EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

BİYOLOJİK SİLAHLAR: KİŞİLİKLERDE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt May 22, 2010 10:23 pm    Mesaj konusu: BİYOLOJİK SİLAHLAR: KİŞİLİKLERDE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM Alıntıyla Cevap Gönder

BİYOLOJİK SİLAHLAR: KİŞİLİKLERDE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM!
Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör.

Biyolojik silahlar, her zaman toplumlara yönelik kullanılmıyor.. Kişilere yönelik de belli dozlarda kullanılabilir. Kişilik değişikliğine ya da saldırganlık, pasifleştirici etkilerinden yararlanılabiliyor.. Mesela belli dozda bir kişiye verildiğinde kendini lider sanabilir ya da çok mazbut hayatı olan birini çocuk tacizcisi yapabilir.

Bu ilacı NATO ülkeleri de biliyor, Rusya da, Çin de, İran da.. Ve bölgede son zamanlarda büyük ölçüde kullanıldığı söyleniyor.

Son zamanlardaki bazı hafıza kaybı olayları ya da bazı sanıkların uzun süre tecrit edilmesi de bana kalırsa bu kuşkuyu artırıyor.. Bazılarının kanlarını tahlil etmek gerek.. Bu risk, tanıklar açısından da, sanıklar açısından da önemli. Tanık ya da sanık durumunda olmayan, ama sıranın kendisine gelmesinden kuşku duyulanlar için de kullanılıyor olabilir..

Bu ilacın temininde çalışan bazı gazeteciler, televizyoncular, bilim adamlarından olabilir.. Bazı işadamlarından da. İlaç sektöründen bazı isimlerden de söz edenler oluyor..

Haloperidol tartışması yapılıyor.. Gerçekle gerçek dışını anlamak için iddiaların üzerini örtmek değil, gerçeklerin üzerine gitmek gerek. Bazı kişilerin bu anlamda kan örneklerini almak gerek..

Kişilik değişikliği, kişilik bozukluğu ve hafıza kaybı, bu ilacın dozu ve kullanım şekli ile ilgili.. Eğer deneğinizin işini bitirmek ve onu defterden silmek istiyorsanız, yüksek dozla işini bitiriyorsunuz.. Ama kullanmak istiyorsanız, daha uzun soluklu, sabırlı, düşük dozla paralel olarak ipnozu kullanmanız gerekiyor.. Mesela düşük doz uygulaması ile onu normal şartlarda aklından geçirmeyeceği şeylere zorlayabilir. Sonra bunları kayda alıp belgeleyebilir, daha sonra serbest bırakıp, o utanç içinde köşeye sıkıştırıp, şantaj altında tutabilirsiniz.. İstihbarat örgütleri bunları yapmıyor değil. Özellikle siyasi davalarda buna dikkat etmek gerekiyor..

Aslında adrenalin dedikleri şey de işte böyle bir şey.. Hormon dengesini bozan her şey, bu anlamda uzmanının elinde bir silaha dönüşebilir.. Normal ilaçlarda kullanılan malzemelerden, yüksek dozda kullanarak tehlikeli sonuçlara gitmek mümkün.. Bu ilaçları bulduğunuzda doğrudan bir suç da isnat edemiyorsunuz bu arada.. Önemli olan bu ilaçları, yüksek dozda, kim kime veriyor.

Dünyada birçok olayda böyle bir komplo ortaya çıkarıldı. Birçok kişinin uygulayıcı olmasından kuşkulanılan olay bugün onun hafızasını silmek adına ona karşı kullanılmak isteniyor olabilir.. Kim bilir belki de bazı tipler de eski dostlarının kurbanıdır!..

Olay sadece sorgu için ipnoz kullanmakla ilgili değil.. Mesela cemaati, AKP yi takip eden bir yargı mensubunu alıp, bir süre sonra onu cemaatçi dinci bir zombiye dönüştürebilirsiniz..

Bu sıradan bir komplo yaklaşımı değildir. Bazı ölümlerle ilgili, kalp krizine yol açacak biyolojik tetikleyici etkisi olan bir preperattan söz ediliyordu.. Kişinin saç dibi örneklerini morgtan alınıp daha sonra bu örnekler kaybolabilir. Birçok ölüm böyle bir komplonun kurbanı olmuş olabilir. Yani daha önceki tetikçinin yarım bıraktığı işi beyaz eldivenli biri tamamlamış olabilir..

