EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

'Kim bir zalime yardım ve yataklık ederse.....'

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Oca 09, 2012 11:57 pm    Mesaj konusu: 'Kim bir zalime yardım ve yataklık ederse.....' Alıntıyla Cevap Gönder

“Kim bir zalime yardım ve yataklık ederse Allah onu o zalim eliyle cezalandırır”
Ertuğrul Horasanlı
07.01.2012

“Türkiye Cumhuriyeti!nin 26. Genel kurmay Başkanı, terör örgütü kurma ve yönetme suçlamasıyla tutuklanmıştır. Milletimizin takdirine havale ediyorum” dedi İlker Başbuğ cezaevine götürülürken...

50 küsur kitabın müellifi Salih Mirzabeyoğlu 28 Şubat’ın postallı yargısı tarafından -dosyada suçu kanıtlayacak bir tek somut delil olmamasına rağmen- idam cezası verildiği mahkemeden çıkarken “Tiyatro Bitti” demişti...

“Muhakeme/yargılama” değil, “Tiyatro”...

Hükmün ta başından, tutuklama yapılmadan bile önce 28 Şubatçıların yuvalandığı Genel Kurmay Başkanlığı binasında verilip DGM'ye dikte edildiğini...

İdam hükmünü açıklayan DGM reisi bir röportajında şöyle itiraf ediyordu: “Bizim önümüze iki türlü dava gelirdi. Birisinde ne karar vereceğimiz önceden belliydi, ikincisinde ise kararı biz verirdik.”

DGM reisinin “ikinci tür dava”dan kastının uyuşturucu suçları ile mafya ile ilgili suçlarla ilgili olduğunu DGM’ye yolu bir şekilde düşen herkes bilir...

“Birinci tür davalar” ise “Siyasî davalar”...

***

O DGM’lerin emir komuta zinciri içinde çalıştığı ayyuka çıkınca...

İsim değiştirip aynı hakim ve savcı kadrosu ve personeli ile “Özel Yetkili Mahkeme”lere dönüştürüldü...

DGM’leri emir komuta zinciri içinde işletenlerin bu durumdan hiç bir şikayetleri yoktu...

Çünkü onlar ne isterlerse DGM’ler derhal yapıyorlardı...

Bir nevi “tak-şak” durumu yani...

Ne zaman ki, NATO tarafından kendi halkına karşı kullanılanıldıktan sonrra ıskartaya çıkarılan askerî personelin yolları da “Özel Yetkili Mahkeme”lere düştü...

O zaman bir feryat figandır koptu:

“Vaay bunlar ne biçim mahkeme?”

Mirim “bunlar” devr-i iktidarınızdaki DGM’lerin isim değiştirmiş şekli işte...

***

Bu mahkemeler hakkında sanıkların iddiaları doğru ise...

DGM’lerden bugüne değişen tek şeyin komuta merkezinin Genel Kurmay’dan başka güç merkezlerine kaymış olması olabilir.

***

Sahi 28 Şubat’ın o adaletsiz karanlığında İlker paşa hangi görevdeydi?

O görevi sırasında DGM’de olan bitenler hakkında neler düşünüyordu?..

DGM’lerin apaçık haksız kararları karşında “Yahu bunlar ne biçim mahkeme, böyle mahkeme mi olur?” diye bir itirazı, en azından bir düşüncesi olmuş muydu?

Yoksa “Yüce yargının kararlarına saygı duymak lâzım. Yargı bir karar veriyorsa vardır dosyada bir dayanağı” gibi lâf olsun torba dolsun cinsinden her iktidar sahibinin söylediği bayat lâflar mı ediyordu?

Bilmiyorum...

Ama...

Ege Ordusu ve Jandarma haricinde kalan büyük kısmıyla, bir NATO ordusu olan TSK’nın Genel Kurmay Başkanlığı’na yükselebildiğine göre...

İkinci ihtimal çok daha kuvvetli görünüyor...

