamına girilince Ergenekon'un hesapları yattı; çünkü onlar seçimin Kasım 2007'de, normal zamanında olacağını düşünüyor, eylem planlarını buna göre oluşturuyorlardı.

Genelkurmay bildirisi darbe tehlikesinin 'açık ve yakın' olduğunu gösterince, Cumhuriyet Mitinglerine katılanların önemli bir bölümü dahil pek çok kişi fikir değiştirdi: Evet laiklik önemliydi, bu hükümetten de hoşlanmıyorlardı ama darbe de istemiyorlardı.

Yani, 27 Nisan bildirisi bilerek ya da bilmeyerek, Ergenekon'un hesaplarını da bozdu, askeri darbenin meşruiyetini kaybetmesine neden oldu. Üstüne üstlük 22 Temmuz seçiminden AKP yüzde 47 oy alıp miting tertipçilerinin desteklediği CHP ve MHP umulduğu kadar başarılı olmayınca Ergenekon'un planları baştan aşağı sarsıldı.

Zaten o sırada İstanbul Ümraniye'de bir evde bulunan el bombaları yüzünden başla-yan bir soruşturma, Ergenekon'un silahlı eylem kanadını açığa çıkarmaya başlamıştı. İşte bugün konuştuğumuz soruşturma bu.
Soruşturmanın en önemli bulgularından biri ise Cumhuriyet Mitingleri öncesi yapılan Cumhuriyet gazetesi bombalaması- Danıştay saldırısı-Ümraniye bombaları ilişkisinin kurulmuş olması. Çünkü, Cumhuriyet'i bombalayanlarla Danıştay'a saldıranların aynı kişiler olduğunu biliyorduk, bilmediğimiz 'dinci-milliyetçi' çizgideki bu saldırganların gerçekte 'ulusalcı' ve AKP'den ne pahasına olursa olsun kurtulmayı hedefleyen bir başka çetenin emrinde olup olmadığıydı, şimdi onu da biliyoruz.

***

Sıra geldi altıncı ve şimdilik sonuncu darbeye ama benim yine yerim doldu. İzninizle yarın bu işi toparlayalım, bitirelim.

Radikal

'Emperyalistlere bu zevki vermeyeceğim'

Veli Küçük: ''Ölünceye kadar Türk askerinin ayağına pranga takma zevkini, emperyalistlere asla vermeyeceğim''

27 Ekim 2010
Anadolu Haber

Ergenekon ana davasının tutuklu sanıklarından Doğu Perinçek, Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerden hiçbir zaman pişmanlık duymadığını, aksine iftihar ettiğini söyledi. Ergenekon davasına bakan savcılara yönelik, "İnsan olma erdemini gözü dönmüşcesine yitirmiştir." ifadesini kullanan sanık Muzaffer Tekin de, Savcı Nihat Taşkın’a yönelik, "Bombaları Osman Yıldırım’a Savcı Nihat Taşkın mı verdi de suçu benim üzerime yıkmaya çalışıyor?" sözlerini sarf etti. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in 3 yılı dolan tutukluların elektronik kelepçe takılarak tahliye edilebileceğine ilişkin bir çalışma olduğunu ve yasanın Aralık ayında yürürlüğe girebileceği şeklinde açıklamalarını hatırlatan emekli Tuğgeneral Veli Küçük ise, bu uygulamadan kendisinin muaf tutulmasını talep etti.

Ergenekon ana davasının bugün görülen 163. duruşmasında sanıkların talepleri alınıyor. Sahibi bulunduğu web sitesi ile örgütün propagandasını yaptığı ve örgüte üye kazandırdığı iddia edilen tutuklu sanık Erkut Ersoy, "2004 ile 2008 yılları arasında sitem faaldi. Ancak bu süre içerisinde herhangi bir suçlama ile ilgili olarak teknik bir takibat yapılmadı. Eğer hakkımda bir suç şüphesi olsaydı bu kadar süre faaliyet gösteren site için teknik takip yapılırdı. Benim amacım, site aracılığıyla terör sorununun çözülmesi konusunda ülkeme faydalı olmaktı. Mesela sitede Kıbrıs’ın, bir Rum ya da Yunan adası olmadığını anlatmaya çalıştık. Hatta bu konuda çeşitli görüşmeler yaptık." ifadesini kullandı.

TEKİN’DEN SAVCI’YA AĞIR SUÇLAMA

Tutuklu sanık emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, bugünkü talebinde savcılara ve mahkemeye yüklendi. Tekin, Cumhuriyet gazetesine atılan el bombalarını Ataşehir’de kendisi ve Veli Küçük’ün de katıldığı bir toplantı sırasında tutuklu sanıklar Alparslan Arslan ile Osman Yıldırım’a verdiği şeklindeki iddialar üzerine geçtiğimiz günlerde Osman Yıldırım’a olay yerinde yaptırılan keşfe değindi. Keşfin hiçbir hukuki dayanağı bulunmadığını ileri süren Tekin, "Amaç, sadece tertibe basın desteği sağlamaktır." iddiasında bulundu. Savcılar için ,"İnsan olma erdemini gözü dönmüşcesine yitirmiştir." benzetmesini kullanan Muzaffer Tekin, "O evde Savcı Nihat Taşkın mı vardı? Bombaları Osman Yıldırım’a Nihat Taşkın mı verdi de kendini kurtarmak için olayı benim üzerime yıkmaya çalışıyor? İnsanların özgürlüklerini ellerinden alan kişilerden her şeyi beklerim." ifadesini kullandı.

Daha sonra talebini söyleyeceğini belirten Tekin, "Asgari zeka seviyesine sahip birinin bile anlayabileceğini tahmin ettiğim taleplerimin anlaşılmamış olması nedeniyle biraz daha açıklayarak taleplerimi yineleyeceğim." dedi. İddianamede Ergenekon örgütüyle tek bağlantısının ’Ergenekon Lobi belgesi’ olarak gösterildiğini hatırlatan Tekin, "Lobi belgesinin tarafıma verilmesini, bu belgeyi benim internetten indirip indirmediğimin araştırılmasını istiyorum." talebinde bulundu. Danıştay sanığı Alparslan Arslan ile avukatlık yaptığı dönemde tanıştığını savunan Tekin, evinde kızı ile birlikte kullandığı ancak bozuk olduğu için masa üzerinde duran bilgisayar harddiskinden çıkarılan Alparslan Arslan’a ait telefon numarasının da bu tanıştıkları tarihe ilişkin bir numara olduğunu söyledi. Tekin, son olarak da başta eşi olmak üzere lehine tanıklık yapanların ifadelerinin dava dosyasından çıkarılmasını istedi.

PERİNÇEK: "APO, KÜRTÇE’NİN EĞİTİM DİLİ OLMAMASINI SÖYLEDİ"

Örgüt yöneticiliği ile suçlanan tutuklu sanık İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ise, iddianamede bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelere yer verildiğini söyledi. Geçmiş dönemde bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile sık sık görüştüğüne ilişkin bir gazetede yayınlanmış haberi gösteren Perinçek, "Öcalan ile sık sık görüştüğümü hiç inkar etmedim. Hatta bu görüşmeleri hem haber yaptım hem de kitap haline getirdim. Bu görüşmelerin amacı ne? 1988 Mart’ında Pentagon’un PKK senaryosu diye bir yazı yayınlamıştık. Orgeneral Nejdet Üruğ’un evinde Orgeneral Nejdet Öztorun’un da bulunduğu sırada yaptıkları ve teybe kaydedilen bir açıklamayı yazdık." dedi. Hükümet tarafından Kürt açılımı ile ilgili yapılan görüşmelere değinen Perinçek, kendi görüşmelerini işaret ederek "Görüşme böyle yapılır." dedi. Bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin yer aldığı bir kitabı da mahkeme heyetine sunan Perinçek, yaptığı görüşmelerden hiçbir zaman pişmanlık duymadığını, aksine iftihar ettiğini söyledi.

Son günlerdeki ana dilde eğitim ve ana dilde savunma konularına da değinen Perinçek, bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmede kendisine "Rüyamı bile Türkçe görüyorum. Ne Kürtçesi? Kürtçe, eğitim dili olmasın." dediğini savundu. PKK ile Kuzey Irak Kürt yönetimini karşılaştıran Perinçek, "PKK, Türkiye’de Kemalizmin meyvelerini almış bir Türkiye Kürdü örgütüdür. Barzani hayal kuruyor. Amerika Barzani’yi değil, PKK’yı Kürdistan’ın başına getirecek.

TUTUKLULUĞUMUN BİNİNCİ GÜNÜNÜ KUTLUYORUM

Tutukluluğunun bininci gününde olduğunu ifade eden Küçük, "Ne ile suçlandığımı bilmeden olmayan adaletin tecelisini bekliyorum. Burada yargılananların bin günde aile yapıları ve sağlıklarında değişiklikler oldu. Ancak burada yargılanırken hiçbir gün ‘hastayım’ diye gitmedim gitmeyeceğim de. Bin gündür Tuncay Güney'in ifadesi alınamadı ve bin gündür Osman Yıldırım'ın söylediklerine inanıldı, hala inanılıyor" ifadesini kullandı

VELİ KÜÇÜK'TEN HAZIRLIKLARI DEVAM EDEN
ELEKTRONİK KELEPÇE UYGULAMASINA TEPKİ

35 yıldır onuruyla, şerefiyle görev yapmış bir general olduğunu ifade eden Küçük, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, 3 yılı dolan tutukluların elektronik kelepçe takılarak tahliye edilebileceğine ilişkin yasanın Aralık ayında yürürlüğe girebileceği şeklinde açıklamalarını da hatırlatarak, “Beni bu uygulamadan muaf tutun. Ordunun emekli generali ayağında prangayla dolaşmaz. Veli Küçük olarak ölünceye kadar Türk askerinin ayağına pranga takma zevkini, emperyalistlere asla vermeyeceğim" ifadesini kullandı.

Haberal'a Dokunul-a- madı Mı?
06 Kasım 2010

"HABER-AL dışındakilerin hepsi hapishaneyi gördü. Ancak bizim ABD'de eğitim gören doktorumuz bir türlü içeri giremedi..."
Rauf Atilla Polat/ Haber x

Bugünkü yazısında Yargı'daki Haberal depremini değerlendiren Polat'tan çarpıcı analiz. İşte Polat'ın yazısının ilgili bölümü:

Amiralin kozmik eskici yönetecisi biz "seçkinci aşiretin" karşısında "avam dokunulmazlar" diye bir tabir kullanmış,o tarihte döşenerek bir makale yazmıştı.

Ergenekon dalgalarının yapıldığı dönemlerin birinde bir eski başsavcı ve iki generali almak için yola çıkmış vatan evlatlarını durduran şahsın şimdilerde emekliliğe çıkmış bir G.Kurmay başkanı olduğunu yazmıştık.

Sadece onu yazmış ancak doğruluğundan emin olmadığımız iki ayrı durdurma operasyonundan bahsetmemiştik. Aradan uzun bir zaman geçti ve biri daha doğrulandığı için bilinmesinde fayda var diye yazmak gerekiyor.

Dalgalar 13'e gelmeden Ergenekon'da çok önemli bir isme daha ulaşılmıştı.

Şu meşhur sarışın işadamı için yola çıkılmış ve içeri alındığında sadece Türkiye'de değil dünyada da-daha doğrusu tapınağın kurulunda da-şok etkisi yaratacaktı. Ne yazık ki bu kez devreye bir asker değil, aksine Türk halkının çoğunluğunun sevdiği ve oy verdiği bir siyasetçinin müdahalesi ile karşı karşıya kalınmış, operasyon engellenmişti. Operasyon durdurulduktan sonra malum işadamını arayıp ''özür dileriz, bir yanlışlık oldu gereken yapılacaktır'' diyerek vakayı kapatmıştı...

Aslında bu durumuda normal karşılamak gerek.

Zira Haber-al'i devlet hapishaneye gönderemiyorsa, o işadamını içeriye tıkmanın imkansız olduğu çok açık.

Sağa-sola çarpmanın bir anlamı yok.

Yargının 9 hakime vermiş olduğu skandal karar ve haber-al'e sahip çıkmaları sıradan ve basit bir yargı operasyonu falan değildir.

Çok açık ve net bir şekilde devletin bu meseleyi hastanede bitirmek istemesidir.

Eğer devletin kurumları, yani iktidar isteseydi HABER- AL şuanda hapishanedeki aylarını sayıyor olacaktı.

Örgüt tarafından ülkenin C.başkanlığına düşünülen bir ismin sıradan bir kişi olmadığını daha önce açık bir yazı ile yazmıştık...

Ortaya çıkan son rapor skandalında, belge dönüyor dolaşıyor İstanbul Üniversitesi'ndeki Kardiyoloji'de tıkanıyor.

Rektör kim?

Yunus bey.

Kimin adamı?

İktidarın diyorlar.

Peki olaydan tamamen habersiz midir?

Değil. Zira bu kadar önemli bir dava için üniversitesinde sonuca ulaşılmaya çalışan bir raporu başkasına bırakacak veya savsaklayacak kadar tecrübesiz biri olmasa gerek...

Yahut raporun saklanmasından haberi olmadığı için mi ulaşılması konusunda müdahale etmedi, yoksa gelen bir emirlemi böyle bir iş içerisine girmek zorunda kaldı?

İhtimal her ikisi de olabilir...

Devletin başı ile iki numaranın olaya müdahale etme gibi bir girişimi olabilir mi?

?

Balyozcu paşalardan başlayarak Şener E. Hurşit T. Veli K..... ve bazı işadamları ile MİT mensupları dahil ya içeri girdi ya içeriden hastaneye gitti yada birkaç günde olsa içeride yattıktan sonra tahliye oldu.

Kısacası HABER-AL dışındakilerin hepsi hapishaneyi gördü. Ancak bizim ABD'de eğitim gören doktorumuz bir türlü içeri giremedi. İşe bakın ki devlette girmesi için herhangi bir zorlama veya yetki kullanmıyor.

Bütün Ergenekon mahkumları hakkında sözü geçen hakimlerin-ki bunlar 9 kişiler- nedense HABER-AL karşısında yargı tarafından mahkum ediliyor. Üstelik HAKİMLER yüzde yüz haklı olmasına rağmen...

Yani adam açıktan hukuksuzlukla hukuk sağlamaya çalışıyor. Ve devlet müdahale etmiyor, köşk halini hatırını soruyor.

Birkaç yazar demişti ki, Başkent'in sahibinin bu kadar etkin olduğunu bilmiyordum.

Aslında benim en çok merak ettiğim hususlardan biri; Malum A.N.Sezer'den önce o dönemde C.başkanlığı için Haber-al'in de ismi geçmiş ittifak sağlanamadığı için aday gösterilememişti. Merak ettiğim hususta 99'daki Gölcük darbe toplantısında bu şahısta orada mıydı?

Yahut şöyle de sorabiliriz; 2002 Balyoz harekatı gerçekleşseydi o zaman C.başkanı kim olacaktı?

Cevabını siz verin...

Peki bu işin sonu ne olur derseniz?

Bir tasavvuf ehli ''Türkiye'de bazı dokunulmazlar vardır, onlara dokunamazsınız'' demişti.

Çok doğru bir laf olduğu için tekrarda fayda var.

Yani bunlar o bazı DOKUNUL-A-MAZLAR...

Bakın 1 numaraya, can boğaza gelmişti ki adam çıktı ''kim o şerefsizler, çıksın konuşsunlar'' diyerek postasını koydu gitti. O gün bugün ne sağ ne de sol ne merkez hiçbir medyada ne ismi ne cismi anılır oldu. Konu külliyen kapandı.

Değerli bir dostun ifadesiyle ''Allah kimseye Menderes travması yaşatmasın.'' Zira o travmanın etkisinden çıkamayanlar çok korkak oluyor. Biliyorsunuz korkaklarla da ancak şöhret hislerinin cesaretleri ölçüsünde yol alabilirsiniz...

Bir numaraya, devlet tarafından özür dilenilen işadamına ve iki generale dokunamayan bir devlet HABER-AL'e dokunur mu?

Açık konuşmak gerekirse devletin sahipleri HABER-AL'i içeri tıkma niyetindeler. Ama iktidardakiler o niyette mi? Ortada...

Yalnız bildiğimiz bir gerçek var ki o da ''Türkiye temsilcisi olmanın bu ülkede devletle bir yıldır dalga geçtiği gerçeği''...Ve devletin buna ses çıkaramama acziyeti...

Allah korkaklara cesaret versin...

Ergenekon Savcısı İsyan Etti
07 Kasım 2010
Ergenekon Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Haberal’ın gizlenen raporunu istemesine ‘yargıya müdahale’ diyen avukata sert cevap verdi:
Savcı Pekgüzel, Haberal’ın gizlenen raporunu istemesine ‘yargıya müdahale’ diyen avukata sert cevap verdi: Başka davayı etkilemeye yönelik olmadığı açık

Ergenekon davasının tutuklu sanığı eski Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın 9 hakime açtığı tazminat davasının onanması, duruşmalara da yansıdı. Haberal’ın avukatı Dilek Helvacı, savcı Mehmet Ali Pekgüzel’in müvekkili hakkında sağlık durumuna ilişkin ayakta tedavi olabileceği şeklinde düzenlenen 16 Ekim 2009 tarihli rapor üzerine yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunmasını yargıya müdahale olarak nitelendirdi.

ETKİLEMEYE YÖNELİK DEĞİL

Taleplere ilişkin görüşünü açıklayan savcı Mehmet Ali Pekgüzel de avukat Dilek Helvacı’nın beyanlarıyla ilgili konuştu. Haberal hakkında adli makamlardan gizlendiği iddia olunan bir sağlık raporunun bulunduğundan basında yer almasının ardından haberdar olduklarını belirten Pekgüzel, bu sağlık raporu üzerine, adli makamlardan gizlediği iddia edilen kamu görevlileri hakkında talepte bulunduklarını hatırlatarak, “Bir mahkemede derdest halde bulunan bir dava hakkında başka bir mahkemenin nihai karar vermesinin yargılamaya etki edip etmeyeceğinin konuşulmadığı yerde bizim talebimizin başka bir yargılamayı etkilemeye yönelik olmadığı açıktır” dedi.

Yargıtay geçmişte farklı kararlara imza atmıştı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, hakimlerle ilgili tazminat davalarının öncelikle devlete açılması gerektiği yönündeki düzenlemeye rağmen, Ergenekon hakimlerine verilen para cezasını onaylaması tartışma yarattı. Aynı Kurul, daha önce görevini kötüye kullandıkları ve sanığı mağdur ettikleri gerekçesiyle Yargıtay 15.Hukuk Dairesi üyeleri için açılan tazminat davasını, öncelikle ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiğini belirterek reddetmişti. Kurul, aynı gerekçeyi kendileri gibi hakim sınıfından olan Ergenekon davasına bakan 9 hakim için işletmedi. Kurul, daha önce ilk derece mahkemesi hakimi için tazminat davasında, dava açan kişiyi hakime 100 TL tazminat cezası veren Yargıtay kararını da onamıştı.

Ergenekon ve Balyoz sanıkları, hakimleri tazminatla sindiriyor

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 9 hakim hakkında verilen tazminat kararını onaması, Ergenekon ve Balyoz sanıklarının hakim ve soruşturma savcılarına yönelik açtıkları tazminat davalarını gündeme getirdi.

Zira birçok sanık, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin kararından sonra kendi davalarına bakan hakim ve soruşturmaları yürüten savcılar hakkında on binlerce liralık tazminat davası açmıştı. Bunlardan biri de 'Balyoz' davası sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan. Başta davaya bakacak olan 10. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri olmak üzere 3 yargıçla ilgili Haberal kararını örnek göstermiş ve Yargıtay'a 60 bin TL tazminat istemiyle başvurmuştu. Hakimler hakkında dava açıldı. İrtica ile Mücadele Eylem Planı belgesi davası sanığı Albay Dursun Çiçek de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin kapısını benzer gerekçelerle çalmıştı. Açılan davanın ilk duruşması 30 Kasım'da görülecek.

Poyrazköy cephaneliği davası sanığı emekli Binbaşı Levent Bektaş da İstanbul 10, 11 ve 12. Ağır Ceza mahkemelerinde görev yapan 6 hakim aleyhine toplam 60 bin TL'lik manevi tazminat davası açmıştı. Balyoz sanığı emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri ise üç hakimden toplam 60 bin lira tazminat istedi. aktifhaber

Tutuklu Albay Köylü: Çirkin bir iftiraya uğradım
15:25 - İkinci "Ergenekon" davasının tutuklu sanığı Albay Cengiz Köylü, "Karargah Evleri" soruşturmasında adının geçmesini, kendisine atılan çirkin bir iftira alarak değerlendirdi. Köylü, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu da Harp Akademilerine ders vermek için çağırdığını ve ders verdiğini anlattı. 08.11.2010 İSTANBUL netgazete

Mahmut Karaköseli / Stratejikboyut
Haberal'ın Numarası ve Yargıçlar

Haberal'ın numarası derken, iki ayrı numaradan, bu zatın birbiriyle bağlantılı 2 ayrı özelliğinden bahsetmek istiyorum.

HABERAL KAÇ NUMARA?

Öncelikle bu zatın “numaralı” bir adam olduğu neredeyse kesinleşti. Devasa adamlar, muktedir komutanlar, ilhan Selçuk gibi bir duayen bile bir şekilde cezaevini girdi; az veya çok yattılar, sonra çıktılar. Doğu Perinçek, Veli Küçük gibi Ergenekon örgütünün alan adamları, bir himayeye mazhar olmadan aslanlar gibi yatıyorlar. Koca koca paşalar, kuvvet komutanları bile içeriye girdiler. Ama bu eleman üzerinde çok özel bir koruma var. 2 yıldır tutuklu; fakat bir gün dahi cezaevinde yatmadı. Sağlam olduğuna ve taburcu edilmesi gerektiğine dair heyet raporları verildi; ama bu eleman hala hastanelerden çıkmıyor.

Ortaya çıkan veriler karşısında ben bu zatın, Türkiye"deki derin yapının çok önemli ve etkili bir noktasında olduğu kanaatine vardım. Kesinlikle ilk numaralardan birisi. Belki 1. Numara, belki 2., 3. numara; lider kadrodan olduğu muhakkak. Eğer savcılar, güvenlik birimleri bu adamın bu kadar etkin bir numara olduğunu bilselerdi tutuklama cesareti göteremezlerdi. Ama bunda da bir hayır varmış; kamuoyu çok etkili, ama örtülü bir yapıdan, önemli bir adamı tanımış oldu. Derin yapının beyninin, karar merciinin nasıl adamlardan oluştuğunu görmüş olduk.

HABERAL 1 NUMARA DEĞİL AMA

Kanaatimce Haberal derin yapının 1 numarası değil, ama önemli bir numarası. Eğer 1 numara olsaydı, bu hallere düşmesine müsaade etmez; memleketi katar karıştırırlardı. 1 numara kimbilir nerede, nelerle meşgul? Belki de hiç tahmin edemeyeceğimiz bir profilde toplumun içinde hayatını sürdürüyor?

Haberal"ın derin yapının hiyerarşisindeki numarasının dışında da numaraları var. Bunları zaman geçtikçe daha iyi görüyoruz.

Mesela; hiç cezaevine girmeden iki yıl lüks hastanelerde kalmak, önemli ve küçümsenemeyecek bir numara!

Haberal"ın çok önemli bir numarası da kendisini yargılayan hakimleri yargıtay kararı ile mahkum ettirebilmesi!.. Bu numara onun ne kadar etkili, derin olduğunun da delili gibi. Son yaptığı ile hukuk normlarını, kurallarını altüst edecek, temel hukuk mantığına takla attıracak bir işi başardı;

“Yargılama süreci bitmeden bir hakim aleyhine işlem yapılamaz” hükümüne rağmen, Anayasaya rağmen, Ergenekon davasıyla ilgili hakimler için dava açılmasını ve tazminat cezası almalarını sağladı. Yetmedi, bu kararın YARGITAY"da onanmasını sağladı. Eğer bu karar emsal karar olursa vay yargıçların haline!.. Bundan sonra kendine bir avukat değilde hakim tutanlar, kendisini yargılayan hakimin canına okuyabilir.
Haberal"ın son yaptığı ile anayasal teminat altında olan ve adalet mekanizmasının etki ve baskı altında kalmaksızın çalışmasını temin edecek en önemli ilke olan “Hakimlik Teminatı” çiğnendi. Bundan sonra hakimler karar verirken başına neler gelebileceğini düşünerek karar verecek!..
Haberal son hareketi ile YARGITAY"ın bağımsız mahkemelerde yürüyen bir davaya müdahale etmesini sağladı. Bundan sonra kürsü hakimleri ve yerel mahkemeler kararlarında Yargıtay"ın sopasını hep tepelerinde hissedecekler.
Haberal bütün adalet sistemimize çomak sokan, yargıçları endişeye sevkedecek, etki altında kalmalarını kolaylaştıracak bir işe neden attı.

Sorarım size; eğer Haberal numaralı bir adam olmasa idi, binlerce davanın zaman aşımından düştüğü; vatandaşın ömrünün adliyelerde telef olduğu bir yargı sisteminde bu kadar zor, hukukla bağdaşmayan bir kararı, bu kadar kısa zamanda nasıl çıkarabilirdi?

Dünyanın heryerinden masonik yapıların, Bilderberglerin ve bilmem hangi etkili UA organizasyonların kendisi için adalet ve devlet üzerinde baskı kurmasını nasıl sağlayabilirdi?

Biz de Veli Küçük"ü büyük bir adam sanırdık! Meğer adamın adı büyükmüş, kendisi gerçekten küçükmüş!

Veli paşa ne bir gün hastanede kalabildi, ne bir mason örgütü onun için baskı oluşturdu, ne de yargıyı etkileyebildi. Adam kudretli bir paşa olduğu, görev döneminde yeri göğü titrettiği halde kuzu kuzu yatıyor. Kimsenin onun için kılını kıpırdattığı yok!

Yoksa biz yanlış mı biliyoruz? Askerleri, hep kudretli etkili adamlar sanıyorduk!

Derin yapıda askerler galiba bizim zannettiğimiz gibi çok da önde değilller. Ergenekon örgütünün beyni ve derin yapının yuvarlak masası etkili sivillerden oluşuyor galiba!...

Kendini vuran paşa, GATA'da kalp krizinden ölmüş

12 Kasım 2010 Adana Orduevi'nde göğsüne ateş ederek intihar girişiminde bulunan emekli tümgeneralin GATA'da kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiği ileri sürüldü.
Edinilen bilgiye göre, Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi'nde ortak olduğu petrokimya işletmesindeki işleri için Adana'ya gelen 60 yaşındaki emekli Tümgeneral Özeyranlı, Seyhan Baraj Gölü kenarındaki Adana Orduevi'ne yerleşti. 5 Kasım Cuma günü sabah saatlerinde silah sesi duyulması üzerine odaya giren askerler, Özeyranlı'yı kanlar içinde buldu. Çağrılan sağlık ekiplerinin ilk müdahalesini yaptığı Özeyranlı, Adana Numune Hastanesi'ne götürüldü. General burada hemen ameliyata alındı. Yaklaşık 2.5
saat süren ameliyattan sonra Özeyranlı, hayati tehlikeyi atlatarak ameliyattan çıktı. Doktorların beyanına göre hayati tehlikeyi atlatan Özeyranlı, ertesi gün Ankara'daki Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne (GATA) sevk edildi. Ancak Özeyranlı'nın sevk edildiği GATA'da pazartesi günü kalp krizi sonucunda hayatını kaybettiği ileri sürüldü Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, sonra da Kara Kuvvetleri Personel ve Eğitim Merkez Komutanlığı görevlerinde bulunan emekli generalin ismi, Ergenekon soruşturmasının 3. iddianamesinde geçiyordu. netgazete

BALYOZCULAR AKP'Lİ Mİ
Barış Terkoğlu
12.11.2010

Balyoz Davası’nın ilk duruşması 16 Aralık’ta gerçekleşecek. Yargılamanın başlaması, gözleri bir süredir unutulan Balyoz Davası’na çevirecek.
Sürecin genel seçim arifesine denk gelmesiyle seçim meydanlarında davadan sık sık bahsedilecek. AKP’ye karşı bir darbe girişimi olduğu iddia edilen söz konusu planın yargılanması sırasında Başbakan’ın sıkça bu davayı gündeme getirmesi sanırız sürpriz olmaz.
Öyleyse Başbakan Erdoğan’a kötü bir haberimiz var.

GÖZALTINA ALINACAK SİYASİ PARTİLİLER
Balyoz İddianamesi’nin 60. Ek klasöründe Balyoz Planı’nı hazırlayanların oluşturduğu iddia edilen bir liste var. 156. sayfa ile 178. sayfa arasında bulunan liste, 1. Ordu’nun gerçekleştireceği söylenen söz konusu darbede "gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri"ni içeriyor.
Bu listeden darbe planını hazırlayanların hangi siyasi partileri hedeflerine koydukları anlaşılıyor.
İl il listeler incelendiğinde ilginç bir sonuç çıkıyor.

HANGİ İLDE HANGİ PARTİLİ
Listelere göre; Düzce’de gözaltına alınacak 16 kişi ANAP, 9’u MHP, 1’i ÖDP, 9’u Saadet Partisi, 2’si TKP, 4’ü Yeni Türkiye Partisi, 1’i Yurt Partisi üyesi.
İstanbul’da gözaltına alınacak 4 kişi ANAP, 16’sı Bağımsız Türkiye Partisi, 7’si Büyük Birlik Partisi, 28’i DSP, 7’si DYP, 21’i Genç Parti, 6’sı HADEP, 2’si DEHAP, 31’i Liberal Demokrat Parti, 9’u Millet Partisi, 7’si Milli Egemenlik Partisi, 6’sı MHP, 56’sı Saadet Partisi, 7’si TKP, 12 kişi Yeni Türkiye Partisi, 7 kişi Yurt Partisi üyesi.
Kırklareli’nde 2 kişi Bağımsız Türkiye Partisi, 18’i DSP, 2’si MHP üyesi.
Kocaeli’nde gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri 62 kişi. Ancak ek klasörlerdeki belgelere göre planı hazırlayanlar bu kişilerin hangi partiden olduklarını yazmayı unutmuşlar. İsimlerin yanına parti notu düşülmemiş.
Sakarya’da gözaltına alınacak isimlerden 8 kişi MHP, 1’i ÖDP, 10’u Saadet Partisi üyesi.
Tekirdağ’da 7 kişi ANAP, 3’ü Bağımsız Türkiye Partisi, 5’i Büyük Birlik Partisi, 11’i DSP, 2’si Emek Partisi, 6’sı Genç Parti, 4’ü HADEP, 8’i Liberal Demokrat Parti, 4’ü ÖDP, 8’i Saadet Partisi, 12’si Yeni Türkiye Partisi, 3’ü Yurt Partisi üyesi.

EDİRNE’Yİ UNUTMUŞLAR
Bu listede 1. Ordu’nun görev alanına giren Edirne’nin olmaması dikkat çekici. Balyoz Planı’nı hazırlayanlar Edirne’yi herhalde unuttular düşüncesiyle devam ediyoruz.
Gözaltına alınacak siyasi parti üyelerinin dışında, irticai gruplara üye kişiler, irticai dergiler, irticai kanaat önderleri şeklinde liste devam ediyor.

YENİ LİSTE
Ancak listeler bitmek üzereyken 231. Sayfada yeni bir liste ortaya çıkıyor. Bu liste ise tutuklanacak AKP üyelerinin listesi. Listeye göre İstanbul’da 20, Düzce’de 15, Edirne’de 4, Kırklareli’nde 3, Kocaeli’nde 16, Tekirdağ’da 16 AKP üyesi var.
Kısacası savcılığın iddiasına göre eğer Balyoz Planı gerçekleşseydi toplam 518 siyasi parti üyesi tutuklanacaktı. Bunlardan ise sadece 74 tanesi AKP üyesi olacaktı. Bu da tutuklanacak AKP’lilerin oranının diğer tutuklananlar içinde %14.2 olduğunu gösteriyor.

Örneğin Balyoz Planı'na göre İstanbul'da 31 Liberal Demokrat Partili tutuklanırken, buna karşılık 20 AKP'li tutuklanacaktı. Düzce'de 15 AKP'liye karşılık 16 ANAP'lı gözaltına alınacaktı.
Bu tabloya bakıldığında Balyoz Planı’nın AKP’ye karşı hazırlandığını söylemek oldukça zor. Yargılamalar sırasında AKP, Balyoz Davası üzerinden politika yaparsa, diğer partiler darbenin asıl kendilerine karşı yapılacağını iddia edebilirler. Buna yukarıdaki tabloyu kanıt olarak sunabilirler.

İSİMLER NEDEN KISALTILDI
Listelerde dikkat çeken birkaç noktayı daha ekleyelim. Bugüne kadar iddianameye konu olan herkesin isimleri açıkça yazılırken, savcılık tarafından darbe sonrası tutuklanacağı iddia edilen kişilerin adlarının baş harfleri yazılmış. Bu durum listeler üzerinden sanıkların savunma yapmasını zorlaştırıyor. Zira listelerdeki kişiler yalnızca harflerden ve üye oldukları partilerin isimlerden ibaret.

PARTİ ÇELİŞKİSİ
Bir diğer dikkat çekici nokta ise daha önce dernekler, hastaneler gibi listelerde görülen tarih uyuşmazlığının burada da olması. Örneğin 2002 yılının Kasım ayında yazıldığı iddia edilen listelerde Emek Partisi’nin adı 2005’teki haliyle bulunuyor.
1996 yılında kurulan Emek Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından 1997 yılında kapatılınca, isim değiştirerek Emeğin Partisi adını aldı. Parti sözkonusu kapatmayı AİHM’e götürdü ve davayı 2005 yılında kazanarak adını tekrar Emek Partisi’ne dönüştürdü. Ancak Balyoz Planı’nı hazırlayanlar 2002 yılında bu dönüşümü 3 yıl önceden öngörmüş olacaklar ki partinin adını listelere Emek Partisi olarak yazdılar. Ya da planı hazırlayanlar söz konusu planı 2005 yılı sonrasında hazırladı.
Nihayetinde ek klasörlerden çıkan tutuklanacak siyasi parti üyelerinin listesi, darbenin AKP’den çok diğer partilere karşı yapıldığı izlenimi verirken, pek çok kafa karıştırıcı yeni olguyu da beraberinde kamuoyunun gündemine getirdi.

Odatv.com

Jandarma JİTEM'i Kabul Edemedi
18 Kasım 2010
Ergenekon davasına bakan İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi, JİTEM’le bağlantısı olduğu düşünülen askerler hakkında bilgi istediği Jandarma’dan ‘Böyle bir birim yok’ cevabını aldı.
Ergenekon davasına bakan İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi, adeta JITEM’in komuta şemasını çıkararak, Binbaşı Cem Ersever’den Orgeneral Hulusi Sayın’a JİTEM’in yedi komutanını ve ‘operasyonlarını’ sordu. JİTEM’in varlığını ortaya koyan maaş belgeleri, Arif Doğan’ın arşivi ve ‘JİTEM’i geçici emirle kurduk’ ifadesine rağmen Jandarma’dan gelen yanıtta JİTEM diye bir yapılanma olmadığı, söz konusu yedi komutanın da JİTEM’de hiç çalışmadığı savunuldu.

GÖREV YAPTIKLARI YERLERİN LİSTESİ

JİTEM’in temellerinin Korgeneral Hulusi Sayın Paşa’nın öncülüğünde Binbaşı Aytekin Özen, Albay Arif Doğan, Hüseyin Kara ve Arnavut göçmeni Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in çalışmaları sonucu 1987’de atıldığına yönelik bilgiler üzerine mahkeme, bu kişilerin yaptıkları operasyonlarda timleri hangi isimlerle tanıttıkları iddiası ve tüm görev yaptıkları yerleri tarihleriyle tek tek tespit edilerek bildirilmesini talep etti.

TİM’E DAİR AÇIKLAYICI BİLGİ TALEBİ

Şehit Korgeneral Hulusi Sayın’ın Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanı olarak görev yaptığı dönemde direkt Jandarma Genel Komutanı ile irtibatlı Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı bünyesinde görev yapan emekli Arif Doğan’ın yönetiminde Cem Ersever, Abdülkerim Kırca, Ali Yıldız, Hüseyin Kara ve Aytekin Özel adlı subayların da içinde bulunduğu, sık sık sınır dışı operasyonlara giden tim ve benzeri askeri grubun olduğu iddiasıyla ilgili açıklayıcı bilgi istendi.

Yedi sayfalık yazıda ‘yok’ cevabı

Jandarma Genel Komutanlığı’ndan 12 Ekim 2010’da mahkemeye gönderilen Jandarma Genel Komutanlığı da hem Genelkurmay’ın hem de mahkemenin yazıları üzerine, mahkemeye ‘GİZLİ’ ibareli gönderilen 7 sayfalık yazıda, Jandarma bünyesinde ‘JİTEM’ diye bir yapılanma olmadığı, sorulan yedi subayın da hiçbir zaman JİTEM’de görev yapmadığı’ cevabı verildi.

Jandarma’nın kayıtlarında böyle bir birim bulunmuyor

Jandarma’nın mahkemeye gönderdiği cevapta şu ifadeler de yer alıyor: “Kayıtlarda yapılan araştırmada şehit emekli Korgeneral Hulusi Sayın’ın Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanı olarak görev yaptığı dönemde direkt Jandarma Genel Komutanlığı ile irtibatlı, Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanı şehit emekli Korg. Hulusi Sayın’a bağlı olarak Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı bünyesinde görev yapan dosyanız sanığı E.J.Kd.Alb. Arif Doğan’ın yönetiminde E.J.Bnb. Cem Ersever, E.J.Kd.Alb. Abdülkerim Kırcı, E.J.Alb. Ali Yıldız, E.J.Yb. Hüseyin Kara ve E.J.İs.Alb. Aytekin Özen adlı subayların da içinde bulunduğu, sık sık sınır dışı operasyonlara giden tim, birim vb. askeri grubun bulunduğuna dair bilgi ve belgeye rastlanılmamıştır.”

Star

Yanlış Çiçek dinlenmiş
18.11.2010
İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, aylarca gündemden inmeyen ‘Islak imza’ olayının bir numaralı sanığı Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek’in yerine 6 ay boyunca inşaat işçisi Dursun Çiçek’in telefonlarını dinlemiş.

Mahkeme kararlarıyla dinlenen işçi Dursun Çiçek, dinlendiğini öğrenince “Abi ne Ergenekon’u! Ben inşaat işiyle uğraşan kendi halinde bir adamım. Demek uçağa binerken o yüzden bekletiyorlardı” dedi.
DENİZ Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek’in yargılandığı Islak İmza davasına gönderilen telefon dinleme kararlarının içinden skandal çıktı. İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Albay Dursun Çiçek yerine 6 ay boyunca mahkeme kararı ile inşaat işçisi Dursun Çiçek’in telefonlarını dinlemiş.

Islak İmza davasını yürüten İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Kurmay Albay Dursun Çiçek ile ilgili telefon dinleme kararlarını İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nden talep etti. Şube Müdürlüğü, 28 Temmuz’da Dursun Çiçek ile ilgili telefon dinleme kararlarını mahkemeye gönderdi. Buna göre, Çiçek’le ilgili ilk telefon dinleme kararı 9 Mart 2009’da alındı. Albay Çiçek’in dinlenmesini İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü talep etti. Ayrıca Subaylar Özgür Eken, Levent Açıkalın, Nerim Bitlislioğlu, Muharrem Nuri Alacalı ve Murat Önder Bektaş’ın da dinlenmesi isteniyordu.
GEREKÇE, ERGENEKON
Gerekçe olarak ise Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik 2006’da 3 kez düzenlenen bombalı saldırı, Danıştay 2’nci Dairesi’ne yönelik düzenlenen ve Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin’in öldürüldüğü saldırı ile Eskişehir’de emekli binbaşı Fikret Emek’in evine düzenlenen operasyonda ele geçirilen bomba ve silahları gösterdi. Müdürlük talep yazısında bu eylemlerin Ergenekon örgütü tarafından düzenlendiğine yönelik kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, aralarında Dursun Çiçek’in de bulunduğu bu 6 subayın Ergenekon örgütü ile irtibatı bulunduğu öne sürüldü.
REKORTMEN HAKİMİN KARARI
Hürriyet gazetesinin haberine göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bu talebini Balyoz soruşturması sırasında 33 kişiyi tutuklayan İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Ali Efendi Peksak değerlendirdi ve telefonların 3 ay süre ile dinlenmesine onay verdi.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 3 ay sonra yani 8 Haziran 2009’da, 6 kişi hakkında telefon dinlemelerinin uzatılmasını talep etti. Bu seferki talep yazısında telefon dinleme kararının gerekçesi farklıydı. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan gazeteci Ünal İnanç’ta ele geçirilen bir dokümanda “Takip Edilecek Liste” başlıklı bir yazının içeriğinde 71 subay ve astsubayın ismi yazılıydı. 6 subayın ismi bu dokümanda da vardı. 3 ay süre ile uzatma talebine bu defa onay veren İstanbul 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Nejat Ede oldu.
SADECE İSİM DOĞRU
4 Haziran 2009’da Ergenekon’un tutuklu sanıklarından Levent Göktaş’ın avukatı Serdar Öztürk, Ergenekon örgütü üyesi olduğu gerekçesi ile gözaltına alındı. Avukat Öztürk’ün bürosunda bulunan İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nın altında Dursun Çiçek’in ismi ve imzası yer alıyordu.

Telefonları dinlenen Dursun Çiçek için 16 Haziran 2009’da, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tekrar telefon dinleme kararı talep edildi. Bu sefer telefon dinleme gerekçesi Serdar Öztürk’ün bürosunda bulunan plandı. İstanbul 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Tuncay Aslan, telefon dinleme kararına onay verdi. Fakat daha önce telefon dinleme kararlarında ismi bulunan Dursun Çiçek ile son dinleme kararındaki Dursun Çiçek’in telefon numaralarından adresine, adresinden TC kimlik numarasına kadar tüm bilgileri farklıydı.
DİNLENDİĞİNİ BİZDEN ÖĞRENDİ
Bu çelişkiler üzerine ilk 2 telefon dinleme kararında yazılı olan Dursun Çiçek’e ait olan telefon numarasını aradık. Karşımıza çıkan kişi “Dursun Çiçek’le mi görüşüyoruz” sorusuna “Evet” diye yanıt verdi. Telefonlarının dinlendiğini de ilk kez bizden öğrendi. Yani devlet, telefonları dinlenen inşaat işçisi Çiçek’e “Pardon” da dememişti. Ergenekon soruşturması kapsamında dinlendiğini söyleyince ise “Abi ne Ergenekonu! Ben inşaat işiyle uğraşan kendi halinde bir adamım” dedi. Şaşkınlığını atlatınca da, “Demek kimliğime bakınca, bu yüzden benden şüpheleniyorlar” diye devam etti. “Birkaç kez uçağa bindim. Beklettiler. Kimliğimi sorguladılar. Demek ki bundanmış. Ben o Dursun Çiçek” değilim” dedi.
OTELDEKİ ÇİÇEK DE BAŞKASI ÇIKMIŞTI
ERGENEKON iddianamesinin 47. sayfasında ise 2009 yılı yerel seçimleri döneminde Erzincan’a gelen Albay Dursun Çiçek’in Erzincan Orduevi’nde Başsavcı İlhan Cihaner ile toplantı yaptığı belirtiliyordu. Gizli tanık Munzur ise ifadesinde Albay Dursun Çiçek’in 2009 yılının Mart ayında Erzincan’daki Mazlum Konak Oteli’nde kaldığı iddia etmişti.

Ancak kanıt gösterilen müşteri listesindeki Dursun Çiçek’in Albay değil 33 yaşında bir işadamı olduğu ortaya çıkmıştı. 28 Mart’ta Mazlum Otel’in 202 numaralı odasında kaldığını belirten Dursun Çiçek, “O otelde kalan Dursun Çiçek benim. Konak Mazlum Otel’de iş ortağım Ferhat Murat Polat ile kaldım. Bizim bir inşaat şirketimiz var. İş ortağım Erzincanlı olduğu için sık sık birlikte seyahate gideriz. Ayrıca iş bağlantılarımız da olduğu için birçok otelde kaldım.” demişti.
gazeteport

TSK'dan Ergenekon'a avukat, medyaya dava!
21 Kasım 2010
TSK, Ergenekon sanıkları için avukat yardım sandığı oluşturdu: Hem askerlere avukat bulunacak hem de medyaya dava açılacak

TSK Hukuki Yardım Sandığı’na asker kişilerin yanında isteyen sivillerin de yardım etmesinin önünü açıldı. Medyaya açılacak davalardan kazanılacak tazminatlar da sandığa bırakıldı

HÜSEYİN ÖZAY'ın haberi

Ergenekon Silahlı Terör Örgütü iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında çok sayıda subayın gözaltına alınıp, tutuklanıp sanık durumuna düşmesinin ardından ‘gönüllülük’ esasına göre imza karşılığı subay ve astsubaylardan sanık askerlere yardım için para toplanmaya başlanmıştı. Ancak daha sonra Poyrazköy Cephaneliği, Kafes Eylem Planı, Amirallere Suiakast, Balyoz Darbe Planı ve son olarak Askeri Casusluk soruşturmalarında yüzlerce askerin sanık durumuna düşmesi üzerine TSK, asker sanıklara avukat desteği vermek için “TSK Hukuki Yardım Sandığı” kurdu.

DAHA ÖNCE DE PARA TOPLANMIŞTI

Ergenekon davası sanıkları, zaman zaman TSK’dan bekledikleri desteği alamadıkları için serzenişte bulunuyordu. İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı döneminde sanık konumdaki askerlere yardım etmek için subay ve astsubaylardan para toplatmış ve yardım için bir sandık kurulacağını açıklamıştı. Başbuğ’un başlattığı çalışma, Orgeneral Işı Koşaner dönemin de biraz daha çerçevesi genişletilerek, sanık askerlerin avukatlık ve mahkeme masraflarını karşılamak için “Türk Silahlı Kuvvetleri Hukuki Yardım Sandığı” adıyla faaliyete başladı.

TSK PERSONELİ DOĞAL ÜYE SAYILDI

TSK bünyasinde görev yapan subay, astsubay, uzman çavuş ve sivil memurların doğal üye olduğu TSK Hukuki Yardım Sandığı, üyelerinden düzenli aidat alacak. Hukuki Yardım Sandığı, sadece sanık konumundaki askerlerin mahkeme masrafları ve avukatlık dışında, TSK personelinin adının karıştığı skandallarla ilgili haber yapan gazete ve gazetecileri takip edip dava açma yetkisine de sahip kılındı.

20 MADDELİK YÖNERGE HAZIRLANDI

Türkiye’nin önde gelen holdingleri arasında yer alan Ordu Yardımlaşma Kurumu’nun (OYAK) da dolaylı sahibi olan TSK’nın, yeni kurduğu “Türkiye Silahlı Kuvvetleri Hukuki Yardım Sandığı”nın kuruluşu, birliklere bir yönerge ile duyuruldu. Toplam 20 maddeden oluşan yönergede, sandığın kuruluş amacı, yapısı ve kaynakları tek tek anlatıldı. Yönergede, sandığın kuruluş amacının, “Subay, astsubay, uzman jandarma, sivil memurların görevleri sebebiyle kişilik hak ve özgürlüklerine karşı yapılan ihlallere karşı dava açmak, avukatlık ücretini karşılamak” olduğu vurgulandı.

BİRLİKLERE ‘PERSONELE ANLATIN’ EMRİ

Hukuki Yardım Sandığı’nın yönergesinin yayınlanmasının ardından Genelkurmay Başkanlığı sandığın kuruluşunu birliklere 27 Eylül 2010 tarihli bir emir ile duyurdu. “TSK Hukuki Yardım Sandığının Kurulması” konulu emirde, sandığının kuruluş amacı ve faaliyetlerinin personele anlatılması istendi. Genelkurmay’ın emri doğrultusunda, birlik komutanlıkları tarafından personele gönderilen emirlerde ise “TSK mensuplarının görevleri sebebi ile kişisel hak ve özgürlüklerine veya mensubu oldukları TSK’nın manevi şahsiyetine yapılan ihlallerde avukat temini, ücreti ve yargılama masrafları için maddi kaynağı ihtiyaç duyulmaktadır” denildi.

Başbuğ’un projesini Koşaner daha geliştirdi

Yasalar ve yönetmeliklere göre bütün kamu kurumlarında, personel işlediği suçtan şahsen sorumlu tutulup, bütün masraflarını kendisi karşılaması gerekiyor. Ancak Orgeneral İlker Başbuğ döneminde TSK için bir ayrıcalık planlanmış ve sandık biçiminde yarı resmi bir formül bulunmuştu. Başbuğ döneminde sadece avukatlık ve yargılama giderleri için kurulması planlanan sandık, Orgeneral Işık Koşaner’in döneminde daha da genişletildi ve TSK personeliyle ilgili haberler de bu kapsama alındı.

Siviller de yardım yapabilecek

Yönergenin 5. maddesine göre, sanık askerlere yardım için kurulan Hukuki Yardım Sandığı’na, sadece asker kişiler değil siviller de yardımda bulunabilecekler. Yönergede “Sandığa yardım yapabilmek için sandık üyesi olma şartı yoktur” denildi. Ordu mensupları dışında şirketlerden veya birliklerden yardım sağlanması halinde sandığın gelirleri kısa sürede milyonlarca liraya ulaşması sözkonusu olacak. TSK adına kurulan bir yardım sandığına sivillerden de yardım kabul edilebilecek olması dikkat çekici bulundu.

Medyaya dava yağmuru

TSK mensuplarından ılanacak muvafakatnameler doğrultusunda, TSK mensupları, kendilerini eleştiren gazeteci ve yazarlar hakkında da dava açabilecekler. Örneğin bir yazıdan, haberden, yorumdan dolayı Hukuki Yardım Sandığı, yüzlerce general, onbinlerce subay, astsubay veya uzmançavuş adına tazminat davası açabilecek. Davaların tüm giderleri sandık tarafından karşılanacağı için, davayı açanların da maddi bir sorumluluğu bulunmayacak. Kazanılacak t
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 24, 2010 12:29 am    Mesaj konusu: Edelman'ın 88 Kişilik Listesinden Kaçı Tutuklandı? Alıntıyla Cevap Gönder

Edelman'ın 88 Kişilik Listesinden Kaçı Tutuklandı?
Açık İstihbarat Özel

23.11.2010

Geçenlerde ABD'nin eski Türkiye büyükelçisi Edelman'ın "Ergenekon" süreci konusunda hidayete erdiğini gösteren ve "AKP'nin daha fazla şımartılmamasını" tavsiye eden demeçlerini okudunuz.

Bu demeci Edelman ne zaman verdi : 17 Kasım 2010

29 Ağustos 2003 - 17 Haziran 2005 tarihleri arasında Türkiye'de bulunan aynı Edelman görevi sırasında Boğaziçi Üniversitesi'nde bir konferans sırasında bakın neler demişti :

"Türkiye ile ABD'nin arasını açmaya isteyenlerin çirkin başları ezilmeli"

Bu sözler üzerine ; Açık İstihbarat sitesinde yazarımızın,

"İstediğin Ezilecek Baş Olsun, Sen Bir Yürek Bul Yeter"

başlıklı yazısı yayınlanmıştı.

Edelman'ın bu küstahlığının arkasında, o zaman ABD Büyükelçiliği merkezli olarak yürütülen ve bugün yaşanan "Ergenekon" sürecinin temeli olan çalışmalar vardı.

Bugün ; "AKP muhaliflerini sindirmek için "Ergenekon"u kullanıyor" diyerek gözlerimizi yaşartan Edelman'ın kendisi bizzat o günlerde AKP hükümetine tutuklanması istenen kişilerin listesini sunuyordu.

Nereden mi biliyoruz?

ABD Büyükelçiliği'nin tutuklanmasını istediği 88 kişinin listesini AKP hükümetine verdiğini bizzat Fehmi Koru 22 Ocak tutuklamalarının hemen öncesinde Kanal 7'de açıklamıştı da oradan biliyoruz.Yoksa AKP büyükelçiliğini dinleyecek halimiz yok.

Türkiye ile ABD'nin arasını açanların çirkin başlarını AKP'den isteyen Eric Steven Edelman bugün güya "Ergenekon" sürecine karşı tavır alıyor.

ABD Büyükelçiliğine yakın çevrelerin orada burada "ABD Büyükelçiliği Ergekenon davasının arkasından desteğini çekti" diye konuşmaya başladığı günlerin hemen sonrasında geliyor bu demeç.

Sebeb-i hikmeti nedir sizce?

Nedeni; Edelman'ın "Balyoz Davası" ile birlikte hedefe oturtulan Çetin Doğan'ın damadı olan Dani Rodrik'le kavim kardeşliği ile pekişen yakınlığı olabilir mi?

Daha düne kadar "Ergenekon" ateşine adam atan Edelman'ın bugün ateşten adam almaya çalışması neden?

İsrail-sevici cephe ile ABD'deki ulusal cephe ve onların Türkiye'deki uzantıları arasındaki ayrışmanın yeni bir tezahürü mü?

21 Kasım 2008 tarihli "Ergenekon" duruşmasında, "Ergenekon" sanıklarından İsmail Yıldız, ofisinde ABD Büyükelçiliği tarafından nasıl tedit edildiğini anlatmıştı.

Edelman'ın AKP iktidarına sunduğu 88 kişilik listeden kaç kişinin, İsmail Yıldız gibi "Ergenekon" sürecinde tutuklandığı bilemiyoruz. Fehmi Koru'nun sözettiği o liste bir gün ortaya çıkarsa bunu da öğreneceğiz.

Fakat o listede Çetin Doğan'ın olmadığını söyleyebiliriz.

Ne zaman "Ergenekon" sürecinde, ABD Büyükelçiliği listesinin dışına çıkılıp, ABD'nin işine gelmeyen başka listeler de dahil etmeye başlandı Edelman birden "anti-Ergenekon"cu kesildi.

"Ergenekon" herkesin üzerine örtülebilecek kadar büyük bir yorgan ama altı o kadar kalabalıklaştı ki, herkes kendi muhalifinin üzerine çekmeye çalıştıkça anlaşılan birilerinin kıçı açıkta kalmaya başladı.

Kim örtecek Edelman'ın üşüyen kıçını?

Yoksa adamcağız soğuktan yalanlarını sayıklamaya devam edecek...

Açık İstihbarat

Serdar Akinan
Soysuzlar çetesi

Bir başka coğrafyanın sakin sokaklarında yürürken kendinizi, 'Ne tuhaf üzerimde bir tedirginlik yok...' diye düşünürken yakaladığınız hiç oldu mu?
Sakin hayatlar yaşadığını düşünen sıradan insanların bile, bir başka coğrafyada, bu hisse kapılması Türkiye'de nasıl bir gerginlik içinde yaşadığımızın ispatıdır.
Bu duyguya kapıldığım zamanlardan biri-iki yıl önce başıma gelmişti...
O sıralar SKY'ın başındaydım ve Ergenekon operasyonları dalga dalga devam ediyordu.
Hemen her hafta adliyeye gidiyor ve yağmur gibi yağan davalar nedeniyle ifade veriyordum... Birkaç ay öncesinde ise sonradan adı ortalığa saçılan o malum gazeteci, bizim kanalda program yapan ve kendi gazetesinde yazan bir arkadaşıma, 'Sıra seninkinde... Yakında Ergenekon'dan alacaklar...' demişti.
Dürüstlüğünden asla şüphe etmediğim o gazeteci dostum ise gelip, 'Aman Serdar, bunlar bir hazırlık içinde haberin olsun... Alacaklar seni...' demişti. Birkaç hafta sonra ise ifade verdiğim sırada yanıma gelen ve kendini savcı olarak tanıtan biri, 'Serdar Bey, siz namuslu ve vicdanlı bir yayıncılık yapıyorsunuz. Ama bu duruşunuzun bedeli var.
Tesadüfen öğrendim... Sıra sizde... Bir süre susun ve durun' demişti.
Fotoğraf çok netti... Ya bir süre daha muhalif yayınları sürdürecek ya da Silivri'de ucu karanlık bir tünele sokuluverecektim.
Bir süre sonra SKY'daki görevimi bıraktım... Birileri açıkça, 'Ya sen sus ya biz seni susturmasını biliriz' mesajını dolaylı ve doğrudan vermişti.
O günlerde SAT'lara yönelik operasyon başladı. Artık hesaplı operasyonel kurgusu belli, psikolojik harekatının dağıtım kanalları deşifre olmuş bu örtülü yapı o zaman da kamunun zihin algısı üzerinde mükemmel bir orkestrasyon yapmıştı.
Mustafa Balbay'ın, Tuncay Özkan'ın en son Hanefi Avcı'nın başına gelen
o zaman da sadece kahramanlıklarını bildiğim bu şerefli insanların başına geliyordu.
Şimdi 'üretildiği tek tek ispatlanmaya başlanan suç unsurları'nın evlerine, işyerlerine baskınlar sırasında yerleştirildiği anlaşılmaya başlanan bu komplo sürecinin mağdurlarıydılar.
Bir dönemin mağrurları şimdinin mağdurlarıydı... Artık yılan hikayesine dönen bu süreç, yıllar sonra bittiğinde bu insanlardan birçoğunun masumiyeti ispatlanacak.
İnancım bu yönde.
Ama asıl önemlisi o zaman şu soruyu soracağız, 'Peki ama neden?'...
İşte o zaman Türkiye'nin (şimdi gizlice lağvedilen) en kritik operasyonel birliğinin sıralı müstakbel komutanlarının tek tek alınarak işlevsiz hale getirilmesi, Türkiye'nin en önemli istihbaratçısının cezaevine apar topar alınarak susturulması gibi onlarca kritik adımın son derece planlı bir şekilde kotarılması sırasında Türkiye'de neyin değiştirilebildiğini fark edeceğiz.
Ve tabii ki çok geç olacak.
İşte tüm bunların bana o günlerde yaşattığı derin bunaltı nedeniyle uzaklaşmıştım.
Uzak bir coğrafyanın sakin sokaklarında huzurla yürürken şunu düşünmüştüm, 'Birkaç yüz kilometre farkla bu topraklarda doğmuşum, şimdi bedenim bu sokaklarda korkusuzca savruluyor. Ama aklım ülkemde... Bu huzur yapay... Bir başka şekilde de olsa mücadeleye devam etmek anlam haritamın gereğidir. Susmayacağım...'
Bugün bu ülkenin sokaklarında tedirginlik içinde yürüyen binlerce insan var. Sadece aktörler değişti... O sloganın anlamı idrak edilene kadar terennüm etmek vaciptir: Susma sustukça sıra sana gelecek!
Bu soysuzlar çetesinin yüzüne haykırdıkça sesimiz daha da gür çıkacak.
Bir gün mutlaka.

http://www.aksam.com.tr/2010/12/01/yazar/19676/serdar_akinan/soysuzlar_cetesi.html

Fethullah Gülen öldü mü?



03 Aralk 2010
Anadoluhaber

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Birinci Ergenekon davasının 165. duruşmasına İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve Alparslan Arslan’ın da aralarında bulunduğu 20 tutuklu sanık katıldı. Duruşmada, tutuksuz sanık gazeteci Güler Kömürcü Öztürk de hazır bulundu.

Tutuklu sanıklardan Hayrettin Ertekin ile davanın 162. duruşmasında Perinçek’e fiili saldırıda bulunduğu gerekçesiyle duruşmalardan men cezası verilen Osman Yıldırım ise duruşmaya katılmadı.

Tanıkların dinlenilmesine geçilmeden önce söz alan tutuklu sanık Siyasi Ekonomik Sosyal Araştırmalar ve Strateji Geliştirme Merkezi (SESAR) Başkanı İsmail Yıldız, Danıştay saldırısına ilişkin dosyanın en önemli mağdurları olan saldırı sırasındaki Danıştay hakimlerinin ifadelerinin alınmadığını, yine bu hakimlerle Alparslan Arslan’ın karşılaştırılmasının yapılmadığını söyledi.

Başka Alparslan Arslan, Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu olup olmadığının da araştırılmadığını ifade eden Yıldız, ”Acaba o gün oralarda dolaşan başka Alparslan Arslan olabilir mi? Arslan’ın baroya ibraz ettiği bütün vekaletnameler elinizde mi? Arslan hangi şirketlerin avukatı? Ankara’ya gitmesinin sebebi neydi? Arslan’ı yakaladığı belirtilen kişi polis miydi? İfadesi alınmadı. Arslan’ı nasıl yakaladı? Bunlarla ilgili detaylar yok. Tansel Çölaşan’a ‘ne gördünüz, ne duydunuz’ diye sorulmadı” dedi.

Mahkemenin Arslan’ın gerçek fail olup olmadığını, Danıştay’da başka kameralar bulunup bulunmadığını sorması gerektiğini belirten Yıldız, Danıştay saldırısının meydana geldiği gün Ankara Ticaret Odası’nda saat 09.00 ve 16.05′te iki ayrı toplantı yapıldığını kaydetti.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün’ün, toplantının ne ilgisi olduğunu sorması üzerine Yıldız, ”ATO’nun üst düzey yönetimi toplanmış. İçeriğini bilmiyorum. Saldırının olduğu sabah ATO başkanının makam arabası Danıştay’a geliyor. Bu çok önemli bir detay. Kamera kayıtlarından görülebilir” diye cevap verdi.

Yıldız, ardından Aydınlık Dergisinde yayımlanan tank, uçak, gemi, silah, karpuz, domates ve bıyıklı asker fotoğraflarını göstererek, ”Dünyanın hiçbir yerinde bıyıklı asker olmaz. Bunların istihbarat servisleri tarafından araştırılması gerekir. Acaba bu fotoğraflar nerede çekildi? Böyle bir yer var mı?” dedi.

Başkan Şengün de, ”Herkesin çift olduğunu mu iddia ediyorsunuz?” diye sorduğu Yıldız, bu anlattıklarını Danıştay saldırısıyla bağlayacağını söyledi.

‘HAYDARPAŞA’NIN KULELERİ NEREDE VAR ?
Yeniçağ Gazetesinden de bazı fotoğraflar gösteren Yıldız, Haydarpaşa Tren Garı’ndaki yangına da değinerek, çatıdaki kulelere dikkati çekti. Yıldız, ”Türkiye’nin neresinde var bu kulelerden?” diye konuştu.

İstihbarat teşkilatlarının da bu davayı izlediğini ifade eden Yıldız, ismini yazdığı ”Abdaf Aga Abda” adlı kitabın da hem Genelkurmay Başkanlığı’nda, hem de MİT’te olduğunu söyledi.

‘FETHULLAH GÜLEN ÖLDÜ’
Türkiye’de yapılan her şeyin tehdit altında olduğunu, bilimsel düzeyi yüksek olan mihrakların dünyayı karıştırdığını, 3 ayda 3 istihbarat örgütünün yok olduğunu dile getiren Yıldız, iddialarını şöyle sıraladı:

”İstihbarat servisleri tahrip olduğu için Fethullah Gülen 35-37 gün önce öldü. Gülen yurtdışında bir esirdi. Bu davanın belkemiği olan İsmail Tuncay Güney de öldü. Güney’in ülkesine gelip gitmesine izin verildi.”

Başkan Şengün’ün ”Bize mi sıra geldi?” diye sorduğu Yıldız, ”Bize sıra gelecekti. Artık gelmez. Bu kitap Genelkurmay Başkanlığı ve MİT’in elinde olduğun için” dedi. Mahkemenin bütün verileri ile Türkiye’deki resmi istatistikler ve kayıtların tehdit altında olduğunu ileri süren Yıldız, Başkan Şengün’ün ”Nereden biliyorsunuz?” sorusuna ”Kitapta hepsi var” yanıtını verdi.

Danıştay saldırısının faillerinin, ”Tuncay Güney’i Türkiye’den kaçıranlar ve Gülen’i yurtdışında esir tutanlar” olduğunu söyleyen Yıldız, mahkemenin Genelkurmay Başkanlığı ve MİT’e yazı yazarak buradaki verileri nasıl güvenlik altında tutacağını sorması gerektiğini belirtti.

Veli Küçük, listedekileri ifadeye çağırdı
9 Aralık 2010

Birinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı emekli tuğgeneral Veli Küçük, dava dosyasında yer alan ''Ergenekon'' şemasındaki isimleri okuyarak, bu kişilerin duruşmada dinlenilmesini istedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada söz alan Küçük, hakkında birçok suçlama ve asılsız iddia olduğunu belirterek, ''Sular geri gelir sayın başkanım. Gerçek Türk adaleti bir gün gelecek'' dedi.

Adana'nın Kozan ilçesindeki bir bankanın antreposunda 50 milyon doları olduğunun söylendiğini ifade eden Küçük, ''Aytaç Yalman ile beraber tam 3 tır dolusu külçe altınım varmış, Gelibolu tarafında bir yağ fabrikasına el koymuşum, 50 milyon dolar almışım ve bunun gibi bir sürü asılsız iddia'' diye konuştu.

Bunun üzerine, mahkeme heyetinin 3 Haziran 2010'da Maliye Bakanlığına yazı yazdığını kaydeden Küçük, ''Hakkımda öyle bir tahkikat yapıldı ki köydeki evimin kümesi bile arandı. MASAK, 20 sayfalık rapor hazırladı. Raporda '2004 model Renault araba, 2 bin 693 lira bankadaki para ve Beşiktaş'ta bir dairesi var' denildi. Yapılacak işlem olmadığı notu düşüldü. 8 Ekim 2010 tarihli bu rapor hakkımdaki iddialara cevaptır'' dedi.

Küçük, dava dosyasında yer alan ''Ergenekon'' şemasında adının bulunduğunu ifade ederek, kendisinin şemada ''köprü eleman'' olarak yer aldığını ve üstünde bazı isimler bulunduğunu kaydetti.

Yine şemada emir aldığı kişiler de olduğunu ancak şemanın açılmaması nedeniyle bu isimlerin gizli kaldığını söyleyen Küçük, şöyle konuştu:

''Bu şemayı da bizzat Tuncay Güney hazırladı. Bu listenin açık hali mahkemenizde var. Israrla açılmasını istedik ama taleplerimiz reddedildi. Şimdi bu listeyi okuyorum ve isimleri geçen şahısların buraya çağrılarak dinlenilmesini talep ediyorum. Benimle ne gibi bir irtibatları olduğunun sorulmasını talep ediyorum.''

Küçük, daha sonra, emekli orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Eşref Bitlis, Tansu Çiller, Deniz Baykal, Mehmet Ağar, Sedat Bucak, Sedat Peker ve Sami Hoştan'ın da aralarında bulunduğu bazı kişilerin isimlerini okudu.

Veli Küçük, Alparslan Arslan'ın ''Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları tutuksuz sanık Süleyman Esen'den aldığı, Esen'in de bu bombaları asker olan eniştesinden aldığı'' ifadelerine dikkati çekti.

El bombalarının kovanı olmadığını ifade eden Küçük, ''Çatışmaya gidenlere el bombası verilir, kaç tane kullandığı tespit edilemez. Terhis olan her asker köy kahvesinde göstermek için yanında bir tane götürür. Esen askerliğini Şırnak'ta yapmış, operasyonlara katılmış, Esen'e bunları soran hiç olmadı'' diye konuştu.

Duruşma, taleplerin dinlenilmesiyle devam ediyor.

Sevgi Erenerol'un avukatı Vural Ergül tarafından mahkemeye verilen dilekçede, Tuncay Güney'in son olarak kullandığı telefon numarası ve adresi yer aldı. ''Yasanın emredici hükümlerine rağmen hakkında işlem yapılmayan Tuncay Güney'in, ilerleyen zamanlarda savcıların 'adresi bilinmediğinden hakkında işlem yapılamamıştır' mazeretini ortadan kaldırmak üzere son olarak kullandığı telefon numarası ve adreslerinin sunulduğu'' ifade edilen dilekçede, Güney'in Kanada'nın Toronto şehrinde olduğu belirtildi.
haber10

Arif Doğan'dan Şok İtiraf
17 Ocak 2011

Emekli Albay Arif Doğan: JİTEM'le ilgili itiraflarda bulunan Abdülkadir Aygan'ı ben öldürttüm. İsveç'te yaşayan kişi o değil...
İkinci "Ergenekon" davasının tutuksuz sanığı emekli albay Arif Doğan, "JİTEM benim. JİTEM benimle vardır. JİTEM kadrolu bir kuruluş değildir, geçici süre için kurulmuş operatif istihbarat birliğidir" dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada savunmasını tekerlekli sandalyeye oturarak yapan Doğan, JİTEM'le ilgili açıklamalarda bulundu. Arif Doğan, kendisine zaman verilirse halkına olan borcu nedeniyle JİTEM'i açılayacağını ifade ederek, "JİTEM benim. Veli paşama (Veli Küçük) devrettiğim Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığıdır. JİTEM benimle vardır. Diyeceksiniz 'sen devlet içinde devlet misin', hayır değilim" dedi.

Vatan haini olmadığını belirten Doğan, "JİTEM legal değil diyorlar. Genelkurmay, jandarma inkar ediyor. Arif Doğan manyağı çıkmış... Kimseye yalan söylüyor demiyorum ama ben söyleyeceğimi de söylerim. JİTEM kadrolu bir kuruluş değildir, geçici süre için kurulmuş operatif istihbarat birliğidir. İstihbarat artı icraattır" diye konuştu.

Doğan, JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'la ilgili olarak da "Biri çıkmış 'adamları öldürdük' falan diyor. Böyle bir şey olamaz. Abdülkadir Aygan'ı ben öldürttüm. Askeri, sivili, herkesi suçluyor. Bu adam ölü. Ölmüş insanı kullanıyor PKK, gayet güzel kullanıyor. İsveç'te yaşıyormuş, DNA testi yapılsın, verilecek cezaya razıyım" dedi. Savunmasını yaparken yavaş konuşan Doğan, nefes almakta güçlük çektiğini belirterek, oksijen tüpünü kullanması için duruşmaya ara verilmesini istedi. Bunun üzerine duruşmaya öğlen arası verildi.

"JİTEM'İN HEPSİ SİVİLDİR. BİR TEK ASKER BENİM"

İkinci "Ergenekon" davasının tutuksuz sanığı emekli Albay Arif Doğan, "JİTEM'in hepsi sivildir. Bir tek asker benim. 10 bin kişi vardır ama 20'den fazlası bir araya gelmez. PKK'nın ölüm bölgesine giren birimdir" dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada Doğan'ın savunmasına geçilmeden önce kimlik tespiti yapıldı. Mesleği sorulan Doğan, "Emekli subayım. Eğer dağda 21 sene çalışılan bir meslek varsa, o meslektenim" dedi. Aylık gelirinin fındık ve pamuk geliri ile emekli maaşının 7-8 bin lira olduğunu belirterek, kullandığı 6 cep telefonundan 2'sinin numarasını hatırlayarak, "Kullandığım telefonlar zaten dinlenen yerlerde vardır" diye konuştu.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün hakkındaki suçlamaları okuduğu sırada, yazılanlara değil, kalbine inandığını, öyle bir insan olsaydı adaleti mahkemeye bırakmayı değil, kendi cezasını kendisinin vereceğini dile getiren Doğan, "Ben vatan haini değilim. 21 yıl dağda mücadele ettim" şeklinde konuştu.

