EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Sırrı Süreyya Önder

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Eyl 28, 2009 9:22 pm    Mesaj konusu: Sırrı Süreyya Önder Alıntıyla Cevap Gönder



"Entelektüellerin (insanlığa) İhaneti" (*)
SALIH SELÇUK
05 TEMMUZ 2011

Bugün uzun zamandan beri ilk kez, klasik de olsa Sol bir milletvekili tavrına tanık oluyoruz. O milletvekili: Sırrı Süreyya Önder. Kendini Komünist sanan Murat Belge'ye (ve bu meyanda, onun Birikim mezunu solumtrak naylon tayfasına) ayar vermiş... Kendine "Liberal" diyen amatör faşist televizyon gülleri, artık ciddiye alınmayı bile haketmiyorlar. İslamcılar bunları kullanıp, paçavra gibi bir kenera attı, haala yaltaklanıyorlar! AKP gibi islamcı kırması neoliberal faşist bir tek adam partisine oy vermeyi içine sindirebilecek kadar proleter devrimci somonlu kanepe "Marksisti" Murat Belge'nin şahsında da görüldüğü üzere: Herşey yerli yerine oturmaya başladı...

1980'lı yılların ikinci yarısından beri dünyada önemli bir olay yaşanıyor...
Avrupalı dostlarımız bu önemli olayı, "Entelektüellerin (insanlığa) İhaneti" diye adlandırıyorlar...

Dünyada muazzam bir kavram kargaşası yaşandı...

Bu muazzam kafa karıştırma olayının dünya çapındaki kısa özeti:

Eleştirel olması gereken entelektüellerin muktedirlerle uzlaşıp onların paralı askerleri haline gelmeleri ve Sol jargon kullanarak bunu gizlemeleridir...
Sol ideolojiyi (ve Türkiye'de buna ek olarak İslam dinini) çağdaş barbar kapitalizmin hizmetine sunan ve bu ihanetine rağmen "Sol" (veya "İslam") görünmeye devam edenler, İnsanlığa ihanet etmişlerdir...

Şimdi bu oyun, 2008'den itibaren artık en uç noktalarında gezinerek akla karanın birbirinden ayrılmasını dayatmıştır...

Çünkü dünya doğru üzerine kuruludur. Yalan üzerine kurduğunuz binalar çabuk çöker, mumu da yatsıya kadar yanar, sonra söner!..

Kendi doğasına aykırı "entelektüel" olmaz, olmamıştır. Bunun Türkiye'deki en ibretlik örneği Etyen Mahçupyan olmalı...

Murat Belge Marksistse, demek ki Marx ve Türkiye'de Sol saflarda mücadele etmiş onca Marksist başka birşeydir. Bu kafa, bırakalım Marksisti, Sol bile değildir...

Ve bunun artık ayan-beyan ortaya çıkar olması, eskisinden çok daha açık ve net görünmeye başlaması, aydın ihanetinin -dünya çapında- deşifre oluşunun da yerel ifadesidir. Murat Belge'nin durduğu yer, ne Sol'dur, ne Marksizmdir ne de demokrasidir...

Tayyip Erdoğan'ı Marx ve Engels'ten sonra gelen yeni bir "Usta" ilan etmelerini de özlüyoruz/gözlüyoruz!.. (İslamcılar onu "Usta" ilan etti, siz eksik kalmayın!.. ayıp olur sonra!..)

Etyen Mahçupyan, Murat Belge tipi "Sol" enteller, Avrupa'da da sadece barlarda kendi kendilerine konuşuyorlar ve saçmalıklarını -mesela burada da- birkaç "Müslüman" salaktan başka kimseye dinletemiyorlar...

Not:
* Bu iktibas Sn Salih Selçuk'un "HIÇ AMAÇLAMADIĞI HALDE DOĞRUYU BULMAK VE YERINE OTURMAYA BAŞLAYAN TAŞLAR!.." başlıklı uzun değerlendirmesinin bir bölümüdür. Başlık yazının içinden seçilerek tarafızdan konulmuştır. (EF)

Yazının tamamı için: http://konstantiniye.blogspot.com/

Hüseyin Karaca
Süreyya Önder’in Sırrı
15 Haziran 2011



Türk resmi ideolojisine saydırırken, Kürt resmi ideolojisini savunmak olacak iş değil; bunu da en iyi ‘sırrı’nı kaybetmemiş bir Süreyya Önder anlar.

Bu ağabeyi, arkadaşı uzun yıllardır takip ediyorum. Seviyorum da. Artık ‘kafa dengi’ olmadığı için üstünü çizenler oldu ama ben yine de takip etmeye devam ettim. Yazdıklarını, söylediklerini kendi süzgecimden değil, ‘kendi’ süzgecinden geçirdim hep. Çünkü benim için önemli olan, yazdıkları, söyledikleriyle benim zihnimi okşaması değil, kendi içindeki tutarlılığıdır. Onun da başkalarının da... Bu yüzden değer verdiğim biriyle taban tabana zıt düşündüğümüz kimi durumlar zuhur ettiğinde, verdiğim değerden bir eksilme olmadı, “yok abi, biz artık seninle kafa dengi değiliz” demedim kimseye. Ya da öyle düşünmedim.

Fakat Süreyya Önder siyasete atılmaya karar kıldığında “eyvah” dedim. Çünkü bu abinin “sırrı” vicdanı, bağımsızlığı, kimseye eyvallahı olmayışıydı. “Aaa! Meclise de bağımsız olarak girdi zaten, sorun yok!” gibi bir espri de durumu kurtarmaz. Bence yanlış yaptı. Bağımsızları, vargücüyle dışardan desteklemeli ama bu gruba eklemlenmemeliydi.

Bu söylediğim, kaçak güreşme, elini taşın altına koymama teklifi falan değil. Sadece, Önder ve onun gibi insanlar kişisel tarihlerinde aktif siyaseti misyon edinmemeli diye düşünüyorum. Siyasetin; söylediklerinin, yapıp ettiklerinin ağırlığı ve etki alanını daraltıcı bir etki yapacağını düşünüyorum. Bir harekete eklemlenmektense, dışardan destek olmanın, o harekete çok daha faydalı olacağına inanıyorum. Her hareketin çizgisinde oluşabilecek kırılma noktalarında, ‘içerden’ eleştirinin kolay olmadığını hatta eleştiri melekesinin köreleceğini biliyorum.

Örneğin; Kürtçe ezan olayında ‘aydın’ Süreyya Önder, “Arkadaş, bu faşizm özentiliği de ne iş? Kimse kusura bakmasın; haklı bir davayı savunurken Türk faşizminden kopya çekecekseniz ‘bir daha da gelmem’” falan gibi bir şey söylerdi muhtemelen. Ama şimdi söyleyemez.

Mesela ben Türküm; ama Atatürkçü değilim. Dolayısıyla, tüm Kürtler de Apocu olmak zorunda değil. Hal böyleyken, Atatürk’e karşı Atakürt, Türkçe ezana karşı Kürtçe ezan, Türk laisizmine ve milliyetçiliğine karşı Kürt laisizmi ve milliyetçiliği gibi her şey zıddıyla kaim anlayışıyla mı olacak bu iş? Her şartta ve durumda İmralı’yı adres göstermekle mi olacak? ‘Aydın’ Süreyya Önder, “Arkadaşım; hele sen bana kendi düşünceni söyle. Senin hiç mi söyleyecek sözün yok? Niye topu hep İmralı’ya atıyorsun? Sen üzerine düşeni yaparsan İmralı sorunu zaten çözülür. Daha maçın başında 3-0 hükmen galibiyet istiyorsun.” diyebilirdi. Ve demeliydi. Bu kıvamda konuşmalıydı. Ama artık siyaset jargonu hakim olacak konuşmalarına. İşte bu yüzden üzülüyorum.