***

Denilir ki: “Kim bir zalime yardım ve yataklık ederse Allah onu o zalim eliyle cezalandırır.”

Bunun pratikte bir çok örneğine şahit olmuş biri olarak...

İlker Paşa’nın başına gelenlere “oh olsun” düşüncesiyle bunları yazmıyorum...

İlker Paşa, Silivri Cezaevin’dekli F-Tipi hücresinde uzun bir zaman geçireceğe benziyor...

Ömrünün son baharında, tıkıldığı zindanın küf kokulu daracık hücresindeki, küçücük penceresinden süzülen ışığa veya karanlığa doğru bakarken...

Düşünmek için çok vakti olacak...

Kimbilir...

Orada...

“Biz nerede hata yaptık?” sorusu etrafında bir muhasebeye girişir de...

Bu beton mezarlara tıkılmamak için direnirken “Hayata dönüş, Noel Baba” gibi “operasyon”larda veya ölüm oruçlarında katledilen, yaralanan, incitilen bu ülkenin siyasî tutuklu veya hükümlü gençlerini de hatırlar ve onların niçin direndiklerini de anlayabilir..

Belki...

O zaman hangi görevde olduğunu ve o sırada bu pis işe ucundan kenarından bulaşıp bulaşmadığını da düşünür...

***


İlker Paşa başına gelenleri haketti mi, haketmedi mi?

Bilmiyorum...

Konu “Yüce yargıda”...

“Yüce Yargı” da er geç kararını verecektir..

Ben bütün bunları İlker paşanın ardından teneke çalmak için yazmıyorum...

Onu kim/kimler tutuklattı ise teneke çalmayı da ona/onlara bırakıyorum...

Onlar da maşallah dünden beri kolbastı oynamaktan göbek atmaktan helâk olmak üzereler...

***

Yani...

Sözüm aslında bugünün “muktedirlerine” ..

Dünün “muktedirleri” birer ikişer zindanlara doldurulurken...

İbret alın...

Kimseye -gücünüz şu anda yetiyor diye- haksızlık, hukuksuzluk, zulüm ve adaletsizlik etmeyin...

Demokrat Partili’ler 26 Mayıs 1960 gününe kadar kendilerini “Her şeye kaadir” zannediyorlardı..

Gece 27 Mayıs’a döndüğünde ise kazın ayağının öyle olmadığını gördüler...

“Artık askerî darbe olmaz biz tedbirimizi aldık” mı diyorsunuz?..

Hüsnü Mübarek’e bakın...

“Kimler geldi kimler geçti felekten/Un elerken deve geçti elekten” demiş şair...

Olmaz olmaz yani...

Allah bir sözüyle olmazları olur, olurları olmaz kılar da...

Şaşırır kalırsınız...

TC’nin 26. Genel Kurmay Başkanı kodese tıkılırken... -1-
Oğuz Gürses
07.01.2012



Ulusalcı gazeteci Banu Avar, eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’’un tutuklanması haberi üzerine facebook sayfasına, Mustafa Kemâl Paşa'nın 31 Temmuz 1920'de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi'nde subaylara hitaben yaptığı konuşmadan bir bölüm koydu:

[Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.

Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.

Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır. Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞİZ, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.]

Görüldüğü gibi Avar’ın Mustafa Kemal Paşa üzerinden verdiği mesaj muvazzaf subaylara, ve özellikle de muvazzaf genç subaylara...

Banu Avar, Mustafa Kemal Paşa’nın o konuşmayı yapığı tarihte Osmanlı Ordusu’nun bir paşaşı olduğunu, o konuşmayı dinleyen askerlerin de Osmanlı Ordusu’nun subayları olduğunu ya göremiyor veya görmemezlikten gelmeyi tercih ediyor...

Hangi şık yüzünden bu tarihî gerçeği atlıyorsa atlasın, sonuç olarak bu durum; onun o konuşmayı günümüze getirdiğinde, bugünün subay tipilojisine beklediği/umduğu tesiri göstermeyeceğini anlamasına engel oluyor...

