EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Gerçek Bir Fedaî Aydın: Osman Yüksel Serdengeçti

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İZ BIRAKANLAR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 10, 2010 12:37 am    Mesaj konusu: Gerçek Bir Fedaî Aydın: Osman Yüksel Serdengeçti Alıntıyla Cevap Gönder

Hak ve Halk Düşmanlarına Karşı Gerçek Bir Fedaî Aydın:
Osman Yüksel Serdengeçti


Av. Harun Yüksel

Osman Yüksel Sedengeçti 1917’de Akseki’de doğdu-10 Kasım 1983’te İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.



Asıl adı Osman Zeki Yüksel’ dır. Kendi Çıkardığı Serdengeçti mecmuasında Osman Yüksel Sedengeçti imzasıyla yazılar yazdığından bu müstear ismiyle tanındı. Hakkında yazılan bir biyografi de şöyle tanıtılıyor:

Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur. İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okudu. Ankara’da Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944’te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’ e hitaben “Yüksek makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe’yi bakana verme cesaretini kimse bulamadı, Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi.

Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları sebebiyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı.
Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” ibaresi de i yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı “Açın kapıları Osman geliyor” sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu.
Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması sebebiyle yaklaşık 20 yılda (1947-Şubat 1962) 33 sayı çıkabilmişti.

Tek parti yönetiminin İslâmiyet ve müslümanlar üzerindeki ağır baskılarını protesto eden aydınların önde gelenlerin arasında yer alan Osman Yüksel sn. Mehmet Ateşoğlu şu doğru tespiti yapıyor: “Kalemini Hak yolunda bir kılınç gibi kullandı, bu nedenle de Anadolu’da efsanevi bir kahraman gibi tanındı.”
1952 yılında Bağrı Yanık isimli bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” ibaresi de yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle yüklü tenkidlerle sürdürdü.
Bir ara politikaya atıldı, Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı (1965-1969). Batılılaşmayı protesto için meclise kıravatsız olarak girdi ve “iç tüzükte milletvekillerinin kravat takma mecburiyeti var” diyenlere, pantolonunun kemer bölümüne taktığı kravatı göstererek, “Evet var, ben de taktım işte. İç tüzükte bu meret ille de boyuna yular gibi takılacak demiyor ki”. Cebaıyla halkın hislerine bir kere daha tercüman oldu. Ama bu Hak ve halk düşmanı gazeteleri ayağa kaldırdı. Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinin yürüttüğü linç kampanyası sonucu; bu eylemi ve kendi Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi.
Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devem etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında günlük fıkralar yazdı.

Eserleri: Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı.


***
Gazi Karabulut Onunla ilgili şu bilgileri veriyor:

Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili seçilince Hüseyin Üzmez’e “Ben oraları bilmem , gel beraber gidelim.” Demiş. Meclisin girişindeki dönerli kapıdan önce Hüseyin Üzmez geçmiş, bir müddet ilerlemiş, lakin arkasından ayak sesi gelmediğini hissedince dönüp bakmış ki; döner kapı ile birlikte Osman Yüksel de dönüp duruyor.

Tutup kolundan çekerek kapıdan kurtarmış. Abi hayrola ne dönüp duruyorsun?” dediğinde aldığı cevap meclisin duvarına yazılacak kadar veciz:

-Sorma Hüseyinciğim, döneklik meclisin kapısında başladı. Allah içerde bize yardım etsin.

Bir Serdengeçti klasiği daha:

Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der:

-Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.

Ya şuna ne dersiniz?

AP milletvekili olduğu dönemde Süleyman Demirel sık sık “Osman Yüksel varken Muhalefete ne gerek var.” Dermiş hatta hiç kravat takmadığı için sitem eder, oturumlara katılmasını istirham edermiş. Serdengeçti de kravatsız milletin vekili olduğunu beyan edermiş, bir defa kravat takmış onda da boynunu değil uçkurunu kullanmış. Boş işler dediği bir oturumda gübre meselesi konuşuluyormuş. Demirel meselenin çözümünü milletvekillerine sormuş. Herkes bir şeyler söylemiş. En son Serdengeçti söz isteyince herkes hayret ve ilgiyle ona doğru dönmüş, işte Serdengeçti’nin çözümü:

Sayın genel başkan bu işin çözümü çok kolay. Şu ön sıralarda oturan yiyip de çıkarmayan vekilleri tarlalarda şöyle bir dolandırıp def-i hacet yaptırın gübre meselesi hallolur.

