EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Üstad Necip Fazıl'ın kaleminden Kerbelâ

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Arl 04, 2011 10:38 pm    Mesaj konusu: Üstad Necip Fazıl'ın kaleminden Kerbelâ Alıntıyla Cevap Gönder



Üstad Necip Fazıl'ın kaleminden Kerbelâ (*)
Necip Fazıl Kısakürek


Hz. Hüseyin'in gömleğı

Hazret-i Hüseyn Kûfe'ye gitmek için sefer hazırlığını tamamlamakla meşgul...

Tam yola çıkacağı sırada, evvelâ Ömer Bin Abdürrahman, sonra ibn-i Abbas, karşısına çıktılar ve yalvardılar:

- Kûfe'ye gitme! Oranın halkı dönektir. Sen Arabın efendisi bulunuyorsun! Hicaz halkı senin peşindedir. Mekke'de kal ve biy'at imkânını burada hazırla! Eğer Iraklılar vaadlerinde sadıksa, ne diye seni çağırıyorlar; yığınlar halinde buraya gelsinler!.. Eğer mutlaka Hicaz'dan ayrılman gerekse
Küfe gibi netameli bir yere gideceğine, hiç olmazsa Yemen'in kaleleri kuvvetli, arazisi dağlık ve her türlü korunmaya müsait, halkı da senin baba dostların... Gitme, yâ Hüseyn, Kûfe'ye gitme!

Hazret-i Hüseyn mukabelede bulundu:

- Öğütleriniz babaca, ilginiz de kardeşçe... Ama benim buradan çıkmam ve Küfe yolunu tutmam, artık bir oldu-bitti hükmündedir. Bana selâmet dilemekten başka size vazife kalmamıştır.

Tekrar yalvardılar:

- Hiç olmazsa ev halkını ve yakınlarını beraber götürme!

Hazret-i Hüseyn bu tavsiyeyi de dinlemedi. Kader o türlü hükmünü yerine getirdi ki, Peygamber torununa hiç bir mantık tesir edemedi. Çoluğunu çocuğunu, bütün yakınlarını topladı ve Irak istikametinde Mekke'den yola çıktı. Biraz ileride şair Ferzedak'a rastladı ve sordu:

- Halk ne düşünüyor, halleri nasıl?

Büyük şair ve hikmet adamı, şu cevabı verdi:

- Halkın kalbi seninle ama kılıçlan senin düşmanlarınla... Kaza ve kader gökten iner ve Allah dilediğini işler.

O sırada Abdullah Bin Cafer'in oğullan yetişti. Babalarının bir mektubunu Hazret-i İmama verdiler.

Mektup, kendisi yetişinceye kadar ileriye gitmemelerini rica ediyordu. Hazret-i Hüseyn yoluna devam etti. Kûfe'deki hâdiselerden habersiz olduğu için, yola çıktığını ve yakında Kûfe'ye ulaşacağını bildiren bir mektup yazıp yakınlarından
biriyle oraya gönderdi. Mektubu götüren Kadisiye'de yakalandı. Küfe Valisi Ubeydul-lah'a gönderildi ve onun emriyle öldürüldü.

Hazret-i Hüseyn hep yoluna devamda... Yolda bazı kimseler kendisine katıldı. Yol almaya devam ettiler. Sa'lebiye mevkiinde Müslim Bin Akîl'in öldürüldüğü haberini aldılar.

Bütün kafile gözyaşları içinde kaldı. Bazı dostları tekrar rica ettiler:

- Dön, geriye dön, yâ İmam!

Müslim'in kardeşleri atıldılar:

- Ya kardeşimizin intikamını alırız, yahut biz de onun gibi şehitlik şerbetini içeriz! Başka türlüsü olamaz!

Hazret-i Hüseyn bu dileği doğru buldu ve yine yola devam emrini verdi. Birkaç konak sonra, Müslim'in arkasından gönderdiği süt kardeşi Abdullah'ın da Ubeydullah tarafından şehit edildiği haberi geldi. Kafilede teessür ve ıstırap büsbütün arttı. Yine yola devam...

Şeraf Nehri geçildikten sonra, karşıdan görünen bir alay süvari...

Bunu görünce sağ tarafta bir dağa saptılar. Atlılar da onları takip etti ve karşılarına kondu. Atlıların başında Hür Bin Yezîd isimli bir adam... Namaz vakti gelince Hazret-i Hüseyn'in müezzini ezan okudu. Hazret-i İmam'ın arkasında cemaatle namaz kılındı. Hür Bin Yezid de askerleriyle birlikte Hazret-i Hüseyn'e uydu ve namazı edâ etti. Namaz bitince Hazret-i İmam bir hutbe okudu ve dedi.

- Biy'at için Kûfeliler tarafından edilen davet üzerine geldim!