Terör örgütü üyesi olduğu bölüm okunduğu sırada da Doğan, "Hangi terör örgütü Başkan" dedi. Şengün de, "İddia olunan Ergenekon örgütü" demesi üzerine Doğan, "Ben bilmiyorum" şeklinde konuştu. Şengün de "okumamı bitireyim. Sizden açıklama isteyeceğim" dedi. Kendisine sorulanlara cevap vermeye hazır olduğunu ifade eden Doğan, "Ben suçlu değilim ki aklanmak için kendimi müdafaa edeyim. Herkesin bilmesi gereken bilgileri aktarmak için müracaat ettim. Benim tek beyanım var. Evimden, yataktan aldılar. Yoğun bakımda ifadem alındı. Tutuklandım" şeklinde konuştu.

"BEN İSTİHBARATÇIYIM. HER KONUŞTUĞUM SUÇLU MU DEMEK"

Doğan, ölecek de olsa sorulması durumunda cevaplayacağını dile getirerek, "JİTEM'i bilen bir kişi varsa çıksın, size yazı vereyim beni iğneyle öldürsünler" dedi. Hakkındaki iddialara değinen Doğan, "Veli Küçük paşamla irtibatta bulunmuşum. Sedat Peker'e reis demişim. Ben istihbaratçıyım. Her konuştuğum suçlu mu demek. Benim görevim suçlularla irtibata geçmek. Peker ile herkes görüşüyor. İnternete düşen ses benim sesim değildir. Ben aptal değilim. 21 yıl dağlarda yaşadım. Hayvanlaşmadım. İnsanları yaşatmaya çalıştım" diye konuştu. Başından geçen PKK terör örgütü ile mücadele ettiği dönemlere ait anılarından bir kısmını anlatarak, yanmış bir asker ile karnı deşilmiş bir Kürt kızının cesedini görünce yemin ettiğini ifade eden Doğan, "Beni bunlarla suçlayın. Hainlikle suçlamayın. Beni bir daha öldürmeyin. 1000 mermi ile suçlamayın. Her askerde bulunur bunlar. Arif Doğan Türkiye'nin harp planlarını biliyor" dedi.

Annesinin Kürt, babasını da Avşar Beyi olduğunu, Kürtçeyi iyi bildiğini ifade eden Doğan, JİTEM ile ilgili açıklamalarda bulundu. Doğan, JİTEM'in esrar, eroin, uyuşturucu kaçakçılığı ile uğraşmadığını, PKK'ya karşı en az 100 kişilik gruplarla çalıştığını belirterek, "JİTEM'in hepsi sivildir. Bir tek asker benim. 10 bin kişi vardır. Ama 20'den fazlası bir araya gelmez. PKK'nın ölüm bölgesine giren birimdir. Buradaki subaylara sorun ölüm bölgesinin ne olduğunu bilmezler" dedi.

"JİTEM'İ KURDUĞUMA, KURACAĞIMA PİŞMAN ETTİLER"

Doğan, JİTEM olmasaydı bugün 80 bin askerin ölmüş olacağını belirterek, "JİTEM'i kurduğuma kuracağıma pişman ettiler. JİTEM'i lağvettik" dedi. Kalbinde mermi yediği için pil olduğunu şeker, panik atak gibi hastalıkları bulunduğunu belirten Doğan, kendisinde bulunan 2 kalaşnikof silahın da birinin kendisine ait olduğunu, diğerinin de bir Korgeneral Hulusi Sayın'ın bir çarpışmanın sonucunda hediye olarak verdiğini söyledi.

Doğan, OHAL bölgesinde öğretmenler de dahil 10 bin tane tabanca dağıttığını belirterek, kendisinde bulunan uyuşturucu maddenin de 20 yıl öncesine ait olduğunu, kendisinde çıktığı belirtilen 3 av tüfeğinin ise barut izlerinin olmadığını anlattı. Subayların her silahta yılda 150 tane mermi istihkakı olduğunu, kendisinin ise 3 silahı bulunduğunu belirterek, silahlardan birini Genelkurmay Başkanının hediye ettiğini, birinin ise kendisinin olduğunu, diğerini de satın aldığını kaydetti.

Doğan, mermi istihkakına göre 10 yılda 3 bin mermi olacağını belirterek, 1000 mermiyle kendisinin silah kaçakçısı yapıldığını anlattı. İstihbaratçı olduğu için üst düzey örgüt mensubuyla irtibatlı olmasının doğal olduğunu dile getiren Doğan, "Bana 100 yıl ceza verseler fark etmez. Adalete inanıyorum. Türk adaletine sığınıyorum, PKK adaletine değil. Onlar ben olsaydım Habur'dan geçemezlerdi" dedi. Bir istihbarat sonucu 78 kelle aldığını ifade eden Doğan, Güneydoğu'da görev yaptığı dönemde Mesut Barzani ve Celal Talabani'ye Meclis Başkanı ile görüşmelerinde tercümanlık yaptığını kaydetti. Doğan, Kandil'e yürüyerek giden 21 kişinden biri olduğunu da söyledi. Duruşma Doğan'ın beyanlarının alınmasıyla devam ediyor.

"HİZBULKONTRAYI BEN KURDUM. ŞİMDİKİ HİZBULLAH DEĞİL, HÜSEYİN VELİOĞLU'NUN İLK KURDUĞU TEŞKİLATI BEN KURDURTTUM"

İkinci "Ergenekon" davasının tutuksuz sanıklarından emekli albay Arif Doğan, "Hizbulkontra'yı ben kurdum. Şimdiki Hizbullah değil, Hüseyin Velioğlu'nun ilk kurduğu teşkilatı ben kurdurttum" dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesindeki salonda görülen duruşmada, mahkeme heyetine, millete olan borcunu ödemesi için aracılık ettiğini belirterek, teşekkür etti. Kendisine bırakılması halinde çok üzücü şeyler hatırladığını anlatan Doğan, "Siz sorun ben cevap vereyim" dedi.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün "Savunmanız bitti mi?" demesi üzerine Doğan "Evet" diye yanıt verdi. Başkan Şengün de bunun üzerine Doğan'ın emniyetteki ifadesini okudu. Kendisine ait olduğu ileri sürülen deponun, 20 yıllık olduğunu anlatan Doğan, JİTEM'den ayrıldıktan sonra bu eşyaların orada kaldığını ancak içeriğini kimsenin bilmediğini söyledi. Zabıtlar olmasaydı kendisinin de o depoda nelerin olduğunu bilmeyeceğini dile getiren Doğan, söz konusu depoda kendisi, kızı ve eşinin eşyalarının da bulunduğunu anlattı.

Şengün'ün, depoda bazı gizli ibareli belgeler bulunduğunu söylemesi üzerine Doğan, ele geçen belgelerin "kozmik belge" olmadığını belirterek, askeri konuları içeren bir belgenin bir askerde olmasının normal olduğunu söyledi. Doğu ve Güneydoğuda aşiretlerle ilgili bilgilerin yer aldığı bir belgenin ele geçirildiği hatırlatılan Doğan, o belgenin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir belge olduğunu dile getirerek, "Bunun bu bölge için hazırlanmasını tehlikeli buldum. Emniyet, bununla mücadelede büyük bir zayıflatmaya sebep olmuştur. Bu ihanettir. Hiç bir aşirete potansiyel devlet yanlısı ya da örgüt yanlısı diyemezsiniz. Dediğinizde bir potansiyel yaratırsınız" dedi.

Doğuda teröre karşı cansiparane savaşan polis ve askerlerin yanı sıra oradaki Kürtlerin de mücadelesinin bulunduğunu anlatan Doğan, bölgedeki aşiretleri kendisinden iyi bilen kimse olmadığı aktardı.

"...ÇOK ÜZÜLÜYORUM"

Doğan, JİTEM'in çok gizli bir kuruluş olmadığını dile getirerek, şunları söyledi: "JİTEM'in arşivi bende. Kimse bulamaz. Onlar kahraman gibi savaştılar. JİTEM'de 10 bin kişi vardı. İsimlerini söylesem onları da mı yargılayacaksınız? Onlar 100 kişilik bir gruba 10 kişiyle gidiyorlardı. Tek bir asker, Türk halkı ölmesin diye ölüme gidiyorlardı." Konuşması sırasında ses tonunu yükselten Doğan'a Mahkeme Başkanı Şengün "sakin konuşun" dedi. Doğan da "Ama çok üzülüyorum" diye yanıt verdi.

JİTEM'in varlığını iki kuvvetin beyanından sonra açıkladığını dile getiren Doğan, "Hizbulkontra'yı da ben kurdum. Şimdiki Hizbullah değil. Hüseyin Velioğlu'nun ilk kurduğu teşkilatı ben kurdurttum. Ben herkesten iyi mücadele ettim. Ben baş koymuşum, bu vatana hizmet etmişim. JİTEM'i kurdum da hata mı ettim" dedi. Başkan Şengün'ün gazeteci Soner Yalçın'ın JİTEM'le ilgili bir yazısını okuması üzerine Doğan, Yalçın'ın JİTEM'in değerlendirmesini yapamayacağını anlatarak, Yalçın'a hakaret içerici sözler sarf etti.

SEDAT PEKER İLE İLİŞKİSİ

Peker'le ilişkisine de değinen Doğan, polis tutanaklarında Peker'e yönelik "Reis" dediğinin kayda geçirildiğini belirterek, heyete yönelik "Siz şimdi mahkeme başkanısınız. Size Başkan demek suç mu?" diye konuştu. Peker'le ilk defa bir uyuşturucu kaçakçısının yakalanmaması için bir araya geldiğini belirten Doğan, Peker'in kendisine uyuşturucu işiyle uğraşmadığını söylediğini kaydetti.

Başka bir görüşmesinin Şile'de bir astsubayın öldürülmesiyle ilgili olduğunu anlatan Doğan, "O adamın çok önemli ve çok gizli hizmetleri olmuştur. Şimdi burada anlatamam onları. Peker'e 'Patron'da derim 'Reis' de derim, ne olmuş?" şeklinde konuştu. aktifhaber

"Sehven" yükleme skandalı

Kara Harp okulu dönem birincisi Mehmet Ali Çelebi'nin (sağ başta) cep telefonuna gözaltındayken yükleme yapıldığı ortaya çıktı
26.01.2011
2. Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Harp Okulu dönem birincisi Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin kullandığı cep telefonu, gözaltına alındıktan sonra polis tarafından bilirkişi incelemesi yapılmadan önce açılarak rehberine 139 adet telefon numarasının SEHVEN yüklendiği, polisin tuttuğu tutanakta ortaya çıktı.

Yüklenen telefon numaraları arasında bulunan, Mahmut Oğuz Kazancı'nın o dönemde "Hizb-ut Tahrir terör örgütüne üye olduğu" iddiasıyla gözaltına alınmasıyla Ergenekon ile taşeron örgüt arasında bağlantı kurduğu iddiasının da bulunduğu suçlamalarla tutuklandı.

Yaklaşık 3 yıldır tutuklu olarak yargılanan Mehmet Ali Çelebi'nin avukatları Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz'ün talebi üzerine 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin araştırılmak üzere savcılığa gönderdiği talimatlara gelen yanıtlar, "SEHVEN" yaşanan skandalı gündeme getirdi.

İhsan DEMİR - GAZETEPORT
İSTANBUL / 2. Ergenekon davasının tutuklu sanıkları arasında yer alan, Kara Harp Okulu dönem birincisi, Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin kullandığı cep telefonuna, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltına alındığı dönemde 139 telefon numarası yüklendiği, yüklenen bu numaralardan birinin de yasadışı Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi olmakla suçlanan Mahmut Oğuz Kazancı'ya ait olduğu , bu bağ üzerinden de Ergenekon'un yasadışı örgütlerle bağlantısını kurmakla suçlandığı yaklaşık 3 yıl sonra ortaya çıktı.

Mehmet Ali Çelebi'nin ısrarla kabul etmediği bu iddia, avukatları tarafından şu şekilde ortaya çıkartıldı.

Çelebi'nin aleyhindeki en önemli deliller arasında gösterilen radikal dinci terör örgütü Hizb-ut Tahrir üyesi olduğu iddiasıyla Ankara'da gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kağancı'ya ait cep telefonu kaydı bulunmasıydı.

Mehmet Ali Çelebi cep telefonunda bulunduğu ileri sürülen 139 numaranın sonradan yüklendiğini, bu numaraları hiç tanımadığını ve bu numaralarla hiç görüşmediğini iddia etti. Avukatları Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz de müvekkillerinin bu iddiasını doğrulamak için 13. Ağır Ceza Mahkemesine talepte bulunarak, müvekkileri Mehmet Ali Çelebi ile Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi olduğu iddia edilen cep telefonları kayıtlarının TİB tarafından incelenmesi talebinde bulundu. Bu talebi yerinde gören 2. Ergenekon davasını kovuşturan 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29.11.2010 tarihinde savcılığa talimat vererek her iki sanığa ait telefonların incelenmesini istedi. Savcılık da Mehmet Ali Çelebi ve Mahmut Oğuz Kazancı'nın cep telefonlarının ve görüşme kayıtlarının incelenmesi için İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına yazı yazdı.

Yapılan inceleme sonunda 13. Ağır Ceza Mahkemesine Emniyet müdürlüğü ve TİB'den gönderilen yazılar birbirinden ilginç tespit ve açıklamalar içeriyordu.

EMNİYETTE AÇILAN TELEFON SİNYAL VERDİ
TİB başkanlığından gelen cevabi yazıda 18 Temmuz 2008 tarihinde gözaltına alınarak 19 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne teslim edilen Mehmet Ali Çelebi'ye ait cep telefonunun 1 dakika 22 saniye Fatih'ten sinyal verdiğinin tespit edildiği ortaya çıktı.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği inceleme rapori ise daha da ilginç bulgular içeriyordu.

Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği yazıda Yasadışı radikal islami terör örgütü Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı'nın cep telefonuna ait rehber bilgilerinin SEHVEN* Mehmet Ali Çelebi'nin telefonuna ait rehber dökümlerinin içerisine eklenmiş olabileceği belirtildi. Her iki şahsa ait telefon numaralarının karşılıklı olarak görüşme yapılmadığı vurgulandı.

Türk Dil Kurumuna göre Sehven: Dalgınlık veya unutkanlık sonucunda oluşan, yanlışlıkla.
gazeteport

"Ergenekon"'da Telefon Kaydı Şişirme Örnekleri
(Yüksek Teknoloji+Düşük Ahlak = İleri Demokrasi)


Açık İstihbarat Özel
28.01.2011

"Ergenekon" süreci Emniyet güçlerimizin teknolojik olarak geldiği seviyeyi göstermesi açısından umut vericiydi. Emniyet'in bu teknolojik seviyeyi hukuk ve mesleki etikle de takviye ettiği noktada Türkiye'nin sırtının yere gelmeyeceğine eminiz.

O gün gelene kadar , "Ergenekon" sürecinde yaşandığı gibi, milletin hukuka ve emniyet güçlerine güvenini sarsan ve sanıkları içeri atmak için oynanan teknik numaralara daha çok rastlayacağız

En son olarak teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin telefon rehberine Hizbut Tahrir üyelerinin telefon numaralarının "sehven" kaydedildiği ortaya çıktı. Bunun üzerine Emniyet bir açıklama yaparak hatasını kabul etti.

Halbuki "Ergenekon" sürecinde hukuka "sehven" değil "sehvetle" yaklaşılan bu tarz onlarca vaka yaşandı da kimsenin haberi olmadı. Bugün "Ergenekon" uzmanı olarak televizyonlarda ahkam kesenlere hatırlatmak gerekiyor.

"Ergenekon" davalarında ilk günden itibaren savcılık makamının en sevdiği sorulardan bir tanesi...

"Şu kişi ile 100 küsur defa niye konuştunuz"

şeklinde sorulardı.

Sanıklar, bir iki toplantıda görüp, sonra bir iki defa telefonla , bayram/tebrik gerekçesi ile görüştükleri insanlarla "örgütsel ilişki olmak iddiası" ile defalarca suçlandılar. Ve bir çok sanık, telefon görüşme sayılarının şişirildiğini iddia ederek şikayetçi oldular.

Bu şişirilmenin nasıl gerçekleştirebileceği daha sonraki duruşmalarda ortaya çıktı.

Bir kişinin bir başkası ile telefonda görüşme sayısı tabi ki, o iki kişinin irtibatına/tanışıklığına dair somut bir kanıttır ama bu iki kişinin "örgütsel ilişkisini" kanıtlamaz. Bu iki kişinin telefonda çok sık görüşmesi de keza "örgütsel ilişkinin" değil , olsa olsa gevezeliklerinin kanıtıdır.

Örgütsel ilişki hukukta çok net tanımı yapılmış olup; iki kişi arasındaki konuşmaların sayısı değil, konuşmaların içeriği ile kanıtlanması gereken bir ilişki türüdür. Fakat "Ergenekon" sürecinde iddia makamı bir çok defa konuşmaların içeriğinden çok konuşma sayısını "örgütsel ilişki" kanıtı olarak ortaya koymuştur. Bu iki kişi telefonda kavga mı ediyor, birbirine küfür mü ediyor , maç sohbeti mi yapıyor....önemli değil...50 kez konuştuysa yaz örgüt şemasına.

En son olarak Teğmen Çelebi vakasında da, Emniyet'in "sehven" delillerle oynadığı ortaya çıkması üzerine, kıyamet alameti Rasim Ozan Kütahyalı gibi "Ergenekon" sürecinin misyoner kalemleri ,

"ama Hizbut Tahrir üyeleri ile 109 defa konuştuğu kayıtlarda sabit" gibi cümlelere sarılmaya başlamıştır.

Teğmen Çelebi ve avukatlarının, sanıkların bu iki Hizbut Tahrir üyesi ile tesadüfen taksisine binmesi üzerine tanıştıkları ve bu kişilerle bir iki kez konuştuğunu beyan etmesine rağmen.

Bir kişinin telefon rehberine o kişi gözaltındayken "sehven" kayıt eklenebildiğini öğrenmiş olduk. Peki o kişinin telefonu, telefonu kendisindeyken bile, aramadığı halde nasıl başka bir numarayı aramış gösterilebilir?

İşte ancak teknoloji şehveti , intikam şehveti ile harmanlanmış olanların "sehven" becerebileceği bu numaranın sırrı şu :

Internet üzerinde isteyenin arayıp bulabileceği çeşitli yazılımlar , kod parçaları (API, v.s) ve hatta web siteleri mevcut.

Bunları kullanarak, bir yazılım arayüzü üzerinden, arayan numarayı ve aranan numarayı giriyorsunuz, yazılım /websitesi hedef telefonu sizin verdiğiniz numaradan çaldırıyormuş gibi arıyor.
Hatta bazı GSM firmaları bu tarz yazılımlar/web siteleri geliştirebilesiniz diye kendi telefon altyapıları ile entegre çalışabilen program arayüz kodlarını (API) ücretsiz temin ediyorlar.

Örnek mi...

İşte Orange firmasının, bir numarayı başka bir numaradan aratacak uygulamalar geliştirin diye sunduğu API'si ...

İki telefon arasında nasıl arama yaptırılır?

Tabi Orange bunu profesyonel amaçlı yazılımlar geliştirilsin diye sunuyor. İnsanlara iftira atacak altyapılar oluşturulsun diye değil.

"Ergenekon" sanıkları, kendi telefon arama/aranma kayıtlarının da işte bu yöntemlerle şişirildiğini iddia ettiler ve mahkeme süresince şikayette bulundular.

Haberiniz oldu mu?

Olmadı.

Neden?

Çünkü daha Mustafa Balbay'lar, Tuncay Özkan'lar, Çetin Doğan'lar içeri alınmamıştı. "Elit" sanıkların arkadaşları da "Ergenekon" uzmanı olarak ekranlarda peydahlanmamıştı.

Eskiden , bir tutam toz sıkıştırıp içeri attırmak modaydı. Şimdiden bir tutam CD, bir tutam kayıt ve bir tutam yazılımla insanları peşinen damgalayıp, masumluklarını kanıtlayana kadar içeride süründürebiliyorsunuz.

İleri demokrasi ancak yüksek teknoloji ve düşük ahlakla mümkün olabiliyor.

Polis bülteni Taraf'ın yazarları ise utanmadan, sanki bu sanıklara hayasızca iftira atan, insanları "darbeci", "terörist" diye peşinen damgalayan kendi gazeteleri değilmiş gibi şimdi

"Teğmen Çelebi tahliye edilmeli"

diye televizyonlarda adil ve dürüst pozlarına bürünebiliyorlar. Karşılarında bağırıp çağırmaktan başka bir şey yapamayan, doğru düzgün araştırmadan her yeme atlayan cahil bir muhalefet olduktan sonra karşı tarafın cahillerinin bu kadar ucuz kahramanlık taslaması doğal.

Yüksek teknolojiyi öğrenmeden düşük ahlakla mücadele etmemizin mümkün olmadığını bir kez daha anlamış bulunuyoruz.

Açık İstihbarat

Ergenekon sanığı Aydın Engin defnedildi

Aydın'ın eşi Naciye Aydın, uzun süre tabut başında bekledi ve dua okudu.
15:30 - Geçirdiği kalp krizi sonrasında hayatını kaybeden, Ergenekon davası sanıklarından Aydın Engin'in cenaze namazı Ankara Kocatepe Camii'nde kılındı. 11 Ocak 2009'da tutuklanarak cezaevine gönderilen Engin, avukatının itirazı üzerine, 11 gün tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi'nden tahliye edilmişti. 06.02.2011 ANKARA netgazete

Yazar Soner Yalçın da gözaltına alındı
14 Şubat 2011

Sabah saatlerinde yöneticisi olduğu internet sitesinin bulunduğu ofis ve kendi eviyle birlikte 3 iş arkadaşının evine Ergenekon baskını yapılan yazar Soner Yalçın, evindeki aramalar tamamlandıktan sonra gözaltına alındı.

Gazeteci-Yazar Soner Yalçın, evindeki aramaların ardından gözaltına alındı. Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla sabah saatlerinde Soner Yalçın'ın evinde polis tarafından arama başlatılmıştı. Polisin arama çalışmaları gün boyu sürdü. Polisin aramaları sırasında evde bulunan Soner Yalçın, aramalar tamamlandıktan sonra gözaltına alındı.

Polisler eşliğinde evinden çıkan Yalçın, gazetecilere el salladı. Yalçın'ın evindeki aramalarda el konulan bazı evraklar da ekip otosuna taşındı. Yalçın daha sonra emniyete götürüldü. haber7

Emekli albaydan 51 Nolu DVD tepkisi
21 Şubat 2011

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı emekli Albay Mustafa Levent Göktaş, suçlanmasına konu olan ve içinde bazı yargı mensuplarının kişisel yaşamlarıyla ilgili bilgilerin yer aldığı 51 No'lu DVD'nin bürosuna polis tarafından konulduğunu savundu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada tutuklu sanık Mustafa Dönmez'in avukatı Celal Ülgen'in savunmasını tamamlamasının ardından sanıklardan Mustafa Levent Göktaş'ın savunmasının alınmasına geçildi.

Öz geçmişini anlatarak savunmasına başlayan Göktaş, hayatının büyük bir kısımını terörle mücadele ederek geçirdiğini, binden fazla çatışmaya girdiğini söyledi.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde çok az subayda bulunan 3 adet kahramanlık madalyası aldığı dile getiren Göktaş, kendisine 180 takdirname, 23 rozet ve bröve verildiğini kaydetti.

Göktaş, 1999'da imzalanan Suriye Adana Mutabakatı'nda görev yapan tek Türk subay olduğunu ifade ederek, 1996 yılında da Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduğunu, emekli olduktan sonra avukatlık yaptığını anlattı.

''Milletimi, devletimin güvenliğini ölümü göze alarak savundum. Özel Kuvvetler olarak bizler kendimizi ülkemize adamış insanlarız'' diyen Göktaş, ölümü göze alarak savaştığı için madalyalar verildiğini, bu davada yargılanmasının bunlara ters olup olmadığını sordu.

Polisin, 7 Ocak 2009'da Ankara'daki avukatlık bürosunda yaptığı aramayı anlatan Göktaş, bürosunda çalışan avukat Özge Evci'nin masasının üzerindeki bir mahkeme dosyasında, içeriğinden savcılık sorgusuna kadar haberdar olmadığı 51 No'lu DVD ile suçlandığını kaydetti.

Gözaltına alındıktan 4 gün 10 saat sonra savcılığa, 4 gün 19 saat sonra mahkemeye çıkabildiğini dile getiren Göktaş, ''Suçlanmama dayanak olan 51 No'lu DVD, büroma kesinlikle polis tarafından konulmuştur. Tek delil olan bu DVD'nin dışında başka hiçbir delil elde edilememiştir'

İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerinden İdris Asan tarafından verilen arama ve el koyma kararının hukuka aykırı ve yok hükmünde olduğunu ifade eden Göktaş, bürosunda yapılan arama ve gözaltına alınmasıyla ilgili, hukuka aykırı olduğunu belirttiği konuları açıkladı.

Göktaş, avukatlık bürolarındaki aramaların nasıl gerçekleştirileceğinin CMK'de belirlendiğini ancak bu kurallara uyulmadığını dile getirdi.

-''BUNLAR BAŞKA TÜRLÜ POLİS''-

Polisin bürosunda arama yaparken kayda aldığı videoda saat 10.46 ile 15.25 arasında görüntülerin olmadığını ifade eden Göktaş, ''Bu saatler arasındaki video görüntülerinin silinmiş olması 51 No'lu DVD'nin polis tarafından koyulduğunu doğrulamaktadır'' dedi.

Duruşma salonunda bu arama görüntülerini de izleten Göktaş, bu görüntülerin polislerin savcıdan 5 saat önce bürosuna gelerek delil yaratma faaliyetleri olduğunu savundu.

Polislerin avukat-müvekkil ilişkisine ait dosyaları yetkisi olmadan incelediğini ifade eden Göktaş, ''Bir gazap, kin ve nefret içerisindeler. Diyeceksiniz 'Sen de özel harekatçısın. Sen nasıl böyle bir tufaya, oyuna geldin'. Ben özel harekatta çalıştım. Kolu kopmak üzere olan polisin damarını tutup ölmesin diye götüren kişiyim. Ama bunlar başka bir türlü polis. Bizim beraber savaştığımız, bu ülke için can verdiğimiz polislerden değiller. Emniyetin içerisinde gerçekten kötü niyetli insanlar var'' diye konuştu.

51 No'lu DVD odasında bulunduğu iddia edilen avukat Özge Evci'nin mesleğe yeni başlayan genç bir meslektaşı olduğunu ifade eden Göktaş, Evci'nin adı internet ortamında yazıldığında karşısına 51 No'lu DVD'nin çıktığını, mesleğe yeni başlayan avukat için böyle bir olayın zulüm olduğunu, Evci'nin bu nedenle uzun süre psikolojik tedavi gördüğünü anlattı. haber10

Maaşı 10 Bin Değil 110 Bin TL Çıktı

İfadesinde maaşının 10 bin lira olduğunu belirten Mehmet Haberal'ın, Başkent Üniversitesi'nden değişik isimler altındaki geliri dudak uçuklatıyor.
Ergenekon sanıkları arasında yer alan ve tutuklanmasının ardından yaklaşık 2 yıldır cezaevinde hiç kalmadan hastanelerde gördüğü tedavi ile tartışma konusu olan Başkent Üniversitesi’nin sahibi Mehmet Haberal’ın mahkeme ifadesinde aylık gelirini doğru beyan etmediği ortaya çıktı.

Ergenekon savcılığına verdiği ifadesinde maaşının 10 bin lira olduğunu belirten Mehmet Haberal’ın, Başkent Üniversitesi’nden değişik isimler altında toplam 109 bin liralık gelir elde ettiği belirlendi.

Ergenekon sanıklarının finans kaynaklarına ilişkin yapılan incelemede, Başkent Üniversitesi’nin kurucusu Mehmet Haberal’ın, üniversiteden küçük bir servet düzeyinde maaş aldığı tespit edildi. BDDK murakıplarının Haberal’ın hesaplarında yaptığı incelemeye göre, Haberal üniversiteden 60 bin lira maaş alıyor. Ayrıca, üniversitenin üç iştirakinden de Haberal’a 10’ar bin lira huzur hakkı ödeniyor. Böylece Haberal, Açkar Süt A.Ş., Patalya Otelcilik A.Ş. ve Açkar Dış Ticaret A.Ş.’den toplam 30 bin lira huzur hakkı adı altında maaş alıyor. Maaş ve huzur hakkı olarak Haberal’a ödenen tutar 90 bin lirayı buluyor.

Şahsi gayrimenkullerini Üniversiteye kiraya vermiş

Bu arada, yapılan incelemede Haberal’ın şahsına ait gayrimenkulleri de üniversitenin iştiraklerine kiraya verdiği belirlendi. Söz konusu gayrimenkullerden de aylık 9 bin liralık kira geliri elde edildiği saptandı. Böylece, Haberal’ın üniversiteden elde ettiği aylık gelir 109 bin lirayı buluyor. Öte yandan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca düzenlenen 2009/565 sayılı iddianamenin ek delil klasöründe yer alan şahsın savcılık ifadesinde Haberal aylık gelirinin 10 bin lira olduğunu beyan etmişti. Bu durum, Haberal’ın gelirini gizlediği yorumlarına yol açtı.

Star

Gazetecilerin evlerine 'Ergenekon baskınları'

3 MART 2011

Ergenekon soruşturması kapsamında polis 11 evde arama yaptı, gözaltılar var.
Gözaltına alınanların çoğunluğunu gazeteciler oluşturuyor.

Evlerindeki arama bittikten sonra gözaltına alınanlar arasında internet sitesi Oda TV'nin koordinatörü Doğan Yurdakul ile Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)'in eski mensuplarından Kaşif Kozinoğlu da var.
Evleri arananlar arasında gazeteci ve yazarlar Yalçın Küçük, Nedim Şener ve Ahmet Şık da var.
"Hrant için, adalet için"
Ergenekon kapsamında evi aranan ve gözaltına alınan Nedim Şener, polis aracına bindirilirken, "Hrant için, adalet için" dedi.
Geçen hafta ameliyat geçiren Şener'in eşi aramalar sırasında fenalaşınca hastaneye kaldırıldı.
Gazeteci Ahmet Şık da gözaltına alınırken kapıda bekleyen gazetecilere ''Dokunan yanar'' diye bağırdı.
Şık'ın henüz basılmamış kitabı, daha önce Oda TV'ye düzenlenen baskın sırasında bilgisayarlarda ele geçirilmişti.
İnternet sitesinin yazarlarından İklim Bayraktar ile Ankara temsilcisi Mümtaz İdil'in evlerinde de arama yapılıyor.
Oda TV'nin yöneticisi gazeteci-yazar Soner Yalçın da, 14 Şubat'ta gözaltına alınmıştı.
Tepkiler
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, böyle bir demokrasi anlayışı olmaz görüşünü dile getirirken, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi de sorular üzerine, biz Türkiye'de yüzde yüz basın özgürlüğünü destekliyoruz dedi.
Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu, aramaların gerekçe gösterilmeden yapıldığını söyledi.
Feyzioğlu, ''Aramalar, Türk hukuk tarihinde kendine özgü anlamlı bir yer edinecektir, arama kararları hukuka aykırıdır'' dedi.
Ankara Barosu'nun darbelerin karşısında olduğunu bildiren Feyzioğlu, ''Artık yeter, dursun lütfen. Bize bu toplumda hukukun ve demokrasinin olduğuna dair işaretler verin. Toplumun düşünen insanlarına sesleniyorum. 'Benim başıma gelmedi' demeyin, kendi başınıza geldiğinde kim ayağa kalkacak'' diye konuştu.
'Yargının bir kararı'
İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise Ankara'da bir binanın açılışının ardından basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Başlangıçta soru almak istemediğini ifade eden Atalay, basın mensuplarının ısrarı üzerine bugün yapılan aramalarla ilgili olarak, ''Yargının bir kararıdır. Yargı emniyetten bu işlemleri yapmasını ister. Bu gibi durumlarda polis adli kolluk görevi görür'' dedi. BBC

Yalçın Küçük'ün evinden 12 çuval belge çıkarıldı
3 Mart 2011

''Ergenekon'' soruşturma kapsamında gözaltına alınan Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün ev ve ofisinde yapılan aramalar sona erdi. Aramalarda 12 çuval belgeye el koyuldu.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube ekipleri, Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün Yüzüncüyıl Önce Sitesi'ndeki ev ve ofisinde sabah saat 05.00'te aramalara başladı.

28 polisin görev aldığı aramalarda, Küçük'ün okuduğu kitaplar, kütüphanesinde bulunan dergiler, belgeler incelendi.

Küçük'ün kütüphanesinde çok farklı dillerde yayınlanmış ve bazı bölümleri çizilmiş dergi ve kitapların incelenmesinin zaman aldığı öğrenildi.

Yaklaşık 16 saat süren arama sonunda bazı belgelerin fotokopileri çekildi, bazı belgelere el koyuldu. Küçük'ün evinden ve ofisinden 12 çuval dolusu belge, belgelerin fotokopisi ve CD çıkartıldı. Çuvallar minibüsle emniyete götürüldü. haber10

AK Parti Denizli İl Başkanlığı'na eylem girişimi
3 Mart 2011
Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyesi bir grup, AK Parti Denizli İl Başkanlığına zorla girip pankart asmak istedikleri gerekçesiyle gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, TGB'li bir grup genç, akşam saatlerinde Delikliçınar Meydanı'ndaki AK Parti Denizli İl Başkanlığının bulunduğu binaya girip asansörle partinin olduğu kata çıktı.

İl Başkanlığına girip pankart açmaya çalışan eylemciler, çelik kapıyı zorladılar. Bu sırada il binasında bulunan partililer TGB'li gruba engel oldu.

Olay yerine gelen çevik kuvvet ekipleri, TGB'li 19 kişiyi gözaltına aldı. TGB'li grubun Ergenekon davası kapsamındaki bugünkü arama ve gözaltıları protesto için eylem yapmak istedikleri bildirildi. haber10

Eruygur'un 'Örtülü Ödenek' usulsüzlüğü
6 Mart 2011
Şener Eruygur'un Jandarma Genel Komutanlığı döneminde kendisine tahsis edilen 14.3 milyon liralık örtülü ödeneği, yasaya aykırı olarak kullanıldığı tespit edildi. İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin raporlarına yansıyan bilgiler:

Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi üzerine İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri Şener Eruygur'un Jandarma Genel Komutanlığı döneminde kendisine tahsis edilen 14.3 milyon liralık örtülü ödeneği kullanma biçimini hukuki açıdan masaya yatırdı.

Örtülü ödeneğin yasaya aykırı olarak İçişleri Bakanı'nın bilgisi dışında kullanıldığını tespit eden müfettişler, "Haberalma harcamalarında özellikle cihaz, alet vb satın almalarda İçişleri Bakanı'nın izni gerekmesine rağmen, 2002-2004 döneminde satın alınan cihazlarla alakalı bir bakanlık onayının bulunmadığı ve bundan ötürü yapılan harcamaların mevzuata aykırı olduğu" sonucuna vardı.

Mülkiye müfettişleri ayrıca Jandarma Genel Komutanı tarafından onaylanarak yürürlüğe giren "Haberalma Ödeneğinin Sarf Yetkileri ve Kullanma Esasları Yönergesi"nin de yine İçişleri Bakanı'nın onayı alınmadığı için hukuken geçerli olmadığına işaret ederek, Eruygur'un yaptığı tüm harcamaların yasadışı olduğunu ifade etti. Müfettişler, istihbarat faaliyetiyle ilgisi olmayan harcamaların Şener Eruygur açısından hukuki sorumluluk doğurduğunun da altını çizdi.

Psikolojik savaş...

Ak Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılında Jandarma Genel Komutanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Şener Eruygur'un İçişleri Bakanlığı tarafından kendisine tahsis edilen örtülü ödenek ile hükümet karşıtı faaliyetleri finanse ettiği öne sürülmüştü. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın talebi üzerine harekete geçen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) uzmanları bir kamu bankasına yatırılan örtülü ödeneğin yasadışı dinleme, psikolojik savaş ve diğer örtülü faaliyetlerde kullanıldığını ortaya konmuştu. Bankalar Yeminli murakıpları tarafından hazırlanan raporlarlarda da örtülü ödenek ile hükümet karşıtı yayınların finanse edildiği öne sürülmüştü. Ergenekon sanıklarından Ergun Poyraz'ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan'ı hedef alan kitaplarının örtülü ödenekten finanse edildiği iddia edilmişti.

Yasadışı dinleme...

Mali Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) ve BDDK, örtülü ödeneğin önemli bir bölümünün yasadışı dinleme yapmak için cihaz alımında kullanıldığını da rapor etmişti. Uzmanlar, Mehmet Sanibal ve Hakan Şanlı'nın yöneticisi olduğu REM Dış Ticaret'in Jandarma Genel Komutanlığı adına yurtdışından dinleme cihazları temin ettiğini ve bu cihazların parasının örtülü ödenekten temin edildiğini de bildirdi. Cihazlara ödenen 5.3 milyon liranın hangi gerekçeyle ödendiğine dair evraklar ise bulunamamıştı.
Vatan

Yalçın Küçük de Tutuklandı

Gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'tan sonra Yalçın Küçük'ün de aralarında bulunduğu 5 kişi daha tutuklandı.

06.03.2011

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Nedim Şener ile Ahmet Şık tutuklanarak Metris Cezaevi’ne gönderildi. 2 kişi ise savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı.
Yalçın Küçük’ün de aralarında bulunduğu 5 kişi ise savcılık sorgusunun ardından tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi.

Daha sonra Yalçın Küçük’ün de aralarında bulunduğu 5 kişi tutuklandı.

Bıyıklı ve Bayraktar Serbest
Son Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan 9 isim adliyeye çıkarıldı. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün sorguladığı polis memuru Aydın Bıyıklı ile Oda TV yazarı İklim Bayraktar serbest bırakıldı.

Gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’sa uzun süren sorgunun ardından tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edildi.

Şener ve Şık Tutuklandı
Mahkeme heyeti delil durumunu göz önünde bulundurarak Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın "Ergenekon terör örgütüne üye olmak ve örgüte yardım etmek" iddiasıyla tutuklanmasına karar verdi.

Tutuklama kararının ardından Şener ve Şık, Metris Cezaevine götürüldü.

Bu sırada Adliyede bekleyen bir grup gazeteci araç cezaevine giderken protesto gösterinde bulundu ve yolda oturma eylemi yaptı.

5 Şüpheli Mahkemede
Emniyette işlemleri tamamlanan diğer şüpheliler de Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne getirildi.

Ergenekon Davası sanıklarından Yalçın Küçük, Müyesser Yıldız, Doğan Yurdakul, Coşkun Musluk,Sait Çakır Zekeriya Öz’e ifade verdi. Yapılan sorgulamanın ardından 5 kişi tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edildi.

Yalçın Küçük’ün de aralarında bulunduğu 5 kişi tutuklandı.

"Kitabı Nedim Şener Yazdı" İddiası
Ergenekon soruşturması kapsamında Oda TV’de ve devamında gözaltına alınan ve tutuklanan kişilerin, polis ve savcılığın yıpratılmasına yönelik faaliyetlerde bulundukları iddia edildi.

Ayrıca eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın kitabının, Nedim Şener tarafından yazıldığı yönünde kuvvetli deliller elde edildiği ileri sürüldü.

Sabri Uzun’un yazacağını belirttiği kitabı da Ahmet Şık’ın kaleme aldığı iddia edildi. TRT

Soner Yalçın, Baykal ve Ilıcak'tan özür diledi



Soner Yalçın 'şantaj ve fişleme' iddialarıyla ilgili açıklama yaparken Nazlı Ilıcak ve deniz Baykal'dan özür diledi...

09 Mart 2011

Odatv baskınıyla birlikte tutuklanan Soner Yalçın'a ait olduğu iddia edilen 'fişleme belgeleri' gündemi sarsarken Yalçın'dan açıklama geldi. Deniz Baykal ve Nazlı Ilıcak'tan özür dileyen Soner yalçın istemeden de olsa kendilerini üzdüğü için üzgün olduğunu söyledi.

'20 yıl önce ajandama yazdığım bir notun manşetlere düşeceğini tahmin edemedim' derken 'Tek yapabileceğim; Baykal ve Ilıcak’tan özür dilemek' diyerek özür diledi.

"Hiç istemediğim halde, elimde olmadan özel hayat dedikodularına sebep oldum. Bu pis tertibe gelmemek için ne yapabilirdim bilmiyorum.

Biliyorum bu özür mektubu da “bakın yaptıklarını kabul etti” diye haber yapılacaktır, olsun. Bu benim Baykal ve Ilıcak’a insanlık borcumdur.

Biz, gülü gülle tartan bir anlayışla yetiştirildik.

Dört duvarlar, kelepçeler vız gelir bize; ama bir gönül incinmesine dayanamayız. Dostun attığı gül yaralar bizi…"

Soner Yalçın, Baykal ve Ilıcak'ın adının geçtiği iddialar için ise şunları belirtti:

Deniz Baykal ile ilgili mesele bitmeden Nazlı Ilıcak’ın özel hayatı gündeme getiriliyor.

Sebep yine ben! İtibarsızlaştırma dört cepheden sürdürülüyor.

20 yıl önce ajandama yazdığım özel notlarım bugün medyaya servis ediliyor. “Bakın Soner Yalçın Nazlı Ilıcak için ne yazmış?”

Bir köşede unuttuğum, genç muhabirlik dönemimden kalan ajandamdaki notlar belaltı savaşına malzeme yapılıyor.

Bu sadece Nazlı Ilıcak’a ayıp değil.

Benim de mahremim çiğneniyor. Tabi bunu şimdi kim umursar?

Vur abalıya! Öyle ya kalemimize kelepçe vurulmuş! Meydan boş!

Nazlı Ilıcak yazıyor; “Soner Yalçın beni hep fişledi!”

Ne diyeyim şimdi buna? Kızmakta haklı; buna yıllar önce bile olsa yazdığım o not sebep oldu. Siz istediğiniz kadar “hangi gazeteci, hangi gazetecinin dedikodusunu yapmaz” deyin. Bunun önemi yok artık.

Odatv’nin Ilıcak’a bir husumeti yoktu, torunu olduğunda fotoğraflı haberini yapıp kutlamadı mı? “Düşüncesine, konuşma üslubuna, tarzına kızabilirsiniz ama Nazlı Ilıcak dersini iyi çalışan bir gazetecidir” diye yazmadı mı?

Bunun da önemi yok artık!

Hiç düşünemedim böylesine pis bir tezgahla karşılaşacağımı. Aklıma gelmedi, 20 yıl önce ajandaya yazdığım notların manşetlere düşeceğini…

İnsan karşısındakini kendi gibi biliyor.

Farklı görüşlerde olabiliriz, hayatı yaşayış biçimlerimiz farklı olabilir, habere bakışımız ayrı olabilir ama bu karşıt mücadele mertçe yapılır. Bel altı vurulmaz. Namussuzluk yapılmaz.

Evleri basıp, binlerce kitap, belge, not defteri arasından bir – iki cümle bulup, bunu itibarsızlaştırma aracı olarak kullanmak hangi hukuka sığar? Bu nasıl insanlık? Evimdeki özel yazılarımdan kime ne? “Menderes’in kasasından kadın külotu çıkmasını" haber yapanlara muhalif olanlar, şimdi aynı tezgahın piyonu rolündedirler. Yazık.

Neyse, kime ne anlatıyorum ki; faşizmdir bunun adı.

Gazeteciler
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Mar 09, 2011 12:40 am tarihinde değiştirildi, toplam 10 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Şub 01, 2011 9:52 pm    Mesaj konusu: 'CHP seçimlere katılmasın, AKP'nin oyu yüzde 20'ye düşer' Alıntıyla Cevap Gönder

"Silivri, Ben Fazla Kalmayacağım!"
Açık İstihbarat
02.03.2011

Çok sert yazıyorum, dengeli yazarsam dokunmazlar...

Çocukları uyardım, sürekli "Ergenekon" haberi vermeyin, her topa girmeyin diye.

En iyi biraz arayı açayım, benle niye uğraşsınlar...

En iyisi hiç yazmayayım, dokunmasınlar...

Hay aksi eve geldiler.....

Olsun...Delilleri toplamalarına yardımcı olursam bir güne kalmaz bırakırlar...

Sorgu uzuyor ama olsun, canları sağolsun...

Polislerin sorularına ayrıntılı cevap verirsem benim suçsuz olduğumu görürler ve savcılığa göndermeden serbest bırakırlar...

...

Anlaşılan bu iş uzayacak...şu kelepçeyi de bu kadar sıkı takmasalardı keşke. Neyse ki yakışıklı okumuş çocuklar, Allah'ı var işkence de yapmadılar.

Savcı beye suçsuz olduğumu delilleri ile sununca anlayacaktır. Boş yere tutuklatacak değil ya...

...

Savcı Bey bayağı dikkatli dinledi, ikna olmuşa benziyor . Dürümünü yerken dikkati biraz dağıldı gibi ama aç kalsa daha kötü, o kadar uzun dinleyemezdi adamcağız.

....

Tutuklama talebi ile mahkemenin karşısına çıkıyorum diye tutuklanacak değilim ya. Hem bu mahkeme; savcı gibi yeterli şüpheye değil, kuvvetli şüpheye bakar. Savcının hem dürüm yiyip, hem polislerin getirdiği USB'den soruları okurken dikkati dağılmış olabilir. O kadar sorgu kolay değil.
Ama bu hakim neticede...ortada bırak kuvvetli şüphe, şüphenin kırıntısı yok.

.....

Bu iş ciddiye biniyor... Bari yakın bir cezaevine götürseler. Zaten fazla kalmayacağım. Fazla sürmez, avukatlarım bu hukuksuzluğa itiraz eder , bir iki güne kalmaz çıkarım.

......

Avukat dedi zaten "merak etme seni çıkaracağım, hakkında tek somut delil yok" diye. Koskoca ceza hukuku avukatı, o kadar para veriyoruz sonuçta.

....

Avukat da haklı...Bu dava siyasi, adam ne yapsın. Her türlü karşı delili sundu, bana mısın demiyorlar. "Merak etme bilgisayarlarını geri alacağım, TCK'da açıkca madde var, hukuksuz yere el konulmuş" diyor.

....

Savcı yazdığım mektupla anlayacaktır yaptığı hatayı. Anlattım bu ülkeye ne kadar hizmet ettiğimi. O kadar çam ormanı dikmişim, çocuk okutmuşum. Ben kim terörist olmak kim...

...

Bilgisayarların en azından kopyalarının verilmesi yönündeki talebimiz reddedilmiş. Olsun ama kamuoyu ayaktaymış, dışarıda herkes bizi konuşuyormuş. Bu hükümet gidici zaten. Sık dişini aslanım.

....

Duruşmaya bir ay kaldı. Muhteşem bir savunma yazıyorum. İddianame halt etmiş. Dreyfus halt etmiş. Mahkeme bu savunma karşısında gerçeği görecektir. İlk duruşmada serbestim.

...

Hay aksi. İlk gün sanıkların isimlerinin bile okunmasına geçilmedi. Neyse yarınki duruşmaya kadar okurlar o dilekçeyi, anlarlar bir hata yapıldığını, üçüncü duruşmaya kalmaz çıkarım.
...

1500 sayfalık iddianame de okunur mu kardeşim. Gitti iki ay.

Neyse ki duruşma sonunda talepleri alıyor mahkeme. Mahkeme başkanı ciddi birine benziyor. Yapılan hukuki yanlışlıkları tek tek sıralarım. Bu insanları bırak örgüt kurmayı, tanımıyorum bile.
O da anlayacaktır hakkımdaki suçlamaların saçmalığını. Hem laik bir görüntüsü var; AKP'yi o da sevmiyor belli.

.....

Bu dava bugün çöktü. Bu savunmaya hangi iddianame dayanır. Tarihe geçer bu savunma. Yarın gazeteler yayınlasın hele bir gör ortalık nasıl karışıyor.

....

Kesin baskıya yetişmedi. Duruşma o kadar geç biterse olacağı bu. Kesin yarın görürler.

...

Ben böyle basının taaaa ........

..

Yok kardeşim, ben ne anladım bu mahkeme heyetinden. Daha ne delil sunacağım kardeşim. "Hakkında dava açtığım adamı benim liderim yapmışsın, dünyada liderine dava açan bir başka örgüt üyesi tanıyor musunuz" diyorum bana mısın demiyor. Olsun yılmadan hukuk adına mücadeleye devam...

....

O duvarda Atatürk büstünün işi ne...

...

En iyisi ben biraz kendimi unutturayım. Mahkeme heyeti sırf iyi savunma yaptım diye beni serbest bırakmış konuma düşmek istemiyor olabilir. Onların da bir cakası var sonuçta. Bırakayım, adamlar kendi insiyatifi ile karar versin. Neticede onlar da zor durumda, sıkışmışlar besbelli.

...

Savcı bana gülümsedi, duruşma arasında şakalaştı. Yok yok, bu diğerinden farklı. Kesin bir sonraki duruşmada iyi bir savunma yaparsam, tahliyemi talep edecektir.

...

Kardeşim daha ne diyim insaf. Yok yok bu böyle olmayacak. Artık sertleşeceğim. Yetti artık.

...

Adalet mülkün temeli ise, bu salonda devlet mi yıkılıyor....

...

Bu kadar lafı yedikten sonra da utanmazsanız yazıklar olsun. Tokat gibiydi sözlerim maşallah. Bunlar şimdi beni en azından başlarına bela olmayayım diye bırakır. Yoksa onlar da farkındalar, daha da sertleşmemi istemezler. Sertleşirsem fena sertleşirim. İstemezler.

....

Turuncu tulumla çıkıp protesto mu etsem mahkemeyi. Guantanamo göndermesini anlarlar herhalde.
Ya anlaşılmazsa, rezil olduğumla kalırım. Neyse boşver biraz daha sabredeyim.
...

Kardeşim her duruşma saatlerce konuşuyorsun da ne oluyor. Görüyorsun adamların niyeti yok bizi bırakmaya. Yok usül hatasıymış, yok esas hatasıymış. Sanki umurlarında. Kısa kes de gidip yatalım koğuşlarımıza, uykum geldi.

....

Öğlen yemeği iyidir inşallah, karnım nasıl acıktı.

...

Hakime biraz da psikolojik giriyim. Aktuel'de hayat hikayesini anlatmışlar. İyi adammış. Duygularına hitap edeyim. O da insan sonuçta. Hem bu AKP gidici. Toplum infial içinde, daha fazla tutamazlar bizi.

...

Şu zeytinden tespih olayını öğrenmeye başlasam iyi olur. Bir de çürümüş meyveden şarap yapılıyormuş, akşamları iyi olur.

...

Hakimlerden biri bana soru sordu Anlaşılan adam benle ilgili kanaat oluşturmaya çalışıyor. Gerçeği görecektir.

...

Şu kameraların yerini değiştirseler. Kelim kabak gibi ortada. Bu yönde dilekçe versem kabul ederler mi?

...

".... TAHLİYESİNE"...

Kim, ben mi?

Biliyordum. Adalet er geç tecelli eder. Ben masumdum zaten...

Gazeteci kimliğimle girdim, gazeteci kimliğimle çıkıyorum ben kardeşim...

www.acikistihbarat.com


'CHP seçimlere katılmasın, AKP'nin oyu yüzde 20'ye düşer'
Şubat 2011

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan 10'uncu iddianameye ilişkin davanın ikinci duruşmasında tek tutuklu sanık olan avukat Yusuf Erikel, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) göndermelerde bulundu. Erikel, "Güya CHP, Ergenekon sanıklarını milletvekili yapacakmış. Bana böyle bir teklifte bulunsalar sağolun derim. CHP'nin tek amacı, AKP'yi iktidara taşımaktır. CHP seçimlere girmesin, AKP'nin oyu yüzde 20'ye düşer. Halk CHP'nin korkusundan AKP'ye oy veriyor." iddiasında bulundu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen avukat Yusuf Erikel'in de aralarında bulunduğu 8 sanık hakkındaki davanın 2'nci duruşmasına başlandı. Duruşmaya tutuklu sanık avukat Yusuf Erikel ile tutuksuz sanıklar Hayri Bildik, Hakan Arıkan, Aydoğan Aksüngü, Maruf Şinik, Hakan Aydoğan, Recep Taylan ve Adem Uzun katıldı.

GÜYA SANIKLARI CHP MİLLETVEKİLİ YAPACAKLARMIŞ

Sanık Erikel, "O zaman ben de söyledim. Ergenekon sanıklarının avukatı olduklarını söyleyen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), o zaman da söylediğim gibi madem sanıkları savunduklarını söylüyorlar, Silivri'ye gelip kendilerini kapıya zincirlesinler ve 'O mazlumlar bırakılana kadar buradayız' desinler. Onlar sadece bizim üzerimizden istismar yapıyorlar. Güya sanıkları milletvekili yapacaklarmış.

HALK, CHP KORKUSUNDAN AKP'YE OY VERİYOR

CHP'nin amacının AK Parti'yi iktidara getirmek olduğunu öne süren Erikel, "Hep söylüyorum ben, CHP seçimlere katılmasın, AKP'nin oyu yüzde 20'ye düşer. Vatandaş, CHP'nin korkusundan AKP'ye oy veriyor." iddiasında bulundu.
aktifhaber

POLİSİ HAREKETE GEÇİREN “AMERİKALILAR EĞİTTİ” HABERİ Mİ?
14 Şubat 2011

Odatv internet sitesinin bulunduğu ofis, Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun da evlerinde polis arama yapıyor. Şimdi herkes aynı soruyu tartışıyor; polisin Odatv’ye yönelik sabah 06:00 sularında başlattığı operasyonun sebebi sitenin son yayınladığı video mu?

Polis, “Ergenekon terör örgütü üyeliği ve halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek” iddiasıyla Odatv internet sitesine yönelik operasyon başlattı. Polis operasyonunun Odatv’nin yayınladığı bir video ile ilgili olduğu iddiaları da tartışılıyor.

Odatv’nin gece yayınladığı haberin başlığı, “İşte Amerikalılar’ın Ergenekon polislerine verdiği eğitimin belgesi”

İşte o haberden bazı bölümler:

“TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI

Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.

Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…

AMERİKALILAR KURS VERDİ

İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.

İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?

Bu kadar değil…

YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA

Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!”

Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.

MALZEME “SIFIR”

Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.”

Odatv internet sitesinin takipçileri ve konuyu yakından takip edenler siteye yönelik polis operasyonunun asıl sebebi acaba bu haber mi sorusunu soruyor. Haber kanallarının Odatv avukatlarına dayandırarak verdiği bilgiye göre ise polisin baskın nedeni: “Ergenekon terör örgütü üyeliği ve halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek”

İşte o videonun ve haberin yer aldığı link: www.odatv.com/n.php

http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=722

BÜYÜKANIT VE BAŞBUĞ SIRADA
14 Şubat 2011

Dipnot TV dün arka arkaya iki özel habere imza attı... Biri Taraf'ın meşhur muhabiri Mehmet Baransu ile yapılan bir söyleşi...
[Serdar Akinan yazdı]

Balyoz tutuklamalarına ilişkin görüşü sorulmuş Şeyh ül Muharririn'e...
O da, 'Ben bu tutuklamaları tahmin etmiştim'' demiş... Tahmin etmesine şaşırana şaşırmak gerek...
Fakat asıl haber finalde... Baransu, Dipnot TV muhabirine, 'Yakın zamanda İlker Başbuğ irtica ile mücadele eylem planı sebebiyle, Yaşar Büyükanıt'ta e- muhtıra dolasıyla tutuklanacaklar' demiş... Gazetecilik budur işte... Gece yatıyorsun... Sabah kalkıyorsun... 'Üç vakte kadar şunlar olacak...'' Burhan Felek'in unvanı keser mi bilmem ama bu çocuk çok istidatlı...
Gelelim işin ciddi yönüne... Dipnot TV, Pınar Rodrik'e de sormuş mahkemenin kararını... Bakın ne diyor Pınar Hanım:
(...)Gölcük'ten '10 çuval dolusu Balyoz belgesi' ya da 'Balyoz belgelerinin imzalı asilleri' çıktı deniyor. Kesinlikle doğru değil. Elimizde hem el koyma tutanağı hem de emniyetin hazırladığı tespit tutanakları var. Gölcük'ten çıkanlar yine dijital belgeler. Üstelik Gölcük'ten çıkan ve 2002-2003'te hazırlandığı iddia edilen bu dijital belgelerin sonradan üretildiğine dair bariz kanıtlar var. En basitinden, 2003'te hazırlanmış gibi görünen bir belgede bir personel TCG Alanya gemisinde çalışıyor olarak listelenmis. Oysa 2003'te Türk Donanması'nda böyle bir gemi mevcut değil... Kaldı ki, Baransu'nun bavulundan çıkan 11 no'lu CD'deki tüm tarih tutarsızlıkları Gölcük'ten çıkan 1 no'lu CD'de de aynen var, çünkü 1 no'lu CD, 11 no'lu CD'nin hemen hemen aynısı. Yani Gölcük'ten çıkan CD'de de güya 2003'te hazırlanmış belgede Yeni Recordati ilaç firması var, Medical Park Sultangazi Hastanesi var (ki bu şirketlerin bu isimleri 2008 ve 2009'da aldıklarını biliyoruz).
Geçen sene başlayan tutuklama süreciyle şu anki (hukuksuz) tutuklamalar arasındaki fark şu: Şimdi her şey göz göre göre yapılıyor. Geçtiğimiz sene belgeleri erişim kısıtı olduğu için müthiş bir dezenformasyon kampanyasıyla bir kamuoyu oluşturulmuştu. Bavuldan 5000 sayfa darbe belgesinin çıkmadığı, bütün suç unsurlarının 11 no'lu CD'de kayıtlı olduğu ancak iddianame ortaya çıkınca ortaya çıktı. Şimdi ise, yine kimi medyanın dezenformasyon üretme (10 çuval darbe belgesi! 43 klasör belge! Balyoz belgelerinin imzalı orijinalleri!) çabasına rağmen, bütün belgeler ve bilgiler ortada. O yüzden, bu seferki tutuklamalar bilgi sahibi olabilecek herkesin gözünün içine baka baka, korkutucu bir cüretle yapılıyor.(...)
Şemdinli'deki kitabevinin bombalanmasından bu yana, Hrant Dink cinayeti, Danıştay baskını, Ergenekon dalgaları ve Balyoz davası ile devam eden bu süreçte artık bir konuda inancım tam. Tüm bu olaylar birbiriyle ilintili... Birileri bu süreçleri yıllar içinde planladı... Hazırlanan eşik bekçileri yerlerini alınca da plan yurtdışından destekli olarak devreye sokuldu. Siyaset kurumu olan biteni, işine de geldiğinden, sadece izlemekle yetiniyor... Ama bu süreci kontrol ve koordine eden yapı tam anlamıyla bir işgal planının taşeronluğunu yapıyor.

http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=721

Bir Mehmet Haberal Belgeseli!

18 Şubat 2011
“Yerinden kıpırdatılması riskli” denilen Ergenekon sanığı Haberal, tutuklu odasında internete girip, cep telefonuyla konuşurken, ziyaretçileriyle ayakta gülerek sohbet ederken görülüyor.
"Ergenekon Silahlı Terör Örgütü" yöneticisi olduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan sanık Mehmet Haberal’ın 669 gün kaldığı İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji servisinde, refakatçıları tarafından her anının ‘belgesel’ gibi kameraya alındığı ortaya çıktı.

Görüntüler, Kardiyoloji Enstitüsü’ne yapılan Haberal baskını sırasında Haberal’ın refakatçisinde el konulan cep telefonundan çıktı.

AYAKTA VE NEŞESİ OLDUKÇA YERİNDE!

Görüntülerde, “Yerinden kıpırdatıldığı takdirde ölür” raporuyla Adli Tıp Kurumu’na sevki engellenen Haberal’ın, üniversitedeki makam odasında gibi önüne getirilen diplomaları imzaladığı, dizüstü bilgisayardan kendi televizyonu Başkent TV’nin haberlerini izlediği, koridorda turladığı, notlar aldığı, kahkaha atarak tesbih çektiği hatta yakınlarına cep telefonuyla mesaj gönderdiği görülüyor.

‘GÖRÜNTÜLERLE ZENGİN OLURDUM’

Cep telefonu ile çekilen görüntülerin birinde, Haberal’ın tutuklu odasının önünde nöbet tutan jandarmalar görülüyor. Bir başka görüntüde Haberal’ın refakatçisi “Ne olur ne olmaz efendim yani. Hani burada ilk başta siz yoğun bakımdayken gazeteciler ne kadar paralar teklif ettiler, biliyor musunuz siz?” diyor. Haberal ise “Zengin olurdun ya” deyince odadakiler gülüyor. Videoyu çeken şahıs bu kez “Ben şimdi bazen diyorum ki telefonu kaybedersek varya tam yandık yani” diyor.

‘DİKKAT; SAVCININ ADAMLARI GELİYOR'

Haberal’a bağlı adamların hastane çevresinde nöbet tuttuğu ve herhangi bir olay sırasında anında içeride bulunanları uyardığı belirlendi. Şüphelilerin teknik takibe takılan konuşmalarında, “Bir tane araç yanaştı 34 MHP 01. Dedim biri geldi harelde arayayım dedim”, “Cevap verme savcılık arabası geliyor, savcının adamları geliyor tamam”, “Denetlemeye geliyorlar muhtemelen o nöbetçiye söyle ki dikkatli olsun tamam mı” dediği görüldü.

BASKINLAR MEDYAYA SERVİS EDİLDİ

Haberal’ın tedavi gördüğü hastanede yapılan aramaların, savcı ve polisler üzerinde baskı olması için medyaya haber verildiği öğrenildi. Teknik takibe takılan konuşmalarda “Odaya baskın yapıldı, hocanın odasına savcılarla polislerle bir sürü kameralarla falan filan büssürü şey oldu burada”, “Dök abi, buraya gasteci- medyayı herkesi dök abi kapıya, sıkıntı var” ifadeleri dikkat çekti.

Zereycan’a dava yok

Mehmet Haberal’ı gece yarısı hastane odasında ziyaret ettiği iddia edilen Kanal B eski spikeri Ece Zereycan hakkında dava açılmadı. Fatih Cumhuriyet Savcısı Ercan Altuncu tarafından verilen takipsizlik kararında, Zereycan’ın “kıpırdatılırsa ölür” denilen Haberal’ı odasında ziyaret ettiği iddiasıyla ilgili “yeterli delil bulunamadı” denildi. Kararda, o güne ait kamera kayıtlarının istendiği, ancak kayıtlara ulaşılamadığından dava açılmadığının altı çizildi. Soruşturma kapsamında, doktorların “kıpırtadılırsa ölür” dediği için Haberal’ın ifadesine başvurulmadığı kaydedildi.

Tutuklu odası ofise çevrilmiş

Mehmet Haberal, tutuklu bulunduğu hastanedeki odasını adeta çalışma ofisine çevirmiş. Kapıdaki jandarmalara rağmen içeriye giren siviller, Başkent Üniversitesi’ne ait evrakları ve öğrencilere verilecek diplomaları Haberal’a imzalatıyor.

Vesikalık fotoğraf yok diye rapor 1 yıl saklanmış

Ergenekon sanığı Haberal’ın yaklaşık 1 yıl boyunca mahkemeden saklanan ve 5 uzman tarafından verilen “taburcu edilsin” raporuyla ilgili şok bir gerçek daha ortaya çıktı. Raporun saklanmasıyla ilgili soruşturma kapsamında ifade veren doktorların, Haberal için 16 Ekim 2009 günü hazırlanan ‘taburcu’ raporunun işleme konulmamasının nedeninin “Haberal’ın vesikalık fotoğrafının bulunamaması” olduğunu anlattığı öğrenildi.

Haberal koğuşu Savcı’yı da yaktı

Mehmet Haberal’ın 669 gün boyunca İstanbul Üniversitesi Kardeoloji kalmasını sağladıkları gerekçesiyle Enstitü Müdürü Prof. Dr. Erkan Kansız ve Cengiz Çeliker’in tutuklanması, cezaevi görevlisi astsubay ile Haberal’a hizmetle görevlendirilen hemşire ve hastabakıcıların gözaltına alınmasının ardından şimdi de bölge savcısının başı soruşturma ile derde girdi. Haberal’a prosedür dışı ziyaretçi izni verdiği iddiasıyla bölge savcısı hakkında da soruşturma açıldı.

PROSEDÜR DIŞI ZİYARET İZNİ VERDİ

Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Cevdet Doğan hakkında, Haberal ile ilgili ziyaretçiler konusunda Adalet Bakanlığı müfettişlerince soruşturma yürütüldüğü öğrenildi. Haberal’ı ziyaret etmek isteyen kişilere izinleri vermekle yetkili Metris Cezaevi’nden sorumlu savcı Doğan’ın, Haberal’a prosedür dışı ziyaretçi izni verdiği idrdia ediliyor. Savcı Doğan, Haberal’la ilgili ziyaretler konusunda görevini ihmal ettiği iddia ediliyor.

Star

Hedef savcılar mı?
26/02/2011
İstanbul Başakşehir'de hakim ve savcı lojmanlarının yakınlarında dolaşan şüpheli iki kişiden biri yakalandı. Kaçan zanlının attığı silahın ateşlemeye hazır olduğu öğrenildi.

Milliyet gazetesinin haberine göre; dün sabah Başakşehir'de “Ergenekon” ve “Balyoz” soruşturmaları başta olmak üzere son dönemin en büyük soruşturmalarına bakan, aralarında İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcıvekili Turan Çolakkadı'nın da yer aldığı Beşiktaş Adliyesi'nde görevli hakim ve savcıların oturduğu lojman çevresinde devriye gezen polis ekibi iki kişiden şüphelendi.

Sivil kıyafetli şüphelilerden birisi, polisleri fark edince, üzerindeki silahı atarak kaçtı. Diğer şüpheli ise kaçmaya çalışırken polis ekibi tarafından kıskıvrak yakalandı.

Kaçan şüphelinin attığı silahı bulan polis, 7.65 milimetre çapındaki tabancanın namlusunda mermi bulunduğunu, ateşleme sisteminin harekete geçirildiğini, horozunun da kalkık olduğunu gördü. Polis ekibi, elde edilen silah ve diğer şüpheliyle ilgili olarak hemen amirlerini bilgilendirdi. Hâkim ve savcıların günlük mesai için lojmanlardan çıkış saatleri sırasında yaşanan olayın ardından yapılan ilk incelemede, yakalanan şüphelinin asker olduğu ve birliğinden hava değişimi aldığı, ardından İstanbul'a geldiği öğrenildi.

Zanlı, hemen İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi'ne götürülerek sorguya alındı. Polis, kimliğini tespit ettiği diğer zanlının da peşine düştü. Olayın ortaya çıkmasıyla birlikte İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve Vali Hüseyin Avni Mutlu bilgilendirilirken, şüphelinin bağlantıları tespit edilmeye çalışıldı. Olayın, sabah erken saatlerde Ankara'da Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ile İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a da aktarıldığı öğrenildi.
(Milliyet)

Balbay ve Özkan tek kişilik hücreye alındı

Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay, gece yarısı gerçekleştirilen bir operasyonla tek kişilik hücrelere konuldu.

01 Mart 2011
Anadolu Haber

Ergenekon davaları nedeniyle Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan ve aynı koğuşta kalan gazeteciler Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay, gece yarısı gerçekleştirilen operasyonla tek kişilik hücrelere konuldu. Özkan yaşadıklarını İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal ve TBMM'ye gönderdiği dilekçe ile anlattı. Özkan'ın avukatı Ahmet Çörtoğlu da DHA'ya yaptığı açıklamada, "Yapılan keyfi uygulamadır. Bu karara itiraz edeceğiz" dedi.

DİLEKÇE İLE DURUMLARINI ANLATTILAR

Halen Ergenekon davası nedeniyle Silivri Cezaevi'nde bulunan gazeteci Tuncay Özkan, İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal ile TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na gönderdiği dilekçelerde durumlarını anlattı. İlk dilekçeyi İstanbul Barosu'na gönderen Özkan, Mustafa Balbay ile Ergenekon davasından tutuklu olarak Silivri 4 nolu cezaevinde kalırken, 28 Şubat Pazartesi akşamı saat 21.30'de 'zor kullanma ve tehdit' ile F-12 koğuşundan alınarak, Silivri 1 Nolu cezaevine nakledildiklerini kaydetti. Özkan, dilekçesinde yaşananları şöyle anlattı:

AYRI AYRI HÜCRELERE KONDULAR

"1 nolu cezaevinde gece saat 02.30'da idare tarafından bir odaya alındık. Daha sonra bu odaya gelen yöneticilerle 50 kadar gardiyan Balbay ile beni ayıracaklarını, onu ve beni ayrı ayrı hücrelere koyacaklarını söylediler. Bunun Ankara'dan bakanlıktan gelen bir emir olduğunu ve asla değişmeyeceğini, Balbay ile ikimizin ayrılarak tek kişilik hücrelere konulacağımızı ifade ettiler. Bunu kabul etmeyince zor kullanmak üzere harekete geçtiler. Bunun üzerine tutanak tutulmasını, müzekere taleplerimizi geri çevirdiler ve fiziki şiddet kullanımı talimatını verdiler. Ancak araya giren gardiyanlar, idarenin talebini kabul etmemizle durdular. Ancak can güvenliğimiz ortadan kalktı. Ayrı ayrı hücrelere konulduk. Balbay F, ben B blok hücresindiyim. Yeni inşaat olduğu için burada kalmak yaşamak mümkün değil. Siyaset bürokrasiye 'Balbay ve Özkan'ı yok edin' talimatı vermiş gibi saldırıyor. Şartlar inanılmaz kötü. 'Bana sen güçlüsün atlatırsın' diyor idare. Mahkemede suçumu söylemeyenler, siyaseten ölüm cezası mı verdi? Bu faşizme karşı, baronuzu ve insan hakları derneklerini de uyararak canımıza kast eden bu uygulamaya müdahale etmesini talep ediyorum. Saygılarımla Tuncay Özkan."
TBMM'YE

Özkan, ardından TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na bir dilekçe gönderdi. Bu dilekçede de kendileriyle beraber 54 kişinin daha benzer şekilde nakledildiğini belirten Özkan, "Can güvenliğimiz artık yoktur. Zor kullanılarak yapılan bu işlemle ilgili olarak İstanbul Barosu'na yaptığım başvuruyu dikkatinize sunuyor, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'ın siyasi hedef haline getirilip, AKP'li Adalet Bakanlığı ve bürokratlarınca can güvenliğinin yok edildiğini kamuoyuyla saygıyla paylaşıyorum" dedi.