Osman Yüksel Serdengeçti’ye “Senin hastalığının adı ne?”diye sormuşlar. O da; “Vallahi araba markası gibi bir şey . insanın benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor.”demiş.

Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e “Bak Türkeş, senin en sadık müridin benim, sen “Ey Türk titre ve kendine dön.” Dedin. Ben de titremeye başladım.”demiş.

Hey koca Serdengeçti hey! Parkinson hastalığına yakalandığı zaman, ”Kalk be ne yatıyorsun?” diyenlere “Bir zamanlar dünyayı karıştırıyordum, şimdi çayımı bile karıştıramıyorum.” Diyor ve en büyük esprisini 10 Kasım’da hayata gözlerini yumarak yapıyor.

4 yıl mebus 10 yıl hapis yatan, “Allah’sıza, vatansıza, bayraksıza karşı SERDENGEÇTİ” dergisini çıkaran; her çıkardığı sayıdan sonra “Nasıl olsa tutuklayacaklar.” Deyip emniyete giden ve her gittiğinde de hakikaten tutuklanan; hapse giderken de “AÇIN KAPILARI OSMAN YÜKSEL GELİYOR.” Diyen Serdengeçtilere, dalkavukluğun, iki yüzlülüğün, menfaatperestliğin ayyukaya çıktığı günümüzde ne de çok ihtiyacımız var.

***
O, Müslüman Türk milliyetçilerine fikirleri, mücadelesi ve şahsiyetiyle bayrak olmuş, öncülerdendir. Bir ara MHP Genel Yönetim Kurulu üyeliği de yaptı. Ancak daima Hak ve halkın yanındaki tavizsiz duruşu ve doğruları her ortamda söyleme cesareti sebebiyle orada da kalamadı.
Nihal Atsız ve yandaşlarının, “Türk Milliyetçi Hareketi”nin faşist-Şamanist bir temele oturtulması planını engelleyerek müslüman karakterini muhafaza etmesini sağlayan üç büyük isimden biridir ( Diğer ikisi:Merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek ve merhum Seyyid Ahmed Arvasî’dir. Ülkücü Hareket ve MHP bu üç isme çok şey borçludur.)

***

Üstad’ın vefatından sonra yazdığı “DAVA ARKADAŞIM “ başlıklı yazısında şöyle demişti:

”Bu yazıyı kaleme alan arkadaş bana sordu. “Ne ile nasıl başlıyalım” ona dedim ki: Başlangıcımız da Necip Fazıl sonumuz da Necip Fazıl. Çünkü Necip Fazıl’la kimse mukayese edilemez ve Necip Fazıl kimseye benzemeyen bir adam idi. Şerik kabul etmezdi. Kendisiyle uzun bir arkadaşlığımız var. Bu arkadaşlık alelade düz bir arkadaşlık değildir. İnişli çıkışlı bir arkadaşlıktı. Çünkü NecipFazıl farklı adamdı. Ne onun yükseldiği yere yükselebilirdiniz ne düştüğü yere düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik... Necip Fazıl ol kişidir ki hakkında kolay kolay karar verilmez. İnsanı hükümsüz bırakır. Necip Fazıl noktasız, virgülsüz bir adamdı. Ne dur bilirdi ne durak. Ondaki hayata hükmetmek hırsı sonsuzdu. Ölürken dahi yaşıyorum diye sesini yükseltecek bir adamdır. Mağlubiyeti asla kabul etmezdi. Bir gün treni kaçırmış, öfkeli öfkeli gar’dan dönüyormuş. Ne o üstad treni mi kaçırdın? demişler. Hayır demiş kovdum gitti. Necip Fazıl böyle bir adamdı. (..) Allah rahmet eyleye...
Bir şiirinde ise şöyle haykırıyordu:

BİR KAHRAMAN BEKLİYORUZ

Kal'a gibi dik başın bulutlara yarışsın,
Dalga dalga saçların rüzgârlara karışsın!

