EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Eski bir referandum hikâyesi: 12 Eylül Referandumu

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Tem 20, 2010 10:34 pm    Mesaj konusu: Eski bir referandum hikâyesi: 12 Eylül Referandumu Alıntıyla Cevap Gönder

12 Eylül Referandumu: KIRK KATIR MI YOKSA 40 SATIR MI? -1-

Ali Haydar CAN
20.07.2010

12 Eylül’de referandum var...

Bu referandumda AB-D’nin AKP’den istediği anayasal değişikliklerin küçük bir kısmı oylanacak...

(Madde bir: Bu Anayasa değişikliği iç siyasî gereklerin ortaya çıkardığı bir değişim iradesinden kaynaklanmıyor... Yerli/millî bir irade zorlamıyor siyasî iktidarı... Zorlamanın asıl kaynağı dışta... Baskı dıştan geliyor... Hükûmeti, Meclisi, AYM’si bu dıştan gelen gayr-ı millî iradeye paşa paşa boyun eğiyor...)

AYM Anayasa’yı herzamanki fütursuz tavrıyla açıkça çiğneyerek aldığı iptal kararıyla kendini feda etmiş ama son kale HSYK’yı kurtarmış görünüyor...

AYM’nin yetkisi olmadığı halde metinden çıkardığı cümle aslında Yargıtay-Danıştay ve HSYK arasında oluşturulan “ben seni seçeyim, sonra sen de beni seç bu devran böyle sürüp gitsin; aman Allah’ım bu ne güzel demokrasi” tezgâhının aynen devamını sağlayarak, AKP’nin “Yargıda oluşan çeteleşmeyi yıkacağız, yargıya da demokrasi getireceğiz... Darbecilerin kökünü kazıyacağız” söyleminin sadece bir söylemden ibaret olduğunu, arkasında hiç bir ciddi niyet ve irade taşımadığını ortaya çıkarmıştır. Zira sözkonusu cümlenin Anayasa’ya konulmasına gerek olmadığını bunun basit bir iki kanun değişikliğiyle halledilebileceğini; ama bu yasadışı iptal kararından sonra bu yolun kapandığını hukuk fakültesinin önünden geçerken kulağına bir şeyler çalınmış insanlar bile bilirken...

AKP’nin kör gözüm parmağına misâli bu maddeyi değişiklik paketine koymasının “Biz bu cümleyi değişiklik paketine koyup milletin gözünü boyayalım da nasılsa AYM bu maddeyi iptal eder” düşüncesinden başka bir sebeb-i hikmeti olabilir mi?...

Bu cümle metinden çıkınca da “Yargıda reform” iddiasının bir masal/mavaldan ibaret olduğu anlaşılmaz mı?

(Madde iki: AKP Anayasa’da köklü değişikler yapılmasını ya gerçekten istemiyor veya bunu beceremiyor... Beceremiyorsa halâ niçin iktidarda kalıyor?.. Gerçekten istiyor idiyse niçin önce bir iki küçük kanun değişikliğiyle AYM’nin, Danıştay’ın, Yargıtay’ın Anayasa ve yasa ihlallerini sona erdirmek mümkünken; öncelikle bunu yapmak yerine, sonunda maraza çıkacağı ve AYM’den döneceği belli olan Anayasa değişikliklerinde ısrar ediyo?... AYM’nin Anayasa’ya açıkça aykırı olan “kısa karar” açıklayıp, “yürürlüğünün durdurulmasına” karar vermeleri karşısında; hukuken ”yok hükmünde/keenlemyekûn” olan bu kararların Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olan Resmî Gazete’de yayınlatmamak gibi çok pratik bir yolu niçin kullan(a)mıyor? Bunu şu veya bu sebeple göze alamıyorsa: AYM, HSYK, Danıştay ve Yargıtay’ın kuruluşu ve yargılanma usulleri ile ilgili kanunlarda değişiklik yaparak bu tür yasadışı kararların altına imza atan mahkeme üyelerinin , TBMM veya Cumhurbaşkanının onayıyıla müstafi sayılacağına dair bir iki hüküm getirmiyor? Da İşi habire yokuşlara, çıkmaz sokaklara sürüyor?Hal böyle olunca da insanın aklına AKP bu Anayasayı gerçekten değiştirmek, Yargıda gerçekten bir reform yapmak mı istiyor yoksa toplumun gına getirdiği HSYK ve bir kısım yüksek yüksek mahkemelerin, bu durumlarını tıpkı türban mevzuunda olduğu gibi istismar ederek sürekli bir oy deposuna mı tahvil etmeye çalışıyor? Gibi tuhaf sorular ister istemez üşüyor... Türbanı çözeceklerdi ya... Kaç yıl geçti aradan? O boşa geçen yılları sayarak “yargı reformu”nun da akıbetini hesap edebilirsiniz.)

AB-D’nin TC’ye dayattığı yasal ve anayasal değişiklikler halkın en çok yaralandığı yerlere merhem olacak gibi görünsa de; aslında bu yaraları azdırıp kangrenleştirerek yaralı halkın iyileşip ayağa kalkma ümit ve iradesini iyice kırılması sonucunu doğuracağı bellidir.. Çünkü Lozan’da kendisine kefen biçen dış irade ile bugün o kefeni yırtıp atmasına mani olup, konulacağı tabutun kapağının sıkıca çivilenmesi aşamasına geçmek isteyen irade aynıdır... Farkı O günkü adı İngiliz’di bugünkü adı AB-D...

AB-D’nin bu işlerin bu kadar içinde olmasından hiç mi kıllanmıyor/huylanmıyorsunuz ey pek muhterem ecmain kardeşlerim ?..

Ulusalcl kesim -Silivri macerasından sonra- bunun özellikle ikinci kısmını gayet güzel anlamış görünüyor...

Anlamış görünüyor ama; her yönütle emperyalizme kayıtsız şartsız teslimiyet belgesi olan “Lozan”ı “Ulusal bağımsızlığın tapu senedi" olarak görme yanlışını da sürdürmeye devam ediyor...

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi mi çare yok: O yanlışlık diğer düğmelere, düğmeleri ilikleyenin iradesinden bağımsız olarak sirayet eder ya...

Onların ki de aynen öyle...

İşin “ama” tarafını sonraya bırakarak bugün söylediklerine kısa bir gözatalım ulusalcıların...

Müyesser Yıldız’dan:

[ABD’NİN SOMUT “TEŞVİKLERİ"
ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda, Türkiye’nin hukuk reformuna yapılan somut katkılar hakkında da şunlar anlatılıyor:
“ABD hükümeti, ülkede hukuk reformlarını ilerletme çabalarını artırmak amacıyla, ceza yargılamasının dava öncesi aşamasındaki çözümler konusunda 45 savcı ve yargıcın katıldığı bir konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansta ceza pazarlığı yönteminin kabulü teşvik edildi. ABD, Türkiye, diğer Avrupa ülkeleri ve Irak arasında hukuk alanında işbirliğini daha da geliştirmek, profesyonel adli standartları kuvvetlendirmek ve hukukun üstünlüğünü uygulamak için teröristlerin iadesi konusunda bir konferansa da Adalet Bakanlığı ile birlikte ev sahipliği yaptı. ABD hükümeti aynı zamanda terörizm alanındaki yasalar, çocuklarla ilgili konular ve iki tarafı ilgilendiren diğer yasal alanlardaki en iyi uygulamaları gözlemlemeleri amacıyla, savcılar için ABD’de bir inceleme turu düzenledi. Ülkenin insan ticaretine son vermesine yardım etmek ABD’nin öncelik verdiği bir konu olmaya devam etmektedir. ABD görevlileri insan ticareti aleyhine faaliyet gösteren öncü kurumlar, uluslararası örgütler ve STÖ’ler ile yakın ilişki içinde olmaya devam etti. ABD, bir ABD görevlisinin, ABD’nin modern günümüzdeki köleliği ortadan kaldırmak konusunda ısrarını vurgulamak amacıyla Aralık 2008’de üst düzey devlet yetkilileri, sivil toplum ve uluslararası örgütlerin temsilcileri ile görüştüğü üç günlük seyahati destekledi. Bu alandaki kamu diplomasisi programları ülkenin güneydoğusunda kadın ve kızların ekonomik, hukuki ve sosyal bakımlardan güçlendirilmesi amaçlı dört projeyi kapsadı.”]
(1)

ABD hükümeti “ülke”de yani Türkiye’de “hukuk reformlarını ilerletme çabalarını artırmak amacıyla, ceza yargılamasının dava öncesi aşamasındaki çözümler konusunda 45 savcı ve yargıcın katıldığı bir konferansa ev sahipliği yap”mış...

Peki bunu niye yapmış?

“ABD hükümeti”, Kızılay gibi, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi veya İHH gibi, bir hayır kurumu mudur ki... Bize iyilik yapmak için bu kadar çırpınıyor?

Gibi bir çok soru Müyesser Yıldız’ın bu güzel makalesini okurken şüphesiz sizin de aklınızı kurcalayacak ve bu “referandum işi”nde AB-D’nin bunca yardım ve yataklık etmesinin hayra yorulacak bir sebebi olamayacağını düşüneceksiniz...

Düşündükçe de bugün yüksek yargıda çoğunluğu ele geçirmiş Hak ve halk düşmanı bir azınlığa kızarak, sandığa koşup “evet” mührünü basmak istemenizin, papaza kızıp oruç bozmakla aynı şey olduğunu farkedeceksiniz.

Dipnotlar:
1- Müyesser Yıldız,“MADE IN ABD”, Odatv.com.


(Devam edecek)

12 Eylül Referandumu: KIRK KATIR MI YOKSA 40 SATIR MI? -2-

Ali Haydar CAN



Her yazdığına/söylediğine katılmasak da; Ulusalcı kesimin en aklı başında, söylediği dinlenir, yazdığı okunur aydınlarından biri olan sayın Banu Avar, yazısına “Bu 'Yedi Düvel' Anayasasıdır” başlığını koyarak meseleye “damardan” girerken, konuya ne kadar vakıf olduğunu gösteriyor.

Herkese çok şey öğretecek bu güzel yazıdan bir bölüm:

[Şimdi önümüzde referandum var!
Acaba kim neyi oylayacağından haberdar?Neyi oyladığımızı en ince detayına kadar bilenler var: Onlar, Batılı uzmanlar!

Bakın şimdiden ellerini oğuşturup bizi alkışlıyorlar!
Merkel’den AB konseyi yetkililerine , ABD’nin derin devlet sözcülerine kadar herkesin elleri havada…

Financial Times’dan Delphin Strauss,

‘Geri kalan anayasa değişiklikleri de yavaş yavaş gündeme gelecek…’ diyor.

Muhtemelen bunun için halkın ‘umudunun’ arttığı yeni bir hükümet beklenecek. Geçmişte böyle olmuştu. ‘ Altın vuruş’ için politik psikoloji çalışmaları devreye girecek.

Tüm toplantılarda verdiğim bir şablon vardır: Şimdi onu sizinle de paylaşayım.

Gittiğim 82 ülkenin büyük bir çoğunluğunda hep aynı şablon uygulanmıştı:

Önce başa, Batının besleyip yetiştirdiği ‘seçilmiş’ kişiler getiriliyordu.

Sonra onlara ANAYASAL değişikler için emirler veriliyordu. (Önce Yugoslavya ardından Bosna ve diğer balkan ülkeleri harika örneklerdir)

Kıskaca alınmış politikacı, emir çerçevesinde, bir gecede 15er 25er yasa değiştirip/cıkartıp, kendi ülkesini batı çıkarları doğrultusunda, soydurup soğana çeviriyordu.

Bu arada cebi inanılmaz oranda doluyordu.. Dünya sıralamalarında ilk ona giriyordu.

ÖZELLEŞTİRME kurallara bağlanıyor, halkın nesi var, nesi yoksa çokuluslu şirketlerin oluyordu.

Eşzamanlı olarak medya tümüyle bir uyuşturma makinesine çevriliyor, ÖZEL TV’ler bunu en mükemmel biçimde gerçekleştiriyordu.

Psikolojik savaş makineleri önce yavaş sonra hızlanarak ülkeyi etnik ve dini temelde bölmek için bu medyayı kullanıyordu.

. Ardından iç savaş çıkıyor ve Birleşmiş Milletler askerleri –aynı Amerikalı general Odierno’nun dediği gibi– tarafları yatıştırmaya geliyordu.

BM askerleri, geldikleri petrol gaz bölgelerine, el koyup, o coğrafyada ‘kukla devletçikler yaratıyorlardı .

Böl ve Yut kitabımda bunun onlarca örneğini okuyabilirsiniz.

Anayasa değişiklikleri, referandumlar, bu genel şemanın detaylarındadır, …

Bizi bu detaylarda boğarlar!

Halk anlayamadığı bir dizi kelime arasında kaybolur.

Parti kapatma yasası, HSYK, Anayasa Mahkemesi üyeleri sayısı.. Sokaktaki adamın ilgi alanı dışındadır…İşsizdir, açtır, hastadır, sadece 1 oyu vardır.]
(2)

Banu Avar, gezip gördüğü ama trene bakar gibi bakmayıp analiz/tahlil ettiği için, Dünya’nın 82 ülkesinin gırtlağına, AB-D’nin nasıl çöktüğüne dair mükemmel bir şablon çıkarmış...

Bu şablonu alıp ülkemizde olan bitene baktığımızda bütün detaylar “cuk” oturuyor...

Tezgah hep aynı tezgâh...

Öyleyse bu şablonu zihnimizn her zaman kullandığımız en işlek bölümüne almalı ve olan biteni kontrol amacıyla sık sık kullanmalıyız...

“Bizi bu detaylarda boğarlar! “ diyor sayın Avar...

Doğrudur...

İşgal medyası yazılı-görsel-elektronik bütün çeşitleriyle bizi 7/24 detaylara boğuyor zaten...

Biz detaylarda boğulup giderken, AB-D kendi hain plan ve programını usul usul/toz kaldırmadan/çaktırmadan yürütüyor: Ülkemizi ve insanımızı kendi mal varlığıma dahil ediyor...

Baksanıza ulusalcı kesim “laiklik” denilince: “Cumhuriyetin temel kazanımlarına dokundurtmayız!” diye yeri göğü inletiyor

Ama...

Banu Avar gibi kıymetli bir entellektüel, TRT’den kovulurken; bu kesimden de öbürlerinden de cılız üç beş teşebbüsten başka ne bir ses ne bir soluk... Meydanlar bomboş... Zahmet edip TRT’ye bir e-mail çeken, mektup yazan, telefon eden, faks yollayan insan sayısı bile utanılacak kadar az...

“İşte detaylarda boğulmak” tam olarak budur...

İslâmcıları başka, Türk ve Kürt milliyetçilerini başka, liberalleri başka, askerleri başka, işçileri başka, memurları başka, emeklileri başka, işşizleri başka, öğrencileri başka, öğretmenleri başka, kadınları başka, erkekleri başka, çocukları başka...... detaylarda boğuyorlar...

Sonra da...

80 yılda bu yoksul halkın dişinden tırnağından arttırarak kururulan bütün devlet işletmeleri, kamu iktisadî teşebbüsleri ile birlikte kıymetli hazine, vakıf ve belediye arazileri, madenler, ormanlar vb... birer birer aç gözlü çokuluslu şirketlerin veya yerli işbirlikçilerinin malı olurken...

Ademe mahkûm edilmiş/yoksayılan/yokedilmeye çalışılan bir avuç namuslu aydın dışında hiçbir kesimden tık yok...

Bu ülkenin 80 yılda yetiştirdiği en seçkin eğitimci kadrosu; ilkokul öğretmeninden üniversite profesörüne kadar. Özel/ticarî okul ve üniversitelerin elemanı haline geliyor...Böylece devlet okul ve üniversiteleri, içi boşaltılarak hem değersizleştiriliyor, hem de işlevsizleştiriliyor... Tıpkı ABD’deki gibi, bir avuç zengin çocuğu en kaliteli okul ve üniversitelerde en seçkin hocalardan ders alarak geleceğin yönetici adayları halinde yetiştirilirken, sıradan devlet liselerinde okuyan yoksul kesimin çocuklarının çoğunu, doğru dürüst okuma yazma bile öğrenemeden mezun ederek, vasıfsız işçi/işsiz olarak kalmaya mahkûm eden düzene benzer bir düzen, parlak nutukların şalı altında sessiz sedasız oluşturulurken..

Ademe mahkûm edilmiş/yoksayılan/yokedilmeye çalışılan bir avuç namuslu aydın dışında hiçbir kesimden tık yok...

Bu ülkenin çiftçisinin binlerce yıldır hiç bir ek ücret ödemeden ektiği yerli tohumlar yasaklanıp; Türkiye tarımı İsrail ve AB-D şirketlerinin GDO’lu tohum ve bu tohumların filizlenmesi için dayatılan zehirli kimyasalların bağımlısı haline getirilirken... Bu ülkenin çiftçisi, bir çok bölgesinde kendi ihtiyaçlarından fazla mısır üretebilecekken, çok uluslu şirketlerin ürettiği milyonlarca ton GDO’lu mısırları ithal etmek zorunda bırakılıyor... Bu zehirli GDO’lu mısırlar sadece yiyecek, hayvan yemi olarak kullanılmakla kalmayıp şeker üretiminde de kullanılıyor... Bursa’nın en verimli 1. sınıf tarım arazisinin üzerine Cargill isimli çok uluslu firmanın mısırdan şeker şurubu imal eden fabrikası bir heyula gibi dikilir, bütün Bursa ovası zehirlenir ve yüzlerce yıldır bu ülkede şeker pancarı eken çiftçi açlığa terkedilirken...

Ademe mahkûm edilmiş/yoksayılan/yokedilmeye çalışılan bir avuç namuslu aydın dışında hiçbir kesimden tık yok...

Daha neler neler yapılıyor ama her birimiz ayrı detaylarda boğulup gittiğimizden bir türlü bir araya gelip YENİ BİR MİLLÎ KURTULUŞ HAMLESİ YAPAMIYORUZ...)

İşte 12 Eylül referandumu da aslında böyle bir detay...

Bizi boğmak istedikleri sayısız detaylardan sadece biri...

Biz bu referandumda “evet” de desek “hayır” da desek bu tercihlerden hiç biri Banu Avar’ın yukarıda anlattığı şablonun işleyişinde en ufak bir değişiklik yapmayacak...

Evet-hayır tartışmalarının harareti yükseldikçe de, bu hararetin tozu dumanı içinde, emperyalizmin sessiz sedasız yeni kritik mevzileri elde etmesi pek mümkün görünüyor...

“Kimler geldi kimler geçti felekten/Un elerken deve geçti elekten” demiş ya şair...

İşte öyle....

Bu anayasa değişikliği için “Bu 'Yedi Düvel' Anayasasıdır” diyen Banu Avar çok haklı...

Ancak 1924 Anayasası da dahil TC’nin bütün anayasaları ve o anayasalar üzerinde yapılan bütün değişiklikler de "Yedi Düvel anayasası" değil mi?

İşte bunu görmediğimiz zaman, “detaylarda” boğulmaya başlamışız demektir...

Dipnotlar:
2- Yazının tamamı için bkz: http://www.banuavar.com.tr/

(devam edecek)


12 Eylül Referandumu: KIRK KATIR MI YOKSA 40 SATIR MI? -3-
Ali Haydar CAN



Geçen bölümü şöyle bitirmiştik:

[Bu anayasa değişikliği için “Bu 'Yedi Düvel' Anayasasıdır” diyen Banu Avar çok haklı...

Ancak 1924 Anayasası da dahil, TC’nin bütün anayasaları ve o anayasalar üzerinde yapılan bütün değişiklikler de "Yedi Düvel anayasası" değil mi?
İşte bunu görmediğimiz zaman, “detaylarda” boğulmaya başlamışız demektir...]


Ne demek istediğimizi tam olarak izah edebilmek için Türkiye’nin “Anayasa tarihi” ne kısaca gözatmamız gerekecek...

Anayasa Batılı bir kavram ve hukuk tarihi açısından oldukça yeni sayılır. (3)

Bizim ilk Anayasamız 1876 tarihli...

O zamanki ismi “Kanun-ı Esasî”...

Esas/temel Kanun... (4)

Devletlerin bir anayasaya gerçekten ihtiyacı olup olmadığı bugün halâ hukukçular arasında tartışılıyor...

Gerçekten böyle bir ihtiyaç olsaydı 18. yüzyılın sonuna kadar hiçbir devletin anayasası yoktu; o devletler devletler anayayasasız olarak da pekâla varolabildiler...

İngiltere’nin halâ bir anayasası yoktur... Ama İngiltere devletinin işleyişinde bundan kaynaklanan bir aksaklık da yoktur...

Peki Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan 600 yıl sonra niçin bir anayasaya ihtiyaç duydu?..

Bunu anlayabilmek için en azından Tanzimat’a kadar gitmek lâzım:

[Dünya’ya düzen vermek idealini kaybedenler, bir süre sonra kendilerine çeki düzen verilmesi için başkalarının yardımına ihtiyaç duyar hale gelirler.

Büyük düşünüp gereğini yapamayanlar, sonunda küçük düşmek kaderinden kendilerini kurtaramazlar. Türkiye tarihin, son üç yüz yılı, böyle bir sürecin hikâyesidir.

Toplumlar olayları kendi idrak ve çıkarları doğrultusunda anlamlandırma yeteneğini kaybettiklerinde, varlıklarına karşıt ölçüleri kullanmak zorunda kalırlar. Tanzimat ve sonrasında yaşananlar, tamı tamına böyle bir süreci bize anlatır.


Sorun, Tanzimat’ın amacı, faydası, gerekliliği ya da sakıncaları değildir.

Sorun; Tanzimat’la birlikte Türkiye Türklerinin kendilerine, tarihlerine ve varlıklarına Batı’dan bakmaya başlamalarıdır. Hatta biraz daha ileri giderek diyebiliriz ki sorun, Türklerin o dönemlerde kendilerine Batı’dan bakmaları değil bu bakışı kutsallaştırmalarıdır.

Türkiye ve Türk tarihine Batıdan bakışı kurumsallaştırarak gelenek, adet ve siyasi inanç alanı haline getirmeleridir.


(..)

Bu bakımdan Tanzimat ile başlayan bağımlılık paradigmasını yakından irdelemek, olguyu algılamak için zorunluluktur.

Osmanlı yönetimi 19. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın hedefi olmaktan çıkmak için denemedik yöntem bırakmamıştı.

Bir yandan korunmak ve savunmak için askeri eğitim usullerini, diğer yandan Avrupa’nın Türklere karşı olan önyargılarından (barbar) kurtulmak için de Avrupa’nın kurumlarını aynen taklit etmişti.

Osmanlıdaki Batılıya yönelme macerasının altında, her şeyden önce ontolojik kaygılar vardır.

(..)

Türk halkının olmasa bile ülkeyi yönetenlerin kafası, karşılaşılan şartlar ve zorunluluklar tarafından Avrupa işaret ediliyordu.

1830’lu yıllarda Rusya’dan dönen Kaptanı Derya Halil Paşa,

“Avrupa’yı örnek almakta gecikirsek, toptan Asya’ya göç etmemiz gerekeceğini şimdi daha iyi anlıyorum”

diyecektir.

(..)

Bu değerlendirmelerden yarım asır sonra Kılıçzade Hakkı da bir başka vesileyle şunları yazacaktır.

“Değil Asya’ya çekilmek, kutuplara firar etsek Avrupalılar gibi düşünmedikten, Avrupalılar gibi çalışmadıktan sonra orada dahi yakamızı bırakmazlar, mevcudiyeti mukaddesei indiye ve milliyetimizi muhafaza ettirmezler. Bugün Avrupa’dan tardettiler, yarın dünya yüzünden kaldıracaklardır”.

Yamanma işe yarar mı?

Ortada düşmanın dayattığı kurallara iltica ederek ayakta kalmaya çalışan bir çaresizlik vardır. (..)
] (5)

Kanun-ı Esasî Hikâyesinin özü Sayın Yeniçeri’nin şu cümlesindedir: “Ortada düşmanın dayattığı kurallara iltica ederek ayakta kalmaya çalışan bir çaresizlik vardır. “

Sırf bu çaresizlik sebebiyle hiç de ihtiyacımız yokken ateştopu gibi bir Anayasamız oldu...

Ve bu Anayasa, Devlet-i Ali Osman’ın çöküşünü durduramadığı gibi hızlandırıcı bir rol de oynadı...


Dipnotlar:
3- Dünyada ilk Anayasa 1781'de Amerika Birleşik Devletleri'nde yapıldı. Bunu, 1789 Fransız Devrimi sonunda 1791'de bu ülkede kabul edilen Anayasa izledi.
4- Kânûn-i Esâsî (Osmanlı Türkçesi: قانون اساسى) Fransızca Loi constitutionelle çevirisi olarak kullanılan Osmanlıca terkiptir. "Temel Kanun" ya da “Anayasa” anlamındadır. Bkz: Vikipedi: Özgür Ansiklopedi
5- “Bağımlılık Paradigması : Tanzimat”, Özcan Yeniçeri, Yeniçağ Gazetesi


(devam edecek)

12 Eylül Referandumu: KIRK KATIR MI YOKSA 40 SATIR MI? -4-
Ali Haydar CAN



1876 ile 1924 arasında bir de 1921 Anayasası var ki; bu minicik Anayasa 1876 ile 1982 anayasalar resm-i geçidinde gerçekten millî ve gerçek bir ihtiyaca denk gelen tek anayasa odur...

Hikâyesi ise bazı ulusalcıların tüylerini diken diken edebilicek kadar enteresan...

30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında Osmanlı İmparatorluğu için yolun sonu görünmüştü...

Ancak 700 yıllık tecrübe birikimi olan bir dünya devletinin bu sona, son ana kadar direnmesi de tabiî idi...

Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlıyı parçalayarak yutmak için sabırsızlanan Batılı emperyalist devletler/düvel-i muazzama vakit geçirmeden İmparatorluk topraklarına sökün etmeye başladılar...

İstanbul dahil ülkenin bir çok yeri fiilen işgal edildi...

Osmanlının hem istihbarat hem de özelharp işlevini gören Teşkilatı Mahsusa isimli kuruluşu da işgale uğrayan yerlerde halkı gayr-ı nizamı harp düzeninde örgütleyip Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri adı altında silahlandırarak mahallî direnişleri başlatmıştı...

Gerilla savaşı şeklinde başlayan Millî Mücadelenin derlenip toparlanmaya ve düzenli ordu haline dönüştürülmeye ihtiyacı vardı. Zira Osmanlı Orduları d Mondros Mütarekesi gereğince silahsızlandırılıp dağıtılmıştı..

İşgal Altındaki Osmanlı Payitahtında oturan Sultan 6. Mehmed Vahidüddin Han, Mustafa Kemal Paşa’yı bu iş için görevlendirerek seçkin bir kurmay subayları kadrosu eşliğinde Anadolu’ya yolluyordu...

İstanbul’da bir Padişah, O Padişah’ın emri altında bir hükümet vardı ama işgal de vardı...

İşgalcilerin baskılarından kurtulabilmek için İstanbul’un eli kolu bağlı yöneticileri siyaset satrancında harika bir hamle yaptılar...

Mustafa Kemal’in ardından işgalcilerin kapattığı Meclis-i Mebusan’ı da “Millet Meclisi” ismiyle Ankara’ya taşıdılar...

Bu meclis 23 Nisan 1920'de dualarla, kurbanlar kesilerek, Kur’an-ı Kerim okunarak, Halife ve Sultan 6. Mehmed Vahidüddin Han’a bağlılık yeminleri edilerek açıldı.

Aynı meclis kuvvetlerr birliği ilkesine göre çalıştığından aynı zamanda yürütme/hükûmet fonksiyonunu da icra ediyordu.Yani 1. Meclisle birlikte Ankara’da yeni bir hükûmet de kurulmuş oldu...

Böylece Osmanlı Devleti’nin biri işgal altında diğeri işgale karşı savaşmak üzere aynı anda iki hükûmeti oldu...

Bu siyaset tarihinde eşine pek rastlanmayacak bir durumdu...

Hükûmetlerden işgal altında olanı İşgalcilerin her dediğine boyun eğiyor görünürken, İşgale karşı Savaşmak üzere kurulanı harıl harıl millî mücadeleyi düzenli ordu haline getirmeye çalışıyor ve el altından İstanbul’dan kesintisiz destek alıyordu...

İşgalciler İstanbul Hükûmetini sıkıştırdıkça, o hükûmet hiçbir zaman uygulanmayacak, emirler kararlar, talimatlar ve fetvalar yayınlayarak Ankara hükûmetini asi ilan ediyor ve işgalcileriin yüreklerine su serpiyordu.

Bu dahiyane politika tılır tıkır yürürken millî mücadele de hızla ordulaşıyordu...

Bugün bazı ulusacıların ”hain padişah, hain hükûmet aha işte kapı gibi belgeler ortada” diye gösterdikleri sözde belgeler bu dahiyane siyaset oyunun işgalcileri oyalamaya, yatıştırmaya dönük hamlelerydi. Konuyu dağıtmamak için iki küçük misal verelim:

Birincisi: Meclis’in beşinci oturumunda Mustafa Kemal Paşa 110 oyla birinci başkan seçilirken, Celâlettin Arif Bey 109 oyla ikinci başkan seçildi. Celâlettin Arif Bey, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın başkanıydı. İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’ya geçmişti. (6)

İkincisi: Mustafa Kemal Paşa o zaman bu konuyla ilgili şöyle bir açıklama yapıyor:

[[b]“İngilizlere hürmet edeceksiniz, ingilizlerin emrine gireceksiniz, böyle hareket etmediğiniz takdirde mahvolacağız. bu tarz hareketi vatan sevginizden beklerim.” yazılarından bazı zayıf düşünceli insanlar bu kadar muhterem bir arkadaş (Mareşal Fevzi Çakmak)ın bu ifadesi karşısında, belki de durum böyledir diye şüphe edebilirler. biz ise böyle bir tereddüde lüzum görmedik ve bunun düşman tarafından zorla not ettirildiğine hükmettik. bu görüşümüzde yanılmış değiliz. zira (Mareşal Fevzi Çakmak’ın) bir vesile ile gönderdiği yaveri Kurmay Binbaşı Salih Bey buraya geldi ve 'harbiye nazırı düşman süngüleri altındadır, emirleri zorla yazdırılıp imza ettiriliyor. o emirlere değer verilmemesi lüzumunu bildirmek üzere beni gönderdi' demişti.”] [/b](7)

İşte inanılmaz şartlarda göreve başlıyan Birinci Meclis, o şartların gereği olarak 20 Ocak 1921 tarihinde “Teşkilât-ı Esasîye Kanunu”nu kabul etmiştir. 1921 Anayasası 23 maddelik çok kısa bir Anayasadır. 1921 Anayasası 1876 Kanun-u Esasîsi’ni yürürlükten kaldırmamıştır. Aynı anda 1876 Kanun-u Esasîsi de yürürlüktedir.

Böylece Osmanlı devleti İki hükûmetliliğine iki anayasalılık gibi ikinci bir siyasî ilginçlik eklemiştir.

Bundan sonra 2. Meclis tarafından 20 Nisan 1340 (1924) günü kabul edilen 1924 Anayasası ile, mudanya Mütarekesinden sonra 1921 Anayasası’nda yapılan değişiklikler tamamiyle “yedidüvel” dayatmasıdır.

1924 Anayasası’nı ilga eden 27 Mayıs’ın NATOCU Darbecileri “Yedidüvel”in isteklerine uygun olarak 1961 Anayasası’nı yapmışlardır...

12 Mart 1971’de “yedidüvel” adına harekete geçen NATOCU darbecilerse 1961 Anayasa’ında 1971 ve 1973 yıllarında “yedidüvel”in lehine ve milletin aleyhine pek çok değişiklik yapmışlardır...

12 Eylül 1980’de “yedidüvel”in emriyle harekete geçen ve “yedidüvel”in “bizim oğlanlar” iltifatına mazhar olan NATOCU darbeciler ise 1961 Anayasası’nı çöpe atarak, “yedidüvel”in o günkü çıkarlarına çok daha uygun olan 1982 Anayasası’nı yürürlüğe koymuşlardır...

Bu Anayasa üzerinde “yedidüvel”in lehine ve milletin hiçbir yarasına merhem olmayacak bir yığın değişikliklere rağmen halen yürürlüktedir...

Kısaca Türkiye’nin anayasal macerasında 1876’dan bu yana değişen tek şey “yedidüvel”in patronajının 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’den ABD’ye geçmiş olmasından ibarettir...

Şimdi “Yedidüvel”, iktidara getirdiği için kendisine gebe olan AKP’den artık eskimiş olan 1982 Anayasası’nı çöpe atmasını ve acilen yeni bir anayasa yapmasını istemektedir...

Bütün gürültü bunun içindir...

12 Eylül’de yapılacak referandumda halk sandığa gidip de “evet” derse 1982 tarihli “yedidüvel” anayasısında, “yedidüvel” lehine ufak tefek bir kaç değişiklik yapılacaktır...

Bu değişikliklerden bazıları sanki miiletin işine yarayacakmış gibi görünse de, bu değişiklikten asıl kârı her zaman olduğu gibi “yedidüvel”in elde edececeği açıktır..

CHP-MHP ve onlara eklemlenen ulusalcılar ise aman “hayır” diyelim diye çırpınmaktadırlar...

Millet bu çağrıya uyarak “hayır” derse ne olacak?

“Yedidüvelin”in, “bizim oğlanlar” diye iltifat ettiği NATOCULARIN yaptıkları 1982 Anayasasına talim edilecek...

İşte başlıkta “Kırk katır mı? Yoksa Kırk satır mı?” dediğimiz şey budur...

“Evet” desen de, “hayır” desen de “yedidüvel”in kucağındasın...

Peki ne yapacağız?

Gitme sandığa kendileri çalıp kendileri oynasınlar...

Ya ceza?

Cezayı düşünüyorsan git hem evet hem hayır pusulasını koy aynı zarfa gerisini onlar düşünsün...

Sayın Banu Avar da bu referandumda alınması gereken en doğru tavrın “boykot etmek” olduğunun farkında (8), ama bu doğru tavrı önce BDP’nin açıklaması sebebiyle onlarla yanyana durmayı içine sindiremediği için CHP’ye kuyruk olmayı tercih ediyor...

Halbuki “doğru bir siyasî tavır” onu benimseyenlerin kimliğinden bağımsız olarak da doğru ise, onu kim benimserse benimsesin arkasında durulması gerekendir ...

Dipnotlar:
6- Bkz. Türk Kurtuluş Savaşı, Osman Özsoy, Timaş Yayınları. Bu konuda daha fazla bilgi için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=8
7- Emekli General Salih Polatkan, Siyasi ve askeri yönleriyle Mareşal Fevzi Çakmak, Önsöz basım ve yayıncılık, 1981, sayfa, 88,89.
8- “Boykotçular, BDP ve bölücüler.. Bence referandumun gerçekten ‘boykot’ edilme ihtimaline karşı, Batıdan aldıkları ‘taktik’ gereği, bu kararla ortaya çıktılar!” Banu Avar, “BU REFERANDUMLARIN ARKASINDA KİM VAR”, Odatv.com.


Erdoğan AB'den evet desteği istedi

ANKARA- Başbakan Erdoğan referandum konusunda Avrupalı dostlarından yardım istedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'deki büyükelçiler ve misyon şeflerinin katıldığı iftarda yaptığı konuşmada 12 Eylül'de yapılacak olan referandum konusunda Avrupalı dostlarından daha kuvvetli destek vermelerini istedi.

Erdoğan, "Hükümetimiz, bu stratejik ve tarihi hedefi gerçekleştirmek yolunda en kapsamlı ve en somut adımları atan bir hükümettir. Avrupa Birliği'ne üyelik noktasında, toplumumuzda, en baştaki heyecanın zaman zaman kaybolduğu bir gerçektir. Ancak, altını çizerek ifade ediyorum, kimi zaman toplumda görülen heyecan kaybı, Hükümetin kararlılığının azalmasından değil, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yönelik tavırlarından kaynaklanmaktadır. AK Parti Hükümetinin, Avrupa Birliği noktasındaki samimi gayretlerinin en bariz ve en yakın göstergesi, Anayasa'da yaptığımız en son değişikliklerdir." dedi.

Erdoğan, şöyle devame etti: "12 Eylül tarihinde bu 26 Maddelik paket, halkoyuna sunulacak. Ben inanıyorum ki, değişime her zaman açık olan halkımız, 12 Eylül'de çoğunlukla evet diyerek bu değişiklikleri kabul edecektir. Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne daha da yakınlaştıracak, Türkiye'nin kurumlarını Avrupa Birliği kurumlarıyla eşdeğer hale getirecek bu değişim hareketine Avrupalı dostlarımızın da güçlü şekilde destek vermelerini bekliyoruz."

Amerika Birleşik Devletleri'yle geliştirilen model ortaklık ve stratejik işbirliğinin tüm boyutlarıyla devam ettiğini dile getiren Erdoğan, Başkan Obama yönetiminin de çok boyutlu ilişkilerimizin güçlü bir şekilde devamı yönünde kararlı bir duruş sergilemekte olmasından memnuıniyet duyduklarını kaydetti

Başbakan Erdoğan'ın konuşmasının ardından büyükelçiler ve misyon şeflerine uluslararası sanatçımız Mercan Dede, semazenler eşliğinde ney konseri verdi. İftar yemeği menüsünde ise konuklara Adana usulü analı kızlı çorba, salata, su böreği, incik kuzu ve pilav, demir hindi şerbeti, güllaç ve Adana halkası ikram edildi.
12 Ağustos 2010 habertaraf

Cemaatlerin referandum tercihi

Cematlerin referandum oyu ne olacak? EVET mi HAYIR mı? Newsweek Türkiye´den Adem Demir, Türkiye´deki cemaatlerin referandumda muhtemel eğilimlerini değerlendirdi.
Anayasa değişikliklerinin oylanacağı 12 Eylül referandumu için geri sayım sürerken, bugüne kadar birçok kişi ve kurum oylarının rengini açıkladı. Ama dini grupların sessizliği dikkat çekiyor. Nurcular'ın en güçlü kolu olan Gülen Hareketi'nin lideri Fethullah Gülen, "İmkân olsa mezardakileri kaldırıp 'Evet' oyu kullandırmak lazım" diyerek tercihini belli etmişti.

Peki diğerlerinin oylarının rengi ne olacak? Newsweek Türkiye'nin son sayısında Adem Demir, bu konuyu ele aldı...

'EVET'ÇİLER
Nurcular: Said Nursi'nin yolunu takip edenlerin oluşturduğu Yazıcılar, Okuyucular ve Yeni Nesilciler bu referandumda tek vücut olacak gibi. Oylarının rengi beyaz olacak. Ancak Yeni Asyacılar'ın ne yönde oy kullanacağı henüz belirsiz.

İsmailağa: Her darbe döneminde cübbe, sarık ve sakallarından dolayı baskılara maruz kalan cemaat referandumda "evetçi" saflarda, önlerde.

Menzil: Adıyaman merkezli tarikatın devlet ve siyasetle kavgası olmadı. 12 Eylül darbesinde bile faaliyetlerini sürdürdü. Mevcut iktidarın icraatlarından memnunlar.

İskenderpaşa: Nurettin Coşan'ın başa geçmesinden sonra dergâhın siyasi etkinliği azaldı. Ama rahle-i tedrisatından geçen AK Partili dostların hatırına oyları "evet".

Yahyalı Grubu: Nakşibendi tarikatının etkin kollarından biri olan Kayseri merkezli grup öteden beri Milli Görüşçü ve AK Parti destekçisi. Banko "evet."

Erenköy Cemaati: Cemaatin etkili isimleri Ahmet Taşgetiren ve Tahir Büyükkörükçü'nün iktidarla ilişkileri hep iyi oldu. AK Partiyi şaşırtmazlar.

'HAYIR'CILAR
Süleymancılar: Kurdukları iki Kuran kursu AK Parti döneminde kaçak olduğu gerekçesiyle yıkıldığı için öfkeliler ve sandıkta "hayır" diyebilirler.

Kadiriler: Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı olan liderlerinden Haydar Baş, "hayır" cephesinde. Baş, diğer cemaatlerce "ulusalcı" safta yer almakla da eleştiriliyor.

Hizb-ut Tahrir ve El Aziz Grubu: Ergenekon operasyonu çerçevesinde baskınlara ve gözaltına maruz kaldılar. Bundan ötürü her halükârda iktidar karşıtılar.

Radikaller: El Kaide'ye destek veren Selefi-cihadı gruplar ile İBDA-C seçimi boykot ediyor. Hizbullahçıların büyük bir kısmı da referandumu boykot edebilir.

Anayurt Haber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Sermaye yararına anayasal güvence

Piyasacı devletin, dereler tepeler dahil tüm ülke varlık ve kaynaklarını sermayeye açan azman girişimciliği, artık anayasa tarafından da güvence altına alınacak!

Küreselleşmenin sermaye birikim rejimine, 'kamu kuruluşlarını' hibe ederek katılan Türkiye'nin, yeni kaynak aktarımını kolaylaştıracak köklü çözümü, anayasa paketine koyuldu.

Anayasa değişikliğinde 125. maddeye eklenen 'yerindelik denetimi', demokrasi paketinin esas motivasyonunu ve ruhunu teşkil ediyor.
Böylelikle liberal demokrasilere bile dudak uçuklatan, gözü kara özelleştirmelere, anayasal dayanak ve teminat sağlanıyor.

Taş, toprak, su havzası, dere, dağ, kıyı, ulaşım, eğitim, sağlık, kent, katma değeri yüksek kamu varlıkları, kamusal hizmetler, sosyal haklar, kısacası tüm doğa, insan ve toplumsal yaşamın bütün süreçleri, yargının 'yerindelik denetiminden muaf' tutularak piyasalaşacak.

125. maddenin 4. fıkrası 'Yargı yetkisi, idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun denetimiyle sınırlı olup hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz' olarak düzenlendi.

Yani idari yargı, gelen davalarda kamu yararı, sosyal adalet ve eşitlik, sosyal devletin görevleri, çevre, doğal kaynaklar ve kamusal mülkiyetin korunması gibi ilkelerde uygunluk aramayacak, itirazları usul yönünden inceleyecek, içeriğine yeni anayasa gereği olarak karışamayacak.
İdari yargının özellikle özelleştirme ihalelerinde yaptığı 'yerindelik denetimi' anayasaya aykırı olacağından özelleştirmeler için yargı ve kamu denetimi kalkacak.

Bugüne kadar özelleştirmelerin yüzde 78.8'ini gerçekleştiren hükümet zamanında, özelleştirmeler için açılan idari dava sayısı, 6 kat artmıştı.
Yargının 'yerindelik denetimi yapılamaz' hükmü, neoliberal demokratlarca işte hukukun üstünlüğü diye kutlandı!

'Kamu yararının' ne olduğunu hükümetin belirleyeceğini söyleyen zatlar, son sekiz yılda 57 kuruluş ve 51 işletmeyi 31 milyar dolara özelleştirmiş hükümetin, katma değeri ve karlılığı yüksek kuruluşları birkaç yıllık karları bedeli satışını da alkışlamışlardı.

Vahşi özelleştirme politikalarıyla 'ekonomik yarar' gözetilmeden satılan işletmelerin üretimi artmamış, bazıları kısa sürede küresel tekellerce kapatılmış, on binlerce insan işinden edilmişti.

Yabancı sermaye ve spekülatif finans girişine bağımlı ekonominin hayatiyeti için tükenen kamu varlıklarının yerini alacak kentsel projeler, limanlar, karayolları, doğal kaynaklar için yargı barikatının kaldırılması şart olmuştu.
İzmir, Samsun, Bandırma liman satışlarında mahkeme sürecinin ülkeye milyon dolarlara mal olduğunu söyleyen Başbakan şaibeli Galataport, Haydarpaşaport ihalelerinde de yargıdan pek yakınmıştı.
Kısacası 'yerindelik denetimiyle' küresel sermayeye karşı mahcubiyetimiz sona erecek!

'Kamu yararı' muğlaklaşırken 'sermaye yararının' berraklaşıp anayasanın koruyucu kanatları altına alınması ne kadar vahim.

Yargının aldığı çok sayıda özelleştirme iptal kararının ülkeye 'kaybettirdiği' milyon dolarların kamu harcamasında kullanılacağı zırvaları kadar vahim.
Şimdi dereleri, ırmakları betonlaştıran binlerce HES projesi, kıyılara dikilecek nükleer santraları,neoliberal belediyeciliğin şirket karlılığı güden pahalı, zamlı 'müşteri' hizmetleri, kamudan zorla sökülüp alınmış 'özelleştirilmiş sermaye alanları', okullar, hastaneler, tarihi kültürel varlıklar, Büyükşehir belediyelerinin kentsel dönüşüm projesi adıyla inşaat sektörüne arsa takdim çalışmaları, 3. köprü yapımı, diğer köprülerin geçiş ücret zamları için vatandaşların ve meslek odalarının, derneklerin açtığı davalar, idari davalarda 'kamu yararını' aramak anayasa aykırı..

Kamu yararını ve yasal güvencelerini kaybetmiş kenara yığılmış kalabalıklar olarak da sermaye yararına ses çıkartamayız.

Ve eminiz ki hepimize gemi azıya almış özelleştirmeleri gösterip, kafamıza vura vura 'İşte size vesayetsiz demokrasi ve kuvvetler
ayrılığı!' diye 'dayatılacak.

http://www.aksam.com.tr/2010/08/17/yazar/18441/nihal_kemaloglu/sermaye_yararina_anayasal_guvence.html



TKP tepkisi: ABD Büyükelçisi 'Evet' için çalışıyor
15:10 - Ankara'daki ABD Büyükelçiliği önünde toplanan TKP yanlısı grup adına okunan açıklamada, ABD Büyükelçisi James Jeffrey'in akademisyenleri toplayarak 'Evet' için çalıştığını öne sürülerek, ABD Büyükelçisinin Türkiye'nin içişlerine karışmayı bırakması istendi. Yoğun güvenlik önlemlerin alındığı eylem, okunan açıklamanın ardından sona erdi. 18.08.2010 ANKARA netgazete

BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak, referandum ile ilgili aldıkları ''boykot'' kararından vazgeçmediklerini söyledi

19 Ağustos 2010

BDP Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışınak, 12 Eylül'de yapılacak referandumla ilgili çalışmalarını Siirt’te sürdürdü. Parti binasında basın toplantısı düzenleyen Kışanak, aldıkları boykot kararını anlattı. Kışanak, Türkiye’nin Kürt sorunu dahil tüm sorunlarının yeni sivil, çoğunlukçu bir anayasa yapılarak aşılabileceğine inandıklarını söyledi. PKK’nın son günlerde aldığı eylemsizlik kararıyla, partilerinin boykot tavrının değişmediğini anlatan Kışanak, şöyle dedi:

“PKK'nın son günlerde eylemsizlik kararı almasıyla birlikte yeniden kamuoyunda BDP’nin tavrını değiştireceğine dair gerçeği yansıtmayan haberler yer almakta. Biz boykot kararı aldığımız dönemde yaklaşık 4 ay geçmişi var, bu boykot kararının. O dönemde zaten PKK eylemsizlik halindeydi. Henüz 1 Haziran süreci başlamamıştı. Henüz PKK eylemsizlik kararını bozmamıştı. Onun için tabi ki şunu gözetiyoruz, bekliyoruz, istiyoruz ve temel talebimizdir. PKK’nın ilan ettiği eylemsizlik kararı barışa şans tanıyan, çözüme kapı aralayan çok önemli bir karardır. Mutlaka buna Ankara’da, hükümet de devlet de olumlu bir yanıt vermelidir. Buna verilecek olan olumlu yaklaşım bizi çözüme götürecek, bizi barışa götürecektir. Diyalog ve müzakerelerin başlaması bu ülkenin birçok sorunlarının çözülmesine kapı aralayacaktır, fırsat sunacaktır.” aktifhaber

‘ERDOĞAN GENELKURMAY’DAN İCAZET ALDI’
19 Ağustos 2010

12 Eylül’de yapılacak olan Anayasa referandumu için ‘hayır’ kampanyası başlatan HAK ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu Edirne’de basın mensupları ile bir araya geldi. Yapılan basın toplantısında, Ak Parti’nin kurulum aşamasında Genelkurmay Başkanı’ndan ‘icazet’ aldığını iddia etti. Dönemin emekli ve muvazzaf generallerinin arandığını öne süren Pamukoğlu şöyle konuştu:

“Ordu neden zaten siyasete giriyor ki. Bu parti kurulurken, Bu Recep Tayyip Erdoğan denilen zat aracı generaller arayarak, emekli ve muvazzaf, Kara Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanına ulaşmak istediler. ‘Biz artık eskisi gibi değiliz, yeni bir partiyiz, yeni kurulacak. Bize icazet verin’ dediler. Bu generallerin hepsi bugün sağ. ‘Ordu siyasetten uzak duracak, tutacağız’ diyenlerin partilerinin kuruluş aşamasında emekli ve muvazzaf generaller bularak Kara Kuvvetleri Komutanı’na ve Genelkurmay Başkanı’na ulaşıp, ‘bize icazet verin bizi horlamayın, biz sizden yanayız. Bizi yanlış anlamayın’, diyen şahıs budur.” haber1001

BU BİR KABUS OLMALI
Hasan Vasfi Altay
21.08.2010:

Televizyonda Nihal Bengisu Karaca ve Serdar Turgut’un sunduğu komedi programını izliyordum. Kapı çalındı. Açtım. Karşımda Freddy Krueger duruyordu. Kafasında Amerikan bayraklı bir şapka vardı. Şaşırdım. “Buyrun beyefendi” diyebilmişim. Parmaklarındaki bıçakları yüzüme yaklaştırdı ve “Artık demokrasi zamanı” dedi. Korktuğumu belli etmeden gülümsemeye çalıştım. “Evet, hepimiz için uygun olan demokrasidir” dedim. “Hepimiz değil, senin için” dedi. “Teşekkür ederim” dedim. “Teşekkür etme, evet de” diye karşılık verdi. Çok korkmuştum. Kapı aralığından sıyrılıp caddeye doğru koşmaya başladım. Freddy Krueger arkamdan “Demokrasi! Demokrasi!” diye sesleniyordu. Bu nasıl bir kabustu? Freddy bana nasıl musallat olmuştu? Havada toplu halde uçuşan kargalar “Evet, evet” diye sesler çıkarıyorlardı. İki üç dakika sonra, belediye encümeni üyesi olan ve kıymaya sakatat karıştırmakla meşhur sahtekar mahalle kasabının dükkanının önüne geldiğimde kapıda beklemekte olan şişman kasap “Evet” diye gürültülü bir şekilde osuruverdi ve güldü. Kasabın barsaklarının nasıl evet sesi çıkardığını anlayamadım. İlgisiz davranıp koşmaya devam ettim. O sırada birisi çelme taktı ve yere kapaklandım. Kafamı kaldırdığımda tepemde dikilen uzun boylu adamı tanımıştım. Dişlerini göstererek güldü ve “Taraf olmayan bertaraf olur” dedi. Arkasında duran şişman ve sakallı kardeşi eskimiş TSK’yı kırpıp kırpıp yıldız yapacaklarını söyledi. Uzun boylu ağabey “Mustafa’nın dönemi bitti. Liberalizm onu sevmiyor” dedi.