Hür cevap verdi:

- Biz seni davet edenlerden değiliz! Biz, seni bulup Kûfe'ye kadar senden ayrılmamaya memuruz!

Bunun üzerinedir ki, Hazret-i Hüseyn, ilk defa olarak, maiyetindekilere, atlarına binip geri dönmeleri için emir verdi.

Fakat Hür bu emre mâni oldu:

- Ne Medine'ye gidebilirsiniz, ne de Kûfe'den başka bir
yere!

Tutuklanmış bulunuyorlardı. Atlarına bindiler ve sol tarafa doğru yol aldılar. Hür ve atlıları, peşlerinde...

Biraz ilerleyince, karşılarına Küfe ve civarından bir kaç kişi çıktı. Hür, bunları Hazret-i Hüseyn ile görüştürmemek istedi. Fakat Hazret-i Hüseyn'in sert ısrarına karşı duramadı ve görüşmelerine razı oldu. Gelenler, Kûfelilerin hâlini ve Müslim ile öbürlerinin nasıl gaddarca şehit edildiklerini anlattılar. İçlerinden biri şöyle dedi:

- Senin dostun az, düşmanın da çok... Gel bizim oymağımızın bulunduğu dağa çekilelim! O dağda,
düşman üzerimize derya misali asker gönderse yine bir şey yapamaz! On gün geçmeden civar kabileler de imdadımıza gelir. Efendileri olduğum yirmi bin Tâi'nin, hemen emriniz altında toplanmasını taahhüt ediyorum.

Hazret-i Hüseyn:

- Allah sana iyi akıbet ihsan etsin. Fakat şimdilik bizim yolumuzu değiştirmemiz güçtür!

Dedi, gelenlerden ayrıldı ve Muharrem'in ikinci günü Kerbelâ sahrasına kondu.

Kerbelâya inişin ertesi günü, karşılarında, 4000 kişilik bir kuvvet... Kumandanları Ömer Bin Saad...

Ubeydullah'ın adamı Ömer, derhal Hazret-i Hüseyn'e bir elçi gönderdi ve sordu:

- Niçin geldiniz?

- Kûfeliler istedi, ben de geldim. İsteklerinden caydılarsa ben de döner giderim.

Ömer bu cevabı dört nala, Ubeydullah'a bildirdi. Gelen emir:

- Evvelâ Yezîd'e biy'at teklif et! Kabul ederse ne âlâ!.. Etmezse sularını kes ve Hüseyin'i, diri veya
ölü, ele geçir!..

Teklif edildi:

- Yezîd'e biy'at et yâ Hüseyn!

-Asla!..

Bunun üzerine Ömer, su ile Hüseyn'in arasına girmek
üzere beşyüz atlı gönderdi. Atlılar suyu tuttu ve Hazret-i Hüseyn, cephesi ve cenahından kuşatılmış,
çöl ortasında susuz ve yardımsız, kala kaldı.

Suyu tutanlardan bir lânetli, Hüseyn'e şöyle haykırdı:

- Bir damlasını tadamadan, suya baka baka öleceksin!

Peygamber torunu dua etti:

- Yârabbi, sen bu adamı susuzlukla helak et!

O adam birdenbire hastalanacak, hastalığı suya doyamamak olacak ve kırbalarla su içtiği halde susuzluktan kıvrana kıvrana can verecektir.

Hazret-i Hüseyn o gece Ömer'le tenhada, görüştü:

- Bırakın beni, ya Medine'ye döneyim, yahut kâfirlerle çarpışmak üzere Türkistan taraflarına gideyim! Yahut doğru Şam'a yollanayım!

Ömer bu teklifleri beğendi ve hemen Ubeydullah'a yazdı. Ubeydullah da mektubu okuyunca hoşlandı ve:

- Ne güzel teklifleri!.. Kabul ettim! Birinden birini seçelim!

Dedi. Fakat, huzurunda bulunan Şemir isimli korkunç
nasipsiz, hemen Ubeydullah'ı önledi:

- Sen ne yapıyorsun? Hazır eline düşmüşken fırsatı nasıl kaçırıyorsun? Bilmiyor musun ki, bu adam, nereye gitse taraftar toplar, kuvvetlenir ve senin başına belâ kesilir? Hususîyle, gece, Ömer'i bir kenara çekip yalnızca konuşmuş... Şüpheli durum!... Sen Ömer'e yaz, etrafındakilerle beraber buraya gelmesini Hüseyn'e teklif etsin!.. Gelecek olursa hakkında kararı sen verirsin. Dilersen
cezalandırır, dilersen affedersin!..

Ubeydullah bu zehirli telkinlerin ağına düştü ve Ömer'e
emir yazdı:

- Hüseyn'e, yanındakilerle beraber bana gelmelerini teklif et! Kabul ederse, hepsini al, getir! Kabul etmezse onunla cenkleş, hepsini yere ser ve atlara çiğnet!