Tarih 31 Temmuz 1920...

Cumhuriyetin kurulmasına daha üç seneden fazla zaman var...

Yani O konuşmayı yapan da dinleyenler de, Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî mekteplerinden mezun olarak subay olmuşlar...

Musatafa Kemal Paşa, Osmanlı Ordusu’nun bir kumandanı olarak, Osmanlı askerî mekteplerinde talim ve terbiye görmüş, aldığı bu talim ve terbiye ile askerlik irfanını bünyeleştirmiş subay kadrosuna, Osmanlı Subayın’ın temel vasıflarını hatırlatıyor...

Evet hatırlatıyor...

Çünkü bu söylediği vasıflar Osmanlı subayının “olmazsa olmazları”ndan...

Şimdi bu vasıflara yeniden bakalım...

"Milletin/Devletin bağımsızlığı subaylara emanet edilmiştir..."

"Bu bağımsızlık her hangi bir şekilde ihlal edilirse bunun bütün vebali subaylara ait olacaktır..."

O tarihte Milletin de devletin de bağımsızlığı çok ağır bir biçimde ihlal edilmemiş midir?

Edilmiştir...

Mustafa Kemal Paşa, hitabettiği subaylara bu ihlaldeki sorumluluklarını hatırlatıyor...

“Vebal sizin omuzlarınızdadır...” diyerek...

Bu vebalden ancak askerî mekteplerde öğrendikleri “Ya istiklâl Ya ölüm” düsturuna uygun davranarak kurtulabileceklerini ihtar ediyor:

-“Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.”

-“Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.”

-“Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzeti nefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.”

-“Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır.”

Dedikten sonra : “Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞİZ” diyor..

Bu “ölmeyeceğiz”in” "Şerefimizi ve bağımsızlığımızı feda edeceğiz” anlamına gelmediği cümlenin devamından belli:

“Bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.”

Yani savaşacağız...

Düşmanlarımızı yeneceğiz...

Böylece “Bağımsızlığımızı muhafaza ederek (şerefimizle) yaşayacağız”...

Bu konuşmada...

Bir Osmanlı subayının irfanında şeref kavramıyla, İstiklâl/tam bağımsızlık kavramının ne kadar içiçe geçtiğini, ayrılmaz bir bütün haline geldiğini görüyoruz...

Milletin ve devletin tam bağımsızlığı yoksa subayın şerefi de yok...

Peki Türkiye Cumhuriyeti’nin askerî okullarından mezun olan subaylar için bu kavramlar aynı şeyleri ifade ediyor mu?

Askerliğini yapan, liselerde millî güvenlik dersine giren subayları her hafta 40 dakika mecburen dinleyen veya Askerî törenlerde yapılan konuşmalara biraz kulak kabartan herkes bilir ki...

Osmanlı Subayı ile Cumhuriyet subaylarının öncelikleri çok farklıdır.

Mustafa Kemal’in o konuşmasındaki şu sözleri...

-“Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.”

Osmanlıyı Osmanlı yapan İslâm ahlâkının özü olan “fedakârlık”, yani kendinden önce başkasını (Dinini, vatanını milletini, annesini, babasını, kardeşini, evlâdını, eşini, dostunu, arkadaşını, hısımını, akrabasını, komşusunu vb) düşünerek davranma şuurundan sözediyor...

Bu “fedakârlık ahlâkı”ıdır...

“Fedakârlık” ise İslâm ahlâkının özüdür...

Bencillik ve hedonizm ise bu ahlâkın tam zıddır...

(Devam edecek)

Kaynak ve bu yazı dizisinin devamı için: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Can Dündar Hükümeti Topa Tuttu
14 Ocak 2012

Can Dündar, Leyla Zana'nın evine yapılan baskını Merve Kavakçı'ya yapılanla kıyasladı.