Yanılır mıyım? Doğrusu çok isterim yanılmayı. Belki ‘sırrı’nı kaybetmez de siyaset arkadaşlarıyla paylaşır ve bu sır onlara da sirayet eder. Böylece bir Türk olarak kendilerini savunduğumuzda, Kürt halkının acılarını paylaştığımızda, muhatabımızın “İyi de kardeşim, senin savunduğun adamlar da...” diye söze başlayacağı malzemeler vermezler artık. Yürüttükleri marjinal siyaset yüzünden hiç kıvırma payı bile bırakmayacak örneklere muhatap olup dımdızlak ortada kalmaktan kurtuluruz. Ve artık, CHP-MHP karışımı bir siyaset çizgisini savunuyormuş gibi sıkıntılı bir ruh haline bürünmeyiz.

Türk resmi ideolojisine saydırırken, Kürt resmi ideolojisini savunmak olacak iş değil; bunu da en iyi ‘sırrı’nı kaybetmemiş bir Süreyya Önder anlar. Anlar ve umarım anlatır arkadaşlarına.

Kaynak: haber10

'İşkenceden daha ağır geldi!'
Balçiçek İLTER yazdı...
10 Haziran 2011

Başlıktaki cümle Sırrı Süreyya Önder'e ait... "İşkenceden daha ağır geldi" dediği, Başbakan'ın mitingde adını vermeden söyledikleri... Başbakan siyaseti iyi biliyor... Başbakan nerede ne açıklama yapacağını, kime nasıl saldıracağını da iyi biliyor. Nitekim Sırrı'yı da kendi memleketinde vurdu. Dedi ki: "Polis katillerine mi müsamaha göstereceğim? Çocukların, kadınların olduğu arabaya saldıranlara mı müsamaha göstereceğim? 13-14 yaşında çocukların yüzlerini yakanlara mı müsamaha göstereceğim? İmam katillerine mi müsamaha göstereceğim? Önceki gün, İstanbul'da BDP'nin bir seçim bürosundan, daha doğrusu bir bağımsız adayın seçim bürosundan onlarca molotof çıktı. O seçim bürosunu kullanan zat, gittiği her yerde, mağduriyet kisvesi altında barış diyor, özgürlük diyor, demokrasi diyor, hak diyor, hukuk diyor. Peki bu molotoflar nedir? Kimi yakacaksınız, nereyi yakacaksınız? Barışı böyle mi getireceksiniz? Molotofla demokrasiyi aynı kefede nasıl tartacaksınız?"



Sırrı can adamdır, Sırrı gönlünden konuşan, içi dışı bir adamdır...
12 Eylül döneminde yaklaşık 105 gün sorguda tutulan, bunun yaklaşık 30 günü ağır işkenceden geçen adamdır. 38 gün açlık grevi yapan, "Şöyle araz bıraktı, böyle canımızı yaktı!" demeyen adamdır.
Solcuların "acı" dili de yoktur onun cephesinde. Her şeye rağmen gülümsemesini bilen adamdır. Adam gibi adamdır işte!
Gücüne gitmiş Başbakan'ın bu lafları... Haklı! Öylesine gücüne gitmiş ki dayanamadı, bu sefer öfkesini tutamadı, yüze gülmedi pek konuşurken... Anlattı, dinledim.
"Başbakan eğer Adıyaman'da konuşurken benim adımı verseydi, kendi seçmeninin yarısı itiraz ederdi, ayıp ettin derdi ona. Oranın her taşında tozunda varım ben. Biz bu memleketin demokrasi mücadelesinde varız, biz o toprakların yakın dönem siyasi tarihinde varız. Adıyaman'ın sağcısından solcusuna, orta yercisine kadar gönüllerinde bir yerimiz vardır. Zoruma gitti. Nefsime ağır geldi. Başbakan'ın konuştuğu yerin sağı Pera kalıntılarına gider. Orası Adıyaman'ın zihninde 12 Eylül işkenceleriyle bir tutulur. O mağaralarda yaptılar her şeyi. Sol taraf ise Sıkıyönetim Komutanlığı'na gider. Bugün Başbakan'ı karşılayan zevatın içinde, o gün, sıkıyönetimi yol eden adamlar vardır. Biz o dönem o mağaraların içindeydik ve sıkıyönetim değnekçisi olmadık!"
Sırrı daha anlattı... Her cümlenin arasına tüylerimi ürperten şu soruyu ekledi.
"Çocuk mu yakacakmışız? Biz? Öyle mi yani?" "Beni Başbakan da tanır, bu devlet de tanır" diyen, "50 yaşıma geldim bundan sonrası umurumda değil, ne olacaksa olur, iyi yaşadım ben!" diyen bu adam yorgun, bıkkın ve yılgındı. En çok da öfkeliydi... Devam etti.
"Çocuk yurtlarına saldırı olduğu gün kınadım ben bunları. Bu tür faaliyetleri kabul etmem mümkün değil. Ama çocuk yakacakmışız, düşünsene... Gördüğüm işkencelerden bile daha ağır geldi nefsime... Bugüne kadar çektiğim sıkıntılardan daha büyük tahribat yarattı bende!"



Bağımsız aday Sırrı Süreyya Önder'in Gazi Bürosu basıldı geçenlerde... İçeride molotofkokteylleri ele geçirildiği söylendi... Hatta bazı görüntüler basına dağıtıldı. Peki basan kim? İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün bile haberi yok. Şu ana kadar kimseye iletilen bir bilgi, suçlama ya da soruşturma yok...
Sırrı diyor ki: "Benim ismim şiddetle yan yana gelemez bile, bu suçlamaya yanıt vermek de züldür benim için. Buna talip olsaydım Meclis'e değil başka yere giderdim. Bunu söyledim, bunu da yanlış anladılar."
"Başbakan konuşana kadar olan bitene yine gülümsüyordum!" diyen Sırrı Süreyya Önder'in bir tespitine katılmamak elde değil.
Bu millete 60-70 günlük seçim maratonu fazla geliyor. İş mühendislik siyasetine dönüşüyor! Ya "Sırrı iyi hoş da keşke Kürtlerle siyaset yapmasaydı!" diyenlere lafı var mı? Olmaz mı?
"Bu laf bana niye onlarla siyaset yapmam gerektiğini söyledi zaten. Zalimliğin, ayrımcılığın ipuçlarını bilirdim ama tablonun bu kadar vahim olduğunu bilmezdim. Kim kiminle yan yana duruyor, hepsini hizalayacağım siyaseten. Not ettim, hepsini yazacağım!"
habertürk

Sırrı Süreyya Önder, "Kafa Dengi"nden ayrıldı

18 Aralık 2010 - Kanal 24 ekranlarının dikkat çeken alternatif programlarından Kafa Dengi'nde ayrılık var. Radikal yazarı Sırrı Süreyya Önder, programdan ayrılık kararı aldı. Gazeteciler.com'un haberine göre; Sırrı Süreyya, Radikal'de yazmaya başladıktan sonra özellikle öğrenci eylemleri sonrası hükümete dönük sert eleştirileriyle dikkat çekmişti. Radikal yazarı, 24'de yayınlanan Kafa Dengi'nden ayrılma gerekçesi olarak hükümete karşı aldığı tavır ve sosyalist kimliğini Radikal'deki köşesinde daha iyi ifade etmesi olarak gösterdi. Kanalın yayın yönetmeni Akif Beki'nin, Sırrı Süreyya'yı kararından vazgeçirmek istese de ikna edemediği gelen bilgiler arasında. netgazete

'Takatimizi hükümetin takatine eklemeli'
Murat Aksoy / Yenişafak

“Benim sözüm değil” diyerek başlıyor ve ekliyor: “Her insanın bir hikayesi vardır ve döner döner onu anlatır.” “Ben de öyle yapıyorum” diyor Sırrı Süreyya Önder. 16 yaşında tanıştığı hapishaneye 18 yaşında üniversite öğrencisi olarak girip 26 yaşında çıkıyor. Yönettiği Beynelmilel'de, senaryosunu yazdığı O… Çocukları'nda kendi hikâyesinden izler var. Muhafazakâr seyirciye kızıyor. “Hem kendi sorunlarını anlatan filmleri izlemiyor hem de şikayet ediyorlar” diye.