Emri de, Şemir'e verdi:

- Şayet Ömer emrime karşı koyacak olursa başını kes ve bana gönder! Sana yetki veriyorum!

Böylece kumandayı eline almaya kadar muvaffak olan hain, cebinde mektup ve yetki kâğıdı, yola çıktı ve Muharremin dokuzuncu günü Kerbelâ'ya vardı. Ömer, getirdiği nâmeleri gözden geçirdikten sonra Şemir'in karanlık suratına baktı ve nefretinden bu surata tüküreceği geldi. Ağzına gelen suçlandıncı lâfları etti; fakat hilekâr Şemir'in telkinlerine
kapılmakta o da gecikmedi. Kendisini yüksek rütbelerin cazibesiyle avlayan Şemir'in emrine baş eğdi ve akşama doğru askerine Hüseyn'i her yandan kuşatma emrini verdi.

Hazret-i Hüseyn, böyle geç vakit yapılan kuşatma hareketinin sebebini sormak için kardeşi Abbas'ı gönderdi. Abbas, artık karşı tarafla cenk halinde bulundukları cevabını aldı. Hazret-i Hüseyn, Abbas'ı tekrar göndererek şu istekte bulundu:

- Cengi yarın sabaha kadar erteleyelim...

Ömer bu dileğe müsbet cevap verdi. Peygamber torununun maksadı kendi ev halkına ve yakınlarına gereken öğütleri vermek ve o geceyi ibâdet ve istiğfarla geçirmekti.

Etrafındaki leri topladı ve söze başladı:

"- Allahım; sana hamdederim ki, bize nübüvvetle ikram ettin. Bizde, hakkı işitir kulaklar, hakkı görür gözler, hakkı benimser kalbler yarattın. Bize Kuranı bildirdin ve din ilmini öğrettin. Bizi, sana şükredici kullarından eyle! Bundan sonrası şu ki, ben, yakınlarımdan daha vefalı ve hayırlı dost, ev halkımdan da daha şefkatli ve bağlı görmedim. Allah hepinize, benden ötürü, hayırlı ihsanlarda bulunsun... Ancak, sanırım ki şu karşımızdaki düşmanla hesaplaşmanın vâdesi bu akşam
dolmaktadır. Son meydan yarındır. Bu bakımdan hepinize izin veriyorum; üzerinizde bana ait bir borç kalmamış olarak, yâni serbestçe ve rahatça bu gece gidebilirsiniz! Bu geceyi deve diye kullanınız, fırsatı kaçırmayınız ve gecenin karanlığına bürünüp uzaklasınız! Her biriniz ev halkımızın birinin elinden tutup gitsin. Hepiniz Allah'ın lûtuflarına eriniz! Köylere, kasabalara yayılın ki, Allah üzerinizden mihnet ve meşakkati kaldırsın. Düşmanlar, benimle boğuşmak, beni altetmek azminde... Beni elde ederlerse başka bir şey istemezler."

Hazret-i Hüseyn'in oğulları, kardeşleri ve kardeşlerinin oğulları, hep beraber atıldılar:

- Seni bırakarak gitmeyi ve senden sonra yaşamayı Allah bize göstermesin!

Cevap aldılar:

- Oğullarım, kardeşlerim, yeğenlerim! Müslim'in şehit düşmesi yeter! Size ben izin veriyorum; gidiniz!..

- Ya halka ne diyelim! Büyüğümüzü, efendimizi, babamızı, kardeşimizi, en hayırlı amcamızı, ok atmadan, tek yara almadan bıraktık mi diyelim? Vallahi bu durumu ebedî olarak kabul etmeyiz!..

Hepimiz, nefslerimizi, mallarımızı, yakınlarımızı sana feda eder, ölünceye dek senin yanında dövüşürüz!

Müslim Bin Avsece-tül Esedî ayağa kalkıp haykırdı:

- Seni yalnız mı bırakmak?.. Öyleyse senin hakkını korumak bahsinde Allaha hangi mazereti gösterelim? Vallahi mızrağımı düşman göğsünde kırıncaya ve kılıcımı kabzasına kadar
parçalayıncayadek senden ayrılmam! Silâhım olmasa bile senin uğrunda ölünceye kadar taşlarla döğüşürüm!

Daha birçok sadakat ve bağlılık sözü...

Hazret-i Hüseyn hepsine dua etti.

Ebû Zer-ül Gıfâri'nin kölesi kılıcını silerken öyle dokunaklı mısralar okudu ki, onlan işiten Hazret-i Hüseyn'in kızkardeşi Zeynep, çığlık kopararak bayıldı.

Zeynep ayılınca başucunda Hazret-i Hüseyn'i buldu:

- Kardeşim; Allah'a sığın! Bil ki, bütün dünya ehli ölür, sema ehli de baki kalmaz. Allah'ın zatından başka her şey helâktedir. Annem, babam ve kardeşim benden daha hayırlıydılar. Öldüler.

