EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Frankeştayn gıdalar sofralarınızda!

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SAGLIK HABERLERi
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Şub 09, 2008 12:56 am    Mesaj konusu: Frankeştayn gıdalar sofralarınızda! Alıntıyla Cevap Gönder

Çikolata devinde ölümcül bakteri
10 Haziran 2017



ABD'li çikolata üreticisi Mars, İngiltere ve İrlanda'da bazı ürünlerini geri çağırınca ürünlerinde ölümcül salmonella bakterisi riski olduğu ileri sürüldü

İngiliz medyasının son dakika geçtiği bilgiye göre; kararın bu ürünlerde ölümcül Salmonella bakterisi taşıma riski nedeniyle alındığı öğrenildi.
Mars, bu ürünleri elinde bulunduran herkesi yememesi konusunda uyardı. Bunun yanı sıra şirket, "Tüketiciler, ürünleri muhafaza etmeli ve tüketici memnuniyeti ekibiyle iletişime geçmeli" açıklamasında bulundu.

SALMONELLA BAKTERİSİ NEDİR?

Salmonella, gıda zehirlenmelerinin en yaygın nedenlerinden biri olan bir grup bakterinin adıdır. Salmonella bakterisinin neden olduğu enfeksiyon ileri seviyede ishal, ateş, titreme, abdominal rahatsızlık ve kusmaya neden olur. Enfeksiyon, önlem alınmaması durumunda çocuklar, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıf insanlar için ölümcül sonuçlar doğurabilir.

Kaynak:Patronlar Dünyası

Avrupa Gıda Güvenliği uyardı: Nutella kanser yapıyor
12 Ocak 2017



Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA), Nutella içerisinde yer alan palmiye yağının kanserojen olduğunu duyurdu.

İtalyan gıda devi Ferrero'nun ürettiği ve dünya çapında bir üne sahip olan çikolata-fındık ezmesi ürünü Nutella'nın başı Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) son raporu sonrası dertte.

NTV'nin haberine göre, raporda, Nutella içerisinde bulunan palmiye yağı, diğer yağ çeşitlerine göre daha kanserojen bir madde olarak tanımlandı. EFSA'nın bu raporu, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) palmiye yağı hakkında görüşlerini de destekliyor.

Rapor sonrası Nutella hisseleri yüzde 3 düşerken, üretici firma Ferrero bu krizin ardından bir televizyon reklamı yayınladı.

Reklamda palmiye yağının tehlike yaratmayacak şekilde kullanıldığına ve bu yağ olmadan aynı yayılmanın elde edilemeyeceğine vurgu yapıldı.

Uzmanlar Nutella'nın bu hamlesinin ekonomik nedenlerle olduğunu savunuyor. Bunun sebebi ise, Ferroro'nun Nutella'da kullandığı yağı değiştirmeye karar vermesi durumunda, yıllık maliyetlerin 8-22 milyon dolar artacak olması.

FERRERO CEPHESİNDEN AÇIKLAMA

Ferrero'nun satın alma yöneticisi Vincenzo Tapella ise bu durumun sebebinin ekonomik olmadığını iddia ediyor. Tapella'ya göre Nutella'da palmiye yağı dışında bir yağ kullanılması durumunda ürünün niteliğinde bir düşüş yaşanacak.

PALMİYE YAĞI NEDEN ZARARLI

2016 yılının Mayıs ayında yayınlanan detaylı EFSA raporuna göre, 200 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda rafine edilen palmiye yağı, diğer tüm bitkisel yağlardan daha tehlikeli kabul ediliyor. Palmiye yağının doğal kırmızı renginin sökmek ve kokusunu ortadan kaldırmak için yüksek sıcaklıklar kullanılıyor. Bu işlem glisidil yağlı asit esterleri (veya GE) olarak adlandırılan atık maddelere neden oluyor. Bu maddelerin hazmı da tümörlere yol açtığı düşünülen glisidol oluşumuna neden oluyor.

İtalyan Ferrero bünyesinde Nutella'dan başka Kinder (Sürpriz Yumurta), Ferrero Rocher ve Tic Tac gibi bilinen markalar bulunuyor.

NUTELLA HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER

*“Nutella” ismi, İngilizce “Nut(Fındık)” ve Latince’de tatlılar için kullanılan bir ek olan “ella”nın birleştirilmesiyle meydana gelmiş.
*Nutella, Dünya fındık rezervlerinin yüzde 25’ini kullanıyor.
*Nutella, pürüzsüz dokusu ve raf ömrü nedeniyle palmiye yağını tercih ediyor.

Kaynak: Patronlar dünyası

03 Mayıs 2009
GDO'larda “köleleşme” uyarısı

Kemal Özer, yaptığı yazılı açıklamada, geçtiğimiz hafta TBMM heyetinin ABD'ye, bu ülkenin Tarım Bakanlığı sponsorluğunda, ''GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ve Tohum Gezisi'' düzenlediğini belirtti.

Bu geziye TBMM üyeleriyle birlikte TÜBİTAK temsilcilerinin de katıldığını ifade eden Özer, bu seyahati, ''genetiği değiştirilen ürünlerin Türkiye'de satılmasının yasallaştırılmasına yönelik ikna gezisi olarak yorumlandığını'' öne sürdü.

Geziye katılan milletvekillerinin açıklamalarının gezinin gizli amacını ortaya koyduğunu iddia eden Özer, açıklamasında şunları kaydetti:

''Bu açıklamalar geziden toplumun endişe duyması ve Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı ürünlerin zararlarını bilen çevrelerde tedirginliğe yol açması için yeterli nedendir. Dünyanın 'felaket' olarak nitelediği bir konuda, geziye katılan milletvekillerinin söylediği, ''Bilgilenme amacıyla gittik. Biyoteknoloji demek ille de kötü bir şey yapılacak demek değil. Gezide, Meclis'e gelmesi beklenen Biyogüvenlik Yasa Tasarısı ile ilgili oldukça faydalı bilgilere eriştik. Biz, ABD için çok iyi müşteriyiz. Pamuk, mısır ve yağlı tohumlarda ABD ihracatında ikinci sıradayız. Faydalı bir gezi oldu' şeklindeki ifadeler, 'ABD iknada başarılı mı oldu?' sorularını akla getiriyor. Tüm bu gerekçelerle, TBMM heyetinin ABD'ye yaptığı ziyaret oldukça düşündürücüdür.''

GDO'lu ürünlerin tüketimine bir ülkede izin vermenin, ''köleleşmeye onay'' anlamına geleceğini savunan Özer, açıklamasını şöyle sürdürdü:

''100 dolayında ülkenin tohum sektörü, genetiği değiştirilmiş tohumlar üreten ABD şirketlerinin eline geçmiş durumdadır. GDO, başta insan nesli olmak üzere tüm canlılar ve bitkilerin doğal yapısını bozan gıdaları kullanarak, ülkeleri ve insanları esir eden yeni bir teknolojidir. Genetiğin değiştirilmesi sayesinde insanlığın ortak mirası olan tohumlar, patentleştirilerek ABD ve İsrail'in veya bu ülkelere ait şirketlerin mülkiyetine terk edilmektedir. Teknoloji hangi seviyeye gelirse gelsin, insanoğlu ve birçok canlının yaşamı, toprağa, dolayısıyla tohuma bağlıdır. GDO'lu ürünlerin tüketilmesi, birçok gelişmiş ülkede de yasaktır. Çünkü insan sağlığına zararlıdır. Öyle anlaşılıyor ki sırada şimdi işi yasal hale getirme süreci var. TBMM'nin hiçbir değerli üyesi buna izin vermeyecektir.''

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/05/gdolarda-kolelesme-uyars.html

Bir Kutu koladaki şeker Ne Kadar?

Çocuk ve gençlerin fazla kilo problemi büyümeye devam ediyor. Çocuklar, eskisine göre daha fazla şeker, yağ ve tuz tüketiyor.13 Nisan 2009 02:30

Çocuk ve gençlerin fazla kilo problemi büyümeye devam ediyor. Çocuklar, eskisine göre daha fazla şeker, yağ ve tuz tüketiyor. Tükettikleri besinler tıka basa (yağların en zararlıları) doymuş ve trans-yağlarla dolu. Elli yıl öncesinin çocuklarına oranla çok daha fazla şeker tüketiyorlar. Örneğin bir şişe meşrubatta, bir kutu kolada ne kadar şeker var biliyor musunuz?

Tükettikleri besinler tıka basa (yağların en zararlıları) doymuş ve trans-yağlarla dolu. Elli yıl öncesinin çocuklarına oranla çok daha fazla şeker tüketiyorlar. Bir şişe meşrubatta, bir kutu kolada neredeyse 15 küp şeker var ve bir çocuğun günlük şeker tüketimi neredeyse yarım kiloya yaklaşıyor. 1960’lı yıllarda bir şişe meşrubat, 200-220ml civarındaydı, şimdi dev boyları söz konusu olduğunda 2 litreye kadar çıkabiliyor. Televizyon reklamları, sürekli çocuk ve gençlere yemelerini, içmelerini öneriyor. Bir saatlik televizyon izleme süresinde çocuk ve gençler, ortalama 15-20 dakika besin maddesi reklamı izlemek zorunda kalıyor. Üstelik bu besinlerin çoğu, sucuk, sosis, margarin, hamburger, bisküvi, cips, gofret, şekerleme gibi sağlığa yarardan çok zarar veren sağlıksız şeyler.

Sorunun nedeni çok

Daha da kötüsü, bu ürünler aileler ve çocuklara "akıllarını geliştirmek", "beyinlerini güçlendirmek", bedenlerini desteklemek, bağışıklıklarına güç vermek, boylarını uzatmak, kemiklerini desteklemek gibi "hayır" denilmesi güç vaatlerle sunuluyor. Kısacası çocuk ve gençler sürekli olarak kalori bombardımanına ve yanlış beslenme tüyolarına maruz kalıyor. Uzmanlar, çocuk ve gençlerin çok yedikleri için değil, yanlış besinler tüketip yeteri kadar hareket etmedikleri için kilo aldıklarını, şişmanladıklarını belirtiyor. Onlara yemeleri için önerilen besinler arasında ne portakal, elma, kiraz, erik; ne de marul, domates, fasulye veya kabak var. Dayatılan besinler katma değeri yüksek, kalorisi şişmiş, vitamin ve mineral fakiri hazır ürünler: Cipsler, browniler, kalorisi ikiye-üçe katlanmış çikolatalı bisküviler, kolalı içecekler...

Hazır kalori bombası

Çocuk ve gençlerin beslenmesinde ev yemeklerinin hiçbir önemi kalmadı. Sabah kahvaltılarını çoğu kez servislerde veya okullarda yapıyorlar. Öğle yemekleri okul kantinlerinin fast-food yiyecekleri ve şekerli içecekleri ya da okul idaresinin dışarıdan sağladığı sağlıksız besinlerden oluşmak zorunda. Akşam üzeri açlık krizleriyle evine dönen çocukları eskisi gibi evde bekleyen anneler, anneanneler de yok artık. Ya buzdolabından donmuş bir yiyecek çıkarıp yemek, ya da pizza veya hamburger siparişi vermek zorundalar. Yani günümüzde çocuk yemeklerinin çoğu hazır yemek restoranlarından temin ediliyor.

Sorun sadece anne babalardan da kaynaklanmıyor. Yeni hayat, çocukları ve gençleri de değiştirdi. Günümüz çocukları, gençleri, sokaklarda, parklarda koşup oynayarak değil televizyon, bilgisayar ya da DVD ile oyalanarak, chat yaparak eğleniyor. Artık onlar da yavaş yavaş bize benzemeye başladı, çoğu yerinden bile kımıldamıyor. Kısacası bir zamanlar eğlenmek için koşan çocuklar şimdi eğlenmek için oturuyor ya da uzanıyor.

Hareketsiz yaşam

Güne akıllı bir kahvaltı ile başlamayan, öğlen yemeğini doğru besinlerden oluşmuş mönülerden sağlayamayan, gün boyu gazoz, kola, bisküvi, browni veya gofret, daha kötüsü cips, dondurma atıştıran, koşup oynayacağı zamanları bilgisayar, televizyon başında oynayarak geçiren bu yeni çocuk ve gençlerin şişmanlamaları kadar doğal bir şey olamaz. Yeteri kadar sebze ve meyve tüketmeyen, şekeri, nişastayı, yağlı ve unlu gıdaları beslenme planının ana unsurları haline getiren bu yeni hayatın beklenen bir sonucudur fazla kilolu ve şişman çocuklar.

Kahvaltı yapan çocuklar kolay kolay şişmanlamaz

Binlerce araştırma, düzenli kahvaltı yapan çocukların daha dikkatli olduklarını, karmaşık problemleri daha kolay çözdüklerini, daha neşeli, keyifli ve barışık olduklarını, depresyon, hiperaktivite gibi sorunlara çok seyrek yakalandıklarını, daha seyrek hastalandıkları ve okula devam oranlarını yüksek tuttuklarını, her şeyden önemlisi matematik problemlerini çözmede, sosyal zekalarını geliştirmede daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor. Beyin, kan şekerinin neredeyse dörtte birini kullanan bir organdır. Sabah okula yeterli bir kan şekeri oranıyla başlayan vücutlar, hipoglisemik arkadaşlarına göre beyinlerine daha çok yakıt veriyor ve onların beyinleri en karmaşık problemleri bile çözmede asla zorlanmıyor.
haber7

Çocuk ve gençlerin fazla kilo problemi büyümeye devam ediyor
13 Nisan 2009

Çocuk ve gençlerin fazla kilo problemi büyümeye devam ediyor. Çocuklar, eskisine göre daha fazla şeker, yağ ve tuz tüketiyor. Tükettikleri besinler tıka basa (yağların en zararlıları) doymuş ve trans-yağlarla dolu. Elli yıl öncesinin çocuklarına oranla çok daha fazla şeker tüketiyorlar. Örneğin bir şişe meşrubatta, bir kutu kolada ne kadar şeker var biliyor musunuz?

Tükettikleri besinler tıka basa (yağların en zararlıları) doymuş ve trans-yağlarla dolu. Elli yıl öncesinin çocuklarına oranla çok daha fazla şeker tüketiyorlar. Bir şişe meşrubatta, bir kutu kolada neredeyse 15 küp şeker var ve bir çocuğun günlük şeker tüketimi neredeyse yarım kiloya yaklaşıyor. 1960’lı yıllarda bir şişe meşrubat, 200-220ml civarındaydı, şimdi dev boyları söz konusu olduğunda 2 litreye kadar çıkabiliyor. Televizyon reklamları, sürekli çocuk ve gençlere yemelerini, içmelerini öneriyor. Bir saatlik televizyon izleme süresinde çocuk ve gençler, ortalama 15-20 dakika besin maddesi reklamı izlemek zorunda kalıyor. Üstelik bu besinlerin çoğu, sucuk, sosis, margarin, hamburger, bisküvi, cips, gofret, şekerleme gibi sağlığa yarardan çok zarar veren sağlıksız şeyler.

Sorunun nedeni çok

Daha da kötüsü, bu ürünler aileler ve çocuklara "akıllarını geliştirmek", "beyinlerini güçlendirmek", bedenlerini desteklemek, bağışıklıklarına güç vermek, boylarını uzatmak, kemiklerini desteklemek gibi "hayır" denilmesi güç vaatlerle sunuluyor. Kısacası çocuk ve gençler sürekli olarak kalori bombardımanına ve yanlış beslenme tüyolarına maruz kalıyor. Uzmanlar, çocuk ve gençlerin çok yedikleri için değil, yanlış besinler tüketip yeteri kadar hareket etmedikleri için kilo aldıklarını, şişmanladıklarını belirtiyor. Onlara yemeleri için önerilen besinler arasında ne portakal, elma, kiraz, erik; ne de marul, domates, fasulye veya kabak var. Dayatılan besinler katma değeri yüksek, kalorisi şişmiş, vitamin ve mineral fakiri hazır ürünler: Cipsler, browniler, kalorisi ikiye-üçe katlanmış çikolatalı bisküviler, kolalı içecekler...

Hazır kalori bombası

Çocuk ve gençlerin beslenmesinde ev yemeklerinin hiçbir önemi kalmadı. Sabah kahvaltılarını çoğu kez servislerde veya okullarda yapıyorlar. Öğle yemekleri okul kantinlerinin fast-food yiyecekleri ve şekerli içecekleri ya da okul idaresinin dışarıdan sağladığı sağlıksız besinlerden oluşmak zorunda. Akşam üzeri açlık krizleriyle evine dönen çocukları eskisi gibi evde bekleyen anneler, anneanneler de yok artık. Ya buzdolabından donmuş bir yiyecek çıkarıp yemek, ya da pizza veya hamburger siparişi vermek zorundalar. Yani günümüzde çocuk yemeklerinin çoğu hazır yemek restoranlarından temin ediliyor.

Sorun sadece anne babalardan da kaynaklanmıyor. Yeni hayat, çocukları ve gençleri de değiştirdi. Günümüz çocukları, gençleri, sokaklarda, parklarda koşup oynayarak değil televizyon, bilgisayar ya da DVD ile oyalanarak, chat yaparak eğleniyor. Artık onlar da yavaş yavaş bize benzemeye başladı, çoğu yerinden bile kımıldamıyor. Kısacası bir zamanlar eğlenmek için koşan çocuklar şimdi eğlenmek için oturuyor ya da uzanıyor.

Hareketsiz yaşam

Güne akıllı bir kahvaltı ile başlamayan, öğlen yemeğini doğru besinlerden oluşmuş mönülerden sağlayamayan, gün boyu gazoz, kola, bisküvi, browni veya gofret, daha kötüsü cips, dondurma atıştıran, koşup oynayacağı zamanları bilgisayar, televizyon başında oynayarak geçiren bu yeni çocuk ve gençlerin şişmanlamaları kadar doğal bir şey olamaz. Yeteri kadar sebze ve meyve tüketmeyen, şekeri, nişastayı, yağlı ve unlu gıdaları beslenme planının ana unsurları haline getiren bu yeni hayatın beklenen bir sonucudur fazla kilolu ve şişman çocuklar.

Kahvaltı yapan çocuklar kolay kolay şişmanlamaz

Binlerce araştırma, düzenli kahvaltı yapan çocukların daha dikkatli olduklarını, karmaşık problemleri daha kolay çözdüklerini, daha neşeli, keyifli ve barışık olduklarını, depresyon, hiperaktivite gibi sorunlara çok seyrek yakalandıklarını, daha seyrek hastalandıkları ve okula devam oranlarını yüksek tuttuklarını, her şeyden önemlisi matematik problemlerini çözmede, sosyal zekalarını geliştirmede daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor. Beyin, kan şekerinin neredeyse dörtte birini kullanan bir organdır. Sabah okula yeterli bir kan şekeri oranıyla başlayan vücutlar, hipoglisemik arkadaşlarına göre beyinlerine daha çok yakıt veriyor ve onların beyinleri en karmaşık problemleri bile çözmede asla zorlanmıyor.
haber7

Bu terör direk çocukları hedef alıyor
21 Ekim 2008
Çocukların hergün tıka basa tükettiği janjanlı paketler içindeki cipslerin aslında ölümcül birer gıda olduğunu ne kadar biliyorsunuz? İşte gıda terörü:
Tüketici Hakları Merkezi TÜ-MER Gıda Komitesi Başkanı Veteriner Hekim Muhammet Efe, gıda terörünün tüm terörö örgütlerinden daha da tehlikeli olduğunu söyledi.

Çocukların en çok tükettiği gıdaların başında gelen cipslerin üzerine tıpkı sigaralarda oldupu gibi "Sağlığa zaralıdır" uyarısının yazılmasının gerektiğine dikkat çeken TÜ-MER Başkanı Efe, "Cipsler son çeyrek yüzyılda tüketim çılgınlığının had safhaya çıktığı ve gıda sektöründe de bu tüketim çılgınlığının yaşandığı, piyasanın özellikle çocuk tüketici kitlesini hedef seçen ancak diğer yaş gruplarının da ilgisini çekmeyi başaran bir tüketim maddesidir." diye konuştu.

Satıcısı için karlı olan cipslerim tüketiciye cezbedici bir şekilde piyaasaya sunulduğunu, cipslerin içinde "trans fat" yağlarrı olduğuna bu yağların oldukça riskli bir ara madde olup dünyanın birçok yerinde yasaklandığını ifade edeb Efe bu yağların ülkemizde hangi gıdalarda kullanıldığını şöyle açıkladı: "Trans yağlar maalesef ülkemizde bisküviden cipse, hazır keklerden gofretlere, margarinlerden krakerlere %30’lara kadar değişen oranlarda bulunduğu/kullanıldığı bilimsel deneylerde ortaya çıkarılmış bir gerçektir."

Cipslerin özellikle gıdalardaki istenmeyen tat duyularını bastırmak veya mamulü daha lezzetli göstermek amacı ile kullanılan “glutamatlar” da içerdiğini, bu maddenin; insanlar üzerinde mss kaynaklı sorunlar oluşturduğunu belirten Efe şöyle devam etti: "Bunlardan en önemlisi insanlarda doyma hissinde meydana gelen sorunlardır. Bu maddenin zararlı etkisine maruz kalan bir birey ya doyma hissini yitirerek “obezite” olmakta ve buna bağlı metabolizma hastalıklarına maruz kalmakta veya tam tersi açlık hissini yitirip gerekli gıda maddelerini alamadığı için “anorexia” (aşırı iştahsızlık ve gıda alamama durumu) oluşarak yine metabolizma hastalıklarının pençesine düşmektedir. Bu durum sağlıksız bir nesil oluşturduğu gibi geleceğimizin teminatı çocuklarımızı janjanlı paketlere hapsetmek anlamına gelmektedir."

Cipselrde kullanılan bir diğer tehlike katkı maddesinin “Akrilamid” olduğunu, bu maddenin karbonhidrat ve proteinlerin bir arada bulunması ve yüksek ısıya maruz kalması (pişirme işlemi) durumunda ortaya çıktığını aktaran TÜ-MER Başkanı, "Bu maddenin “kanserojen” olduğu ve sigara dumanında da bulunduğu bilinmektedir. İçilmesi kansere yol açan bir maddeyi çocuklarımıza paket paket yedirmenin ne denli doğru bir davranış olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz." diye konuştu
Haber 7)

Kanser mi yiyoruz?
25 Ağustos 2008
Önemli bir devlet yetkilisinin söylediği 'Ne yapsak önleyemiyoruz. Tarım ilaçları resmen kanserojen yayıyor' yönündeki itiraf gibi sözleri bomba gibi düştü.
Önemli bir devlet yetkilisinin söylediği 'Ne yapsak önleyemiyoruz. Tarım ilaçları resmen kanserojen yayıyor' yönündeki itiraf gibi sözler hepimizin sağlığını ilgilendiren bu durumun ciddiyetini bir kez daha ortaya koydu.

Gerçekten de öyle…domates biber gibi basit görünen bu konu aslında, küçücük çocuklara sebze ve meyvalar aracılığı ile kanserojen maddelerin yedirildiği acı bir gerçek ve MGK dosyalarından da öte bir devlet sorunu.

Peki, Tarım Bakanlığı bu konuda ne yapıyor? Yurtdışına ihraç edilen ürünler güvenli çiftçi projesi adı altında kontrol edilirken içeride bir başıboşluk mu var?

Tarım Bakanlığı'nda bu kontrolün olup olmadığını bu işten birinci derecede sorumlu olan Koruma Kontrol Birimi Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Aslan'a sorduk.

Durumun ciddiyetinin farkında olduklarını belirten Aslan, konu ile ilgili, çiftçilerin kullanacakları tarım ilaçları ile kimyasalları kayıt ve kontrol altına alacakları bir yönetmeliğin hazırlandığını ve başbakanlığın onayının ardından resmen devreye gireceğini söyledi.

Vatandaşın sağlığı adına ne yiyeceğini bilmesinin hakkı olduğunu belirten ve bu nedenle bugüne dek yurt çapında 16 bin analiz yaptıklarını belirten Ahmet Aslan şunları söyledi:

'Yeni yönetmelik sayesinde, çiftçiler tüm kullandıkları tarım kimyasallarını il ve ilçe teşkilatlarına bildirecek. Böylece, çiftçilerin kullanacakları tüm kimyasalları kontrol altına alacağız. Ancak, çiftçileri sadece verdikleri liste ve vicdanları ile de baş başa bırakmayacağız. Sürekli tarlada ve ürünleri üzerinde yerel teşkilatlarımızla çapraz kontrollerle bu beyanların doğruluklarını ve kanserojen madde içerip içermediğini test edeceğiz. Bunlara uymayanlara da ağır cezai yaptırımlar uygulayacağız.'

Durum böyle..Bu sözler eğer gerçekten bu kontroller hakkı verilerek yapılırsa gelecek için umut veriyor.

Ancak ortada bir gerçek var, o da, halen piyasada olan ve bugüne dek yediğimiz bir çok meyva ve sebzenin durumunun şüpheli olduğu.

Neyin ne olduğunu anlamak da zor…O zaman, geriye tek bir şey kalıyor…Ne yediğimiz konusunda olabildiğince seçici olmak.

Belki Tarım Bakanlığı vatandaşın içini rahatlatmak adına, bu konuda piyasada satılan meyva ve sebzeleri de kontrol edip, kaynaklarını ve temizliğini araştırabilir.

Ya da satış noktaları ile dev marketler incelemelere dayalı temiz analiz sonuçlarını astıkları panolarla vatandaşa ispat edebilir.
HÜRRİYET

08 Şubat 2008
Frankeştayn sofralarınızda!

Genetiği Değiştirilmiş Organizma ya da "Transgenik Ürünler" adı verilen 700’den fazla ürün, sofralarda yerini alıyor. Bu ürünlerin başında mısır, patates, soya, buğday, pamuk, domates, pirinç ve bazı balık türleri geliyor.

Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın yaptığı açıklamada özellikle Amerika’dan ve Arjantin’den yılda 2 milyon tonun üzerinde genetiği değiştirilmiş soya ve mısır ithal edildiğini söyleyerek “Bu ürünler antibiyotik dayanıklılık etkisi yaratıyor. Ayrıca alerjik reaksiyonlar yaratması ve 3’üncü biyokimyasal ürünlerin ne tür sonuçlara yol açacağının bugünden bilinememesi de genetiği değiştirilmiş organizmaların bu ülkedeki en ciddi tehlikelerini oluşturuyor” dedi.
Konuyu değerlendiren Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, bu yolla hedeflenenin tohumda yerel tohum çeşitlerinin tasfiye edilerek yerini yüzde 90’ı bütün dünyada yalnızca bir tek firmaya ait olan tohuma bağlamak olduğunu söyledi. Günaydın, “Dolayısıyla bu yöntem az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çiftçilerini doğrudan çok uluslu şirketlere bağımlı hale getirme amacını taşımaktadır. Bu tohumların üreme yeteneği de içlerinden alındığından her yıl yeniden o firmaya para ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bu sosyo ekonomik açıdan son derece sakıncalıdır” diye konuştu.

"ANTİBİYOTİĞE DAYANIKLILIK VE ALERJİK REAKSİYON CİDDİ TEHLİKE"

ZMO Başkanı Günaydın, antibiyotiğe dayanıklılığın yanı sıra alerjik reaksiyonları da yaratan bu ürünlerin tehlikelerine işaret ederek “3’üncü biyokimyasal ürünlerin ne tür sonuçlara yol açacağının bugünden bilinememesi de genetiği değiştirilmiş organizmaların bu ülkedeki en ciddi tehlikelerini oluşturuyor” dedi. Günaydın, “Brezilya kestanesinden gen aktarılan transgenik soyalar alerji yaptıklarından marketlerden toplanmış, İngiltere’de transgenik soya nedeniyle soya alerjisinde yüzde 50 artış yaşanmış ve 'Star Link' transgenik mısır çeşiti alerjen olduğundan ABD’de üretimden kaldırılmıştır” diye konuştu.

“GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLERİN ETİKETLE BELİRTİLMESİ GEREKİYOR

Genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin tüketicinin hiçbir bilgi edinme hakkı olmadığını belirten Gökhan Günaydın, “AB’de içeriğinde binde 9’dan daha fazla transgenik ham madde bulunan işlenmiş ürünler genetiği değiştirilmiş olarak etiketlenerek ancak satılabiliyorlar. Bu Türkiye’de yapılmıyor. “Ulusal Biyogüvenlik Yasası”nın çıkartılamamış olması bu alanda Türkiye’yi tümüyle her türlü riske açık bir ülke konumuna getiriyor” dedi. Henüz kanserojen etki yarattığına dair bilimsel bir çalışmanın olmadığını da belirten ZMO Başkanı Günaydın, “Ancak bu olmayacağı anlamına gelmiyor. Fareler üzerinde yapılan deneylerde GDO’ların mide çeperlerinde daralma, ölü doğum oranında artma, çocuk atma oranında artma, beslenme bozuklukları ve erken yaşlanma saptanmıştır. Bu son derece riskli. Bunu görmek lazım” değerlendirmesinde bulundu.
8 sütun

Bunları Yiyenin Boyu Uzamıyor
10 Nisan 2008

Hangi gıdalar çocukların gelişimini olumsuz etkiliyor?

Cips, çerez, meşrubat gibi zararlı ürünleri tüketen çocuklar uzayamıyor. Uzmanlar, "Parlak ambalajlara kanmayın. Çocuklarınızı sağlıklı besleyin" diye uyardı...Yemesi zevkli olan fast food tabir edilen gıda ürünlerinin sağlıksız olduğunu bilmeyen yok gibi... Uzmanlar, "Cips, çerez ve meşrubat gibi zararlı ürünleri tüketen çocukların boyu kısa kalır" dedi.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) profesörlerinden Murat Aydın, parlak jelatinde satılan ürünlerden uzak durulması gerektiğini söyledi. Aydın, çocukların sağlıklı olduklarını gösteren en önemli göstergelerden birinin büyümeleri olduğunu kaydetti. 3-4 yaşından sonra boy uzamasının yılda 4-6 santim olarak devam ettiğini vurgulayan Aydın, ergenlik döneminde tekrar büyüme sıçraması gerçekleştiğini, ergenliğin sonunda büyümenin kapandığını belirtti.

SÜT, MEYVE, SEBZE

"Anne ve babanın boyu çocuğun boyunu etkiler" diyen Aydın şu uyarılarda bulundu; "Sağlıklı beslenmeyen, yeterince sebze, meyve, süt, peynir tüketmeyen uzayamaz. Parlak ambalajlarda satılan şeker, şekerleme, cips, çerez, meşrubat gibi boş kalori kaynaklarından uzak durulmalı. Boyu kısa olan çocukların çoğu aslında sağlıklıdır, çok azında altta yatan bir hastalık vardır."

Akranlarına göre belirgin kısa olan çocukların mutlaka büyüme yönünden incelenmesi gerektiğini ifade eden Aydın, "Bu çocuklar gözden kaçan kronik bir hastalık ya da büyüme hormonu eksikliği nedeni ile kısa boylu kalmış olabilir" dedi.
aktifhaber

Mevsim Dışı Gıdalarda Kısırlık Riski
13 Mart 2008 09:09Doğal yollardan tüketilmeyen ürünler geleceğimizi etkiliyor.

Çocuk sahibi olmakta güçlük çeken kadınların yarısının çoğunda görülen şiddetli ağrılara, kiste ve kısırlığa yol açan hastalık olan endometriozis, giderek daha fazla kadını etkisi altına alıyor.Yapılan araştırmalar, endometriozisin beslenme biçimiyle de yakından ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle mevsimi dışında yenilen ve genetiği ile oynanmış sebze ve meyvelerin endometriozisine sebebiyet veriyor.

TEDAVİSİZ ÇOCUK OLMUYOR

Kısırlık nedeniyle başvuruda bulunan kadınların yüzde 25íinde görülen hastalığın belirtileri, şiddetli adet kanamaları, cinsel ilişki ve dışkılama sırasında ağrı olarak kendini belli ediyor. Hastalığın görüldüğü kadınların yüzde 50'si ise çocuk sahibi olabilmek için tedavi görmek zorunda. Hastalığın oluşmasının beslenme tarafına vurgu yapan Ankara Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu, “Endometriziozisin giderek arttığını izliyoruz. Çünkü yaşam biçimimizi bozuyoruz " diye konuştu.

OCAKTA DOMATES MARİFET Mİ?

