Alemdar Site Admin
Kayıt: 14 Oca 2008 Mesajlar: 3538 Konum: Avustralya
|
Tarih: Sal Arl 28, 2010 7:54 pm Mesaj konusu: Feqiyê Teyran |
|
|
Meliha Çelik
Simurg’u ararken, bir dilin “haysiyeti” ile yüzleşmek!
28 Aralık 2010
Dilo rabe, dilo rabe / Yüreğim uyan, yüreğim uyan
Weke çavan ku êvar e / Gözlerdeki gece gibi
Nezan û bes di xew de be /Cahil ve uykuda kalma
Bi nimêj ra me be yar e. / Namazda bizimle yar ol
Bu dizeler hayatı boyunca bir derviş gibi yaşamış, Kürtlerin Yunus Emre’si olarak da tanınan “Kuşların Talebesi” Feqiyê Teyran’a ait. 1590 - 1660 yılları arasında yaşadığı ve Van Bahçesaray’da doğduğu bilinen Teyran, doğa, aşk ve tasavvuf üzerine yazan bir şair, aynı zamanda masal-destan yazarıdır. Asıl adı Muhammed olan Feqiye Teyran’ın “Feqi-Faki” ismi, eğitimini aldığı dini medresede ilim/talebe'den, “Teyr-Tayr” ise Hz. Süleyman gibi kuşların dilinden anladığına inanıldığı için “Kuş”tan gelir.
Rivayete göre, Teyran hayatını herkesin çok merak ettiği efsanevi bir kuşu (Simurg) görmeye adar ve bu uğurda Mezopotamya’yı karış karış dolaşır. Bu arayışları sırasında çeşit çeşit kuşla karşılaşan Feqi, insanüstü sabrı sayesinde kuşların dilini çözer ve onlarla arkadaş olur.
Kürtlerin çok sevip saydığı Teyran’ın bu arayışı, düşüncelerinden etkilendiği söylenen şair ve mutasavvıf Feridüddin Attar’ın Mantıku't-tayr’da anlattığı Simurg’un (otuz kuş) hikayesini hatırlatır.
“…Bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelir ve kuşların sultanını aramaya karar verir. Daha önce kimsenin ulaşamadığı Simurg’u bulmak için çok zor ve çetin yedi vadinin aşılması gerekir. Hedefe ulaşmak için ise en önemli sınav, “sabırlı” olmaktır. Bu zahmetli yolculuğun sonunda nefislerine ve dünyevi isteklerine yenilenler dışında, yedi vadiden geçip sonunda Sîmurg'a ulaşan otuz kuş, aslında Sîmurg'un kendilerinden başkası olmadığını görür.”
Hikayenin özünde anlatılmak istendiği gibi, kuşlar hakikatin, mutluluğun peşinde koşan yolcular yani “bizler”, Simurg ise asıl ulaşılmak istenen “hakikat”, bir bakıma Allah’ın zuhurudur. Hepsi birbirinden farklı olan kuşlar Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık ortada, ne çetin bir yol ne de aşılacak zor bir vadi kalır. Çünkü, hepsi aslında “BİR”dir.
Korku Vadisi’nden geçerken “konuşabilmek”
Hepimiz hakikati arayan kuşlar gibiyiz ve şimdi oldukça çetin bir vadiden geçmek üzereyiz. Vadinin eteğinde oturmuş, birçok konu ile birlikte yıllardır yok sayılan ve hala meclis tutanakları ile mahkemelerde “bilinmeyen bir dil” olarak geçen “Kürtçe” yi (iki dilli yaşam) konuşuyoruz.
“Kürtçe” yoktur diyerek bir halkın dilini diri diri toprağa gömmenin utancı ile birlikte bu sorunun üstesinden nasıl geleceğini bilememenin acemiliğini yaşıyoruz. Bu durum belki de Kürt’lerden çok Türk’leri rahatsız ediyor. Bir yanda sürekli bölünme propagandası ile korkutulan-sindirilen “Vicdanlı Türk”ün hakikatle imtihanı, bir yanda bu imtihanı zora sokmak isteyenlerin çabası, diğer tarafta “Adam yerine konmak” isteyen “Vicdanlı Kürt”ün haklı heyecanı…
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana kendi eliyle yarattığı en zor vadisini aşabilmek için büyük bir imtihandan geçiyor şimdi. Paranoyalarımızla savaşmanın ve ucu “ezberlerimizle” bilenmiş, bıçak gibi keskin fikirlerimizden bir an önce kurtulmanın imtihanıdır aslında bu tartışmalar. Meselenin iyi tarafı “Konuşabilmek” tir. Nihayet çoğumuz “konuştukça” korkularımızı yenebileceğimizin farkına vardık.
Eyvah Pamuk Prenses/Prenses Pembo “Kürtçe” konuşuyor!
Kürtçe ne kadar reddedildiyse de, o bir yerlerde yaşama hakkını –yasaklara rağmen- hep sessizce sürdürdü. Birileri yıllarca “yok” dedikçe, birileri cenazesinde Kürtçe ağladı, düğününde kendi diliyle halay çekti, seccadesi üstünde bildiği dil ile dua etti ve o birilerinin çocukları Kürtçe düşler kurdu. Eğer bir halkın cenazesi ile düğününün ve duası ile düşünün dilini değiştiremiyorsak o zaman hiçbir yasağın hükmü yoktur. Anladık ki bir dili yasaklayarak, yok etmek imkansızdır.
Her şeye rağmen birileri bu hakikat ile yüzleşebildi ve yıllarca “bilinmeyen bir dil” e itibarı-haysiyeti teslim edilmeye çalışıldı. Kürtçe’ye onurunu teslim edenlerden biri 1991’de yürürlükten kaldırılan “Kürtçe Yasağı” ile Turgut Özal ve diğeri 2009’da “TRT ŞEŞ”in yayına başlaması ile R. Tayyip Erdoğan’dır. Ve kim ne derse desin TRT 6 bir devrimdir. Kürtçe’den başka dil bilmeyen minik bir çocuğun Tom ve Jerry ile Pamuk Prenses’i anlayarak izlemesinin yaşatabileceği mutluluğu, hangi “Korku ve endişe” ile kıyaslayabiliriz ki?
“Eğer bir gün bu ülkenin camilerinde insanlar ayrı yerlerde saf tutarsa o zaman korkmak gerek.”
Çok sevdiğim bir büyüğüm böyle söylemişti bu konuyla ilgili sohbette. Anlaşılan kimi bu mevzunun gidişatını takip etmek için Meclis’e, kimi Kışla’ya, kimi Kandil ya da İmralı’ya, kimi ise “Cami”ler ile birlikte çocukların düşlerine bakacak.
Allahın ayetlerinde yasaklamadığı bir dille yüzleşerek, korku ve vesveselerimizi savcılara havale etmek yerine, şeytana satmanın vaktidir şimdi.
Herkesin dili yüreğinin zehirli mürekkebine bulanmadan, bir güvercin hassasiyeti ile ortaya serilmeli ki; bu memleketin çocukları korkmadan-korkutulmadan doya doya dertleşip yüzleşebilsin.
Şimdi bu sancılı yolda dertleşirken hem Kürdün, hem Türk’ün “Şahin” lerine, Simurg’unu bularak, “Bi nimêj ra me be yar e./ Namazda bizimle yar ol” diyen Kürt Feqiye Teyran ile Türk Yunus Emre’nin “yolu-dili” gerek.
haber10 _________________ Bir varmış bir yokmuş... |
|