Bundan sonra Hazret-i Hüseyn sabaha kadar ibadet ve istiğfarla meşgul oldu.

Şafak vakti... Kerbelâ çölü, gerine gerine uyanmakta... Tek saniye uyamamış olan Hazret-i Hüseyn
yakınlarını sabah namazını kıldırıyor. Yanan kalblerin kandilinde pırıldayan Allah ismi... Ufukta gittikçe koyulaşan kızıllıklar...

Hazret-i Hüseyn atlı ve yaya, 70 - 80 kişilik maiyetini safa dizdi. Sağ ve sol yanlarına, maiyetindekilerden en güvendiklerini koydu, bayrağı da bir eminine verdi ve kendisi merkeze geçti.

Binlerce askere karşı yalnız 70 - 80 insan...

İlerledi ve karşısında, Müslümanlık iddiasındaki askerlere haykırdı:

"- Ey insanlar! Sözüme kulak verin! Aceleye kapılmayın! Ben size vacip olan şeyi söyleyeyim:
Gelişimden ötürü özrümü bildiriyorum! Özrümü kabul ve sözümü doğrularsanız, saadet kazananlardan olursunuz! Özürümü kabul etmez ve lâfımı dinlemezseniz, istediğinizi yapmakta hürsünüz!"

Hazret-i Hüseyn bu noktada durdu. Zira kız kardeşleri iç paralayıcı şekilde ağlamaya başlamıştı.

Hazret-i Hüseyn onlara döndü ve kendilerini sükûnete getirinceye kadar uğraştı. Sonra tekrar askerlere hitap etti:

"- Ey insanlar!.. Beni herkese nispet edin ve düşünün; ben kimim? Vicdanınıza baş vurun, nefslerinizi suçlandırın; bakalım benim kanım size helâl midir, öldürülmem caiz midir? Ben Peygamberimizin kızıyla amca oğlunun çocuğu değil miyim? Şehitlerin Efendisi Hamza, babamın amcası, Cennette uçan Cafer benim amcam değil midir? Allanın Resulü, kardeşimle benim için, siz cennet gençlerinin efendileri ve sünnet ehlinin göz bebeklerisiniz, dememişmidir? Şüphe yok ki, bu dediğim şeyde beni doğrularsınız. Eğer yalanlıyorsanız, içinizde Câbir Bin Abdullah'a yahut Ebû Said veya Sehl Bin Saad'a, yahut da Zeyd Bin Erkam'a veya Enes'e sorun! Haber verirler! Yok mu, içinizde bir yasaklayıcı ki, benim kanımın akıtılmasına engel olsun?"

Bu arada Şemir dilini uzatmak ve Hazret-i Hüseyn'in
sözünü kesmek istedi. Habib Bin Mutahhar onu paylayıp sus turdu. Hazret-i İmam devam etti:

"- Eğer söylediklerimde bir şüpheniz varsa yahut Peygamberimizin torunu olduğum üzerinde
tereddüt geçiriyorsanız, biliniz ki, bugün Doğudan Batıya kadar Allah Resulü'nün benden başka torunu yoktur! Söyleyin, öldürdüğüm bir mazlumun kanını mı, üstüne oturduğum bir malın ziyanını mı, yoksa bir yaralamanın kısasını mı istiyorsunuz benden? Ne istiyorsunuz? Ey Şit Bin Reb'â, Ey Haccâr Bin Ebcer, Ey Kays Bin Eşi'at ve Ey Yezûl Bin Hars, Kûfe'ye gelmem için bana mektup yazmadınız mı?"

Hazret-i Hüseyn bir ân durup cevap bekledi. İsimlerini saydığı adamlar.

- Hayır, biz böyle bir şey yapmadık! Diye bağırdılar.

Hazret-i İmam cevap verdi:

- Yaptınız! Fakat şimdi inkâr ediyorsunuz! Madem ki artık beni istemiyorsunuz, bırakın, dönüp gideyim yerime!

Düşman safından Kays Bin Eşi'at atılıp bağırdı:

- Yâ Hüseyn, Ubeydullah'ın hükmüne baş eğip biy'ati kabul etmiyor musun?

Hazret-i Hüseyn cevap verdi:

- İşte bu dediğin, hiç bir zaman olamaz! Ve atından indi.

Züheyr isimli biri atını sürüp ortaya geçti ve iki tarafa birden kan dökmemelerine dair en dokunaklı sözleri söylediyse de tesiri olmadı.

Şemir haini ok attı. Züheyr geri çekildi. Ve o anda, sahnelerin en ulvîsi meydana geldi; Hazret-i Hüseyn'i ilk kuşatan atlıların kumandanı Hür, Peygamber Torununun tarafına geçti. Atını Hüseyn'e doğru sürdü, önünde durdu ve nida etti:

- Senin tarafına geçiyorum! Şu ana kadar işlediğim suçları affet!..

