Alemdar Site Admin
Kayıt: 14 Oca 2008 Mesajlar: 3538 Konum: Avustralya
|
Tarih: Cum Oca 28, 2011 10:15 pm Mesaj konusu: Çocukluk, dua ve şiir |
|
|
Çocukluk, dua ve şiir
Leyla İPEKÇİ
... çaresizlik lisanında yalnızca zulüm ve şiddet anlamı taşıyan kelimelere aşinayım. Dönüyorum yeniden bu toprağın ihtiyar çocuklarına. Sevilme ihtiyacı bir dua olması gereken yaslı çocuklarına. Yaslı ve ihtiyar. Hepimizin çocukluğuna...
“Bilmiyor ama yine de inliyor, diyorlardı bana/ oysa hep bana düşerdi kara kandillere üflemek/ fışkıran avluları durdurup/ çocuklar eve dönsün için/ kindar çanağıma atılan ekmeği/ hıçkıran kuğulara yedirmek hep bana.”
Kemal Varol’un olağanüstü dizeleri (Kin Divanı, Artshop Yayıncılık), ateşin yakmadığı bahçelerde vaktin çocukları olmanın düşlerini kuran, duasını eden bana bir bıçak hediye ediyor her defasında. Razı olmanın yolculuğunda, kanatmayan bir bıçak. Kesilmeye razı gelen bir çocukluk.
“İnsan ancak çocukken dışarı açılan bir pencere olabiliyor” diyorum. “Çocuklukta aslında hiçbir şeyin yitirilmeyeceğini hissedersin. Korkmazsın ölümden. Ölüm ile hayat, yürüdüğün ipin aynı ucundadır, seninle birlikte yaşamaktadır...”
Sonra bir ‘sevgili’ giriyor söze: “Her ihtiyaç bir duadır” diyor, naifçe tebessüm ederek: “Görme ihtiyacımız, ışığı talep eden bir duadır.” Hayata ‘dua’nın aşkın yüzünden, beri tarafından bakabilmek, kuşkusuz gözlerin görme niteliğinde nasıl bir rızık saklı olduğunun şuuruna varmaktan geçiyor. Ben bunları düşünürken hayranlıkla, o devam ediyor:
“Sevilmek bir dua. Duayı ihtiyaca dönüştürmek meşakkatli bir yolculuk. Çünkü insan, şerri de talep eden bir ihtiyaca düşebiliyor. Duayı ihtiyaca dönüştürmek bir sırdır!”
İhtiyar bir bebek oluyorum aniden. Kendi kendine büyümüş, en büyük zulmü kendine etmiş o günahkâr çocuğa dönüyorum.
Çocukluğunun saf ihtiyaçlarını duaya çevirememiş, özdeşleşecek anne babası olmadığı için ölüm ve şiddete kök olmaya ant içmiş ihtiyar çocuğum yeniden. Bir türbedarın neredeyse benim kulaklarım işitsin için söylenmiş “çocukluğunuzu güzelleştirin” duası tam da bu an düşüyor kalbime.
“Çaresizlik lisanı bir duadır” diye devam ediyor ‘sevgili’ diğer yandan. Bense çaresizlik lisanında yalnızca zulüm ve şiddet anlamı taşıyan kelimelere aşinayım. Dönüyorum yeniden bu toprağın ihtiyar çocuklarına. Sevilme ihtiyacı bir dua olması gereken yaslı çocuklarına. Yaslı ve ihtiyar. Hepimizin çocukluğuna...
“Artık hep bebekler yollanıyor uzağa. Geride gözü yaşlı anneler bekliyor. Lohusalar. Göl yalvarıyor. Kurtarmak için suyunu, bileklerini kesiyor. Yeraltı mezarlarının çukurlarına dolan suda larvalar kaynaşıyor. Herşey iç içe. Merhamet ile gazap...”
Sonra yine o giriyor devreye: “Dünyadaki tüm bitkilerin, mahlûkatın... Tüm mevcudatın duası var. Toprağın çatlaması bir yağmur duasıdır.”
Ansızın gözyaşı iniyor yanaklarıma. Bir iğne iplik alıp çocukluğumuzun bıçakla, mızrakla, sarhoş yeminlerle açılmış yaralarını dikmek, üzeri kapanmayanları yamamak istiyorum: “Olur mu bilmiyorum. Değiştirebilir mi insan bütün giysilerini. Yeniden çocuk olmak toprağa ve suya aykırı.”
Tek başına sözün duasını işitebilir, kalbimin diline geçirebilir miyim acaba o alfabeyi, ümmi ellerimle... Şair Varol, ısrarla açıyor bana kelimelerini: “Gözlerini bir yabancıya anlatmak için/ şimdi kimin mahvına imreniyorsun/ hani üzgün anneler, eksik babalar/ hummalı bir çocukluk varınca kapına/ sarılıp sustuğun, tek gözünle ağladığın/ sonsuz seviştiğin şimdi kim...”
Bu toprakların bir vaktine herkesin mutlu çocukluk anılarından birkaç kare yerleşip kök salmıştır. Komşu bahçedeki ağaçtan kiraz toplayıp kaçtıkları bir yaz ikindisi gölgesini düşürmektedir yetişkinlerin işkence yorgunu kurak gecelerine.
Ama bugünün çocukları bir ağacın altına serilmiş beyaz örtüde ailecek ettikleri o kahvaltıyı hatırlamıyorlar. Kan çanağına dönmüş anılarını muhafaza edecek bir bellek dahi bulamıyorlar... İhtiyar çocuklar ah! Ölüm ile çocuk, evet, iki aynı uç. Duası ölüm olan dağlara meydan okuyan delik deşik hayaller!
“Kendilerini bir yağmur damlasıyla ezen zalimi tanıyor çocuklar” diyorum ısrarla: “Onun buruşuk damarlarıyla ters akıntılara kapılıp gitmesini umutla bekliyorlar. Elleri hamarat. Zorbanın o kötücül damarlarını okşuyorlar usul usul. Kendi canavarını besleyen egoyu böyle söndürmeyi umarak... Daha çömlek yapacaklar milenyumlar için. Başlangıcındaki bir şey olsun istiyorlar hayat. Kızgın kor sıktıkları soğuk odalarda ellerinin buzulu çözülsün diye yıllarca bekleyecekler. Billur kâselere yerleştirecekler rüyalarını. İçinde cisimlerini durmaksızın parıldatan duru sular olacak. İhtiyar olacaklar, genç, başka şeyler...”
Kemal Varol, kendi bildiği dilde yetişiyor bana: “Ben ölmedim/ güzü kıskandıran boynum/ ölmedi leylakları söverek/ ama dünya da almadı beni/ çocukluğum eski bir musluk sesi/ ve ölümün üç yaprağı/ o sızılı kuyuya vardır beni/ sen iki dünyanın kederisin/ bu taşı götürmeme/ bu suyu kirletmeme yardım et şimdi!”
Kin duası kabul olunmaz diye düşünürdüm çocukken, umut burada işte; korkunun ardındaki umut. Kâinattaki her şey dua halinde şimdi... Kendi duamın içine hepsinin, hepimizin dualarını koydum diye haykırsam bütün çocuklara. Ama şair daha fazlasını söylüyor:
“Bazı çocuklar kalır/ bazı çocuklar bıçak içindir.”
Leyla İpekçi - Taraf
lipekci@yahoo.com _________________ Bir varmış bir yokmuş... |
|