Hemen yanlarından uzaklaştım. Arkamdan Freddy Krueger’ın hala “Demokrasi! Demokrasi!” diye bağırdığını duyuyordum. On dakika kadar daha koştuktan sonra yaşlı ağaçların olduğu bir parka gelmiştim. CIA’nın eski Ankara Bürosu şefi Paul B. Henze ile ABD’li finans spekülatörü George Soros bir kahvehanede çay içiyorlardı. El ettiler. Yaşlı ve iyi giyimli olmaları beni biraz sakinleştirdi. Gidip yanlarına oturdum. O sırada bazı siyasetçilerin, gazetecilerin, üniversite hocalarının ve iş adamlarının yolun kıyısındaki ağaçların arkasına saklanmış olduklarını fark ettim. Buna bir anlam veremedim. Bir çay da bana söylediler. Kısa bir sohbetten sonra George Soros sırtımı sıvazladı ve “Evet diyeceksin” dedi. Şaşırmış bir halde “Ne için?” dedim. Kahkahayla güldü ve “Bizim için” dedi. Konuya vakıf olamadığımı ifade ettim. Paul Henze kendi iyiliğim için konuya vakıf olmamam gerektiğini söyledi ve “Bizim çocuklar yine başaracak” dedi. Darbeyi kastettiğini düşünerek 12 Eylül döneminin sona erdiğini, artık o çocukların olmadığını söyledim. Mr. Henze elini elime koydu ve “Bizim aile geniştir kardeşim, sen tasalanma” dedi. Soros “Evet demelisin” diye yineledi.

Ağaçların arkasındaki tanıdık simalar “Evet! Evet!” diye bağırmaya başladılar. “Niçin evet demeliyim?” diye ürkerek tekrar sordum. Eski büro şefi iki kez ellerini çırptı ve ağaçların arkasındaki gruptan sarışın bir kadın öne çıkıp “Demokrasi için” diye seslendi. Sanırım onu tanımıştım. Bir gazeteciydi. Şişman ve sakallı bir üniversite hocası “İnsan hakları için” diye bağırdı. Neden ağacın arkasına saklandıklarını hala anlamamıştım. “Demokrasi ve insan hakları için elbette evet derim. Ama uygulamada bazı sorunlar var. Kafam biraz karışık.” deyiverdim. O sırada enseme birisinin dokunduğunu fark ettim. Arkamı dönünce tekrar Freddy Krueger ile karşılaştım. Gözlerini kısmış gülüyordu. “Evet diyeceksin” dedi. Yoksa bir film mi çekiliyordu? Gayrıihtiyari “Ben hangi roldeyim?” deyiverdim. George Soros “Sen oyuncu değil seyircisin” dedi. “Öyleyse benim fikrimin ne önemi var?” diye sordum. Paul Henze filmin iş yapması için filme bilet almam gerektiğini söyledi. Ağacın arkasındaki insanların rolünü sorunca Soros onların figüran olduğunu belirtti. Demokrasi ve insan hakları için evet demem gerekiyorsa oturup madde madde konuşabileceğimizi söyledim. Freddy biraz daha yanıma sokularak “Ne o maddeci mi oldun ulan? Yani materyalist, yani komünist” dedi. “Ne alakası var kardeşim” diye açıklamaya kalkınca “Sus moron, seni dinleyemem” diye azarladı.

Elinde ipe takılmış küçük bir pankart vardı. Üzerinde “Evet” yazıyordu. Pankartı boynumdan geçirip sırtıma astı. Terlemeye başlamıştım. Ağacın arkasında duran bir siyasetçi salya sümük ağlayarak ileri çıktı. Celal Bayar’ı asan, Tansu Çiller’e işkence yapan 12 Eylül’den hesap sormamız gerektiğini söyledi. 12 Eylül darbecilerinin katlettiği insanların anısına Hasan Mutlucan’dan bir şiir okudu. Herkes ağlamaya başlamıştı. O sırada kafasında takke bulunan bir iş adamı elinde bir tepsi pasta ile koşarak yanımıza geldi. Kilo sorunum olduğunu söyleyip teşekkür ettim. “Bu küresel liberalizm pastası, diyet pastası, sıfır kalori” dedi. Arkasından sarışın gazeteci de kol böreği getirdi. “Mamüllerimizin hiçbirinde sosyalizm ve sosyal demokrasi bulunmaz, bütün ürünlerimiz liberalizm ve ılımlı İslamla yoğrulmuştur” dedi. Midem bulanmıştı. Yavaşça ayağa kalktım. “Arkadaşlar, ben biraz yürüyeceğim izninizle” dedim. Hızlı hızlı aşağı caddedeki bakkala doğru yürüdüm. Şişman, sakallı ve karakaşlı üniversite hocası arkamdan “Konyalım yürü” türküsünü söylüyor, sarışın gazeteci göbek atıyordu. Freddy ise avazı çıktığı kadar “Demokrasi!” diye bağırıyordu. Bakkala girdiğimde “Maltepe var mı?” diye sordum. Yaşlı ve sevimli bakkal yüzüme ve sırtımdaki evet pankartına tiksintiyle bakıp “HAYIR!” dedi. Vitrinde bol miktarda sigara olduğunu söylediğimde “B.k iç!” diye bağırdı. Birden sıkıntıyla uyandım. Kabus görmüştüm. Komodinin üzerindeki Maltepe paketinden bir sigara çıkarıp yaktım.

Odatv.com

22 AĞUSTOS 2010
Sandıktan 'evet' çıkarsa CHP ve MHP karışır

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener'e göre referandumda 'evet' çıkması durumunda muhalefet partileri karışır. Özellikle MHP'de daha büyük karışıklık olur

AKŞAM Ankara Bürosu'nu ziyaret eden Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, 'Tayyip Erdoğan Başbakan olarak var oldukça terörün bitmeyeceğini' söyledi. Şener, 'Sivil faşizm, Türkiye'yi bölmek isteyenler için de, bu tehlikeye karşı bütünlüğünü tesis etmek isteyenlerin de ortak ihtiyacına dönüşmüştür' diye konuştu.

SÜREÇ TEHLİKELİ
Şener'in ziyareti sırasında terör örgütünün 'Ramazan'da eylemsizlik' kararı, hükümet ile terör örgütü arasında gerçekleştiği iddia edilen görüşmelerin, siyaseti nereye taşıyacağı konusunda 'Terörün biteceğine inanmıyorum' dedi. Şener, 'Süreç, başlangıç öncesine göre daha tehlikeli bir noktada. Başbakan'ın yöntemi budur. Önceden düşünmez, plan yapmaz, kurumlararası ayrışma yaratır. Bilyeleri saçar, saçtıktan sonra toplamaya başlar. Açılım sürecinin başından bu yana yaşananlar bunun sonucudur. Habur için önce 'çok güzel' dedi. Mahkemelerin, onun bilgisi olmadan sınıra gitmesi mümkün müydü? Ama tepkiler çoğalınca 2 gün sonra lanetledi. Sonra da KCK operasyonları başladı. Bu nedenle bana göre Tayyip Erdoğan'ın varlığı terör demektir. Tayyip Erdoğan, bu süreci kendi açısından umut verici olarak görüyor. Bu nedenle daha da dominantlaşıyor. Merkezileşiyor. Çünkü izlediği yöntemler terör yöntemleridir.'

'BECEREMEDİN' SESLERİ
Şener, 12 Eylül'de yapılacak anayasa değişiklik paketi referandumunun sonucunun 'evet' olması durumunda da CHP ile MHP'nin 'karışacağını' söyleyerek şöyle dedi: 'Evet çıkması durumunda muhalefet partileri karışır. Özellikle MHP'de daha büyük karışıklık çıkar. Çünkü MHP'nin CHP'nin 'arkasına takıldığı' gibi bir algı ve eleştiri var. CHP'de de muhalif kanat, Kılıçdaroğlu'na alttan alta 'beceremedin' diye sesini çıkarmaya başlar.' Akşam

“SİZİ 12 EYLÜLCÜLERDEN BETER EDERİM” DİYEN ÜLKÜCÜ KİM?
Müyesser Yıldız

19.08.2010
Yandaş medya Anayasa referandumu için adeta iğne deliğinden geçip, ne kadar eski “ülkücü” varsa bulup konuşturuyor. Ama bir farkla, sadece “evet” diyenleri görüyor. 12 Eylül öncesinin son Ülkü Ocakları Derneği Başkanı olup, darbeden sonra yaklaşık 2 yıl “Kafes”te kalıp, ilk duruşmasında tahliye edilen, davası da beraatla sonuçlanan Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu da bu anlayışın son kurbanlarından birisi.

Anayasa referandumunun “boykot” edilmesini savunduğu halde yandaş medyanın kendisiyle yaptığı röportajları yayınlamamasına öfkelenen Şahsuvaroğlu, oy kullanmaya karar verdiği gibi, Zaman ve Bugün gazetelerine, “Ya benimle yapılan röportajı yayınlatırsınız ya da ben yapacağımı bilirim. Sizi 12 Eylülcülerden daha beter ederim” diye uyardı.

Şahsuvaroğlu, AKP iktidarında Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı oldu. Halen de bu Bakanlıkta danışman. Bir diğer özelliği, TRT-1’de yayınlanan ve İsrail’in Türkiye’ye nota vermesine yol açan Filistin-Ayrılık adlı dizinin genel proje danışmanlığını yapması. Yani ülkücü, ama iktidara çok da uzak bir isim değil.

YANDAŞ TUTUMU 12 EYLÜL İŞKENCESİNDEN AĞIR GELDİ

12 Eylül işkencelerine maruz kalmış, Ülkü Ocakları Derneği’nin son genel başkanı sıfatını taşıyan bir ismin Anayasa referandumu ve 12 Eylül’le hesaplaşma konusunda söyleyecekleri elbette önemlidir. Onun içindir ki, yandaş medyanın büyük ilgisine mazhar oldu. Ama ilginçtir, hiçbiri yayınlamadı. Şahsuvaroğlu’nu en çok da Cemaatin yayın organlarından Zaman ve Bugün Gazetelerinin tavrı öfkelendirdi.

Neler oldu, o röportajlardan önce referandum konusunda ne düşünüyordu, sonrasında neye karar verdi, Şahsuvaroğlu’na sorduk. İşte yanıtlar:

“12 Eylül ile ilgili birçok gazete ‘evet’ kampanyasına yardımcı olur diye benimle röportaj yaptı. Saatlerce süren röportajlar sırasında muhabir veya söyleşi yazarı, ‘Bunları ilk defa işitiyorum. Hayatım boyunca kimseden böyle fikirler işitmemiştim’ gibi sözlerle bana iltifatlarda bulunmalarına rağmen gazetelerde hiçbiri çıkmadı. Bazı eski ülkücüler eğer ‘evet’ kampanyası lehine bir takım laflar etmişlerse, onlara yer verdiler. Bu 12 Eylül sırasında yapılan zulüm ve işkencelerden daha acıtıcı geldi bana. Vatan gazetesinde Sami Selçuk’la yapılan röportajı okuyunca, yalnız olmadığımı anladım. Ben de eskiden Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Star’da yazmıştım. Niçin evet kampanyası incitici geliyordu bana? Oysa işte 12 Eylül’den hesap soruluyordu. Demokratikleşiyorduk. İnsan hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller kalkıyordu… Öyle mi? Bizim gibi 12 Eylül mağduru ülkücülerin ‘evet’ demesi gerekmiyor muydu? Bizim beceremediğimizi Akıncı kardeşler mi becermişlerdi de biz kıskanıyorduk? Doğruyu bir ateist de söylese, doğru ‘doğru’ değil miydi?.. Yoksa kimseyi ilgilendirmeyen bu anayasa münazaralarına, anayasa bezirgânlıklarına karşı millet sandığa gitmemeli miydi? ‘Evet’ veya ‘hayır’a gönlü ısınamayanlar, bu referandum kepazeliğini duymazdan ve görmezden gelerek, sandığa hiç gitmeseler, kıyamet mi kopardı? Demokrasi geri şişeden içeri mi kaçardı? Faşizm mi gelirdi? Ülke mi bölünürdü? Bu beceriksiz siyasetçilere iktidarıyla muhalefetiyle bir ders vermek bu milletin aklına niçin gelmezdi? Yoksa BDP ile PKK ile aynı kefeye mi konulurduk? Ne münasebet; ateisttin doğrusu doğrumuz oluyor da, sandığı protesto edince koca millet PKK’lı oluyor. Olsun. Hani açılım vardı?..

Açıkça ilan ediyorum; bu ‘evet’ kampanyası İslam’dan nasipsizdir. Hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. İslam’ın hürmet, merhamet ve aşk medeniyetinden haberi yoktur. O kadar inciticidir ki, sadece yaşayan insanları değil, mezardakileri de rahatsız etmiştir. İslam hiçbir yeniliği kin ile ihya etmemiştir. Din ile kin asla bir araya gelmez. Oysa evet kampanyası kin kokuyor. Ne yani şimdi ben bana ‘kafes’te işkence yapan ve ne yaptığını bilmeyen; belki de şimdi cemaatte diğer Müslümanlarla beraber namaz kılan, belki de okulunu cemaatin okullarına gönderen, belki de Asya Finans’ta çalışan o emekli işkenceci ile otuz yıl sonra hesaplaşacak mıyım?.. 12 Eylül’dü ve ben onun kafeslerinde bile bugünkünden daha özgürdüm. Parmaklıklarını salladığım ve tamamının sülalesini sinkaf ettiğimde evet daha özgürdüm. Ben ki, ağzıma küfür almayan efendi şairim, yanımdaki tarih öğretmeni Mustafa Bey (Kayseri eğitimcisiydi) 80 şınav çekmeğe zorlandığımızda kalp krizi geçirince, aynen öyle yaptım. Cumhuriyetinden, devletine, 12 Eylül’ün en üst kademesinden en alt kademesine küfür ettim. Ne oldu? Hocayı revire götürürken, erinden yüzbaşısına kadar subaylara bir general gibi talimatlar yağdırdım. Emirlerimi harfiyen yerine getirdiler. Bugün bu özgürlüğümü hangi iktidar, hangi cemaat, hangi gazete, hangi tv kanalı, hangi mahkeme verebilir ki?...

Referandumda sessiz kalacaktım… Sandığa gitmeyecektim. Hanımla, annem ‘evet’, kardeşim ‘hayır’ vereceğim diye kararlı konuşuyorlar. Ben bilmiyorum… Memleketi evetçiler, hayırcılar diye bölemem. Bu bölücülüğe de Müslümanlık, demokrasi, adalet, devlet, hak hukuk diyemem. Bu oyunun içinde olamam. Öyle düşünüyordum. Ama gördüm ki; ben, fikrim, milletim, topyekün bir tarih haksızlığa uğruyor. Hak namına yapılan bu çirkinliğe benim pasif bir seçici olma hakkım yok.”

BUGÜN DE KULLANILIYORLAR

12 Eylül’de hapse konurken, doğrudan Evren’e mektup yazıp, “hata yapıyorsunuz” dediğini belirten Lütfü Şahsuvaroğlu’nun, bazı eski “dava arkadaşlarına” da birkaç sözü var. Diyor ki;

“12 Eylül öncesi ülkücüler evet kavganın bir tarafında yer alıyorlardı, ama yaşanan uluslararası istihbarat örgütlerinin ve karanlık mahfillerin de Türkiye üzerindeki planlarının bir parçasıydı. Bugün kimi profesör olmuş arkadaşlar da dahil olmak üzere, o zaman ne kadar ‘aptal’ olduklarını yazıp, çiziyorlar. Nasıl kullanıldıklarını anlatıyorlar. Fakat kullanıldıklarına, nasıl kullanıldıklarına dair bir bilgileri hâlâ yok. Bugün de kullanılıp kullanılmadıklarını tartışmıyorlar lâkin…”

Odatv.com

Murat Karayılan: "Öcalan ile hükümet görüştü"

PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan "Öcalan ile hükümet görüştü" iddiasını sürdürdü. Örgüt adına yapılan açıklamada "Türk devleti adına bazı yetkili organların hükümetin de bilgisi dahilinde Öcalan ile diyalog kurduğu" duyuruldu.

Karayılan’ın açıklamasının “kesinlikle doğru” olduğu iddiasında bulunun örgüt, Başbakan Erdoğan’ın MHP tabanından oy almak için bunu reddettiği iddiasında bulundu.

Örgütün açıklaması PKK'ya yakın internet sitesinde yayınlandı. Açıklamada şöyle denildi:

“13 Ağustos'tan 20 Eylül’e kadar eylemsizlik sürecini ilan etmiştik. Gerekçelerden biri Türk devleti adına bazı yetkili organların hükümetin de bilgisi dahilinde Önderliğimizle geliştirmiş olduğu diyalogdur. Önderliğimiz hem kendisiyle gerçekleştirilen diyalogu hem de birçok STK ve şahsiyetlerin yaptığı ateşkes çağrılarını dikkate alarak hareketimize barışa bir şans verilmesi yönünde mesaj iletmiştir. Hareketimizin yönetimi bu çağrıyı değerlendirerek, İslam alemi için mübarek olan Ramazan ayını da dikkate alarak eylemsizlik sürecini kamuoyuna açıklamıştır.”

MHP’DEN OY ALMAK İÇİN GÖRÜŞMEYİ REDDEDİYOR!

Karayılan’ın Öcalan ile görüşme olduğu yönündeki ifadelerinin “kesinlikle gerçek” olduğunun vurgulandığı açıklamada ayrıca şöyle denildi:

“Erdoğan devletin bazı yetkililerinin Önderliğimizle diyalog içerisinde olduğu yönündeki açıklamayı bir iftira ve referandum sürecini etkilemeye dönük uydurulmuş bir yalan olarak tanımlamıştır. Murat Karayılan'ın yaptığı açıklama var olan bir süreci doğal bir biçimde ifade edilmesi olup kesinlikle doğru ve gerçektir. AKP hükümeti ve başbakan salt MHP tabanından oy almak için reddedici üslubuyla kendisini tarih karşısında büyük bir yalancı durumuna düşürmektedir.” aktifhaber

Türk: BDP'nin boykot tavrı ilkeli bir duruş

12:30 - Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Ahmet Türk, "DTK, referandumda boykot tavrının ilkeli bir duruş olduğu görüşünü korumaktadır" dedi. Türk, Demokratik Özerklik Projesi"nin, ayrıştırıcı değil, gönüllü birlikteliği esas alan bir birlikte yaşama projesi olduğunu öne sürdü. 23.08.2010 DİYARBAKIR netgazete

İftar çadırında "Evet - Hayır" arbedesi
h[img]ttp://www.habertaraf.com/haberresim/2/83930.jpg[/img]
İSTANBUL- 12 Eylül'deki referandum için "Hayır" kampanyası yürüten Şişli Ulusal Güçbirliği ve Yeni Parti üyelerinin İstanbul Büşükşehir Belediyesi'nin (İBB) Şişli Meydanı'nda kurduğu iftar çadırı önünde basın açıklaması yapıp bildiri dağıtmak istemesi üzerine grup üyeleri ile AK Partililer arasında arbede yaşandı.
25 Ağustos 2010
Yaşanan arbede polisin araya girmesiyle sona erdi. Şişli Meydanı'nda İBB'nin kurduğu ve yaklaşık 100 kişiye iftar yemeğine katılan İBB Meclis Üyesi Ahmet Hamdi Gürbüz vatandaşlara hitaben bir konuşma yaptı. Konuşmasında AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın öğütleri doğrultusunda Ramazan ayında yoksullara destek olmaya çalıştıklarını anlatan Gürbüz, vatandaşlardan 12 Eylül'de yapılacak referandum için destek isteyerek "Evet" oyu kullanmalarını istedi. Gürbüz'ün konuşmasının ardından, Şişli Ulusal Güçbirliği üyeleri basın açıklaması yaparak iftar çadırında referandum için "Evet" çağrısı yapılmasını eleştirdi. Basın açıklamasından sonra Yeni Parti üyeleri de "Hayır" broşürleri dağıtmak isteyince ortalık bir anda karıştı. Yeni Parti üyeleri ile bazı AK Partililer arasında tartışma ve arbede yaşandı. Yaşanan arbede polisin araya girmesiyle sona erdi. habertaraf

CHP’lilere referandum gözaltısı
26 Ağustos 2010
CHP İstanbul Sancaktepe İlçe Başkanı Musa Sağdıç, 27 Temmuz’da Sarıgazi Mahallesi’nde Kemal Kılıçdaroğlu posterinin asılarak ‘hayır’ denmesinden ötürü kendisi dahil 13 ilçe yöneticisinin gözaltına alınarak dün çıkarıldıkları Kartal Savcılığı’nda alınan ifadelerinden sonra serbest bırakıldıklarını; ayrıca 31 Temmuz’da da Behram Şimşek ve Umut Oran’ın katıldıkları CHP’ye katılım töreninden sonra bayrakların kaldırılmaması nedeniyle gece 02.00’de Kaymakam Necmettin Kalkan’ın talimatıyla İlçe Emniyet Müdürü Adem Öztürk tarafından uyarıldığını, bu konuda da ifadelerinin alınmasını beklediklerini...
Hürriyet

BDP mitinginde Öcalan posterleri açıldı

17:30 - BDP'nin düzenlediği boykot mitingleri Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde devam etti. Mitingde, sık sık PKK terör örgütü ve elebaşı Abdullah Öcalan lehine sloganlar atıldı. Miting alanında Öcalan'ın posterleri ve sarı kırmızı ve yeşil renklerden oluşan bayraklar açıldı ve uzun süreli havai fişek gösterisi yapıldı. 27.08.2010 DİYARBAKIR netgazete

Sebahat Tuncel'den Boykot Çağrısı
29 Ağustos 2010
Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) 12 Eylül'deki Anayasa referandumunu boykot kampanyası kapsamındaki çalışmlarına İstanbul'da devam edildi.

Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) 12 Eylül'deki Anayasa referandumunu boykot kampanyası kapsamındaki çalışmlarına İstanbul'da devam edildi. Sultanbeyli'de BDP Milletvekili Sebahat Tuncel'in de katıldığı etkinlik kapsmında vatandaşlara "Neden boykot ediyoruz" yazılı broşürler dağıtıldı. Tuncel daha sonra esnafına ziyeret ederek "Referandum için kararınızı verdiniz mi?" diye sordu. Bir esnafın "Daha karar veremedik" demesi üzerine Tuncel "Sandığa gitmeyi gerektirecek birşey yok. Biz yeni bir Anayasa istiyoruz. Onun için boykot diyoruz" diye konuştu.

Esnaf ziyeretinin ardından Tuncel, üzerinde "Referandumu boykot ediyoruz" yazılı otobüsle Sultanbeyli'de referandumu boykot çağrısında bulundu. aktifhaber

Vatandaş'a Tahammül Edemeyenlerin Anayasası
Muharrem Bayraktar
Yeni Mesaj

Bir: Devlet Bakanı Egemen Bağış Sarıyer’de bir iftara katıldı. İftarda anayasa değişikliği paketini anlatmaya başladı. İki vatandaş ayağa kalktı ve

““İftar yemeğine geliyorsunuz ama bize burada propaganda yapıyorsunuz. Burada propaganda yapmayın. İlk önce yakılan, yıkılan ormanların hesabını verin”

diye bağırdı. Çok medeni bir protesto idi bu. Küfürsüz, hakaretsiz, şiddetsiz bir protesto.

Bağış hemen kükredi:

“Biz sizin kimler olduğunuzu biliyoruz. Sizler provokatörsünüz. Burası protesto yeri değildir.”

Egemen Bağış protestocuların kim olduklarını “bir bakışta!” anlama kerametini göstermiş onların provokatör olduklarını ilan etmişti.

Polisler, protestocuları apar topar dışarı attı.

Oysa bir siyasetçi halka konuşuyorsa halkın kendisini eleştirmesine, tepki göstermesine de hazır olmalı.

Ne demek “burası protesto yeri değil!”

Bal gibi de protesto yeri. Hem demokratik bir anayasa getireceğiz diyorsunuz hem size biat etmeyen vatandaşın demokratik tepkisini anında ve tahammülsüzce polis coplarıyla boğuyorsunuz.

Vatandaş size yakılan ormanları soruyor siz kapı dışarı ediyorsunuz.

İki:

Aynı gün Muş’ta benzer bir olay. Bu defa sahnede Devlet Bakanı Zafer Çağlayan. Vatandaşların da bulunduğu belediye başkanının makamında bir kişi el kaldırarak Bakan Zafer Çağlayan’a soru sordu.

Adının Kamil Karslı olduğunu söyleyen 30 yaşlarındaki vatandaş,

“yıllarca Ticaret Odası Başkanlığı yaptınız. Koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti’nin Sanayi Bakanısınız. Bugün Muş’a hiçbir yatırım yapmadınız. Yani 8 senedir AK Partidesiniz Muş’a hiçbir yatırımınız yok”

diye bağırdı.

Araya giren Bakan Çağlayan ‘nereye’ dedi.

“Muş’a şu ana kadar hiçbir yatırım yok. Çimento fabrikası zaten siz gelmeden önce de vardı. Ne yaptınız, bugüne kadar? Bir vatandaş olarak soruyorum”

dedi. Sonuç:

Çağlayan “sen uzayda mı yaşıyorsun?" diye sordu ve vatandaş Kamil, polislerce dışarı atıldı.

Suçu, bir bakana “ilimize ne yatırım yaptınız?” diye sorma küstahlığında(!) bulunmak.

Üç:

Çevre ve Orman eski bakanı Osman Pepe, İzmit’te partisinin düzenlediği” evet kampanyasına katıldı.

65 yaşındaki Nezih Baba, AKP’nin dağıttığı evet yazılı paketi “işçi, memur,emekli perişan” diyerek almayıp geri çevirdi.

Vatandaş Nezih Baba durmadı, devam etti:

“Ben 65 yaşında insanım. Emekli, işçi, köylü, memur hepsi perişan. Şurada yüz kişiye sorun 99’u yok diyorsa ben şurada çırılçıplak soyunurum.

Başbakan diyecek ki, işçiye şunu veriyorum, emekliye bunu veriyorum diye açık açık söyleyecek.”

Pepe emekli vatandaşın tepkisi üzerine daha fazla dayanamadı ve “sen sus artık, biraz da başkası konuşsun” dedi.

Polisler Nezih Baba’yı götürmek istedi halk engelledi. Pepe de diğer AKP’li bakan ve vekiller gibi “eleştirenlerin” değil “öven, alkışlayan” yalakaların konuşmasını istiyor.

Diğerlerine tahammülü yok.

Diğerleri susmalı, kaybolmalı, copla
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Nis 16, 2017 9:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 23 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Tem 22, 2010 10:11 pm    Mesaj konusu: Bu 'Yedi Düvel' Anayasasıdır Alıntıyla Cevap Gönder

Bu 'Yedi Düvel' Anayasasıdır



Kim istiyor bu anayasayı?

Yarsav Yönetim Kurulu bir açıklama yaptı . Açıklamada,

‘Anayasa değişiklikleri konusunda Anayasa Mahkemesi’nce son derece tartışmalı bir karar verilmiştir.’

dendi. Anayasa Mahkemesi, yargıya ve hukuk devletine yönelik saldırıda sessiz kalmıştı. Anayasa Mahkemesi,

‘yargı üzerinde kurulacak baskı, abluka ve çirkin oyunlarla sonuç almayı hedefleyenleri’ bu kararla, güçlendirmiş, cesaretlendirmişti.’
Bu millet 2 ay sonra Referanduma gidiyor. Referanduma karşı çıkanlara ‘Ey halk bakın halkın egemenliğini istemeyenler var!’ söylemi kullanılıyor.

Her türlü imkan ve türlü çeşit düzenekle uyuşturulmuş ve çaresiz bırakılmış bir halka

‘Bak ben seni adam yerine koyuyorum! Sandığa davet ediyorum!’

deniyor..
Halk detaylarını bilemediği bir kargaşanın ve ekranlardaki kargaların sesleri arasında bir halkoylamasına daha gidiyor….

İşte bu, ‘sistemin’ fotoğrafıdır!
Nedir ‘sistem’in derdi: Asya’nın kilidi, Türkiye’yi, batı çıkarlarına göre şekillendirmek.

O zaman, ekonomi de, siyaset de, kültür de, savunma da, HUKUK da bu ‘sistem’ çerçevesinde şekillenecek!
Oyunun kuralı bu. Bence bunu bilmek yeterli!
Batıda eller havada!
Şimdi önümüzde referandum var!
Acaba kim neyi oylayacağından haberdar?Neyi oyladığımızı en ince detayına kadar bilenler var: Onlar, Batılı uzmanlar!

Bakın şimdiden ellerini oğuşturup bizi alkışlıyorlar!
Merkel’den AB konseyi yetkililerine , ABD’nin derin devlet sözcülerine kadar herkesin elleri havada…
Financial Times’dan Delphin Strauss,

‘Geri kalan anayasa değişiklikleri de yavaş yavaş gündeme gelecek…’

diyor.

Muhtemelen bunun için halkın ‘umudunun’ arttığı yeni bir hükümet beklenecek. Geçmişte böyle olmuştu. ‘ Altın vuruş’ için politik psikoloji çalışmaları devreye girecek.
Tüm toplantılarda verdiğim bir şablon vardır: Şimdi onu sizinle de paylaşayım.:
Gittiğim 82 ülkenin büyük bir çoğunluğunda hep aynı şablon uygulanmıştı:
Önce başa, Batının besleyip yetiştirdiği ‘seçilmiş’ kişiler getiriliyordu.

Sonra onlara ANAYASAL değişikler için emirler veriliyordu. (Önce Yugoslavya ardından Bosna ve diğer balkan ülkeleri harika örneklerdir)
Kıskaca alınmış politikacı, emir çerçevesinde, bir gecede 15er 25er yasa değiştirip/cıkartıp, kendi ülkesini batı çıkarları doğrultusunda, soydurup soğana çeviriyordu.

Bu arada cebi inanılmaz oranda doluyordu.. Dünya sıralamalarında ilk ona giriyordu.

ÖZELLEŞTİRME kurallara bağlanıyor, halkın nesi var, nesi yoksa çokuluslu şirketlerin oluyordu.

Eşzamanlı olarak medya tümüyle bir uyuşturma makinesine çevriliyor, ÖZEL TV’ler bunu en mükemmel biçimde gerçekleştiriyordu.
Psikolojik savaş makineleri önce yavaş sonra hızlanarak ülkeyi etnik ve dini temelde bölmek için bu medyayı kullanıyordu.

. Ardından iç savaş çıkıyor ve Birleşmiş Milletler askerleri –aynı Amerikalı general Odierno’nun dediği gibi– tarafları yatıştırmaya geliyordu.

BM askerleri, geldikleri petrol gaz bölgelerine, el koyup, o coğrafyada ‘kukla devletçikler yaratıyorlardı .
Böl ve Yut kitabımda bunun onlarca örneğini okuyabilirsiniz.
Anayasa değişiklikleri, referandumlar, bu genel şemanın detaylarındadır, …
Bizi bu detaylarda boğarlar!

Halk anlayamadığı bir dizi kelime arasında kaybolur.

Parti kapatma yasası, HSYK, Anayasa Mahkemesi üyeleri sayısı.. Sokaktaki adamın ilgi alanı dışındadır…İşsizdir, açtır, hastadır, sadece 1 oyu vardır.

Bu arada yargı biter, Anayasa mahkemesi silikleşir, iktidarlar büyür, dokunulmazlık artar, Washington ve Brüksel’den vesayetli seçilmişler, sömürge valilik görevlerinde adım adım ilerlerler.. Taltif edilirler ya da sokağın nabzı aşırı yükselirse, patronları tarafından, yeni bir ‘umut hükümetle’ yer değiştirilerek ‘nadasa çekilirler’.

Bu ‘Yedi Düvel’ Anayasasıdır!

Hatırlayın, kim Anayasa değişikliği paketini gündeme oturttu?.

İktidar elbet diyeceksiniz. Sadece o mu?

Avrupa ve Amerika’nın politik çeteleri yıllardır, ‘Türkiye’nin artık Türkiye olmayacağı bir Anayasa’ istiyor…

İlk tartışmalar başladığında Profesör Ergun Özbudun adı ortaya çıkıyor..
Prof Özbudun, hazırladığı Anayasa taslağında , ‘devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü korumanın , Türk ulusunun bağımsızlığını korumanın, devletin amaç ve görevleri arasından çıkarılması’ teklifini getiriyor.

‘…Ulus devletten şehir devletçiklerine, eyalet sistemine geçişin önünde hiçbir anayasal engel kalmamalı’,.‘‘Türk Yurttaşlığı Kavramı kalkmalı!’.diyor.

Kimdir Prof Özbudun?

Prof Özbudun, ve ekibindeki birçok kişi, Amerikan derin devletinin kuruluşlarıyla bağlantılılar. .

International Republican Institute (IRI) , National Endowment for Democracy (NED)ve National Democratic Institute (NDI) ve dünyaya yön veren Huntington ve Brzezinski’lerin yakınındaydılar.

Türkiye’ye Anayasa taslağı hazırlayanlar.’Avrupa Konseyi Demokrasi Komisyonu’ ile de içli dışlıydılar.

Demekki onlar fasaddılar. Arkalarında dağ gibi bir küresel güç var!

O, dağ gibi güç uzun zamandır Türkiye’ye ‘ANAYASA DEĞİŞMELİ!’ mesajını dayatmıştı.

Şimdilik istenen Anayasal değişim tam olarak gerçekleştirilememiştir. Arslan Bulut’un dediği gibi, ‘rejim fiilen değiştirilmiştir’ ama kılıf yavaş yavaş geçirilecektir. .

Amerikalı Türkiye ‘uzmanı’, Henri Barkey, Eylül 2009’da BBC’ye verdiği demeçte,

‘Sayın Özbudun’un dediği gibi, 1982 yasasının derhal değişmesi lazım!’

demiştir..

‘Hükümet, Kürt kelimesini kullanmayarak, süreci “Demokratik Açılım” olarak tanımlıyor. Bu uygundur. Ama ‘Demokratik açılım’, bu Anayasa değişmeden yapılamaz’ diye eklemiştir.

Demek ki Anayasal değişikliklerin en önemli yanı şu malum ‘Kürt meselesi’dir.
8 Temmuz 2010’da AB Komisyonu sözcülerinden Espuny de, ‘Türkiye, ‘AB yolunda ilerlemek için, 12 Eylüldeki referandumda anayasa değişiklik paketini kabul etmelidir!’ buyurabilmiştir.

Ana hedef bellidir. Türkiye soğuk suya atılacak kurbağadır. Altına ateş yakılacak su ağır ağır ısınacak, kurbağa rehavet içinde öbür dünyayı boylayacak…

Güneydoğu tüm zenginliğiyle küresel çetenin elinde oynattığı bir yönetimin olacak!

Zaman daralmaktadır!

Böylesi devasa bir plan karşısında, Türkiye’nin iktidarı ve muhalefeti, zaman zaman esip gürlemeler dışında ‘AB’nin yolunda’, ‘Batının ekseninde’ olduklarını her platformda beyan ediyorlar.

Göçen bir iktidar, biryerlere süpürülmemek için verilen görevleri can havliyle yapmaya çalışıyor. Peki, Anayasa teklifine ‘hayır’ diyenler, iktidara gelirlerse/ geldiklerinde ‘AB /ABD yolunda’ dayatılan Anayasayı nasıl geri çevirecekler?

Referandumdan ‘HAYIR’ çıktığı zaman, ‘Batı yolunda’ kalarak, nasıl batıya karşı gelecekler?

Batının dayatmaları 100 yıldır aynı.

‘Bir Kürdistan kurulmalı. Petrol coğrafyasına oturtulmalı! Türkiye fazla büyük, parçalanmalı! Bu coğrafyada Türk kalmamalı!’

‘Bu topraklarda yaşayanların hepsi Ermeni, Kürt, Çerkez, Pontus, Süryani Alevi .. olduğunu anlamalı!’

Artık zaman sıkıştı! Herkesin safı belli..

Anayasa dayatması, turnosol kağıdıdır! Ve iktidarın söylediği gibi 10 genel seçime bedeldir!

Ey ahali duyduk duymadık , okuduk anlamadık demeyin! Görevimiz duymak, anlamaktır, anlatmaktır.

Ona göre 12 Eylül’de tavrımızı almaktır.

Ve ondan sonrasına da iyi hazırlanmaktır…..

Kaynak: www.banuavar.com.tr/

BU REFERANDUMLARIN ARKASINDA KİM VAR
Banu Avar



14.07.2010
‘Halkın sesine kulak vereceklermiş’ Eğer halk ‘Hayır’ derse hemen seçime gideceklermiş.. Halkı etkilemek için, Kandil’e bir kara operasyonu, tam referandum öncesi devreye girebilirmiş…

Millet, ‘Evet’çiler, ‘Hayır’cılar ve ‘Boykotcular’ olarak saflara ayrıldı..

4 C köleliği, işsizlik yoksulluk ve terör pençesindeki büyük çoğunluk, gerçek gündemden uzaklaştırıldı. Tıpkı ‘açılım’ muamması gibi, şimdi de referandum tartışmalarının kucağına atıldı!

Anayasa Profesörü, siyasetçi Mümtaz Soysal, ‘Büyük halk yığınlarını oyalamak ya da aldatmak söz konusu olduğunda, demokratik bir hava vermek için, işin içine bir de halkoylaması sokulur!’ diyor.

Şu referandum bilmecesinin Avrupa örneklerine bir bakalım mı..

1998 İRLANDA’DA REFERANDUM!

Ortalık kan gölü, her yerde İRA terörü... Kuzey İrlanda Güney’le savaşıyor. Teröristler Beyaz saray’da ağırlanıyorlar. Terörün arkasında Amerika var.

1998’de REFERANDUM sözcüğü ortalıkta boy gösteriyor. Amerika “İki İrlanda

birleşsin!’ diyor. Referandum rüzgarı her yanı sarıyor.”Birleşme emrinin nedenleri

var!

Amerika birkaç sene sonra Afganistan ve Irak’da bir cephe açacak, Avrupa’nın giriş kapısı İrlanda, ana üslerden biri olacak. İrlanda terörden arındırılacak, TEK İrlanda ABD’nin hizmetine sokulacak.

2004 Kıbrıs’ını hatırladınız mı?

1998’de, İrlanda’da zoraki bir referandum yapıldı. Birleşme halka onaylatıldı.

Kuzey İrlanda , ve Güney’deki İrlanda Cumhuriyeti, küresel sermayenin dayattığı

‘tek dünya evine’ adım attılar!

Sorunlarının hepsi olduğu yerde duruyordu. Dertlerine yenileri ekleniyordu.

Önce Shanon havaalanı ABD ordusunun hizmetine verildi. Çok uluslu silah şirketleri

İrlanda’nın kalbine kuruldu. Getirenler o yıl Nobel ‘barış’ ödülüne layık görüldü

Gazeteci Colm Bryce, Derry’de yaptığım röportajda, ‘Şimdi, havaalanlarımıza da, akarsularımıza da, kıyılarımıza da el konuluyor!’. demişti.


TEK SEÇENEKLİ ‘DEMOKRASİ’

Dünya egemenliği hedefleyen küresel sermaye, Afrika, Asya, ve Avrupa’da, kolay denetlenebilir, kıtasal çapta federatif yapılar istiyordu. ‘Birleşik kıta devletleri’ planına Avrupa’dan başlamıştı. Avrupa Birliği böyle planlandı.

2004 yılında AB’yi federasyona dönüştürme projesi tamamlandı ve bir AB Anayasası ortaya kondu.

AB Anayasası, ulus devletleri tarihe gömüyordu. Tüm iktidar AB organlarının yani küresel sermaye odaklarının eline geçecekti. Tüm Avrupa’da referenduma gidildi. Fransa ve Hollanda halkı, AB ye bağlı eyalet olma fikrini reddetti. ‘HAYIR’ dedi.

Küresel çete 2 yıl bekledi ve 2007’de Lizbon’da ‘hayır’cıları bertaraf etti. Madem ‘hayır!’ diyenler vardı. Referenduma gidilmeyecekti, AB Anayasasına ‘Anlaşma’ adı verildi, ve ‘parlamentoların onayıyla’ yürürlüğe girmesi kararı verildi!

Fransa ve Hollanda’daki halk muhalefeti ‘halledilmişti’.

Geriye İrlanda’nın ‘halli’ kaldı. Anayasası gereği İrlanda, parlamento onayını yeterli bulmuyordu. Referendum’a gidilecekti. İrlanda halkı , AB anayasasına ‘hayır!’ deyince, küresel çete, ‘EVET’ alana kadar oyuna devam etti.

İrlanda halkı , 2 yıl boyunca tüm tv kanalları ve basından yayılan siyasi ve ekonomik tehdit ve şantajla beyni yıkandı. İrlanda’nın tüm medya kuruluşları birkaç yıl içinde küresel sermayenin eline geçmişti. Psikolojik harekatta, ‘EVET’ denilmezse İrlanda iflas eder’ söylemi kullanıldı.

İki yıl aradan sonra yapılan referendumda ‘EVET’ söke söke alındı.

HALK OYLAMALARI VE BASKININ ÖRTÜSÜ

İrlanda, Hollanda, Fransa Referandumlarından sonra Avrupa’da ‘referandum’ oyunu sorgulanmaya başladı. Avrupalı aydınlar referandumlarda, seçmenin ‘bilerek’ değil, medya dedikodularıyla ‘yönlendirilerek oy verdiğini tartıştılar. Referandumlarda, oy kullananların, konuyla ilgili, ne teknik bilgisi vardı, ne de önüne konan aldatmacaları çözebilecek durumdalardı.

Avrupalı aydınlar, ‘Hitler ve Mussolini gibi liderlerin halk oylamalarına giderek, baskıcı politikalarını populizmle örttüklerini, halkı okşayarak, giyotine götürdüklerini’ yazıp çizdiler.

Oyuna bir daha bakalım: Yukarı tükürsen… diye başlayan halk deyişini hatırlayalım.

ABD VE AB BASTIRIYOR: ‘EVET DE!’

‘Evet’çiler, ABD ve AB ekseninde Türkiye’yi bölecek sürece destek verecekler!

Duymuşsunuzdur, ABD büyükelçisi ve AB organları, ‘Türkiye ‘EVET’ demeli!’ reklamı yaparak şehir şehir gezmekteler!

Boykotçular, BDP ve bölücüler.. Bence referandumun gerçekten ‘boykot’ edilme ihtimaline karşı, Batıdan aldıkları ‘taktik’ gereği, bu kararla ortaya çıktılar!

‘Hayır’ diyenler, bu ülkede, ne iktidarda ne muhalefette halkın yanında bir lider olmadığını gören, ama Türkiye’nin boğazına geçirilmiş yağlı ipin, yılansı kayganlığını bedeninde hissedenler..

Herşeyin farkında olanlar, biliyorlar ki, bu referandumdan ‘Evet’ çıkarsa Türkiye’nin önüne zifiri bir dehliz daha çıkar. ‘Hayır’ çıkarsa, başbakanın işaret ettiği gibi bir ‘erken seçim’ olasılığı var.

Bir ‘erken seçim’, Türk halkına derlenip toparlanmak, dayatılanlar dışında başka seçeneklere yoğunlaşmak, kendine güvenmek, biraraya gelmek, güneydoğuda oynanan büyük oyuna ‘DUR’ demek için bir ZAMAN sunacak.

Küresel sermaye, ihtimal hesaplarını çoktan yaptı. CHP’yi, Saadet partisini –muhtemelen yakında MHP’yi-- AKP’ye baston yapacak şekilde yapısal değişikliklere zorluyor. Buna rağmen, AKP ile yola devamın, mümkün olamayacağı ihtimali karşısında, koalisyon haritalarını da masaya koyuyor.

Erdoğan’ı ‘siyasi açılım’a itiyor, muhtemel ortaklarla şimdiden tokalaşma ‘tavsiyesinde bulunuyor. .

Bakalım, Türk halkı mucizevi sağduyusu ve zamanlamasıyla, tüm bu oyunların hakkından bir kez daha gelecek mi?

Ben tarihin Türk halkından yana olduğunu biliyorum… Hatırlayın, 1919’da, umutsuz, çöken bir imparatorlukta, yazar Refik Halit Karay, direnen güçlere ve Mustafa Kemal’e hitaben ne demişti:

‘Anadolu’da bir patırtı bir gürültü, kongreler, beyannameler filan..

Sanki birşey yapabilecekler…Blöf yapmanın sırası mı şimdi?

Hangi teşkilatın ne gücün var!… Bu ne hayal!!

Kuzum Mustafa sen deli misin!’

O Mustafa, aklın ve bilimin ışığında, ne ‘deli’ ne ‘çılgın’ olmadığını, halkıyla ispatlamıştı!

Odatv.com

“MADE IN ABD”
Müyesser Yıldız
14.07.2010 :

Yeniçağ Gazetesi Yazarı Arslan Bulut, emperyalizmin Anayasa değişikliği ve “yargı reformumuza” yaptığı katkıların peşini bırakmıyor. İşe, Gazeteci Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım” adlı kitabında yer alan, “Adalet Bakanlığı’nda Bush zamanından beri Amerikalı bir danışman savcının bulunduğu” bilgisiyle başladı. Ardından BM Kalkınma Programı’nın hazırladığı yol haritasını gündeme getirdi. Son olarak, “Yargıdaki Kanadalı gölgesine” dikkat çekti.

Adalet Bakanlığı, “Amerikalı danışman savcı” iddiasını yalanlarken, şu bilgiyi verdi:

“Türkiye ile birçok yabancı devlet arasında olduğu gibi ABD ile de 1980 yılında yapılmış olan ‘Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardımlaşma Antlaşması’ yürürlükte bulunmaktadır. Bunun dışında ülkemiz ile ABD arasında 2006 yılında herhangi bir antlaşma yapılmamıştır.”

Ancak ODATV’den Barış Terkoğlu 29 Haziran’da yayınlanan “Bakın Amerika Ne Söylüyor” başlıklı yazısında hem ABD Adalet Bakanlığı, hem de Dışişleri Bakanlığı internet sitesinden derlediği resmi bilgilerle, ABD’nin özellikle PKK’yla mücadele konusunda Türkiye’ye ne tür “danışmanlık” hizmetleri verdiğini ortaya çıkardı.