Hür'ün cenkten kaçınma öğütlerine de okla cevap verdiler.

Sonradan gelen kumandan Ömer Bin Saad ilerliyerek okunu attı ve haykırdı:

- İşte cengi açıyorum! Davranın!

Ok yağmuru...

Ziyad'ın kölesi Yesar ile Ubeydullah'ın kölesi Salim, meydana çıktılar ve er dilediler. Hazret-i Hüseyn tarafından Abdullah Bin Umeyr-ül-Kelbî çıkıp ikisini, kılıcını iki kere kaldırıp indirmekle yere seriverdi. Boğuşma da bütün dehşetiyle başladı. Hazret-i Hüseyn'in yetmiş iki kişiden ibaret
yakınları, binlerce asker, kılıç, mızrak, balta ve gürz altında, doğrandılar, delindiler, kırıldılar ve ezildiler.

Hazret-i Hüseyn'in iki oğlu, altı kardeşi, Hazret-i Hasan'dan iki yeğeni, daha nice yakını, dostu ve akrabası...

Bütün bu şehit olanlar, iki günden beri dudaklarını ıslatmaya bile tek damla su bulamamış insanlar.

Nihayet ortada Hazret-i Hüseyn kaldı. Kim ve ne olduğunu anlatan mısralar okuyarak atını düşman saflarına sürdü. Bir anda, etrafına üşüşen üşüşene... Su yerine üzerine ok fışkırırken, kılıçlar ve mızraklar da başında ve göğsünde işledi ve iki Cihan Efendisi'nin, sırtında taşıdığı torunu, atından
düştü. Kâinata ve topyekûn varlığa kıymak isteyecek kadar hain bir el uzandı ve o kutsî başı bedeninden ayırdı.

Geride kalan kadın ve çocukları da esir ettiler. Esirler arasında zevcesi Errübâb, kız kardeşleri Zeynep ve Ümm-ü Kelsûm, kızları Sekine ve Fâtıma, bir de, oğlu Ali Zeynelâbi-din...
Hazret-i Hüseyn'in vücudunda yetmiş iki kılıç ve mızrak yarası...

Bütün gerçek Müslümanlar dövündü. Yüzlerce, binlerce şair, kezzap gibi kalbieri eriten mersiyeler söylediler ve gök kubbe altında bir peygamber torununa, dünya yaratıldı yaratılalı vâki olmayan, olmasına da imkân bulunmayan bu zülüm karşısında vicdanları şahlandırdılar.

Cinlerin bile yakıcı mersiyeler okuyarak dövündüklerini duyanlar oldu.

Tarihte en büyük şehitlerden birinin kesik başını Kûfe'ye götüren müfreze, bir konak ileride mola verirken, dibinde oturdukları duvardan bir el çıktı ve Hüseyn'i öldürenlerin, yarın Hesap Günü, ne cevap vereceklerini soran iki mısra aynı duvara kanla yazdı. Bu askerî birlikten kaçanlar, silâhını
atıp bir adım gitmeyeceğini haykıranlar, çıldıranlar oldu.
Mansur Bin Ammar, bu iki mısranın, Nübüvvetten 300 yıl önce bir taşa yazılı olarak Rum illerinde bulunmuş olduğunu rivayet eder.

Hüseyn'in şehit olduğu gün, insanların yüzüne değil, tabiate bakmak lâzımdır.

Gündüz vakti ortalık kapkara kesildi. Hattâ bir aralık yıldızlar bile göründü. Peşinden korkunç bir kızıllık çöktü. O gün kanlı yağmur yağdığını ve Kerbelâ'da hangi taş kaldırıldıysa altında kan sızıntısı görüldüğünü söylemeye kadar gidenler olmuştur.

Hüseyn'in başını gövdesinden ayırmış olan Sinan adlı insanlık yüz karası, mübarek kafayı bir de fahriye okuyarak Ubeydullah'ın önüne koyunca, Küfe Valisi, destanlık cinayetin bizzat tertipçisi olduğu halde, dayanamadı ve Sinan'ın başını vurdurdu.

Kerbelâ hâdisesine karışanlardan hepsi, şu veya bu türlü belâlarını buldular. Bir zaman sonra Muhtar Bin Ubeyd askeriyle Kûfe'ye girdi ve Kerbelâ işine katılanlardan altıbin kişiyi öldürdü. Ubeydullah, Şemir ve Ömer Bin Saad de bu arada cezalarını buldular ve en büyük ceza âlemine
geçtiler.