Adını nakşedelim, eski-kadim surlara
Sesini haykıralım asırlardan asırlara...

Savletinden titresin yeniden doğu, batı,
Ve kurulsun Allah'ın ebedî saltanatı...

Ufukları kaplasın bayraklarımız al, al,
Göklerle zaferimizi çizsin vahşi bir kartal!. .

Kahramanlar büyüsün masalda dev misali,
Eğilsin öpsün gökler canım nazlı hilâli...

Ordularım yeniden Tuna'ya akın etsin!
Bir Yıldırım çıksın da uzağı yakın etsin

Selâm dursun karşısında bütün şerefler, şanlar!
Namını tebcil etsin, yıldızlar kehkeşanlar...

İçimde hiç sönmeyen bir fetih sevdâsı var.
Yavuz gibi diyorum: Bu dünya insana dar!

Bir sadâ duymak için sahralara düşeyim.
Helâl olsun bu yolda, varım yoğum herşeyim!

Volkan gibi lav atmış, ne susmuş ne sönmüşüm.
Ben bu imân uğruna çılgınlara dönmüşüm.

Bir deha bekliyoruz, gençliğe mihrap olsun,
Ruhları tutuşturan bir ateş mihrak olsun.

Sinesinde birleşsin sağa sola sapanlar,
Kahrolsun Hak dururken zorbalara tapanlar!

Çık nerdesin zuhur et! Biz seni bekliyoruz.
Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz...

Musa ol! Hakk'a yüksel! Tecelli et de Tûra.
Zulmet yıkılsın gitsin! Cihan garkolsun nûra!

İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum,
Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.

Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!..


***

O’nunla ilgili minik bir hatıra: İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Üstad Necip Fazıl Kısakürek’le buluşmasından sonra, zaman zaman Büyük Doğu Yayınevine uğrar ve hizmetkârlık etmeye çalışırdık. O günlerden birinde Yayınevi’nin kapısı çalındı. Beyaz saçlı, yaşlı bir zat selâm verdi ve Üstad’ın yayınevinde olup olmadığını sordu. Üstad Yayınevindeydi. “Kim görüşmek istiyor diyelim, efendim” dedik... “Osman Yüksel Serdengeçti” dedi.. Haber verdik... Üstad Ayağa kalktı ve “Vaaaay Osman!” diyerek kucakladı. Kendisine karşı çok mültefit ve sevgi doluydu... Bir süre sohbet ettiler... Merhum Osman Yüksel Serdengeçti çok hastaydı, zor yürüyordu. Parkinson illetine tutulmuş, sürekli titriyordu. Bu haline rağmen Üstad’ın hasta olduğu haberini duyunca ziyaretine gelmişti. Hasta olmadığını görünce çok sevindi. Kendi hastalığıyla ilgili ise şu hoş espriyi yaptı: “ Yahu, Başbuğ ‘Bize Titre ve kendine dön’ dedi ya, ben o vakitten beri titriyorum ama bir türlü kendime dönemedim!...”

Bu onu ilk ve son görüşüm oldu. Allah rahmet etsin...

Vefatının yıldönümünde kendisini minnet ve şükran hisleriyle yadediyoruz.

Vefatının 31. Yılında Serdengeçti’ye Rahmet!.
Hakan YAMAN
10 Kasım 2014



“Dava adamı” kelimesinin hakkını layıkıyla veren nadir şahsiyetlerden birisi olan “Serdengeçti” lakaplı merhum Osman Yüksel’i vefatının 31. yılında rahmetle anıyoruz. Türlü hapis ve çilelerle dolu ömrünü henüz 66 yaşındayken doldurmuş ve 10 Kasım 1983 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

İslâm’a ve Müslümanlara yönelik her türlü baskı ve zulmün başını alıp yürüdüğü “dondurucu küfür şartlarında” Serdengeçti mücadele meydanına evvela “Türkçü” olarak atılmış, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde öğrenciliği sırasında karıştığı 03 Mayıs 1944 hadiseleri sebebiyle gözaltına alınıp tutuklanmış, Hüseyin Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş gibi isimlerle birlikte tabutluk denilen işkencehanelerde türlü çilelere göğüs germiştir. Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e yazdığı “beni yolumdan Yücel değil, ecel gelse döndüremez” şeklindeki telgrafı nedeniyle okuldan atılmış, ama o dik duruşundan zerre taviz vermemiştir.