Tetikçilerin çoğunun çocuksu bir kahramanlık duygusu uyandıran cesaret hapı kullandıkları söylenir hep.. Tetikçileri yakalamak hiçbir şeyi çözmüyor.. Tetikçiyi, bir başka tetikçiye vurduruyorlar.. Onu da bir başkasına. Sonuncusunu bulsanız bile bir yere varamıyorsunuz. Çünkü o kişi, neyi, niçin yaptığını bilmiyor..

Sanıkların sağlık muayenesi sırasında mutlaka kanlarının alınıp, Haloperidol kontrolü yapılması gerekir.. Bu konuda savcılar, yüksek yargı, barolar ve Adalet Bakanlığı'nın da üzerine düşeni yapması şart.. AKP'de de bu denetim mutlaka yapılmalı.. Üzeyir Garih cinayeti sanığı Yener Yermez, mesela bu açıdan tahlil edildi mi?

Soğuk savaşın biyolojik silahları tartışılmıyor. Tek dozda bağımlılık yapan uyuşturuculara kaç politikacının kaç bürokratın, kaç işadamının çocuğunun tuzağa düşürüldüğünü biliyor muyuz? Kaç işadamının sürüklendikleri sex bataklıklarında nelerini kaybettiklerini, nasıl tehdit ve şantajla köşeye sıkıştırıldığını araştırmak gerek.. Birileri birilerini bu yolla, biyonik robotlara dönüştürüyor, biyonik köleliğe zorluyor..

GüNün SöZü: Deşifre olmuş bir sır, sıradan bir bilgiden daha tehlikelidir.
http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=7931&Itemid=10

Haloperidol : Siyaset ve İstihbarat İlacı
Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör.


Dünkü yazım üzerine birçok okuyucum konuyu teknik anlamda detaylandırmamı bu ilaçla ilgili çalışmalar hakkında bilgilendirmemi istediler..

Gelen yüzlerce mail ve telefonda dile getirilenler benzer.

Soru şu; kim nasıl neden bu ilacı kullanıyor?

Evet sevgili okuyucular konuyla ilgili bilimsel çalışmalar yapılmıştır.

Haloperidol bir tipik antipsikotiktir ve butyrophenone sınıfından kabul edilir.

Vefarmakolojik etkileri fenotiyazinlere benzer. Haloperidol 1960’dan sonra şizofreni tedavisinde kullanılmaktadır. Ancak daha çok siyasi amaçla kullanılan sabıkalı bir üründür..

Haloperidol markaları: Aloperidin, Bioperidolo, Brotopon, Dozic, Duraperidol (Almanya) Einalon S, Eukystol, Haldol, Halosten, Keselan, Linton, Peluces.. Serenace, Serenase ve Sigaperidol “Tıbbi argo” olarak kullanılır.

Haloperidol bazen H vitamini olarak da adlandırılır.

Haloperidol, ilk olarak Paul Janssen tarafından keşfedilmiştir. 1958 yılında Belçikalı bir şirket Janssen Pharmaceutica tarafından geliştirilmiştir. İlk klinik deneyler de bu ülkede yapılmıştır.

Daha sonra Amerikan şirketi Searle, yan etkileri ve başka amaçlı kullanımı nedeniyle üretimini durdurdu.

Ardından ABD Gıda ve İlaç İdaresi tarafından 12 Nisan 1967 tarihinde kabul edildi ABD'de McNeil Laboratuvarları tarafından üretilmeye devam etti.

Sovyetler Birliği'nde Haloperidol kullanımı ilk defa yaygın bir şekilde siyasi amaçla ve istihbarat faaliyetlerinde kullanılmaya başlandı. Sergey Kovalev ve Leonid Plyushch ilk kurbanlardı.

Dünya Psikiyatri Derneği bu durumu kınayan bir açıklama yaptı. Ancak SSCB’de bu ilaç üretilmeye devam etti.

