EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Haydi İnkılâba

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Eyl 24, 2009 10:07 pm    Mesaj konusu: Haydi İnkılâba Alıntıyla Cevap Gönder



Haydi İnkılâba
Selim Muradoğlu

Güneş balçıkla sıvanmışken...
Zalimin zulmü her yanı sarmışken...
“Eşkiya dünyaya hükümdar ol”muşken
Mazlumların çığlıkları yeri göğü inletirken...
Siz entellektüeller, nerede ?

Muakaddes emanet çiğnenirken...
Vatan toprakları karış karış satılırken...
Toplum canavarlaşırken gerçek aydınlar nerede ?

Fikirsizlik fikri hapsetmişken...
Vasıflı hocalar, bodrum katlarına sürülürken...
Tarih sansürlenirken...
Neredesiniz ?

Emperytalistler evlerimizin içine kadar kadar girmişken...
Hainler köşe başlarını tutumuşken ...

****

Neredesiniz ?

Zifirî karanlık dünyanın her yanını kaplamışken
Ve ufukta beklediğimiz Güneş bir türlü doğmuyorken...
İnsanlık kurtuluşa muhtaçken...
Fikir ve fiil sahipleri nerede ?

Bilginler susup cahiller konuşmaya başlamışken...
Cehalet kâbus gibi dünyaya çökmüşken ...
Bilgi ehli nerede ?

Hayatın en popüler gerçeği “12 dev adam ve 1 top” olmuşken...
Zina, fuhuş,,kumar, içki, hırsızlık,uğursuzluk dünyayı sarmışken...
Namus, şeref, erdem anlamını yitirmişken...
Namus, şeref, erdem sahibi olanlar nerede ?

Kurtuluşun ilk şartı kurtacı bir fikre sahip ve bağlı olmakken
Bu fikri yok etmek isteyenler harıl harıl çalışışırken ...
Bütün bunlara karşı isyan bayrağı/Gök Bayrak çekilmişken!
İman ve imkân sahipletri nerede (*)?

***

Heeey! orada kimse var mı?
Kurtuluş için bu belki de son çağrı:

Haydi benzersiz fikre...
Haydi emsalsiz aksiyona/fiile
Haydi eşsiz şiire/saanata...
Haydi hakka/hukuka/adalate...
Haydi imara/umrana...
Haydi devrime/inkılâba..
Haydi ibda(**)ya
.
“Haydi kurtuluşa/felâha”
“Haydi sulha/barışa/salâha...”

Yani: gerçek medeniyete

(*): "Bize, okuyan, arayan, bulan, anlayan, çırpınan insan lâzım... Kulağının işittiğini anlayan, gözü gerçeği görenler lâzım... Nefsini fedâ kılmış erler lazım!.." Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya’dan

(**)İbda : (...)emsali görülmemiş iş ve eser meydana meydana getirmek,(...) benzeri olmayan şiir söylemek...


Kaynak: sıradışı

Serdar Akinan
İnsandan geriye ne kalır?