ABD SAVCISI OLMADIYSA, TÜRK SAVCILARINI GÖTÜRÜRÜZ

ABD’nin gırtalığına kadar Anayasa değişikliği ve yargı reformunun içinde olduğunu gösteren bu iddia ve bilgiler yeterli bulunmuyorsa, bir belge daha sunalım.

Bu belge, ABD Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanan Mayıs 2009 tarihli “Özgürlük ve Demokrasi İlerleme Raporu”dur. Buyurun, ABD’nin kendi ağzından “yargı reformumuz” için öncelikle kimler üzerinde, hangi konularda, ne tür çalışmalar yapıldığını anlatan bölüm:

“Türkiye demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayanan reform sürecine devam etmelidir… ABD hükümetinin başlıca hedefleri, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne daha fazla değer veren, daha demokratik bir hükümeti teşvik etmek ve daha bağımsız ve tarafsız adliye de dahil demokratik, şeffaf ve sorumlu devlet kurumlarına olanak yaratacak anayasal değişiklikleri içeren yasal reformları desteklemektir… ABD, hukukun üstünlüğünün ve modern, tarafsız bir adliyenin geliştirilmesine yardım amacıyla çok sayıda milletvekili, yerel siyasi lider, yargıç, adli yetkili, basın mensubu, akademisyen ve sivil toplum örgütlerinin yetkilileri ile toplum diplomasisi programları yoluyla temas kurdu ve objektif adliyenin geliştirilmesine yardım edecek eğitimi artırdı. 2008’de çeşitli programlar vasıtasıyla uzun sürelerle ABD’ye gelen 100’den fazla kişi Amerikalı meslektaşları ile tanıştı, ABD’nin politik, yargı ve sosyal sistemlerinin yapı ve fonksiyonlarını daha yakından tanıdı ve ABD’nin insan hakları ve demokrasiyi ilerletmek için gösterdiği çabaları gözlemledi. Amerikan değerlerini gösteren kamu diplomasisi, ülkede ihtiyaç duyulan hukuk reformlarının önemini belirtebilecek liberal değerleri tanıtmak bakımından çok önemlidir. Bu faaliyetler ABD konuşmacı programlarını, mübadeleleri, ülkenin her tarafında ABD görevlilerinin halka hitap etmesi ve Enformasyon Kaynak Merkezleri aracılığı ile doğru bilgilerin ulaştırılmasını da kapsar… ABD görevlileri, insan hakları meselelerini tartışmak, yeni görüşleri işitmek ve büyük şehir ortamlarının ötesinde ortaklar aramak için ülkenin her tarafına gider. ABD görevlileri, ABD siyasetini ve Amerikan değerlerini açıklamak, Türk-Amerikan ortak çıkarlarını belirtmek amacıyla konferanslara, seminerlere ve programlara katılır… ABD, sivil toplumun gelişmesi ve onun rolünün anlaşılmasını daha da ileri götürmek amacıyla din ve toplum, demokraside sivil toplumun önemi, etnik grupların bulunduğu toplumlarda çeşitliliğin yönetimi ve güzel sanatlar yoluyla hoşgörünün teşvik edilmesine ilişkin ziyaretçi programlarını destekledi. STÖ ve dini liderlere sunulan ziyaretçi programları da istikrarlı ve güvenilir politik sürecin değerini ve çok sesli, dini ve etnik bakımdan çeşitli, hoşgörülü toplumun faydalarını teşvik etmekte önemli rol oynadı. Konular ise ABD’nin yasama, yargı ve sosyal sistemleri, ABD’nde hukukun üstünlüğü ve Amerikan hayatında din ve dini kurumların rolünü kapsadı. Öğrenci lider değişimi yaz programı da, yerel liderlerin gelecek neslini aynı ABD kurumları, gelenekleri ve süreci konusunda bilgilendirerek bu projeleri tamamlamış oldu. ABD görevlileri özgür ifadenin daha fazla korunması, Müslümanlık dışındaki dinlerin haklarına saygı duyulması, azlıklara ve azlıkların görüşlerine hoşgörülü davranılması gibi kapsamlı reformlara devam edilmesini teşvik amacıyla muntazam olarak yasama ve yürütme organlarının, aynı zamanda yargı organının üyeleri ile görüşmektedir.”

ABD’NİN SOMUT “TEŞVİKLERİ”

ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda, Türkiye’nin hukuk reformuna yapılan somut katkılar hakkında da şunlar anlatılıyor:

“ABD hükümeti, ülkede hukuk reformlarını ilerletme çabalarını artırmak amacıyla, ceza yargılamasının dava öncesi aşamasındaki çözümler konusunda 45 savcı ve yargıcın katıldığı bir konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansta ceza pazarlığı yönteminin kabulü teşvik edildi. ABD, Türkiye, diğer Avrupa ülkeleri ve Irak arasında hukuk alanında işbirliğini daha da geliştirmek, profesyonel adli standartları kuvvetlendirmek ve hukukun üstünlüğünü uygulamak için teröristlerin iadesi konusunda bir konferansa da Adalet Bakanlığı ile birlikte ev sahipliği yaptı. ABD hükümeti aynı zamanda terörizm alanındaki yasalar, çocuklarla ilgili konular ve iki tarafı ilgilendiren diğer yasal alanlardaki en iyi uygulamaları gözlemlemeleri amacıyla, savcılar için ABD’de bir inceleme turu düzenledi. Ülkenin insan ticaretine son vermesine yardım etmek ABD’nin öncelik verdiği bir konu olmaya devam etmektedir. ABD görevlileri insan ticareti aleyhine faaliyet gösteren öncü kurumlar, uluslararası örgütler ve STÖ’ler ile yakın ilişki içinde olmaya devam etti. ABD, bir ABD görevlisinin, ABD’nin modern günümüzdeki köleliği ortadan kaldırmak konusunda ısrarını vurgulamak amacıyla Aralık 2008’de üst düzey devlet yetkilileri, sivil toplum ve uluslararası örgütlerin temsilcileri ile görüştüğü üç günlük seyahati destekledi. Bu alandaki kamu diplomasisi programları ülkenin güneydoğusunda kadın ve kızların ekonomik, hukuki ve sosyal bakımlardan güçlendirilmesi amaçlı dört projeyi kapsadı.”

ADALET BAKANI’NIN İTİRAFLARI

Hadi bu raporu da çöpe atalım. Anayasa ve yargı reformunun, tamamen “Made in Turkey” olduğunu ve Türk Milleti için yapıldığı iddiasını sürdüren iktidarın Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e kulak verelim.

Son bir hafta içinde iki önemli açıklaması oldu. Birincisi dün TBMM Genel Kurulu’nda CHP’li Ali İhsan Köktürk’ün eleştirileri üzerine yaptığı gündem dışı konuşmada söyledikleriydi. Ergin, “Anayasa değişikliğinin, AB’ye üyelik yolunda görüşme fasıllarının açılması için gerekli olduğunu ve değişikliklerin Avrupa’daki hukuk otoritelerinden de destek gördüğünü” bildirdi.

Bu sözlerden anladığımız şu; Demek ki Kıbrıs Rum kesimi ve Fransa’nın bloke ettiği 8-10 başlık orada dururken, AB, uyduruk birkaç başlık açmak için şimdi de “Anayasa değişikliği ve yargı reformu” dayatmasında bulunuyor ve biz gerçeklere gözümüzü kapatıp, kabul ediyoruz. Veya iktidar her zamanki gibi, yine AB bahanesine sığınıyor. Her halükarda “reformun”, “Made in Turkey” olmadığı, Bakanın ağzından tescilleniyor!..

Zaten önceki Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, yargı reform taslağını en önce AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’e takdim etmemiş miydi?

Adalet Bakanı’nın diğer iki önemli itirafı ise 11 Temmuz’da Zaman Gazetesi’nde yayınlanan röportajın satır aralarında gizliydi.

“Yargıdaki temel sorunları çözmediği için ‘paket bir reform değil’ iddialarını” şöyle cevaplandırdı:

“Yargı reformu stratejisinde yargının sorunlarına bir bütün olarak bakış açısı getirdik. Yargının tüm sorunları masaya yatırılmış ve çözüm önerileri ortaya konulmuştur. Bu belge, Avrupa Komisyonu’nca doğru yönde atılmış bir adım olarak 2009 ilerleme raporuna girdi. Ancak anayasa paketi içerisinde getirilen düzenlemeler kısa vadeli değişikliklerdir. Orta ve uzun vadeli hedefler içerisinde bilirkişilik, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, alternatif infaz yöntemleri dahil tüm sorunlara çözüm yolları önerilmiştir.”

Yani bir kez daha “Anayasa paketinin” AB’nin istekleri doğrultusunda hazırlandığını açıklamış olmakla kalmadı, “arkası var” demeye getirdi.

TÜRK MİLLETİ DEĞİL, CORÇ İÇİN VEYA TARİHİN TEKERRÜRÜ

Adalet Bakanı Ergin, Anayasa paketinin halka nasıl “iş ve aş” getireceğini anlatırken söyledikleri ise “yargı reformunun” gerçekte kimler için yapıldığının itirafıydı. İşte Bakan Ergin’in o sözleri:

“Bu ülkede yatırım yapacak sermaye sahipleri, önce güven veren bir adalet mekanizması var mı, yok mu diye bakıyor. Yaptığı yatırımın güvencesi olup olmadığına bakıyor. Hiçbir yatırımcı kendi sermayesiyle kumar oynamak istemez. Bu açıdan, Türkiye’de güven veren adalet sisteminin kuruluyor olması, bu ülkeye ilave yatırım gelmesi, yeni istihdam oluşması, aş demek, iş demek, ekmek demek. Özelleştirme uygulamalarında yüksek yargının verdiği çelişkili kararlar, yatırımcıları caydıracak içtihatlar, bu konuda Türkiye'nin yerli ve küresel sermayeye güven veren adalet sisteminde tereddüde yol açmıştır. Yargı reformu strateji belgesi güven veren bir adalet sistemini benimsedi…”

Yani Başbakan Erdoğan’ın Ofer’in Galataport projesi ve mayınlı arazilerin İsrail’e verilmesi tartışmaları sırasında söylediği, “Paranın dini, milleti, ırkı olmaz… Burada İzak çalışmayacak ya, Ahmet, Mehmet çalışacak. İşte işsizliği aşıyoruz. Bak kardeşim o Corç olsun. Gelsin yatırımını yapsın. Burada fabrikayı kurduğu zaman, buradan gitse fabrikayı alıp da mı gidecek? Kim yanında istihdam edilecek? Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma. Pazarı hazır…” şeklindeki sözlerin “hukukçası”!..

Batılıların, kapitülasyonlarının sağlama almak için Osmanlı’ya dayattıkları veya Sevr’de önümüze koydukları “yargı reformlarını” bilmeyen yoktur. Ancak “Corç” meselesine pek benzeyen iki somut olayı, Halil Ersin Avcı’nın derlediği “İngiliz Gizli Raporu Türkiye 1908” adlı kitabından aktaralım. Dönemin İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi, Londra’ya gönderdiği gizli raporda, “Basra’daki ipotekler” ve “Hudeyde’deki Yargıç Muavini” hakkında şunları anlatır:

“Türk yetkililer, -özellikle Suriye ve Filistin’de- mülklerin yabancılara devrine izin vermede gönülsüz… Basra olayında iki firma, Gray, Mackenzie ve ortakları ile France, Frenwick ve ortakları, kendi firmalarına ait olan mülklerin İngiliz vatandaşlarına devretmek istediler. Yerel otoriteler, bu devire izin vermeyi reddettiler ve çok daha aşağı derecede güvence sunan diğer tedbirler yeniden uygulanmak zorunda kalındı. Elçilik, geçen Temmuz öncesinden beri bu sorunla ilgileniyordu. Ancak içinde bulunduğumuz değişim döneminde hala halledilemedi. Devlet Şurası geçenlerde, İngiliz vatandaşlarının sahip oldukları mülkleri, diğerlerine devretme hakkını açıkça tanıyan bir karar verdi. Bu kararın, bahsedilen iki özel olayın yardımına çok geç geldiğinin görülmesine rağmen, yerleştirdiği prensip, gelecekte başvurmak için yeterli olacaktır.”

“Olay, Hudeyde’deki Ticaret Mahkemesinin, yabancı muavinleri içine almayı reddetmesi sebebiyle meydana gelmiştir. İmparatorluğun büyük bir kısmında var olan Avrupa benzeri yargı sistemi, hiçbir zaman Yemen’e uygulanmadı ve Adliye Nazırı, yabancıların kabulü yönünde herhangi bir adım atma konusunda oldukça gönülsüzdü. Hudeyde’deki Ticaret Mahkemesinde özel bir İngiliz davası oldu. Elçilik, kuvvetli bir şekilde yargıç muavinlerinin mahkemede görev almasının kabulü konusunda ısrar etti. Temmuz’dan biraz önce Bab-ı Ali’den lehte bir karar elde edildi, ancak Adliye Nazırı’nın muhalefeti nedeniyle sorun askıda kaldı. Dürüst olmasına karşın, yaşlı, inatçı ve gözden düşmüş olan Abdurrahman Paşa, değişimin ilk kurbanlarından birisiydi ve ortadan kaybolmasından sonra Bab-ı Ali’nin verdiği kararın uygulanmasında hiçbiri zorluk çekilmedi.”

Odatv.com


“MECLİSTE UYUYARAK, HALKIN ÖNÜNDE AĞLAYARAK
ANAYASA DEĞİŞMEZ”


22.07.2010

Doğru Yol Partisi Sayın Genel başkanı Çetin Özaçıkgöz’ün, “Bir grup Avukatın partiye katılım töreninde” Referandum ile ilgili yapmış oldukları basın açıklaması :

“Başbakan böyle ağlayacak kadar bu Anayasa Değişikliğinin zaruretine inanıyordu da 8 yıl neden beklemiştir. 8 yıl beklediğine göre şimdi ağlamasına nasıl inanacağız. Şehitlere ne zaman ağlayacak merak ediyoruz.

Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi çabasını da “12 Eylül darbesi ile hesaplaşmak” gibi ortaya koyması bir fanteziden ibarettir. Çünkü Anayasa’nın değişmeyen daha 50 maddesi geriye kalıyor. Bunlar 12 Eylül ürünü değil mi? Bunları ne yapacak sayın Başbakan.

Milletvekillerine her maddeyi teker teker oylatan, ama millete hepsini tek bir oyla oylatmak, hakka, hukuka, demokrasiye ve Venedik Kriterlerine ne kadar uygundur. Avrupa gibi Demokrasiden bahsederler ama Avrupa Konseyi’nin danışma organı olan Venedik Komisyonu’nun 21 Aralık 2006 tarihli “Referandum Klavuzu” nun 30.maddesine aykırı referandum düzenlerler.

Venedik Kriterlerinin 30.Maddesinde “İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler aralarında bir bağ olmayan, farklı sorulara aynı anda zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken, bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Bir metinde yapılacak değişiklik çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa, halka bir dizi soru sorulmalıdır” deniyor. Komisyon Anayasanın tümünün değiştirilmesi durumunda bunu gerekli görmüyor. Ancak bir Anayasa Değişikliğinin bir dizi bölüm içeren unsurlarının ayrı ayrı halkın oyuna sunulmasını öneriyor. Yani şu andaki durum, Anayasa değişikliğinin paket halinde oya sunularak, tüm maddelerin tek cevap halinde oylanması Venedik Kriterlerine aykırıdır.

Haber1001

Erdoğan Mirzabeyoğlu İçinde Ağlar mı?

22 Temmuz 2010
Editör'den

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın son gurup toplantısındaki konuşması diğer gurup konuşmalarından çok farklıydı. 12 Eylül`de yapılacak referandum için 12 Eylül`de öldürülen 4 kritik isimi tek tek andı. Hayatlarını nasıl kaybettiğini anlattı. Haklarında yazılan şiirleri ve ailelerine gönderdikleri mektupları kürsüde ağlamaklı ses tonuyla okudu.Ya da Ağladı...

Erdoğan konuşmasından simge isimlere vurgu yaptı. 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren'i hatırlattı. Mamak askeri cezaevinden bir sabah namazını kılarken başına bir dibçikle vurularak öldürülen Hüseyin Karamahmutoğlu'nu hatırlattı. 12 Eylül Darbesi sonrası idam edilen ilk ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu'ndan bahsetti. Solcuların simge ismi 12 Eylül rejiminin idam ettiği ilk solcu Necdet Adalı'ya vurgu yaptı.

Erdoğan hem sol'dan hem de Sağ'dan 12 Eylül Kahbe darbesinin katliamlarında kimi işkence ile kimisi de idam edilerek öldürülen insanları bir kez daha anlattı . Mamak, Metris ve Diyarbakır cezaevlerindeki işkenceler 12 Eylül ismi ile özdeşleşmiş ve bugünlere uzayan bu süreç hala daha devam etmektedir.28 şubat'ta ,12 Eylül gibi yakın bir süre önce abd-israil destekli en büyük yokedici ve beyinleri iğdiş edici darbelerin başında geliyor.

Salih Mirzabeyoğlu 11 yıldır f tipi hücrelerde ve telegram işkencesine maruz kalıyor.28 şubat'ın ardından İslami Camiada en büyük cezalara çarptırılan ve hala hapishanede hücrede tutulan tek isim.28 şubat'ın belkide hedefinde olan tek ismi o!

Zamanın DGM hakimlerince yargılanmış ve hukuki olduğu iddia edilen yargı tarafından suç teşkil eden bir eylem,ya da başka bir şey olmmasına rağmen bir kere değil bir kaç kez İdam cezasına çarptırılmıştır.

Salih Mirzabeyoğlu'nun şu an bulunduğu Bolu F tipi cezevinde hücresinde tek başına kaldığı ve hala daha devam eden ve ya devam ettirilen Telegram isimli elektro manyetik işkenceye tabi tutulduğu kendisi ve avukatları tarafından sürekli kamuoyuna sunulmaktadır.

28 Şubat darbesi'nin üzerinden onlarca sene geçti ve bu süreçte cezaevlerini müslümanlarla dolduran sistem bugünlerde yeni bir ANAYASA oylamak adına halk refarandumu başlattı.EVET ya da HAYIR oylarının halka ne getireceği dahi anlatılmamışken refarandum resmen iktidar ve mualefet'in oy kapma yarışına dönüştü.Yukarıda da belirttiğimiz üzere 28 şubat Darbesinin ardından hukuki sürecin dahi askıya alındığı bir dönemde cezaevine konulan Salih Mirzbeyoğlu telegram işkencesine maruz bırakılmaktadır.

Tayyip Erdoğan 12 eylül kanlı darbesinin katlettiği Anadolu evlatları için gözyaşlarını dökerken ismini andığı Mustafa Pehlivanoğlu, Balgat`ta, 10 Ağustos 1978 gecesi, teravih vakti, mahalledeki 5 kahvehane, kimliği belirsiz kişilerce tabancalarla tarandı, 5 kişi yaşamını yitirdi. Tarihe `Balgat katliamı` olarak geçen bu olayda, sol görüşlülere ait üç kahvehanede 3, ülkücülere ait iki kahvehanede de 2 kişi yaşamını yitirdi. Olaydan sonra operasyona başlayan polis, 3 kilometre uzakta, Ülkücülerin yoğun olarak oturduğu Karapınar Mahallesi`ne baskın düzenledi ve bir grup genci gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında, 22 yaşındaki Mustafa Pehlivanoğlu da vardı. ve Pehlivanoğlu bu suçlama ile yargılanarak 12 eylül Darbesinin adalaetsiz ve hukuki olmayan bir mahkmesi tarafından İdam cezasına çarptırılmıştı.Bu suçları onun işleyip işlemediğine bile bakılmadan asılarak katledildi.Halbu ki Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını belirtmişti.

Peki Mirzabeyoğlu ne ile suçlanıyor du?

Avukat Ali Rıza Yaman bir açıklamasında müvekkilinin 'Tam olarak neyle suçlandığını, hangi suçtan dolayı ceza aldığını biz de bilmiyoruz. Herkes herkese suç isnad eder. Ancak mühim olan şahsın o suçu işleyip- işlemediği, bunun tesbiti ve verilecek cezanın o suça uygunluğudur.' demiş ve Salih bey, mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs etmekten ve örgüt liderliğinden yargılandı. Yargılama, bunun üzerine bina edildi. Ancak gerek kendisinin, gerek avukatlarının yaptığı savunma bir tarafa, İddianame ve Gerekçeli Karar’da geçen ifadeler dahi Salih Bey’e üzerine atılı suçtan ceza verilemeyeceğinin ispatı niteliğindedir....'

Yani Salih Mirzabeyoğlu davası tam bir hukuki komedyadır ve suç icad edilerek cezaevinde tutulmaktadır.Mustafa Pehlivanoğlu'na isnad edilen suç gibi bir suçlama'da mevcut değildir.Salih Mirzabeyoğlu'na yasadışı örgüt'ün liderliği suçlaması ile de adeta cezaevinde tutma ve fikirlerine kelepçe vurma işkencesi uygulandığı 28 Şubat Darbecilerinin adeta kuşatması altında olduğu apaçık ortadadır. 'Salih Bey’in davasındaki hukuk mantığı, verilen örnekten daha kötü bir şekilde işlemiştir. Hiyerarşi yok, eylem yok, eylem talimatı yok, tanışıklık yok… Buna rağmen ‘olsa olsa budur’ mantığı üzerine bina edilen bir hüküm var. Bu sakat mantıkla verilen karar idam olmuştur. İdam kararı “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”na çevrildi.'

NECDET ADALI ,ERDAL EREN ,HÜSEYİN KARAMAHMUTOĞLU,MUSTAFA PEHLİVANOĞLU

12 eylül 1980 Darbesinin unutulan simge isimleri 12 eylül 2010 günü yapılacak ANAYASA refarandumu ile bir kez daha anıldı ve kamuoyu tarafından bu vsile ile tartışılmaya başlandı..Hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı tarafından gözyaşları dökülerek anıldı.Bu insanların bazıları cezaevlerinde işkence görerek bazılarıda İdam ile katledilmişlerdi..

Anayasa refarandumu gerçekleşecek ve bu refarandumda 12' Eylül ile hesaplaşma şeklinde sürekli yapılan propogandanın 28 Şubat ile yapılamayan hesaplaşmayı nasıl örteceği merak ile bekleniyor.28 Şubat'ta en büyük darbenin indirildiği İslami Kesim hala daha başörtüsü sorununu dahi çözemedi.İslami kesim bunu çözemediği gibi Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'ndan bile bi haber olarak demokrasi çayırında başıboş gezintilere çıkmıştır.Sözüm ona İslami Kesim ! 28 Şubat ertesi liberalleşmiş,ılımlılaşmış ve adeta İslami söylemi terketmiştir.Yeni Anayasa maddelerinde Salih Mirzabeyoğlu'nu cezaevine sokan süreç ile hesaplaşma yoktur.

Ve kim olursa olsun Salih Mirzabeyoğlu için ağlamıyor ise ABD ve İsrail patentli 28 şubat darbesinin savunucusudur.Dolayısı ile ABD ve İsrail'in dümen suyundadır. Salih Mirzabeyoğlu cezaevinde olduğu sürece de EVET ya da HAYIR demenin de hiç kimseye faydası olmayacaktır.

Yeri gelmişken Soralım ....

12 eylül'de cezaevlerinde katledilen bu Anadolu Delikanlıları için ağlayan Sayın Başbakan 28 Şubat ertesi cezaevinde tutulan ve hala telegram işkencesine maruz kalan Salih Mirzabeyoğlu İçinde Ağlar mı?

Mustafa Pehlivanoğlu'nun Ailesine yazdığı o duygulu ve samimi mektubundan alıntı ile yazımızı sonlandıralım ...

''Sunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa`lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakindir. Zafer her zaman Allah`a inananlarındır.'''

vesselam

KKaynak: Anadoluhaber

DHKP-C'den Boykot Kararı
26 Temmuz 2010
DHKP-C yayın organlarında hükümet tarafından sunulan tüm demokratikleşme çabalarının aslında güç odaklarının kendi içerisindeki kavgaların sonucu olduğunu savundu. Referandum sürecini oligarşinin kendi iç kavgası olarak gördüğünü ve herhangi bir tarafı desteklemenin sisteme taraf olmak ve benimsemek anlamına geldiğini savunan örgüt, referandumu “Boykot” edeceğini duyurdu. aktifhaber

Evren İntihar Edeceğini Açıkladı

26 Temmuz 2010
Kenan Evren, Anayasa değişikliğinden sonra yargılanması gündeme gelirse "tabancasındaki bir kurşunla kendi işini bitireceğini" söyledi
12 Eylül darbesinin liderinin, yargılanmasının gündeme gelmesi durumunda intihar edeceği yolundaki sözlerini, işadamı Ali Şen'in Bodrum Yalıkavak'taki çiftliğinde geçen hafta verdiği davete Kenan Evren'le birlikte katılan gazeteci Rahmi Turan nakletti.

Daha önce de "yargılanması gündem gelirse intihar edeceğini" açıklayan Evren, 12 Eylül'de yapılacak Anayasa değişikliği referandumunda, darbe yöneticilerine hukuki dokunulmazlık sağlayan Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasının ardından yargılanmak istenirse "intihar edeceğini" yineledi. Turan'ın aktardığına göre, Evren yakınlarına şunları söyledi:

“Ben böyle bir durumu kabul edemem. Tabancamdaki kurşunlardan biri, her şeyi bitirmeye yeter. Sadece bir kurşun! Bumm! Ben, kendi işimi kendim hallederim. Onlara beni yargılama zevkini tattırmam! Hepimizin hakkındaki hükmü tarih verir!” aktifhaber

Yedi yıl sonra tartışılan atama...
31.07.2010

Referandumda 12 Eylül’den hesap sorulacağını belirten Başbakan Erdoğan’ın, darbeyi yapan Nurettin Ersin’in oğlunu New York’a ataması, tartışma yarattı.
Referandum ve 12 Eylül hesaplaşması, 7 yıl önce yapılan bir atamayı tartışmaya açtı. 12 Eylül darbesini yapanlardan hesap soracağını söyleyen Başbakan Erdoğan’ın, 12 Eylül’ün Kara Kuvvetleri Komutanı ve Milli Güvenlik Konseyi üyesi Nurettin Ersin’in oğlunu New York’a atadığı ortaya çıktı.
12 Eylül askeri müdahalesini gerçekleştiren 5 orgeneralden biri olan Nurettin Ersin, 15 Mart 2003’te Başbakanlık görevini alan Başbakan Erdoğan’ı ziyaret etti ve oğlu Oktay Ersin’in, Ziraat Bankası New York Şubesi’nde görevlendirilmesini talep etti. Başbakan da, Ersin’i Ziraat Bankası Newyork Şubesine müdür yardımcısı olarak atadı.
NİKAH ŞAHİDİ EVREN
Oktay Ersin, Deniz Kurmay Albay Zühtü Arkan’ın kızı Şebnem Ersin ile 18 Nisan 1981 tarihinde evlendi. Damadın tanıklığını Devlet Başkanı sıfatıyla Kenan Evren, gelinin tanıklığını ise Başbakan Bülent Ulusu yaptı. Ersin ailesi New York’ta yaşıyor.
Nurettin Ersin, 12 Eylül Askeri darbesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi’nin iki numaralı ismiydi. Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olmasıyla, Genelkurmay Başkanlığına getirildi. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi oldu. Ne anılarını yazan, ne de yaşadıklarını anlatan “Sessiz general” Ersin, 2005 yılında vefat etti. Cenaze törenine Kenan Evren ile dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Başbakan Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı Ali Babacan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül katıldı.
gazeteport

'EVET ÇIKARSA KAFAMA SIKARIM'

4 Ağustos 2010 16:31
'Bu referandum anayasa için yapılıyor. Benim için yapılsın, 'evet' çıkarsa...'
Sözcü Gazetesi'nden Ertuğrul Akbay, Kenan Evren'e 'Kafanıza kurşun sıkacak mısınız?' sorusu yöneltti.

Evren, bu soruya yine aynı kararlılıkla yanıt verdi: 'Eğer halk benim yargılanmamı istiyorsa, tabancamla şakağıma tek kurşun sıkar ve intihar ederim!..'
Evren, "Ben halk oylamasında yüzde 92.5 oyla seçildim. Eğer benim bu mevkiden alınmam gerekiyorsa yine aynı şekilde... Bu konunun halkoyuna sunulması gerekiyor. Halk benim hakikaten mahkemeye verilmemi, cezalanmamı istiyorsa, böyle bir karar çıkarsa. Ona gerek kalmaz, 'tabancamla şakağıma tek kurşun sıkarak intihar ederim' dedim. Ama benim için yapılmıyor ki bu referandum.Anayasa değişikliğiiçin yapılıyor. Demek bu konuda yazılanlar kamuoyunda yanlış yorumlandı." dedi.

Ergenekon operasyonu veBalyoz Darbe Planıile ilgili hiçbir bilgisinin olmadığını belirten Kenan Evren, bu konuda gelen tüm soruları kısa bir açıklama ile kapadı.

Samanyolu

Hacıbektaş'ta "Anayasaya Hayır" yürüyüşü

13:10 - Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde "Anayasaya Hayır" yürüyüşü yapıldı. 47. Ulusal 21. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri öncesinde Cumhuriyet Meydanı'nda toplanan 300 kişilik grup, Atatürk Bulvarı'ndan çevre yoluna kadar yürüyerek hükümeti protesto etti. Yaklaşık 2 kilometre yürüyen grup, daha sonra sessizce dağıldı. 15.08.2010 HACIBEKTAŞ netgazete

CHP'li Kadınlar Gözaltına Alındı
16 Ağustos 2010
Antalya'da '12 Eylül'ü yaşatan AKP'ye Hayır' yazılı el ilanlarını dağıtan bir grup kadın gözaltına alındı.
CHP Antalya İl Örgütü tarafından bastırılan ve üzerinde ‘12 Eylül'ü yaşatan AKP'ye hayır, Referanduma Hayır’ yazılı el ilanlarını bir site bahçesinde dağıtan CHP Konyaaltı İlçe Kadın Kolları Başkanı Ayşe Kabasakal ile yönetim kurulu üyesi Yüksel Doy, gözaltına alındı.

CHP İl Başkanı Özer Ülken, “Bu bir siyasi baskıdır” dedi. Antalya'nın Gürsu Mahallesi Gazi Mustafa Kemal Bulvarı üzerinde bulunan bir site bahçesinde iki kadının üzerinde ‘Hayır’ yazılı el ilanı dağıttığı ihbarını alan polis hemen olay yerine gitti. El ilanı taşıyan kadınlar ifadeleri alınmak üzere Fatih Polis Merkez Amirliği'ne götürülürken, savcılık talimatıyla gözaltına alınmaları istendi. Önce doktor kontrolünden geçirilen kadınlardan Ayşe Kabasakal'ın CHP Konyaaltı İlçe Kadın Kolları Başkanı, Yüksel Doy'un ise yönetim kurulu üyesi olduğu ortaya çıktı.

Gözaltı haberini duyar duymaz polis merkezine giden CHP İl Başkanı Özer Ülken, “Kesinlikle yasadışı bir ilan asma, yapıştırma söz konusu değil. Parti üyesi arkadaşlarımız bir site içerisinde polis tarafından gözaltına alınıp karakola getirilmişler. El ilanları ise il teşkilatımız tarafından bastırılan, üzerinde ‘12 Eylül'ü yaşatan AKP'ye hayır, Referanduma Hayır’ yazılı ilanlarla birlikte hem de bir site bahçesinde gözaltına alınmışlardır. Bu bir siyasi baskıdır. Şu an arkadaşlarımız karakolda ve gözaltında” diye konuştu. Gözaltındaki CHP'li kadınların geceyi nezarette geçireceği ve sabah Antalya Adliyesi'ne çıkarılacakları belirtildi. aktifhaber

Demirtaş'tan Boykotun Gerekçeleri
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekilleri, partilerince Tunceli'de düzenlenen mitingde AK Parti ve CHP'yi hedef aldı.



BDP Eşbaşkanı Selahattın Demirtaş, Gülten Kışanak, BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis ve beraberindekilerle birlikte miting öncesi, Tunceli Belediyesi tarafından yaptırılan Dersim isyanın liderlerinden Seyit Rıza'nın heykelini ziyaret etti. Demirtaş ve beraberindekiler, daha sonra Tunceli Kışla Meydanı'nda düzenlenen BDP mitinge geçti. Miting alanında yaklaşık 3 bin kişiye hitap eden BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 12 Eylül Anayasası'na alkış tutanları boykot edeceklerini ifade ederek, "Kenan Evren faşizmine direnen nice yiğitler çıktı bu topraklardan ey Erdoğan, sen köşe bucak saklanırken bu halkın evlatları sır verememek için serini veriyordu, sen çıkmış darbe ile hesaplaşacağız diyorsun." dedi.

Kendi öz topraklarında köle muamelesi gördüklerini iddia eden Demirtaş, onun için boykot dediklerini söyledi. Demirtaş, "Kendi özgür topraklarımızda gördüğümüz köle muamelesinden tutun 'kim varsa tamamını boykot ediyoruz, hiç birinizi tanımıyoruz, diz çökmüyoruz' demektir boykot çağrısı. Halkın anayasasını yapmaya başlayacağız. Her yerde en güçlü boykot cephesini örmek bizim boynumuzun borcudur. Boş sandıklar Dersim'de oy kullanmayan 'benim iradem budur, sandıkları boş bırakıyorum' diyen herkesin bir talebi olacak. Bu ülkeye özerk yönetimler gelecek. Dersim tarihte olduğu gibi yine kendi kendini yönetecek. Yine Dersim Cumhuriyeti diyecek. Bundan şüphemiz yok." diye konuştu.

Başbakan Erdoğan ve CHP Lideri Kılıçdaroğlu arasındaki 'genel af' tartışmasında değinen Demirtaş, Başbakan'ı hedef alarak şöyle konuştu: "Dersimlililerin huzurunda Tayyip Erdoğan'a açık bir mesaj göndermek istiyoruz. Bu genel af tartışmasında Kılıçdaoğlu'na bir mesajı vardı onun: "Sana bir gıdım su bile yok" Elbetteki Kerbela çocukları bunun ne demek olduğunu biliyorlar. Ey başbakan Kerbala'nın çocuklarına su yok diyorsan o genel başkan buna karşı sessiz kalıyorsa bizim tahammülümüz sabrımız taşıyor. Yürüttüğü bu inkar politikasını durduracağız. Bunun öncü gücü Dersim halkıdır. Görevde nöbette sizlerindir."

aktifhaber

Denizli'de Afiş Krizi

02 Eylül 2010

MHPİl Başkanlığı tarafından Üçgen Çarşısı'na asılan ''Bu Ülke İçin Bir Oyun Var. Bu Oyunu Boz" yazılı afiş, şikayet üzerine Seçim Kurulu kararı ile bulunduğu yerden gece yarısı polis tarafından indirildi.
. Duruma sinirlenen MHP'liler ise, çarşının ve parDENİZLİ'de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İl Başkanlığı tarafından Üçgen Çarşısı'na asılan ''Bu Ülke İçin Bir Oyun Var. Bu Oyunu Boz'' yazılı afiş, şikayet üzerine Seçim Kurulu kararı ile bulunduğu yerden gece yarısı polis tarafından indirilditi binasının önüne Barzani ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın resminin bulunduğu ''Ülken İçin Bir Oy'un var, Bu Oyunu Boz'' yazılı iki ayrı afiş astı.

Aydın'da MHP tarafından asılan ve Valilik tarafından alınan karar ile polise söktürülen, ''Sen Açıldıkça Analar Ağlıyor'' afişinin ardından Denizli'de de polis, MHP'nin bir afişini Seçim Kurulu kararı üzerine gece yarısı bulunduğu yerden indirdi. MHP Denizli İl Başkanlığı tarafından dün gece, Denizli-Ankara-Antalya Karayolu'nun birleştiği noktada bulunan Üçgen Çarşısı'na üzerinde ''Ülken için bir oyun var. Bu Oyunu Boz" yazılı afiş asıldı. Şikayet üzerine afişin Seçim Kurulu Başkanlığı tarafından kaldırılmasına karar verildi. Üçgen Çarşısı'na giden polis, afişi indirmek isterken, MHP'lilerin tepkisiyle karşılaştı. Gerginliğin büyümesi üzerine olay yerine çok sayıda polis ve Çevik Kuvvet ekibi gönderildi. MHP'lilerin olay yerinden ayrılmasından sonra kriz yaratan afiş, itfaiye ve polis ekipleri tarafından bulunduğu yerden söküldü. Afişin kaldırılmasına tepki gösteren MHP'liler bugün önce basın açıklaması yapıp, ardından iki ayrı yere birden üzerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Barzani'nin de fotoğrafları bulunan ''Ülken İçin Bir Oy'un Var. Bu Oyunu Boz.' yazılı afişler astı.

MHP Denizli İl Başkanı Zafer Kaplan, Üçgen Çarşısı yönetimi ile anlaşma yaparak çarşıya pankart astıklarını belirterek, ''Anlaşmaya istinaden çarşının 13. Blok 1201 numaralı kör nokta bize tahsis edildi. Seçim Kanunu'na göre inşaat halindeki binalar ve normal yapıların kör noktalarına asılabilir ibaresi var. Biz yasaya uygun davranarak binanın köşesine bu afişi astık ama emniyet ve itfaiye ekipleri tarafından afiş indirildi ve el konuldu. Bu anayasa paketi içinde AKP, 'Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi' diyor. O halde nerde demokrasi nerde özgürlük, bir 'hayır' afişi bile onların demokrasi anlayışını alt üst ediyor. Onların demokrasi anlayışı bizim için geçerli değil, Habur'dan elini kollunu sallayarak geçen eli kanlı katiller için özgürlük, terör yandaşları için özgürlük, bizler için değil. AKP bir telaş içindedir, çünkü bir millet uyanıyor'' dedi.

İl Başkanı Zafer Kaplan'ın konuşmasının ardından 3 partili, MHP il binasının bulunduğu çatıya çıkarak üzerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Bölgesel Kürt Yönetimi Lideri Mesut Barzani'nin büyük fotoğraflarının da yer aldığı afişi astı. Ardından ikinci afiş ise Üçgen Çarşısı'na asıldı. aktifhaber


Bengi Yıldız: Evet için her türlü kirli yola başvuruluyorl

03 Eylül 2010
Batman’da dağıtılan Ahmet Türk resimli bildiriler BDP’lileri çıldırttı
Konuyla ilgili BDP il binasında düzenlenen basın açıklamasında, üzerinde Demokratik Toplum Kongresi(DTK) Eş Başkanı Ahmet Türk’ün resmi ve altında ’Vicdani ve Ahlaki Olarak Evet’i Tercih Ederim’ yazılı broşürü gösteren BDP Grup Başkanvekili ve Batman Milletvekili Bengi Yıldız, evet için her türlü kirli yola başvurulduğunu iddia etti.

Bunun, Batman Evet Platformu adına AK Parti tarafından yapıldığını ileri süren Yıldız, "Bugün Batman’da dağıtılan ama nerede kimler tarafından basıldığı belli olmayan, adına Batman Evet Platformu denilen, fakat AKP’nin matbaasından geçtiği çok belli olan bu broşür Batman’ın bütün mahallelerine dağıtılmış. Bu broşürün içerisinde daha önceki DTP eski Genel Başkanımız Sayın Ahmet Türk’ün söylemediği, yalanladığı bir bilgi burada gerçekmiş gibi bu broşürün başlığına konulmuş." dedi.

BDP Grup Başkanvekili Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ise Barış ve Demokrasi Partisi olarak boykot tavrını kırmaya yönelik gerçekleştirildiğini savunduğu tüm oyunları bozacaklarını ifade etti.
aktifhaber

Referanduma Hala İyiniyetle Yaklaşanlara..
Açık İstihbarat
03.09.2010

Önümüzdeki referandum, muhalefet tarafından çok hatalı bir şekilde bir AKP güvenoyuna dönüştürüldü.

Sandıktan %50 + 1 "Evet" oyu bile çıksa, ortasından ikiye bölünmüş bir toplumda, AKP'nin bu oyu ;

"Oyumuz arttı, halk bize güvenoyu verdi"

propagandasına dönüştürmesi kaçınılmaz. AKP'nin artık çok iyi bildiğimiz tıyneti açısından, bu tazelenmiş özgüvenin toplum açısından ne anlama geldiğini ise herkes biliyor.

Bu açıdan muhalefetin referandumu toplum açısından bir Rus ruletine dönüştürmesinin sonuçlarını hep beraber göreceğiz. Bu hatalı taktik umarız iyice zincirlerinden boşanmış bir AKP zihniyetine zemin hazırlamaz.

Diğer tarafta; iyiniyetli bir şekilde bu referandumu hala içerdiği maddeler bazında değerlendirip karar vermeye çalışan bir toplum kesiminin de farkındayız.

Tayyip Erdoğan'ı "deccal" kabul edenlerle,"mehdi" zannedenler arasında sıkışmış bu topluluk , birbirinden farklı onlarca maddeyi tek bir "evet"'e veya tek bir "hayır"a nasıl sığdıracağının hesaplarını yapmakta.

Zor.

(..)

"Başbakan ağzıyla kuş tutsa, boykota devam"
14:25 - Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır mitinginde Diyarbakırlılarla alay ettiğini öne sürerek, "Başbakan gelse orada ağzıyla kuş da tutsaydı bizim boykot tavrımıza bir esneme olmayacaktı. Başbakanın ağzıyla kuş tutma niyeti de yoktu zaten. Barışa yönelik daha ciddi ve daha somut mesajlar verebilseydi çok daha anlamlı olabilirdi" dedi. 04.09.2010 İSTANBUL netgazete

Serdar Akinan
Hakan Yavuz'un gözünden bir Türkiye fotoğrafı

Geçtiğimiz günlerde Prof. Hakan Yavuz'la bir söyleşi yaptım...
Hakan Yavuz, birçok açıdan önemli bir sosyolog. Daha önce yaptığım söyleşilerdeki tespitleri oldukça ses getirdi.
Hanefi Avcı'nın kitabından sonra ve referandum öncesi yapılması itibarıyla ayrıca önemli... Prof. Yavuz'un önemli gördüğüm belli tespitlerini kısaca köşeme taşımaya
çalışacağım...
- Türkiye'de bir toplumun oluşması için gerekli olan asgari müşterekler erimiş. Daha ciddi anlamda benim görebildiğim kadarıyla Türkiye'de kimlik ve kişilik krizi çok ciddi bir şekilde derinleşmiş toplumun ortak bir zemini kalmamış...
- Türkiye'de postmodern feodal bir yapı var.
- AK PARTİ, siyaseti belediyecilik olarak algılayan yapıda. Özellikle tek bir kişiye, Başbakan'a dayanan bir yapıyla ideoloji ve bir kimlik üretmek mümkün değil.
- Cemaat bir anlamda Tanrı'nın mezar kazıcılığı rolüne büründü. Said-i Nursi'den gelen bir karakter inşa etme yerine Türkiye'yi ve kurumları nasıl kontrol edebiliriz düşüncesine girdiği için cemaat şu an korkulan bir şey haline geldi ve kaybetti.
- Bugün Türkiye'de bir koalisyon hükümeti var. Biri AKP diğeri cemaat.
- AK Parti'nin bürokrasisi ve eğitilmiş insan gücü olmadığı için cemaate dayandı. Cemaatin bürokratları hükümetin gücünden yararlanıp üst noktalara geldiği zaman biat noktaları Fethullah Hoca'dan Tayyip Erdoğan'a yöneldi. Burada kazanan Başbakan'ın kendisi oldu.
- Cemaat ve AKP arasında birinci fay hattı İran konusu, ikinci fay hattı Kürt sorunu, üçüncüsü de asker konusudur.
- BDP ve PKK çok keskin şekilde taleplerini sununca AKP, geri adım attı ve Kürt açılımı adeta bir kadavraya dönüştü. Cemaat orada yardımlarla ve eğitimle ilgilenerek bu konuda AK Parti'den daha başarılı oldu.
- Referandumun siyasi ve sosyolojik hatları Kılıçdaroğlu'nun liderliğini sınayacak. İkinci konu BDP'nin bölgeye ne kadar hakim olduğunu ortaya çıkaracak.
- Hanefi Avcı'nın sağ kökenli, muhafazakar ve Türkiye'de polis istihbaratının oluşmasının mimarlarından biri... Böyle bir kitap yazıyorsa bu cemaati deşifre ediyor ve cemaat için sonun başlangıcı haline geliyor. Birçok kişi için bir silkinme ve soğuk duş etkisi yarattı. Türkiye'de okundukça daha büyük tartışmalara sebep olacak. Cemaat deşifre oldu.
Prof. Hakan Yavuz'la yaptığım söyleşinin ana hatları kabaca böyle... Bu söyleşinin tamamını www.mizikacilar.com adresinden izleyebilirsiniz.

http://www.aksam.com.tr/2010/09/06/yazar/18675/serdar_akinan/hakan_yavuz_un_gozunden_bir_turkiye_fotografi.html

AFİŞ CHP'Yİ KARIŞTIRDI
06.09.2010 17:52

Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci, 'afişleri il başkanlığının bilgisi dahilinde hazırlattım' dedi. İl Başkanı Berhan Şimşek, 'Değirmenci partiyi yanılttı' dedi ekledi ''İl Başkanlığımızın bu afişle ilgili hiç bir bilgisi ve onayı yoktur.'' belediye Meclisi toplantısında ise kavga çıktı. CHP'li meclis üyesi partisinde istifa etti.
http://www.mizikacilar.com/

Kim mi bu dilenciler ?

Resimde görüldüğü gibi iktidar sahipleri. İstanbul'da ellerindeki belediyelerde her akşam bir mahallede iftar yemeği veriyorlar. Tüm mahalle halkı katılabiliyor bu iftarlara. Masraflar Belediye'nin kasasından çıkıyor. Buraya kadar herşey normal.

Yemek faslı bitiyor ve işte ondan sonra bu yemeğin amacı ortaya çıkıyor. Belediye başkanı alıyor eline mikrofonu başlıyor "Evet" dilenmeye. Hatta bazıları müslüman olan "Evet" der bile diyor.

Bu kadar kolay bunların müslümanlığı. Başbakanın karısı, kızı, oğlu, bibisi, didisi herkes seferber bu "Evet" için. Onlarda boş durmuyor el açıyor halka "Evet" diye.

Yandaş medya Gazetede, Tv'de "Evet" dileniyor. Devlet kurumları reklam adı altında "Evet" sloganı çıkartıyor. Hatta o bile yetmiyor bilinçaltı reklamları yapılıyor "Evet" için. Artık nereye baksak "Evet" görüyoruz.

Erkan Tanyolaç bile bile "Evet" diyecek artık ...

http://rovasata.blogspot.com/

MUTSUZUM
Çağrı Öndeş
03 Eylül 2010

Mutsuzum, kör bir karanlığın içine bırakılmış kalplerimiz. Bu kör karanlığın içinde umutsuzca çırpınırken gerçeklere ulaşmak için, hayasızca karartıyorlar ekranları. Devlet içindeki çeteleri,devlet içinde başka odaklara " hizmet eden" çetelerin servis ettiği ses ve görüntü kayıtlarıyla ETÖ diye üstüne bastıra bastıra haber yapanların, aralarında kendi yandaşlarının da içinde olduğu KPSS ÖRGÜTÜ ile ilgili haber yapmamaları nasıl bir imansızlık örneğidir? Her kurumda çürük elmalar olur tezinden hareketle kendilerini savunurken,Genelkurmayı hedef tahtasına oturtup Türk ordusunu erinden orgeneraline kadar aşağılamak ne kadar da kolaydı oysa.

Mutsuzum, kardeş bilip kucak açtıklarınızın size sarılırken elindeki hançeri sırtınıza saplayıp, yüzündeki o " nurani" gülümsemeyle herşey demokrasi için demesi karşısında nutkunuzun tutulmasından başka hiç birşey yapamazken.

Mutsuzum.

Annemi kaybetmiş gibi, abim,kardeşim beni yarı yolda bırakmış gibi, baba ocağından ayrılmış gibi mutsuzum.

Başkalarının mutluluğu pahasına mutsuz edilen yüzbinlerin haklarını çiğnerken, " imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda 'Evet' oyu kullandırmak" gerektiğini beyan etmek,bunun için insanlara telkinde bulunmak, baskı yapmak, hatta evet vermezseniz böyle şöyle olur diye korku imparatorluğu kurmanın ve tüm bunları " demokrasi adına" yapmanın utancını taşımakla, 12 Eylül Diyarbakır cezaevinde yapılanların utancını taşımak arasında fazla bir fark olmasa gerek?