Bu özü ve sözü bir olan genç adam, az yazar ama o kadar yürekten ve coşkuyla yazar ki, daha o yıllarda yazdıkları dilden dile dolaşır, ezberlenir, Milliyetçi gençliğin dudaklarında slogan olur:

Turan ellerinden haber gelmiyor!

Ya Rabbi, derdimi kimse bilmiyor!

Dört asırdır Türk’ün yüzü gülmüyor!

***

Akşam olur sabah olur ağlarım;
Nerde benim Ural-Altay dağlarım.

Ve derken Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’suyla yakınlık ve her bir sayısı olay olan Serdengeçti mecmuası… Necip Fazıl’la başlayan dostluğundan sonra Osman Yüksel’in çizgisinin Irkçı-Turancı damardan ayrılıp, kendisine İslâmi temellerde meşruiyet zemini arayan, Anadolu’ya ait hakiki Milliyetçiliğe doğru geliştiğini görüyoruz. Serdengeçti, bu dönemden sonra yazılarıyla Müslümanların dik duran kalesi olmuş, Türk mukaddesatının dönmez davacısı olarak İman ve İslâm cephesinde yerini almıştır. İslâm’a ve Müslümanlara yapılan saldırılara karşı geri adım atmayacağını dosta ve düşmana şu dörtlükle ilan eder:

Kula kul olmak için atılmadık meydana;

Biz yalnız hakikate, Hakk’a secde ederiz.

Nasıl girdiyse dava sahipleri zindana
Bilsin ki kahpe zaman, biz de öyle gireriz!

Büyük bölümü 1940’lı yılların sonunda yayınlanan Serdengeçti mecmualarının birkaç sayısını 1990’ların ortasında inceleme fırsatı bulmuş ve ilk tepkimiz şu olmuştu: “Bu dergi 1940’lı yılların Taraf dergisiymiş.” Doğru veya yanlış, Serdengeçti mecmuasının bizim 20 yaş hassasiyetimizdeki yansıması aynen böyleydi. (Taraf, Amerika’nın Irak’a düzenlediği 1991 tarihli ilk Haçlı seferinden hemen sonra İbdacıların çıkardığı dillere destan bir dergidir ve 1995 senesine kadar süren yayın hayatında küfre meydan okumanın ve dik durmanın emsalsiz örneği olmuştur.)

Osman Yüksel’in meşhur Malatya suikastı davasından sonra Üstad Necip Fazıl’la beraber geçirdiği iki seneye yakın bir hapis hayatı daha olmuştur. Yine Ayasofya için yazdığı bir mensur sebebiyle bir başka macerası… Onlarca yazısı hakkında defalarca dava açılmış, sadece 33 sayı çıkarabildiği dergisinin hemen her sayısı toplatılmış ve her sayıdan sonra türlü belalara maruz kalmıştır. O, daha dergiyi matbaadan alıp dağıtıma vermeden başına neler geleceğinin farkındadır. “Açın kapıları, Osman geliyor” diye bizzat dergi sayfalarından ilan etmesi bu sebeptendir.

Serdengeçti mücadelesi ve dik duruşu kadar esprileriyle de meşhurdur. Benim şahsen en beğendiğim hazır cevaplarından birisi şudur:

Albay Alparslan Türkeş emekliye sevk edilerek ordudan uzaklaştırıldıktan sonra, siyasete atılıp CKMP’nin başına geçtiğinde Serdengeçti’ye sorarlar:

-Türkeş senin eski dava arkadaşın; niye onun partisinde siyaset yapmıyorsun?

Serdengeçti, asker kökenli kişilerin siyasi arenada gereğinden fazla boy göstermesine sıcak bakmadığını ima eder şu cevabı vermiştir:

-Benim askerliğimi yapalı çok oldu.