Özellikle ağaç ve bitki ilaçlamasında yoğun olarak kullanılan, böcek ve haşereleri yok etmek için kullanılan madde olan pestisit yumurtaları etkiliyor. Ocak ayında domates yemenin marifet olmadığını belirten Şatıroğlu, “Her ürünü zamanında ve doğal yemeliyiz” dedi. Ağrılı adet görenlerin hekim kontrolünden geçmesi gerektiğinin altını çizen Şatıroğlu, ağrılı adet görenlerin ve cinsel ilişkide ağrı çekenlerin endometriozisin en büyük belirtisi olduğunu ve tedavi edilmezse kısırlık yapabileceği vurgusunu yaptı.
aktifhaber

Anne Babalar Bu Katkılara Dikkat!
06 Nisan 2008

Şekerlemelerde kullanılan katkı maddelerinin çocukların beynine benzinde bulunan kurşun kadar zarar verdiği ortaya çıktı

İNGİLİZ bilim adamları, özellikle şekerlemelerde kullanılan katkı maddelerinin çocukların beynine benzinde bulunan kurşun kadar zarar verdiğini ortaya çıkardı. Southampton Ünversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre yiyeceklerde bulunan yapay renklendiriciler ve katkı maddeleri, çocukların IQ seviyesini yaklaşık 5.5 puan düşürüyor. Bu oran, Türkiye'de kullanımı 2004'te yasaklanan normal benzindeki kurşuna maruz kalan çocukların beynine verdiği hasara neredeyse eşit...

Sinir krizi yaratıyor

Bilim adamları, E110 ve E102 maddelerinin de çocuklarda sinir krizleri gibi davranış bozukluklara sebep olduğunu belirledi. İngiliz Gıda Standartları Bürosu'nun karşıladığı 1.5 milyon dolarlık bütçe ile yürütülen çalışmada, yedi ayrı katkı maddesinin yerine doğal renklendiricilerin kullanılması tavsiye edildi.

Kola da araştırılacak

Bunun üzerine Gıda Standartları Bürosu, gelecek yılın sonuna kadar bu katkı maddelerinin altısının yasaklanması için gıda üreticileri ile görüşmelere başladı. Çoğunlukla gazlı içeceklerde kullanılan E211 maddesi içinse araştırmalar devam ediyor. Gelecek hafta toplanacak olan komisyon da gerekli düzenlemelerin yapılması için sağlık bakanlığına resmi tavsiyesini bildirecek. Belirlenen katkı maddeleri Türkiye'de satılan gıdalarda da bulunuyor.

BİZDEKİLERDE DE VAR

Actiononadditives.com sitesinde hangi ürünlerin bu katkı maddelerini ihtiva ettiğini yayınlayan Southampton Üniversitesi'nin listesinde Türkiye'den de Kent Gıda'nın Bonibon'u, Eti'nin Cin'i ve Puf Kek'i gibi ürünler var. Kent Gıda'nın Jelibon ve Bonibon ürünlerinin arkasında, 'E' isimli katkı maddelerinin bulunduğu belirtilirken, Eti'nin ürünlerinde bu bilgiye rastlanmıyor. Kent Bonibon'da çocukların sinir krizi geçirmesine neden olan E102 Tartrazine maddesi, Kent Jelibon'da ise çocuklarda zeka geriliğine sebep olan E129 Allura kırmız maddesi bulunmakta.

İşte yasaklanması önerilen maddeler

* Tartrazin (E102)

* Kuinolin Sarısı (E104)

* Günbatımı Sarısı (E110)

* Carmoisine (E122)

* Ponceau 4R (E124)

* Allura Kırmızı (E129)

* Sodium benzoate (E211)

vatan

Et ve kuru besinlerdeki kimyevî maddeler; anne karnındaki bebeğe kanser bulaştırıyor
28 Nisan 2008

Kanserojen bazı maddelerin küçük miktarlarına maruz kalmanın bile kanser gelişimini tetikleyebileceği bildirildi.
Nutritional and Environmental Medicine Dergisi'nde yayınlanan ve Liverpol Üniversitesi'nde hazırlanan bir araştırma raporunda özellikle çocuklar ve genç erişkinlerin çevresel kirleticilere duyarlı olduğu belirtildi. Liverpol Üniversitesi'nden Prof. Vyvyan Howard, organik klor bileşikleri gibi kalıcı organik kirleticilerin besin zinciri içine girerek insanları etkileyebileceğini dile getirdi. İnsanların organik klorlu bileşiklere özellikle et ve kuru besinler gibi yiyecekler aracılığı ile mâruz kaldıklarının belirtildiği yazıda kalıcı organik bileşiklerin plasentayı geçerek, anne karnındaki bebeği de etkileyebildiği, benzer şekilde anne sütüne de geçerek, anne sütü emen bebekleri etkileyebildiği ifade edildi. Sentetik pestisidler ve organik klorlu bileşikler gibi çevresel kirleticilerin meme kanseri, testis kanseri ve prostat kanseri gibi hormonlarla ilişkili kanserlerin oluşumunu kolaylaştırabileceği düşünülüyor.
netgazete

Cips mi, yoksa zehir mi yiyoruz?
27 Ekim 2008
Çocukların vazgeçilmezi, büyüklerin eğlencesi. Cips yemek yağ içmekten farksız diyen uzmanların uyarısını okuyunca ağzınız açık kalacak.
Özlem Kamer'in haberi

Cips yemek yağ içmekten farksız diyen uzmanlar, kanserden obeziteye, diyabetten alzheimere kadar birçok hastalığa neden olduğunu vurguluyor.

Baharatlısı, peynirlisi, bifteklisi, ketçaplısı ve daha birçok çeşidi ile büyük küçük herkesi tavlıyor. Her damak tadına uygun bir çeşidi bulunuyor, yedikçe yemek isteniyor. Böyle çok sevilen bir ürünü vücudumuz ise, hiç hem de hiç sevmiyor. Kanserden obeziteye, diyabetten alzheimere, kısırlıktan parkinsona birçok hastalığa sebep oluyor. Cipsin sağlıksız ürünlerin başında geldiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr. Cemal Aytaç Ak, yağ ve tuz oranı göz önüne alındığında cipslerin tehlikeli yiyecekler kategorisine girdiğini söyledi.

Pakete 'öldürür' yazılmalı

Cipsin içinde, akrilamidin bulunduğunu kaydeden Ak, "Bu, kimyasal plastik sanayide kullanılan, sigaranın da içinde bulunan ve kansere neden olduğu düşünülen bir maddedir. Nitekim birçok tüketici derneği cips paketlerinin üzerine sigarada olduğu gibi 'Cips öldürür' ibaresinin yazılmasını savunmaktadır" diye konuştu.

Yılda 70 bin ton tüketiliyor

* Ülkemizde 2007'de 70 bin tonluk cips tüketimi gerçekleşti.
* Cips pazarının büyük bölümü ABD firmalarına ait.
* Türkiye'de satılan çerezlerin yüzde 25'i süpermarketlerde satılıyor.
* Sektörde 11 tane uluslararası marka bulunuyor. Bu markaların yanı sıra yerel markalarda var.
* Dünyada her yıl 36 milyar paket patates cipsi satılıyor.
* Türkiye'de cipse ayrılan para 700 milyon dolar.

Aklınızda bulunsun

* Cips paketlerine basılan azot gazı sağlığa zararlı mıdır?
Gıda Güvenliği Derneği (GGD): Hayır, değildir. Azot gazı kullanılmasının amacı mikroorganizma üremesini engellemektir. Azot gazı 24-48 saat içerisinde ürün içinde kendiliğinden ortadan kalkar.

* Cips paketlerinin bazısının üzerinde domatesli, bazısının üzerinde ise domates aromalı yazıyor. İkisinin arasındaki fark nedir?
GGD: Cips ambalajının üzerinde domatesli, peynirli ya da fıstıklı çerez yazıyorsa, içeriğinde mutlaka domates, peynir ya da fıstık olmalıdır. Aromalı cipslerde ise gıda maddelerinin doğal hali ürün içinde bulunmaz.

Anneden bebeğe geçiyor

Cipsin, patates ve mısırın yüksek oranda yağ çekerek kızartma işleminden geçmesiyle hazırlandığını ifade eden Cemal Aytaç Ak, cipslerin; hacmi küçük ve kalorisi yüksek, oldukça sağlıksız ürünlerin başında geldiğini kaydetti.

Obeziteye neden oluyor

İçeriğinde bazı ülkelerde yasaklanan trans yağların bulunduğunu da vurgulayan Cemal Aytaç Ak, cipsin içindeki trans yağların zararlarını şöyle anlattı: "Bu yağlar obezite, diyabet, koroner kalp hastalığına neden olmakta. Trans yağların ayrıca kanser, kısırlık, karaciğer fonksiyon bozukluğu, alzheimer ve parkinson gibi hastalıklara sebep olduğuyla ilgili birçok araştırma mevcut. Bu yağları çok tüketen emziren kadınların sütüne geçtiği de kanıtlanmıştır. Trans yağlar, iyi kolestrol seviyesini düşürürken kötü kolestrol seviyesini de tırmandırmaktadır. Ayrıca kandaki yağ oranını da yükseltmektir."
takvim

12 Haziran 2009
'Terminatör' tohumlara karşı uyarı: Yasayı geri çekin!


http://www.dunyabulteni.net/images_1/other/tofaciklama.jpg


Tüketici Örgütleri Federasyonu (TÖF), genetiği değiştirilmiş tohumların Türkiye'ye girişini serbest bırakarak, tarım yapılmasını sağlayacak yasa tasarısına karşı harekete geçti.
Kadıköy'deki Tarım İl Müdürlüğü önünde, ellerinde "GDO'ya Hayır" ve "Yaşam Patentlenemez" yazılı pankartlarla bir basın açıklaması yapan Tüketici Örgütleri Federasyonu başkanı Fuat Engin, hükümetten genetiği değiştirilmiş ürünlerin ekimine izin veren yasa tasarısını acilen geri çekmesini istedi.

Bağdat Caddesi üzerindeki Tarım İl Müdürlüğü önünde, genetiği değiştirilmiş 'kare karpuzlar' ve 'canavar domates' resimleri ile doğal yollarla yetiştirilmiş meyve ve sebzeler yanyana yer aldı.

Bakanlığın yasa tasarısını savunurken, "bebek mamalarında kullanılmayacak" ifadesini kullanan hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'i eleştiren Fuat Engin, "GDO'lu besinleri tüketen anneler gördüğünde, emzirdiği bebek zarar görmeyecek mi? Bu nasıl bir çelişkidir?" ifadelerini kullandı.

Avrupa Birliği'nin reddettiği, sadece Amerika'nın bazı bölgeleri ile birkaç Latin Amerika ülkesinde ve üçüncü dünya ülkelerinde ekimine izin verilen bu tohumların insanlarda alerjik reaksiyonların ve toksinlerin artması gibi etkileri olduğunu hatırlatan Engin, GDO'lu tohumların ekildiği toprakların daha sonraki 15 yıl boyunca normal tarımda kullanılamadığını da hatırlattı.

Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

"GDOlu tohumlar kısırdır. Bu terminatör (kısır) tohumların ekiminin tarımda ilaç kullanımını azalttığı, verimi artırdığı yaklaşımı ise sadece masaldır.
GDOlu tarım, kendi dışındaki tüm tarım şekillerini ve özellikle biyolojik tarımı yok eden totaliter bir tekniktir. Bu nedenle de GDOlu tohumların ülkemize girişini serbest bırakacak yasa çıkarılmamalıdır. GDOlu tarımın önü açılmamalıdır.

Gelecekte ekolojik yaşama ve insanlığa ne kadar bedel ödeteceği belli olmayan, sistemi tümüyle değiştirebilecek, çıkaracağı sağlık problemleriyle dünyanın düzenini bozacak GDOlu ürünlerin üretilmesini kesinlikle istemiyoruz. Bu tohumların/ürünlerin Türkiye'ye sokulması önlenmelidir. Sosyal devletin birinci önceliği tüketicinin sağlık ve güvenliğini korumak olmalıdır. Konuyla ilgili yasa çalışmalarına derhal son verilmelidir.

BASIN AÇIKLAMASI ÖNCESİ GERGİNLİK

Öte yandan, TÖF tarafından İstanbul Tarım İl Müdürlüğü önündeki kaldırımda yapılmak istenen GDO karşıtı eylem, müdürlükteki bazı görevlileri rahatsız etti. "Tabelamızın önünde açıklama yapamazsınız" diyerek konuşmayı engellemeye çalışan İl Müdürlüğü yetkilisi, kameraların devreye girmesi ile uzaklaşmayı tercih etti.

Basın açıklamasını meraklı gözlerle izleyen vatandaşların ise konu hakkında neredeyse hiç bilgi sahibi olmaması dikkat çekiciydi.
dünya bülteni

05 KASIM 2009
'Genetik' müdahale mide bulandırdı

Tarım Bakanı, 'ithalatına denetim getiriyoruz' dedi ama yönetmeliğin 5. maddesi öyle demiyor. Bebek maması dışındaki ürünler DNA'sıyla oynandığı halde piyasaya sokulabilecek, ancak sağlığa zararı tespit edilirse toplanacak. Üstelik genetiği değiştirilmeyen ürün etikette yer almayacak

'Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın (GDO) ithaline olanak veren yönetmeliğe tepki yağıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, 26 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmeliğin yasal düzenleme öncesindeki ilk adım olduğunu, ithalatı denetim altına almayı amaçladıklarını savundu. Ancak ziraat ve gıda örgütleri tam 800 çeşit gıda ürününde bulunan GDO'nun suç dosyasını açıkladı.
Yönetmelikte yer alan GDO'lu ürünlerin piyasaya girmeden denetlenmeyeceği, girdikten sonra sağlığı tehdit eden bir unsuru olursa toplanabileceği büyük tepki topladı. İkinci büyük tepki de GDO'suz ürünlerin bunu etiketlerinde belirtemeyecekleri, yani vatandaşın doğal ürünün hangi olacağını anlayamayacağı.

TARTIŞMALI 5. MADDE

Yönetmeliğin en tartışmalı bölümünü, 5 madde oluşturdu. Yönetmelikte, sadece GDO'lu bebek mamaları kesin bir şekilde yasaklanırken, diğerleri için esneklik sağlandı. Piyasaya sokulan GDO'lu bir ürünün, ancak insan veya hayvan sağlığı açısından olumsuzluğu tespit edildiğinde gerekli önlemlerin alınması hükme bağlandı. Buna göre, gıda ve yem işletmecisi, GDO'lu bir ürünün zararı tespit edildiğinde gerekli sağlık ve çevre önlemlerini alarak, hemen bakanlığı bilgilendirecek, söz konusu gıda veya yemi de piyasadan çekecek. Bu da ürünün piyasaya girmeden değil, girdikten sonra denetlenmesini öngördüğü için tartışma yarattı. Türk insanının kobay olarak kullanıldığını belirten meslek örgütleri, bakanlığı topa tuttu.

MISIR, SOYA VE PAMUK ALDIK
Yönetmelikte, GDO'suz gıda üreten firmaların, bunları sattıkları ürünlerin etiketinde belirtilmesi de yasaklandı. GDO lehine olan bu düzenleme de büyük tartışma yarattı. Yönetmelikte, 'GDO'suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO'suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz' denildi.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, GDO'lar kapsamında düşündürücü bir rapor hazırladı. Raporda, 1998 yılından bu yana, hiçbir sınırlamaya tabi olmadan milyarlarca dolarlık GDO'lu ürün Türkiye'ye girdiği vurgulandı. İthalatın büyük kısmının ABD ve Arjantin'den yapıldığı belirtilen raporda, Türkiye'nin mısır, pamuk ve soyalı GDO'lu ürün aldığı belirtildi.

800 ÇEŞİT GIDADA VAR

Türkiye'nin 2008 yılı itibarıyla 382 milyon dolara ulaşan mısır ithalatının yüzde 62.2'sini ABD'den yaptığına dikkat çekilen raporda, soya ithalatının da ABD, Arjantin ve Brezilya'dan gerçekleştiği vurgulandı.
Raporda, GDO'lu mısır, pamuk ve soya ürünlerinin Türkiye'de işlendiği ve 800 çeşitten fazla gıda olarak tüketici sofrasına ulaştığı, bunun da hiçbir etiketleme yapılmadan satışa sunulduğu vurgulandı.

ANTİBİYOTİĞE DİRENCİ VE ALERJİYİ ARTIRIYOR

- Bağımsız araştırmalara göre, GDO'lu tohumlar, antibiyotiklere karşı direnç, ağır alerji, uzun süreli hayvan deneylerinde organ hasarı, organlarda küçülme, kan biyokimyasında bozulma, kısırlık, ölü doğum oranında ciddi artış, gelecek nesillerde boy ve tartı eksikliği gibi olumsuzluklara yol açtığı ortaya çıkarıyor.
- Bitki hücresine yerleştirilen her gen bir protein üretmektedir. Bu proteinler bugüne kadar insanın besin zincirinde yer almayan, her biri alerji yapabilecek potansiyele sahip kimyasal maddelerdir. Nitekim soya fasulyesine karşı alerjisi olmadığı halde 'raundupR' isimli herbiside dirençli soya fasulyesine alerjik olan insanlar vardır. Bu tür alerjilerle ilerde çok daha fazla karşılaşılacaktır.
- Bu yabancı genlerin sindirim sisteminde tümüyle metabolize edildiği iddia edilirdi. Gerek hayvan deneylerinde gerekse de insan çalışmalarında bu yabancı genlerin bazı fragmanlarının veya tümünün bozulmadan kalın bağırsağa kadar ulaşabildiği hatta kalın bağırsaktaki bakterilerin içine girip bakterilerin genetik yapısını değiştirdiği ve genin üretmekle yükümlü olduğu proteinin (toksin ya da herbisit direnci) üretildiği saptanmıştır.

FARELER ARTIK ÜREYEMİYOR

- Her ne kadar GDO'ların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmese de hayvanlar üzerindeki etkileri belirlendi. İskoçya Rowett Enstitüsü'nden Dr Arpad Pusztai'nin GDO patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma görülmüştür.
- Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı'nın finansmanı ile Viyana Üniversitesinin geçen yıl yaptığı bir çalışmada ise GDO gıdalarla beslenen farelerin üç, dört nesil sonra büyük ölçüde üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlenmiştir.

TÜRKİYE'NİN PAMUĞU DAHA VERİMLİ

- GDO, tarımda verimi artırmıyor. Türkiye'nin pamuk verimi, Arjantin'den yüzde 65, ABD'den yüzde 30, Monsanto'nun adeta pamuk üssü haline gelen Hindistan'dan ise yüzde 60 daha fazladır. GDO'suz tohumla üretim yapan ülkemizin verimi diğer tüm ülkelerin üzerindedir. Dolayısıyla GDO'nun verimi artırdığı ve dünya açlığına çare olacağı söylemleri kesinlikle doğru değildir.
- GDO ürünlerin yüzde 88'ini Kuzey ve Güney Amerika'daki yalnızca 600 bin çiftçi büyük çaplı endüstriyel çiftliklerde yetiştirmektedir.

Ebru TOKTAR ÇEKİÇ / ANKARA
Akşam

Günden Güne Zehirleniyoruz
14 Aralık 2009

Vücudumuz artık çevremiz gibi kirlenmiştir ve artarak devam eden bu kirlenmeden korunmak gerekir.

Kimyasallar, yaşadığımız dünyada sürekli ve hızlı bir şekilde artıyor. Buna bağlı olarak her gün yeni sağlık sorunları ortaya çıkıyor, günün telaşı içinde farkına bile varamıyoruz. Sağlık ve çevre kirlenmesinin yarattığı tehlikeler konusunda yazılmış ‘acil ve önemli’ başlıklı yüzlerce rapor, sadece ilgili bilim adamları, sağlık kuruluşları ve devlet kademelerindeki önemli kişilerce okunuyor. Diğer yandan toplumun çoğunluğu, magazin, ekonomi ve politik haberler keşmekeşi arasında, binlerce kimyasal maddeyle kucak kucağa yaşıyor.

Aşırı derecede toksik (zehirli) yüzlerce ve binlerce sentetik kimyasal çevremizi tümüyle sarmış durumda. Üstelik her gün buna endüstri artığı toksik metal artıklar ekleniyor. Sadece Birleşik Amerika’da milyarlarca kilogram sentetik kimyasal üretiliyor. Her 10 yılda bir üretim miktarı ikiye katlanıyor. Bu rakamlar, kontrolün elden kaçtığını açıkça gösteriyor. Kimyasal tarım ilaçları, koruyucular, katkı maddeleri vs... Bütün bunları yiyoruz, ciğerlerimize çekiyoruz, bu toksik maddelerle kirlenmiş topraklardan gelen suları içiyoruz. Kozmetikler, temizlik malzemeleri, döşemeler, halılar, yüzme havuzları ve parklar yoluyla toksik maddeleri vücudumuza alıyoruz. Şimdi bir gerçeği hatırlayalım: İnsan vücudu, bütün bu kimyasallara direnç gösterecek şekilde dizayn edilmemiştir ve yaratılmamıştır.

Vücudumuz, kendisine yabancı olan bu toksik maddelerin çoğunu dışarı atar. Ancak kimyasalların bir kısmı içeride kalır ve birikerek çoğalır.

Kısacası, vücudumuz artık çevremiz gibi kirlenmiştir ve bu kirlenme artarak devam edecektir. Bu birikim sonucu, ileri yaşlarda karşılaşılması gereken diyabet ve kalp hastalığı gibi dejeneratif rahatsızlıklar çok daha genç yaşlarda ortaya çıkıyor. Hatta çocuklarda dahi kronik yorgunluk sendromu, otizm, alerji ve kimyasallara hassasiyet gibi yeni hastalıkların belirmesine sebep oluyor.

Bu yazı dizisiyle, okuyucularımızı bir nebze olsun aydınlatmaya ve nelerden nasıl korunmak gerektiğini anlatmaya çalışacağım.

ZEHiRLi KiMYASALLAR

Halojen maddeler
Bu gruptaki kimyasallar, flor, klor, iyot ve brom ile bunlardan üreyen çok kompleks yapıya sahip bileşiklerdir. Örneğin klorin bileşikleri, böcek ilaçları ve öldürücü savaş gazı olabileceği gibi sulardaki bakterileri öldürmek amacıyla suya konulan bir dezenfektan olarak kullanılabilirler. Son derece zehirli gaz olan flor, 2’inci Dünya Savaşı sırasında nükleer bomba ve nükleer enerji projelerinde kullanıldı.

Halojenler, bazı sentetik maddelerle birleşince hücre yeteneksizliğine sebep olan çok tehlikeli bileşikler haline gelir. Kansızlık, kemik hasarı, yüksek kolesterol, hormonal dengesizlik, kanser, beyin hasarı, depresyon, cilt incelmesi, çocuklarda hiperaktivite, şişmanlama veya zayıflama, kalp aritmisi, bağışıklık sistemi zayıflığı, böbrek hasarı, kısırlık ve halsizliğe neden olur.

Benzin, diş macunu, boyalar, dezenfektan ve temizlik ürünleri, böcek ilaçları, ilaçlar (ilaçların büyük çoğunluğunda klor vardır), fotoğrafçı malzemeleri, yapıştırıcılar, mürekkepler, vinil zemin döşemeleri, kurşun ilave edilen yanıcı maddeler, karbonsuz kopyalama kağıtları ve yüzey kaplama malzemelerinde kullanılırlar.

ORGANİK FOSFAT BİLEŞİKLERİ
Sentetik olarak üretilen bu kimyasallardan bir kısmı 2’inci Dünya Savaşı sırasında ‘sinir gazı’ olarak kullanıldı. Halen birçok sanayi dalında, hatta ilaç ve yiyecek maddeleri üretiminde kullanılıyor.

Laboratuvar analizlerinde üzerine böcek ilacı sıkılmış birçok gıda maddesinde organik fosfora rastlanıyor. Bu bileşiklerin neden olduğu rahatsızlıklar arasında, depresyon, konsantrasyon bozukluğu, kaygı bozukluğu, dikkatsizlik, ilgisizlik, alınganlık, paralize, hafıza kaybı, konuşma bozuklukları ve aşırı yorgunluk yer alıyor.

Lastik ve benzin katkı maddeleri, sentetik yapıştırıcılar, hayvan büyütme destekleyicileri, yağlama yağları, bit-pire ve alzheimer’da kullanılan ilaçlar, böcek ilaçları, büyükbaş hayvan çiftliklerinde bulunurlar.

KARBAMAT İÇEREN MADDELER
Metabolizmayı etkileyerek enerji seviyesini düşürdüğü için hayvan çiftliklerinde büyümeyi teşvik edici madde olarak tüketilir. İlaç sanayinde, anti-tiroid etkisi nedeniyle tiroid fonksiyonlarını yavaşlatmak amacıyla kullanılır. Organik olarak yetiştirilmeyen ürünlerin depolama yerlerinde, hasattan sonra mantar oluşumuna mani olmak amacıyla, patates, domates, fıstık, turunçgillere bol miktarda atılan karbamatlar önemli bir risk teşkil ederler.

Böcek ilaçları, mantar ilaçları, sigara ve puro, suni lastik ve hayvan büyümesini teşvik eden maddelerde bulunurlar.

ÇÖZÜCÜLER (SOLVENTLER)
Sanayide çok yoğun miktarda kullanılırlar. Yağların çözünmesi ve akıcılığının azaltılması, petrol mamüllerine katkı maddesi, birçok tuvalet temizlik malzemesi, gıda maddesi paketleri veya yer cilası gibi yüzlerce maddenin üretiminde solventlerden yararlanılır.

Hafıza kaybı ve alzheimer, solventlerin sebep olduğu hastalıklardandır. Deterjanlar, yer cilaları, lateks, parfümler, reçine, sentetik lastik, tuvalet eşyası, traş losyonu, kuru temizleme likitleri, ev haşere ilaçları, gıda ambalajında kullanılan metal folyolar (yoğurt vs.), polistrenden mamul kaplar, tabaklar ve paketler, cilt bakım ürünleri, krem ve rujlarda kullanılır.

EV BOYALARINDAKİ KURŞUN
Eski boya ve sıvalarda bulunan kurşun, ciddi sağlık problemlerine sebep olabilir. Evde yapılacak olan yenileme işleri sırasında, eski boyalar kazınırken çok dikkatli olmak gerekir. Eski boyalarda bulunabilecek kurşun, özellikle çocuklarda kurşun zehirlenmesine neden olabilir. Bu nedenle çok dikkatli olunmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır.

Kurşun zehirlenmesi belirtileri çocuklarda, hiperaktivite, davranış bozukluğu, kavrama güçlüğü şeklinde görülebilir. Kurşun zehirlenmesi, ileri yaşlarda kansere sebep olabilir. Zamanla vücutta toplanan kurşun kelasyon tedavisiyle elimine olunabilmektedir.

PLASTiK VE PLASTiK YAPICI MADDELER
Plastik maddelerin kullanım alanları, her geçen gün biraz daha genişliyor. Günümüzde plastikler, en fazla çevre kirliliği yaratan maddelerin başında geliyor.

Plastiği yumuşak hale getiren katkı maddesi ‘Fitalat’ adlı kimyasal, oda sıcaklığında buharlaşır ve belirgin bir koku yayar. Plastik katkı maddelerinin bir kısmı, vücutta metabolize olabilmesine karşın, vücutta birikmesi halinde hormonal sorunlar yaratırlar.

Plastiklerin arasında en zararlı olan PVC’dir. Çevreye ömür boyunca dioksin yayılmasına neden olur. Dioksin, göğüs, prostat ve bağışıklık sistemi kanserleri, hormonal dengesizlikler (tiroid ve kısırlık), yüksek kan basıncı, kalp hastalıkları, obezite ve kronik yorgunluk sendromu gibi hastalıkların sebeplerinden kabul edilmektedir.

Plastikler, su boruları, mürekkepler, plastik şişeler, sentetik lastik ve plastikten mamulü ürünler, suni deri, su geçirmez kaplamalar, deterjanlar, petrolden üretilen temizlik maddeleri, su ve yağ esaslı boyalar, karton kaplamalar, metal ve alüminyum kutu kaplamaları, temizlik maddeleri, ev haşere ilaçları, kozmetik, parfüm, şampuan, saç ürünleri ve tırnak cilaları, makine halısı sırtı, yapıştırıcılar, plastik kap içinde veya plastik örtü ile örtülmüş gıda maddelerine kadar geniş bir yelpazede kullanılmaktadır.

HER YIL 250 BİN ÖLÜM
Bir ürün satın alırken, neyin ‘güvenli’ neyin ‘riskli’ olduğuna karar vermek tüketiciye düşüyor. Hazır yiyeceklerdeki kimyasal katkı maddelerinin, böcek ilaçları kadar toksik olduğunu iddia ederler. Bu abartılı düşünce tarzlarına rağbet etmeden, toksititenin dereceleri hakkında fikir ve bilgi edinmek önemlidir.

Toksik maddeleri vücudumuza genelde, cilt, solunum ve ağız yoluyla alırız. Cildimize değen her kimyasalın vücudumuza alındığını, kanımıza ulaştığını aklımızdan çıkarmayalım.

Şayet cildimizde daha önceden oluşmuş yanık, kesik veya iltihap gibi oluşumlar varsa, kimyasalların kana geçişi çok daha süratli ve kolay olur. İçecekler ve yiyecekler yoluyla, o kadar çok çeşitli toksik maddeyi vücudumuza alırız ki, ölüme varan zehirlenmeler oluşabilir. İstatistik rakamları, her yıl dünyada 3.5 milyon kişinin zehirlendiğini ve bunların 250 binden fazlasının ölümle sonuçlandığını gösteriyor.

Ağız yoluyla alınan toksik maddeler dil, mide, bağırsaklar ve tüm sindirim sisteminin öğelerince emilir. Bu organlarda daha önceden oluşmuş ülser, iltihaplanma gibi sorunlar varsa kimyasalların vücudumuz tarafından emilimi daha kolay olur. Ağız ve burun yoluyla akciğerlerimize çektiğimiz kimyasallar ve katı tanecikler ağız yoluyla alınanlara oranla daha zararlı olabilir. Toz parçacıkları akciğerleri tıkarken, gaz halindeki toksik kimyasallar kolayca emilip kana geçerek beyin, kalp, karaciğer ve böbrek gibi hayati önem taşıyan organları zarara uğratır. Bronşit, astım vs gibi akciğerlerinde sorun olan kişilerde bu durum daha kötü sonuçlar doğurabilir. İçlerinde kimyasal madde olan (temizlik maddeleri gibi) ürünlerin kapakları sıkıca kapatılmalıdır. Kapakları kapalı olanların bile ne kadar koku çıkarttığını evinizde veya markette test edebilirsiniz.

ALTERNATİF DOĞAL ÜRÜNLER
Kimyasal ürünlerin yarattığı risklerden korunmak için doğal ürünlerden yararlanabilirsiniz:
Beyaz sirke; iyi bir temizleyicidir, marketten alabilirsiniz.
Hidrojen peroksit; ağartıcı alternatifidir, eczanede bulabilirsiniz.
Limon suyu; iyi bir temizleyicidir, taze limondan sıkabilirsiniz.
Pişirme sodası; sodyum bikarbonat, iyi bir temizleyici ve koku gidericidir, marketten alabilirsiniz.

Sıvı sabun; deterjan ve temizleme malzemelerine alternatif olup marketlerde satılmaktadır.

Sünger taşı; kir çıkartıcı olup, marketten veya pazardan temin edebilirsiniz.

Boraks; iyi bir dezenfektandır eczanelerde veya markette bulabilirsiniz.
Trisodyumfosfat; iyi bir temizleyicidir, kimya malzemesi satan dükkanlarda bulunmaktadır.

Sodyum perborat; alternatif ağartıcı maddedir, kimya malzemesi satan dükkanlardan sorabilirsiniz.

Çamaşır sodası; sodyum karbonat, iyi bir temizleyicidir, markette bulmanız mümkün.

Doğal esans yağları; bitkilerden elde edilir, sentetik koku maddelerinine alternatiftir. Doğal ürün satan mağazalarda, aktarlarda bulunur.

Uluslararası Çevre Çalışma Grubu’nun (Enviromental Working Group of Commenwealt) araştırmasında, insan vücudunda 167 farklı kimyasal maddeye rastlandı. Bunlardan 76’sı kanserojen, 94’ü beyin ve sinir sistemi için toksik, 79’u da doğum sakatlığı ve anormal gelişime sebep olacak kimyasallardı. Bu kötümser manzaraya rağmen, kullandığımız, yediğimiz ve içtiğimiz ürünleri bilinçli şekilde seçerek, bunu tehlikeyi aşabiliriz.

TESTLER YETERSİZ
Dünyada her yıl, 85 bin farklı sentetik madde üretiliyor. Ve her yıl bin adedin üstünde yeni sentetik madde bunlara ekleniyor. Üretilen bu kimyasal ürünlerin bir kısmı güvenli olmakla beraber, büyük bölümü güvenlik testleri yapılmadan pazara veriliyor.

İstatistiklere göre, sadece Amerika’da 2001 yılında 400 milyon ton kimyasal üretildi. Amerika Çevre Koruma Ajansı (EPA), bu kimyasalların yüzde 82’sinin insan sağlığı için toksik (zehirli) olduğunu açıkladı.
Amerika Ulusal Araştırma Birliği, ülkede kullanılan böcek ilaçlarının (pestisid) sadece yüzde 10’unun, medikal ilaçların ise sadece yüzde 18’inin insan sağlığı için zararlı olup olmadığının test edildiğini bildirdi.
aktifhaber

İthal Bereketli Tohum
Muzaffer İzgü
www.acikistihbarat.com
12.03.2010

Otobüste yan yana gidiyoruz. Giysisinden köylü olduğu belli. Uyudu, uyandı, pofladı, sigara üstüne sigara yaktı. Bana sundu, konuşmaya başladık.