Artık demokrasi yok, referandum yok,üstünlerin hukuku; hukukun üstünlüğü yok, bitaraf olmak yok,bertaraf olmak yok.

Sadece vicdanım var ve o vicdan hayır diyor,bu kadar ırzına geçilmişken bütün firavunları putlarını yıkmak için hayır...

" Firavun İmanı" na hayır.

" Firavun Demokrasisi" ne hayır.

Mutsuzum.

İhanete uğramış gibi,çok özlemene ve sevmene rağmen bir daha kavuşamayacak gibi mutsuzum.

Sırtımızda bu ihanet, içimizde gerçekten hukukun,demokrasinin,eşitliğin, kardeşliğin özlemiyle aynen onların yaptığı gibi suçlayarak ilk ve son kez soruyorum:

Mutsuzluğunuz pahasına oturduğunuz,imanınızın bile 3 kuruşa satılığa çıkarıldığı o sözde demokrasinin nikah masasından " Evet" diyerek kalkacak kadar vicdansız mısınız?

http://www.mizikacilar.com/Makalem.aspx?ID=40

KEMERLERİ BAĞLAYIN, BABIALİ'DE UÇUŞ ZAMANI! REFERANDUM SONUÇLARI MEDYADA TAŞLARI NASIL YERİNDEN OYNATACAK? KİMLER TOPUN AĞZINDA?
VAROL ERSOY
02.09.10

Medyadaki sessizlik
referandumdan sonraki
büyük fırtınanın habercisi mi?

Bir hafta sonra yapılacak referandum gazetelerde ve televizyonlarda da tansiyonun yükselmesine neden oldu. Şu günlerde gerek iktidara yakın, gerekse ortada durmaya çalışan tüm medya kuruluşlarını “fırtına öncesi sessizlik” sarmış durumda…
Çünkü merakla beklenen referandum sonuçları sadece siyasette değil, medyada da taşları yerinden oynatacak.
Kağıtlar; sandıktan çıkacak sonuçlara göre yeniden karılıp, dağıtılacak.
Ve görünen o ki sandıktan “Evet” de çıksa “Hayır” da; her durumda bazı televizyon ve gazete binalarında büyük depremler yaşanacak.
Bazı üst düzey yöneticilerle yazarların defterleri dürülecek.
Birileri “zaferlerini” kutlarken, başka birileri hesap ödemek durumunda bırakılacak.

Tahmin edebileceğiniz gibi gerilimin en yüksek olduğu gazeteler ve televizyonlar, Doğan Grubu’na bağlı olanlar…
Çünkü zaten büyük bir vergi kıskacıyla köşeye sindirilmiş olan bu grupta çalışan çok sayıda kilit isim, referandumdan “Evet” çıkması olasılığı durumunda kendilerine yol gösterilmesine pek de şaşırmayacak.
İktidarın iyice güçlenmesi anlamına gelen bu sonuç, özellikle muhalif bazı yönetici ve yazarlara tüm baskılara karşın sahip çıkan Aydın Doğan ve kızlarının direnişini kıracak gibi görünüyor.
Kapalı kapılar ardında alınan kararlara göre önce bu isimlerden bazıları izine çıkarılacak, döndüklerinde yazı sayıları azaltılacak.
Kamuoyundan gelebilecek tepkilerin azalmasından ve olayın soğumasından sonra ise, (yani yılbaşına doğru) “ekonomik sorunlar” gerekçe gösterilerek tasfiye süreci sonlandırılacak…

Bu grupta çalışan muhalif isimler için asıl kötü haber ise seçimden “Hayır” çıkma olasılığında bile aynı tatsız sonla karşılaşmaları olasılığı…
Çünkü iktidarın bu durumda faturayı yine bu isimlere ve Doğan Grubu’na çıkarmasından ve baskıyı daha da ağırlaştırmamak için “kelle” istemesinden çekiniliyor!
Topun ağzındaki isimler Hürriyet’ten Tufan Türenç, Yalçın Bayer, Yılmaz Özdil, Yalçın Doğan, Milliyet’ten Melih Aşık, Vatan’dan karı koca Mengi’ler ile Can Ataklı, Mustafa Mutlu ve Mine Kırıkkanat, Star TV’den ise Uğur Dündar…

Aynı durum; diğer holding gazeteleri için de geçerli…
Özellikle HaberTürk ve Akşam’da “yandaş-muhalif yönetici ve yazar dengesi”, referandum sonuçlarına göre yeniden gözden geçirilecek.
HaberTürk’te bu konuda topun ağzında görünen isimlerin başında ise, zaten uzun zamandır patronajla arasında sorunlar bulunan Fatih Altaylı geliyor.
Akşam’da ise Oray Eğin başta olmak üzere birkaç yazarın adı geçiyor.

Referandum sonuçlarını endişeyle bekleyenler, başta da belirttiğim gibi sadece holding gazetelerinde ve televizyonlarında çalışan gazeteciler değil…
“Hayır” oylarının fazla çıkması durumunda, iktidara yakın gazetelerde de bazı yazarların özellikle bir genel yayın müdürünün ipinin çekileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
O Genel Yayın Müdürü, Sabah’tan Erdal Şafak…
Sabah’ın iktidar partisini desteklemeyen okurlarını kaçırmamak için göreve getirilen ancak kendini “adamakta” sıkıntılar gösteren Erdal Şafak’ın yerine getirilecek isim ise büyük bir olasılıkla Star Gazetesi Genel Yayın Müdürü Mustafa Karaalioğlu…
Bu konudaki ön görüşmelerin aylar öncesinden yapıldığı ve operasyonu başlatmak için referandumun beklendiği konuşulanlar arasında…
Başarısızlık durumunda Sabah’tan gönderilmesi düşünülen bir diğer isim de Nazlı Ilıcak… Genellikle desteklese de zaman zaman AKP’ye yönelik eleştirileriyle gündeme gelen Ilıcak’ın gönderilmesi bazı AKP’lileri mutlu edecek…
Sabah’la ilgili bir diğer proje ise; yeni patronajla uyum sağlamakta zorluk çeken bazı üst düzey yazı işleri yöneticilerinin yerine, Yeni Şafak’ta ve Star’da çalışan en az iki ismin getirilmesi ve yazı işlerinin iyice “ehlileştirilmesi…”
Sabah’ın yeni patronlarını tüm bu değişiklikler için kara kara düşündüren tek faktör ise Hıncal Uluç gerçeği…
Sabah okurlarıyla farklı bir bağı bulunan Uluç’un bu değişikliklere göstereceği tepki, operasyonun şiddetini de belirleyeceğe benziyor.

Kısacası referandum sonuçları medyada büyük fırtınalar estirecek.
Adı geçen isimlerin tek güvencesi ise; referandumdan sadece bir yıl sonra genel seçimlere gidilecek olması…
Onlar, bir genel seçim öncesinde patronlarının kamuoyundan gelebilecek ciddi tepkileri göze alabileceğine ve kendileriyle vedalaşabileceğine inanmak istemiyor.

Kısacası…
Kemerleri bağlayın, Bab-ı Âlî’de uçuş zamanı…

http://www.medyaradar.com/

PKK, köyleri dolaşıp tehdid etti: Sandığa gitmeyin
23:55 . PKK'lıların, "Sandığa gitmeniz halinde, köylerinizi başınıza yıkacağız. Köyünüzü yakacağız" diyerek tehditte bulunduğu belirtildi. 06.09.2010 SİİRT netgazete

EVET Broşürü Dağıtan AKP’lilere Dayak
09 Eylül 2010
İzmir'de Şirinyer Tansaş önünde dün öğle saatlerinde, referandumla ilgili broşür dağıtan AK Parti'li gençler Fatih Ortatepe, Serkan Kaya ve İlyas Aktaş'ın yanına gelen kimliği belirsiz kişiler, “Burada broşür dağıtmayın. Gidin buradan” diyerek saldırdı. Sadırganların kaçmasının ardından üç gencin şikayetci olmasıyla birlikte polis çalışma başlattı.

'ONLARIN DEDİĞİNİ YAPMAYINCA BİZE SALDIRDILAR'

Saldırıda elbiseleri yırtılan, yumruk darbeleriyle kol ve yüzlerinde morluklar oluşan Fatih Ortatepe, Serkan Kaya ile İlyas Aktaş ise Buca Devlet Hastanesi'nden darp raporu aldı. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılan S.Y.'den şikayetçi olan AK Parti'li gençler, kendilerine CHP'lilerin saldırdığını öne sürerek, “Aynı yerde birlikte broşür dağıtıyorduk. Bizi kovalayarak gidin burada durmayın dediler. Biz onların dediğini yapmayınca bize saldırdılar” diye konuştu.
aktifhaber

Bağış: "Anayasamızı demokratikleştirmek ve sivilleştirmek zorundayızé
9 Eylül 2010
ANKARA - BBC World'e konuk olan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye'nin AB üyesi olmayı hak ettiğini ve bunun için de anayasasını demokratikleştirmek ve sivilleştirmek zorunda olduğunu iddia etti. Bağış, bir başka soru üzerine de AB'nin bir değerler bütünü olduğuna vurgu yaparak, Türkiye'nin de bu çerçevede sivil ve şeffaf bir yargıya sahip olması gerektiğini söyledi. haber1001

Batman' daki Boykot bildirisine 54 gözaltı
12 Eylül 2010
BATMAN - Batman'da halk oylamasının boykot edilmesi yönünde tehdit içerikli bildiri dağıttıkları gerekçesiyle gözaltına alınanların sayısı 54'e yükseldi. haber10

Yandaş Olmayan Medyada Referandum Sonrası Yağcılık Yarışı
Açık İstihbarat
14.09.2010

Sandıktan "hayır" çıkması ihtimaline gözönüne alan "merkez medya" referanduma iki hafta kala "dengeli" haberler yapmaya çalıştı. Evet ve hayır cephelerinin nabzı "objektif" yansıtılmaya çalışıldı.

Ancak 12 Eylül akşamı sonuçlar açıklandığında, günlerdir zor zaptedilen "yağcılık" adeta zincirlerinden boşandı. Bazı gazeteler, 13 Eylül sabahı Tayyip Erdoğan'ı "Devlet Başkanı" ilan ettiler!

Referandum sonuçları, objektif gazeteciliği sürdürmekte daha fazla direnemeyeceği Mine Kırıkkanat olayıyla birlikte ortalığa saçılmış olan Vatan gazetesinde gözle görünür bir rahatlama yarattı.

Vatan, referandumdan hemen sonra "Neden hep o kazanıyor?" başlıklı bir yazı dizisi başlattığını duyurdu. Yazı dizisi bir günde hazırlanamayacağına göre referandum sonrası yürütülecek yayın politikası belli ki önceden belirlenmişti. Yazı dizisinin sürmanşetteki anonsuna Erdoğan'ın "en yakışıklı" fotoğrafını iliştirmek de ihmal edilmedi...

Bir diğer rahatlama ve zincirden boşalma Cumhuriyet gazetesinde göze çarptı. Bir süredir olaysız bir şekilde "taraf" çizgisine kayma çabası içinde olan Cumhuriyet, çareyi 12 Eylül karşıtlığı payesine sığınmakta buldu. Cumhuriyet, 14 Eylül 2010 tarihi itibarıyla

"Ülkenin geleceğini karartan darbe: 12 Eylül"

adlı bir yazı dizisi başlattığını duyurdu.

Belli ki Vatan gazetesinin yazı dizisi gibi bu dizi de önceden hazırlanmıştı ve "evet propogandasına açık destek gibi algılanır" kaygısıyla referandumdan önce yayımlanmamıştı. Referandum sonrası izlenecek
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Eyl 14, 2010 11:37 pm tarihinde değiştirildi, toplam 20 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ağu 01, 2010 10:24 pm    Mesaj konusu: RUH KÖKÜMÜZE İNKÂR VE İMHA SALDIRILARI Alıntıyla Cevap Gönder

RUH KÖKÜMÜZE İNKÂR VE İMHA SALDIRILARI
Cumali DALKILIÇ
01.08.2010



Hastamızın şuuru şu an için bulanık…
Hayatî tehlike sürse de bu, hayatî fonksiyonlarını yerine getiremeyeceği anlamına gelmez.
Hastalıktan kurtuluşuna belki muazzam bir şok vesile olacak.
Yaşadığı şoku, denk bir şokla atlatacak.
Şuurunun derinliklerine anî bir iniş-çıkış…
Bünyenin yeniden kıvama gelme potansiyeli çok yüksek.
İhtimâller âlemine açıklık, tüm hesapların ötesinde.
Umudumuz varsa bu, hastamızın öteden beri kaderinin en nazik anlarında beklenmedik çapta istidat ve hamle göstermiş olduğundan.
Müthiş kader anları…
Ölüm-kalım çizgileri…
Keskin virajlar…
Uç noktalar…
Hastamızın bünye sıhhati yerindeyken de, değilken de hep karşılaştığı bu nazik anlar, onu hatırasına döndürecektir.
Yaşadıklarından derin izler taşıyan bu ruh, kendisiyle irtibat kurmaya çağırıyor bizi.
Çehresinde, hafızasının yeniden depreştiğine alâmet üstüne alamet gergin çizgiler, düğüm düğüm halkalar boğuşuyor.
Mânâ suretini arıyor.
O yaşayacak!
Bu kesin.
Bu bilgiyle kuvvet buluyoruz.
O şimdi, mazisinden bugüne, şu âna ve istikbâle, bütün ruhumuza varoluş iradesini işliyor.
Onun mazisi ve onun bizdeki mazisi hepimizin istikbâli.
Uyanacak, o ân hatırlayacak ve “çift başlı kartal” misâli, mazi ve istikbâlimizi tutacak.
Bünye tam mânâsıyla istiklâline erecek.
İradelerimizi onun varoluş iradesine istikâmetlendirelim; birleşsin!
Mağduriyet tellallığı yok!
Yas, yeis, mevzubahis değil.
Sızlanma, vaveyla yok!
Dağ kadar kelle verse ve bir o kadar daha vereceğini bilse, hepsini koltuğunda taşıyacak.
İnanıyor; imanı bütün tekleri birleştirecek.
İnanıyorsanız dese, bizi olamazlara, olmazı olura inandırmaya başlayacak.
Düşmanı çok.
Yaşamasını istemiyorlar.
Yaşadığı toprağı, bastığı noktayı, yaşaması muhtemel mecrayı imhâ ve inkâr ediyorlar.
Düşmanımın düşmanı dostumdur sözü, sadece o sözkonusu olunca menfilik arzediyor.
Düşmanı imha olsa,
O bir tarafa, dünya bir tarafa olur yine.
O, dünyanın istenmeyen adamı…
Başka milletlerde bakıyoruz; yer yerinden oynuyor.
Ona ise vuruyorlar, vuruyorlar, bana mısın demiyor.
Ahalisini, devletin demokrasiyle yaşar diye kandırmışlar.
O da mazisini sandığa gömüyor her seferinde.
Ve her seferinde kurtarıcısını arıyor.
Hem de hasmı kendinden zannettirilerek!
Bir de ‘hepimiz filanız, hepimiz falanız, yoksa feşmekânız!’ dedirtiyorlar.
Demokrasi karnavalında debelenmeler…
Kapitalizm, çok uluslu şirketler demokrasisinin ona karşı olmadık ortaklıkları.
Stratejik ortaklık.
Ve içli dışlı terör, demokrasi çeteleri.
Öz evi, devleti İŞGAL altında.
Delik deşik derler ya, işte öyle!
Müzminleşmiş vaziyet:
HİS İPTALİ…
İşbu hâl şuurlaşmadığından,
İDRAK İĞDİŞİ olduğumuzdan;
durum ne merkezde anlaşılmıyor.
Neden olabilir?
İstiklâlinin şuurunda olduğu zamanlarda,
anası son evladına kadar evin namusunu korumak için her şeyini feda etmişti.
Geriye kalanlar, işte bu dul ananın yetiştirmeleri.
O dakika tepesine çöktüler.
Böcek sürüsü gibi üşüştüler.
Maksat: İPTAL VE İĞDİŞ NESLİ yoğurmak.
Dipçikler, eve/vatan toprağına indi, indi.
Anası dul…
ANADOLU…
Saf ve masum Anadolu…
Bu isim, üstün bir mânâ, ve bir vasıf aynı zamanda.
Fedakâr ananın, saf ve masum fedai çocukları…
Sakarya boyu Anadolu çocuğu…
Bu ruh, boyuna saldırı ve kuşatma altında…
Düşmanın intikam hissi ezelî…
Onu ebediyen ehlileştirmek istiyor.
Bu ruh ne zaman ki taarruz etti; düşman demokrasiyi keşfetti.
İçimize sızmış, süzme demokrasi meczuplarını buldu.
Veya buradayım dedi.
Birleşmiş Milletler, domuzlar birleşti.
Bir de, sendeki o his, bir histeriden ibaret deyip duran aydın taslağı türedi
Düşmanımızın histerisini paylaşırken, onun diliyle insanımızı aşağıladı.
Ahalinin hâli, havsala çatlatıcı.
Bu ruhu, TÜRK’ÜN RUHUNU, yine bu ruhun öz varlıklarını istismar ederek kandırıyorlar.
Sen busun, diyorlar.
Gerçek:
Onlar bizim insanımız değil.
Onların korkuları, bizden korktuklarının farkına varıp davranmamızda.
İç yüzlerini görmemizde, aşağılık seciyelerini çözmemizde.
Ceddimizin yüzü suyu hürmetine çözmeliyiz.
Bizi, bizim olan unsur ve silahlarla vuruyorlar.
Dünyaya hükmetmiş bir milleti çözerek ehlileşmiş dünya vatandaşı,
Ticareti cihadla idrak etmiş bir milleti, karnaval tüccarı yapmak için,
Şimdi her gün dünya seni böyle istiyor, demokratik toplum ol! diyorlar.
Varlıklarının istinad noktası yine bizde, biziz.
Bizden sandıklarımız, yapacağını öz ellerimizle bize yaptırıp, sonra tarihe gömmek istiyorlar.
Asya steplerine geri yollamayı hayal ediyorlardı; olmadı.
Anadolu kıskaçta, demokrasiyle boğmak için abanıyorlar.
Her demokrasi saldırısından sonra, Batılı efendilerine koşup, aile fotoğrafı çekmeden evvel,
“Demokratik terbiyemiz nasıl, yerinde değil mi?
Var mı eksenimde bir kayma?” diye soruyorlar.
Sonra ahâliye dönüp, “Büyük Türk Milleti, büyüksün!” diye ayaktakımı ayakları yapıyorlar.
Bunlar, Türk’ün Ruh Kökü’nü baltalamak için, Batı’nın her türlü baltasına sap olmaya koşanlar...
Ceddinden sana kalan, inanma istidadını yok etmek için buradalar.
Ced zaten yeni demek; yeni, şu an olan, daima yaşayacak olan…
Onunla KÖK irtibatını sağlam tut.



Referandum
Aşağıdan yukarıya ayakçılık bu işler
Bu işler ancak sahtekârlıkla işler.

1980’de evet dedikleri anayasa
2010’da ah diyorlar az bir oynasa,

Demokratik döneklik pişti pişeli
Sandık aynı sandık, odun bile köşeli

Buna derler: haltettim, olsun yine ben yerim
Dün ak dediğime bugün bakar b.k derim

Bir meydan, bir kürsü, halk, ekran ve branda
İki laklak bi şakşak, al sana oy, avanta!

‘Demokrasi kültürü’ odunluk kültürüdür
Kültürse kültür işte, bu senden ötürüdür.

‘Mühim olan’ demokrasi, din-iman ‘sıfır sorun’
Tartışmayın sakın der; aman susun, oturun

Bir düşün: Referandumcu musun, nesin sen?
Kurtul; demokratik sömürgeleştirilmekten!

Demokratik oyalanmada, oy alan alana!
Sandık karnavalında altta kalan kalana!

Halk işi, sandık işi demokrasiye gelende!
Evet-hayır fark etmez; sömürgede ölende!

Referandum sandığında, evet-hayır köleliği!
Temizle ülkendeki demokratik mezbeleliği!

Bizim de referansımız; bilin ki Türk Tarihi!
Anadolu çocuğu, bu vatanın/evin gerçek sahibi!

http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=322&B=ruh-kokumuze-ink%C3%A2r-ve-imha-saldirilari

İŞTE GÜLEN'İN REFERANDUM YORUMU

2 Ağustos 2010
Fethullah Gülen, Anayasa değişiklik paketi hakkındaki düşünceerini açıklayarak önemli bir çağrıda bulundu.
12 Eylül'de halkın onayına sunulacak reform paketinin milletin istikbalini ilgilendiren birçok maddeyi içinde barındırdığını vurgulayan Fethullah Gülen, bu yönüyle pakete 'evet' oyu verilmesi gerektiğini söyledi. Hocaefendi, siyasi hesapların bir kenara bırakılmasını istedi...
Fethullah Gülen Hocaefendi, 12 Eylül'de yapılacak referandumuna ilişkin açıklamalarda bulundu. Paketin milletin istikbali adına çok önemli düzenlemeler içerdiğini söyleyen Gülen, siyasi hesapların bir kenara bırakılmasını istedi.

'Demokrasi adına çok önemli bir adım' diyen Gülen Hocaefendi, "Değil sadece kadını erkeğiyle, dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak 'evet' oyu kullandırmak lazım" ifadelerini kullandı. Referandum ile ilgili 'herkul.org' sitesinde sorulara cevap veren Fethullah Gülen, neden evet' denilmesi gerektiğini anlattı.

DARBELER SİNDİRME HAREKETİYDİ

12 Eylül, 12 Mart ve 27 Mayıs darbesini 'bir çeşit sindirme ve herkese haddini bildirme hareketleri' olarak nitelendiren Gülen Hocaefendi, "Bazı kimseler, gemilerini yüzdürmek için kan seylaplarına ihtiyaç duymuş; bu milletin evladını sağcı ve solcu olarak cephelere ayırmış ve vuruşturmuş; nihayet akıttıkları kan, irin ve gözyaşından istifade ederek kendi otağlarını kurmuşlardı. Ne acıdır ki, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbe dönemlerinde ülkemizde hak, mantık ve muhakeme, kuvvetin çılgınlığı karşısında yenilgiye uğramış ve âdeta bir esaret yaşamıştır" dedi.

BELLİ KESİMİN İŞİ DEĞİL

Kuvvetin taşkınlığı ve çılgınlığıyla insanları ezip sindirmenin sadece belli bir kesimin işi olmadığını söyleyen Gülen, "Bazen siyasî iktidarı güçlenenler de artık kimseyi kâle almamaya ve dediğim dedik düşüncesiyle hareket ederler" dedi. Gülen şu ifadeleri kullandı:

"Kuvvetin genetiğindeki bozukluk, hemen hemen bütün kuvvet temsilcilerine başka insanların tepelerine binme, onları ezme, sindirme ve seslerini kesme hislerini pompalar. Dahası, idarecilerin etrafı danışmanlar, özel kalemler, yakın çevrelerce kuşatılır ve halkın sesinin asıl merciye ulaşmasının önü kesilir. Böylece daha dün herkesin elini öpen kimseler, biraz güçlenince gayrı kimseyi dinlemez olur, bildikleri gibi davranır ve her iyi işin de kendilerine mâl edilmesini isterler."

DEĞİŞİKLİK ÇOK ÖNEMLİ

Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu, Avrupa Birliği'ne namzet olan ve Ortadoğu'da yeni açılımlar gerçekleştiren bir Anayasa değişikliğinin yapılamadığını söyleyen Gülen Hocaefendi, "Maalesef desek de bir kısım cellatlıkların ve farklı vesayetlerin önünü almaya matuf bir iki maddenin değişikliği bile çok önemlidir. Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'evet' oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da... Ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır" şeklinde konuştu.

MÜMİN İNTİKAM PEŞİNDE OLMAZ

Bazı siyasîlerin referandumu kendi hesaplarına değerlendirmeyi düşünüyor olabileceğini ifade eden Gülen şunları söyledi: "Fakat ben o meselenin millete yararlı olup olmamasına bakarım. Bu açıdan, referandumu siyasî olarak görmemek ve ona millete kazandıracakları zaviyesinden yaklaşmak lazımdır. Referandumun sadece 12 Eylül'ün kirlerini temizlemeye ve darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesi de doğru değildir.

Bu sayede darbecilerden intikam alınacağını düşünmek yanlıştır; mü'minler intikam peşinde olamazlar. O paketin içinde milletimizin istikbali için çok önemli maddeler var; bu itibarla da değişiklik paketi bu yönüyle desteklenmeli ve 'evet' oyları böyle bir niyetle verilmelidir."

HER PARTİYE EŞİT MESAFEDEYİZ

Her partiye eşit mesafede durduklarını vurgulayan Fethullah Gülen, "Hiç kimseye falan pariye girin, mitinglerinde boy gösterin, çarşıda pazarda alkışçısı olun demedik. Mesafeli durmak, milletimizin kaderi adına isabetli bulduğumuz bir kısım meselelerde bazı kimselere oy vermemize mani değildir" dedi. Güzel şeyler sergileyen ve iyi işler yapan kim olursa olsun milletin desteklediğini söyleyen Gülen, desteklenenin şahıs ya da parti değil, icraat olduğuna dikkat çekti. "Güzellik, hayır ve iyilik adına, ister harekete, ister size, isten Müslümanlığa ve isterse de ülkemizin istikbal ve ikbaline hizmet etmiş herkesi (kim olursa olsun) takdir eder ve hayırla anarım" diyen Gülen şunları söyledi:

İYİLİKLERİ GÖRMEZDEN GELEMEM

"Merhum Turgut Özal'ın iyiliklerini görmezlikten gelemem. Bülent Ecevit Bey'e 'Makamı cennet olsun' diyorum; sözden anlayanlar bunun ne demek olduğunu bilirler. 12 Eylül bir kötülüktür fakat o darbeyi gerçekleştiren ve kötülük yapan bir insanın da iyi yanları olabilir; ben güzel bulduğum bir davranışı takdir ettim. Kenan Evren mekteplerde seçmeli olan din ve ahlak derslerini mecburi hale getirdiğinden dolayı, eğer bunu gönlünden gelerek samimiyetle yaptıysa, Allah bu yüzden onu affeder dedim. Bugün de şu ya da bu partiden birileri yine ülkemizin istikbali ve ikbali adına olumlu şeyler söyler ve yaparlarsa, onlar için de Firdevsî gibi bir destan yazarım. Bu, Hakk'ın hatırınadır; Hakk'ın hatırı ise âlidir."

Bugün

BAHÇELİ'DEN FETHULLAH GÜLEN'E CEVAP

2 Ağustos 2010
MHP lideri Bahçeli, Fethullah Gülen'in referandumda 'mezarda bulunanlar da kalkıp 'evet' oyu kullansın' şeklindeki açıklamasına '12 Eylül'de ABD'den gelip oy kullanması daha hayırlı olur' sözleriyle yanıt verdi.
Manisa'yı ziyaret eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, gündemle ilgili açıklamalar yaptı.
Bir gazetecinin Fethullah Gülen'in "mezarda bulunanların da kalkıp 'evet' oyu kullanması" yönündeki sözlerini hatırlatması üzerine Bahçeli, ''Son yıllarda, cemaat ve tarikat liderlerinin, siyasete çok yoğun bir şekilde karıştığına şahit olmaktayız. Sayın Fethullah Gülen bey, mezardan kaldırıp oy kullandıracağına, 12 Eylül'de Amerika'dan gelip oy kullanması daha hayırlı olur diye düşünüyorum'' dedi. haber10

Nuray Mert
Kafa karışıklığının maliyeti

BAZEN kafası karışık bir insan, sadece kafası karışık bir insandır. Doğrudur, olayları dümdüz gören, hayatın ve münhasıran toplumsal-siyasal hayatın karmaşıklığını kavramaktan aciz olmak sonucu olan “netlik”, insanı kolaylıkla dar fikirliliğe, fanatizme ve benzeri darboğazlara sürükler.

Bu durumda olmaktansa, kafa karışıklığı daha iyidir, insanı kuşkuya ve dolayısıyla ile sorgulamaya sevk eder. Ama hal böyle diye, kafa karışıklığına, başlı başına bir meziyet rütbesi vermek gerekmiyor.

Aslında, artık Anayasa değişikliği referandumuna ilişkin kafa karışıklığı azaldı, çoğumuzun tavrı şu veya bu yönde netleşti. Yine de, bu meselede kafası karışık olmanın, daha “derin fikirli” olmanın bir işareti gibi görüldüğü bir atmosfer oluştu. Bu açıdan, iktidarın, Anayasa değişikliği paketini toplu halde oylatmak suretiyle, yargı üzerinde yürütme hakimiyeti oluşturma girişimini şekere katma yöntemi, fazlasıyla başarılı oldu.

Oysa tablo fazlasıyla net! İktidarın hedefi, sahiden, demokratikleşme ve tek sorun toptan Anayasa değişikliği imkânının zora girmesi olsaydı, değişiklik paketini, en azından madde madde oylatma önerisini ciddiye alınırdı. Bunun önünde bir engel yoktu. Dahası, amaç demokratikleşme olsaydı, seçim barajının düşürülmesi önünde de bir engel yoktu. O halde, bu konuda tablo net!

Diğer taraftan, Anayasa değişikliği paketinin “şeker”lerinin çoğu da hakiki şeker değil. Mesela, sözleşmeli kamu hizmeti düzenlemesi, grev ve toplu sözleşme konusunda genişleyen hakları anlamsız hale getiriyor, sendikalar bas bas bağırıyor, ama işiten veya işitmek isteyen yok!

Son olarak, “hiç yoktan iyidir” mantığının bizi nerelere sürüklediğinin en yeni ve en vahim örneği Kürt açılımı oldu. Hiç olmazsa, bu olaydan ders çıkarılabilseydik! O zaman da, “yetersiz ama hiç yoktan iyi” mantığı çalışmış, açılımı eleştirenlere, “ayrım” gözetmeden “statükocu”, “sabotajcı” yaftası yapılmıştı. Geldiğimiz yer ortada! O yerde, adı konmamış OHAL uygulaması söz konusu. BDP milletvekilleri Dörtyol’a giremediler, daha ötesi var mı? Sahiden, hiç yoktan iyi miymiş?

Türkiye, artık, birçok konuda, “hiç yoktan iyi” veya “şimdilik idare eder” noktasını çoktan aştı. Mevcut statükoyu devam ettirmenin imkanı kalmadığı gibi, “şimdilik” idare edecek, “hiç yoktan iyi” tedbirlerle gidilecek yol kalmadı. Birçoğumuz bunu telaffuz etmekten dahi çekinmeye devam ettiği müddetçe, her meselede hızla Kürt açılımında yaşadığımız büyük savruluşları yaşayacağız.

“Statükocu demesinler”, “onun yanında yer almayalım, bununla anılmayalım” kompleksinin vebali büyük oluyor, daha da büyüyecek! Dahası, “Hayır” oyu MHP ve CHP ile aynı cephede görünme riski taşıyor da, “Evet” oyu AKP, SP ve en kötüsü BBP ile oy kardeşliği riski yaratmıyor mu? Olaylara böylesi bir dar kafalılıkla bakma şansımız var mı?

“Boykot” seçeneğini ise başka bir yazıda tartışmak istiyorum. Ama hemen söyleyeyim, ben boykot etmeyeceğim, “Hayır” diyeceğim, bu konuda hiç tereddüdüm yok!

Hürriyet

“SİZİ 12 EYLÜLCÜLERDEN BETER EDERİM” DİYEN ÜLKÜCÜ KİM?
Müyesser Yıldız

19.08.2010
Yandaş medya Anayasa referandumu için adeta iğne deliğinden geçip, ne kadar eski “ülkücü” varsa bulup konuşturuyor. Ama bir farkla, sadece “evet” diyenleri görüyor. 12 Eylül öncesinin son Ülkü Ocakları Derneği Başkanı olup, darbeden sonra yaklaşık 2 yıl “Kafes”te kalıp, ilk duruşmasında tahliye edilen, davası da beraatla sonuçlanan Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu da bu anlayışın son kurbanlarından birisi.

Anayasa referandumunun “boykot” edilmesini savunduğu halde yandaş medyanın kendisiyle yaptığı röportajları yayınlamamasına öfkelenen Şahsuvaroğlu, oy kullanmaya karar verdiği gibi, Zaman ve Bugün gazetelerine, “Ya benimle yapılan röportajı yayınlatırsınız ya da ben yapacağımı bilirim. Sizi 12 Eylülcülerden daha beter ederim” diye uyardı.

Şahsuvaroğlu, AKP iktidarında Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı oldu. Halen de bu Bakanlıkta danışman. Bir diğer özelliği, TRT-1’de yayınlanan ve İsrail’in Türkiye’ye nota vermesine yol açan Filistin-Ayrılık adlı dizinin genel proje danışmanlığını yapması. Yani ülkücü, ama iktidara çok da uzak bir isim değil.

YANDAŞ TUTUMU 12 EYLÜL İŞKENCESİNDEN AĞIR GELDİ

12 Eylül işkencelerine maruz kalmış, Ülkü Ocakları Derneği’nin son genel başkanı sıfatını taşıyan bir ismin Anayasa referandumu ve 12 Eylül’le hesaplaşma konusunda söyleyecekleri elbette önemlidir. Onun içindir ki, yandaş medyanın büyük ilgisine mazhar oldu. Ama ilginçtir, hiçbiri yayınlamadı. Şahsuvaroğlu’nu en çok da Cemaatin yayın organlarından Zaman ve Bugün Gazetelerinin tavrı öfkelendirdi.

Neler oldu, o röportajlardan önce referandum konusunda ne düşünüyordu, sonrasında neye karar verdi, Şahsuvaroğlu’na sorduk. İşte yanıtlar:

“12 Eylül ile ilgili birçok gazete ‘evet’ kampanyasına yardımcı olur diye benimle röportaj yaptı. Saatlerce süren röportajlar sırasında muhabir veya söyleşi yazarı, ‘Bunları ilk defa işitiyorum. Hayatım boyunca kimseden böyle fikirler işitmemiştim’ gibi sözlerle bana iltifatlarda bulunmalarına rağmen gazetelerde hiçbiri çıkmadı. Bazı eski ülkücüler eğer ‘evet’ kampanyası lehine bir takım laflar etmişlerse, onlara yer verdiler. Bu 12 Eylül sırasında yapılan zulüm ve işkencelerden daha acıtıcı geldi bana. Vatan gazetesinde Sami Selçuk’la yapılan röportajı okuyunca, yalnız olmadığımı anladım. Ben de eskiden Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Star’da yazmıştım. Niçin evet kampanyası incitici geliyordu bana? Oysa işte 12 Eylül’den hesap soruluyordu. Demokratikleşiyorduk. İnsan hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller kalkıyordu… Öyle mi? Bizim gibi 12 Eylül mağduru ülkücülerin ‘evet’ demesi gerekmiyor muydu? Bizim beceremediğimizi Akıncı kardeşler mi becermişlerdi de biz kıskanıyorduk? Doğruyu bir ateist de söylese, doğru ‘doğru’ değil miydi?.. Yoksa kimseyi ilgilendirmeyen bu anayasa münazaralarına, anayasa bezirgânlıklarına karşı millet sandığa gitmemeli miydi? ‘Evet’ veya ‘hayır’a gönlü ısınamayanlar, bu referandum kepazeliğini duymazdan ve görmezden gelerek, sandığa hiç gitmeseler, kıyamet mi kopardı? Demokrasi geri şişeden içeri mi kaçardı? Faşizm mi gelirdi? Ülke mi bölünürdü? Bu beceriksiz siyasetçilere iktidarıyla muhalefetiyle bir ders vermek bu milletin aklına niçin gelmezdi? Yoksa BDP ile PKK ile aynı kefeye mi konulurduk? Ne münasebet; ateisttin doğrusu doğrumuz oluyor da, sandığı protesto edince koca millet PKK’lı oluyor. Olsun. Hani açılım vardı?..

Açıkça ilan ediyorum; bu ‘evet’ kampanyası İslam’dan nasipsizdir. Hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. İslam’ın hürmet, merhamet ve aşk medeniyetinden haberi yoktur. O kadar inciticidir ki, sadece yaşayan insanları değil, mezardakileri de rahatsız etmiştir. İslam hiçbir yeniliği kin ile ihya etmemiştir. Din ile kin asla bir araya gelmez. Oysa evet kampanyası kin kokuyor. Ne yani şimdi ben bana ‘kafes’te işkence yapan ve ne yaptığını bilmeyen; belki de şimdi cemaatte diğer Müslümanlarla beraber namaz kılan, belki de okulunu cemaatin okullarına gönderen, belki de Asya Finans’ta çalışan o emekli işkenceci ile otuz yıl sonra hesaplaşacak mıyım?.. 12 Eylül’dü ve ben onun kafeslerinde bile bugünkünden daha özgürdüm. Parmaklıklarını salladığım ve tamamının sülalesini sinkaf ettiğimde evet daha özgürdüm. Ben ki, ağzıma küfür almayan efendi şairim, yanımdaki tarih öğretmeni Mustafa Bey (Kayseri eğitimcisiydi) 80 şınav çekmeğe zorlandığımızda kalp krizi geçirince, aynen öyle yaptım. Cumhuriyetinden, devletine, 12 Eylül’ün en üst kademesinden en alt kademesine küfür ettim. Ne oldu? Hocayı revire götürürken, erinden yüzbaşısına kadar subaylara bir general gibi talimatlar yağdırdım. Emirlerimi harfiyen yerine getirdiler. Bugün bu özgürlüğümü hangi iktidar, hangi cemaat, hangi gazete, hangi tv kanalı, hangi mahkeme verebilir ki?...

Referandumda sessiz kalacaktım… Sandığa gitmeyecektim. Hanımla, annem ‘evet’, kardeşim ‘hayır’ vereceğim diye kararlı konuşuyorlar. Ben bilmiyorum… Memleketi evetçiler, hayırcılar diye bölemem. Bu bölücülüğe de Müslümanlık, demokrasi, adalet, devlet, hak hukuk diyemem. Bu oyunun içinde olamam. Öyle düşünüyordum. Ama gördüm ki; ben, fikrim, milletim, topyekün bir tarih haksızlığa uğruyor. Hak namına yapılan bu çirkinliğe benim pasif bir seçici olma hakkım yok.”

BUGÜN DE KULLANILIYORLAR

12 Eylül’de hapse konurken, doğrudan Evren’e mektup yazıp, “hata yapıyorsunuz” dediğini belirten Lütfü Şahsuvaroğlu’nun, bazı eski “dava arkadaşlarına” da birkaç sözü var. Diyor ki;

“12 Eylül öncesi ülkücüler evet kavganın bir tarafında yer alıyorlardı, ama yaşanan uluslararası istihbarat örgütlerinin ve karanlık mahfillerin de Türkiye üzerindeki planlarının bir parçasıydı. Bugün kimi profesör olmuş arkadaşlar da dahil olmak üzere, o zaman ne kadar ‘aptal’ olduklarını yazıp, çiziyorlar. Nasıl kullanıldıklarını anlatıyorlar. Fakat kullanıldıklarına, nasıl kullanıldıklarına dair bir bilgileri hâlâ yok. Bugün de kullanılıp kullanılmadıklarını tartışmıyorlar lâkin…”

Odatv.com

İtaat Et veya Yok Ol!
Korkut Boratav
Sol

Başbakan Çorum’da konuşuyor:

“Bu anayasal değişikliğe eğer siz 'evet'lerinizle katılmazsanız, bilesiniz ki yarın huzurumuza geldiğinizde biz de sessiz kalırız… Burada bitaraf olanlar yarın bertaraf olurlar. Çünkü bu ideolojik bir yaklaşımdır.”

Ardından bir iftar yemeğinde sürdürmüş:

“Bu ülkeyi biz sermayenin hegemonyasına terk etmeyeceğiz.”

“Bertaraf olmak” fiilinin sözlük anlamı, “ortadan kalkmak, yok edilmek”tir.

Köşe yazarları eleştirdiler; TÜSİAD Başkanı yakındı; ama asıl kritik soru şudur: Siyasi iktidar nasıl olup da sermaye grupları üzerinde bu derecede etkili bir ekonomik güce sahip olmakta; yandaşlarını ihya etmekte; muhaliflerini yıldırabilmektedir?

1980 sonrasında Türkiye neoliberal politikaları ithal ederken, liberal kalemler, bu yönelişi bölüşüm sonuçları bakımından övmekteydiler. Ne diyorlardı?

“Serbest piyasa ekonomisi, devlet müdahalelerinin ve korumacı önlemlerin rant yaratmasına da son verecektir. Bu rantlar ortadan kalkınca gelir dağılımı da düzelecektir.”

Bugün, bir başbakan özellikle sermaye çevrelerini “itaat etmezsen yok ederim” diye tehdit edebiliyorsa, liberal öngörünün iflas ettiği ortadadır.

Nedenlerini kısaca tartışmak istiyorum.

***

Liberallerin 1980 öncesiyle ilgili eleştirel saptamaları doğrudur:

O dönemin korumacı/müdahaleci ortamında, ithalat kotaları, farklılaştırılmış gümrük tarifeleri, fiyat denetimleri, kredi tahsisleri, teşvikler belli sermaye grupları lehine avantajlar, “rantlar” oluşturmaktaydı.

Ancak, o yıllarda ekonomik bürokrasinin ana çabalarından biri, bu türlü rantların mümkün mertebe kişiselleşmemesi idi. Bunu kısmen de başarıyordu.

Rantların oluşumu, paylaşımı siyasi iktidarın gözettiği iş adamlarına, şirketlere değil; öncelikli sektörlere, alanlara yönlendirilebiliyordu. Demirel ailesini ilgilendiren “sunta/mobilya ihracatı” gibi birkaç örnek dışında, bu yıllarda belli iş adamlarının, şirketlerin ve siyasetçilerin bulaştığı yolsuzlukların sayısı çok sınırlıydı.

Hızla ortaya çıktı ki “neoliberal model”, eski-tür rantların bir bölümünü ortadan kaldırmakta; fakat, değişik alanlarda çok daha yüksek boyutlarda yepyeni vurgun, avanta olanakları yarattı. Turgut Özal, bu süreçten çok iyi yararlandı.

Ekonomik bürokrasisinin yapısını, bileşimini değiştirdi; yetkilerini tırpanladı. Neoliberalizme özgü avanta türlerini keşfetti; kendisine, partisine yakın iş çevreleri arasında keyfî olarak dağıtmanın yöntemlerini buldu; geliştirdi. Sonraki yıllarda düzen partilerinden oluşan koalisyon hükümetleri aynı doğrultuda ilerlediler. “Kantarın topuzu kaçınca”, Yüce Divan siyasetçileri yargıladı. Sonuç değişmedi.

Neoliberal model adım adım ilerledikçe, iktidarla yakınlık, kapkaççı burjuvazi için köşeyi dönmenin ön-koşulu oldu.

Bu yozlaşma Türkiye’ye özgü değildir. Neoliberalizmin ana bayraktarı olan Dünya Bankası, kendi reçetelerinin de katkısıyla yolsuzluk olgusunun zirveye çıktığını sonunda farketti ve “yolsuzlukla mücadele”yi yeni gündeminin en ön sırasına yerleştirdi.

***

Gelelim AKP’nin “bertaraf etme” ve “sermayenin hegemonyasını reddetme” söylemlerine…

Özal’dan bu yana tüm düzen partileri, genel olarak sermayenin lehine olan politikaları, hiç yalpalamadan sürdürdüler; adım adım geliştirdiler. AKP de bu çizgiyi israrla izledi; ilerletti.

Başbakan, Yiğit Bulut’la Habertürk kanalındaki söyleşisinde, bu olguyu açıkça vurgulamış; “evet” oyunu sakınan büyük sermaye lehine anayasada yaptıkları değişikliğe işaret etmiş.

Bu değişiklik, “yerindelik” (yani, kamu yararı) ölçütünün idari yargı tarafından kullanılmasının önlenmesidir. Bu ölçütün, çok sayıda özelleştirme, kamu ihalesi, yerel yönetim uygulamasının ertelenmesine, iptaline yol açtığını ve sermaye çevrelerini tedirgin ettiği bilinmektedir.

(Açık İstihbarat : İshak Alaton gibi referandumda "demokrasi" için evet diyeceklerini söyleyerek milleti keriz yerine koyan küresel taşeronlar , bu Anayasa değişikliği ile Danıştay gibi engeller önlerinden kalkacağı için evet diyecektir. Artık "ulusalcılık" maskesi altında işlenecek Danıştay cinayetlerine gerek kalmayacaktır )

Başbakan örnekleri çoğaltabilirdi. Nitekim, dış finans çevrelerinin olası referandum sonuçlarıyla ilgili bir değerlendirmesi, kendileri için en olumlu sonucun “açık farkla evet” olduğunu ortaya koymuş. Zira, bu sonuç, AKP’nin tek parti iktidarının sürdürülme olasılığını güçlendirmektedir ve sermayenin genel çıkarları açısından en iyi senaryo budur.

O zaman, TÜSİAD’ın ve TOBB’nin tedirginlikleri nasıl açıklanabilir?

Bir kere, AKP’nin ihya etme yöntemlerinden dışlanan sermaye gruplarının rahatsızlığı söz konusudur. Belki de, cezalandırma mekanizmalarının olası tehdidi daha etkili olmaktadır.

İlhan Taşçı, Babam Sağolsun kitabında bize hatırlatıyor ki, 2002 seçimlerinden hemen sonra AKP hükümetinin TBMM’den çıkarttığı ilk yasa, gelir vergisi mükellefleri üzerinde “nereden buldun” sorusuyla ilgili bir inceleme yapılmasını önlemekteydi.

Bu sayede AKP’ye yakın iş çevrelerinin kayıt-dışı kazançları denetim-dışı kalmaktaydı.

Ne var ki, yeni düzenleme, “yandaş olmayan” sermaye grupları üzerindeki astronomik vergi cezalarının tahripkâr bir silah olarak kullanılmasını önlemeyecekti.

Başbakan’ın “sermayenin tahakkümünü red” söylemi, elbette temelsizdir.

Ama bir parantez açalım. Cumhuriyet tarihi boyunca devlet eliyle ihya edilmeyi bir hayat tarzı olarak sürdürmüş olan Türkiye burjuvazisinin yozluğunu da gözardı edemeyiz. Ve Başbakan’ın saldırısından yakınan “serbest piyasacı” patronlara soralım:

“Başbakan’ın huzuruna niçin çıkmaktasınız? Kendisinden neler istemektesiniz?”

Ne var ki, “itaat veya yokluk” ikilemi, sadece parazit iş çevrelerini ilgilendirmiyor.

Türkiye toplumunun tüm muhalif çevre ve akımlarına dönük faşistçe bir özlemi içeriyor. (..)

REFERANDUMDA "CASUS BELLİ" Mİ
Müyesser Yıldız

23.08.2010
İktidar yurt içinde önüne gelene öfke, yurt dışında ulufe dağıtıyor!..

PKK-Barzani cephesindeki “dağıtımlar” gözlerimizin önünde cereyan ettiğinden, bunları geçiyoruz…

Rusya’ya kemiksiz nükleer santral hediye ettik. Karşılığında Medvedev Erivan’a gidip, sözde soykırım anıtına çelenk koydu, ateş yaktı!..

Güya Yunanistan’la “dostluk”, İsrail’le “kavga” halindeyiz… İkisi bir olmuş, Davutoğlu’nun gücümüzü anlata anlata bitiremediği Balkanlar’a yayılıyor… Erdoğan’ın Mayıs’ta kucaklaştığı Yunan Başbakanı Papandreu geçenlerde İsrail Başbakanı Netenyahu’yu ağırladı. İkili, Türkiye’ye “nanik” yaparcasına, İsrail savaş uçakları için Ege’den uçuş iznini, Atina-Tel Aviv arasındaki askeri ve güvenlik işbirliğinin geliştirilmesini konuştu. Tel Aviv’in Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan açılımına, yine Davutoğlu’nun daha dün Boşnakları kestiği halde “ortak vizyonu sağladık” diye övündüğü Sırplar da eklendi. İsrail’e giden Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti’nin Başkanı Dodik, Türkiye’yi şikayet etti.

Mavi Marmara krizinin yaşandığı, bizimkilerin en üst perdeden ateş püskürdüğü günlerde, İsrail’in OECD üyeliğini veto etmemiştik ya… İşte İsrail hükümeti birkaç gün önce OECD üyeliğini resmen onayladı. Yarın İsrail, OECD’nin “terörün finansmanı ile mücadele” kararı kapsamında (iktidar ilgili kanun tasarısını hazırladı) İHH’nın terör örgütü sayılmasını istediğinde bakalım ne olacak?