Başka bir hayatı seçmemin öyküsünü bu köşede çıtlatmıştım size.
İşaret fişeğini 'Organik' yazısıyla atmıştım.
Bu kişisel yolculuk, kimi dostlarım tarafından, 'modern' tanımıyla 'sabbatical' olarak nitelendi.
Yani: 'Kariyere bir yıllığına ara vermek. Yaşam muhasebesi yapmak. Sonrasında ise aynı izden veya bambaşka bir noktadan yepyeni bir enerji ile devam etmek.'
Oysa, o fasit dairenin insanı kendinde eksilten döngüsüne tekrar teslim olmak gibi sersemce bir hedefim yok.
Geleceğe dair kurgumu henüz bilmediğim cümlelere hapsedemem. Kaldı ki uyguladığım kararın yaşamıma 'ne kattığı ne söktüğü' gibi çok boyutlu bir muhasebe için de oldukça erken.
Ancak.
Bir sürecin taze filizler verdiği bu evrede, insana dair, ne denli derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı paylaşmalıyım.
'Ben neden buradayım?' sorusu çok anlamlıdır.
Varlığı, andaki tercihiyle anlamlandırır. 'Ben neden buradayım?' sorusuna verilecek içten yanıt, yaşamda kalan anlarına dair varlığa seçenekler sunar.
Bir süre önce, fark ettim ki, tercihlerim 'Ben neden buradayım?' sorusuna samimi ve anlamlı yanıtlar vermekten acizdi. O an gelecek kurgumu değiştirdim. Bu kararı almama neden olan temelde insanlar ve ilişki biçimleriydi. Kurgu buydu.
Modern bir cangılda kurallar vardı. Bu kuralların oluşuma katkıda bulunmak ise onların, benim, bizim hayat tercihimizdi...
Ahlaki olmayan, insanı bozan zehirli lezzetler vardı bu kurguda.
Bu kurguyu kendimce reddettim. Yeni kurgunun yapısı da elbette insana dayanıyor. Ama umulur ki bu kurguda zehirli bir şey olmasın daha saf bir şey olsun. Geçen kısacık sürede insanlar tanıdım.
Pastoral arka planın yorgun zihnimde yarattığı tatlı keyif bu yeni dünyanın kural ve insanlarını tanımamı bir süre engelledi. Oysa kurallar farklı olmakla birlikte insan maalesef beter durumda.
Çirkin bir açgözlülük ve ikiyüzlülük.
İlkokul kitaplarından köye dair aklımda kalan 'imece' kelimesidir. 'İmece' koca bir köyün ırzına geçtiği kavram olmuş. Yoksulluk ile sefalet arasındaki ilahi farkı kavrayamayan insan çökmüş.
Anlamaya çalışıyorum. Anlayamıyorum. Kaçıp geldiğim coğrafyada bize dayatılan sistemin kuralları gereği belli işkenceleri çekmeye tabiydik. Çıldırtıcı trafiğin stresine her gün iki kez katlanmak.
Ait olmadığın bir ulu varlık: 'Marka' için ömrünü adamak.
Sadakatle şirkete bağlanmak... Bu uğurda omurganı her sabah danışmada çıkarıp teslim etmek, akşam ise, utanmadan, tekrar alıp takmak...
Peki, evi, tarlası, küçük olsa da bir dükkanı, külüstür olsa da bir traktörü olan bu insanlarda eksik olan ne?
Acaba köksüzlük mü? Yoksa televizyon mu? Hayır bu insanlar yaşam tarzları itibarıyla son derece muhafazakar/mütevazı gözüküyor. Namaza giden, ağzından Allah'ı eksik etmeyen, aileleri örtülü insanlar...
Muhtemelen ebeveynleri sahici insanlardı, kendileri ise birer müsvette...
Güvende olmasına karşın, başta kendisi çevresindeki herkese kötü gözle bakan; tertemiz ve doğurgan bir tabiata kudurmuş halde saldıran; kirleten, tahrip eden; çalışıp üretmek yerine elde olanı satıp tüketmeye odaklı insana ne denir?
Ama asıl ürkütücü olan bir sonraki nesil.
Bu insandan ne çıkar? Komşusunun gözünü oyan, yan tarlaya hasetle bakan, üç kuruş haram lokma daha kazanmak için, ekmek yediği insanları utanmadan kazıklayan bu insan müsvettelerinden elbette bir şey çıkmaz ama ya tüm bu faciayı görerek büyüyen çocuklar?
Bu çocuklar ne yapacak? O kadar büyük bir hayal kırıklığıdır ki...
İnsandan geriye ne kalacak?
Umudu yitirmiyorum. Allah elbette bir kuytuya temiz bir insan saklamıştır.
O maya da geleceğe yeter.