- Eh, dedim, ekim dikim nasıl bakalım?

- Sorma, dedi, heç sorma gardaşım, gırtlağa kadar borç içindeyiz.

- Ne ekiyorsunuz? diye sordum.

- N'olacak, buğday, dedi.

- Buğday ürünü bu yıl iyiymiş, dedim.

- Ah gardaşım, ah, eyi olsa n'olacak, kötü olsa n'olacak, borç anacık surda. Bilmezsiniz başımıza gelenleri, belli ki şehir yerindensin.

Anlayabilmen için dur sana baştan anlatayım.

Güzel gardaşım, civan gardaşım, derler ki köylü milleti heç bi yeniliği istemez, hep dutucudur, hep geri gafalıdır derler.

Şimdi sen dinle de bak, dutucu olmayacan da ne yapacan?

Ne bi yenilik geliyorsa, köylünün başına da bin türlü haltlar geliyor. Söylemesi sevap, getirdiler gardaşım buğdayı, dediler ki, ha bakın, bu yeni buğdaydır ha, bir ek kırk al ha, harmanı yığ, evi, depoyu doldur ha, goynuna binleri kat ha... Köyde bi ben direnirim, bi istemiyen benim, amma evlatlar ah o evlatlar yok mu, iki güne bir gelirler:

"Babaa, Garabacakları n Mısdolar da ekecekl ermiş."

"Babaa, heç ummadığın Gâvır Osman'ın Helmi'ler de ekecekl ermiş."

"Lan babaaa, fırsatı kaçırmıyak, sona başımızı daşdan daşa vururuz, amma bir feyda etmez."

E gardaşım, gel de sen bu gadar lafa dayan. Govarım hepsini başımdan, bu kez evdeki körolası avrat başlar:

"Herif eyiden eyiye bonadm ha," demi-ye.

"Bi ekiyormuşsun, kırk alıyomuşsun. Sen zatime bi lokmaynan bi hırkaya alışmışsın. Amma oğlanlar büyüdüler, geldiler, ev isterler, avrat isterler, bark isterler, aklını başına topla, he de şu işe."

Ben bağırırım:

"Lan get avrat başımdan vallaha elimden bi gaza çıkacak."

Biz böyle köy yerinde direnirkene, bi duymayayım mı köyde benden başka kimse galmamış, herkesler bu buğdaydan savurmuş tarlasına. Köy yerinde geziyorum, laf atan atana:

"Aha bakın eşşek geçiyor ha!" diyorlar. "Eşşeğin önüne hoşafı goysan ne yapar, suyunu içer denesini bırakır. Bunun önüne de te nerdeki yerden tene getirmişler gomuşlar, amma bu illakim su içecem deyi tutturmuş... Lan oğlum bu herifde heç akıl yok."

Sonunda bir öğle üzeri oğlanlar geldiler ki hışımlı,

"Baabaaa, dediler, babalığını bil. Biz milletten aşağı mı galacağız? Biz de ekeceğiz. Madem gâvır göndermiş bu buğdayı bize, kötü olsa heç gönderir miydi? Eyi ki göndermiş. Son kez diyoruz ki bize izin ver."

Napacan ki gardaşım, verdim izini gitti. Oğlanlar sevinçle tarlayı ektiler.

"İçiniz sincik rahat mı lan?"

"Rahat buba..."

Onların içi rahat amma benim içim rahat değil. Biliyorum sonunda bi cılklığın çıkacağını amma hangi cılklığın çıkacağını bilmiyorum. Aradan şöyle "biraz zaman geçti, gardaşıma deyim köyde bir haber:

"Lan bu buğdaya n'oldu ki çıkmıyor?"

Köylü deli dana olmuş tarla bayır geziyor, dikiyor topunu, yerden çıkmış buğday arıyor. Bi dene bulsalar şöyle çıkmış, bayram edecekler. Yok gardaşım, ilaç olsun yok.

Toplanıyor köylü:

"Lan eski buğday ne gadar zamanda çıkardı."

"Şu gadar zamanda çıkardı."

"E, bu niye çıkmaz?"...

Sonunda duttuk gasabaya adam saldık. Adam geldi, alı al, moru mor... Toplandık başına:

"De söyle lan Ziya, niye çıkmazmış bu bizim buğday?"

Ziya:

"Var ya," dedi, "on sene de beklesek bu buydağ çıkmazmış."

"Vaş babam, ne yapacakmışız ki lan?"

"Bundan atacakmışık... Nah bundan... Bundan atmadıktan kelli, dünyada çıkmazmış."

"Lan o da beleş mi?"

"Ne beleşi, kilosu nah şu gadar..."

Ne diyelim gardaşım, tohumunu beleş aldık, hadi verelim gübresine para dedik. Borç harç, kimimiz fayiz, aldık gübreleri, döktük tarlalara.

Millet gene dömelip durur tarlalarda, çıktı mı, çıkmadı mı?

Lan ne inatçı buğdaymış lan, çıkmaz ki çıkmaz. Eşiyoruz toprağı, çıkarıyoruz tohumu, tohum olmuş ühüü gocagan. Lan amman deli olmak işten değil. Haydi gene saldık gasabaya bi adam ki, adam akıllı. Muhtar getdi... Geldi ki yüzü gırk gat!

"Amanın muhtar yüzün niye gırk gat?"

"Ah ah komşular sormayın, biz yanlış gübre dökmüşüz, yanlış anlamış Ziya eşşeği, hah şu elimdeki gübreden dökecekmişik. Bunu dökmezsek var ya, elli yıl da beklesek buğday çıkmazmış."

Ne deyim ben size oğlanlar, Allah oğlanlar gibi boyunuz poşunuz devrilmeye, beni mafettiniz. Yok elde avuçda ki gardaşım, alasın, dökesin. Amma ne yapacanki, gine köycek borç harç aldık o gübreden de tarlalara döktük. Aradan bigaç gün geçdi, amanın nazlı gelinin pencereden gafa çıkarışı gibi bizim buğdaylar galalarını çıkardılar. Oh aman, köyde bi sevinç, bi çığrış bağrış, dersin hepimiz milyoner olmuşuz.

Bu sevincimiz bi hafta sürse ya, nerde gardaşım nerde. Biz buğday değil başımıza belayı berzak almışız. Bi hafta sona bi baktık, tarlalarda ekinlerin yanı sıra bi ot çıkıp gelir ki, sanki dersin biz oraya buğday ekmemişiz, ayrık ekmişiz.

"Lan aman köylüler bu ne hal ki?"

Amanın bir de deli ot ki, bir de iştahlı ot ki, nah buğday kaldı otların dibinde kibrit çöpü gadar, otlar oldu deynek gadar... Amanın mafolduk, amanın fücceten geldik...

Saldık birinci üyeyi kasabaya... Amanın... Adamın bi gelişi var, amanın tam pozgun, dersin dört yerinden yağlı gurşun yemiş, köye zor atmış gendini...

"Lan söyle hele Halil, ne otuymuş bu?"

"Su otu?"

"Çarası?"

"Nah bu ilaçdan atmazsak, tarlalarımız hafdaya galmaz mera olurmuş. At, eşşek, sığır, geçi, goyun, dana, heç bi hayvanat bu otu yemediği gibi, heç bi işe de yara-rnazmış. Yani sizin annıyacağınız mafolduk."

"E gardaşım demedin mi onlara, biz tarlalara ot tohumu atmadık deyi?"

"Atmadık amma o son atılan gübre, işte bu su otunu yaparmış."

Amanın ne halt edelim, nerelere gidelim, dövünek dizden olak, ağlıyak gözden olak, boşıyak garıdan mı olak?

Zor gardaşım zor, Allah kimsenin başına vermesin, köylü akıllıydı deli oldu. Herkes herkesnen gavga ediyor, midesi azanlar, bağırsağı düğümlenenler, gafası bozulanlar, evde dana boğazlar gibi çoluk çocuğu cığırdanak dövenler...

Amma ne yaparsan yap boşuna, alacan o ilacı dökecen tarlaya. Aldık gardaşım. Borç harç aldık o ilaçdan attık tarlaya..Otlar bigaç gün içinde sarardı soldu,boyun büktü toprak oldu..

Amanın ekinimiz, cici bici ekinimiz, sen bilin gayrı, galmadı bu yoksulların dayanacak gücü... Büyüyor, bin maşallah büyüyor.

Amanın bi böyüse de, biz vazgeçdik kârından, susundan busundan, sermayemizi gurtarsak. Çok geçmedi gardaşım, ya iki hafta ya üç hafta, Allah seni inandırsın tarlayı bi sinek bastı, köyü bi sinek bastı, amanın ağalar bu sinek de ne ki?

Lan ekinden mekinden vazgeçtik, bu sinek bizleri kör edecek lan... Ufacık gardaşım, beyaz desen değil, sarı desen değil, hatta ki sinek değil, acayip bi yaratık... Öldürüyon, elinin altında bini, bakıyon elinin üstünde iki bini, diri. Ekini bi sarmışlar, yürekler dayanmaz, nah en babayiğit adam ekinin o halını görse şakkadak düşer bayılır.

Salın ulan ikinci üyeyi gasabaya...

Saldık gardaşım. Adam getdi; geldi ki, yüzü dönmüş erik hoşafına. Pıh desen ölecek, dersin ince hastalığın dördüncü devresi, yüzü olmuş yumurta sarısı, bi dokun, bin ah dinle.

"Lan Murat, ne ki lan bu sinek, ha?"

Murat elinde bir torba sallar.

"Oğlum ne ki bu sinek afatı?"

Murat ha babam torbayı sallıyor.

"Lan ne var o torbanın içinde deyiverse-ne, dürzü!"

Ağzını kiraya vermiş sanki, dürzü... Icık ıcık konuştu:

"Sinek afatının devası aha bu torbadaki ilaç."

Amanın bi ilaç daha... Ne bilelim biz gardaşım, sincik biz o su otu mudur ne halttır, onu yok edelim diyerekten bi ilaç döktük ya, meğerkim bu ilaç su otuynan garışınca, bu sineği vaparmış.

"Eee?"

"Eee'si Allah!"

Ah gardaşım, millet düşdü fayize. aldık paraları, aldık ilaçları, dökdük tarlalara. Of aman, gurtulduk sinekten...

Ekinler büyüyor... Biz her sabah umutnan tarlalarımızın yolunu tutuyoruz, vazgeçdik sermayesinden, heç olmazsa yarısını gurtarsak. Eh gurtaracağız galiba. Ekinler baş dutmaya başladı. Başladı amma. niye bu başlar böyle ki. bir acayip, niye ki zayıf?

Bu böyle verirse değil bire gırk, bire bir almak bilem güç. Zaman da geçiyor mu bi yandan, çarasızız ki çarasız.

"Lan ne durur ki üçüncü üye, getsin gelsin hele bi gasabaya."

Saldık getti üçüncü üyeyi gasabaya. Nasıl gözlüyoruz Recep'in yolunu. Daha doğrusu Recep'in gendini değil de elini gözlüyoruz. Sürmeli Gaya'nm ardından çıktığında acep elinde bir torba olacak mı, yoksa olmayacak mı?

Akşama dek bekledik. A gâvırın dölü, a vicdansız, ulan biraz daha bekle, garanlıkda gelsene. Ne deyim gardaşım, bi çıkmasın mı Recep, Sürmeli Gaya'nm ardından, hem de elinde torbaynan. Bekleyenlerden üçü bayıldı, onlar ayıldı, üçü daha bayıldı, yedisi "Anaaa" diye bağırdı.

Belli, sinek için dökdüğümüz ilaç, kelle için zararlıymış. Kelleyi büyütmek için bu ilaçtan dökecekmişik. Off off, onu da döküyorsun, bu kez döktüğün başka bişi yapıyor.

"Lan Recep, sordun mu lan, bu torbadaki ilaç başka bişi yapmıyor muymuş lan?"

"Yapıyormuş... "

Hay gözün çıka, hay gara toprağa giresin, hay cinler şeytanlar çarpa, eğri ağaç gibi gidesin, insan şunu alıştıra alıştıra söyler, hayvan!

"Söyle lan ne yapıyormuş?"

"Bu ilacı tarla fareleri çok sevdiğinden, onları semirtiyormuş . Sona ver ediyorlarmış ekine..."

"Desene ki lan onun da ilacı varmış?"

Heç olmaz olur mu babam?

"He varmış, onu da alacakmışız..."

Nah alırız. Amanın gardaşım, biz bu ilacı da borç harç tarlalara dökdükden sonra ne gece uykumuz var, ne gündüz.

Bi çıktık ki fare avına, tarlalar dersin savaş alanı. Deyneği gapan tarlada... Eh millet çok sinirli, bazan da elindeki deynekle fareye değil, biribirine girişiyordu.

- Pekiyi, buğdayı alabildiniz mi? diye sordum.

- Yok, dedi, alamadık, arpa aldık.

- Anlamadım? diye sordum.

- Ah gardaşım ah, biz zatime baştan şüpelenmiştik, bakıp, bakıp, "Lan vallaha bu pek buğdaya benzemiyor" demiştik. Amma ne bilelim ki, "Belki ilk baştan böyle olur" dedik.

Meğer bize buğday tohumu yerine, arpa tohumu göndermişler, yaa... İşte bey.. Sorma bu yıl bizim köyün başına geleni...

Mısırözü yağlarında, GDO'lu mısır var

Prof. Dr. Atilla Aşkın, GDO'lu ürünler hakkında halkta yersiz korku ve endişeye yol açıldığını ileri sürdü. Mısır ve soya fasulyesi haricinde çok fazla bir riskin söz konusu olmadığını ileri süren "Bu ürünler bir milyon ton, iki milyon ton şeklinde yurda giriyor. Mıs
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Arl 14, 2008 11:51 pm    Mesaj konusu: KATKI MADDELERiNE DİKKAT! Alıntıyla Cevap Gönder

Türkler, 22. yüzyılı göremeyebilir
Kemal Özer
eposta@kemalozer.com
12.08.2009

Dünya nüfusu azalıyor. Yanlış okumadınız hakikaten dünya nüfusu azal(tıl)ıyor. Bununla beraber Türkiye’nin nüfusu da...

Dünya nüfusu ile ilgili yaşanan karmaşayı anlayabilmek için Henry Kissenger, Rockefeller Ailesi başta olmak üzere Unesco, Ford Vakfı, Carnegie Vakfı, Cloerance Gamble (Proctor & Gamble), Jonn Harvey Kellogg, Cleveland Dodge, Winston Chuechill, Maynard Keynes, Lour Arthur Balfour, Julian Huxley gibi kişi ve kurumları yakından tanımak gerekiyor.

Dünyanın yer altı ve yer üstü zenginliklerinin tümünde gözü olan ABD ve son yüzyılda bütünüyle ABD’nin kuklası rolüne bürünen İngiltere’nin dünya nüfusunu kontrol etme planını iyi analiz etmeliyiz.

Dünya nüfusunun istenen seviyenin üstünde olması durumunda ülkeler, kaynaklarını kendi halklarına pay etmek zorunda kalırlar. Yöneticiler buna yanaşmasa bile halk yöneticilere bunu yapmaya mecbur edebilir.

Sorun tam buradadır. Ülkelerin kaynaklarını daha rahat elde edebilmelerinin yolu nüfusu kontrol altında tutmak ve azaltmaktan geçtiğini çok iyi bilmekteler.

Torun John David Rockefeller, “BM Tarım ve Gıda Organizasyonu 2. McDougall Konferansında “Bana göre nüfus kontrolü günümüzde atom silahlarının kontrolünden sonra ikinci en büyük önceliğimizdir” diyerek özetliyordu, kimin doğum yapacağını kimin yapmayacağını.

En isabetli anlatımla kimin hayatta kalıp kimin öleceğine, kimin doğup kimin doğmayacağına, kimin doğurup kimin doğurmayacağına, kimin hangi hastalığa yakalanması gerektiğine , kimin ölüp kimin tedavi edilmesi gerektiğine, hangi ırkların yaşamlarına devam edip hangilerinin tarih sahnesinden çekilmesi gerektiğine onlar karar verecekti.

Çünkü onlara göre kendilerine hizmet edenler istisna diğerleri itlaf edilmesi gereken birer sürüden ibaretti…

Bu adı konulmamış ilahlık iddiasının tepki çekmemesi için, yol ve yöntemler gerekecektir. Bunun için 1923’de doğum kontrol teknikleri için çok kapsamlı çalışmalar başlatılır. Doğum kontrolü birçok ülkede yerli taşeronlarla hayata geçirilir. Projenin finansı tüm vergilerden muaf olarak faaliyet gösteren Rockefeller Vakfı’nca sağlanır. Hafızalarımızı yoklarsak hangi büyük koçun, ülkemizde bu faaliyetleri yürüttüğünü görebiliriz.

İlk denemeler, ideal bir deney istasyonuna çevrilen Porto Riko halkı üzerinde yapılır. 1965 yılında Porto Riko’da yapılan bir araştırmada doğum yapma yaşına gelmiş kadınların yüzde 35’inin başarıyla kısırlaştırıldığı görülür.

İkincil hedef Brezilya’dır. 1970’lere gelindiğinde Brezilya hükümetince yapılan araştırmaya göre 14-55 yaş aralığındaki kadınların yüzde 44’ü doğurganlığını kaybetmiştir. Hindistan başta olmak üzere birçok ülkede hiçbir engelleme ile karşılaşılmadan kısırlaştırma faaliyeti halk sağlığı, aşı, yardım vs gibi adlar altında sürdürülür.

ABD’nin gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yaptığı yardımlarını(!) dağıtırken artık, nüfusu kontrol edenler ve edemeyenler olmak diyerek üzere iki ana tasnife tabi tutacaktır.

Henry Kissenger’in NSSM200 projesi devreye sokulduğunda gelişmekte olan ve büyük kaynak zenginliğine sahip; Hindistan, Nijerya, Meksika, Bangladeş, Brezilya, Pakistan, Endonezya, Filipinler, Kolombia, Tayland, Mısır, Etiyopya ve Türkiye gibi 13 ülke hedef tahtasının tam ortasına oturtulurlar.

Projenin hayata geçirilebilmesi için bu ülkelerde sürekli istikrarsızlık politikaları devreye sokulur. Darbeler, suikastlar, terör olayları, ayrılıkçı hareketler birbirini izler. Bu sürede hem kısırlaştırma faaliyeti devreye alınır hem de zengin kaynaklar bir bir sömürülür. Bu durumun adını da “aile planlaması”, “sürdürülebilir kalkınma” ve “seçim özgürlüğü” koyarlar.

Bu faaliyetlerin yürütülmesinde kürtaj teşvik edilir, korunma aletleri dağıtılır, bazı hastalıkları önleme adı altında aşı kampanyaları düzenlenir, sezaryen doğumu teşvik edilir, bazı ülkelerde kadınlar sezaryenle doğuma mecbur edilir ve bu operasyon sırasında kadınlar istekleri dışında tüpleri bağlanır, gıdalara kısırlaştırıcı katkı maddeleri eklenir, genetiği değiştirilmiş ürünler gizliden ve aşikâren tükettirilir, tedavi olmak için satın alınan ilaçlara kısırlaştırıcı içerikler eklenir, teşhis ve güvenlik adı altında geliştirilen aletlerle radyasyona tabi tutulurlar.

Bir soykırım suçlaması ile karşı karşıya kalmamak için her türlü kılıfları da hazırlamışlardır. Bu hedefe ulaşmak için ülke yönetimlerini, siyasetçilerini, bürokrasisini, akademik çevrelerini hatta halklarını da ikna edecek gerekçeleri de boldur.

“Artan nüfus, fakirleştirir. Halk sağlığı tehlikeye düşer. Gelir paylaşımında sorunlar yaşanır. Tarım alanları yetersiz kalacağından gıda krizi çıkar” türü propagandalar… Gerçekte olmadığı halde adına “küresel ısınma” dedikleri yalanlarına, doğadan kendi elleriyle tahrip ettikleri yeterli malzemeleri de vardır.

Netice itibari ile cin şişeden çıkarılmıştır. Şeytani plan gözlerimizin önünde cereyan etmekte adına da “aile planlaması” denilmekte... En ürkütücü sonuçlardan biri de Brezilya ve ABD’deki Afrika kökenli kadınların yüzde 90’ının kısırlaştırılması… Türkiye’de ise 1970’lerde yüzde 2 seviyelerindeki kısırlık oranı, 2009’a gelindiğinde yüzde 25’lere çıkmış…

Şimdi ise tüm dünyada uygulanacak olan “domuz gribi aşısı” ile benzer bir projenin hayata geçirilmesi mukadderdir. Daha henüz aşısının bulunduğu resmen ilan edilmese bile insan üzerinde bazı deneylere başlandığı haberleri geliyor. Hacca gidecek olanlara bu aşı zorunlu hale getirilmeye çalışılıyor. İkna içinde Haccı yasaklamak gibi haberler yayarak bilinçaltı yönetimi yapılmakta. Bu oyuna ilk gelen ülke ise İran’dır.

Virüsü üretenlerin ellerinde tuttukları anti-virüs, insanlar iyice tedirgin edildikten sonra piyasaya sürülecek ve operasyon bütünüyle hayata geçirilmiş olacaktır.

Aslında yapılan şundan ibaret: Virüsü geliştir, bulaştır, yaygınlaştır, ilacını pazarla, kısırlaştır ve kurtul!

Bütün bunlar size komplo teorisi gibi mi geldi? Merak etmeyin bu bir komplo teorisi değil bütünüyle insanlığa yapılan komplodur. Ölüm uykusundan uyanmazsak gençlerimiz çocuk sahibi olamayacak, orta yaşlılarımız ise torun özlemiyle terki dünya edecekler.

Sahte Mehdilerimiz, ‘kıyamet 21. yy’da kopacak’ kehanetinde bulunsalar da, akledemeyen feraset yoksunlarımız 22. yüzyılda mensubu oldukları ırkın tarih olacağını göremeden terk edecekler dünyayı.

TIMETURK

Sebze ve meyvedeki kimyasalı 3 dakikada arıtıyor

28 Nisan 2009 Sirke üreticisi olan Kükre Gıda tarafından üretilen,sebze ve meyvelerin üzerindeki kalıntıları 2-3 dakikada arındırıcı losyon olan Ex-Sir, piyasaya sunuldu.
Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından onaylanan ürünün, sebze ve meyvelerin üzerindeki bakteri, zirai ilaç, parafin ve toprak gibi kalıntıları giderme konusunda yüzde 100'e varan oranda başarılı bulunduğu belirtildi. Ex-Sir'in tanıtım toplantısında konuşan Kükre Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Sabri Gülel, Ex-Sir'in Kükre Gıda tarafından Türkiye'de üretildiğini ve Ege Üniversitesi'nde test edildiğini söyledi.
Dünyadaki tüm sebze ve meyvelerin yüzde 80'den fazlasının tarım ilaçlarıyla kirlendiğine dikkat çeken Gülel, suyla, sirkeyle ya da diğer yöntemlerle asla temizlenemeyen yağ bazlı zirai ilaç kalıntılarının büyük tehlike oluşturduğunun altını çizdi. Bu ilaçların, gıda zehirlenmelerinden bağışıklık sistemi bozukluğuna, alerjik rahatsızlıklardan kansere kadar çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığını belirten Gülel, "Ankara Ticaret Odası ve Türkiye Ziraatçiler Derneği'nin hazırladığı "Sofradaki SOS Raporu'na göre, kanser vakalarının artışırda pestistler adı verilen tarım ilaçlarının büyük rolü var" dedi.
Gıda Güvenliği Derneği ve GFK Türkiye Gıda Güvenliği Bilinç Araştırması, Nisan 2008 sonuçlarına göre, Türk tüketicisinin yüzde 96'sının meyve, sebze ve tahıllardaki ilaç kalıntıları konusunda büyük endişe duyduğuna dikkat çeken Gülel, "Gıda hijyeni konusunda etkili bir çözüm arayışı var. Bu ihtiyacı karşılamak için 21 ayda geliştirdiğimiz sebze ve meyve arındırma konsantresi Ex-Sir'i piyasaya sunduk" dedi.
Bağımsız bilimsel araştırma otoritelerinin test sonuçlarına göre, ürünün, her türlü mikrop, zirai ilaç, parfin, gübre ve bakteriyi 2-3 dakika içinde yüzde 100'e varan oranda arındırdığının ortaya çıktığını belirten Gülel, ürün içeriğinde mısır ve hindistan cevizinden elde edilen yüzey aktif maddesi, şeker pancarından elde edilen organik asit, bitkilerden elde edilen organik çözücü, ylang ylang yağı, tarçın yağı, beyaz sirke ve su bulunduğunu söyledi. Gülel, "Hiç bir kimyasal madde içermediği için insan sağlığı açısından hiç bir risk oluşturmuyor" dedi.
Ex-Sir'in tanıtımı için hazırlanan sunumda, araştırma şirketi Akademetri'nin Ocak 2009 tarihli "Sağlıklı Beslenme ve Hijyene Duyarlılık" başlıklı araştırma sonuçlarına da yer veren Gülel, rapora göre tüketicilerin, böcek ve tarım ilaçlarını yüzde 95.1 oranında kanserojen olarak düşündüğünün ortaya çıktığını söyledi. Tüketicilerin yüzde 97.4'ünün sebze ve meyveleri yıkama alışkanlığının olduğunu belirten Gülel, tüketicilerin yüzde 99'unun ise meyve ve sebzelerin üzerinde kalıntı olduğundan haberdar olduğunu söyledi.
Çözüm için meyve ve sebzeleri suda bekletenlerin oranının yüzde 9.6, tuzlu suda bekletenlerin yüzde 3.8, sabunlu su ile yıkayanların yüzde 1.1, su ve bulaşık deterjanı kullananların oranının yüzde 1.1 olduğu bilgisini veren Gülel, çamaşır suyu kullananların oranının ise yüzde 0.7 olduğunu söyledi.

netgazete

İhracatçıların istemediği ilaçlı zerzevat iç piyasada!

03 Mayıs 2009 Türkiye Sebzeciler, Meyveciler ve Seyyar Pazarcılar Federasyonu (TÜSPAF) Başkanı Mehmet Çakman, ilaç kalıntısı yüzünden Rusya ve diğer bazı ülkelerin ambargosu sonucu, ihraç edilemeyen meyve ve sebzelerin kontrolsüz şekilde iç piyasaya sürüldüğünü iddia etti.
Çakman, geçtiğimiz günlerde Rusya ile imzalanan, sebze ve meyve ihracatında bir sorun yaşanması durumunda ülkeye değil, hata yapan firmaya yaptırım uygulanmasına ilişkin, ek memorandumun üreticiler açısından çok sevindirici olduğunu belirtti.
Meyve ve sebzelerin ilaç kalıntılı olmaması için, ilaçlamadan en erken 2 gün sonra toplanması gerektiğine dikkati çeken Çakman, ancak bazı ihracatçı firmaların, gelen yoğun talep üzerine üreticiyi "erken toplama" konusunda zorladığını kaydetti.
Çakman, Rusya ile son yıllarda yaşanan ilaç kalıntılı ürünlere yönelik boykotun ardından, bu ürünlerin iç piyasaya verildiğini dile getirerek, "Yabancıların, 'insan sağlığına zararlı' diye ülkelerine sokmadığı ilaç katkılı meyve ve sebzeler, hiçbir kontrole tabi tutulmadan Türk halkına satılıyor. Türk insanının hayatı, yabancılardan daha az mı değerli?" dedi.
Vakit geçirmeden tüm kentlerdeki hallerde kontrol merkezleri kurulması gerektiğini vurgulayan Çakman, ihracatta olduğu gibi iç piyasaya ilaç kalıntılı mallar veren üreticilere de ihtar ve değişik cezalar verilmesi gerektiğini belirtti.
Çakman, bu konuda özellikle ziraat odalarına büyük görev düştüğüne işaret ederek, "Birçok ürün 'Nasıl olsa denetim yok' düşüncesiyle iç piyasaya veriliyor. İç piyasaya verilen veya ihraç edilen ürünler sıkı bir şekilde denetlenmeli. Bu denetim sağlanırsa, herkes sağlıklı gıdalar yer. Hem bu sayede herkes birbirini denetler" diye konuştu. netgazete

DİKKAT BU ÇORBA KANSER YAPIYOR...

1 Şubat 2009 04:15
Dünya Kanser Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan bir araştırma paket halinde satılan hazır çorbaların gırtlak kanseri olma riskini artırdığını ortaya koydu.
Araştırma Başkanı Doktor Rachel Thompson, paket çorbaların içerisinde günlük almamız gereken tuz miktarının yarısının bulunduğunu ve bunun da çok yüksek bir miktar olduğunu söyledi.

Fazla tuz tüketiminin kalp krizi riskini artırdığı zaten biliniyordu. Fakat son yapılan araştırmalar yüksek tuz tüketiminin gırtlak kanseri riskini de artırdığını ortaya koydu.

bugün

'MARGARİNİ BÖCEKLER BİLE YEMİYOR!'

14 Nisan 2009 07:05
Margarinler; kimyasal yollarla sıvı yağlardan elde ediliyor ve yüksek oranda trans yağ asidi içeriyor.
Medical Park Göztepe Hastanesi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Keservuran, tabiatta normalde bulunmayan trans yağ içeriği yüksek bu ürünlerin doğal olmaktan uzak olduğunu söyledi. Margarinlerin oda sıcaklığında erimeden ve bozulmadan uzun süre kalabileceğini belirten Keservuran, "Kimyasal içerikleri oldukça yüksek olduğu ve doğal olmadıkları için karınca dahi yanına yaklaşmamaktadır; çünkü margarini bir besin ve gıda olarak görmemektedirler. Böcekler dahi kimyasallardan uzak dururken, insanlarımızın mutfaklarında hâlâ margarin bulundurmaları düşündürücüdür!" diye konuştu.

Keservuran, tüketicileri uyararak, "Türkiye'de içinde hidrojenize yağ bulunan gıdaların paketinde bu 'hidrojene nebati yağ' olarak ifade ediliyor; ancak buna bile çok az pakette rastlanıyor. Ülkemizde bu konu ile ilgili yasal düzenleme olmadığı için çoğunlukla etiket bilgilerinde bu ibareye yer verilmiyor. Etiket bilgileri okunurken bilinçli olunmalı; etiket bilgilerinde 'hidrojene bitkisel yağ' ibaresini gördüğünüzde o ürünün trans yağ asidi içerdiğinden emin olabilirsiniz." dedi. Hidrojenlenmiş yağların doğal olmadığını, kimyasal işlem görmüş yağlar olduğunu ifade eden Gizem Keservuran, trans yağ asitlerinin sebep olduğu rahatsızlıklara dikkat çekti ve ve şu uyarılarda bulundu: "Vücuda alınan fazla enerjinin yağ olarak depolandığını biliyoruz; vücutta dolaşan yüksek miktarda kötü huylu kolesterol karaciğerle başladığı harabiyeti tüm organlarımıza yaymakta ve zincirin halkaları dağılmaktadır."

Tereyağında da trans yağ olduğu doğru mu?

Doymuş yağ oranının tereyağında daha yüksek olduğu doğrudur; ancak margarinlerin trans yağ asidi içerikleri hâlâ tereyağına oranla daha fazladır ve en önemli nokta margarinler 'yapay'dır. Ayrıca, sağlık açısından zararlı olarak bilinen doymuş yağların (tereyağ, peynir, kaymak) bile vücutta bir işlevi vardır. Hidrojen yapısı değiştirilerek üretilen trans yağlar ise kesinlikle vücutta hiçbir işleve sahip değildir.

Hazır gıdalarda neden margarin tercih ediliyor?

Fast food restoranlarında ve büfelerde kullanılan kısmi hidrojenize kızartma yağları, trans yağların bulunduğu önemli bir kaynağı oluşturuyor. Bu yağlar, tekrar tekrar kullanılabildikleri ve daha ucuz oldukları için tercih ediliyor. Bir diğer önemli trans yağ asidi kaynağı ise; bisküvi, çikolata, kek, gofret, mayonez ve cips gibi ticari ürünler... Ürünlerin içindeki yağ oda sıcaklığında erimemekte, ayrıca ürünün raf ömrü uzamaktadır.
haber10
KATKI MADDELERİNE DİKKAT!

14 Aralık 2008 22:44
Aldığınız gıdalarda onlarca katkı maddesi var. Peki hangilerinde domuz yağı katkısı var ve hangi katkılar sağlığa zararlı.
Gün geçtikçe daha çok miktarlarda tüketilen bu katkı maddeleri, beslenmeyle ilgili kalp hastalıkları, allerjik astım ve ürtiker gibi çeşitli hastalıkların gelişimine yol açıyor.

İşte kullanmaktan kaçınmanız gereken 10 katkı maddesi:

Aspartam (sentetik tatlandırıcı) Equal ve NutraSweet marka tatlandırıcı ve binlerce gıdada bulunan tatlandırıcılar eleştirilere maruz kalıyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylansa da, birçok araştırmada aspartamın kanserle ilişkisi olduğu açıklanıyor. Ayrıca FDA'nın tartışılır aspartam onaylaması meclis soruşturmasına davetiye çıkarıyor.