Haloperidol’un ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) tarafından yabancıların sınırdışı sırasında onun sedatif etkilerini dengelemek için düşük dozlarda kullanmaya devam edildiği de ortaya çıktı bu arada. 2002-2008 arasında, federal göçmenlik bürosunun 356 göçmen için Haloperidol kullandığı ileri sürüldü.Bu ilacın istem dışı bazı tutuklulara da verildiği biliniyor..

Şimdi bu tehlikeli ilacın Türkiye’de uzun zamandan beri kötü maksatlı olarak kullanıldığı iddiaları gündemde.

Birilerinin bu iddiaları araştırması gerek, ama o kim?

İddialar çok, bazıları kendine ABD’de yer hazırlıyormuş.

Bu bilginin doğruluğu tartışılıyor... Ülke de korku ülkesi oldu. Devlet bürokrasisi ikiye bölündü. Hukuk ayaklar altına alındı... Hiç kimse yarınlarından emin değil. İktidar birilerini, birileri de iktidarı hasta etmeye uğraşıyor. Ama bu arada birileri de istediği gibi iktidarla da başkalarıyla oyun oynamaya devam ediyor....

Bazen çözüm gibi görünen şey, aslında çözümsüzlüğün tâ kendisidir. Siyasetçilere bu akılları veren dostları, toplum önünde, siyaset dünyasında böyle avukatları varken, onlara düşman gerekmez..

Çevrenizdeki insanlara dikkat edin!

İş adamlarına, gazetecilere, akademisyenler, siyasetçiler bu tip ilaçların müdavimi..

TV ekranlarında görülen tiplere bakın…

Yüzlerine bakın kimi donuk birer robot kimi olabildiğince cıvık.. Bakışlara yansıyan durum daha barizdir.

Ukala, bilgiç, yayvan yansımaları size bir şeyler hatırlatmalı!

Gülüşler, kahkahalar bile bir garip şekilde yansıyor..

Ya söyledikleri, çelişkiler yumağı…

Bu söylediklerimiz amaçlı tanımlamalar değil elbet!

Sadece tespit..

En iyisi inceleyici gözlerle olan bitenlere bir bakın kim ne diyor ne yapıyor!

Yine dünyada ve Türkiye’de neler oluyor sorusunu bir de bu gözle değerlendirin olmaz mı?

Özellikle de her konuda ahkam kesenlere, vazgeçilmez bulunmaz bir şekilde körükörüne biat edilen hırslı tipler kullanılır.

Ne zamana kadar dersiniz?

Sizleri insanları aldatıp hayatını yaşadıktan sonra anlaşılır bu tipler ama siz kullanıldığınızla kalırsınız.

Kuklaya değil, kuklacıya bakın.. Bazıları hâlâ aramızda dolaşıyor..Bunlar abartı değildir.

Günün Sözü: Tereddüt etme hata yaparsın

http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=7941&Itemid=10

ZİHİNLER KONTROL ALTINA ALINABİLİR Mİ?
Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör

Çağdaş dünya da insanları gerek bireysel olarak gerekse kitlesel olarak denetim ve kontrol altına almak üzere bir dizi çalışmalar yapılmaktadır.

Teknolojideki dev atılımlar insan yaşamında hız, kolaylık ve çeşitlilik getirirken insan psikolojisi üzerinde yapılan çalışmalar pek gündeme gelmemektedir.

Konu genellikle gizemli istihbarat örgütleri alanında imiş gibi bilinse de hemen her alanda etkilerini göstermektedir.

Bakın; Colin Ross isimli Amerikalı psikiyatristin yazmış olduğu bazı kitaplar istihbarat örgütlerinin aslında Zihin Kontrolü projelerinde ne kadar ilerlediklerini göstermektedir. Colin Rossun 2006 yılında yayınlanan CIA Doctors (CIA Doktorları) isimli kitabı ve 1995te yayınlanmış Satanic Ritual Abuse (Satanik Rituel Tacizi) isimli kitabı aslında istihbarat örgütlerinin insan beynini kontrol etmek konusunda ne kadar yol almış olduklarını kanıtlıyor.