Akşam

Gelir dağılımını 'yere yatarak' protesto ettiler
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi üyeleri, Beyoğlu'nda düzenledikleri gösteriyle "insanlar arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğini" protesto etti. "17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü" nedeniyle Galatasaray Lisesi önünde toplanan grup, temsili olarak kaldırımlara uzanıp, açlıktan ölen insanları canlandırdı. Grup adına yapılan açıklamada, "gelir dağılımı eşitsizliğinin gittikçe derinleştiği bir dönemin yaşandığı" öne sürülerek, dünyanı n en zengin 500 insanının toplam gelirinin, en yoksul 416 milyon insanın toplam gelirine eşit olduğu kaydedildi. 17.10.2009 İSTANBUL netgazete

09 Kasım 2009
KAPİTALİZM HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI
İngiliz yayın kuruluşu BBC'nin yayımladığı bir araştırmada, Almanya'nın başkenti Berlin'de Doğu ile Batı'yı birbirinden ayıran Berlin Duvarı'nın yıkılmasından 20 yıl sonra, kapitalizmin bütün dünyada hayal kırıklığı yarattığı belirtildi.

27 ülkede, 19 Haziran-13 Ekim arasında 29 bin 33 kişiyle görüşülerek yapılan araştırmaya göre, dünyada insanların sadece yüzde 11'i kapitalist ekonominin doğru düzgün işlediğine inanıyor.

Araştırma, insanların yüzde 51'inin kapitalist sistemde reform yapılmasını ve kusurlarını düzeltmek için daha fazla denetim istediklerini ortaya koyuyor.

Sadece ABD'de insanların yüzde 25'inin ve Pakistan'da yüzde 21'inin kapitalist sistemin bugünkü haliyle iyi işlediğine inandığını gösteren araştırmaya göre, Fransızlar, Brezilyalılar, Meksikalılar, İspanyollar ve Çinliler başta olmak üzere dünyada insanların ortalama yüzde 23'ü kapitalizmin kusurlu olduğunu ve yeni bir ekonomik sistemin gerekli olduğuna inanıyor.

Araştırmada, Amerikalıların yüzde 81'i, Polonyalıların yüzde 80'i, Almanların yüzde 79'u, İngilizlerin yüzde 76'sı ve Fransızların yüzde 74'ü, Sovyetler Birliğinin dağılmasını olumlu karşılarken, Çeklerin yüzde 63'ü ise kesin konuşmaktan kaçınıyor.

Araştırmaya göre, Rusların yüzde 61'i, Ukraynalıların yüzde 54'ü, Sovyetler Birliğinin dağılmasını olumsuz buluyor.

Araştırmayı yapan GlobeScan enstitüsünün başkanı Doug Miller, komünizmin sembolü Berlin Duvarı'nın yıkılışının, serbest piyasa ekonomisine dayalı kapitalizmin komünizme karşı zaferi olarak nitelendirilemeyeceğini kaydetti.

Miller, "1989'da duvar yıkıldığında kapitalizmin zafer kazandığı zannedildi ama bu son 12 ay içerisinde dünyada meydana gelen olumsuz ekonomik gelişmeler durumun farklı olduğunu gösteriyor" diye konuştu.

BBC, araştırmayı Doğu Almanya'dan Batı Almanya'ya geçişleri önlemek için yapılan Berlin Duvarı'nın yıkılışının 20. yıl dönümü ve 1929 yılından beri eşi görülmemiş küresel ekonomik kriz dolayısıyla yayımladı.

7 kız çocuk toplu intihara kalkıştı

Kütahya'da ürküten girişim. 12, 13 yaşlarındaki 7 kız çocuğu intihara karar verdi. Kızlardan üçü son anda vazgeçti. Diğerleri hapla ölmek istedi
KÜTAHYA'NIN Tavşanlı İlçesi'nde aynı ilköğretim okulunda öğrenim gören F. E. (13), M.E. (13), N.D. (13) ve Ö.F'nin (12) ile 3 arkadaşlarının ürküten girişimi son anda önlendi.
11 KASIM 2009
İddiaya göre yedi kız öğrenci, daha önce sürekli buluştukları yere giderek birbirleriyle anlaşıp okul ve aileleriyle ilgili sorunları nedeniyle intihar etmeye karar verdi. Bu karardan bir gün sonra Moymul Mahallesi'nde F.E'nin babaannesinin evinde toplanan F.E, M.E, N.D. ve Ö.F'nin, evlerinden getirdikleri hapları bir tabakta karıştırarak yuttuktan sonra evlerine geri döndü. Diğer 3 kız öğrenci ise intihar düşüncesinden vazgeçti.
Evlerinde rahatsızlandıkları için aileleri tarafından Doç. Dr. Mustafa Kalemli Devlet Hastanesi'ne kaldırılan 4 kız öğrenci tedavilerinin ardından taburcu edildi. Öğrenciler, ailelerinin davranışları nedeniyle ölmek istediklerini söyledi