Gazeteciler.com - Günün en dikkat çeken muhalif yazısı Can Dündar'dan geldi. Milliyet yazarı, AK Parti hükümetine hayli sert eleştiriler yönelttiği yazısında, son aylara damga vuran olayları sıralıyor ve "Adaletle Kandırma Partisi..." diyerek son sözünü söylüyor.

AK Parti iktidarının geçmiş yıllarda şikayet ettiği ne varsa şimdi kendisinin yaptığını savunan Can Dündar, milletvekili Leyla Zana'nın evine yapılan baskını çarpıcı bir arşiv çalışmasıyla eleştiriyor. Dündar 'zorbalık' olarak tanımladığı aramayı Fazilet Partisi milletvekili Merve Kavakçı'nın evine yapılmak istenen baskınla kıyasladı. O günlerde yaşananları bugün olan bitenle karşılaştıran Dündar, "Merve Kavakçı'nın evi basıldığında kıyamet koparmışlardı" dedi.

İşte Can Dündar'ın hükümeti topa tuttuğu o yazı:

Başbakan'ın "Buyursun dağa gitsin" uyarısının ardından polisin Leyla Zana'nın evini basması zorbalıktır.

12 yıl önce de DGM savcısı, Fazilet Partisi Milletvekili Merve Kavakçı'nın evini basmaya kalkışmıştı.

O zaman da, merkez medyadan alkış sesleri yükselirken şiddetle karşı çıkmış, "Geceyarısı eşkıya kovalar gibi kapıya dayanıp zorbaca haneye girmeye kalkışan savcıyı" eleştiren bir yazı yazmıştım.

Faziletçiler henüz mağdur cephedeydiler. Hemen Kavakçı'nın evine koşmuş, savcının, dokunulmazlığı olan bir milletvekilinin evini basarak bizi dünyaya rezil ettiğini söylemişlerdi.

Parti yöneticisi Bülent Arınç "Bu, partimiz aleyhine tertiplenmiş bir komplodur" demiş, Meclis Başkanı'ndan özür dilemesini istemişti.

Arınç bugün Başbakan Yardımcısı...

Bdp, Meclis'ten özür bekleyen tarafta...

AKP ise, dokunulmazlığı olan Leyla Zana'nın evinin basılmasını -kınamak şöyle dursun emreden pozisyonda...

* * *

Aslında bir milletvekilinin evinin basılmasına karşı değiller.

Karşı oldukları, kendi evlerinin basılması...

Aslında parti kapatmaya da karşı değiller.

Karşı oldukları, kendi partilerinin kapatılması...

Yargıyı artık kendi partilerini kapatamayacak şekle sokar sokmaz, Bdp'nin kapatılması için polise, yargıya yol gösteren demeçler vermeye koyuldular.

Onlar da mesajı aldı ve ev baskınlarına, tutuklamalara başladı.

* * *

Aslında tutuklu yargılamaya, tutukluluk sürelerinin uzunluğuna karşı değiller; kendileri tutuklu olmadığı sürece...

Aslında DGM'lere de karşı değillerdi; DGM'leri kontrol edememekten dertliydiler. Nitekim DGM'ler kapatılıp yerine hükümet kontrolünde özel yetkili sivil DGM'ler kurdular.

Yargı bağımsızlığından da yana değillerdi; yargının kendilerinden bağımsız olmasından rahatsızlardı.

Yargı teslim oldu; mesele halloldu.

Yazının tamamı için buraya tıklayın...

MERVE KAVAKÇI OLAYI

18 Ekim 1999 gecesi, dönemin DGM cumhuriyet başsavcısı Nuh Mete Yüksel, Merve Kavakçı'nın evinde arama yapmıştı. Yüksel, bu arama ve yapılış biçiminin usulsüz yapıldığı gerekçesiyle eleştirilmiş ve uyarı cezası almıştı.