DID/MPD (Dissociative Identity Disorder ve Multiple Personality Disorder), yani çoğul kişilik, aslında çok az görülen bir psikiyatrik olgu olarak biliniyor. Fakat son çalışmalar ve bazı yazarların yazmış oldukları kitaplar şu ana kadar bildiklerimizin ötesindeki bazı gerçekleri ele almakta. John Marks (The Search for Manchurian Candidate), Colin Ross (Satanic Ritual Abuse, the CIA Doctors, Dissociative İdentity Disorder) , Steven Hassan (Combatting Cult Mind Control), Kathleen Taylor (Brain Washing: The Science of Thought Control), William Sargant (Battle for the Mind: A Physiology of Conversion and Brain Washing), Denise Winn (The Manipulated Mind) gibi yazarların çalışmaları çok net olarak insan beyninin ne kadar zayıf bir psikolojiye sahip olduğunu ve yeterli koşullar sağlandığında hem bireysel zihin kontrolünün, hem de toplumsal zihin kontrolünün nasıl oluşturulabileceğini bizlere sunuyor.

Colin Rossun yapmış olduğu son 20 yıllık çalışmalar çocuklarda ritüel taciz (ritual abuse) ile oluşturulan psikolojik travmanın uygun koşullarda çoğul kişilik bozukluğu meydana getirebileceğini kanıtlar niteliktedir.

DID-MPD hastalarında veya DID kökenli Mançurya Kobaylarında belli dönemlere ait unutkanlık, sürekli ambivalans (çelişkili konuşmalar ve çelişkili davranışlar), paralojik (mantıkdışı) düşünceler, ağlama nöbetleri, sara krizlerine benzer krizler, depresyon, uyku bozuklukları ve rüyalarda bazı sorunlar, çeşitli davranış bozuklukları görülmekte!

Benzer çalışmaları Nöroloji alanında da yapılmaktadır. Bu çalışmada hayvanlarda oluşturulan bir çeşit travma modeli olan farklı epilepsi modellerinde, hayvanlar yetişkin hale gelince, travmanın hem hippokampüsde hem de çeşitli yolaklarda kalıcı elektrofizyolojik etkiye ve uzun süreli psikolojik sorunlara veya öğrenme problemlerine yol açtığı kanıtlanmıştı.
Postnatal (doğum sonrası) dönemde (P20 ve P30 arasında) oluşan travmanın veya aşırı nöronal aktivitenin uzun süreli elektrofizyolojik değişikliklere ve öğrenme ile ilgili sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Gelişim nörolojisi çalışmaları aslında yakın bir gelecekte bu konuların sırrını çözecektir.

Zihin Kontrolü konusunda; 1950'lerde ABD'de CIA, NSA ve DoD- Pentagon İngiltere'de MI6, Almanya'da BND, Rusya'da KGB tarafından başlatılan çalışmalar hiç bir zaman durmadı. Bütçeler bu çalışmalara ayrıldı ve çalışmalar değişik ülkelerde ve kültürlerde de sürdürüldü. Bazı subaylar ve politikacıların da bu operasyonlardan geçirildiği konusunda elimizde şüphe uyandırıcı bazı bilgiler vardır.

Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate, Mançurya Adayı), yani beyni yıkanmış, iradesi kontrol altına alınmış ve istenilen bazı eylemleri itiraz etmeden, kayıtsız şartsız gerçekleştiren bazı kişilerin yaratılması konusundaki çalışmaların tamamlandığı söyleniyor. Türkiye'deki politikacılara bakarsak her taraf Mançurya Kobayları ile dolu zaten!

Konu sadece Mançurya Kobayı meselesi değil! Aynı zamanda sosyal zihin kontrolü operasyonları da pek çok ülkede yapılıyor;

Eski CIA direktörü Allen Dulles'a göre; Hedef insan zihnindeki savaşı da kazanmaktır. Bu savaşın ilk cephesi propaganda, depolitizasyon ve sansür ile kitlesel sindirmeyi sağlamaktır. İkinci cephe ise bireyin beyninde kazanılacaktır; hedef beyin yıkama, zihin kontrolü, ideolojiyi değiştirme ve gerektiğinde birçok Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) yaratabilmektir!

Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) kendi iradesi dışında, bir takım beyin yıkama seanslarının, ilaçların vaye hipnozun etkisiyle başkalarının istediği bazı eylemleri yapanlara verilen isimdir.