Kerbelâ'ya katılanlardan herbirinin belâsını bulduğuna dair en güzel nakil, Yakup Bin Süfyan'ınkidir:

- Bir gece oturmuş, Kerbelâ faciasından bahsediyorduk. Mecliste bulunanlardan biri, bu vak'aya katılanlardan belâsını bulmadık hiç kimse kalmadığını ileriye sürdü. Yine mecliste bulunanlardan bir ihtiyar, kendisini öne attı ve Kerbelâ'ya katılanlardan ve Hüseyn'in öldürülmesine yardım edenlerden olduğu halde o güne kadar hiç bir belâya uğramadığını söyledi. O ân odada yanan kandillerden biri sönecek hale geldi. İhtiyar kandili alıp fitili düzeltmek isterken
sıçrayan bir kıvılcımla sakalı tutuştu. Meclistekiler ihtiyarı söndürmeye davrandılarsa da başaramadılar. Sakalını bastırdığı entarisi ve bütün vücudu alevler içinde kaldı. İhtiyar, koşarak kendisini, kenarında bulunduğumuz Fırat'a attı ve yana yana boğularak öldü.

* Necip Fazıl Kısakürek, Peygamber Halkası, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul

Prof. Dr. Adnan Demircan yazdı: Tarih, mitoloji, inanç ve ideoloji arasına sıkışan Kerbela
11.10.2016



Hicrî 10 Muharrem 61 (miladî 10 Ekim 680) tarihinde meydana gelen elim Kerbela hadisesi, asırlar geçmiş olmasına rağmen hala güncelliğini koruyan ve etkileri görülebilen olaylardan biridir. Hz. Hüseyin ve yanındaki bir avuç yakını ve arkadaşının Emevî Halifesi Yezîd’in Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın görevlendirdiği ordu tarafından katledilmesi, İslâm ümmetinin hafızasında büyük bir nefret duygusu oluşturmuştur. Bu duygu, Yezid’i kötülükle özdeşleştirdiği gibi bugün Ehl-i Beyt sevgisinin güçlü olduğu ülkemiz gibi yerlerde hem Yezîd’in hem de babası Muâviye’nin adlarının çocuklara isim olarak verilmemesi bunun yansımalarındandır. İşin duygusal boyutu baskın olduğu için olanları tarih perspektifinden ele almak oldukça zordur.

İhtilafları bir yana bırakarak belli başlı tarihî gelişmeleri dikkate alarak Kerbela olayıyla ilgili bir çerçeve çizmek istersek gelişmelerin Muâviye’nin oğlunu veliaht tayini süreciyle ilişkilendirilmesi gerekir. Ancak Muâviye’nin oğlunu veliaht tayin etmek suretiyle bir sistem kurmayı hedeflemekten çok yönetimi ailesinin elinde tutmak istediği anlaşılmaktadır. Doğal olarak bu yolu açması sebebiyle kararından dolayı sorumluluğu vardır.

Kerbela faciası Müslümanları birleştiren hüzün verici bir olay olduğu halde ne yazık ki günümüzde bazıları tarafından ayrılık konusu yapılmaktadır.

Veliahtlık, öteden Arapların yabancısı olmadığı, kabile lideri seçiminde genellikle aynı aileden kişilerin seçilmesi sebebiyle örnekleri olan bir sistemdir. Öte yandan Arapların çoğunluğunu oluşturan Yemen kökenli kabileler, Güney Arabistan’da kurdukları devletler sebebiyle bu sistemden haberdarlardı. Kaldı ki Muâviye’den önce Hz. Ali’nin bir suikast sonucu vefatından sonra Kûfeliler onun yerine oğlu Hz. Hasan’ı seçmişlerdi. Bu gelişme, veliahtlık olarak değerlendirilemese de iktidarın bir ailenin elinde kalmasını sağlayabilecek bir adımdır.

Muâviye, oğlu Yezîd’i veliaht tayin ettiğinde, -kendilerince haklı gerçekçilerle- iktidar beklentisi olan bazı Kureyşliler dışında ona pek muhalefet eden olmadı. Kuşkusuz bunda Muâviye’nin insanları ikna etmek için yıllarca devam eden bir çalışma yapmasının etkisi vardır.

Muâviye’ye karşı çıkan Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebî Bekir, Abdullah b. ez-Zübeyr ve Hüseyin b. Ali’nin babaları daha önce halifelik yapmış ya da halifeliğe namzet olmuş kişilerdir. Ancak dört kişi de hem birikimleri hem de yaşları itibarıyla halife olmayı Yezîd’ten çok daha fazla hak ediyorlardı.

Yezîd’in veliaht tayin edilmesi, o dönemde yaşayan Ashab arasında açık bir dinî sapma olarak görülmemiştir. Bu durum, muhalifler için de söylenebilir. Buradan hareketle Hz. Hüseyin’in, günümüzde birçok insanın sandığı gibi dinî ve ideolojik bir kaygıyla Yezîd’e isyan ettiği iddiası sorunludur. Veliaht tayin etmenin İslâm’dan sapma olduğu anlayışı, zamanla şekillenmiştir. Bunu sağlayan etkenlerden biri icraatların sonucunu gördükten sonra geriye doğru bir tarih okuması yapmaktır. Ayrıca siyasî ve mezhebî tercihlerin de bu ve benzeri görüşlerin şekillenmesinde önemli etkileri vardır.