KAVAKÇI'NIN EVİNE YAPILAN ARAMAYA SERT TEPKİ GÖSTERMİŞLERDİ
Dönemin Fazilet Partisi milletvekilleri olan Bülent Arınç ve Abdullah Gül, Merve Kavakçı'nın evinin basılmasına çok sert tepki göstermişlerdi.

Arınç: Bu FP aleyhine bir komplo

19 Ekim 1999, Yeni Şafak

Merve Kavakçı'nın olay sırasında evde bulunmadığını belirten Bülent Arınç, "Eğer evde olsaydı, iki küçük çocukla evde olan yalnız bir kadındı. Böyle apar topar, kapısı kırılarak götürülmesi çok feci bir olay olacaktı" dedi. Nuh Mete Yüksel'in önceden basın ordusuna haber vererek bir 'kral edasıyla' Kavakçı'nın evine geldiğini anlatan Arınç, şunları söyledi: "Üstelik, 'Ben gelirim, kapıyı da kırarım' gibi yakışıksız sözler sarfetmiş. Endişe ediyorum ki bu FP aleyhine tertip edilmiş bir komplodur. Her halde isteniyor ki burada bir provakasyon yapılsın. Partinin kapatılması için ellerine koz geçsin. Merve Hanım'a geçmiş olsun diyorum. Yarın Meclis'te TBMM Başkanı'ndan bu hukuksuzluğu düzeltmesini, özür dilemesini isteyeceğiz. Eğer bunu yapmazsa kendisi hakkında gereken yollara başvuracağız" dedi.

Abdullah Gül: Büyük Ayıp

19 Ekim 1999 Salı Milliyet

FP'nin ağır toplarından Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, Milliyet'e yaptığı açıklamada, "Kavakçı'nın evinden alınmak istenmesinin Türkiye için utanç verici bir şey olduğunu" savundu.

"Yapılan şey sindirme operasyonu" diyen Gül, şöyle konuştu:

"Bir milletvekilinin taciz edilmesi, tedirgin edilmesi çok yanlış bir şey. Hukuki durum devam ederken Sayın Meclis Başkanı'nın açıklamaları bu noktaya gelinmesine neden oldu. Çocuklarının gözü önünde evinde birinin gözaltına alınması kadar kötü bir şey olamaz. Kışkırtıcılık yapmak isteyenler var. Yapılanlar büyük ayıp. Daha Kavakçı'nın milletvekilliği sürüyor. Neye dayanarak bu uygulamayı yapacaklar?"
http://www.haberler.com/



Ignatius 'ABD, Erdoğan sayesinde Ortadoğu'da tutunabildi'
09.06.2912



Erdoğan'ın Davos zirvesinde yaptığı 'one-minute' şovu sırasında oturum moderatörlüğü yapan Washington Post yazarı David Ignatius, Obama-Erdoğan ilişkisine değindiği bugünkü köşe yazısında Bush dönemi sonunda Ortadoğu'da tıkanan ABD'nin, Erdoğan sayesinde nasıl yeni bir çıkış yakaladığını anlattı.

Erdoğan'ın Davos zirvesinde yaptığı 'one-minute' şovu sırasında oturum moderatörlüğü yapan Washington Post yazarı David Ignatius, Obama-Erdoğan ilişkisine değindiği bugünkü köşe yazısında Ortadoğu gibi sürüklenmeye müsait bir coğrafyada ABD'nin AKP sayesinde tutunmayı başardığını söyledi.

Obama'nın Erdoğan ile olan ilişkisine verdiği büyük önemi ve bunun karşısında elde ettiklerini anlatan yazı, Bush dönemi politikaları sonucunda tıkanan ABD'nin, AKP hükümeti sayesinde nasıl yeni bir çıkış yakaladığına dikkat çekti. Ignatius yazısının başında şu ifadelere yer verdi:

"Başkan Obama yeni görevindeki ilk aylarında dış politikada yolunu tayin ederken, Türkiye'nin dikbaşlı başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir dostluk geliştirmeye karar verdi. Geçtiğimiz bir yıl boyunca bu yatırım büyük temettü getirmeye başladı ve zaman zaman akıntıya kapılıp sürükleniyor gibi görünen bir coğrafyada ABD politikalarının tutunmasını sağladı."