Bilimsel yöntemlerle ideal bir Mançurya Kobayı yaratma arayışı, araştırmalarla hız kazanmıştır. Klinik Poloji, paytri, nöroformakoloji, elektrofizyoloji ve parapoloji bu hedefe ulaşmak için kullanılmaktadır.

GüNüN SöZü: Aklını doğru kullanmak istersen dikkatli ol.
http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=7788&Itemid=10

25 GDO'lu daha soframıza girecek
31 Temmuz 2010

Daha önce sadece GDO’lu mısır ve soyaya izin veren Bilimsel Komite, aldığı son kararla GDO’lu şekerpancarı, maya, patates, pamuk, bakteri biyokütlesi ve kolzanın da Türkiye'ye ithalatının yapılmasına izin çıkardı.

Böylece bugüne kadar Türkiye’ye genetiği değiştirilmiş 9 çeşit mısır, 3 çeşit soya, 3 çeşit kanola, 6 çeşit pamuk, 1 çeşit şekerpancarı, 1 çeşit maya, 1 çeşit patates, 1 çeşit bakteri biyokütlesi olmak üzere toplam 25 çeşit genetiği değiştirilmiş ürün ithalatına izin verildi. Genetiği değiştirilmiş (GDO) 25 çeşit tarımsal ürünün ithalatına izin verildi. GDO Bilimsel Komite kararlarına göre bugüne kadar genetiği değiştirilmiş mısır, soya şekerpancarı, maya, patates, pamuk, bakteri biyokütlesi ve kolza(kanola)’nın toplam 25 çeşidine ithalat izni verildi.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 26 Ekim 2009’da Resmi Gazete’de yayınlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” ile GDO’ lu ürünlerin Türkiye’ye girişinin yasaklanacağı iddia edilmişti. Bakanlık önce 27 ürünü GDO analizine tabi tutulacağını açıklamış ancak tepkiler üzerine ve yeterli laboratuar altyapısı olmadığı için analize tabi tutulan ürün sayısı 9’a indirilmişti. Bu 9 üründen domates, papaya ve çeltik hariç diğer 6 ürünün ithalatına izin verildi. Analize tabi tutulacak listede yer almayan maya ve bakteri biyokütlesinin de ithal edilmesi dikkat çekiyor.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın internet sayfasında yayınlanan Bilimsel Komite kararlarına göre bugüne kadar Türkiye’ye genetiği değiştirilmiş 9 çeşit mısır, 3 çeşit soya, 3 çeşit kolza (kanola), 6 çeşit pamuk, 1 çeşit şekerpancarı, 1 çeşit maya, 1 çeşit patates, 1 çeşit bakteri biyokütlesi olmak üzere toplam 25 çeşit ürünün girişine izin verildi.

GDO'LU PAMUĞA İZİN

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın internet sayfasında yayınlanan Bilimsel Komite’nin 3. ve 4. toplantısında alınan kararlara göre, Türkiye’ye ithalatına izin verilen “genetiği değiştirilmiş MON1445-2 pamuk, MON15985-7 pamuk, MON1445-2 x MON15985-7 melez pamuk çeşitlerinin yem, gıda (rafine yağ) ve pamuk lifi olarak kullanıldığında, mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” görüşüne yer verildi.

Aynı kararda MON531-6 kodlu pamuk, MON531-6XMON1445-2 kodlu pamuk, LLCotton 25 pamuk çeşidi için ise “Yem, gıda(rafine yağ) ve pamuk lifi olarak kullanıldığında herhangi bir risk oluşturmayacağı kanısına varılmıştır” denildi. Bu üç çeşit pamuk için “insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen etki oluşturmayacağı “ ibaresinin yer almaması dikkat çekiyor.

GEN KAÇIŞINA ÖNLEM TALEBİ

Bilimsel Komite kararlarında genetiği değiştirilmiş kolza (kanola) için gen kaçışı uyarısı yapıldı. Kararda GT 73 kolza,T45 kolza ve MS8 X RF hibrid kolza çeşidi için “yem, gıda (rafine yağ) olarak kullanıldığında mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir. Ancak, ülkemizde bu türün yabanileri bulunduğundan gen kaçışının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması önerilmektedir” görüşüne yer verildi.