Müslim’in idamı ve sonrası...

Hz. Hüseyin, kendisiyle aynı görüşü benimseyen ve yukarıda önemli simalarının adını zikrettiğimiz diğer Kureyşliler gibi Yezîd’in veliaht ilanını bir yetki aşımı ve hak gaspı olarak görüyordu. Yezîd, yaş, birikim, yetenek gibi Arapların lider seçiminde dikkate aldıkları özellikler bakımından lider olma şansı olmayacak biriydi. Bu bakımdan liyakat eleştirileri haklı gerekçelere dayanıyordu. Ancak Yezîd’le ilgili ifade edilen “kötülük timsali” olduğu algısı oluşturan özellikler zamanla tarihî süreçte inşa edilmiştir.

Hz. Hüseyin, Muâviye’nin vefat ettiği ve Yezîd’in tahta çıktığı bildirilip insanlardan biat alınması talimatının ulaşması üzerine biata davet edildi. Ancak vali tarafından çağırılarak biat istenen Hz. Hüseyin ve Abdullah b. ez-Zübeyr Medine’yi terk ederek Mekke’ye gittiler. Bu sırada tutumlarına dayanak oluşturacak Yezîd’in herhangi bir icraatını bilmiyorlardı.

Hz. Hüseyin Mekke’deyken başlarına geçmesi için Kûfeliler tarafından davet edildi. Kûfe, daha önce babası Hz. Ali’nin ve ağabeyi Hz. Hasan’ın halife olarak ikamet ettikleri, taraftarlarının yoğun olduğu bir yerdi. Çok sayıda davet mektubu gönderilmesi üzerine durumu tahkik etmesi için amcaoğlu Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye gönderdi. Müslim, burada binlerce insandan Hz. Hüseyin adına biat aldı. Ortamın Hz. Hüseyin’in Kûfeye gitmesi için uygun olduğun düşünerek onu Kûfe’ye çağırdı. Hz. Hüseyin, bazı istişarelerden sonra hicrî 60 yılının Zilhicce ayında hac günlerinde Mekke’den ayrılarak Kûfe’ye gitti.

Yezîd, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye ulaşmasını engellemek amacıyla -kendisine pasif olduğu istihbaratı ulaşan- Kûfe valisi Nuʻmân b. Beşîr’i görevden alarak onun yerine Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı -Basra valiliği de uhdesinde kalmak üzere- görevlendirdi. Ubeydullah, gerek tehditlerle gerekse elindeki maddî imkânları kullanarak Müslim’in desteksiz kalmasını sağladı. Bir süre kaçtıysa da yeri belirlenince Muhammed b. Eşʻas’ın kendisine verdiği emana rağmen idam edildi.

Müslim idam edildiğinde Hz. Hüseyin, olanlardan habersiz yoluna devam ediyordu. Yoldayken Müslim’in katledildiğini öğrenince geri dönüp dönmeme hususunda beraberindekilerle istişarede bulundu. Üzgün olan Müslim’in yakınları Kûfe’ye gidip intikamını almak gerektiğini savununca yola devam kararı aldı. Hz. Hüseyin’e yolda katılan birkaç yüz kişi, işin ciddiye bindiğini görünce ondan ayrıldılar.

Ubeydullah b. Ziyâd, görevlendirdiği Hur b. Yezid komutasındaki askerî bir birlikte Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye girişini engelledi. Bir avuç yakınıyla et-Taf (Kerbela) denilen yerde, -Ashab’ın ileri gelenlerinden Saʻd b. Ebî Vakkâs’ın oğlu- Ömer’in komutasındaki 5000 kişilik ordu tarafından kuşatılarak teslim olmaları istendi.

Hz. Hüseyin, Mekke’ye geri dönmesi, Yezîd’in yanına giderek sorunu aralarında konuşmaları ya da uç bölgesine gidip kâfirlerle savaşmasına izin verilmesi seçeneklerini sundu; ancak teklifin iletildiği Ubeydullah b. Ziyâd koşulsuz teslim dışında herhangi bir seçeneğin kabul edilmeyeceğini bildirdi. Daha önce Hz. Hüseyin’i Kerbela’da durduran ordunun komutanı Hur b. Yezîd, Hz. Hüseyin’in makul önerilerinin kabul edilmemesini art niyetli bir tutum olarak görüp bazı arkadaşlarıyla Hz. Hüseyin’in tarafına geçti.