Sizin hayat hikâyenizde 12 Eylül önemli bir yere sahip. Bunu Beynelmilel'de görüyoruz. 12 Eylül'ün hayatınıza etkisinden başlayalım isterseniz…

Sanatla uğraşan, insan duyarlılığı ile üretim yapanların bir tane hikâyesi vardır. Döner döner onu anlatır. Bu bana ait bir söz değil ama gerçek bir söz. Benim hikâyemi de, içinde yaşadığım şartlar belirledi. Ben Adıyaman'da doğdum. Ailem Adıyaman'ın en fakir ailelerinden biridir. Baba tarafım olduğu gibi sosya-list, 1960'ların Türkiye İşçi Partisi'nin il yöneticilerinden. Anne tarafım da fukara ve dayılarım da yine sosyalist. İki fukara aile. Ya babam sıkıntı içinde ya dayılarım. Ya babam içeride ya dayılarım. Bazen iki taraf birden. İki tarafın birden tutuksuz olduğunu hatırlamıyorum. Babamın ben 8 yaşındayken ölümüne kadar.

Solcu olmanız için yeterince sebep var yani?

Tabii. Bir de bizim zamanımızda can güvenliği sorunu var. Bitaraf olan bertaraf olur ve örgütsüz insan kendini koruyamaz düsturunca sosyalist oldum. Örgütlü siyasal yapılar içinde yer aldım. 16 yaşında karakol ve hapishane ile tanıştım. İki yıl sonra Ankara'da 12 Eylül ile birlikte yeniden içeri alındım. Önce 16 yıl, sonra 12 yıl ceza aldım. 8 yıl yattım ve 26 yaşında çıktım. Böyle bir kişsel hikâyeden başka bir şey çıkmaz doğal olarak. 12 Eylül, yoksulluk, ötekileştirme sürekli anlatacaklarımda var olacak. Aşk hikâyesi de anlatsam bunlar içinde olacak.

30 yaşına girdi 12 Eylül. Neden hesaplaşamıyoruz bu darbe ile?

Niye hasaplaşamamamızın temelinde öncelikle Türkiye'de hâkim sınıfların yapılanması, ikinci olarak onların kullandığı aygıtlar yani medya, kültür, sanata bakmak lazım.

İlkinden başlayalım. Yani burjuvaziden…

Türkiye'deki güdük ve kadük burjuvazinin bu düzenin sürmesinde sonsuz faydası vardır. Kendimizi aldatmayalım. Bu düzen onlara sonsuz imkânlar sundu ve sunmaya devam ediyor. Bu burjuvazi, insanı, emeği yok sayan ve ceberrut devlete sahip çıkmakta ve bunu kapitalizmin ideolojisi olan milliyetçilik üzerinden yapmakta. Bunu bir sömürü kalkanı olarak kullanırlar ve kullanmaya da devam edeceklerdir. Üstelik Türk burjuvazisinin millilikle, milli değerlerle uzaktan bir ilgisi de yoktur. Yani 12 Eylül rejimi öncekle egemenlerin işine yaradığı için tasfiye edilemiyor.

Aygıtlar dediğinizde Louis Althusser'in devletin ideolojik aygıtları geliyor akla…

Aynen, 12 Eylül medyayı, kültürü, sanatı ideolojik bir aygıt olarak kullanmıştır. 12 Eylül, toplumun üzerinden geçerken, bu aygıtlar döşek dermiş, üzerine yorgan örtmüştür. Herkesin bu konuda suç ortaklığı vardır. Bununla hesaplaşmak demek bu suç ortaklığının teşhir edilmesi demektir. Bir örnek vereyim. Dönemin Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Burhan Felek, yaşça büyük olmasına rağmen kamuya açık bir toplantıda Kenan Evren'in elini öpmüştür. El öpen sadece Burhan Felek değildir. Bugün demokrasi havarisi kesilen bir sürü küçük adam o dönem onun gibi davranmıştır. İşte bu aygıtlarda, özellikle medya bu hesaplaşmayı yapmıyor, yapamıyor.

Fakat bugün medyayı yönetenlerin bazıları, önemli köşe yazarları solculukları ile övünür sıkça. İkilem var burada sanki. Ne dersiniz?

Yok. Böyle bir hot-zot sistemi olmasa bunlar o kurumlarda çaycı bile olamazlar. Onlar açısından bu sistemi desteklemek bir varoluş sorunsalıdır.

MUHAFAZAKÂR SİNEMA YÜKSELECEK

Sinemaya soldan bakanlar yaşadıkları sorunlara ilişkin filmler yapıyorlar. Aynı şeyi sağda göremiyoruz. Mesela başörtüsü sorunu konusunu gündeme taşıyan filmler yok. Neye bağlıyorsunuz bunu?

Ben rahmetli Yücel Çakmaklı ile ve bu kesimden diğer arkadaşlarla bu konuyu konuştum. Manzara şu: Eğer ayrım yapacaksak -ki, çok anlamlı değil- sağ görüşlü izleyiciler kendi dertlerini anlatan filmlere gitmiyorlar. Bu filmleri ödüllendirmiyorlar. Yani bir vefasızlık var. Yapılan işler yetersiz olabilir, daha iyisini isteyebilirsiniz ama bunun yolu bu filmleri izlemektir. Filme gitme-yerek, daha iyi film yapılmasına katkıda bulunmuş olmazsınız. Giderek destek verin ama eleştirmeye de devam edin. Daha iyi filmlerin yapılmasına katkı verin. Bugün sağ kesimde Nihal Bengisu Karaca, Ali Murat Güven gibi çok nitelikli sinema eleştirmenleri var. Övgüde cömert, eleştiride cimri davranarak daha iyi işlerin yapılması için çabalıyorlar ama gene başlarına gelmedik kalmıyor. Seyirci açısından bu durumun tek bir izahı var: Riyakârlık. Hem yakınıyor hem de gitmi-yor. Ama şunu da biliyorum ki, bu konuda ciddi bir genç kuşak geliyor ve bunlar bu sorunu aşacak ve iyi film yapacaklar.

Sadece seyirci mi?

Şu da var tabii. Bizde dört solcu bir araya gelse bir film çeker imece usulu. Kimin neyi varsa koyar ortaya. Ancak sağ kesimde ne yazık ki bu dayanışma yok.

TV dizileri son yıllarda yükselişte. Bunlar sinemanın rakibi midir?

Bu diziler önce sektör çalışanlarına zarar veriyor. Bu dizilerin setinde sendika yok, asgari insanca çalışma koşulları yok. Dört beş günde tamamlanan dizi için asgari süre üç-dört haftadır. Bu dizilerde insanlar bölüm başı çalıştığı için, çalışma saati önemsizleşiyor, bölüm tamamlana kadar saat sınırı olmaksızın çalışıyorlar. Bakın görüyoruz, geçen bir dizi setinde arkadaşımız rahatsızlandı. Sette bir ambulans, bir doktor yok. Buralarda ağır bir hak ihlali var önce buradan başlamak lazım. Sanılmasın ki, dizilere itirazım var. Onlar da gerekli. Ama çalışma koşıllarının ve şartlarının iyileşti-rilmesi şartı ile. Ve nitelikli diziler sinemaya katkı sunar, zarar vermez. Son olarak şunu söyleyeyim: Benim için esas olan şudur: ne yapıyorsan yap, burnunun ucu ile yapma, tam yap. İçinde ol, yüreğini ortaya koy. Ben öyle yapıyorum. Sistem içinde sahici kalmaya çalışıyorum. Sanat hayatın zekasıdır. Bundan mümkün olduğunca vererek ve alarak nasiplenelim diyorum.