Uzmanlara göre, genetiği değiştirilmiş organizmaların(GDO) çevre açısından en önemli riski gen kaçışıdır. Bugüne kadar yapılan araştırmalar özellikle kolzadan, şeker pancarından, mısırdan yabani akrabalarına gen geçişi olduğu tespit edildiği biliniyor. Genetiği değiştirilmiş bir ürün üretildiğinde bundan yabani akrabalarına gen geçişi olacağı için genetik kirliliğin olma olasılığı yükseliyor. Bilimsel komitenin kolza için gen kaçışı uyarısı yapması Türkiye’ye ithal edilen kolza çeşitlerinin ekiminin de yapılacağı kuşkusunu doğuruyor.

GDO'LU ŞEKER PANCARI

Bilimsel Komite kararı ile ilk kez genetiği değiştirilmiş şekerpancarı ithalatına da izin verildi. Kararda, “H7-1 şeker pancarı çeşidinin yem, gıda olarak kullanıldığında mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” denildi.

Şekerpancarı üretimini kota ile sınırlayan ve üreticileri alternatif ürünlerin üretilmesi için destek veren Türkiye’nin GDO’lu şekerpancarı ithal etmesi dikkat çekiyor.

FAST-FOOD PATATESİ DE GDO'LU

İlk kez resmi olarak ithalatına izin verilen genetiği değiştirilmiş amilopektin patates çeşidi fast-food zincirlerinde kızartmalık patates olarak kullanılıyor. Bilimsel Komite, EH92-527-1 patates çeşidinin doğrudan gıda ve yem olarak kullanılmasının uygun olmayacağına karar verirken bu patates çeşidine ait ürünlerin yalnızca endüstri amaçlı (kağıt ve kimya) kullanılabileceği görüşüne vardı.

LİSTEDEN ÇIKARILAN MAYA VE BAKTERİYE İZİN

Bilimsel Komite kararları arasında en çarpısı olanı ise Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın geçen yıl Kasım ayında analize tabi tuttuğu 27 ürün arasında yer alan ancak daha sonra listeden çıkardığı genetiği değiştirilmiş maya ve bakterinin de ithalatına izin verilmesi oldu. Bilimsel Komite, “genetik olarak değiştirilmiş ve kurutularak öldürülmüş bakteri biyokütlesi PL73’ün yem katkısı olarak kullanıldığında, eldeki bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” görüşü ile bu bakterinin ithalatına izin verdi.

“Genetik olarak değiştirilmiş, kontrollü ısı kullanılarak öldürülmüş MT 663/Pmt742 veya Pak729 maya biyokütlesi canlı GDO içermediğinden, yem katkısı olarak kullanıldığında, eldeki bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” görüşünün yer aldığı Bilimsel komite kararı ile genetiği değiştirilmiş mayaya da ithalat izni verildi.

Daha önceki kararlarda genetiği değiştirilmiş 3 çeşit soya ve 9 çeşit mısır ithalatına izin verilmişti. Böylece Türkiye’ye bugüne kadar toplamda 25 çeşit GDO’lu ürünün girişine resmen izin verilmiş oldu.

KARARLARIN DİLİ TEREDDÜTLÜ

GDO Bilimsel Komite kararlarında “mevcut bilgiler ışığında”, “insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir” gibi kesin olmayan ifadelerin kullanılması dikkat çekiyor. Uzmanlar, Bilimsel Komite üyelerinin GDO’lu ürünlerin doğuracağı zararlar nedeniyle tüketicilerin hukuki yollara başvurmasından kaçınmak amacıyla kesin olmayan ifadeler kullandığına dikkat çekiyor.

HANİ GDO YASAKLANMIŞTI

“Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” yayınlandığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ve bakanlık bürokratları yaptıkları açıklamalarda bu yönetmelikle GDO’ lu ürün ithalatının yasaklandığını iddia etmişti.