Bir diğer “ulufe”; Sümela Manastırı’nı ibadete açtık. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Pontuslular Rum değil” buyurdu. Acaba Yunan Parlamentosu 19 Mayıs’ı niye “Pontus soykırım günü” ilan etti ve dahi bu “barış” çağında her yere sözde soykırım anıtları dikti, meseleyi AB’ye taşıdı ki?!.. Aman, bunların ne önemi var; AB’den sorumlu Bakanımız Egemen Bağış, “Bartholomeos benim seçmenim” dememiş miydi? Tabii, onu da memnun etmek gerekiyor!.. Türklere soykırım planlarının merkezi Akdamar Kilisesi’nin ibadete açılması ve tepesine haç dikilmesi çok yakın, referandumdan bir hafta sonra o iş de tamam. (Baş AB’ci yazar Cengiz Aktar’ın, Akdamar’a, ‘Akhtamar’ dediği, Sümela ve artık Anadolu’nun pek çok kendinde gerçekleşen kilise restorasyonu sayesinde yapılabilen ayinlerdeki duaların, keza mübarek Ramazan’da edilen duaların tüm vicdansızların ıslahına temennisinde bulunduğu duyurulur)

Ve gündeme bomba gibi düşen son “ulufe”; Erdoğan ve Davutoğlu’nun Dışişleri, “kırmızı kitap”ı yeniden yazıyormuş. Bu kapsamda, Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını “casus belli-savaş sebebi” saymaktan vazgeçiyormuşuz. Sadece Aslı Aydıntaşbaş değil, Erdoğan’ın damadının yönetimindeki Sabah Gazetesi de bunu yazdığına göre, itibar etmekten başka çaremiz yok.

Bu “açılım”ın önünü-arkasını ele almadan önce Davutoğlu ile pek yakın olup, boy boy poz veren etkili-yetkili Gazetecilerden Aslı Aydıntaşbaş’ın meselelere hakimiyetine(!) dokunduralım. Milliyet’in manşetten verdiği haberinde Aydıntaşbaş, kesin bir dille Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde 2005’te yapılan revizyonda, “casus belli”nin çıkarıldığını, bu defa yeni “adımlara” yer verileceğini yazıyor. Sabah Gazetesi’ndeki haberde ise tam tersi bilgi var. Biz en iyisi AB’nin 2009 Türkiye İlerleme Raporu’na bakalım. Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı tercümenin 32. sayfasında deniyor ki;

“Yunan karasularının genişletilmesi ihtimali karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1995 yılında alınan ‘casus belli’ kararıyla ilgili tehdit geçerliliğini korumaktadır.”

Demek ki, bu karar yerinde duruyor. Durması de gerekiyor. Çünkü bu bir TBMM kararı. 8 Haziran 1995 tarihli bu kararın ortadan kaldırılması için de yeni bir Meclis kararı gerekiyor. Haa, “Meclis iradesine ipotek koydurmam” diyenler, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa paketinden bazı cümleleri çıkarıp, kanunu yeniden yazmasına ses çıkarmadı, hatta sevinmedi mi? Pekala “casus belli”de de Erdoğan ve Davutoğlu’nun “iradesi” TBMM’nin yerine konabilir, ne engel var ki?!..

AKP’NİN “CASUS BELLİ” DANSI

AKP’nin “casus belli” dansı yeni değil. ABD ve AB yıllardır bunun kaldırılmasını istiyordu, sadece AKP iktidarıyla birlikte gaza bastılar.

Sene 2003, dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı, bugünün Başbakanı Papandreu Türkiye’ye gelir. O zamanlar Başbakan Gül’dür, ama AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmeyi de ihmal etmez ve ondan direkt şunu ister: “AKP’nin çoğunluğu oluşturduğu yeni TBMM, casus belli kararını yeniden değerlendirsin…”.Erdoğan cevap verir; “Konuyu TBMM Başkanı Bülent Arınç’a ileteceğim…”

Bu mesele Yunanistan için o kadar önemlidir ki, o günlerde Arınç, Yunan Meclis Başkanını Türkiye’ye davet ettiğinde, “Casus Belli’yi kaldırın, geleyim” karşılığını alır. Mevkidaşı gelmeyince, Arınç da çok istediği halde bir türlü Yunanistan’a gidemez!..

AB müzakerelerinin başlaması, 22 Temmuz seçimleri öncesi gibi kritik dönemlerde “casus belli” hep gündeme geldi, her defasında “Kırmızı Kitap”ın değişeceği duyuruldu.

İşte şimdi de referandum üzeri konuşuyoruz. Stelyo Berberakis’in bildirdiğine göre, Erdoğan’ın karnesini çıkartan Yunan diplomatları, “2011 seçimlerini dikkate alarak, milliyetçilik söylemlerine başladığı” notunu vermiş. Bu nasıl “milliyetçilik söylemleri” ise?!.. Yunan’a güven olmaz arkadaş; Bir zamanlar Erdoğan’ın, AB yolunda atması gereken adımları hatırlatan o zamanki Başbakan “dostu Kostas”a, “Bize baskı yapıyorlar, küfür ediyorlar, ülkeyi sattığımızı söylüyorlar” dediğini de iddia etmişlerdi!..

ABD’NİN ETKİSİ

AB ve Yunanistan’a “jest” tamam da işi asıl hızlandıran galiba yine ABD… Geçen yıl bu zamanlar Yunan cephesinden, “Washington’un Ege’de gerginliğin aşılması için 2 sayfalık gizli bir belge hazırladığı” haberleri geldi.Buna göre ABD,gerginliğin aşılması amacıyla Ege’de statünün düzenlenmesine yönelik anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesini öneriyordu. Dahası, “Türkiye’nin de sistemli bir şekilde Ege’nin statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalarını (1923 Lozan, 1932 Türk-İtalyan ve 1947 Paris) değiştirmeyi amaçladığını defalarca bildirdiği” öne sürülüyordu.

Bu gelişmeden 3 ay sonra, 6 Kasım’da Başbakan Erdoğan’ın, Yunanistan’ın yeni Başbakanı Papandreu’ya gönderdiği 3 sayfalık “komşularla sıfır problem” mektubundan haberdar olduk. Oysa mektup, 30 Ekim’de gönderilmişti. Ne tesadüf ABD de 30 Ekim’de, Başbakan Erdoğan’ın 7 Aralık’ta ABD’ye ziyaret edeceğini duyurdu!.. “Mektup yazıldı, randevu çıktı” demek istemiyoruz, haşa!..

Ama medyamız bu mektup üzerine “Ege’de barış rüzgarları” estirirken, Yunan hükümet Sözcüsü Yorgo Petalotis’in yaptığı açıklamayı hatırlatalım ki, neler olduğu daha iyi anlaşılsın. “Hükümet, tüm dış politika konularında Yunanistan’ın çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Herkes istediği şeyi arzu edebilir, ancak Yunan hükümeti kararlı bir biçimde attığı adımlarla kendi dış politikasını yürütüyor… Tabii ki ön koşullar olmadan, Türkiye ile hiçbir diyalog olmaz” dedi.

Acaba o “ön koşullar” karşılandığı için mi Erdoğan, Mayıs’ta Yunanistan’a gitti ve yıl sonunda MGK’ya sunulacağı söylenen “casus belli açılımı”nın duyurusu bugünden yapıldı?

EGE’DE BOĞULAN STRATEJİK DERİNLİK

Ege’nin Türkiye için önemi, “casus belli”nin anlamı ne? Bunu biz değil, Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” konsepti cevaplandırsın. Davutoğlu, o meşhur kitabında şunları anlatmıştı:

“Ege’den soyutlanmış ve Kıbrıs Rum kesimi ile güneyden çevrilmiş bir Türkiye’nin dünyaya açılma kapıları önemli ölçüde sınırlanmış demektir…”

“Siyasi bölüşümün uluslararası antlaşmalarla Yunanistan lehine belirlenmiş olması, kıta sahanlığı, kara suları, hava sahası ve FIR hattı, komuta ve kontrol alanları ve adaların silahlandırılması gibi sorunlara beşiklik etmektedir. Yunan adalarının önemli bir kısmının Anadolu’ya yönelik askeri harekatlarda birer atlama taşı olarak kullanılabilecek kadar yakın olması ve Türkiye’nin Marmara Denizi’nden Akdeniz’e geçişini sağlayan su koridorlarının bu adalar tarafından sarılmış bulunması, Türkiye tarafından çok ciddi bir güvenlik açmazı olarak değerlendirilirken, Yunanistan adalara sahip olmaktan kaynaklanan avantajını, Ege su havzasının tümüne şamil etmeye yönelik bir stratejik çaba içinde olagelmiştir…”

“Türkiye’nin de desteklediği 6 millik karasuları esasına göre şekillenen cari statükoya göre bile, Ege Denizi’nin sadece yüzde 8.8’i Türkiye’nin hakimiyetindedir. Yunanistan’ın beğenmediği bu statükodaki payı ise yüzde 35’i bulurken, Ege’nin yüzde 56.2’lik kısmı açık denizdir. 12 millik uygulamaya geçilmesi halinde ise Türkiye, fiilen Yunanistan’ın izni olmadan Ege’ye çıkamaz hale gelecektir. Bu durumda açık denizler Ege’nin yüzde 26’sına gerilerken, Yunanistan’ın hakimiyet alanı yüzde 63.9’a çıkacak ve Ege, Yunanistan’ın bir iç denizi halini alacaktır…”

“Türkiye daha önce yapılan ciddi diplomatik ihmallerle Ege’de gerilenebilecek en son noktaya gelmiş bulunmaktadır. Bundan sonra verilecek her taviz, Türkiye’nin Ege’deki, dolayısıyla Akdeniz-Karadeniz bağlantısındaki hayat alanının yol olması neticesine kadar gidecek vahim sonuçlar doğurabilir…”

Yok, bu referandum yapılabilemez; ÇÜNKÜ

1- ANLAŞILAN BASKILAR, TEHDİTLER, 2. CUMHURİYETÇİLER, SİYASAL İSLAMCILAR VE AB’NİN AÇIK DESTEĞİ YETMİYOR Kİ, ÜLKEMİZ ÜZERİNDE HESABI OLAN TÜM ÜLKELERİN TEK TEK DESTEĞİ DEVREYE SOKULUYOR…

2- ANLAŞILAN 12 EYLÜL’DE SADECE “KÜRDİSTAN’A GEÇİT”, “DİKTATÖRLÜĞE GEÇİŞ” DEĞİL, YUNANİSTAN’IN İZMİR’E BU DEFA ELİNİ KOLUNU SALLAYARAK GELMESİ VE DAHİ EGE ORDUSU’NUN LAĞVI DA OYLANACAK!..

Odatv.com

FETHULLAH GÜLEN GELİYOR MU?
Müyesser Yıldız
24.08.2010

Fethullah Gülen aybaşında Anayasa referandumunun desteklenmesini ve mümkünse “mezardakilere” bile “evet” dedirtilmesini istediğinde, kendisinin bugüne kadar hiç oy kullanmadığını hatırlatıp, “Sanki hayatında ilk defa ABD’de dahi olsa bir şekilde oy kullanacak” yorumunu yaptık. Bizim arkamızdan MHP Lideri Bahçeli, “Ölüleri mezardan kaldırıp, oy kullandıracağına ABD’den gelerek, 12 Eylül’de oy kullanması daha hayırlıdır diye düşünüyorum” çağrısında bulundu. Evet galiba Gülen, referandumda sadece Atatürk Havalimanı’na gelip-dönse bile oy kullanmak için Türkiye topraklarına ayak basacak.

Nereden mi çıkarıyoruz? Çünkü Gülen’den son olarak şu açıklama geldi:

“Hiç kimse anayasa değişikliği paketini ve referandumu Avrupa’ya veya Amerika’ya bağlamamalı; bunlar diyalektik sayılabilecek dedikodudan ibaret yanlış şeylerdir. Ramazan-ı Şerif’te yumuşayan kalbleri de değerlendirerek herkes referandum konusunda üzerine düşen vazifeyi yapmalıdır. Burada (Amerika’da) oy kullanamayacaklarından dolayı, Türkiye’ye gitmesi mümkün olanlar gitmeli ve oylarını kullanmalılar. Oraya gidince de, ‘Amerika’dan kalktım, bin lira verip buraya geldim; dönerken de o kadar para vereceğim. Bu kadar zahmeti sadece kendi oyum için çekmemeliyim...’ demeli; en azından on tane, yirmi tane insanı daha zimmetlemeli, onları da sandığın başına götürmeli ve onlara da bir güzel ‘evet’ dedirtmeli.”

Sözlerini satır satır irdeleyelim:

Referandumu önemsiyor mu; Önemsiyor…

Üzerine düşen vazifeyi yapıyor mu; Şu ana kadar yazılı ve sözlü olarak yaptı…

Kendisinin Amerika’da oy kullanma imkanı var mı; Herhalde yok…

Türkiye’ye gelmesi mümkün mü; Sağlık gerekçesini saymazsak, mümkün. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de daha dün, “Türkiye’ye gelmesine engel yok” dedi…

“Amerika’dan kalktım, bin lira verip geldim; dönerken de o kadar para vereceğim” örneğini verdiğine göre, en azından Havaalanına gelip, oy kullanılıp, dönülmesi gerektiğini savunuyor…

Gülen’in ekonomik şartları uygun. Türkiye’ye gelmesine de mani bir hal bulunmadığına göre, bu söylem ve tavsiyeleri yapan bir insanın gelip, oyunu kullanmaması düşünülebilir mi? Aksi halde “Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı” konumuna düşmez mi? O yüzden “geliyor” diyoruz, ama tabii işin içinde başka hesaplar yoksa!..

“GELİRSE” VE “GELMEZSE”NİN ANLAMI

Yıllardır Gülen’i, Gül’ü ve Erdoğan’ı ve son dönemde de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu çok dikkatle izleyen biri olarak, Gülen’in geliş ihtimaliyle bağlantılı şekilde neler yaşandığı konusunda yorumumu aktarmak isterim.

Şu kesin; Gülen’e yakın olan Erdoğan değil, Gül ve Davutoğlu’dur…

Bugüne kadar emperyalizmin “müesses nizam” veya “bürokratik oligarşi” dediği, TSK, yargı, bir miktar da devletin kurucusu CHP’nin etkisizleştirilmesinde birlikte hareket ettiler. Beraberinde 12 Eylül’de zaten dağıtılmış Türk siyasi sistemine son darbeleri indirip, adeta 1.5 partili (Tabii şimdilik, bakalım seçime kadar neler olacak) bir sisteme geçişin altyapısını oluşturdular…

Ancak bir zamanlar Baykal’ın söylediği gibi “cemaat sörfünün” üzerinde yapılan yolculukta, dalgaların boyu kendilerini dahi aştı…

Ayrıca Anayasa’nın öngördüğü şekilde, millet egemenliğini devletin yetkili kurumları ile paylaşmaya bile tahammül edemeyen Başbakan Erdoğan, “davul benim boynumda, tokmak başkalarında” durumuna ne kadar katlanabilir ki?..

O artık Cumhurbaşkanı olmak istiyor. “Tokmağı” elinde tutanlar ise “hayır” diyor.

Gül’ün görev süresinin 5 mi, 7 yıl mı olduğu tartışmalarının referandum üzeri başlatılması boşa değil. Dikkat edin, Erdoğan’a yakın isimler 5’te (Bülent Arınç gibi 5 yılı savunan veya birden bire Tuncay Özkan, Mustafa Balbay’a ‘himmet’ gösteren diğer isimlere bakmayın, onlarınki, Erdoğan sonrası Başbakanlık hesabından başka bir şey değil) ısrar ediyor, Gül ve yakınlarının gönlünden ise 7 yıl geçiyor. Erdoğan referandumdan “evet” çıkmasını çok istiyor, çünkü böylece hemen arkasından özellikle “Kürt sorunu”nun çözümünde atacağı adımlarla kendisine yeni bir kredi açılacağını düşünüyor. Her ihtimale karşı ve millet ne olduğunu anlamadan 2011 seçimlerini öne çekerek de (seçimlerin erken veya zamanında olup olmayacağını İran eksenindeki gelişmeler belirleyebilir) son bir hamleyle, Çankaya yokuşunu tırmanmayı planlıyor. Zira biliyor ki, 2014’e kalacak bir Cumhurbaşkanlığı seçimi içte ve dışta onun için, “Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç” şarkısından başka bir şey olmayacaktır.

Erdoğan’ın hesabını ne bozabilir? Birincisi referandumda “hayır” çıkması, ikincisi “sağlık” sorunu, üçüncüsü de hakkında bir takım “iddialar”ın ortaya atılması!..

Şu anda iktidarın iç ve dış ortakları referandumda “evet” çıkması için omuz omuza mücadele veriyor, ama aynı zamanda büyük bir iç savaş yaşanıyor. Bu savaşın bir adı “Çankaya”, diğeri Köşk’e çıksın-çıkamasın Erdoğan sonrasının “AKP Genel Başkanı ve Başbakanlık”tır.

Sanki Türkiye’nin daha uzun süre AKP’yle yaşayacağının garantisini almış gibiler!..

Cemaatin önde gelen isimleri, yeni Başbakan için tercihini çoktan belirledi. Ankara’da aylardır Ahmet Davutoğlu ismini açıktan telaffuz ediyorlar!.. Bizlerin duyduğunu, Erdoğan duymaz mı?

İşte hem Çankaya, hem Başbakanlık denkleminde yine o “etkili” aktörün, Gülen’in adı karşımıza çıkıyor.

Gülen geçen yıldan beri Türkiye’ye dönmek istiyor. Türkiye’deki temsilcileri “daha erken” derken, hep TSK’yı, Ergenekon’u gerekçe gösteriyor. Oysa gerçek sebebin, Başbakan Erdoğan’ın “veto”su olduğunu söyleyenler var.

Ergenekon davasının en azından Öcalan “özgürleştirilene” ve “özerklik” hayata geçirilene kadar bitmeyeceği anlaşılıyor… TSK’da ise son YAŞ toplantısıyla 2017 yılına kadar düzenleme yapılmış gibi görünüyor.

O halde, gelmesinin önünde engel kalmadı demektir. Ya Erdoğan’ın “veto”su?!.. Referandumda “oy kullanma” çağrılarına, sadece “evet”i çok önemsemesi değil, bir de bu gözle bakalım… “Geliyorum” mu diyor, yoksa “Gelirim haaa” mı?

Gelirse bizzat işin başına geçeceğinden, Erdoğan’ın hesapları “yalnızlaşacak” kadar bozulmaz mı? Ya “gelecek-miş” gibi yapıyorsa; Acaba Erdoğan’ın bir şeylerden vazgeçmesini mi (anlaşma sağlanır… sağlık sorunları Türkiye’ye gelip, oy kullanmasına imkan vermeyecek kadar artabilir… veya gizlice gelip, oyunu kullanır, hemen ABD’ye döner ya da başka bir ülkeye geçer) istiyor?

Fethullah Gülen’in son açıklamasında, CHP, MHP’ye, hatta ismen Baykal ve Bahçeli’ye “sıcacık” mesajlar vermesi de anlamlı. Referandumda AKP’yi veya bu işi yapan insanları değil, yapılan işi desteklediklerini vurgularken, şöyle diyor:

“Bunu rahmetlik Bülent Ecevit yapmış olabilir, bunu Süleyman Demirel Bey yapmış olabilir, bunu İsmet Sezgin Bey yapmış olabilir, bunu Tayyip Erdoğan yapmış olabilir, bunu Turgut Özal yapmış olabilir, bunu Devlet Bey yapmış olabilir, bunu Deniz Bey de yapmış olabilir. Güzelliği milletimiz adına kim yapmış ve milletimize ileriye doğru bir adımı kim attırmışsa, biz o ayağın altına başımızı kaldırım taşı gibi koymaya âmâdeyiz…”

Herkesi kucaklayan “manevi önder” havasıyla birlikte, “Benim dediklerimi siz yapın, yola sizinle devam edeyim” der gibi değil mi? Nasılsa muhalefet cephesinden “dönüşüne” bir itiraz da yok, hatta gelmesi arzulanıyor!..

Anlaşılan Erdoğan bayağı zor durumda. “Vah vah” diye üzüldüğüm zannedilmesin. İkaz ve itirazımın sebebi, birilerinin (bazı siyasiler ve medya grupları olabilir) bilerek-bilmeyerek, sırf Erdoğan’dan kurtulma adına daha büyük projelerin önünü açacak “kurtarıcılara” sarılma eğiliminde olmasına. Açıkçası, yağmurdan kaçarken, doluya tutulmamıza yol açacaklarından korkuyorum.

Türkiye’nin yeni post-modern projelere ihtiyacı yok. O birileri zaten kendi kendini tasfiye ediyor. Millet de herhalde gereğini yapacak. Yeter ki siyasiler ve medya, sandık güvenliğini gözü gibi sahiplensin ve şu seçim sonuçlarının elektronik ortamda alınması uygulaması son erdirilsin!..

Odatv.com

Gülen kişi başına 20 oy istedi
24 Ağustos 2010, 10:15Anadolu Haber
Referandum öncesi taraflar arasında müthiş bir yarış var. Fethullah Gülen'den yeni açıklamalar geldi.

Fethullah Gülen pakete 'evet' için adeta seferberlik ilan etti. "Mezardakileri bile kaldırarak referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım" diyerek gündeme oturan Gülen, son açıklamalarıyla da konuşulacak. Gülen'in çağrısı Amerika ve sınır ötesinde yaşayan Türkler'e oldu:

"En azından on tane, yirmi tane insanı daha zimmetlemeli, onları da sandığın başına götürmeli ve onlara da bir güzel 'evet' dedirtmeli."

Zaman gazetesi Gülen'in açıklamalarına tam sayfa yer verdi. Gazetenin sürmanşetinde Gülen'in 'Evet'i desteklememiz, kişileri değil yapılan işi takdir meselesidir' başlığı vardı.

Gülen, 12 Eylül'de yapılacak tarihi referandumda 'evet' demesinin siyasi mülahazalarla irtibatlandırılmamasını istedi. Gülen ayrıca mezar polemiğine de açıklık getirdi. İşte Gülen'in açıklamalarından bir bölüm:

HERKESE KARŞI MÜSAVİ DURUYORUZ

Referandumda 'evet' denilmesi gerektiğiyle alâkalı sözlerimi siyasî mülahazalarla irtibatlandırmaya gerek yok. Herkese karşı müsavi derecede duruyoruz. Biz yerinde Deniz Bey'i de destekleriz, Devlet Bey'i de destekleriz. Elverir ki, yaptıkları şeyler milletimizin bugünü ve yarını adına, devletler muvazenesinde dümene oturması adına bir şey ifade etsin. Benim milletim devletler muvazenesinde yönlendiren, gözünün içine baktıran bir muvazene unsuru olmayacaksa şayet, ne Avrupa umurumda benim, ne Amerika, ne Çin ne de Maçin. Bu açıdan da, milleti oraya götürebilecek her gayret alkışlanmalı.

Referandumda 'evet' denmesini desteklememiz, o işi yapan insanları takdir değil, o işin kendisini takdir meselesidir; kim yaparsa yapsın, yapılan güzel bir işi takdirdir. Bunu rahmetlik Bülent Ecevit yapmış olabilir, bunu Süleyman Demirel Bey yapmış olabilir, bunu İsmet Sezgin Bey yapmış olabilir, bunu Tayyip Erdoğan yapmış olabilir, bunu Turgut Özal yapmış olabilir, bunu Devlet Bey yapmış olabilir, bunu Deniz Bey de yapmış olabilir. Güzelliği milletimiz adına kim yapmış ve milletimize ileriye doğru bir adımı kim attırmışsa, biz o ayağın altına başımızı kaldırım taşı gibi koymaya âmâdeyiz. Bütün dünya biliyor ki; yeryüzünde dikili bir taşımız yok ve bundan başka da hiçbir sevdamız olmadı.

REFERANDUMDA 'EVET' DEMENİN LÜZUMUNA İNANIYORUM

Geçenlerde, "Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'evet' oyu kullandırmak lazım." demiştim. Bazıları bu sözü alay konusu yaptı; hatta, bu sözdeki mübalağayı ve o mübalağadaki ironik espriyi tersine çeken ve "Ölüleri de yazdırın ve kaçamak olarak onlara da oy kullandırın." şeklinde yorumlayacak kadar işi şirazeden çıkaran kimseler oldu. Oysaki, o sözdeki üslup çokça kullanılan ve herkesçe maruf bir üsluptur. Mesela; İmam Busîrî, Peygamber Efendimiz için der ki; "Eğer O'nun mucizeleri kendi kadr-u kıymetine göre olsaydı, mübarek nâm-ı celili ölüler üzerine okunduğu zaman çürümüş kemikler bile dirilirdi." Ben de bu sözden hareketle belki elli defa şöyle demişimdir: "Allah Rasulü'nün doğumu esnasındaki pek çok mucizeden bahsedilir. Onlar da iş mi ki?!. O yeryüzünü teşrif ettiğinde mezardakiler bile canlanıp ayağa kalkmalı ve ona temennâ durmalıydılar." İşte, referandumun önemine ve 'evet' demenin lüzumuna inandığımdan, o meseleyi de böyle bir üslupla dile getirmiştim.

ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPMALI, ON KİŞİ SANDIĞA GÖTÜRMELİYİZ

Hiç kimse anayasa değişikliği paketini ve referandumu Avrupa'ya veya Amerika'ya bağlamamalı; bunlar diyalektik sayılabilecek dedikodudan ibaret yanlış şeylerdir. Ramazan-ı Şerif'te yumuşayan kalbleri de değerlendirerek herkes referandum konusunda üzerine düşen vazifeyi yapmalıdır. Hatta burada (Amerika'da) oy kullanamayacaklarından dolayı, Türkiye'ye gitmesi mümkün olanlar gitmeli ve oylarını kullanmalılar. Oraya gidince de, "Amerika'dan kalktım, bin lira verip buraya geldim; dönerken de o kadar para vereceğim. Bu kadar zahmeti sadece kendi oyum için çekmemeliyim..." demeli; en azından on tane, yirmi tane insanı daha zimmetlemeli, onları da sandığın başına götürmeli ve onlara da bir güzel 'evet' dedirtmeli.

AK PARTİ'Lİ BAYAN VEKİLE GÖZDAĞI

25 Ağustos 2010
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Van mitinginde, Ak Parti Van Milletvekili Gülşen Orhan'a sözlü, fiili saldırı... haber10

Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!

24 Ağustos 2010
2 Eylül'deki referandumda boykot kararı alan BDP'ye en sert tepki Taraf gazetesinden geldi. Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, boykot kararına öyle gıcık olmuş ki; bugünkü köşesinde BDP'ye giydiriyor... Boykot'un da "demokratik bir hak" olduğuna aldırmadan, Genel yayın yönetmenliği yetkilerini kullanarak,açık açık despotluk yapıyor ve bndan sonra gazetesinde BDP'nin demeçlerine yer vermeyeceğini açıklıyor. İşte o yazının ilgili bölümü:

(...) Kürt halkının büyük çoğunluğuyla ters düşen, Kürt sivil toplum kuruluşlarıyla çelişen, 12 Eylül hukukuyla hesaplaşmak isteyen Kürtlerin sandık başına gitmesini istemeyen BDP'li politikacıların manevraları bana fazla kıvrak geliyor son zamanlarda.

ONLARDAN DEMEÇ İSTEMİYORUM

Bu yüzden saygısızlaşıp kabalaştıklarını düşünüyorum. Ben BDP'li politikacılardan da, hoyratlıklarından da sıkıldım, çocuğum yaşındaki birinden hakaretler işitmek de hoşuma gitmiyor, yazıişlerindeki arkadaşlarımın neredeyse tümü karşı çıktı ama ben bundan sonra BDP yönetiminden demeç istemiyorum.

TİRAJ UMURUMDA DEĞİL

Biliyorum bu gazeteciliğe aykırı, bu yüzden tiraj da kaybedebiliriz ama ben o kadar da iyi bir gazeteci değilim, iş hakarete geldiğinde tiraj falan da umurumda değil. BDP, maksatlı olmayan, 12 Eylül anayasasının değişmesini istemeyen gazetelerle konuşsun. Yolları açık olsun.
haber1001

Kılıçdaroğlu O Pankat İçin Özür Diledi

05 Eylül 2010
CHP Genel Başkanı, Konya'dan sonra gittiği Ankara'da "bir sabah gözaltına alınmak istemiyorsanız 'hayır' deyin" çağrısında bulundu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Konya'dan sonra gittiği Ankara'da aynı gün içinde ikinci mitingini gerçekleştirdi. Avcılar'da asılan CHP pankartına değinen Kılıçdaroğlu, "sorumlu CHP'liyse özür diliyoruz" dedi.

Kılıçdaroğlu, "Eğer bir üyemiz o pankartı asmışsa ve bundan üzülenler varsa onlardan özür diliyoruz" ifadelerini kullandı.

Oysa, Kılıçdaroğlu, önceki gün katıldığı CNNTürk'teki bir programda, olaydan Başbakan Erdoğan'ı sorumlu tutmuş ve 'Bu şekilde türban sorunundan faydalanıyorlar.. Bunu yapanlar belli diyerek' hükümet ve AK Parti'yi hedef göstermişti..

Daha sonra bu afişleri hazırlatan kişinin Avcılar'ın CHP'li belediye başkanı ortaya çıkmıştı.. aktifhaber

Bdp'den Çağlayan'da Boykot Mitingi
05 Eylül 2010
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 'referanduma boykot' mitingi düzenliyor. Çağlayan Meydanı'nda toplanan BDP'liler ellerinde 'boykot' yazılı pankartla...
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 'referanduma boykot' mitingi düzenliyor. Çağlayan Meydanı'nda toplanan BDP'liler ellerinde 'boykot' yazılı pankartlar taşıyor. Sarı, kırmızı, yeşil renkli flamalar ve bayraklar taşıyan bazı BDP'lilerin Abdullah Öcalan posterleri açtığı görüldü. Mitingte partililer tarafından taşınan Başbakan Erdoğan'ın resminin bulunduğu ve altında 'Ağlamakla kurtulamazsın suçlular arasındasın' yazılı döviz dikkat çekti.

BDP mitingi için Çağlayan'da geniş güvenlik önlemleri de alındı. Polis helikopterlerinin miting alanının üzerinde sürekli gezdiği görüldü. Miting devam ediyor. aktifhaber

CHP'li Ömer Zengin, 'afiş krizinden' istifa etti
18:10 - Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci tarafından hazırlatıldığı ortaya çıkan başörtülü kadınların rahibeye benzetildiği afişler, CHP'de istifaya neden oldu. Avcılar Belediyesi'nin CHP'li Meclis Üyesi Ömer Zengin, partisinden istifa etti. 06.09.2010 İSTANBUL netgazete

AKIN BİRDAL'A BURSA'DA SALDIRI
11 Eylül 2010

BDP Milletvekili Akın Birdal'a Bursa'da konuşma yaparken kafa ve yumruk ile saldırdıktan sonra partililer tarafından linç edilmek istenen Bilgehan Şimşek'in saldırı yapmadan önce Birdal'ın yanından ayrılmadığı, saldırıdan kısa süre önce ise Birdal'ın konuştuğu kürsünün yanında ayakta beklediği fotoğraf ve kamera görüntüleri ile belirlendi.

İÇ KANAMASI TEHLİKESİ GEÇİRİYOR

Akın Birdal'a saldırdıktan sonra partililer tarafından tekme, yumruk ve sopalarla feci şekilde dövülen polisin güçlükle kurtardığı Bilgehan Şimşek'in tedavisi Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi'nde devam ediyor. İç kanama geçiren Şimşek'in hayati tehlikeyi atlatamadığı belirtildi.

BİRDAL:KENDİNİ SİVİL POLİS OLARAK TANITMIŞ

Bu arada Bursa'da çıkan olaylar nedeniyle BDP'nin İnegöl ilçesinde bugün açılışını gerçekleştireceği ilçe teşkilatı ertelendi. Olaylardan sonra BDP il teşkilatında basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Akın Birdal, saldırganın güvenlik birimlerini kendisini sivil polis olarak tanıtarak aştığını böylece kendisine yanaştığını fakat polis olmadığını belirtti.

HÜKÜMETİ ELEŞTİRDİ

Daha sonra kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan Akın Birdal, referandum sürecinde "Evet" veya "Hayır"demenin nasıl bir hak olduysa, boykot etmeninde böyle bir hak olduğunu belirten Akın Birdal, "Boykot kararı alıp sandığa gitmemekte bir demokratik haktır. Ama ne yazık ki, demokratik davranışımızı başbakanın antidemokratik olarak değerlendirmiş olması, Diyarbakır dönüşü söyledikleri bu sürece müdahaledir. Bu sürecin demokratikliğini baskı altına almaktır. Geçtiğimiz günlerde, eş başkanımız Sayın Ahmet Türk'e yönelik saldırıda bulunan failin salı verilmiş olması, Bulanık'taki cinayetin faillerinin bırakılmış olması bu tür saldırıları cesaretlendirmektir" dedi. aktifhaber

Bdp'li Yıldız: Adımızı Kullanarak Korsan Bildiri Dağıtıyorlar

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız, birilerinin sandıktan 'evet' çıkarmak için kendileri adına korsan bildiri dağıttığı...
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız, birilerinin sandıktan 'evet' çıkarmak için kendileri adına korsan bildiri dağıttığını iddia etti. Yıldız, "Daha önce Ahmet Türk adına bastırılan broşürler dağıtıldı. Şimdi de Selahattin Demirtaş adına milletvekillerimizin de içinde bulunduğu ikinci bir el bildirisi dağıttılar. Broşürle halkın zihnini bulandırmaya çalışıyorlar." dedi.
Batman il başkanlığı önünde düzenlenen basın açıklamasında konuşan Bengi Yıldız, referandum öncesinde sandık müşahitlerin KCK'lı gösterilerek gözaltına alındığını ileri sürdü.
PKK'nın ilan ettiği eylemsizlik sürecinde barış için çaba göstermeyenlerin sorumluluktan kaçamayacağını belirten BDP Grup Başkan Vekili Ayla Akat Ata ise yine PKK ile tehdit etti: "Şu an burada Kürt anneleri ağlıyor. 21 Eylül'den sonra cenazeler batıya gidince AKP'nin kurmayları ne diyecekler?" Aktifhaber

4 ilde 'boykot edin' tehdidi: 78 gözaltı
11 Eylül 2010 Mersin, Batman ve Van'da ''halk oylamasını boykot edin'' diyerek vatandaşları tehdit ettikleri iddia edilen 32 kişi gözaltına alınırken, İstanbul'da referanduma katılımı engellemeye çalışan 2 gruba operasyon düzenlendi.

Alınan bilgiye göre, yarın yapılacak halk oylaması öncesinde aralarında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) yöneticilerinin de bulunduğu kişilerce vatandaşlara baskı yapıldığı bilgisine ulaşan Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri, kent merkezindeki çeşitli mahallelerde çalışma başlattı.

Çalışmalar kapsamında vatandaşları, ''halk oylamasını boykot edin'' diyerek tehdit ettiği belirlenen kişilere ait adreslere, sabah saatlerinde eş zamanlı operasyon düzenlendi.

Operasyonda, aralarında BDP'li bazı yöneticilerin de bulunduğu 19 kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınan zanlıların, emniyetteki sorgularının ardından adliyeye sevk edileceği bildirildi.

İSTANBUL'DA REFERANDUMA KATILIMI ÖNLEMEYE YÖNELİK EYLEM HAZIRLIĞI İÇİNDE OLDUKLARI İDDİA EDİLEN 2 AYRI GRUBA YÖNELİK DÜZENLENEN OPERASYONLARDA 29 KİŞİ YAKALANDI

İstanbul'da, anayasa değişikliklerine ilişkin yarın yapılacak referanduma katılımı önlemeye yönelik eylem hazırlığı içinde oldukları öne sürülen 2 ayrı gruba yönelik düzenlenen operasyonlarda 29 kişi gözaltına alındı.

İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, sol görüşlü bir terör örgütü içerisinde faaliyet gösteren bazı kişilerin, vatandaşların referanduma katılmasını engelleme hazırlığı içinde oldukları belirlendi.Bunun üzerine dün Sultangazi, Şişli, Bağcılar, Maltepe, Kartal ve Zeytinburnu ilçelerinde eş zamanlı olarak operasyon gerçekleştirildi.

14 kişinin gözaltına alındığı operasyonda, 3 adet 16'lık havai fişek, 3 meşale, 1 adet kurusıkı tabanca, maske, çok sayıda cam bilye, örgütsel yayın, doküman ve materyal ele geçirildi.

Bağcılar, Başakşehir, Gaziosmanpaşa, Pendik ve Sultangazi ilçelerinde başka bir operasyon daha gerçekleştirildi.

Bu operasyonda da terör örgütünün talimatları doğrultusunda oy kullanacak vatandaşların referanduma katılmalarını tehdit ve baskı yoluyla engellemeye çalıştıkları iddia edilen 15 kişi yakalandı.

MERSİN'DE EVLERE ''TEHDİT MEKTUPLARI'' BIRAKILDIĞI ÖĞRENİLDİ

Mersin'de bazı mahallelerdeki evlere, yarın yapılacak halk oylamasının boykot edilmesi yönünde tehdit mektupları bırakıldığı öğrenildi.

Merkez Akdeniz ilçesinde özellikle Güneydoğu'dan göç edenlerin ağırlıklı olarak ikamet ettiği mahallelerde referandumun boykot edilmesi yönünde çalışmalar yürütülüyor.

Bazı evlere ''Uyarı'' başlığı adı altında tehdit mektupları bırakılırken, halk oylamasının boykot edilmesi isteniyor, tehdit dolu ifadeler yer alıyor.

İl Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, konuyla ilgili i gün gece yarısı düzenlendikleri operasyonda 17 kişinin gözaltına alındığını anımsattılar.

BATMAN'DA TEHDİT İÇERİKLİ BİLDİRİ DAĞITTIKLARI GEREKÇESİYLE GÖZALTINA ALINANLARIN SAYISI 13'E YÜKSELDİ

Batman'da yarın yapılacak halk oylamasının boykot edilmesi yönünde tehdit içerikli bildiri dağıtan 13 kişi yakalandı.

Alınan bilgiye göre, kent merkezinde bir vatandaşın, bazı şahısların yarın yapılacak halk oylamasının boykot edilmesi yönünde tehdit içerikli bildiri dağıttığı yönünde Batman Emniyet Müdürlüğü'ne e-posta yoluyla ihbarda bulunması üzerine başlatılan çalışmalarda, tehdit içeren bildiri dağıttıkları belirlenen Ş.T, E.E, V.T, M.S, İ.B, A.Ç, E.S, V.B, S.A, B.T, M.E.A, S.E. ve Ç.Y. gözaltına alındı.


haber7
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Eyl 11, 2010 10:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ağu 26, 2010 11:35 pm    Mesaj konusu: “Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih:Boykot!” Alıntıyla Cevap Gönder

“Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!

Murad Salih



Başlık internette rastladığım bir haberden...

Haber şöyle:

[12 Eylül'deki referandumda boykot kararı alan BDP'ye en sert tepki Taraf gazetesinden geldi. Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, boykot kararına öyle gıcık olmuş ki; bugünkü köşesinde BDP'ye giydiriyor... Boykot'un da "demokratik bir hak" olduğuna aldırmadan, Genel yayın yönetmenliği yetkilerini kullanarak, başka bir despotluk yapıyor. Bundan sonra gazetede BDP'nin demeçlerine yer vermeyeceğini açıklıyor. İşte o yazının ilgili bölümü:

(...) Kürt halkının büyük çoğunluğuyla ters düşen, Kürt sivil toplum kuruluşlarıyla çelişen, 12 Eylül hukukuyla hesaplaşmak isteyen Kürtlerin sandık başına gitmesini istemeyen BDP'li politikacıların manevraları bana fazla kıvrak geliyor son zamanlarda.

ONLARDAN DEMEÇ İSTEMİYORUM

Bu yüzden saygısızlaşıp kabalaştıklarını düşünüyorum. Ben BDP'li politikacılardan da, hoyratlıklarından da sıkıldım, çocuğum yaşındaki birinden hakaretler işitmek de hoşuma gitmiyor, yazıişlerindeki arkadaşlarımın neredeyse tümü karşı çıktı ama ben bundan sonra BDP yönetiminden demeç istemiyorum.

TİRAJ UMURUMDA DEĞİL

Biliyorum bu gazeteciliğe aykırı, bu yüzden tiraj da kaybedebiliriz ama ben o kadar da iyi bir gazeteci değilim, iş hakarete geldiğinde tiraj falan da umurumda değil. BDP, maksatlı olmayan, 12 Eylül anayasasının değişmesini istemeyen gazetelerle konuşsun. Yolları açık olsun. ]
(1)

Ahmet Altan malûmunuz...

Taraf gazetesi genel yayın müdürü ve başyazarı...

Taraf gazetesi de malûm AB-D emperyalizminin ülkemizdeki “yarı resmî” gazetesi...

AB-D emperyalizmi de malûmunuz; bütün dünyaya “demokrasi” götürmek istiyor...

Bu yüzden de Taraf gazetesinde yayınlanan her haber, her yorum bir şekilde, AB-D emperyalizminin ülkemize dayattığı bu “demokrasi”nin faziletleriyle başlayıp, onun ne bulunmaz bir nimet olduğunu “şu cahil halkın” kafasına vura vura anlatmaya ayarlanmış...

Ahmet Altan’ın yazıları da öyle...

Tabiî, demokrasi var...

Bir de demokrasi var...

Kitapların yazdığı "teorik demokrasi" başka...

Vietnam, Irak, Afganistan, Filistin, Türkiye halkına dayatılan "pratik demokrasi" başka...

Kitaplar ne yazarsa yazsın...

Biz olana bitene bakarız...

Vietnam’da, Irak’ta, Afganistan’da kaç milyon yaşlı çocuk, ihtiyar, kadın bu “demokrasi getirme operasyonu”n da katledi, sakatlandı, işkencenin en berbat şekillerine maruz kaldı, evleri başlarına yıkıldı, işyerleri talan edildi, paraları gasp edildi?

Ebugureybler....

Guantanomalar...

Gizli toplama ve işkence kampları...

İşkence için özel dizayn edilmiş CIA uçakları-gemileri...

İşgal ve talan edilen ülkeler...

Geldi mi bari?

Tabii ki gelmedi...

Çünkü dünyada kitapların yazdığı gibi bir demokrasi hiç olmadı ve olması da mümkün değil...

Ama dehşetli bir propaganda makinesi...

Medya yoluyla yürütülen toplu zihin kontrol faaliyetleri...

Bir gün mutlaka bizim ülkemizi de şendireceğini/şereflendireceğini müjdeliyor ve bizi bu “müjdeli habere” iman etmeye zorluyor...

Kısaca...

Ab-D tarafından oluşturularak dayatılan bir illizyonun adıdır demokrasi...

Hiçbir gerçekliği yok...

Tam bir kumpas...

Adi bir tiyatro...

Çünkü...

Kitaplarda yazan demokrasiye göre son karar halka aittir...

Yönetimde halk ne derse o olur...

Halkın iradesini belirtmesi, tercihini göstermesi için...

Seçim diye bir şey yapılır...

Halk bu seçimlere katılarak kendisini yönetecek genel veya yerel/mahallî yönetici adayları arasından seçimini yaparak bazılarına vekâlet verir...

Veya referandum yoluyla kendisine sorulan sorular için tercihini belirtir...

Yine kitaplara göre, bu seçim veya referandumların meşru olabilmesinin asgarî şartları vardır...

Bunlar...

Adaylıkta ve oy vermede “serbest”lik olacak... Yani adaylara ve oy verenlerin önüne engelerl konulmayacak...

Aday olanlar veya oy verenlerin “hür iradeleri” ile, hiçbir baskı, zorlama, tehdit ve şantaja maruz kalmadan bu işi yapmalarının sağlanacak...

Her türlü hile ve yanıltmalardan uzak “dürüst” bir seçim...

Gizli oy...

Açık tasnif...

Falan filan...

Bugün sadece medya etrafında, doğrudan insan iradesini esir alan olağanüstü tekniklerin geliştirilerek kullanılıyor olması ve bu yolla insanların zihinlerinin kolayca kontrol altına alınabiliyor olmasını dikkate alınarak...

Ne demokrasinin fiiilen uygulandığı iddia edilen AB-D ülkelerinde, ne de AB-D emperyalizmi tarafından demokrasinin zorla dayatıldığı ülkelerde hür, serbest, dürüst bir seçimden sözetmek mümkün mü?

Irak, Afganistan, Pakistan gibi kendilerine zorla demokrasi dayatılan ülkelerin başına seçim yoluyla gelen şu ipten kazıktan kurtulma, kaatil, işkenceci, ırz düşmanı, hırsız, uğursuz, yağmacı, ahlâksız takımının bu halkların hür iradeleriyle serbest ve dürüst bir seçimle işbaşına geldiğini, içinde hasarlı da olsa bir vicdan kırıntısı taşıyan hangi entellektüel/aydın iddia edebilir...

Bizdeki AB-D muhibleri, ne bunu iddia edebiliyorlar, ne de bu kepazelik konusunda tek kelime edebiliyorlar...

Ama “demokrasi” denildi mi, onun faziletleri konusunda saatlerce martaval atabiliyorlar...

Neyse sadede gelelim...

Demokrasi hakkında yukarıda yazdığım gerçeklerin hiçbirini -tıpkı bizim dermokratlar gibi- nazara almadan, görmemezlikten gelerek, yok farzederek/varsayarak...

12 Eylül’de yapılacak denokrasinin kitaplara yazılan teorik demokrasiye birebir uygun hilesiz hurdasız, hür ve serbest bir seçim olduğunu düşünelim...

Bu zor bir şey ama...

Deneyelim...

Bir referandumda halk, iradesini kaç şekilde beyan edebilir?

A-) “Evet” diyerek (AB-D’nin en istediği ve en çok sevineceği durum)...

B-) “Hayır” diyerek (AB-D’nin beğenmese bile içine sindirebileceği durum)...

C-) “Boykot” ederek veya “geçersiz oy” kullanarak (AB-D’nin en istemediği, en çok kızacağı durum)...

AB-D medyasının “evetçi” ve “hayırcı” kesiminin ortak dayatmasına göre, halk bu referandumda üç değil iki şıklı bir tercihi kullanacak...

Üçüncü şık olan “Boykot” veya “geçersiz oy”un hafızalardan özenle silinmeye çalışıldığını herhalde farketmişsinizdir..

Bu tavrı dillendiren BDP işi bozduğu için Kürtlere başka Türklere başka bir metod uygulanıyor...

Kürtlere BDP’nin “hayır” diyeceği her haberin/yorumun içinde, bir iki cümle ile zihinlere sinsice sokuşturulurken...

Türklere de “PKK’lı teröristler’in seçimi boykot edecekleri” telkin edilerek “boykotçu”ların PKK ile ittifak içinde gösterilebileceği şantajı yapılıyor...

İşte Ahmet Altan’ın demokrasiyi de, tiraj kaygısını da bir kenara koyarak; Kürtlere, “ya, ‘evet’ veya ‘hayır’ diyerek bu demokrasi müsameresine katılırsınız! Ya da ‘boykot’ gibi, bu müsamereyi bozucu bir tutumda ısrar ederseniz gazetemde sizden, sizin parti ve örgütlerinizden, sizin hak ve hukukunuzdan tek kelime bile yayılamam!” anlamına gelen yukarıdaki -içinden buram buram “totaliterlik/otoriterlik/baskıcılık/vesayetçilik” tüten- yazısı bu yüzden...

Türkiyede’ki seçim sonuçlarına baktığınızda yüzde 20 ile 30 arasındaki bir seçmen kitlesi (ki bu aşağı yukarı Türkiyede tek başına iktidar olma oranı), Ya sandığa gitmiyor veya cezadan kaçmak için sandığa gidiyor ama geçersiz oy kullanıyor...

CHP ve MHP, AB-D’nin referandum dayatmasını gerçekten boşluğa düşürmek isteselerdi; boykot tavrı alarak yüzde 20-30’luk boykotçu kitlenin üzerine yüzde 35-40 civarında kendi oylarını ilave ederek bunu rahatlıkla yapabilirlerdi...

Hesap ortada...

Toplam seçmenlerin yüzde 20-30'luk kesin kararlı, demokrasiye red/boykot cephesi...

Yüzde 35-40'lık CHP-MHP oyu...

Yüzde 5’lik BDP oyları toplandığında...

Yüzde 60-75’lik bir seçmen kitlesinin sandık başına gitmediği veya gidip de geçersiz oy kullandığı...

Yani sadece AKP ve AB-D’nin arkasında durdıuğu bir referandumun meşruiyetini hiç kimse iddia edemezdi....

Haydi, CHP’nin bu kayıkçı kavgasındaki “kötü adam/tecavüzcü Coşkun rolü” malûm ve CHP’nin eli bu sebeple “hayır”a mahkûm...