Benim tercihim politik sinema

Sinema aşkına gelelim biraz. Bir film yaptınız, ödüller aldınız. Bir de seneryonuz var. Nedir sinemadaki derdiniz?

Beynelmilel ile başlayayım. Birkaç tane derdi vardır bu filmin. Önce, kışla benim sevdiğim tabir ile darkışla mantığının hayatı dost-düşman kuvvetler olarak ayırması ve sonraki cümleleri, hayatı bunun üzerine kurmasını anlatır. Oysa toplum, çok kopleks, çok karmaşık bir yapıdır. Bu darkışla mantığını bu topluma dayattığınızda görün başa neler gelirin hikâyesidir Beynelmilel. Özetle de erdemsiz bir gücün ne kadar kıyıcı olduğunu anlatır. Diktatörlüğün aptallığı ya da aptallığın diktatörlüğünü deşifre eder.

O… Çocukları…

Bu filmin sadece senaryosunu yazdım. Ama çekmek istediğim film bu değildi. Yapımcı ile düştüğümüz ihtilaf sonucu istediğim senaryoyu çekemedik açıkçası. Ama bu filmde diktatörlüklerin en çok çocukları ve kadınları ezdiğini anlatmaya çalıştım. Film tam derdini anlamadı ama tasarlama amacım buydu.

Yeni projeleriniz neler?

Maraş katliamını anlatmayı düşünüyorum. Senaryosu aşağı yukarı bitti. İkincisi Berlin Duvarı'nın dibine önce bostan sonra ev yapan Yozgatlı göçmenin hikayesini anlatacağım. Göçmenlik ve ev sahibi olma halleri konu edilecek. Gazeteciliğini çok beğendiğim Belma Akçura'nın yazdığı bir kitap var: “Devletin Kürt Filmi”, buradaki hikâyeyi filme çekeceğiz. Bir de bir Kürt köyünde Türkçe ezan zorunluluğunu anlatan bir film olacak. Bunları imkanlar nisbetinde gerçekleştirmeye çalışacağım.

Türk Sineması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben şunu anlamakta zorlanıyorum. Geçenlerde bu sezon 70 film gösterime girecek diye haber çıktı. Öyle bir yazıldı ki, sanki bu suçmuş gibi. Bence değil 70 keşke 700 film olsa. Bundan niye rahatsızlık duyalım ki. Üstelik hem sinema salonları çoğalmalı hem de ulaşılabilir olmalı. Şimdi bütün salonlar büyük alışveriş merkezlerine toplanıyor. Sinema halktan uzaklaşıyor. Bilet fiyatları yükseliyor. Yoksullar artık sinemaya ulaşımıyor. Bunlar sinemaya zarar veren şeyler aslında.

YILMAZ ERDOĞAN HAK ETTİĞİ YERDE DEĞİL

Peki izleyici nerede duyor burada. Yurt dışında bol ödül alan filmler, nedense Türkiye'de fazla rağbet görmüyor. Popüler filmlerin izleyicisi daha fazla…

Şuradan başlayalım. Sinemada popüler işler yapılmalıdır. Müşterisi vardır, sektör çalışanları için hatta sektörün belli bir büyüküğe ulaşması için de zorunludur. Vahim olan bunlara olumlu ya da olumsuz fazladan bir mana atfetmektir. Bu tür filmler ne yerin dibine batırılmalı ne de namus meselesi yapılmalıdır. Gereklidir, o kadar. Bunun yanında Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu gibi ustaların kendileri için çizdikleri yol çok meşakkatli bir yolculuktur. Çünkü gişeyi düşünmeden yola çıkmak her babayiğidin harcı değil. Bu açıdan bu ustalar övgü ile anılmayı haketmektedirler. Ve ben bir çırak olarak bunların ustalığını teslim ediyorum. Ben sinemaya daha politik bir yerden bakmayı tercih ediyorum. Ve benim için de en son önemli olan gişe kaygısıdır.

Vizontele ve Vizontele Tuba mesela. Hem toplumsal değişimi resmeden hem de derdi olan yapımlar olarak, gişede de başarı elde ettiler. Yılmaz Erdoğan faktörü mü?

Yılmaz Erdoğan ne yazık ki, Türk Sineması'nda hak ettiği yeri elde edemedi. Yıllar önce Güneş gazetesi çıktığı zaman medya piyasasını sarstı. Hem gazeteciliğe bakış hem de çalışanların hakları açısından bir çığır açtı Güneş gazetesi. Yılmaz Erdoğan bence sinemada öyle bir etki yaratmıştır. Beşiktaş Kültür Merkezi'nin (BKM) film yapmaya başlaması sektör emekçilerinin ilk defa hem çalışma koşulları hem de ücretler açısından olumlu değişimin yaşanmasına yol açmıştır. BKM sinemadan kazandığını yine sinemaya yatırmaktadır. Daha önemlisi gişe kaygısı duymadan güvendikleri seneryolara yatırım yapmışlardır ki, benim Beynelmilel böyle bir filmdir. Hiç deneyimim olmamasına rağmen, güvendiler bana. Bunda Yılmaz Erdoğan'ın katkısı büyüktür. Ve şu anda proje aşamsında olan Berlin Duvarı dibine yerleşen Yozgatlı göçmenin hikâyesini Yılmaz Erdoğan'a vereceğim. Yönetmeni o olacak.

Takatimizi hükümetin takatine eklemeliyiz

Siyaset konuşalım biraz. Hükümetin sürdürdüğü demokratik açılım konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben hükümetin bu açılımını destekliyorum. Niye desteklediğimi açmam gerekiyor. Bu işler niyet ve takat meselesidir. Ve AK Parti'nin yıllarca süren bu imha, inkâr politikasının bu topluma cefadan başka bir şey vermediğini gördüğünü düşünüyorum. Bu konuda samimi buluyorum ve niyetleri olduğuna inanıyorum. Ama takatları bu sorunu çözmeye yeter mi onu göreceğiz. İşte tam da bu yüzden ben takatimi, çözüm isteyenlerin takatlarini onların takatlarının yanına bir takviye olarak eklememiz tutarlık hesabı olanların bir boyun borcudur.

Muhalefin yaklaşımları konusunda…

Onlar ancak ilkokul öğrencisi seviyesinde itirazler ileri sürüyorlar. Ortada bir proje yokmuş. Olması gerkmiyor ki, zaten bu sürecin adı, ortaya bir şey koyma sürecidir. Ki düşünün daha birkaç yıl önce bu konuda hak, hukuk bağlamında bişey söylediğinizde içeri girerdiniz. Şu anda bu meselenin konuşulabilmesine uygun şartların yaratılabilmesi süreci bile başlı başına samimi bir desteği, yalpalamadan, gerek şart ileri sürmeden samimi bir desteği hak ediyor. Dediğim gibi ortada samimi niyet var, takatlarinin yetmesi için bizimde takatimizi onlarıne eklememiz gerekiyor. Tabii burada siyasetin en sağında yer alması gereken CHP'nin kendini hâlâ sosyal demokrat olarak sunabilmesi de başka bir vaka.

Övünüyorlar solculukları ile…

Bırakın canım. Bugüne kadar içşi sınıfı için, yoksullar için ne yapmış ki bu parti? En çok faili meçhul bunların iktidar olduğu dönemde oldu. Hayata dönüş denen o insanlık vahşeti, kendine demokrat sol diyen bir Adalet Bakanı tarafından yapıldı. Daha sayayım mı? Türkiye'nin bu konuda bir elektroşok tedavisine ihtiyacı var. Bu kavramların yeniden tanımlanmasına.