Akşam

Sapığın bahçesinde 11 kadın cesedi
14.11.2009
ABD'nin Ohio eyaleti Cleveland kentindeki bir ev, 1953'te İngiltere'de ortaya çıkan eski savaş gazisi askerin cinayetlerini hatırlatıyor.

Federal Soruşturma Bürosu FBI'ın ajanlarının ortaya çıkardığına göre, Cleveland'daki evin sahibi eski deniz piyadesi Anthony Sowell'ın (50) 2 gün önce belirlendiği gibi 6 kadını değil, 11 zenci kadını tuzağına düşürerek öldürdüğü belirlendi.

Kadınların cesetleri evin bahçesine gömülmüş durumda bulundu. 10 maktulün kimlikleri de belli oldu. Kadınların yalnız ve genellikle umutsuz görünen kişiler oldukları ve içkiyle aldatılarak boğuldukları anlaşıldı.

6 milyon dolar kefalet senedi belirlenen Sowell, Jaqonya'da da görev almış eski bir deniz piyadesi askeri.

FBI, emekli ''sapık'' askerin evinde ve bahçesinde röntgen cihazı ve termal arama aygıtıyla turuncu işaretlenmiş yerlerde arama yaptı.

1953-RILLINGTON

İngiltere'de 1953'te başkent Londra'nın Rillington Caddesi 10 numaralı evde ortaya çıkarılan cinayetler, Cleveland'dakine benziyor. Burada, 1. Dünya Savaşı'nda askerliğinden sonra sonra katıldığı 2. Dünya Savaşı'nda anestezi uzmanı çavuş olarak görev yapan John Reginald Halliday Christie, 8 kadını bayıltarak öldürdü. 1898 doğumlu Christie, 8 kadını aldatarak evinde öldürmüş ve onları evinin duvarlarına gömmüştü. Nekrofil (ölüseven) John Christie'yi İngiliz aktörü ve yönetmeni Richard Attenborough 1971'de oynadı. Filmde büyük İngiliz aktör John Hurt, katil Christie'nin yalan ifadesiyle suçsuz yere idam edilen, Galli delikanlı Timothy Evans'ı oynadı. Anestezi uzmanı katil Christie de 1953'de idam edildi.
sabah

Rusya'da vahşet
14.11.2009

Rusya'da 3 evsiz yamyam, öldürdükleri 25 yaşındaki genci yedikleri, gençten artan etlerin bir kısmını da kebapçıya sattıkları ortaya çıktı.

Rusya Başsavcılığının soruşturma komitesinden yapılan açıklamada, zanlıların kurbanı, Perm'deki bir ormanda bıçak ve çekiçle vurarak vahşice öldürdüklerini anlattıkları belirtildi.

Açıklamada, zanlıların cinayeti işledikten sonra cesedi parçalara ayırdıklarını, bir kısmını yediklerini ve kalanları da bir kebapçıya sattıklarını söyledikleri kaydedildi.

Sabah

İçti, sevgilisinin kızlarını camdan attı
14 Kasım 2009
Moskova'da gerçekleşen bir cinayet okuyan herkesin kanını dondurdu. Kız arkadaşının evine gelen bir Rus askeri beraber içki içtikten sonra alkolün etkisiyle sevgilisinin sekiz yaşındaki ikiz kızlarını camdan attı. Nikolay Zakharkin (30) adlı gözü dönmüş adamın kızları aşağı atmadan önce sevgilisi Irina Lapuzina (27)'ya "Dasha ve Katya'ya veda et." dediği öğrenildi. Sekizinci kattan atılan kızlar hayatta kalmayı başarırken Dasha'nın karaciğerinin tahrip olduğu ve beş kaburgasının da kırıldığı bildirildi. Küçük kız şu anda yaşam destek ünitesine bağlı olarak hayat mücadelesi veriyor. netgazete

20 Kasım 2009
Şimdi De İnsan Yağı Ticareti
Kozmetik sektöründe tüyleri diken diken eden şüphe.. İnsanları öldüren ve cesetlerden elde ettikleri yağları karaborsada satan çete ortaya çıkarıldı.