Kısmen hidrojene nebati yağ (trans yağlar): Trans yağ asitleri, sıvı bitki yağlarını hidrojen bulunan bir ortamda ısıtarak elde ediliyor. Hidrojenleme olarak bilinen işlem raf ömrünü uzatmak için yapılıyor. Birçok sağlık uzmanı bu yağların koroner damar hastalıkları riskini ve kötü kolesterol düzeyini artırdığı konusunda aynı fikri paylaşıyor. New York City geçen günlerde restoranlarda suni trans yağ kullanımını yasakladı.

Sodyum Nitrit: Sodyum nitrit sıklıkla koruyucu madde olarak kullanılıyor. Yediğimiz bazı etler bu maddeyle korunuyor. Sodyum nitrit kanser riskini artırıyor, çünkü nitrit kızartma tavasında ya da midemizde asitli ortamla karşılaşınca kanserojen bileşime dönüşüyor.

Suni Renklendiriciler: Birçok suni renklendirici içeren gıdaların üretiminde sentetik boya kullanılıyor. Yıllarca FDA, fırınlanmış yiyecekler, meşrubatlar ve şekerlemelere sertifika verirken birçok boyanın da kullanımını yasakladı. Halen bazı sağlık grupları onaylanmış boyalar Mavi 1 ve 2, Kırmızı 3 ve Sarı 6'nın kanser riskine yol açtığını iddia ediyor.

Olestra: Yağsız patates cipslerinden bulunan katkı maddesi olestra, daha çok Olean markası ile biliniyor. FDA tarafından onaylanmış olmasına rağmen, yıllardır üzerlerindeki "Bu gıda olestra içermektedir" uyarı etiketiyle gıdalarda bu madde kullanılıyor. Olestra temel vitaminlerin emilimini engellediği gibi karın ağrısına ve mide-bağırsak sorunlarına yol açabiliyor.

Stevia: Doğal tatlandırıcı yerine geçen Stevia, FDA'nın yasaklanmış katkı maddeleri listesinden çıkarıldı. Halen diyet bütünleyicisi olarak kullanılan Stevia'nın gıda katkı maddesi olarak kullanımına izin verilmiyor. Dünya Sağlık Örgütü, kanserojen olmadığını buldu, fakat daha fazla araştırma yapılması gerektiğini belirtti.

Sakarin: En eski suni tatlandırıcı olarak bilinen sakarin birçok diet ürününde ve sodalarda bulunuyor. İlk kez 1907 yılında Amerika Tarım Departmanı (USDA) tarafından yapılan araştırmayla sağlık riski olduğu bulunan sakarinin, bu tarihten sonra kanserle ilişkisi olduğunu gösteren çok sayıda araştırma yapıldı. 1977 yılında FDA tarafından kullanımı yasaklanan sakarinin halen kanserojen olma olasılığı üzerinde duruluyor.

Sülfitler: Kesilen meyve ve sebzelerin kararmaması için kullanılan bir kimyasal. Önce güvenilir olduğu düşünülen sülfitin daha sonra ölümcül alerjik reaksiyonlara neden olduğu bulundu. 1980'lerde Meclis çiğ sebze ve meyvelerde sülfit kullanımını yasaklaması için FDA'yı zorladı. FDA bundan beri sülfit yasağını genişleterek katkı maddesi olarak da kullanımını yasakladı.

BHA & BHT: Gıdalarda otooksidasyon oranını düşüren iki kimyasal BHA (butylated hidroxyanisole E320) ve BHT (butylated hidroxytoluene E321), gıdalarda renk, koku ve tat değişikliğini önlüyor. Antimikrobiyal, antioksidan özellikleri ve besinlerdeki E vitaminini koruma özellikleri nedeniyle kullanılıyor. Bazı araştırmalar, BHA'nın kanserojen olabileceğini gösteriyor.

Bone Phosphate (E542): Hayvan kemiklerinden üretilir. Topaklanmayı engelleyici ajan, emülgatör ve gıda takviyelerinde fosfor kaynağı olarak kullanılır. Esas kullanımı bununla birlikte kozmetiktir. (diş macunu gibi). Ürün hayvan kemiklerinden yapılır, domuz ve sığır gibi. Müslümanlar, Yahudiler vejetaryanlar ve Hindular sakınmalıdır

haber10

Kızartma yağına kansorejen katkı

Ünlü bir hamburger firması Magnesol XL ile kullanılmış kızartma yağlarının renginin yeniden sapsarı yapıldığı ve tekrar tekrar kullanıldığını açıkladı.09 Şubat 2009 22:20


"Kızartmalık yağlarınızı dökmeyin! Artık Magnesol XL var" sloganıyla fast food zincirlerine pazarlanan bu kimyasal, kapkara da olsa yanmış yağlara katıldığı anda rengi sapsarıya dönüştürüyor. Ayrıca, yanık yağ kokusunu da yok ettiği iddia ediliyor. Böylece, en fazla 3 günde bir değiştirilmesi gereken yağ, en az 9 gün kullanılabiliyor. Ancak, işlemin aynı yağ üzerinde defalarca uygulanması, sürenin 20 günlere ulaşmasını sağlıyor.

Pirinç parlatan diye geldi, kızartma yağının rengini açtı.

Yanmış kızartma yağlarının rengini açıp, kokusunu yok ederek, yeniden kullanılmasını sağlayan Magnesol XL için ithalat izni alınırken Tarım Bakanlığı da yanıltıldı. Magnesol XL için verilen izinde, ürünün kullanım alanı olarak sakız, pirinç, tuz, peynir gibi gıda maddelerinin yüzey uygulamalarında, tava, teneke yüzeylerini yağlamada katkı maddesi olarak kullanılacağı yer alıyor.

KANSOREJEN ETKİSİ VAR

KANSEROJEN etkisi olmasına rağmen, fast food restoranlarındaki yanmış kızartma yağlarının rengini açıp, kokusunu yok ederek, defalarca kullanılmasına olanak sağlayan Magnesol XL adlı kimyasalın ithalat izni alınırken Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın da yanıltıldığı ortaya çıktı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın Magnesol XL için verdiği ithalat izninde, ürünün kullanım alanı olarak sakız, pirinç, tuz, peynir, şekerleme (çikolata hariç) gibi gıda maddelerinin sadece yüzey uygulamalarında, tava, teneke yüzeylerini yağlamada katkı maddesi olarak kullanılacağı yer alıyor. Kanserojen etkisi fazla olan yanmış kızartma yağlarının rengini açma ve kokusunu yok etmede kullanılacağına dair herhangi bir ibare bulunmuyor.

İNCELEME BAŞLATILDI

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde Hürriyet Gazetesi, Tüketici Köşesi'nde yer alan "Kanserojen etkiyi kimse takmıyor, yanmış yağ sarartılıp kullanılıyor" başlıkla haber üzerine bir inceleme başlattı. Bakanlığın Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Mehtap Altınok imzasıyla yapılan açıklamada, Magnezyum Silikat adlı kimyasalın Türk Gıda

Kodeksi Renklendiriciler ve Tatlandırıcılar Dışındaki Gıda Katkı Maddeleri Tebliği'nde yer aldığına dikkat çekilerek, bu kimyasalın toz gıdalar, tuz ve tuz yerine geçen maddeler, gıda takviyeleri, peynir, sakız, pirinç salam, sosis, şekerleme ve çeşni verici maddelerin sadece yüzey uygulamalarında, tava, teneke gibi kap kacakların yüzey yağlama

ürünlerinde de katkı maddesi olarak kullanımına izin verilmektedir" deniliyor.

AMAÇ DIŞINA İZİN YOK

Bakanlık açıklamasında ayrıca, Magnesol ve benzeri ürünlerle ilgili inceleme başlatılması için il müdürlüklerine talimat verildiğine de dikkat çekilerek, "Bahse konu olan ürünlerin belirtilen amaçlar dışında kullanıldığının tespit edilmesi durumunda, Gıda Kanunu çerçevesinde işlem yapılacaktır" deniliyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bu konuda Sağlık Bakanlığı'yla da görüşüyor.

KIZARTMALIK YAĞLARINIZI DÖKMEYİN!

"Kızartmalık yağlarınızı dökmeyin! Artık Magnesol XL var" sloganıyla fast food zincirlerine pazarlanan bu kimyasal, kapkara da olsa yanmış yağlara katıldığı anda rengi sapsarıya dönüştürüyor. Ayrıca, yanık yağ kokusunu da yok ettiği iddia ediliyor. Böylece, en fazla 3 günde bir değiştirilmesi gereken yağ, en az 9 gün kullanılabiliyor. Ancak, işlemin aynı yağ

üzerinde defalarca uygulanması, sürenin 20 günlere ulaşmasını sağlıyor.

TÜRKİYE'DE GEREKLİ TÜM ÖNLEMLERİ ALDIK

THE Dallas Group of America, Türkiye'deki avukatları Ayşe Hergüner Bilgin ve Okan Gündüz aracılığıyla, yanmış kızartma yağlarının rengini açıp, yeniden kullanılmasını sağlayan Magnesol XL ile ilgili olarak bir açıklama yaptı. Açıklamada, Magnesol XL ürününün Birleşmiş Milletler'e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü ile Dünya Sağlık Örgütü'nce kurulan uzman komite JECFA tarafından gıda maddelerinde kullanılan filtrelemeye yardımcı ve topaklanmayı önleyici bir madde olarak tanımlandığına dikkat çekilerek,

"Ürünümüz ABD dahil tüm dünyada 10 binlerce restoran tarafından kullanılmaktadır. Sentetik magnezyum silikat, ABD Gıda ve İlaç İdaresi'nin yayımladığı Gıda Kimyasalları Kodeksi'ne göre gıda sınıfı kimyasalları arasında sayılmaktadır" denildi.

YAĞIN KULLANIM ÖMRÜNÜ UZATIR

Magnezyum silikatın kızartma yağına ilave edilmesiyle birlikte yağda biriken kötü koku ve renk değişimine sebep olan maddelere tutunduğunun da savunulduğu açıklamada, şunlar dile getirildi: "Filtreleme işlemi sonucunda yağ, Magnesol XL sayesinde bu istenmeyen maddelerden arındırılır. Magnesol XL ürünü kızartma yağının kalitesini, daha uzun bir süre yüksek seviyede tutarak yağın kullanım ömrünü uzatır.

Ayrıca, magnezyu silikat maddesinin kızartma yağlarında filtrelemeye yardımcı olarak kullanılmasına ilişkin olarak Fransız Gıda Sağlığı Ajansı 2005 tarihli kararında bu maddenin üreticinin talimatlarına göre kullanımının insan sağlığına hiçbir risk oluşturmadığı açıkça belirtilmişti Bugüne kadar satışa sunulduğu hiçbir ülkede de sağlığa zararlı etkisi bulunduğuna yönelik bir şikayet bulunmamaktadır. Türkiye'de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere yasal tüm izinler ithalatçı firma tarafından alınmak suretiyle satılmaktadır."

Kim ne diyor

MCDONALD'S: Kurumsal İletişim Müdürü Nedret Türkkuşu, "Türkiye'ye Tarım Bakanlığı'nın onayı ile ithal edilen Magnesol XL maddesi, kızartma yağlarımızın filtre edilmesi sürecinde yağın kalitesini bozan parçacıkları temizlemek üzere, tamamıyla gıda kanunu çerçevesinde belirtilen usuller ile kullanılıyor" dedi.

BURGER KING: Magnesol XL ile ilgili yapılan açıklamada, "Zincirimize bağlı hiçbir restaurantta söz konusu kimyasal kullanılmıyor" denildi.

FRIED CHICKEN: Zincir restaurantların hiçbirinde kızartma yağlarının rengini açmak için Magnesol XL ya da benzeri kimyasalların kullanılmadığını açıkladı.

Meclis gündeminde

MHP Adana Milletvekili Yılmaz Tankut, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker'e yönelttiği soru önergesinde, ithaline izin verilen kimyasalın, "Kızartmalık yağlarınızı dökmeyin! Artık Magnesol XL var" sloganıyla pazarlandığını ifade etti. Tankut, konuyla ilgili ayrıntılı inceleme talep etti.

BUGÜN

12 Haziran 2009 Cuma
Venezuela'da bu içecek yasak!

Venezuella'nın başkanı Hugo Chaves, Çarşamba günü Coca-Cola co. şirketinden, sağlığa tam tanımlanmamış zararlar verdiği gerekçesiyl, Cola Zero adlı ürününü Güney Amerika ülkelerinden çekmesini talep etti.
Reuters'in haberine göre kabinenin Sağlık Bakanı Jesus Mantilla Cola Zero'nun içeriği ile ilgili tıbbi ve bilimsel araştırmalar devam ederken bu ürünün raflardan kaldırılmasını ve satışının durdurulmasını duyurdu.

Coca-Cola yaptığı açıklamada ürünün hiçbir zararlı madde içermediğini ama araştırma ve soruşturma sürdüğü müddetçe bu ülkedeki üretiminin ve saışının durdurulacağını bildirdi.

Daha önce de Türkiye'de Reklam Kurulu, Coca-cola Zero ve Pepsi Max Ürünlerinin 'Sıfır Şeker' Reklamlarının Tüketiciyi Yanıltıcı Olduğu Gerekçesiyle, Her İki Şirkete Reklamları Durdurma ve Şirket Başına 60 Bin YTL İdari Para Cezası Verilmesini kararlaştırmıştı.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu'na yaptığı şikayette, "Zero (sıfır) şeker" veya "şekersiz maksimum tat" gibi sloganlarla piyasaya sürülen ve birden fazla kimyasal tatlandırıcı çeşidini içinde barındıran bazı ürünler ile içeriğinde şeker yerine nişasta bazlı şeker kullanılan ürünler için yapılan yanıltıcı reklamlar yoluyla pancar şekeri kötü bir ürünmüş gibi gösterilmeye çalışıldığını ifade etmiş ve ceza verilmesi karara bağlanmıştı.

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/06/venezuelada-bu-icecek-yasak.html

SOSİSLİ SANDVİÇLERİN 'UYARI YAZISI'YLA SATILMASI TALEBİ

22 Temmuz 2009 20:15
Kanser konusunda insanları bilinçlendirmeyi amaçlayan ABD'deki bir kuruluş, sosisli sandviçlerin, sigarada olduğu gibi bir uyarı yazısıyla satılması için mahkemeye başvurdu.
Merkezi Washington'da bulunan "Cancer Project" adlı kuruluş, New Jersey'de oturan 3 kişinin adına yapılan başvuruda, sosisli sandviç satan kimi büyük firmaların, ürünlerini uyarı yazısıyla satmalarının zorunlu kılınmasını istedi.

Sosisli sandviçlerin insan sağlığı için zararlı olduğunu belirten kuruluş, Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsünün, işlem görmüş etin sürekli tüketiminin kanser riskini yükseltebileceğine işaret eden araştırmasını kanıt gösterdi.
haber10

FAST FOOD ÖSS'DE SIFIR ÇEKTİRDİ

22 Temmuz 2009 09:11
ÖSS'de 32 bin öğrencinin sıfır çekmesi üzerine TÜGED, ÖSS ve SBS'deki başarısızlığın nedenlerini araştırdı.
Bu yıl son kez yapılan Öğrenci Seçme Sınavı'nda (ÖSS) 32 bin öğrencinin sıfır çekmesi üzerine Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği (TÜGED), ÖSS ve SBS'deki başarısızlığın nedenlerini araştırdı.

TÜGED Genel Başkanı İbrahim Erdoğan, öğrencilerin başarısız olmasının başında doğru beslenmeme geldiğini söyledi. Erdoğan, “Çocuklarımızın pek çoğu okulda dengeli beslenmiyor. Sağlıklı beslenmeyen çocuklarımızdan başarı beklemek yanlış" dedi. Erdoğan, "Çocuklarımızın beslenme çantasındaki yiyecekler daha çok 'fast food' türü ürünler, hazır meyve suları ve kolalı içecekler. Bu gıdalar çocukların beyin fonksiyonlarının bozulmasına yol açıyor. Bu da başarılarını olumsuz etkiliyor" diye konuştu.
haber10

Bu içecekler siroz yapabilir!

İsveç'te yapılan bir araştırma; gazlı ve şekerli içeceklerin karaciğere alkol kadar zarar verdiğini ortaya çıkardı.

31 Ağustos 2009 14:11

Linköping Üniversitesi Hastanesi Karaciğer Hastalıkları Uzmanı Stergios Kechagias, içeceklerde bulunan früktozun karaciğer yağlanmasına neden olduğunu ve bunun da siroz ve kansere yol açtığını söyledi.

Kechagias, gazlı ve şekerli içeceklerin yanı sıra meyve şekerleri ile tatlandırılmış meyve suları ve enerji içeceklerinin de siroz hastalığı riskini yüzde 10 oranında artırdığını açıkladı.

İçeceklerde şeker yerine kullanılan mısır şurubu, früktoz ve kimyasal tatlandırıcıların karaciğere alkolün verdiği kadar zarar verdiği belirtildi. Gazlı içeceklerin obezite, diyabet, diş çürümesi, kemik sorunları, beslenme bozuklukları, kalp hastalığı, gıda bağımlılığı ve nörolojik sorunlar gibi rahatsızlıklara da yol açtığı ifade edildi.

Vücuttaki yüksek asit oranının en çok diş ve kemiklere zarar verdiğini belirten İsveçli uzmanlar, diş problemlerinin dolaşım ve sindirim sistemlerindeki birçok sorunun kaynağı olduğunu kaydetti.

haber7

Yapay tatlandırıcı şekerden daha çok kilo aldırıyor
22:10 - Kilo vermek için kullanılan yapay tatlandırıcıların, kilo verdirmediği gibi alınmasına yol açabildiği belirtildi. Daily Mail gazetesinin haberine göre, Liverpool Üniversitesi profesörü Soraya Shirazi-Beechey, ince bağırsaklardaki sindirim süreci üzerinde yaptığı incelemede, şekeri tanıyarak bağırsaktan kana geçmesini sağlayan hormonları salgılayan hücreleri tespit etti. Araştırmada, bu hücrelerin yapay tatlandırıcılarla karşılaştığında da aynı hormonları salgıladığı anlaşıldı. 03.09.2009 ANKARA -
netgazete

Hamburger beynin doydum sinyalini engelliyor
02:15 - Araştırmacılar, hamburger gibi sağlıksız yağları ihtiva eden yiyeceklerin doğrudan beyni uyararak, "bize yeteri kadar yediğimizi söyleyen alarm sistemini kapattığını" gösterdiler. Journal of Clinical Investigation dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, bunun sonucunda açlığımız yatışmıyor ve daha da fazlasını yeme hissine kapılıyoruz. Araştırmayı yapan Dr. Deborah Clegg, "Normalde vücudumuz yeteri kadar doyduğumuzu bize söyler, ancak bu her zaman, iyi bir şeyler yediğimizde geçerli değildir. Bu araştırmada, bir kişinin tüm beyin kimyasının çok kı sa bir zamada değişebileceğini gösterdik" dedi. 18.09.2009 WASHINGTON netgazete

Genetiği değiştirilmiş gıdalar kısırlaştırıyor

13 Ekim 2009 İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) kısırlığa neden olduğunu savundu.
Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) Denizli Şubesi Toplantı Salonu'nda, ''Küresel şirketlerin yeni silahı: Gıda ve beslenmenin demokratikleştirilmesi'' konulu konferans veren Demirkol, Almanya ve Fransa'da GDO'lu ürünlere yasaklama getirildiğini belirterek, Türkiye'nin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini bildirdi.

Dünyada şu anda 80 çeşit bitkinin genetiğinin değiştirilerek üretim yapıldığına dikkatİ çeken Demirkol, yoğurt sanayisinde de bu tür üretim yapıldığını savundu.

Sanayi türü yoğurtların enzimlerinde değişiklik yapılarak üretiminin gerçekleştirildiğini ileri süren Demirkol, bunun ''çeşitli rahatsızlıklara ve anormalliklere'' neden olabileceğini belirterek, ''Benim eşim de hekim. 1,5 yaşındaki bir hastasının kasığında tüylenme meydana gelince nedenini araştırmaya başlamışlar. Sonunda, çocuğun yediği yoğurdu kestiklerinde kasıklarındaki tüylenmenin ortadan kalktığını tespit ettiler'' iddiasını dile getirdi.

Prof. Demirkol, GDO'lu ürünlerin kısırlığa da neden olduğunu ileri sürerek, şöyle konuştu:

''Viyana Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda GDO'lu domatesleri yiyen farelerin üç nesil sonra kısırlaştığı görülmüş. İnsan ömrü fareden uzun. İnsanların 30 yaşında evleneceğini düşünürsek, bizim de bunu anlamamız için 90-100 yıl geçmesini mi bekleyeceğiz?''

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ticaretinin yaygınlaşması için Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyaya baskı uyguladığını savunan Demirkol, ''Amerika, dünyadaki ürün çeşitliliğini yok edip, GDO'lu ürünlere mahkum ederek, bu sayede dünyaya hükmetmek istiyor. GDO, aslında bir egemenlik sorunudur'' dedi.

Demirkol, tarım üretiminde kullanılan GDO'lu tohumların, rüzgarın da etkisiyle yerel tohumları bozduğunu belirterek, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından beklentilerinin GDO ticaretini düzenlemek değil, bunun üretimini ve ticaretini yasaklayan Biyogüvenlik Yasası çıkarmak olduğunu ifade etti.

haber7

ABD'li Prof. Dr. John Fagan, GDO'nun sebep olduğu hastalıkları açıkladı!
02 Ocak 2010, 19:58 Anadolu Haber

Amerikalı Prof. Dr. John Fagan, GDO'lu ürünlerin solunum bozukluğu, ciltte kızarıklıklar, nezle, göz neslesi, baş ağrısı, hatta şok etkisine yol açarak ölüme bile neden olduğunu söyledi.

GDO konusunda yayınlanan birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika'daki Maharishi Yönetim Universitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, Ancak çok uluslu şirketlerin GDO'yu yaygınlaştırmak istediğini vurgulayarak "Tarım ilaçlarını pazarlamak için sıkıştırdıkları gibi GDO'lu tohum satmak için de Türkiye, Afrika ve Asya'da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Hindistan'da patlıcana da dahil etmek isteniyor. Türkiye'de, önce soya ve mısır, sonra hepsine dahil etmek isteyeceklerdir" dedi.

GDO konusunda yayınlanmış birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika'daki Maharishi Yönetim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, GDO'lu ürünlerle ilgili ANKA'nın sorularını yanıtladı.

-NOBEL ÖDLLÜ DE OLSA TÜM SONUÇLARI TAHMİN EDİLEMİYOR-

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), genetik mühendisliği müdahale yöntemiyle, bitkiler, bakteriler, virüsler ve hayvanlardan alınan genin birleştirilmesi sonucunda, yeni bir gen ortaya çıkartılması olduğunu hatırlattı. Bu birleşik genin kontrol dışı olduğunu, ne gibi sonuç yaratacağının hiç bilinmediğini vurgulayan Fragan, "Bir tek gen dahil etmenin bütün bitki üzerindeki tüm sonuçlarını, doktorası da olsa, profesör de olsa, Nobe Ödüllü de olsa kimse tahmin edemiyor. Dışarıdan hücreye eklenen genin, DNA'nın neresine nasıl yapışacak o bilinmiyor ve kontrol altına alınamıyor" dedi.

-ABD'DE 37 KİŞİ ÖLDÜ, 5 BİN KİŞİ HASTA-

Hücresine yapay gen eklenen bir bitkinin, metabolik düzeyde etkilendiğini, bu durumun doku ve organizmalarda değişikliğe neden olduğunu söyleyen Fragan, "Bu bitkinin besin değerini düşürüyor" dedi. Bu bitkileri yediği taktirde insan sağlığına da zarar verdiğinin altını çizen Fragan, "Bir besin, genetiği değiştirildiği zaman yeni bir protein yaratıyor. Bu yeni proteinler alerji yaratabiliyor. Mesela GDO'lu patates yiyorsunuz, yeni bir protein var ve alerjik tepkiler yaratacak vücutta. Solum bozuklukları, cilt bozuklukları, kızarıklıklar, nezle, göz nezlesi, sindirim sisteminin bozulması, dokuların sağlıksızlaşması, tipik tepkilerden bazıları. Başınız ağrıdı mesela, yediğin mısırdan mı, başka birşeyden mi bilemiyorsun? Çünkü ne yediğin beli değil" dedi. Genetiği değiştirilmiş bakterilerin, zehirli bir bileşik de oluşturarak daha kuvvetli alerjik tepkilere neden olabildiğini, ani şok yaratarak ölüme bile yol açabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Fragan, bu zehirli etki ile ABD'de 37 kişinin öldüğünü, 5 bin kişinin de hastalandığı bilgisini verdi.

-HİNDİSTAN'DA PATLICANA, TÜRKİYE'DE HERŞEY İÇİN SIKIŞTIRILIYOR-

GDO ile dünyada Amerikalı, İsviçreli, Alman asıllı dev şirketlerin ilgilendiğini, dünyadaki GDO'ların yüzde 96'sının 5 ülkede imal edildiğini, bu ülkelerin ABD, Kanada, Avustralya, Brezilya ve Arjantin olduğunu, pamuk eklendiğinde Çin ve Hindistan'ın da bu ülkelere dahil edildiğini söyleyen Fragan, "Bu şekilde bakıldığında sadece 7 ülkede imal ediliyor" dedi. GDO'lu ürünlere dünyada en çok soya fasulyesi, mısır, kanola ve pamuk da rastlandığını, Amerika'da kabak ve domates de olduğunu, Havai'de Papaya bitkisinde bulunduğunu, Hindistan'da patlıcana da dahil etmek istendiğini açıkladı. GDO taraftarlarının, "Türkiye bunu kabul etmezse, dünyanın gerisinde kalır" sözünün gerçeği yansıtmadığını, GDO'yu sadece 7 ülkenin kabul ettiğinin altını çizen Fragan, şunları söyledi:

"Gerçek bu değil. Bu ticari amaçla yapılan, etkili olmayan, hatta bu çağda yapılmaması gereken bir teknoloji. Batı'da genel olarak kabul edilmeyen bir teknoloji. Tarım ilaçlarını pazarlamak için nasıl sıkıştırıyorlarsa, bunun için de Türkiye, Afrika, Asya'da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Türkiye'de hepsine dahil etmeyi isteyeceklerdir. Önce soya ve mısır, sonra hepsine."

-GDO'YA ULUSAL GÜVENLİK İÇİN DE DİKKAT-

GDO'lu tohum verildiğinde çiftçilerin, geleneksel tohumları bir kenara bıraktığını, bu tohumların 1 yıl beklediği zaman öldüğünü ve kullanılamaz hale geldiğini vurgulayan Fragan, "Tarım için kullanılan tohumları Türk çitfçileri kontrol edemezse, besin üzerindeki kontrol elden kaçar. Gıda güvenliği kalmaz. Bu sadece gıda güvenliği değil, uluslal güvenlik meselesidir ve çok ciddi bir sorundur" uyarısında bulundu. Türkiye'de GDO'lu ürünlere izin vermeye eğilimli, zayıf bir yasa çıkartıldığını, ancak insanların buna kvvetli bir tepki gösterdiğini ve bunun üzerine hükümetin tekrar gözden geçirdiğini hatırlatan Fragan, "Umut ediyorum ki Türk halkını bunlardan koruyacak daha kuvvetli bir yasa çıkacaktır" dedi. Avrupa'da yasa gereği, GDO'lu ürünlerin üzerine etiket konmak zorunda olduğunun altını çizen Fragan, "Türkiye'de çıkartılacak yeni ya da bu şartı koşmak zorunda ki ona göre insanlar alsın, ya da almasın" dedi.

-GDO'DAN KAÇINMAK İÇİN GIDALARIN ETİKETİNİ OKUYUN-

GDO'lu ürünlerin bakarak anlaşılacak bir durum olmadığını, ancak soya ve mısır katkı maddesi olarak, keklere, bisküvilere, şekerlere ve birçok gıda maddesine sıçradığını söyleyen Fragan, tüketicilere, "Yediğiniz şeylerin etiketini okuyun. Mısır, soya varsa, pamuk yağı varsa veya kanola varsa o zaman risk var demektir. En güvenlisi organik yiyin. Güvendiğiniz yerlerden gıdayı alın. Mümkünse güvendiğiniz tarlalardan, çiftçilerden alışveriş yapın" tavsiyesinde bulundu.

Timeturk

Abur, cubur, uyuşturucu gibi bağımlılık yapıyor
01:15 - ABD'nin Florida eyaletindeki Scripps Araştırma Enstitüsünde görev yapan bilim adamları, fareler üzerinde yaptıkları testlerde, hamburger, kızarmış patates ve kek gibi çok kalorili abur cubur yiyeceklerin de uyuşturucu kadar bağımlılık yaptığını ortaya koydu. 30.03.2010 ROMA netgazete

24 Nisan 2010
GDO Kısırlığa Sebep Oluyor
GDO'lu ürünlerin zararları hakkında fareler üzerinde yapılan deneyler sonucunda farelerin bir süre sonra üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlendi.

Bursa’da konuşan Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şube Başkanı Bilgi Ölmez, Rusya’da fareler üzerine yapılan GDO’lu gıda deneylerinde, farelerin bir süre sonra üreme yeteneklerini kaybettiklerinin belirlendiğini söyleyerek, “GDO’lu ürünler üremeyi durduruyor” dedi.

Bu yıl 9’uncusu düzenlenen Gıda ve Gıda Ürünleri Fuarı’nda, Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nin düzenlediği seminere konuşmacı olarak katılan Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şube Başkanı Bilge Ölmez, Türkiye’nin 1998 yılından itibaren ciddi bir GDO tehdidi altında olduğunu söyledi. Geçen aylarda TBMM’den geçen Biyogüvenlik Yasası’nın eksik ve hatalı bazı maddelerinin olduğunu belirten Ölmez, bu maddelerinin bir an evvel gözden geçirilerek düzeltilmesi gerektiğini kaydetti.

Dünya üzerinde GDO’nun zararlarını kanıtlayan çok sayıda deney yapıldığını ifade eden Bilge Ölmez, en son Rusya’da yapılan ve sonuçları raporlar ile kayıt altına alınan deneye göre farelerin 3- 4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettiklerini vurguladı. GDO’lu mısır yedirilen farelerin biyolojik olarak bir değişim yaşamadıklarını ancak yavrularının cinsel isteksizlik ve ürememe sorunu ile karşılaştığı belirten Ölmez, “GDO’lu mısır ile beslenen ve kontrol altında takip edilen farelerde 3 nesil sonra sindirim sistemlerinde bozulma, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma, tüm iç organlarında küçülme belirlenmiştir. Doğan yavruların normal ağırlıklarından daha az olduğu, doğumdan sonraki ölümlerde çok ciddi artış olduğu ve üreme yeteneklerinin durduğu tespit edilmiş” diye konuştu.

Tüm tıbbi deneylerin insanın genetik yapısına en çok benzeyen hayvan olan fareler üzerinde yapıldığını kaydeden Bilgi Ölmez, “O yüzden GDO’lu ürünler ile beslenen bir insanın hangi etkilere maruz kaldığı kanıtlanamamış olsa da farelerle yapılan bu deneyler ne gibi sonuçlarla karşı karşıya kalacağımızı gayet iyi özetliyor. GDO’lu ürünler üremeyi durduruyor” diye konuştu
aktifhaber

1478 üründen 124'ü GDO'lu çıktı!
04 Mayıs 2010, 23:23Anadolu Haber
GDO yönetmeliğinde yapılan değişiklik nedeniyle düşen mısır ve soya ithalatının, Yönetmeliğin değiştirilmesinin ardından patladığı ortaya çıktı!

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın 26 Ekim 2009 tarihinde çıkardığı "Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik"teki ithalata yönelik getirilen kurallar nedeniyle düşen mısır ve soya ithalatının, Yönetmeliğin değiştirilmesinin ardından patladığı ortaya çıktı!

Bakanlık tarafından GDO Yönetmeliği‘nde 20 Kasım 2009 tarihinde yapılan değişiklikle "26.10.2009 tarihinden önce kontrol belgesi almış" ürünler ithalat aşamasında denetleme kapsamından çıkartılmış; Ocak 2010‘da da bu muafiyetin süresi genişletilmiş ve bu kez "20.01.2010‘dan önce kontrol belgesi almış" ürünlerin 1 Mart 2010‘a kadar serbestçe ülkeye girişine olanak sağlanmış, bu belgelerinin kazanılmış hak yarattığından bahisle ürün ithalatının yönetmelikteki izin ve denetim sisteminden muaf olduğu düzenlenmişti. Söz konusu ertelemelere ilişkin Danıştay 10 uncu Daire‘de açmış olduğumuz davalarda Yüksek Mahkemece çevre ve insan sağlığı yönünden risk oluşturabilecek durumlarda, risk oluşturan hallerin kazanılmış hak kapsamında korunamayacağına hükmedilmiş ve Yönetmeliğin 1 Mart 2010‘a ertelemeye ilişkin düzenlemelerinin yürütmesi durdurulmuştu.