Yeni Şafak

Sırrı Süreyya Önder Kimdir?

Sırrı Süreyya Önder (d. 1962, Adıyaman) Yönetmen, sinema oyuncusu, senarist, Yıl 1978, Adıyaman Lisesi'nde öğrenciyken Maraş Katliamı'nı protesto ettiği için hapse giren Önder, çıktığında ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanarak başkente yollandı. 12 Eylül'ü de burada karşıladı. Darbe olduğu zaman ilk tutuklama furyasında içeri girdi. Uzunca bir yargılama süreci yaşadı. Sonra 12 yıl hapse mahkûm edildi. Cezaevlerinde açlık grevleri, infaz yakmalar sonucu yedi yıl yattı. 12 Eylül'ün bütün hışmını öncesiyle sonrasıyla yaşadı. Babasını kaybeden ve ailesine bakan Önderi’n bu süreçte ailesi fazlasıyla mağdur oldu. Önder, Beynelmilel isimli filmin senaryosuna, BKM Film'de yeşil ışık yanınca ilk yönetmenliğini yaptı.

"Bizi çırılçıplak soyup sabaha kadar dövdüler!"
Beynelmilel'in yönetmeni kendi "12 Eylül"ünü anlattı

16.02.2010
Balçiçek Pamir’le Söz Sende’nin bugünkü konuğu senarist ve yönetmen Sırrı Süreyya Önder’di. İlk kez lise öğrencisiyken Maraş katliamını protesto etmek için cezaevine giren Sırrı Süreyya Önder 12 Eylül’de Mamak Askeri Cezaevi’nde yaşadığı tüyler ürpertici olayı ilk kez anlattı: “38-40 gün kadar bir açlık grevimiz olmuştu cezaevindeyken. Bunun 28. gününde bir gün sabaha karşı askerler bizi avluya çıkarıp çırılçıplak soyarak sabaha kadar öldüresiye dövdüler. Bunu yapanların ömürleri boyunca her gece yatağa yattıklarında vicdanlarına hasep vermelerini diliyorum. Hadi ben örgütlü bir sosyalisttim, beni ellerine geçirmişler, ellerinden geleni artlarına koymayacaklar tabii. Ama ya masum olanlar?”

Annesinin de aynı cezaevinde kendisini görmeye geldiğinde askerler tarafından dövüldüğünü söyleyen Sırrı Süreyya Önder hapisteyken girdiği açlık grevini anlatırken annesinin gülümseten bir sitemini de söylemeden geçemedi: “Annem bana hep sitem etti. ‘Eh be oğlum bu k...lar için 40 gün aç gezdin, Allah rızası için bir gün oruç tutmadın’ diye.”

Cezaevi yıllarından bahsetmenin kendisini utandırdığını söyleyen ünlü yönetmen sözlerine şöyle devam etti: “Bu ülkede cezaevlerinde insanlara dışkılarını yedirdiler, çocukların yaşlarını büyütüp astılar. Ben şimdi 7 yıl hapis yattım dersem bu çok ayıp.”

Önder ayrıca hapisten çıktıktan sonra çok uzun süre zorluk çektiğini de anlattı: “Devletin en iyi yaptığı iş sicil tutmaktır. Beni bırakın benim yedi göbekten akrabam devlet dairesinde iş bulamadı yıllarca.”

Balçiçek Pamir’in “Hiç ümidinizi kaybettiniz mi?” sorusuna da Önder şöyle cevap verdi: “Niye ümitsiz olayım? Faşizmin varolma sebebi budur zaten.”

“Bu necip Türk milleti evinden çıkaramadığı kiracısından, sinir olduğu ev sahibine, kin tuttuğu komşusundan gıcık olduğu amirine kadar herkesi ihbar etti.. Bugün demokrasi havarisi kesilenlerden bazıları dün demokratik aydınları devlete ihbar etmekle meşguldüler.”

Evinde 8 bin kitabı bulunan Sırrı Süreyya Önder evine kitapları yüzünden sığamadığını söyleyerek okumanın hayatına nasıl girdiğini şöyle anlattı: “Benim dayım önemli bir Nur şakirdi idi babam da şehrin tek komünistiydi. Yani annemin ailesi şehrin tek komünistine kızlarını vermişti. Babam ölünce dayılarım bana çok kol kanat gerdiler. Çok katıldım okumalara. Babamdan tek miras kalan şey kitaplarıydı. Kitapların sunduğu olanağı da böyle tanıdım. Tek yönlü beslenme zihinsel anlamda çok sıkıntılıdır. Sonradan okuya okuya Marksizme doğru yol aldım.”
Habertürk

"Cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz"
Sırrı Süreyya Önder'den Ertuğrul Özkök'e "kalleşlik" yanıtı
19 Kasım 2010

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ertuğrul Özkök, Eyüp Can'ın Radikal'de yayınladığı bir Ahmet Kaya röportajından yola çıkarak "eski defterleri" açmıştı. Ahmet Kaya'ya o günkü yaklaşımla bugünkü yaklaşımın farklı olmasını "zamanın ruhu" diye tanımlayan Özkök, Radikal Yazarı Sırrı Süreyya Önder'e de şu sözlerle sitem etmişti:

"Eyüp Can'ın o mülakatının yayınlandığı sayfadan üç sayfa sonra bir yazar, Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinde Ahmet Kaya'ya tepki gösterenler için ne diyor:
“Çatal bıçak fırlatırken köpüklü ağızlarıyla hamasi marşlar söyleyen herkes, Hazreti İsa'yı öldürmeye gelen askerlere öperek işaret eden Yehuda'dır.”
Peki o manşeti atan Hürriyet'in yöneticileri için ne diyor:
“Kinlerini kusan kalleşler...”
Söyler misin Süreyya kardeş; senin eline biraz daha medya gücü verselerdi, bizler için acaba daha ne manşetler atardın?"

Sırrı Süreyya Önder, dünkü köşesinde "Faşizm çok ayıp bir şeydir" başlıklı yazısıyla Özkök'e yanıt verdi:

Sayın Özkök, benim Ahmet Kaya’ya yaptıklarınızı ‘kalleşlik’ olarak nitelememe hislenmişsiniz. İsmimi anıp anmama kararsızlığınız sürerken birdenbire ‘Süreyya Kardeş’iniz oluvermişim. Bana, medyada daha büyük bir iktidarım olsa ne tür manşetler atacağımı sormuşsunuz. Sorunuzun cevabı yazımın
başlığındadır.
Curzio Malaparte
Sayın Özkök, size, aslen İtalyan olan bir gazeteciden bahsetmek istiyorum. Gazetecinin adı Curzio Malaparte.
Gençliğinde faşist partiye üye olmuş fakat insanlığı ağır basınca yazıları sansürlenmiş, ev hapsine alınmış, sürgün edilmiştir. 1941’de Rus cephesinin açılmasıyla birlikte, inşallah oralarda ölür umuduyla, teğmen rütbesi ve savaş muhabirliği göreviyle bölgeye gönderilmiştir. Ancak yazılarının yarattığı rahatsızlık, Hitler’in kulağına kadar gitmiş ve Ukrayna’da tutuklanmıştır. Malaparte, yazdıklarını gizlice İtalya’ya sokarak savaşın korkunçluğu üzerine tarih boyunca yazılmış en iyi eserleri bizlere miras bırakmıştır.
Ülkemizde Kuzey Yayınları’ndan çıkan ‘Kaputt’ adlı anlatısının bir bölümünü kısaltarak aşağıya alıyorum.
“1941 yılı sonbaharında Ukrayna’da Poltawa yakınındaydım. Bölgede partizanlar kaynaşıyordu. Bir gün, bir Alman subayı topçu konvoyunun başında bir köye girdi. Köyde tek bir canlı yoktu, evler çoktan terk edilmiş gibi görünüyordu...
Atların nal sesleri hemen hemen uzaklaşmış, ovanın çamuru içinde boğulmuştu ki birden bir kurşun vızladı ‘Halt!’ diye bağırdı subay. Kafile yine durdu, kuyruktaki batarya yine köy üzerine ateşe başladı...
Cam gözler masumun
kalbini göremez
Subay yüksek sesle saymaya başladı: ‘Dört, beş, altı. Bir tek tüfeğin ateşi bu. Köyde sadece bir kişi var.’ O anda bir gölge, elleri havada koşarak kara duman bulutundan sıyrıldı, askerler partizanı yakaladılar, iterek subayın önüne getirdiler. Subay eğerinin üstünden eğilip partizana baktı: ‘Ein kind’ (Bir çocuk) dedi alçak sesle. En fazla on yaşında bir çocuktu bu. Zayıftı, acınacak haldeydi. Elbisesi paramparça, yüzü kapkaraydı. Saçları kavrulmuş, elleri yanmıştı. Ein kind!
Bir ara subay, çocuğun önünde durup, uzun uzun ve sessizce yüzüne baktı ve sıkıntı dolu bir sesle:
‘Dinle!’ dedi. ‘Sana kötülük etmek istemiyorum. Benim işim bacak kadar çocuklarla savaşmak
değil. Lieber gott! Savaşı ben icat etmedim ki?’
Bir süre sustu, sonra insana garip gelen bir yumuşaklıkla sordu:
‘Bak, benim bir gözüm camdır. Asıl gözümün hangisi olduğu kolay anlaşılmaz. Hemen, hiç düşünmeden hangi gözümün cam olduğunu söyleyebilirsen serbest bırakırım seni.’
Çocuk hiç tereddüt etmedi:
- Sol göz, dedi.
- Nasıl bildin?
- Çünkü ikisinden, soldaki daha insan gibi bakıyor.”
10 yaşın cesareti
Sayın Özkök, Nazi subayının ettiği “Savaşı ben icat etmedim ki” lafı size bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Peki çocuğun akıbetini merak ediyor musunuz? Sizce Nazi subayı, bu muhteşem cevap karşısında çocuğun yanağını okşayıp gözlerinden öpmüş olabilir mi?
Çocuğun hazin sonunu daha ilk satırda tahmin ettiğinizi düşünüyorum. 10 yaş masumluğunda ve çaresizliğinde birçok insana sadece cam gözlerinizle baktınız çünkü.
Sizinle kişisel bir hesabım olamaz. Sadece yaygın bir yanlışın en kristalize olmuş halisiniz ve sadece bundan dolayı yazımın konusu oldunuz. Sizde olmayıp bizde olan en önemli şey, 10 yaşındaki bir çocuğun cesaretidir. Bu cesaret bizleri öldürdü, siz cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz hâlâ.
Kardeşlik gereği
Size bir ‘kardeş’iniz olarak gerçekten kardeşçe bir şeyler söyleyerek bitirmek istiyorum.
Siz bir röportajınızda en büyük korkunuzu, tekrar Dışkapı-Çinçin dolmuşlarına binmek zorunda kalmak olarak tarif etmişsiniz. İktidar ve güç tapınıcılığının böyle marazi yan tesirleri vardır. Ruh hallerimizdeki temel fark da budur. Biz ekmeksiz kaldığımızda, sofrasına bizim için fazladan bir tabak koyabilecek yüzlerce yoksul hane buluruz. Siz ekmeksiz kaldığınızda, eline ekmek verdiğiniz insanlar da dahil olmak üzere, ikram edilecek bir bardak çay bulamazsınız.
Kibri ve korkularınızı bir kenara koyup içtenlikle özür dilemeyi düşünün derim. Ben bu yazıyı, sanki siz değil de kızınız “Babama nasıl kalleş dersiniz” diye sormuş
kabul ederek yazdım. Siz mesela Ahmet’in kızı Melis’in gözlerinin içine bakarak yazdığınız şeyleri tekrar edebilir misiniz?

Habertürk

"Normal ülkelerde sanat ve bilim insanları okullarda yetişir, bizde cezaevinde yetişiyor."
Sırrı Süreyya Önder
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Nis 16, 2011 5:15 pm    Mesaj konusu: Önder, BDP'nin teklifini neden kabul etti? Alıntıyla Cevap Gönder

Önder, BDP'nin teklifini neden kabul etti?
16 Nisan 2011
Milletvekili Sırrı Süreyya Önder BDP'nin Milletvekiliği teklifini neden kabul ettiğini açıkladı.



Sizin Kürt olduğunuzu zannediyor herkes, neden?

Kürt meselesine gösterdiğim yakınlık ve duyarlılık herkeste böyle bir algıya sebep oldu. Adıyaman’da 15-20 tane Türkmen aile vardır. Hem ana hem baba tarafım bu ailelerden gelmedir. Dolayısıyla Türk’üm ama orada asimilasyon tersine çalışmış! Öyle diyeyim.

Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Adıyaman’ın merkezinde doğdum. Babam hem berberdi hem de arzuhalci. Aynı zamanda da 1960’lardaki Behice Boran’lı Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman kurucusu ve il başkanı. Öldü ben 8 yaşındayken. Sirozdan. Sonra annem ve dört kardeşim dedemin evine sığındık. Dedem de solcu bir adamdı ama İşçi Partili değildi. CHP’liydi.

Nasıl geçiniyordunuz?

Ben 8 yaşında fotoğrafçıya çırak olarak girdim. Adıyaman’ın iki fotoğrafçısından biri. Haftada 125 kuruş alıyordum.

Ne yaparak?

Su getir, orayı süpür… İlkokulu bitirdiğimde kalfa olmuştum. Rötuş yapıyordum fotoğraflara.

Siz kardeşler arasında en büyük müsünüz?

Evet. Onlar çok küçük olduğundan çalışmazdı. Lise ikiye geldiğimde fotoğrafçılıktan aldığım para evi geçindirmeye yetmiyordu. 16 yaşından önce asgari ücret alamazdınız. 16’yı bitirince Sıtma Savaş ve Eradikasyon’a mevsimlik işçi olarak girdim.

Niye orada çalıştınız?

E Adıyaman’da sıtma vakası çoktur. Çok olan yerde de sıtma savaş vardır. Biz de sırtımızda 40 kiloluk pirinç bronz pulvarizatörle ilaçlama yapıyorduk. Çukurova’ya pamuk işçiliğine gitmiş olanların parmağından kan almışlığım da vardır tabii. Yaz tatillerinde ve 15 gün de okulun başlangıcından çalarak çalışırdım. İyi para kazanıyordum ama. 1100 lira filan. Amcam öğretmendi, ondan fazla maaş alıyordum. Çünkü sendikalıydık.

Sendikacılık ergenlik döneminizde başlıyor yani…

Tabii. Sıtma işçileri olarak devrimci bir sendikaya girdik. İşyeri temsilcisi olmuştum. Fakat Milliyetçi Cephe hükümeti kurulunca beni attılar işten. Ben de kirvemin oğluyla bir lastik tamirci dükkânı açtım.

O niye?

Çünkü bir balyoz ve bir levye, o dükkânı açmak için kâfiydi. Liseyi bitirene kadar hem lastik tamirciliği yaptım hem de amatör olarak fotoğraf çektim. O zaman Türkiye’de nüfus cüzdanları değişmeye başlamıştı. Çok yapraklı cüzdanlardan tek yapraklıya geçiş… Fotoğrafçıda kalfalık yaptığım dönemde 3 yıllık harçlıklarımdan arttırdıklarımla aldığım çakma Mamiya bir makinem vardı, Lübitel marka. Hafta sonları köyleri gezer, şehre inemeyenlerin vesikalıklarını çeker, tab ettirdikten sonra da teslim ederdim.