Peki MHP’ye ne oluyor?

Haaaa....

Bu sadece bir anayasa referandumu değil...

Malûmunuz AB-D emperyalizminin arkasındaki “Yahudi aklı”, az para-maliyet ile çok iş çıkarma üzerinde çok marifetlidir...

Referandumdan “evet” sonucu çıkarsa ki; öyle veya böyle çıkacaktır...

Bu sonuçla sadece Anayasa’nın bir kaç maddesi değişmeyecek, bu sonuçlar özellikle CHP ve MHP’de ve “boykot” kararının arkasında kararlılıkla duramazsa BDP ve PKK’da çok önemli çatlaklar, bölünmeler ve tasfiyeler yaşanmasına da sebep olacak gibi görünmektedir...

Bunun emareleri hem MHP’de, hem de CHP’de açıkça görülmeye başlandı bile...

Sonuç olarak...

Ahmet Altan apırsa da köpürse de; ben bu “demokrasi müsameresi”ni boykot etmekte kararlıyım...

Kimse bana PKK’lı filan da diyemez...

Çünkü Müslümanım ve Türk’üm...


Dipnotlar:

1- “Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!” , 24 Ağustos 2010, Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2937


'BOYKOT BOYKOT BOYKOT'

29 Ağustos 2010
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “12 Eylül’de tavrımız boykottur” dedi. Demirtaş Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde düzenlenen mitingde, aldıkları boykot kararının aynı zamanda “savaşa yeter artık” demek olduğunu söyledi. Demirtaş Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisine çok güvendiğini ve ‘Kürtler zaten benim arka bahçemdir. Zaten Kürtler benim peşimden gelir’ dediğini belirtti. Demirtaş, “Şimdi bir baktı ki boykot için meydanları dolduran Kürtler en başta Tayyip Erdoğan’ı boykot ediyorlar. BDP’yi tanımayan, BDP ile görüşmeyi kendine zulüm sayan bir Başbakan’ı şimdi BDP’liler meydanda boykot ediyorlar. Protesto ediyorlar. Şimdi hayırcılar da evetçiler de gözünü boykotçulara dikmiş. Acaba son günlerde fikrini değiştirirler mi diye. Buradan açık ve net söylüyoruz. 12 Eylül günü bizim tavrımız boykottur, boykottur, boykottur.”
Kışanak: Israrcıyız

BDP’li Gültan Kışanak da, “Biz 5 aydır söylediğimiz boykot kararımızda ısrarcıyız” dedi. Kışanak bir grup gazeteciyle yaptığı sohbette şunları söyledi: “Referandumda boykotla birlikte bu ülkede sivil demokratik anayasa isteyenlerin sayısını görmek istiyoruz. Biz boykot kararımızı TBMM’de tartışıldığı günden bugüne söylüyoruz. Başbakan, yeni anayasayı gündeme getiriyor. 2007 öncesinde de söyledi, sonra rafa kaldırdı. Taslağın tartışılmasına bile izin vermedi. Boykot kararından vazgeçmemiz için başından beri söylediğimiz şartlardan bazıları somut olarak gerçekleşmeli. Örneğin şimdi milletvekilleri çağrılsa, Meclis açılsa ve iki günde seçim barajı düşürülse.”

Hürriyet

DEMOKRASİ İÇİN YETMİŞ MİLYON SOPA!

29.08.2010
Dün AKP’nin anayasına “Yetmez ama Evet” diyen devrimci(!) ve sosyalist(!) gruplar İstiklal caddesindeydi. “Yetmez ama Evet” eylemini düzenleyenler eylemin ardından İstiklal Caddesi’nde “hayır” kampanyası düzenleyen TKP üyelerine polislerin gözleri önünde saldırdı.

Dün yaşananlar ilk saldırı değildi. “Hayır” kampanyası yürütenlere yapılan saldırılar son dönemde sistematik hale geldi.

Son dönemde dikkat çeken saldırılar şöyle:

Tarih:31 Temmuz 2010

Kayseri’de dükkanının camına Hayır yazıp 22 Temmuz 2010 tarihi Yeniçağ gazetesini asan esnaf karakola çekildi.

Tarih: 8 Ağustos 2010

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın referanduma ’Evet’ mitingi için geldiği Afyonkarahisar’da İşçi Partililer (İP) miting sonrası ’hayır’ pankartı astı. Asılı pankartı başbakan korumaları ile emniyet güçleri bulunduğu yerden indirdi. İP üyeleri polis tarafından gözaltına alındı.

Tarih:9 Ağustos 2010

12 Eylül’de düzenlenecek referandum çalışmaları kapsamında stand açmak için başvuruda bulunan TKP, İstanbul Valiliğinin yasaklamasıyla karşılaştı. Valilik, gerekçe olarak standın “vatandaşın oyunu etkileyecek” olmasını gösterdi. TKP, karar “yandaş Valilik” örneğidir dedi.

Tarih: 12 Ağustos 2010

Muğlada refarandum için 'hayır' çalışması yürüten TKP'li öğrenciler polistarafından keyfi bir şekilde gözaltına alındı.

Tarih: 12 Ağustos 2010

DSP İstanbul İl Kadın Kolları’nın Adalar’da düzenlediği referandumda ‘Hayır’ kampanyasına polis müdahale etti.

Tarih: 16 Ağustos 2010

CHP Antalya İl Örgütü tarafından bastırılan "referanduma hayır" el ilanlarını dağıtan kadınlar gözaltına alındı.

Tarih: 19 Ağustos 2010

Çorum’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çocuklara oyuncak dağıtmak amacıyla otobüsü durdurduğu esnada ‘referanduma hayır’ diye bağıran 3 kişilik grup polis tarafından gözaltına alındı.

Tarih:21 Ağustos 2010

AKP'li Pendik Belediyesi'nin zabıtaları Pendik pazarında refrandum çalışması yapan TKP üyelerine saldırdı.

Tarih: 24 Ağustos 2010

İstanbul Perpa’da referandum kampanyası dahilinde “hayır” bildirisi dağıtan ÖDP’liler polis saldırısına uğradı. Saldırı sırasında sivil bir polis, ÖDP’lilere silah çekti.

Tarih: 27 Ağustos 2010

Mersin’de 12 Eylül’de yapılacak referandumda “Hayır” çalışması yürüten Halkevleri üyesi gruba AKP’liler sopalarla saldırdı.

Odatv.com

Ekrem Eraslan
Bir arpa boyu yol için; “Evet” veya “Hayır” kavgası

Yapılacak değişiklerin kapsamlı olmaması,farklı kesimlerin sürece dahil edilmemesi,takvimin aceleye getirilmesi ve en önemlisi zihinsel bir dönüşümün önünü açacak ufkun olmaması nedeniyle yeterli görülmeyen bu anayasa değişikliği için memleketimizin gerilmesi maalesef fazlasıyla rahatsız edici bir hal aldı.

Referanduma kısa bir süre kala yürütülen propaganda çalışmalarının Türk siyasi hayatının bildik argümanlarıyla aynı tarzda devam ettiğini görüyoruz. Liderler şehir şehir meydan meydan birbirlerini itham etmeye hatta zaman zaman hakaret sayılacak ifadelerde bulunmaya devam ediyorlar. Bundan da anlaşılacağı üzere her iki tarafta seçmenin objektif kriterler üzerinden bir değerlendirme yapmak yerine duygusal bir karşıtlık içerisinde sandıklarda tercihte bulunmasını istiyorlar. Böyle olunca da insanlar kendi analitik beceri ve beklentileri çerçevesinde oy kullanmak yerine karşılarında kimin yada neyin olduğuna bakarak hareket etmeyi tercih etmektedirler. Bu yöntem siyasi partiler açısından kolay bir yöntem olarak benimsense de zaten derinliği olmayan Türk siyasetini güdükleştirerek basmakalıp bir hale sokmaktadır. Bu nedenle maddeler üzerinde değerlendirmelerde bulunarak bir yargıya varmak yerine mevcut siyasi ortamı değerlendirmek bizim daha sağlıklı bir öngörüde bulunmamıza imkan sağlayacaktır.

Konunun taraflarına bakacak olursak, Ak Parti’de -bütün seçimlerden bildiğimiz üzere- her şey Başbakan üzerine kurgulanmış (daha doğrusu yıkılmış) durumda. Sahada kendisi dışında dikkat çekecek Akparti kadrolarının ve çalışmalarının yer aldığını pek söylemek mümkün değil. Özelliklede teşkilatların ve parti üyelerinin konunun ciddiyetini pek fark ettiklerini ve üzerlerine düşen çalışmaları yaptıklarını söylemek hiç mümkün değil. Alışıldığı üzere yukarıdan aşağıya bütün kadrolar Başbakanın bitmez tükenmez karizması ve mücadele azminden beslenerek varlıklarını devam ettiriyorlar. Partinin bırakın periferdeki teşkilatlarını bakanlar kurulunun bile ortada olmadığını söylesek haksızlık etmiş sayılmayız. Başbakanın etkinlikleri dışındaki çalışmalar genelde “kendi çalıp kendi oynamak” biçiminde olduğundan, arzu edilen sonuçları elde etmekten uzak bir görünüm sergilemektedir. Başbakan her zamanki gibi formda olmakla beraber kırdığı potlar ve miting yapılan şehirler arasındaki söylem farkı (fazlasıyla nabza göre şerbet görüntüsü ) bu sefer daha fazla dikkat çekmekte. Bu nedenle, şehirlerin konumuna göre geliştirdiği argümanlar her ne kadar yöresel avantajlar sağlasa da diğer tarafta dikkatlice izleyenler açısından kendisini tutarsız duruma düşürmektedir.

CHP’ de KILIÇDAROĞLU’nun genel başkanlığı ile beraber alışılmadık yüksek çalışma temposu ve CHP’nin uzun zamandan beri uzak kaldığı kesimlere ulaşma çabası dikkat çekmektedir. Yeni genel başkanın gayreti ve samimiyeti sahaya yansımakla beraber, uzun zamandan beri tembellik yapan CHP teşkilatlarının karizma açısından eksik kalan yanını tamamlayamaması muhtemelen CHP’nin beklediği sonuçları almasına engel olacaktır. KILIÇDAROĞLU’nun meydanlarda en çok dikkat çeken yönü kullandığı dille Başbakanın halet-i ruhiyesine tesir edecek alanları seçmesi ve arzu ettiği tesiri uyandırmasıdır. Bununla birlikte Akparti’nin kemikleşmiş iki seçmen grubunu (Dindar çevreler ve Kürt seçmenler) can damarından yakalayacak Başörtüsü ve Genel af konusunda sergilemiş olduğu cesur davranış ,(derin CHP’ye karşı cesur) Akparti’yi sadece kendisinin kullandığı siyasal altın anahtarların elinden alınması veya paylaşılması tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.

MHP konusunda çokta bir şey söylemeye gerek yok göreve geldiği zamandan buyana tam bir bütünlük sağlayamayan Devlet BAHÇELİ aynı sıkıntıyı referandum sürecinde de yaşamakta ve bir türlü sorunu çözememektedir. Bu nedenle MHP deki dağınıklık AK PARTİ’nin arzu ettiği sonuca ulaşmasına büyük katkı sağlayacaktır.

BDP ise süreçte en karmaşık ( daha doğrusu tutarsız) politikaları izleyerek hem siyasetin dinamiklerini hem de hitap ettiği kesimleri şaşkına çevirmektedir. Ortada ya çok kompleks planlanmış bir stratejik yaklaşım var ya da klasik şark kurnazlığı içerisinde nereden kimden ne kotarırım düşüncesi ve kolaycılığı… PKK ve ÖCALAN parantezinden çıkamayan BDP siyasi arenada kendi güç ve etkisini ortaya koymak yerine boykot yaparak bir köşede saklanmayı tercih etmiştir. Bunun en temel sebebi BDP “hayır” dese de “boykot” etse de Kürt seçmenin tamamının tercihini “evet” yönünde kullanacak olmasıdır. Türkiye’de ayrışma sürecini körükleyen ve özerklik söylemleri ile ucu açık bir karanlığa kapı aralayan BDP’nin “boykot” kararı ile Kürt seçmeninden farklı bir noktada durması bir nebze iyi bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu durum ülke genelinde seçmenin etnik temelli duruş sergilemesine mani olmuş ve etnik kimlikle mevzi alınmasının önüne geçmiştir.

Sağın küçük partileri SP, BBP ve TP “evet” tavırlarıyla AKPARTİ’ye eklemlenmiş bir görünüm içerisinde tavır koymaktadırlar. Referandumda “evet” sonucunun alınmasına ciddi katkı sağlayacak bu tavır ilgili partilerin önümüzdeki seçimlerde seçim pusulalarında farklı amblemlerle yer almalarını da anlamsızlaştıracağından düşünce ve seçmen kitlesi olarak AKPARTİ içerisinde erimek gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalacaklardır. Ayrıca özgün bir konum yakalama arefesinde yer alan SP’nin kongre sürecinde yaşadıkları ve referandum sürecindeki tutumu gelecekte SP’yi güçlü bir siyasi alternatif olmaktan uzaklaştırmıştır.

Bu kadar siyasi partiyi değerlendirip de seçmen algısı üzerine birkaç tespitte bulunmamak seçmene haksızlık olacaktır. Seçmen referanduma partilerin konumları ve kendisinin siyasi yelpazede yer aldığı noktadan yaklaştığından, her zamanki gibi kendi adına birilerinin düşünmesi, karar vermesi ve uygulaması kolaycılığına teslim olup, saygılı bir şekilde parti büyükleri ne buyurursa ona göre hareket etmektedir. İçerik, şekil v.s konusunda hiçbir ilgi duymadığı gibi dar bir çerçevede de olsa kendi kişisel beklentilerinin hangi alanlarda karşılandığı ve eksik kaldığına da dikkat etmemektedir. İlgisizliğe örnek olması açısından; AKPARTİ’li ve dindar “evet” diyen seçmen , “arkadaş iyi 12 Eylül’den hesap soracağız da bizim hafızalarımızda taptaze 28 Şubat ve 27 Nisan var. Bunlarla ilgili neden bir şey yapmadınız?” diyemiyor.

Sonuçlarla ilgili bir mümkün olduğunca objektif bir öngörüde bulunacak olursak, “evet” cephesinin en sadık iki destekçisi ,( BDP ve PKK’ya rağmen) Kürt seçmenler ile ölüsüyle dirisiyle konuya duyarlı davranan cemaat bağlısı-sempatizanı seçmenler olacaktır. “hayır” cephesinin ise en sadık seçmen kitlesini laiklik histerisi taşıyan eski statükonun sahipleri sosyal demokratlar ve bölünme kaygısı taşıyan gruplar oluşturacaktır. Homojen bir yapıda ki eski statükonun sahipleri sosyal demokratların varlığını tahmin etmek mümkün.Ama seçim sonucunu etkileyecek olan bölünme korkusu taşıyan heterojen kitleyi tahmin edebilmek mümkün değil.

Kişisel kanaatim Rize hariç kıyısı bulunan hiçbir ilde “evet” çıkmayacaktır. Diğer taraftan Tunceli hariç doğu ve güneydoğu Anadolu’da hiçbir şehirde “hayır” çıkmayacaktır. Kıyı illerinin arkasında kalan iç Anadolu’da ise ağırlıklı olarak “evet” olmakla beraber “hayır” tercihi ile arada çok büyük farklar olacağını sanmıyorum. Bu nedenle aradaki fark % 5 geçmeyecek şekilde “evet” oylarıyla anayasa değişikliğinin onaylanacağını değerlendirmekteyim. Her ne kadar bu sonuç anayasa değişikliği için yeterli olsa da sermayesi % 47 olan AKPARTİ için %60’ın altındaki her rakam başarısızlık, sermayesi %21 olan CHP için % 40’ın üzerinde her rakam başarı sayılır.
haber10

YANDAŞ MEDYA KAFAYI KIRDI

02.09.2010
Bugün yandaş medyanın gündeminde Muş'tan gelen bir referandum haberi vardı. Haber şöyle: "Referandum için geri sayım sürerken bugüne kadar görülmüş en büyük istifa Muş'da gerçekleşti. DSP Muş İl Başkanı Mehmet Ek ile aralarında belediye başkanı, belde ve ilçe başkanlarının da bulunduğu 7 bin 300 üye, 12 Eylül'de yapılacak halk oylamasına ''evet'' demek için partisinden istifa etti."

Odatv olarak DSP'nin Muş'taki oy oranlarına baktık...

Muş'ta 2002 genel seçimlerinde DSP 371 oy aldı.

2004 belediye seçimlerinde 356 oy aldı.

2007 genel seçimlerinde Muş'ta seçime girmeyen DSP'liler CHP'ye oy verdiler. CHP 4408 oy aldı.

2009 belediye seçimlerinde ise DSP 68 oy aldı.

Peki tüm bunlardan sonra Muş'ta DSP'nin 7 bin 300 üyesi "evet" demek için nasıl partiden ayrıldı?

Biz bu işi çözemedik...

Odatv.com


BDP’li Ayna: "Katil, münafık"
3 Eylül 2010
BDP Mardin Milletvekili Emine Ayna, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’i sert bir dille eleştirdi.

Eker’in, BDP’yi eşkiyalıkla suçladığını ileri süren Ayna, “Boykotun adı tehditmiş, senin yaptığın katilliktir. Sen kendi halkını katleden bir sisteme hizmet ediyorsun. Kendini inkara ne denir? O ağızlarından düşürmedikleri Müslümanlıkta bile kendi kendinin inkarı münafıklık değil midir?” dedi.

Mardin’in Savur İlçesi’ne bağlı Pınardere, Yeşilalan ve Sürgücü Beldesi’nde düzenlenen halk toplantılarına katılan Ayna, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’i eleştirdi. Ayna, Başbakan ve Ak Parti hükümetinin söylemleri nedeniyle, boykot çağrısı yapmalarına bazen gerek kalmadığını öne sürdü. Ayna, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in, Hatay Samandağ İlçe başkanlarını öldüren JİTEM elemanını yanına alarak referandum çalışması yürüttüğünü iddia etti.

‘AK PARTİLİ KÜRT MİLLETVEKİLLERİ İSTİFA ETMELİ’

Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın katıldığı bir radyo programında söylediği sözlerini eleştiren Ayna, şöyle dedi:

“Başbakan gezmediği televizyon kanalları kalmadı. Bütün televizyon kanallarını geziyor. Önceki gün de bir radyoya katılmış. Orda öyle bir cümle etmiş ki, ben o cümleyi duyduktan sonra yani bırakalım bizim boykot kararımızı, AKP'nin içinde bu kadar vicdan kalmış olan, kendi kimliğine öz benliğine karşı, halkına karşı saygısı kalmış bir Kürt varsa, o partiden istifa etmiş olması lazım. ‘AKP'nin 75 Kürt milletvekili var’ diyorlar. Başbakanın o lafından sonra istifa etmeleri lazım. Radyo sunucusu Başbakan'a ‘3 Eylül'de Diyarbakır'a gelecek misiniz? Orada herkes sizin ne söyleyeceğinizi merak ediyor. Farklı bir şey söyleyecek misiniz?’ diye soruyor. Başbakan da, ‘Sözümüzden dönmeyiz. Biz Ankara'da ne dediysek Diyarbakır'da da onu söyleriz. Biz Ankara'da ‘tek dil tek millet’ dedik. Resmi dil tektir, Türkçe’dir. Başka dil olmaz, Kürtçeyi zaten cezaevinde konuşuyorlar’ demiş. Aslında bu mesaj Kürtleredir. ‘Kürtçe, Kürtçe derseniz, konuşacağınız yer cezaevidir’ diyor. ‘Kürtçe’yi başka yerde kullanamazsınız’ diyor. ‘Eğer Kürtçe Kürtçe demeye devam ederseniz, cezaevinde serbesttir konuşursunuz’ diyerek, bize cezaevinin yolunu gösteriyor. Bundan sonra ben ‘evet’ demeyi düşünüyorum diyen varsa eğer, bu laftan sonra boykot etmeyecekse eğer, ne kadar Kürt olduğunu ne kadar insan olduğunu düşünmelidir.”

BAKAN EKER'E SERT ELEŞTİRİ

Tarım Bakanı Mehdi Eker'in de Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’nde, ‘BDP boykotla halkı tehdit ediyor, eşkiyalık yapıyor’ dediğini hatırlatan Ayna, şunları söyledi:

“Sizleri toplayıp ‘sandığa gitmeyin’ diyoruz ya, ‘boykot edin’ dememizi eşkiyalık olarak görüyormuş Mehdi Eker. Peki, bir halkın kimliğini inkar etmek nedir? Bir halkın dilini yok saymak nedir? Eşkiyalık bile onun yanında temiz kalır. Sen bir halkın dilini, kimliğini inkar ediyorsun. Bir halka katliam uyguluyorsun. Bir halkın linç girişimlerine izin veriyorsun, bunu kışkırtıyorsun. Bunun adı nedir? Boykotun adı tehditmiş. Senin yaptığın katilliktir. Bir de utanmadan Kürt halkına bu kimliksizliğin, bu inkarın altına ‘evet’ mührü basmasını istiyorsun. Bu kadar akıl dışı, mantık dışı çağrı olmaz. Buradan Mehdi Eker'e başka bir soru soracağım. Madem bizim boykot kararımız halka tehdittir. Peki, sen bir Kürt olarak, kendi kimliğini, kendi dilini inkar eden bir siyasi partide milletvekilisin. Sana ne denir? Sormak lazım. Sen kendi halkını katleden bir sisteme hizmet ediyorsun. Kendini inkara ne denir? O ağızlarından düşürmedikleri Müslümanlıkta bile kendi kendinin inkarı münafıklık değil midir? Ben bile artık düşünemiyorum bunların ettiği laflar karşısında. Bu ayaklar altına düşmüş durumdalar, bu kadar yerlerde sürünüyorlar. Bu kadar çıldırmış durumdalar.”
Hürriyet

Bir Tek O'nun Oyu Sorulmadı
01.09.2010

Referandum kampanyası tam gaz devam ediyor. En azından AKP için.

İstanbul her tarafta AKP'nin "evet"'leri ile süslü. Vatandaşı açıkca yanıltan sloganlar sade vatandaş görüntüleri eşliğinde her yerdeki billboardları kaplamış durumda.

CHP'nin ise bilboardlarda tek afişini görebilene aşkolsun.

Kemal Bey; Tunceli'den Recep Bey'le paslaşmakla meşgulken, referandumu alan Üsküdar'ı geçmek üzere. Önder Sav'la çevrelenmiş bir liderliğin sınırları sırıtmaya başlıyor.

Bu arada ülkemize özgü bu demokrasi sirkinin bir diğer özelliği dünya seçim tarihine geçecek şekilde referandumun;

açık beyan, gizli oy, açık sayım yöntemi ile yapılacak olması. Herkes oyunu vermeden önce açıkca beyan etmeye zorlanıyor.

Gökten meteor düşse çevresinde otomatikman en az iki kampa ayrılacak şekilde kodlanmış milletimizin her türlü vitrin malzemesi oyunu açıkca beyan ediyor.

Mustafa Sandal'a bile soruldu ve cevabı alındı.

Ve dünya tarihinde ilk kez bir bakan, "hayır" oyu vereceğini söyleyen ünlüleri arayıp, gazetede çıkan beyanlarının doğru olup olmadığını sordu ve sonra da "Hayır vereceğiz diye bir beyanları olmamış" mealinde açıklamalar yaptı . (Bkz Haber Türk'ün haberi üzerine sanatçıları arayan Bakan Çelik)

Bu hamle ile birlikte kendimize özgü "açık beyan , gizli oy, açık sayım" yöntemi, "açık beyan, açık teyit, gizli oy, açık sayım" şeklinde geliştirilmiş oldu. Bakan Çelik sağolsun.

Bütün bu "evet" diyenler, "hayır" diyenler furyası içinde dikkatinizi çekti mi...

Sulukule Üfürmeli Çalgıcılar Birliği bile "evet" diyeceğini açıkladı ama tek bir kişiye hala sorulmadı oyu.

Halbuki bu Anayasa değişikliği, sözümona, kendisini doğrudan ilgilendiriyor.

Tahmin ettiniz.

Kenan Evren.

12 Eylül cuntasının nü sever başı (ki kendisi AKP hükümetlerinin ilk başbakanı Gül tarafından Çankaya'da ballı börekli ağırlanmış, devlet büyüğü muamelesi çekilmiştir) , Mustafa Sandal'ın bile oyunun rengini açıkladığı bir ortamda, oyunu açıklamadı.

Halbuki, bu Anayasa değişikliği iddiaya göre , 12 Eylül'ün , yani Kenan Evren'in yargılanmasının yolunu açacak.

Kenan Evren'in oyunun ne olduğunun bu yüzden sembolik önemi büyük.

AKP iktidarı tarafından baştacı edilen Evren'in "hayır" deme ihtimalini siz tahmin edin.

"Evet" dediği takdirde ise, AKP'nin boş sloganlarının, "Kenan Evren bile evet diyor" sloganı altında kalması an meselesi. Orhan Pamuk'un bile "evet" demesinin bile "Hayır"cı cepheyi güçlendirdiği bir ortamda, Kenan Evren'in "evet" demesinin katkısını siz düşünün.

O yüzden en iyisi Kenan Evren'in susması.

AKP iktidarından nasiplenen ne kadar odak varsa da hepsinin "evet" demesi.

"Hayır" diyenleri ise nasılsa Hüseyin Çelik arayıp, gereğini yapıyor.

Açık İstihbarat


"O afişleri biz asmadık"
Kılıçdaroğlu "rahibe"li afiş için suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı
03 Eylül 2010



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Müslüman kadınların rahibe gibi giyinmesi için evet" yazılı afişler için suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı.

Kendi resmi ile birlikte bu yazının yer aldığı afişleri kendilerinin hazırlamadığını belirten Kılıçdaroğlu, "Bizim bu kadar afiş asacak paramız da yok" dedi.
habertürk

Afişleri CHP Yaptırmış"

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, "türbanı rahibe kıyafetine benzeten" afişlerin CHP'li Avcılar Belediye Başkanı tarafından yaptırıldığını söyledi
Atalay, bazı bilbordlara asılan ve ''türbanı rahibe kıyafetine benzeten'' afişlerle ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu afişlerin partisince asılmadığını ifade ederek konuyla ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik ''hakaret içeren'' sözler sarf ettiğini söyledi. Atalay, CHP İl Başkanı Berhan Şimşek'in de afişleri kendilerinin asmadığı yönünde açıklamalarda bulunduğunu da hatırlattı.

İçişleri Bakanlığı olarak afişleri kimlerin astığını belirlediklerini belirten Atalay, ''Biz bunu bulduk. Bu afişler CHP'li Avcılar Belediye Başkanı tarafından yaptırılmış. Nerede basıldığını bulduk, kime sipariş edildiğini bulduk, ne kadar bastırıldığını bulduk. Bu kişilerin hepsi konuştular. Bilbordlara asanlar da konuştular. Bunu yapan Avcıların CHP'li başkanı'' diye konuştu.

Afişler asılırken CHP İl Belediye Meclis Üyesi Ali Oral'ın da bizzat başında bulunduğunu ifade eden Atalay, şunları kaydetti:

''Biz CHP'lilere diyoruz ki, 'Bunu siz yaptınız. Birinizin yaptığından diğerinin haberi olmayabilir. Veya haberiniz var, böyle gösteriyorsunuz ama utanmadan Başbakanımıza zavallı tabirini kullanıyorsunuz. Gelin özür dileyin.' Bunu isim isim ben açıklıyorum. Kimlerin yaptığını, hangi matbaada basıldığını, kimler tarafından asıldığını, İstanbul Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci'nin bizzat matbaalarla görüşerek bunu sipariş ettiğini, biz bunları açıklıyoruz.''

Kılıçdaroğlu ve Şimşek'in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti'den özür dilemesini isteyen Atalay, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu CHP, kendi içlerinde birtakım numaralar çevirirler, oyunlar oynarlar. Bunun suçlusu olarak Hükümeti gösterirler. Genel Sekreterleri telefonu açıkta bırakır, karşıdaki gazeteci dinler. Ondan sonra vay 'Hükümet bizim genel merkezimizi, genel sekreterimizi dinletiyor' diye suçlamalarda bulunurlar. Hep böyle, kara kampanya. Şimdi CHP yine aynen o kara kampanyasını yürütüyor. Biz insanları ahlaklı, edepli olmaya, dürüst politika yapmaya davet ediyoruz. Şu Ramazan ayında hakaretlerle, kara kampanyalarla halk oylaması çalışması yürütmesinler, dürüstçe çalışsınlar.''

Bakan Atalay, AK Parti'nin referandum kampanyasının sadece Anayasa değişiklik paketini anlatmaya yönelik olduğunu, kimseye hakaret içermediğini dile getirdi.

Kılıçdaroğlu'nun ''AK Parti bilbordları paraları nereden buluyor?'' yönündeki sözlerine de değinen Bakan Atalay, bu paraların Devletin oy oranları doğrultusunda siyasi partilere verdiği yardımlar olduğunu söyledi. Atalay, aynı yardımdan CHP'nin de yararlandığını ifade etti.

CHP'nin dürüst politika yapmadığını ifade eden Bakan Atalay, ''Görüyorsunuz, şu iki günde yaptıklarının bile dürüstlük ile hiç ilgisi yok. CHP'nin mayasında bu var. Öyle bir genel başkanın değişmesi ile falan CHP'nin mayası değişmez. CHP bildiğiniz statükonun koruyucusu, geleneksel aynı bildiğiniz CHP'dir'' değerlendirmesinde bulundu. aktifhaber

İzmir'de Boyali Protesto
05 Eylül 2010
Vakit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak'ın da aralarında yer aldığı konuşmacıların üzerine, (ÖDP) üyesi oldukları belirtilen iki genç tarafından yeşil boya serpildi. Polis iki genci gözaltına aldı. aktifhaber

TOPLUMSAL MUTABAKATIN ÇÖKÜŞÜ
Uğur Salgar
06 Eylül 2010

Anayasa özünde bir toplum sözleşmesi veya ilk sözleşmedir. Yani devletin kuruluşunda halkı etrafında toplayan ve genel kabul gören hukuk-düzen metnidir... "Anayasa" kavramının özü bu iken, 12 Eylül'de sandıktan çıkan sonuç farketmeksizin, oranlar birbirine yakın olursa bir kaos ortamı yaşanmaz mı?

Referandumdan %51'e %49 "evet" çıktığını varsayalım...

Halkın yarısının onayladığı değişikliklerin diğer yarısı tarafından kabul görmemesi bu sözleşmenin feshi anlamına gelmez mi?

Böyle bir durum yaşandığı takdirde evetçiler ile hayırcılar arasında birbirlerini bağlayan mutabakat ortadan kalkar ve devlet yalnızca istediği sonucu elde eden safa aitmiş gibi görünmez mi?

Devletin temelde herkesin devleti olması gerekmez mi?

Sonuç %51'e %49 "hayır" da çıksa bu sorunlar yine yaşanacaktır...

Bu bir genel seçim oylaması değildir , egemen güç olan halkın her kesiminin ortak anlaşması belirlenmesidir...

Meclisteki partilerin birbirleriyle diyalog kurmaktan aciz olmaları ve referandum sürecinin çok yanlış yönetilmesi sebebiyle bugün adeta bıçak sırtındayız...

Bu nasıl bir ciddiyetsizlik, nasıl bir vurdumduymazlık anlam veremiyorum...

Bu tabloya baktıktan sonra referandumdan "evet" çıkması durumunda iktidarın yeni bir Anayasa metni için çalışmalara başlayacağını söylemesi beni daha da endişelendiriyor... 26 maddelik bir paket için böyle bir ayrışma içindeyken, kökten yeni bir Anayasa değişikliği sürecinde nasıl bir durumda oluruz bilemiyorum...

İktidarın hazırlayacağı yeni Anayasa dünyanın en demokratik Anayasa metni de olsa partilerin diyalog kuramamaları halinde referandumda "hayır" diyenler yine "hayır" diyecekler ve iktidarı faşistlikle suçlayacaklardır. Aynı şekilde "evet" cephesi ise karşıt görüşe tahammül edemeyecek ve statükocu yaftasını yapıştıracaktır...

Gemileri yakıyor olduğumuzun farkında ne zaman varacağız?

Devletin ve halkın çıkarlarından önce kendi çıkarlarını düşünen siyasi partiler, gerçek manada halkın temsilcileri olabilirler mi?

Vicdan ve birliktelik duygusunu yitirmiş bir toplum, toplum sözleşmesi yaralanmamış olsa bile ne kadar ileriye gidebilir?

Bu soruların tümü tehlikeyi görüp, hassasiyetini yitirmemiş olan her vatandaşın soracağı sorulardır...

Bir yol ayrımının eşiğindeymişiz gibi görünüyor...

Şimdi şapkamızı önümüze koyup ne yaptığımızı düşünecek miyiz, yoksa hırslarımızın kurbanı olup birbirimizi yemeye devam mı edeceğiz?

http://www.mizikacilar.com/Makalem.aspx?ID=44

TARAF GAZETESİ'Nİ AHMET ALTAN YÖNETMİYOR! PEKİ TARAF KİMİN YÖNETİMİNDE? RAGIP DURAN'DAN ŞOK İDDİA!

Gazeteci ve medya eleştirmeni Ragıp Duran'a göre Kürt okur kitlesini kaybeden Taraf hırçınlaştı. İktidar şımarıklığıyla yayın yapıyor!

'TARAF'IN 'BOYKOT'U, İKTİDAR KÜSTAHLIĞIDIR'
"Taraf gazetesinin BDP için aldığı ‘boykot’ kararını doğru değerlendirmek için, ilkin tekniki ve mesleki olarak başlamak lazım. Şöyle ki; bir gazetenin genel yayın politikasını, Türkiye'deki uygulamada genel yayın yönetmenleri belirler. Bu yayın yönetmenlerinin çoğu zaman şahsi olarak hareket ettiklerini söylemek de mümkün.

Örneğin Ahmet Altan'ın söz konusu boykot kararıyla ilgili yazısında, 'yazı işleri kararıma karşı çıkmasına rağmen' şeklinde bir ibare vardı. Şimdi, belli ikna edici ve somut gerekçeler varsa, bir gazete belirli konularda kendi yayın politikasına uymadığı için belli yerlerden demeç almayabilir. Yani bu hakka sahiptir ama nasıl? Mesela ilk aklıma gelen, son 5-10 yıl içerisinde Fransa'da ırkçı Le Pen, Fransız Cumhuriyet Yasalarını da çiğneyerek ırkçılık propagandası yaptığı için, gazete ve televizyon yöneticileri bu adamı ekranlarına ve sayfalarına konuk yapmamışlardı. Buna rağmen, kamuoyunu bilgilendirmek adına bu kişiyle ilgili gelişmelere yer vermeyi sürdüreceklerini söylüyorlardı.

‘BEYAZ TÜRK İDEOLOJİSİ’
Taraf gazetesi eğer doğrudan BDP'ye yönelik bir tavır alıp engellemeler getiriyorsa, buna hiçbir hakları olmadığını bilmeliler. BDP'nin haber değeri taşıyan açıklamalarıyla okurlarınızı bilgilendirmek zorundasınız. Şuna da dikkat çekmeliyim; Ahmet Altan'ın açıklamasında beni en çok rahatsız eden şey, 'çocuk yaşındaki insanlardan azar işitmekten bıktım' ifadesiydi. Bu, beyaz Türk ideolojisinde, özellikle de sağcı ve büyük ölçüde liberal iktidara, dini cemaatlere sırtını dayamanın getirdiği iktidar küstahlığıdır. Bu beyaz Türk ideolojisi, Kürtleri güdülecek sürü, akılsız insanlar topluluğu ve onlara hükmetmeye çalışan, batıdan bildiğimiz oryantalist bir tutum şeklinde ortaya çıkıyor.

Gazetecilikte, fikri tartışmada yaşla başla ilgili konular gündeme gelemez. Üstelik Ahmet Altan'ın kastettiği Selahattin Demirtaş, sadece demokratik tepkisini kullanmış ve gazetenin bir hatasından ötürü, yayın yönetmeni olan Altan'ı eleştirmiştir, bu kadar. 'Çocuk yaşındaki insanlardan azar işitmekten bıktım' ifadesi tipik bir sağcı, liberal, oryantalist iktidar sahibinin söylemidir. Ayrıca Altan'ın karşısındaki bir çocuk değildir.

AKP ve yıllardır beyaz Türk dediğimiz, yani Türk egemen kesiminin liberal kısmı, eskiden de, Demokrat Parti veya Cumhuriyet kurulduğundan beri Kürt halkını kimi zaman oy deposu, kimi zaman kendi siyasetlerine taban oluşturacak bir kütle olarak gördüler. 'Kürtler cahildir, bir şey bilmezler, okuma yazma bilmezler' gibi iğrenç yaklaşımları Türk basınında çok okuduk. Faik Bulut bu konuyu çok irdelemişti. Bence bu konu hala son bulmuş değil. Başka biçimlerde kendisini gösteren bir yaklaşım bu.

Örneğin Taraf da bugün referandum ortamında, aslında AKP'nin sıkışmışlığına çare olarak Kürt seçmenleri de 'evet' oyuna çekmek için hamleler yaptı. Demirtaş'ın açıklamalarını çarpıtması da bunlara bir örnek.

‘HİÇBİR YAYIN YÖNETMENİ PATRONUNA HEDİYE İÇİN GAZETE HAZIRLAMAZ’
Taraf, BDP'nin açıklamalarına yer vermeyecekse, çok yanlış bir tutum içindedir. Fransa'daki örnekte, benzer tavrı sergileyen gazete gerekçesini açıklamıştı, ırkçılık söz konusuydu çünkü. Ancak tabii Demirtaş'ın ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi de yok. Zaten Taraf bırakın okuyucusunu, yazışlerini bile ikna edememiş bu kararıyla. Ayrıca Ahmet Altan BDP'yi boykot edeceklerini duyurduğu yazısında 'zaten iyi gazeteci değilim' demiş. Bunu açıklamasına gerek bile yoktu.

Gazetecilik açısından Taraf'la ilgili beni rahatsız eden bir başka şey de, şu: Taraf çıkarken bu gazetenin kurucusu, 'ben bu sıralar polisiye roman yazıyorum, katili bulana kadar gazetecilik yapacağım' şeklinde bir açıklama yapmıştı. Oysa gazetecilik, böyle, roman yazarken vakit geçirilmek için yapılacak bir iş değildir. Bu, hakaret gazeteciliğidir ve ayrıca aşağılamadır. Zaten çeşitli kesimlere yönelik Ahmet Altan çokça yapıyor bunu, şimdi de mesleğe yönelik yapmış oluyor. Yine aynı kişi, Taraf çıkacağı süreçte bir röportajında, 'çok iyi, şeker bir patronumuz var. Biz, patronumuza hediye olarak gazete hazırlıyoruz' demişti. Bu da sağcı, iktidar ve patron yanlısı bir bakış açısıdır. Hiçbir gazete bu amaçla hazırlanamaz. Gazetenin tanımı da niyeti de bellidir. Yıllardır dünya basın meselesini izlerim; hiçbir yayın yönetmeninin patronuna hediye için gazete hazırladığını görmedim!

'F TİPİ CEMAATLE İLGİLİ NEDEN HABER YAPMIYOR?'
Bu gazetenin görüldüğü gibi bir siyasi çizgide olması da keyfi bir şey değil. İlk başta, Taraf'ın ne yazık ki mali yanı şeffaf değil. Minimum matematik hatta aritmetikten anlayanlar 60 bin traj ilan eden, sayfalarını incelediğimizde alınan reklamları da hesaba katarsak, gazetenin, normal olarak dönmesi gerektiğin bilir. Oysa herkes biliyor ki Taraf, çalışanlarına emeklerinin karşılığını da vermiyor. Maaşlarını ödemiyor. Bir de bu gazetenin nerde basıldığı, internet sitesini hazırlayan kurumun başka nerelerde iş yaptığı da, internette yayımlanmıştı. Ben bu tür polisiye şeyleri çok ciddiye almıyorum ama siyasi olarak da bakarsak; 'Paşasının Başbakanı' hariç, bu gazetenin AKP'ye yönelik eleştirel bir tutum takındığını görmedim. Örneğin F tipi cemaatle ilgili hiçbir haber yayımlamamış olması, Taraf'ın bağımsız olmadığını şüphelerini de güçlendiriyor.

'BU GAZETE, BELGE GÖNDERENLER TARAFINDAN ÇIKARILIYOR'
Taraf'ın nerdeyse alametifarikası olan TSK'ye yönelik yayınlarıdır. Dağlıca operasyonu olsun, Heron olsun, haber ve bilgi düzeyinde TSK'nin antidemokratik, faşizan, Kürt ve genel olarak halk karşıtı, kendi yasalarını çiğneyen tutumlarını teşhir eden başarılı habercilik yaptılar. Ama ben burada da kuşkuluyum. Şu bakımdan kuşkuluyum; kısa zaman içerisinde gördük ki bunlar Taraf'taki esas olarak bir veya birden fazla muhabirin sağladığı habercilik başarısı değil. Zaten kendileri de sonradan itiraf etmek zorunda kaldılar. Birileri gazeteye bavulla bilgi gönderiyor, belge gönderiyor, bunlar da hızlı bir biçimde yayınlıyorlar.

Bir gazeteye olduğu gibi belge sızdırılması olumsuz bir şey değildir ama bakıldığı zaman bu bilgi ve belgelerin hep aynı kaynaktan ve hep aynı hedefe vuran olduğunu görüyoruz. O zaman ben bu gazetecilikten kuşkulanırım tabii. Çünkü Türkiye'de vurulacak tek yegane iktidar odağı askeri odak değildir. Siyasi odağı, iktisadi odakları eleştiriden muaf tutarsanız bu gazetecilik değildir; askeri odakla sorunu olanların sözcülüğüdür.

Teknik olarak da canımı sıkan bir şey var: Önemli bir istihbarat değil, ama şöyle ki bu bilgi sızdırıcılar bazen doğru olmayan bilgiler de sızdırıyorlar. Şöyle bir olay hatırlıyorum: Islak-kuru imza kahramanı Dursun Çiçek'in 10 Kasım günü Genelkurmay'da genelkurmay başkanı ve dört kuvvet komutanıyla yemek yediğine dair manşetten bir haber girmişti Taraf. Bu haber doğruysa vahim bir şeydi tabii. Bu kadar üst düzey yöneticilerin, hakkında soruşturma açılan albayla yemek yemelerinin siyasi bir anlamı olmalı. Genelkurmay bu haberi yalanladı, 'yok böyle bir şey' dedi. Taraf ise, 'yalanlıyorsunuz ama siz bekleyin, çıkacak' dedi. Haberi tekzip edilmiş gazetenin yapmaması gereken tek şey budur. Yanlış anlaşılmasın, ben bu konuyu biraz araştırdığım için somut örnek üzerinden gidiyorum. Böyle bir durumda haberiniz tekzip edildiği takdirde, elinizdeki bilgiyi, belgeyi yayınlarsınız ve haberinizin arkasında olduğunu gösterirsiniz. Dursun Çiçek'ten açıklama alırsınız mesela. 'Evet, öyle bir yemekteydik' şeklinde emeç alırsınız böylece de genelkurmaylığa yanıt vermiş olursunuz. Veya fotoğraf vs. yayımlarsınız. Ama bunları yapmak yerine, 'bekleyin göreceksiniz' diyor. Oysa 1 yıl geçti aradan. Gazetenin, hiçbir okuyucusunu bu kadar bekletme hakkı yoktur herhalde.

‘GAZETEYİ AHMET ALTAN ÇIKARTMIYOR’
Bu örneği şunun için verdim; Taraf'a bilgi ve belge sağlayan kaynağın herkes kim ve kimlerden oluştuğunu biliyor. Bu kaynağın Taraf'la bir bağımlılık işi içerisinde olduğu ortada. Benim bu konuda edindiğim bilgi şu; şimdi az çok orada gazetecilik refleksi olan arkadaşlarımız, kaynağa 'belgesi var mı' diye soruyorlar. Ama aldıkları yanıt, 'tamam siz yayımlayın, bir şey olursa biz göndereceğiz' oluyor. Bütün medyayı manipüle etmek isteyen güçler bu taktiği uygularlar. Ben buradan şu sonucu çıkarıyorum; Taraf'ı, Taraf'ın gözüken yöneticileri yönetmiyor, onlar çıkarmıyor bu gazeteyi. Bu gazeteyi, gazeteye bilgi ve belge sağlayan kaynak çıkarıyor, Ahmet Altan değil. Bu ise gazetecilik bağımsızlığına, editöryal bağımsızlık dediğimiz şeye aykırıdır.

Taraf gazetesi boykotu, AKP'nin anayasa değişikliğini desteklememenin sol vicdana sığmayacağını söylüyor. Sen bir kere solcu musun da sol adına konuşuyorsun yahu! Etyen Mahçupyan her gün sola küfrediyor bu gazetede. İşte Rasim Ozan Kütahyalı mıdır nedir, CHE'ye katil diyor ondan sonra kalkıp sol adına konuşuyorlar... Bunlar ahlak dışı şeyler. Herkes haddini bilmeli. Siz sol karşıtı, Kürt karşıtı yayın politikası izliyorsunuz sonra da Kürtler şöyle yapsın, sol vicdana sığar mı diye konuşuyorsunuz. Bence, Taraf gazetecilik vicdanına sığmayan bir anlayış içinde.

'TARAF'IN KÜRT POLİTİKASI, AKP VE TSK'NİN KÜRT POLİTİKASIDIR'
Yasemin Çongar'la gazete ilk çıktığında Diyarbakır'da ve daha başka bir iki yerdeki toplantılarda vs. birlikte olduk. Orada Kürt okur kitlesinin Taraf'tan ne kadar büyük bir beklenti içinde olduğunu gözlerimle gördüm açıkçası. Dolayısıyla, satış çizelgelerine baktığımızda gazetenin Kürt coğrafyasında prestiji vardı. Mutlaka gazetenin haberlerini tek tek inceleyip değerlendirmek doğru olacaktır ama ben sabah kalkar kalkmaz Taraf okuyan tiplerden olmadığım için tahlilim ayrıntılı olmayabilir.

Fakat genel kanım şu; Taraf, Kürt hareketiyle, Kürt dünyasıyla ilişkiler konusunda okurları bilgilendirmek yerine, yönlendirmeye yönelik bir politika içinde. Özellikle PKK'ye ilişkin haberlerinde bu görülebiliyor. Kürt okurlar da bunu zamanla gördü ve kendilerinin oyalanmasına izin vermediler. Taraf ise bunu anladığı anda içindeki gerici, sağcı, liberal, AKP yanlısı çizgisini daha da çekinmeksizin ortaya koymaya başladı. Aslında Taraf'ın Kürt okurlarla ilgili denediği politikası bir AKP planıydı aynı zamanda. Hatta, çok karşı oldukları TSK'nin de bu biçimde planları mevcut.

'KÜRTLERE 'EVET' DEDİRTMEK İÇİN MANEVRALAR YAPIYORLAR'
Türk basın tarihi siyasi ilişkiler ve temas noktasında çok iyi bir sicile sahip değil. Olumsuz anlamda kullanıyorum; resmen militan gibiler. Birçoğu AKP'nin aktivisti gibi, Taraf da bunlardan. Örneğin referandum açısından baktığımızda herkesin 'evet' demesini tahmin eden, bekleyen bir tutumları var ama kamuoyu araştırmaları bu beklentiyi yansıtmadığında ise, AKP'nin oy deposu olarak gördüğü Kürtleri 'evet'e ikna etmek için çeşitli manevralar yapıyorlar. BDP'nin açıklamalarını çarpıtmaları da bu anlamı taşıyabilir. Kürtleri bu yolla kandırabileceklerini sandılar.

Normalde gazetecilik, seçimlerde, referandumlarda hem teorik olarak hem de batı veya doğudaki olumlu örneklerinde görüldüğü üzere; yurttaşın tüm bilgi ve görüşlere sahip olarak, doğru karar vermesini sağlayacak şekilde yayın yapmaktır. Siz gazeteci olarak, köşe yazarı olarak mesela referandum için 'evet'i veya 'hayır'ı savunabilirsiniz, bu sizin ideolojik çizginizdir. Ama gazete, yayınlarında boykotçuları görmezden gelemez, bu gazetecilik olamaz. Gazetecilikte taraflıksız diye bir şey yoktur ama mevcut taraflara eşit uzaklıkta olmak vardır.