Peru’da insanları öldüren ve cesetlerden elde ettikleri yağları kozmetik sektöründe kullanılması için karaborsada satan bir çete ortaya çıkarıldı.

YAĞ İÇİN İNSAN ÖLDÜRDÜLER

Peru’da adam kaçırmalarla ilgili emniyet birimi müdürü Albay Jorge Mejia, yakalanan 3 zanlının 5 kişiyi öldürdüklerini itiraf ettiklerini, ancak çetenin daha fazla cinayete karışmış olmasından şüphelendiklerini söyledi.

Mejia, zanlılardan ikisinin sıvı insan yağı dolu şişeler taşırken yakalandığını ve polise bunların piyasa değerinin galon başına 60 bin dolar (litresi 15 bin dolar) olduğunu söylediklerini aktardı.

LİTRESİ 15 BİN DOLAR

İnsan yağının Peru’nun başkenti Lima’da aracılara satıldığını belirten Mejia, polisin bunların daha sonra da Avrupa’daki kozmetik şirketlerine satıldığından şüphelendiğini, ancak bu yönde herhangi bir satış işlemi olduğunu teyit edemeyeceklerini kaydetti.

Mejia, polisin 4 ay kadar önce insan yağı satıldığına dair bir ipucunu değerlendirerek harekete geçtiğini ve çeteye sızdığını, daha sonra ede edilen örnekten bunun insan yağı olduğunun doğrulandığını söyledi.

ŞİŞE İÇİNDE 1 LİTRE İNSAN YAĞI

3 Kasım’da çete üyeleri Serapio Marcos Veramendi ve Enedina Estela’nın Lima’da bir otobüs durağında şişe içinde 1 litre insan yağıyla yakalandıklarını anlatan Meija, bu zanlıların verdikleri ifadelerin ardından 3 gün sonra diğer zanlı Segundo Castillejos’a ulaşıldığını anlattı.

Çetenin altı üyesinin aranmakta olduğunu kaydeden Mejia, bunlar arasında çetenin lideri Hilario Cudena’nın da bulunduğunu belirtti.

Polis, basın toplantısında gazetecilere zanlılardan ele geçirdiği iki şişe yağ ile 27 yaşındaki bir kurbanın resmini gösterdi. Polisin insan yağını alan satıcının peşinde olduğu belirtildi.

O EYALETTE 60 KİŞİ KAYIP

Resmi polis kayıtlarına göre, çetenin faaliyet gösterdiği Huanuco eyaletinde yaklaşık 60 kişinin kayıp olduğu biliniyor.

Tıbbi uzmanlar ise insan yağı konusunda uluslararası alanda bir karaborsa piyasa olduğu konusunda şüphelerini ifade ediyor.

Yale Üniversitesi’nden dermatoloji profesörü Lisa Donofrio, cildin esnekliğini muhafaza etmeye yönelik "insan yağı ekstresi" için belki küçük bir pazar olabileceğini, ancak bu tip yaklaşımların bilimsel olarak tümüyle saçmalık olduğunu söyledi.

Uzmanlar, ayrıca insan yağının kırışıklık karşıtı tedavilerde kullanıldığını, ancak bunun da her zaman tedavi olan kişinin kendisinden elde edildiğini hatırlatıyorlar.