Tüm bunlar arasında Ankara Siyasal Fakültesi’ni nasıl kazandınız?

Bende üniversite kazanacak bir adam hali yok mu? Okula yarım yamalak gidiyorum gibi görünse de çok sıkı bir öğrenciydim. Söylemesi ayıp, liseye kadar hep çok iyi derecelerle bitirdim. Lisede çatışma ve can güvenliği sorunu başlamıştı. Biraz tavsadı ama Siyasal’a da üstlerden bir sırada girdim. Birkaç başarı bursu almıştım o zaman.

Aileniz Ankara’ya gitmenize ses çıkarmadı mı?

Yok çünkü kardeşim de çalışacak yaşa gelmişti. Ayrıca Ankara’da da hem çalışıp hem okuyordum.

Ne zaman ve niye hapse girdiniz?

Yıl 1981. Üniversite ikinci sınıftayım. 12 Eylül’e karşı direnen örgütlü bir siyasal yapının içindeydim. Cuntayı protesto ediyorduk, geceleri duvarlara yazı yazıyorduk, pankartlar asıyorduk. Sonra bir gün yakalandım. Mamak’a gönderildim. Örgüt üyeliğinden 16 yıl ceza aldım, daha sonra Yargıtay bozdu. 12’ye indirildi. Mamak’tan sonra Ulucanlar ve Haymana Cezaevi’nde de yattım.

Hatıralarınız çok mu berbat?

16 kişiye göre yapılmış bir koğuşta 120 kişi kalıyorduk. Balık istifi yatıyorduk. Buna rağmen güzel anılarımız var. Bütün ülke büyük bir suskunluğa bürünmüşken itiraz eden kim varsa cezaevindeydi. Orada da itirazımızı direnişlerle, açlık grevleriyle sürdürüyorduk.

Çok işkence gördünüz mü?

Herkes gördü o dönem. Bunları anlatmayı sevmiyorum çünkü 16 yaşında idam edilen, işkencede öldürülen insanlar varken kalkıp “Bize de şunu yaptılar” demek ayıp geliyor.

Sizde hiç cezaevi travması olmamış gibi konuşuyorsunuz?

Travma dediğin şeye ben ömrümde hiç düşmedim. Depresyondayım, bunalımdayım diyorlar. İnsan niye bunalır ben onu anlamamışım hiç. Mesela savaş bölgesine giden gazetecilerin ruhsal durumu bozulur. Niye? Çünkü o savaşın parçası değil, izleyicisidirler. İnandığın bir savaşın tarafıysan ve haklı bir savaşsa bu, niye travmaya düşecekmişsin? Onurlu yaşamayı gözetiyorsan insan ömrü çok uzun bir süre.

Sizin gibi o dönemin devrimcilerinin bazıları bugün “Biz ne beyhude çabalamışız, zaten bu millet bizim hayal ettiğimiz dünyayı istemiyormuş” diye söylenir. Siz?

Öyle diyenlerin temel eğitimlerinde sorun var demektir. Bilanço hesabına dayanan bir ilişki değildir senin halkla kurduğun ilişki. Çok uzun soluklu, sabırlı çabayı gerektirir. Asıl problem başka…

Nedir?

Eğer sen sosyalist olmayı içselleştirememişsen, “Halkımız bizi anlamadı” diye dönersin. Bir ömür uğraşırsın, halk da senin yaptıklarından hiçbir şey anlamamış olabilir. Ama bir sosyalist olarak bir ömrü ikmal etmek büyük bir kazançtır. Erdemli bir yurttaş olarak yaşayıp ölürsün, bunun keyfi bile yetmeli bir insana.

Sosyalist olmayan erdemli değil mi?

Olmaz olur mu? Ama sosyalist olmak bundan biraz daha fazlası. Temelde emeğin sömürülmesine itiraz etmek, herkes için adil, eşit ve özgür bir dünyayı savunmak demektir. Sosyalizmin bilimsel olarak önerdiği dünyayı bilmeden de hayatını böyle inşa eden insanlar vardır. İşin aslı bir sistem meselesi. Elbette insanın erdemli olması için sosyalist olması gerekmez ama her sosyalist erdemli olmak zorundadır.

İmkânlarınız olsa, yeni Türkiye sistemini nasıl inşa ederdiniz?

Eğitimin, sağlığın, iletişimin bütün yurttaşlar için eşit ve parasız olmasını sağlardım. Bu toplumda sadece dört kesimi imtiyazlı sayardım: Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler. Betonların istila etmediği herhangi bir kara parçasına 500 tane fidan diken, can suyunu veren, en az yarısının hayata tutunmasını sağlayan bütün gençleri askerlikten muaf sayardım. Bu sayıyı yükseltenlere de rütbe verirdim. Düşün sen 2 bin tane ağaç dikmişsin, seni general yapardım. Askerlik denilen mesleği de tarihe terk etmiş olurduk.

İletişimi niye bedava yaptınız?

Tabii ya, iletişim de bedava olmalı! Asgari bir konuşma dilimi, anayasal bir hak sayılmalıdır. Bunun üzerindeki iletişim için sadece maliyet üzerinden bir tahsilat yapılmalıdır.

BDP tüm Türkiye için bunları öneriyor mu?

BDP’yi bugün için başka türlü konuşmak lazım çünkü şu anda ülkede ağır bir savaş-barış gündemi var. Benim BDP’ye katılmamın en büyük nedeni bu savaş halinin onurlu bir barışla finalize edilmesine katkı sunmak. Bu konuda safımı ezilenlerden yana konuşlandırıyorum. BDP şu anda henüz en temel hak ve özgürlüklerin peşinde.

Saf tuttuğunuz ezilenlerle ilk nasıl yüzleştiniz?

Bizim evimiz Adıyaman’da Oduncu Pazarı denilen yerdeydi. Köylüler oraya odun satmaya gelirlerdi. Onların başka bir dilde konuştuklarını işitince çok şaşırmıştım. 7-8 yaşlarındayken. Bunlar kim diye sormuştum. Kürtler demiştiler. Sonra okulda da çocuklarını görünce daha da şaşırmıştım. Çünkü önce Türkçe öğreniyorlardı.

Evinizde Kürt sorunuyla ilgili bir bilinç var mıydı?

Babamda çoktu. Adıyaman’daki Türkiye İşçi Partisi’nin neredeyse tamamı Alevi Kürtlerden oluşuyordu. O zaman duyduklarım Kürt sorunuyla ilgili ilk bilgilerimdi. Ortaokul yıllarında sosyalist külliyatı okumaya başladığım için meseleye iyice hâkim oldum. O günden beri hep Kürtlerin ulusal hak ve demokratik taleplerinin yanında durdum.

Kürtçeyi nerede öğrendiniz?

Kürtçeye hâkim değilim, öğreneceğim. Bir borç olarak görüyorum.

Sizin gibi bir insan niye milletvekili olmak ister?

Bir istekle aday olmadım. Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku oluştu. 17 sol siyasal parti ve sivil toplum örgütü toplandı ve belli isimler üstünde mutabakata vardılar. Onlardan biri de bendim. Başta beni bağışlamalarını istedim ama arkadaşlar bağışlamadı.

Niye hayır demiştiniz?

Hayatın içinde bir mevzi olarak sinemayla uğraşmanın, köşe yazmanın da Meclis’te olmak kadar önemli yer tuttuğunu düşünüyordum. Ama arkadaşlar önümüzdeki dönemin tarihsel öneme sahip olduğu, neredeyse kurucu Meclis olacağı konusunda beni ikna ettiler. İkna oldum çünkü bu savaş tıkanmış durumda. Barışı inşa etmek savaştan daha zor ve zahmetli bir süreç. Bu konuda heybesinde turpu olan herkes barış sürecine katkıda bulunmalı.