SİLİVRİ 1 NOLU CEZAEVİ MÜDÜRLÜĞÜ'NE

Tuncay Özkan, Silivri 1 Nolu Cezaevi Müdürlüğü'ne yazdığı dilekçede de, kapatıldıkları hücre ve uygulanan insan haklarına aykırı muamele nedeniyle can güvenliğinden endişe ettiğini belirtti. Özkan şöyle devam etti:
"İnsan hakları il izleme komitesinin acilen çağrılmasını, kurum savcısı ile acilen görüşme isteğimin yerine getirilmesini, tecrit ve hücre cezası uygulamasının derhal sona erdirilerek Balbay ile koğuşa çıkartılmamı, yapılanlarla ilgili olarak idari soruşturma açılmasını ve bu konuda hem savcılığa suç duyurusunda bulunacağımı, hem de Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu ile Devlet Denetleme Kurulu'na şikayet dilekçesi vereceğimi tarafınıza bildiririm."

KARARA İTİRAZ EDECEKLER

Tuncay Özkan'ın avukatı Ahmet Çörtoğlu ise yaşananlar üzerine şok olduklarını söyledi. Balbay ve Özkan'ın hiçbir gerekçe gösterilmeden, sadece talimat üzerine hücrelere konulduğunu ifade eden Çörtüoğlu şunları söyledi:
"Kaldıkları yerler yeni inşaat olduğu için çok sağlıksız koşullara sahip. Ayrıca tek kişilik hücrelere konulması için idari ceza almaları veya disiplin suçu işlemeleri gerekiyor. Yapılan keyfi uygulamadır. Bu karara itiraz edeceğiz. Çünkü bu uygulama uluslararası sözleşmelere de aykırı. Şu ana kadar bize tek kişilik hücrelere konulmaları ile ilgili tek bir gerekçe göstermediler."

EN SON HABER

“Tecrit”in Düşündürdükleri
Merve Bildirici
4 Mart 2011



Ergenekon davasından tutuklu olarak yargılanan gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, 28 Şubat tarihinde, bir gece yarısı operasyonu ile kaldıkları koğuşlarından alınarak tek kişilik odalara yerleştirildi. Yani ayrı bir tarafta tutulmalarına karar verildi, yani “yüksek güvenlik” gerekçesiyle inşa edilen F Tipi hücrelere gönderildi, yani tecrit edildi. “Uygulamanın keyfi olduğu” suçlamaları üzerine, Adalet Bakanlığı “Fiziki şartların uyması ile birlikte yasaların emrettiği uygulamaya tabi tutuldular” açıklamasıyla, olaya son noktayı koydu.

Peki, bir anda tecrit uygulamasıyla karşı karşıya kalan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan kimdi? Hangi suçun ya da suçların altında imzaları vardı? Kirli ya da kanlı pazarlıklarla iç siyaseti kendi lehlerine şekillendirmek için kalemlerini oynatmışlar mıydı? Tüm bu soru işaretlerini yargıya taşıyan süreçte neler yaşanmıştı, hem bunları hem de mahkemeye sunulan delilleri hatırlamakta fayda var.

1 Temmuz 2008 tarihinde, Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’daki evinde gözaltına alınan ve bilgisayarındaki dokümanlarına el konulan Mustafa Balbay, olaydan 4 gün sonra serbest bırakıldı. Ancak 5 Mart 2009 tarihinde başka bir Ergenekon dalgası Balbay’ı bir kez daha emniyetin koridorlarına sürükledi. 6 Mart’ta da “Hükümeti düşürmeye teşebbüs” suçlamasıyla tutuklandı. Mustafa Balbay hakkındaki suçlamalar bununla da kalmadı. Balbay’ın bilgisayarından elde edildiği ileri sürülen günlüklerde, 2000-2005 yılları arasında, aralarında İlhan Selçuk’un da bulunduğu Cumhuriyet Gazetesi yazarları ve bazı komutanlar ile birlikte askeri darbe planladıkları iddia edildi. Balbay ise birbirinden farklı notların montajla farklı şekilde birleştirildiğini, yorumlar eklendiğini söyleyerek günlüğün bir iftiradan ibaret olduğu gerekçesiyle suçlamaları reddetti. Mustafa Balbay, 6 Mart 2009’dan bu yana “Ergenekon davasında hükümeti ve meclisi ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor.

Hafızamda, öfkeli bir yüzle, konuşmak yerine bağırmayı tercih eden üslubuyla ve ses tonuyla, bir şeyi eleştirebilme nezaketinden uzak, neyin öfkesi olduğunu anlayamadığım karşı ataklarla akılalmaz cümleler kuran biri olarak kalmış olan gazeteci namzedi Tuncay Özkan’a gelince… Özkan 23 Eylül 2008’de İstanbul Bebek’teki evinde gözaltına alındı ve tutuklandı. Hala da Silivri Cezaevi’nde yatıyor.

Buraya kadar tamam. Ortada Cumhuriyet tarihinin halihazırda devam eden en büyük operasyonlarından biri, Ergenekon soruşturması ve yeni gözaltılar var. Uzun sürmesi muhtemel, nereye evrileceği belli olmayan bir de mahkeme süreci. Özkan ve Balbay’ın yeni kaos ortamları yaratmak, geçmişi acılarla yoğrulmuş halkı bir kez daha ateşe atmak cüretini gösterip göstermedikleri, kollarını kıpırdatıp kıpırdatmadıkları adalet terazisinde tartılacak. Adaletin bir cetvel gibi toplumdaki eğrilerin üzerinden geçeceği günleri kimsenin kimseden esirgemeye hakkı yok ve bunu bir gün herkes anlayacak. Burada asıl ilginç olan, onlarca tutuklusu bulanan Ergenekon Davası’nda tecrit için Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın seçilmiş olması. Balbay’ın, 28 Şubat günü kendilerine bilgi verilmeden işlem başlatıldığını ve infaz memurlarının ''zulümhaneyi şimdi göreceksiniz'' tehdidinde bulunduğunu iddia etmesi; belki “sütten çıkmış ak kaşık olmayan” Balbay ve Özkan üzerinden bir yaraya dokunur gibi tecrite, tecritte kalanların anılarına, tecritte yaşananlara dokunulmasını gerekli kıldı.

Tecriti en iyi anlatan sözlerden birini bundan binlerce yıl evvel yaşamış olan İranlı sufi Mansur el-Hallac söylemişti. El-Hallac’ın “cehennem” tasvirindeki, “Cehennem acı çektiğiniz yer değil, acı çektiğinizi kimsenin duymadığı yerdir” sözleri; yatağın, tuvaletin, bir masa ve sandalyenin, demir bir dolabın bulunduğu adım atacak yerin kalmadığı yerde 24 saat kendi sesini unutan mahkumların da sözüydü aynı zamanda. 858’de doğan, büyükbabası Zerdüşt inancına mensup olan, genç yaşında Kur'an-ı Kerim’i ezberleyen, kendini dünyevi meşgalelerden uzaklaştırıp diğer sufilerin eserlerini incelemeye adayan ve onların halkla paylaşmayı uygun bulmadığı öğretilerini halkın önünde ve yazılarında açıkça ifade etmekten çekinmeyen, yaşadığı vecd hallerinden birinde "Enel Hakk" yani "Ben Hakkım" anlamına gelen ifadeler sarfettiği öne sürülen ve 11 yıl Bağdat'ta bir hapishanede tutulduktan sonra halkın gözü önünde işkence edilip öldürülen El Hallac’tan günümüze düşen sözlerdi.

Ve 16 yıl F tipi cezaevinde yatan İspanyol Tomax Carrera Juarros tecrit için şöyle demişti:

“Kişiliğinizi parçalamaktan başka hiçbir amacı yoktur tecritin. İnsanların 15 gün tecritte kalarak konuşmayı nasıl unuttuklarını, daha doğrusu konuşmadıklarını gördüm. Dünyadan ve hayattan koparılmışsın, ama hala varolduğunu biliyorsun. Biliyorsun ki hala bir sesin var, ama senden alınmış istesen de sesin çıkmıyor.''

Kızıl Ordu fraksiyonu içinde yer alan ve 1977-92 yılları arasında Frankfurt F Tipi Cezaevi’nde yatan Gunter Sonnenberg ise o yıllarını şöyle anlatmıştı:

“İnsan uzun süre kapalı bir odada kaldığında, hiçbir ses duymadığı ve hiçbir insan görmediği zaman, pencereden dahi bakamadığı zaman yani ses, görme gibi uyarıcıları almadığı zaman hastalanıyor. Bu bir işkence. Hiç delil bırakmayan bir işkence. Yani vücutta herhangi bir yara izi yok. Ama insan farkediyor. Çünkü bilincini kaybediyor. Hafıza kaybediliyor. Gerçekle hayal arasındaki çizgi kalkıyor. İnsan konuşmayı da unutuyor, konuştuğunu ve düşündüğünü ayırt edemiyor. Yıllar sonra dışarı çıktığımda, insanlara soru soruyordum ama cevap alamıyordum. Çok kızıyordum. Sonra farkettim ki konuşmuyormuşum, sadece soruyu düşünüyormuşum... İnsan tecriti kelimelerle anlatamıyor. Serbest kaldıktan sonra tecriti insanlara anlatabilmek için birçok etkinliğe katıldım. Her seferinde farkettim ki, insan bunu anlatamıyor. Bunu ancak yaşayan anlayabilir. Tecritin insanın kişiliğine verdiği zararları hissediyorsunuz, ama anlatamıyorsunuz. Bunu anlatabilecek kelimeler yok.”

Bir ülkenin, bir insanın, bir hayatın, bir fikrin sesini tecrit ile kesmek… Tıpkı, İran’da 2009’daki seçimlerde Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanı ilan edilmesinin ardından çıkan olaylarda, sokaklarda Besij milislerince öldürülen insanların anısına düzenlenen törene gittiği gerekçesiyle tutuklanan ve 6 yıl hapis cezasına çarptırılan; 20 yıl film çekemeyecek, senaryo yazamayacak ve ülke dışına çıkamayacak olan İran’ın ödüllü yönetmeni Cafer Panahi gibi. Panahi’nin yerine Gazze’yi, bir devrimciyi, bir tarikat şeyhini, bir cüzamlıyı, bir AIDS’liyi , yasaklanan bir filmi ya da kitabı koymak; yaşamdan tecritin sessiz odalarına alınmak ve unutulmak…

Burada Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın durumuna denk düşen sadece “tecritin” dillendiriliyor olması. Yoksa kendi görüşlerin çerçevesinde basını ve kimliğini kullanarak, bir takım güç odakları ile bir ülkeyi ve halkı kafalarında dizayn etmek cüretini göstermek, bunun için yer altına inmekten çekinmeden başka hayatları kurgulamaya kalkmak da en az tecrit kadar acı verici. 3 yıkıcı darbede de hayattan tecrit edilen insanlara arkanı dönerek yeni darbelere zemin hazırlayanların safında yeni roller üstlenenlerin kuyruklarına basılınca nasıl da canlarının yandığının delili aslında bu son yaşananlar. Balbay ve Özkan’ı bundan sonra nelerin beklediğini zaman gösterecek. Belki bu iki gazeteci serbest kalacak. Hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Tecritin düşündürdükleri ile onlara dokunmayan yılanların bin yıl yaşamayacaklarının farkına vararak hem de.

BU MAKALEYE YAPILAN YORUMLAR
Cavit Korkmaz
4 Mart 2011 Cuma 22:05
F tipi cezaevleri Türkiye’deki siyasî tutuklu ve hükümlülere bir ABD/CIA projesi olarak 28 Şubat NATO darbesinin alacakaranlığında dayatıldı...

Bu ölüm hücrelerine girmek istemeyen siyasî tutuklular direnişe geçti. Açlık grevlerinde ve ismini vicdansızlıklarının bir ilanı olarak “hayata dönüş operasyonu” koydukları katliam girişimlerinde yüzlerce evlâdımız öldü, sakatlandı, kalıcı hastalıklara yakalandı...

Bütün bunlar olurken Balbay ve Özkan 28 Şubat NATO darbesinin “bin yıl sürmesi” için harıl harıl çalışıyorlar ve “5 yıldızlı otel konforunda” olduğunu belirttikleri F tipi cezaevleri hakkında tek bir olumsuz kelâm etmiyorlardı...

Şimdi gördünüz mü “5 yıldızlı otel konforunu”?

Tarihe bakar mısınız: 28 Şubat...

Buna “İlahî adalet” denmez de ne denir?

Darısı diğer F tipi mucitlerinin ve şakşakçılarının başına...

Sözün özü şudur: “Kim ki bir zalime yardım ve yataklık ederse Allah onu o zalim eliyle cezalandırır”...

Kaynak: Haber10

BDDK, "Başkent Üniversitesi" üzerinden yapılan kredi usulsüzlüklerini tek tek ortaya çıkardı.
04 Mart 2011 Cuma, 17:56 tarihinde İslam Birliği ( İttihad-ı İslam) tarafından eklendi

Haberal'ı zora sokacak rapor!

BDDK, "Başkent Üniversitesi" üzerinden yapılan kredi usulsüzlüklerini tek tek ortaya çıkardı.

Rapora göre, Avrupa Konseyi Kalkınma Fonu'ndan gelen 96 milyon dolar,Ergenekonsanığı Haberal'ın vakfı bünyesindeki 12 şirketin kasasında.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) murakıpları,Başkent Üniversitesiüzerinden yapılan kredi usulsüzlüklerini tek tek ortaya çıkardı. Üst Kurul'unİstanbulCumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi üzerine hazırladığı rapora göre, Ergenekon davasının tutuklu sanığı eski Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal, Avrupa Konseyi Kalkınma Fonu'ndan kullandırılan yaklaşık 96 milyon dolar krediyi belli periyotlarla Haberal Eğitim Vakfı bünyesinde kurulan 12 şirkete aktardı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, CMK'nın 250. maddesi kapsamında Mehmet Haberal'ın kurucu rektörü olduğu Başkent Üniversitesi ve şirketleri arasındaki para akışını ortaya çıkarmak için BDDK'dan inceleme istedi. Üst Kurul'un 4 murakıbının bir yıl süren araştırması Başkent Üniversitesi ve ilgili şirketler arasındaki para trafiğini gözler önüne serdi. İncelemelere göre Haberal, üniversite adına yurtdışından milyonlarca dolar kredi alırken garantörlüğü de Hazine Müsteşarlığı üstlendi. Rapora göre Haberal, Avrupa Konseyi Kalkınma Fonu'ndan 21 Nisan 1995'ten itibaren belli aralıklarla 25 milyon dolar, 36 milyon 596 bin, 10 milyon, 7 milyon, 5 milyon, 7 bin 750 bin ve son olarak da 5 milyon dolar olmak üzere toplam 96 milyon 346 bin dolar kredi kullandı. Bu kredilere de Hazine Müsteşarlığı'nca Halk Bankası hem garantör hem de aracı oldu. Fon'dan dolar bazında kredi alınmasına rağmen kurumlar, Başkent Üniversitesi'yle TL bazında anlaşmaya imza attı. Rapora göre, kullandırılan kredilere ilişkin geri ödemeler kurum tarafından gerçekleştirilmemiş, anapara ve faiz ödemeleri de ertelenmiş ve yeniden yapılandırılmış. İncelemeler, 25 milyon dolar karşılığı TL olarak kullandırılan 1 Nisan 1998, 1 Ekim 1998, 1 Ekim 1999, 1 Nisan 2000 ve 1 Ekim 2010 vadeli faiz ve taksitlerin de Başkent Üniversitesi tarafından ödenmediğini ortaya çıkardı. Benzer şekilde 36 milyon 596 bin dolarlık kredinin de 1 Temmuz 1998'de başlamak üzere 1 Ocak 2002 vadeli faiz ve taksitlerin ödenmediği rapora yansıdı. 25 milyon ve 36 milyon 596 bin dolarlık krediler ise Kalkınma Fonu'ndan dolar cinsinden alınmasına karşın, Hazine, Haberal'dan bu kredileri TL bazında ödeme kararı alması dikkat çekiyor. Ayrıca TL'nin değer kaybetme riski de (kur riski) Hazine tarafından üstlenilmiş. BDDK murakıpları, Başkent Üniversitesi ile Haberal'ın şirketleri arasında para akışı tespit etti. Üst Kurul'un raporuna göre Başkent Üniversitesi bünyesinde pek çok şirket kurulurken, bu şirketlerin tamamında yönetim kurulu başkanlığı veya şirketi temsil yetkisine haiz yönetici görevini Haberal yürütüyor.

Raporda, üniversite hesabından ilgili şirketlere milyonlarca TL para aktarıldığı ifade ediliyor. Haberal Eğitim Vakfı'nın hesabına 12 Nisan 2005- 1 Aralık 2008 tarihleri arasında, kurumun şirketleri tarafından bağış adı altında toplam 152 bin 395 lira gönderilmiş. Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı'nın Halk Bankası'ndaki hesabına ise 20 Temmuz 2005-12 Aralık 2008 tarihleri arasında 50 bin 750 lira aktarıldığı rapora yansıdı. Yine vakfın Vakıfbank'taki hesabına ise 18 Mart 1999- 10 Mayıs 2002 tarihleri arasında da Başkent Üniversitesi ve üniversitenin hakim olduğu ortak şirketler tarafından 40 bin 528 liralık bir miktarın yatırıldığı anlaşıldı. Murakıplar, üniversitenin kurucu iki vakfının pek çok şirketle de ortaklığı olduğunu ortaya çıkardı. Üniversite hesabından ilgili şirket hesabına yapılan ödemeler şöyle: Anıt Sağlık'ın İş Bankası'ndaki hesabına Başkent Üniversitesi'nce 18 Aralık 2007-6 Mayıs 2009 tarihleri arasında 119 bin 783 lira, şirketin aynı bankanın diğer bir şubesine 7 Ekim 2004-2 Nisan 2007 tarihleri arasında 592 bin 980 lira, Akbank hesabına 260 bin, Fortisbank'a 940 bin lira, Vakıfbank'a 12 Temmuz 2002-4 Ocak 2006 arasında 4 milyon 681 bin 445 lira, ayrıca Başkent Üniversitesi Geliştirme Vakfı tarafından da 13 Mart 2003-1 Mayıs 2008 arasında 2 milyon 414 bin 721 lira. Yine Başkent Üniversitesi tarafından Başkent Grup Sağlık Ürünleri hesabına ilk olarak 496 bin olmak üzere belli aralıklarla 289 bin, 20 bin, 1 milyon 748 bin ve son olarak 375 bin TL para aktırıldı.

'Tenis ve plates' adı altında hesaba para gönderilmiş

BDDK murakıpları, Başkent Üniversitesi hesabından Otidaş'a 10 Ocak 2005-9 Mart 2009 tarihleri arasında 451 bin 826 lira, Alaf Konfeksiyon Tasarım'a 7 Ocak 2008-5 Mayıs 2009 tarihlerinde 821 bin lira, bu şirketin başkabankahesabına 40 bin liranın gönderildiğini tespit etti. Mol Petrol Akaryakıt ve Dinlenme Tesisleri hesabına 31 Ağustos 2004-14 Aralık 2007 arasında 2 milyon 330 bin 378 lira para yatırılırken, 'Başkent Üniversitesi' açıklamasıyla 3 milyon 244 bin 484 TL aktarım yapıldı. İş Bankası'ndaki diğer hesaplarına 10 milyon 65 bin lira, Akbank'a ise 8 Mart 2007-5 Aralık 2008 döneminde 7 milyon 375 bin 600 lira yatırıldı. Halk Bankası hesabına 2 milyon 325 bin 217 lira ödeme yapıldığı rapora yansıdı. Aküm Reklamcılık'ın hesabına 1 milyon 53 bin TL aktarılırken, Başkent Üniversitesi Geliştirme Vakfı hesabına 342 işlemle 666 bin 165, 87 işlemle 177 bin 457, ayrıca başka bir banka hesabına 1 milyon 730 bin lira aktarıldığı belirlendi. Yine aynı hesaplara tenis ve plates ücreti gibi açıklamalarla da muhtelif şahıslar tarafından para akışı yapıldığı raporda işaret edilen diğer rakamlar.

ZAMAN

Silivri Başsavcılığı O İddiaları Yalanladı

05 Mart 2011
Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'ın "Hücre" ve "Isınma Sorunu" iddialarına yazılı bir açıklamayla cevap verdi.

"TUTUKLULARIN TECRİT EDİLDİĞİ İDDİALARI DOĞRU DEĞİLDİR"

"Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsünde inşaatları devam ettiği için daha önce açılamayan 1 ve 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumları, inşaatların tamamlanmasının ardından faaliyete alınmıştır. Hükümlü ve tutukluların nakil işlemleri ve hangi odalarda kalacakları Başsavcılığımız ile cezaevi idare ve gözlem kurulu tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede Başsavcılığımızca Silivri kampüsündeki diğer cezaevleri ile Metris Ceza İnfaz Kurumundan Silivri'de yeni açılan cezaevlerine hükümlü ve tutuklu nakilleri yapılmaktadır. Silivri'deki diğer cezaevlerinden yeni açılan 1 ve 2 No'lu L Tipi Cezaevlerine şimdiye kadar 611 hükümlü ve tutuklu sevk edilmiştir. Silivri'de örgütlü suçlardan hükümlü ve tutuklu olanların yerleştirildiği bir kişilik odalar, içinde banyo ve tuvaleti de bulunan 11,04 metrekareden oluşmakta ve beşli oda ünitesi içinde yer almaktadır. Bu üniteler, odaların açıldığı 23 metrekarelik koridor, 12 metrekare ortak yaşam alanı ve 65 metrekarelik havalandırmadan oluşmaktadır. Bu ünitelerde yer alan odaların hücre olarak nitelendirilmesi ve tutukluların tecrit edildiği iddiaları doğru değildir"

"KONUNUN DEĞERLENDİRİLMESİNE DEVAM EDİLMEKTEDİR"

"Bu nakil ve yerleştirme işlemleri ceza infaz mevzuatı çerçevesinde gerçekleştirilmekte olup adı geçen tutuklulara yönelik farklı bir uygulama söz konusu değildir. TutuklularTuncay Özkanve Mustafa Balbay, cezaevi idaresine verdikleri dilekçede birbirleri dışında aynı suçtan yargılananlar da dahil kimseyle birlikte aynı ünitede kalmak istemediklerini bildirmişlerdir. Yerleştirme yapılırken iddianamede tutuklulara isnat edilen suçlar ve mevzuatta yer verilen diğer hususlar göz önünde bulundurulmuştur. Tüm tutuklular havalandırma, ziyaret, telefon, revir ve ailelerine bilgi verilme gibi haklardan yararlandırılmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu İdaresi tarafından yapılan tüm işlem ve faaliyetlerin Kanun, Tüzük, Yönetmelik ve genelgelere aykırı olup olmadığı infaz Hâkimliği kanunun 5. Maddesi uyarınca infaz hâkimliğinin denetimine açıktır. Bu kapsamda tutuklu Mustafa Balbay kendisi hakkında yapılan işlem ve faaliyetlerle ilgili olarak, Silivri İnfaz Hâkimliğine Avukatları aracılığıyla müracaatta bulunmuş olup, halen ilgili mahkeme tarafından konunun değerlendirilmesine devam edilmektedir. Ayrıca cezaevlerinin inşaat halinde olduğu ve yeterince ısıtılmadığı iddiaları da gerçeği yansıtmamakla birlikte hükümlü ve tutukluların şikayet ve talepleri dikkate alınarak gerekli tedbirler alınmaktadır. " aktifhaber

Doğu Perinçek'e ret kararı
8 Mart 2011

Birinci "Ergenekon" davasının tutuklu sanığı İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek, cezaevinde tek kişilik koğuşa konulduğunu söyledi.

Duruşmanın öğleden sonraki bölümünde konuşan Perinçek'in avukatı Ayşegül Şahin, müvekkilinin dünkü duruşmanın ardından önce koğuşuna götürüldüğünü, buna ilişkin bir belgenin kendisine imzalatılmasının ardından F6 hücresine konulduğunu söyledi. Sanıkların, hiçbirinin insani şartı bulunmayan ve disiplin suçu işleyen hücrelere gerekçe gösterilmeksizin götürüldüğünü ifade eden Şahin, mahkeme heyetinden bu duruma derhal müdahale etmelerini istedi.

Reddi hakim talebinde bulunacağını belirterek söz alan Perinçek de dün akşam hücreye sevk edildiğini tekrarlayarak, buna tepki gösterdi.

REDDİ HAKİM TALEBİ

Başkanın yerinde bulunan üye Hakim Hasan Hüseyin Özese ile Sedat Sami Haşıloğlu ve bu davanın gerçek hakimi olduğunu iddia ettiği Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı reddettiğini belirten Perinçek, "Sizler birer örgüt üyesisiniz. Tayyip Erdoğan ile Türkiye üzerinde bir terör diktası kuruyorsunuz" şeklinde konuştu. Bunun üzerine Özese, mahkemenin, terör suçlamasını asla kabul etmeyeceğini, bunun Perinçek'in şahsi kanaati olduğunu söyledi. "Cevap vermeyin ve beni dinleyin. Bu benim talebim" diyen Perinçek, sanıkların hücrelere atılarak terör eylemi yapıldığını savundu.

"Bir örgüt mekanizmasını kurmuş üzerinde oturuyorsunuz" şeklinde konuşan Perinçek, 12 Haziran 2007 tarihli arama sırasındaki görüntülerde polislerin sarf ettikleri sözlerle ilgili olarak, küfürlü ifade kullanınca, Sedat Sami Haşıloğlu tepki gösterdi. Haşıloğlu'nun, mahkeme heyetine hakaret edemeyeceği şeklindeki uyarısı üzerine Perinçek, "Siz benim muhatabım değilsiniz. Bana cevap vermeyin. Benim talebimi dinleyin. Sizi reddediyorum" diye konuştu. Hakim Haşıloğlu da Perinçek'in geçmiş tarihli bir duruşma sırasında "Ben sizdenim. Doğru karar vereceğinizi biliyorum" dediğini belirterek, "Neden kendinizle çelişiyorsunuz?" diye sordu. O tarihte söylediği bu sözlere gerçekten inandığını, ancak daha sonra fikrini değiştirdiğini belirten Perinçek, Haşıloğlu'na "Sen hakim değilsin" dedi. Duruşmada, sözlerine dikkat etmesi konusunda Perinçek'i uyaran Haşıloğlu ile Perinçek arasında yüksek sesli tartışma yaşandı.

İP'LİLERDEN AÇIKLAMA

Başka suçtan tutuklu sanık Semih Tufan Gülaltay da emsali görülmemiş bir hukuksuzluğa uğradığını belirterek, avukatlarının yaptığı resmi icra işlemlerinden dolayı gaspla suçlanarak 4 yıldır tutuklu yargılandığını söyledi. Bu davada da tanık olarak çağrılan Esra Feride Gökçimen ile Muzaffer Gökçimen'in ifadeleri alınarak müşteki yapıldığını, Muzaffer Gökçimen'in Hanefi Avcı'nın kitabında deşifre ettiği Emniyet Müdürü Ali Gökçimen'in yeğeni olduğunu ileri süren Gülaltay, tutuklu olarak yargılandığı davaya bakan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin, 4 yıldır bu kişiyi aramasına rağmen bulamadığını anlattı.

Gülaltay, "İlk başlarda mahkemenizin iyi niyetine inanıyordum. Ancak mahkemenizin, bir manivela olarak kullanıldığını da izah etmeye çalıştım. Heyetinizin üzerinde baskı vardır. Benim o davada tutuklu olmamın esası Ergenekon'dur. Ya beni çeteci olarak yargılayın o davayı buraya getirin ya da beni tahliye edin" dedi. "Ergenekon" davalarında tutuklu olan sanıkların 4,7 metrekarelik hücreye konulduğunu ifade eden Gülaltay, "Siz burada bir gece kalabilirseniz ben bin geceye razıyım. Bizlerin hücreye konulması savunma hakkımızı engellemek içindir. Uyuşturucu satıcısından, kadın pazarlayandan esirgenmeyen bu cezaevi şartları bizden neden esirgensin" diye konuştu.

Mahkemenin cezaevi yönetimine yazı yazarak hücreden çıkarılıp normal koğuşlara alınmayı sağlamasını isteyen Gülaltay, aksi durumda heyeti azledeceğini söyledi. Duruşmaya verilen aranın ardından alınan kararı açıklayan Hakim Özese, reddi hakim taleplerinin Ceza Muhakemesi Kanunu'ndaki red sebepleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle geri çevrilmesine karar verildiğini açıkladı.

Bu arada, İP'e üye bir grup da Silivri Cezaevinin önünde toplanarak, Perinçek'in tek kişilik koğuşa alınmasını protesto etti. İP Genel Başkan Yardımcısı Erkan Önsel, yaptığı açıklamada, Perinçek'in cezaevinde hücreye konulduğunu belirterek, bunun durdurulması için Türkiye'nin ayağa kalktığını söyledi. Önsel, bütün vatandaşların bu davaya müdahil olması gerektiğini belirterek, müdahil olunarak Perinçek'in zindandan çıkarılacağını kaydetti. haber10

Kürt Kızı Müyesser...
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat

Gazeteci Müyesser Yıldız, Adıyamanlı bir Kürt ailenin 6 çocuğundan biri olarak dünyaya geldiğinde, köyde okuma yazma ve Türkçe bilen kimse yoktu. Kız çocuklarının kaderi, on beş yaşına gelmeden kocaya verilmek, 16'sında anne, 30'unda büyükkanne olmak ve dayakla, yoksullukla geçen çileli ömrünü ortalama 50 yaşında doktorsuz, bakımsız, ilaçsız, acılar içinde tamamlamaktı...

Müyesser'in anası, o çaresiz haliyle bu kadere razı olmak istemedi. Kızlarının da kendi yazgısını paylaşmalarından hep korktu ama biliyordu ki gücü yetmeyecek, kızları daha çocuk yaşta kucağından koparılıp kocaya verilecekti.

Şöyle dahiyâne bir çözüm üretti kendince:

Çevresinde kızlarıyla yaşıt ne kadar akraba ve komşu erkek çocuk varsa, hepsini sırayla emzirdi. Böylece, kızlar biraz büyüyüp de köyden talip çıktığında "Onlar süt kardeş, birbirlerine düşmezler" diyebildi. Kızları "kısmetsiz" bırakarak akraba evliliği yapmaktan ve köyden kalmaktan kurtardı. Canını dişine takıp her birini okula gönderdi; aç kaldı, dayak yedi, çile çekti ama evlatlarının geleceğinden bir gün olsun taviz vermedi.

İmkânsız şartlarda 6 çocuğuna da üniversite tahsili yaptırmayı başaran o mübarek ana şimdi Ankara'da alzheimer hastalığının pençesinde boğuşuyor. Kendisine bir bebek gibi bakan, saçlarını tarayan, masallar anlatan, uyutmadan başından ayrılmayan Müyesser'ini bir gün görmese kuş gibi çırpınıyor. Çaresiz ve güçsüz kalana kadar kendisini ruh kafesinin duvarlarına çarpıp duruyor...

Kendisine hiç bir şey söylenmediği halde ana yüreği hissetti ve Müyesser'in gözaltına alındığı gün ziyaretine gelenlere "Bu deli kız başınıza ne işler açtı?" diye sordu. Herkes şaşırıp kaldı, nasıl hissedebildiği anlaşılmadı. Ana böyle dedi ve sonra sustu, kendi dünyasına döndü. Ağzından o gün bu gündür tek kelime çıkmıyor...

Müyesser'e iki saat boyunca "Falanca kişiyi neden tanıyorsunuz", "Şu haberi ne amaçla yazdınız", "Şu yazınızda ne demek istediniz" gibi sorular sorduktan sonra "terör örgütü ile bağlantı" kanısına vardılar ve gecenin 3'ünde tutukladılar. Aralarında Müyesser'in can ciğer arkadaşlarından hiç ayırmadığı, her sıkıntılarına koştuğu bir takım insan müsveddelerinin de bulunduğu tipler şimdi, "Canım, belli ki savcıların elinde güçlü deliller var, bekleyelim görelim" diye yazılar yazıyorlar...

"Bekleyelim, görelim" diyenler, dört yıldır yapılan "Ergenekon" duruşmalarına bir kere olsun gitmiyorlar orada yüzlerce "delilin" nasıl çürütüldüğünü biliyorlar ama yazmıyorlar....Tertemiz hayatların karartılmasını sapkın bir zevkle izleyip fil dişi kulelerinde ahkâm kesiyorlar.

Ve hiç utanmadan, yüzleri kızarmadan Müyesser gibi halktan insanları "statükoculukla", "ayrıcalıklı egemen" olmakla, "Beyaz Türklük'le" suçluyorlar. Böyle iftiralar atarken bir yandan iktidarın bütün imkanlarından azgınca yararlanıp banka hesaplarını kabartıyorlar..

Müyesser hayatında bir gün bile kendini düşünmedi. Cefakâr Kürt kadınlarının bütün özelliklerine sahipti. Her ortamda evsahibi, her sıkıntılı durumda öne düşendi. Meclis kulisinde üç kişiyi bir arada görünce hemen "Çay getireyim" diye koşardı. Getirdiği çayları evindeymiş gibi kendi elleriyle ikram eder, şekeri az olmuş diyene şeker, "ben açık içmem" diyene demlik koştururdu.

Ankara'nın görüp görebileceği en bilgili, en iyi gazetecilerinden biriydi. Tarihi, devleti, kurumları, bürokrasiyi, mevzuatı, güncel siyaseti çok iyi bilirdi. Hitabeti ve kalemi çok güçlüydü. Ankara'nın bütün kütüphanelerini evinin odaları gibi tanır, nerde hangi eser var, hangi mevzuat hangi kurumun arşivinde bulunur iyi bilirdi. Pek çok genç gazeteciyi yetiştirdi, araştırma yapmayı öğretti, gözden kaçan haber konularına dikkatlerini çekti. İşini her zaman en iyi şekilde yaptı. Basın Müşaviri iken bizlere kök söktürdü. Onun sorumlu olduğu birimlerden kolay biçimde hiç haber alamadık ama işini iyi yapan gazetecilere asla engel çıkarmadı. Doğru haberi patronu istiyor diye yalanlamadı. Yalan haberi şevkimizi kırmamak için tekzip etmemeye çalıştı ama doğru bilgi edinme yöntemleri konusunda bizleri de hep eğitti. Basın müşaviri iken elinden çok zor haber koparılan Müyesser, gazeciyken haberi en sağlam biçimde koparan gazeteci oldu.

İstanbul'da üç gün misafirim oldu. Bir sabah elektrik süpürgesinin sesiyle uyandım. Baktım, Müyesser sabah erken kalkıp evi pırıl pırıl yapmış. Mutfaktan tertemiz kokular, ışıltılar geliyor. Bu arada bir "yabancının" halıları kaldırıp paspasları balkona çıkardığını gören evin kedisi Badi, durumdan işkillenip hır çıkarmış. Kalktım ki Badi ile Müyesser kavga ediyorlar. Badi, Müyesser'in elindeki paspası almaya çalışıyor..

(Badi ile bu şekilde tanışan Müyesser'in kanına bir da hayvan sevgisi girdi. Ankara'ya döner dönmez o kadar işinin gücünün arasında kendisini bir de sahipsiz hayvanlara adadı. ODTÜ ormanında yaşam mücadelesi veren tilkilere kar, kış demeden her gün yiyecek taşıdı. Tilkiler, vicdanı ve Allah'ı olmayan bir takım hainlerce zehirlendiler, Müyesser aylarca gözyaşı döktü.)

"Yahu Müyesser ne yaptın! Misafir sen misin, ben miyim..."

"Sen benim gönlümün misafirisin kurban" deyip bir de önüme kahvaltı koydu.

Evi temizleyip kahvaltı hazırlamakla kalmamış, iki tane de makale yazmıştı.

O günlerde "100 Yılın Hesabı/Türk'ü Tasfiye Projesi" adlı kitabını yayını hazırlıyordu. Kahvaltı ederken güldü, "Farkında mısın, Türklüğün akıbeti, benim gibi bir Kürt'le, senin gibi bir Çerkes'e dert oluyor" dedi.

Benim dedelerim de 150 yıl önce Kafkasya'da topraklarından zorla koparılmış, zorla dolduruldukları gemilerde açlıktan ve hastalıktan kırılmış, ölülerini Karadeniz'e kefensiz atmak zorunda kalmışlardı.Bilir misiniz, Çerkesler bu yüzden balık yemezler. Sevdiklerinin cansız bedenleri Karadeniz'de balıklara yem olduğundan, balık kokusundan tiksinirler. Yaşlı annem, evde balık piştiğinde hâlâ ağzını, burnunu tülbentlerle kapatıp odasına çekilir.

Ölülerini denize attılar. Limanlarda kurulan pazarlarda çocuklarını sırf yaşasınlar, bir yuvaları olsun diye çocuksuz ailelere verdiler. Çocuğun geri dönmemek üzere bir yabancıya teslim etmek zorunda kalan analardan dayanamayıp intihar edenler, inme inenler oldu. Yüzlerce yıllık altın kemerlerini, gümüş kamalarını iki domates, bir ekmek karşılığında pazarlarda sattılar.

Yurdunu kaybetmenin ne demek olduğunu Çerkesler'den daha iyi kimse bilemez. İşte onun içindir ki, kendilerine yurdunu, yuvasını açan, eşit ve itibarlı vatandaş statüsü veren, en stratejik kurumlarının yönetimini teslim eden, güzel ve iffetli kızlarını el üstünde tutan, "Çerkes gelin aldım" diye övünen Türk Millet'ine her zaman vefa duydular. Kendilerini bu büyük milletin bağrından koparmaya çalışanların oyunlarına gelmediler.

Müyesser'in Kürtleri, zaten bu toprakların çocuklarıydı. Emperyalizmin bütün alçakça oyunlarına rağmen, onlar da Türk Millet'inin bağrından koparılmayı reddettiler.Bölücülük en güçlü olduğu dönemlerde bile bizi birbirimizden ayırmayı başaramadı. Maalesef karşılıklı kan da döküldü ama yine de birbirimizden kopmadık. Allah'ın izniyle bundan sonra da kopmayacağız.

Kürt kızı Müyesser ile Çerkes kızı Fatma, Türklüğü bu derece önemsiyorlar ve yeryüzünden silinmesinden korkuyorlarsa, bilinsin ki Türklük "ırkçılıkla", bazı şuursuzların yakıştırmaya çalıştığı gibi "faşistlikle" uzaktan yakından alâkası olan bir kavram değildir.

Türklük, özgür ve onurlu yaşamanını adıdır. Türklük eşitliğin, vefanın, dünyanın en güzel coğrafyasında güven içinde yaşamanın adıdır.

Biz, kaderimizi büyük Türk Milleti'nden ayırıp kurda kuşa yem olacak kadar aklımızı peynir ekmekle yemedik. Çocuklarımızı, "Sen Kürt'sün", "Sen Çerkes'sin"...

"Ama sen TÜRK'SÜN" diyerek büyüteceğiz.

Yazının devamı için: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=9433
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Mar 09, 2011 8:33 pm    Mesaj konusu: AHMET ŞIK SEN NEYE DOKUNDUN! Alıntıyla Cevap Gönder

İklim Bayraktar Olayını Anlamak-Odatv'nin ve CHP'nin Yanlışları
Fatma Sibel Yüksek
11.03.2011

İklim Bayraktar olayının ne CHP ve muhalif kesimlerin öne sürdüğü gibi bir "Cemaat-AKP komplosu", ne de iktidar çevrelerinin empoze etmeye çalıştığı gibi "Ergenekon kumpası" olduğuna inanmıyorum. Her iki taraf da ezberlerden hareket ediyor ve seçim öncesi herkes bu olaydan kendince bir biçimde post çıkarmaya çalışıyor.

Karşımızdaki olay keşke "organize bir komplo" olsaydı. En azından doğru ipuçları yakalamaya çalışır ve bu vesileyle zekâlarımız belki biraz daha gelişirdi. Bu ülkede ne yazık ki olaylar, büyük filmlere, romanlara konu olacak boyutta yaşanmıyor. Çapsız insanlar, ucuz senaryolar, dedikodu, cahillik, belden aşağı vuruşlar ortasında hepimiz her geçen gün biraz daha kirleniyoruz.

İklim Bayraktar olayı, iktidarından muhalefetine, ordusundan medyasına bütün kurumların nasıl çürüdüğünün, kaliteli insanların nasıl tasfiye edildiğinin ve ortalığın nasıl beş para etmez şahıslara kaldığının resmidir.

38 yaşına kadar gazetecilikte dikiş tutturamamış, on beş yaşında çocuk annesi bir kadın, afili bir CV yazıp sanki gazetecilikte iş böyle aranırmış gibi Ankara'da o gazete senin, bu televizyon ben dolaşıp duruyor. İletişim Fakültesi'ni yeni bitirmiş bir genç, CV yazarak stajyerlik talebinde bulunabilir ama 38 yaşına kadar gazetecilikte kendisini gösterememiş birinin CV ile anlatacak neyi olabilir ki? Ankara'da bütün gazeteciler uzaktan veya yakından birbirini tanır, herkesin yaptığı işler ,yazdığı haberler bilinir. Diyelim bir kuruma CHP muhabiri mi alınacak; bu işi yapan gazeteciler zaten bellidir, hepsi yılların muhabiridir. Ya mevcut kurumlarda çalışanlardan biri transfer edilir, ya da o anda işsiz olanlardan biri seçilir.

Siyasi parti muhabirliği öyle kolay bir iş değildir. Bir kere Meclis ayağını izleyemezseniz alanınıza hakim olamazsınız. Sadece Genel Merkez'den gazetecilik yapılamaz. Meclis'i izleyebilmek için ise katı kurallar mevcuttur. En az 5 yıldır basın kartı taşıyor olmanız gerekir, o da yetmez çalıştığınız kurumun sizin için parlamento muhabiri kartı çıkarttırması gerekir. Kurumun ve gazetecinin beyanına da bakılmaz, mesleki kıdem durumu Basın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nden düzenli olarak sorgulanır. Aynı şartlar Başbakanlık, Genelkurmay, Yargı muhabirleri için de gereklidir. Ankara'da gazetecilik en alt basamaktan başlayan bir kıdem ve ihtisas anlayışına dayalı olduğu için öyle istediğiniz zaman ortaya çıkıp "Ben CHP muhabiriyim", "Ben Başbakanlık muhabiriyim" diyemezsiniz.

CHP'yi Ankara'da yıllardır izleyen Türey Köse (Cumhuriyet), Sema Bingöl Ecer (CNN-Türk), Sibel Erdem (NTV), Okan Konuralp (Hürriyet), Zihni Erdem (Radikal), Abdürrezak Oral (Akşam), Hale Gönültaş (Vatan), Hülya Karabağlı (Sabah), Süleyman Kurt (Zaman) gibi muhabirler vardır.

Hepsi de mesleklerini etik kurallara uygun biçimde yıllardır sürdüren gazetecilerdir. Düşünün, bu deneyimli muhabirlerin hiç birisi CHP'de kafasına göre at koşturamıyor- koşturmuyor ama kim olduğu belirsiz, basın kartı bile olmayan bir şahıs, son derece lâubali ve cıvık bir tarz içinde o kat senin,bu oda benim gezip duruyor. Hem eski Genel Başkan Deniz Baykal ile, hem de Kemal Kılıçdaroğlu ile odalarında görüşüp abuk subuk konular açıyor, gazetecilik sınırlarını tamamen ortadan kaldırıp bayağılığın dibine vuruyor.

Gazetecilik hareketli, gözönünde olunan, kişinin sosyal etkisini güçlendiren bir meslektir. Dolayısıyla, taliplisi çoktur, aklı hırsının yüz fersah gerisinde bazı tipler bu mesleğe sık sık musallat olurlar. Gazeteciliği böyle tiplerden koruyacak olan öncelikle kurumların başındaki yöneticilerdir. Tecrübeli gazete ve televizyon yöneticileri her "gazeteciyim" diyene kapıları açmazlar. Eğer gençse potansiyeline bakarlar ve staj imkânı tanırlar, İklim hanım gibi yaşı geçkin olanların da daha önce nerelerde çalıştığına, hangi haberleri yaptığına, basın kartı olup olmadığına, varsa kaç yıldır taşıdığına vs. bakılır.

Odatv'de yayımlanan "yarı resmi açıklamadan" anlaşıldığına göre bu hanım , bütün gazeteleri dolaşırken bir CV de ANKA Ajansı'na bırakmış. Ben bilmiyordum ama aynı zamanda Odatv'nin Ankara Temsilcisi olan Mümtaz İdil, anlaşılan şu anda o ajansın yöneticilerinden birisi. Mümtaz İdil, CV'ye bakmış ve "Seni ANKA'da değil ama istersen Odatv'de çalıştırabiliriz" demiş.

Mümtaz İdil'e Allah acil şifalar versin, kendisi Ankara'da sevilip sayılan bir entellektüeldir. "Entellektüeldir" diyoruz çünkü aslında gazeteci değil edebiyat eleştirmenidir. Özellikle Rusça klasik eserler üzerine yazılmış değerli makaleleri mevcuttur. Ankara'da, İstanbul'da olduğu gibi "edebiyat eleştirmenliği" diye bir meslekten ekmek yemek pek mümkün olmadığı için bu alanlarda uzmanlaşmış insanlar da gazetecilik potası içinde eritilirler.

Basında yöneticilik tecrübesi olmayan İdil, sadece cafcaflı yazılmış bir CV'ye bakarak karar verirken eminiz CHP'nin ve Odatv'nin başına gelecekleri düşünemezdi. Keşke, Anka Ajansı'nın deneyimli Genel Müdürü Veli Özdemir'in fikrini sorsaydı.

Çalışılacak yerin bir internet sitesi olması, maaş falan verilmeyecek olması gibi durumlar da kararı kolaylaştırmış olabilir. Velhasıl İklim Bayraktar, Odatv'ye bu şekilde dalış yaptıktan sonra 5 ay gibi çok kısa bir sürede sitenin kendi deyimiyle "uçuşa geçmiş". Laubalilikte, densizlikte sınır tanımaz bir noktaya gelmiş. Bazı kadınlarda "Tacize uğradım, kadın olduğum için engelleniyorum" şeklinde bu işin gerçek mağdurlarının gözden kaçmasına neden olan klişe bir davranış vardır. Böyle bir sansasyon üzerinden meslek kollarında "kadın sorunu" yaratarak var olmaya çalışırlar.

Basında taciz yok mudur? Kuşkusuz vardır, ancak 38 yaşına gelmiş bir kadın bununla nasıl başedeceğini bilir. Ne insanları haksız töhmet alında bırkmadan, ne de kendisini rezil etmeden sorunu uzaklaştırır. Böyle aklı başında bir insana tacizde bulunmaya kimse de cüret edemez zaten.

Ama bu hanım her nasılsa, gittiği her yerde sürekli taciz ediliyor. Anlaşılan bunu da "güzel ve başarı potansiyeli yüksek" bir kadın olmasına bağlıyor. Tarzının kendisini ne kadar itici ve çirkin gösterdiğini bilmeden konuşuyor da konuşuyor. www.gazetecier.com'dan Hacer Alkan'ın da yazdığı gibi sanki Türk basını hayatında ilk kez güzel kadın görüyor!. Zannedersiniz ki millet girmiş sıraya, "İklim Bayraktar gelse de taciz etsek" diye birbirini eziyor...Burası Pakistan mı kardeşim?

Kendini bilmezlik, cahillik, meslek kültüründen yoksunluk had safhada. Bütün bu kepazeliğin üstüne bir de Fatih Altaylı'nın programına çıkıp "Ben aslına buraya 8 Mart vesilesiyle basını, medyada kadın sorunun konuşmaya geldim" diyor. Sen kimsin? Medyada kadın sorunun konuşmak sana mı kalmış?

Bunu söylerken de "Yemek" diye bir dergiyi çıkarıp gösteriyor. Daha önce bu dergide çalışmış...Güler misin, ağlar mısın...

Peki bu insan, kendisine "gazeteciyim" diyerek bu kadar pespaye bir biçimde ortalıkta dolaşırken Odatv'nin yetkilileri ne yapıyor?

Onlar büyük işlerle uğraşıyorlar.. "Büyük balıklar" kovalıyorlar... CHP'nin elindeki televizyon kanalını kelepire kapatıp sözüm ona "muhalif medya" yaratacaklar!

Soner Yalçın'ın yanında gezdirdiği "beyin takımına" bakar mısınız:

Hakan Aygün, Murat Ongun, Oray Eğin...

Oray Eğin, New York'un lüks barlarından çıkacak da "muhalif medya" diye kıvranan halkımızın yarasına merhem çalacak öyle mi?

Hakan Aygün'ün magazincilikten, ağzını yaya yaya haber sunmaktan, Ufuk Güldemir'den öğrenilmiş megalomanlıktan, abartıdan, şımarıklıktan başka nesi var?

Murat Ongun kimdir? Ülke paramparça edilirken, Cumhuriyet'in bütün mirası ayaklar altına alınırken "gazeteci" olarak hangi tavrı almış, hangi bedeli ödemiş de Odatv'den medet umacak hale gelmiş iyiniyetli, yurtsever kitle adına kapalı kapılar ardında pazarlık masalarına oturuyor?

Bu arada yazık edilen Odatv'nin fedâkar okuyucuları, yorumcularıdır. Orada "milli" bir nabız atıyor, bir feryat yükseliyor, ülkenin gün be gün elden gittiğini gören halk tabanı sarılacak yer arıyor. İsyanlar, kaygılar yorumlara dökülüyor ama gelin görün ki sadece istatistik değer olarak ve "şu kadar tekil kişi girişimiz var" adına pazarlık masalarına sürülmekten başka bir işe yaramıyorlar.

Odatv'nin dinamik yorumcularına baktığımızda, amigoluk yapan bir kaç kişi dışında çoğunun olup bitenleri doğru okuyan, bilinçli insanlar olduğunu görüyoruz. Gördükleri bütün yanlışlara rağmen, sırf böyle bir potansiyel hebâ olup gitmesin diye Odatv'yi desteklemekten vazgeçmiyorlar..

Ya bu arkadaşlar ne yapıyor? Onlar büyük oynuyor, büyük planlar yapıp büyük stratejiler üretiyorlar... Yalçın Küçük'ün Akşam gazetesine anlattığına göre "Teşvikiye'nin lüks lokantalarında buluşuyorlar. Aralarına kimi zaman Saba Tümer de şen kahkahalarıyla katılıyor"...

Elitleştikçe elitleşiyorlar, koptukça kopuyorlar. Toplumun feryadı arşa çıkıyor, Odatv'nin haberleri, ücretsiz çalışan amatör editörlere teslim ediliyor, hüküm-hükümet İklim Bayraktar gibi ne olduğu belirsiz insanların eline geçiyor. Kadın meydanı o kadar boş buluyor ki 88 yıllık partinin Genel Başkanı'na çat kapı çıkıp "Bana kayıt cihazı ver, belden aşağı görüntü çekeceğim" diyebiliyor...

Bu arada, ayyuka çıkan kepazelikler, ucundan kıyısından Soner Yalçın'ın kulağına gidiyor. O da telefonlarının dinlendiğini bile bile kadını arayıp "Nedir şu taciz olayı bi anlat bakiim" diyor. Kadın ballandıra ballandıra bir daha anlatıyor. Soner Yalçın daha sonra, "Doğan Yurdakul'la oturuyorduk, yanımıza geldi olayı anlattı. Hatta kendi aramızda espri yaptık" diyor. Esprisi yapılacak konu mudur bu? Senin kurumunun kimliğini kullanarak ortalıkta dolaşan bir kadın 50 yıllık siyasetçi hakkında olmadık iddialarda bulunuyor, duruma hemen el koysana. Bu kadın kimdir ki eşitinmiş gibi muhatap oluyorsun?

Düşünün, Ceyhun Bozkurt gibi başarılı bir muhabirin, Müyesser Yıldız gibi birikimli bir gazetecinin, Kıymet Nadir Bindebir gibi keyifli bir kalemin, Banu Avar gibi bir itibar abidesinin barınamadığı Odatv'de, İklim Bayraktar gibi bir çapsız cirit atıyor. Altı ayda siyasilerle ve kurum yöneticileri ile "sen" diye konuşacak noktaya geliyor. Uyduruk uyduruk yazıları "İklim Bayraktar yazıyor" anonsu ile ve de artistik pozlar eşliğinde çarşaf gibi sergileniyor.

Odatv yolgeçen hanına dönmüş, bırakalım İklim Bayraktar'ı Rafael Sadi bile orada kendisine bir köşe kapıp yazılar yazmaya, açık açık İsrail politikalarının propagandasını yapmaya başlıyor, yayınlanan haberleri yönlendiriyor. Rafael Sadi kimdir? Gazeteci görünümlü ama İsrail devletinin propagandasını yapmaktan memnun olduğunu bugün Odatv'ye yaptığı açıklama ile açıkça itiraf etmiş biridir.

Ya CHP'nin haline ne demeli?

"Ben Odatv'den geliyorum" diyen birine sırf bacakları uzun ve saçları sarı diye bütün kapılar açılıyor. 25 yıllık parti muhabirlerinin girmediği kapılara girip çıkmaya başlıyor. Baki Özilhan gibi eski bir kurtla bilgisayarının başına oturup mail atacak kadar yakınlaşabiliyor. Muharrem İnce gibi kendisinden siyasi tecrübe ve feraset beklenecek bir parti yöneticisi bile bu kadına bir AKP'linin "uygunsuz halleri" konusunda haber yaptırmaya kalkışıyor. Evine kadar gidip otomobiliyle alıyor. Sonra ikisi de ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, haberi yapamadıkları gibi kamuoyu nezdinde kendileri perişan oluyorlar...

Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumu derseniz iyice utanç verici. Ne idüğü belirsiz bir internet muhabiri ile muhatap olup, onun anlattığı seviyesiz şeyleri dinleyebiliyor. Konu ister Deniz Baykal, ister "üst düzey bir AKP'li" olsun, Kılıçdaroğlu bir parti başkanı olarak ağırlığını bilip bu kadınla muhatap olmamalıydı. "AKP'li hakkında malzeme getireceğim" dese bile ilgilenmemeli, ensesinden tuttuğu gibi dışarı atmalıydı. Sonra da "Bu kadın bir daha bu partiden içeri girmeyecek" diye talimat verip parti içinde o kadar rahat hareket edebilmesine fırsat verenlerden hesap sormalıydı. Böyle bir kadınla, hem de böyle çirkin konularda muhatap olarak CHP'yi, iktidar partisini zor duruma sokmak için olmadık insanlarla belden aşağı konularda işbirliği yapan bir parti konumuna düşürdü.

Ayrıca bu olaydan anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosya merakı" kendisi için bir zaaf haline gelmeye başlamış. "Elimde dosya var", "görüntü var", "kayıt var" diyen kapıdan destursuz girebiliyor. Böyle giderse, CHP liderini çakma bir dosyayla tuzağa düşürürler. "Büyük balık" yakalayacağım derken, elinde oltanın ipiyle kalıverir..

Bu olaydan şunu da anlıyoruz ki CHP ile Odatv arasındaki ilişkiler fazla girift hale gelmiş, mesafeler ortadan kalkmış. CHP, Odatv'yi istediği haberi pompalayabileceği bir mecra olarak görmeye başlarken, Odatv de "fırsat bu fırsat" deyip CHP'nin etinden, sütünden yararlanmaya kalkışmış. Eldeki televizyonu ucuza kapatıp voltranı oluşturmaya çalışmışlar...

Hâsılı, işin içinde haddini bilmez bir muhterisin şımartılması var, daha kendi kapısının önünü süpüremezken muhalefe partisine "medya stratejisi" sunmaya kalkışma var. Sarışın hatun görünce yamulan Türk erkeği var, yamulan Türk erkeğini görünce büyük yerlere geleceğini zanneden sarışın var, cin olmadan adam çarpmaya kalkışma var, basiretsizlik var, kötü yönetim var, "sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım" var.

Peki ne yok?

Akıl yok, izan yok, karakter yok, kamuoyuna karşı sorumluluk yok..

CHP, ses yalıtımlı odalarda toplantı yapıp "İşin içinde uluslararası boyutlar var" diye iri laflar edeceğine kendi içinde bulunduğu duruma bir baksın.

Odatv de öyle...

Son sözüm:

Örtün ki ölem...

http://www.acikistihbarat.com

AHMET ŞIK SEN NEYE DOKUNDUN! (II)
EREN EĞİLMEZ
09 Mart 2011



Ahmet Şık’ın zamanında tereddüt etmeden arkasında durduğu kimi dostları sıra O’nun arkasında durmaya geldiğinde çok fena yan çizdiler. O kişiler Ahmet’in arkasında durmadıkları gibi, kendi geçmişine dayanıp ayakta kalmasına da tahammül edemediler.

Hemen bir kampanya başladı. Kampanyanın ilk imzası da Taraf gazetesindeki köşe yazısına atılan Alper Görmüş imzası oldu.

Görmüş’ün yazısının ana fikri şuydu; Darbe Günlükleri’ni ortaya çıkaran gazeteci Ahmet Şık değildir. Günlükler dergiye gelmiştir.

Yani Görmüş ne demek istedi?

“Ahmet Şık da mı Ergenekoncuymuş, hani o günlükleri ortaya çıkaran adam! Yok artık o kadar da değil” tepkisi yersizdir. “Ergenekon” davası sürecinin itibarını ve güvenirliliğini sarsan bu algı hızlı bir müdahaleyle mutlaka değiştirilmelidir.

Bu kampanyada açıkça dillendirilmeyen ama propagandanın ruhuna sinmiş gizli bir cümle daha var: “Ahmet bizden değildir, zaten hiçbir zaman da çekirdek ekipten olmamıştır”

(Bkz. www.yirmidort.tv/guncel/-ahmet-sik-darbe-gunluklerini-yayinladi-yalan-cikti-haber-25947.htm)


Bu ifade için ağır bir yargı oldu diyebilirsiniz. Ağır olabilir ama bu üslup benim değil, süreci örgütleyenlerin üslubudur. Bu da benim o üsluba uygun yorumumdur.

Oysa Ahmet Şık, darbe günlüklerini bulan kişinin kendisi olmadığını zaten söylüyordu.

“ ‘Darbe Günlükleri’ ” Deniz Kuvvetleri’nin bilgisayarından” başlıklı yazının altındaki imzanın Ahmet Şık’a ait olması bu konu için gayet yeterli bir açıklamadır.

Ahmet’in arkadaşları bu gerçeği göz önünde tutabilmek için linkteki yazıyı bir süredir internette paylaşıyorlar. (Bkz. www.habervesaire.com/haber/368/)


Şimdi soru şu: Ahmet Şık ve Nedim Şener’in gözaltına alınmasıyla birlikte son zamanlarda oluşan bu yeni atmosfer bazı “konjonktür kahramanları”nı neden panikletti?

Biliyorum belki bu sorudan önce sorulması gereken başka sorular da var.

Birçok insan; “Ahmet Şık ve Nedim Şener bu davanın soruşturulan, tutuklanan ilk gazetecileri değildiler. Bu atmosfer neden daha önce değil de şimdi oluştu” diyerek tepki gösteriyor.

Bu soru yanıtlarıyla birlikte şimdilik zamana bırakılmalıdır diye düşünüyorum. Sadece şunu söyleyebilirim Ahmet Şık ve NedimŞener’in gözaltına alınıp tutuklanması bir kırılma anıdır.

Bu son iki tutuklamanın bir kırılma anı olmasını izah etmek hiç de zor değildir. Bu sefer ki gözaltıların bir tasfiye operasyonu değil, bir bastırma harekatı olduğu kimileri tarafından görüldü kimilerince de hissedildi.

Ahmet Şık’ın gözaltına alınırken “dokunan yanar arkadaşlar” demesi hissedilenleri ayrıca pekiştirdi.

Şimdiye kadar ki gözaltı ve tutuklamaların bir kısmı “yeni” olanın “eski” olanı tasfiyesiydi ancak Ahmet Şık ve Nedim Şener’in alındığı bu son dalga farklı…

Ahmet Şık ve Nedim Şener “eski” olanın ne olduğunu yılların gazetecilik deneyimiyle biliyorlardı, hatta yaşları itibarıyla “eski” olanın içine doğmuşlardı zaten…

Onları asıl heyecanlandıran şey “yeni” olan oldu ve elleri o “yeni” olana uzandı. Onlar yeni olana uzanırken nerelere dokundular, elleri “eski” ve “yeni” kamplarına ne şekilde değdi bunu zaman içinde öğreneceğiz ama İşte Ahmet Şık’ın “dokunan yanar arkadaşlar” cümlesiyle özetlediği şey budur.

Yıllarca “eski” olana dokunan nasıl yandıysa, artık görülen o ki “yeni” olana da dokunan yanmaktadır.

“Eski” ve “Yeni” konusunda herkesim son yıllarda kendi siyasal pozisyonuna uygun bir analiz yapıyor olsa da hala çoğumuzun resme baktığı açı yanlış, o nedenle maalesef henüz resmin tamamını göremiyor ve sahte eksenlerde kamplaşıyoruz.

Tıpkı Yavuz Turgul’un Av Mevsimi filmindeki o sahne gibi… Hani Cem Yılmaz ölmeden önce kameraya bakıp Şener Şen’e, bakış açınızı değiştirin diye eliyle işaret ediyordu. İşte içinde bulunduğumuz durum tam da öyle…

Bu konjonktürün türetilen profesyonellerini, sürecin daimi memurlarını ve asıl sahiplerini tam olarak bilemiyor ve ayrıştıramıyor olmak karşı kaşıya olduğumuz en büyük handikap.

Sırf bu handikap nedeniyle bile, Türkiye’nin “kirli yüzüyle” hesaplaşılmakta olunduğunu sanan ve bu süreçten safça heyecan duyanlar var.


Safça heyecan duyanların yanı sıra bir de bu konjonktürde öne atılıp bayrak göstermek ve yağmadan pay kapmak için çırpınan adanmışlar var.

Bu sürecin bir Derin Devlet/Gladyo/Susurluk/Ergenekon ve daha ne adlar uydurulmuşsa o konuda bir hesaplaşma süreci olduğunu yayanlar, Türkiye’de Antonio Di Pietro arayanlar aslında profesyonel işlerini yapıyorlar.

Gazeteci, akademisyen, uzman, danışman vb etiketlere sahip bu profesyonellerin hangi holdinglerle, ne düzeyde ilişkili olduklarını iyi izlemek lazım.

“Ergenekon” kodlu bu dönüşüm sürecinde hangi holding, sermayenin hangi fraksiyonunu temsil ediyor iyi gözlemlemek lazım. Bu holdinglerin asıl faaliyet alanları neler ve en önemlisi güç kaynakları olan küresel uzantıları hangi ekonomik yapılar. Bu soruların yanıtsız kalmaması gerekiyor.

Bu sorulara yanıt verebilenler uluslararası ekonomik ve askeri kuruluşları da yerli yerine oturtabilir ve özelde Türkiye, genelde ise bölgemizde nasıl bir dönüşüm programının uygulanıp hayata geçirildiğini analiz edebilir.

Bir diğer önemli nokta ise, bu fraksiyonlar arasındaki çelişkilerin hangi düzeyde çözüldüğünü görebilmektir.

Bu açıdan bakıldığında “Ergenekon” kodlu süreç ülkenin dönüşümü için gereken siyasal, ideolojik ve hatta pratik işlevlerini tamamlamıştır ama Ahmet Şık ve Nedim Şener bu tabloya rağmen alınmışlardır. Hatta belki gelen günlerde bu tür başka tutuklamalar da tekrar söz konusu olabilir.


Peki, süreç esas itibariyle tamamlandıysa bu alınmaların asıl sebebi nedir?

Bu soruya da yanıtı Ahmet Şık vermiş olabilir mi?

Ahmet Şık hapishaneden yazdığı ilk mektubunu bir soruyla bitiriyor. Sorusu şu: "Siz hukukçu musunuz? Yoksa bir hiyerarşik zincirin halkaları mı?”

“Bir hiyerarşik zincirin halkaları”

Ahmet Şık karmaşık gibi görünen süreçleri tek cümlede özetlemek konusunda gerçekten de çok başarılı.

“Ergenekon” kodlu bu dönüşüm sürecini doğru anlayabilmek için, algımızı yöneten ve yönlendiren tüm aktörler ve uyaranlarla duygusal bağlar oluşturmamaya özen göstermek gerekiyor.

Eğer bu konuda gerçeklere yakınlaşmayı istiyorsanız, öncelikle “size kutsal gelen o çınarı” devirmeniz lazım.

Bazen kutsallarımız gözlerimize çekilmiş birer mil olabilirler. Oysa ne kutsal olan bir kurum var ne insan ne de cemaat..

Belki yalnızca hakikat…

İkinci bölüm de bitti. Önümüzdeki günlerde ya üçüncü bölüm ya da yeni bir yazı daha olacak; bizlere kutsal gelen çınarlar ve bakış açısını değiştirmek üzerine…

El uzatmaya devam, hakikate erişip dokunabilmek için...

Gerisi zaten bilindiği üzere; sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak…

Eren Eğilmez

Birinci bölüm için: Ahmet Şık Sen Neye Dokundun! (I)

www.mizikacilar.com/Makale.aspx

Kaşif Kozinoğlu Tutuklandı
10 Mart 2011

Mit Görevlisi Kaşif Kozinoğlu sevkedildiği İstanbul Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklandı.
''Ergenekon'' soruşturması kapsamında evinde arama yapılan MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinde, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından ifadesi alınan Kozinoğlu, sevk edildiği İstanbul Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesince sorgulandı.

Mahkeme, Kozinoğlu'nun tutuklanmasına karar verdi.

EN GİZEMLİ ADAM KOZİNOĞLU

Hakkında yakalama kararı bulunan MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait kargo uçağı ile dün yurda getirildi.

MİT Afganistan sorumlusu R.T'nin eşlik ettiği Kozinoğlu'nu Afganistan'dan getiren uçak dün saat 18.00 sularında Ankara'ya indi. Etimesgut'taki askeri havaalanına iniş yapması planlanan uçak, Esenboğa'ya indi.

Zaman gazetesinin haberine göre havaalanı çalışanları tarafından fark edilen Kozinoğlu, hiçbir kontrolden geçirilmeden kendisini bekleyen MİT mensuplarınca götürüldü.

17 gündür Afganistan'da olduğu öğrenilen Kozinoğlu'nun MİT'in Orta Asya Bölüm Başkanı olarak görev yaptığı iddia edildi. Kozinoğlu'nun yurtdışındayken etrafında bulunanlara Türk adaletine teslim olacağını söylediği öğrenildi.

Oda TV baskınında Soner Yalçın'ın ofisinde bulunan 'Koz' isimli dosyada MİT'e ait bilgi ve belgeler, AK Partililer hakkında istihbarat notları bulunmuş, bu bilgilerin de MİT mensubu Kozinoğlu tarafından sızdırıldığı ileri sürülmüştü.

Haberal'ı cezaevine gönderen rapor
15 Mart 2011
Ergenekon davası tutuklu sanığı Mehmet Haberal'ı cezaevine gönderen rapor açıklandı.

Ergenekon davası tutuklu sanığı Mehmet Haberal'ı cezaevine gönderen raporda, 'Hafif ev işleri yapabileceği, merdiven ve yokuş çıkabileceği, eşya taşıyabileceği ve dans dahil birçok spor aktivitelerini yapabileceği' belirtildi. Ancak Uzman Doktor Koray Kaptanoğlu, muayeneye katılmadığı için karara muhalefet etti.

Tutuklandıktan hemen sonra rahatsızlanan ve 23 aydır hastanede yatan Haberal ile ilgili 7 Mart 2011 tarihli rapor ortaya çıktı. Adli Tıp Kurumu uzmanları Operatör Doktor Oktan Aktürk, Uzman Doktor Koray Kaptanoğlu, Prof. Dr. İmdat Elmas, Prof. Dr. Can Gökdoğan, Prof. Dr. Erbil Gözükırmızı, Prof. Dr. Reşat Özaras, Prof. Dr. Mutafa Erelel, Prof. Dr. Recep Öztürk, Prof. Dr. Hamdi Tutkun, Doç. Dr. Osman Karakaya ve Doç. Dr. Haluk İnce tarafından hazırlanan raporda, Haberal'ın gerek İstanbul Kardiyoloji Ensitüsü'nde ve gerekse Halkalı Mehmet Akif Ersoy Hastanesi'nde yapılan efor testinde elde edilen bulgular ışığında yapabileceği aktiviteler sıralandı.

Haberal'ın '4 METS ve üzeri' efor kapasitesine sahip olduğu belirtilen raporda 'Hafif ev işleri yapabileceği, merdiven ve yokuş çıkabileceği, düz yolda saatte 6.4 km hızda yürüyüş yapabileceği, kısa mesafe koşabileceği, ev işi yapabileceği ve eşya vs. taşıyabileceği, golf, bowling, tenis ve dans dahil birçok spor aktivitelerini yapabileceği' belirtildi. haber10

Ergenekon'da yeni dalga, 20 gözaltı
Ergenekon soruşturması kapsamında 9 ilde yapılan aramalarda, aralarında askerlerin de bulunduğu 20'ye yakın kişi gözaltına alındı.

18 Mart 2011
Anadolu Haber

Malatya'daki Zirve Yayınevi katliamıyla ilgili 9 ilde gerçekleştirilen operasyonun Ergenekon soruşturması kapsamında yapıldığı belirtildi. Gözaltı kararı verilen şüphelilerin cinayeti planlayan ve azmettirenler olduğu kaydedildi.

Ergenekon soruşturması savcılarından Zekeriya Öz’ün talimatıyla başlatılan operasyon kapsamında 9 ildeki alay komutanlıklarında aramalar yapılıyor. Aralarında eski Malatya Alay Komutanı Mehmet Ülger ve öğretim görevlisi Ruhi Babat’ın da bulunduğu 20’nin üzerinde kişi hakkında gözaltı kararı bulunduğu öğrenildi.

Gözaltı kararı verilen zanlıların Zirve Yayınevi cinayetini planlayan ve azmettirenler olduğu öne sürüldü.

Ergenekon sanığı Sevgi Erenerol’un misyonerlikle ilgili faaliyetleri ve zanlılarla ilişkileri nedeniyle operasyonun başlatıldığı ifade edildi. Gözaltına alınanların İstanbul'a getirileceği öğrenildi.

ESKİ ALAY KOMUTANI GÖZALTINDA

Malatya'daki Zirve Yayınevi'nde biri Alman uyruklu 3 kişinin öldürülmesiyle ilgili davada cinayetin işlendiği dönemde Malatya Jandarma Alay Komutanı olan emekli Albay Mehmet Ülger'in gözaltına alındığı ileri sürüldü.

Davaya bakan özel yetkili cumhuriyet savcısının talimatıyla, 9 ilde 20 adrese baskın düzenlendiği, Malatya eski Jandarma Komutanı Albay Mehmet Ülger'in bu çerçevede gözaltına alındığı öğrenildi.

Kayseri Jandarma Bölge Komutanlığı, mahkemeye gönderdiği yazıda, 25-26 Mayıs 2006'da eski Malatya İl Jandarma Alay Komutanı emekli Kurmay Albay Mehmet Ülger tarafından 'aşırı sağ faaliyetler ve misyonerlik' semineri düzenlendiğini bildirmişti.

Malatya İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şubesi'nde çalışan bir personel olduğu belirtilen kişi ise özel yetkili savcıya gönderdiği mektubunda şu ifadelere yer vermişti "Malatya İl Jandarma Komutanı Jandarma Kurmay Albay Mehmet Ülger tarafından Kayseri Jandarma Bölge Komutanı ve Jandarma Genel Komutanlığı Denetleme Başkanı'na 2007 yılı Mart ayında brifing verildi. Bu brifingden yaklaşık bir buçuk ay sonra misyoner cinayeti işlenmiştir. Bu brifingde, öldürülen kişiler ve yaptıkları faaliyetleri ile ilgili olarak ayrıntılı raporlar bizzat Mehmet Ülger tarafından üstlerine sunulmuştur."