İthal edilen GDO’lu ürün çeşitleri

Ürün Çeşit sayısı

Mısır 9

Pamuk 6

Soya 3

Kolza(kanola) 3

Şekerpancarı 1

Patates 1

Bakteri 1

Maya 1

Toplam 25

Tarım Bakanlığı’nın GDO analizi yaptığı ürünler

-Mısır,

-Soya

-Kanola

-Pamuk

-Papaya

-Domates

-Şeker Pancarı

-Çeltik-Pirinç

-Patates

Akşam


Rusya, gıda üretiminde genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanılmasını yasaklama kararında
14 Şubat, 2014



Tarım Bakanlığı başkanı Nikolay Födorov işte böyle açıklamada bulundu. Bilim adamları, çevreciler ve üreticilerin GDO etrafındaki tartışmaları dünyada çoktandır devam ediyor. Rusya’da sırf “temiz” tarım ürünleri üretiminin genişletilmesine şu anda genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanılmasıyla ilgili sorunlar engel oluyor.
Dünya genelinde süren bu tartışmanın terazi kefeslerinde iki güç. Biri, bilim adamlarının ileri sürdükleri araç ve argümanların yetersizliği. Öbürü ise, politika de içinde büyük kaynaklara sahip üretim korporasyonları. Bilim adamlarının çoğu, GDO’nun insan ile çevreye yapacağı tam etkinin incelenmesi için daha 10 ila 20 yıl gerekeceğini iddia ediyor. Ama genetiği değiştirilmiş gıdaların insan hayatı için nasıl tehdit oluşturduğu artık bugün bile apaçıktır. Ekoloji ve Gıda Güvenliği ulusal eksperi İrina Yermakova anlatıyor.
Bunların tümü de çok tehlikeli, çünkü üretim teknolojileri geliştirilmemiştir. Üretimleri için patojen bakteriler ile virüsler kullanılıyor. Bilim adamları şu veya bu ürünün hayvanlar üzerindeki etkisini kontrol etmeye başlarken dehşetlere kapılıyordu, çünkü bunlar gerek onkoloji, gerekse obezite. Bu yüzden en doğrusu, elbette ki, Avrupa ülkelerinin yaptıkları gibi GDO’nun gıda üretiminde yasaklanması.
Bugün Rusya, dünyada GDO kullanmadan tahıl üreten ülkerden biri. Bu yıl hububat ihracatı 20 milyon tona çıkabilecek. Fakat ekoloji açıdan temiz hububatın üretimini genişletmek ve Rusya’ya dünya pyasasanda kaliteli üstünlük sağlamak yalnız mevzuatta değişikliklerin yapılmasından sonra olası. “Agrarnoye obozreniye” dergisinin baş yazarı Konstantin Lısenko anlatıyor.
Bizim biyolojik açıdan temiz ürünün nasıl olduğunu belirleyen mevzuatımız bile yok. Potansyel olarak Rusya, tüm gezegene biyolojik açıdan temiz ürün sağlayabilecek, çünkü ülkemizde genetiği değiştirilen gıdaların üretilmesi yasaklanmış bulunuyor.
Ama iş Rusya ile bitmiyor. Olayların gerçek durumu insanı çok endişelendiriyor: gezegenimizde yetiştirilen soyanın pratik olarak tümü genetiği değiştirilmiş soyadır. Her beşinci mısır koçanı hakkında da aynı şey söylenebilir.
Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/2014_02_14/Rusya-GDOnun-kullanilmasi/

HORMON SALDIRISI
Hüseyin ÇETİNKAYA
5 Eylül 2017

Kurban Bayramı son yıllarda olduğu gibi bu sene de, piyasaları manipüle eden firmaların önce suyu bulandırıp, sonra balık avlama taktiği ile üreticiye ve tüketiciye attığı büyük kazığın (ithalat tartışmaları) gölgesinde geçti.

Bayramın manevî tarafı dar bir alana hapsedilmiş… Sağlık yönü ise yıllardır haşlama / ızgara seviyesinden bir adım ileriye gitmiyor. Oysa Türk milletinin içinde bulunduğu ve her geçen günü şiddetlenen çok büyük bir tehlike var! Öyle böyle bir tehlike değil bu… İnsanımızın kimyasını bozan, cinsiyet yapısını dahi etkileyen, aşırı dozda erkeklik ve kadınlık hormonları içeren korkunç bir biyolojik taarruz; amansız bir HORMON saldırısı… Gıdalarımıza karıştırılan diethylstilbesterol (DES) isimli madde…