Ignatius, Türkiye'nin bölgedeki öne çıkışının bugün çok olağan karşılandığını, ancak Obama'nın "özel bir ilişki" kurmak için çabalarını yoğunlaştırdığı 2009 yılından önce bunun böyle olmadığına dikkat çekti. Obama'nın Türkiye'ye NATO'da daha fazla rol vermeye çalışmasının Türkiye'de "büyük etki" yarattığını öne süren Ignatius, AKP'nin NATO'da öne çıkmaya ne kadar önem verdiğini de ifade etmiş oldu.

Ignatius ayrıca Mart ayında Seul'de yapılan Asya zirvesinde yapılan Obama - Erdoğan görüşmesinin önemine değindi ve burada Obama'nın ricasıyla Erdoğan'ın İran'a mesaj götürdüğünü ve arabuluculuk yaptığını ifade etti. İki lider arasında ilişkide Erdoğan'ın verdiği tavizleri Heybeliada Ruhban Okulunun ve Van'daki Akdamar Ermeni Kilisesinin açılışını kabul etmek şeklinde sıralayan Ignatius, aynı zamanda Malatya'da konuşlandırılan Füze savunma radarının Türkiye'nin verdiği bir taviz olduğunu öne sürdü.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişki "karşılıklı bağımlılık" mı?

Obama'nın "Türkiye kartını" oynamakla iç politikada Yahudi ve Ermeni lobisiyle gerilimler yaşadığını iddia eden Ignatius, aynı zamanda Türkiye'de gazetecileri yönelik baskılara göz yuman ABD'nin insan hakları örgütlerinden tepki çektiğini ifade etti. Ancak buna rağmen Türkiye'nin "Arap Baharı"ndaki tutumunun ABD'de büyük memnuniyet yarattığını ifade eden Ignatius, Türkiye'nin bölge ülkeleri için bir "yol gösterici" olduğunu öne sürdü. Ignatius, yazısının sonunda, "Dünya liderleri arısanda Obama'nın yeniden seçilmesinde Türkiye başbakanından daha çok çıkarı olan kimse yoktur diyebiliriz" dedi.

Yazısında ayrıca Türkiye-ABD ilişkilerinin bir "karşılıklı bağımlılık" olduğunu öne süren ve Türkiye'nin de ABD ile ilişkilerinden bazı "çıkarlar" elde etmesini buna dayanak olarak sunan Ignatius'un okurlarının birikimini ve zekasını küçümsediği anlaşılıyor. Çünkü ekonomik ve siyasi göstergelere bakıldığında böyle bir iddianın temelini oluşturacak herhangi bir gösterge bulmak mümkün değil.

Kaynak: Suriye Arap Ajansı

Henri Barkey: "AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik"
14/06/2012



Utah Üniversitesi’nde konferans veren CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey, AB üzerinden yapılan derin operasyonu bu ifadeyle tanımladı.

İlk kez İslami parti iktidarda

Bu şoke edici sözler, TBMM’de 2003 yılında 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra Utah Üniversitesi’ndeki “Felaket ile Flört: Türkiye- Irak-ABD” adlı konferansta söylendi. Kürsüye çıkan Barkey, 3 Kasım’da ilk kez bir İslami partinin iktidara geldiğini hatırlatarak şöyle dedi:
Ordu ABD’ye güvenmiyor.

Yaptığımız görüşmelerde bize, ’AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini, bunu kendileri için bir rönesans olduğunu’ söylediler. Türk Ordusu ise ABD’ye güvenmiyordu. Irak’a ABD’den bağımsız girmek istediler. Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla orduyu çok sıkı bir kafese kapattık.