Aradan birkaç sene geçer. CKMP’nin adı değişir, MHP olur.1968 gençlik hadiseleri, sol terörün karşısında Ülkücü gençlik vs. Osman Yüksel Serdengeçti tam bu günlerde MHP’ye katılır. Ona birkaç yıl önce niye Türkeş’le beraber siyaset yapmadığını soran dostu hemen yanına koşar:

-Hani senin askerliğini yapalı çok olmuştu? Ne oldu da karar değiştirdin?

Osman Yüksel cevabı yapıştırır:

-Seferberlik çıktı.

Âlimin sustuğu, “zahidin” saklandığı şartlarda Serdengeçti’nin tavır ve mücadelesi çok daha mânâlı, değerlidir. Onun Üstad’la olan dostluğunun bir ömür devam ettiğini biliyoruz. Necip Fazıl’ın onu sevdiğini Tilki Günlüğü’nün ilk cildindeki Yevmiye’lerden birisinde okumuştuk. Cinnet Mustatili’nden başka Bâbıâli’de de Üstad ona bir yer ayırmış ve Osman Yüksel’den “her şeyin üstünde de mayası tertemiz ve ruhu ipince” diye bahsetmiştir.

Hakkında yazılan bizce en kıymetli eser Prof.Dr.Cemal Kurnaz hocanın büyük bir emekle ve ona dair ne varsa tarayarak meydana getirdiği 756 sayfalık “DELİ RÜZGÂR SERDENGEÇTİ” birkaç sene önce yayınlandı. Sadece Serdengeçti’den bahsettiği için değil, akademik bir biyografi nasıl yazılmalı sorusuna numune teşkil ettiğini düşündüğümüzden ayrıca kıymetli bir kitaptır.

İman ve İslâm davasının lafını eden değil, çilesini çeken Osman Yüksel merhumun ruhuna bir Fatiha okunmasına vesile olursak bize ne mutlu… Nur içinde yatsın.

KAYNAK: ADIMLAR

Eskimeyen Yazılarından:

Gazetelerimiz (*)
Osman Yüksel Serdengeçti

[img]http://www.alparslanturkes.org/arsiv/gazetelerimiz.html[/img]