Mektupta, olayın gerçekleşeceğinin Ülger ve bazı üst komutanlar tarafından bilindiği ileri sürülüyor. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi personeli Ruhi Abat'ın da jandarma ile birlikte çalıştığı iddiasının bulunduğu mektupta şu satırlar yer almıştı:

"Ruhi Abat'ın İl Jandarma Komutanlığı'na gelişi hiçbir zaman kayıt altına alınmamıştır. Normalde İl Jandarma Komutanlığı'na gelen tüm sivil şahıslar nizamiyede nöbet tutan personel tarafından ziyaret defterine kayıt edilir, kimlikleri alınır ve kendilerine ziyaretçi giriş kartı verildikten sonra içeri alınmalarına karşılık Ruhi Abat hiçbir zaman bu işleme tabi tutulmamıştır."

Öte yandan soruşturma kapsamında İnönü Üniversitesi Rektörlük binasında arama yapıldığı bildirildi.

ANKARA'DA EMEKLİ BİR ASKER GÖZALTINA ALINDI

Ergenekon soruşturması kapsamında, emekli bir askerin Ankara'da gözaltına alındığı bildirildi. Edinilen bilgiye göre, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda emekli bir askeri gözaltına aldı. Sağlık kontrolünden geçirilen emekli askerin, İstanbul'a gönderileceği öğrenildi.

SİİRT'TE DÜZENLENEN OPERASYONDA BİR ASTSUBAY GÖZALTINA ALINDI

Ergenekon soruşturması kapsamında Siirt'te düzenlenen operasyonda, İl Jandarma Alay Komutanlığında görevli bir astsubay gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre, Ergenekon soruşturması kapsamında incelenen Malatya Zirve Yayınevi'ndeki cinayet davası ile ilgili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla başlatılan operasyonda Siirt'te de aramalar yapıldı. Aramalar sonucu Siirt İl Jandarma Alay Komutanlığında görevli astsubay A.G. gözaltına alındı.

İZMİR'DE İL JANDARMA ALAY KOMUTANLIĞINA AİT MİSAFİRHANEDEKİ ARAMANIN, İFADE İÇİN ARANAN BİR ASKERİ PERSONELİN YAKALANMASINA YÖNELİK OLDUĞU ÖĞRENİLDİ

İzmir'de "Ergenekon" soruşturması çerçevesinde İl Jandarma Komutanlığına ait misafirhanede yapılan aramanın, ifade için aranan bir askeri personelin yakalanmasına yönelik olduğu öğrenildi. Alınan bilgiye göre, İzmir'deki arama, İstanbul'da soruşturmayı yürüten savcılığın İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği talimat üzerine ifade için aranan bir askeri personelin yakalanmasına yönelik gerçekleştirildi. Aramada adı açıklanmayan askeri personele ulaşılamazken, savcının bizzat katıldığı aramada bazı evraklara el konuldu. Evrakların soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılığına gönderileceği bildirildi.

Ergenekon'da Yeni Dalga

Zirve Yayınevi Katliamı ile ilgili 6 ilde Zekeriya Beyaz'ın evinin de aralarında bulunduğu bazı adresler aranıyor.

30.03.2011

Zirve Yayınevi katliamında Ergenekon yapılanmasının izini süren soruşturma derinleşiyor.
6 ili kapsayan ikinci operasyonda aralarında Zekeriya Beyaz’ın da bulunduğu ilahiyat ağırlıklı bazı akademisyenlerin ev ve ofisleri arandı.

Bu kişilere gözaltına alma işlemi uygulanmadı.

Zirve Yayınevi Katliamı ve Ergenekon yapılanması arasındaki bağlantı iddiası bir çok kere dile getirildi.

Hatta yargılama sırasında ölenlerin yakınlarının avukatları Ergenekon davasıyla birleştirme talep ettiyse de kabul görmedi.

Ancak olaydan yaklaşık 3 yıl sonra, bir gizli tanığın Ergenekon Soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Zekeriya Öz’e verdiği ifade herşeyi değiştirdi.

Geçen hafta yapılan ilk operasyon, aralarında Malatya eski Jandarma Alay Komutanı olan emekli Albay Mehmet Ülger’in bulunduğu 7 kişinin tutuklanmasıyla sonuçlandı.

Zekeriya Öz, başsavcı vekilliğine atandığı haberi daha kendisine ulaşmadan ikinci operasyonun düğmesine bastı.

6 ildeki eşzamanlı harekete geçildi.

Misyonerlik faliyetleri hakkındaki yazı ve görüşleriyle dikkat çeken ilahiyat ağırlıklı bazı akademisyenlerin ev ve ofisleri arandı.

İstanbul’da Zekeriya Beyaz’ın Esenler’deki evi ve aynı binadaki ofisi de arandı.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Abdurrahman Küçük’ün Eryaman’daki evi ile başkanlığını yürüttüğü Türkiye Dinler Tarihi Derneği’nde de arama yapıldı.

Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Şahin Filiz’in kampüsteki lojmanı da aranan adresler arasındaydı.

Adana’da Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Kadir Albayrak’ın odası ve lojmanında arama yapıldı.

Konya’da Selçuk Üniversitesi İlahiyat fakültesinde ders vermeyi sürdüren emekli öğretim üyesi Mehmet Aydın’ın evi arama yapılan adresler arasındaydı.

Katliamın yaşandığı Malatya’daysa İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Salim Cöhce’nin evi ve ofisinde de arama yapıldı.

Polis ekipleri özellikle misyonerlik üzerine belge, doküman ve kitap taslaklarını inceledi. Bazı belgelere el koyan polis bilgisayar harddisklerini de kopyaladı.

Operasyonlar gözaltı işlemi uygulanmadan sonuçlandırıldı.

Malatya’da, yargılaması halen süren 18 Nisan 2007’deki olayda, Zirve Yayınevi’nde çalışan biri Alman uyruklu 3 kişi boğazları kesilerek öldürülmüştü. TRT

Şahin: 'İntikamını mutlaka alacağım'
31 Mart 2011
''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı İbrahim Şahin'den Susurluk çıkışı...

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin, ''Ben ömrü hayatımda, Susurluk'un intikamını mutlaka alacağım'' dedi.

İstanbul13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada daha önce alınan ifadeleri okunan Şahin, birinci davanın tutuklu sanıklarından Muzaffer Tekin'in, kaza geçirdiği andan itibaren ameliyatlarında yanında olduğunu belirtti.

Kendisinin her yaz tatilini Tokat Reşadiye'deki köyünde geçirdiğini, yaylalarda kaldığını ifade eden Şahin, ''Danıştay olayından sonra intihara kalkışmasının ardından Tekin'e 'yaylalarda kalıyoruz. Bol oksijen var. Sizi misafir edelim' dedim. O da Rafet Arslan ile birlikte geldi 2-3 gün misafirim oldu'' dedi.

Şahin, Tekin'in sanıklardan Taylan Özgür Kırmızı ile yanına gelmesinin söz konusu olmadığını anlattı.

Terör örgütü PKK ile arasında kan davası olduğunu, belirten Şahin, ''Bizim köyde biri TİKKO'cu, biri PKK'lı iki terörist yakaladık. Bizim köyde 24 saat asker bekledi. Köydeki bütün evlere 15-20 kalaşnikof dağıtıldı. Üsteğmen Taylan Özgür Kırmızı Reşadiye'de görevli idi. Hepimiz gönüllü köy korucusu olduk. Köyümün adı Çakırlı, ama herkes 'Özel Tim Köyü' diyor. Ama savcılar bana 'PKK'lı' diyor'' dedi.

''Kahrolası Susurluk kazası nedeniyle millet beni mafya babası zannediyordu. Benden borç istiyordu. Ben de onları atlatmak için Güneydoğu'dayım falan dedirtiyordum. Televizyonlarda konuşmalar yapıyordum'' diyen Şahin, görüştüğü polis ve MİT mensuplarının kendisine 'suikast düzenleneceğini, büyük şehirlerde kalmasını' söylemeleri üzerine Tokat'taki köyüne gittiğini, yeğenlerinin 24 saat kendisini koruduğunu kaydetti.

İbrahim Şahin, Kıbrıs'ta bir ihaleye girmek amacıyla oğlunu gönderdiğini, ancak büyük çaplı olduğu için ihaleye giremediğini ifade etti.

Birinci davanın sanıklarından olan Semih Tufan Gülaltay'ı, cezaevinden çıktıktan sonra Muzaffer Tekin'in bürosunda gördüğünü dile getiren Şahin, Gülaltay'ın kendisine kitap hediye ettiğini söyledi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün'ün ''Başka yerde gördün mü?'' sözlerine Şahin, ''O tür insanlarla görüşmem'' karşılığını verdi. Şengün 'ün ''Ne tür insanlar'' sorusuna Şahin, ''Adı mafya ile anılan insanlarla hiçbir işim lmaz'' yanıtını verdi.

-TARIK ÜMİT'İN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ İDDİASI-

Başkan Şengün, savcılık ifadesinde sorulan ''Tarık Ümit'in kaçırılarak, sorguya çekildikten sonra öldürüldüğü iddialarına'' karşı bir diyeceği olup olmadığını sorduğu Şahin, şunları kaydetti:

''Susurluk, beni, ailemi mahvetti. Bu olayla ilgim yok. Cemalettin Ümit ifade vermedim, diyor. Ama iddianamede ifadesi var. Bu olaylarla vallahi, billahi de alakam yok. Ben suçtan (Susurluk) dolayı yargılandım. Meslek hayatım mahvoldu. Ben o zaman da savcıya bu konuda konuşmak istemiyorum, hapiste yattım, her şeyi mahkemede anlattım' demiştim. Susurluk davasına bakan hakim de şimdiErgenekon davalarında avukatlık yapıyor. Neye göre karar verdi. Susurluk'taki yargılanmamdan dolayı açığa alındığımda Diyarbakır'da operasyondaydım. İlk defa o zaman 250 terörist öldürüldü. Benim ne işim vardı Susurluk kazasında. Niçin beni bu davaya kattılar. Aklım almış değil.''

Susurluk ile ilgili bütün notları flash belleğine yüklediğini ve bunların üzerinde çalıştığını ifade eden Şahin'e Başkan Şengün, Susurluk'la ilgili bazı notlarının, Tuncay Özkan'a ait depoda çıktığını söyledi.

Şahin de ''O belgeler doğru mu yanlış mı bilmiyorum. Tuncay Özkan cevap versin'' dedi.

Susurluk'ta faili meçhul cinayetlerle suçlandığını anlatan Şahin, şöyle devam etti:

''4-5 sene görev yaparken 'asker, polis, MİT' üçümüz beraber hareket ettik. Susurluk'tan önce kahraman ilan edilen Şahin, sonra vatan haini ilan edildi. İki baş belası adam çıktı. Mehmet Eymur, Mehmet Ağar. Bütün gruplar birbirine girdi. Devlet kurumları birbirine girdi. Onlar birbirleriyle çatışırken olan bize oldu, devlete oldu. Hala da bu çatışma sürüyor. Ben ömrü hayatımda Susurluk'un intikamını mutlaka alacağım. Bizi hapislerde yatırdılar, onlar da yatsın. Susurluk'u mutlaka çözeceğim. Haksız yere yattım. Hedef bensem çeksin vursunlar. Ailemin ne günahı vardı. Öldürülecek bir adam varsa ülkem için ölürüm.

Adli Tıp Kurumunun raporları geldi. Adli Tıp'ta 1 hafta ölüm orucu yaptım. 'Her şeyi düzenli' diye yazdılar. Onlar da yalan söylüyor. Benden ne isteniyor. Niçin her zaman hedef alınıyorum.''

-ZEKERİYA BEYAZ İSİM BENZERLİĞİ-

Sanık Şahin, Mahmut Yıldırım'ı ''Yeşil'' olarak tanıdığını, bir kere de yanına geldiğini belirtti.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, savcılık ifadesinde ''Zekeriya Beyaz ile yaptığınız bir telefon konuşmasında 'Birkaç konuda fikrinizi almam lazım' dediğiniz sorulmuş. Cevap vermemişsiniz'' dedi.

Şahin de bu görüşmeyi Tokat Reşadiye Spor Klubünün Başkanı ile yaptığını belirterek, bunun isim benzerliği olduğunu söyledi.

Duruşmada söz alan sanıklardan Tuncay Özkan ise mesleğe başladığı 1982 yılından beri tuttuğu yaklaşık 300 adet el defterinin tamamının mahkemenin elinde olduğunu belirterek, bu defterlerde röportajlarda aldığı notlar, bazı kişilerden aldığı bilgiler ve alıntılar olduğunu kaydetti.

Bu notların daha sonra kitap olduğunu ifade eden Özkan, ''Bunların hepsi Susurluk yargılaması sırasında gündeme gelmiştir. 1996 yılında TBMM Susurluk Komisyonu'nda ve Başsavcılığa bunların tamamını anlatmışımdır. Bunlar kamuoyuna ilk defa açıklanan bilgiler değildir. İbrahim Şahin 'düşman' tanımlamasını benim için kendisi yüklemiştir. Eğer İbrahim Şahin Susurluk ile ilgili açıklama yapacaksa bugün doğru bir gündür'' diye konuştu.

Duruşma, Şahin'in önceki ifadelerinin okunmasıyla devam ediyor.

haber10

Behiç KILIÇ
behic@yenicaggazetesi.com.tr
07 Nisan 2011
“Beni neden sattın Yaşar!?”

Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bir açıklama yapılarak Silivri’de yargılanan “163 personelin tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekiyoruz” denildi.
Anlamayacak ne var!! Devletin bütün kurumları arasında büyük uyum içerisinde “operasyon” yapılmış, süreç devam ediyor..
TSK’nın anlamadığını ben anladım!! Nereden anladım?!. Savcı “Z” Öz’ün veda konuşmasından sonra iyice anladım..! Ama olayı asıl anlamaya başlayışımın hikayesini anlatayım..
Okuyucuma tavsiyem bu yazının başlığını tekrar okumalarıdır!..
Yukarıdaki başlığı okuyanlar, sözleri hafızalarının bir kenarına kayıt etsinler! Tarih bir gün “Ergenekon”u deşifre ederken bu sözler gündeme gelecektir..
Sözler, bir “büyük rütbeliden” bir başka “büyük rütbeliye” yüzüne karşı söylenmiş sitemin ifadesidir..
Arif olan bu kadarından anlasın!..
Sözün ötesi şu..
Savcı Zekeriya Öz, sıkıntıdan elini kurtaran yeni görevine giderken veda konuşmasında şöyle dedi..
“Bu işin arkasında (Operasyonların) emniyet güçlerinin de emekleri var. Askeri makamların da, merkez komutanlığının da. Bu kadar iş yapılıyor, askerler de kanunlara saygı duyarak bu işlerin yapılmasına müsaade ettiler..”
Savcı Öz diyor ki; “Asker bu işlerin yapılmasına müsaade(!) etti..”
Bu “ilginç” sözden devam etmeden bir parantez açalım..
Ergenekon operasyonlarını gerçekleştiren polis müdürü, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazel’in gazeteci Fatih Altaylı’ya bir beyanı olmuştur. Bu “beyanı” Altaylı şöyle duyurmuştu..
“...karşılaşınca oturup biraz sohbet ettik. Çeşitli operasyonlar hakkında bilgi verdi. Bazıları ilginçti. Mesela, Ergenekon ve Balyoz operasyonları için ‘En büyük desteği Genelkurmay’ın kendisinden aldık. Pek çok bilgiyi, belgeyi hiç çekinmeden bizimle paylaştılar’ dedi...”
Neymiş?! Operasyonlarda “En büyük desteği Genelkurmay’ın kendisinden” almışlar ve “Pek çok bilgi, belge hiç çekinmeden” paylaşılmış..
Bu noktada bir hatırlatma daha yapalım..
Meşhur “Kozmik oda operasyonu” sırasında devrin genelkurmay başkanı,“altının” gazını almak için odasına topladığı subaylara hal ve gidişi aktarırken çarpıcı sözler kullanıyordu!..
“Ben izin vermesem nah(!) girerlerdi oraya!..”
Durum budur!.. Nedir?..
Ahalinin bir bölümü askere yönelik operasyonlarda siyasi iktidarın askere yönelik husumeti değerlendirmesini yapıyor. Savcı Öz ve öteki savcılara da “tek yanlı, iktidar cephesinin memurları” ithamı yöneltiliyor..
Savcı da diyor ki; “Biz bu operasyonları askerin birlikteliği ile gerçekleştirdik..”
Ortada olan şudur..
Bu “darbe planı” çerçevesinde adı geçen general ve amiral başta olmak üzere çok sayıda TSK mensubu darmaduman oldu.. Bu önemli görevliler arasında, hiçbir kontr eyleme kalkışmadıkları halde mağdur olduklarını söyleyenlerin sayısı az değil.. Bu yüksek rütbeli subaylar, kendi kurumları içindeki çekişmelere, terfi rekabetine kurban gittiklerini sırtlarından hançerlendiklerini söylüyorlar..
Bu yazının başlığındaki “sözcük” de bunun ifadesidir.. Sitem eden “general”in, şu sözünü de aktaralım..
“O ikisi(iki orgeneral) genelkurmay başkanlığı için çatışınca biz arada ezildik!!”
Şunu da bir kez daha yazalım..
Bu general, amiral mangasını cezaevi yoluna koyan, gazeteci Mehmet Baransu’dur. Baransu’nun yayınladığı belgeler. Gazeteci bu belgeleri kendisine Genelkurmay’daki dostlarının aktardığını söylüyordu..
Sözün özü, Savcı Öz bir üst makama giderken milletin kafasına takılı olan soruya da açıklık getirdi!..
“Ergenekon” , devletin kurumlarının büyük uyumuyla gerçekleştirilen bir operasyon ve Genelkurmay’ın her safhasında bilgisi ile “oluru” bulunan bir uygulama..

Yeni Çağ

Ergenekon'da Demirel'a ŞOK Suçlama
09 Nisan 2011
Ergenekon sanıklarından Fatih Hilmioğlu, önceki günkü duruşmada çarpıcı bir iddia ortaya attı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon davasında taleplerin alınmasına devam edildi. Mahkemede Süleyman Demirel'in, darbe planlarının en büyük sanığı olduğunu iddia eden eski İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu, Haberal'ın Silivri'ye göndereninde yine aynı isim olduğunu iddia etti.

Sarıkız ve Ayışığı darbe planları kapsamında Cumhuriyet Çalışma Grubu'nda faaliyet göstermekle suçlandığına dikkat çeken eski İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu, tutukluluk haline itiraz ederek darbe planlarının en büyük sanığının Demirel olduğunu iddia etti. İşte Silivri'deki mahkemeden yükselen ilginç iddia:

"Sarıkız, Ayışığı darbelerini planladığı iddia edilen İbrahim Fırtına sanık değil. Özden Örnek sanık değil. Darbe planlarını yaptığı iddia edilen 4 komutandan 3'ü sanık değil, Darbe planı yapıldığı iddia edilen 17 kişinin katıldığı yemekten 4 kişi sanık. Nerede bir yemek olsa orasının tek sanığı benim. bir tek ben sanığım. Şener Eruygur'un Mehmet Emin Karamehmet'le konuşmaları var. Karamehmet sanık değil. Süleyman Demirel neden sanık değil? En büyük suçu işledi. Prof.Dr.Mehmet Haberal'ı buraya Demirel uğurladı." dedi. internethaber

2. Ergenekon Davasında Tahliye
08.04.2011
Tutuklu sanık Hüdai Ünlüer'in tahliyesine karar verildi...

İkinci Ergenekon davasından bir tahliye kararı çıktı.

Ergenekon davasının tutuklu sanığı Hüdai Ünlüer’in tahliyesine karar verildi.

Ünlüer hakkında yurtdışına çıkış yasağı konuldu. Böylece 117 sanığın yargılandığı ikinci ergenekon davasında tutuklu sayısı 24’e düştü.

İstanbul 13’ncü ağır ceza Mahkemesi bir sonraki duruşmayı 9 Mayıs gününe erteledi. TRT

Taraf Gibilerin Göremeyeceği Savunma
Mehmet Demirtaş
Silivri
1.04.2011


SayIn Heyet,

Biliyorum ki sizler sanIĞIn sessiz, sakin aynI zamanda talebi olmayIp, odun gibi oturanInI seversiniz.!

Hele hele sayIlarI yok denecek kadar azalan, azimle canla baŞla ÇalIŞan avukatlar olmasa bu mahkemeyi ne de gÜzel yÖnetirsiniz.

Niye uĞraŞIyorsunuz ki; NasIl olsa tarla ortasIndayIz, bir Çukur kazIp bizi buraya gÖmÜn SayIn Heyet.!

YaptIĞInIzIn bundan farkI yok zaten.

KorkmayIn!...

Bir kalemde bitirin bu iŞi. HaksIz ÇIkarsanIz tazminatI devlet Ödeyecektir.

Bunu neden mi sÖylÜyorum?

Ben bugÜn itibariyle 1367 gÜndÜr tutukluyum.


3.5 yIl insan hayatInda uzun bir yer kaplar. Ama devletin bekasI iÇin uzun sayIlmaz.

Maddi servetim yok ama vatani gÖrevini bir onbaŞI rÜtbesinde yapmIŞ biri olarak

“VarlIĞIm TÜrk VarlIĞIna ArmaĞan Olsun “’ u aĞzImI bÜzmeden sÖyleyebilirim..!

MeraklanmayIn, sizi de tarih yazacaktIr. Siz bizi bu tarla ortasIna gÖmÜn gitsin.

Yok, gÖmemiyorsanIz ben neden tutukluyum bunu aÇIklayIn.

BirkaÇ hatIrlatmada bulunayIm;


GeÇen ay ki celsede sanIk arkadaŞlardan biri yeni yÜrÜrlÜĞe giren 102. Maddeyi kaÇ yIl uygulamayI dÜŞÜndÜĞÜnÜzÜ sormuŞ, ÜÇ yIldIr tutuklu olduĞunu beyan etmiŞti.

Cevap olarak ta “sizden fazla tutuklu bulunan insanlar var “ denilip, sÖzÜ kesilmiŞtir.

Evet, o insanlardan biri benim. En iyi ihtimalle gelecek celse tarihinde 4 yIldIr tutuklu olarak burada aksesuar gibi oturuyor olacağım. Benim bu minvaldeki sorum

Şudur; Tutuklu sanIklarI boŞverin, tutuklu olan vicdanlar vardIr Ve 102. Madde bu tutuklu vicdanlara kaÇ yIl olarak uygulanacaktIr?

Vicdanlar ÖzgÜr kalabilse tutukluluk sorunu zaten ÇÖzÜlecektir. YaptIĞInIz hukuksuzluĞu kanun maddelerine dayandIrIyorsanIz, eĞer o maddeler behemahal deĞiŞtirilmelidir. Yok, keyfiyettense bu tutum, bu tablo Çok daha vahimdir.

ÇocukluĞumda vicdanI ile cÜzdanI arasInda sIkIŞmIŞ hakimler vardI. Durum zamanla deĞiŞti. Şimdi BakanlIkla Silivri arasInda sIkIŞma var. Bu vicdan tutukluluĞuna son verin..!

Bundan bir yIl kadar Önce elbirliĞi ve oy ÇokluĞuyla koca ŞanlI orduyu ZANLI ORDU ‘YA ÇEVİRDİNİZ, demiŞtim.

YanIlmIŞIm meĞer; “turpun bÜyÜĞÜ heybede” imiŞ.Esas Şimdi yakIn zamanda sizlerden cesaret bulunup ŞANLI ORDU, ZANLI ORDU ‘YA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR..! Bu konuda birileri sizlere madalya takacaktIr. Fakat bunu Bu Aziz MİLLET ‘ten beklemeyin.

Zira, 2200 yIllIk bir ordunun itibarsIzlaŞtIrIlmasInIn bu millete fayda saĞlamayacaĞI aŞikardIr. GeldiĞimiz noktada size bir mahkeme portresi sunayIm.

BaŞlarken adil yargIlama makamI, maddi gerÇeĞin peŞinde makamI zamanla “ikiye bir “ mahkemesi, bir yIl boyunca Osman ‘In Yeri, son haliyle de Emekli, dul ve yetim Mahkemesi haline gelen bu salonda neyi aradIĞInIzI gerÇekten biliyor musunuz?

İŞkembe-i KÜbra ‘dan sallamIyorum.

Burada neleri dinlettiĞinizi tutanaklardan incelerseniz ne kadar haklI olduĞumu gÖreceksiniz.

Birisini getirttiniz, davanIn en Önemli tanIĞI dediniz.

Ve anlattI; Jitem ‘le Ergenekon birleŞmiŞ, kadInIn kocasIyla arasInI bozmuŞ. KIrk gÜn bekleyip, bir gÜnÜmÜzÜ ayIrdInIz.

DÜnkÜ celsede, baŞka birini getirttiniz, yÜzÜnÜ gÖstermeden kocasIndan sÜrekli dayak yediĞini, kocasI bulunabilirse boŞanacaĞInI,bÖyleikle babasIndan kalan dul aylIĞInI alIp, sosyal haklardan faydalanabileceĞini, yardIma muhtaÇ olduĞunu anlattI.

Geriye ne kaldI peki?

Onu da sÖyleyeyim;

YalovalI Hatice teyzenin eŞeĞini kaybetmesi sonucu aÇIlan kamu davasInIn bu Çorba davada eritilmesi ve maksimum zaman kazanIlmasI iÇin elden gelen gayretin gÖsterilmesi kaldI.

Yani kIsaca bÜtÜn kuŞlar tamam, geride kalan bir HacI Leylek, o da yaza inŞallah..!

Herkes soruyor, ne zaman ÇIkaracaklar seni, diye.

Onlara ÇapkInIn papaĞanI fIkrasInI anlatIyorum. Sadece acI acI gÜlÜyorlar. Size de anlatayIm.

Buradan ÇIkabilmek iÇin insanlara gÖsterdiĞiniz yol nedir?

Ya ÖlÜnecek, elde deĞil,

Ya da ahlaksIzlIk, iftiracIlIk, hiÇ tanImadIĞInIz insanlara savcI takviyesiyle iftira atabiliyorsanIz,
hamuru buna mÜsaitse ÇIkabilirsiniz.

Bu mudur MADDİ gerÇeĞi aramak?

Bu mudur sizin vicdan, akIl, adalet terazinizin boyutu??

BakInIz size vicdan ve adalet terazinizin boyutunu sÖyleyeyim;

Kara kIŞ kIyamet demeden okulunu aksatma pahasIna, babasInI ziyarete gelen ÇocuklarIma 5 ‘er dakika gÖrÜŞme izni vermeyle kIsItlI olan ÖlÇÜlere sahipsiniz, hepsi bu.

Ben bunu aÇIk aÇIk sÖyledim diye onu da kaldIrabilirsiniz.

( not:Nitekim son duruŞmada sanIklara avukatlarI dIŞInda hiÇ kimseye gÖrÜŞ izni verilmedi.Çocuklar babalarInI,kadInlar eŞlerini,oĞullarInI 5 dakika dahi gÖrme olanaĞI bulamadI.İzin ÇIkmadI ÇÜnkÜ)

HERKES KUMAŞININ GEREĞİNİ YAPACAKTIR ELBET..!

Belki iyi halde vermezsiniz, yetkiniz bÜyÜk sizin.

Biliyorum olduĞu gibi gÖrÜnenler ÇIldIrtIr. Ama ben bÖyleyim, size yarayacak bir malzeme olmadIĞImIn da farkIndayIm. Oyun hamurundan ekmek yapmaya kalkarsanIz sofrada zehirlenirsiniz.

O zaman bu 1367 gÜn size ilaÇ gibi de gelmez.

Ağır Ceza Mahkemeleri sanayi kuruluşu değildir, parça başı çalışmazlar herhalde..Benim tutukluluğum size kar sağlamayacağI gibi tahliyem sizin bu muhteşem dükkanı zarara uğratmayacaktır.Hepimiz insanız neticede, işin içinden çıkamıyorsanız eğer, beyan günü olan bir Cuma, bakmakla mükellef olduğunuz insanları salona getirin.

Babam ben çocukken,beni işyerine götürmüştü,nerede, nasıl çalıştığını, nasıl ekmek parası kazandığını görmem için. Sizde Çocuklarınızı buraya , işyerinize getirin.

Getirin ki, ekmek paranızı neyin üzerinden kazandığınızı bilsinler.!

Size afiyet olsun.!

Açık İstihbarat

Ergenekon'da yeni tahliye...
14 Nisan 2011
İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erhan Kansız tahliye edildi.
Eski Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın mahkemeye gönderilmeyen sağlık raporuna ilişkin soruşturma kapsamında tutuklanan İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erhan Kansız tahliye edildi. haber10

Ergenekon Davasında Tahliye
22 Nisan 2011
Birinci ergenekon davasında "İşçi Partisi" MKK üyesi Nusret Senem tahliye edildi.
Birinci ''Ergenekon'' davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanıklardan İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Nusret Senem'in tahliyesine karar verdi. aktifhaber

İbrahim Şahin'e Pentagon'da brifing verilmiş
Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından İbrahim Şahin, çapraz sorgusunda Pentagon ile ilişkilerini anlattı sonra rahatsızlandı!

12 Mays 2011
Anadoluhaber

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin rahatsızlanınca çapraz sorgusuna ara verildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu, birinci davanın tutuklu sanığı İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in Susurluk kazasından sonra 1998 yılının aralık ayında basında yer alan açıklamalarında ''Susurluk özel örgütü PKK'ya silah satıyordu. CIA ve MOSSAD ile ilişki içerisindeydi. İbrahim Şahin de bu yapının içindeydi. Doğu Perinçek'e suikast planı içinde İbrahim Şahin de vardı'' yönündeki iddialarına değindi.

Haşıloğlu, Perinçek'in kendisi aleyhinde yayın yaptığını belirterek, Şahin'e ''Ulusal Kanal'da yayınlanan programlara çıktınız. Bunu açıklar mısınız?'' diye sordu.

İbrahim Şahin, bu nedenle Doğu Perinçek'e kızdığını ve kendisine de söylediğini belirterek, ''Bende vatan hainine benzer bir şey mi var? Böyle saçmalık olmaz. Ömrüm PKK ile mücadele etmekle geçti. PKK'ya silah satma diye bir şey olamaz'' dedi.

ABD'ye gittiğini ifade eden Şahin, ''Herkes CIA'yı, FBI'yı bilir. Beni Pentagon'daki OSIA istihbarat teşkilatına götürdüler. Onu kimse bilmez. Bütün istihbarat teşkilatlarının başıdır o. ABD Genelkurmay Başkanlığının istihbaratında brifing verdiler. Bana çok özel önem verdiler. Beni Amerikan televizyonlarına çıkarıp PKK'yı anlatmamı istediler. Bir Amerikan televizyonuna 2 dakikalığına çıkardılar, 10-15 dakika yayınlandı. Sonra başka televizyonlarda da yayınlandı'' diye konuştu.

Araya giren Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün de konuyu dağıtmaması, soruya cevap vermesi konusunda Şahin'i uyardı.

Haşıloğlu'nun Doğu Perinçek ile ilgili tekrarladığı soru üzerine Şahin, kendisiyle ilgili yayınlardan dolayı Perinçek'e kızdığını ifade etti. Bu sırada salonda elektrikler kesildi. Bir süre bekledikten sonra Başkan Şengün, arızanın uzun süreceğini belirterek, duruşmaya ara verdi. Arada savcı Mehmet Ali Pekgüzel de duruşma salonunun bulunduğu binada inceleme yaparak arızanın kaynağını tespit etmeye çalıştı.

Aranın ardından devam edilen duruşmada, İbrahim Şahin'in rahatsızlığı nedeniyle sağlık ekipleri tarafından muayene edildiğini ifade eden Başkan Şengün, Şahin'in tansiyonunun yükseldiğini, bu nedenle çapraz sorgusuna devam edilemeyeceğini kaydetti.

Şahin'in avukatı Cavit Subaşı da müvekkilinin rahatsız olduğunu belirterek, hastalığı nedeniyle hayati tehlikesi olduğunu, cezaevinde tedavi edilemediğini söyledi.

Başkan Şengün de daha önce diş ağrısı nedeniyle çapraz sorgusuna geçilemeyen tutuklu sanıklardan Levent Göktaş'ı kürsüye çağırdı. Ancak Göktaş da avukatı Hüseyin Ersöz ile beraber hazırlandığını, Ersöz'ün de duruşmadan ayrıldığını, evrakın bir kısmının cezaevinde olduğunu söyledi.

Göktaş'ın diğer avukatı Celal Ülgen ise müvekkilinin savunmasının dijital ortamda hazırlandığını, çapraz sorguya avukat Ersöz'ün bilgisayar ortamında yardımcı olacağını kaydetti.

Şengün de avukat Ersöz'ün çağrılması, Göktaş'ın da cezaevindeki notlarını alması için duruşmaya kısa bir ara verdi.

Avukat Ersöz'ün gelmesinin ardından devam edilen duruşmada, tutuklu sanıklardan Levent Göktaş'ın çapraz sorgusu yapılıyor.

'Haberal ölümle karşı karşıya'
13 Mayıs 2011
İkinci ''Ergenekon'' davasının 119. duruşması başladı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda görülen davanın bugünkü duruşmasına, gazeteciler Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay ile eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu'nun da aralarında bulunduğu tutuklu 19 sanık katıldı.

Tutuklu sanıklardan eski Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Mustafa Dönmez, Ersin Gönenci ve İbrahim Şahin ise duruşmaya gelmedi.

Duruşmada, OdaTv'ye yönelik operasyonun ardından ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında tutuklanan bu davanın tutuksuz sanığı Yalçın Küçük ile tutuksuz yargılanan Emin Şirin ve Mahir Akkar da hazır bulundu. Duruşmada söz alan Hilmioğlu, bir hekim olarak ettiği hipokrat yemini nedeniyle konuştuğunu belirterek, ''geniz kanseri'' nedeniyle tahliye edilen sanıklardan avukat Yusuf Erikel'in durumuna değindi.

Tümörün çapının 6-7 santim olduğunu, Erikel'in 1 yıl boyunca şikayetleri olmasına rağmen Silivri Devlet Hastanesi'nden daha büyük bir yere nakledilmediğini dile getiren Hilmioğlu, Mehmet Haberal'ın, ''ventriküler taşikardisi'' nedeniyle doğrudan ölüm riski altında bulunduğunu söyledi.

Bunu kanıtlamak istediğini ifade eden Hilmioğlu, Harvard Üniversitesine ait ''ventriküler taşikardi ve ani kalp ölümü'' başlığındaki bir makaleyi göstererek, ''Bunun başlığı bile bu ritm bozukluğu hastalığının ölümcül hastalık olduğunu gösterir. Bu yazının önünde bütün hekimlerin eğilmesi gerekir'' dedi.

Hasta olan insanların cezaevinde tutulduğunu savunan Hilmioğlu, şöyle devam etti:

''6-7 santim tümör demek, 'yaşam ömrün birkaç yılla sınırlıdır' demek. Bu tümör Erikel'in 30 yılını elinden almıştır. Erikel ölüm yolculuğuna çıkmış, Haberal da doğrudan ölümle karşı karşıyadır. 30 gün değil, 30 saniye içinde bile adamı götürebilir. Neden hekimler sevk etmiyor? Neden 'ventriküler taşikardisi' olan bir hastayı buraya göndermek zorundan kalıyor? Ben 4 hastanede yattım. Meslektaşlarımın gözündeki korkuyu gördüm. Bunu sadece mimikleriyle değil doğrudan sözlü de ifade ettiler. Bu korku ortamı devam ederse, bu ölümler, hastalıklar, kan kusmalar bitmeyecek. Korku ortamının yok edilmesi konusunda heyetinize görev düşmektedir. Yusuf Erikel duruşmada kan kustu. Adalet kan kusturuyor. Bir hukuk insana kan kusturuyorsa, diyebilir miyiz ki içinde adalet var?''

Kendisi hakkında düzenlenen raporlara göre 2 ayda 1 kere MR, tomografi gibi tetkiklerini yapabilmesi için İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde polikliniğe gitmesi gerektiğini dile getiren Hilmioğlu, mahkemenin bu hastaneye tetkikleri için kendisini sevk etmesini istedi.

Duruşmada daha sonra tutuklu sanıklardan Levent Göktaş'ın çapraz sorgusuna geçildi.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, ''Danıştay olayında Bulgaristan konusu geçiyor. Bir mektubunuzda Bulgaristan pasaportundan söz ediliyor. Bir Türk vatandaşı olarak Bulgaristan pasaportunu ne yapacaktınız?'' diye sordu.

Göktaş, bu mektubu yazdığı kişinin Bulgaristan göçmeni olduğunu belirterek, ''Bana komutanım 'sizinle ilgilenen kimse yok mu?' diye sorardı. Ben de şaka amaçlı 'al bir Bulgaristan pasaportu da gidelim' dedim'' diye cevap verdi.

Pekgüzel'in, ''Yine iki mektupta 'PKK'ya af çıksa biz de çıkarız' demişsiniz'' sözlerine Göktaş, bunun demokratik bir istek olduğunu, af çıkması durumunda kendilerinin de çıkacaklarını, görev yerlerinin değişeceğini ifade etti. Pekgüzel'in sorusu üzerine ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasının tutuklu sanığı Dursun Çiçek ile Hava Harp Okulundan arkadaşı olduğunu ifade eden Göktaş, ''1980 yılında mezun olduk. Kızlarımızın adı İrem. O Tokat Reşadiyeli, ben Tokat Erbağlıyım. Tek ortak noktalarımız bunlar. Çiçek'i 30 yıldır hiç görmedim. Ama o 'bayramlaşma töreninde gördüm' demiş. Ben hatırlamıyorum. Dursun Çiçek çok zekidir. Doğru hatırlıyordur'' diye konuştu.

Duruşma, Göktaş'ın çapraz sorgusuyla devam ediyor.
haber10

Tuncay Özkan'dan duruşma salonunda seçim çalışması

17.05.2011 Ergenekon davasının tutuklu sanığı Tuncay Özkan, davanın dünkü oturumunda açıkladığı gibi mahkeme salonunu seçim ofisi gibi kullanmaya başladı.
Özkan, duruşma henüz başlamadan önce basın mensupları ile yaptığı sonbet sırasında 4,5 yıldır çalıştığı bir araştırma şirketinden elde ettiği anket sonuçlarını paylaştı. Kendisini aday göstermeyen CHP'ye kırgınlığını bir kez daha dile getiren Özkan, aday gösterilmesi halinde CHP'nin oy yüzdesinin 38'i geçeceği şeklinde anket bilgisi aldıklarını söyledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz davasının 121'inci duruşmasında, aynı zamanda bağımsız milletvekili adayı olan Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'ın da aralarında bulunduğu toplam 18 tutuklu sanık hazır bulundu. Davanın tutuksuz sanığı olmasına rağmen Oda Tv soruşturması kapsamında tutuklanan sanık Yalçın Küçük de tutuklu sanıklar arasında yer aldı. Tutuksuz sanıklardan Noyan Çalımışı ve Fahri Süslü de duruşmaya katıldı.

Tutuklu sanıklardan eski Başkent Üniversitesi kurucu rektörü Mehmet Haberal, eski İnönü Üniversitesi rektörü Fatih Hilmioğlu, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin, Albay Mustafa Dönmez ve Oğuz Bulut ise duruşmaya katılmadı.

Öte yandan Balyoz davasının bazı sanık eşlerinin de duruşmaya izleyici olarak katılmaları dikkat çekti. Balyoz davası sanık eş ve yakınları tarafından oluşturulan Vardiya Bizde Platformu'nun üyesi olan ziyaretçiler arasında tutuklu sanıklar emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk'un eşi İrem Kutluk, emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri'nin eşi Nilgün Tanyeri, emekli Tümamiral Cem Gürdeniz'in Lütfiye Rengin Gürdeniz, emekli Tümamiral Özer Karabulut'un eşi Ayşe Sema Karabulut ile emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz'un eşi Lütfiye Yavuz yer aldı.

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, dünkü oturumda sanık Mustafa Levent Göktaş'ın avukatlarının savunmasının yarıda kaldığını hatırlatarak bu duruşmaya avukatlarının savunmasıyla başlanacağını söyledi.

Öte yandan duruşma başlamadan önce mahkeme salonuna alınan tutuklu sanıklar, kendilerini ya da diğer sanıklara destek vermek için gelen sanık yakınları ile sohbet etti. Bir süre ziyaretçilerle sohbet eden tutuklu sanık Tuncay Özkan, davayı takip edenh basın mensuplarına, "Seçim çalışmalarımı yazıyorsunuz değil mi? Başka çarem yok. Seçim çalışmalarımı mahkeme salonunda yapmaya mecburum." diye seslendi. Basın mensupları ile yaptığı sohbet sırasında Consensus isimli araştırma şirketi ile 4,5 yıldır çalıştığını belirten Özkan, Nisan ayında yapılan araştırmayı basın mensuplarıyla paylaştı.

Sadece İstanbul Anadolu yakasında yapılan araştırmada 1000 denek kullanıldığını belirten Özkan, "Benim milletvekili adaylığım ile alakalı yapılan çalışmada deneklerden kesinlikle oy veririm diyen yüzde 4.6, oy veririm diyen yüzde 9.9 ve belki veririm belki vermem diyen yüzde 12.9 olduğu tespit edilmiş. Eğer CHP'den aday gösterilseydi oy verir miydiniz? şekilnediki soruya ise verilen evet cevaplarına bakıldığınmda CHP'nin, birinci bölgeden 3 milletvekili daha kazanacağı tespiti yapılmış." diye konuştu.
Zaman

TELEVIZYON'DA "TARAFSIZ BÖLGE"DE ERGENEKON TARTIŞMASI...
SALIH SELÇUK
29 MAYIS 2011

Cuma gecesi yeniden televizyon seyrettim!..

CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın (gayet iyi) yönettiği "Tarafsız Bölge" programı...

Ergenekon davasında yargılananların avukatları, emekli bir subay, ve Hasan Celal Güzel'le birlikte, güzel iki hükümet yanlısı, tartışıyorlar...
Defalarca dehşet içinde kaldım...

Hasan Celal Güzel ve diğer güzel cemaat sözcüleri, fikren tam anlamıyla iflas ettiler!..

Bu iş çoktan bitmiş!..

Bu dehşet verici...

Bu dava bütünüyle boş/iftira olabilir mi?!..
(Hadi canım!..)

Ama ne Güzel köşe yazarı, ne de diğer güzel iktidar gülleri, delil niteliğindeki tüm belgelerin -tamamının- dijital belge ve ıslak imzasız olduğunu bilMiyorlardı mesela!..
(Belki de "heyecandan" unuttular!..)

Kafasından uydurduğu, gazetede okuduğunu kesin veri sayıp saydıran tipler!..

Tamamen iflas edip susmak zorunda kalan üç kişi, sonunda işi güya "alaya" vardırdılar!..

Kesin rasyonel veri ve kanıtlarla konuşanları güya alaya aldılar!..

Alayları da otuz yıl öncesinin köy kahvesi cahilleri düzeyindeydi:

"Savcılar öyle yapmış, sen daha mı iyi bileceksin" mealinde "hoşluklar!.."
Bitmişler...

Dehşete kapıldığım diğer nokta:

Adamlar, haksız olduklarının ve iftiralar atıldığının bilincindeler!..
Öyle görünüyordu!..

Karşısındaki somut bazı argümanların o yöne işaret etmesine rağmen gerçeği aramak, en temel şeyleri kabul etmek falan diye bir dertleri yok!..
Dehşete kapıldığım diğer konu, konuşmacılardan biri Tayyip Erdoğan'dan "Majesteleri" diye aşağılayarak bahsedince, hükümet taraftarı tartışmacıların yüzündeki korku ve dehşet ifadesiydi!..

Yani yakınlarında biryerde birilerinin böyle konuşmalarından bile ürküp/tırsıp, kendi adlarına korkuyorlardı!.. Onlar Başbakan'a karşı böyle bir lafı ağızlarına almayı hayal dahi edemeyecekleri sularda yüzüyorlar. Çok açılmışlar. Ayakları yerden kesilmiş!..

Eh yüzmeyi de bilmiyorlar pek...

Bunlar batar arkadaşlar...

Gördüğüm durum, korkunçtu!..
(Televizyon mu?! Cık ben almı'yiym...)

http://konstantiniye.blogspot.com/

"Ergenekon'un Medya Ayağı Çözülmedi"

02 Haziran 2011
Yazar Perihan Mağden darbe iddiasıyla ilgili yargılanan gazetecilerle ilgili yapılan yorumları anlamadığını söyledi.
Kanal A haber kanalında bir programa katılan Perihan Mağden böbrek mafyası için çalışan bir doktorun yakalanınca meslektaşlarından yardım istemediğini örnek vererek, gazeteciler içinde aynı durumun söz konusu olması gerektiğini belirtti.

Mağden şunları söyledi: "Medyamızdaki Lümpen kardeşliği, paçoz kabile dayanışması sarsılmıyor ve hakikaten çok düşük aktörler. Çok büyük bir dayanışma var aralarında. Mesela çıkıp gazeteciyim ben gazeteciyim diye bağırıyor... Atıyorum böbrek mafyası için Romanya'da bir Hintlinin böbreğini naklederken yakalanan Türk doktor. 'Doktorum ben, doktorlar nerdesiniz bana dayanışma gösterin' diye bağırmıyor. Bu nasıl birşey yani. Gazeteci olmak darbeseverliğe, silahlı külahlı örgütler için yataklık yardım ve önderlik yapmayı bunları gerekçelendirmeye yetiyor mu? Bu nasıl mantalite. Gazeteciyim diye bağırmak yani. Bütün bunların medyanın silkelenmesi lazım. Bence Ergenekon'un medya ayağı Türkiye'de çözülmüş değil. O alan bakir olarak duruyor. Tam dokunulduğunda büyük kıyametler koparıyorlar. Daha çok çok dalga gelebilirdi. Bizim sistemimizi bankacılık nasıl sarsıldı nasıl yepyeni bir tertemiz bir şey konuldu. Karanlık, ara para kaynakları temizlendi. Aynı şekilde karanlık fikir kaynakları da medyacılığımızdan gitmek zorundadır." aktifhaber





İkinci Ergenekon Davası: 2 tutuklu sanık serbest bırakıldı
12 Ağustos 2011
İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından Servet Kaynak ve Oğuzhan Sağıroğlu'nun tahliye edilmesine karar verildi. habertürk

1. Ergenekon Davasında Tahliye
04 Kasım 2011
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanıklardan Kuvayi Milliye 1919 Derneği yöneticisi Hüseyin Görüm'ün tahliyesine karar verdi.

Mahkeme, dosya kapsamı, delil durumu ve yattığı süreyi dikkate alarak, yaklaşık 4 yıldır tutuklu olarak yargılanan Kuvayi Milliye 1919 Derneği yöneticisi Hüseyin Görüm'ün tahliyesini kararlaştırdı.
Görüm hakkında yurt dışına çıkış yasağı da koyan ma
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ksm 04, 2011 7:30 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Hzr 21, 2011 10:29 pm    Mesaj konusu: Haberal ve Balbay'a Şok! Alıntıyla Cevap Gönder

İstibaratçı Paşa'nın Şok Ses Kaydı
30 Haziran 2011
dailymotion.com'a Genelkurmay istihbarata karşı koyma başkanı'na ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı düştü. Ses kaydında Ergenekon'la ilgili çarpıcı itiraflar var...
Video paylaşım sitesi dailymotion.com'a Genelkurmay İstihbarata karşı koyma başkanı M. Mutlu'ya ait olduğu iddia edilen şok bir ses kaydı düştü.

Sözkonusu ses kaydında Tümg. Mutlu olduğu iddia edilen kişi Ergenekon soruşturmalarıyla ilgili itiraflarda bulunuyor.

İşte dailymotion.com'da yayınlanan o ses kaydı:
http://www.dailymotion.com/video/xjlu8z_gnkur-ysth-karyi-koyma-ykk-baykani-tumg-m-mutlu-arikan-dan-ergenekon-ytyraflari-1_people

GNKUR. İSTH. KARŞI KOYMA (İKK) BAŞKANI TÜMG. M.MUTLU ARIKAN’DAN ERGENEKON İTİRAFLARI 1

KARAKUVVETLERİ İSTİHBARATA KARŞI KOYMA (İKK) BAŞKANI M.MUTLU ARIKAN: BU KADAR BELGE NEDEN ERUYGUR’DA, TOLON’DA VARDA BENDE YOK

2. İDDİANAMENİN EKLERİ HANGİ KLASÖRDE NE VAR İÇİNDE NE VAR, HEPSİNİ ŞİMDİ ŞEY YAPIYORUZ. BÜYÜK ORANDA YANİ BİZİM BİLMEDİĞİMİZ HİÇBİRŞEY YOK İÇERİSİNDE. İDDİANAMENİN İÇERİSİNDE GEÇENLERİ ZATEN EK OLARAK KOYMUŞ.

BU KADAR DOKÜMAN, BU KADAR ŞEY BİLGİ BELGE NEDEN TOPLANIR DA NE BİLEYİM İŞTE ŞENER ERUYGURUN BİLGİSAYARINDAN ÇIKAR. NE İŞİ VAR? NİYE HURŞİT TOLONUN BİLGİSAYARINDA DURUR BUNLAR. NİYE YANİ? NİYE BENDE YOK DA ONDA VAR.

O BELGELERİ BAŞKALARI KOYMUŞ DİYORSUNUZ E KARDEŞİM TELEFON GÖRÜŞMELERİNİDE Mİ BAŞKALARI YAPTI.

YANİ, YAŞAR BÜYÜKANITLA İLGİLİ TOPLAMIŞ BİR SÜRÜ HASTANE EVRAKLARINI, HA BİR DE ŞU VAR TABİİ, BUNLAR BİZE AİT DEĞİL. BAŞKALARI KOYMUŞ. EE KARDEŞİM SANA AİT DEĞİL BAŞKALARI KOYMUŞ DA BİR DE TELEFON GÖRÜŞMELERİN VAR SENİN. ONLARI DA MI BAŞKALARI YAPTI. SENİN HİÇ GÖRÜŞMEMEN GEREKEN İNSANLARLA DA GÖRÜŞMÜŞSÜN YANİ.

HABERAL, ERUYGUR VE TOLONU KULLANMIŞ. KENT OTELDE YEMEK YEMEĞİ BİZ BİLMİYORMUYUZ

BEN ONU SÖYLÜYORUM. VALLAHİ DE BİLLAHİ DE BUNLAR SAF. VE BUNLARI HEP KANDIRMIŞ SİVİLLER. SAF BUNLAR YANİ KANDIRMIŞ DERKEN, KENDİ AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA KULLANMIŞLAR. YANİ ŞİMDİ BİZ ASOSYAL İNSANLAR MIYIZ? BİZ BİLMİYOR MUYUZ BİR KENT OTELE GİDİP BİLMEM NE YAPIP YEMEK YEMEYİ VEYA BİLMEM NEREYE GİDİP BİLMEM KİMLE BERABER OTURMAYI?

YAŞAR BÜYÜKANIT’IN BELGELERİNİ BİLGİSAYARINDA SAKLAMIŞ, SALAK!!!

YAŞAR BÜYÜKANITLA İLGİLİ NE KADAR HASTANEYE GİTMİŞSE, BÜTÜN HASTANE KAYITLARI NE KADAR İŞTE İLAÇ ALMIŞSA, O İLAÇLAR TEK TEK GÜN GÜN KAYITLAR TUTMUŞLAR. HURŞİT TOLONDAN ÇIKIYOR BUNLAR. İFADESİNİ OKUYORUM. İFADESİNDE SORUYORLAR PEKİ BU BELGELERİ NİÇİN TOPLADINIZ? NEYDİ AMACINIZ. EMİR SUBAYIM FİLAN ŞEY YAPMIŞTIR DİYOR. EĞER BANA BİR YERDEN E-MAİLLE FİLAN GELMİŞSE O DA BİLGİSAYARIMI DÜZENLEMİŞTİR DİYOR.

YAŞAR BÜYÜKANITIN BALDIZI KOCASINI ÖLDÜRMÜŞ VE BÜTÜN BU ADLİ İŞLEMLER, ŞEYDE. İNSANLARIN BİLGİSAYARLARINDA. YAŞAR BÜYÜKANITIN EŞİ KİMİNLE SAMİMİYMİŞ. SALAK NE GEREK VAR.

GİZLİLİK GEREKÇESİ İLE BAZI ERGENEKON BELGELERİNİ İDDİANAME EKLERİNDEN ÇIKARTTIK. DAHA NELER VAR NELER

BAK İDDİANAMENİN EKLERİNE BİR SÜRÜ TUTANAK VARDIR ORDA BUNLARIN YAYINLANMASI UYGUN DEĞİLDİR, BUNLARIN YAYINLANMASI UYGUN DEĞİLDİR DİYE BİZ YAZMIŞIZ. O DA ONLARI TUTANAĞA GEÇİRMİŞ VE DOLAYISIYLA ONLARI KOYMAMIŞ ORAYA. DAHA NELER VAR DA.

ŞEY İŞTE ÖNCEDEN, İŞTE BİZE GÖNDERİLDİ BUNLARIN İÇİNDE ASKERİ BİLGİ VARMI, YAYINLANMASINA YÖNELİK SAKINCALI OLDUĞU BİLGİ BELGE VAR MI DİYE. BİZ ONLARIN HEPSİNİ İNCELEDİK. DAHA İDDİANAME ORTAYA ÇIKMADAN ÖNCE GÖNDERDİK ONLARI. BUNLARI KESİNLİKLE İŞTE DEVLETİN GİZLİLİĞİ İLE İLGİLİDİR. YAYINLANMASI SAKINCALIDIR DİYE. DAHA ONLAR FALAN GİRMİŞ DEĞİL YANİ İDDİANAMENİN EKLERİNE.

2. BAŞKAN HİÇ BİR ŞEYDEN ANLAMAYAN BİRİSİ, BEŞ PARA ETMEZ

BİZİM İKİNCİ BAŞKAN BEŞ PARA ETMEZ. HİÇBİRŞEYDEN ANLAMAYAN. YANİ BANA GÖRE HİÇ. KISMET İŞTE BİRİSİ BİRİNCİ SIRADA TERFİ ETTİ. BİRİSİ İKİNCİ SIRADA. BİRİNCİ SIRADAKİ TERFİ EDEMEDİ, İKİNCİ SIRADAKİ ETTİ.

DENİZCİLER POYRAZKÖYDE MÜHİMMATI YAZIMA RAĞMEN KALDIRMADI, EKSİĞİMİZ YOK DİYE BİZE YAZI BİLE GÖNDERDİLER, SONRADA BENİ SUÇLAMAYA KALKTILAR

DAHA ÖNCEDEN BUNLARA MÜDAHİLDİK, ONLARA DİKKAT EDİN, ŞUNLARI YAPIN, BAK ŞURDA SİLAH VAR, BAK BURDA MÜHİMMAT VARDI. BANA CEVAPLAR GELDİ, İŞTE HİÇ BİR SİLAHIMIZ EKSİK DEĞİLDİR, HİÇ BİR MÜHİMMATIMIZ EKSİK DEĞİLDİR. ŞAK DİYE ÖNLERİNE KOYDUM. BUYRUN DEDİM, BEN GÖNDERMİŞİM, KARŞILIĞINDA BANA CEVAP GELMİŞ. HERŞEYİMİZ TAMAM. BİR SIKINTIMIZ YOK DİYE.

MUSTAFA DÖNMEZ PEZEVENGİNE HERŞEYİ PARA İÇİN YAPTIM DEDİRTEMEDİK, İŞİN İÇİNDE SİLAH OLUNCA ERGENEKON TERÖR KAPSAMINA YARGILANMAYA BAŞLADI

YANİ ŞEY, MUSTAFA DÖNMEZ FALAN VAR, ADAM KİLİT. KONUŞMUYOR. ULAN PEZEVENK SÖYLE DEKİ, BEN BUNU İŞTE TİCARİ MAKSATLA YAPTIM, MENFAAT PARA, SİLAH SATACAKTIM, ONU SATACAKTIM, BUNU SATACAKTIM, SÖYLE, ONUDA SÖYLEMİYOR.

TABİİ, BÜTÜN BU OLAYLARIN İÇERİSİNDE, ERGENEKONA TERÖR ÖRGÜTÜ DİYEBİLMELERİ İÇİN OLAYIN İÇİNDE ŞİDDET VE CEBİR OLMASI LAZIM, BİR FAALİYET OLMASI LAZIM, BUGÜNE KADAR BUNLARI BULAMIYORLARDI, AMA SON İKİ ÜÇ DALGADA, BU MUSTAFA DÖNMEZLER ÇIKTI.
Kaynak: aktifhaber

Köksal Şengün: Bir Yargıcın Anatomisi
Fatma Sibel Yüksek

Birinci Ergenekon davasının Silivri'de devam eden duruşmasını uzun bir aradan sonra dün izledim. Belirtmek gerekiyor ki Silivri'nin çok meşakkatli bir yolu var. Çoğunluğu orta gelir grubuna mensup sanık yakınları, bu duruşmalara gitmek, sevdiklerini uzaktan da olsa görmek, el sallamak için İstanbul'un belki de en zor güzergâhını katetmek zorundalar.

Anadolu yakasından geliyorsanız, önce bulunduğunuz yerden Altunizade metrobüs hattına ulaşmanız gerekiyor. Buradan Mecidiyeköy'e, Mecidiyeköy'den Avcılar'a, Avcılar'dan Silivri'ye, Silivri'den dolmuşla cezaevi kampüsüne...

Otobüs, metrobüs, taksi ve dolmuş kullanmak zorunda olduğunuz bu güzergah sorunsuz seyrederse, yolculuğunuz en az 2.5 saat, trafikte aksamalar meydana gelirse 4 saat sürüyor. Avcılar'dan Silivri'ye giden bakımsız otobüslerde yazın sıcaktan ve kalabalıktan bayılma riskiniz var. Güzergah boyunca su içecek, kahvaltı yapılacak, tuvalet ihtiyacı giderilecek bir yerin olmaması ayrı bir sorun..

Dönüş ise tam bir felaket. İkitelli, Okmeydanı, Boğaz Köprüsü noktalarında özellikle cuma günleri öyle bir tıkanma yaşanıyor ki eve varışınız 9-10 saati bulabiliyor.

Sadece yol parası olarak kişi başı 25 lira tutan bu yolculuğu tam dört yıldır hergün yapanlar var.

Örneğin, Muzaffer Tekin'in eşi Müge Hanım ile kızı Özge.

Yakınları ve Muzaffer Tekin'in eski askerleri Müge Hanım ile Özge'yi arabalarıyla götürüp getirmek istiyorlar ama duruşmalar hafta içi yapıldığı için insanların günler boyunca işlerini bırakmaları veya izin almaları mümkün olmuyor.

Bu iki güzel ve zarif kadını son duruşmada gördüm. Üzerlerine yılların ve üzüntülerin yorgunluğu çökmeye başlamıştı. Solmuşlardı. Özge'nin genç ve berrak yüzünde ilk yorgunluk kırışıkları belirmişti.

Tam 4 yıldır sanıklar, yakınları, avukatlar, mahkemenin Mübaşiri Aydın, savcılar, hakimler, duruşmaları düzenli izleyen muhabirler, hepimiz daha da yaşlanmış, kilo almış ve yorulmuştuk.

Arkası gelmeyen felaket ve dramların ise gazetelere haber olduğu bile yoktu. Örneğin, bu yıl içinde sanıklardan İsmail Yıldız aklını kaybettiği için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırıldı.. İsmail Yıldız yaşamına artık orada devam ediyor. Uzakta geçim sıkıntısı ile boğuşan ailesi ziyaretine gelemiyor. Geleni- gideni yok. Bir enkaza dönüşen bu insanı hâlâ tahliye etmiyorlar, durumunu gündeme getirip tahliye talep edecek bir avukatı bile yok.

Dört buçuk yıldır yatan Mehmet Demirtaş'ın işleri battı. İki aileye birden bakmak zorunda kalan ağabeyi yorgunluğa ve borçlara daha fazla dayanamayıp geçtiğimiz günlerde canına kıydı. Mehmet Demirtaş bir de kardeş acısıyla yandı...

Buna benzer pek çok insanlık dramı yaşanıyor ve bizler Köksal Şengün'ün HSYK kararıyla Mahkeme Başlanlığı'ndan alınıp Bolu hakimliğine atanmasını konuşuyoruz.

Göbels basını tarafından"Ergenekon sanıklarına yakın durmakla" suçlanan bu hakimin varlığı bize göre böyle hukuksuz ve adaletsiz bir yargılamanın görüntüsünü kurtarıyordu. Kararlar oy birliği ile alınmamış gibi oluyordu, böylece mahkemenin "aslında adil bir yargılama yaptığı" bile düşünülebilirdi. Şengün'ün mahkemeyi adilmiş gibi göstermekten başka bir işe yaramayan muhalefet şerhini acaba neden çok gördüler?

Heyetin teknik hakimi Hüsnü Çalmuk'u saymazsak, Sedat Sami Haşıloğlu ve Hasan Hüseyin Özese'nin tavrı zeten belliydi. Sanıklar bu iki hakim hakkında tarafsızlıklarını kaybettikleri gerekçesiyle yüzlerce kez reddi-i hakim talebinde bulunmuşlardı. Dava hakkındaki tavrını defalarca ortaya koymuş olan Özese'nin mahkeme başkanlığına getirilip her konuda Özese ile birebir aynı oy kullanan iki üyeyi orada tutarak "taraflı mahkeme" iddiası güçlendirilmiş olmuyor muydu?

Hırs ve kin, aklın ve mantığın bu derece önüne mi geçmişti, yoksa bu durum "Ergenekon"un arka planında yaşanan gelişmelerin ilk yansıması mıydı?

Soruşturma ile özdeşleşen Savcı Zekeriya Öz kızağa çekilirken, heyete hukuki bir kovuşturma yapılıyor görüntüsü vermeye çalışan Şengün'ün görevden alınması hangi tasarım mühendisliğinin ürünüydü?

Bu soruların cevabını anlama çabamızı sürdüreceğiz ancak Köksal Şengün'ün görevden alınması ve yerine kıdemli üye hakim Hasan Hüseyin Özese'nin getirilmesi konusunda gözden kaçmış bazı ayrıntıları kayda geçirmemiz gerekiyor.

Bir kere iddia edildiği gibi Köksal Şengün "sanıklardan yana tavır alan" bir mahkeme başkanı değildi. Tahliye talep ediyor olmasından dolayı böyle bir suçlamaya maruz bırakılması bile bu davanın nasıl bir siyasi baskı altında olduğunu kanıtlar. Bir hakimin tutuklama kararı vermesi kadar, tahliye kararı vermesi de doğal ve olması gereken bir durum değil midir? Hakimin tahliye talebinde bulunma yetkisine bile "Ergenekon komplosu" damgasını vuranlar, hızla duvara doğru yaklaşarak aslına uzamasını istedikleri bir sürecin büyük bir toslama sesiyle son bulması tehlikesi (kendileri açısından) yarattıklarının farkında değiller.

Mahkeme Reisi Şengün'ün bazı sanıklar için ortalama 120 kezdir tahliye talebinde bulunması sonuç vermeyen, üstelilik yukarıda değindiğimiz gibi adil yargılama görüntüsü yaratan bir rutine; kendi hakimlik kariyeri açısından ise dramatik bir duruma dönüşmüştü.

Dramatik bir duruma dönüşmüştü; çünkü kıdemli bir ağır ceza resinin kendi heyetine hakim olduğu; tercihleri ile mahkemenin diğer üyelerini etkilediği, özetle heyet üzerinde bir ağırlığının olduğu kabul edilir. Mahkeme başkanı ile diğer üyeler arasında yazılı olmayan tek fark da budur; onun dışında zaten eşit oy hakkına sahiptirler.

Hal böyleyken, Köksal Bey'in 120 kez üstüste tahliye talebinde bulunması, bu talepleri heyetinin tam 120 kez oy çokluğu ile geri çevirmesi, Köksal Bey tarafından değerlendirilip karar verilmesi gereken bir garip durumdu.

Başkanla heyetin bu derece karşı karşıya geldiği ve kilitlenme yaratan bir durumda hiç bir şey olmamış gibi oturup görevden alınmayı beklemek yerine, görevden ayrılmak belki de en haysiyetlisi olurdu; çünkü, çıplak gözle de görüldüğü üzere Başkan'ın heyeti üzerindeki hakimiyeti ve saygınlığı belli ki ortadan kalkmıştı..

Ayrıca, Köksal Şengün böyle ağır hukuk ihlalleri ile dolu bir iddianameyi kabul ederek zaten bu davanın hukuki bir dava olmadığını, kendisinin de hür vicdanı ile hareket eden bir yargıç olmadığını baştan ortaya koymamış mıydı?

Sanıklar lehine hiç bir delilin toplanmamış olması, aleyhte sahte deliller, gizli tanıkların şaibeli durumu, CMUK'a aykırı biçimde yürütülmüş soruşturmalar, telekulak kayıtlarının binlerce sayfa "delil" diye sunulması vs. bunlardan bir tanesi bile hukuku katleden böyle bir iddianamenin reddi için geçerli sebep değil miydi?

Haydi karambole geldi, binlerce sayfayı okuma imkanı olmadı, "eksikler kovuşturma sırasında telafi edilir" diye düşünüldü diyelim, peki arkadan gelen aynı hukuk tanımazlıkla yazılmış ikinci, üçüncü ve diğer iddiamaneleri kabul eden mahkeme kararlarında Köksal Bey'in imzası yok mu muydu?

Vardı...

Şimdi Köksal Bey televizyonlara çıkıp ağlamaklı bir sesle "22 senelik ağır ceza hakimiyim, haysiyetimle oynatmam" şeklinde açıklamalar yapıyor. Sanıklar, kendilerini çocuk pornocusu, darbeci, seri katil, sahtekâr vs, ilan eden polis müzekkereleri ve sahte delillere isyan ederlerken, "Burası mahkeme, nara atmayın, beni salondan çıkarma cezası vermeye zorlamayın" şeklinde sertlikler yapıyordu.

Bunlardan daha önemli şeyler de var...

Kuddusi Okkır, Tekirdağ cezaevine göz göre göre ölüme sürüklenirken, yakınları ve koğuş arkadaşları, Köksal Şengün'ün başkanı olduğu 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne defalarca başvuruda bulunup feryat ettiler. Tedavi ve tahliye taleplerini sürekli reddeden mahkeme kararlarının altında da Şengün'ün imzası vardı...

Savcıların, duruşmalarda yaşanan tartışmalardan dolayı sanıklar aleyhine suç duyurusunda bulunulması talebini defalarca kabul edip, sanıkların savcılar hakkında suç duyursu taleplerinin bir tanesini bile kabul etmeyen de yine Köksal Şengün'dü...

İsmail Yıldız, Köksal Şengün'ün gözleri önünde gün be gün aklını kaybetti. İlk duruşmalarda içeriği zengin, entellektüel savunmalar yapan bu adam, aylar, yıllar ilerledikçe ayrı bir dünyadan seslenmeye başladı.

Akıl hastanesine kaldırılmadan önce duruşma salonunda kağıttan yaptığı bir telefonla hayali insanlarla konuşuyor, sonra bu hayali konuşmalar hakkında "Beni az önce CİA'den aradılar" diyerek bilgi vermeye kalkışıyordu.

Köksal Bey ne yaptı? Sağ elinin işaret ve başparmağını iki yanağına dayayarak seyretti. Sonra da "Saatin 16.30 olması sebebiyle duruşmanın gelecek haftaya ertelenmesine" şeklinde kararlar yazdırdı...

Davanın üzerinde siyasetin ağır gölgesinin bulunduğu, hakimlerin siyasi baskı veya tavassut altında olduklarını söyleyen sanıklar Köksal Bey tarafından "Mahkemeye etki etmeye kalkışanın ağzını karışlarım, mahkememiz kimsenin etkisi altında kalmaz!" şeklinde sertçe susturuldu.

Şimdi ne diyor Köksal Bey?

"Bir mahkemeye bu kadar baskı yapmak kimseye hayır getirmez.."

Şimdi Köksal Bey'e düşen, eğer dediği gibi "22 yıl onur ve haysiyetiyle hakimlik yapmış" bir yargıçsa, -geçmiş günahlarını affettirmez ama- itiraf etmek zorunda kaldığı o "baskıların" ne olduğunu kamuoyuna açıklamaktır.

Bunu yapmak, topluma karşı, gerçeklere karşı, tarihin doğru yazılmasına karşı bir ağır ceza reisi olarak vicdani ve mahşeri sorumluluğudur..

Bunu yapmak, Köksal Bey'i içine çekilmeye çalışıldığı karanlık girdaptan belki kurtarmaz ama dediği gibi "onuru ve şerefiyle yaşamış" bir yargıç olarak tarihe geçmesine yardımcı olabilir.

Köksal Şengün'ün "içine çekilmeye çalışıldığı karanlık girdabı" da açıklayalım:

Bilindiği gibi Şengün, sanıklar hakkında tahliye talep etmeye başladıktan bir süre sonra telefon dinlemeleri basına yansıdı. Bu yayınlarda bir bayan avukatla yaptığı idda edilen telefon görüşmeleri ifşa edildi. İddiaya göre Şengün, Yargıtay üyeliğine atanma isteğindeydi ve Ankara'da eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile bağlantı içerisindeydi.

Göbels basınına göre "Ergenekon, Şengün'ü bu 'zaafından' yakalamış ve bayan avukat vasıtasıyla istediği şeyleri yaptırtmaya başlamıştı."

Şengün ile İşçi Parti'li olduğu belirtilen bu bayan avukat arasında bir "aşk ilişkisi" olduğundan da bahisle mahkeme başkanı iyice gözden düşürülmek istendi. (Bildiğimiz kadarıyla Köksal Şengün bekardır, yetişkin bir insanın- özellikle bir hakimin- özel yaşantısına böyle alçakça burun sokmak, bu ülkeyi yönetenlerin tarzı haline gelmiş ve de Köksal Beyîn imza attığı iddianamelerde bu tür ilişkiler" terör örgütü delili" olarak sunulmuştur).

Netice itibarıyla Köksal Bey haklı olarak isyan etti, dinlemeyi yaptıran savcılar hakkında şikayetlerde bulundu, davalar açtı.

Gelinen noktada da görevden alındı...

Şimdi, Ankara'da yürütülen ve Seyfi Oktay'ın evine baskın yapılmasıyla başlayan bu soruşturma ile İstanbul'da yürütülen ve içinde Odatv'nin de bulunduğu soruşturma "Medya ve Yargı Soruşturması" adı altında birleştirilmiş durumda...

Bu demektir ki Sayın Şengün bir "tenzip" kararıyla her an "şüpheli" sıfatına büründürülüp soruşturma kapsamında ifadeye çağrılabilir..

Belki de tutuklanabilir...