GDO‘ya Hayır Platformu olarak, yönetmelik değişikliklerinin ardından basın toplantıları düzenleyerek, "26 Ekim 2009 tarihinden önce kontrol belgesi almış ürün miktarı kaç tondur, bunların ürün dağılımı nasıldır ve ithalatçıları kimlerdir? 26 Ekim 2009-20 Ocak 2010 tarihleri arasında kontrol belgesi alınan ürün kaç tondur, bunların ürün dağılımı nasıldır, ithalatçıları kimlerdir? ‘Türkiye‘ye bir gram GDO‘lu ürün girerse istifa ederim‘ diyenler ne olmuştur da, GDO‘ların ithalatına izin verme durumunda kalmıştır?" diye sormuştuk.

Bilgi Edinme Başvurusu yoluyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘ndan aldığımız verilere göre, 26 Ekim - 16 Aralık 2009 tarihleri arasında düşük seviyelerde seyreden mısır ve soya ithalatı, Yönetmelik değişikliklerinin ardından katlanarak artmıştır. Gıda ve yemlik mısır ithalatı yaklaşık 18 bin tondan, 80 bin tonlara, yemlik soya da 10 bin tondan 294 bin tona çıkmıştır.

Mısır; Fransa, Arjantin, Ukrayna, ABD, İspanya, Slovak Cumhuriyeti, Sırbistan, Karadağ, Belçika, Rusya, Romanya, Bulgaristan, Tayland, İngiltere ve Bosna Hersek‘ten ithal edilmiştir.

Soya ithali de, Danimarka, ABD, Hong Kong, Tayland, Hindistan, Fransa, Çin, Almanya, Ukrayna, İsviçre, Belçika, İspanya, İsrail, İngiltere ve Kanada‘dan yapılmıştır.

Ayrıca 1 Mart 2009 - 1 Mart 2010 tarihleri arasında, Romanya, Ukrayna ve Bulgaristan‘dan 92.813 ton kolza ve Vietnam, Tayland, Pakistan, Mısır,
İtalya, Çin, Tayvan, Arjantin, ABD, Uruguay, Endonezya, Şili, Fransa ve Hong Kong‘dan 104.473 ton pirinç ithal edilmiştir.

Bakanlıkça 11 Aralık 2009 tarihine kadar laboratuarlarda incelenen 1478 üründen 124 adedinin (yüzde 8.3) GDO‘lu olduğu tespit edilmiş ve bunların ithaline izin verilmemiştir. Ancak 20 Kasım 2009 ve 20 Ocak 2010 tarihlerinde yapılan yönetmelik değişiklikleri ile kontrol belgesi olan ürünlerde analiz zorunluluğu kaldırıldığı için ülkeye giren bazı ürünlerin GDO‘lu olup olmadığı belirlenememiştir. Özellikle yukarıda verilen ithalat listesindeki ABD, Arjantin, Hindistan, Kanada ve Çin‘in, GDO‘lu üretimde dünyada başı çeken ülkeler arasında yer aldıkları anımsanırsa, analiz yapılmamasının vahim sonuçları daha açık biçimde görülebilecektir.

Ne yazık ki, GDO‘lu ürünler konusunda ticaret ve rant için, üretici ve tüketici konumundaki milyonlarca yurttaşımızın sağlığı riske atılmıştır!
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, yönetmelik değişiklikleri ile muafiyetin sağlandığı dönemlerde, hangi firmaların ithalat yaptığını açıklamak zorundadır.

Uluslararası düzeyde yapılan bilimsel çalışmalar, GDO‘lu ürünlerin alerjik reaksiyonlar doğurduğunu ve antibiyotiğe direnç yarattığını kanıtlamış; kan biyokimyasında bozulmalar - organ hasarları - doğum anomalileri - üçüncü nesilden sonra kısırlık yaratma risklerinin de varlığını ortaya koymuştur.

Tüm bunlar ortadayken, 26.03.2010 tarihinde Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu ile GDO‘lu ürünlerin ithalatı denetimli serbestliğe tabi kılınmıştır. Hem çevre ve halk sağlığı, hem de Türkiye‘nin tarımsal üretim potansiyeli açısından büyük sakıncalar doğuran Yasa‘da, antibiyotiğe direnç geni taşıyan GDO‘lu ürünlerin ithalatının yasaklanması konusunda bir hükmün bulunmaması büyük bir eksikliktir. Ayrıca Biyogüvenlik Kurulu‘nun kamu ağırlıklı oluşturulması, Yasa‘nın altlığı olan Yönetmeliklerle meslek örgütleri tanımına konunun ticari taraflarının da eklenmesi, Kurul‘un tarafsızlığı ve bilimselliği konusunda kuşku yaratmaktadır.

Diğer bir önemli konu ise, Biyogüvenlik Yasası çıkarıldıktan sonra bu Yasa‘nın alt Yönetmeliklerinin yayımlanması yoluna gidilmesi gerekirken; hala 26 Ekim 2009 tarihli Yönetmelikte değişiklik yapılmaya devam edilmesidir. 20 Kasım 2009 ve 20 Ocak 2010 tarihli değişikliklerden sonra, en son 28 Nisan 2010 tarihinde bir değişiklik daha yapılmıştır. Bu değişiklikle, insan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı ve piyasaya sunulmasını yasaklayan hüküm yürürlükten kaldırılmış, izin koşulları ve Komite‘nin görevleri arasına "Avrupa Birliği‘nde tüketime uygunluğu onaylanmış genler hakkında değerlendirme yapma" hükmü eklenmiştir. Böylece, bir taraftan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı serbest bırakılırken, diğer taraftan Türkiye‘nin risk yönetimi yetkisi daraltılmakta ve Bakanlık kararına terk edilmektedir. Türkiye‘ye yıllar boyunca GDO‘lu ürünlerin girişine seyirci kalan bir Bakanlığa, sınırları daraltılarak risk yönetiminin devredilmesi, kamu yararına sonuçlar doğurmayacaktır.

Bizler, bu alanda yıllardır halk yararına çaba gösteren kurum ve kuruluşlar olarak, bir kez daha "GDO‘ya Hayır" diyoruz. Halkın ve ülkenin yarar ve çıkarları, şirketlerin kar hırsının üzerindedir. İlgili yargı kararlarında da altı çizildiği üzere, çevre ve insan sağlığı yönünden risk oluşturabilecek durumlarda, riskin konusu kazanılmış hak kapsamında korunamaz. GDO‘lu ürünlerin ithalatı ve transit geçişi derhal yasaklanmalı, Türkiye‘nin üretim kapasitesi onarılarak sektörün ihtiyacı olan tarımsal hammaddelerin yurtiçinde üretilmesi sağlanmalıdır. Türkiye‘nin tarımsal hammadde dış ticaretinde net ithalatçı olması ve bu açığın kapatılması için GDO‘lu ithalata izin verilmesi, Türkiye‘nin yararına olamaz.

Tarım sektörünün üretim gücünün korunarak geliştirilmesi, halk sağlığının her türlü ticari kaygının üzerinde tutulması ve dünyanın en önemli gen merkezlerinden birisi olan ülkemizin genetik yıkıma sürüklememesi için GDO‘ya Hayır diyoruz...
Kamuoyuna saygı ile duyurulur...

(GDO‘YA HAYIR PLATFORM)

Ne Yiyip İçtiğimize Bir Bakın!
23 Temmuz 2010
Her gün sofralarımıza gelen 22 bin ürün, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından denetlendi. Ortaya çıkan sonuç, dehşete düşürüyor.
Yağ, bal ve pekmezin içeriğinin değiştirildiği, pul biberin zirai ilaçlar nedeniyle zehre dönüştüğü ortaya çıktı. Kırmızı ete, domuz, at ve eşek etinin karıştırıldığı belirlendi. Bebek mamalarında kurşun bulundu

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 2009 yılı gıda denetim programlarına ilişkin sonuçları açıkladı. Verilere göre, bakanlık, ''içerik'' ve ''etiket'' denetimi olarak iki ayrı kategoride denetim programı yürütürken, etiket denetimlerindeki olumsuz örneklerin oranının çok düşük kaldığı, içerik denetimlerinde ise olumsuz örneklerin kanatlı eti, bal ve pekmezde yoğunlaştığı belirlendi. AB kriterleri de dikkate alınarak yürütülen gıda denetim faaliyetleri programları konusunda geçen yıl 22 bin 172 gıda analizinde içerik denetimi yapıldı.

Bunların yüzde 94,72'sinde analiz sonuçları mevzuata uygun çıktı. Ancak, bin 171 gıda örneğinde analiz sonuçlara mevzuata uygun çıkmadı. Süt ve süt ürünleri, kırmızı et ve unlu mamuller denetiminde olumsuz örnek oranı ortalamanın altında kalırken kanatlı et, pekmez, bal, kuru meyveler, bitkisel yağlar, şekerli mamullerdeki denetim sonuçlarındaki olumsuz sonuç oranı oldukça yüksek çıktı. Ekmek örneklerinin büyük bölümü mikrobiyolojik kriterler yönünden uygun. Analiz edilen 309 ekmek örneğinden 5'inde mikrobiyolojik yönden olumsuzluk tespit edildi.

Bakanlık geçen yıl, 660 beyaz peynir örneğinde mikrobiyolojik kriterler yönünden denetim yaptı. Analizler sonucunda, 24 peynir örneğindeki mikrobiyolojik değerlerin mevzuata uygun olmadığı belirlendi. Analiz sonuçlarına göre, 284 yöresel peynir örneğinden 5'inde (yüzde 1,76) mikrobiyolojik açıdan uyumsuzluk belirlendi. Sade, meyveli veya çeşnili dondurma veya sütlü buzda 380 örnekte mikrobiyolojik analiz yapılırken 17 örnek olumsuz çıktı. Sade yoğurtta taklide yönelik 893 örnek üzerinde yapılan analiz sonucunda, 27 örnekte olumsuzluk saptandı. Analiz edilen 757 süt ürünlerinin 37'sinde (yüzde 4,89) taklit ve tağşiş yapıldığı, süt yağı yerine bitkisel yağ katıldığı belirlendi.

ETTEKİ ÜRKÜTEN TEHDİT

Kırmızı et ve et ürünlerinde domuz, at ve eşek etinin katılıp katılmadığını belirlemek için 462 örnek analiz edildi. Bunların yüzde 0,65'i olumsuz çıktı. Ancak, kırmızı et ürünlerine kanatlı eti katılıp katılmadığını belirlemek amacıyla yapılan denetimlerde olumsuzluk oranı yüzde 3,20 olarak belirlendi. 406 kırmızı et ürününden 13'üne kanatlı eti katıldığı tespit edildi. Tavuk, hindi, bıldırcın veya devekuşu etinde mikrobiyolojik kriterler yönünden yapılan analizlerde, olumsuzluk oranının yüzde 17,98 ile oldukça yüksek olduğu belirlendi.

BAL VE PEKMEZDE OYUN

Bakanlık, geçen yıl analiz ettiği 914 bal örneğinin 153'ünde, 265 pekmez örneğinin 90'ında taklit ve tağşiş yapıldığını belirledi. Analiz edilen ürünlerin balda yüzde 16,74'ü, pekmezde ise yüzde 33,76'sı sahte çıktı. Şeker veya şekerlemelerde boya miktarı tayini amacıyla analiz edilen 312 örnekten 22'sinde limitlerin üzerinde boya belirlenirken olumsuz örnek oranı yüzde 7,05 olarak hesaplandı.

KURU KAYISIDA ZEHİR

Kuru meyvelerde aflatoksin tespiti amacıyla yapılan denetimlerde, kırmızı toz ve pul biber ile incir ezmesinde aflatoksin açısından önemli sorun yaşandığı belirlendi. İncelenen 583 fındık örneğinden sadece 6'sında (yüzde 1,03) limitin üzerinde aflatoksin saptanırken, 168 fındık ezmesi örneğinin hiç birinde limitin üzerinde aflatoksine rastlanmadı. Analiz edilen 517 kuru kayısı örneğinin 70'inde (yüzde 13,54) limitin üzerinde kükürtdioksit ortaya çıktı. İncir ezmesi örneklerinin yüzde 17,39'unda aşırı miktarda aflatoksin saptanması dikkati çekti. Antepfıstığında aflatoksinli örnek oranı yüzde 5,23 olarak belirlendi. Yerfıstığında analiz edilen 525 örnekten 33'ünde limitin üzerinde aflatoksin çıktı.

AFLATOKSİNLİ PUL BİBER

Lokum ve helva örneklerinde aflatoksinli örnek oranı yüzde 2'nin altında kalırken, analiz edilen ballı çerez örneklerinin yüzde 21,62'sinde yüksek alfatoksin belirlendi. Alınan 207 lokum örneğinden 4'ü, 210 helva örneğinden 4'ünde ve 148 ballı çerez örneğinden 32'sinde limitlerin üzerinde aflatoksin olduğu ortaya çıktı. Bakanlık, analiz ettiği 413 toz-pul biber örneğinden 61'inde (yüzde 14,77) limitlerin üzerinde aflatoksin buldu. Geçen yıl, analiz edilen 493 kırmızı toz-pul biber örneğinden 7'sinde kanserojen olduğu bilinen Sudan boyası bulundu.

SOFRADAKİ YAĞ DEĞİL BAŞKA BİR ŞEY

Geçen yıl, sıvı yağlarda taklit ve tağşişin tespitine yönelik 521 zeytinyağı örneğinde yapılan analiz sonucunda 13, 175 ayçiçeği yağı örneğinde 14, 160 mısır yağı örneğinde ise 2 olumsuz sonuç tespit edildi. Örneklere göre taklit oranı, mısıryağında yüzde 1,25, zeytinyağında yüzde 2,50 olurken ayçiçeği yağında yüzde 8 düzeyinde tespit edildi. Margarinlerde benzoik ve sorbik asit aranması için yapılan denetimlerde örneklerin yüzde 99,6'sı mevzuata uygun bulundu.

BEBEK MAMASINDA KURŞUN

Zirai ilaç kalıntısı denetimleri korkuttu. 2 bin 262 bitkisel üründe yapılan kalıntı analizinde, 155 üründe limitlerin üzerinde pestisit belirlendi. Bin 311 hazır yemek örneğinde yapılan analizlerde, örneklerin yüzde 4,42'si mikrobiyolojik kriterlere uygun çıkmadı. Analiz edilen 122 bebek mamasından 3'ünde kurşun çıktı. Olumsuzluk oranı yüzde 2,46 olarak hesaplandı. Taze ıspanakta yüzde 2.40 oranında nitrat kalıntısı belirlendi. 2 bin 401 tuz örneğinden 94'ünde iyot oranının mevzuata uygun olmadığı anlaşıldı. Alkollü içki denetim programı kapsamında yapılan denetimlerde 599 rakı, viski, votka örneğinden 3'ünde metil alkol olduğu belirlendi.

ŞEKER VEYA ŞEKERLEMELER

312 örnekten yüzde 7.05’inde limitlerin üzerinde boya belirlendi.

FINDIK

Fındıkta aflotoksin sorunun hemen hemen çözüm aşamasında bulunduğu belirlendi. İncelenen 583 fındık örneğinden sadece altısında (yüzde 1.03) limitin üzerinde aflatoksin saptandı. 168 fındık ezmesi örneğinin hiçbirinde limitin üzerinde aflatoksine rastlanmadı.

KURUYEMİŞ VE KURU ÜZÜM

165 kuru üzüm örneğinde kanserojen okratoksin A arandı. Hiç olumsuz örnek çıkmadı. 382 kuruyemiş örneğinden sadece yüzde 1.05 mikrobiyolojik kriterlere uygun bulunmadı. Ancak antepfıstığında aflatoksinli örnek oranı yüzde 5.23. Anntepfıstığı ezmesinde ise bu oran yüzde 0.96‘ya kadar düştü.

HAZIR YEMEKLER

1311 hazır yemek örneğinde yapılan analizlerde, örneklerin yüzde 4.42 ’si mikrobiyolojik kriterlere uygun çıkmadı.

ALKOLLÜ İÇKİ

Denetimlerde 599 rakı, viski, votka örneğinden üçünde metil alkol bulundu. Distile alkollü içkilerde 767 örnekten yüzde 3’ünde alkol hacminin mevzuata uygun olmadığı ortaya çıktı.

KANATLILAR

Tavuk, hindi, bıldırcın veya devekuşu etlerinde mikrobiyolojik kriterler yönünden yapılan analizlerde, olumsuzluk oranı yüzde 17.98 ile oldukça yüksek. Bu etlerin mikrobiyolojik olarak denetiminde olumsuz örnek oranı 2008’de de yüzde 17’ler düzeyindeydi. Son denetimler sorunun aynen devam ettiğini gösterdi.

EKMEK

Örneklerin büyük bölümü, mikrobiyolojik kriterler yönünden uygun. Analiz edilen 309 ekmek örneğinden sadece beşinde (yüzde 1.62) mikrobiyolojik yönden olumsuzluk tespit edildi.

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ

İyileşme var. Süt ve süt ürünleri grubundaki mikrobiyolojik analizlerde, olumsuz örnek oranı yüzde 1.5-4.9’larda. Bu oran bir önceki yıl yüzde 5-20’lerdeydi. Geçen yıl analiz edilen 757 süt ürününün 37’sinde (yüzde 4.89) taklit ve tağşiş yapıldığı, süt yağı yerine bitkisel yağ katıldığı belirlendi.


Bakanlık geçen yıl 660 beyazpeynir örneğini mikrobiyolojik kriterler yönünden denetledi. 24 peynir örneğinde (yüzde 3.64) mikrobiyolojik değerlerin mevzuata uygun olmadığı belirlendi. 284 yöresel peynir örneğinden beşinde (yüzde 1.76) mikrobiyolojik açıdan uyumsuzluk belirlendi. Yoğurtta toplam spesifik mikroorganizma sayısı açısından analiz edilen 377 örnekten yüzde 1.59’u olumsuz çıktı.

DONDURMA VE SÜTLÜ BUZ

380 örnekte mikrobiyolojik analiz yapıldı. Yüzde 4.47’si olumsuz çıktı.

ETİKETTE SORUN YOK

Gıda ürünlerinin etiketlenmesine ilişkin yaptığı denetimlerde, üreticilerin etiketlemeye ilişkin mevzuata hemen hemen tam uyum sağladığı belirlendi. Bakanlık, 36 bin 718 gıda örneği üzerinde etiket denetimi yaparken, sadece 102 örneğin etiketlenmesinin mevzuata uygun olmadığı tespit edildi. Etiketlemede mevzuata uyum yüzde 99,72 çıktı. Etiketlemede en yüksek uyumsuzluk oranı yüzde 0,98 ile süt ve süt ürünlerinde görüldü. Bitkisel çaylar ve enerji içecekleri etiketlerinin ise mevzuata tam uygun çıktı.

DENETİMLER İŞE YARIYOR

Bakanlık tarafından 2008'de yapılan gıda denetim sonuçlarına göre, geçen yılki denetimlerde olumsuz örnek ortalaması düştü. Bakanlığın 2008'de 19 bin 714 gıda örneği üzerinde yaptığı denetimlerde 18 bin 505 örnek mevzuata uygun bulundu. Bin 208 örneğin de mevzuata uygun olmadığı belirlenmişti. Geçen yıl yüzde 5,28 olan gıda denetimlerinde olumsuz örnek oranı, 2008'de yüzde 6,13 düzeyindeydi. Geçen yıl yüzde 0,28 olan gıda maddelerinin etiketlerinde genel etiketleme ve beslenme yönünden etiketleme kurallarına uygunluk açısından yapılan denetimlerde olumsuz örnek oranı, 2008'de yüzde 0,46 olarak belirlenmişti. Ancak, zirai ilaç kalıntısı denetimlerinde 2008'de yüzde 4,14 olan olumsuz örnek oranının 2009'da yüzde 6,85'e çıktığı belirlendi. Diğer taraftan, süt ve süt ürünleri grubundaki mikrobiyolojik analizlerde, olumsuz örnek oranının yüzde 5-20'lerden yüzde 1,5-4,9'lara, pekmezdeki olumsuz örnek oranının da yüzde 52,62'lerden yüzde 33,96'ya düşmesi dikkat çekti.

BİN 582 FİRMA HAKKINDA SUÇ DUYURUSU

Bakanlık, geçen yıl 92 bin 718'i gıda üretim yeri, 163 bin 382'si gıda satış yeri, 94 bin 355'i toplu tüketim yerinde olmak üzere toplam 350 bin 455 denetim gerçekleştirdi. Denetimler sonucunda, 8 bin 361 adet idari para cezası uygulanırken bin 582 firma veya kişi hakkında da savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Önceki yıl, 340 bin 874 denetim sonrası 6 bin 958 adet idari para cezası uygulanmış, 905 firma veya kişi hakkında suç duyurusu yapılmıştı.
aktifhaber

25 GDO'lu daha soframıza girecek
31 Temmuz 2010

Daha önce sadece GDO’lu mısır ve soyaya izin veren Bilimsel Komite, aldığı son kararla GDO’lu şekerpancarı, maya, patates, pamuk, bakteri biyokütlesi ve kolzanın da Türkiye'ye ithalatının yapılmasına izin çıkardı.

Böylece bugüne kadar Türkiye’ye genetiği değiştirilmiş 9 çeşit mısır, 3 çeşit soya, 3 çeşit kanola, 6 çeşit pamuk, 1 çeşit şekerpancarı, 1 çeşit maya, 1 çeşit patates, 1 çeşit bakteri biyokütlesi olmak üzere toplam 25 çeşit genetiği değiştirilmiş ürün ithalatına izin verildi. Genetiği değiştirilmiş (GDO) 25 çeşit tarımsal ürünün ithalatına izin verildi. GDO Bilimsel Komite kararlarına göre bugüne kadar genetiği değiştirilmiş mısır, soya şekerpancarı, maya, patates, pamuk, bakteri biyokütlesi ve kolza(kanola)’nın toplam 25 çeşidine ithalat izni verildi.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 26 Ekim 2009’da Resmi Gazete’de yayınlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” ile GDO’ lu ürünlerin Türkiye’ye girişinin yasaklanacağı iddia edilmişti. Bakanlık önce 27 ürünü GDO analizine tabi tutulacağını açıklamış ancak tepkiler üzerine ve yeterli laboratuar altyapısı olmadığı için analize tabi tutulan ürün sayısı 9’a indirilmişti. Bu 9 üründen domates, papaya ve çeltik hariç diğer 6 ürünün ithalatına izin verildi. Analize tabi tutulacak listede yer almayan maya ve bakteri biyokütlesinin de ithal edilmesi dikkat çekiyor.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın internet sayfasında yayınlanan Bilimsel Komite kararlarına göre bugüne kadar Türkiye’ye genetiği değiştirilmiş 9 çeşit mısır, 3 çeşit soya, 3 çeşit kolza (kanola), 6 çeşit pamuk, 1 çeşit şekerpancarı, 1 çeşit maya, 1 çeşit patates, 1 çeşit bakteri biyokütlesi olmak üzere toplam 25 çeşit ürünün girişine izin verildi.

GDO'LU PAMUĞA İZİN

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın internet sayfasında yayınlanan Bilimsel Komite’nin 3. ve 4. toplantısında alınan kararlara göre, Türkiye’ye ithalatına izin verilen “genetiği değiştirilmiş MON1445-2 pamuk, MON15985-7 pamuk, MON1445-2 x MON15985-7 melez pamuk çeşitlerinin yem, gıda (rafine yağ) ve pamuk lifi olarak kullanıldığında, mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” görüşüne yer verildi.

Aynı kararda MON531-6 kodlu pamuk, MON531-6XMON1445-2 kodlu pamuk, LLCotton 25 pamuk çeşidi için ise “Yem, gıda(rafine yağ) ve pamuk lifi olarak kullanıldığında herhangi bir risk oluşturmayacağı kanısına varılmıştır” denildi. Bu üç çeşit pamuk için “insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen etki oluşturmayacağı “ ibaresinin yer almaması dikkat çekiyor.

GEN KAÇIŞINA ÖNLEM TALEBİ

Bilimsel Komite kararlarında genetiği değiştirilmiş kolza (kanola) için gen kaçışı uyarısı yapıldı. Kararda GT 73 kolza,T45 kolza ve MS8 X RF hibrid kolza çeşidi için “yem, gıda (rafine yağ) olarak kullanıldığında mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir. Ancak, ülkemizde bu türün yabanileri bulunduğundan gen kaçışının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması önerilmektedir” görüşüne yer verildi.

Uzmanlara göre, genetiği değiştirilmiş organizmaların(GDO) çevre açısından en önemli riski gen kaçışıdır. Bugüne kadar yapılan araştırmalar özellikle kolzadan, şeker pancarından, mısırdan yabani akrabalarına gen geçişi olduğu tespit edildiği biliniyor. Genetiği değiştirilmiş bir ürün üretildiğinde bundan yabani akrabalarına gen geçişi olacağı için genetik kirliliğin olma olasılığı yükseliyor. Bilimsel komitenin kolza için gen kaçışı uyarısı yapması Türkiye’ye ithal edilen kolza çeşitlerinin ekiminin de yapılacağı kuşkusunu doğuruyor.

GDO'LU ŞEKER PANCARI

Bilimsel Komite kararı ile ilk kez genetiği değiştirilmiş şekerpancarı ithalatına da izin verildi. Kararda, “H7-1 şeker pancarı çeşidinin yem, gıda olarak kullanıldığında mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” denildi.

Şekerpancarı üretimini kota ile sınırlayan ve üreticileri alternatif ürünlerin üretilmesi için destek veren Türkiye’nin GDO’lu şekerpancarı ithal etmesi dikkat çekiyor.

FAST-FOOD PATATESİ DE GDO'LU

İlk kez resmi olarak ithalatına izin verilen genetiği değiştirilmiş amilopektin patates çeşidi fast-food zincirlerinde kızartmalık patates olarak kullanılıyor. Bilimsel Komite, EH92-527-1 patates çeşidinin doğrudan gıda ve yem olarak kullanılmasının uygun olmayacağına karar verirken bu patates çeşidine ait ürünlerin yalnızca endüstri amaçlı (kağıt ve kimya) kullanılabileceği görüşüne vardı.

LİSTEDEN ÇIKARILAN MAYA VE BAKTERİYE İZİN

Bilimsel Komite kararları arasında en çarpısı olanı ise Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın geçen yıl Kasım ayında analize tabi tuttuğu 27 ürün arasında yer alan ancak daha sonra listeden çıkardığı genetiği değiştirilmiş maya ve bakterinin de ithalatına izin verilmesi oldu. Bilimsel Komite, “genetik olarak değiştirilmiş ve kurutularak öldürülmüş bakteri biyokütlesi PL73’ün yem katkısı olarak kullanıldığında, eldeki bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” görüşü ile bu bakterinin ithalatına izin verdi.

“Genetik olarak değiştirilmiş, kontrollü ısı kullanılarak öldürülmüş MT 663/Pmt742 veya Pak729 maya biyokütlesi canlı GDO içermediğinden, yem katkısı olarak kullanıldığında, eldeki bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” görüşünün yer aldığı Bilimsel komite kararı ile genetiği değiştirilmiş mayaya da ithalat izni verildi.

Daha önceki kararlarda genetiği değiştirilmiş 3 çeşit soya ve 9 çeşit mısır ithalatına izin verilmişti. Böylece Türkiye’ye bugüne kadar toplamda 25 çeşit GDO’lu ürünün girişine resmen izin verilmiş oldu.

KARARLARIN DİLİ TEREDDÜTLÜ

GDO Bilimsel Komite kararlarında “mevcut bilgiler ışığında”, “insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” gibi kesin olmayan ifadelerin kullanılması dikkat çekiyor. Uzmanlar, Bilimsel K
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ağu 10, 2010 11:58 pm    Mesaj konusu: Süt içen bebeklerin göğüsleri büyüdü! Alıntıyla Cevap Gönder

Mısır şurubu tatlandırıcıları katılan diyet ürünleri, karaciğer yağlanmasının sebebi
25 Eylül 2010
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Uzman Doktor Yavuz Dizdar, karaciğer yağlanmasının en büyük sebebinin mısır şurubu tatlandırıcıları olduğunu belirterek, tatlandırıcıların yaygın olarak kullanıldığı diyet ürünlerinden uzak durmak gerektiğini söyledi.
Sakarya Sivil Toplum Platformunca (SASTOP) Şeker İş Sendikası'nda düzenlenen "Nişasta Bazlı ve Kimyasal Tatlandırıcılar" konulu konferansta konuşan Dizdar, tatlandırıcıların zararlarına değindi.
Tatlandırıcıların kanser vakalarındaki artışı tetiklediğini savunan Dizdar, "Beslenmede bir ürün çıkartılıyor, buna 'tatlandırıcı' deniyor. Bir bakıyorsunuz, yaşam tarzı olarak, 'işte zayıflayın, kilo almayın' diye bu tatlandırıcıların kullanımı doruklara çıkıyor. 'Bunun güvenlik verisi nedir?' dediğimizde, 'Güvenlik alanı biz değiliz, biz sadece üretiriz. Güvenlik Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) işi' cevabı alıyorsunuz" dedi.
Tatlandırıcıların verdiği tadın doğal şekerin verdiği tatla aynı olmadığını ifade eden Dizdar, ucuzluğu nedeniyle tatlandırıcıların yaygın olarak kullanıldığını söyledi.
Toplumda birçok insanın karaciğerinde yağlanma sorunlarının ortaya çıktığına dikkati çeken Dizdar, şöyle konuştu:
"Ne zaman ki Türkiye'de tatlandırıcılar ve diyet ürünleri arttı, bu tür sağlık sorunları da arttı. Karaciğer yağlanmasının en büyük sebebi mısır şurubu tatlandırıcılarıdır. Örneğin, sakarin fazla alındığında idrar yolu kanseri yapar. Tatlandırıcı kullananlar muhakkak önemli sağlık sorunları yaşar. Bugün yediğimiz tüm diyet ürünlerinin içinde tatlandırıcılar var. Bu yüzden diyet ü rünlerinden uzak duralım. Diyet tatlı ve yiyecekler yerine, doğal olanlardan az miktarda tüketelim. Tüketim ne kadar azalırsa, bu ürünlerin ülkemize girişi de o kadar azalır. Bu konuda örgütlü hareket etmek ve toplum olarak bilinçlenmemiz gerek. Herkes bu ürünlerin girmesine karşı çıkarsa, bu ürünleri ülkemize sokan yasaların çıkmasını da engellemiş olur. Karşımızda bu işten kazançlı olan çok etkin bir lobi var. Bu lobi karşısında organize olmak dışında çare yok." netgazete

Süt içen bebeklerin göğüsleri büyüdü!
11.08.2010
Çin'de süt tozlarının bebeklerin göğüslerinin büyümesine neden olduğu yönündeki iddiaların ardından sağlık makamları tarafından soruşturma açıldı.

Bebekler için üretilen süt tozunun, dört aylık kadar küçük bebeklerde göğüs büyümesine neden olduğu öne sürüldü.
Çin basınında bu sütlerle beslenen üç bebeğin ergenliğe giriş belirtileri gösterdiği yönünde haberlerin çıkması üzerine NASDAQ borsasında yer alan Synutra adlı şirketin bebekler için ürettiği süt tozunun test edilmesi talimatı verildi.
Çin'in en büyük bebek sütü üreticilerinden biri olan şirket, bir bildiri yayınlayarak, ürünlerine yüzde 100 güvendiğini ve açılacak soruşturmada işbirliği yapmaya hazır olduklarını belirtti.
Çin, 2008'de altı bebeğin öldüğü ve 300 bin bebeğin hastalandığı süt skandalıyla Süt skandalıyla sarsıldı. Süt tozunda süte daha fazla protein içeriyormuş görünümünü vermek için endüstriyel bir kimyasal olan melamin kullanıldığı ortaya çıkmıştı.
GAZETEPORT

Enerji içeceği üniversiteliyi öldürdü
3 Ekim 2010
Trabzon'da bir üniversite öğrencisi 2 kutu enerji içeceği içtikten sonra fenalaşarak hayatını kaybettiği ileri sürüldü.

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Batı Dilleri ve Edebiyatı hazırlık sınıfı öğrencisi Avni Fidan (18) iddiaya göre, dün akşam içtiği 2 kutu enerji içeceğinin ardından arkadaşlarına ağzından ateş çıkartacağını belirterek çakmağı ağzına doğru getirdi. Bu sırada aniden fenalaşan Fidan, arkadaşları tarafından KTÜ Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi'ne kaldırıldı. Ancak genç öğrenci burada yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti. habertaraf

MSG NEDİR?
Halim VURAL
Biyolog
Sivas İl Halk Sağlığı laboratuarları
Müdür Yardımcısı
05.11.2010

MSG bir yiyecek katkı maddesidir.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor. Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda üreticilerinin bir çoğu MSG' yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

Bu MSG denen illeti piyasalarda, daha masum bir ifade tarzı olsun diye ÇİN TUZU adıyla satıyorlar. Piyasada bazı dönerciler de bunu kullanıyorlar. O kadar lezzetli oluyor ki, bir döner yiyeceğine 2-3 döner yiyesin geliyor.