Bu milletin bir derdi var: bir değil bin derdi var!... Fakat bu dertlerin başında, şu demokrasi devrinde Müslüman Türkün davasını benimseyen, onun derdini kendine dert edinen, onun isteklerini, ihtiyaçlarını dile getiren bir tek, amma bir tek yevmi gazetenin bulunmayışı geliyor. Bugün kelimenin hakiki manasıyla ortada 'Türk Matbuatı' diye bir şey yoktur. Sadece Türkçe çıkan yahudi menşeli, yabancı ruhlu, yalancı haber veren bir yığın basma kağıt tüccarı vardır.
27 yıllık, nefes aldırmaz, kopkoyu bir tiranlık devrini alkışlayan, gidene söğen, geleni övenler bunlardır. Zavallı Türk Milleti fakrü zaruret içinde inim inim inlerken, meçhul şehidin kanı, kanıyla kurtardığı vatanı, namusu, şerefi, malı bu maksatlar için kullanılırken, ortalığı gül-gülistan gösteren bunlardır. Kıtalara, iklimlere sığmayan, dalgası Viyana surlarına vuran imparatorluğun kurucuları, tezlil ve tahkir edilirken; Hz.Peygamber içki masalarında, sarhoş ağızlarda 'Arap Mehmet' diye istihfaf olunurken, bir şehitler gaziler mücadelesi olan Milli Mücadele ve onun kurtardığı vatan, aziz Anadolu toprakları, Selanik dönmelerine, imansızlar saltanatına babalarının çiftliği gibi teslim edilirken; nice nice din uluları, ahlak kahramanları, vatanperver insanlar, meçhul şahıslar tarafından gece yataklarından kaldırılıp ve sürülüp, şafakla darağaçlarında sallandırılırken susan, susan değil, herzeler kusan, canileri, katilleri alkış tufanına tutan yine bu gazetelerdir.
İçlerinden bir tanesi Akdenize düşse Akdenizi Karadeniz yapacak kadar kirli, mülevves olan bu adamlar ve takipçileri, şimdi birer vatanperver, hürriyet kahramanı, ahlak, seciye başbuğu kesildiler...
Hangisini sayalım?
Biri var: Mandacıdır, yahudidir!... Vatanı satılığa çıkarmıştır. Ispat edilmiş tam 5 ihaneti vardır. 5 damgalıdır.
Bir diğeri 6 damgalı... Gençliğini hamamda geçiren bu adam, yıllarca devletin resmi gazetelerinin başköşesine oturdu. Yazıları adeta milletin alın yazısı oldu. Ne yazdıysa kanun haline geldi. İmansızlar saltanatı yıkıldıktan sonra, şimdi üç gazetede Atatürkçülük ve inkilapçılık perdesi arkasında tahrikçilik yapmakta, gençliği çileden çıkarmaya çalışmaktadır.
Günde yalnız ilandan 2000 lira alan mağrur, büyük bir gazete var. Bu gazetenin kurucusu hakkında bir hadiseyi nakledelim: Devir Atatürk devri...
Soyadı kanunu çıkacağı sıralarda bir sürü soysuz Atatürk'ün etrafını kuşatmış, soyadı istiyorlar. Mahut gazetenin kurucusu: '-Atam bana bir ad' ver deyince, Atatürk: '-Sen' der 'KÖPEK' adını al.'
-Köpek mi?
-Evet.
Dalkavukta cevap hazırdır:
-Atam, kurtarıcım, senin kapında köpek olmak bile benim için bir şeref!...
Şimdi bu adamın veledi, mahut gazetenin başındadır. Bu veled, Beyoğlunda bir gecede, bir içki masasının başında, bir fahişenin koynunda üç köyü birden harcar. Para yerine imza bırakır.
İmzası Merkez Bankasının çıkardığı bankonotlardan daha muteberdir.
Adı güzel, kendi müptezel bir diğer gazetenin bütün sermayesi de çıplak kadın resimleri, Holivut röportajlarıdır. Halkı daha iyi soymak için kahramanlık ticareti de yapar...
Mehmetçiğin resimleri, kahramanlık sahneleriyle, fuhuş sahneleri yan yana, iç içedir.
Birinin ismi cismine uygundur... Sütun sütun, satır satır, hece hece yepyeni, terütaze yahudilik, dönmelik, bolşeviklik kokar.
Yegane itimat ettiğimiz, baş makalelerini seve seve okudugumuz gazeteyi bile katlayınca gazetesine koyduğu çıplak kadınların ayıp yeri, sürümü arttırmak için neşrettiği hacıların ve Kabe'nin yüzüne kapanır, yamanır.
Az kaldı Ankara'da Ezrailin ziyaretten unuttuğu hortlağı biz de unutuyorduk...
Bu hortlak üç devir yaşamıştır. Üç devrin kiri kat kat üzerindedir. Bu üç devirde herşeyi değişmiş, yalnız ve yalnız mukaddesat düşmanlığı degişmemiştir.
Bu ittihat ve terakki artığı (tereddi desek daha iyi) şimdi C.H.P. kalemşörlerinin yeni açtığı İnönü meydan muharebesinin başkomutanlığını yapmaktadır.
Türk Milleti, kendi öz davalarını Bab-ı adi sekenesinin elinden kurtarmadıkça kurtuluş yolu yoktur.
Benim, zavallı yoksul, sabırlı milletim: işte senin okuduğun gazete ve gazetecilerin iç yüzleri...
'Gazete okudum, gazetede gördüm' diye, sen bu pespayelerin yazdıklarına inanıyorsun! Bunlar senin yıllarca imanına, vicdanına hükmettiler. Seni 'Köylü efendimizdir' diye diye boyuna soydular, ne utandılar, ne bıktılar ne doydular... Yıllar ve yıllarca imansızlar saltanatının şakşakçılığını, yardakçılığını yaptılar. Sen Allah'a imanınla bir türlü yaşar, bir türlü konuşurken, bunlar bin türlü konuştular, bin türlü yaşadılar, bin türlü yediler, bin türlü içtiler... İnkilapçılık perdesi altında akla gelmeyen fenalıkları yaptılar. Yalnız ve yalnız beyaz kadına, sarı altına iki yüzlü paraya taptılar!...
Bunları alma, satma, okuma okutma!...

(*)Serdengeçti Mecmuası,11 / 9 / 1949


_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İZ BIRAKANLAR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com