Biz bunları -yani insanların soruşturmaların içine nasıl çekilip nasıl sanık haline getirileceklerini, soruşturmaların birbirine nasıl bağlanıp ana davalar oluşturmak suretiyle devasa yargılamalar ve tutuklamalar başlatılabileceğini- nereden mi öğreniyoruz?

Köksal Şengün'ün başkanlığını yaptığı mahkemenin dört yıllık icraatlarından...

Bizzat Köksal Bey'in katkılarıyla vücut bulan uygulamalardan...

Unutulmasın,

"Bana bir şey olmaz" diyen,

"Ne alakam var canım" diyen,

"İktidarda etkili dostlarım var" diyen,

"Üç-beş albay, teğmen verirsem işbirliğine açık olduğumu görürler; böylece bana dokunmazlar" diyen,

"Ergenekon örgütünün varlığını ilk ben yazdım" diyen,

"Bu davayı Türkiye'nin karanlık geçmişiyle hesaplaşması olarak görüyorum, bu nedenle yetmez ama evet diyorum" diyen

kim varsa...

Bu gidişle hepsine sıra gelecek...

Bir gün cezaevinden yazdıkları mektuplarla "suçsuz" olduklarını anlatmaya çalışacaklar.

Belki de bu davanın en "şanslıları" ilk "dalgalarda" tutuklananlar olacak..

Çünkü tutuklu profili büyüdükçe toplumun kanıksaması da büyüyor ve dava yüzlerce yıl içinden çıkılmayacak bir boyuta bürünüyor.

Namusu olan herkes, gerçekleri korkmadan açıklamalıdır..

Kaynak: Açık İstihbarat

"Gülen İP'ye 5 milyon dolar verecekti"

13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen birinci 'Ergenekon' davasının son duruşmasında, tutuklu sanıklardan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek söz aldı.

29 Temmuz 2011
Anadolu Haber

Tanık Kemalettin Gülen'in, davanın tutuklu sanıklarından Alparslan Arslan'ın İşçi Partili olduğu yönündeki açıklamaları üzerine konuşma kararı aldığını söyleyen Perinçek, bazı iddialarda bulundu:

"28 Şubat arifesinde Fethullah Gülen benimle buluşmak istedi ama kabul etmedim. Daha sonra gelen bir telefon, görüşmenin seçim çalışmalarında kullanılmak üzere 5 milyon dolardan başlayacağını söyledi..."

Perinçek, Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesindeki salonda görülen duruşmada, 1996 yılında bir vakıf adına geldiklerini söyleyen 12 kişilik heyetle İşçi Partisi İstanbul İl Merkezi'nde görüştüğünü, bu kişilerin kendisine Fethullah Gülen'in selam ve saygılarını getirdiklerini söylediklerini aktardı.

Perinçek, heyetin kendisine, ''Fethullah Gülen'in görüşmek istediğini, ama ne Gülen'in buraya geleceğini ne de kendisinin Fethullah Gülen'e gideceğini bildikleri için bir otelde buluşulacağını, basına fotoğraf çektirilerek barış ve uzlaşma mesajı verileceğini'' söylediğini savunarak, ''Ben bu görüşmenin anlamlı olmayacağını bildiğim için reddettim'' iddiasında bulundu.

"5 MİLYON DOLARDAN BAŞLAYACAK"
Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin, bu teklifi yapanın kim olduğunu sorması üzerine Perinçek, o zaman Gülen cemaatinin ikinci adamı olan Latif Erdoğan ve beraberindekiler olduğunu söyledi.

Bu görüşmeden iki gün sonra da Samanyolu televizyonunun ileri gelenlerinden birinin kendisini aradığını öne süren Perinçek, bu kişinin telefonda, ''Neden böyle bir görüşmeyi reddettiğini sorduğunu, bu görüşmenin 5 milyon dolardan başlayacağını ve İşçi Partisi'nin seçim çalışması için çok faydalı olacağını'' söylediğini iddia etti.

Tanık Kemalettin Gülen'in, Alparslan Arslan'ın İşçi Partili olduğunu söylediğini hatırlatan Perinçek, ''Ne Alparslan Arslan İşçi Partili herhangi birini aramıştır ne de partinin kapısına gelmiştir, ancak Fethullah Gülen benimle görüşmek istemiştir'' dedi.

"İDDİA ÜZERİNE KONUŞTUM"
Perinçek, aslında hiç konuşmayacağını, ancak Arslan'ın İşçi Partili olduğu söylenince, zapta geçmesi için konuştuğunu belirterek, ''2008'de, Fethullah Gülen cemaatinin her yıl düzenlediği Türkçe Olimpiyatları'nın ödül töreninde bir konuşma yapmam için teklif geldi. 'Bakanlar da gelecek, sizi protokolde oturtacağız. Bakanlar sizin arkanızda oturacak' dediler. Bunu da kabul etmedim'' şeklinde konuştu.

PERİNÇEK'İN AVUKATI CENGİZ
Perinçek'in avukatı Mehmet Cengiz de tanık Kemalettin Gülen'e, Alparslan Arslan'ın birkaç kez İşçi Partisi üyesi olduğunu söylediğini hatırlatarak, ''Alparslan Arslan İşçi Partisi'nin hangi il ve ilçe teşkilatı üyesiymiş?'' sorusunu yöneltti. Gülen de ''Kendisinde Ulusal Haber basın kartı bulundu. Evinde çok sayıda Aydınlık dergisi bulundu'' yanıtını verdi.

Avukat Cengiz de söz konusu kartın Ulusal Kanal'la uzaktan yakından alakası olmadığının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından saptandığını söyledi.

Mahkeme Heyeti, Aras'ın beyanının alınmasının ardından duruşmayı 4 Ağustos Perşembe gününe erteledi.

'Büyükanıt ve Başbuğ' onayı
02 Ağustos 2011

Çiçek, İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın ortaya çıkması sonrasında yapılan delil karatma ve evrakları yok etme işlemlerini doğruladı.
Millete ve siyasete komplo davasının tutuklu sanığı Albay Dursun Çiçek'in avukat kızı İrem Çiçek, babasının İnternet Andıcı soruşturması kapsamında verdiği itiraflarla dolu ifadeyi açıkladı.

İrem Çiçek, babasına ait 13 sayfalık savcılık ifadesini dursuncicek.wordpress.com adlı blog sitesinde yayımladı. Hükümet aleyhine kara propaganda amacıyla Genelkurmay bünyesinde oluşturulan 42 internet sitesi ile ilgili 22 sanıklı iddianamede Dursun Çiçek'in itiraflarının bir kısmı da yer almıştı. Çiçek'in savcı Cihan Kansız'a verdiği ifadenin tam metni, iddianamede olmayan itirafları da gün yüzüne çıkardı.

GEÇİCİ GÖREVDEYDİM

Çiçek, İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın ortaya çıkması sonrasında yapılan delil karatma ve evrakları yok etme işlemleri ile ilgili de konuştu. Çiçek, delillerin yok edildiği iddialarını doğrulayarak, "Bu işlemler yapıldığında ben geçici görevle ayrılmıştım. Komutanların kendi insiyatiflerinde böyle bir karar aldıklarını değerlendiriyorum. Bu bilgilerin silinmemesi yönündeki beyanlara da katılıyorum. Hiçbir suç unsuru olmamasına rağmen bu konuda şüphe yaratılmıştır" dedi.

İÇERİKLER GENELKURMAY'DA

Dursun Çiçek, 08.06.2011 tarihli ifadesinde kara propaganda amacıyla kurulan sitelere giren haberlerin içerik denetiminin bizzat sıralı amirler tarafından yapılması gerektiğini söyledi. Kızının 'İsim vermedi' diyerek savunduğu Çiçek, ifadesinde sitelerle ilgili emir komuta sistemiyle komutanlara bilgi arz edildiğini kaydetti. Çiçek, haberle ilgili tereddütte sivil memur, proje subayı şube müdürü, bilgi destek daire başkanı, 2. Başkan hatta Genelkurmay Başkanına kadar silsile yoluyla haber içeriklerinin aktarıldığını anlattı.

SIRALI AMİRLERİM DE SUÇLU

Çiçek dönemin komutanlarının adının 'hatırlamıyorum' diyerek vermek istemedi. Fakat "2004-2007 arasından görev yapanlar kurumdan istenebilir" diyerek adres gösterdi. Çiçek, "Sitelerin sorumluları kimler" kimler olduğu şeklindeki soruya "Bu konuda üstlerimizin bilgi sahibi olmaması hayatın olağan akışına aykırı" diyerek üstlerini işaret etti. Çiçek "Benim bu konuda suçum neyse sıralı amirlerimin de suçu odur" dedi.

AST OLARAK YETKİM YOK

Çiçek, 'İnternet Andıcı' davasının sanıkları arasında bulunan Korg. Mehmet Eröz'ün 'sitelerin içerikleri ile ilgili bilmediği olumsuzluklar' olduğu şeklindeki ifadesine şu karşılığı verdi: "Sitelerin içerikleri ile ilgili üstlerimizin bilgisi vardır. Günlük rapor edilir. Eğer Mehmet Eröz ifadesinde kendi bilmediği olumsuzluklar olarak beyanda bulunmuş ise niçin bu olumsuzluğu tespit edip düzeltilmesi konusunda talimat vermemiştir?" Çiçek, ast olarak site içerikleri ile ilgili yetkili olmadıklarını sözlerine ekledi. Çiçek, sitelerin 1999'dan itibaren devlet çapında alınan kararlar doğrultusunda açılıp işletildiğini ileri sürdü. Çiçek'e, hakkında yakalama kararı çıkartılan Genelkurmay Adli Müşaviri Tüm. Hıfzı Çubuklu'nun 'bir şeylerden çekinildiği için sitelerin kapatılmış olabileceği' şeklindeki ifadesi hatırlatıldı. Bunun üzerine Çiçek, "Hıfzı Çubuklu daha yetkili bir makamdadır. Neden çekinildiğini benden daha iyi bilir, bunu açıklaması gerekir" diye konuştu.

Başbakanlık: Siteler için izin verilmedi

Hükümet aleyhine kara propaganda amacıyla kurulduğu ve Genelkurmay tarafından işletildiği belirtilen internet siteleriyle ilgili Başbakanlık'ın savcılığa gönderdiği yazıda, Genelkurmay'ın kendilerine ilettiği notlar üzerinde yapılan değerlendirme sonucu konuyla ilgili internet sitesi kurmalarına izin ve görev verilmediği kaydedildi. Sitelerin ortaya çıkması üzerine Genelkurmay sitelerin, Başbakanlık'ın direktifi ile kurulduğunu belirtmişti.

TSK: O yaptı

'İnternet andıcı' soruşturması Genelkurmay Başkanlığı'yla Ergenekon davasında tutuklu Albay Dursun Çiçek'i karşı karşıya getirmişti. Özel yetkili savcılığın sorusu üzerine Genelkurmay Başkanlığı 13 sayfalık raporla birlikte gönderdiği yanıtında 'kara propaganda yapan' internet sitelerini, Dursun Çiçek'in yaptığını bildirdi. 'Kara propaganda' yapan 42 internet sitesi hakkında bilgileri içeren raporda Genelkurmay Başkanlığı, söz konusu sitelerin her birinin o görevde bulunan kişilerin sorumluluğunda olduğunu belirtti. Raporda ayrıca 42 internet sitesinin amacı dışında kullanılması durumunda sorumluluğun bu siteyi kullananlara ait olduğu ifade edildi. Genelkurmay'ın raporunda 'sorumlu' diye sözünü ettiği kişilerin başında Albay Çiçek geliyor. Çünkü Çiçek, 'internet andıcı'nın hazırlandığı dönemde Bilgi Destek Daire Başkanı'ydı. Genelkurmay'ın raporu üzerine Savcı Kansız, Çiçek'i cezaevinden çağırarak, Genelkurmay'ın gönderdiği bilgileri sordu. Çiçek, Genelkurmay'ın açıklamasını kabul etmeyerek, her işin emir komuta zinciri dahilinde yapıldığını söyledi.

'Büyükanıt ve Başbuğ' onayı

21'inci duruşması dün yapılan "Islak İmza" davası ile İnternet Andıcı davasına konu olan iki belgenin 5 yılı kapsayan bir planın ürünü olarak hazırlandığı ortaya çıktı. Planın 2007-2012 tarihlerini kapsadığı belirlendi. 22 Temmuz 2007 seçimleri ile 28 Ağustos 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında 26 Eylül 2007 tarihinde Genelkurmay Harekât Başkanlığı tarafından hazırlanan "Bilgi Destek Planı"nın dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ergin Saygun tarafından paraflandığı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından onaylandığı belirtildi. Sabah Gazetesi'nin dünkü haberine göre plan, "Eylem Planı" adıyla Kasım 2008'de güncellenerek Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Hasan Iğsız tarafından paraflandı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un onayı ile uygulamaya kondu.

Yeni Şafak

Ersöz de Konuştu!

10 Ağustos 2011
Ergenekon sanığı emekli Tuğg. Ersöz, mahkemeye verdiği 18 sayfalık dilekçede “Encümen-i Daniş’e katılan ve Fenerbahçe Orduevi’nde oturan komutanlar konuşsun. Bizi kim, neden kurban ediyor” dedi.
Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün “derin kulağı” olduğu iddia edilen emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne18 sayfalık bir dilekçe sunarak “Encümen-i Daniş toplantılarına katılan ve Fenerbahçe’de oturan komutanlar konuşsun. Bizi kim, neden kurban ediyor?” dedi. Tutuklu bulunduğu Silivri Ceza İnfaz Kurumu Semt Polikliniği’nde tedavisi süren Ersöz, “Emir-komuta zincirinin dışına asla çıkmadım” vurgusu yaptıktan sonra, yaptığı tüm telefon ve ortam dinlemelerinin bu zincir kapsamında gerçekleştirildiğini iddia etti.

Aytaç Yalman’ı özel olarak andı

Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Ergenekon mahkemesine gönderdiği dilekçesinde “Özden Örnek günlüklerini açıklasın” dedi. Başta dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı (KKK) emekli Orgeneral Aytaç Yalman olmak üzere Darbe Günlükleri’nde adı geçen komutanları bildiklerini açıklamaya çağıran Levent Ersöz dilekçesinde Fenerbahçe Orduevi’nde ikamet eden emekli komutanlarına şöyle seslendi:

Özden Örnek günlüklerini anlatsın

“Günlükler Özden Örnek’e mi ait, değilse kime ait. Sözde darbe tarihi Aralık 2004 tarihinde ve KKK olmadan darbe yapılamayacağı günlüklerde anlatılıyor. Bu ifadeler kendisine mi ait, Aralık 2004’te kendisi görevine devam eden KKK ve Jandarma Genel Komutanı’nın görev süreleri doluyordu, ben de atamaya tabiydim. Bu çelişki nasıl açıklanabilir. Gerek kendileri, gerek Fenerbahçe’de ve diğer yerlerde ikamet eden komutanlarımız, 2004 yılında J.Gn.K.lığı görevine getirilen kendisine arzda bulunduğum komutanım konuşsun. Ben ve Hasan Atilla Uğur’un üzerinden bir dönemin hesaplaşmasına girilmesin. Bizim haksız yere kurban edilişimize kim göz yumuyor?”

Encümen-i Daniş’e mesaj verdi

Darbe Günlükleri soruşturmasının Ergenekon davasından ayrılmasını eleştiren Levent Ersöz, üyelerinin çoğu emekli komutanlar ve emekli büyükelçilerden oluşan ve Ergenekon soruşturmasıyla gündeme gelen Encümen-i Daniş toplantılarına da dikkat çekti. Ersöz “Dönemin kuvvet komutanları, emekli olduktan sonra faaliyetleri olmadığı şeklindeki bir gerekçeyle tefrik edildiler. Encümen-i Daniş toplantılarına her ay düzenli katılan sivil ve askerler suçlu görülmüyor” dedi.

Darbe planladılar mı konuşsunlar

Darbe Günlükleri’nde ismi geçenlerin ve Encümen-i Daniş toplantılarına katıların suçlanmasına rağmen kendilerinin suçlanmasını eleştiren Ersöz “Bir arkadaşımın daveti üzerine katıldığım, parasını da cebimden ödediğim bir yemekli toplantı için suçlu ilan ediliyorum. Plan yapma, komutanlık adına brifing hazırlama ve takdime ilişkin karargah sorumluluğu İstihbarat Başkanlığı’na ait değildir. Dönemin komutanları böyle bir örgüt var mı, bu örgüt içinde yer aldılar mı, darbe planı yaptılar mı, kendi aralarında bir çalışma grubu kurdular mı? Çıkıp konuşsunlar” dedi.

Hilmi Özkök ve Tansu Çiller’i dinletmişti

Şırnak Jandarma Alay Komutanlığı, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığı, Jandarma İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlerinde bulunan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün, Sarıkız ve Ayışığı darbe teşebbüslerine aktif olarak katılarak istihbarat topladığı, yargı kararı olmadan cep telefonlarını dinlettiği, emekli Oramiral Özden Örnek’in darbe günlüklerinde iddia ediliyor. Emekli Albay Erdal Sarızeybek, emekli Orgeneral Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanlığı döneminde (2002-2004) Ersöz’ü, yasadışı olarak aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve eski Başbakan Tansu Çiller de olan bazı kişilerin telefonlarını dinletmekle suçlamıştı. 6 aydan fazla firari olarak gezen ve Ankara’da bir hastanede yakalanan Ersöz, tutuklandıktan sonra uzun süre hastanelerde kaldı. Adli Tıp raporuyla Silivri Cezaevi’ne gönderilen Ersöz, halen Silivri Cezaevi Semt Polikliği’nde tedavi görüyor.

Ergenekon'un karakutusu Güneydoğu’da görev yaptığı dönemde bölge halkı tarafından ‘Sarı Levent’ olarak anılan, Jandarma İstihbarat’taki görevi ve darbe hazırlıkları sırasında üstlendiği işler nedeniyle de çok önemli bilgi ve belgelere sahip olduğu iddia edilen Levent Ersöz için “Ergenekon’un derin kulağı ve kara kutusu” deniliyor.

Star

İlker Başbuğ'a şok suçlama
31 Temmuz 2011
İnternet andıcı davasının sanıklarının iddianamede yer alan ifadeleri, hazırlanan çalışmanın dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a sunulduğunu ortaya koyuyor.

İfadesi alınan sanıkların tamamı, internet andıcının hazırlandıktan sonra Başbuğ'a sunulduğunu itiraf ediyor. İfadelere göre, andıç çalışması bizzat dönemin İkinci Başkanı emekli Orgeneral Hasan Iğsız tarafından koordine ediliyor.

İnternet andıcıyla ilgili hazırlanan 22 sanıklı iddianamede, 'kara propaganda' yaparak hükümeti yıpratmak ve darbeye zemin hazırlamak için kurulduğu ileri sürülen internet siteleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler yer aldı. Sanık ifadelerine göre, 'andıç' haberinin 4 Şubat 2009'da yayınlanması üzerine siteler hemen kapatıldı ancak kısa bir süre sonra tekrar yayına başladı. Bunun içinGenelkurmay Başkanlığı'ndan 'olur' alındı. Korgeneral Mehmet Eröz, çalışmanın emrini dönemin Genelkurmay başkanının verdiğini itiraf etti. Sanık Yüzbaşı Murat Uslukılıç da, kapatılan sitelerin tekrar açılması için 'internet andıcı'nı Albay Dursun Çiçek'in talimatıyla hazırladığını söyledi. Uslukılıç, Çiçek'in odalarına gelerek "2. Başkan'dan (Hasan Iğsız) 'olur' aldım. Yeni internet siteleri için bir andıç hazırlayalım." dediğini aktardı. Uslukılıç'ın ifadesine göre andıç dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Hasan Iğsız'a sunuldu. Iğsız da 'Komutana arz' notu yazdı. Çalışmayı dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 'a ise Dursun Çiçek arz etti.

İnternet andıcıyla ilgili hazırlanan 22 sanıklı iddianamede, 'kara propaganda' yaparak darbeye zemin hazırlamak için kurulduğu ileri sürülen internet siteleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler yer alıyor. Sanık ifadelerine göre, 'andıç' haberinin 4 Şubat 2009'da yayınlanması üzerine siteler hemen kapatılıyor ancak kısa bir süre sonra tekrar yayına başlıyor. Sitelerin yeniden yayınlanması için ise en tepe olan Genelkurmay Başkanlığı'ndan olur alındığı aktarılıyor. Sanık Yüzbaşı Murat Uslukılıç, kapatılan kara propaganda sitelerinin tekrar açılması için hazırlanan 'internet andıcı'nı Dursun Çiçek'in talimatıyla kendisinin hazırladığını kabul ediyor. Uslukılıç, mart ayının sonuna doğru Albay Dursun Çiçek'in kendi odalarına geldiğini ve "2. Başkan'dan (Hasan Iğsız) 'Olur' aldım. Yeni internet siteleri için bir andıç hazırlayalım." dediğini aktarıyor. Andıcın ana çatısını Dursun Çiçek'in kurduğunu, hazırlayan olarak da kendi imzasının olduğunu belirtiyor. Kendisi imzalamadan önce dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu'nun da andıç hazırlandıktan sonra değişiklikler yaptığını, kanunen uygun olduğuna ilişkin imzayı attığını söylüyor. Uslukılıç'ın ifadesine göre andıç hazırlandıktan sonra dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Hasan Iğsız'a sunuluyor. Iğsız da 'Komutana arz' notu yazıyor. Çalışmayı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a ise Dursun Çiçek arz ediyor.

TALİMAT GENELKURMAY BAŞKANI'NDAN

Hıfzı Çubuklu da savcılık ifadesinde, kendisine gösterilen andıcın doğru olduğunu kabul ediyor. Andıçtaki parafın kendisine ait olduğunu, parafın yanındaki tarihin 16 Şubat 2009'u gösterdiğini, bu belgenin 1 Nisan 2009'da da İkinci Başkan parafıyla Genelkurmay Başkanı'na arz olunduğunu anlatıyor. Andıcın hazırlanma sürecinin 'hukuki' olduğunu savunuyor. Tümgeneral Mustafa Bakıcı da ifadesinde, 4 site kurulmasıyla ilgili andıç hazırlandığını ve bu sitelerin kurulduğunu ancak işletime geçmediğini, siteler kurulduktan sonra hazırlık yapıldığını savunuyor.

Korgeneral Mehmet Eröz ise 'internet andıcı' olarak yer alan çalışmanın emrini Genelkurmay Baş- kanı'ndan aldıklarını itiraf ediyor. Fakat bu andıçla karar aldıkları 4 internet sitesini faaliyete geçirmediklerini söylüyor. 14 Nisan 2009 tarihinde internet andıcına onay alırken yaptıkları incelemede, bu sitelerin hayali isimlere kayıtlı olduğunu fark ettiklerini, yasaya aykırı olduğunu görüp kurmayı planladıkları 4 siteye şube müdürlerinin gerçek isimleri ile kaydolmasını öngördüklerini aktarıyor.

İsmail Hakkı Pekin de andıçtaki imzasını kabul ediyor. Hasan Iğsız ve Mehmet Eröz ile birlikte oturduğu sırada eski sitelerin kapatılacağı, yerine yeni sitelerin açılacağı yönünde bir konuşma yapıldığını anlatıyor. 430 sitenin takibi sırasında elde edilen bilgilerin resmi olarak kendisine gönderildiğini dile getiriyor. Sanık sivil memur Mehmet Bülent Sarıkahya ise Dursun Çiçek'in Nisan 2009'da veya öncesinde Hasan Iğsız'dan onay aldığını ve tekrar bu sitelerin faaliyete geçirilmesini sağladığını belirtiyor. Andıcın da bu konu ile ilgili bir emir olduğunu, Nisan 2009'dan sonra bu emrin onaylandığını ve yeniden sitelerden hizmet vermeye başladıklarını söylüyor.

Ergenekon'un psikolojik harekâtı deşifre oldu

'Kara propaganda' için kurulduğu ileri sürülen internet siteleriyle ilgili hazırlanan iddianamede,Ergenekon terör örgütünün millete ve devlete yönelik halihazırda uyguladığı veya uygulamayı planladığı psikolojik harekat faaliyetlerinin ciddi boyutlarda olduğunun ortaya çıktığı kaydedildi. Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız tarafından hazırlanan iddianamede, Ergenekon'un faaliyetlerini hayata geçirirken, kaos ve kargaşa ortamı oluşturarak gerek duyduğu zemini oluşturma yöntemini kullandığı belirtildi. İddianamede, şöyle denildi: "Haklarında örgüt liderliği ya da üyeliği suçlamaları ile kamu davası açılmış bulunan şüphelilerden TSK'ya ait psikolojik harekat belgelerinin elde edilmesi, Ergenekon terör örgütünün temel stratejilerini belirleyen örgütsel dokümanlarda psikolojik harekat ve propagandanın örgüt tarafından kullanıldığının belirtilmesi, son olarak yine örgütsel niteliği haiz İrticayla Mücadele Eylem Planı'nda kara propaganda ve bunun medya vasıtasıyla etkisinin artırılması stratejisinin vurgulanması bir bütün olarak incelendiğinde, örgütün millete ve devlete yönelik halihazırda uyguladığı veya uygulamayı planladığı psikolojik harekat faaliyetlerinin ciddi boyutlarda olduğu ortaya çıkmaktadır.''
sonsayfa

Ergenekon 14 Yıl Önce İhbar Edilmiş
14 Ağustos 2011
TBMM Susurluk Komisyonu’na gönderilen raporda Ergenekon adında gladyo tipi bir örgütün olduğu ve birçok cinayet işlediği anlatılmış.
2. Ergenekon davasının cuma günü yapılan son duruşmasında savcı Mehmet Ali Pekgüzel, varlığı tartışma konusu yapılmak istenen Ergeneton Terör Örgütü hakkındaki bilgilerin yeni olmadığını, 1. Ergenekon davası sanığı Ümit Oğuztan’ın 14 yıl önce Ergenekon adını vererek örgütü TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’na rapor ettiğini ancak araştırılmadığını söyledi. Savcı Pekgüzel’in sözünü ettiği ihbar “telefaks” olarak 10 Mart 1997 tarihinde “Dikkat bu bir ihbar değildir. Bir gerçeğin tespitidir” uyarısıyla Komisyona gönderilmiş.

Bu örgütlenmenin adı: Ergenekon

Susurluk Komisyonu’na gönderilen Ümit Oğuztan imzalı 9 sayfalık raporda aynen şuyle deniliyor: “Belli ki; bu gerçeğin ortaya çıkması Türkiye’de çıkar çevrelerinin oluşturduğu ve içinde siyasal otoritenin de yer aldığı, yurtiçinde mafya yurtdışında CIA bağlantıları bulunan ve çok büyük paraların şahsi çıkarlara kanalize edildiği bir örgütlenme vardır. Bu örgütlenmenin adı: ERGENEKON’dur. Bazı Avrupa ülkelerinde GLADYO olarak adlandırılan örgütlenmenin uzantısı olduğu da, gelişmelerle sabit hale gelmiştir.”

Eşref Bitlis, Mumcu Ergenekon işi

Bu tespitin ardından örgütün faaliyetleri 6 sayfada anlatılıyor. Türkiye’de siyasal cinayetlerin ve siyasal faili meçhul cinayetlerin basit bir mafya hesaplaşması gibi görünse de özünde böyle olmadığının anlatıldığı raporda, cinayetlerin arkasında siyasal otoriteyi de içeren çıkar çevrelerinin olduğu tespiti yapılıyor. Ardından 5 Şubat 1992 - 6 Kasım 1996 tarihleri arasındaki bazı gelişmeler hakkında bilgiler veriliyor. Ergenekon yapılanmasının anlatıldığı raporda faaliyetler arasında şu cinayetler sıralanıyor: Uğur Mumcu, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, emekli Binbaşı Cem Ersever, Kürt işadamı Behçet Cantürk, Avukat Yusuf Ekinci, Liceli Fevzi Aslan, Savaş Buldan, Hacı Karay, İranlı Aksar Smitko ve Lazım Esmaeli, Tarık Ümit olayı, Ömer Lütfü Topal, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yard. Namık Erdoğan.

Çarkın yıllar sonra itiraf etti

1997 tarihli raporda, Susurluk sanığı Ayhan Çarkın’ın geçtiğimiz aylarda savcıya itiraf ettiği ve bazı özel harekatçıların tutuklandığı soruşturmaya konu olan Namık Erdoğan ve Yusuf Ekinci cinayetleri ile ilgili bilgilerin yer alması dikkat çekti. Raporda Çarkın’a verildiği belirtilen bir Mercedes arabanın akıbetinin de araştırılması isteniyor. Yine 1994’teki Söylemezler-Bucak çatışmasına Mehmet Ağar’ın adının karışmasına dikkat çekilirken, Ağar’ın Osman Ayanoğlu cinayeti ile ilgili suçlandığı hatırlatılıyor.

Araştırma yapma TBMM takdiri

Ergenekon davalarının duruşma savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Ergenekon terör örgütünün var olup olmadığını araştırmanın TBMM’nin yetkisinde bulunduğunu ancak 14 yıl önce TBMM’ye Ergenekon’la ilgili ihbar yapılmasına rağmen bir gelişme yaşanmadığını söyledi. 2. Ergenekon davasının Cuma günü yapılan duruşmasında tutuklu sanık CHP Milletvekili Mustafa Balbay, “TBMM bünyesinde kurulacak bir komisyon ile Ergenekon diye bir örgütün var olup olmadığının araştırılmasını, tahliye olması halinde kendisinin de bu çalışmaya katkı vereceğini” söyledi. Balbay’ın bu sözlerine cevap Savcı Mehmet Ali Pekgüzel’den geldi.

“Bu ve birkaç konuda açıklama yapmak istiyorum” diyen Savcı Pekgüzel, Ergenekon örgütü iddialarının yeni olmadığını açıkladı. Savcı Pekgüzel, buna örnek olarak, birinci ‘’Ergenekon’’ davası sanığı Ümit Oğuztan’ın 14 yıl önce ‘Dikkat, bu bir ihbar değildir. Bir gerçeğin tespitidir’ ifadesiyle başlayan ihbarını hatırlatarak, Oğuztan’ın, ‘’Ergenekon’’ adını da verip, bazı Avrupa ülkelerinde ‘’gladyo’’ olarak adlandırılan örgütlenmenin uzantıları hakkında bilgiler verdiğini söyledi.

Pekgüzel, şunları kaydetti: ‘’1996’daki Susurluk kazası sonrasında TBMM bünyesinde oluşturulan komisyona ‘Ergenekon’ örgütü konusunda ihbar gitmiştir. Görüldüğü gibi ‘Ergenekon’ örgütü, bundan 14 yıl önce bir ihbar telefaksı olsa dahi TBMM’nin bilgisi dahilindedir. O zaman yapılamayan araştırmanın bugünkü TBMM’ce yapılıp yapılmayacağı kuşkusuz ki yüce Meclisin takdirlerinde bulunmaktadır.’’

Star

Ergenekon'da yeni dalga: 8 gözaltı
19 Ağustos 2011
Ergenekon soruşturması kapsamında 8 kişi gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesiyle bu kurumlarda çalışan bazı kişilerin evlerinde arama yapan Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 8 kişiyi gözaltına aldı.

Bu kişilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramada el konulan bilgisayar, CD ile çok sayıda dijital malzeme, incelenmek üzere Emniyet Müdürlüğüne götürüldü haber10

Oda TV İddianamesi Kabul Edildi
09 Eylül 2011
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi OdaTV soruşturması kapsamında hazırlanan iddianameyi kabul etti.

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan ve Oda TV olarak bilinen soruşturmaya ilişkin iddianame mahkeme tarafından kabul edildi.
12'si tutuklu 14 şüphelinin yer aldığı iddianamede, Yalçın Küçük terör örgütü yöneticisi olmakla, Nedim Şener ve Ahmet Şık da silahlı terör örgütüne yardım etmekle suçlanıyor.
Oda TV adlı internet sitesine yönelik soruşturmayla ilgili iddianame Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Cihan Kansız tarafından hazırlandı.
Aralarında Yalçın Küçük, Soner Yalçın, Nedim Şener, Hanefi Avcı, Ahmet Şık ve Kaşif Kozinoğlu'nun da bulunduğu 12'si tutuklu 14 sanık hakkındaki iddianame 16. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
134 sayfalık iddianamede, şüphelilerle ilgili silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek ve yaymak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlamaları var.
Yalçın Küçük'e örgüt yöneticiliği suçlamasının yöneltildiği iddianamede gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın terör örgütüne yardım etmek suçlamasıyla 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyor.
İddianamede sanıkların, Yalçın Küçük'ün talimatı ile örgütün internet medyasını oluşturan ODATV'de örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda yönlendirme amaçlı yayın yaptığı ve bu doğrultuda kamuoyunun şekillendirilmeye çalıştığı öne sürülüyor.

Hükümeti yıpratmaya yönelik yapılan yayınlarda PKK terör örgütü ile işbirliğine gidildiği ileri sürülüyor.
Gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın ise "Haliçte yaşayan Simonlar" ile "İmamın Ordusu" isimli kitapları örgütün faaliyetleri doğrultusunda yazdığı öne sürülüyor.
Amacın ise Ergenekon ile soruşturmayı yürüten devlet kurumlarının yıpratılması ve Ergenekon davası sürecini etkilemek ve yönlendirmek olduğu iddia ediliyor.
TRT

Baykal: Memnunum, Komplo Ortaya Çıkıyor
14 Eylül 2011
CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, kurmaylarına Oda TV iddianamesini yorumladı.

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilen Oda TV iddianamesi, eski CHP lideri Deniz Baykal'a kurulan komployu da deşifre etti.

İddianamede CHP'nin gayri resmi yayın organı olan Halk TV'yi satmaya yanaşmaması üzerine Oda TV adlı internet sitesinin sahibi Soner Yalçın'ın, İklim Bayraktar vasıtasıyla Baykal'a şantaj yapmayı planladığı ileri sürülüyor.

Edinilen bilgilere göre Baykal da, yakın çevresine 'süreçten duyduğu memnuniyeti' dile getirdi: "Komplo yavaş yavaş açığa çıkıyor. Ancak buzdağının görünmeyen kısmının da üzerine gidilmesi gerekir. Sadece bir yönden bakılırsa yanlış olur."

İddianamede Soner Yalçın'ın şantaj için gönderdiği ileri sürülen İklim Ayfer Kaleli (Bayraktar), tuzağın uygulayıcısı olmakla suçlanıyor. "Mağdur olduğunu ve Baykal'ın kendisini taciz ettiğini" iddia eden Kaleli'nin sanık olarak iddianameye girmesi, kurmayları tarafından "Baykal'a kurulan tuzağın delili" olarak görülüyor. Alınan bilgilere göre Deniz Baykal da gelişmeyi olumlu buldu.

Eski CHP lideri, yakın çevresine yaptığı değerlendirmede olayın iddianameye girmesini ve dava sürecinin başlamasını "Süreçten memnunum." sözleriyle değerlendirdi. İklim Bayraktar'ı kastederek komploya sadece bir yönden bakılmamasını ve arka plandakilerin de ortaya çıkarılmasını istedi.
TRT

Cihaner'i Ergenekon mu Vekil Yaptı?
14 Eylül 2011

Odatv iddianamesine giren yasal dinleme kayıtları, CHP’nin Ergenekon sanığı İlhan Cihaner’i ETÖ baskısı ile milletvekili adayı yaptığını ortaya koyuyor.
20 Ocak 2011 tarihli ses kaydında, Soner Yalçın ile A.A. isimli bir şahıs arasında, Cihaner’in vekil yapılması için bir konuşma geçiyor. Ardından Odatv’de, “Cihaner simgedir, vekil yapılmalıdır” şeklinde bir yayın yapılıyor. Bu yayından 4 saat 32 dakika sonra ise, daha önce vekil adayı yapılmayan Cihaner, Kılıçdaroğlu tarafından apar-topar Denizli 2. sırada aday gösteriliyor.

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan Odatv iddianamesi, CHP’de oynanan oyunları deşifre etti. Savcı Cihan Kansız tarafından hazırlanan ve mahkeme tarafından kabul edilen 134 sayfalık iddianame, İlhan Cihaner’in milletvekili olarak Meclis’e taşınmasının perde arkasını da araladı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısıyken, Albay Dursun Çiçek imzalı hükümete komplo planını uygulamaya koymakla suçlanan ve bu yüzden yargılanan Cihaner’in, CHP’den Denizli milletvekili adayı yapılmasının kaynağının Ergenekon olduğu ortaya çıktı.

“CİHANER’İ MİLLETVEKİLİ YAPALIM MI?”

Odatv iddianamesinde yer alan yasal dinleme kayıtları, Cihaner’i Meclis’e taşıyan iradenin ETÖ olduğunu gözler önüne seriyor. İddianamede savcılar, örgüt yöneticisi Yalçın Küçük’ün talimatları doğrultusunda hareket ettiği öne sürülen Soner Yalçın’ın, Ergenekon sanıklarının milletvekili olmaları yönünde faaliyetlerde bulunduğunu kaydediyor. Bu kapsamda 20 Ocak günü saat 15:23’de Soner Yalçın’ın, A.A. adlı kişiyle yaptığı telefon görüşmesine yer veriliyor. Telefonda A.A., Yalçın’a İlhan Cihaner’le görüştüğünü söylüyor. Soner Yalçın, A.A.’ya Cihaner için “Peki bu adam Kılıçdaroğlu başarısız olursa genel başkan olabilecek yetkinlikte biri mi?”, “Milletvekili yapalım mı?” diye soruyor. A.A. isimli şahıs da “Kesin bağımsız falan girmek ya da şeyden girmek ‘CHP tabanından çok ilgi var dedi.’ Ama bence kesin olması lazım” cevabını veriyor. Konuşmanın devamında A.A., Cihaner’in kendisine ‘Ergenekon davasının çok ilginç detaylarını anlattığını’ belirtiyor. Bunun üzerine Soner Yalçın “Çok güzel, süper” diyor.

SONER YALÇIN’IN RAHATLIĞI!

Görüşmede ayrıca A.A., odatv’nin sahibi Soner Yalçın’a ‘suç teşkil eden’ konuşmalarının dinleniyor olabileceği konusundaki kaygısını iletiyor. Yalçın’ın ise rahat konuşmaya devam etmesi dikkat çekiyor.

Savcıların iddianameye koyduğu bu telefon kayıtları, Odatv’nin Kılıçdaroğlu’na mesaj niteliğindeki ültimatom gibi yazısına ve akabinde Cihaner’in listeye alınmasına ışık tutuyor. CHP’nin 11 Nisan’da YSK’ya sunduğu milletvekili aday listesinde Cihaner yer almamıştı. Kılıçdaroğlu, Cihaner’in neden aday yapılmadığı yönündeki sorulara “Parti Meclisi’nin takdiri” cevabını vermişti. 16 Nisan’da Odatv’de yer alan bir yazıda, “İlhan Cihaner simgedir. Cumhuriyet hukukunun simgesidir. Peki CHP, İlhan Cihaner’i niye milletvekili adayı yapmadı? CHP, Cumhuriyet savcısının hangi özelliğini beğenmedi? Bunun açıklamasını yapmak zorundadır” denilerek Kılıçdaroğlu’ndan adeta hesap sorulmuştu. Bu yazıdan 4 saat 32 dakika sonra CHP, sürpriz bir kararla Denizli aday listesinde değişiklik yaparak İlhan Cihaner’i ikinci sıradan listeye koymuştu. Gürsel Tekin, Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla Cihaner’in adaylığını YSK’ya bildirmişti.

KILIÇDAROĞLU’NU ZOR DURUMDA BIRAKACAK BELGELER

Savcıların, ETÖ’nün siyaseti dizayn etme çalışmalarına yer verdiği Odatv iddianamesi, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu zor durumda bırakacak bilgi ve belgelerle dolu. İddianamenin hazırlanmasıyla birlikte Deniz Baykal’a yönelik komplonun kaynağının Ergenekon olduğu ortaya çıkarken, Odatv’de ele geçirilen bilgisayar hard diski içerisinde “Kılıçdaroğlu’na destek zorunlu” ibaresi ile başlayan bir belge de bulunuyor. Ayrıca Yalçın Küçük, iddianamede yer verilen telefon konuşmalarında Kılıçdaroğlu için, “Kemal Bey bizden çok çekiniyor”, “Ergenekon’u benimsedi” ifadelerini kullanıyor. Geçtiğimiz haftalarda yapılan Ergenekon duruşmasına da katılan Yalçın Küçük, seçimler öncesi milletvekili adayı yapılması için Kılıçdaroğlu’na ‘bir yığın isim’ verdiğini iddia etmişti.

Erol Metin/Yeni Akit

Ergenekon Davası'nda 3 Tahliye
30 Eylül 2011
Ergenekon Davası'nda, Osman Gürbüz, Ersin Gönenci ve Mehmet Dalagan'ın tahliyesine karar verildi.

118 sanıklı 2'nci Ergenekon Davası'na Silivri'de devam edildi.
CHP milletvekilleri Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay ile emekli komutanların da sanıkları arasında yer aldığı davada talepler değerlendirildi.
Mahkeme, suç vasfını ve delil durumunu dikkate alarak Ersin Gönenci, Osman Gürbüz ve Mehmet Koral'ın tahliyesini kararlaştırdı.
Milletvekilleri Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay'ın da aralarında bulunduğu diğer 18 tutuklu sanığın tahliye talepleri ise reddedildi.
İkinci Ergenekon Davası'nda, 21'i tutuklu 118 sanık hakkında, ağırlaştırılmış müebbet hapse kadar değişen çeşitli cezalar isteniyor.
TRT

Balyoz Davasında Tartışma
11 Ekim 2011

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, ana dava kapsamında yargılanan tutuksuz sanıkların savunmaları alınıyor.

Tutuksuz yargılanan Selahattin Gözmen, "Balyoz Planı" iddialarını ilk kez televizyonlardan ve gazetelerden duyduğunu söyledi.

Gözmen, "Gözaltına alınan sanıkların cami bombalayacağı iddialarını duyunca televizyon karşısında en ağır küfürleri saydırıyordum. Ancak daha sonra adımın gazetelerde çıktığını gördüm. Tanımadığım kişilerle ismim aynı listede çıkmış, hatta sicil numaram bile yazıyordu" dedi.

"YEMİN EDERİM Kİ SUÇSUZUM"

Gözmen, 2 yıldır maddi ve manevi olarak zarar gördüğünü vurgulayarak, "Ben Şanlıurfa'da görev yapıyorum. Aldığım maaşı, çocuklarımın rızkını otobüs paralarına veriyorum. Ben namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki suçsuzum" şeklinde konuştu.

"Balyoz" iddialarını basından duyduğunu ifade eden Gözmen'in televizyon haberlerinde "Ergenekon" soruşturmalarında çıkan bombaları gördüğünde inandığını belirtmesi üzerine söz alan birinci "Ergenekon" davasında da tutuklu olarak yargılanan emekli Albay Mehmet Fikri Karadağ, "Siz Ergenekon örgütü hakkında ne biliyorsunuz. Bilmediğiniz konular hakkında konuşmayın. Bu davada bir iftira varsa orada bin misli var. 4 yıldır hiçbir şeyi kanıtlayamıyorlar" dedi.

Sözlerinin yanlış anlaşıldığını, "Ergenekon" dosyalarındaki olayların gerçek olduğunu söylemediğini ifade eden Gözmen, "Dışarıdan başka görünüyor onu demek istiyorum. Burada herkesin suçsuz olduğuna inanıyorum. Bu kadar albayı, komutanı boşuna tutuklamazlar diyordum, ama ben de suçsuz olduğum halde buradayım" dedi.

Karadağ da, "İşte Allah hemen başına vermiş. Su-i zan etmek günahtır. Kur'an 'Size bir fasık haber getirdiğinde onu iyice araştırın' diyor. Burada iftiralar var. Bir gün duruşmayı izledin mi? Yandaş basın ne yazmışsa kabul etmişsin" diye konuştu.

Gözmen de "Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz" dedi. Karadağ da, "Biz mahkeme heyetini görünce 'tamam' dedik. Ali ile Ömer'in olduğu yerde adaletsizlik olmaz. Bir de yanlarında Murat olunca kurtulduk, diye düşündük. Sonra bir baktık 163 kişi tutuklandı. Günah. Cehennemde yanacaksınız" şeklinde konuştu.

Bu sözler üzerine tebessüm eden Mahkeme Heyeti Başkanı Ömer Diken, Beşiktaş'taki adliyede mahkeme olarak 150 dosyaya baktıklarını ifade ederek, "İşimiz zor bizim. Biz dosyalarımızda, hem bu dünyada hem de öteki dünyada da hesabını veremeyeceğimiz kararların altına imza atmayız" dedi.

"Amirlerimden tenkit aldım. Eşimin başını açtırdım"

Tutuksuz sanıklardan Fikret Coşkun da, savunmasında adını plana yazan kişi ve kişilerden şikayetçi olduğunu söyledi. Çapraz sorgusu sırasında üye hakim Ali Efendi Peksak'ın "Fişlendiğinizden bahsediyorsunuz. Nasıl fişlendiniz?" sorusuna Coşkun, 1997 yılında evlendiğinde eşinin başının kapalı olduğunu belirterek, "Amirlerimden tenkit aldım. Eşimin başını açtırdım. Bunun için söyledim" dedi.
haber1001

OdaTv davasına 'virüs' girmiş!
24/10/2011
OdaTv davasında ODTÜ araştırma görevlilerin hazırladığı raporagöre bir sanığın bilgisayarında bulunan dosyalar virüsle aktarılmış ve zamanları değiştirilmiş

OdaTv Davası’nın tutuklu sanıklarından Gazeteci Müyesser Yıldız’ın bilgisayarında elde edilen ve suça konu olan dosyaların uzman raporlarına göre Yıldız’ın bilgisi dışında yüklendiği ortaya çıktı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin bilgisayar mühendisleri tarafından hazırlanan raporda, delil klasöründe bulunan "Ulusal Medya 2010.doc", "SY.doc", "Hanefi.doc", "Yalçın Hoca.doc" isimli dosyaların, Yıldız’ın bilgisayarına virüs aracılığıyla aktarıldığı ve zamanlarının değiştirildiği bilgisine yer verildi.

Avukat Nebi Doğan, müvekkili Müyesser Yıldız’ın evindeki bilgisayarda ele geçirilen ve iddianamenin delil klasöründe yer alan "Ulusal Medya 2010.doc" , "SY.doc" , "Hanefi.doc" , "Yalçın Hoca.doc" isimli dosyalar için uzman görüşü aldı. ODTÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Göktürk Üçoluk ve Araştırma Görevlisi Gökdeniz Karadağ tarafından hazırlanan rapora ANKA ulaştı. Mahkemeye sunulacak raporda uzmanlar, "Yakalama ev arama ve el koyla tutanağında" 72. maddede belirtilen MD5 değeri olan diske ait olduğu belirtilen disk imajını Accessdata firması tarafından üretilen ve Adalet Bakanlığı’nca da adli bilişim incelemesinde kullanılması için önerilen FTK Imager yazılımıyla incelemesini gerçekleştirdi.

Hard diskteki dosyaların kriptolama yapılarak koruma altına alınmadığının belirtildiği raporda, "İmaj alan cihazın yazılımında veya donanımında yapılan değişiklikler sayesinde imaj alınmasında kullanılan cihazın imaj alma işlemi öncesi veya sırasında, almakta olduğu imaja dosya eklemesi yapması mümkündür. Böylece imajın MD5 değeri alındığında imaja aslında çoktan dosya eklenmiş olması sağlanabilir. Bunun yanında, imaj alınırken orijinal kaynağın da uygun biçimde değiştirilmesi mümkündür" denildi.

-DOSYALAR UZMAN KİŞİLER TARAFINDAN DEĞİŞTİRİLMİŞ-
İmaj alma cihazının herhangi bir sertifikasyon sürecinden geçtiğine dair bir bilginin, ürünün web sayfasında bulunmadığına dikkat çekilen raporda, uzmanlar delil klasöründe yer alan dosyaların tarihlerine ilişkin ilginç değerlendirmelerde bulunuldu: "Dosya sisteminde bulunan oluşturulma, değiştirilme ve erişim tarihleri, çeşitli araçlar kullanılarak değiştirilebilecek, güvenilir olmayan tarihlerdir. Ancak bu tarihlerde veya dosyada bir değişiklik yapıldığında, dosya sisteminin kullanıcıya sunulmayan kendi iç kayıtlarındaki bir tabloda dosyayla ilgili kayıtlar güncellenir. Bilgisayarın ilgili dizinindeki yüzlerde dosya arasından sadece bu 4 dosyada, normal dosyalarda olmayan ve dosyalara sadece ortalama bilgisayar kullanıcıların bilemeyeceği yöntemlerle erişildiğinde ‘veya dosyada değişiklik yapıldığında’ oluşabilecek tarih verileri bulunmaktadır. Aynı dosya sisteme sahip bir diskte bir dosya yaratılmış, yaratılan dosyanın bahsedilen tarih kayıtlarına sahip olmadığı görülmüştür."

-KULLANICININ BİLGİSİ VE HABERİ OLMADAN DOSYALAR YÜKLENDİ-

Raporda yer alan bilgiye göre, "Ulusal Medya 2010.doc" isimli dosyanın görünürde oluşturulma tarihi 04 Ekim 2010. İnceleme yapan uzmanlar ise sözkonusu dosyanın MFT kayıt tarihinin (değiştirilme tarihi) OdaTv’ye baskının yapıldığı 14 Şubat 2011 olduğuna dikkat çekti. Raporda yer alan bilgiye göre, "SY.doc" dosyasının görünürde oluşturulma tarihi ise 01 Ağustos 2010. Bu dosya üzerinde yapılan incelemede kaydının yine baskının yapıldığı gün ve saatlerde değiştirildiği ortaya çıktı.

"Hanefi.doc" ve "Yalçın Hoca.doc" isimli dosyaların kayıtlarının değiştirilme tarihleri ise yeni OdaTv’ye polis tarafından baskının yapıldığı gün. Raporda, bu değişimin kullanıcının bilgisi dışında ve bilgisayar konusunda özel bilgiye sahip olan uzmanlar tarafından yapılabileceğine dikkat çekilerek şu değerlendirmeye yer verildi:

"Bu dosyaların hepsinin tarihinin değiştirilmiş olması, ‘Ulusal Medya 2010.doc’ dışındakilerin tarih değişikliğinden önceki tarihlerin saniyeler mertebesinde yakın olması, ‘SY.doc’ dışındakilerin tarihlerinin değiştirildiği zamanın dakikalar mertebesinde birbirine yakın olması, bu dosyaların normal bilgisayar kullanımı dışında (kullanıcının bilgisi ve haberi olmadan) kalan bir süreç aracılığıyla imajı incelenen diske yerleştirildiğini ve tarihlerinin sonradan değiştirildiğini göstermektedir. Diğer taraftan normal bir bilgisayar kullanıcı bu tür değişiklikleri yapacak bilgisel donanıma sahip olamaz. Bu tip değişiklikleri yapabilmek için uzman seviyesinde bilgisayar ve işletme sistemi bilgisine sahip olmak gerekir."

-CHP ADI KULLANILARAK GÖNDERİLEN MAİLLER VİRÜS ÇIKTI-

Dijital belgelerin kimin tarafından oluşturulduğunun kesin olarak tespit etmenin mümkün olmadığına dikkat çekilen raporda, "Bilgisayar ‘uzaktan yardım bağlantıların ve uzaktan denetime’ izin verilecek şekilde ayarlanmıştır. Dışarıdan bilgisayara erişebilen kişi ya da kişiler kullanıcı hesabının şifreli olmamasından ötürü bilgisayara uzaktan erişim sağlayabilir ve bilgisayar uzaktan kontrol edebilir" denildi. Uzmanlardan Yıldız’ın mail adreslerinin de incelenmesi istendi. Yıldız’ın mail adresine "CHP TBMM chptbmm@gmail.com" adresinden gelen ‘3.Kayseri Dosyası’ isimli maili inceleyen uzmanlar, ‘Normalde gmail.com uzantılı bir adresten gelen e-postaların, hizmeti sağlayan Google şirketine ait sunucular üzerinden gelmesi beklenir. Ancak bu madde incelenen e-posta (jangomail.com) sunucularından gelmiştir. Bu da e-postanın gmail.com üzerinden gönderilmesi halde gmail.com uzantılı bir adresten geliyormuş gibi gösterilmeye çalışıldığına işaret eder" değerlendirmesinde bulundu. Yine aynı adresten gelen Kayseri2 isimli dosyanın ise virüs olduğu tespitine yer verilen raporda, "chptbmm@gmail.com" adresinden gelen diğer maillerin de incelendiği, bunların Google firması tarafından gönderildiğinin belirlendiği belirtildi. Virüslü dosyaların başında "CHP TBMM" isminin büyük harflerle yazıldığı, partiden gönderilen maillerde de küçük harflerin kullanıldığı kaydedildi. Raporda, uzman olmayan bilgisayar kullanıcılarının çoğunun internetten dosya indirmesi işlemini web tarayıcılarla yaptığı, bunları kullanılarak dosya indirildiğinde tarayıcıların, dosyalardaki "Alternate Data Stream" adlı alana dosyanın internetten geldiğini gösteren bilgiler bulunduğunu ancak ilgili dosyalarda, yaygın bir web tarayıcısı kullanarak indirildiklerine ilişkin bir bilgi bulunmadığı belirtildi. Raporda, Yıldız’a gönderilen dosyanın ya internetten indirilmediği ya internetten indirilip sonra ilgili bilginin silindiğini ya da bilinen web tarayıcıları dışında bir yöntemle indirildiği vurgulandı.

-4 DOSYA BİLGİSAYARA VİRÜS TARAFINDAN AKTARILDI -

Raporun son kısmında ise şu değerlendirme yapıldı:
"Anılan disk imajındaki dosyaların bilgisayarda oluşturulup oluşturulmadığını ya da hangi yollarla (e-posta, USB, DİSK, CD, DVD) o bilgisayara aktarıldığına ilişkin iddianamedeki gibi kesin bir yargıya ulaşmak olanaksızdır. Bundan öte dosyalardaki zaman izlerine ilişkin teknik verilen ışığında oluşan uzman kanaati, dört dosyanın bilgisayara virüs tarafından aktarıldığı ve zamanlarının değiştirildiği yönündedir."
Avukat Nebi Doğan ise Yıldız’ın soruşturmanın tüm safhasında iddianamede delil klasörü içinde bulunan "word dosyalarının" kendi bilgisayarına nasıl girdiği konusunda hiçbir fikri olmadığını, bu dosyaları ilk defa bu soruşturma sebebiyle öğrendiğini, bu dosyaların bilgisayarına kendi bilgisi dışında başkaları tarafından yüklenmiş olabileceğini beyan ettiğini anımsatarak, raporda yer alan bilgiler nedeniyle müvekkilinin tahliyesini isteyeceklerini belirtti.
Radikal

Ergenekon’un başından Hakkari’ye atandı
06.11.2011

Türkiye’nin gündemini sarsan Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi soruşturmaların başındaki isim olan İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Tufan Ergüder, Hakkari İl Emniyet Müdürlüğü’ne atandı.

İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanarak Başbakanlığa gönderilen İl Emniyet Müdürleri Kararnamesi’nin, önceki gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalandığı ve bayramdan sonraki ilk mesai günü olan Çarşamba Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe gireceği belirtildi.

Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi önemli soruşturmaların başındaki isim İstanbul Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Tufan Ergüder, terfi ederek 1. sınıf Emniyet Müdürü olup bu görevini sürdürmüştü. Kararnameyle, Tufan Ergüder’in Hakkari İl Emniyet Müdürlüğü’ne atandığı öğrenildi. 1.sınıfa terfi eden Narkotik ve Mali Şube Müdürlüğü’nden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Likoğlu Şanlıurfa İl Emniyet Müdürü, Güvenlik Şube Müdürlüğü’nden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Altınok Bartın İl Emniyet Müdürü olarak görevlendirildi.
Sabah

Kaşif Kozinoğlu cezaevinde öldü!
13 Kasım 2011

ODA TV soruşturması kapsamında tutuklanan MİT'çi Kaşif Kozinoğlu cezaevinde yaşamını yitirdi. İlk incelemelerde ölüm sebebi olarak kalp krizi gözüken Kozinoğlu için savcı otopsi kararı verdi.

Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Oda TV sanıklarından MİT personeli Kaşif Kozinoğlu'nun dün akşam saatlerinde yaşamını yitirdiği öğrenildi.

Tutuklu bulunduğu koğuşta Kozinoğlu, gündüz saatlerinde rahatsızlığı nedeniyle Silivri Devlet Hastanesi'ne sevkedildi. Hastaneden gönderilen Kozinoğlu'nun daha sonra cezaevinde kalp krizi geçirdiği belirtildi.

Kozinoğlu'nun ölüm nedeni olarak kalp krizi olarak değerlendirilirken olaya el koyan Cumhuriyet Savcılığının otopsi yapılması talimatı verdiği bildirildi. Bugün yapılacak otopsinin ardından cenazenin defnedilmek üzere ailesini teslim edileceği öğrenildi.
haber10

Ergenekon'da tahliye
22 Kasım 2011

İkinci Ergenekon Davası'nın tutuklu sanığı Üsteğmen Taylan Özgür Kırmızı tahliye edildi.

18'i tutuklu 118 sanığın yargılandığı ikinci Ergenekon davasının 144. duruşması sona erdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi avukatların sözlü ve yazılı taleplerine ilişkin ara kararını duruşmaya verdiği yaklaşık 5 saatlik aranın ardından açıkladı. Mahkeme dosya kapsamı, delil durumu ve yattığı süreyi dikkate alarak yaklaşık 3 yıldır tutuklu olarak yargılanan üsteğmen Taylan Özgür Kırmızı'nın tahliyesine karar verdi. Mahkeme sanık Kırmızı hakkında yurtdışına çıkış yasağı da koydu. İkinci Ergenekon Davası'nda tutuklu yargılanan sanık sayısı 17'ye düştü. CHP İzmir Millletvekili Mustafa Balbay ve Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal'ında aralarında bulunduğu 17 sanığın tutukluluk halinin devamını kararlaştıran mahkeme heyeti duruşmayı 5 Ocak 2012 tarihine erteledi.
Milliyet



Oda TV davası, İstanbul Çağla
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 27, 2012 8:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 23, 2011 9:57 pm    Mesaj konusu: HÜSEYİN GÜLERCE’YE VE OKURLARINA SORULAR Alıntıyla Cevap Gönder

HÜSEYİN GÜLERCE’YE VE OKURLARINA SORULAR
EREN EĞİLMEZ
twitter.com/erenegilmez
23 Aralık 2011



Ergenekon davası ve sanıklarıyla ilgili görüşlerimi paylaştığım yazıları okumamış olanların bu yazıyı okuduktan sonra ne tür tepkiler vereceğini ve ne tür sorular soracaklarını şimdiden kestirebiliyorum. Onların soru sorma benim de o soruları yanıtlama hakkım saklı kalmak koşuluyla asıl üzerinde durmak istediğim konuya hemen giriyorum.

Hüseyin Gülerce Zaman gazetesindeki köşesinden bir kaygısını dile getiriyor. Yazısının başlığı şu; “Ergenekon davalarının üstü örtülebilir mi?”

Gülerce yazısında şöyle diyor:

“İtalya'da açığa çıkarılan ve bizdeki Ergenekon'un karşılığı olan Gladyo'nun beynini; P-2 Mason locası üyeleri, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yapan insanlar, milletvekilleri, yüksek yargıçlar, büyük işadamları, generaller ve medya mensuplarının oluşturduğu görülmüştür. Bu açıdan, devam eden Ergenekon davalarını küçümsemek, "bu kadar yeter, bir yerde durmak lazım" demek, vesayetin oyununa gelmektir.”

Yani Gülerce İtalya’nın Türkiye için de bir şablon olduğunu söylüyor.

Peki, nelerden bahsetmiyor sayın Gülerce?

İtalya’da Gladyo soruşturmasının kısa zamanda üstünün örtüldüğünden bahsetmiyor.

Bu yapının önemli bir ismi olduğu iddia edilen ve başbakan Erdoğan ile de samimiyeti hâlâ hafızalarda olan Berlusconi’nin sürecin sonunda İtalya’nın lideri olduğundan da bahsetmiyor.
Nedense İtalya’daki Galdyo şablonunda din adamlarının da yer aldığı ve Vatikan-Gladyo ilişkisi de Gülerce’nin yazısında kendine hiç yer bulamıyor?

Belki de yazar Fethullah Gülen’in kurmaylarıyla gerçekleştirdiği Vatikan ziyaretinden bir kez daha bahsetmek istememiş olabilir. Kim bilir?

Gülerce yazısına “Ergenekon davası, asrın davasıdır” ifadeleriyle devam ediyor.

Bu “asrın davası” sloganlı iletişim kampanyasını uzun süredir izliyoruz.

İçinde bulunduğumuz 100 yılın ilk çeyreğine bile henüz daha 14 yıl var ama bu dava tüm 100 yılın davası olarak adlandırılıyor.

“Asrın davası” tanımı ya muazzam bir öngörü ya da müthiş bir iletişim başarısızlığı… Gerçeğin ne olduğunu anlamak için önümüzde koskoca bir 89 yıl var.

Anlaşılan önümüzdeki 89 yılda olacak hiçbir gelişme, açılacak hiçbir dava Ergenekon davasından daha kapsamlı ve önemli olamayacak. Tabi bu durum “Yetmez ama Evet” diyenler için kötü bir haber, arkadaşların bu yüzyılda görüp görecekleri bu kadarmış demek ki…

Tekrar Gülerce’nin yazısına dönelim.

Yazar neden böyle bir yazı kaleme alma ihtiyacı duyduğunu da şu cümlelerle izah ediyor, aynen aktarıyorum:

“Bir süredir, devam etmekte olan Ergenekon davalarının, yani özü itibarıyla darbe teşebbüsü davalarının, üstünün örtüleceğine dair endişeler dile getiriliyor.

Hatta AK Parti iktidarının bu yönde bir çaba içerisine girdiği bile ileri sürülüyor. Endişelere katılırım ama AK Parti'nin, kendini bitirecek, yaptığı her şeyi berhava edecek bir gayretin sahibi olduğuna inanmam/inanamam..”

Neymiş?

Ergenekon “özü itibarıyla darbe teşebbüsü davaları” imiş… Darbe davaları yok ama darbe teşebbüsü davası var…

“Yapılmış darbeler yargılanamazken olmamışı nasıl yargılanıyor?” sorusu çok sık soruldu ama olası yanıtlar hep kaynadı… Bu sorunun yanıtını da şimdilik bu yazının ilerleyen aşamasına bırakalım.

Yazarın “AK Parti'nin, kendini bitirecek, yaptığı her şeyi berhava edecek bir gayretin sahibi olduğuna inanmam/inanamam..” cümleleri ise yine kendisine ait olan daha önceki “AK Parti olmaz PAK Parti” olur ifadesinin inceltilmiş biçimi... Aba altındaki sopa -farklı ifade şekilleriyle de olsa- her fırsatta ucundan gösteriliyor.
Gülerce yazısının devamında ise taşıdığı kaygıyı tüm boyutlarıyla ifade ediyor. Gülerce şöyle yazıyor:

“Bir konuda herkesin çok dikkatli ve hassas olması gerekiyor. Vesayetin odakları, iç-dış birlikte, suni gündemlerle, darbe teşebbüsü davalarını, kamuoyunun dikkatinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Fransa ile ilişkilerde, son Ermeni tasarısına kilitlenmek bile, bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bunların arkası gelir. AK Parti'nin içiyle oynanır, iktidar içinde çatlak çıkarma senaryoları devreye girer.”

“Bunların arkası gelir. AK Parti'nin içiyle oynanır, iktidar içinde çatlak çıkarma senaryoları devreye girer.” Emre Uslu’nun daha önce yazdığı yazının ana fikri de buydu zaten… AKP’ye cemaat cephesinden uyarılar her cepheden sürüyor. “Safları sıklaştıralım, bölünmeyelim yoksa öcüler yer bizi…”

AKP koalisyonun fikri birlikteliği zayıf olunca geriye ya ortak çıkarları hatırlatmak ya da ortak korkuları hortlatmak kalıyor.

Fakat mesele şu ki; işlerin bir gün kötüye gitmesinden bu koalisyonda en az korkacak olan kişi Erdoğan’ın kendisi…
Neden mi?

Erdoğan’ın ameliyatının yarattığı fırsatı “Erdoğanlı AKP, Erdoğansız AKP” araştırmalarıyla değerlendirenlere bir sorun bakalım elde ettikleri sonuçlar neler?

Gülerce, “Fransa ile ilişkilerde, son Ermeni tasarısına kilitlenmek bile, bu çerçevede değerlendirilmelidir” görüşüyle ise muazzam bir tespitini ve iddiasını okuyucusuyla paylaşıyor.

Gördünüz mü Ergenekon nelere kadirmiş? Türkiye’de Ergenekon davasını gündemden düşürmek için Fransız parlamentosunu bile harekete geçirebilen bir örgütle kaşı karşıyayız demek ki…

Yalnız bu noktada bir sorun var. Zaman gazetesinin Ergenekon davasının en önemli sanıkları arasında gördüğü Doğu Perinçek’in çizgisi ile hükümetin bu süreçteki çizgisinin benzerliği hemen hemen herkesin dikkatini çekti.

Televizyonların gün boyu gerçekleştirdiği canlı yayınlarda sürekli ekrana getirdiği “Fransa’da yaşayan Türkler eylem yapıyor” haberlerindeki kitlenin içinde Talat Paşa Hareketi ne oranda yer aldı onu da Zaman gazetesinin “araştırmacılık” deneyimine bırakalım…

Hükümet ve ona yakın medya Fransa sokaklarındaki protesto eylemlerinden hiç de rahatsız görünmüyordu. Muhtemelen Perinçek de Silivri’den “kendimiz içerdeyiz ama fikrimiz iktidarda” demiş olabilir.

Bu konuda Ersoy Dede’nin Yeni Akit gazetesinde kaleme aldığı “İsviçre dâvâsı önemli” başlıklı yazıya da dileyen bir göz atabilir.
(www.habervaktim.com/yazar/45845/isvicre_d%C3%A2v%C3%A2si_onemli.html)

Gülerce yazısında öyle iddialı cümleler kuruyor ki dünyayı ve Türkiye’yi hiç takip etmemiş insanlar yazarın iddiaları karşısında “şok” olup çarpılabilir bile…

İşte Gülerce’nin “şok” edici, çarpıcı iddiası:

“Bu ülkede ilk defa, vesayet sistemi ile mücadele edilmekte, darbeci zihniyet sorgulanmakta, Silahlı Kuvvetler bünyesindeki cuntacı kadroları tasfiye iddiasıyla bir yargılama devam etmektedir.”

Bu iddia o kadar “şok”edici ki yorumlamak dahi imkansız…

Gülerce’nin iddiası bir başka ifadeyle şu:

Türkiye’de siyasi irade ve yargı bir NATO ordusu olan TSK’ya “vesayet sistemi ile mücadele etmek, darbeci zihniyeti sorgulamak, Silahlı Kuvvetler bünyesindeki cuntacı kadroları tasfiye etmek” amacıyla operasyon yapıyor.
Yani ne demek bu?

Bir NATO ordusuna yönelik TR’de operasyon mu yapılıyor?

Kim yapıyor bu operasyonu; NATO’nun Libya’da ne işi var dedikten kısa bir süre sonra NATO karşısında çark etmek zorunda kalan bir hükümet… Rasmussen konusunu ise hiç hatırlatmıyorum.

AKP kadrolarının en üst düzeyden en alt düzeye kadar NATO hakkındaki övücü, bağlılık dolu ifade ve davranışlarının yakın geçmiş arşivlerinde durduğunu söylemek yeter de artar bile…

Bir NATO ordusu olan TSK’ya NATO’ya rağmen bir operasyon yapıldığını iddia edebilecek olan varsa onları ciddiye almak mümkün değil…

“Asrın davası” sloganlı bu sürecin NATO’ya rağmen değil tam da NATO’nun ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda gerçekleştiği çok açık…

Türkiye’de “askeri vesayet” uluslararası dev bir askeri örgütçe tasfiye ediliyor olamayacağına göre aslında tasfiye edilen bir vesayet de yok demektir…

Demek ki NATO iradesi ve gözetiminde yeniden yapılandırılan bir vesayet var.

Zaten Gülerce’nin Ergenekon eşittir Gladyo cümlesinin devamını kurmamasındaki anlam tam da bu noktada işte… Ergenekon eşittir Gladyo ise biliyoruz ki Gladyo da eşittir NATO…

Haydi çıkın işin içinden çıkabilirseniz…

“Çok soruldu ama yanıtı hep kaynadı” dediğim sorunun yanıtı da belli olmuştur sanırım.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve hatta 28 Şubat dört darbe de NATO’ya bağlılığını her türlü araçla deklare etmiş olan darbelerdir. Hatta NATO bu dört darbenin de içinde yer alarak Türkiye halkından çok daha önce haberdar olmuştur ve yapılmasında da bir sakınca görmemiştir.

Bir de ortada NATO ile ilişkisini ne şekilde açıklayıp kotaracağını hâlâ bilemediğimiz bir darbe iddiası var. İddia edilen bu cuntanın NATO ilişkisinin ne düzeyde olacağını bilemiyoruz çünkü darbe olamamış…

İyi de her seferinde NATO’dan onayını alınca olabilen darbe bu defa niye olamamış?

Hem NATO’ya üye olup hem darbeciliğe hem de Kontrgerilla/Gladyo/Derin devlet/askeri vesayet artık adı her neyse ona karşı olmak aynı anda nasıl mümkün olabilir?

Başbakan Erdoğan’ın çok sevdiği bir ifade var. Başbakan hep önce geçmişle bugünü kıyaslar ardından da “Neredeeen nereyeee..” diye meselenin altını çizer.

Zaman gazetesi için de Başbakanın tonlamasıyla “neredeeen nereyeee…” diyebileceğiniz bir dün-bugün kıyaslaması yapmak isteyenler gazetenin 1990 yılı arşivlerine girip baksınlar.

Üşenmeyip bakanlar orada çok ama çok anlamlı manşetler, söyleşiler, köşe yazıları bulacaklar ve 1990’dan 2011’e zaman içinde ne değişti acaba diye kendi kendilerine soracaklar…

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay içişleri bakanıyken “Türkiye basın özgürlüğü açısından ABD’den daha basın özgürlüğü olan bir ülkedir” demişti.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ da “Türkiye sağlık hizmetleri açısından ABD’den çok daha ileri olan bir ülkedir” diye bir açıklama yapar mı acaba?

Aslında yapmalı. Sırf sağlık sebepleriyle yurt dışında, bir nevi rehin gibi, yaşamak zorunda olan vatandaşlarımızı rahatlatmak için…

Hani AKP hükümetinin en övülen icraatı sağlık alanında yaptığı reformlar ya o nedenle diyorum.

Yazıyı bitirirken Sayın Gülerce’ye ve değerli okurlarına son bir sorum var.

Suriye, İran operasyonları ve “Ortadoğu barışı” denilen süreç tamamlanamazsa ne olacak?