Kısaca bir geçmişine değinmek gerekirse, ”1938 yılında Charles Doddun’ın İngiltere’de sentezlediği maliyeti ucuz ve kolay olan bu hormon, önce kadınlarda bir takım hastalıkların tedavisinde kullanıldı. 1954 yılında hayvan yemlerine eklenmesine onay verildiğinde kümes ve çiftlik hayvanları daha hızlı kilo aldı. Ancak kısa bir zaman içinde birçok olumsuzluklar görülmeye başladı. (DES)le beslenen hayvan gıdalarını tüketen tarım erkek işçilerin göğüslerinin büyüdüğü; kız çocuklarının da vaktinden çok evvel ergenliğe geçtiği gözlemlendi. 1959 yılında kanatlı hayvan ve kuzu yeminde yasaklansa da, birçok hastalığa neden olmasına rağmen sığır yemlerine katılmaya devam edildi. 1979 yılında ise kanserle arasında kesin bir bağ olduğu için yasaklandı.

DES yasaklandı ama farklı hormonların keşfedilerek piyasaya sürülmesinde büyük etki yaptı. Hayvanların doğal olarak ürettiği estradiol, progesteron ve testosteronun sentetik versiyonu oluşturuldu ve yem katkıları ve implantlar olarak kullanılmaya başlandı. Fakat bunlar da başta kanser olmak üzere birçok hastalığa yol açtı ve yasaklandı. Avrupa’da yasaklanan bu ilaçlar ve isimlerini kötü amaçla kullanımına neden olmasın diye vermediğimiz birçok ilaç ülkemizde maalesef tabiri caizse seyyar satıcılardan bile temin edilebilir.

Daha hızlı kilo artışı sağlayan bu maddelerin uygulandığı hayvanların etinin tüketilmesi, insanların hormon yapısını bozuyor. Kısırlık, cinsel güç kaybı, kalp hastalıkları; kadınlarda meme kanseri, gebelikte düşük, yüzlerinde anormal derecede sakal bıyık çıkması; erkeklerde prostat ve kadınsı davranışların artması şeklinde zararlar veriyor. Çocukların erken ergenliğine sebebiyet verdikleri gibi, obeziteyi de tetikliyorlar. Erkek çocuklarında göğüs büyümesi de cabası.

Bu hormonların kullanılmasında hiç bir cezai yaptırım olmaması bir yana; et üstünde kalıntılarını bulmak laboratuvar ortamında bayağı güç… Böyle olunca, bunları kendi ülkesinde yasaklayan Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri, ihraç ettikleri hayvanlarda ve hatta hububatlarda çok daha abartılı şekilde kullanmaktan kaçınmıyorlar.

Şimdi gıda ve hayvancılık üzerinden komplo teorileri ürettiğimizi hatta paranoyak olduğumuzu düşünebilirsiniz! Oysa biyolojik saldırı bir savaş çeşididir. Terörist Amerika’nın Kızılderilileri çiçek virüslü battaniyelerle öldürdüklerini bilmeyen yoktur! Siyonist Yahudi Adnan Oktar ve Oktar Babuna’nın geçmişte lösemi hastalığı üstünden ajitasyon yaparak Türk halkından kan toplayıp İsrail’e teslim ettikleri ve bu vesileyle Türk halkının gen haritasının çıkarılıp ele geçirildiği geçmişte konuşulan komplo teorilerinden birisiydi. Bunların tartışmasına girmeyeceğiz; ama İsrail’den aldığımız frenkeştayn tohumların içine çeşitli hormon ve hastalıkların yerleştirilmesi onlar için çok kolay bir işlem… Hâl böyleyken, yerli üreticiyi bitirmek pahasına yurt dışından gelecek olan hayvan ve hububatlarda türlü hastalıkları tetikleyen hormonların kullanıldığı gerçeği önümüzde duruyor. Hayvanların gübresinden toprağa ve oradan da suya karışan bu hormonların, Türk toplumunda hem maddî hem manevî bir tahribat yapması kaçınılmaz. Canlı hayvan, gıda, tohum, yem ve gübreler kanalıyla milletçe biyolojik bir saldırı altındayız ve bizi tehlikelerden korumak vazifesiyle hükümet yetkisi alanlar bu saldırganlarla iş tutup, ortaklık edip, onlara yol veriyorlar.

ADIMLAR Dergisi – Eylül 2017
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com