"Kürt meselesine gösterdiğim yakınlıktan dolayı herkes Kürt olduğumu zanneder. Türk'üm ama asimilasyon tersine çalışmış diyelim. Keşke yazar kalsaydı, sürece daha çok katkı yapardı” diyenler var.

Yazarlığımı biliyorlar ama vekilliğimi henüz bilmiyorlar. Yazı yazmaya başlamadan önce de bana “Sen sinemacısın, ne işin var gazetede köşe yazıyorsun” diyorlardı. Ama o zaman daha benim nasıl bir köşe yazacağımı bilmiyorlardı. Halk bana bir avans verirse size nasıl milletvekilliği yapılacağını gösterebilirim.

Kendinizi yemin ederken hayal edebiliyor musunuz?

Osmanlı döneminin son zamanlarında bir bölgeden çok şikâyet gelmiş. Yöneticilerin, yolsuzluk, haksızlık ve zulümle uğraştığı sadarete bildirilmiş. Sadaret de denetlemesi için bir adamı göndermiş. Adam da tüm erkân-ı devleti dizmiş karşısına. Herkes sırayla yemin içmeye başlamış. Allah, kitap, Kuran, şeref üzerine “Vallahi iftiradır biz öyle şey yapmadık” demişler. Giden adam bakmış ki birisi sessiz duruyor. “Sen niye yemin içmiyon, yoksa bir halt mı işledin?” diye sorunca cevap şöyle gelmiş: “Bekliyom, 5-10 dakika içinde bunlara bir şey olmazsa bir yemin de ben içeceğim.” Yani yemini bizim karşımıza büyük bir kıymet gibi indirenler, kendileri bu yemine ne kadar sadakatle bağlı kalmışlar dönüp ona baksınlar.

Radikal’e nasıl veda ettiniz?

Kolay bırakmadılar. Hatta genel yayın yönetmeni bir sürü ek sosyal vaatlerde bulundu. Sigara içilebilecek bir oda bile bu vaatlerin arasındaydı. Ben dedi, grubun yasağına karşı bu odayı savunurum! Ama artık her şey için çok geçti. Zamanında yapacaktı bunu.

Radikal

Sırrı Süreyya Önder kendisini ihbar etti
19 Nisan 2011 Salı 20:21
İstanbul 2. Bölge'den bağımsız milletvekili adayı olan Sırrı Süreyya Önder kendisinin ömür boyu kamu hizmetinden men cezası olduğunu açıkladı.

Banu Güven'in sunduğu Artı programına katılan İstanbul 2. Bölge bağımsız milletvekili Adayı Sırrı Süreyya Önder, YSK'nın veto kararını değerlendirdi.

Önder, kimsenin böyle bir kararı düşünmediğini, daha önceki uygulamalara baktıklarını ve bunun gibi bir durum göremediklerini ifade etti.

Önder şunları söyledi: "Kimse düşünmüyordu. Bu gibi durumlarda geçmiş uygulamalara bakılır. Geçmiş uygulamalara bakınınca bu da düşünülmedi. Siz adli sicili vermeyince ilk mülakatı geçemiyorsunuz zaten.

Ertuğrul Kürkçü ile ben aynı ceza maddelerinden yargılanmışız. İkimiz de ceza almışız. Kürkçü ayrıca 1974 Genel Af'fından yararlanmış. Yani suçun sonuçlarına yönelik aftan da yararlanmış. 12 yıl hapis yatıp çıkmışım. Kamu hizmetinden men cezam var ömür boyu. Buradan kendimi ihbar ediyorum. Suç kaydım olduğu gibi duruyor. Şimdi ben adayım, Kürkçü değil. Neden böyle olduğu açıklanmalı. Kürkçü Mersin’den aday ve orada sorunlar olmuş. Mersin’de tek aday vardı. Benim kızlık soyadım da değişmedi. Kışanak için öyle deniyor...

Eski ceza yasasında 30 ve 33. Madde olarak geçerdi, devlet güvenliğine yönelik bir suç işleyince eşiniz sizi boşayabiliyor, çocuklarınız babalıktan, babanız vasiyetinden men edebiliyordu ve bunu bir dilekçe ile yapıyorlardı. Şimdi Kürtlerin ve ezilenlerin haklarını koruyacak kişiler içinde bu suçları, devletin güvenliğine yönelik olanları işlememiş yoktur. Ceza kanunu maddelerini çağdaş hale getiriyorlar. Hiçbiri kalkınca tamamen gitmiyor. Başka bir tane getirerek hayatımıza ikame ediyorlar. Bunun için bu ülkede bu irade kesilmeli.

BU SORUNLAR ÇÖZÜLMEZSE

Bir söz var, Hüseyin Avni Ulaş’ın; “Ben devletin gücünden değil fitnesinden korkarım.'' Bu biter başka bir şey başlar, başka oyunlar çıkar. Mesela KCK davası. Kendi dillerinde savunmaları, bilinmeyen dilden, Kürtçe olabileceği düşünülen dile döndü. Ne olacağını bilemeyiz de ne olamayacağını söyleyebiliriz. Bu sorunlar çözülmezse siz bu ülkede kuracak sandık bulamazsın.

'BENİM AYAĞIMI KESİYORSUN'

Oluşturulan listeye bakılınca her dilden, dinsel aday var. Bu barışa dönük bir iradenin ispatıdır. Bunu yapacaksın, seçime girin, ne kadar oyunuz vardır deniyor. Girelim seçime boyumuzun ölçüsünü alalım. 'Demokratik bir yarış var' diyorsun ve bizi almıyorsun. Bir koşu yarışı var, senin ayağında lastik ayakkabı, benim ayağımı da kesiyorsun.

'BU SABIKALARI MADALYA GİBİ TAŞIYORUZ'

Sebahat’in cezası ertelenmiş. Mahkeme bu cezayı çektirmeyi gerekli görmemiş. Bu seçimlere giren herkesin meselesidir bu olay. Anadolu’da bir söz vardır; “Çobanın gönlü varsa tekeden süt sağılır” Daha önce bu sorun Başbakan için çözüldü. Bizim kesilen adaylarımızın yeniden hakları verilmeli. Bu benim düşüncem, platform adına konuşamam. Birisi kesilirse bu seçime girmeme yanlısıyım. Bunu düşünecek olan biz değil, bizi ayrı tutunlardır. Biz bu sabıkaları madalya gibi taşıyoruz. Halkımıza gidip, bak halkım biz senin için bu sabıkları aldık, tek elimizde olan budur diyoruz.

'BARIŞI SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ'

Allah bu millete bir daha yaşananları yaşatmasın. Benim sıkıntım neydi? Barış için zaman şimdidir dedik ve her şeyi bıraktık. Bu millet için de hepsi feda olsun. Barışı savunmaya devam edeceğiz.

'ENGELLERİ KALDIRMALISINIZ'

İnsan intizar eder, elinden hak alınınca. Ne diyim ben şimdi bunlara? Yarın öbür gün bu olaylar nasıl bu duruma geldi diye soracak olanlar dünün tarihini bir yere not etsin. Vicdanen hiç kabul edilemez. Siyaseten de. Herkes oturup, bu durumu imha edemeyeceğini düşünülmeli. Kürt siyasal hareketini engelleyemez ve dönüştüremezsiniz. Sizin yapacağınız onun kendini temsil hakkını vereceksiniz. Engelleri, koruyuculuğu, toplu tutuklamaları, anadilinde konuşmasına engel olanları kaldırmalısınız.

'BİRAZ İNSAN OLMAK YETERLİ'

Ben Kürt kökenli değlim. Ana baba Türkmen kökenliyim. Bu sorunla ilgilenmek için biraz insan olmak yeterli. Ömründe karakol yüzü görmemiş, Diyarbakırlı bir parfümerici var. Onun suçu nedir? Neden almadılar acaba? Herkesin barışa bir şans vermesi lazım." haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com