Ayrıca ithal olarak gelen BÜTÜN GIDA MADDELERİNDE BU MSG VAR (Peyniri, eti, konservesi vs vs.

MSG ZARARLI MI?
Buna okuduktan sonra siz karar verin.

Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor.

Merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak;

ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA (Epilepsi) Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, Doyma mekanizmasında bozukluk, Obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, Ensülin’de artış, ve buna bağlı diyabet, Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar…

Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, Anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.

Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği Cips’lerde çok kullanılmakta.

Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir. Bu mamuller, albenisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız. Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta.

Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz. Mesela Cips. Semt pazarlarında 3 kg patatesi 1 TL ye alabilirsiniz. Oysaki 50 gram CİPS 1 liradır. Yani 1 kg. Cipsi, 20 TL den tükettiğimizin farkında bile değiliz.

Olumsuz etkileri de cabası. Bu mamulleri üretenler, kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler.

Onların gıdaları organik ve doğaldır.

Gelelim genel sağlık boyutuna;

Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.

Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler. Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür.

Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?

Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır. Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler. Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli olmasını istemezler.

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü kaynaklarıdır.

Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık tehlikesi yaklaşan bir dünyada, Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir dünyada, Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada yaşadığımızı asla unutmamalıyız.

Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.

Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.

Gündem Mersin

Etiketler : MSG, Mono Sodyum Glutamat, Batı, Sömürü, ABD, Çin Tuzu, Gıda, Hastalık, Zehir, Tadlandırıcı

Dünya sınırlıyor, Türkiye'de yayılıyor!
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol, HABERTÜRK TV'de Duygu Candaş'ın sorularını yanıtladı
31 Ocak 2011
HABERTURK.COM SAĞLIK HABERLERİ SERVİSİ

Üç tehlikeli beyaz olarak bilinen ‘un, şeker ve tuz’un insan sağlığına etkisi tartışılırken, daha az maliyetle elde edilen ve gazozdan çikolataya pek çok üründe kullanılan nişasta bazlı şeker (NBŞ), bazı AB ülkelerinde yasaklandı. Sebebi nişasta bazlı şekerin pek çok hastalığa neden olması.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol, HABERTÜRK TV'de Duygu Candaş'ın sorularını yanıtladı.

Prof. Dr. Demirkol, nişasta bazlı şekerin karın tipi şişmanlığa neden olduğunu ifade ederken, bu şişmanlığın kansere kadar pek çok rahatsızlığa sebebiyet verdiğini söyledi.

Gofretten, dondurmaya, bisküviden, meşrubatlara kadar hemen hemen her üründe nişasta bazlı şekerin kullanıldığına değinen Prof. Dr. Kenan Demirkol, "Kemik erimesinden, kansızlığa, gut hastalığı, karın tipi şişmanlık, karaciğer yağlanması, kanserlere neden oluyor. Kanserlerde yüzde 40 artışa neden olabiliyor. Şişmanlık üzerinden bu hastalıklara yol açıyor. Dondurmalar, tatlı şerbetleri bile bu maddeden yapılıyor. Çikolataya kadar her alanda bu var. Meşrubat en tehlikelisi. Çok çabuk vücudu terk edebildiği için etkisi daha hızlı yayılıyor" dedi.

"ETİKET ZORUNLULUĞU YOK"
"Tüketiciye iş düşmeden önce hangi tip şekerin kullanıldığı ürünlerin etiketlerinde yazması gerekir" diyen Prof. Dr. Demirkol şunları söyledi: "Yüzde 90 mısır fruktozu içeren bir madde bir üründe kullanılırsa vay çocuklarımızın haline. Etiket zorunluluğu yok. Hangi tip bir mısır şurubunun kullanıldığı belirtilmiyor. Siz alırken neye istinaden alacaksınız?
GDO'lu mısırın bu sanayide kullanılıp kullanılmadığını bilmiyoruz. Mısır nişasta içerir. Nişasta glukoze dönüşür. Kimyasal olarak fruktoza çevirilir. Biz GDO'lu ürün de almış oluyoruz. Bu sayede GDO'lu ürünlerin zararlarını da almış oluyoruz."

"BU GİDİŞE MÜDAHALE EDİLMELİ"

Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin ise HABERTÜRK TV'de Pelin Çift'in sorularını yanıtladı. Yetkin nişasta bazlı şekerin ucuz olması nedeniyle tercih edildiğini söylerken, pek çok ülkenin nişasta bazlı şekerin yasaklandığını belirtti.

Yetkin şunları da söyledi: "Her yıl NBŞ kotasının artırılması gündeme geliyor. Türkiye bu kota konusunda oranı en yüksek ülke. Türkiye'de bu gidişe müdahale etmek lâzım."

"ÇOCUKLARIN SEVDİĞİ GIDALARDA BOLCA VAR"
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Pediatri Onkolog Prof. Dr. Nurdan Taçyıldız da "Nişasta bazlı şekerli ürünler kalorisi yüksekliği nedeniyle kilo yapıyor" derken şöyle devam etti: "Çocuklarımızın çok sevdiği gıdada var. Daha tatlı, şekeri daha yüksek hissettiriyor. Meyve sularında, gazlı içeceklerde var. Çocuklarımızın tüketmesi risk taşıyor. Obezite düşmanımız halinde. Son çalışmalarda obezite artık ülkemizde sorun. Kiloya katkısı olan her şeye dikkat etmemiz gerekiyor. Mısır şurubu içeren maddeleri tüketmekte dikkatli olmalıyız. Bizler de hekimler olarak, ebeveynler olarak çocuklarımıza eğitim verebiliriz. Öğünlerin yerine yerleştirmemeleri konusunda eğitim verebiliriz."

Prof. Taçyıldız şunları da ekledi: "Çocukların sevdiği keklerde, çikolatalarda, şekerli içeceklerin yüzde 40'ından fazlasında bulunuyor. Pasta, şeker, şekerlemeleri tüketmemelerini tembihlememiz gerekir. Evimizde ürettiğimiz kek ya da poğaçaları tüketmelerini sağlamalıyız."
habertürk

Tatlıdaki tatsız tehlike!
Nişasta bazlı şeker alarmı!..
30 Ocak 2011
Şükran ÖZÇAKMAK / HT GAZETE
sozcakmak@htgazete.com.tr

Üç tehlikeli beyaz olarak bilinen ‘un, şeker ve tuz’un insan sağlığına etkisi tartışılırken, daha az maliyetle elde edilen ve gazozdan çikolataya pek çok üründe kullanılan nişasta bazlı şeker (NBŞ), bazı AB ülkelerinde yasaklandı. Türkiye, dünyanın en büyük 4. şeker pancarı üreticisiyken, ton başına 250-300 dolar daha ucuz olan “mısır şurubu” üretmek için sadece 2010’da 500 bin ton mısır ithal etti. Ancak içeriğinde fruktoz olan mısır şurubu ile yapılan gıdalar, doktorlara göre kronik hastalıkları salgına dönüştürüyor.

FRANSA, HOLLANDA VE İNGİLTERE YASAKLADI!
Fransa, Hollanda ve İngiltere, bu nedenlerle Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) olarak da adlandırılan mısır şurubu üretimini yasakladı. En büyük üretici ABD, üretim kotasını düşürdü. Türkiye’de ise Danıştay’ın kesinleşmiş kararına rağmen Bakanlar Kurulu kotayı düşürmemekte ısrar ediyor. NBŞ artık kotalı, kotasız ve merdiven altı olarak; alkollü, gazlı, kolalı içeceklerde, baklava, bisküvi ve her türlü unlu mamul sanayiinde kullanılıyor. Üstelik yalnızca tat verici olarak değil fermantasyon, raf ömrünü uzatma, nem dengesini koruma amacıyla da... İnsan sağlığına etkisi nedeniyle tartışılan mısır şurubunu, sağlık ve ticari yönüyle inceledik.

NİŞASTA BAZLI ŞEKER ALARMI!

Tokluk hissi vermeyen ve kanserden kalp hastalıklarına ve karaciğer yetmezliğine kadar birçok kronik hastalığa yol açtığı ileri sürülen nişasta bazlı şeker (NBŞ), Fransa, Hollanda ve İngiltere’de yasaklandı. Bağımsız bilim adamlarının, “Mısırdan elde edilen NBŞ’de yüksek oranda fruktoz (meyve şekeri) var. Fruktoz, tokluk hissi uyandırmaz aksine yedikçe yedirir. Kronik hastalıklar salgına dönüşmeden önlem alınmalı” dediği NBŞ için Türkiye bir cennet durumunda. Türkiye’de mahkemeler, şirketlere ‘kotayı düşür’ dese de Bakanlar Kurulu yetkisini, kotayı artırma yönünde kullanıyor. NBŞ artık kotalı, kotasız vemerdiven altı olarak tümgıdamaddelerinde kullanılıyor. En büyük üretici konumundaki ABD’nin Gıda ve İlaç İdaresi FDA, Nisan 2008’de “içeriğinde yüksek fruktoz olan NBŞ suni tatlandırıcıdır” açıklaması yaptı.

HER ŞEY TON BAŞINA 250-300 DOLAR İÇİN
ABD’de bilim adamları, obezite ve obeziteye bağlı hastalıkların artışını NBŞ’ye bağlayınca, yüzde 10 olan ABD üretim kotası, yüzde 2’lere düşürüldü. Bu gelişmeler yaşanırken Türkiye, yüzde 10 olan NBŞ üretim kotasını yüzde 15’e çıkardı. Bunun tek nedeni ise nişasta bazlı şekerin, pancardan elde edilen şekere oranla ton başına 250-300 dolar daha ucuz olmasıydı. Şeker pancarında dünyanın 4’üncü büyük üreticisi olan Türkiye, yeterli orandamısır üretiliyor olmasına rağmen dışarıdan ithal ettiğimısırla NBŞ üretiyor. Türkiye’de gıdamaddelerinde kullanımoranı ise bazı verilere göre yüzde 30 ancak yüzde 50- 80’lere vardığı iddia ediliyor.

ÜRETİMDE 25 AVRUPA ÜLKESİNİN TOPLAMIYLA YARIŞIYORUZ

Avrupa’da kişi başına NBŞ tüketiminin 1-1.5 kilo, Türkiye’de ise 6 kilo civarında olduğunu söyleyen Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, NBŞ üretimiyle ticari açıdan Türkiye’nin kâr etmediğini, buna rağmen halk sağlığının bozulmasına göz yumulduğunu şu verilerle açıklıyor: “Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya gibi ülkelerde de pancardan şeker elde ediliyor. Ama bu ülkelerden Fransa, Hollanda ve İngiltere NBŞ bazlı şeker üretimini yasakladı. 25 Avrupa ülkesi 1milyon 200 bin ton NBŞ üretirken Türkiye tek başına 500 bin ton üretiyor. Türkiye 2008 yılında 1milyon 151 bin 490 tonmısır ithal etmiş, 2009 yılında 485 bin 130, 2010 Eylül ayı itibarıyla 425 bin 646 ton mısır ithalatı yapmışız. Bir tarafta GDO’lu mısır tüketip halkın sağlığını bozuyoruz diğer taraftan Türkiye’deki çiftçiyi değil başka ülkeleri desteklemiş oluyoruz.

PROF. YALÇIN: DEVLET TAKİP ETMELİ

Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Şuayip Yalçın: “Bu konu üzerinden direkt yapılmış bir çalışma yok ancak ilişki şişmanlık üzerinden kuruluyor. Bu iddiaların klinik temelini çoğu zaman göremiyoruz ancak kullanımı sınırlandırılmış bir ürün olması nedeniyle Devletin kurumları bunu takip etmeli.”

OBAMA’NIN EŞİ HALKINI UYARMIŞTI

ABD Başkanı Barack Obama’nın eşi Michelle Obama’nın, ‘İçerisinde mısır şurubu ihtiva eden ürünleri tüketmeyeceği ve çocuklarına vermeyeceği’ yönündeki açıklamasını hatırlatan Gök, “Türkiye’de NBŞ lobisi çok iyi çalışıyor. ABD’nin NBŞ fiyatları bizden yüzde 40 daha ucuz. Neden AB’ye satmıyorlar veya niye bizden almıyorlar? Fruktoz, şeker muadili olduğu için ve de insan sağlığı üzerindeki etkisi nedeniyle karşı çıkıyorum. Sendika olarak kotanın düşürülmesi için her yıl dava açıyoruz, mahkeme bizi haklı buluyor ama Bakanlar Kurulu kararı uygulamıyor” dedi. “Avrupa ve ABD, NBŞ bazlı şeker tüketilmemesi için halkı bilinçlendiriyor” diyen Gök, Türkiye’de NBŞ ile üretilen gıda maddeleri üzerindeki etiketlerde uyarı bulunmuyor. Hangi gıdada ne kadar NBŞ kullanıldığı belirtilmiyor. ‘Sigara sağlığa zararlıdır’ gibi etiket bulunmalı. Etiket üzerinde bir insanın günde en fazla tüketeceği miktarın belirtilip uyarının da bulunması gerekiyor. Tedbir alınmayınca ‘Çocuklarınızı NBŞ’den uzak tutun’ kampanyası başlattık” diye konuştu.

EN BÜYÜK ÜRETİCİ CARGILL-ÜLKER

Türkiye’de NBŞ üreten sadece 5 şirket var!
TÜRKİYE’de NBŞ üreten 5 tesis var. Bunlardan Cargill’ın kapasitesi 400 bin ton, Adana’da bulunan Amylum’un kapasitesi 250 bin ton, Ülker- Cargill ortaklığındaki Pendik Nişasta’nın kapasitesi 110 bin ton, Tat firmasının kapasitesi 70 bin ton ve Sunar’ın kapasitesi 55 bin ton mısır. Bu 5 tesisten biri olan Pendik Nişasta Sanayi, Ülker Grubu’na ait. Ülker Grubu, Pendik Nişasta Sanayi tesisinde Cargill ile ortak olarak mısır şurubu üretiyor.

Yurtiçine satış izni olan firmaların kotaları

DAHA UCUZ KOLA, DAHA ÇOK NBŞ

Üç büyük kola üreticisi (Coca-Cola, Pepsi-Cola ve Cola Turka), içeceklerini tatlandırmak için pancar şekeri yerine, ton başına 250-300 dolar daha ucuz olan “mısır şurubu” kullanmayı tercih ediyor. NBŞ üreten 5 firma arasında yer alan Ülker, piyasanın en büyük şirketi olan Cargill’a ortak ve neredeyse tekel konumunda. Ülker aynı zamanda NBŞ’yi en çok kullanan gıda üreticisi olduğu için de bu üretimden en çok kâr eden firma konumunda. Üstelik Ülker daha önce Bakanlar Kurulu’nun üretim kotasını aşmayı da başarmıştı.

PROF. DEMİRKOL: KALP HASTASI YAPIYOR

Fruktozun şişmanlığa, şişmanlığın da başta kalp damar hastalığından kaynaklı inmeye ve birçok kronik hastalığa yol açtığını söyleyen Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol, “AB ülkelerinde bu ürünlerin tüketimi ve gıda ürünlerinde kullanımı azaltılırken Türkiye’de durum vahim. Denetim yok. Piyasada kayıt dışı fruktoz var. Türkiye’deki 5 ayrı üretici firma, piyasadaki kayıt dışı fruktoz olduğunu kabul ediyor ancak bu veriyi de kotayı yükseltmek amacıyla kullanmak istiyorlar. Etiketlerin üzerinde ne kadar fruktoz kullanıldığı belirtilmiyor.

http://im.haberturk.com/2011/01/30/596475_8d70c5f35d89179228d134083f7b2481.jpg

ÜRETİP GIDAYA DÖNÜŞTÜREN TEK ŞİRKET

CARGİLL şirketi, mısırı işleyip elde ettiği nişasta sütünü 2004 yılının temmuz ayından itibaren Ülker ile birlikte ortak olduğu PNS’ye (Pendik Nişasta Sanayi) satıyordu. Ülker, PNS’den aldığı bu ara maddeyi Akyazı’daki Cola Turka tesisinde kurduğu ilave tesiste, nişasta bazlı şekere dönüştürüyor ve üretimde kullanıyordu. Ülker böylece Bakanlar Kurulu’nun NBŞ için belirlediği kotayı aşan tek firma olmuştu. Coca-Cola ve Pepsi-Cola, Ülker’i emsal gösterip aynı tesisi kurmak istedi ancak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, talebi yerinde bulmadı. 4 Nisan 2001 tarihinde yürürlüğe giren Şeker Kanunu, ürettiği mısır şurubunu aynı tesiste kullanan şirketleri kota dışında tutuyordu; ancak Sanayi Bakanlığı, bundan haberdar değildi. Şikâyet üzerine Şeker Kurulu, üretim yapan Cargill ve Amylum şirketine bir yazı gönderdi ve Şubat 2005’ten itibaren aylık üretim ve satış bilgilerini istedi. Kurul, Cola Turka üretiminde kullandığı nişasta bazlı şekerin `kendi üretimi olmasa da` kota fazlası ürün olduğu gerekçesiyle Ülker’e 32 milyon TL ceza kesti. Bu tarihten sonra Cargill, Ülker’e PNS üzerinden nişasta sütü satışını durdurdu. 2005 yılında Ülker, nişasta NBŞ üretiminin durduğunu, cezaya itiraz etmek için mahkemeye başvurduklarını açıkladı. Ülker grubu, mahkeme sonucu konusundaki sorularımızı yanıtsız bıraktı.

SAĞLIK BAKANI AKDAĞ AÇIKLADI: HER 3 KİŞİDEN BİRİ ŞİŞMAN!

Gofretten bisküviye, meşrubattan unlu gıda mamüllerine varana kadar tükettiğimiz bir çoK gıda malzemesinin içinde yer alan Nişasta Bazlı Şeker (NŞB) maddesi Türkiye'yi obezitede ABD ve Meksika'ya yaklaştırdı.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, kendisinin de normalden kilolu olduğunu, kendisi için önlem almaya başladığını söyledi. Akdağ, Sağlık Bakanlığı'nın başlattığı şişmanlıkla mücadele eylem planının da detaylarını anlattı.

Bakan Akdağ, "İnsanımızın 3'te biri normal kilolu, 3'te biri obez, 3'te biri de kilolu ki ben de bu gruba dahilim" dedi, kendi adına önlem almaya başladığını anlattı.

Akdağ, "Sofradan tam doymadan kalkmayı öğrenmemiz lazım. Acıkmadan sofraya oturulmamalı. Ama Sağlık Bakanlığı'nın yapabilecekleri sınırlı, bireylerin yaşam biçimlerini değiştirmeleri gerek" şeklinde konuştu.

Hastalıklar salgına dönüşüyor

Pancar şekerinin yerini almaya çalışan mısır şurubu yani NBŞ’nin (nişasta bazlı şeker) insan sağlığını tehdit ettiğini söyleyen doktorlar, “kronik hastalıklar ve kanser salgına dönüşür” diyerek uyarıyor

Bilimsel verilere göre çay şekeri olarak bilinen sakkaroz 74 birim, mısır şurubu olarak bilinen fruktoz ise 173 birim tatlılığa sahip. Son araştırmalar, ‘şekerli gıdalara olan bağımlılığın, uyuşturucu veya uyarıcılara oranla daha fazla olduğu’ tartışmalarını gündeme getirdi. Bu da ‘Şeker uyuşturucu gibi yasaklansın mı’ tartışmasını doğurdu. Normal şekere oranla daha tatlı olan fruktozun, bilinen ve tartışmasız kabul edilen en önemli etkisi, beyinde tokluk hissini uyarmıyor olması. Tıp otoriteleri, fruktozlu gıda ürünlerinin şişmanlatıcı etkisi üzerinde hemfikir. Bağımsız bilim adamları, fruktozun obeziteye ve metabolik sendroma yol açtığını ileri sürüyor.

NİŞASTA BAZLI ŞEKER İLE İLGİLİ VERİLEN SORU ÖNERGESİ...
(RESMİN ÜZERİNE İKİ KEZ TIKLAYIN)

SORU ÖNERGESİNE TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI'NIN VERDİĞİ YANITLAR. (RESMİN ÜZERİNE İKİ KEZ TIKLAYIN)

GIDA GÜVENLİĞİ DERNEĞİ: ELİMİZDE VERİ YOK

Özellikle kanser uzmanları ve cerrahlar, karşılaştıkları vakalar karşısında, “Glikoz, vücudun tüm hücrelerinde kullanılırken fruktoz sadece karaciğer için gereklidir ve bu miktar 15 gram kadardır. Fazlası, ürik asit düzeyini yükseltir, obezliğe, karaciğerde yağlanmaya ve devamında pankreas kanseri, kalp hastalıklarına, diş çürümesi, depresyon, böbrek, gut, tansiyon, migren, varis gibi hastalıklara yol açıyor. Mısır şurubunun gıda maddelerinde yoğun kullanımının önüne geçilmeli” diyerek tepkilerini dile getiriyor.
75 kadar gıda firmasının üyesi olduğu Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner, “Biz, uluslararası sağlık otoritelerinin verisini baz alırız. Bugüne dek NBŞ’nin zararlı olduğuna dair bir veri elimize ulaşmadı” dedi. Şekerin insan sağlığı üzerine etkisi üzerindeki sorumuzu ise, “Şişmanlatıcı etkisi biliniyor. Şişmanlığa bağlı sağlık sorunlarına da yol açıyor olabilir ancak bu bizim değil gıdacıların yanıtlayacağı bir soru. 20’si öğretim üyelerinden oluşan danışma kurulumuz var, onların da NBŞ’nin gıda güvenliği açısından sakıncalı olduğunu belirten bir beyanı olmadı” şeklinde yanıtladı.

İNSAN YAPISIYLA UYUMLU DEĞİL

Nişasta bazlı fruktozun insan sağlığına etkisini, hızla artan kanser ve özellikle pankreas kanseriyle ilişkilendiren İstanbul Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nden Dr. Yavuz Dizdar, “Son yıllarda yapılan araştırmalar, nişasta bazlı şekerin insan metabolizmasıyla uyumlu olmadığını ortaya koydu. Ülkemizdeki yüzde 15’lik NBŞ kotası en az yüzde 1 seviyesine indirilmeli. Mısırdan elde edilen NBŞ, genzinizde yanma tadı bırakır ve mide ekşimesine neden olur. Akışkandır ve soğukta şekerlenmeye neden olmaz. Mısır şurubu elde edilen mısırın da GDO’lu mısır olma olasılığı yüksektir” diyor.

NEDEN MISIR ŞURUBU?

Mısırdan yüksek fruktoz içerikli mısır şurubu yapımına 1970’lerde başlandı. 1980’lerde yılda 3 milyon ton olan üretim, günümüzde 20-30 milyon tonun üzerine çıktı Nişasta glikoz moleküllerinden oluşan birleşik bir şeker. Mısır şurubu, mısır nişastasının kimyasal işlemden geçirilmesiyle elde ediliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz fruktoza dönüştürülüyor. Bazı ürün paketlerinde mısır şurubuna “nişasta bazlı sıvı şeker” adı veriliyor; kısaca “NBSŞ” dendiği de oluyor. ABD’de HFCS olarak isimlendiriliyor.
Mısır şurubu, şeker pancarından elde edilen şekerden daha tatlı ama daha ucuz ve taşınması daha kolay. Bu da gıda üreticileri için daha düşük maliyet ve daha yüksek kâr anlamına geliyor. Mısır şurubunun içinde yüzde 90’lara varan fruktoz (meyve şekeri) bulunur. Şeker pancarından elde edilen sakkaroz (çay şekeri) yarı yarıya fruktoz ve glikoz içerir. Sakkaroz: 100 birim, glikoz 74 birim, fruktoz 173 birim tatlılığa sahiptir.

KARIN İÇİ YAĞLANMAYA DİKKAT EDİLMELİ

DİZDAR, NBŞ ile ilgili bilimsel araştırmaları da şöyle anlattı: “Mısır şurubunda elde edilen yüksek fruktoz içerikli şeker, iç organlarda ve karın içinde yağlanmanın en önemli nedenlerinden birisidir. Yağlanma sonucu oluşan metabolik sendromla; siroz, karaciğer kanseri, karaciğer rezeksiyonu (karaciğerin bir kısmının ameliyatla alınması) ve transplantasyonu gereken hasta sayısı da artmaktadır. ‘Steatozis’ olarak adlandırılan yağlanma, özellikle son 10 yıl içerisinde artış göstermiştir. Alkolik olmayan insanlarda da karaciğer yağlanması sık görülür oldu. Bu yağlanmayla diyabet ve kanser gelişmesi olasılığı artmakta. Taşsız safra kesesi iltihabı, akut pankreatit tablolarındaki artış yüzlerce cerrahi ve dahili tedavi girişimi ile sonuçlanıyor.”

GIDALARI TATLANDIRIYOR RAF ÖMRÜNÜ UZATIYOR

Fruktoz şurubu, yalnızca tatlandırıcı değil nemi çekme özelliği yanında gıda aktivitesini düşürmekte ve gıdaların raf ömrünü uzatmaktadır. Alkollü, gazlı, kolalı içeceklerde, tat verici olarak meyve suyu sanayiinde, tadı artırma ve fermante edilebilirlik için de çikolata şekerleme, tatlılar, bisküvi, unlu mamuller sanayiinde kullanılır. Raf ömrünü uzatma, nem dengesini koruma amacıyla da kullanılan NBŞ, süt ürünleri, ketçap, mayonez, hazır çorba gibi işlenmiş gıdalarda ve meyve sebze ürünlerinin salamurasında da kullanılıyor.

Obezite ve depresyona yol açıyor

CERRAHPAŞA Tıp Fakültesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkan Prof. Dr. Mehmet Aydın da, bilimsel çalışmaları şöyle anlattı: “Fazla fruktoz tüketen deney hayvanları üzerinde çalışmalar yapıldı. Fruktozun, diyabet, koroner kalp hastalığı, karaciğer yağlanması ve hipertansiyona yol açtığı görüldü. Son 30-40 yıldır çay şekeri yerine mısır şurubunun kullanılması, şişmanlığın ve şişmanlıkla ilgili hastalıkların bir salgın haline dönüşmesini kolaylaştırdı. Ayrıca obezite, hipertansiyon, diyabet, karaciğer yağlanması, depresyon ve böbrek yetersizliği olan hastalar üzerinde yapılan incelemede, kanlarındaki ürik asit oranınının yüksek olduğu belirlenmiş. Deney hayvanlarına fruktoza eşdeğer miktarda glikoz ya da laktoz (süt şekeri = Glukoz + galaktoz) verildiğinde ise bu hastalıklar görülmüyor.

[img]GAZLI İÇECEKLER UYUŞTURUCU GİBİ [/img]

Gazlı içeceklerin en görünür zararı şişmanlık. Çünkü çok miktarda hızlı emilen şeker içeriyorlar. Bu nedenle diğer uyuşturucular gibi bağımlılık yapıyor ve haz duygusuyla birlikte vücuda zarar veriyor. Son yıllarda normal şeker yerine çok daha ucuz olan mısır şurubu (fruktoz) kullanılıyor ki şişmanlık salgınının en önemli etkeni bu tip şekerler. Mısır şurubu şişmanlık, hipertansiyon, şeker hastalığı, gut, karaciğer sirozu ve depresyon gibi hastalıkların ana nedeni.”

Şekersiz kola reklamı yasak ama karara uyan yok
Türkiye Şeker-İş Sendikası, Nisan 2008’de; Coca-Cola ve Pepsi firmaları tarafından piyasaya sürülen ve ‘zero sıfır şeker’ ile ‘şekersiz maksimum tat’ sloganlarıyla tanıtılan “Coca Cola Zero” ve “Pepsi Max” isimli ürün reklamlarının durdurulması için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu Başkanlığı’na şikâyet başvurusunda bulundu. 12 Ağustos 2008’de karara varan Reklam Kurulu, “söz konusu ürünlerde hiç şeker bulunmadığı izleniminin yaratıldığına ve reklamların tüketicileri yanıltıcı ve aldatıcı nitelikte olduğuna” karar verdi. Kurul, reklamları veren Coca-Cola ve Pepsi-Cola şirketlerini 60 bin TL idari para cezası ile cezalandırdı ve reklamların durdurulmasına hükmetti. 31 Aralık 2008’de de sendika, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’ne yazılı başvuru yapılarak, kararın uygulanmasını istedi. Ancak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, süresi içinde (3 Mart 2009’a kadar) herhangi bir cevap vermediği gibi kararı uygulamadı. Sendika, Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne başvurarak, Bakanlığın bu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptalini istedi.

Kanser hücrelerinin büyümesini hızlandırıyor

Bugüne kadar yapılan pek çok araştırma, doğalın dışına taşmış şeker metabolizmasının pankreas kanserine neden olduğunu gösterdi. ABD’de 88 bin 802 kadının katılımıyla gerçekleştirilen ‘Nurses Health Study’ adlı araştırmada, 18 yıllık takip süresinde 180 kişide pankreas kanseri saptandı. Bu çalışmaya göre çay şekeri (sükroz) pankreas kanseriyle ilişkili bulunmadı. Buna karşılık özellikle vücut kitle indeksi yüksek olan ve artmış ensülin direnci bulunan bireylerde, yüksek glisemik yük ve fruktozdan (mısır şurubu şekeri) zengin diyet, pankreas kanseri olasılığını istatistiksel anlamlı bir biçimde artırdığı görüldü. Multiethnic Cohort adlı çalışmada ise diyetteki glisemik yük (bir yiyeceğin bir porsiyondaki gerçek karbonhidrat miktarı), eklenen şekerler ve karbohidratların pankreas kanseri oluşturma riski araştırıldı.
8 yıl izlenen 162 bin denekten 434’ünde pankreas kanseri ortaya çıktı. Analiz sonucunda nişasta bazlı şekerde bol miktarda bulunan fruktozun pankreas kanseri ile istatistiksel anlamlı ilişkili olduğu gösterildi.

ABD KOTA KOYDU

Los Angeles Üniversitesi araştırmacıları geçtiğimiz ağustos ayında yayınladıkları çalışmalarında, fruktozun pankreas kanseri hücrelerinin çoğalmasını hızlandırdığını ortaya koymuştu. Pankreas hücre soylarında yapılan bu araştırmaya göre, fruktoz kanser hücreleri tarafından enerji kaynağı olarak kullanılabilmektedir. Araştırma ABD’de Ağustos 2010’da ciddi tartışmalara neden oldu. ABD, nişasta bazlı şeker için kendi ülkesinde yüzde 2 kota koydu.
habertürk

Hileli bal ve bal şurubuna dikkat
05 Şubat 2011
Arı yetiştiriciliği ve ıslahı uzmanı Prof. Dr. Muhsin Doğaroğlu, "Sürekli şerbetle yemlenen arının ürettiği bal, her ne kadar arı da üretmiş olsa hileli baldır. Tüketici bu hileyi balın tadından, kokusundan, renginden anlayamaz. Gerçek balla, hileli balı ayırmanın tek yolu laboratuvarda analiz etmek" dedi.
Prof. Dr. Doğaroğlu, fruktozun arıcılıkta kullanımı ile ilgili yaptığı yazılı açıklamada, arıların beslenmesinde mısır nişastası temelli fruktoz kullanımının hem arılar hem de tüketiciler için risk teşkil ettiğini, y üksek oranda fruktoz içermeleri nedeniyle bal şurubu adı altında satılan ürünlerin de tüketici sağlığını olumsuz etkilediğini belirtti.
Arı yemlerinin mısır nişastası temelli fruktoz ile hazırlanması nın, arıların metabolizmalarını olumsuz etkilediğine ve arıların tükenmesine neden olduğuna dikkati çeken Doğaroğlu, tüm bu risklerden korunmak için tüketicilerin gerçek ve doğal ballara itibar etmeleri gerektiğini, balın gerçekliğinin de yalnızca yüksek teknolojiye sahip analiz laboratuvarlarında tetkik edilerek anlaşılabileceğini ifade etti. netgazete

Türk halkına yalvarıyorum
Açın gözünüzü! Şekerimsi karteller ‘çocuklarınızı’ alıyor!
Yiğit Bulut yazdı
06 Şubat 2011

ŞEKER konusunu ikiye ayıralım ve “ekonomi” ile “sağlık” başlığı altında kısaca bazı notlar düşelim:

1- Ekonomik olarak sistemi tarif edeyim: Derviş’in isteğiyle “şeker düzenlemesi” yapılmış, şekerpancarı üretimine sınırlama getirilirken “şeker ithalatı da” yasaklanmış. Bunun anlamı çok açık; duvarlar örülüp içeride “tarımı da engellenerek” suni fiyatlamanın ortaya çıktığı bir dinamik içinde “şekerimsilere” yol verilmiş! Son derece kötü niyetli, “nişastadan” üretim yapan kartellere Türkiye’yi teslim eden bir TUZAK! Lütfen dikkat; sistemi kuran “kendine göre mükemmel” dizayn etmiş. Şeker-şekerimsi fiyatı dünyadan kopuk, tarım kısıtlı; tek yol, NİŞASTA BAZLI ŞEKER.