“AKP ile anlaşarak TSK’yı kafesledik”

CIA ajanı Barkey, 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABD’de verdiği konferansta, “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” anlatmış.

Haber : Salim Yavaşoğlu

CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in, 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra 26 Mart’ta Utah Üniversitesi’nde verdiği “Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD” adlı konferansta, AKP lideriyle anlaşarak “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” söylediği ortaya çıktı. Barkey, AKP’nin, AB reformlarında ısrarlı tutumu ve ABD’nin Türkiye’ye gün vermesi için AB’ye baskı yapmasının “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesleme” planı olduğunu ifade ediyor.

“Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD”

Barkey’in bu sözleri kullandığı dönemde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral Hilmi Özkök oturuyordu. Konferanstan 3 ay sonra, 4 Temmuz 2003’te de K. Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. İlerleyen yıllarda ise Ümraniye ve Balyoz gibi soruşturmalarla çok sayıda subay tutuklanarak adeta “kafes”leniyor. Konuşmasında, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden Türk Ordusu’nu sorumlu tutan Barkey, ABD’nin en büyük felaketinin Türk Ordusu’nun, “PKK terörü ve çıkacak karışıklıkta Türkmenleri korumak için” Kuzey Irak’a girmekte ısrar etmesi olduğunu, bu nedenle konuşmasının adını “Felaket ile Flört” koyduğunu anlatıyor. Barkey, tezkerenin reddiyle gerçekleşmeyen kuzey cephesinin sırf TSK’nın K. Irak’a girmesinin engellenmesi için düşünüldüğünü ifade ediyor.

Kızarlar ama unuturlar

Tezkerenin reddinden sonra TSK’nın “Ne olursa olsun ABD’den bağımsız olarak K. Irak’a girmek” tavrında ısrarlı tutumunu sürdürdüğünü kaydeden Barkey, bunun engellenmesi için “AB’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vermesi gerektiğini, müzakere tarihinin en büyük yararının Türkiye’nin dikkatini Irak’tan uzaklaştırmak” olacağına parmak basıyor. Barkey bu sürecin AKP hükümeti eliyle yürütüleceğini, AB reformları ile TSK’nın kafese kapatılacağını anlatıyor. TSK’nın Irak’a girmesi engellenirse bunun ABD için en iyi senaryo olacağını belirten Barkey, Türklerin başta çok kızacağını sonradan unutup ilişkilerin derinleşerek devam edeceğini söylüyor. Barkey, AKP ile yürütülen bu planın gerçekleşmesinin 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden daha önemli olduğunu da vurguluyor. Barkey, “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” açıkça söylediği konferansta 1 Mart tezkeresi öncesinde yaşananlar hakkında da çarpıcı açıklamalar da yapıyor.

Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini hiç istemedik!

Henri Barkey, Kuzey cephesinin açılmasına neden olacak 1 Mart tezkeresinin aslında Kuzey Irak’a girmekte ısrarlı olan Türk Ordusu’na karşı düşünülen bir önlem olduğunu da şöyle itiraf ediyor. “1 Mart tezkeresinin geçmemesinin tüm suçu Türk Ordusu’nda. Çünkü, İslamcı hükümet ile Türk Ordusu arasında çekişme vardı. Problemin önemli bir parçası Türk Ordusu’nun Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenmemesiydi. Halbuki biz ’Bağımsız Kürdistanı’ desteklemiyorduk. İnanmadığımızı söylüyorduk. O yüzden bu konuşmanın adını ’Felaketle Flört’ koydum. Türk Ordusu, ABD’den bağımsız olarak Kuzey Irak’a girmek istiyordu. Ne olursa olsun! ABD’nin ise en son istediği şey buydu. Çünkü, Iraklı Kürtlerle Türk Ordusu arasında gerilim olacaktı. Zaten Kuzey cephesi bu tür sorunların ortaya çıkmaması için düşünülmüştü.”