Yani alınan ihale elde patlarsa?

http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=216

OdaTV Davasında ABD'nin Topuk Sesleri
Fatma Sibel Yüksek
28.12.2011

Odatv davasının ikinci oturumu, dün Çağlayan Adliyesi'nde görülmeye başladı. Bilindiği gibi ilk duruşma sanık avukatlarının reddi hakim taleplerinden dolayı 35 gün öteye atılmıştı.

Dünkü duruşmanın ilki kadar kamuoyunun ve basının ilgisini çekebildiğini söyleyemeyiz. Nitekim , bugünkü gazetelere baktığımızda-daha fazla malzeme olmasına rağmen- duruşma haberlerine yeterince yer verilmediğini gördük.

Çağlayan Adliyesi'ne girerken dikkatimi çeken ilk görüntü, bina önündeki geniş alana tutuklu gazetecilerin fotoğraflarının helikopterle görülebilecek şekilde yan yana dizilmesi ve etrafına çiçekler yerleştirilmesiydi.

Odatv iddianamesi açıklandığında "Ergenekon'un medya yapılanması" hurafesi etrafında çarpıcı bilgi ve iddialar yer alacağını düşünenler hayal kırıklığına uğramış, hatta Emniyetin falcı bacısı Nagehan Alçı, polislerin bu hayal kırıklığını "Yeni bir iddianame hazırlanmalı" diyerek sanki kendi düşüncesiymiş gibi yansıtmıştı...

Gerçi, Odatv iddianamesi de diğerleri gibi komedi unsuru bakımından oldukça zengin ama "ileri demokrasi" mefhumuna baş koymuş bir hükümete "gazeteci tutuklatma" suçlamasının yöneltilmesine sebep olmuş bir davanın iddianamesi daha ciddi hazırlanabilirdi.

Dünkü duruşmada iddianame okunurken, bu yavanlık ve dayanaksızlık iyiden iyiye göze çarptı.


Spikerin saatlerce

"Peki abi bunu ne yapalım dediği, B.T'nin de 'manşete çekelim abi' dediği, bunun üzerine BP'nin 'İyi ama o kadar haber değeri var mı abi' diye sorduğu, BT'nin 'Var tabii' dediği ...""

şeklinde uzayıp giden okumaları salonda önce gülüşmelere, giderek kahkahalara neden oldu.

Burada bir parantez açarak sanıklar ve sanık avukatlarının süreci bilerek veya bilmeyerek gereksiz yere uzattıları yönündeki eleştirimi sürdüreceğim.

İddianame, sanıkların ve avukatların tümüne tebliğ edildiğine göre aralarında ortak bir karara vararak mahkemeye

"Biz iddianameyi okuduk, suçlamalar hakkında bilgimiz var, tekraren okunmasını istemiyoruz"

diyebilirlerdi.

Birinci Ergenekon davasında bu yapılmak istendi.

Sanıkların çoğunluğu zaman alacağı gerekçesiyle iddianamenin okunmasına itiraz etti; Mahkeme Başkanı da herkesin aynı iradeyi beyan etmesi halinde talebi olumlu karşılayacağını bildirdi ancak iki-üç avukatın "Okunsun ki tarihe geçsin" şeklindeki saçma karşı görüşleri üzerine iddianame tam iki ay okunmak zorunda kalındı. Bilindiği gibi, bir kişi bile istese, hakim iddianameyi okutmak zorunda.

Birinci Ergenekon davasında 100'ün üzerinde sanık vardı, böyle bir ortak tutum belirlenemedi ancak Odatv davasının sanık sayısı on dört ve bu karar pekâlâ alınabilirdi.

Şimdi nereden bakarsanız bakın, davanın en az ilk üç haftası iddianamenin okunması ile geçecek. Böyle geri vitesle başlayan bir dava, şayet Yalçın Küçük mesleği sorulduğunda "dava mankeniyim" demeseydi belki haber bile olmayacaktı.

Duruşma salonunun kapısında oldukça ilginç hadiseler yaşandı.

Salonun küçük olmasını gerekçe gösteren mahkeme başkanı, kapıların kapatılması ve içeriye başka kimsenin alınmaması talimatını verdi. Tabii bu durum salona girmek isteyenlerle onları engellemekle görevlendirilmiş özel güvenlik görevlileri arasında bitip tükenmez bir tartışma başlattı. Havada yüzlerce kez "duruşmanın aleniyeti" gibi, "şu anda suç işliyorsunuz" gibi, "Bak kardeşim sen benim muhatabım değilsin" gibi onlarca basmakalıp laf uçuştu "İndir elini"bile denildi..

Salona alınmayanlar arasında avukatlar ve sanık yakınları bile vardı düşünebiliyor musunuz?

Gerçi dışarıda kalan insanlar itirazlarında haklıydılar ama asgari ücretle günde oniki saat çalıştırılan bu gariban insanlara herkesin hakaret edip durması kabul edilebilir değildi. Bu insanlar bir emir almışlardı ve tersini yapma şansları bulunmamaktaydı. Kendilerine yapılan hakaret ve aşağılamalar karşısında zaten ezilip durdular.

Netice itibarıyla okumuş insanlar, yetkisiz insanlara bağırıp çağırarak gün boyunca enerjilerini tükettiler.

Salonun kapısında bu hengâme yaşanırken ilginç bir şey oldu...

Önce koridorun ucundan ince ve yüksek topuklu bir kadın ayakkabısının müziği andıran sesi duyuldu..(Böyle melodik ses çıkarabilen bir kadın ökçesinin Versace veya Louis Vuitton'dan aşağı bir marka olmaması gerekir...)

Gelişini önceden haber veren bu lüks topuk sesine kaliteli bir parfüm ve kusursuz bir makyaj eşlik ediyordu...Koridorun başında beliren kadın, güvenlikçilerle didişip duran topluluğa yaklaştı.

Makyajlı dudaklar aralandı, ince ve buyurucu bir ses, "Çekilir misiniz, benim salona girmem gerekiyor" dedi...

Saatlerdir kapıda çene patlatan avukatlar, gazeteciler, tutuklu yakınları, vatandaşlar, hatta özel güvenlik görevlileri bir an aralarındaki tartışmaya son verip "Bu da kim" der gibi birbirlerine baktılar.

"Aslı Aydıntaşbaş ben...içeri girmem gerekiyooor"

Gariban güvenlikçiler belki yüzüncü kez mahkeme başkanının talimatı olduğunu anlatmaya giriştiler ama lüks ökçenin üstündeki, onların yüzüne bile bakmadı, gözünü koridorun uzak bir noktasına dikip beklemeye başladı..

O anda şaşırtıcı-en azından beni çok şaşırtan- bir şey oldu...

Duruşma salonunun önünden takım elbiseli, uzun boylu birisi telaşlı bir şekilde bize doğru gelmeye başladı. Gözlüklü ve rozetli bu zarif beyefendi, güvenlikçilere "açılır mısınız" dedikten sonra, gayet saygılı bir şekilde adeta reverans yapar gibi bir hareketle elini öne doğru uzattı ve

"Buyrun Aslı hanım"

dedi...

Güvenlik koridoru, Musa'nın asası değmiş Kızıldeniz gibi ortadan yarıldı ve bu beyefendi ile Aslı Aydıntaşbaş birlikte duruşma salonuna doğru yürümeye başladılar..

Asgari ücretli garibanlara bağırıp çağıran bir kısım ulusalcı, sosyalist, kemalist vs. vatandaşımızdan çıt yok..

Bu durumu tarihin kaydına geçirmek de bize düştü..Versace tıkırtısı uzaklaşmaya başlamıştı ki titreyip kendime geldim. Aslı Aytdıntaşbaş'a refakat görevi üstlenmiş olan beyefendi İlhan Cihaner'in ta kendisiydi...

İkili, koridorun ortasına ulaşmadan seslendim:

"Sayın vekil, hayırdır torpil mi yaptınız şuracıkta?"

İlhan Cihaner şaşkın bir ifadeyle döndü,

"Bana mı diyorsunuz?"

dedi

"Evet size diyorum. Avukatlar, sanık yakınları bile saatlerdir içeri alınmazken nedir bu hamili kart yakinimdir durumu? "

Cihaner dönüp geri geldi ve aramızda şu konuşma geçti:

İ.C-Çok rica ederim, kimseye torpil filan yapmış değilim, (elini güvenlik şeridine uzatarak) buyrun sizi de alayım, sorun değil...

F.S.Y: İstemem. Burada sanık avukatları, sanık yakınları bile saatlerdir bekliyor, nüfuzunuzu öncelikle bu insanları aldırmak için kullanının, yer kalırsa ben de girerim.

İ.C- Ama ben Aslı hanımı tanıyorum, herkesi tanıyamamam ki, sizi tanısam sizi de alırdım.

F.S.Y: Sayın vekil, benim duruşmayı sizin tavassutunuz ile izlemek gibi bir talebim yok.

İ.C: Rica ederim, yani Aslı hanıma yardımcı olmam suç mu?

F.S.Y-Aslı hanımın sizin torpilinize ihtiyacı yok Sayın Vekil, Amerikan Büyükelçiliği'nden getireceği bir kartvizitle istediği yere girebilir o...

Bu diyalog İlhan Cihaner'i bir miktar sarstı. "Sizinle çıkşta konuşalım" dedi ve gelişinden daha heyecansız adımlarla Aydıtaşbaş'ın arkasından salona girdi..

Mahkeme öğlen arası verdiğinde Cihaner ile koridorda buluştuk. Okurlarımızı sıkmak pahasına bu diyalogu da aktarmak zorundayım. Bu kez aramızda şöyle bir konuşma geçti:

İ.C-Bakın, ben sabahtan beri içeri girmeleri için pek çok gazeteciye yardımcı oldum; sizce kötü bir şey mi yaptım? Ayrıca Aslı hanımı şahsen tanıyorum.

F.S.Y: Bence siz Aslı hanımı tanımıyorsunuz...

İ.C: Nasıl?! Tanımıyor muyum?

F.S.Y: Evet tanımıyorsunuz.

Şayet tanısaydınız, Aslı Aydıntaşbaş'ın sizin de kurban edildiğiniz Ergenekon sürecinde aldığı rolü biliyor olurdunuz. "Ergenekon" kelimesinin ilk kez 2006 yılında Aslı Aydıntaşbaş'ın bir yazısında geçtiğini, bu yazıda "devlet içinde örgütlenmiş" askerleri , bürokratları , siyasetçileri ve gazetecileri içine alan bir gizli örgütten bahsedildiğini ve yazıdan bir kaç ay sonra Ümraniye bombalarının ortaya çıktığını, Tuncay Güney'in peydah olduğunu, ortaya "Lobi" diye bir belgenin atıldığını ve tutuklamaların başladığını bilirdiniz.

Birinci Ergenekon davası sanıklarının Aslı Aydıntaşbaş'ın tanık olarak dinlenmesi yönündeki ısrarlı taleplerinin mahkeme tarafından itinayla geçişitirildiğinden haberiniz olurdu. Tutanakları okuyun Sayın vekil, Amerika ile bu kadar içli dışlı bir gazeteciyi biraz daha iyi inceleyin..

İ.C-Ama bakın ben bunları bilmiyordum sizden öğrenmiş oldum mesela meselâ...

Biz bunları konuşurken, topuk sesleri tekrar duyuldu. Aydıntaşbaş kolundan tuttuğu bir Amerikalıyı Cihaner'e doğru sürükledi. Bana, "Müsade eder misiniz" dedikten sonra Cihaner'e dönüp "Size birini tanıştıracağım" dedi..

Koridorun gürültüsü içinde Amerikalının adını ve görevini duyamadım, "Press" gibi kelimeler geçti, sanırım ABD'deki gazetecilik örgütlerindeki görevlilerinden biriydi...

Ya da en azından resmi görevi öyledir...

Yani Aydıntaşbaş, hep yaptığı şeyi ve en iyi yaptığı şeyi yapmaya devam ediyordu:

İlişki pazarlamak...

Kendine güveni olmayan, emperyalist ülkelerin desteğini ayakta kalmanın tek yolu olarak gören Türk siyasetçi, bürokrat ve askerinin bu kompleksinden yararlanmak. Onları "önemli" Amerikalılarla tanıştırmak, çevrelerinde ağ örmek..

AKP'lilere ve Genelkurmay'ın üst düzeyine de böyle çalıştı. Şimdi anlaşılıyor ki sıra CHP'ye, özellikle İlhan Cihaner gibi Atatürkçü yurtseverlerin teveccühüne mazhar olmuş, siyasette tecrübesiz ama saygınlığı olan isimlere gelmiş...

Aydıntaşbaş, en son İbrahim Fırtına,Özden Örnek ve Ergun Saygun'a "ilişki pazarlamıştı". Hem de Genelkurmay Karargâhında, birlikte kivi yerken!

(Bkz. "Aslı Aydıntaşbaş: Ankara'da Bir Kolonoskopi Uzmanı" http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8663

Sayın Cihaner,

Dürüst bir hukukçu ve temiz bir siyasetçi olduğunuzdan kuşkumuz yok ama bu yazıyı okuyanların tanıklığında bir kez daha tekrarlıyorum ki;

KUŞATILIYORSUNUZ...

Dikkat edin, siz de Fırtına, Örnek ve Saygun gibi kivi yemeyin...

......

Neticeten, asgari ücret karşılığı topun ağzına konulmuş, gariban halk çocuklarının, yani herkesin aşağıladığı güvenlikçilerin

"Abla senden başka herkes bir yolunu bulup girdi, bu kadar kişi seni mi bekliyoruz, bari sen de gir"

demeleriyle duruşma salonuna girebildim.


Salonla ilgili izlenimlerim kısaca şöyledir:

-Bir kısmı ayakta izlemek zoruında kalsa da aslında salona herkes alınabilir, böyle bir gerginliğe hiç gerek yok. Mahkeme başkanının kararını gözden geçirmesini temenni ediyoruz.

-Ahmet Şık etrafına oldukça pozitif enerji verdi. Nedim Şener de moralli görünmekle birlikte çok zayıflamış ve saçları beyazlamıştı.

-Hanefi Avcı'yı çok sakin gördüm. Genellikle önde tek başına oturdu, izleyiciler ve avukatlarla temas kurmak için özel bir gayret sarfetmedi. Hani Ergenekon davalarında en fazla "Neden yattığımızı bilmiyoruz" denir ya, sanki Hanefi Avcı "neden yattığını" bilenlerden gibi geldi bana..

-Duruşma salonuna cep telefonuyla girilmesine izin verilmesi bir istisnaydı. Bu durumun kimi izleyiciler tarafından istismar edildiğini söylemek zorundayım. Telefonları sık sık çalanlar, konuşmak için dışarı çıkıp tekrar girenler, fotoğraf çekmeye kalkışanlar oldu. Ertuğrul Kürtkçü'nün bu konuda mahkeme başkanı ile giriştiği tartışma da gereksizdi.

-Yalçın Küçük'e cezaevi yaramış. Yanakları al al olmuş ve kilo almış. Kırmızı atkısı ve kalpağı her zamanki gibi üzerindeydi. Galiba, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in ön plana çıkarılmasına bir hayli içerliyor.

İşte bu çok tehlikeli!

Yalçın Küçük duruşmalara kendi damgasını vurmak için her şeyi yapacaktır. Tutukluluk tecrübesi ve belagatı göz önüne alınırsa, Şık ve Şener'in esamisi okunmaz, aman dikkat!

-Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci'nin "Görevimiz olgularla yakıştırmaları ayırıp bir karar vermektir" şeklindeki içerikli sözü, belli bir heyecan yarattı.

Etrafta hemen "Başkan iyi biri diyorlar, hukukçu gibi yaklaştı" yorumları dolaşmaya başladı. 20 Ekim 2008'de ilk Ergenekon duruşması yapıldığında da duymuştuk bu "Başkan için iyi biri diyorlar" sözünü. Türk Mileti'nin olgular arasında bağlantı kurma ve geçmişi bir tecrübe olarak beyne kaydetme özelliğinin sıfır olduğuna yanmakla beraber, insan kendisini yüzlerce yıldır yaşayan bir ölümsüz gibi de hissetmiyor değil. Bu tür yaklaşımların tek faydası bu olsa gerek..

Son olarak, duruşmanın bence en önemli özelliğini yazmalıyım:

Yukarıda, gazetecilerin büyük fotoğraflarının Adliye meydanına yan yana dizildiğine dikkat çekmiştim.

Bu fotoğraflarda Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi ulusalcı, Müyesser Yıldız gibi Türk milliyetçisi gazetecilerin yanında ve yanıbaşında PKK'nın yayın organlarında görev yapan, dolayısıyla terör örgütünün propagandasını yapmaktan tutuklu şahısların da fotoğrafları vardı...

Biliyorum, basın meslek örgütleri "ayrım yapamayız" diyorlar...

Nitekim tutuklulara destek vermek üzere İlhan Cihaner de oradaydı, BDP'li milletvekilleri de...

Benim Odatv davasının neden açıldığı konusunda bir fikrim var. Bu fikir, adliye önünde yan yana konulmuş fotoğraflarla birlikte biraz daha netleşti.

Odatv davası; ulusalcıları, kemalistleri, milliyetçileri, yurtseverleri ve terörle mücadele etmiş askerleri PKK terör örgütü ile aynı sepete koymak ve süreci bir genel affa götürmek için kurgulandı.

Davaya adını veren Odatv adlı yayın organı, böyle bir harmanlamaya dünden razı.

"Öcalan solun doğal lideridir" şeklinde yazılar yazıyorlar. Sitenin tutuklu haber müdürü Barış Pehlivan, bir kaç gün önce yazdığı bir yazıda, Aydınlık gazetesini KCK operasyonlarına kayıtsız kalmakla ve PKK'nın yayın organlarında çalışan "gazetecilere" sahip çıkmamakla suçladı.

Odatv'nin Büşra Ersanlı'ya verdiği sistematik desteği de buna ekleyelim...

Yani, iddianamenin zayıf olması, gazetecilik faaliyetinin terör faaliyeti olarak lanse edilmesi vs. çok da önemli değil.

Bu dava, sürecin sonunda genel af çıkarmak, Öcalan'ı özgürlüğüne kavuşturmak ve yurtseverleri tutukluluktan kurtulduklarına sevinir hale getirerek PKK ile aynı çuvala atmak için kurgulandı..

Ve maksat da şimdilik hâsıl olmuş görünüyor...

Maalesef!

http://www.acikistihbarat.com/



Oğuzhan Asiltürk: "Ergenekon operasyonları bir ABD komplosudur"
27 Ocak 2012



Oğuzhan Asiltürk: "ABD İran'ı işgal edecek. TSK içinde bu işgale karşı çıkacak isimleri Ergenekon operasyonuyla tasfiye etti"

Habertürk'te dün akşam Didem Yılmaz'ın sunduğu Türkiye'nin Nabzı 12 Eylül'ün arka planı tartışıldı.

Programın en ilginç iddiası ise 'Milli Görüş'ün duayen isimlerinden Oğuzhan Asiltürk'ten geldi.

"ABDİ İRAN'I İŞGAL EDECEK"

Oğuzhan Asiltürk, hükümete karşı darbe yapmakla suçlanarak tutuklanan subayların vatansever ve milliyetçi olduklarını, ABD'nin önümüzdeki günlerde İran'ı işgal edeceğini,Ergenekon operasyonlarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri içinde vatansever askerlere karşı komplo kurarak bu işgale karşı çıkacak subayların tutuklatıldığını söyledi.

ASİLTÜRK: "ERGENEKON ABD KOMPLOSUDUR"

Eski İçişleri ve Sanayi Bakanı Asiltürk, 12 Eylül'ün arka planı programda yaptığı ilginç çıkışla Ergenekon operasyonlarının bir ABD komplosu olduğunu ileri sürdü.

Asiltürk programda son sözleri olarak "Ergenekon, altını çizerek söylüyorum Türk ordusunda TSK içinde amerikan karşıtlarının tasfiyesidir. Nokta ve bir de ünlem koyuyorum. Başka bir şey değildir. Çünkü aynı olaylar içinde şu anda silahlı kuvvelterin içerisinde bir kısım insanlar var. Ama Amerikan karşıtlarını alıp ortadan kaldırmak isteniyor. Sebebi de Amerikanın iran'a olası müdahalesinde orduyu kendi istedikleri hale getirmektir. Ama şerefli türk ordusu oyuna gelmez diye düşünüyorum" dedi.
haber1001

Oguzhan Asiltürk: Ergenekon'da ABD Düşmanlari yargılanıyor
Thu Sep 29, 2011



Saadet Partisi YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürk İl Başkanları toplantısı öncesi yaptığı basın açıklamasında Ergenekon Operasyonu'nda ABD karşıtlarının yargılandığını ifade etti.

Birçok TSK mensubunun tutuklu bulunduğu Ergenekon davasına İran ve ABD arasındaki mücadeleye dayanarak önemli değerlendirmelerde bulunan Asiltürk, şu ifadeleri kullandı:

"Bakın söylediklerimi dikkatle dinleyin. Bu insanlar, hakikaten kanunların suç saydığı şeyleri yaptılar. Ama bunlardan ibaret değil. Şu anda içeridekilerle aynı şeyi yapan ama hala görevde olan insanlar var. İsim söylersem uygun olmaz. Niye bu grup alınıyor? Çünkü bu grup, aynı zaman Amerikan karşıtı" MGK genel sekreteri bir komutanın 'bir takım ittifaklar peşinde olmalıyız. Çin, İran, Rusya ile görüşmeler yapmamız lazım' dediği için şimdi Ergenekon'dan hesap verdiğini kaydeden Asiltürk, "Şimdi sadece Amerikan karşıtları hesap veriyor. Birbirleriyle ilişkileri de yok. Kimi mukadessatçı kimisi solcu kimisi milliyetçi. Bunlar bir araya gelmiş de değiller. Ama bir tek ortak noktaları, bu memleketi ve orduyu Amerika'nın istediği şekilde kullanmasına engel olalım demeleridir. Niçin? İran'a saldırıldığı zaman ordunun bütün gücüyle Amerikan'ın yanında olmalarını istiyorlar. Ama bu insanlar bize de kötülük etmişler. Birçoklarınızın kalbinden iyi oluyor diye geçebilir. Ama olan şey onun ötesinde. Ordunun Amerikan karşıtlığı yok ediliyor şimdi" dedi.

ABD, Türkiye'yi hep kandırdı

Türkiye'nin Batı ile ilişkileri konusunda önemli değerlendirmelerde bulunan Asiltürk, ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin farklı düzeylerde olduğunu kaydetti. Bu iki topluluğun menfaatlerinin farklı olmasına rağmen aynı inançta tek bir millet olduğunu kaydeden Asiltürk, "ABD ile ilişkilerimizde hep aldatıldık. Bunu bilmeyen yoktur. Bu aldatılma, ABD dışişleri bakanının Yunanistan'ın NATO'ya üye olarak kabul edilmesini sağlamak için Kenan Evren'i kandırmasıyla başlar. Biz o zaman karşı çıksaydık, NATO'ya giremez, şimdiye kadar da aleyhimize olan hiçbiri şeyi yapamazdı" dedi.

Amerikalıların Özal'ı da aldattığını hatırlatan Asiltürk, "Özal, bizim ABD ile birlikte Irak'a saldırmamız için elinden gelen her şeyi yaptı. Hatta milleti ikna etmek için Musul ve Kerkük petrollerinde hakkımız var. Onları ele geçirebiliriz. Hatta 'bir koyup üç alacağız' dedi. Ama Torumtay Paşa direndi. Ondan sonraki genelkurmay başkanı da direnince Mehmetçik, Amerikan askeri için tehlikeye atılmadı. Böyle direnmeden, milli menfaatleri gözeten bir tavır konulmadan bir şey kazanılmaz" şeklinde konuştu.

Şu anda Türkiye'nin batı ile ilişkilerinde ne isterlerse yapar hala geldiğinin altını çizen Asiltürk, füze kalkanı konusunda ise adım adım felakete doğru sürüklenildiğini söyledi.

AB sürekli aldattı

Avrupa Birliği ile ilişkilerde Türkiye'nin hep aldatıldığını ve sürekli kaybeden taraf olduğunu dile getiren Asiltürk, "Siyasiler ve uzmanlar, yıllardır Gümrük Birliği'nin bizim zararımıza olduğunu söylüyorlar. Ama bunu devam ettiriyoruz. Niye? Bir izahı yok. İşte Yunanistan iflas ediyor. Sırada İspanya ve İtalya var. Onlar kendileri batıyor. Hala AB'ye girip kurtulalım diye bir inanç olabilir mi? Biz de ister yüzümüze tükürün, isterseniz kapıdan kovun gitmeyeceğiz diyoruz" dedi.

Peygamber Efendimize hakareti savunan Danimarka Başbakanı Rasmussen'in Türkiye'nin onayıyla NATO Genel Sekreteri yapıldığını hatırlatan Asiltürk, "Hep aldatılıyoruz. ABD ve AB bastırdı. Hükümeti ikna ettiler. NATO'nun faaliyetleri eskisi gibi olmayacak. Türk, genel sekreter yardımcısı olacak. Sizin onayınız olmadan bir şey olmayacak. Özür dileyecek dediler. Seçildikten sonra özür diledi mi? Verilen sözler tutuldu mu? Hayır" ifadesini kullandı.

"Bizim NATO'dan elde edeceğimiz bir yarar yoktur"

Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gerektiğine dikkat çeken Asiltürk, "Bizim NATO'dan elde edeceğimiz bir yarar yoktur. Türkiye yanlış yoldan döndürülmelidir. Bunu biz önleyeceğiz. Afganistan'da olduğu gibi Mehmetçik, NATO askerine şemsiye oluyor. Orada biz varsak, güvende hissediyorlar. Birçok yere Türk bayrağı asarak giriyorlar. Saldırılmıyor. Savunma teşkilatı olan NATO, bugün saldırı organı hale geldi. Dünyada yaptıkları ortada. Bizim ne işimiz var orada?" diye konuştu.

Müslümanların İslam NATO'sunu kurması gerektiğinin altını çizen Asiltürk, "Erbakan Hocamızın anlattığı bu teşkilatı kurmuş olsaydık, Libya'ya biz müdahale ederdik. ABD, Fransa, İtalya oradaki petrolü almak için Müslümanları hunharca öldüremezdi." dedi.

Müslümanların kendi BM'sini kurması gerektiğini de işaret eden Asiltürk, "Bu BM'den hak çıkmaz, çıkmıyor. Filistin'in asıl sahibi onlarken, orada olmayan Yahudiler 1948'de devlet kurduğu halde sen kuramazsın deniliyor. ABD veto hakkını kullanıyor. Hâlbuki biz kendimiz İslam Birleşmiş Milletlerini kurarsak, bu devleti tanısak bu gücün karşısında kimse bir şey yapamaz" dedi.

TSK'daki tasfiyenin sebebi: Sadece Amerikan karşıtları hesap veriyor

Birçok TSK mensubunun tutuklu bulunduğu Ergenekon davasına İran ve ABD arasındaki mücadeleye dayanarak önemli değerlendirmelerde bulunan Asiltürk, şu ifadeleri kullandı:

"Bakın söylediklerimi dikkatle dinleyin. Bu insanlar, hakikaten kanunların suç saydığı şeyleri yaptılar. Ama bunlardan ibaret değil. Şu anda içeridekilerle aynı şeyi yapan ama hala görevde olan insanlar var. İsim söylersem uygun olmaz. Niye bu grup alınıyor? Çünkü bu grup, aynı zaman Amerikan karşıtı" MGK genel sekreteri bir komutanın 'bir takım ittifaklar peşinde olmalıyız. Çin, İran, Rusya ile görüşmeler yapmamız lazım' dediği için şimdi Ergenekon'dan hesap verdiğini kaydeden Asiltürk, "Şimdi sadece Amerikan karşıtları hesap veriyor. Birbirleriyle ilişkileri de yok. Kimi mukadessatçı kimisi solcu kimisi milliyetçi. Bunlar bir araya gelmiş de değiller. Ama bir tek ortak noktaları, bu memleketi ve orduyu Amerika'nın istediği şekilde kullanmasına engel olalım demeleridir. Niçin? İran'a saldırıldığı zaman ordunun bütün gücüyle Amerikan'ın yanında olmalarını istiyorlar. Ama bu insanlar bize de kötülük etmişler. Birçoklarınızın kalbinden iyi oluyor diye geçebilir. Ama olan şey onun ötesinde. Ordunun Amerikan karşıtlığı yok ediliyor şimdi" dedi.

Son aldatmaya NATO'nun Libya müdahalesini örnek gösteren Asiltürk, her ne kadar ortada görünmese de Fransa ve İtalya'nın arkasında hep ABD'nin olduğuna işaret etti. Asiltürk konuşmasına şöyle devam etti: "ABD onları destekliyor. NATO'dan bir karar çıkaramayacaklarını düşünüyorlardı. Çünkü biz varız. Türkiye, Kaddafi'yi seviyor. Bizim uçaklarımız Kıbrıs Barış Harekâtı'nda kalkamayınca lastikleri o gönderdi. Bu bir jesttir."

Dışişleri Bakanı bizi ziyarete geldi. Biz Libya'da Fransa ve İtalya'nın burada zulmetmesine karşı NATO'yu devreye sokmak istiyoruz. Dışişleri Bakanı yapı olarak imanlı bir insandır. Gençliğinden tanırız. Ona bu topluluğun tek bir millet olduğunu söyledim. Bana verdiği cevap da, doğru ama bizim kararımız olmadan NATO hiçbir şey yapamayacak. Onun için NATO'yu istiyoruz. Program, bizim onayımızdan geçecek. Bizi ikna edecek şekilde şeyler söyledi. Ondan sonra NATO'yu soktular. Eskisinden daha kötü olmadı mı? İşte batı ile ilişkilerimizde hep böyle aldattılar.

Kaynak: http://www.milliyetciler.de/News-file-article-sid-3297

Oda TV davası, İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde devam ediyor
27 Ocak 2012

Gergin başlayan duruşmada, tutuksuz sanıklardan İklim Bayraktar'ın ifadesi öncesi diğer sanıkların tamamı mahkeme salonundan dışarı çıkarıldı.

Hakim, kararına gerekçe olarak Bayraktar'ın ağlamasını gösterdi.

Ergenekon soruşturması kapsamında açılan Oda TV davasına İstanbul Özel Yetkili 16'ncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün devam ediliyor.

Saat 10.00'da başlaması beklenen duruşma kar yüzünden bir saat ertelendi. Karlı havaya rağmen katılımın yüksek olduğu ve içeri giremeyenlerin mahkeme binası dışında bekledikleri de gelen haberler arasında.

"CÜMLETEN HAYIRLI CUMALAR"

Saat 11.00 sularında sanıklar salona alındı. Tutuklu sanıklardan Müyesser Yıldız, girişte, "Cümleten hayırlı Cumalar" diyerek salonu selamladı. Tutuksuz sanıklardan İklim Bayraktar da salonda ancak Mümtaz İdil yok.

Yoklamanın ardından hakim, ses kayıtlarıyla ilgili TÜBİTAK raporunun ve Doğan Yurdakul'un sağlık raporunun mahkeme heyerine ulaştığını belirtti. Yurdakul'ın raporda tahlil ve tedavi gerektiği yönünde hükümler olduğunun altını çizen hakim, bu durumun göz önüne alınacağını söyledi.

KÜÇÜK SİNİRLENDİ

Yalçın Küçük, Hanefi Avcı ve Nedim Şener'i kast ederek, "Diğer tanıkların ifadeleri yüzünden bana söz hakkı doğdu. Bizle ilgili çok ağır suçlamalar yaptılar. 15 dakika konuşmak istiyorum" dedi.

Sinirlenen Küçük, "Ben arkadaşlara sormak istiyorum, onlara emir verdim mi, vermedim mi?" diye konuştu.

Hakim, Küçük'e, "Size konuşmanız için yeterince zaman vereceğiz" dedi.

İklim Bayraktar'ın sorgusunun ardından avukatların taleplerine geçileceğinin açıklanması üzerine Küçük'ün avukatları çapraz sorgu yapılmasını istedi. Böyle bir durumda tahliye taleplerine sıra gelmeyebilir.

Ancak çapraz sorgunun bugün yapılmayacağı da bildiriliyor.

AĞLIYOR AMA...

Deniz Baykal'ın kendisini taciz ettiği iddiası ile gündeme gelen İklim Bayraktar duruşmada, gizli tanıklar gibi muamele görüyor.

Kadın gazeteci için bu kararın alınmasının gerekçesi ise sağlık durumu ve "ağlama nöbetlerine girmesi" olarak gösterildi.

Diğer sanıkların avukatlarının yaptığı itirazlara hakim, "sanık ağlıyor ama..." diyerek karşı çıktı.

GİZLİ TANIK GİBİ

Başı önünde gelişmeleri izleyen İklim Bayraktar'a "gizli tanık" gibi ifade ortamı sağlanınca avukatlar bu duruma da itiraz etti. Bayraktar ile avukatının böyle bir talebinin olmadığı belirtilince mahkeme heyeti kısa bir ara verdi. Aradan hemen sonra da sanık avukatlarının itirazları reddedildi. Mahkeme heyeti bu kararı kendi insiyatifyle aldığını ilan etti. İklim Bayraktar ifadesini sanıklar olmadan vermeye başladı.

İFADESİNDEN SATIRBAŞLARI

*"Soner Yalçın ile iki kere telefonda, bir kere de yüz yüze görüştüm. Barış Pehlivanoğlu'nu ilk kez mahkemede gördüm."

*Oda Tv, muhalif bir mecra idi. Çok sevdiğim gazetecilik mesleğini en iyi orada icra edebileceğimi düşündüm.

*"Savcıyla pazarlık yaptığım ve öyle serbest bırakıldığım iddia ediliyor. Beni ajan, provakatör diye, olay kadın diye lanse ettiller"

*"Beni komplocu ilan edenler kitabımdan sonra niye susuyorlar. Yaşadığım her şeyi bir savunma gibi kitaba döktüm"

*"Ben bu davanın sanığı değil, ancak mağduru olabilirim"

*"Sanıklardan kimse bu davanın başından beri selam bile vermiyorlar. Bu nasıl örgüt?"

Kaynak : http://www.internethaber.com/oda-tv-iklim-bayraktar-soner-yalcin-tubitak-dogan-yurdakul-deniz-baykal-hanefi-a-397697h.htm#ixzz1kgw6uMQS

Sinan Aygün Ergenekon davasında ifade verdi



CHP Ankara Milletvekili Aygün mahkemeye verdiği ifadesinde ''Ankara'da neler konuşuluyor neler. Bir anlatsam yer yerinden oynar. Mesela bugünlerde Başbakan'ın kanser olduğu konuşuluyor'' dedi

ERGENEKON davasının tutuklu sanığı , Eski 1. Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Yaşar Büyükanıt ile Fikri Sağlar'ın mahkemelik olmasına neden olan Dolmabahçe görüşmelerine ilişkin yer alan iddialara yanıt verdi. "İddialar aslı esası olmayan CD'ye dayandırılmaktadır " diyen Tolon, "Yaşar Büyükanıt ile ilgili tek bir kayıt tutmadım, muhafaza etmedim. Dosya içeriğinde bayan Büyükanıt ile ilgili bir tek çay fişi dahi bulunmamaktadır. Heyetinizden yasal haklarımın korunmasını istirham ederim" dedi.

İkinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün de savunmasını tamamladı. Aygün, "Ben kapitalizmin temsilcisiyim" diye konuştu.
18'i tutuklu 118 sanığın yargılandığı ikinci Ergenekon davasının 151. duruşmasında tutuksuz sanık CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün'ün yarım kalan savunması alındı. Hakkında "Askerleri darbeye teşvik ettiği, AKP'nin kapatılması için çalıştığı" suçlamalarının olduğunu belirten Aygün şöyle devam etti: "27 Nisan e-muhtırası verilmiş, Türkiye toz duman, muhtıradan sonra ne olur darbe. Biz ne yapmışız? Basına 'Siyaset çözüm üretme sanatıdır' diye açıklamalar yaptım. Tüm siyasi partilere itidal çağrısında bulundum. AKP'nin kapatılmasına karşı olduğumu da birçok yerde söyledim" diye konuştu.

"LİBOŞ OLMADIM"

"Liboş" olmadığını "milliyetçi-muhafazakar" olduğunu ifade eden Aygün, "Milletin hayrına gördüğüm işler için bütün hükümetlere muhalefet ettim. O yüzden muhalif kişi olarak tanındım" dedi. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek'in olduğu iddia edilen günlükte, "Sinan Aygün'ün darbe yapılmasını istediğine ilişkin ifadeler bulunduğunu belirten Aygün "Özden Örnek'e 'niye darbe yapmıyorsunuz?' demişim. Zaten Özden Örnek de o günlükleri reddetti. Ben 'Türk siyaseti çözüm üretebilecek olgunluğa sahiptir' diye konuşmalar yaptım" dedi.

"ERDOĞAN'DAN SONRA BAŞBAKAN BELLİ"

Dinlenen telefon görüşmelerinden anlamlar çıkarılmaya çalışıldığını ifade eden Aygün, "Ankara'da neler duyuyoruz, neler konuşuyoruz, bir anlatsam yer yerinden oynar. Bugünlerde Başbakan'ın kanser olduğu konuşuluyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra yerine başbakanın kimin olacağı çoktan belli. Kimlerin bakan olacağı bile belli. Ankara kulislerinde bunlar hep konuşulur" ifadesini kullandı. Tolon, "Buraya geldiğimde Tuncay Özkan bana soruyor, 'Abdullah Bey (Abdullah Gül) nasıl' diye, ben Ankara'da herkesi tanırım. Ben Bush, Putin ve Medvedev'i de tanıdım. Ancak bunları tanımış olmam aramızda örgüt olduğu anlamına gelmiyor. Ben darbelerin çözüm getireceğine inanmıyorum" dedi.

"BEN KAPİTALİZMİN TEMSİLCİSİYİM"

Darbeye kesinlikle karşı olduğunu ifade eden Aygün şöyle konuştu: "Ben kapitalizmin temsilcisiyim. Beni para ilgilendirir. Krizin gelebileceği uyarısında bulundum. O gün 50 milyar dolar borcum vardı. Dolar 1 lira artsa çok kötü şeyler olurdu. Benim borcum katlanırdı. Karşılıksız çekten içeride olurdum"

"PARTİ KAPATILMASIN ŞAHISLAR CEZALANDIRILSIN"

"Ben partilerin kapatılmasına karşıyım" diyen Aygün "Bir tek sektör bu durumdan memnun olur. Onlar da tabelacılardır. Ak Parti'nin kapatma davası açıldığında ben 'Türkiye parti mezarına döndü' dedim. Parti kapatılmasın şahıslar cezalandırılsın. Terörle ilgili olmadığı sürece, o lanet kelimeyi söylemedikleri sürece ben hiçbir partinin kapatılmasını istemiyorum. BDP'liler Meclis kürsüsünden 'Kürdistan'dan geldim diyorlar. Zaten parti kapatmalardan sadece boyacılar ve tabelacılar kazançlı çıkıyor. Biri kapatılıyor,yerine yenisi kuruluyor. Ak Parti'nin kapatılmaması gerektiğini söylediğim 40 telefon tapem var" diye konuştu.

"BİLGİSAYAR KULLANMAYI BİLMEM"

Aygün, bu davada yargılandığı bazı kişilerle internette konuştuğu iddiasına da değinen Aygün, "Ankara Ticaret Odası başkanlığım süresince bana 700 bin adet mail gelmiş. Bunlardan sadece 2 tanesi özeldir. Onların dışındakiler spam ya da grup maillidir. Bunları da engellememe imkan yoktur. Benim dışımda gelişen bir konu. Kimseye yolladığım bir mail yok. Ben bilgisayar kullanmayı bile bilmiyorum. Mail adreslerimin şifresini bile bilmiyorum. Oysa ki bu davada yargılandığım kişilerle msn'de konuştuğum söyleniyor. Benim maillerimi bile danışmanlarım kontrol eder. Telefonda mesaj yazmasını bile bilmem"

"DEVLETLE HİÇ KARŞI KARŞIYA GELMEDİM"

İnsanlar adını her yere not olarak düştüğünü söyleyen Aygün, "Bu önüme örgüt bağlantısı olarak çıkıyor. Bazı listelerde ulusalcıyım, bazı listelerde liberalım. Benim 50 bin esnafta telefon numaram var. Benim adımın yanına not düşerek, "fikirlerimiz uyuşmasa bile faydanılabilir" diyorlar. Benim örgütle örgütçülerle işim olmaz. Trafik kurallarını bile ihlal etmemişimdir. Devletle hiç karşı karşıya gelmedim" dedi.

"MÜVEKKİLİM ZAN ALTINDA BIRAKILDI"

Eski 1. Ordu Komutanı emekli orgeneral Hurşit Tolon'un avukatı İlkay Sezer, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın eski bakanlardan Fikri Sağlar'a "Dolmabahçe'de Büyükanıt'a dosya verildi mi" başlıklı yazısından dolayı açtığı tazminat davasında konu edilen CD'ye ilişkin söz istedi. Yaşar Büyükanıt ile Fikri Sağlar arasında Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davada, Tolon'da bulunduğu iddia edilen CD'lerin söz konusu edildiğine dikkat çeken Avukat İlkay Sezer "Sizin mahkemenizin başka bir mahkemeye gönderdiği, içeriğini kabul etmediğimiz CD'ye ilişkin müvekkilim Tolon'a suç isnadı yapılmaktadır, basında zan altında bırakılmaktadır" dedi.

Başkan Hasan Hüseyin Özese ise "Mahkeme dışı beyanlar bizi bağlamaz" diye konuştu. Tutuklu sanık Hurşit Tolon söz alarak şunları söyledi: "İki gündür basın organlarında devam eden yayınlarda kişisel haklarıma, Anayasal haklarıma saldırılmaktadır. İki kişi arasındaki (Yaşar Büyükanıt-Fikri Sağlar) hukuk davasında delil olarak bir CD'den bahsedilmekterir. Davayı gören mahkemeye CD heyetinizce gönderilmiş. Fikri Sağlar , beyanlarıyla kişisel onurumu, haysiyetimi rencide etmektedir. Sanık sıfatı taşımam benim şeref ve haysiyetimle oynanabileceği anlamına gelmez"

"BAYAN BÜYÜKANIT'LA İLGİLİ TEK BİR ÇAY FİŞİ DAHİ YOK"

Tolon, kendisinde bulunduğu ve içeriğinde Yaşar Büyükanıt ile ilgili bazı bilgilerin olduğu iddia edilen CD'ye ilişkin "Adil yargılamayı etkileme teşebbüsünde bulunulmaktadır. İddialar aslı esası olmayan CD'ye dayandırılmaktadır. Ben Yaşar Büyükanıt'ı 50 yıldır tanırım. Yaşar Büyükanıt ile ilgili tek bir kayıt tutmadım, muhafaza etmedim. Dosya içeriğinde bayan Büyükanıt ile ilgili bir tek çay fişi dahi bulunmamaktadır. Heyetinizden yasal haklarımın korunmasını istirham ederim" dedi. Tolon, "CD'nin içeriğinde cinayet diye bir klasör bulunduğu iddia edilmektedir. Benim hiçbir konutumda böyle bir CD bulunmadığı gibi, oğlumun evinde yapılan yasadışı aramada bulunduğu ileri sürülen kayıtlarda da bulunmamaktadır. Bende bulunan 111 CD'den 18'inin adli emanette bulunduğu tutanaklarda yer alırken 21 CD bulunduğu iddia edilmektedir" dedi.

ÇAPRAZ SORGU YAPILMADI

Aygün savunmasını tamamladıktan sonra soruları yanıtlamaya hazır olduğunu ifade edince Başkan Özese "Mahkeme bütün sanıkların savunmaları alındıktan sonra gerekirse soru sormayı kararlaştırdı. Çapraz sorgu yapılmayacak" diye açıklama yaptı. Duruşmada, tutuksuz sanık Erol Mütercimler'in savunmasına geçildi.
habervaktim

"Gazeteciyim" Diye Paralanmanın Nafileliği Ve Sıkıcılığı Üzerine Bir Yazı-
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
30/01/2012



Odatv davası, "Ergenekon" davaları arasında,sanıkların mesleki durumu itibarıyla en fazla "gazeteciyi" veya kendisini "gazeteci" olarak adlandıranları barındırdığı; ayrıyetten direkt bir haber sitesine yönelik olarak başlatıldığı için efkâr-ı umumiye nezdinde "gazetecilerin yargılandığı bir dava" hüviyetine büründü.

Odatv davasından önce açılmış "Ergenekon" davalarına kayıtsız kalan, hatta "Darbeciler yargılanıyor, Türkiye demokratikleşiyor" şiarı ile bu ağır hak ve hukuk ihlaline destek çıkan uluslararası basın kuruluşları, davanın mebzul miktarda gazeteci şahsiyeti ihtiva etmesi ve bu kişilerin misâl tornacı, serbest muhasebeci, kuyumcu, emekli sağlık memuru vs. mesleklerine mensup vatandaşlardan daha fazla gürültü çıkarma kapasitesine sahip bulunmalarına daha fazla dayanamayıp olaya "kerhen" de olsa taraf oldular.

Esasen, Ergenekon'dan dama düşmüş olup da "gazetecilik" mesleğinin insana ek bir avantaj kazandırabileceğine (veya kazandıramayacağına) ilk hidayet eden sanık, tam dört buçuk senedir tutuklu bulunan Mehmet Demirtaş'tır ki kendisinin mesleği gazcılıktır, otogaz satışından geçimini sağlayan bir vatandaşımızdır...

Mehmet Demirtaş'ın hidayeti şöyle oldu:

Bir gün koğuşta arkadaşlarıyla birlikte televizyon seyrederken, yeni bir "Ergenekon" dalgasında aralarında Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay'ın da bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alındığına şehadet ettiler...

2008 yılında gerçekleşen bu operasyonda Balbay, dört günlük gözaltı süresi ve savcılık sorgusunun ardından çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Özgürlüğüne yeniden kavuşmuş her insan gibi doğal olarak ve de ziyadesiyle sevinen Balbay, Beşiktaş Adliyesi'nin önünde arka pantolon cebinden basın kartını çıkarıp kameralara doğru sallayarak

"gazeteci kimliğimle girdim, gazeteci kimliğimle çıkıyorum" dedi..

Otogaz satıcısı Mehmet Demirtaş'ın her ne kadar ikrar etmese de bu davranışa sıradan bir vatandaş olarak içerlediği müşahade edilmelidir. Esprili ve müspet bir kişiliği olan Demirtaş, Balbay'ın bir hayli meslek fetişizmi içeren bu hareketine şöyle zarif bir tepki koydu:

Koğuşun ortasında ayağa kalktı ve elindeki defter kağıdını sallayarak,

"Gazcı kartımla girdim, gazcı kartımla çıkacağım!" diye bağırdı..

Tabii Balbay'ın bu hareketine içerleyen sadece Mehmet Demirtaş değildi..Savcılar da içerlediler ve ikinci bir gözaltı kararıyla maalesef Balbay'ı tutuklattılar.

Yani, meslek lisesi mezunu vatandaş Mehmet Demirtaş, bu davada "gazeteciliğin" koruyucu bir zırh olacağını zannedenlere Nasrettin Hoca'nın torunu olarak bundan iki buçuk yıl önce teşhisi koymuştu..

Lakin, Demirtaş'ın "vatandaştan elite" adrese teslim bu hareketi, Silivri'nin dört duvarı arasında kaldığından veya yaşananlardan ders çıkarmayı bilmeyen bir toplum olmamız hasebiyle, "gazetecilik" vurgusu Odatv davasıyla birlikte tavan yaptı.

Şunu söylemeye çalışıyorum:

Mesleği gazetecilik olan veya öyle olduğunu beyan eden tutuklu sanıklar, "terörist değil gazeteci olduklarını" kanıtlamak için abartılı bir "gazetecilik vurgusuna başvurmaya başladılar.

Örneğin, Soner Yalçın savunmasında adeta Sokrates gibi konuştu.

Sözlerine, "Düşünce ne ateşte yakılarak ne de hapse atılarak yok edilebilmiştir" diyerek başlayan Yalçın,

"Gerçeğe aşkla bağlı gazeteci evini yanardağı Vezüv'ün eteklerine yapmış yalnız kişidir"

"Gazeteci, kendi dar dünyevi kalıbına sonsuzluğun değerini katar, ölümsüzleştirir. Uğur Mumcu gibi..Musa Anter gibi..Hırant Dink gibi..."

"İş gerçeğe gelip dayanırsa kendime bile acımam"

şeklinde binlerce cümle kurarak gazeteciliği (ve tabii kendisini) adeta tanrılaştırdı, insanüstü bir meslek, ilahi bir misyon, bir insanlık muştucusu haline getirdi.

Oysa Soner Yalçın evet bir gazetecidir;

Kendisine pek muhabbet duymayan bu satırların yazarına göre bile iyi bir gazetecidir.

Aralıksız yılllardır fiilen mesleğin içinde olmak, kamuoyu tarafından tanınıp bilinmek, ekmek parasını bu işten kazanıyor olmak gibi objektif gazetecilik kriterleri açısından da gazetecidir..

İsim anası Soner Yalçın'ın kankası Aslı Aydıntaşbaş olan bu "Ergenekon" örgütü gerçekte var olmadığına, olsa bile en azından Soner Yalçın ile ikimizi bünyesinde barındırmak gibi bir imkansızlığı mümkün kılamayacağına göre,

nedir bu J'eanne d'Arc duruşları,

Dreyfus edaları?

Nedir bu Cicero tiratları?

Bırakın Soner Yalçın'ı, "basıncı" İklim Kaleli bile savunmasında öyle konuşmalar yaptı ki gören Madam Curie mezardan kalkmış zanneder!

Yaşı henüz 50'yi bulmadığı halde 30 yıldır gazeteci olduğunu iddia eden de var, anasından gazeteci doğduğunu öne süren de...

Arkadaşlar, kendinize gelin...

Siz de çok iyi biliyorsunuz ki gazetecilik, (yandaşı,yandaş olmayanı) öyle sütten çıkmış ak kaşık bir meslek değil bir;

"Büyük gazeteci olduğumu ispat edersem beni serbest bırakırlar" diye bir şey yok iki..

Türkiye'ye format atılıyor ve sizler-bizler bir şekilde bu paradigma değişikliğinde kimimiz,

kahramanlık yaparak,

kimimiz geleceğe oynayacağım derken asla öngöremeyeceği noktalara düşerek,

kimimiz kendisi kaşındığı için,

kimimiz sembolik değerimiz bakımından,

kimimiz Emniyet-MİT-Ordu içindeki kanatlar savaşına kurban giderek,

kimimiz birilerinin kişisel husumet kontenjanına girerek:

vesaire, vesaire, vesaire...

Bu paradigma değişikliğinde parazit yapmış insanlarız..

Bunun için tutuklu veya tutuksuz sanığız..

Olayın gazetecilikle filan bir ilgisi yok yani..

Evet, suçsuz yere aylarca yıllarca cezaevinde yatmak hiç de kolay ve kabul edilebilir bir şey değil; muhtemelen kararın kesinleşmesiyle birlikte bizler de yanınıza geleceğiz..

Ancak bu abartılı "gazetecilik" savunmaları inanın sıkıcı olmaya başladı.

Neden biliyor musunuz?

Çünkü olayın bir "basına baskı" boyutuna indirgenmesine yol açıp "Ergenokon" davalarının siyasi ve küresel boyutunun gözardı edilmesine neden olduğu için;

yaratılan destansı gazeteci profili gerçeğe zarar vermeye başladığı için;

kendi yarattığı epik destanlara kendisi inanmaya başlayan insanlarda, tutukluluk psikolojiisinin de olumsuz etkileriyle megolomani baş göstermeye başladığı için..

Bakın Tayyip Erdoğan dört ay hapis yattı, "şiir okuduğu için yattığı" yalanına kendisi de o kadar inandı ki şimdi bütün zamanların en mağdur dolar trilyoneri olarak hepimize hayatı zehir ediyor..

Oysa Tayyip Erdoğan, yeni paradigma kurgulayıcıları tarafından, AKP iktidara gelsin ve Cumhuriyet'i tasfiye etsin diye hapis yatırılmıştı..

Sonra biz de öyle oluruz maazallah..

Büyük gazeteciler olduğumuz için özgürlüğümüzü kaybettiğimize inanırsak, yarın birileri gelip Tayyip Erdoğan'a yaptıkları gibi bizim de kulağımıza "İntikam..intikam" diye fısıldar..

****

"İddia makamını tarih önünde mahkûm eden büyük gazeteci" tiplemesinin gereksizliği konusunda şöyle de yeni bir şey var:

Tayyip Erdoğan, Zaman gazetesinin kuruluş yıldönümünde ideal gazeteciyi tanımlarken, "Gazeteci, kalemini satmayan, kiralamayan, doğruyu mertçe savunup, yanlışın karşısında dik durandır" dedi..

Bu sözleri Ekrem Dumanlı, Hüseyin Güzelce ve Mümtazer Türköne tarafından hararetle alkışlandı.

Star gazetesinden kovulan Mehmet Altan, "AKP'ye yakın gazeteler siyasi baskıyla ilan topluyor" gibi dumur edici bir söze imza attı..

Dahası var..

Kamu görevlisine rüşvet verdiği iddiasıyla kapatılan İngiliz The Sun gazetesinin Londra bürosu polis tarafından basıldı, yere yatırılarak kelepçelenen gazetecilerden dördü tutuklandı.

Bakın, demokrasinin beşiğinde bile Tayyip Erdoğan'ın yöntemleri benimsenmeye başlıyor. Bu durumda bizlerin "gazeteci tutuklanır mı beyler, bu fikir özgürlüğüne aykırıdır" nidaları eşliğinde "batı demokrasilerine" sığınma imkânımız kalmamış bulunuyor..

Belki de onların gazetecileri mahkemelerde "Hiç değilse Türk kriterleri uygulansın; onlar gazetecileri yere yatırıp kelepçelemiyor en azından" demeye başlarlar...

Daha da dahası var..

Cumhurbaşkanı Christian Wulff'un eski danışmanın bir işadamından rüşvet aldığını iddia eden Alman Polisi, Cumhurbaşkanlığı ofisinde arama yapıp bilgisayarların imajını aldı...

Yani "çilekeş muhalif gazeteci" payesi bir günde Mehmet Altan'a, "Kalemini satmayan gazeteci" tanımlaması Ekrem Dumanlı'ya ihale oldu..

Demokrasilerini örnek gösterdiğimiz Almanya ve İngiltere, kendilerine Tayyip Erdoğan'ı örnek almaya başladılar.

O bakımdan, yarın mahkemeye çıktığımda yargıç mesleğimi sorarsa,

"Ev kadınıyım" diyeceğim..

Doğrusu bu olduğu ve bu mesleğin fazla heveslisi çıkmayacağı için kimseyle itişmek zorunda kalmayacağım için..

Bu şartlar altında herkese aynısını tavsiye ederim.

Böylece "Nedim'le Ahmet'i gazeteciden sayıyorlar da beni niye adam yerine koymuyorlar" diye kendinizi yiyip durmaktan;

Ciğeri beş para etmez adamlara ve kadınlara köşelerinde iki satır yer ayırsınlar diye günde onlarca mektup yazıp parmaklarınızı şişirmekten;

Ergenekon sürecinin en önde gelen tetikçilerinden "ziyaret" dilenmekten

KURTULURSUNUZ...

Kaynak: Açık İstihbarat

Türk polisi ABD Büyükelçiliği’yle görüşmeler mi yapmış ne?
04.02.2012



Tarih: 1 Temmuz 2008. Aralarında Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve Jandarma eski Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur’un da bulunduğu 21 kişi, Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı.

İşte Türkiye’yi sarsan bu olaydan, ABD Büyükelçiliği’nin bir hafta önceden haberi olduğu ortaya çıktı.

Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve Haber Müdürü Barış Terkoğlu’nun kaleme aldığı “Sızıntı/Wikileaks’te Ünlü Türkler” adlı kitapta; Türk polisinin ABD Büyükelçiliği’yle yaptığı görüşmelerin detayları yer alıyor.

Buna göre; 1 Temmuz 2008 tarihinde ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Carl Siebentritt’in kaleme aldığı ve Büyükelçi Ross Wilson onayıyla Washington’a gönderilen belgede inanılmaz ifadeler var. Söz konusu belgede yazdığına göre; polis ABD’li diplomatlara Mustafa Balbay’ın gözaltına alınacağı operasyonu bir hafta önceden haber verdi.

Polisin, ABD Büyükelçiliği Federal Soruşturma Bürosu yetkililerine söz konusu Ergenekon operasyonunun İlker Başbuğ-Osman Paksüt görüşmesine karşılık yaptıklarını söylediği de aynı belgede yer alıyor.

BAŞBUĞ- PAKSÜT GÖRÜŞMESİ

Hatırlanacağı gibi; AKP’ye kapatma davasının açılmasından 10 gün önce, 4 Mart 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ziyaret, 13 Haziran 2008 tarihinde Taraf gazetesi tarafından haberleştirildi. Hem Başbuğ hem de Paksüt ziyareti doğrulamakla beraber, içeriğinin kapatma davasıyla ilgili olmadığını, Paksüt’ün ziyareti sınır ötesi operasyonda ölen 27 asker için taziye dileklerini iletmek amacıyla gerçekleştirdiğini söyledi.

Ergenekon soruşturmasının ABD’yle ilişkisine dair birçok çarpıcı bilgi; “Sızıntı/Wikileaks’te Ünlü Türkler” kitabında yer alıyor

Ekleyen: Liyakat Platformu Avcılar

Oğuzhan Asiltürk: ‘Ergenekon ile ABD karşıtı askerler uzaklaştırıldı’
06 Şubat 2012

Habertürk'te Balçiçek İlter'in sorularını yanıtlayan YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürk, komuoyunda uzun süre tartışılan Ergenekon tanımı ve Amerika’yla ilgili iddialarına canlı yayında açıklık getirdi

‘Ordudan uzaklaştırılanlar için Erdoğan’ın hiçbir etkisi yok’

Ergenekon’la alakalı düşüncelerini aktarırken, içeri alınan generallerin genellikle ABD karşıtı kişilerden oluştuğunu, bunu söylerken Eski İç İşleri Bakanı olması ve yaklaşık 10 yıllık NATO güvenlik kurulunda meclisi temsilen katılırken çok önemli bilgi ve birikimlere sahip olduğunu, şuan bile tecrübeli ve bilge bir siyasetçi imajı münasebetiyle üst düzey komutanlarlan görevde ya da emekli olmuş kişilerden bilgi akışının devam ettiğini, dile getirerek özellikle Kuzey Irak’ta müttefik bildiğimiz ABD askerleri tarafından başına çuval geçirilen Yüzbaşının resimlerini orda hiçbir gazetecinin olmadığı bir yerde kendileri resimleyerek dünyaya servis etmeleri ve Türk askerini küçük düşürmeye çalışmaları ve bu durumu hazmedemeyen askerlerimizin o günden beridir ABD’ye karşı bir öfke ve kinlerinin bilinmesi sebebiyle bu operasyonların başlatıldığını iddia etti. Dolayısıyla yapılan bu operasyonların tamamen ABD kontrolünde bu duygunun bertaraf edilebilmesi ve muhtemel İran-Suriye müdahalesi sonucunda bölgedeki daha kapsamlı ve ülkemizide etkileyebilecek savaşa hazırlanırken Türk ordusunun bu subaylardan temizlenerek pasivize edilmesi amaçlanmıştır." dedi.

Asiltürk sözlerine şöyle devam etti; “Altını özellikle çizerek söylüyorum ki bu düşünceden hareketle Ergenekon adı altında askerlere yapılan bu operasyonların hiçbirisinin hükümetin kontrolü altında gerçekleşmediğini Erdoğan’ın “bu konuda bir etkisinin olmadığını” söyledi. Hatta şuan bazı askeri bölgelerde yapılan kazılar sonucunda çıkartılan mühimmat ve özellikle insan kemikleri ve cesetlerinin adeta nokta atışıyla tek tek ortaya çıkartılması da garip bir durumdur. Neden bu adreslerin bu şekilde bir adrese teslim olarak ortaya çıkartıldığı bu bilgi akışının nerden geldiğini hükümet yetkililerinin bile bilmediğini iddia ediyorum,dedi. Bunu söylerken Eski İç İşleri Bakanı olmam ve MİT ile alakalı hazırlanmış Ülkemizin çıkarları için uygun görmediğimiz ve engellediğimiz MİT'in çalışma esasları ile alakalı itirazımızın ve çekincelerimizin ortadan kaldırılması için bakan olarak tarafımıza Mit tarafından verilen brifingte gördüğümüz bilgi akışının ve bilgi kaynaklarının neler olduğunu bilmemiz hasebiyle bu açıklamaları yapıyoruz.”

HaberdemCom


Ülkenin bağımsızlığnı ve haysiyetini kim koruyacak?
07.02.2012



Gazetelerin önemli bir kısmı istedikleri kadar görmezden gelmeye çalışsınlar, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayınlanan ve Gn.Ya.Yön. Barış Pehlivan ile Haber Müdürü Barış Terkoğlu’nun yazdığı “Sızıntı:Wikileaks’de Ünlü Türkler” adlı kitap halk arasında kıyamet koparıyor. Yok satıyor!

Ortada gizli iken açığa çıkarılmış hiçbir belge yok. Google’da “Wikileaks.org”a girip, “Türkiye” linkini tıklayınca bütün belgeler ortalık yere dökülüyor.

Pazar günü yazdık. Bizi belgelerde ifade edilen kişiler/gruplar ile ilgili “iddialar” ilgilendirmiyor. Bunlar yalan da olabilir, yanlış anlaşılmış da olabilir.

Bizi ilgilendiren kitapta sıkça rastlandığı üzere; ABD’li büyükelçilik veya konsolosluk yetkililerine Türk Emniyet Teşkilatı’nın ABD’yi yakından uzaktan ilgilendiremyen konularda sık sık brifing vermesi!

5 Şubat tarihli yazımızda söylemiştik. Kitapta Emniyet’in Ergenekon Davası hakkında ABD’ye sık sık bilgi verdiği; hatta ABD’li yetkilileri sanıklar hakkında kışkırttığı ve bağımsız mahkemelerde görülmekte olan dava hakkında destek istediği ortaya çıkıyor.(ss:237-241)

“Brifing, Ergenekon’un ABD karşıtı eğilimine odaklanırken, Türk Emniyeti’nin çabaları için ABD hükümetinin doğrudan ya da zımni desteğini kazanma umutlarını ortaya koydu...”

***

Bugün size kitapta yer alan başka bir dehşetengiz belgeden bahsedeceğiz.

Önce hatırlataym AKP’ye kapatma davasının açılmasından 10 gün önce (dava 14 Mart 2008’de açılmıştı), 4 Mart 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başve¬kili Osman Paksüt, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’a bir ziyaret gerçekleştirmişti.

1 Temmuz 2008 tarihinde ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşar Carl Siebentritt bir belge kaleme almış ve Büyükelçi Ross Wilson onayıyla Washington’a göndermiş:

Belgeye göre:

Belgenin yazıldığı tarihten bir hafta önce Türk Emniyeti’nin bir yöneticisi ABD Büyükelçili¬ği Federal Soruşturma Bürosu’nu (FBI) ziyaret ediyor. Siebentritt’in belgede anlattığına göre Türk Emniyet Teşkilatı’nın yöneticisi, Başbuğ-Paksüt görüşmesine Ergenekon kapsamında gözaltılar gerçekleştirerek karşılık vereceklerini söylüyor!

İfade aynen şöyle:

“İlişkili olduğu¬muz üst düzey bir Türk Milli Polisi yetkilisi, gözaltıların önizle¬ği olarak, geçen hafta Büyükelçilik Federal Soruşturma Bürosu temsilcisiyle Paksüt- Başbuğ görüşmesinin yarattığı tartışma bağlamında konuşurken, Türk Milli Polisi’nin, birkaç gün için¬de Ergenekon kapsamında gözaltılar gerçekleştirmek suretiyle bu görüşmeye karşılık vereceğini söylemiştir.” (ibid:ss:231-32)

Nitekim; konuşmanın yapıldığı tarihten bir hafta sonra eski Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon ve eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur gözaltına alınıyorlar! 1Temmuz’da ABD’ye gönderilen belge “AKP aleyhtarı Mustafa Balbay ve Ufuk Büyükçelebi’nin de aynı tarihte göz altına alındığını” söylüyor.

“Türk Milli Polisi” “FBI”ya (AKP’nin kapatılma davasını konuştuklarına inandıkları) Paksüt-Başbuğ görüşmesine karşılık(intikam) olarak kimlerin göz altına alınacağını Türk kamuoyundan bir hafta önce haber veriyor.

İşte bu görüşme iddiası bize dehşet veriyor!

Birisi bize Assange’ın veya ABD yetklilerinin yalan söylediğini, bu görüşmelerin katiyen yapılmadığını beyan etsin!

Lütfen, Başbakan üzerine yemin ettiğiniz ülkenin bağımsızlığına ve haysiyetine sahip çıkın!
Kaynak: Liyakat Platformu Avcılar

Dursun Çiçek'e 2 gün izin
16.03.2012

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Çiçek'in kızı ve avukatı olan İrem Çiçek ile avukat Hüseyin Ersöz'ün, Çiçek'in dün vefat eden annesi Halime Çiçek'in cenazesine katılması için yaptıkları izin talebini değerlendirdi.
Mahkeme, dilekçenin ekindeki ölüm belgesine göre Halime Çiçek'in dün vefat ettiğini belirterek, talebin vicdani kanıyla kabul edildiğini kaydetti.

Bunun üzerine mahkeme, Çiçek'e annesinin Tokat'ın Reşadiye ilçesinde yapılacak cenazesine katılması için 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 116/2. maddesi uyarınca dış güvenlik görevlisi refakatinde yol süresi dışında 2 gün cenazeye katılma izni verdi.

Silivri Cumhuriyet Savcılığınca verilecek yol izninin ardından Çiçek'in hava yoluyla jandarma eşliğinde Tokat'a gideceği öğrenildi. Yolculuk sırasında Çiçek'e kızı ve avukatı olan İrem Çiçek'in de refakat edeceği belirtildi.

Dursun Çiçek'in, kanser olan annesini ziyaret etmek için 'Balyoz Planı' davası kapsamında da tutuklu yargılandığı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi ile İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinden istediği izin talebi, yasalarda böyle bir düzenleme olmadığı için kabul edilmemişti.
Yeni Şafak

HANGİ ERGENEKON TUTUKLU
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Nis 13, 2012 7:04 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Şub 20, 2012 10:20 pm    Mesaj konusu: Krizin perde arkasında yeni Oslo süreci mi var? Alıntıyla Cevap Gönder

Krizin perde arkasında yeni Oslo süreci mi var?



Taraf gazetesi yazarı Neşe Düzel'in sorularını cevaplayan Avni Özgürel, çarpıcı bir iddia ortaya attı. Özgürel, MİT krizi yaşanmasaydı Nisan ayında Oslo sürecinin yeniden başlayacağını ve dağdan iniç için balkon konuşması yapılacağını ileri sürdü.
13.02.2012

Taraf gazetesi yazarı Neşe Düzel'in sorularını cevaplayan Avni Özgürel, çarpıcı bir iddia ortaya attı. Özgürel, MİT krizi yaşanmasaydı Nisan ayında Oslo sürecinin yeniden başlayacağını ve dağdan iniç için balkon konuşması yapılacağını ileri sürdü. Özgürel, emniyetin bu çözüme karşı olduğunu da ifade etti.

İşte Neşe Düzel'in Avni Gürel ile yaptığı o röportaj;

“MİT ve Emniyet çatışıyor. Türkiye’nin yönetiminde ve politikalarında hükümeti kim yönlendirecek, ipler kimin elinde olacak kavgası bu! Özellikle kavga, Kürt meselesinde siyaseti kim yönlendirecekte çıkıyor.”

“Dört yıl önce Emre Taner MİT’in devlet analizini yayımladı. Bu analizde dendi ki: Eğer Türkiye demokratikleşmezse ve Kürt sorununu çözmezse, 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde (2025-2050) parçalanır.”

***

NEDEN AVNİ ÖZGÜREL

Türkiye’de devlet, demokratikleşmedikçe ve içi hukukla dolmadıkça hep böyle sarsılacak. Çünkü biraz güçlenen bir kesim ya da kurum, devleti ele geçirmeyi gözüne kestirecek ve harekete geçecek. Oysa bu ülkede gerçek bir demokrasi, gerçek bir demokratik hukuk devleti isteyenler, bunu ısrarla niye istediler bugüne dek? “Türkiye’de öyle bir sistem kurulsun ki, devleti kimse ele geçiremesin. Devlet şu veya bu kurum, şu veya bu zümre tarafından ele geçirilebilir bir aygıt olmaktan çıksın. Devlet, MİT Müsteşarı ve savcı da dâhil, bütün vatandaşlar için güvenli bir yer olsun” diye istediler demokratik hukuk devletini. Ama bu yapılmadı. Bugün devletin içinde gene büyük bir çatışma yaşanıyor.

Kim kiminle çatışıyor? Taraflar ne istiyor? Bu kavgada asıl amaç ne? Bu kavga niye bugün çıktı? Hükümetle cemaatin çatıştığı doğru mu? Savcının MİT Müsteşarı’nı şüpheli sıfatıyla çağırması bir tür meydan okuma mı? MİT Müsteşarı Oslo görüşmeleri nedeniyle mi şüpheli durumda? Savcı, MİT’in KCK’yı ve PKK’yı savaşa kışkırttığını mı düşünüyor? Bu kavganın sonunda yenilen neler kaybedecek? Muhafazakârlar bölünecek mi? Hükümetle cemaat arasında Kürt sorununun çözümü konusunda bir fikir aykırılığı var mı? Tarafların Kürt sorununun çözümü konusundaki önerileri neler? MİT Müsteşarı’nın savcılığa çağrılması, Başbakan’ın da çağrılabileceğini mi gösteriyor? Suriye sorununun bu yaşananlarla bir ilgisi var mı? Bu yaşananlar PKK’yı nasıl etkiler?

Bütün bu soruları, yazdığı köşe yazıları ve araştırma kitaplarıyla Türkiye’de devleti ve siyaseti yakından izleyen gazeteci yazar Avni Özgürel’e sorduk ve çok çarpıcı cevaplar aldık.

***

NEŞE DÜZEL: Daha önce bugün yaşadıklarımıza benzer bir olay yaşandı mı Türkiye’de?

AVNİ ÖZGÜREL: Sadece Türkiye’de değil herhalde dünyada böyle bir olay hiç yaşanmadı. Menderes’in döneminde MİT Başkanı olan Ahmet Salih Korur dışında bugüne dek hiçbir MİT başkanı da bu ülkede sorgulanmadı. Şimdi ilk defa yargı, bir MİT müsteşarına elini uzatıyor. Oysa MİT, büyük bir değişim göstermişti. Emre Taner’in müsteşarlığından önce MİT tam bir hafiye teşkilatıydı.

Hafiye teşkilatı ne demek?