Fransa'da 5 yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor. Fransa yarı başkanlıkla yönetildiği için cumhurbaşkanının kim olacağı çok önemli. Burada seçimler iki türlü yapılır, 15 gün veya 1 hafta arayla. Seçim bittikten sonra gazete oturur bir bilanço çıkarır; adaylara sayfamızda ne kadar yer verdik diye. Bu bilançolara baktığınızda en fazla yüzde 51 ve yüzde 49 gibi farklar görebilirsiniz. Yani mesela bu gazetelerden biri ortasol bir görüşte olduğu halde sağcı aday yokmuş gibi davranamaz.

Türkiye'de ise bu bilançoları çıkarmaya çalışsak rezil bir durumla karşılaşırız. Bir tarafın yayınlarında tamamen TSK, diğer tarafınkinde de F tipi cemaatin propagandaları ağırlık basar. Bu, sonuç olarak Türkiye toplumunun fikri, entelektüel düzeyini de etkiliyor. Bizde böyle tartışmalar yerine daha çok Galatasaray-Fenerbahçe kapışması gibi bir tablo ortaya çıkıyor.

‘ACELE POSTA SERVİSİ ÖDÜLÜ’
Bir de özellikle gazetecilikte ödül alan kadar, ödül verenlere de bakmak gerekir. Türkiye'de çok fazla ödül dağıtılıyor. Benim en çok şaşırdığım, Taraf muhabirinin Sedat Semavi ödülünü almasıydı. Bunda bir yanlışlık olmalı. Bence ödül 'acele posta servisi ödülü' olabilir ama gazetecilik ödülü olamaz. Size oturduğunuz yerden, biri bavulla bilgi gönderiyor ve siz de yayınlayarak, ödül alıyorsunuz. Diğer ödül veren kuruluşlara baktığımızda zaten iktidar yanlıları olduğu için çok yadırgamamak gerekir ama Sedat Semavi ödüllerinde şaşırmıştım.

'TÜRK BASINI GAZETECİLİK DİLİNE AYKIRI DAVRANIYOR'
Medyanın bu tutumu haliyle toplumu da etkiliyor. Örneğin Türkiye'de Kürt meselesini çok bilmeden, BDP ne savunuyor bilmeden hareket ediliyor. 'Terörist başı, bebek katili' gibi kesinlikle gazetecilikte yeri olmayan bir dil kullanılıyor. İki tane gerçek var oysa; birisi hakiki gerçek dediğimiz, elle tutulur, koklanır sokaktaki ideolojik gerçektir. Bir de bu hakiki gerçeğin sosla sulandırılmış, tuz-biber-şeker eklenmiş medyatik gerçeği var. Sokaktaki hakiki hayatın medyaya, gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına ve radyo mikrofonlarına yansıyan bir medyatik gerçeği var.

Medya örneğin referandumu müthiş bir şey olarak öne sürüyor şu sıralar. 12 Eylül'den hesap sorulacağını iddia ediyor, Kenan Evren'e dokunmadan, işkencecilerden hesap sorulmadan... Mükemmel bir anayasa paketi hazırlandığını gösteriyor medyanın gerçeği. Oysa sokağa baktığımızda başka çok çeşit seslerin de olduğunu görüyoruz. Medyanın bu tutumlarının gerçekle örtüşmediğini, gerçeğe tekabül etmediğini görüyoruz. Yani siyasi iktidarlar sanal alanda iktidar sahibi olabiliyorlar."
01.09.10
http://www.medyaradar.com/

Bdp'li Yıldız: Adımızı Kullanarak Korsan Bildiri Dağıtıyorlar
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız, birilerinin sandıktan 'evet' çıkarmak için kendileri adına korsan bildiri dağıttığı...
BATMAN (CİHAN) - Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız, birilerinin sandıktan 'evet' çıkarmak için kendileri adına korsan bildiri dağıttığını iddia etti. Yıldız, "Daha önce Ahmet Türk adına bastırılan broşürler dağıtıldı. Şimdi de Selahattin Demirtaş adına milletvekillerimizin de içinde bulunduğu ikinci bir el bildirisi dağıttılar. Broşürle halkın zihnini bulandırmaya çalışıyorlar." dedi.
Batman il başkanlığı önünde düzenlenen basın açıklamasında konuşan Bengi Yıldız, referandum öncesinde sandık müşahitlerin KCK'lı gösterilerek gözaltına alındığını ileri sürdü. PKK'nın ilan ettiği eylemsizlik sürecinde barış için çaba göstermeyenlerin sorumluluktan kaçamayacağını belirten BDP Grup Başkan Vekili Ayla Akat Ata ise yine PKK ile tehdit etti: "Şu an burada Kürt anneleri ağlıyor. 21 Eylül'den sonra cenazeler batıya gidince AKP'nin kurmayları ne diyecekler?" aktifhaber

Gandi Kemal'den Kemal Sunal'a; Referandumdan Cumhurbaşkanlığına

Açık İstihbarat

%57 evet oyu çıkan, 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleşen Anayasa referandumu bize bir klişeyi tekrar hatırlattı : "Bir Oyun Önemi Var"

Bu oy özellikle, "bir oyun bile önemi var" diyerek meydanlarda nutuk çeken ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na aitse.

Siyasi hayatına "Gandhi Kemal" imgesi ile başlayan Kemal Bey ard arda yaptığı hatalarla , siyasetin "Kemal Sunal"'ı imgesine doğru hızla ilerliyor.

CHP'nin içinde kangreleşmiş sorunlar tek bir oy ile bir kez daha kamuoyunun suratına çarpıldı.
Kemal Bey'in CHP içindeki iktidarsızlığı her geçen gün biraz daha sırıtıyor ve bu "tek oy" bu vahametin son göstergesi oldu.

Daha önce, Kemal Bey'in CHP'ye Meclis'te yıllardır yanında çalışan sekreterini bile taşıyamadığını yazmıştık. Sekreterini bile belirleyemeyen Kemal Bey'in bugün içine düştüğü en hafif tabirle "komik" durumun arkasında işte bu iktidarsızlık ve dağınıklık yatıyor. "Polisler kaydımızı sildirmiş, haberimiz olmamış" gibi bahaneler ise içine düşülen aczi daha derinleştiriyor.

Bu referandumun en önemli sonuçlarından biri CHP lideri ile ilgili bir kırılma noktasını temsil edecek olmasıdır. AKP'ye karşı bir umut dalgası üzerinden siyaset sahnesine taşınan bu figürün artık siyaseti de, kendisini de, kendisine ümit bağlayan kitleleri de daha ciddiye alıp, siyasetin bir sadece bir "iyi dürüst adam imgesi" üzerinden yürütülemeyeceğini görmesi gerekiyor.

Referandumun genel sonuçları ile ilgili her iki uçtan onlarca analiz, yorum okuyacak olan okuyucularımıza bu referandumu önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bağımsız olarak değerlendirmemelerini tavsiye ediyoruz.

%58'inin AKP için "zafer", CHP için "hezimet" olup olmadığı tartışmaları bir çok laf kalabalığına sebep olacaktır. Önemli olan, referandumda olduğu gibi, ikinci turda , iki aday arasında bir "evet" / "hayır" dengesine oturacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne olacağıdır.

Netekim; bu referandumun kilit noktasındaki tartışma AKP'li Cumhurbaşkanı'nın yeni yargı sistemindeki atamalarda edineceği ağırlık olmuştur.

Dolayısıyla; eğer AKP , Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanını seçmeyi başaramazsa, bu referandumda edindiği "zafer"in bir anlamı kalmayacaktır.

Referandum sonuçlarının, "zafer"/"hezimet" polemiklerinden çıkarılıp, bu sonuçların AKP'nin bir sonraki Cumhurbaşkanını belirleme gücünün ne oranda göstergesi olduğunu masaya yatırmak gerekir.

%58 ; Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, AKP'nin adayına benzer oranlarda oy anlamına gelir mi?

Eğer gelirse; o zaman AKP açısından sorun yok demektir.

Ama eğer bu %58'in tamamı sadece AKP'ye ait değilse ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri referandumda AKP tarafından ustaca pazarlanan unsurlara sahip olmayacak bir seçim olarak değerlendiriliyorsa;

referandumda çıkan sonuç AKP'nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda adayını seçtiremeyeceği anlamına gelir.

Peki ; ikinci tura geçildiğinde; büyük ihtimalle birinci sırada olacak AKP adayı ile ikinci sıradan ikinci tura katılacak aday arasındaki seçimin dinamiği yaşadığımız bu referanduma ne kadar benzer?

Yorumumuz...

EĞER;

1) MHP ve CHP ve hatta Saadet Cumhurbaşkanlığı seçimine ortak bir aday ile girerlerse,

2) Birinci madde gerçekleşmezse bile MHP, CHP ve Saadet ikinci turda, AKP adayı karşısında en çok oyu olan ikinci aday arkasında birleşirlerse,

3) İkinci sıradaki aday; toplumdan kopuk, Nişantaşı-Beşiktaş ekseninin ötesine hitap etmeyecek özelliklere sahip bir aday olmadığı sürece;

AKP'nin adayını Çankaya'ya çıkarması mümkün olmayacaktır.

Referandumda ortaya çıkan %58 içindeki; "demokrasi" ve diğer sebeplerle AKP'ye ödünç verilen oylar Cumhurbaşkanlığı seçiminde esas sahibine geri dönüş yapacaktır ki, bu AKP'nin ilk turda adayını seçtirememesi ve yukarıdaki mantık içerisinde ikinci turda seçimi kaybetmesi anlamını taşıyacaktır.

Referandum AKP 'ye karşı bir güvenoylamasına dönüştürülerek çok ciddi bir taktik hata yapılmıştır. AKP bu %58'in etinden, sütünden faydalanacak ve kendi hanesine yazmak için propagandanın bütün araçlarını kullanacaktır.

Bu sonuç karşısında karalar bağlayanların vizyonlarını ve stratejilerini Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine kurması gerekir.

%58, "iyimser" bir bakış açısı ile AKP'nin Cumhurbaşkanı'nı seçemeyeceğinin habercisidir ve Cumhurbaşkanı'nı seçemediği noktada da bu Anayasa değişikliği ile hedeflediği iddia edilen yargıyı ele geçirme operasyonu boşa çıkacaktır.

AKP'yi Cumhurbaşkanlığı seçimini iki turlu hale getirecek değişikliğe yönlendirenlerin; AKP'yi kontrolsüz bir güç haline dönüşme ihtimaline karşı yedeklemek isteyecek güçler olabileceğini de unutmamak gerekir. Bu durumda AKP, AKP dışı bir Cumhurbaşkanlığı ile dengelenecektir. Toplumun yarısının istim üzerinde tutularak gerekleştirilecek bir dönüşüm projesinin riskinin farkına varan güçlerin kurguladığı, herkesi tatmin edecek bir orta yol ile karşı karşıya olabiliriz.

Bu tablo karşısında; AKP karşıtı toplumsal cephenin baştan veya şartlar gereği ikinci turda arkasında duracağı ismin kim olacağı konusu önümüzdeki dönemin en önemli sorusudur.

Bu isim doğru seçildiği takdirde, referandumda kaybedenler aslında kazandıklarının farkına varacak; sevinenler ise maçın 90 dakika olduğunu unutmanın bedelini ödeyeceklerdir.

Bu oyunda , en önemli oyuna sahip çıkamayan bir CHP ne derece etkili olabilir?

Referandum sonucundan çok, bizi en çok endişelendiren soru tam da budur.

Açık İstihbarat


Mahmut Övür/Sabah
Alevilerin 'statüko' ile yüzleşmesi
18 Eylül 2010

Referandumda "evet" oyunun önde çıkması bazı siyasi partileri derinden sarstığı gibi toplumsal kesimleri de yüzleşmeye itti.
Görünen o ki en sert yüzleşmeyi de, bu ülkenin önemli toplumsal dinamiklerinden biri olan Aleviler yaşayacak.
Daha doğrusu şu anda o süreç başladı bile... Başladı çünkü Türkiye'nin en çok özgürlüğe ihtiyacı olan kesimi Aleviler, bu ihtiyacın tam tersi biçimde blok halinde "yetmese" de özgürlük getiren anayasa paketinin karşısında yer aldı. Bu derin bir çelişkiydi. Peki, Alevileri bu çelişkiye iten neydi?
Sorunun cevabını önümüzdeki günlerde "Demokrat Alevi Girişimi" adıyla yeni bir örgütlenmeye hazırlanan Su TV Genel Müdürü Yalçın Özdemir veriyor:
"Türkiye'nin dönüşümünde önemli bir mihenk taşı olan anayasa değişikliğine evet çıkmasından sonra, artık Alevlerin de vesayetten beslenmeyen bir duruş sergilemesi gerekir."
Aslında bu tartışma farklı biçimlerde de olsa tüm Aleviler arasında sürüyor. Hayır-evet çelişkisi daha çok tartışılacak.
Özdemir, tam da bu noktada Alevilerle referandum süreci arasında ilginç bir bağ kurulduğuna dikkat çekiyor ve şöyle diyor:
"Eğer Kılıçdaroğlu CHP'nin başına getirilmeseydi, Baykal devam etseydi, Aleviler büyük oranda evet diyecekti. Bunun önünü kesmek için Kılıçdaroğlu CHP'nin başına getirildi. Çünkü bu referandumda evet oylarının yüzde 70'in üzerinde çıkması demek, CHP'nin cumhuriyet tarihi boyunca izlediği tüm politikaların iflası anlamına gelecekti."
Gerçekten de kısa sürede CHP'ye yoğun Alevi akını oldu. Sadece Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nden bir gecede ayrılanların sayısı hayli yüksekti. Tüm bu olup bitenler yavaş yavaş da olsa Alevilerin kendi pozisyonlarını sorgulamaya başladığını gösteriyor:
Özdemir referandumun bunu hızlandırdığı düşüncesinde:
"Aleviler, bugüne kadar statükoyu korumaktan yana oldu; bugün de oylarını ağırlıklı CHP'ye verdi. Bence bu CHP için kullandıkları son oydur. Ortada kısmi de olsa özgürleşme getiren bir paket var ve darbecilere yargılanma yolu açılıyor. Bu Alevilerde bir kırılma yaratacaktır. Çünkü 12 Eylül cuntasının cezaevlerinin yüzde 60'ı Alevilerden oluşmaktaydı. Evet çıkması bu nedenle bir düşünme payı, bir kendini sorgulama süreci başlattı. Şu an dilekçe verenlerin çoğu Alevi..." (..)
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Eyl 20, 2010 9:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Eyl 12, 2010 9:09 pm    Mesaj konusu: Obama'dan Erdoğan'a tebrik telefonu Alıntıyla Cevap Gönder

"12 Eylül Referandumu"nda Sandıktan “Evet” mi Çıktı?

Murad Salih



Referandumdan önceki yazımızda şöyle demiştik:

[Bir referandumda halk, iradesini kaç şekilde beyan edebilir?

A-) “Evet” diyerek (AB-D’nin en istediği ve en çok sevineceği durum)...

B-) “Hayır” diyerek (AB-D’nin beğenmese bile içine sindirebileceği durum)...

C-) “Boykot” ederek veya “geçersiz oy” kullanarak (AB-D’nin en istemediği, en çok kızacağı durum)...

AB-D medyasının “evetçi” ve “hayırcı” kesiminin ortak dayatmasına göre, halk bu referandumda üç değil iki şıklı bir tercihi kullanacak...

Üçüncü şık olan “boykot” veya “geçersiz oy”un hafızalardan özenle silinmeye çalışıldığını herhalde farketmişsinizdir..

Bu tavrı dillendiren BDP işi bozduğu için Kürtlere başka Türklere başka bir metod uygulanıyor...

Kürtlere BDP’nin “hayır” diyeceği her haberin/yorumun içinde, bir iki cümle ile zihinlere sinsice sokuşturulurken...

Türklere de “PKK’lı teröristler’in seçimi boykot edecekleri” telkin edilerek “boykotçu”ların PKK ile ittifak içinde gösterilebileceği şantajı yapılıyor... ]
(1)

Buna göre seçim sonuçlarına bakalım:

49 buçuk milyon seçmenin 38 milyon 300 bini sandık başına gitti.

Katılım oranı yaklaşık yüzde 77...

Yaklaşık 11 milyon seçmen, yani toplam seçmen sayısının yüzde 23’ü sandık başına gitmedi ...

Sandıkbaşına giden 38 milyon 300 bin seçmenin kullandığı oylardan 37 milyon 541 bin 793’ü geçerli sayıldı.

760 bin seçmen (Sandık başına gidenlerin yüzde 2’si) “geçersiz oy” kullandı...

Geçerli oyların yüzde 58’i “evet”, yüzde 42’si “hayır” dedi...

Görüldüğü gibi buradaki “evet” ve "hayır" oranlarının açıklamasında apaçık bir yanıltma var...

Toplam seçmen sayısının (49 milyon 500 bin) yüzde 58-42’si değil...

Sandıkbaşına gidenlerin (38 milyon 300 bin) yüzde 58-42’si de değil...

Yalnızca geçerli oyların (37 milyon 541 bin 793) yüzde 58-42’si...

Şöyle...

Toplam seçmen sayısı kaçtı?

49 milyon 500 bin...

Bunlardan kaçı “evet” oyu kullandı?

21,874,192’si...

Toplam seçmen sayısına oranı nedir bu “evet”lerin?

Yüzde 44.1...

Bu oran aynı zamanda AKP+SP+BBP’nin toplam oyuna tekabül ediyor... Ve dikkat edilirsse toplam seçmen sayısının azınlığını temsil ediyor...

Buna rağmen referandum sonucu halkın Anayasa değişikliğini kabul ettiği Başbakan tarafından açıklanıyor...

Üstüne üstlük...

Daha YSK tarafından resmî sonuçlar dahi açıkşlanmamışken; Obama, "eşbaşkanı" Erdoğan’ı telefonla arayarak tebrik ediyor...

Keza aynı saatlerde AB’den de sevinç çığlıkları yüklü tebrik mesajları yağıyor...

Erdoğan da sonuçları açıkladığı konuşmasında “Atlantik ötesi”ne ilginç bir selâm yolluyor: “Dünya’nın dört bir yanından Okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum. Ne yapayım buradan Okyanus ötesine mesajlar olduğuna göre bizim de bu mesaja bir karşılığımız olması lazım.”

Bu okyanus ötesindeki "kardeşleri" kimlerse artık...

Eşbaşkanı Obama mıdır?

Kendisine ödül veren siyonist örgütler midir?..

Hem Obama, hem de bu siyonist örgütlerle her daim “hoşgörü ve diyolog” içinde çalışan ve onları itatı farz olan “otorite/ulul ül emr/Müm’minlerin emiri/halife” kabul eden “Pensilvanya imamı” mıdır?

Hepsi birden midir?

Bilmiyoruz, günahını almayalım...

Biz yine konumuza dönelim...


Seçmenlerin Kaçı “hayır” oyu kullandı?

15,878,206’sı...

Toplam seçmen sayısına oranı nedir bu “hayır”ların?


Yüzde 32...

Bu da; yüzde 20 CHP+Yüzde 15 MHP =yüzde 35 oyu nazara alınırsa... CHP+MHP oylarının yaklaşık yüzde 3’ünün “boykot”u tercih ettiklerini gösteriyor...

Yüzde 44 + yüzde 32=Yüzde 76...

Bu referandumu (sandık başına gitmeyerek veya geçersiz oy kullanarak boykot edenlerin toplam seçmen sayısına oranı ise 100-76= yüzde 24...

Halkın “boykot” iradesini kırmak için yapılan olağünüstü baskı, tehdit ve şantajara rağmen...

Toplam seçmen sayısının yaklaşık 4’de biri (yüzde 24) bu demokrasi müasameresine katılmayı reddediyor...

Ama...

Her ne hikmetse, halkın bu “irade beyanı” hesap dışı tutuluyor...

İşte “Halkın iradesi”nin sandıklar (seçim-referandum) yoluyla belirlendiğini iddia eden “demokrasi” böyle bir şey...

Şakirtlerin “Büyük Allah’ım ne güzel artık bizim ülkemize de demokrasi güneşi nihayet doğuyor” diyerek uzun uzun şükür secdelerine kapandıktan sonra, meydanlara çıkıp sabahlara kadar göbekler atıp, kolbastı oynadıkları referandum sonuçlarının hilesiz hurdasız açıklaması bu iken...

Bize gerçekmiş gibi açıklanan sonuçlar ne?

“Evet”ler yüzde 58...

“Hayır”lar yüzde 42...

“Boykot” yüzde 24...

Toplayın bakalım bu üç rakamı: Yüzde 124...

Bu hesapta bir yanlışlık yok mu?

Sonuç olarak...

AB-D medyasının “evetçi” ve “hayırcı” kesiminin ortak dayatmasıyla, bir medya terörü halinde, halka bu referandumda üç değil iki şıklı bir tercihi kullanacağı empoze edilmişken...

Toplam seçmen sayısının yüzde 25’i bu “toplu zihin kontrolü” uyglamalarına direnerek Üçüncü şık olan “Boykot” veya “geçersiz oy” şıkkını tercih ederek... Hem AB-D emperyalizmine hemde onun yerli işbirlikçilerine açıkça meydan okumuştur...

Bu çok önemli bir direniş oranıdır...

“Antiemperyalist cephe”nin bu dirençli kitle tabanın dayanarak üzerinden geçirililebileceğinin de göstergesidir...

Bu yüzde 25, sanıldığı/zihinlere dayatıldığı gibi PKK/BDP’den ibaret değildir...

Çünkü Türkiyedeki Kürtlerin toplam nüfusa oranı yüzde 8-9 civarındadır (2)...

Bu kürtlerin yaklaşık yüzde 3-4’ü Barzani_Talabani etkisyle AKP’yi desteklemektedir...

Yani...

Kürtler içinde PKK-BDP’yi destekleyen kesim (BDP’nin potansiyel oyuna göre), toplam nüfusunun yüzde 5’i civarındadır.

Dolayısıyle...

Yüzde 25’lik boykot oranı içindeki PKK-BDP etkisi ancak yüzde 5’lik bir dilime tekabül etmektedir... Kürtlerin Yüzde 3-4’ü ise Barzani-Talabani etkisiyle “evet” oyu vermişlerdir...

Sizce, kalan yüzde 20’lik “boykotçu” dilimin etnik kimliği ne olabilir?

Dipnotlar:
1-Bkz: Murad Salih, “Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!” http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2937

2- Bkz: Ali Haydar Can, “TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK TAHLİLLERİNDEKİ İKİ VAHİM YANLIŞ-2-“, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=712&sid=3e7b2adc73a72b676f7d0c857a02f407


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Obama'dan Erdoğan'a tebrik telefonu

ABD Başkanı Obama'dan Türk demokrasisine tebrik
12 Eylül 2010 Pazar, 23:11:14

Türkiye ABD ile final maçını oynarken Washington’dan sürpriz bir telefon geldi. Telefonun öbür ucunda ABD Başkanı Barack Obama vardı. Obama Erdoğan’ı, Türkiye’nin Dünya Basketbol Şampiyonası’nda yaptığı mükemmel ev sahipliği için kutladı. Obama “Amerika için tezahürat yapıyorum ama kim kazanırsa kazansın iki takım da çok iyi basketbol oynuyorlar” dedi.

Konuşma sırasında bugünkü referanduma da değinen Obama, “Referanduma katılım, Türkiye’deki demokrasinin canlılığını da ortaya koydu” dedi. http://www.haberturk.com/

AB'den Referandum Değerlendirmesi

"Bu sonucun ardından hükümet yeni bir anayasa için adım atmalı."

Yayına Giriş: 12.09.2010 22:40:39
Güncelleme: 13.09.2010 00:01:47

Avrupa Birliği’nden referandum sonucuyla ilgili ilk tepkiler geldi. Avrupa Komisyonu, reformların birliğe katılım kriterleri için atılan doğru yönde bir adım olduğunu yineledi.

Avrupalı parlamenterler ise hükümete yeni bir anayasa için çalışmalara başlama çağrısı yaptı.

Avrupa Birliği Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle, referandum sonuçlarının ardından yaptığı yazılı açıklamada, sonucu Türk halkının reform sürecine bağlılığının bir kanıtı olarak yorumladı.

Katılım kriterlerinde pekçok öncelikli konuya işaret eden reformların doğru yönde atılan bir adım olduğunu yineleyen Füle ancak asıl etkilerinin uygulanma sürecinde ortaya çıkacağına işaret etti.

Mevzuatın uygulanmasında Türk hükümetini diyalog ruhu ve azami şefaflık göstermesi konusunda teşvik ettiklerini açıklayan Füle, sürecin ifade özgürlüğü ve dini özgürlükler gibi temel haklarda yeni reformlarla devam etmesi gerektiğini savundu.

Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Ria Oomen Ruijten ise Türk halkının daha demokratik haklar için anayasa reform paketine verdiği desteğin memnuniyet verici olduğunu söyledi.

Sonucu Türk toplumunun modernleşmesi için bir adım olarak niteleyen Ria Oomen-Ruijten; "Samimiyetle umuyorum ki hükümet yeni bir anayasanın oluşturulması için adım atacaktır’’ dedi.

Avrupa Birliği -Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helen Flautre de, sonucun ardından hükümetin yeni bir anayasa yapılması konusunda büyük bir sorumluluğu bulunduğunu belirtti.

Flautre, yeni bir anayasa için hükümetin reform paketi konusunda ikna olmayanların da elini sıkması gerektiğini savundu. TRT

Aylardır beklenen referandum sonuçlandı... Yüzde 58 "evet", yüzde 42 "hayır" çıktı.

Yayına Giriş: 12.09.2010 21:49:59
Güncelleme: 12.09.2010 23:35:30

Türkiye, referandumda anayasa değişikliğine "evet" dedi.

Sandıkların yüzde 99,97’si açıldı.

Kesin olmayan sonuçlara göre yüzde 58 "evet", yüzde 42 "hayır" oyu çıktı.

Katılım oranı ise yüzde 77,37 olarak gerçekleşti.

49 buçuk milyon seçmenin 38 milyon 300 bini sandık başına gitti.

63 İl "Evet" 18 İl "Hayır" Dedi
Referandumda 63 ilde "evet" çıkarken, 18 il "hayır" dedi.

11 ilde yüzde 90’ın üzerinde "evet" oyu vardı.

Bunların tamamının doğu ve güneydoğu illeri olması ise dikkat çekti.

En Yüksek "Evet" Ağrı’da
En yüksek evet yüzde 95,61 ile Ağrı’da gerçekleşti. Bu ili yüzde 95,28 ile Bingöl ve yüzde 95,08 ile Siirt takip etti.

Yüzde 90’ın üzerinde "evet" çıkan diğer iller ise şöyle: Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Muş, Şanlıurfa, Van ve Batman.

En Yüksek "Hayır" Tunceli’de
En yüksek "hayır" yüzde 80,83 ile Tunceli’den geldi.

Bu ili yüzde yüzde 73,13 ile Edirne ve yüzde 74,2 ile Kırklareli izledi.

Adana, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Çanakkale, Denizli, Eskişehir, Hatay, Mersin, İzmir, Manisa, Muğla, Tekirdağ ve Uşak "hayır" dedi.

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu Memleketlerinde Kazandı
Liderlerden Başbakan Erdoğan ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hemşehrilerini ikna ettiği görüldü.

Başbakanın memleketi Rize, yüzde 76,35 ile "evet" derken; Kılıçdaroğlu’nun memleketi Tunceli yüzde 80,83 ile "hayır" dedi.

Bahçeli’nin Memleketi "Evet" Dedi
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin memleketi Osamaniye’de ise sandıklardan yüzde 53,43 "evet" çıktı.

En yüksek katılım yüzde 90,39 ile Çorum’da gerçekleşti.

Bu ili yüzde 90’lara yaklaşan katılım oranı ile Kastamonu ve Amasya takip etti.

En Düşük Katılım Hakkari’de
En düşük katılım yaklaşık yüzde 9 katılım oranı ile Hakkari’de gerçekleşti.

Diyarbakır’da da katılım yüzde 35,23’te kaldı.

Yüzde 50’nin altında katılımın gerçekleştiği diğer iller ise Mardin, Van, Batman ve Şırnak.

İstanbul yüzde 54,83 ile "evet" dedi. "Hayır" oylarının oranı ise yüzde 45,17...

Ankara’da "evet" oylarının oranı yüzde 54,23, "hayır" oylarının oranı ise yüzde 45,77 oldu.

İzmir’de ise yüzde 63,47 "hayır" oyu çıktı. TRT

BDP'nin boykot çağrısına seçmen ne yanıt verdi?
İşte BDP'nin güçlü olduğu illerdeki durum
12 Eylül 2010 Pazar, 19:20:20


Referandumda sonucun Evet mi, Hayır mı olacağı kadar katılım oranı da merak ediliyor. BDP'nin seçmenine yaptığı boykot çağrısının kabul görüp görmediği netleşmeye başladı. Sandıkların büyük bölümünün açıldığı BDP'nin güçlü olduğu illerde katılımın en düşük olduğu il, yüzde 7.02 oranla Hakkari. Diyarbakır'da ise katılım oranı yüzde 35'lerde. Katılım oranının düşük olduğu bu illerde sandığa giden seçmenin tercihi ise açık farkla Evet oldu.

Hakkari
Evet Oranı % 92,72
Hayır Oranı % 7,28
Katılım Oranı % 7,02

Şırnak
Evet Oranı % 89,09
Hayır Oranı % 10,91
Katılım Oranı % 22,48

Diyarbakır
Evet Oranı % 94,06
Hayır Oranı % 5,94
Katılım Oranı % 35,23

Batman
Evet Oranı % 94,75
Hayır Oranı % 5,25
Katılım Oranı % 40,32

Mardin
Evet Oranı % 93,48
Hayır Oranı % 6,52
Katılım Oranı % 43,04

Van
Evet Oranı % 94,47
Hayır Oranı % 5,53
Katılım Oranı % 43,69

Siirt
Evet Oranı % 94,60
Hayır Oranı % 5,40
Katılım Oranı % 74,07

Muş
Evet Oranı % 92,17
Hayır Oranı % 7,83
Katılım Oranı % 54,03

Iğdır
Evet Oranı % 53,95
Hayır Oranı % 46,05
Katılım Oranı % 51,09

Ağrı
Evet Oranı % 95,75
Hayır Oranı % 4,25
Katılım Oranı % 56,40

Şanlıurfa
Evet Oranı % 94,40
Hayır Oranı % 5,60
Katılım Oranı % 69,71

http://www.haberturk.com/

Bahçeli "Erken Seçim" İstedi

MHP Lideri, "En erken tarihte milletvekili genel seçimine gidilerek Türk milletinin hakemliğine başvurulmalıdır" dedi.

Yayına Giriş: 12.09.2010

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ilk yorumu, "Referandum sonuçlarına herkes saygı göstermek durumundadır" oldu . Ancak Bahçeli’ye göre, bu sonuç Türkiye’yi karanlık bir döneme sokar.
MHP Lideri Bahçeli, referandum sonuçlarını Genel Merkez’de takip etti ve beklenen açıklamayı yazılı olarak yaptı:

"Anayasa değişikliklerinin Türk milleti tarafından kabul edilmesiyle Türkiye için hayati risk ve tehlikelerle dolu karanlık bir döneme girilmiştir. Buna rağmen referandum sonuçlarına herkes saygı göstermek durumundadır. En erken tarihte milletvekili genel seçimine gidilerek Türk milletinin hakemliğine başvurulmalıdır."

Devlet Bahçeli’nin yazılı açıklamasının arından parti kurmayları Genel Merkez’den ayrıldı.

Cihan Paçacı’nın Açıklaması
MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural bir açıklama yapmazken, Genel Sekreter Cihan Paçacı ısrarlı soruları cevapsız bırakmadı:

"Herşeyden önce milletin tercihine saygı duymamız gerekir. Bu, milletin tercihidir. Ancak bugünden sonra Türkiye yürütme ve yasamanın ardından yargının da AKP’nin kontrolü altına girdiği bir döneme girmiştir. Bundan sonra herhalde Türkiye’de uygulanan demokratik rejimin adını herhalde yeniden tarif etmek gerekecektir." TRT

Sabancı: Kutuplaşmaları geride bırakalım
00:35 - Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, "Bugün artık, Türkiye'nin iradesine hepimizin saygı göstermesi, bu kutuplaşmaları geride bırakıp, ülkemizin enerjisini geleceğe dönük daha iyi bir Türkiye'yi gerçekleştirmek için kullanmalıyız" değerlendirmesini yaptı. 13.09.2010 İSTANBUL netgazete

Sayımlar bitti! 6 milyon oy farkla 'Evet' çıktı

13 Eylül 2010 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un halk oylamasında sandıkların tamamı açıldı. Açılan sandıklardan yüzde 58 "evet", yüzde 42 "hayır" oyu çıktı.
Türkiye genelinde saat 17.00 itibarıyla tamamlanan oy verme işleminin ardından oyların sayımı bitti.
Açılan sandıklarda 38 milyon 285 bin 745 seçmen oy kullandı. 37 milyon 541 bin 793 geçerli oyun bulunduğu sandıklardan yüzde 58 "evet', yüzde 42 "hayır" tercihi çıktı.
Halk oylamasına seçmenlerin yüzde 77,4'ü katıldı, netgazete

Demokrasi bayramından da yüzümüzün akı ile çıktık

Ak Parti genel merkez binası önünde referandum sonuçlarının takip edilebilmesi için kurulan ekranlarından vatandaşlar, Başbakan Erdoğan konuşmasını takip etti
20:30 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, referandum sonuçlarını yorumlamak üzere, saat 20.20 sularında AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'na geldi. Çok kalabalık bir vatandaş ve gazeteci topluluğu, Erdoğan'ın peşinden binaya girdi. Erdoğan, sözlerine, ''Türkiye, Ramazan Bayramı'nın ardından, demokrasi bayramından da yüzünün akı ile çıkmıştır. Azizmilletimiz, takdir yetkisini kullanarak, Anayasa değişikliğini onaylamıştır'' dedi. 12.09.2010 İSTANBUL netgazete

Koşaner'in sandığından "Hayır" oyu çıktı
19:20 - Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve eşi Nurdan Koşaner'in oy kullandığı Çankaya İlköğretim Okulundaki 1095 numaralı sandıktan "Hayır" oyu çıktı. Koşaner'in oy kullandığı sandıkta 413 seçmenden 318'i oy kullandı. 315 oyun geçerli sayıldığı sandıkta 254 oyla "Hayır" birinci çıktı. "Evet" oyunun sayısı ise 61 oldu. 12.09.2010 ANKARA netgazete

Oy sandıklarını taşıyan askerî araca PKK roketi
18:40 - Hakkari-Çukurca kara yolu üzerindeki Ağaçdibi köyü yakınlarında saat 18:00 sıralarında, PKK'lılar, referandumda kullanılan oyların bulunduğu torbaları ilçe seçim kurulu merkezine götüren askerî konvoya roketli saldırıda bulundu. Saldırıda, roket ateşi ile yaralanan askerler olduğu belirtilirken, bölgeye Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı'ndan helikopterler sevk edildi. 12.09.2010 HAKKARİ netgazete

TÜSİAD Başkanı Boyner: Yeni anayasa şart
17:30 - TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, eşi Cem Boyner ile birlikte Beykoz'daki Sedat Simavi İlköğretim Okulu'nda oy kullandı. Boyner, "Sonuç ne çıkarsa çıksın Türkiye yeni bir anayasa yapmak zorunda" dedi. 12.09.2010 İSTANBUL
netgazete

BDP'li vekile kızdı, sandığı 3'üncü kattan attı
16:50 - Şanlıurfa'da sandıkları gezen Barış ve Demokrasi Partisi Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici'ye sinirlenen sandık Başkanı İbrahim Halil Ö, sandığı 3 katın penceresinden aşağı attı. Duruma tepki gösteren BDP'liler sandık başkanını darp etti. 12.09.2010 ŞANLIURFA netgazete

Başörtülü seçmene, üniversitede oy attırmadılar
16:40 - Zonguldak'ta vatandaşlar sabah saatlerinden itibaren oylarını kullanmaya başladı. Ancak iddialara göre Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'ne gelen başörtülü bayanlar içeriye alınmadı. Şikayet üzerine Merkez İlçe Seçim Kurulu duruma müdahale etmek zorunda kaldı. 12.09.2010 ZONGULDAK netgazete

Erbakan: Yeni anayasa lazım
16:30 - Eski başbakanlardan Necmettin Erbakan, Balgat'taki Ömer Seyfettin Lisesi'nde oyunu kullandı. Erbakan, "Tamamen milli arzuya uygun yepyeni bir anayasa hazırlanması lazım, inşallah bu Milli Görüş'e nasip olacaktır. Çünkü bu milletin aslı, özü, kendisi Milli Görüş'tür. Batı taklidi görüşler, işbirlikçi görüşler millete tercüman olamaz" dedi. 12.09.2010 ANKARA netgazete

Sandığa engel olmaya çalıştılar: 28 gözaltı
16:05 - Iğdır, Şırnak, Hakkari, Mersin, Ağrı ve Mardin'de, oy kullanmak isteyen vatandaşları engellemeye çalışan ve tehdit eden 28 kişi gözaltına alındı. Şırnak'ın Cizre ve Silopi ilçelerinde, oy kullanmaya gelen vatandaşları oy kullanmamaları için tehdit ettiği belirlenen 9 kişi gözaltına alındı. 12.09.2010 ANKARA netgazete

Şemdinli'de sandıklara sadece asker-polis oy attı
14:50 - Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde fırın ve nöbetçi eczane dışında tüm iş yerlerinin kepenklerinin kapalı olduğu, cadde ve sokakların boş olduğu gözlendi. Sabah başlayan oy kullanma işlemlerine şu ana kadar sadece güvenlik güçlerinin sandık başına gittiği görüldü. 12.09.2010 HAKKARİ netgazete

Vatandaş, tehdidlerden referanduma gidemiyor
14:10 - Anayasa değişiklik paketi ile ilgili halk oylamasında, vatandaşın rahat bir şekilde oy kullanması için Van merkezdeki okul çevrelerinde 2 bin polis görev aldı. Güvenlik kameraları görüntülerini inceleyen, 155 polis hattına gelen ihbarı değerlendiren Emniyet ekipleri, Hacıbekir, Seyyid Fehim Arvasi, Yalı, Eminpaşa, Yenimahalle, Karşıyaka ve Süphan mahallesinde oy kullanmak isteyenleri tehdit ettikleri gerekçesiyle 30 kişiyi gözaltına aldı. 12.09.2010 VAN netgazete

Oy kullanmaya, polislerin arasında gidebildiler
14:00 - Mersin'de halkın sandık başına gitmesini engellemek isteyen gruplar izinsiz gösteri düzenledi. Göstericilerin okula oy kullanmak üzere gelen vatandaşları tehdit etmesi üzerine, oy kullanmak isteyenler gruplar halinde ekipler tarafından oluşturulan polis kordonu eşliğinde okula getirildi. 12.09.2010 MERSİN netgazete

Kaçak 200 kişi, sandık başında yakalandı
13:55 - Antalya'da haklarında yakalama kararı bulunan yaklaşık 200 kişi, halk oylamasında oy kullanmak amacıyla sandık başına gidince yakalandı. 12.09.2010 ANTALYA netgazete

Okuldaki kavga mahalleye sıçradı: 6 polis yaralı

12 Eylül 2010 Batman'da, referandum oylamasında çıkan olaylarda 6 polis yaralandı. BDP Milletvekili Ayla Akat Ata olay yerine gelerek polisle tartıştı.
Batman'ın Yavuz Selim Mahallesindeki Metin Bostancıoğlu İlköğretim Okulu'nda yaşanan referandum gerginliği sonucunda polis ile bir gurup genç arasında çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Kısa sürede toplanan mahalleli polisi taşlamaya başladı. Olay yerine gelen çevik kuvvet ekipleri göstericilere müdahale etti.Özel harekat polisi ise havaya ateş açarak göstericileri dağıttı. Çıkan taşlı kavgada 6 polis yaralanırken 4 gösterici gözaltına alındı. Yaralı polisler, olay yerine gelen ambulansta tedavi edildi. netgazete

Adana'da polise taş yağmuru

12 Eylül 2010 Adana'nın merkez Seyhan ilçesinde, oy kullanmaya giden vatandaşları tehdit ettiği ileri sürülen bir kişi polisin uyarısına rağmen bölgeden gitmeyince gözaltına alındı.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden göç edenlerin yoğunlukta yaşadığı Ova Mahallesi'nde vatandaşın özgürce oy kullanabilmesi için Adana Emniyet Müdürlüğü geniş güvenlik önlemleri aldı. Mahallede polis her sokak başında bazı kişilerin sandığa gitmek isteyen vatandaşları engellemesinin önüne geçmeye çalıştı.
Polis panzerleri, TOMA, Çevik Kuvvet ve sivil polisler alanda hazır bulundu. Ova Mahallesi'nde bulunan Seyhan Belediyesi İlköğretim Okulu önünde oy kullanma sırasında küçük çaplı tartışmalar çıktı. netgazete

PKK'lılar Mersin'de oy atılan okula saldırdı

12 Eylül 2010 Mersin'de referandumu sabote etmeye çalışan bölücü terör örgütü yandaşları, oy verme işleminin yapıldığı okula molotoflu saldırı düzenledi. Olayda, okul önünde bekleyen 1 araç tamamen yanarken, 1 sivil polis aracı da kısmen yandı. Okulun kapısında da küçük çapta hasar meydana geldi.
Edinilen bilgiye göre, Doğu ve Güneydoğu'dan göç eden vatandaşların yoğun olarak yaşadığı Siteler, Gündoğdu, Yenipazar ve Güneş mahallelerinde, referandumda halkın oy kullanmasını engellemeye çalışan bölücü terör örgütü yandaşları, sokak aralarında korsan gösteriler düzenlerken, okul önlerinde toplanan gruplar da vatandaşları sindirmeye çalıştı, netgazete

BDP'liler halay çekerek boykotu kutladı

12 Eylül 2010 Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, referandumu boykot edenlerin PKK'yı ve Öcalan'ı muhatap olarak gösterdiklerini söyledi.
Bütün Türkiye'de olduğu Diyarbakır'da de seçim sonucu açıklanırken, BDP'liler Diyarbakır'da kutlama yaptılar. BDP il binası önünde toplanan kalabalık halaylar çekerek boykotu kutladı.
Parti binasında referandumu değerlendiren BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Bu referandumdaki boykot aynı zamanda bu sonuçları ortaya çıkarmıştır: Hükümet halkımızı aldatmıştır. İkiyüzlü ve baskı politikaları sandıkdan geri dönmüştür. AK Parti artık oyun yapmaktan vazgeçmeli. AK Parti artık dürüst davranmalı. Boykot tavrı yeni bir anayasa isteyenlerin tavrıdır. Bu tavrı partimizin etkili olduğu her yerde ağırlık göstermiştir. Boykot etkili olmuştur. Bizim taleplerimiz var. Eşitlik ve özgürce yaşamak istiyoruz. Yeni bir anasaya isteyenler refarandumun sonucunda kazanmışlardır. Hükümet yeni anayasada samimi ise, Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda samimi ise partimiz anayasa platformunda yer almaya hazırdır. Sonuçlarla bu da ortaya çıkmıştır: Boytot tavrını ortaya koyanlar demokratik özerklik isteyenlerdir. Ana dilde eğitim isteyenlerdir. AK Parti boykot mesajını iyi algılasın. Boykotçular PKK ve Öcalan'ı muhatap göstermişlerdir" dedi. netgazete

Diyarbakır BDP binasına PKK flamaları asıldı, 5 bin kişi kutlama yaptı
Demirtaş: Demokratik özerkliğe kadar mücadeleye devam
12 Eylül 2010



DİYARBAKIR’da referandumun ardından BDP il binasına PKK flamaları asılırken, marşlar çalınıp, havai fişek gösterileri yapıldı. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Halkımızı kutluyorum. Bu başarıyı demokratik özerklikle taçlandırana kadar mücadeleye devam diyoruz“ dedi. BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışınak da, halkın demokratik özerk Kürdistan isteğini dile getirdiğini söyledi.

Diyarbakır’da oy verme işlemi sona erdikten sonra yaklaşık 5 bin kişi BDP il binası önünde toplanarak halaylar çekip, Abdullha Öcalan posterleri açtı. Sık sık PKK ve Abdullah Öcalan lehine sloganlar atılırken, BDP otobüsünden de PKK marşları çalındı. Büyük boy PKK flamaları parti binasına asılıp, BDP otobüsünden ‘Ey Rakip’ marşı çalınırken, havayi fişek gösterisi düzenlendi.

DEMİRTAŞ: PKK VE ÖCALAN MUHATAPTIR
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yardımcısı Gültan Kışınak ile düzenlendiği basın toplantısında şunmları söyledi: “Referandum da güvenlik tedbirleri gereğinden fazla abartıldı. Halkın güvenliğini sağlamaktan çok, halkın güvenliği tehdit edildi. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker 40 polisle gezerek, her gittiği yerde yanındaki polislere oy kullandırmak istemiştir, buna rağmen boykot etkili olmuştur. Tüm Türkiye gördü ki partimiz de, halkımız da aldatmaya, baskıya teslim olmuyor. AKP’nin oyunu da halkımız tarafından itibar görmüyor. Başbakan’ın artık çatışmacı dili bırakması lazım. Kürt sorunu konusunda en acil olan barış konusudur. 20 Eylül’de ateşkes sona eriyor. Başbakan’ın artık ateşkesle ilgili somut değerlendirme yapması gerek, ayakları havada bir açıklama olmamalı bu. Hükümet artık BDP’nin tabanının Kürtlerin önemli bir kısmının bu sorunu diyalogla, irade olarak gösterdikleriyle, müzakere yapılmasını istediğini görmelidir. Kürtler savaş istemiyor, Kürtler diyalog ve müzakerede ısrarcıdır. Barışın sağlanması için PKK ve Sayın Öcalan muhataptır, bu boykot sonuçları da bunu ortaya çıkarmıştır.”
ÖZERKLİK TALEBİ
Referandumda demokratik özerklik talebini ortaya koyduklarını belirten Selahattin Demirtaş şöyle devam etti: “Ana dilde eğitim, barış isteyen sandığa gitmesin dedik. Halkımız bu çağrımıza uydu. Bu bilinçsizce oluşmuş bir tavır değildir. Bu bilinçli siyasi bir tutumdur. Gece gündüz halkın iradesine saygıdan söz eden Başbakan bu tabloyu görmelidir. Sandığa gitmek isteyen herkes sandığa gitmiştir. Baskı, tehditten kimse bahsedemez. Eğer güvenlik güçlerinin baskısı olmasaydı, sandığa gitmeyenlerin oranı daha da fazla olurdu. Türkiye’de yeni bir anayasayla barış ve kardeşlik isteyenler boykotla kazanmıştır.” Yeni bir anayasa hazırlık platformunun oluşturulması gerektiğin savunan Demirtaş, “Hükümet eğer samimiyse, yeni bir anayasa konusunda, Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda samimiyse partimiz bu platformda yer almaya hazırdır. Bu başarıyı demokratik özerklikle taçlandırana kadar mücadeleye devam diyoruz” dedi.

‘TALEBİMİZİN ARKASINDA HALK DESTEĞİ VAR’
Parti binası önündeki parti otobüsü üzerinden Selahattin Demirtaş ile birlikte halkı selamlayan BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak da Türkiye’de demokratik iradenin gücünün, kalbinin Diyarbakır olduğunu savunarak şöyle konuştu: “Ben inanıyorum ki Türkiye’de demokrasi isteyenler, barış isteyenler, özgürlük isteyenler bugün Amed’le (Diyarbakır) gurur duyuyor. Amed öylesine bir kent ki zulme hiç bir zaman boyun eğmedi, iradesini hiç bir zaman satmadı, yalan propandaya hiç bir zaman kanmadı. Bunu bir kez daha kanıtlandınız. Biz neleri istediğinizi meydanlarda haykırdık. Onun için bugün ortaya çıkan boykot tavrının arkasında, bu meydanlarda haykırdığımız siyasal talepleriniz var. Türkiye’de tüm kimliklere, kültürlere tüm inançlara özgürlük ve eşitlik istiyoruz, Bugün boykot tavrının arkasında Kürt kimliğine özgürlük vardır. Çoğulcu bir anayasa, eşitlikçi bir anayasa, ana dilde eğitim, demokratik özerklik ve demokratik özerk Kürdistan talebi vardır. Biz siyasal taleplerimizi halkın onayına sunduk ve bugün görüyoruz ki bu siyasal taleplerin etrafında, kenetlenmiş güçlü bir halk desteği var.”milliyet

'Evet' Dedikleri İçin Köye Saldırdılar
13 Eylül 2010
Erzurum'da referandum sandığından 'evet' oyu çıkan köye silahlı saldırı düzenlendi. Can kaybının olmadığı saldırıda, bazı araçlar zarar gördü.