Kısa bir bekleyişten sonra çatışmalar başladı. Hz. Hüseyin 72 yakını ve arkadaşıyla birlikte katledildiler. Hur b. Yezîd de hayatını kaybedenler arasındaydı. Kûfe ordusundan ise 88 kişi öldü. İki güç arasında denge yoktu. Kaldı ki Hz. Hüseyin buraya savaş hesabını yaparak gelmiş değildi.

Muhalefetin sembolü haline geldi

Hz. Hüseyin’in yoldayken Müslim b. Akîl’in öldürüldüğünü öğrendiği halde yola devam etmesi, Kûfelilerin sözlerinde duracaklarına dair az da olsa ümidinin devam ettiğinin söylenmesine imkân vermektedir. Bununla birlikte Hz. Hüseyin’in karşılaştığı sonu tahmin edememesi de mümkündür. Zira böyle bir hâdise İslâm dünyasında ilk defa meydana gelmektedir. Ancak gelişmeler, Hz. Hüseyin’in kötü senaryoya dair bir planının olmadığını göstermektedir.

Hz. Hüseyin’in ve akrabalarının katlinden sonra maktullerin kafaları kesilerek Ubeydullah’a gönderildi. Rivayetlere göre cesetler defnedilmedi. Daha sonra oradan geçen bir bedevi kabilesi tarafından defnedildiler. Bu muamele, İslâm’a göre düşman kuvvetlerine dahi yapılmaz. Kaldı ki Hz. Hüseyin, Kûfe ordusunda bulunanların çoğu tarafından Hz. Peygamber’in saygın kabul edilen torunuydu.

Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in başına yönelik hakaret ifadeleri kullandı. Daha sonra Hz. Hüseyin’in kesik başını, aile efradıyla birlikte Şam şehrinde oturan Yezîd’e gönderdi. Yezîd, olanlara üzüldüğünü Hz. Hüseyin’in hayatta kalan oğlu Ali Zeynelâbidin’e söyleyip gelenleri sarayda ağırladı. Muhtemelen bu tavrıyla akraba olan Hâşimoğullarıyla Ümeyyeoğulları arasındaki gerginliği yumuşatmak istiyordu. Ancak yaptıklarından dolayı Ubeydullah’ı görevden almaması ve herhangi bir soruşturma açmaması, tutumunun siyasî olduğunu söylememize imkân vermektedir.

Hadise meydana geldiği dönemde Hz. Hüseyin ve yakınlarına karşı girişilen katliamdan dolayı İslâm toplumunda genel bir infial uyanmadı. Ancak onu davet edip yalnız bırakanlar, pişmanlıklarını intikam almak üzere harekete geçerek ifade ettiler. Bunlara “pişman olanlar” anlamında tevvâbûn denir. Birkaç yıl geçmeden Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî de Kerbela’da parmağı olan birçok kişiyi öldürerek intikam aldı.

Kerbela katliamının herhangi bir mezhep ile ilişkilendirilmesi doğru değildir. Zira hadisenin vuku bulduğu dönemde henüz bugünkü mezhep yapıları oluşmamıştı.

Görülüyor ki Kerbela katliamının herhangi bir mezheple ilişkilendirilmesi doğru değildir. Zira hadisenin vuku bulduğu dönemde henüz bugünkü mezhep yapıları oluşmamıştı.

Kerbela’nın yıldönümlerinde yas törenleri icrası Hicrî IV. asırda Şiî bir hanedan olan Büveyhîlerden Muizzüddevle döneminde başladı. Bu gelenek o dönemden günümüze kadar devam etmektedir.

Zamanla Kerbela, muhalefetin sembolü haline geldi. Böylece olayın bu yönüyle ilgili geniş bir literatür oluştu. Ancak sonraki asırlarda -Hristiyanların Hz. İsa için ürettikleri anlayışa benzer şekilde- Hz. Hüseyin’in bile bile kendisini insanlık için feda etmek amacıyla Kerbela’ya gittiğine dair ifadelerin tarihî bir temeli yoktur.

Kerbela faciası Müslümanları birleştiren, zulme karşı ortak hareket etme kültürüne zemin hazırlaması gereken hüzün verici bir olay olduğu halde ne yazık ki günümüzde bazı kişi ya da gruplar tarafından ayrılık konusu yapılmaktadır. Ehl-i Sünnet’in Kerbela’dan sorumlu tutulması şeklindeki uç görüşler, gerçeği yansıtmadığı gibi Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarını derinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Öte yandan bir taraftan Kerbela’ya ağıt yakarken, hemen her gün başta Suriye ve Irak olmak üzere İslâm dünyasının birçok yerinde meydana gelen Kerbelaları hatırlamamak ve bunlara karşı çıkmamak yaman bir çelişkidir. Hüseyin’in tarafında olmak, zulme karşı olmayı gerektirir. Günümüzün Hüseyinleri, zalim ve despot diktatörlerin ve onların müttefiklerinin saldırıları altında katledilen mazlumlardır.
Kaynak: Karar gazetesi


_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com