MİT, hep skandal olaylarla ve raporlarla anılan bir kurumdu. İçeride insanları takip ediyordu, entrikalar kurguluyordu, tuzaklar kuruyordu ve kurgulanmış operasyonlar yapıyordu. Bazı siyasi cinayetlerin arkasında da MİT’in izi bulunuyordu. Mesela MİT Müsteşarı Hiram Abbas elinde silah operasyona katılıyordu. Ama bu işler, Emre Taner’in müsteşar olmasıyla bıçakla kesilir gibi bitti. Emre Taner hiç bir operasyona katılmadığı gibi, MİT de operasyon yapmadı.

Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz?

Bütün operatif elemanlar MİT’ten koptular. Emniyet ve Jandarma bünyesine kaçtılar. MİT’in şu anda kadrosu yedi bin kişi ve MİT’te sadece istihbarat-haber elemanları kaldı. Emre Taner döneminde bütün teşkilat yenilenmeye başladı. İstihbaratın entelektüel bir faaliyet olduğuna inanan gençler kadroya alınmaya başlandı. Yabancı ülke uzmanlıkları oluştu. Daha da önemlisi, dört yıl önce Emre Taner, örgütün kuruluş yıldönümünde kamuoyuna bir devlet analizi yayımladı.

MİT’in devlet analizi nedir?

Bu analizde dendi ki, eğer Türkiye demokratikleşmezse, bu yolda değişimini tamamlamazsa ve Kürt sorununu çözmezse, 21. yüzyılın ikinci çeyreğini bütünlük halinde göremez. Parçalanır. Milletler topluluğunda da ikinci kümede kalır. Kürt sorununun çözümünü demokratikleşmede gören bir analiz bu. “Bu sorunu ya çözersin ya da bölünürsün” diyor MİT. Dolayısıyla siyaseti ve askeri, bu istikamette zihnen hazırlamaya başladı MİT. Öyle ki pek çok muhafazakâr ve aydın, geçmişte zihinlerinin reddettiği ya da ağızlarına almayı cesaret edemedikleri şeyleri savunmaya başladılar.

Devletin PKK’yla masaya oturmasını, Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesini, ev hapsine çıkarılmasını mı savunmaya başladılar?

Evet.

MİT her zaman askerin hâkim olduğu bir teşkilattı. Artık askerin gücü, ağırlığı bitti mi?

Askerin hem sayısı hem de MİT analizlerindeki payı çok azaldı. Bu arada tabii Türkiye’de bir başka gelişme daha oldu. Bekçiden başlayıp komiser abiye kadar uzanan Emniyet kadrosu çok ciddi bir değişimin içine girdi. Ortaya çok kaliteli, iyi eğitilmiş bir polis teşkilatı çıkmaya başladı. Bazı Emniyet elemanları, artık bugün diplomat seviyesinde insanlar.

“MİT artık hiç operasyon yapmıyor, sadece istihbarat işi yapıyor” dediniz ama özel yetkili savcı, MİT’i operasyon yapmakla suçluyor. KCK içindeki ajanları vasıtasıyla KCK’yı yönettiğini, KCK’nın eylemlerini yönlendirdiğini ileri sürüyor savcı.

Tam öyle değil. Evet, savcının suçlaması bunu çağrıştırıyor, “KCK-PKK’nın içinde bin kadar MİT elemanı var” deniyor ama... Gerçek şu ki bu elemanlar, istihbarat alabilmek için KCK ve PKK kadrolarıyla birlikte hareket etmek zorundalar. Ben katılmam diyen olursa zaten dışlanır, hatta öldürülür. Ama bunlar şurayı bombalayalım gibisinden karar veren ve eylemi gerçekleştiren değildir.

Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsunuz?

Ben, MİT elemanları suç işlemez, hepsi sütten çıkmış ak kaşıktır demiyorum. Mesela Türkiye’ye sığınan bir Suriyeli subayı MİT’çiler Suriye’ye satmışlar. MİT’çiler arasında elbette suça karışan, suç işleyen olabilir.

Sahte isimler düzenleyerek Taraf yazarlarını dinlemiş daha yeni MİT.

Ben MİT ak-pak oldu demiyorum. Ben burada bir büyük fotoğraftan söz ediyorum. Bugün önemli olan şudur. Milli İstihbarat Teşkilatı bugün vatana ihanetle suçlanıyor. Ülkeyi parçalamayı amaçlayan bir terör örgütü olan KCK’yı yönetmekle suçlanıyor. Eski müsteşar Emre Taner, yardımcısı Afet Güneş, yeni müsteşar Hakan Fidan ve Oslo görüşmelerinin zeminini hazırlayan, sekretaryalığını yapan şube müdürü seviyesindeki iki MİT görevlisi bununla suçlanıyorlar.

Devletin içinde büyük bir çatışma yaşandığı görülüyor bugün. Kiminle, kim çatışıyor?

Bunu sadece devlet içinde bir çatışma olarak görmeyin. Resme, bölge olarak bakmak lazım. Hakan Fidan, MİT’in başına geldiği günden beri sürekli saldırıya uğradı. İsrail’in istihbaratı MOSSAD, “Biz Türkiye ve MİT’le artık istihbarat paylaşmıyoruz” dedi. Neden? “Çünkü Hakan Fidan İslamcı. Verilen bilgilerin İran’a aktarılacağı sezgimiz var. Bu insan bizim için tehlikeli” dedi İsrail. İlk kez MOSSAD bir başka devletin istihbaratıyla ilgili bir açıklama yapıyor. O noktadan sonra Türkiye’de basında da Hakan Fidan’la ilgili tedirginlik başladı.

“Devletin içinde kiminle kim çatışıyor” diye sormuştum...

MİT’le Emniyet çatışıyor. Türkiye’de hükümeti, yani siyasi karar mekanizmasını kim bilgilendirecek ve yönlendirecek konusunda çatışıyorlar. Özellikle de çatışma, Kürt meselesinde hükümeti kim yönlendirecek meselesinde çıkıyor. Emniyet, Kürt meselesine kolaycı ve pazarlıkçı bakan MİT’in dikkate alındığını, kendi başarılarının ve yeteneklerinin ise Hükümet tarafından gözardı edildiğini düşünüyor. Biraz önce size, Emniyet teşkilatının çok güçlendiğini ve birikim kazandığını söyledim. Bir ay önce, Silahlı Kuvvetler’in dinleme faaliyeti son buldu.

Asker artık vatandaşları dinlemiyor mu?

Genelkurmay artık dinleme takibi yapmıyor. Askerin talep ettiği istihbaratı artık MİT yapıyor. Silahlı Kuvvetler’in elindeki dinleme üniteleri, ki bunlar dünyanın en gelişmiş dinleme üniteleridir, Emniyet’e mi, MİT’e mi verilecek diye bir tartışma yaşandı. Başbakan’ın işaretiyle Özel Kuvvetler’in elindeki bu üniteler MİT’e teslim edildi. Bu çok önemli!

Niye?

Çünkü Echelon denen çok gelişmiş bir dinleme sisteminden söz ediyoruz burada.

Hedef MİT değil, düğmeye basan savcı değil
İbrahim Kiras
20 Şubat 2012

Özel yetkili savcıların MİT hamlesini savunmaktan geri durmayıp bir taraftan da sürecin neticelerinden şikâyet eden birileri var. Diyorlar ki MİT hamlesi olmasaydı özel yetkili mahkemeler büyüteç altına alınmayacak, emniyette tasfiyeler olmayacaktı. Demek ki bu işten zararlı çıkanlar bu iki kurum. Bir de bu iki kurumun arkasında olduğu söylenen grup...

Yani “Bizi suçluyorsunuz ama aslında biz mağdur olduk” demeye getiriliyor... Dolayısıyla “MOSSAD yaptırmıştır” türünden açıklamalar burada işlev kazanıyor. Fehmi Koru bu tezi dün güzelce analiz etti, çelişkilerini ortaya koydu. Süreci başlatan düğmeye basanların şimdi sürecin mağduru gibi gösterilmesinin garabetine işaret etti.

Ancak bu konunun gözden kaçan bir boyutu da var: İstanbul Emniyeti’nden bazı polis müdürlerinin hazırladığı müzekkere üzerine harekete geçen özel yetkili savcıların aldığı karar, evet, bir devlet krizine yol açtı... Türkiye’nin milli güvenliğini risk altına attı... Ülkenin itibarını zedeledi... Dış politikadaki bazı özel hamlelerini boşa çıkarttı... Dolayısıyla bütün bu konu başlıklarıyla ilgili birtakım özel tedbirlerin alınması gereği ortaya çıktı.

Bunlar doğru. Ama yargıda ve emniyet bürokrasisinde hüküm süren keyfiliğin önüne geçme düşüncesini bu son hamle ortaya çıkarmadı. Bu problem epeydir kendisini göstermekteydi zaten. Kendilerine özel bir dönemin gereği olarak özel yetkiler verilmiş olan bazı yargı mensupları ve onlarla yakın mesai içinde olan bazı polis müdürleri birtakım eylemleriyle ve kararlarıyla çoktandır tartışma konusuydu.

Bu kadroların Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında gösterdikleri başarı önceleri kamuoyunda takdir görüyor, alkışlanıyordu. Ama bu alanda yapılanlar giderek kamu vicdanında karşılık bulmamaya başladı. Çünkü soruşturma ve yargı süreçlerinde “kurunun yanında yaşın da yandığı” algısı oluşmaya başlamıştı. Ergenekon davasının asıl amacından uzaklaştığı, özel intikam girişimlerine alet edildiği düşüncesi yaygınlaşıyordu. Mesela Hanefi Avcı, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi isimlerin kendilerine isnat edilen suçlardan dolayı değil, yazdıkları kitaplar yüzünden bu sürece dâhil edildiklerini düşünenlerin sayısı her geçen artıyordu.

Diğer taraftan yargı süreci bir türlü hızlanmıyor, dosyalar yeni ilavelerle sürekli genişletiliyor ve belirli şartlarda uygulanması gereken “tutuklu yargılama” tedbiri sanıklara yönelik bir “peşin cezalandırma”ya dönüşüyordu.

Askeri vesayet düzeninin tasfiyesi mücadelesine de gölge düşüren bu tablo siyasi iktidar açısından arzu ve kabul edilebilir değildi. Bu rahatsızlık en yüksek düzeyde ifade edildi. Ne var ki başlangıçta çok ciddi bir destekle bu yargı sürecinin önünü açmış olan siyasi iktidarın söz konusu meselelerle ilgili uyarıları yargı cephesinde nedense karşılık bulamadı.

Her seferinde verdiğim örneği yeniden hatırlatayım: Başbakan Erdoğan eski genelkurmay başkanı Başbuğ’un tutuksuz yargılanması arzusunu ifade ettiği günün ertesinde aylardır tutuksuz yargılanmakta olan bir diğer generalin de tutuklanmasına karar verildi. Bardağı taşıran asıl damla oydu ama pek hissettirilmedi.

Ancak siyasi iktidarın gözünde şu tablo netleşmişti: Kuvvetler ayrılığı prensibinin yargıya tanıdığı yerle yetinmeyen, özel yetkilerini kötüye kullanan, tartışmalı kararlarla yasamanın ve yürütmenin alanlarına tecavüz etmekten geri durmayan bir yapılanma vardı yargı içinde.

Hâlâ görevinin başında olan bir savcının skandal kararı söz konusu olmasa da bugün alınan önlemler alınacaktı. Çünkü bu önlemlerin alınması gerekiyordu. Belki de alınacak bu önlemlere engel olmak için o düğmeye basılmıştır. Ne dersiniz?

Star

Oda TV Tutuklusu Yurdakul Tahliye Edildi
22 Şubat 2012
Oda TV davasının tutuklu sanığı Doğan Yurdakul sağlık sebebiyle tahliye edildi.

Yurdakul'un avukatları 20 Şubat'ta, böbrek rahatsızlığı, gizli şeker ve kalp ritmi bozukluğu bulunduğu ve 66 yaşında olmasını gerekçe göstererek tahliye talebinde bulunmuştu.

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi 1 yıldır tutuklu bulunan Doğan Yurdakul'u sağlık sorunları sebebiyle tahliye etti.

Yurdakul, 7 Mart 2011 tarihinde Oda tv kapsamında yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmıştı.

Veli Küçük Ergenekon şemasını deşifre etti
10.03.2012
Mahkemenin elinde bulunan ve kapalı olan kısımlardaki isimleri verdi.

Ergenekon Davası'nın en önemli sanıklarından birisi olan Veli Küçük, Ergenekon Terör Örgütü şemasında kendi durumunu ve altındakilerin isimlerini verdi.
Ergenekon davası tutuklu sanığı Veli Küçük, Ergenekon terör örgütünün kapalı şeması'nın açılmasını istediklerini söyledi...

Ergenekon davasının dünkü duruşmasında tutuklu sanıklardan emekli Tuğgeneral Veli Küçük, dava dosyasında yer alan 'Ergenekon terör örgütünün kapalı şeması'nın açılmasını istediklerini, ancak mahkeme tarafından bu şemanın açılmadığını söyledi.

Küçük, 'Bende bu şemanın açık hali var. Örgütte köprü vazifesi gördüğüm iddia ediliyor. Şemada benim üzerimde ve altımda bulunan kişilerin isimleri var. Mesela üzerimde Hüseyin Kıvrıkoğlu, Teoman Koman ve Osman Özbek var' diye konuştu.

Şemayı mahkeme heyetine veren Küçük, şemada isimleri bulunan kişilerin tanık olarak çağrılmasını ve kendisiyle irtibatlarının olup olmadığının sorulmasını istedi.

JİTEM diye birşey olmadığını iddia eden Küçük, "Bu jandarmayı yok etmek için uydurulmuş birşey. Jandarma İstihbarat Grupları Komutanlığını ben kurdum ben kapattım" dedi. Sanık ve avukatların taleplerini değerlendiren mahkeme ise Küçük'ün, 'Ergenekon terör örgütü şeması'nda yer alan kişilerin dinlenilmesine ilişkin talebinin ileriki aşamalarda değerlendirilmesine, bu aşamada reddine hükmetti. Tutuklu sanıkların tahliye taleplerinin reddine karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı 16 Nisan 2012'ye erteledi.
habervitrini

Nedim Şener ve Ahmet Şık tahliye edildi
12 MART 2012



İstanbul 16'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk'un tahliyelerine karar verdi.

Mahkeme kararına gerekçe olarak 'suç vasfının değişme ihtimalini' ve 'tutuklu kaldıkları süreyi' gösterdi.

Mütalaasını açıklayan Savcı Ufuk Ermertcan, Odatv yazarı Sait Çakır'ın tahliyesini isterken, diğer dokuz sanığın tutukluluk halinin devamı yönünde karar verilmesini istemişti.

45 günlük aranın ardından bugün devam edilen dava kapsamında Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Oda Tv Genel Koordinatörü yazar Doğan Yurdakul, 21 Şubat'ta sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmişti.
Özel yetkili İstanbul 16'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 11 duruşmasına aralarında Nedim Şener, Ahmet Şık ve Hanefi Avcı'nın da bulunduğu tutuklu 9 sanık katılırken ikinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı bu davanın tutuklu sanığı Yalçın Küçük ise duruşmaya katılmadı.

Duruşmada, Ahmet Şık'ın avukatı Fikret İlkiz ek savunmasını yaptı. "Şüpheliler gazeteci olmasına rağmen iddianamenin özü örgüt yaratmaktır" diyen İlkiz, iddianamenin suçlu göstermek için özel bir niyetle hazırlandığını savunarak suçlamaların somut olmadığını iddia etti.
İlkiz, "Bu dava gazetecilerin yargılandığı davaysa biz de yargılanan gazeteciyiz. Gazeteciler yalan haber yaptıkları için değil gerçekleri yazdıkları için tutuklu olduklarını biliyorlar" dedi.

Türkiye'nin 'basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara yöneldiği' suçlamalarına örnek gösterilen davada özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nce hazırlanan iddianamede, sanıklara yöneltilen suçlamalar arasında 'silahlı örgüt kurmak ve yönetmek', 'kaos ortamı oluşturmak amacıyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek', 'devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin ekmek', 'yasaklanan bilgileri temin etmek', 'adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek', 'özel hayatın gizliğini ihlal etmek' gibi unsurlar öne çıkıyor.
6 sanığa tahliye yok

Mahkeme aralarında Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'ın da bulunduğu 6 tutuklu sanığın ise tutukluluk halinin devamına hükmetti.
Mahkeme kararına, 'tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tamamen toplanmamış olması ve dosyadaki dijital verilerle ilgilii henüz bir bilirkişi raporunun sunulmamış olmasını' gerekçe gösterdi.
Mahkeme kararını açıklamak için sadece sanık avukatlarını salona alırken sanık yakınları ve basın mensupları içeri girmesine izin verilmedi.

Mahkeme ayrıca, dava dosyasındaki dijital verilerle ilgili bilirkişi raporu hazırlayacak olan TÜBİTAK'a olası gecikmenin önlenmesi amacıyla raporun en hızlı şekilde hazırlanması için yeniden müzekkere yazılmasına karar verdi.
Duruşma 18 Haziran'a ertelendi.

BBCT

EMEKLİ ORGENERAL ERGİN SAYGUN TUTUKLANDI
14 Mart 2012

İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında yakalama kararı bulunan emekli Orgeneral Ergin Saygun'un tutuklanmasına karar verdi.
''Balyoz Planı'' davası kapsamında hakkında yakalama emri bulunan emekli Orgeneral Ergin Saygun tutuklandı.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinde, ''Balyoz Planı'' davasının görüldüğü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan ara duruşmada hakkındaki yakalama emrine karşı beyanda bulunan Saygun'un, ''darbeye teşebbüs'' suçundan tutuklanmasına karar verildi.

Saygun ve avukatının duruşmada, sağlık durumu gerekçesiyle hastanede tedavi görme ve serbest bırakılma talebinde bulundukları, ancak bu talebin reddedildiği öğrenildi.
aktifhaber



Sadece Cemaate Değil Bize de Kapak Olsun!
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
21/05/2012

Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Kulübü Başkanlığına rekor oyla yeniden seçilmesi, sadece Cemaate değil

Bize de kapak olsun...

Ülker Arena'da dün yapılan Fenerbahçe kongresinde, Metris cezaevinde 11 aydır tutuklu bulunan Aziz Yıldırım, yeniden kulüp başkanlığına seçildi. Hem de rekor oyla!

Ajansların geçtiği habere göre, 1998 yılından beri klüp başkanlığını sürdüren Yıldırım, kullanılan 5 bin 271 oydan 5 bin 269'unu alarak 3 yıllık süre için yeniden Fenerbahçe Spor Klübü Başkanı oldu.

Sözün özü Fenerbahçeliler, hakkında 400 sayfalık iddianame düzenlenerek cezaevine yollanan, özel telefon konuşmaları deşifre edilerek itibar linçine tabi tutulmak istenen, Türk futboluna verilmek istenen yeni düzende, ayak bağı teşkil etmeye başladığı için defterden silinmek istenen başkanlarını kurda yem etmediler.

Arkasında durdular;

"Ama" demediler;

"Yargı karar verir" deyip çekilmediler;

"Savcıların ciddi iddiaları var canım" demediler...

Oynanan oyunu baştan gördüler ve yağmur çamur demeden yollara düştüler. Çağlayan Adliyesi'nin önüne on binlerce taraftarı yığdılar. Başkanlarının etrafında kenetlendiler, yerine oynamak isteyenlere cesaret vermediler, kimseye söz söyletmediler.

Aziz Yıldırım da kimi sayın komutanlarımız gibi cezaevine tıpış tıpış giderken, "Bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum, adalete güveniyorum" demedi,

Hakim karşısına çıkınca, "On bin ağaç diktim, NATO kursunu birincilikle bitirdim" şeklinde safça savunmalara girişmedi,

"Şeker hastasıyım, tansiyonum var" muhabbetine hiç girmedi...

2.5 milyon doları temsil eden kâğıt desteleri ile bir bavulu mahkeme başkanının önüne koyup,

"Bu para bu bavula sığar mı?" diye sordu.

İçeriden yolladığı mesajlarla, vaktiyle "Beraber yürüdük biz bu yollarda" şarkısını birlikte söylediği kimi eski ortaklarının uykusunu kaçırdı.

Yattığı yerden Fenerbahçe'yi firesiz yönetti.

Ya "Ergenekon" cenahında ne oldu?

"Biz kaç kişiyiz" organizasyonuna SMS'le katılan 1 milyon kişi buhar olup uçtu! Pek çoğu sonradan operatöre başvurup kaydının silinmesini istedi..

Organizasyonun lideri Tuncay Özkan, Beşiktaş Adliyesi'ne getirildiğinde destek için sadece 15 kişi geldi...

Cumhuriyet mitinglerine katılan yüzbinlerce kişi de toz oldu..

Türkân Saylan'ın evi aranırken, 100 kadar kişi kapısının önüne gidip alkışlarla destek verdi..

Hakkında iddianame düzenlenen subayların terfisi anında durduruldu. Pek çoğu alelacele emekliliğe sevkedilip cemaat savcılarının kucağına vebalı torba gibi atıldılar..

Koskoca ordu komutanları hakkında yazılan "terör örgütü mensubu" müzekkerelerine, "Ne yapalım, CMK'da böyle yazıyor" diyerek tepki gösterilmedi.

Operasyondan dönen teğmen, ayağının çamuruyla elinde "terör örgütü mensubu" yazılı kağıtlar bulunan polislere sorgusuz sualsiz teslim edildi...

Genelkurmay Başkanı, "Terör örgütü adına TSK'ya sızmaktan" tutuklandı, "2 bin 500 yıllık geçmişi olan asker milletin" gıkı çıkmadı.

Köşe yazarı Bekir Coşkun'a cevap yetiştiren 'halef', selefinin bu kadara akıl almaz bir iddia ile hapse atılması hakkında tek kelime söylemedi.

Mustafa Balbay, tutukluluğunu gerekçe gösteren gazetesi tarafından Ankara temsilciliği görevinden alındı. "İdari tarafı olan bir görevdir, tutukluluk durumu Ankara bürosunun işleyişini olumsuz etkiliyor" denildi...

Balbay'ın cezaevinden 20 kişilik Ankara bürosunu yönetemeyeceği öne sürülüp bu gerekçe "makûl" bulundu ama...

Fenerbahçe taraftarları, Aziz Yıldırım'ın milyonlarca kişilik camiayı hapishaneden "yönetemeyeceği" fikrine zerre kadar prim vermediler. Rekor oyla başkan seçtiler!

Başkanlarını cezaevine tıkan iradeye meydan okudular.

Hürriyet gazetesi, Soner Yalçın'ın köşesini tutukluluğunun ikinci haftasında kaldırdı. Okuyucuya yalandan da olsa bir açıklama yapma gereği duymadılar. Yazarlarından "bir internet sitesinin sahibi" diye söz ettiler...

Daha örnek ister misiniz?

Sütunlara sığmaz...

Fenerbahçe kulübü ve taraftarı ne yaptı?

İnadına Aziz Yıldırım'ın etrafında kenetlendi, yağmur çamur demeyip mahkeme kapılarında bekledi ve kongrede gözlerine sokar gibi rekor oyla başkan seçtiler...

Hani onlar "top kafalı" ya...

Hani onlar, "apolitik" ya...

Hani onlar, "lumpen kesimi" ya...

Hani biz..

Okumuş, bilinçli, yürekli, yurtsever, politik insanlarız ya...

O bakımdan...

Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Kulübü Başkanlığına rekor oyla yeniden seçilmesi,

sadece Cemaate değil

Bize de kapak olsun...

Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/haberkategori.aspx?id=10054&katID=1

Henri Barkey: "AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik"
14/06/2012



Utah Üniversitesi’nde konferans veren CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey, AB üzerinden yapılan derin operasyonu bu ifadeyle tanımladı.

İlk kez İslami parti iktidarda

Bu şoke edici sözler, TBMM’de 2003 yılında 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra Utah Üniversitesi’ndeki “Felaket ile Flört: Türkiye- Irak-ABD” adlı konferansta söylendi. Kürsüye çıkan Barkey, 3 Kasım’da ilk kez bir İslami partinin iktidara geldiğini hatırlatarak şöyle dedi:
Ordu ABD’ye güvenmiyor.

Yaptığımız görüşmelerde bize, ’AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini, bunu kendileri için bir rönesans olduğunu’ söylediler. Türk Ordusu ise ABD’ye güvenmiyordu. Irak’a ABD’den bağımsız girmek istediler. Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla orduyu çok sıkı bir kafese kapattık.

“AKP ile anlaşarak TSK’yı kafesledik”

CIA ajanı Barkey, 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABD’de verdiği konferansta, “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” anlatmış.

Haber : Salim Yavaşoğlu

CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in, 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra 26 Mart’ta Utah Üniversitesi’nde verdiği “Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD” adlı konferansta, AKP lideriyle anlaşarak “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” söylediği ortaya çıktı. Barkey, AKP’nin, AB reformlarında ısrarlı tutumu ve ABD’nin Türkiye’ye gün vermesi için AB’ye baskı yapmasının “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesleme” planı olduğunu ifade ediyor.

“Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD”

Barkey’in bu sözleri kullandığı dönemde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral Hilmi Özkök oturuyordu. Konferanstan 3 ay sonra, 4 Temmuz 2003’te de K. Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. İlerleyen yıllarda ise Ümraniye ve Balyoz gibi soruşturmalarla çok sayıda subay tutuklanarak adeta “kafes”leniyor. Konuşmasında, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden Türk Ordusu’nu sorumlu tutan Barkey, ABD’nin en büyük felaketinin Türk Ordusu’nun, “PKK terörü ve çıkacak karışıklıkta Türkmenleri korumak için” Kuzey Irak’a girmekte ısrar etmesi olduğunu, bu nedenle konuşmasının adını “Felaket ile Flört” koyduğunu anlatıyor. Barkey, tezkerenin reddiyle gerçekleşmeyen kuzey cephesinin sırf TSK’nın K. Irak’a girmesinin engellenmesi için düşünüldüğünü ifade ediyor.

Kızarlar ama unuturlar

Tezkerenin reddinden sonra TSK’nın “Ne olursa olsun ABD’den bağımsız olarak K. Irak’a girmek” tavrında ısrarlı tutumunu sürdürdüğünü kaydeden Barkey, bunun engellenmesi için “AB’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vermesi gerektiğini, müzakere tarihinin en büyük yararının Türkiye’nin dikkatini Irak’tan uzaklaştırmak” olacağına parmak basıyor. Barkey bu sürecin AKP hükümeti eliyle yürütüleceğini, AB reformları ile TSK’nın kafese kapatılacağını anlatıyor. TSK’nın Irak’a girmesi engellenirse bunun ABD için en iyi senaryo olacağını belirten Barkey, Türklerin başta çok kızacağını sonradan unutup ilişkilerin derinleşerek devam edeceğini söylüyor. Barkey, AKP ile yürütülen bu planın gerçekleşmesinin 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden daha önemli olduğunu da vurguluyor. Barkey, “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” açıkça söylediği konferansta 1 Mart tezkeresi öncesinde yaşananlar hakkında da çarpıcı açıklamalar da yapıyor.

Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini hiç istemedik!

Henri Barkey, Kuzey cephesinin açılmasına neden olacak 1 Mart tezkeresinin aslında Kuzey Irak’a girmekte ısrarlı olan Türk Ordusu’na karşı düşünülen bir önlem olduğunu da şöyle itiraf ediyor. “1 Mart tezkeresinin geçmemesinin tüm suçu Türk Ordusu’nda. Çünkü, İslamcı hükümet ile Türk Ordusu arasında çekişme vardı. Problemin önemli bir parçası Türk Ordusu’nun Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenmemesiydi. Halbuki biz ’Bağımsız Kürdistanı’ desteklemiyorduk. İnanmadığımızı söylüyorduk. O yüzden bu konuşmanın adını ’Felaketle Flört’ koydum. Türk Ordusu, ABD’den bağımsız olarak Kuzey Irak’a girmek istiyordu. Ne olursa olsun! ABD’nin ise en son istediği şey buydu. Çünkü, Iraklı Kürtlerle Türk Ordusu arasında gerilim olacaktı. Zaten Kuzey cephesi bu tür sorunların ortaya çıkmaması için düşünülmüştü.”

Askerleri, “güç” olarak görmek istemiyorlardı

AKP’nin değişim söylemine inandığını belirten Barkey, iktidar partisini, “Askeri, güç olarak görmek istemeyen, sivilleşmeden yana ve merkez sağ olmak isteyen bir parti” olarak tanımlıyor. Barkey, 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti ve lideriyle “Türk Ordusu’nu sıkı bir kafese kapatma” temaslarını ise şöyle anlatmış: “İlk kez bir İslami parti tek başına iktidara geldi. O güne kadar Türkler, AB’ye temkinli yaklaşıyordu. İlk kez ‘AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini’ söylediler. İlk kez bir Türk hükümeti, ‘AB’ye girmek istiyoruz, onların kriterleri bizim için ölçü olur’ diyor. Bir İslamcı liderin rönesans terimini kullanması bana çok belirleyici geldi. Çünkü, AB’ye katılarak adaylık sürecinin Türkiye’yi daha fazla demokrat yapacağına inanıyorlar. Bu demokratikleşme süreci içinde biz orduyu çok sıkı bir kafese kapattık. Bundan sonra asker, eskiden olduğu gibi her 10 yılda bir müdahale edemeyecek. Keyfince hükümetleri değiştiremeyecek. AB’ye adaylık süreci Türkiye’yi daha demokratik bir ülke haline getirecek. Bu süreç Türk Ordusu’nun tutumuyla darbe yedi. Şunu söylemeliyim ki; Kuzey Irak’ta bir çatışma bu süreci zaafa uğratır ve geriletebilir. Eğer; biz bu Saddam’ı umut ettiğimiz kadar çabuk devirirsek, Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a girmesini engelleyebilirsek, 1 Mart tezkeresi 1 yıl içinde unutulur. Türk hükümeti de reformlar yolunda devam ederse ilişkilerimiz iyileşmeye devam eder. Gelecek için umutluyuz. Türk Ordusu, Kuzey Irak’a girmelerinin hakları olduğunu söylüyordu. Ancak Başkan Bush, Türklere ‘giremezsiniz’ dedi.”

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=68868

Arınç'a Suikast Emekli Oldu!..
Mehmet TEZKAN
mtezkan@milliyet.com.tr
9 Temmuz 2012



Ne suikast planıymış!.. Üç yıl oldu, savcılar çözemedi.. Soruşturma hala sürüyor..

Oysa, her şey açık seçikti..

Bir albay ile bir yarbay, Arınç’ın evinin yakınlarında enselenmedi mi?
Enselendi..

Hani suikasta giden subaylardan biri Arınç’ın ev adresini unutmamak için kağıda yazmıştı, kağıda baka baka evi ararken polis yakasına yapışmıştı, o da kağıdı ağzına atarken polislerden biri üstüne atlayıp son anda yutmasını önlemişti..

2009’un aralık ayıydı.. Ortalık birbirine girmişti..

Girmişti ama o işte bi bit yeniği vardı.. Şüphelenmiştik; yazdık, çizdik, sorduk ama her zaman ki gibi nafile..

Niye mi şüphelendik?

Bülent Arınç o kadar rahattı ki.. Sanki suikast girişimi ona yapılmamıştı.. (Gerçi subaylar yakalandığında kendisi Manisa’daydı ama olsun; insan korkar.. )

Kıs kıs gülmüş, suikast girişimini ballandıra ballandıra anlatmıştı..
Normal bir durum değildi anlayacağınız..

*

Sonra ne oldu derseniz.. Enselenen subaylar kozmik odada görevli olduğu için hakim o odaya girdi..

26 gün çalıştı..

Kozmik odada notlar aldı.. Kendisi şu anda Yargıtay’da..
Aldığı notlar nerde?

Bir yerlerdedir..

*

Mesele bu değil; başka..

Arınç’a suikast planı yapıldı mı yapılmadı mı?
Üç yılda anlaşılmaz mı?

Şeytan insanın aklına komplo şüphesini sokuyor.. Arınç, polis, savcı, yargıç dörtlüsünün başrolü oynadığı..

*


Şeytanı karıştırmadan şöyle bi düşünün..

Albay düzeyindeki bir grup Başbakan Yardımcısı’na suikast planlıyor, eyleme geçmeden yakalanıyorlar, kozmik odalar açılıyor, ortalık ayağa kalkıyor.

Suikast düzenlenen kişi bile sonucunu merak etmiyor..

Ne oldu diye sormuyor, mesele yapmıyor..

Normal bi durum değil..

*

Üç yıl önce, üç subay ‘suikast’a karıştıkları için tutuklanmaları için mahkemeye sevk edilmişti..

Hakim tutuklamadı..

Tutuklasaydı ne olacaktı?

Üç yıldır içerdeydiler.. Bekle ki soruşturma bitsin, bekle ki iddianame çıksın..

Bunlar Deniz Feneri’nin iyi çocukları değil ki.. Üç ay sonra; ayıp oldu diye bırakılsınlar..

İddianame çıkmadan salıverilsinler..

*

Arınç’a suikast soruşturmasından girdik, Alman marka Deniz Fener’inden çıktık ama ikisi de çok acayip..

Mevzuu açılmışken soralım..

Deniz Feneri’ne hangi mahkeme bakıyor?

Cevap vereyim.

Hiçbir mahkeme..

Bi mahkeme üstlense iddianameyi geçtim ekleri, belge ve bilgiler, telefon konuşmaları çarşaf çarşaf ortaya saçılacak ya..

Galiba bu sebeple mahkeme bulunamıyor?

*

Diğerlerini bi kenara atmıyorum onları da önemsiyorum ama bu dönemin dört simge dosyası var..

Siyaset-yargı ilişkisini anlatan..

Tez konusu olacak..

Birincisi; Arınç’a suikast soruşturması..

Diğeri; dört yıl süren Deniz Fener’i e.v soruşturması ve davasının tüm aşamaları..

Üçüncüsü; Oda TV davası..

Dördüncüsü; Balyoz davası..

*

Bu dörtlü çok baş ağrıtacak.. Bu konu nereden aklına geldi derseniz..

Bir numaralı şüpheli emekli oldu da..

Kaynak: http://gundem.milliyet.com.tr/arinc-a-suikast-emekli-oldu-/gundem/gundemyazardetay/09.07.2012/1564545/default.htm

Hilmi Özkök'ün Tanıklık Yaptığı Duruşmadan İzlenimler
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
04/08/2012

İlker Başbuğ'un diğer sanıklara ve izleyiciler karşı mesafeli tutumu, bir "kibir" olarak algılanmıyor burada. Nitekim, kendisi hakkında ağır eleştiriler yazmış olan Yalçın Küçük de dahil herkes anlayışlı ve saygılı. Kibirden dolayı da mesafeli değil zaten. Sadece, içine düşürüldüğü durumdan aslında başkalarının duyması gereken utancı duyuyor.


******************

Hilmi Özkök'ün tanık sıfatıyla ifade verdiği duruşmanın ikinci gününü izleme fırsatım oldu. İlk günü kaçırmış olmanın telaşıyla ve de Silivri yolunun ne kadar meşakkatli bir yolculuk gerektirdiğini bilmenin endişesiyle kapıya biraz erken dayanmışım.

Saat henüz 07.30'du. Salon kapısı açılmadığı gibi ortada bir kaç jandarma dışında görevli de görünmüyordu. Sırtında sicil numarası yazılı olan bomba arama köpeği Zeus tarafından karşılandık.

Sabah sabah keyfi yerindeydi, ünvanına ve vazifesine yakışmayacak şirinlikler yaptı. Ya hayvan mesai saatleri dışında olduğu için keyfine bakmaktaydı, ya da bizde terörist kılığı yoktu ki aramızda normal bir insan-köpek ilişkisi kuruldu.

Kapılar açıldığında, 1 numaralı yaka kartını en erken gelen tutuksuz sanık olarak ben aldım. Böylece, bu süreçte bir defalığına da olsa "Ergenekon'un 1 numarası" ünvanını edinme şefefine nail olduk.

Sanıkların bir önceki, yani Hilmi Özkök'ün tanıkık yaptığı günle ilgili izlenimleri genellikle olumluydu. Basındaki yorumların da bu minvalde olduğunu gördük. Hilmi Özkök, her zamanki 'ortadan' tavrıyla, sanıklar üzerinde "Hiç değilse silah arkadaşlarını satmadı, kimseyi açıkça suçlamadı. Pek de kendisinden istenen cevapları vermedi. Buna da şükür" izlenimi yaratmayı başarmıştı.

Sanıkların geneline hakim olan bu intibâya neden katılmadığımı ilerleyen satırlarda ve bir sonraki yazıda ayrıntıları ile anlatacağım, ancak dikkatimi çeken başka hususlar var...

Örneğin, sakin, serinkanlı ve sabırlı kişilik yapısı ile bilinen Özkök, (Sakin ve sabırlı insanların aynı zamanda iyi bir saman altından su yürütücü oldukları unutulmamalı) oldukça yorgun, bitkin ve çaresiz göründü gözüme.

72 yaşındaki bir insanın neredeyse 48 saattir kürsüde ifade veriyor olması kuşkusuz bu yorgunluğu yaratmıştır ancak Özkök, "dengeleri korumak ve kurmak" adına iki taraf arasında yıllardır nasıl bir mekik dokuduysa, artık dayanma gücünün son raddesine gelmiş gibiydi. Üzerine yorgunluk çökmüş.

Oturarak ifade vermesi sağlandığı için kısa boyuyla koskoca kürsünün altında adeta kayboldu. Bu da kendisine daha ezik ve yorgun bir hava verdi.

Duruşmalara ilk kez katılan İlker Başbuğ ile ilgili izlenimlerimi de aktarmak isterim:

Gördüğüm kadarıyla Hilmi Özkök ile göz teması dahil, hiç bir temas kurmadı. Hüzün verici bir yalnızlık içindeydi. Ömrü karargâhlarda, siperlerde, tatbikatlarda geçmiş askerlere özgü asosyallik, belli ki böyle bir ortamda kendisine zorluk çıkarıyordu. Diğer sivil sanıkların rahatlığının ve neşeli hallerinin Başbuğ'da zerresi yoktu. Sanki hep bir mahcubiyet duygusu içindeydi.

Ön sıranın sağ tarafında, solunda Hasan Iğsız, sağında Hurşit Tolon ile oturdu. Diğer sanıklarla hemen hemen hiç irtibat kurmadı. En çok duruşma aralarında sıkıntı çekti, çünkü nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Örneğin, Mustafa Balbay duruşmaya ara verilir verilmez enerjik hareketlerle izleyiciler doğru koşup, kendisine tazhürat yapanlara öpücükler, zafer işaretleri gönderiyordu. Tuncay Özkan da öyle ama İlker Başbuğ için gerek kişilik yapısı, gerek konumu itibarıyla böyle davranışlar söz konusu olamazdı. O nedenle duruşma aralarında sıkıntı yaşadı.

Önce seyircilere sırtını dönüp duruşma başlayana kadar ön sırada öylece oturmayı denedi ama bu davranış da kendisine ve diğer sanıklara destek vermeye gelmiş bir avuç fadakâr insana haksızlık olacaktı. Ayağa kalkıp "halkı" ve "sevenlerini" selamlamak, öpücük atıp öpücük almak da belli ki kendisine göre değildi...

Çaresiz kalktı, isteksiz adımlarla izleyicilere doğru yaklaştı. Alkışlar, "Sizi seviyoruz Paşam", "Siz bizim onurumuzsunuz" çığlıkları koptu. Mahcup gülümsedi, duyulur duyulmaz bir sesle teşekkür etti. Hayatı karargâhta geçmiş, politikaya atılmayı da düşünmeyen bir adam bu tür sevgi gösterilerine nasıl karşılık verebilirdi ki?

İzleyicilerin önünden ayrılması, gelişinden daha zor oldu. Birden sırtını dönüp gitmek olmazdı, Allah'tan başka sanıklar sohbet etmek, hal hatır sormak için yanaştı da Başbuğ da yavaş yavaş izleyicilerin olduğu bölümden ayrılıp ön sıradaki yerine oturdu.

Başbuğ'un diğer sanıklara ve izleyiciler karşı mesafeli tutumu, bir "kibir" olarak algılanmıyor burada. Nitekim, kendisi hakkında ağır eleştiriler yazmış olan Yalçın Küçük de dahil herkes anlayışlı ve saygılı. Kibirden dolayı da mesafeli değil zaten. Sadece, içine düşürüldüğü durumdan aslında başkalarının duyması gereken utancı duyuyor.

İlker Başbuğ'un savunmasını sadece kendisine yöneltilen suçlama çerçevesinde tutacağı dünkü duruşmada anlaşıldı. Hilmi Özkök'e kendisi soru yöneltmedi, sorularını avukatı İlkay Sezer aracılığıyla sordu. Avukat Sezer'in soruları, Hilmi Özkök'ün bu davayla ilgili işlevi ve AKP dönemindeki misyonunu ortaya çıkarmaya çalışan sorular değil, İlker Başbuğ'un "neden terörist olamayacağını" kanıtlamak isteyen sorulardı.

Örneğin Sezer'in son sorusu, bu tür siyasi davalarda pek rastlanmayan türdendi:

"İlker Başbuğ'u bir cümle ile tanımlarsanız, nasıl bir cümle kurarsınız?

Bu konuda Özkök'ten istenilen destek de alındı. Tabii bir faydası olacaksa...

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin sanıklara karşı tutumu Yassıada mahkemelerini aratmadı. Sanıkların ve sanık avukatlarının tanığa soru sormasını CMK'yı açıkça ihlal ederek engelledi. Dursun Çiçek'in avukatı İrem Çiçek, çok iyi sorular hazırlamıştı ve soruların tamamı müvekkiline yöneltilen suçlamalarla ilgiliydi. Özese, genç avukatı son derece sert bir tavırla susturdu. Baba-kız Çiçek'ler bu haksızlığın altında kalmadılar, sert tepki gösterdiler ama sorularını sormaları da engellendi.

Aynı şekilde, Fatih Hilmioğlu'nun avukatı,

"19 Eylül 2003 tarihinde rektörlere verilen birifingin Genelkırmay'dan izin almadan yapıldığını söylediniz. Bu görüşme Genelkurmay'dan izin alınmadığı için gizli bir görüşme sayılabilir mi?" şeklinde bir soru yöneltti.

Mahkeme Başkan Özese'nin tepkisi şöyle oldu:

"Bu soruyu ne amaçla soruyorsunuz?"

Avukatın cevabı:

"Efendim, müvekkilim bu toplantıya katılmakla suçlanıyor..."

Avukatın bu soruyu ve "On rektörün dönemin Jandarma komutanını ziyareti gizli bir görüşme sayılabilir mi?" sorusunu sormasına izin verilmedi.

Soru soramama konusunda günün mağduru, emekli Albay Hasan Atilla Uğur'du.

Attila Uğur, jandarma istihbaratı tarafından yapılan telefon dinlemeleri bölümünde ismi en az 20 kez geçtiği halde, bir sorudan başka soru sormasına izin verilmedi. Zorla susturuldu.

Hilmi Özkök'ün tanık olarak ifade verdiği duruşmayla birlikte Ergenekon davasının artık yeni bir aşamaya geldiğini tespit etmek gerekir.

Davanın genel durumu ve gidişatı ile işgili gözlemlerim başlık olarak şöyle: (ayrıntıları, yazının ikinci bölümünde yarın açacağım)

1)-Hilmi Özkök ile mahkeme arasında bütün detayları önceden belirlenmiş bir işbirliği var. "Yine de silah arkadaşlarını satmadı, bundan iyisi Şam'da kayısı" diye düşünenler, Özkök'ün 'katkılarını' karar açıklandığında kendi gözleriyle görecekler.

2)-Ergenekon davasının karar metni büyük ölçüde yazılmış görünüyor. Bu metnin yazılmasında ve kararın oluşturulmasında mahkeme ayağındaki kilit isim üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu'dur. Haşıloğlu'nun Özkök'e sorduğu her bir soru adeta karar metninin içeriğini yansıtmaktadır. (Bu önemli konuyu yarın detaylandıracağım)

3)-Şimdiye kadar tıpkı Özkök gibi koruma zırhına alınmış olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın bilemediğimiz bir sebepten ötürü Ergenekon kuyusunun içine çekilmesi kararlaştırılmıştır. Hem de kendisini bizzat Özkök'e harcattılar! Bu davanın en sembolik kavramlarından birisi olan "muhtıra" en akla gelmedik ismin, Aytaç Yalman'ın sırtına yüklendi. Bu gelişmenin arka planında hangi kavgaların yaşandığı araştırmaya değerdir.

Yazıya yarın devam edeceğiz...

Kaynak: açık İstihbarat

Hilmi Özkök'ün Katkılarıyla "Ergenekon"da Sona Doğru
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
05/08/2012

Üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu'nun Hilmi Özkök'e yönelttiği sorular, karar aşamasına gelindiği öngörüsünü bir hayli güçlendiriyor. Haşıloğlu, soruların satır arasında kararın dayanaklarını açıkladı adetâ.


Hilmi Özkök'ün tanık olarak dinlenmesiyle Ergenekon davasında yeni bir durumun ortaya çıktığına önceki yazıda dikkat çekmiştik. Bu yeni durum, davada karar aşamasına gelinmiş olmasıdır.

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin davaya hız vermek konusunda sergilediği abartılı işgüzarlık, sanıklar tarafından bir süredir "sona gelinmeye başlandığı" şeklinde yorumlanıyordu zaten. Talimat büyük yerden olunca, 13. Ağır Ceza heyeti, CMK'yı hepten ihlal etmeye başladı.

Aralarında benim de bulunduğum pek çok sanığın sorgusu bile yapılmadı örneğin. Savunmam sıradında bu duruma itiraz edip sorgumun yapılmasını talep ettim ama dinleyen kim..

Bilindiği gibi, Balyoz davasında da delillerin değerlendirilmesi kısmı atlanmış, savcılık mütalası yazılıvermişti. Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı, bu konuda önemli bir iddia ortaya attı. Balyoz davasının aslında bitirildiğini belirten Ataklı, son YAŞ' ta yükselme bekleyen tutuklu muvazzaflara "istifa edin, tahliye edelim" teklifinin gittiğini, subayların bu teklifi reddetmesi üzerine YAŞ'ta büyük tasfiyenin gerçekleştiğini yazdı. Yani, şayet istifa etmiş olsalardı tahliye edilecekler ve Balyoz davası, özel yetkili mahkemelerin tarihe karışmasıyla birlikte sönümlenme aşamasına girecekti.

Balyoz'da bu noktaya gelindiğine göre ana dava olan Ergenekon'da sona yaklaşıldığını, başta tutuklu sanıklar olmak üzere, işin içinde olan herkes tarafından bilinmekteydi zaten.

Silivri'deki duruşmaları izleyenler, tutuklu sanıkların morallerinin son derece yerinde, neşeli ve sağlıklı olduklarını yazdılar hep. Bu doğru, ancak bu "neşe" bana pek de tabii bir neşe gibi görünmedi son duruşmada. Moralden çok boşvermişliğin, olacakların önüne ne yapılsa geçilemeyeceği duygusunun yansımasıydı sanki.

Üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu'nun Hilmi Özkök'e yönelttiği sorular, karar aşamasına gelindiği öngörüsünü bir hayli güçlendiriyor. Haşıloğlu, soruların satır arasında kararın dayanaklarını açıkladı adetâ.

Bu tespiti ayrıntılandırmadan önce, Hakim Haşıloğlu'nun uzun bir süredir duruşmalara katılmadığı, ancak Silivri'de kendisine tahsis edilen odada yoğun bir mesai yaptığı bilgisini paylaşalım. Kimi sanıklar bu gizemli mesainin karar yazımı ile ilgili olduğu görüşünde.

Ve Haşıloğlu, uzun bir aradan sonra Hilmi Özkök'ün tanıklık yaptığı duruşmaya katıldı. Davanın gidişatı açısından oldukça kritik sorular yöneltti Özkök'e

Bu soruların bir bölümünü basında yer almadığı için biraz uzun bir şekilde aşağıya taşımak zorunda kaldık.

Haşıloğlu sorularını ve sorgulamalarını şu sacayak üzerine kurdu:

1)-Mustafa Balbay'ın notları

2)-Özden Örnek'in günlükleri

3)-Hilmi Özkök'ün savcılık ifadesi ve basına verdiği demeçler.

Bu sacayak üzerinde ustaca ve dikkatlice hazırlanmış sorular, şöyle bir tablo ortaya çıkarmaktaydı:

"Karargâhta çeşitli darbe planları yapıldı. Bu planlar, darbecilerle ortak çalışan gazeteciler ve yayın organları tarafından kamuoyu yaratmak, mevcut seçilmiş hükümeti zayıflatarak gayrımeşrû konuma sürüklemek amacıyla kullanıldı. Darbeciler ve bu gazeteciler arasında örgütsel bir işbirliği mevcuttu. Darbe ortamı yaratılmasında çeşitli siyasetçiler, sivil toplum kuruluşu ve dinamikler de belli bir hareket planı ve örgütsel işbirliği çerçevesinde katkıda bulundular"

Yine Haşıloğlu'nun sorularıyla vücut bulmaya başlayan tabloya göre, bu düzenek içerisinde Hilmi Özkök'ün konumu ise şu şekildeydi:

"Darbecilere kendisini siper etti. Etik bir problem olarak gördüğü için silah arkadaşlarını ihbar eden komutan konumuna düşmedi. Çeşitli darbe girişimi ve bilumum cuntayı tamamen kişisel çabalarıyla bastırmayı başardı. (Özkök'ün "Çok acılar çektim" sızlanmasını bu tabloyla birlikte okuyalım..) Bu nedenle, "demokrat" sıfatıyla tarihe geçecek büyük bir komutandır"

Çerçeve böyle konulduğunda ve Hilmi Özkök'ün mahkemede verdiği ifadeler detaylıca bir kez daha okunduğunda, Özkök'ün aslında "darbe girişimlerini" reddetmediğini, bilakis yandaş medyanın "Balyozu indirdi" şeklindeki manşetlerinin gerçeği yansıttığını görebiliriz.

Özkök aslında "darbe girişimlerinin" hiç birisini inkâr etmiyor. Sadece, kişileri tek tek hedef haline getirerek "muhbir komutan" konumuna düşmeden ve bundan da önemlisi, "Neden gereğini yapmadın?" sorusuna muhatap olduğu için "darbe girişimlerine "flu" bir hava veriyor. Bu "fluluk" emin olalım ki mahkeme tarafından, "darbe girişiminin varolduğu" şeklinde yorumlanacaktır. Kesin ifadeleri sevmiyor oluşu, Özkök'ün sözümona kimseyi kırıp dökmek istemeyen, köşesinde acı çekmeyi tercih eden "cefakâr demokrat" olmasına yorulacak ve kendisine saygı gösterilecektir.

Aynı "var ama yok" tavrını Özkök, aslında meşhur Ergenekon şeması konusunda da ortaya koydu. Ergenekon şemasının kendisine MİT tarafından verildiğini, ancak kendisinin "bir resmi belgede olmaması gereken" çeşitli tutarsızlıklar gördüğü için resmi işlem yapmayıp İstihbarat Başkanı'na havale etmekle yetindiğini söylüyor.

Dikkat edelim, bir Genelkurmay Başkanı'nın "evrakta eksiklik" görüp rafa kaldırması, o "belgenin" gerçeği yansıtmadığı anlamına gelmez. "Tutarsızlıklar bulunduğu" görüşü Özkök'ün şahsi tespiti; işlem yapmayışı ise onun TSK'ya zarar vermek istemeyen duyarlı kişiliğinin sonucu olarak izah edilecektir...

Özkök, "darbe girişimleri ve cunta oluşumları" konusundaki bütün sorular karşısında aynı sinsi tavrı sergiledi aslında.

Balyoz, "amacını aşmış bir harekât planıydı" ve amacını tamamen aşıp bir darbeye dönüşmemesini kendisine borçluyduk.

Özden Örnek'in günlüklerinde yazılanlar, genel hatlarıyla doğruydu.

Cumhuriyet gazetesinin kendisini etkisiz kılmak konusunda darbecilerle işbirliği olmuş, safdışı bırakılmak, yıpratılmak istenmişti.

Bu noktada, Haşıloğlu ile Özkök arasında geçen soru-cevap diyalogunun bir bölümünü aktarmak gerekiyor:

(NOT: Diyaloglar, kendi notlarımdan oluşmaktadır).

*********************

Haşıloğlu: Fikret Bila, Murat Yetkin ve Fatih Çekirge gibi kişilere röportaj verdiniz. Bu yazılarda 'ben söylemedim' dediğiniz bir şey oldu mu?

Özkök: Fatih Çekirge, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu yanlış yansıtmıştı, uyarmam üzerine düzeltti. Bila ve Yetkin'de böyle bir şey olmadı.

Haşıloğlu: Bu yazılarla ilgili herhangi bir tekzibiniz oldu mu?

Özkök: Hayır.

Haşıloğlu: Genç subaylar tedirgin konusuyla ilgili beyanlarınızda, "demokrat olmak suç mu" ve "lanetliyorum" gibi ifadeler kullandınız. Bu beyanlarınızı biraz açar mısınız. Ne sebeple bu tabirleri kullandınız?

Özkök: Genelkurmay Başkanları tabii ki hükümete bağlı olur. Bu hep tenkit edildi. Ben, genç subaylar tedirgin konusunu Başbakan'a söyledim. Böyle bir tedirginlik yok dedim, darbenin lafı bile olmaz dedim.

Haşıloğlu: "Ben Başbakan'a genç subaylar değil, hepimiz tedirginiz dedim" ifadesini kullandınız. Bu genç subaylar sözü sizde neden bu kadar infial yarattı?

Özkök: 27 Mayıs'ta kullanılmış bir slogan olduğu için...

Haşıloğlu: "Genç subaylar daha demokrat" cümlesine vurgu yapıyorsunuz. "Tedirgin" başlığını bastırmak için mi?

Özkök: Hem onun için, hem de genç subaylar her zaman bizden daha iyi yetiştirilmiştir.

Haşıloğlu: Özden Örnek'in günlüklerini "görüş serdetmek" olarak nitelediniz. O görüşler toplantıda şu subaylar tarafından mı dile getirildi? (İsimleri sayıyor)

Özkök: Evet

Haşıloğlu: Günlükte kişilere isnat edilen belli sözler var, içerik olarak doğru mu?

Özkök: Mota mot değil ama bu konuşmalar yapıldı.

Haşıloğlu: Hurşit Tolon, "bu iktidarın ne olduğu belli oldu. Arkalarında AB-ABD var. Ortadoğu'yu yeniden şekillendirecekler. Bu konuyu muhalefete anlatmalı" diyor, doğru mu?

Özkök: O toplantıda Tolon'un olup olmaddığını hatırlamıyorum.

Haşıloğlu: Eruygur'un "her şey elden gidiyor" sözleri?

Özkök: Kelime kelime hatırlamam mümkün değil, tedirginliği hepimiz dile getirdik.

Haşıloğlu: Yine Şener Eruygur'un "Tablo kötü ama umutsuz olmaya gerek yok. Eylem planımızın tek zorluğu acaba toplum ne kadar farkında, halk daha hazır değil" sözleri?

Özkök: Benzer konuşmalar yapıldı ama mota mot hatırlamam mümkün değil.

Haşıloğlu: "Bu hükümet gitmeli ama demokratik yoldan gitmeli. Endişelerinize katılıyorum ancak muhtıra vermeye niyetim yok" demişsiniz...

Özkök: Evet, o sözlerin aşağı yukarı tamamını söyledim.

Haşıloğlu: Cumhuriyet Çalışma Grubu diye bir word belgesi var.Genelkurmay, evet bu belge TSK'nındır diyor. Belge, Aralık 2003'te istihbarat başkanlığına, içerik olarak da ilgili birimlere gönderilmiş. Siz 2003'te Genelkurmay Başkanı olarak "İstihbarat yönetim şube başkanlığı" diye bir birimin kurulduğu bilgisine sahip misiniz? (Belgeyi Özkök'e uzatıp incelemesini istedi)

Özkök: Jandarma Genel Komutanlığı'nın kendi başkanlıklarına dağıtımını yaptığı bir belgedir bu.

Haşıloğlu: Evet ama siz böyle bir birimin kurulduğuna tanık oldunuz mu?

Özkök: Çok birim kurulur. Ben böyle bir şeyi hatırlıyorum ama tam değil. Bana isim listesi sunulmaz.

Haşıloğlu: Mustafa Balbay'ın, sizin 17 yıl yurtdışında görev yaptığınız için tecrübe eksiğiniz olduğunu yazdığını söylediniz. Balbay bir düzeltme yaptı mı?

Özkök:Düzelt dediğimi hatırlamıyorum. Sitem ettim, en azından biyografime bakabilirdin dedim ama düzelt dediğimi hatırlamıyorum.

Haşıloğlu: Balbay'ın kaynağını tespit edebildiniz mi?

Özkök: Etmedim, araştırmadım da. Ama Balbay kaynağının güvenilir olduğunu söyledi bana.

Haşıloğlu: Size "Ekonomi batarsa batsın, Cumhuriyet elden gidiyor" diyen ve sizin "Benim cumhuriyetim seninki kadar derme çatma değil" cevabını verdiğiniz kişi kim?

Özkök: Buna cevap vermesem olmaz mı?

Haşıloğlu: Burada mı?

Özkök: Hayır

Haşıloğlu: (Tek tek sanık isimleri saydı)

Özkök: Hayır onlar değil.

Haşıloğlu: "Ekonomi batarsa batsın" sözü sizce ne ifade ediyor?

Özkök: Ben askerim. Hükümette kim olursa olsun ben iyi geçinmek zorundayım. Yoksa ekonomi ve halkımız zarar görür dedim. O arkadaş itiraz etti, ben de "Benim cumhuriyetim seninki kadar derme çatma değil" dedim.

Haşıloğlu: Özellikle bir gazetenin sizi yıpratmaya çalıştığını söylediniz, hangisidir?

Özkök: Cumhuriyet gazetesinde bir kaç yazı çıktı, hâlâ da çıkıyor. O gazete kendi okuyucularına böyle sunuyor olabilir, basın özgürlüğüdür. Üzüldüm, baskı altında kaldım ama yasal bir şey yapmadım.

Haşıloğlu: Sizin yıpratılmaya başlanmanız konusunda tespit ettiğiniz bir milat var mı?

Özkök: Milat olmayabilir ama şu var: Ben Kara Kuvvetleri Komutanı olana kadar kimseyle sorunum yoktu. Kara Kuvvetleri'nde Genelkurmay Başkanlığı'na geçerken bazı sıkıntılar başladı. Bu belki bir başlangıçtır.

Haşıloğlu: Doğu Perinçek sizin ABD'nin himayesinde Genelkurmay Başkanı yapıldığınızı iddia ediyor. Siz başarılı bir geçmişe dahip olduğunuzu söylediniz. Sizin Genelkurmay Başkanı olmanız sürecinde teamül dışı bir durum oldu mu?

Özkök: TSK'nın teamülleri bellidir. Genelkurmay Başkanı her kuvvetten seçilebilir ama en kıdemlileri karacılardır. Konumu gereği her kuvvet komutanı Genelkurmay başkanı olabilir. Şuraya bağlayacağım, benim orgeneralliğe terfi sıram 1'dir.

Haşıloğlu: Zamanı?

Özkök: 1996'da orgeneral oldum ama kanunen ben başka birini de önerebilirim. Genelkurmay Başkanı'nı hiç bir teklif olmadan Bakanlar Kurulu seçer. Beni Ecevit hükümeti Genelkurmay Başkanı yaptı, Bir yerden getirildiğim savı yanlıştır. Normal, rutin ve teamüllere uygun getirildim.

Haşıloğlu: Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibi sivil sanıkların Tolon ve Eruygur ile bir irtibatını tespit ettiniz mi?

Özkök: Tuncay Özkan ile görüşülmüş olabilir ama Perinçek ve Haberal konusunda bilgim yok.

Haşıloğlu: Tolon'da çıktığı iddia edilen opera son adlı belgede istifanızın sağlanması isteniyor. Size istifa edin yolunda telkin, tavsiye, baskı oldu mu?

Özkök: Doğrudan sivil veya asker kimse istifa et demedi ama basında çıkan bazı yazılarda beni istifaya mı zorluyorlar diye düşündüm.

Haşıloğlu: Üst rütbeli astlarınızdan dolaylı da olsa istifa baskısı geldi mi?

Özkök: Kuvvet komutanları benimle bazen farklı düşünürler. Dinlerim ama kararları ben veririm.

Haşıloğlu: Kıbrıs Büyükelçisi Ahmet Zeki Bulunç sizi ve hükümeti atlayıp Eruygur ile görüştü. Nedir bu konu?

Özkök: Bir çalışma yapılmasını ben istedim. Dört imzalı bir inceleme geldi. Askerlikte pek alışıldık bir durum değil. Yalman'ın tek imzası da olsa kabulümdü. Kendisine söyledim, haklısınız dedi tek imzayla gönderdi. Bulunç kuvvet komutanlarını etkilemeye çalışmıştı. Sayın Denktaş'a bu meseleyi söyledim. TSK'nın komutanı benim dedim. Anlaşıldı paşam dedi, sonra gidip Özkök bana kuvvet komutanlarını şikayet etti dedi. Oysa ben kuvvet komutanlarımı değil, kendi elçisini şikayet ettim.

Haşıloğlu: Aleyhinizde yayınları başka kimler yaptı?

Özkök: Hepsini izleyemem. Karargâh basın dosyası getirir. Tutumumu beğenmiyorlardı, onların görüşüdür. Demokrat olmak suç mu dedirtecek bir yaklaşımdı.

Haşıloğlu: Evden yemek getirme sadece belli bir dönemde mi oldu?

Özkök: Evet, belli bir dönemdi. İkinci yılım, 2004-2005

Haşıloğlu: Daha sonra terkettiniz?

Özkök: Evet. Sefertası filan da yoktu, evden paketle gelirdi.

Haşıloğlu: Balbay'a ait olduğu iddia edilen dijital dökümanlar var. "27 Kasım 2002..Kar-ku aradı" gibi ifadeler var. Orgeneraller tepki koymak için sizinle topluca görüşmek istedi mi? Siz de bir kişi gelsin dediniz mi?

Özkök: Hatırlamıyorum ama YAŞ öncesi bazen topluca gelirler.

Haşıloğlu: Balbay'ın notlarında, "Tüm orgeneraller Ankara'ya geliyor. Hepsi olmaz tek gelsinler" diyor. Hayır diyorlar" şeklinde ifadeler var. Balbay'a bilgi veren "Mehmet" adlı kişi astınız mı?

Özkök: Hatırlamıyorum.

Haşıloğlu: 11 Aralık 2002 tarihli notlarda Mehmet adlı kişinin üst düzey bir paşa olduğu belirtiliyor. Notlar şöyle: 9 Aralık'ta brifinge katılmışlar, bir kısmı uyumuş.Mehmet iki tokat atıp gönderdik dedi. Balbay, ifadesinde bu olayı hatırladığını, Özkök'e brifing verildiğini, onu yazdığını söyledi. Siz, "Bu çok ciddi bir durum, orduyu çatlatır" demişsiniz. Siz Büyükanıt'ın Balbay'la görüşmesini istediniz mi?

Özkök: Sayın Balbay'a söyleyin kendisini kullandırmasın dedim...

Haşıloğlu: İlker Başbuğ, 17 Mart 2004'te ABD'yi ziyaret etti mi?

Özkök: Evet, ikinci başkanlar eder , ben de ettim.

Haşıloğlu: Size sonuç arzetti mi, içerik bakımından?

Özkök: Evet, arzedildi. Ben de etmiştim.

Haşıloğlu: Rıfat Hisarcıklıoğlu ile astlarınız arasında bir görüşme yapıldı mı?

Özkök: Hayır.

Haşıloğlu: TSK içinde bir gün BÇG gibi bir grup kurup planlar hazırlandığına dair bilginiz var mı?

Özkök: Hayır böyle bir grup kurulduğunu bilmiyorum. TSK denildiği zaman jandarma da vardır. Jandarmada varsa benim bilgim dahilinde olmaz ama Jandarmada olduğuna dair de bilgim yok.

*************

Yukarıdaki soru-cevapların satır aralarına dikkatlice bakıldığında Özkök'ün mahkemenin işine yarayacak bütün doğrulamaları aslında yaptığı görülüyor. Özellikle Balbay'ın notları ve Özden Örnek'in günlüklerini bazı ufak düzeltmeler yaparak doğruluyor. İlginç bir yöntemi var. Soruya önce "Hayır" cevabını verdikten sonra "Ama " diyor ve devam ediyor.

Örneğin:

"Hayır, BÇG benzeri bir yapı kurulmadı ama TSK deyince jandarma da vardır, Jandarmada kurulmuş olabilir."

Özkök pek çok konuya bu şekilde karşılık veriyor. Önce "hayır" deyip, sonra adresi gösteriyor.

Tekrarlayacak olursak, Yargıç Sedat Sami Haşıloğlu'nun soruları ve Hilmi Özkök'ün yanıtlarıyla ortaya çıkarılan tablo şöyle bir tablodur:

"Darbe planlanmış, bu duruma karşı çıkan Genelkurmay Başkanı bertaraf edilmek istenmiştir. Darbenin yayın organı Cumhuriyet gazetesidir. Hükümetin ve Genelkurmay Başkanı'nın yıpratılmasına eş zamanlı olarak bir ekonomik kriz de çıkartılarak kaos ortamı yaratılmak istenmiştir. (Bkz. "Ekonomi batarsa batsın" diyalogu)

Şimdi Özkök'ün ifadelerinin bu çerçeveye oturmadığı, Demokrat Paşa'nın "silah arkadaşlarını satmadığı" söylenebilir mi?

Dikkat çeken bir başka nokta da Haşıloğlu'nun Özkök'e özellikle Fatih Çekirge, Fikret Bila ve Murat Yetkin'e verdiği röportajlarda gerçek dışı bir ifadenin yansıtılıp yansıtılmadığını sorgulaması ve röportajlardaki bütün bilgileri mahkeme huzurunda teyit ettirmesidir. Belli ki bu röportajlarda mahkemenin karara temel olacak tezlerini destekleyen içerikler var.

Dikkat çeken iki durumu daha kayda geçirelim:

-Haşıloğlu'nun sorularıyla, Özkök'ün ABD tarafından göreve getirilmiş bir Genelkurmay Başkanı olmadığı kanıtlanmak böylece kendisine yüklenmek istenen"demokrasi kahramanı" ünvanının üstündeki gölge güya kaldırılmak istendi. Ancak Özkök'ün 5 Mart tezkeresinin geçmesi için ABD'nin kendisinden hükümete baskı yapmasını istemesini ititraf edişi, yaratılmak istenen bu fotoğraf ile çelişti. ABD, Özkök'le arasındaki hangi hukuka dayanarak Patagonya Genelkurmay Başkanı'na bile teklif edilemeyecek böyle bir teklifi getirebiliyordu?

Duruşmada dikkat çeken bir diğer durum, Haşıloğlu'nun Özkök'e ısrarlı sorularla Danıştay cinayeti hakkkında bir şeyler söyletmeye çalışması oldu. Ergenekon davası ile birleştirilen bu cinayet hakkında Özkök'ün Genelkurmay içinde bir inceleme yaptırdığını söylemesini Haşıloğlu pek arzu etti. Ancak Özkök, bu topa girmedi ve olayın Genelkurmay'ı ilgilendiren hiç bir yönü olmadığını kesin bir dille ifade etti. Bu ısrarlı sorular karşısında bir hayli de gerildi ve canı sıkıldı Demokrat Paşa'nın..Acaba yapılan anlaşma Danıştay cinayetini kapsamıyor muydu?

Son bir not:

Cumhuriyet gazetesinin "Ergenekon'un yayın organı" ve darbecilerin işbirlikçisi olarak mahkeme kararına geçmesine sayılı günler kala, bu gazetenin avukatları hâlâ "müdahil" sıralarında oturmaktaydılar...

Balyoz davasında karar açıklandı
21 EYLÜL 2012

Balyoz darbe planı davasında mahkeme, dönemin 1. Ordu Komutanı emekli orgeneral Çetin Doğan, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ve dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek için 20 yıl hapis cezası kararı verdi.
Fırtına, Özden ve Doğan hakkında mahkemenin "Darbeye eksik teşebbüs" suçundan ilk kararı ağırlaştırılmış müebbet hapis daha sonra 20 yıla indirildi.

Davada aralarında üst düzey komutanların da bulunduğu 250'si tutuklu 365 sanık yargılanıyor.
Kamuoyunda 'Balyoz davası' olarak bilinen Balyoz Güvenlik Harekat Planı davasında karar bugün akşam saatlerinde açıklandı.
Ceza kararlarının en üst sınırdan verilmesinin nedeni olarak sanıkların duruşmada iyi hal göstermemesi olarak açıklandı.
Eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık, emekli Korgeneral Nejat Bek, emekli Koramiral Ahmet Feyyaz Öğütçü, emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Koramiral Kadir Sağdıç, emekli Orgeneral Ergün Saygun, emekli Albay Cemal Temizöz, Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu, emekli Korgeneral Yurdaer Olcan ve YAŞ üyesi Orgeneral Bilgin Balanlı'ya ise 18 yıl hapis cezası verildi.
34 sanık beraat ederken 330 sanığa çeşitli hapis cezaları verildi.
Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün dosyası ifade veremediği için ayrıldı.
Mahkeme, 250 tutuklu sanığın tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.
Balyoz davası, komutanların yargılandığı davalar arasında, Ergenekon'dan sonra en önemli dava olarak biliniyor.
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nin yanında bulunan büyük salonda bugün yapılan duruşmaya, Orgeneral Bilgin Balanlı, emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, emekli Oramiral Özden Örnek, MHP milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan ve emekli orgeneral Ergin Saygun'un da aralarında bulunduğu 248 tutuklu sanık katıldı.
Tutuklu sanıklar emekli Orgeneral Ergin Saygun, Albay Hakan Mehmet Köktürk ile 'Ergenekon davası'nda tutuklu yargılanan, bu davanın tutuksuz sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ise duruşmaya katılmadı.
12 tutuksuz sanık ve 9 sanık avukatının da katıldığı karar duruşmasını izleyenler arasında CHP milletvekilleri Ali Özgündüz, Erkut Gündoğan ve MHP milletvekilleri Ruhsar Demirel ve Bülent Veren de vardı.
Son savunmalar
Davada karar, sanık sayısının fazlalığından dolayı bugüne ertelenmişti.
Dün yapılan duruşmada Mahkeme Başkanı Ömer Diken, "7 saat kadar üzerinde çalışmamıza rağmen hükmü tamamlayamadık, tam bir neticeye ulaşamadık. Malum sanık sayısı fazla... Hükmü açıklamak için duruşmayı yarın saat 14.00'e bırakıyoruz" demişti.