Askerleri, “güç” olarak görmek istemiyorlardı

AKP’nin değişim söylemine inandığını belirten Barkey, iktidar partisini, “Askeri, güç olarak görmek istemeyen, sivilleşmeden yana ve merkez sağ olmak isteyen bir parti” olarak tanımlıyor. Barkey, 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti ve lideriyle “Türk Ordusu’nu sıkı bir kafese kapatma” temaslarını ise şöyle anlatmış: “İlk kez bir İslami parti tek başına iktidara geldi. O güne kadar Türkler, AB’ye temkinli yaklaşıyordu. İlk kez ‘AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini’ söylediler. İlk kez bir Türk hükümeti, ‘AB’ye girmek istiyoruz, onların kriterleri bizim için ölçü olur’ diyor. Bir İslamcı liderin rönesans terimini kullanması bana çok belirleyici geldi. Çünkü, AB’ye katılarak adaylık sürecinin Türkiye’yi daha fazla demokrat yapacağına inanıyorlar. Bu demokratikleşme süreci içinde biz orduyu çok sıkı bir kafese kapattık. Bundan sonra asker, eskiden olduğu gibi her 10 yılda bir müdahale edemeyecek. Keyfince hükümetleri değiştiremeyecek. AB’ye adaylık süreci Türkiye’yi daha demokratik bir ülke haline getirecek. Bu süreç Türk Ordusu’nun tutumuyla darbe yedi. Şunu söylemeliyim ki; Kuzey Irak’ta bir çatışma bu süreci zaafa uğratır ve geriletebilir. Eğer; biz bu Saddam’ı umut ettiğimiz kadar çabuk devirirsek, Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a girmesini engelleyebilirsek, 1 Mart tezkeresi 1 yıl içinde unutulur. Türk hükümeti de reformlar yolunda devam ederse ilişkilerimiz iyileşmeye devam eder. Gelecek için umutluyuz. Türk Ordusu, Kuzey Irak’a girmelerinin hakları olduğunu söylüyordu. Ancak Başkan Bush, Türklere ‘giremezsiniz’ dedi.”

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=68868

‘Evrensel kapatılıyor’ haberini yapan Yeni Akit muhabiri ‘Bylock’tan tutuklandı
30/09/2016



PrintPocketPinterestGoogle+TumblrWhatsAppTwitterTelegramFacebook302
Provokatif yayınları ve nefret söylemine başvurmasıyla bilinen iktidara yakın Yeni Akit’in, Evrensel gazetesinin kapatılacağını iddia eden muhabiri Ramazan Alkan Gülen, Cemaati’nin haberleşmek için kullandığı ‘ByLock’ programını yüklediği gerekçesiyle tutuklandı.

Yeni Akit’in 14 Eylül 2016 tarihli nüshasında yer alan Alkan imzalı haberde, Evrensel gazetesi için “Attığı manşetlerle Türk halkını hedef alan gazete” nitelemesi yapılmıştı.

Daha önce de birçok kez muhalif kurum ve kişileri hedef gösteren Yeni Akit’in haberinde şöyle denmişti: “Evrensel, en son kamudan atılan PKK’lı öğretmenlere sahip çıktı. Örgüte yapılan operasyonları savaş olarak gören sözde gazete, teröristlerden temizlenen yerlere Türk bayrağının asılmasını ise faşistlik olarak değerlendiriyor.”



Muhabirinin tutuklanmasını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “At izi iti izine karıştı” sözlerine gönderme yaparak “İt izi devrede” başlığıyla haberleştiren Yeni Akit, Alkan’ın tutuklanmasında somut delil olmadığını iddia etti.

akitAlkan’ın telefonunda FETÖ’nün haberleşme aracı olan ‘Bylock’ programı tespit edildiğini belirten gazete, Alkan’ın çaldırdığı iddia edilen telefonda bu uygulamanın bulunduğunu yazdı.
Diken
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com