Bir not daha düşeyim; pancar üretsek ve pancardan doğal şeker yesek, düşünün bir bakalım Türkiye’de kaç kişi “tarlada çalışacak”, çapa yapacak, alt sektörler çalışacak! Oysa şimdi durum ne? Getir mısırı at fırına, bas enzimi, olsun sana NBŞ! Beş firma köşe olsun, Türk köylüsü sürünsün!

2- Sağlık açısından da durum FELAKET! Doğal şeker bile ciddi bir “sağlık sorunu” unsuruyken, Türk halkının “doğalı tüketme hakkı” dahi elinden alınmış. Türk halkına “yabancı-yerli nişasta kartellerinin ürettiğini” tüketme hakkı tanınmış. NBŞ ise ayrı bir felaket. Mısırdan elde edilen ve “GDO’lu enzimler” ile reaksiyon sonucu ortaya çıkan bu ürün, “orta ve uzun vadede” kesinlikle kanserojen. Bunu ben değil Amerika’nın en ciddi üniversiteleri ortaya koyuyor.

Bir örnek vereyim: 30 sene önce satılan 100’den fazla ilaç bugün dünya genelinde yasaklı. O zaman “iyi olduğu ” düşünülen aktif maddeleri bugün “kesinlikle zararlı ” olarak kabul ediliyor. Daha geriye gidelim; bugün dünyanın en büyük “aspirin” üreten firma la rından biri 1900’lü yılların başında “eroini ” paketleyip resmi olarak satı yor. O günlerde “eroin” bazı alanlarda kullanılan ve “yarar sağladığı” düşünülen bir madde; bugün ise durum çok farklı. NBŞ için de durum bire bir aynı; 5-10 yıl içinde dünya genelinde yasaklanacak ve bu maddeyi kaçak üretenler büyük ihtimalle hapislerde çürüyecek! Gelin bu gerçeği bugünden görelim ve Türk halkını koruma adına “gerekli adımları ” atalım...

Sevgili Türk halkı, lütfen uyanın! 5 küresel “şekerimsi kartel”, Derviş eliyle Türkiye’nin o günkü durumundan da yola çıkarak istedikleri düzenlemeyi yaptırmışlar. Lütfen uyanın ve “doğal şeker tüketme hakkınızı ” alın bu kartellerin elinden!

DEVLET BAHÇELİ’YE ÖZEL NOT: Sayın Bahçeli, dürüstlüğünüze sonuna kadar inanan bir vatandaş olarak sizden bir isteğim var: Şeker düzenlemesi 57. hükümetin küresel finans baronlarının tuzağına düştüğü bir dönemde Türkiye’ye dayatıldı. O dönemde çok zor durumdaydınız ve çaresizliğinizden yararlandılar. Şimdi bu “kartellere yol açan” olarak, bunu kaldırmada öncü olmak yine size düşer. Hükümetle görüşerek, birlik te Türk halkı adına bir adım atın ve lütfen bunun değişmesi için TBMM’de öncü olun. Siz olun, hükümet destek vermezse en azından biz “2001’i düzeltmek için adım attığınızı” görelim. Size Türk halkı adına rica ediyorum; bu yolu siz açtınız, en azından bir şeyler yapın!
habertürk

"Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’la Türklere biyo-soykırım uyguluyorlar”
17 ubat 2011
Anadolu Haber

Başbakan, CHP Lideri Kılıçdaroğlu ve Tarım Bakanı Eker’e mektup gönderen Panko Birlik’in Danışmanı, eski İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Özfatura, “Nişasta Bazlı Şekerler ve Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’la Türklere biyo-soykırım uyguluyorlar” dedi.

Son 10 yıldır Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ve şeker bazlı nişastalar konularında araştırmaları derleyen, Pancar Üreticileri Kooperatifi’ne (PANKO Birlik) danışmanlık yapan eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’e “Bize biyolojik savaş açtılar. Türklere soykırım yapılıyor” diye mektup gönderdi. GDO’lu ürünler, kısır tohumlar ve Nişasta Bazlı Şekerlerle (NBŞ) Türkiye’ye yönelik tam bir soykırım uygulandığını ileri süren Özfatura 1975’te yüzde 2 olan kısırlık oranının 2009’da yüzde 25’e yükseldiğine dikkat çekerek “Türkiye bir biyolojik savaşla, bir biyo-soykırımla karşı karşıya.

Türkiye’nin bir numaralı gündemi ne Ergenekon ne başka bir şey. İktidar muhalefet demeden bu konuda el ele verilmeli” dedi. Türkiye’nin gelecek nesillerinin tehdit altında olduğunu ifade eden Özfatura gönderdiği mektupta, Başbakan Erdoğan’ın mektubunda yer verdiği bazı gıdaları tetkik ettirmesini istedi. Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesinin bu olması gerektiğini kaydeden Özfatura, şunları söyledi: “35 yıl önce yüzde 2 olan kısırlık oranı bugün yüzde 25’e çıktı.

Bu gıdaları tüketenlerin DNA’ları bozuluyor. Cinsi sapıklar türüyor. Türkiye biyolojik bir savaşla, bir soykırımla karşı karşıya. Geceleri uykularım kaçıyor. Hepimizin geleceği tehlike altında. Neticede Sayın Başbakan’ın da çocukları, torunları tehlike altında. Çünkü yediğimiz hemen her gıdada bunlar var.”

TERMİNATÖR TOHUM

Dünyanın en zengin isimlerinin oluşturduğu “Dünya Nüfus Konseyi” adlı örgütün dünya nüfusunun 8.3 milyarı aşmaması için çaba gösterdiğini, bu amaçla bir soykırımı uyguladıklarını da iddia eden Özfatura, “Bill Gates, David Rockefeller, Ted Turner, George Soros gibi zenginler dünyaya hükmediyor. Dünya Nüfus Konseyi adıyla örgütlüler. Hitler’e de destek veren bu gruptu” sözleriyle dikkat çekti. Özfatura GDO’lu ürünleri terminatör tohumlara benzetti.

HOMOSEKSÜEL DOMUZ!

Bu gıdalar aracılığıyla Türkiye’ye uygulanan soykırımın Asya ve Afrika ülkelerine de uygulandığını savunan Özfatura “GDO’lu ürünlere ithalat yasağı getirilmeli” diye konuştu.

En çok soya, mısır, nişasta bazlı şekerler ve suni tatlandırıcıların tehlikeli olduğunu kaydeden Özfatura, “Bunlar insan DNA’sında tahribe yol açıyor, genetik bozukluklar ve cinsi sapıklıklar meydana getiriyor. İsviçre’de yapılan araştırmada GDO’lu soya ve mısırı yiyen domuzlar homoseksüel oldu” dedi.
Ajans5

Dünyada Coca Cola depremi

ABDde bir radyo programında Coca-Colanın 125 yıllık gizli 7X formülü diye yapılan açıklama tüm dünyada ve özellikle Müslümanlar arasında depreme yol açtı.Emperyalizmin sembol markası olan Kola'nın içerisinde Alkol'ün yanında kireç suyuda yer alıyor

17 Şubat 2011
Anadolu Haber

Coca-Cola’da alkol tartışması This American Life isimli radyoda sunucu Ira Glass, Coca-Cola’-nın 125 yıldır tartışılan 7X formülünün eski bir gazetede yayımlanan tarifini açıklaması ve radyonun internet sitesinde de yayınlanması dünyada deprem etkisi yaptı.
Sitenin yayınladığı belgede kolanın içinde belli miktarda alkol bulunduğu iddiası özellikle İslam Dünyası'nda şok etkisi yaptı.

Birçok İslam Ülkesi Coca Cola yöneticilerinden açıklama istedi. Coca-Cola sözcüsü Kerry Tressler ise iddiaları yalanladı ve formülün doğru olmadığını söyledi.

Tressler “Birçok kurum gizli formülümüzü ele geçirmek istedi ama bunu başaramadı. Coca-Cola’da alkol ve herhangi bir domuz ürünü bulunmuyor dedi...

Bu zamana kadar sır olarak kalan formül 1886 yılında kimyager John Pemberton tarafından bulunmuştu. İlk olarak aynı yıl Atlanta’da satılmaya başlanan içecek, daha sonra dünyada 200 ülkede satışa çıkarıldı.

Coca-Cola’nın formülü ise ABD’nin Georgia Eyaleti’nin Atlanta kentinde 24 saat boyunca korunan bir mahzende saklanıyor.

Siteye göre, Coca-Cola’nın formülü ilk olarak 1979 yılında bir gazetede yayınlandı.

Muhafazakar kesimin yıllardır İsrail bağlantısı nedeniyle tepki gösterdiği ve dolaylı yollardan ambargo uyguladığı Coca Cola ile ilgili şok bir iddia daha gündeme geldi.

ABD'nin önde gelen bir sitesi Coca Cola'nın sır formülünü belgeleriyle açıkladı. Yıllardır yılan hikayesine dönen ve Coca Cola'nın, mahkeme kararlarına rağmen şirket sırrı gerekçesiyle yıllardır açıklamaktan kaçındığı ya da belli bir kısmını açıkladığı formülün içinde önemli miktarda alkol bulunduğu ortaya çıktı.

Şirket, sitesinden duyurduğu haberde Coca Cola'nın formülünü tam olarak bulduğunu belirtirken, iddiasını da 1979 tarihli bir gazete makalesine dayandırdı. Söz konusu makalede, kolayı üretmek için geçerli içerik maddeler ve miktarları bulunuyor.

Thisamericanlife.org adlı site, haberinde Atlanta Journal-Constitution gazetesinde 8 Şubat 1979 tarihinde yayınlanan makalenin resmine de yer veriyor.

FORMÜLDE ALKOL DE BULUNUYOR

Sitenin haberini, formülün açıklanmasından çok, Coca Cola'nın içinde bulunan maddeler önemli hale getiriyor. Açıklanan formüle göre, Colanın için kafein ve asit gibi maddelerin yanısıra tam 226,7 gram alkol bulunuyor.

Açıklanan formülle ortaya çıkan bu durum, yıllardır İsrail bağlantısı nedeniyle gündemden düşmeyen ve sık sık İsrail'e yönelik ambargo listelerine giren Colaya bakış açısını kökten değişritecek gibi görünüyor.

Açıklanan formül ve bulunan alkolle ilgili şu ana kadar şirketten herhangi bir açıklama yapılmazken, Diyanetin bu konuda ne diyeceği de merak konusu oldu.

İŞTE AÇIKLANAN O FORMÜL...

12 gram sıvı koka özü

85 gram strik asit (limon asidi)

28,35 gram kafein

Şeker (işaretlerden ne miktar gerektiği anlaşılamıyor)

9,4 litre su

946,9 mililitre kireç suyu

28,35 gram vanilya

42,5 gram ya da renk vermek için daha fazla karamel

7X çeşnisi (56,6 grama 18,9 litre şurup):

226,7 gram alkol

20 damla (1,297 mililitre) portakal esansı

30 damla limon esansı

10 damla küçük hindistan cevizi esansı

5 damla kişniş

10 damla neroli

10 damla tarçın

'Kimyasallar spermi azaltıyor, kanser riskini artırıyor'
4 MART 2011
Finlandiya'da yapılan bir araştırma sonucunda, sperm kalitesinin azalması ve yumurtalık kanseri riskinin artmasında endüstriyel kimyasalların etkisi olabileceği iddia edildi.
International Journal of Andrology dergisinde yayımlanan araştırma, 1979 ve 1987 yılları arasında doğan erkekler üzerinde yapılan incelemelere dayanıyor.
Turku Universitesi'nde yürütülen araştırmanın sonucunda çevre ve doğa koşullarında yaşanan değişimin, bu iki olumsuz eğilimi de tetiklemiş olabileceği ortaya çıktı.
Araştırmanın Finlandiyalı erkekler üzerinde yapılmasının sebebi, bu grubun sperm değerlerinin en yüksek noktada olması.
Ancak bilim adamları bunun, genetik sebeplerle mi yoksa zararlı kimyasallara daha az maruz kalmalarıyla mı ilgili olduğunu bulamadılar.
3 grup denek
Araştırma kapsamında 1998 ve 2006 yılları arasında 19 yaşına basan üç grup erkek incelendi.
Sonuçlar 1980'lerin sonunda doğmuş olanlardan oluşan grubun sperm değerlerinin, seksenlerin başında doğmuş gruba göre daha düşük olduğunu ortaya koydu.
İki grup arasında yumurtalık kanserine yakalanma riski açısından da seksenlerin sonunda doğanların grubu daha büyük tehlike altında.
Sheffield Üniversitesi'nden doktor Allan Pacey yaptığı değerlendirmede sperm değerlerinin genç kuşaklarda düşük olmasının sebeplerini açıklayan en güçlü teorinin, çevre koşullarında yaşanan değişimlere dayandığını söyledi.
Pacey, besin ve yiyeceklerden alınan kimyasalların her geçen kuşakta daha da artmakta olduğunu ve sperm kalitesindeki düşüşün bu kimyasalların etkisiyle ortaya çıkabileceğini belirtti. BBC

GDO'lu çikolata skandalı büyüyor

Çikolatada GDO yönetmeliğine rağmen, eskisi gibi GDO'lu üretimin devam ettiği ortaya çıktı

09 Mart 2011
Ana Haber

Çikolata ve şekerleme gibi ürünlerde yönetmeliğe rağmen GDO'lu üretimin devam ettiğinin ortaya çıkmasıyla yaşanan skandalda ikinci perde açıldı. Tarım Bakanlığı'ndan çelişkili ifadeler geliyor

Çikolata ve şekerleme gibi yüzlerce ürünü kapsayan GDO yönetmeliğine rağmen, eskisi gibi GDO'lu üretimin devam ettiğinin ortaya çıkmasıyla yaşanan skandal devam ediyor. SABAH'ın 'GDO'lu çikolatalar kimin?' haberiyle önceki gün gündeme getirdiği konu ile alakalı olarak Tarım Bakanlığı'ndan çelişkili açıklamalar geldi.

Bakanlık 26 Eylül 2010'dan bu yana gıda amaçlı GDO'lu hiçbir ürünün ithalatının yapılmadığını belirtilerek, "Türkiye'deki gıda ürünlerin tamamı GDO'suzdur" dedi. Ancak yapılan bu açıklama Tarım Bakanı Mehdi Eker'in geçtiğimiz ay cevapladığı bir soru önergesi ile net bir şekilde çelişti. Eker'in cevabına göre Türkiye'ye bugüne kadar yem sanayinde 1 milyon 386 bin 811 ton gıda sanayinde de 93 bin 415 ton GDO'lu kanola, soya ve mısırın ithalatına izin verildi.

İNTERNETTE BİLE SATILIYOR

Bakanlıktan yapılan tüm bu açıklamalara rağmen Türkiye'de GDO'lu hammaddeler internetten rahat bir şekilde alınabiliyor. Bir çok firma denetim boşluğundan faydalanarak GDO'lu soya alımı yapıyor. Yasal GDO'lu ürün girişinin dışında denetimsiz şekilde Türkiye'ye giren GDO'lu soya ürünleri de madalyonun diğer yüzü.

Buna göre Türkiye'nin yıllık soya ihtiyacı 1.6 milyon tonu buluyor. Bu rakamın sadece 50 bin ton civarı yerli üretim olarak gerçekleşiyor. SABAH'ın araştırması Türkiye'ye gelen yılda 1.5 milyon ton soyanın durumunu da ortaya koyuyor. Buna göre GDO yönetmeliğine rağmen hız kesmeyen ithalat şekil değiştirerek devam ediyor. İnternetten dahi onlarca ton GDO'lu soya satın almanın mümkün olduğu Türkiye'de, denetim ise neredeyse yok gibi.

GDO ÇİKOLATADA

"Türkiye'ye GDO'lu soya ve mısır girmeye devam ediyor " diyen Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, "GDO yönetmeliği çıkmadan önce yasadışı olarak ithalat yapılıyordu. Şimdi ise yasal olarak üretim yapılıyor. GDO'da değişen hiçbir şey olmadı.

Başta soya ve mısır olmak üzere 32 çeşit GDO içeren ürüne izin verildi. Firmalara paketlerinde yasa gereği 'GDO'lu ürünler içerir' ibaresini kullanması lazım. Ancak bu da yapılmıyor" dedi.

ANALİZ REZALETİ YAŞANIYOR

GDO analizleri konusunda da tam bir skandal yaşanıyor. Bir analiz laboratuvarının dediği, diğerini tutmuyor. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın'ın iddiasına göre 10 bin ton civarında buğday gluteni ithal eden ünlü bir gıda firması, ürünü GDO analizine sokuyor. Analiz sonucunda 'GDO'ludur. Gıdada kullanılamaz' sonucu çıkınca ürün ikinci kez analize sokuluyor. Yine aynı sonuç alınıyor. Bunun üzerine ürünü alıp başka bir laboratuvara götüren şirket sonunda istediği sonucu alıyor. Ve GDO'lu buğdayı ürettiği gıdada kullanıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, "Bu denetimlerin nasıl yapıldığının en büyük kanıtıdır" diyor.

ÇİMENTO SÜSÜNDE GDO'LU SOYA

Tüketiciler Birliği Başkanı Nazım Kaya ise Türkiye'de özellikle de büyük markaların GDO konusunda hiçbir çalışma yapmadığını iddia etti. Şirketlerin de bu açıkları değerlendirdiğini anlatan Kaya, "Tarım Bakanlığı sadece kâğıt üstündeki beyana göre denetim yapıyor. Bazı firmalar bunu fırsat bilip çimento ithali gibi gösterip GDO'lu soya ithal ediyor" dedi.

Patlayan karpuzların sırrı
17 MAYIS 2011

Çin'in doğusunda Jiangsu eyaletindeki çiftliklerde yetiştirilen karpuzlar belirli bir boya geldikten sonra patlıyor.

Çin devlet televizyonunun yaptığı araştırma bölgedeki mahsulün büyük bölümünün kullanılamaz hale geldiğini ortaya koydu.
Patlamaya, karpuzun hızlı büyümesine yardımcı olan bir kimyasalın aşırı kullanımının neden olabileceği belirtildi.
Ancak kimyasal madde kullanılmadan üretilen karpuzlarda da aynı sorunun görülmesi kafaları karıştırdı.
Ziraatçiler hava koşullarının da sorun yaratıyor olabileceği görüşünde.
Jiangsu bölgesindeki üreticilerin bir süredir büyüme hızlandırıcı spreyleri bolca kullandığı belirtiliyor.
Üreticiler böylelikle ürünlerini pazara daha erken çıkarmayı ve karlarını artırmayı hedefliyor.
Devlet televizyonunun haberine göre karpuzlar patlamaya, Japonya'dan getirilen yeni tohumların kullanılmaya başladığı geçen ay başladı.
Çoğu üretici mahsulün dörtte üçünü kaybetti.
Sağlık bakanlığı yetkilileri ise büyüme hızlandırıcı kimyasalların gerekli onayları aldığını, sağlık açısından bir zararı olmadığını belirtiyor.
Bazı uzmanlar ise kamuoyunda bazı tarım ürünlerinin sağlığa zararlı olup olmadığıyla ilgili haklı kaygılar oluştuğunu, özellikle karpuzda üretim sürecinin daha dikkatli denetlenmesi gerektiğini vurguluyor.
BBC

E-Coli'nin nedeni GDO mu?

Avrupanın uzun yıllardır gördüğü en büyük salgında Mayıs başından beri en az 22 kişi hayatını kaybetti. 2 bin kişiye yakın kişi de hastanelik oldu.

06 Haziran 2011

Almanya’da başlayan E-Coli salgınında ölü sayısı 22’ye ulaştı. CTV News’ün haberine göre, salgının kaynağının soya filizleri olabileceği bildirildi. Alman Tarım Bakanı Gert Hahne, “Salgının muhtemel nedenin soya filizleri olduğu belirlendi” dedi.

Alman yetkililer daha önce açıklamalarında, domatesleri, yeşillikleri ve salatalıkları salgının nedeni olarak göstermişti.

Avrupa’nın modern tarihindeki en ölümcül E-Coli salgını, Mayıs ayının başından beri 22 kişinin ölümüne neden oldu. Almanya’da 2 bine yakın kişinin salgından etkilendiği bildirildi. Bunların en az 520’sinin böbrek yetmezliği ile hayati tehlikede olduğu açıklandı.

E-Coli, insan bağırsaklarında yaşayan genel olarak faydalı bir bakteri türü. Ancak genetiği mutasyon geçirmiş bakteriye maruz kalmak hastalıklara yol açabiliyor. Gıdalarının genetiği değiştirilmesi işlevi sırasında E-Coli bakterisi, değiştirilmiş DNA’nın klonlanması için kullanılıyor. Daha sonra bu üretilmiş DNA’lar bitki hücrelerine naklediliyor. E-Coli bakterisi doğal süreçte istenilen DNA’yı üretebildiği için tercih ediliyor.

Genetiği değiştirilmiş gıdalar yenmesi durumunda buradaki DNA, sindirim yollarındaki E-Coli bakterilerini mutasyona uğratarak hastalığa neden olabilir. GDO Teknolojisi devlerinden DuPont’un ABD Tarım Bakanlığı ile yaptığı son anlaşma E-Coli’nin bu “bulunması zor ve zararlı DNA’ları tespit” amacını taşıyor.

Conservative Critics bloguna göre, benzer bir olay 2 yıl önce Merkez California’da meydana geldi. Genetiği değiştirilmiş gıdalar yiyen yüzlerce kişi aynı şekilde E-Coli’den rahatsızlandı. Ancak GDO endüstrisini koruma amacıyla Salinas Vadi’si olayı örtbas edildi. Salgının bulunduğu yerden uzak bir bölgedeki hayvan dışkılarının günah keçisi ilan edildi.
timetürk

Günaydın: Böcekli ve GDO'lu ürünler sofrada
28 Temmuz 2011
CHP Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın: 'Binlerce ton zarar görmüş ve canlı böcek içeren ekmeklik buğday işleme süreçlerinden sonra tüketici sofrasına ulaşmıştır '

CHP Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın, TBMM’de, "Halk sağlığına aykırı gıda maddelerinin ithalatında gümrüklerde yapılan usulsüzlükler ve bunun Ramazan ayı öncesinde tüketici sofrasına olan etkileri" konulu bir basın toplantısı düzenledi.

"Halk sağlığı ile oynanıyor, birtakım firmalara haksız kazanç sağlanıyor"

Ambarlı Gümrük Müdürlüğü’nün Türkiye’de tarım ve gıda ithalatının çok yoğun olarak yapıldığı bir gümrük müdürlüğü olduğunu ifade eden Günaydın, "Bize ulaşan belgelerden, Ambarlı Gümrük Müdürlüğü’nde gümrük talimatlara aykırı bir yığın işlem yapılmakta ve halk sağlığına aykırı ithal ürünler yurt içi edilmekte ve böylece halk sağlığı ile oynanmakta ve birtakım firmalara haksız kazanç sağlanmakta. Bununla ilgili iki örnek olayı var. Hep aynı firmadan söz edeceğiz" dedi.

"İki kez uygunsuzluk görüşü verilen firmanın ürünleri yurda girdi"

Bir firmanın Çin’den 110 ton buğday gluteni ithalatı kapsamında Ambarlı Gümrük Müdürlüğü’ne getirdiği malının, gerekli kontrollerinin yapılması için İstanbul İl Tarım Müdürlüğü’ne Kasım 2009’da başvurduğunu belirten Günaydın, şöyle dedi:

"İstanbul Tarım İl Müdürlüğü, 1 Nisan 2010 tarihinde Ambarlı Gümrük Müdürlüğü ve ilgili firmaya gönderdiği 1 Nisan 2010 tarihli yazıda, daha evvel 2 kez uygunsuzluk görüşü bildirdiği parti için bu kez ‘Bakanlığımız Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğünün talimatları gereğince işlem yeniden değerlendirilmiş olup, yapılan muayene ve analizler sonucunda yurda girişi uygun görülmüştür’ denilmiştir" dedi.

"Binlerce ton zarar görmüş tane ve canlı böcek tüketici sofrasına ulaştı"

Basın toplantısında ikinci bir örnek daha veren Günaydın, "Bir firma Ukrayna’da bulunan RESTEX ALLIANCE firmasından ithal ettiği ve M/V Mert Kalkavan ve M/V ARSEL STAR adlı iki ayrı gemi ile taşıdığı ekmeklik buğdayı Türkiye’ye getirir" dedi.

Gemilerden alınan numunelerden analiz yapıldığını belirten Günaydın, "İstanbul İl Kontrol Laboratuarı Müdürlüğü’nce yapılan ve 16 Mart 2011 tarihli muayene ve analiz raporuna göre kayıt edilen analiz sonuçlarında, firma güvenliğine bırakılıp ertesi gün geri alınan numune ithalat kriterlerine uygun bulunur. Diğer numunade ise çok sayıda canlı böcek ve yüzde 1,16 oranında zara görmüş tane tespit edilir" dedi.

Ekmeklik buğdayın Nisan 2011 ayı içinde beyannamesi tescil edilerek yurda sokulduğunu vurgulayan Günaydın, "Aslında binlerce ton zarar görmüş ve canlı böcek içeren ekmeklik buğday işleme süreçlerinden sonra tüketici sofrasına ulaşmıştır. Canlı böcek ve zarar görmüş tane içeren mal işleme süreçlerine dahil edilmiş ve tüketici sofrasına ulaşmıştır. Muhtemelen de Ramazan ayında bu maldan üretilen işlenmiş gıdalar soframızda olacaktır" dedi.

Vergi kaybına işaret etti

Konunun vergi kaybı boyutu olduğunu da belirten Günaydın, "Buğday gümrük vergisi oranı 25 Şubat 2011 tarihi itibarıyla yüzde 0’a düşürülmüş, 1 Mayıs 2011 tarihinde ise tekrar yüzde 130’a çıkarılmıştır. Bu durum ilgili firmanın iş ve işlemlerini neden bu tarihler arasında sıkıştırmak konusunda olağanüstü gayret içinde bulunduğunu da ortaya koymaktadır" dedi.

Bu işlemlerin tamamının altında İstanbul Tarım İl Müdürü’nün imzasının bulunduğuna dikkat çeken Günaydın, "Bugün nerede ve hangi görevde bulunduğunu ve bu işlemler sonucunda Türkiye’nin ve Hazine’nin vergi kaybının nasıl telafi edileceği sorusuna da bir araştırma önergesi ya da soru önergesi ile sunacağım" dedi.

Sorular

"Bu firmanın siyasi iktidara yakınlığı ile ilgili bir duyumunuz var mı" sorusuna Günaydın, "Evet, var" dedi.

Basın mensuplarının, "Firmanın ismi nedir" sorusuna da Günaydın, "Erişler Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi" dedi.

"Maddi bir boyutu var mı" sorusuna da Günaydın, "2 milyon doların üzerinde bir mal bedelinden söz ediyoruz" ifadesini kullandı.

"Bebek mamasından tutun da hazır gıdalara karşı birçok ürünün içerisinde kullanılıyor"

Günaydın, buğday gluteninin kullanıldığı yerler konusunda ise, "Bebek mamasından tutun da hazır gıdalara kadar birçok ürünün içerisinde kullanılan bir madde. Ben ekmek almam ya da evimde ekmek yaparım diyerek bu süreçlerden kaçınabilmek mümkün değildir. Zaten 800’ün üzerinde GDO’lu çeşit tüketicinin sofralarına ulaşmaktadır. Biyogüvenlik Kurulu 33 GDO’lu çeşide izin verdi bunlar yalnızca yem sanayinde kullanılabilecek çeşitlerdir ama örneklerde göstermektedir ki gıda sanayinde kullanılmak üzere de bu ürünler yasa dışı yollarda Türkiye’ye girmektedir" dedi.

Bir soru üzerine Günaydın, "Sayın Ahmet Kavak, İstanbul Tarım İl Müdürlüğünü uzun süre yaptıktan sonra bakanlıkta genel müdür yardımcılığı düzeyine yükseltilen bir bürokrat" dedi.

Bir başka soru üzerine firmanın, ''iktidara yakın olduğunu'' öne süren Günaydın, ''Bu işlemler hep aynı firma üzerinden yürütülüyor. Binlerce ton zarar gürmüş tane ve canlı böcek içeren ekmeklik buğday, işleme süreçlerinden sonra tüketici sofralarına ulaşmıştır'' diye konuştu.

Günaydın ayrıca, CHP'nin Tohumculuk Kanununun bazı maddelerine ait fıkraların iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle 2006'da Anayasa Mahkemesine başvurduğunu, başvuruya ilişkin gerekçeli kararın, 23 Temmuz 2011'de Resmi Gazete'de yayımlandığını anlattı.

Günaydın, ''Anayasa Mahkemesinin 5 yıla yakın bir gecikmeyle çıkan kararı, hukuku 'ayak bağı' olarak gören AKP zihniyetinin ülkede yarattığı yeni iklimi göstermesi bakamından anlamlıdır'' dedi. haber10

Hurmada Glikoz Şurubu Sahtekarlığı! İşte Dikkat Edilmesi Gerekenler
27 Mayıs 2017



Tüketici Dernekleri Federasyonu, doğal, besleyici, sağlıklı diye alınan bazı hurmaların glikoz şurubuyla tatlandırıldığı uyarısını yaptı.
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

Tüketici Dernekleri Federasyonu, iftar ve sahurun vazgeçilmezi hurma alışverişi konusunda vatandaşlara kritik bir uyarıda bulundu. Federasyon, vatandaşın doğal, besleyici, sağlıklı diye aldığı hurmaların glikoz şurubuyla tatlandırılarak satıldığına dikkat çekti.

Türkiye'nin en büyük hurma ithalatçısı ve üreticilerinden Ziraat Mühendisi Mustafa Öztürk de "Bazı ucuz, kirli ve az tatlı hurmalar daha iyi bir parlaklık verilsin, kirleri örtülsün, az olan tadı artırılsın diye glikoz şurubu püskürtülerek, paketleniyor" dedi. Hurma cinsleri ve fiyatları konusunda da bilgi veren Öztürk, kendisinin hem fiyatı hem de lezzeti nedeniyle kilosu 10 lira olan yaş hurmayı tercih ettiğini söyledi.

ISLAK GİBİ, YAPIŞ YAPIŞ

TÜDEF Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda Komisyonu Başkanı Sinan Vargı, ramazanda piyasaya bol miktarda glikoz şurubuna batırılmış ucuz hurmalar sürüldüğünü belirterek, tüketicileri şöyle uyardı:

"Artık birçok gıdada kullanılan glikoz (mısır) şurubu ucuz, kalitesiz hurmalarda da kullanılıyor. Genellikle Kuzey Afrika ülkelerinden gelen hurmalar glikoza bulanarak satılıyor. Bu hurma tezgâhta ıslak gibi durur. Elinize aldığınızda eliniz yapış yapış olur. Tüketicilere tavsiyemiz dallı, parlak olmayan hurmaları satın almalarıdır. Hurma fiyatlarındaki büyük farkın sebeplerinden birisi bazı hurmaların glikoz şurubuna bandırılmış olması. Ramazan öncesi satın alacağınız hurma glikoz işleminden geçirilmiş olsa bile paket içeriğinde bu yazmayabilir."

HURMANIN AYIBI GLİKOZLA ÖRTÜLÜYOR

Hurma ithalatçılarından Hurmatat Genel Müdürü Mustafa Öztürk de "Bazı ucuz, kirli ve az tatlı hurmaların kirlerinin örtülmesi, parlatılması ve tadının artırılması için glikoz şurubu püskürtülüyor. Böylece hurmanın ayıbı örtülerek, satılmaya çalışılıyor. Bunlar genellikle yurtdışından geliyor ve köpük tabaklarda 300 gr'ı 2.5-3 liraya yani çok ucuza satılıyor. Vatandaş, hurma alırken markalı, yerli ürünleri tercih etsin. Paketin üzerinde son kullanma tarihine baksın ve içindekiler bölümünü dikkatlice incelesinler. Çünkü burada glikoz kullanıldığı yazıyor. Çok ucuz ürünlerden kaçınsınlar" tavsiyesinde bulundu. Hurmanın şıralı bir meyve olduğu için yıkanmadan yenmesi gerektiğini anlatan Ziraat Mühendisi Öztürk şöyle konuştu :

100 LİRALIK DEĞİL 10 LİRALIK HURMA

"Hurma çöllerde, doğal ortamda yetişir. Hurma bahçelerinde sinek, haşarat olmadığından zirai ilaca da gerek kalmaz. Dolayısıyla yıkanması da gerekmez. Tüketici, damak zevkine göre kuru ya da yaş hurma tercih edecek. 19 ülkede hurma yetişiyor. Peygamber Efendimizin diktiği bir ağacın meyvesi olan Peygamber hurmalarının kilosu 100 ila 120 liradan; Mekke ve Medine hurmaları 30-50 liradan satılıyor. Ben ise hem lezzeti ağızda kolay erimesi hem de fiyatının uygunluğu nedeniyle kilosu 10 lira civarında olan yaş hurmayı tercih ediyorum. İsrail, Filistin, Ürdün, Lübnan gibi Lut Gölü çevresinde yetişen hurmalar biraz daha etli, yumuşak, çekirdeği küçük; fiyatı yüksek. 40-50 lira civarında. Tunus hurmaları ise daha az şekerli. İftar ve sahurda, mineral ve vitamin deposu olan hurma- hurma ürünlerini tüketmek çok yararlı. Uzun yaz günlerinde tok ve zinde kalmaya yardımcı olur."