Dünkü duruşmaya katılmayan 4 tutuksuz sanığın son sözleri alındıktan sonra, mahkeme heyeti karar için duruşmaya bir süre ara verdi.
Özgür Ecevit Taşçı, dünkü duruşmada avukatının kendi adına son sözü söylediğini belirtti.
Berna Dönmez, Abdulkadir Eryılmaz, Erdem Ülgen ise "suçsuzum, beraatimi istiyorum" dedi.
Bazı sanık avukatları, Cumhuriyet Savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan’ın 920 sayfalık mütalaayı, dosyada bulunan delillerin değerlendirilmeden, bazı tanıklar dinlenmeden mahkemeye sunmasını protesto ederek duruşmalara katılmadı.
Nasıl başladı?
21 Aralık 2010'da başlayan Balyoz davasında 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İstanbul Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun ve Orgeneral Bilgin Balanlı'nın da aralarında bulunduğu 250'si tutuklu 365 sanık bulunuyordu.
Sanıklar, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs ettikleri iddiasıyla yargılandı.
Balyoz davası, Taraf gazetesinin 20 Ocak 2010 tarihli haberinde açıkladığı 2003 tarihli "Balyoz Harekât Planı" başlıklı belgelerle gündeme gelmişti.
Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu'nun, elindeki beş bin sayfalık belgeleri İstanbul adliyesine teslim etmesiyle birlikte İstanbul savcılığı belgeler ile ilgili soruşturma başlattı.
Başlatılan soruşturma sonucunda, Çetin Doğan'ın da aralarında bulunduğu 194 kişi hakkında açılan dava, Eskişehir'de ele geçirilen belgelerle ilgili Orgeneral Bilgin Balanlı'nın da aralarında olduğu 28 sanık hakkında açılan dava ve son olarak Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirildiği iddia edilen Balyoz belgeleri ile ilgili olarak aralarında Korgeneral Korcan Pulatsü'nün de bulunduğu 143 asker hakkında açılan üç ayrı dava birleştirilmişti.
BBCT

"Delilleri bile incelemediler"
22.09.2012



Mahkemenin verdiği Balyoz Davası kararının ardından Orgeneral Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan, eşi Nilgün Doğan ve Emekli albay Dursun Çiçek'in kızı İrem Çiçek önemli açıklamalarda bulundular.

Balyoz Davasında mahkeme kararlarını açıkladı. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan ancak cezası 20 yıla indirilen emekli orgeneral Çetin Doğan'ın eşi Nilgün Doğan "Elimde gerekçeli karar var. Bu karar bana göre yanlız Türkiye'de değil bütün dünyada hukuk tarihine kara leke gibi düşecek" dedi. "Bizim eşlerim
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Eyl 22, 2012 11:56 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ağu 26, 2012 12:39 am    Mesaj konusu: Tayyip Erdoğan İsrail’in taşeronu Alıntıyla Cevap Gönder

Tayyip Erdoğan İsrail’in taşeronu
31/08/2012



YENİÇAĞ’a konuşan AKP kurucusu Şener eski yol arkadaşı Başbakan’a çattı
Abdüllatif Şener’in çok konuşulacak şok açıklamalar

Şener: Erdoğan İsrail’in taşeronluğunu üstlendi

AKP’nin kurucu üyelerinden olan Abdüllatif Şener, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in güvenliğini sağlamak için BOP eş başkanlığı yaptığını söyledi.

Haber: Fatih Erboz

Kapanan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP eşbaşkanı olarak Orta Doğu’da görev yaptığını belirterek, “ Başbakan, İsrail’in Orta Doğu’da güvenlik içinde yaşaması için taşeronluk görevi üstlenmiştir” dedi. Yeniçağ’a konuşan Şener, kurucu üyesi olduğu eski partisi AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a sert eleştiriler yöneltti. Büyük Ortadoğu Projesi’nin 2004’te ABD’de yapılan G-8 toplantısında resmen açıklandığını belirten Şener, “Açıklanan demokrasi projesinde Libya ile Türkiye eş başkan seçildi. Başbakan da bu toplantıdaydı. Erdoğan da BOP’un eş başkanlığını üstlendi” diye konuştu. Projede demokrasinin bahaneden başka bir şey olmadığına dikkat çeken Abdüllatif Şener şöyle devam etti: Ne batının ne de İsrail’in bölgede demokrasi istediği söylenemez. Orta Ddoğu’nun en demokratik seçimleri yapıldığı halde seçimi kazanan Hamas’a bakış tarzları, meşru bir yönetime olan bakış tarzlarını yansıtmıyor.

Önemli olan İsrail

Demokrasi rüzgarının neden Suudi Arabistan’a ve Katar ulaşamadığını soran Şener, İsrail karşıtlarına bölgede hayat hakkı tanınmadığını anlattı. Şener, “Nüfusa oranladığınızda bu demokrasi dalgasında en büyük halk ayaklanması Bahreyn’de yaşanmıştır. 400 bin nüfuslu ülkede 50- 60 bin kişi günlerce gösteri yaptı. Oradakilerin özelliği; demokrasi istiyorlardı, evet ama İsrail karşıtı bir gruptu. Ancak talimatı verdiler, Suudi Arabistan askerleri girdi ve çok kanlı bir şekilde bastırdı orayı” dedi. Batı Orta Doğu’da her zaman demokrasiye değil, sömürecek kaynaklara ve İsrail’in güvenliğine baktığını kaydeden Şener. “Böyle bir amacın taşeronluğunu, eş başkanlığını üstlenmek başlı başına bir sorundur. Görüyoruz ki başbakan rolünü, görevini çok sıkı tutmuş, sürdürüyor” ifadesini kullandı.

Terör ve dış politika

Abdüllatif Şener, “Türkiye’de demokrasinin standardı düştü, özgür basın yok, gelişmiş sivil toplum yok, özgürce yazıp düşünen, menfaat ve korku endişesi taşımayan aydın yok. Türkiye’de neden demokrasinin standardı yükselmiyor da ülkemiz gittikçe antidemokratik görüntüler içine giriyor?” sorularının çok önemli olduğunu ifade etti. Türkiye’de kendi ayağına kurşun sıkan, ülkesinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir dış politika uygulayan başbakan ve dışişleri bakanı olduğunu savunan Şener, terör ve dış politikanın bu hükümeti çok zora sokacağını ileri sürdü.


Türkiye Suriye’nin parçalanması için çalışıyor

AKP’nin kuruluşunda bulunduktan sonra uzun süre bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapan Abdüllatif Şener, hükümetin Suriye’da yaşananları kamuoyuna yanlış aksettirdiğini söyledi. Şener, “Sorun Beşşar Esad’ın, yönetimden uzaklaştırılması gibi takdim ediliyor. Halbuki bununla hiçbir ilgisi yoktur. İlk günden beri Türkiye ve muhaliflerin destekçileri Suriye’nin parçalanması için çaba gösteriyor” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Birleşmiş Milletler’da yaptığı konuşmada, Suriye’de uçuşa yasak bölge istediğine dikkat çeken Abdüllatif Şener, “Davutoğlu, burada tampon bölge istiyor. Halbuki biz daha önce bunu Kuzey Irak’ta gördük. Bu doğrudan doğruya Suriye’nin parçalanmasını istiyorum demektir” şeklinde konuştu. Türkiye’nin somut bir şekilde yönetimin değişmesini değil, Suriye’nin parçalanmasını isteyen projelerin peşinde koştuğunu anlatan Şener, “Sadece Suriye’yi değil, Suriye ile birlikte Lübnan’daki Hizbullah’ı da bitirmeye yönelik bir harekettir bu. Bu proje bir İsrail projesidir. Bu projenin içerisinde MOSSAD ajanları kaynaşıyor. Ama bu projenin en güçlü ayaklarından biri Başbakan, bunda bir terslik yok mu?” sorusunu sordu.

Abdüllatif Şener, Suriye’nin parçalanmasından en çok yararlanacak olan ülkenin de İsrail ile terör örgütü PKK olacağının altığı çizdi.

Kaaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=72278

"Pes" Dedirten Yalakalık!
Açık İstihbarat
25/08/2012

"Ayşe geç de olsa gerçeği gördü" diyenlere küçük bir kronoloji:

-Kuddusi Okkır, çaresizlik ve umutsuzluktan öldüğünde Ayşe 41 yaşındaydı...

-İsmail Yıldız ve Kenan Temur akıl hastanesine yatırıldığında Ayşe 43 yaşındaydı...

-İlker Başbuğ, "Terör örgütü yöneticisi olarak TSK'ya sızmakla" suçlanıp tutuklandığında Ayşe 44 yaşındaydı...


******

Hürriyet gazetesinin kürtaj, ensest, meme, pedofili, iç çamaşırı ve Dubai geceleri yazarı Ayşe Arman, son günlerde Ergenekon kazanına atılmış kimi insanların "umudu" haline geldi.

Ayşe Arman'ın röportaj yapılacaklar listesine girmek, neredeyse Silivri'den kurtulmakla eş anlamlı algılanıyor. Ayşe Arman'a röportaj verme kuyruğuna girenler arasında maalesef duruşmalarda büyük siyasi savunmalar yapanlar, kamuoyunda iddialı imajlar bırakmış olanlar ve onların yakınları da var.

Bu noktaya nasıl gelindiği sorusunun cevabını tam anlamıyla verebilmek için Ayşe Arman'ın röportajlarını, bu röportajlarda tuhaf pozlar veren insanları bir süre daha izlemek ve belli ki bir kaç yazı daha yazmak gerekiyor. Ancak, röportaj verenlerin hepsinin ortak bir özelliği var:

2007 yılında ilk tutuklamaların yapıldığı günden beri verilen bütün mücadeleleri, bütün cesur çıkışları, yazılan yazı ve kitapları, ödünsüz karşı duruşları "etkisiz ve faydasız" görüp "miladı" Ayşe Arman'la başlatmak. Milyonlarca insanın "Ergenekon" konusunda Ayşe Arman'ın röportajları sayesinde uyanacağına inanmak...

Böyle savunuyorlar kendilerini... Hürriyet'in fotoğrafçısına verdikleri o komik pozları savunamayacakları için, "Röportajı 1 milyon kişi okudu. Böylece sesimizi milyonlarca insan duydu; ne kötülük var bunda?" diyerek kendilerince pragmatik savunmalar yapıyorlar.

1 milyon kişinin okuduğu röportajlardan sonra Ergenekon sürecinde neyin değiştiğini, Ayşe Arman sayesinde meseleye dahil olmuş bu "milyonlarca" kişinin dava üzerinde nasıl bir etki yarattığı sorusunu sormuyoruz. Her şey eski hamam, eski tas gidiyor çünkü..Değişen tek şey, ulusalcıların "Ayşe Arman sevdası" sayesinde cevap vermekte zorlanacakları bir tavrın daha ortaya çıkmış olması..

Geçmişi çarçabuk unutma tavrı bu. Hesap sormaktan nasıl kolay feragat edileceğinin, uzatılan her salatalığa nasıl tuzlukla koşturulacağının, haksızlıklara yıllarca susmuş olanların; kamuoyunu yıllarca karanlıkta bırakanların nasıl bir anda baş tacı edileceğinin tavrı bu...

"Ayşe Arman geç de olsa gerçeği gördü, artık mesleğini icra ediyor, bağrımıza basalım" diyenlerin unuttuğu iki şey var:

Birincisi, Ayşe Arman'ın kırk beş yaşında olması..

İkincisi; Aydın Doğan'ın işin içinde başka bir hesap olmadan durduk yerde Ergenekonculara, ailelerine ve o ucube fotoğraflara haftada iki gün tam sayfa yer ayırmayacağı...

"Ayşe geç de olsa gerçeği gördü" diyenlere küçük bir kronoloji:

-Kuddusi Okkır, çaresizlik ve umutsuzluktan öldüğünde Ayşe 41 yaşındaydı...

-İsmail Yıldız ve Kenan Temur akıl hastanesine yatırıldığında Ayşe 43 yaşındaydı...

-İlker Başbuğ, "Terör örgütü yöneticisi olarak TSK'ya sızmakla" suçlanıp tutuklandığında Ayşe 44 yaşındaydı...

Şimdi kırk beş yaşındaki Ayşe'ye "gerçekleri idrak etmeye başlayan kız çocuğu" muamelesi yapanlar, doğal olarak Ayşe Arman'ın bir sabah aniden "Ergenekoncular" adlı bir insan türü olduğunu, bunların beş yıldır Silivri'de öylece yattıklarını keşfettiğine de inanıyorlar..

Medya ve siyasetin elbirliğiyle hayatları karartılmış bu insanlar, Ayşe Arman'ın bu röportajlar serisine kendi başına karar verdiğini, işin içinde patronajın hiç bir hesabının bulunmadığını, bir editoryal bağımsızlık cenneti olan Hürriyet gazetesinin kamuoyunun duyarlılığını gözönüne aldığını düşünüyorlar...

(Satır arasında belirtmek isteriz ki, Ayşe Arman'a şimdiye kadar röportaj vermiş olanlardan Mustafa Balbay'ın eşi Gülşah Balbay ile Tuncay Özkan'ın kızı Nazlıcan Özkan'ı eleştirilerimizin dışında tutuyoruz. Gülşah Balbay, şimdiye kadar hep bir eş ve anne olarak kamuoyunun gündemine geldi, siyasi bir kimlik iddiasında bulunmadı. Nazlıcan Özkan da babasına yapılan haksızlığı hazmedemeyen bir evlat kimliğini korudu. Dolayısıyla, seslerini duyuracakları bütün araçları kullanmak istemeleri kendi bilecekleri bir şeydir. Buna rağmen, Ayşe Arman röportajlarına özgü abartılı pozları vermediler, şaklaban olmadılar.)

Bizim sözümüz, boyundan büyük siyasi kimliklere ve söylemlere soyunup da Ayşe Arman'a maskot olanlara, sağda solda Ayşe Arman'ın yaveri gibi dolaşmaya başlayanlara, Ayşe Arman gibilerin Ergenekon sürecine doğrudan ve dolaylı katkılarını unutanlaradır...

Arman'ın yazı arşivine şöyle bir baksınlar..

Kendilerini malzeme yapan röportajdan önce yazdığı yazının başlığı şu:

"Murat Boz'un memeleri"

Görüldüğü gibi Aydın Doğan, "Ergenekoncuları" magazin malzemesi yapmaya karar verirken, tercih hakkını Ahmet Hakan'dan yana bile kullanmadı. Kürtaj, don, jartiyer ve seks yazarından yana kullandı!

Acaba bundan sonra "gerçeği geç de olsa görme" ve Ergenekon sürecinin mağduru olmuş insanlar tarafından sorgusuz sualsiz bağıra basılma sırası kimde?

Tayyip Erdoğan'a ağır eleştiriler yöneltmeye başlayan 62 yaşındaki Ahmet Altan'da mı?

Yoksa, "AB konusunda kaygılı Kemalistler haklı çıktı" diyen elli dokuz yaşındaki Mehmet Altan'da mı?

.****

Bütün bu tartışmalar belli ki devam edecek. İlk anda Ayşe Arman'a bir umut gibi sarılmanın utancını yaşamaya başlayanlar da var, yüzsüzlüğe zirve yaptırıp Ayşe Arman'a tapınmaya başlayanlar da...

İkinci tavrın Odatv'den gelmesi bizi şaşırtmadı. Ergenekon mağduru kesimlerde Ayşe Arman rahatsızlığının belirmeye başlamasıyla birlikte, bu internet sitesi misyonuna yaraşır yazılara imza attı. Şaşırmadık. Benzer övgüleri katil Öcalan'a, Büşra Ersanlı'ya ve Nagehan Alçı'ya da yapmışlardı çünkü...

Ancak Odatv'nin "Ayşe Arman Gazetecilik Dersi Veriyor" başlıklı son yazısı yalakalık tarihine geçecek türdendir.

Yüzlerce yorumcudan geriye kalan on- on beş kişinin bile tepkisini çeken bu yazıyı -pek ihtimal vermiyoruz ama- ola ki hicap duygusu uyandırır da yayından kaldırılır diye, tarihin sayfalarına geçmesi için bir de biz yayımlıyoruz.

İşte "Odatv" imzalı o yazı:

 

"Ayşe Arman Gazetecilik Dersi Veriyor

Ayşe Arman unutulan gazeteciliği hatırlatıyor:

Soru soruyor…

Gidiyor, görüyor ve yazıyor…

Birileri diyor ki, (Örneğin Ahmet Kekeç) “niye soruyor, niye gidiyor ve niye gördüklerini yazıyor?”

İşte Türkiye’de gazeteciliğin geldiği yer burası.

İsteniyor ki, masabaşı gazeteciliği yapılsın.

İsteniyor ki, sadece sızdırılan yazılsın.

İsteniyor ki, soru sorulmasın.

İsteniyor ki, kuşku duyulmasın…

Ayşe Arman bu “tekdüze haberciliği” yıkıyor;

Gazeteciliği geröek kimliğine oturtuyor.

Israrla kuşkularının peşine düşüyor.

Israrla arıyor, kovalıyor.

Israrla soruyor.

Israrla sürüye katılmayı reddediyor.

Kafasında hiç dogma yok.

Kafasında otosansür yok.

Kafasında korku yok.

Kafasında sadece gerçekler var, hakikate ulaşmak var.

Evet, Ayşe Arman unutulan gazeteciliği hatırlatıyor.

Gazeteciliği düştüğü yerden kaldırmaya çalışıyor.

Arman tarih yazıyor…

İnadına…"

Odatv-11.08.2012-17:40"

Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/

"Delilleri bile incelemediler"
22.09.2012



Mahkemenin verdiği Balyoz Davası kararının ardından Orgeneral Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan, eşi Nilgün Doğan ve Emekli albay Dursun Çiçek'in kızı İrem Çiçek önemli açıklamalarda bulundular.

Balyoz Davasında mahkeme kararlarını açıkladı. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan ancak cezası 20 yıla indirilen emekli orgeneral Çetin Doğan'ın eşi Nilgün Doğan "Elimde gerekçeli karar var. Bu karar bana göre yanlız Türkiye'de değil bütün dünyada hukuk tarihine kara leke gibi düşecek" dedi. "Bizim eşlerimiz müebbet hapsi hakedecek ne yaptılar" diyen Doğan, "Senelerce dağda taşta bütün sevdiklerini ihmal ederek en zor görevleri hiç yüksünmeden yaptılar küçükcük maaşlarla. Biz onların yarısı kadar sıkıntı çektik. O nedenle eşler ve çocuklar yarı asker sayılır. Biz asker eşi olarak gerçekten yıkılmadık.

"HUKUK HERKESE LAZIM"

Çünkü böyle bir komik karar özel yetkili mahkemelere yakışırdı. Değişik bir şey beklemiyorduk. Bizi mahçup etmediler. Onun için mahkeme heyetine teşekkür ediyorum" diye konuştu. "Hukuk herkese lazım" diyen Doğan, "Yarın bütün dengeler değişir erkler değişir başka yerlere gelirsek ne olacak onu düşünsünler. Hukuk herkese lazım. Karşıya bir sürü mahkeme salonu yapıyorlar. Bir gün oraya kendilerinin düşmeyeceği garantisi var mı Türkiye'de? Bir kere sadece Balyoz davsında 350 kişi diğer askeri yargılamalarda onun yarısı kadar Ergenekon'dan da bir o kadar. Binlerce insan şu Silivri'de ömür çürütüyor. Bunlar ülkenin düzgün insanları. Onları kalktılar bu karanlık köşelere esir ettiler. Ne uğruna Türkiye'yi ne duruma getirdiler" şeklinde konuştu.

"DELİLLERİ BİLE İNCELEMEDİLER"

Doğan'ın kızı Pınar Doğan ise şunları söyledi: "Adli hukuki bir yargılama, söz konusu değildi mahkeme salonunda. Biz bunu duruşmalar başladıktan sonra bunu anlamıştık. Mahkeme bütün sahtecilikleri ortaya koyan delilleri incelemeyi reddetti, delilleri bile sanıklara geç zamanda verdi. Biz bunun gerçek yargılama olmadığını biliyorduk.
V

"Mahkemeden bir ceza çıkacağını biliyorduk. Özür dilerim mahkeme diyorum ama orada bir araya gelen topluluk diyeyim. Gerçeğin ortaya çıkmasını isteyen mahkemenin davranışlarından tamamen uzak bir tutum içerisindeydi mahkeme. "Bu balyoz mahkemesine adını veren balyoz belgelerinin olduğu cd’lerin sahte olduğu Türkiye’den Almanya’dan kişiler tarafından belirlendi. Mahkeme "hayır" dedi. Bu cd’lerin üzerindeki yazılar bile sahte. "Lütfen bunu inceletin" dedik. Mahkeme "hayır" dedi.

"Biliyorsunuz teşebbüs var, niçin teşebbüste kalmış. Çünkü Aytaç Yalman bunu önlemiş, iddianamede böyle yazıyor. Onun ifadesi bile alınmadı. Sanıklar, "Lütfen, Yalman'ı çağırın ifadesini alın" dedi, ama mahkeme "hayır" dedi."Sahte belgeleri üreten çete ve insan grubuyla iş birliği yapıyor durumuna düştü mahkeme. Mahkeme üyeleri tarihe çok kötü şekilde geçecekler. Herkesin başı dik. Burada şu anda üzülmesi gereken böyle bir kararın altına imza atabilmiş o insanlar grubudur."

"SABIRLA DEVAM EDECEĞİZ"

16 yıl hapis cezası alan emekli Albay Dursun Çiçek'in avukat kızı İrem Çiçek ise "Sadece müvekkilim olan babam değil bir çok sanık bunların içinde. Sıkıntılarını daha sert vuran oldu. Zaten karardan emin olan çok büyük bir çoğunluk olduğu için çünkü burada adaletsizlikten emin olanlar daha sabırlı duranlar oldu. Ama hepsinin söylediği bir cümle vardı. Biz haklıyız ve mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Sabırla devam edeceğiz" diye konuştu.

"Bu insanların hayatıyla oynamak bu kadar kolay değil" diyen Çiçek, ailelerinin "Sizde sabırlı olun" diyerek kendilerine seslendiğini söyledi. Çiçek şöyle devam etti : Önünüzde ucu bucağı belli olmayan bir adaletsizlik çuvalına girmişsiniz. Durmadan sesiniz kesiliyor. Her geçen gün üzerinizdeki baskılar artıyor.Talepler, konuşmalar kaldırıldı. Mikrofonlar kapatılıyor. Men cezası veriliyor. Bu Silivri mahkemesi öyle bir hal aldı ki biz hukuku adalet hakkı tanımayız burası ayrı özerk bir mahkeme... Hakikaten ayrı ve özerk bir mahkeme kurdular ama 2012 yılında Türk yargı sisteminin getirildiği bu durum içler acısı. bir hukukçu olarak bu tablonun içinde yer almaktan zul duyuyorum. Bazı sanıklar savunmalarını yapmadılar.

Biz avukatlar duruşmalara girmedik. Girmememizin sebebi de çok açıktı. Delilleri toplamadınız bilirkişi raporu almadınız. Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök hani bu darbeyi engellemişti. Onlar bu davanın en temel delili. Fakat bunu bile yapmadınız. Dolayısıyla biz girmiyoruz dedik. Bazıları savunma yapmadı. Bazıları savunma yaptı. Savunma yapanlar iyi halden yararlandı. Yapmayanlar hakkında herhangi bir indirim kararı olmadı. Mahkeme burada iyi niyetli olmadığını ortaya çıkardı. Çünkü kimseyi savunma yapmaya zorlayamazsınız. Bunu da iyi hal kötü hal diye ayıramazsınız. 3 yıldır bu Silivri toplama kampının içindeyim. İlk geldiğimde böyle değildi. Benim saygı duyduğum yargıçların bu durumunu görünce umudum olduğunu söyleyemeyeceğim.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21526008.asp


Tolga Örnek'e Açık Mektup : Her Sakallıyı Hacı; Her Üniformalıyı Amca Zannetme
Behiç Gürcihan
Açık İstihbarat
22 Eylül 2012



Sevgili Tolga;

Senle yıllar öncesinden tanışıyoruz.

Napoli günlerinden.

İtalya mafyasının "koruma parası" adı altında site aidatlardan para kestiği Pinetamare'de , İtalyan'lar ve ABD'li subaylarla beraber maaile kaldığımız o sitedeki kısa ama güzel gençlik günlerimizden.

Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargahından Yugoslavya'yı parçalarken, bizim güle oynaya İtalya'nın nimetlerinin peşinde koştuğumuz günlerden.

O günler geride kaldı.

Hepimiz kendi yolunda büyüdük. Sen takdir edilecek bir şekilde, hayallerinin peşinden gittin ve sıfırdan başlayarak sinemacılık okudun ve o alanda bir yere geldin. Doğruyu söylemek gerekirse, çektiğin filmleri , hayallerini kovaladığın gerçeği kadar takdir edemedim ama bu ayrı bir konu.

Arada 1-2 kez daha sohbet etme imkanımız oldu sen ve kardeşin Burak'la. Sonra da uzaktan takip ettim sizleri. Çok farklı dünyalara yelken açışlarınızı ve katettiğiniz irtifayı.

Dün yine seni izledim televizyonda.

Babanın aldığı mahkumiyet sonrasındaki haklı feryadını.

Babası hapse düşmüş bir paşa çocuğu ile, bu gidişle 1-2 seneye kalmaz tekrar hapse girecek bir paşa çocuğu olarak hasbihal etmek istedim uzaktan da olsa.

Şapkayı öne koyup düşünme zamanı geldi Tolga.

Ekranda diyorsun ki;

"Bu benim için TSK'nın bittiği andır. Eski bir genelkurmay başkanı ve kara kuvvetleri komutanına amca dediğim için çok pişmanım"

Çok yanılıyorsun Tolga.

TSK'nın bittiği an, babanın mahkum edildiği an değildir.

Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım...

Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti...

"Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti...

Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK

Tabi ki, TSK'nın bittiği anlar sizin "amca" dediklerinizin icraatleri ile sınırlı değil.

Fakat bugün babanızın, yarın ise benim ve eşimin mahkumiyeti ile sonuçlanacak bu sürecin müsebbibi sizin "amca" dediklerinizdir.

Ne yaman çelişkidir ki...

"Amca" dediğiniz Çevik Bir , Tayyip Erdoğan'I iktidara getiren 28 Şubatın mimarıdır...

Bir diğer "Amca"nız Hilmi Özkök, Tayyip Erdoğan'ın iktidarda önündeki pürüzleri temizlemiştir...

Ve son "Amca" Yaşar Büyükanıt'ta , Erdoğan'ın geri dönülmez şekilde iktidarda kalmasını garantilemiştir.

(Anayasa Mahkemesinde AKP lehine oy kullanan askeri üye ile Yaşar Büyükanıt'ın bağlantısını araştırırsan, yukarıdaki cümle daha bir anlam kazanır)

Ve "amcaların" sayesinde iktidarı pekişen Tayyip Erdoğan'dır; senin babanı mahkum eden mahkemenin savcısı.

Her gördüğün üniformalıyı "amca" zannedip, baban mahkum olunca şikayet etmek için ise çok geç sevgili Tolga.

Şapkayı önüne koy bir düşün...

"Ergenekon" dalgaları başladığında neredeydiniz...?

Arka planda yapılan konuşmaları bilmiyor muyuz zannediyorsun?

Geçenlerde babanın üniformasını taşıyan birinin, "kangren olan kolu keseceğiz" mealindeki sözlerin yıllardır TSK'nın koridorlarında sarfedildiğini bilmiyor muyuz?

Amcalarından bir tanesinin, asi gördüğü generallerine "Son Yeniçeri'ye Selamlar" imzası ile kitap imzalayıp gerekli mesajı verdiğini bilmiyor muyuz?

"Ergenekon'da" tutuklamalar geldikçe önü açılan bazılarının sevindiklerini bilmiyor muyuz?

Neticede, senin amcalar, AKP ile birlikte küresel plana uyumlu bir Vakay-ı Hayriye planladılar ve bu yolla TSK içindeki küresel planla uyumsuz generalleri ve subayları tek tek tasfiye ettiler. Bizim dangalak ulusalcılar da, Genelkurmay direniyor zannetti.

"Bu bir küresel devlet operasyonudur. Genelkurmay'da bu planın parçasıdır"

diyen bizleri komploculukla ve müzmin muhaliflikle suçladılar.

Bu yolda işler kontrolden çıktı ve amcaların attıkları bumerangı geri dönüşte sağlam tutamayınca bumerang size de çarptı.

Ve şimdi veryansın ediyorsun : "TSK Bitmiştir"

Günaydın Tolga.

TSK "biteli" 10 seneyi geçti.

Senin "amcalarının" yönettiği Genelkurmay'ın TSK'yı iyi yönetemediğini 2000'li yılların başından beri yazdığım için 3 kez 301. maddeden (TSK'ya hakaret) yargılandım. İkisinden beraat ettim, birinden hüküm giydim, hüküm ertelendi.

Tarihe; Genelkurmay'ın dava ettiği ilk paşa çocuğu olarak geçtim.

Genelkurmay'ın ihya ettiği paşa çocuğu olsaydım , sen de biliyorsun ki, bu tarihte bir ilk olmazdı.

O davalardan birinden hemen sonra Fenerbahçe orduevinde karşılaştığım amcalarından birinin yüzüne söylediğimi aynen tekrarlayayım :

"Sizin en büyük müttefikiniz ne ABD, ne İsrail; Türk milletidir."

Anlayacağın; ordusuna yapılan onlarca saldırıyı/hakareti sineye çeken Genelkurmay bizim gibilerle uğraşırken, kendisine yapılan esas büyük hakareti, kendisine kurulan esas büyük tuzağı görmedi.

Senin "amcaların", 90'ların ortasından beri, müttefiklerine güvenmemeleri, altlarının boşaltıldığı yolundaki onlarca uyarıyı gözardı etti. Uyarıları yapanları komploculukla suçladı.

O müthiş kibirleri ve özgüvenleri arkasında kendilerine bir şey olmaz zannettiler.

Gelinen nokta ortada. Sokaktan devşirilen bir adam, salonlarında enterne edilenleri tasfiye edip, küresel plana daha uyumlu olduğunu kanıtladı.

Sakın bu süreci "rejim değişiyor" gibi basma kalıplarla algılamayın.

Aksine bu ülkede değişen hiç bir şey yok; hizmet eden kadrolar dışında.Hizmet edilen odak ise aynı. Hizmet ederken giyilen gömlekler değişse de, hizmet edilen misyon aynı.

Rejimin adı da aynı : Küresel düzene hizmet rejimi

Küresel düzendeki değişime ayak uyduramayanların değişimi, rejimin değiştiği anlamına gelmiyor.

Yazının başındaki cümleyi tekrar hatırlatayım...

"Babalarımız NATO'nun emrinde Yugoslavya'yı parçalarken, biz İtalya'nın nimetlerinin peşinde koşan çocuklardır. "

O gün, babalarımızın komutanı kimdi?

Yaşar Büyükanıt.

Peki o günlerde Yugoslavya'yı parçalamak için NATO tarafından desteklenen ve oradaki iç savaşı körükleyen Kosova Kurtuluş Ordusu'na Türkiye'den akan silahların koordinasyonunu kim yapıyordu?

Ben bilmem; eminim Abdullah Gül biliyordur.

O bilmiyorsa İHH biliyordur. Hani şu "İslamcı", "sivil toplum" örgütü. Yersen!

O günde Türkiye küresel güçlerle elbirliği içinde yanıbaşındaki bir ülkeyi parçalamakla meşguldü.

O günlerde, senin amcaların "dincilerle" elbirliği ile içinde NATO'ya hizmet ediyorlardı.

Tesadüfe bak ki; yıllar sonra Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı, Abdullah Gül ise Cumhurbaşkanı oldu.

Güzel ülkemiz, yine NATO'nun doktrinleri çerçevesinde, komşu ülkeleri parçalama planları içinde aktif oyuncu.

Senin "amcalar" devletin kendilerine verdiği görevi yapıp kenara çekildiler.

Senin paşa amcaların miadını doldurdu; artık zaman Rasim Ozanların, Mehmet Baransu'ların polis abilerinin zamanı.

Yeni Devlet'in yeni paşaları onlar.

...

Şimdi sana olacakları anlatayım Tolga.

Sizinkilere o kadar yüksek cezaları , sizi genel af sürecine destek vermeye ikna etmek için verdiler.

O çok da uzak olmadığınız AKP kazanının içinde , "Sivil Anayasa ile birlikte genel af" lafları kaynamaya başladı bile.

Seneler öncesinden yazdığımız, "Ergenekon süreci Öcalan'la af ile sonuçlandırılacak" uyarısını doğru çıkarmak için düğmeye basıldı. (Bkz: "Ergenekon'a" Saklanmış Öcalan Affı)

Sizler; bu süreçte bir çok kez sahte yalanlarla kandırıldınız. Erken tahliye hayalleri bile kurdurdular sizlere.

"Ergenekoncularla" aranıza mesafe koymanızı tavsiye edenlere uyup, "biz Ergenekon değiliz, biz Balyoz davasıyız" gibi duyanları gülümseten inciler bile döküldü Vardiya Bizde platformundan.

Bizler içeri atıldığımızda; kocalarının terfilerine halel gelmesin diye aile dostlarını aramaya korkanlar, kendi kocaları içeri atıldığında feryat figan ettiler.

Çelebi üsteğmen, teröristlere operasyondan dönüşünde helikopterinden iner inmez "terörist" diye içeri alındığında gıkını çıkarmayanlar, şimdi TSK'nın onurundan bahseder oldular.

TSK; teğmenini verdiği gün bitti Tolga, paşasını verdiği gün değil.

O yüzden şapkanı önüne koy ve düşün.

Hilmi Özkök-Yaşar Büyükanıt-Çevik Bir üçgeninde yelkenleri rüzgarla doldururken iyiydi...

AKP'ye yakın holdinglerle çalışırken iyiydi...

AKP'nin belediyelerine "kültür işleri" yaparken iyiydi...

ve babana mahkumiyet kararı çıktığı için TSK bitti öyle mi?

Hasbelkader beraat çıksaydı TSK bitmemiş mi olacaktı?

...

Sen yönetmensin.

Kadrajın da, kameranın da, flashback'in de ne olduğunu benden çok daha iyi bilirsin.

Ben bir gün bu büyük tuzağın filmini çekecek olsam şu sahne ile başlardım...

[ (İÇ; HOLDINGTE ŞIK BİR OFİS; GÜN)
FADE IN

Bir paşa çocuğu büyük bir holdingteki ofisine gelir. Bilgisayarını açar, çalışmaya başlar. Bu sırada o holdingin ağı üzerinden bilgisayarındaki bazı dosyalar bilgisayarın sahibinden habersiz gizlice çekilmeye başlanır.

Paşa çocuğunun telefonu çalar. Gözleri ışıldayarak açar:

"Amca, nasılsın"]

Bu senaryo parçasını belgesel mi, kurgu mu algılarsın bilemem.

Bildiğim tek bir şey var:

Her sakallıyı hacı , her üniformalıyı amca zanneden bizler bu ülkenin en son şikayet etmesi gereken çocuklarıyız.

Bu ülkenin ezilenleri arasında "paşa çocuğu" sınıfının en başlarda yeraldığını düşünmüyorsundur herhalde.

Biz üst düzeyde bir güç kavgası ve dönüşümünün yakın tanığıyız sadece. O kadar yakında durduğumuz için kavgada bir kaç yumrukta bize denk geldi; o kadar.

Merak etme.

Yeni Devlet, yeni paşalarının gazını aldıktan sonra eski paşalarını bir "Genel Afla" dışarı çıkartacak.

Bu noktada, tabi NATO/Gladio'nun teröristi Öcalan'ı da dışarı çıkaracaklar.

Küresel plan gereği maksat hasıl olmuş olacak.

Yugoslavya parçalanırken, İtalya'nın keyfini çıkaran biz paşa çocukları gibi..

Birilerinin çocukları da , Suriye ve sonra Türkiye parçalanırken keyif çatacak.

Dünyadan bi haber, kaderin ağlarının nasıl örüldüğünden bi haber.

Kimbilir kaç sene sonra kime "amca"/"abi" dedikleri için pişman olacaklar...

Ama çok geç olacak.


B.G.
Kaynak:http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10174


Balyoz davası nda dün açıklanan karara göre 20 yıl hapis cezası alan emekli orgeneraller İbrahim Fırtına ile Çetin Doğan , Ergin Saygun, Şükrü Sarıışık ve emekli oramiral Özden Örnek 'in madalya ve nişanları TSK'ya iade edilecek. Generallerin rütbeleri sökülecek, er statüsüyle emekli olmuş sayılacak. Ancak Emekli Sandığı tarafından ödenen maaşlarında bir değişiklik olmayacak. Hapis cezası alan general silahlarını da iade edecek. Tamamen sivil vatandaş sayılacak olan emekli generaller ve aileleri TSK'nın sağladığı lojman, orduevi gibi tüm sosyal haklarını da kaybedecek.

Economist: Türkiye'de tarihi dava
28 EYLÜL 2012

[img]http://wscdn.bbc.co.uk/worldservice/assets/images/2012/09/21/120921114150_silivri_304x171_afp_nocredit.jpg [/img]

İngiltere'deki Economist dergisinde 'Tarihi Bir Dava' başlığıyla yayımlanan yazıda, bir hafta önce sonuçlanan Balyoz davası ve toplumda yarattığı yankılar irdeleniyor.

Mahkeme kararlarının açıklandığı 21 Eylül'den bu yana "Adalet yerini buldu mu?" sorusunun gündemde olduğu belirtilen yazıda, Balyoz davasının "Türkiye'nin sendeleyen demokrasisi açısından tarihi bir dönüm noktası olarak görüldüğü" kaydediliyor.
İlk defa sivil mahkemenin, generallerin de aralarında yer aldığı yüksek rütbeli subayları yargılayıp suçlu bulduğunu belirten Economist, Balyoz davasında asıl amacın, adaleti sağlamanın ötesinde, "askeri darbeye girişmeyi düşünenlerin ne gibi sonuçlarla karşılacaklarını göstermek olduğu" belirtiyor.
Economist, bazı çevrelerin bu mahkemeyi, "ordunun eskiden beri siyasete müdahale etmesinin ve laik cumhuriyeti korumak adına, dindarlığını açıkça ortaya koyanları acımasızca bastırmasının bir intikamı" olarak değerlendirdiğini yazıyor.
Balyoz davasına, uydurma kanıtlar sunulduğu ve mahkemeye parti yandaşlığının egemen olduğu söylentilerinin yöneltildiğini belirten dergi, "davadaki birçok tutarsızlık, emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın damadı ve Harvard Üniversitesi'nde Ekonomi Profesörü olan Dani Rodrik tarafından, yazdığı blogda belgelendi" diyor.
Gülen hareketinin yayılımı
Savunma makamının mahkemeye sunulan kanıtların, Fethullah Gülen hareketine bağlı kişlilerce değiştirilmiş olduğunu iddia ettiği aktarılan yazı şöyle sürüyor:
"Bunu kanıtlamak imkansız ama, Gülen yandaşlarının, on yıllardır peşlerini bırakmayan generallerin etkisini dengelemek için polis birimlerine sızdığı söyleniyor. Bundan da öteye, 2010 yılında AKP tarafından getirilen anayasal değişikliklerle, ordu, yargı üzerindeki hakimiyetini kaybetti. Savunma makamı, bunun sonucunda Gülen yandaşı yargıçların sayısı büyük artış gösterdiğini düşünüyor."
Bir Batılı diplomatın, "Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri, yargının bağımsız olmadığı kanısıdır" dediğini aktaran Economist, Balyoz davasının henüz sona ermediğini, savunma makamının temyiz yoluna başvurabileceğini, o da sonuçsuz kalırsa Strazburg'daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidilebileceğini belirtiyor.
Economist'teki Balyoz davası yorumunun sonunda, "Generallerin görülecek davada anlayışla karşılanıp karşılanmayacakları belirsiz" deniliyor ve söz konusu dönemde Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Hilmi Özkük'ün "mahkemenin kararından üzüntü duyduğunu ama şaşırmadığını" söylediği aktarılıyor.
BBCT

Ergenekon Davası kapsamında tutuklu bulunan gazeteci Tuncay Özkan bir mektup yazdı
19 Ekim 2012



Mektubunda derdinin "cami avlusu örgütü Ergenekon"u bulmak olduğunu belirten Özkan, "Öyle hınzır hınzır gülmeyin. Siz de yardım edin. Ciddi ciddi arıyoruz. Devlet işi gücü bıraktı bu işin üstünde. Haydi boş durmayın, sorun soruşturun; Ergenekon Terör Örgütü’nü; bilenlerin, tanıyanların, insaniyet namına. Gülmeyin yahu; dört yıldır zindandayız; Ergenekon olmasa ne yaparız?…" dedi.


İşte Özkan'ın mektubu:

Polis kapımda. 23 Eylül 2008. “Ne var?” dedim. “Arama yapacağız” dediler. “İzin var mı?” dedim; “Var” dediler ve gösterdiler. “Suç neymiş?” dedim. Bir bayan polis vardı. Hani neredeyse üstüme atlayacaktı. Öyle yerinde duramıyor. Amirinden önce atıldı. Ağzını büzdü, kasıldı, kasıldı: “Ergenekoncuuuluk!…”

Gidinin dünyası… Şimdi hepiniz böyle bir suç olmadığını biliyorsunuz. Ama “Ergenekon” denince neyin ne olduğunu da biliyorsunuz. Leb, deyince “leblebi”yi biliriz biz. Ben 5. yılımda hâlâ bu örgütü arıyorum. Yani Ergenekonculuğa adını veren “Ergenekon Terör Örgütü”nü. Bunun gibi bir örgüt yeryüzünde yok. 2007 yılından bu yana bu örgütle ilgili iki bine yakın insan sorgulandı. Aralarında 17 yaşından 80 yaşına, pek çok mevki makam sahibinden, sahipsizlere kadar herkes vardı. Önce polis bu iki bin kişiye sordu:

“Ergenekon Terör Örgütü?…”

Yanıt tek oldu:

“Ben böyle bir örgüt bilmiyorum.”

Taraf yazarı dedi ya;

“Bu öyle bir örgüt ki; üyeleri dahi üye olduklarını bilmiyorlar.”

Peki, kim biliyor?

Hınzır hınzır gülmeyin: Dünyanın en gizli örgütü bu!

Duruşmada 22 ay sonra ifadeye çıktım. Yargıçlar ve savcılara sordum: “Bana suçumu söyleyin savunma yapacağım; çünkü dilekçede yazdım, iddianameye yazmamışsınız!”

Silivri Mahkemesi yargıçlarının, “Söyleyin Savcı Bey” demesi üzerine savcı sonunda:

“Efendim sanık suçunu en iyi kendisi bilmektedir…” dedi.

Hatta mahkemenin ısrarı üzerine suçumun söylenmesi için mehil (yani süre) talep etti.

Tanıyanlar bilir (bilirsiniz) biraz inatçı ve ısrarcıyımdır. Savcılık makamı ısrarım sonucunda; “Suçunun söylenmesi ihsası rey (kararın söylenmesi) olacağından, suçunun söylenmemesine…” diyerek cevap verdi.

Bu örgüt nerededir? Ne yer? Ne içer? Lideri kim? Kimler yönetir? Bilenler savcıya koşsun. Çünkü madara çıktı. 10 bin sayfa iddianamede, bir milyondan fazla ek dokümanda bunlar yok. Hatta “Biz itirafçı olacağız” diye mahpustan yırtmak için gizli tanık olanlar dahi “Biz örgütü bilmiyoruz ama duyduk ki…” diyorlar.

Ben de diyorum ki; benim örgütlerim belli! Üyesi olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Basın Konseyi, FİJ (Uluslararası Gazeteciler Sendikası)…

Ben yaptıklarımı biliyorum: Cumhuriyet mitingleri mi? Ben yaptım. Buradayım. Söyleyin suç ne? Neden bana bunu sormuyorsunuz? Muhalifim; neden sormuyorsunuz? İddianamedeki iddiaları neden sormuyorsunuz? Türk siyasal hayatının son 20 yılına damga vuran 2006-2007 yılları Cumhuriyet Mitinglerinde ben de vardım. Bunlar 6 mitingden oluşuyor. Bu mitingler demokrasinin gelişimi için organize edildi. Hepsi sivil toplum örgütlerinin katılımıyla gerçekleşti. 14 Nisan 2007 Ankara Tandoğan mitingine 1,5 milyon kişi katıldı. 28 Nisan Burhaniye mitingine 30 bin kişi katıldı. 29 Nisan İstanbul Çağlayan mitingine 3,5 milyon kişi katıldı. Ardından İzmir Gündoğdu meydanında yapılan mitinge 2 milyon kişi katıldı ve bu mitinglerin hiçbirinde olay çıkmadı. Mitinglerde ortak slogan; “Ne şeriat ne darbe tam bağımsız demokratik Türkiye” idi.

Ben mesleğimi ödünsüz yaptığım, özgür düşünme ve karşı çıkma hakkımı kullandığım için tutuklandım. 23 Eylül 2008′den bu yana suçumu söyleyin dedikçe “Sen suçunu biliyorsun” diyen savcılar ve tutukluluğu cezaya dönüştüren yargıçlarca cezaevinde tutuluyorum. Yıldırılmak, engellenmek ve yok edilmek isteniyorum. 442 gündür de hiçbir gerekçe olmaksızın tecrit hücresinde tutuluyorum.

2000 yılında Başbakan Erdoğan hakkında İstanbul Belediyesindeki yolsuzluk iddialarını gazetedeki köşemde yazdım ve kendisinin 1 milyar doları olduğuna dair müfettişlerce hazırlanmış raporları haber yaptım.[1] Başbakan bir konuşmasında; 1 milyar doları olduğunu söyleyenlerin Silivri’de tutulduğunu söyledi. Ben gerçeği yok etmek isteyenlere karşıyım. Cehalete karşıyım. İfade özgürlüğünü zindanlara doldurup, susturanlara karşıyım. Davanın adının Ergenekon veya KCK olması fark etmiyor; bağnazlığa karşıyım. Adalet arıyorum.

Türkiye’de mafya ve devlet destekli çetelere, yolsuzluklara karşı mücadele ettim. İlk faili meçhul cinayetleri ve bunların devlet destekli oluşunu belgeledim. Susurluk çetesinin ceza almasını sağlayan belgeler, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın kimliğini ben açığa çıkardım. 14 kitap yazdım, tamamında bunları anlattım.

“Bana Susurluk raporu neden senden çıktı? Yeşil’in kimlikleri neden sende?” diyorlar. “Arşivinde neden gizli raporlar var?” diyorlar. Gazetecide ne çıkacak?

Rüzgarlı sokakta 16 yaşımda, gazeteciydim. Ankara’nın gazetelerinin bulunduğu sokağın adıydı. Orada küçük bir gazetede her işi yapardık: kalıp bağlamadan, takvimden günün yemek tarifini yazmaya kadar. Akşamüzeri gazeteler çıkardı. Çocuklar alır: “Yazıyor, yazıyor!” diye bağırarak satardı. İddianame çıkınca, bağırasım geldi; “Yazıyorrr! Tuncay Özkan’ın CHP’yi nasıl ele geçireceği yazıyor!” Sabrettim, gıkımı çıkarmadım. Tam 22 ay sustum. Sonra ifademde, iddianamenin benimle ilgili bölümünün neredeyse dörtte üçünü kaplayan bu olayla ilgili bir tek soru bekledim. Sormadılar. Ne savcılar, ne de yargıçlar. “Bunu nasıl sormazsınız?” dedim. Sustular. İddianameye göre ben CHP’yi ele geçirmek için çalışıyordum. Genel Kurula gitmiştim. Alkışlanmıştım. Soruları kendim sordum yanıtladım: “Evet gittim ama gazeteci olarak”. Üç gün oradan canlı yayın yaptım. Bu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın CHP’yle ilgili biriminden alınan belge. Bu CHP Genel Merkezi’nden alınan belge. Ben hiç CHP üyesi olmadım. İddianame benim CHP’ye genel başkan olacağımı yazıyor. Oysa CHP tüzüğü burada. Size veriyorum. CHP üyesi olmayanlar CHP’de kapıcı bile olamazlar. Ben CHP üyesi değilim. Her üye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirilmek zorundadır. Siyasi partiler kanunu böyle diyor. Yoksa parti kapatılır. Savcılar; Yargıtay’a sormamışlar. İşte belgeler ben CHP üyesi değilim. Dolayısıyla CHP’yi ele geçiremem. Üstelik benim CHP’de olmam orada siyaset yapmamdan savcılık neden korkuyor? Bu anayasal bir hak. Buna suç isnat eden savcılık hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.

Şimdi bunları niye mi yazdım? Dört yıl geçti aradan. Hatırlayın diye. Ben Tuncay Özkan, bunlara, bir de Susurluk raporunun bende bulunması ile, MGK tutanakları ki en erken tarihlisi 1986, onların arşivimde yer almasının nedenlerine yanıt verdim. İşte bunlardan dolayı T-E-R-Ö-R-İ-S-T-İ-M. Hatta: E-R-G-E-N-E-K-O-N-C-U-Y-U-M. Arşivim, gazetecilik belgelerim suç sayılıyor. Evet, ben gazetecilik suçumu hep işledim. İşlemeye de devam edeceğim.

Susurluk yargılamalarında; benim ortaya çıkardığım belgeler nedeniyle 6 yıl hapis cezası alan İbrahim Şahin ile aynı örgütteyim.[2] Şahin de “ben böyle bir örgüt bilmiyorum” dedi ve ekledi: “Ama Tuncay Özkan benim yaşam boyunca düşmanımdır!”

Ve ben Susurluk Raporu arşivimden çıktığı için suçluyum…

Duruşma salonu çok renkli. Hepimiz aynı kazanda yalanlarla kaynayıp gidiyoruz işte.

Ben gazeteci değilmişim; iktidara göre!

Zırva tevil götürmez.

Evet, ben hiç iktidar gazetecisi olmadım. Gün gelince bunu diyenleri de karşıma alır, “Hodri Meydan” yaparız. Konuşur halleşiriz.

Şimdi benim derdim bu cami avlusu örgütü, Ergenekon’u bulmak.

Öyle hınzır hınzır gülmeyin. Siz de yardım edin. Ciddi ciddi arıyoruz. Devlet işi gücü bıraktı bu işin üstünde. Haydi boş durmayın, sorun soruşturun; Ergenekon Terör Örgütü’nü; bilenlerin, tanıyanların, insaniyet namına…

Gülmeyin yahu; dört yıldır zindandayız; Ergenekon olmasa ne yaparız?…

Ahmet Tuncay Özkan

Silivri 1 No’lu Cezaevi

B/3 Tecrit Hücresi”

Odatv.com

ABD Çağırdı, OdaTV Koşa Koşa Gitti
Açık İstihbarat
08.11.2012

Tayyip Erdoğan'ı Beyoğlu Belediye Başkanlığı sırasında keşfedip, bugünlere gelmesine önemli roller oynayan Morton Abramowitz gibi isimler bile AKP'nin işinin zorlaştığını belirten analizler yazıp, Türkiye'de yeni bir milliyetçi dalganın yükselmesi tehlikesinden bahsediyorlar.

Ulus meydan muharebesi sırasında, yükselen bu dalganın bir kaç "Kemalist" ve "ulusalcıdan" ibaret olmadığı net bir şekilde görüldü.

Ortada AB-D'nin ülkeye kurmak istediği bariyerlere ciddi anlamda baskı yapmaya başlayan bir dip dalgası yükselmekte ve bu dip dalgasının kontrol edilip, emin eller üzerinden ehlileştirilmesi gerekiyor.

Bu konuda yapılan bir çok hamle mevcut. OdaTV operasyonu bunlardan biri.

Ulusalcı kesimi arkasına taktıktan sonra, usul usul Kürtçü ve liberal sulara doğru dümen kırmaya başlayan bir yapı OdaTV.

"Ergenekon" sürecinde mağdur konumuna sokulduktan hemen sonra kaleme aldıkları meşhur; "Öcalan solun doğal lideridir" zevzekliğinden sonra, ulusalcı geçinen yazarları arasından Fetullah'a ince methiyeler düzenler, ABD için "büyük devlet" ifadesi kullananlar çıkmaya başladı.

İşte bu OdaTVsırtına yüklenen yeni misyonu gururla taşıyacağını bir kez daha ortaya koyan yeni bir "habere" imza attı.

ABD Büyükelçiliği, OdaTV'yi , "Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi CPJ üyesi Kathy Morton" onuruna verdiği resepsiyona davet etti.

OdaTV bu gelişmeyi böbürlenerek duyurdu.

Edelman'dan bu yana "Ergenekon" sürecine bizzat tutuklanacak ulusalcılar listesi (Bkz: Edelman'ın 88 Ulusalcı listesi ve "Türkiye ile ABD'nin arasını açmak isteyenlerin çirkin başları ezilmeli" demeci) hazırlayarak katkıda bulunan ABD Büyükelçiliğinden gelen bu davete koşa koşa gitmek ezikliktir.

Bu davete çağrılıp, ABD'nin resmi propagandasını gazetecilik olarak yayınlamak ayrı bir ezikliktir.

ABD büyükelçisinin bir gazetecinin "Obama' mı Romney'mi?" sorusuna verdiği cevabı ve gazetecilere dağıttığı metni yayınlayıp, gazetecilik yapmış oldular.

Oysa, bu davete gidilmemesi gerektiğini söyleyenlere verdikleri yanıt,

"Orada gazetecilik yapacağız"

idi.

Yaptıkları gazeteciliği hep birlikte gördük.

Wikileaks belgelerini yayınlayanlar, o Wikileaks belgelerinde deşifre olduğu üzere ABD'nin "Ergenekon" sürecinde oynadığı rolü sorup, tatmin edici bir cevap almışlar mıdır acaba?

...

OdaTV'nin Amerikan-Türk dostluğuna sundukları bu değerli katkı unutulmayacaktır.

Silivri'den çıkar çıkmaz ABD'nin kollarına koşanlar listesine , Nedim Şener'den sonra adlarını yazmalarının elbet bir karşılığı vardır.

ABD bir kez daha küçük insanları ne kadar iyi tespit edebildiğini kanıtlamıştır.

Açık İstihbarat

Ergenekon"da Son Perde- Odatv Davası Aslında Ne Zaman "Çöktü"?-
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
27/11/2012


Odatv davası, soruşturmadaki "İsrail" boyutunun sümen altı edildiği gün "çökmüş" bir davadır.

Bu dava İsrail'e "elini gördüm" demek amacıyla,

Mavi Marmara'ya misilleme amacıyla açılmış bir davadır..

Hangi pazarlıklar sonuç verdi veya hangi mesajlar "yeterli" görüldüyse, "İsrail bağlantısı" iddianameden bir anda kuş olup uçmuştur!
**********************

Bu yazıyı yazmadan önce 13. Ağır Ceza Mehkemesi'nn Odatv davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesine ilişkin vereceği kararı bekledim. Mahkeme, beklenen kararı dün açıkladı ve Odatv davasının Ergenekon ile "birleştiştirilmemesine" karar verildi.

Esasen, olayların gidişatı gözönüne alındığında ve Ergenekon sürecinin muazzam mantıksızlıklarından süzülüp gelen "mantığa" bakıldığında böyle bir sonuç tahmin edilmeliydi. Odatv sanıkları "Biz birleştirilmek istemiyoruz" şeklinde boşa feverân ettiler...(Belki de pek boşa feverân etmediler; çünkü şimdi ellerinde "mücadele sonucu" kazandıklarını düşünüp sevinecekleri bir netice var..)

Balyoz davasında delillerin değerlendirilmesi bölümünün atlanarak savcının mütalâ okumaya başlaması ve akabinde hükmün açıklanmasıyla birlikte Ergenekon davasının akıbeti de belli olmuştu. Balyoz'un arkasından Ergenekon'un da bitirileceğini bu sütunlarda yazmıştık (Bkz. "Hilmi Özkök'ün Katkılarıyla Ergenekon'da Sona Doğru" http://acikistihbarat.com/yazardetay.aspx?id=1034&authorID=13)

Dolayısıyla, "bitirilmesine" karar verilmiş bir davaya yeni bir dava eklemek istemeyecekleri belliydi. Son duruşmada Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, esas hakkındaki mütalânın hazırlanması için dosyaların savcılığa gönderilmesini talep etti. Mahkeme de bu talebi kabul etti ve Ergenekon davasında karar prosedürüne girilmiş oldu.

Önümüzdeki dört-beş ay içinde sonucu çoktan belli olan bu davanın nihai kararını öğrenmiş olacağız. Mahkemenin bir "örgüt" tespit edememe olasılığı hiç yok. "Ergenekon örgütü" mahkeme kararıyla tescillenecek.

Sanıklar hakkında verilecek karara ilişkin ise iki yol görünüyor:

Ya Balyoz'daki standart karar burada da uygulanıp, herkes eşit hapis ve kadın sanıklara bile "babalık ve kocalıktan men" çıkacak;

Ya da kantarın topuzu Balyoz'daki kadar kaçırılmayıp, en azından sanıkların durumu tek tek değerlendirilmiş gibi yapılarak farklı ceza uygulamalarına gidilecek. Sanıkların bir kısmı hakkında da beraat kararı verilecek.

Odatv sanıkları ve sanık avukatları, kendi davalarınınn Ergenekon davası ile birleştirilmesine şiddetle karşı çıktılar ki bu karşı çıkışlarında teknik olarak haklıydılar. Her iki davada da nasılsa sona gelinmişti, birleştirme kararı sürecin içinden çıkılmaz bir şekilde uzamasından başka ne anlama gelebilirdi?

Yalnız bu itirazın sadece "usûl ekonomisi" ile ilgili bir itiraz olduğuna kendi adıma şüphelerim var...

Birleştirme kararına karşı çıkanlar, Odatv davasının bir "gazetecilik" davası olduğunu, yargılanan gazetecilerin üstün bir başarı ve cesaretle delilleri çürütmeye muvaffak olduklarını, bir "sembol dava" niteliği kazanmış olan bu davanın batı ülkelerinin de nazar-ı dikkatini celbettiğini, dolayısıyla bir takım "çete" davalarıyla karıştırılmaması vs. gerektiğini düşünen veya inanan insanlar..

Yani öyle VİP bir davayla karşı karşıyaydık ki "Ergenekon" a bulaştırılarak "avamlaştırılması" yazık olurdu...

Ruhların ve kişiliklerin üzerinden böylesine silindir gibi geçilen bir ortamda insanların kendilerini başkalartının üzerinden de olsa saygın, etkili ve muteber görmek istemelerini anlayışla karşılamak gerekir. Bırakalım, Odatv davasını bir takım "yürekli gazeteciler" çökertmiş olsun.

Fakat gerçek pek de öyle değilse ne yapacağız?

Bazı dostlarımızın bizden istediği gibi yazmayacak mıyız, susacak mıyız? Numara mı yapacağız? Bu sahte mutluluk dünyasına biz de mi kendimizi kaptıracağız?

Şüphelerimizi dile getirmeyecek miyiz?

Brecht'in oyunlarındaki züppe küçük burjuvalar gibi "Sevgili dostlar" filan diyerekten efemine yazılar mı yazacağız ?

..........
Odatv davası, öyle üniversitelerden getirtilen bilirkişi raporlarıyla çökertilmiş bir dava filan değildir.

Yanlış anlaşılmasın, sanıkların bilgisayarlarına virüs yoluyla belge iliştirildiğini kanıtlayan bilirkişi raporlarını küçümsüyor değilim. Söylemek istediğim, Ergenekon ve Balyoz davalarında yıllardır yüzlerce iddia çökertildi, yüzlerce "delil" çürütüldü. Hiç birisi bir sonuç doğurmadı ve "darbe girişimi" olarak adlandırılan seminere yurtdışında olduğu için katılmayan subaya bile 16 yıl ceza verildi.

Doğu Perinçek, "Ergenekon"un temel belgesi olduğu iddia edilen "Lobi" belgesini CİA'nin ilk kez Aslı Aydıntaşbaş'ın eline tutuşturduğunu kanıtladı da ne oldu?

Genelkurmay, MİT; MGK ve Emniyet Genel Müdürlüğü "Ergenekon adlı bir örgüte rastlanmamıştır" şeklinde görüş bildirdi de ne oldu?

Oktay Yıldırım, gecekondusu aranırken, daha ortada "Ergenekon'un" E'si olmadığı halde, arama yapan polislerin kendi aralarında "Ergenekonsa koy sepete" şeklinde muhabbet ettiklerini ses ve görüntü ile kanıtladı da ne oldu?

El konulan "suç delilleri" arasında savcının el yazısı çıktı da ne oldu?

İddianamede uzun uzun anlatılan "gizli toplantılara" suçlanan sanıkların katılmadığı baz istasyonu raporlarıyla kanıtlandı da ne oldu?

Savcılarla birlikte Ataşehir'de şehir turu yapan Osman'ım "Bana bombaları burada verdiler" dediği evi bulamadı, bunun üzerine savcılar "herhangi bir evi yazalım" dediler de ne oldu?

İnanın, iddianamelerdeki sayfa sayısı kadar uzatılabilir bu "Oldu da ne oldu"lar...

Sonuçta Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalarda iddianame filan çökmez. İsterseniz, suçlandığınız olaylar gerçekleşirken "yaşamadığınızı" kanıtlayın yine çökmez...

O bakımdan, Odatv davasının bir "gazetecilik", bir "hukuk" mücadelesi sonucu Ergenekon'a bağlanmayıp sönümlenme aşamasına girdiğine inanan, bizi değilse de kendisini bir hayli kandırır.

Odatv davası, soruşturmadaki "İsrail" boyutunun sümen altı edildiği gün "çökmüş" bir davadır.

Bu dava İsrail'e "elini gördüm" demek amacıyla,

Mavi Marmara'ya misilleme amacıyla açılmış bir davadır..

Hangi pazarlıklar sonuç verdi veya hangi mesajlar "yeterli" görüldüyse, "İsrail bağlantısı" iddianameden bir anda kuş olup uçmuştur!

"İsrail'in arka odası" söylemleri bıçakla kesilir gibi kesilmiş, Şamil Tayyar bile Odatv davasında "haksızlık" yapılığını söyler olmuş, Odatv de Tayyar'ın bu "vicdani" yaklaşımını saygıyla sütunlarına taşımıştır.

Vakit gazetesinin azgın manşetleri bir anda sus-pus olmuştur.
İddianamenin en büyük lokması "İsrail" metinden çıkınca geriye haber toplantılarında yapılan geyikler, "Neyi manşet yapalım" tartışmaları, "Baykal İklim'i öptü mü" dedikoduları..

yani "gazetecilik" kalmıştır...

Daha önce de sorduk tekrarlayalım:

Rafael Sadi bağlantısının bu davanın dışında tutulmasını kim istemiştir?

Odatv iddianamesinin son satırında yer alan "Rafael Sadi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir" ibaresi oraya kimin isteğiyle yerleştirilmiştir?

İfadesi bile alınmamışken, İsrail'e ifadesinin alınması için talep yazısı yazılmadan, hakkında kimseye tek soru sorulmadan "kovuşturmaya yer olmadığına" nasıl karar verilmiştir?

Zekeriya Öz'e bu davadan el çektirilmesinin, kendisinden beklenenin bu olduğunu zannedip "İsrail bağlantısının" üzerine bodoslama gidişinin de payı var mıdır?

Zekeriya Öz, Odatv soruşturmasının "İsrail bağlantısı" üzerinde derinleştiğini yandaş basına sızdırdıktan kaç gün sonra kendisini yapımı tamamlanmakta olan Çağlayan Adliyesi'nin şantiye şefi olarak bulmuştur?

Rafael Sadi'nin Odatv'ye ağırlığını koyması ve İsrail Büyükelçisi'nin Sözcü gazetesinin arka kapısından çıkarken görüntülenmesindeki eşzamanlılık tesadüf müdür?

İsrail Büyükelçisi'nin Sözcü gazetesi'nden gizlice çıkarken çekilen fotoğraflarını manşetten yayımlayan Vakit gazetesi, sonradan neden sus-pus olmuştur? Kimlerin talimatıyla yayınlarını geri çekmiştir?

İsrail'in "ulusalcı" ve "Kemalist" kesimlerle bağlantı kurup, bunu Tayyip Erdoğan'a karşı bir koz olarak kullandığı bilgisine sahip olan yargı, istihbarat ve siyaset yetkilileri, bu durumun üzerine gitmekten neden aniden vazgeçmişlerdir?

Ülke güvenliğini ilgilendiren bu durum da tıpkı Mavi Marmara'da şehit olan on vatandaşımız gibi bir "pazarlık kozundan" mı ibarettir?

Herşey bir oyun muydu "Van minüt"ten beri?

Herkesin rolünü başarıyla oynadığı...

bir yandan türübünlere kükrerken, diğer yandan kapalı kapılar ardında su bardağı-kadeh tokuşturulan;

bir yandan duruşmalarda masum bir çocuk gibi, "Neden herkes bize düşman? Sıra çocuklarımıza mı geldi" şeklinde retorik yaparken, diğer yandan sütunlardan hâlâ sinsi İsrail propagandası yapılan?
(Bkz. İsrailli Türkler Gazze Operasyonu Hakkında Ne Düşünüyor?-Odatv- http://www.odatv.com/n.php?n=israilli-turkler-gazze-operasyonu-hakkinda-ne-dusunuyor-2011121200)

Hepsi birer oyun muydu?...

Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/

Deniz Harp Okulu'nda önce eylem sonra bildiri
12 Aralık 2012



Star gazetesinin haberine göre; 18 Kasım’da düzenlenen Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin kuruluş yıldönümü töreninde yapılan Balyoz gösterisinin ardından, genç subaylara, ‘darbe davalarına dur’ demeleri için 21 maddelik bildiri dağıtıldığı ortaya çıktı.

Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin kuruluşunun 239. yıldönümü kutlamaları sırasında yapılan Balyoz eyleminin ardından Deniz Harp Okulu (DHO) öğrencilerine 4 sayfa ve 21 maddeden oluşan bildiri dağıtıldığı ortaya çıktı. DHO’da “genç subaylar”a dağıtılan bildiride, TSK’nın komuta kademesi üzerinde baskı kurulması için çağrısı yapılıyor.

“Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesinin Değerli Mezun ve Mensupları” hitabıyla başlayan bildiride, darbe davalarında yargılanan subayların “kendi vatanlarında esir tutuldukları” savunuldu.

Davalarla Deniz Kuvvetleri’ndeki millileştirmenin engellendiği savunulan bildiride, “İlk zamanlar bu konuya şüpheyle yaklaşanların bu konuda artık şüpheden arınması” isteniyor. Bildiride “29 Ekim ve 10 Kasım törenlerinde bilinçli ve örgütlü derneklerin neler yapabileceği topluma gösterilmiştir” ifadelerine yer verildi.

"Sessiz kalan hain kadar suçlu"

Bildiride, Genelkurmay Başkanlığı’nın “hukuka saygılıyız” açıklamaları “oyalama taktiği” olarak değerlendirilirken, emekli Genelkurmay Başkanları da “görev süreleri boyunca durumu idare edip olaysız bir şekilde emekli olmayı tercih etmekle” suçlandı.

Bildiride “Ancak önümüzde olan dönemde ya bu personele çıkacağız, ya da ‘susanlar, sessiz kalanlar, dilsiz şeytandır’, daha açıkçası ‘hainler ve işbirlikçileri kadar suçludur ve vebal altındadır’ konumunda vicdanlarımız ile baş başa kalacağız” denildi.

“Bahriyeliler birbirlerini tanırlar”

“Bahriye herkesin birbirini tanıyacağı kadar küçük”, “evladını düşmana terk eden komutan” gibi ifadelerin yer aldığı bildiride şu cümleler dikkat çekti:

-Silahlı Kuvvetler komuta heyetine artık sessiz kalma lüksleri olmadığını hatırlatabilir, emekliliklerinde ne bizlerin ne de genç neslin yüzüne nasıl bakacaklarını sorgulayarak hareket etmeleri gerektiğini her fırsat ve ortamda hatırlatabiliriz.

-Dün ve bugün ‘dilsiz şeytan’ olanların akıbetinin yarın emekli olduklarında Silivri olacağını, oraya konulduklarında nasıl yalnız kalındığı da görüldüğüne göre askerlik yeminine sadık kalmaları gerektiğini her ortam, her fırsat ve her durumda hatırlatabiliriz.

-Silah arkadaşlığı kavramının yeminden mezara kadar uzandığını söylemeli, terfi etmek, sürekli yurtdışı göreve gitmek gibi şahsi menfaat beklentileri veya korkular ile bu kavramın ortadan kalkamayacağını genç meslektaşlarımıza her fırsat ve ortamda anlatmalı ve onları ikaz etmeliyiz.

-Türk bahriyesi bölgesinde büyük ve güçlüdür. Ama insan sayısı olarak da herkesin birbirini tanıyacağı kadar küçüktür.

Ölsen de lakabın arkadan gelir

-Bahriyede kazanılan iyi ve kötü nam/lakaplar bizler emekli olsak da, dünyayı tek edinceye kadar hatta terk etsek bile evlatlarımıza söylenerek peşimizden gelir.

-Tanrı kimseyi evlatlarını bile bile kurban veren baba, yaralı askerlerini harp meydanında düşmanın insafına terk eden komutan durumuna düşürmesin.

Bildiride,yapılması istenenler son maddede sıralandı.

Bildirinin 21. maddesinde sıralanan yapılacaklar listesi kısaca şöyle:

-Gidilen her aile ortamı veya toplantıda, orduevi veya yemek salonlarında konu anlatılıp kamuoyunun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi istendi.

-Törenlerde darbe davalarıyla ilgili yargılamalardan duyulan rahatsızlığın emekli veya muvazzaf her silah arkadaşıyla paylaşılması istendi.

-“Susan, sessiz kalan, vicdanlarının değil korkularının esareti olan” şeklinde nitelenen yönetici ve komutanların ikaz edilmesi ve hakkın helal edilmeyeceğinin bildirilmesi istendi.

-Tutuklu ailelerinin organize ettiği Sessiz Çığlık etkinliklerine herkesin katılması ve katılımın teşvik edilmesi istendi.

-Poyrazköy duruşmaları, Ergenekon duruşmalarına organize bir şekilde gidilerek desteğin gösterilmesi istendi.

-Genç subaylar ve askeri öğrencilerden Hasdal, Maltepe ve Mamak askeri cezaevlerinde tutuklu bulunan muvazzaf sanıklarla rutin ve kayıt dışı görüşmeler yapmak için cezaevlerine gidip, sanıklara ‘yanınızdayız’ mesajı vermeleri istendi.

-Emekli askerlerden de darbe davalarında sanık olan tutuklu askerleri, Silivri başta olmak üzere yattıkları cezaevlerinde sık sık ziyaret edip moral vermeleri talep edildi.

"Geçen her komuta heyeti, gündemin 2 sene idare edilerek sorumlu oldukları dönemin bitmesi ile rahata kavuşacaklarını düşündü." denilen bildiride; muvazzaf personelin büyük çoğunluğunun korku içerisinde sanık ve sanık ailelerine destek hatta selam vermekten bile kaçındıkları iddia edildi.

Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin kuruluşunun 239. yıldönümü nedeniyle Tuzla’daki Deniz Harp Okulu yerleşkesinde yapılan kutlamalar sırasında bazı emekli subayların Balyoz eylemi yaptıkları ortaya çıkmıştı. 18 Kasım’da yapılan törende Deniz Harp Okulu’ndan mezun emekli askerler, Balyoz sanıklarının fotoğraflarını taşıyıp, sanıkların isimlerinin yazılı olduğu tişörtler giymişti. Askeri öğrencilerin arasında fotoğraf taşıyıp slogan atan emekli subaylara bazı öğrenciler de alkışlarla destek vermişti.

Kaynak: Star gazetesi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Arl 13, 2012 10:58 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
4. sayfa (Toplam 5 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com