Karayazı'nın Abdurrahman Köyü'ndeki 190 seçmenden 120'si, BDP'nin boykot çağrısına rağmen sandığa gitti. Sandıktan 119 'evet' oyu çıkan köyün yolunu gece yarısı taşla kapatan kimliği belirsiz kişi ya da kişiler, daha sonra pompalı tüfeklerle köyü kurşun yağmuruna tuttu.

Saldırıda ölen ya da yaralanan olmazken, fişeklerin isabet ettiği park halindeki bazı araçlarda hasar meydana geldi. aktifhaber

Yandaş Olmayan Medyada Referandum Sonrası Yağcılık Yarışı
Açık İstihbarat
14.09.2010

Sandıktan "hayır" çıkması ihtimaline gözönüne alan "merkez medya" referanduma iki hafta kala "dengeli" haberler yapmaya çalıştı. Evet ve hayır cephelerinin nabzı "objektif" yansıtılmaya çalışıldı.

Ancak 12 Eylül akşamı sonuçlar açıklandığında, günlerdir zor zaptedilen "yağcılık" adeta zincirlerinden boşandı. Bazı gazeteler, 13 Eylül sabahı Tayyip Erdoğan'ı "Devlet Başkanı" ilan ettiler!

Referandum sonuçları, objektif gazeteciliği sürdürmekte daha fazla direnemeyeceği Mine Kırıkkanat olayıyla birlikte ortalığa saçılmış olan Vatan gazetesinde gözle görünür bir rahatlama yarattı.

Vatan, referandumdan hemen sonra "Neden hep o kazanıyor?" başlıklı bir yazı dizisi başlattığını duyurdu. Yazı dizisi bir günde hazırlanamayacağına göre referandum sonrası yürütülecek yayın politikası belli ki önceden belirlenmişti. Yazı dizisinin sürmanşetteki anonsuna Erdoğan'ın "en yakışıklı" fotoğrafını iliştirmek de ihmal edilmedi...

Bir diğer rahatlama ve zincirden boşalma Cumhuriyet gazetesinde göze çarptı. Bir süredir olaysız bir şekilde "taraf" çizgisine kayma çabası içinde olan Cumhuriyet, çareyi 12 Eylül karşıtlığı payesine sığınmakta buldu. Cumhuriyet, 14 Eylül 2010 tarihi itibarıyla

"Ülkenin geleceğini karartan darbe: 12 Eylül"

adlı bir yazı dizisi başlattığını duyurdu.

Belli ki Vatan gazetesinin yazı dizisi gibi bu dizi de önceden hazırlanmıştı ve "evet propogandasına açık destek gibi algılanır" kaygısıyla referandumdan önce yayımlanmamıştı. Referandum sonrası izlenecek çizgi önceden belirlendiğine göre "12 Eylül karşıtlığı" üzerinden "taraflaşmaya" geçişin önünde bir engel kalmamıştı...

Cumhuriyet'in 14 Eylül 2010 tarihli manşeti ise "Hesap versinler" oldu. Haberin spotunda,

"Sivil örgütler, partiler ve kişiler 12 Eylülcülerin yargılanması için suç duyurusu yağdırdı

" ibaresi dikkat çekti.

Cumhuriyet'in önceden "sivil örgüt" kavramı yerine "sivil kuruluş" kavramını tercih ettiğini ve "suç duyurusu yağdıranların" başında Yasemin Çongar'ın geldiğini hatırlatmadan geçmeyelim...

İşi "analizci yazarlığa" dökerek "yandaş" olmak ile "bertaraf" olmak arasında akıllıca bir denge kurduklarını düşünenlerden de 13 Eylül sabahı son tercihini yapanlar oldu.

Referandumdan on gün önce köşesinde,

"Yüzde 60 altında çıkan ‘evet’ sonucu, hükümet tarafından, içeriye ve dışarıya bir zafer olarak duyurulacak olsa da, 2011 genel seçimleri açısından alarm zillerini çaldırması gereken bir riske işaret edecek. Siyaset lisanıyla, bir Pirus Zaferi olacak"

yorumunu yapan Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin, 14 Eylül sabahına,

"Erdoğan Türkiye'nin ilk başkanı mı olacak?"

sorusuyla başladı.

Yetkin'in ortaya koyduğu mantığa göre on gün önce "yüzde 60'ın altında kalmaları halinde tek başına iktidar şansı yakalayamayacak olanlar", yüzde 58 ile birden bire "Türkiye'nin ilk başkanını seçebilecek" konuma geldiler!

Gazetesinin aynı günkü manşeti de çiçeği burnunda genel yayın yönetmeni Eyüp Can tarafından "Erdoğan başkanlığa koşuyor" şeklinde belirlenmişti...

Medya, her zaman olduğu gibi yine "rüzgârım var" diyene pervane koşturdu.

Daha üç ay önce "Büyük umut" olarak takdim ettikleri Kemal Kılıçdaroğlu'nu da "6 düğmede madara olan adam" ilan etmeyi unutmadan...

Koruculardan Gazeteciye Tehdit
14 Eylül 2010
Şırnak'ın Kumçatı beldesinde referandum çalışmalarını takip eden gazeteci Abit Dündar, korucular tarafından tehdit edildiğini belirterek savcılığa suç duyurusunda bulundu
Kumçatı beldesinde 12 Eylül referandum çalışmalarını takip eden gazeteci Abit Dündar, iki geçici köy korucusu tarafından ölümle tehdit edildiğin iddia etti. Dündar, olayı bugün yargıya taşıdı. Dündar, kendisini ölümle tehdit eden köy korucularının adalet önünde hesap vermesini istedi.

Adliye çıkışında konuşan Dündar, 12 Eylül referandum çalışmalarını takip ederken sabah saat 07.45 sıralarında Kumçatı İlköğretim Okulu bahçesinde köy korucusu V.A. ile L.A.'nın yanına yaklaştığını belirterek, "Buralarda çekim yapma, seni öldürürüz' diye tehdit ettiğini söyledi. aktifhaber

MHP'de Kriz Büyüyor

14 Eylül 2010
Referandumda 'hayır' kampanyası yürüten ve tabanını büyük ölçüde kaybeden MHP'de tartışma büyüyor...
Referandumda 'hayır' kampanyası yürüten ve tabanını büyük ölçüde kaybeden MHP'de tartışma sürüyor. Ülkücü camianın önde gelen isimleri, MHP kadrosunun milleti temsil etmediği için böyle bir sonuçla karşılaştığını savunuyor. Genel görüş, MHP'nin yanlış bir strateji yürüttüğü ama ülkücülerin bu hataya düşmediği şeklinde.

Anayasa paketinin, halkın yüzde 58'lik desteğiyle kabul edilmesinde ülkücü taban önemli rol oynadı. Camianın önemli isimleri, hayır kampanyasına rağmen milliyetçi kesimin kalelerinden 'evet' oylarının yükselmesini MHP'nin, tabandan kopuk hareket ettiğinin belgesi olarak değerlendiriyor. Ülkü Ocakları'nın Kurucu Genel Başkanı Ramiz Ongun, "Halkla kavga eden bir siyasî anlayış, MHP ile tabanı arasında ciddi uçurumlar oluşturdu." diyor. Eski MHP Gençlik Kolları Başkanı Ömer Özkan, geçmişte yaşanan sıkıntıları bilmeyenlerin 'hayır' cephesinde yer aldıklarını belirtiyor. Eski MHP Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu ise Devlet Bahçeli'yi istifaya davet ediyor.


Türkiye, referandum sonucu darbe anayasasının değiştirilmesini yüzde 58 oy oranıyla kabul etti. Darbenin mağdurları arasında ülkücüler de bulunuyordu. Ancak MHP yönetimi, referandumda darbe anayasasının değiştirilmesine karşı 'hayır' kampanyası yürüttü. Buna rağmen milliyetçi kesimin kalesi sayılan bölgelerden 'evet' oyları yükseldi. Ülkücü camianın önde gelen isimleri, bu durumu MHP yönetiminin tabandan kopuk hareket ettiğinin belgesi olarak değerlendiriyor.

Darbe anayasasına ülkücülerin gerekli cevabı verdiğini aktaran Ülkü Ocakları'nın kurucu Genel Başkanı Ramiz Ongun, MHP kadrosunun milleti temsil etmediği görüşünde. Ongun, "Halkla kavga eden bir siyasi anlayış, MHP ile tabanı arasında ciddi uçurumlar oluşturdu." diyor. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan ve işkence gören arkadaşları için hukuki mücadele başlatacaklarını ifade eden Ongun, referandum sonuçlarını 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle hesaplaşma olarak değerlendiriyor. MHP yönetiminin referandum sürecinde kaybeden taraf olduğunu ifade eden Ongun, sosyalist, ulusalcı ve CHP söylemleri ile hareket eden Devlet Bahçeli'nin, milliyetçi muhafazakâr tabanla arasında uçurum bulunduğunu, tabanına inemeyen parti yönetiminin tasfiye edilmesinin şart olduğunu belirtiyor.

Ülkücü kuruluşlar davasında idam talebiyle yargılanan İrfan Sönmez, 12 Eylül 2010 itibarıyla halkın yönetimi ele aldığını, asker ve yargı üzerinde etkisi olan CHP iktidarına son verdiğini savunuyor. MHP'nin, muhafazakâr ve milliyetçi tabanına rağmen CHP ile aynı safta yer almasının sonucunu sandıkta gördüğünü söyleyen Sönmez, "MHP yönetimi büyük hata yaptı, ülkücü taban ise referandumda demokrasiye sahip çıktı." ifadesini kullanıyor. MHP'de tasfiye sürecinin başlayacağına inandığını anlatıyor. Bahçeli'nin referandum öncesi başlattığı kara propagandanın tutmadığını ve bunlara milletin artık itibar etmediğini savunuyor.

Bıçakçıoğlu: Bahçeli'nin görevi bırakmasını bekliyorum

Referandumda sivil ihtilalin gerçekleştiğini söyleyen eski MHP Gençlik Kolları Başkanı Ömer Özkan da kaybeden tarafın MHP ve CHP olduğu düşüncesinde. Halkın statüko ve vesayeti sandığa gömdüğünü ifade eden Özkan, "Sonradan olma MHP'liler yaşanan sıkıntıları bilmedikleri için hayır cephesinde yer almış olabilirler." değerlendirmesinde bulunuyor. Eski MHP Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu'nun değerlendirmesi ise çok daha sert. Referandum sonuçlarını 'tabanın MHP yönetimine büyük bir tokadı' olarak niteleyen Bıçakçıoğlu, "Ben Sayın Devlet Bahçeli'nin görevi bırakmasını bekliyorum." diyor. MHP yönetiminin stratejik hata yaptığını kaydeden Bıçakçıoğlu, MHP'nin ülkücü hareketin temel ideolojisi olan Türk-İslam ülküsünden saptığını ve gerçek mecrasından çıktığını ifade ediyor. Bıçakçıoğlu, isyanlarının buna olduğunu, yoksa MHP ile bir sorunlarının bulunmadığını vurguluyor. 12 Eylül döneminde 9 yıl cezaevinde yatmış, işkencelerde 18 dişi kırılmış bir ülkücü olarak partisinin hâlâ MHP olduğunun altını çizen Bıçakçıoğlu, "Şu bir gerçek ki MHP ismi olmadan Sayın Bahçeli gidip başka parti kursa yüzde 1 dahi oy alamaz." şeklinde konuşuyor.

Şandır'a göre MHP başarılı

MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır ise referandumda MHP'nin kalelerinin yıkıldığı yorumlarına katılmıyor. "MHP bu referandum kampanyasında başarılı olmuştur." diyen Şandır, MHP'nin 'hayır' gerekçelerini halkımızın yüzde 42'si paylaşmış ve MHP doğrultusunda oy vermiştir. Bu sonuç çok değerlidir." açıklaması yapıyor. Şandır, referandumda yüzde 58'lik evet oylarının içinde farklı hassasiyetler ve beklentilerle hareket eden toplum kesimleri olduğunu belirterek, "Yüzde 58'lik evet oyu gökkuşağı koalisyonudur." değerlendirmesinde bulunuyor.
aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Eyl 15, 2010 3:27 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Eyl 15, 2010 12:26 am    Mesaj konusu: KENDİNİZE BİR BAKIN!... Alıntıyla Cevap Gönder

KENDİNİZE BİR BAKIN!...
Banu AVAR
14.9.2010



Bu ne vaveyla!

‘Bittik, mahvolduk, bu millet adam olmaz!’ diyenler…’HAYIR’larını lütfedip, cevap alamamış olmaktan yakınanlar…

Merak ediyorum, bu şikayetlerle ortada dolaşanlar, ömürleri boyunca hangi Anadolu illerini, ilçelerini, köylerini gezdiler, kıyı kentlerin şirin kasabaları dışında nereleri gördüler, hangi uzak beldenin fakir fukarasıyla gönülbirliği yaptılar, kaç grevde, işten atılmada, zulme uğramada işçilerin yanında oldular, hangi varoşlara gidip, halkın arasına karıştılar ve ne dediğini dinlediler? Diyarbakır’da, Sinop’da, Adıyaman’da, Manisa’da yoksul köylüyle, kucaklaştılar mı?

Rize’de çay, fındık yürüyüşlerine, Zonguldak’ta madenci cenazelerine katıldılar mı?

Ankara’da Tekel işçilerinin çadırında oturdular mı?
Bu soruların sorulma zamanıdır…

Ey şikayetçi kardeşim, 12 eylül akşamından beri bu millete sayıp sövmektesin… Bunu yapmayanlara sözüm yok.

Ama bu milleti yerden yere çalan, Aziz Nesin’in hangi koşullardan kimler tarafından dayatılarak söylendiği malum sözünü dillerine pelesenk yapan sevgili kardeşim, şimdi bu YENİ DÖNEMEÇTE, suçlamayla durumu geçiştiremezsin..

Soruyorum: ACABA SAĞIR OLAN SEN MİSİN?

Bu millet 1940’ların karanlığını yaşadı.

Atatürk ilkelerinden adım adım uzaklaşışı bütün vehametiyle tattı.

Onun kurduğu her şey yavaşça kurutuldu.

Eksen, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir!’ den, ‘Avrupalı olmazsak adam olamayız!’a oturtuldu..

Atatürk’ün ölümüyle eğitim sistemimize yeniden Tanzimat rüzgarları hakim oldu. Yunan Latin kültürünü esas alan, bir eğitim uygulanmaya kondu.

Sabah akşam Yunan Latin kültürünün EVRENSELLİĞİ kafamıza sokuldu!

O arada demokrasinin tek ayağı kopartıldı. 46’da ‘izin verilen’ işçi sendikalarına sadece 6 ay katlanıldı. Demokrasi işçisiz olacaktı…

Bu Halk çabuk unutur mu?

Kısacası:

Burnu yukarda halka böcek gibi bakan birilerinin bugün geldiğimiz noktada hiç mi suçu yok?

NATO’ya ‘Aldılarmı da girmedik’ diyen anlayışın, İMF’ye koşarak kucak açanların ‘Batıyı kabe yapanların’, hiç mi suçu yok?

Alman ve Amerikan istihbaratına iş yapanların, ülkeye ırkçılık pompalayanların hiç mi suçu yok..

PanTürkizm ve Panislamizm tohumları ekenlerin hiç mi suçu yok…

Doğuda krom tesislerini kapatanların, petrol aramalarını durduranların hiç mi suçu yok? Halk bunları unutur mu sanıyorsunuz?

Apo’yu ipten çekip kurtaranları, ‘kürt raporunu’ en önce yazmakla övünenleri, 1980’den itibaren hızla yok edilen sanayiyi unutmadı..

HERŞEYE rağmen defalarca kendisine hayal kırıklığı yaşatanlara oy verdi.. Süreç ilerledikçe kredi tükendi.. Bugün sahte dindarlıkla, ‘kendisi gibi olmakla’ sadaka dağıtmakla gözünü boyayanlara da oy veriyor. Süreç ilerliyor… Karar günü gelecek…Kredi tükeniyor..Umarız geç olmaz…

Toplumların yaşamı insan ömründen uzun. 100 yıl bir toplum için bir an gibi…

3-5 ayda toplumun tüm hafızasının yenilenmesini bekleyenler, bu, mümkün değil.

Bugün Türkiye’deki muhalefet, geçmişle sıkı sıkıya bağ kurabilen bir hafızayla karşı karşıyadır.

En dayanıklı millet!

Bu hafıza sahipleri eğitimsiz olabilir. Ama geçmişte yapılan hataları yüreğinde hissetmektedir. O nedenle şaşkındır. AYRICA;
Bu millet yaklaşık 50 yıldır en üst düzey psikologlar ve toplum mühendislerince yürütülen bir savaşın muhatabıdır. Yürütülen savaşta tüm parti mensupları da yeralmışlardır. Yakın tarihi karıştıran bu gerçekle tüm çıplaklığıyla karşılaşır!

Bu millet, aç ve açıktadır ve buna rağmen bizim diğer TURUNCU darbe görmüş ülkelerde gördüğümüz robotlaşma, ve yozlaşmaya HENÜZ uğramamıştır.

Romanya’da, Macaristan’da Polonya’da savaş öncesi Irak’da, halk arasında dolaştığımızda, açıkça MANDA yönetimi isteyenlere sıkça rastlıyorduk.
Türkiye’de toplumun satın alınmış bir küçük kısmı dışında ya da aldatılmış küçük bir grup dışında bu sefilliğe rastlayamazsınız…

Üstelik, bu kadar kısa sürede bu kadar ağır bir yoksulluk ve işsizliğe mahkum edilen çok az sayıda millet vardır.

İşsizlik ve açlık ancak birebir yaşanınca anlaşılır. İşsiz ve aç toplumlarda inanılmaz oranlarda intihara rastlanır.

Türk milleti bütün bu ağır koşullara HERŞEYE RAĞMEN direnmektedir.
Küresel çete işsiz ve aç bıraktığı toplumlarda, psikolojik harbi kullanarak, UMUTSUZLUK üretir ve özellikle gençliğin direncini düşürür.

Etnik ve dinsel yapay karşıtlıklar üretmek ikinci adımdır. Çete içerdeki işbirlikçileriyle bu operasyonu medyayla ve eğitim mensuplarıyla yönetir.

Faşist yasalar getirir ve doğruları söyleyenleri, halkı uyandıranları bitirir…
Son darbeyi, ülkeleri küçük parçalara bölerek indirir.

Aydınlar ‘batılı’, halk nereli!

Bu süreçte ‘Aydınların’ sessiz ve HALKINDAN UZAK kalması sağlanacaktır. HALKLA arasında uçurum olan AYDIN, artık onu anlamayacak, ona ‘öncülük’ görevini yapamayacaktır.

Halk tanzimattan beri batı rüzgarına kapılmış ve Atatürk’ün ölümüyle yine aynı rüzgarı yakalamış ‘AYDIN’dan uzaklaşacaktır. Kendine yaklaşan, ‘kendinden gördüğü’ maskeli işbirlikçilere inanacaktır. Bunu defalarca yapacak sonunda acı gerçekle yüzyüze kalacaktır. Bu 1920’lerde işgal altındaki Türkiye’de birebir yaşanmıştır..

Fildişi kuleşindeki AYDIN ona ne kadar kızarsa, o daha çok maskeli cellata yaklaşacaktır…

Buradan çıkış ancak, kendi gücünün farkına vardığı ve halkının yanında saf tutabilen aydınlar SENTEZ üretebildiği zaman mümkün olacaktır.

Bu dertleşmemi bana son 24 saatte yüzleri aşan şikayetlerini iletenlere ithaf ediyorum…

BU MİLLETİ TANIYIN, onu DUYUN ve ANLAYIN! Aynı türküleri dinleyip zevk alabiliyor musunuz. Önce bunu bir tartın…Kendinize de bir bakın…

banuavar@superonline.com
www.banuavar.com.tr


MİLLET ‘EVET’ Mİ DEDİ?!
Banu AVAR
12 Eylül 2010



50 milyon seçmen vardı. Yüzde 58 EVET, Yüzde 42 HAYIR sonuçla bir oylama geride kaldı.
700 bin oy geçersiz sayıldı. (Bu noktaya dikkat). Ve halkın yüzde 23’ü oy kullanmadı.

Öncelikle;

Bu süreçte, milyarlarca liralık rüşvet, sadaka, yardım, iktidar partisi eliyle dağıtıldı. Tüm basın yayın araçlarında propaganda makinası EVET! diye bağırtıldı. Diyanet, cami imamları, EVET kampanyası yaptı. Tüm illerde Valilikler, ve kaymakamlıkların imkanları kullanıldı.,

TÜM BUNLARA KARŞIN, bu millet yüzde 42 oranında ‘HAYIR!’ dedi.

Yüzde 42’lik HAYIR, baskının ve propagandanın ve yayılan bilgi karmaşasının boyutu düşünüldüğünde, küçümsenecek bir rakam değildir.

‘Umutsuz’luk girdabına kolay düşenlere ve ‘gideceğim bu diyarlardan’ mealinde iletiler yollayan sevgili gençlere diyorum ki, işte hep yazıp çizdiğimiz ‘ecnebileşme’ budur!
Kaçmak, milleti ‘aptallıkla’ suçlamak, ‘3 kuruşa satılanlardan’ sözetmek , durumu görememektir. Kolayı seçmektir. Kendini rahatlatmaktır.

Zor olan ANLAMAKTIR…

Anlamamız gereken ilk mesele millet ÖZGÜR İRADESİYLE ‘EVET’ dememiştir.

Karnı aç, beyni aç bırakılmış olanlar, ne olduğunu bilmedikleri ve dillerinin bile dönmediği bir ‘referandum’un içinde yeralan 26 maddeye EVET basmışlardır. Anayasa değişiklikliğinin ülke yararına olacağına birileri tarafından; köydeki, mahalledeki imam, güvendiği arkadaş, aile ve aşiret reisi ve her gün ekranda gördükleri kuklalar tarafından İKNA edilmişlerdir.

İkinci mesele, bu İKNA’nın sebebidir. Bu millet uzun zamandır MUHALEFETE güvenmemektedir. Muhalefet yokluğu ve muhalefetin çeşitli kesimlerce, ‘güven vermez uzantıları’ EVET demelerine neden olmuştur.

CHP ve MHP gerçek muhalefet değildir. Ve halk aslında muhalefet etiketi altında duran partileri uzun zamandır MUHALEFET olarak görmemektedir.

‘Batı eksenindeyiz’ diyerek, ABD’ye göz kırparak, ‘AB’ye biz sizi sokacağız!’ diyerek, ‘kürt raporlarından’ sözederek, birbirinden beter işlere bulaşmış partilileri yüksek görevlere getirerek, Amerikan istihbaratı ile Soros’la görüşüp, Bilderberglerde ağırlanarak, yolsuzlukları kanıtlanmış belediye mensuplarını parti içinde tutarak, çarşaf ve başörtüsü söylemini ‘kullanarak’ ve ‘beyaz Türk’ burnu büyüklüğü içindeki öncü kadroları, aç sefil halkla temasa sokarak, bir noktaya varılamayacağı kanıtlanmıştır.

Önümüze bakalım!

Şimdi tarih 13 Eylül. 3 ay önce bıraktığımız yerde, satılan fabrikalar, her dört gençten birinin işsiz olduğu, nüfusun yüzde 14ünün de aç bilaç işsiz sokaklarda dolaştığı, her gün şehitler verdiğimiz ve ekranlarda ‘açılım’ın ve ‘özerkliğin’ tartışıldığı bir Türkiye vardı. 3 aydır, millete referandum tartışması dayatıldı. Şimdi başbakanın deyişiyle ‘BÜYÜK KAPI açıldı!’ ‘Tarihi eşikten geçmiş bulunuyoruz!’

Önümüzdeki birkaç ay içinde , Başbakan’ın teşekkür ettiği ‘Okyanus ötesi’ (sadece cemaat değil ama ABD yönetimi), Başkanlık sistemini ve federasyon anayasasını devreye sokacak. Böylece üniter devlete bir nokta koyma çalışmaları hız kazanacak.

İktidar eliyle yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada ‘Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü’ maddesi olmayacak.

Yargı, Yürütme ve yasama ile birlikte ABD- AKP arzularını yerine getirmekle mükellef olacağı bir sisteme sokulacak.

Önümüzdeki süreçte, ‘halkın psikolojisi’ ile ince ayar oynanarak Türkiye topraklarından çalınarak kurulacak bir kukla devlet fikri fiiliyata geçirilecek.
Ermenistan ve Patrikhane konusunda ABD’nin AB’nin istediği adımlar hayata geçirilecek.

Medyada daha büyük bir yandaş dalga ortalığı saracak .

Ve Silivri’den geride kalan muhalif aydınlar büyük risk altında olacak.


Tüm bu koşullarda Türk milletinin GERÇEK MUHALEFETE ihtiyacı vardır. Türk milleti, oy verdiklerine değil, oy vermediklerine bakmak lazımdır.

Bu millet varolan ‘muhalefeti’ desteklememekte, ya da ‘KERHEN’ desteklemektedir.

Muhalefete güvenemeyen bir millet yüzde 42 oyla bir Amerikan projesine HAYIR! diyorsa, GERÇEK MUHALEFET ortaya çıkabilse, tümüyle arkasında birleşecektir..

Halk GERÇEK MUHALEFET’i beklemektedir! Beklemeyi bırakıp, o muhalefeti kendi bağrından çıkarması gerektiğini, bilinçaltından fiiliyata geçirdiği gün, Türkiye bambaşka bir sabaha gözünü açacaktır.

Bunu belli bir zaman içinde beceremezse, ülke SEVR haritasında ve bu oylama sonuçlarını gösteren haritalarda yansıdığı gibi, üçe bölünmüş haliyle de kalmayacak, ABD’nin atadığı ‘krallar’ca yönetilen, şehir devletçiklere bölünerek yokoluşa gidecektir.

Kendini bilmezlerce söylendiği gibi ‘Atatürk ilkeleri’ toprağa gömülecek ‘EVRENSEL HUKUK’ teranesi kılıfında faşizm egemen olacaktır.

Ben Türk milletinin tarihte yaptığı gibi, BU AŞAMADA düşmanı şaşırtacağını biliyorum!

banuavar@superonline.com
www.banuavar.com.tr

Referandum sonuçları...
SALIH SELÇUK
15 EYLÜL ÇARŞAMBA

Bu konudaki "tartışmalar" devam ediyor!..

En komiği, bunun bir AKP zaferi gibi pazarlanmasıdır!..

Olan şudur:

1. Askeri vesayet rejimi anlayışı bitmiştir... (Bunu daha önce burada belirtmiştik)

2. AKP mezarlıkta ıslık çalarak, korkusunu, geçici bir moral üstünlüğe çevirmiştir!..

3. Kılıçdaroğlu'nun -CHP'siz, tek başına bile- Erdoğan'a meydan okuyabildiği görülmüştür...
(CHP, adeta 'Yok' hükmünde... Söylediği hiçbirşey de bulunmuyor. Buna rağmen, oylarını artırıyor!.. -Böyle bir durum var! Ve, CHP'nin tüm beceriksizliğine rağmen bu gerçek artık medya numaralarıyla gizlenemez.)

Şimdi asıl maç başlamıştır ve bu maç AKP'nin yenilgisiyle değil, felaketiyle sonuçlanacaktır...

Çünkü AKP'nin korkusunun kaynağı, sanal bir korku değil -gerçek bir korkudur. Yanında koca bir orduyla gezen, arabasından indiğinde etrafta kuş uçurtmayan Başbakan, korkmakta yerden Göğe kadar haklıdır!..
(O korku, "Hayır oyu bile kullanamayan muhalefet lideri" benzeri, medyatik gözbayıcılık numaralarıyla ortadan kaldırılabilecek birşey değildir maalesef -çünkü o korkunun muhalefetle alakası yoktur. Ve korku, Türkiye'de hiç muhalefet olmasa, gene de bakidir!..)

Durum, sadece "duygusal"dır -yani ekonomiktir!..

Sürdürülemez "iktidar Rantı ekonomisi" öyle cazip ki!.. İktidar, sadece kendi yandaşlarına kamu malını öyle peşkeş çekiyor ki... Bu sürdürülemez bir durumdur ve olayın son perdesi açılmıştır...

Tek Adam, gücünü, yandaşlarını sürekli daha fazla rantla beslemesine ve besleyeceği ihtimaline borçludur...

Halk referandumda, bu neoliberal vahşi ekonomiyi ve para kazanma ihtimalini/umudunu ve yürümekte olan düzenin"vaad ettiği" görece istikrarı seçmiştir... "Evet" oyu Erdoğan'a değil, bu "ihtimal" düzenine verilmiştir...
Yeni anayasa değişiklikleri ile mahkemeler, ihalelerdeki haksızlıklar karşısında kamu davası açamıyor... Bunun anlamı, Türkiye'nin tüm kamu malının yandaşlar arasında pay edilmesi ihtimalidir...
(Bu sayede Tayyip Erdoğan Başkan olmak istiyor)

Yani ülkede "yiyecek" şeyler babında, geriye kalanın en son kısmını da -aynı sistem içinde- vahşice dağıtarak (dağıtma vaadiyle) bir süre daha yaşayabilmeyi, bu süre zarfında da dokunulmaz bir pozisyona sığınıp kendini kurtarmayı ummaktadır...

Yapabilir mi?!.. Yaşayabilir mi?!..

E Zor!..

Daha önce sorulması gereken soru şu: Dağıtırsa, Türkiye'nin devlet gelirleri iyice azalacağından, ülkenin bütününü kuşatan/kucaklayan 'Bütün Türkiye' Anlayışı daha da zayıflayacaktır ve iyice belirginleşen 'Üç parçalı Türkiye' resmi pekişecektir -yani AKP Batı Anadolu'da seçimlerde daha da az oy alacak, Orta Anadolu'da daha çok oy alacaktır. Güney-Doğu Anadolu'da da PKK'nın siyasi gücü artacaktır. Referandumun sonucu, maalesef bu olasılığı güçlendirmiştir...

Bu gidişata, ekonomik krize karşı rant ekonomisine bel bağlayan halk karar vermiş görünüyor...

Bu kararda CHP'nin de sorumluluğu vardır. Vesayetçi dönemin sona erdiğini kabul eder görünmekle birlikte, yeni dönem için hiçbir alternatif sunamayan ölü bir parti görünümünde... Bu görüntünün gerçek olduğunu da görmek gerekiyor. CHP'de fikirsel/düşünsel çalışma yapıp plan-program geliştiren, tartışan -biriki yeni grupçuk dışında- hiçbirşey yok henüz. Baykal'ın öldürdüğü düşünmek/tartışmak ve komisyonlar kurmak geleneği, CHP binalarının kasvetli kahvehaneler haline gelmesine yol açmıştır ve CHP'lerde fikirsel anlamda çalışanlar, çaycılarla sınırlanmıştır!.. Baykal'ın gittiği günden bu yana henüz hiç bir yeni atılım belirtisi de yoktor -ve Kılıçdaroğlu'nun sadece dürüstlüğüyle başarılı olması kolay değildir...
(Ama buna rağmen mümkündür!..)

Şu andaki sürdürülemez AKP sistemi, ilk krizde darmadağın olabilir...

Ve sistem devam ettikçe, Hükümete karşı sahillerden ve Güneydoğudan yükselen tepki sertleşecektir...

Şu anda seçimi boykot edenler de sayıldığında, Referandumda "Evet" diyenlerin oranı yüzde 42'dir... Böyle bir sonuçla Anayasa değişikliği yapılmasını kabul etmeyenlerin ve buna sessiz kalanların oranı Türkiye genelinde yüzde 58'dir...

Yani Tayyip Erdoğan daha çok ıslıklanacaktır, daha çok yuhalanacaktır ve koruma ordusunu daha da büyütecektir!..

Bir Amerikalı dostun deyimiyle: "Türkiye'de, AKP rejimini asla ve kat'a kabul etmeyecek yüzde otuzluk bir kitle var ve bu kitle, Türkiye'nin dünyadaki modern yüzünü temsil ediyor. Bu kitle, devlet bütçesinin oluşturulmasında haala önemli bir rol oynamakla kalmayıp, Türkiye'nin bir numaralı lüks tüketici kesimini oluşturuyor ve Türkiye'nin dünyaya en kolay açılabilen, dünyanın nitelikli/entelektüel kesimine en iyi intibak etmiş esas eğitimli elit kesimini oluşturuyor. Bu azınlıkla uzlaşmayan bir iktidar, uzlaşmadığı sürece asla tüm Türkiye'nin iktidarı olamaz ve kalite erozyonuna uğrar."

Bunun anlamı, eğitimli kesimlerini tamamen dışlayıp, ülkenin sadece cahilleri ve vasatlarına dayanan bir iktidarın, çok vahim hatalar yapıp başta kendine büyük zararlar vermesidir...

Mesela çölcül vasat adamlarla diplomasi yapıp dış politikada iflas etmesi olayı, buna örnektir!..

(Türkiye'nin dış politikası ve son bir yıldaki başarısızlıklarının "stratejik derinliği", Türk tarihinde benzersizdir ve gelecekte 'aptallık örneği' olarak okullarda okutulmalıdır. Türkiye Ortadoğu'da dengeleyici pozisyonu tamamen kaybetmekle kalmamış, hiç bir kazancı olmayan bir şekilde İsrail ve ABD'yle papaz olmuştur. Şimdi yakında İHH'nın terörist örgüt ilan edilmesi, ABD'nin Ermeni soykırımını kabul etmesi ve benzeri bir çok "konu" bunları izleyecektir!..)

Vasatlar ülkesi, daha böyle çok duvarlara toslar!..

Sahiller, iktidar çevrelerinden nefret ediyor, ondan giderek daha da uzaklaşıyor. Ve buralarda eksik olan iktidar gücünün boşluğunu dolduracak sürpriz talepleri olabilecektir...

Verdikleri vergilerinin kültürsüz cahil cühela taraftar hırsız tayfasına akıtılmasına sadece direnmekle kalmayacaklardır, bu direnişi dünyaya da taşacaklardır (yani Fazıl Say'ların artacağını, buna karşın artık dinlenmeyen detone/vasat Sezen Aksu'ların azalacağını ve belediye salonlarında "yemekli" konserler vereceğini şimdiden söyleyebiliriz!..). Türkiye'nin yeni, yiyici cemaatçi vasatlar devleti ve basketbolculara altın dağıtan Arap şeyhi taklidi politikacıları, dünyada komedi filmlerine, romanlara, mizah dergilerine, konu olacaktır ve tabii heryerde olmadık sorunlarla ve zorluklarla karşılaşacaktır... (Evrenlerden nefret ediliyordu, Tayyiplerle dalga geçilecektir -ki gayet iyidir!..)

Buradaki en yanıltıcı yan, gelecek seçimlerde AKP'nin otomatikman seçimleri kazanacağı iddiaları!..

Bunun için AKP'nin önümüzdeki dönemde, yaşanması mümkün yeni bir ekonomik kriz dalgasını atlatması gerekecektir!.. -ki bunun çok zor olacağını belirtmek gerek... Yani rantla beslenen yandaşlar sürüsü, Erdoğan Başkan olacak diye daha nereye kadar doyurulabilir?!.. Bugünün koşullarında, kriz olmasa bile, bunu sürdürmek, ne kadar mümkün?!..

Kriz olursa -ki bu daha büyük bir ihtimal- herşey çok hızlı gelişebilir...

Yani bu ülkede tek bir Allah'ın kulu bile muhalefet etmese, hergün gazeteler Erdoğan'ın faziletlerinden bahsetse, gene de sistem çökebilir.
(Bu çöküşü, sotoda bekleyen İstanbul depremi de tetikleyebilir veya pekiştirebilir...)

Yani, Erdoğan'ı Başkan yapan halk, birden Erdoğansız, hatta -bildik- Türkiye'siz kalabilir!..

Türkiye'nin ekonomisi hiç de güçlü falan değil...

Birçok ekonomiden daha kırılgan...

Cari açığı da tehlikeli sularda dolaşıyor...

Seçime kadar sürecek dönemde sıcak paraya daha da muhtaç olacağı için, ilk krizde Yunanistan'dan beter olabilir -ki "neoliberal istikrar"ı çok seven rantsever halkın ayılması için bu gerekiyordur belki de!..

http://konstantiniye.blogspot.com/2010/09/sorunlarn-cozumunde-toplumun.html

Yoksul "evet"çiler ve yoksullaşmış "hayır"cılar!
Haşmet BABAOĞLU

Türkiye siyasetinin gidişatını anlamak ve geleceğe yönelik olarak değerlendirmek için "laiklik, devlet, demokratikleşme, hayat tarzı, bürokratik vesayet, çağdaşlık, halk iradesi" gibi kavramların çevresinde dönüp durmak yeterli mi?
Hayır!
Toplumsal kesimlerin statü ve gelir paylaşımına bakmak gerekir.
Ama o noktada popüler kültürün önümüze çıkarttığı bir engeli aşmak zorundayız.
Nedir o, söyleyeyim...
Böyle bir "analiz" e kalkıştığımızda derhal zenginlerin ve statü sahiplerinin tercihlerine bakıyoruz.
Zenginin malı ve hali tavrı züğürdün çenesini yorar misali bir durum! Bir kere dedikodusu bol, heyecan verici ve pek medyatik!

***

Örnek vereyim...
AK Parti'yi destekleyen toplumsal tabakalar denilince akla hemen cipli, villalı dindar burjuvazi veya dünyanın öteki ucuna ihracat yapan orta Anadolu KOBİ'leri geliyor.
Onların karşı cephesine de kıyı şehirlerinin geleneksel burjuvazisi ve yüksek bürokratlar ile statü sahibi okumuşlar konuldu mu...
Bu dar bakışa "analiz" denip yan gelip yatılıyor!
Oysa siyasi "söz"le toplumsal zeminin nerede buluştuğunu görmek için ilk yapılacak iş dar gelirli geniş kesimlere bakmaktır.
Seçim sonuçlarını "okumak" isteyenlerin kafasına dank etmesi ve nedenlerini ciddi biçimde değerlendirmesi gereken gerçek şu ki...
Emekçi kesimler, kent yoksulları ve göç yoksulları başından beri AK Parti politikalarına destek veriyor.
Alın size referandum'daki İstanbul!
Referandum'da "Evet" oyları Bağcılar'da %70, Esenler'de %74, Sultangazi'de %69, Gaziosmanpaşa'da%62 oranında çoğunluktaydı.

***

Gelelim medyanın gözden kaçırdığı (belki de görmezden gelmek istediği) madalyonun öteki yüzüne...
"Hayır"cıların da çoğunluğu "ekmek elden, su gölden, statü gökten" yaşayan insanlardan oluşmuyor!
Onların hayat tarzları ve kültürel seçimleri uzaktan bakanları yanıltıyor ama 90'ların ortasından beri devamlı yoksullaşıyorlar! Orta sınıftan aşağılara doğru hızla düşüyorlar. Her kriz onları biraz daha umutsuz ve öfkeli yapıyor.
Mühendisler artık kıt kanaat geçiniyor; öğretmenlerin maaşları kirayı bile zor çıkartıyor; bankacılar işten çıkartılma endişesiyle yaşıyor. Turizmciler deseniz, kışları ya işsiz ya tatsız!

(..)

17 Eylül 2010 Sabah
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Eyl 17, 2010 11:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 16, 2010 10:51 pm    Mesaj konusu: Referandum sonuçlandı; Sırada Ne Var? Alıntıyla Cevap Gönder

Referandum sonuçlandı; Sırada Ne Var?
-1-


Murad Salih



Referandum Sonuçlarını değerlendirmeye devam edelim...

Önceki değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi (1) 12 Eylül’de Referanduma sunulan anayasa değişiklikleri toplam seçmen sayısının yüzde 44’ünün “evet” oyuyla kabul edildi...

Toplam seçmen sayısının yüzde 32’sinin “hayır” oyu kullanması durumu değiştiremediği gibi, bu “demokrasi hilesinin” meşrulaşmasını sağladı...

Referandumdan önce bu duruma şöyle dikkat çekmiştik:

[Türkiyede’ki seçim sonuçlarına baktığınızda yüzde 20 ile 30 arasındaki bir seçmen kitlesi (ki bu aşağı yukarı Türkiyede tek başına iktidar olma oranı), Ya sandığa gitmiyor veya cezadan kaçmak için sandığa gidiyor ama geçersiz oy kullanıyor...

CHP ve MHP, AB-D’nin referandum dayatmasını gerçekten boşluğa düşürmek isteselerdi; boykot tavrı alarak yüzde 20-30’luk boykotçu kitlenin üzerine yüzde 35-40 civarında kendi oylarını ilave ederek bunu rahatlıkla yapabilirlerdi... ]
(2)

Dikkat çektik çekmesine ya...

Oyun tam bu noktada kurulmuş, dayatmanın merkez üssü tam bu noktaya kurulmuştu...

Oyunun baş oyuncusu AKP “demokrasi kahramanı süpermen” pozlarında “evet”e abanırken...

Oyunun kötü karakter oyuncusu (tecavüzcü Coşkun gibi) CHP “hayır”a yükleniyor...

İki arada bir derede kalan MHP ise CHP’ye kuyruk olarak (tecavüzcü Coşkun’un avanesi gibi) hayatının hatasını yapıyordu...

BDP-PKK çizgisi ise kendileri için en faydalı/makul/gerekli bir tutum olan “boykot”u benimseyip kararlarının arkasında bütün baskılara rağmen durarak, hem bu kirli AB-D oyununun bir aktörü olmadıklarını (bağımsız bir politika izlediklerini) gösteriyor, hem dayandıkları kitleyi kolaylıkla kontrol edebilecek durumda oldukları için düşündüklerinden daha iyi bir sonuç alabiliyor, hem de Kürt meselesinde gerçek muhatabın kim olduğunu içeriye ve dışarıya göstermiş olarak; bu referandumun en kârlısı durumuna geliyorlardı...

Zaten bu referandumun iki galibi var; biri AKP-AB-D, diğeri BDP-PKK...
İki mağlubu yazmamıza gerek var mı?

Aynı yazıda hesabı şöyle detaylandırmıştık:

[Hesap ortada...

Toplam seçmenlerin yüzde 20-30'luk kesin kararlı, demokrasiye red/boykot cephesi...

Yüzde 35-40'lık CHP-MHP oyu...

Yüzde 5’lik BDP oyları toplandığında...

Yüzde 60-75’lik bir seçmen kitlesinin sandık başına gitmediği veya gidip de geçersiz oy kullandığı...

Yani sadece AKP ve AB-D’nin arkasında durdıuğu bir referandumun meşruiyetini hiç kimse iddia edemezdi....]
(3)

Sonuç nasıl gerçekleşti?

Toplam seçmenlerin yüzde 44’ü “evet”...

Yüzde 32’si “hayır”...

Yüzde 24’ü “boykot”+”geçersiz oy”...

Yani CHP ve MHP de “boykot”u tercih etselerdi...

Ama BDP-PKK ile aynı çizgide durmak?...

Riskli tabii...

Ama bir CHP’li için MHP ile aynı politik çizgide durmanın...

Veya bir MHP’li için CHP ile aynı siyaseti paylaşmanın hiç mi riski yok?..

Sırf bu risk yüzünden hem CHP’den hem de MHP’den “Evet” veya “Boykot”a kayanlar olmamış mıdır?

Bu riski bertraf etmenin çaresi de vardı...

O yazımızda onu da gösterdik: “Geçersiz oy”...

Seçmenlerini sandık başına yollar ve onlardan “geçersiz oy” kullanmalarını istiyebilirler böylece 700 bin küsur geçersiz oy kullanan seçmeni de rahatlıkla kendi hanelerine yazabilirlerdi...

Yapamadılar...

Yapamadıkları için, şimdi çok ağır bedeller ödeyecekler (hem CHP, hem MHP)...

Aynı yazıda bunu da şöyle belirtmiştik:

[Bu sadece bir anayasa referandumu değil...

Malûmunuz, AB-D emperyalizminin arkasındaki “Yahudi aklı”, az para-maliyet ile çok iş çıkarma üzerinde çok marifetlidir...

Referandumdan “evet” sonucu çıkarsa ki; öyle veya böyle çıkacaktır...

Bu sonuçla sadece Anayasa’nın bir kaç maddesi değişmeyecek, bu sonuçlar özellikle CHP ve MHP’de ve “boykot” kararının arkasında kararlılıkla duramazsa BDP ve PKK’da çok önemli çatlaklar, bölünmeler ve tasfiyeler yaşanmasına da sebep olacak gibi görünmektedir...

Bunun emareleri hem MHP’de, hem de CHP’de açıkça görülmeye başlandı bile...]
(3)

Oyunun birinci perdesi bitti...

Sıra ikinci perdede...

Bu perde, hem CHP hem MHP’yi önce iç kargaşalara, sonra da büyük ölçekli çatışma ve bölünmelere sürükleyecek gibi görünüyor...

Referandumun üzerinden henüz 4 gün geçti...

Ama her iki partideki öncü depremler başladı bile...

Asıl fay kırılmasının da çok uzakta olmadığı bu sarsıntılardan anlaşılabiliyor...

Yani Oyun sadece Anayasayı değiştirmek üzerime kurulu değil...

Anayasa ile başlayarak geniş bir “mıntıka temizliği”ni de öngörüyor...

İlk süpürülecekler arasında da TSK, Yargı, CHP ve MHP var...

Peki...

Türkiye bu kumpastan kurtulabilir mi?

CHP (ve onun kuyruğuna takılmış Alevîler, ulusalcılar, TSK üst yönetimi, Yüksek Mahkemelere hakim çoğunluk) 86 yıldır sürdürdükleri halkın, etnik ve dinî çoğunluğuna ve o çoğunluğun değerlerine ve hayat tarzına olan düşmanlıklarını sürdürdükçe...

MHP iki arada bir derede şaşkın şaşkın durmaya devam ettikçe

AKP de, CHP ve yukarıda saydığımız yandaşlarının karşısında bugünkü söylemi/üslûbu sürdürdükçe...

Bu iş zor...

Bu referandumun mağlupları...

Yok tatile gidenler geri dönmemişlerdi de... (Kadıköy’ün Çankaya’nın “hayır”ları İzmir’den daha fazla... Tatilden dönmeyen, dönemeyen mazeretleri sadece komik)...

AKP makarna, pirinç kömür dağıttıydı, İftar çadırları kurduydu da... (Eee madem öyle oluyor... İzmir, Edirne, Kadıköy, Maltepe , Çankaya, Şişli gibi bir sürü belediye ellerinizde siz de yapaydınız ya... elleriniz armut mu topluyordu? Onun yerine ne yaptınız?..İzmir Belediyeniz başörtülü kız öğrencilere indirimli öğrenci kartı vemiyor... CHP örgütü Edirne’de AKP’nin Ramazanda fakir fukaraya dağıttığı ramazan kolilerine mani oluyor... Avcılar belediyeniz tesettürlü müslüman hanımları rahibeye benzeten aptalca afişler bastırıyor... Sempatizanlarınız Çeşmede tessettür mayosuyla denize giren hanım öğretmen ve çocuklarına saldırıyor.... TSK, askere alırken annen tesettürlümü diye sormadığı er ve erbaş ve yedek subaylarla, askeri lojmanlarda oturan personelinin ziyarete gelen gelen tesettürlü analarına, kız kardeşlerine ve tesettürlü hısım ve akrabasına “düşman askeri” muamelesi yapmaya devam ediyorken)

Gibi mazeretlerin ancak züğürt tesellisi katagorisinde değerlendirilebileceğini anlamadıkça bu işin bu kişi ve kurumlarla olma ihtimali sıfıra yakın...

Türkiye’deki bütün cemaat, cemiyet, grup, örgüt ve kurumlarda bu gidişten samimi olarak endişe duyan, rahatsız olan ve çözüm arayan değerli insanların varolduğunu biliyoruz, görüyoruz...

Şimdilk bunların sayısının çok az olduğunu da...

Ama asla ümitsiz değiliz..

Milletçe uçuruma düşmekle, kanat takarak bu uçurumu aşmak seçeneğinden birini seçme durumunda olduğumuz bu tarihi günlerde...

Uçuruma düşmek istemiyorsak yapacağımız ilk iş...

Mensubu olduğumuz milleti ve o milletin bağlı olduğu temel değerleri doğru anlamaktır...

Bunun başlangıcıysa...

Bu milleti oluşturan halkın demografik (etnik ve dinî) yapısını, her türlü abartma ve dezenformasyondan arınmış olarak, doğru kavramaktır...

Dipnotlar:
1-) Murad Salih, "12 Eylül Referandumu"nda Sandıktan “Evet” mi Çıktı?, http://millibirlikruhu.blogspot.com/

2-) Murad Salih, “Ahmet Altan'ı çileden çıkaran tercih: Boykot!”, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2937

3-) Agy.

(Devam edecek)

Bu yazı dizisinin diğer bölümlerini okumak için lütfen tuklayın: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3129
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com