REKLAMLARA DİKKAT!

TÜDEF Gıda Komisyonu Başkanı Sinan Vargı, Ramazan ayı boyunca tüketicinin reklam bombardımanına da maruz kaldığına dikkat çekerak, "Bir saat içinde tüketiciler büyük bölümü gıda olmak üzere ortalama 60 tane reklam izliyor. Bunların bir çoğu glikoz şurubu ile üretilen gıdalar. Glikoz şurubunun da vücutta insülini dışlayarak bir doygunluk hissi yaratmadığı ve vücutta aşırı yağlanmaya neden olduğu bilimsel çevrelerce defalarca açıklandı. Ramazanda tüketiciler, üretiminde glikoz şurubu kullanılan kolalı meyveli meşrubatlar, limonata benzeri ürünler, meyve suları, pastalar, dondurmalar ve kekler nedeniyle farkında olmadan, aşırı bir şekilde şeker ve glikoz şurubu tüketiyor. Bu ise başta obezite olmak üzere, yüksek tansiyon ve kalp damar hastalıklarına yol açıyor" dedi.
Haber Fedai
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Hzr 12, 2017 1:36 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 07, 2011 10:33 pm    Mesaj konusu: 30 Milyon İnsanı Bekleyen Büyük Tehlike Alıntıyla Cevap Gönder

Tayyip Erdoğan'ın Kanser Tuzakları
Arslan Bulut
21.05.2013



Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi öncesinde Türkiye’de bir terör saldırısı oluyor ve Türkler ölüyor.. Bu konuda kimsenin bir itirazı yok!

Yine Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi öncesinde, Cargill firmasının yapay tatlandırıcı üretme kotası artırılıyor!

Yapay tatlandırıcılar Avrupa Birliği ülkelerinde yasak. Çünkü bu tatlandırıcıların kanser ve şeker hastalığına yol açtığı kesin. Yani yapay tatlandırıcılar da öldürücü!

Kısacası Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi Türkler için kısa veya orta vadede ölüm demek!

***

MHP İstanbul milletvekili Atila Kaya, Tayyip Erdoğan’ın cevaplandırması talebiyle TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi ve Bakanlar Kurulu’nun nişasta kökenli şekerler için belirlenen kotayı yüzde 38 oranında artırmasının sebebini şöyle sorguladı:

* Bakanlar Kurulu tarafından yapılan bu kota artırımının, ABD ziyaretinizin öncesine denk gelmesi, Cargill firmasına, dolayısıyla ABD’ye yapılan bir jest anlamına mı gelmektedir?

* Hükümetinizin şeker fabrikalarıyla ilgili özelleştirme çalışması bulunmakta mıdır?

* Yapay tatlandırıcılarla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları ortadayken kullanımı artıracak kota artırımını nasıl açıklıyorsunuz?

* Türkiye’de ne kadar nişasta kökenli şeker tüketilmektedir? Bu tüketimin ne kadarı ABD menşeli Cargill firması tarafından karşılanmaktadır?

* Yapılan bu kota artırımları, zaten zor durumda olan şeker üreticisi çiftçinin durumunu daha da kötü hale getirmeyecek midir?

* Yapay tatlandırıcılarla ilgili kotayı devamlı artırırken, binlerce insanımızın geçim kaynağı olan şeker pancarı üretim kotasını neden düşürüyorsunuz?

***

ABD Başkanı George W. Bush, 2006 yılında Tayyip Erdoğan’a mektup göndererek Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olan mısır şurubu (fruktoz) kotasının artırılmasını istemişti.

Erdoğan da hemen kotayı yüzde 15’e yükselten bir tasarı hazırlatarak ABD gezisi öncesinde Bakanlar Kurulu’nun imzasına açmıştı.

Mısır şurubunu, Bursa’daki Amerikan firması Cargill üretiyordu. Ülker ile ortak tesisler de kurmuştu.

Cargill, Türkiye’nin, Orhangazi Tesisi’nin kurulu bulunduğu tarım arazisinin “Özel Endüstri Bölgesi”olması için başvuru yapmıştı.

Söz konusu arazi, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 Temmuz 2005 tarihinde Özel Endüstri Bölgesi ilan edildi.

Kararın iptali için Bursa Barosu öncülüğünde Bursa Meslek Odaları tarafından Danıştay’da dava açıldı.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen ABD siyasetinde etkili Cargill firmasının Bursa Orhangazi’de, birinci sınıf tarım arazisinde fabrika yapabilmesi için Toprak Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Bu tartışmalar sürerken, Danıştay saldırısı oldu..

Sonuçta Danıştay kadrosu da tamamen değiştirildi ve yeni başkan artık bu tür yasalara engel çıkarmayacaklarını açıkladı

Son olarak kota yüzde 38 oranında artırıldı.

Halbuki Tayyip Bey de bağırsaklarından rahatsızlanıp hastalığa yakalanmıştır ve tedavisi sürmektedir.

Acaba Emine Hanım’ın mutfağında yapay tatlandırıcı ile üretilmiş şeker kullanılmakta mıdır? Bunu bilmiyorum ama Tayyip Bey, Türk halkına kanser tuzakları kurmaktadır!

***

Yapay tatlandırıcılar konusunda, Türk halkını 10 yıl süreyle uyardım…

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol da tıbbi uyarılar yapıyordu.

Demirkol, gofretten dondurmaya, bisküviden meşrubata kadar hemen her üründe nişasta bazlı şekerin kullanıldığını anlatıyor ve “Bu ürün, kemik erimesine, kansızlığa, gut hastalığına, karın tipi şişmanlığa, karaciğer yağlanmasına, kanserlere sebep oluyor. Kanserlerde yüzde 40 artışa yol açıyor” diyordu…
Kaynak: Yeniçağ Gazetesi

Mısır şurubu neden zararlı?
10 Mayıs 2011

Bu sefer tatlı yiyip tatlı konuşamayacağız çünkü konumuz mısır şurubu, iddialar ise ürkütücü.

Neredeyse yediğimiz her tatlı gıdanın üretiminde kullanılan mısır şurubu, vücudumuzu yağ üreten bir makineye dönüştürüyor.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) gibi, nişasta bazlı sıvı şekerler yani bilinen adıyla “Mısır Şurubu” da gündemimize bomba gibi düştü. Zararlı olup olmadığı hararetle tartışılan mısır şurubuyla ilgili bilmediklerimizi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk; korkmamız gerekenin mısır şurubunun yanı sıra, aslında “ŞEKER” olduğunu öğrendik.

Daha tatlı daha ucuz

Mısır şurubu, mısır nişastasının işlemden geçirilmesi ile elde ediliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz fruktoza dönüştürülüyor. Mısır şurubu, yüzde 80 oranında fruktoz, yüzde 20 oranında glikozdan oluşuyor. Fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı olduğu için daha az kullanılması yeterli oluyor ve dolayısıyla üretimde maliyeti düşürüyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın, günümüz piyasa koşullarında maliyeti bu kadar düşüren bir seçenek varken, firmaların normal şeker kullanmalarının iflas etmekle aynı anlama geldiğini ifade ediyor.

Bunu biliyor muydunuz?

Mısır şurubunda yüzde 80 oranında bulunan fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı… Bu nedenle geçmiş yıllarda daha az kalori ile daha fazla tat sağlandığı ve böylece alınan kalorinin azaltıldığı düşünülüyordu. Hatta bir dönem uzmanlar tarafından diyabet ve şişmanlık tedavisinde kullanılıyordu. Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu yöntemin bazı hekimler tarafından hala kullanıldığının da altını çiziyor.

Hızla yağa dönüşüyor

Mısır şurubunu diğer şekerlerden daha korkunç hale getiren ise içindeki fruktozun yüzde 80 gibi yüksek bir orana sahip olması. İnce bağırsaktan emilerek karaciğere gelen fruktoz metabolize edilmek için insüline gerek duymuyor. İlk bakışta sanki bu bir avantajmış gibi görünüyor. Fakat değişik metabolik süreçler için vücut çok az fruktoz kullanabiliyor. Geri kalan tüm fruktoz ise trigliseridlere, yani kan yağlarına dönüşüyor. Tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşen de fruktoz. Fazla fruktoz tüketiminin hayvanlar üzerindeki araştırmalarda diyabet, hipertrigliseridemi, koroner kalp hastalığı, karaciğer yağlanması, hipertansiyon ve kansere yol açtığına dair sonuçlar bulunuyor.

Zararlı olmadığı ispatlanmadı

Prof. Dr. Ahmet Aydın, ürün paketlerinde mısır şurubunun yanı sıra, “nişasta bazlı sıvı şeker” ya da “NBŞŞ” tanımlarının yer alabildiğini belirtiyor. Prof. Dr. Aydın’ın “Hangi ürünlerden uzak durmalıyız?” sorusuna verdiği yanıt ise ürkütücü: “Paketlenmiş tüm şekerli hazır gıdalar, meyve suları ve pastane ürünleri…” Yani sanılanın aksine sadece market raflarında değil, pastane vitrinlerindeki göz alıcı tatların da mimarı artık mısır şurubu. GDO’lu mısır ithalatının serbest olduğu ülkemizde mısır şurubunun hangi tür mısırdan elde edildiğini bilmek ise tüketiciler için imkansız. Bu da mısır şurubu ile ilgili soru işaretlerini artıran bir faktör. Ulusal Beslenme Platformu ise geçen ay bir bildiri yayınlayarak “Mısır şurubunun kanser, obezite, diyabet, insülin direnci ve karaciğerde yağlanma gibi hastalıklara neden olduğunun bilimsel olarak ispatlanmadığını” açıkladı. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konuyla ilgili yorumu ise şöyle: “Bir ürünün sağlığa zararlı olup olmadığını bilimsel olarak ispatlamak için birkaç aylık çalışma yeterli değildir. Gerekirse 20 yıl denemek gerekir. Mısır şurubunun zararlı olduğu kanıtlanmadı diyenlere soruyu tersten sormak gerekiyor. Peki zararlı olmadığı kanıtlandı mı?”

En tehlikelisi, tatlandırıcılar

Son yıllarda tatlı ve pasta sektöründe aşırı derecede tatlandırıcı kullanıldığını belirten Prof. Dr. Ahmet Aydın, Türkiye’de aspartamın sağlık sektöründen çok gıda sektöründe kullanıldığını anlatıyor. Çünkü tatlandırıcılar şekerden yüzlerce kat daha tatlı. Örneğin aspartam şekerden 200 kat, asesülfam K 200 kat, sakarin 300 kat, sükraloz 600 kat daha tatlı. Türk Gıda Kodeksi hangi üründe ne kadar yapay tatlandırıcı kullanılacağını belirlemiş olsa da, bazı firmaların bu rakamlara uymadığı yönünde şüpheler var. Diyet ürünlerin neredeyse hiçbirinde, kullanılan tatlandırıcı oranı yazmıyor. Aspartamın içinde yüzde 40 oranında sinirsel bir uyarıcı olan aspartik asit, yüzde 50 oranında fazla alındığında beyin için zararlı fenilalanin ve yüzde 10 oranında metil alkol (ispirto) bulunuyor. İspirto, birçok zararlı etkilerinin yanı sıra kanserojen “formaldehit”e dönüşüyor.

“Aspartam şişmanlatıyor”

Prof. Dr. Ahmet Aydın, aspartamın şişmanlığa çare olmadığını şöyle açıklıyor: “Aspartamın içindeki aspartik asit ve fenilalanin isimli iki amino asit, insülin salgısını artırıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. Ayrıca yüksek miktarda fenilalanin, serotonin gibi sinir ileticilerini azaltıyor. Serotonin azlığı depresyona yol açıyor ve iştahı da açıyor.”

Diğer şekerler günahsız mı?

Prof. Dr. Ahmet Aydın bu soruya, “Mısır şurubu en zararlı şekerlerden biridir ancak diğer şekerler de masum değil” şeklinde yanıt veriyor. İnsanın dışarıdan şeker almadan yaşayabileceğini, bu şekerlere ihtiyacı olmadığını belirten Prof. Dr. Aydın, buna örnek olarak da sadece balık ile beslenen Eskimoları gösteriyor. Şekerle ilgili ilk belgeler M.Ö. 510 yılına dayanıyor, rafineri şeker üretiminin hızlanması ise 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile başlıyor. Bu tarihlerden itibaren insanoğlu Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın tabiri ile yasal bir uyuşturucu olan şekere bağımlı hale geliyor. Rakamlar ortada! ABD’de 1973-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg. daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg. daha fazla unlu mamul tüketmişler. ABD’de son 35 yılda fruktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200 gr.’dan 34 kg.’a yükselmiş. Üstelik bu rakamlara sahip ABD’de mısır şurubu üretim kotası yüzde 2’lerde iken, ülkemizde yüzde 15’e çıkarıldı.

Şeker-kanser ilişkisi

Prof. Dr. Ahmet Aydın, her türlü şeker kullanımının insan sağlığına nasıl zarar verdiğini şöyle anlatıyor: “Beyaz un ve rafine şeker bağırsaktan hızla emilerek kana geçiyor. Artan kan şekerini düzenlemek için hızla insülin salgılanıyor. Buna bağlı olarak kan şekeri hızla düşüyor. Fakat insülin bu hıza ayak uyduramıyor ve kanda normalden daha uzun süre yüksek kalıyor. Fazla miktardaki insülin ise birçok doku için zararlı etkilere sahip. Bu nedenle önce karaciğer, daha sonra da kas hücreleri insülin reseptörlerini kapatıyor. Başlangıçta yağ dokusunda direnç olmuyor ve fazla şekerin tamamı yağ olarak depolanıyor. Yani insülin beyaz unu ve diğer hızlı emilen şekerli yiyecekleri hızla yağa çeviren bir makine gibi! Üstelik yüksek insülinin tek kabahati bu değil! Sadece yağ depolamakla kalmıyor, bu yağın daha sonra enerji olarak kullanılmasına da izin vermiyor. İki yemek arasında enerji kazanabilmek için yağ yakmamız gerekiyor. Ancak bu sistemde yağ kullanamayan vücutta kan şekeri düşüyor ve bu sefer yorgunluk, huzursuzluk ve baş ağrısı başlıyor. Kişi, tıpkı bir morfinman gibi ancak şekerli bir şeyler yiyip içtikten sonra kendine geliyor.”

Her esmer şeker doğal değil

Şekerin doğal hali diye düşünerek tükettiğimiz esmer şekerler konusunda da dikkatli olmak gerekiyor. Kahverengi toz şeker, şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen rafine toz şekerin beyazlatılmamış hali. Ancak bazı hilelerle, rafine edilmiş beyaz toz şeker karamela ile renklendirilerek kahverengi şeker haline getirilebiliyor. Kahverengi kesme şeker ise rafine toz şekerin beyazlatılmamış, ancak kimyasal yapıştırıcılarla şekillendirilmiş hali. Doğal şeker tüketmek için beyaz şekerden daha zararlı bir ürüne, üstelik de daha fazla para ödüyor olabilirsiniz. Prof. Aydın, mutlaka şeker tüketmek isteyenlere halis bal ve köy pekmezi kullanmalarını, kuru ve yaş meyve tüketmelerini öneriyor. Şu sözleri ise çarpıcı: “Raf ömrü uzun olan ü rünleri tüketmek sizin ömrünüzü kısaltır.”

“Şeker, kanser dokusunu besliyor”

Kanser ve şeker arasındaki ilişkiyi ilk kez Alman tıp adamı Otto Warburg ortaya koydu. 1931 ve 1944 yıllarında iki kez Nobel’i alan Warburg’un çalışmaları, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu gösteriyor. Buna göre kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanıyor. Ancak şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülizme yol açıyor. Hiperinsülizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırıyor. Serbest IGF bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden oluyor.

Şeker sözlüğü
Tek şekerler Fruktoz: Meyve veya bal şekeri
Glikoz: Üzüm şekeri
Galaktoz: Süt şekeri
Çift şekerler
Sükroz: Çay şekeri (glikoz+fruktoz)
Laktoz: Süt şekeri (glikoz+galaktoz)
Çoklu şekerler
Nişasta: Glikoz moleküllerinden oluşan bileşik bir şeker

Yaprak Çetinkaya

Formsante Dergisi Nisan 2011 Sayısı

Coca Cola ve Pepsi ABD'deki üretiminde Kanserojen 4 - metilimidazol maddesini azaltıyor
9 MART 2012



BBCT'nin haaberine göre Coca Cola ve Pepsi'yi üreten şirketler, California yasaları gereği ürünlerine kanser uyarısı konmaması için bu içeceklerin formülünü değiştiriyor.

Yeni formüle göre içeceklere karamel rengini veren 4 - metilimidazol maddesinden daha az kullanılacak.

4 - metilimidazol, California eyaletinin kansere yol açtığı düşünülen maddeler listesinde yer alıyor.

Coca Cola ve Pepsi'yi üreten şirketler, California'da satılan ürünlerinde zaten yeni formülü kullanmaya başlamıştı.
Ancak yeni formülün artık ABD genelinde de yaygın şekilde kullanılacağı, belirtiliyor.

Haberden anlaşılacağı üzere Coca Cola ve Pepsi'ni ABD dışındaki üretimdeki formülünde ise bir değişiklik yok..
MBR Haber

30 Milyon İnsanı Bekleyen Büyük Tehlike
07 Kasım 2011

Günde 30 milyon insan dışarıda yemek yiyor ve yedikleri yemeğin içeriğini bilmiyor. İşte 30 milyon insanı bekleyen büyük tehlike.

İstanbul Yemek Sanayicileri Başkanı Çelik'ten dehşet veren bir açıklama geldi. İYSAD Başkanı Sadık Çelik, günde 30 milyon insanın dışarıda yemek yediğini ve yediği yemeklerin içeriğini bilmediğini söyledi. Gıda denetimlerinin yetersiz olduğunu kaydeden Çelik, "Gıda zabıtaları kurulmalı" dedi.

İstanbul Yemek Sanayicileri Derneği (İYSAD) Başkanı Sadık Çelik, Türkiye'de halkın büyük çoğunluğunun dışarıda yediği yemeklerin içeriğini bilmediğini söyledi. Çelik, "Her gün 30 milyon insan dışarıda yemek yiyor ve ne yediklerini bilmiyorlar" dedi. Merdivenaltı üretimin tehlikeli bir noktaya geldiğini ifade eden Çelik, "Türkiye'de yaklaşık 500 bin kadar gıda üreten ve satan kuruluş var. Bakanlığın kadrosu ise 5-6 bin civarında ve yetersiz kalıyor. Bu nedenle sivil toplum kuruluşlarına da denetleme yetkisi verilmeli" diye konuştu.

Denetim boşluğu var

Sağlıksız gıda başta kanser ve obezite olmak üzere, bir çok hastalığın temelinde yanlış gıdalarla beslenmenin yattığını kaydeden Çelik, "Gıda üretilen ve satılan yerlerde büyük denetim boşluğu var. Biz son yıllarda neredeyse her evde bir kanser vakasının görülmesini, bu denetimsiz gıdaların yaygınlaşmasına ve yaygınlaştırılmasına bağlıyoruz" dedi. Gıda ve Tarım Bakanlığı'ndan denetimlerini sıklaştırmasını isteyen Çelik, yemek üretimi yapılan tüm mutfaklarda 'beyaz bayrak' uygulaması yapılmasını önerdi.

Örgütler yetkilendirilmeli

Sadece bakanlığın denetim yapmasını beklememek gerektiğini kaydeden Çelik şöyle konuştu:

"Tüketici de bilinçli olarak denetleme cesaretini gösterebilmeli. Sivil toplum örgütleri ve özerk kuruluşlar bu konuda yetkilendirilsin. Bakanlığın denetim kadroları ve araç gereç sayısı da artırılmalı. Ayrıca bağımsız ve özerk kuruluşlara ve sivil toplum örgütlerine denetleme yetkisi verilmeli. Üstelik ömür boyu ruhsat da verilmesi doğru değil. Ruhsatın süresi olmalı. Örneğin üç yılda bir vize uygulaması konulmalı."

Küflü peynir yiyoruz

Sadık Çelik, denetimsizlik nedeniyle piyasada gıda terörü yaşandığını vurguladı. Çelik, "Afllatoksinli kuru gıdalardan ve baharatlardan kostikle karartılmış zeytinlere, küflenmiş kaşar peynirlerinin tekrar eritilerek tüketime sunulmasına kadar bir dizi benzer sağlıksız ve hileli gıdalar piyasada tüketiciye sunuluyor" dedi.

Gıda zabıtası oluşturulsun

Sadık Çelik, gıda denetiminin önemine dikkat çekti. Gıdada denetimin daha kontrollü yapılabilmesi için gıda zabıtaları oluşturulması gerektiğini söyleyen Çelik, "Hayatımızı korusun diye güvenlik güçlerimiz var. Oysa gizli gizli yaşamımıza kast eden gıda terörüne karşı korumamız yetersiz. Üniversitelerimizden mezun binlerce gıda, ziraat ve kimya mühendisleri, veteriner hekimler boşta geziyor. Bu konuda bu insanlarda faydalanılmalı" diye konuştu.

Vatandaşa domuz eti yedirmişlerdi

Geçtiğimiz günlerde bir 'kendin pişir kendin ye' lokantası ve İzmir'de bir çiğköftecide vatandaşa domuz eti yedirildiği ortaya çıkmıştı. İstanbul Çatalca'da avcılar tarafından vurulan yaban domuzlarının lokantalara dağıtıldığı ihbarı sonrasında 150 kilo yaban domuzu ele geçirilmişti. İzmir'de de AK Parti Millietvekili Fazıl Karaman'ın eşi ve yakınlarının da aralarında bulunduğu 50'ye yakın kişi yedikleri çiğköfte sonrasında domuz etinden geçen 'trişin hastalığı'na yakalanmıştı. Bunun üzerine çiğköfte dükkanın sahibi bir aydır et aldığı kasabı suçlamıştı.
Bugün

KFC, Avustralyalı bir kızın zehirlenerek felç kalmasına neden oldu...
28 Nisan 2012
2005 yılında ailesiyle Sydney’de gittiği bir KFC lokantasında Twister adı verilen dürümü yiyen kız ayı gün rahatsızlandı. Hastaneye kaldırılan genç kıza doktorlar, “salmonella typhi” teşhisi koydu.

O dönemde 7 yaşında olan genç kızın gıda zehirlenmesine bağlı olarak kanında enfeksiyon meydana geldi, septik şok geçirdi ve felçli kaldı.
haber1001

Halk arasında "Çin tuzu" olarak bilinen madde sinirleri tahrip ediyor

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, "Birçok şikayet geliyor. İddialar doğruysa halk sağlığı tehdit altında" dedi.
Uzmanlar maddenin sinir sistemine zarar verdiğini öne sürüyor.
Hazır gıdaların önemli bölümünde kullanılan ve sağlıkta tartışma konusu olan Monosodyum Glutamat (MSG) ile ilgili iddialar, Meclis gündemine de geldi.
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, kamuoyunda "Çin Tuzu" adıyla bilinen madde ile ilgili vatandaşlardan çok sayıda şikayet geldiğini belirtip, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın yanıtlaması istemiyle Meclis'e yazılı soru önergesi verdi. Oran, soru önergesinde, Sağlık Bakanlığı'nın konu ile ilgili araştırmasının olup olmadığını sordu.
Umut Oran, Bugün Gazetesine yaptığı açıklamada, "Uzmanlardan aldığımız bilgilere göre, günlük hayatta sık kullandığımız birçok hazır gıdada MSG ya da Çin tuzu denilen maddenin kullanıldığını öğrendik. Konu halk sağlığını doğrudan ilgilendiriyor.
İddialar doğruysa halk sağlığı tehdit altında demektir. Sağlık Bakanlığı'nın bu konuyu ve iddiaları araştırması, vatandaşları bilgilendirmesi gerekmektedir. Çünkü yetkililerden gelecek bir araştırma ve Sağlık Bakanlığı'nın araştırması, vatandaşları bilgilendirecek ve rahatlatacaktır. İddiaların ve gıda ile ilgili tartışmaların takipçisi olmaya devam edeceğim" dedi.
Sinir Sistemini Tahrip Ediyor
Hamilelerin alması durumunda doğrudan cenine de geçtiği belirtilen MSG, hazır köfte harçları, et suyu tabletleri, hazır çorba, dondurma, renkli yoğurt ve cipslerde bulunuyor.
MSG'nin en önemli özelliği; beyine "lezzetli" komutu vermesi. Lezzetsiz ürünlerin de bu madde nedeniyle "lezzetli gibi algılandığı ve bağımlılık yarattığı" iddia ediliyor. Uzmanlar MSG'nin merkezi sinir sistemini tahrip ettiği uyarısında bulunuyor.
(Bugün)

Rusya, gıda üretiminde genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanılmasını yasaklama kararında
14 Şubat, 2014



Tarım Bakanlığı başkanı Nikolay Födorov işte böyle açıklamada bulundu. Bilim adamları, çevreciler ve üreticilerin GDO etrafındaki tartışmaları dünyada çoktandır devam ediyor. Rusya’da sırf “temiz” tarım ürünleri üretiminin genişletilmesine şu anda genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanılmasıyla ilgili sorunlar engel oluyor.
Dünya genelinde süren bu tartışmanın terazi kefeslerinde iki güç. Biri, bilim adamlarının ileri sürdükleri araç ve argümanların yetersizliği. Öbürü ise, politika de içinde büyük kaynaklara sahip üretim korporasyonları. Bilim adamlarının çoğu, GDO’nun insan ile çevreye yapacağı tam etkinin incelenmesi için daha 10 ila 20 yıl gerekeceğini iddia ediyor. Ama genetiği değiştirilmiş gıdaların insan hayatı için nasıl tehdit oluşturduğu artık bugün bile apaçıktır. Ekoloji ve Gıda Güvenliği ulusal eksperi İrina Yermakova anlatıyor.
Bunların tümü de çok tehlikeli, çünkü üretim teknolojileri geliştirilmemiştir. Üretimleri için patojen bakteriler ile virüsler kullanılıyor. Bilim adamları şu veya bu ürünün hayvanlar üzerindeki etkisini kontrol etmeye başlarken dehşetlere kapılıyordu, çünkü bunlar gerek onkoloji, gerekse obezite. Bu yüzden en doğrusu, elbette ki, Avrupa ülkelerinin yaptıkları gibi GDO’nun gıda üretiminde yasaklanması.
Bugün Rusya, dünyada GDO kullanmadan tahıl üreten ülkerden biri. Bu yıl hububat ihracatı 20 milyon tona çıkabilecek. Fakat ekoloji açıdan temiz hububatın üretimini genişletmek ve Rusya’ya dünya pyasasanda kaliteli üstünlük sağlamak yalnız mevzuatta değişikliklerin yapılmasından sonra olası. “Agrarnoye obozreniye” dergisinin baş yazarı Konstantin Lısenko anlatıyor.
Bizim biyolojik açıdan temiz ürünün nasıl olduğunu belirleyen mevzuatımız bile yok. Potansyel olarak Rusya, tüm gezegene biyolojik açıdan temiz ürün sağlayabilecek, çünkü ülkemizde genetiği değiştirilen gıdaların üretilmesi yasaklanmış bulunuyor.
Ama iş Rusya ile bitmiyor. Olayların gerçek durumu insanı çok endişelendiriyor: gezegenimizde yetiştirilen soyanın pratik olarak tümü genetiği değiştirilmiş soyadır. Her beşinci mısır koçanı hakkında da aynı şey söylenebilir.
Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/2014_02_14/Rusya-GDOnun-kullanilmasi/

Mısırözü yağlarında, GDO'lu mısır var

Prof. Dr. Atilla Aşkın, GDO'lu ürünler hakkında halkta yersiz korku ve endişeye yol açıldığını ileri sürdü. Mısır ve soya fasulyesi haricinde çok fazla bir riskin söz konusu olmadığını ileri süren "Bu ürünler bir milyon ton, iki milyon ton şeklinde yurda giriyor. Mısır ve soya fasulyesi çocukların beslenmesine yönelik mamaların, materyallerin üretiminde kullanılıyor. Evde kullandığımız kızartmalık mısır özü yağlarda ve bunlardan yapılmış bütün ürünlerde, genetiği değiştirilmiş mısırı bulmak mümkün" dedi. 07.11.2009 ISPARTA
netgazete

Uyuşturucu kadar tehlikeli olan gıdalar
13 Kasım 2009 Bilim adamları abur cubur gıdalar tüketmenin, uyuşturucu maddeler kadar bağımlılık yaptığı konusunda uyarıda bulundular. Eğer siz de bu yiyecekleri tüketiyorsanız malesef bağımlılar arasındasınız.
The Daily Express gazetesinde yer alan habere göre, araştırmacılar düzenli olarak hamburger, patates cipsi, çikolatalı kek ve fast-food tarzı yiyecekler yemenin insanda uyuşturucu kadar bağımlılık yaptığını tespit ettiler.

Nörobilimciler bu sonuçlara ulaşabilmek için, fareler üzerinde testler yaptılar. Araştırma, çok yağlı ve çok şekerli gıdaların ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi. Bu yiyecekleri yediğinizde kontrolünüzü kaybettiğinizi söyleyen araştırmacılar, bunun da bağımlılığın işareti olduğunu belirttiler. - Zaman

SAĞLIĞINIZ İÇİN BU GIDALARI YEMEYİN!
21 Temmuz 2010
Mutfağınızda taze sebze ve meyvenin yanında içerisinde bolca yağ, şeker, kalori ve tuz bulunan hazır gıdalar da eksik olmaz. Ancak sağlığınız için bunlardan uzak durmalısınız.
Peki bunların yerine alternatif olarak neler yiyebilirsiniz?

Mayo Clinic'te yer alan habere göre, işte mutfakta uzak durmanız gereken 10 yiyecek ve bunların yerine geçebilecek sağlıklı gıdalar:

1. Şekerli içecekler: Bunlar gazoz, şekerli çay ve meyve aromalı içecekler anlamına geliyor. Örneğin, bir kutu gazozda 7 çay kaşığı şeker ve yaklaşık 140 kalori bulunuyor. Bunların yerine bol bol su için.

2. İşlenmiş etler: Sosis, sucuk ve pastırmanın dâhil olduğu bu grupta "diyet" etiketi bulunsa bile bol miktarda yağ ve tuz var. Bunların yerine sandviçlerinizde biraz et, tavuk ya da balık kullanabilirsiniz.

3. Beyaz ekmek: Daha fazla lif tüketmek için tam tahıllı ekmek seçin. Ekmeğin rengine aldanmayın, üzerinde "tam tahıllı" yazan etiketin olmasına dikkat edin.

4. Yağlı süt: Yağlı süt ve süt ürünlerinden uzak durun, bunun yerine az yağlı olanlarını tercih edin.

5. Hazır çorba: Oldukça baharatlı olan bu çorbalarda ayrıca bol miktarda tuz bulunuyor. Bunun yerine çorbanızı kendiniz pişirin.

6. Abur cuburlar: Eğer mutfağınızda cips, kraker ve şekerlemeler varsa mutlaka yersiniz. Aldığınız bu atıştırmalıkların üzerinde "az yağlı" veya "trans yağ yoktur" şeklinde açıklamalar olsa bile, bu yiyeceklerde bol miktarda tuz ve kalori bulunuyor. Bunların yerine atıştırmalık olarak taze meyve veya sebze yiyin.

7. Tereyağı ve margarin: Tereyağı ya da margarin doymuş yağ içeriyor. Margarinde ayrıca trans yağ da bulunuyor. Trans yağ içermeyen bitkisel yağ- margarin karışımlarını deneyin. Ya da en iyisi margarine hiç başlamayın.

8. Beyaz pirinç: Kahverengi pirinç kullanın. Beyaz pirinç yerine kahverengi pirinç ya da diğer buğday ve arpa gibi tam tahılları kullanırsanız tip 2 şeker hastalığı riskinizi azaltabilirsiniz.

9. Yoğurt: Sade yoğurt yiyebilirsiniz. Yağ ve şekerli olanlarından uzak durun. Sade, az yağlı yoğurt seçin ve içine taze meyveler ekleyin.

10. İşlenmiş peynir: Peynirli yiyecekler, krem peynir ve peynir ürünlerinde genellikle çok fazla yağ ve tuz bulunurken bazılarında ise hiç peynir bulunmuyor. Bu yiyecekleri ölçülü ş
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SAGLIK HABERLERi Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com