New York’taki Cornell Weill Medical College’da görevli doktor Neil Sadick, tedavide başka birinin yağının kullanılmasının insan yaşamını tehdit eden sonuçlara yol açabileceğini vurgularken, Virginia Üniversitesi’nden plastik cerrahı Adam Katz da birçok insanın yağ bağışlamaya istekli olduğunu, bu konuda karaborsa oluşması için bir neden bulunmadığını belirtti.
aktifhaber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İşkence fotoğraflarına Obama'dan sansür

Amerikan yapımı işkencenin fotoğraf albümünün kapağı kapatılıyor.
İşkenceye, sofistike metotları katan ve fotoğrafa kayıt eden sapkın zihniyetin teşhiri engellenecek.
Amerika'nın özel güvenlik şirketlerinden devşirilmiş paralı askerlerinin Irak ve Afganistan'da yaptıkları işkence fotoğraflarına yayın yasağı istendi.
Bu sansür bizzat ABD Hükümeti tarafından Yüksek Mahkeme'sine gönderilen mektupla talep edildi.
Obama'ya aldığı Nobel Ödülü'nü hak ettiren bu isteğin gerekçesi de 'Amerikan toprakları dışındaki silahlı kuvvet mensuplarını ve yurttaşlarını tehlikeye atabileceği' görüşü oldu.
11 Eylül 2001-22 Ocak 2009 arası çekilen fotoğraflar ABD'nin Amerikan toprakları dışında tutuklulara uyguladığı işkenceleri gösteriyor.
Savaş tarihinin gelişmiş barbarizminin digital görüntülerinde siviller de yer alıyor.
Halbuki savaş suçları ve insan hakları ihlallerinin nasıl bir insanlık utancına dönüştüğünden Amerikan kamuoyu vicdanının da nasiplenmesi gerekiyor.
4 milyon Vietnamlı'nın öldüğü Vietnam savaşından 37 yıl sonra Amerikalılar hala 100 bin Vietnamlı'nın öldüğünü sanıyorlar.
Amerikalıların dünya algısı, üreten dev medya ve iletişim teknolojileri militer hamaratlardır.
Steril ve kayıtsız Amerikan kamuoyuna, ordularının ülke sınırları dışındaki savaşları, küresel medya devleri CNN ve Fox tarafından iletilir.
Ağır gerçeklik kaybına uğramış görüntüler bir savaş oyunu simülasyonunu aşamadığından vicdanlara değmez..
1. Körfez Savaşı'nda insanların merhametinin ses verdiği 'petrole bulanmış kuş görüntüsü' bile kurgu çıktı.
Amerikan medyasının 'savaşları aklama' misyonuna Hollywood prodüksiyonları da dahildir...
Savaş, katliam, soykırım görüntüleri ya bir film anlatısı ya da playstationda oyun formülasyonunda sunularak eğlence sektörünün karlılığı olurlar.
Toplumsal hafıza seyirlik ve eğlencelik tüketim malzemesine dönüşen 'gerçekle' ancak böyle karşılaşır.
Gerçekliğin hafifletilmiş, ayıklanmış, ahlaki yüklerden arındırılmış formunun zaten temsil niteliği de erimiştir.
Dünyada gerçek acının bittiğine dair kuvvetli bir inançları oluşturulmuştur.
Felluce'nin savaş oyununu hazırlayan Atomic Games firması, oyunun yapımında Irak'ta görev almış askerlerin yardımına başvurdu.
Ve uydudan çekilmiş fotoğraflar da oyunun tasarımına eklendi.
Savaşların gerçek acıları ve kayıpları üzerinden oyun ile film üreten kapitalist süreç toplumsal zihninde de savaş düşselleştirir...
Felluce katliamında ölen binlerce insanın, yüz binlerce mültecinin gerçekliğinin bonus veren bir oyuna indirgenerek kamusal hazza servis edilecek olması insanın kanını donduruyor.
Bu arada işkence fotoğraflarının yayın hakkını mahkeme kararıyla almış olan Yurttaş Özgürlüklerini Koruma Derneği (ACLU) ise hükümetin engelleme isteği üzerine 'Bu fotoğraflar tarih arşivimizin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bunlar Irak ve Afganistan'da tutuklulara yapılan kötü muamelelerin sorumlularıyla ilgili tartışma için çok önemli' dediler.
Böyle bir tartışmanın kolay kolay açılmayacağına şimdiden hemfikir olabiliriz.
Digitalize işkence yapma simülasyonları içeren playstation oyununun yakın bir tarihte piyasaya çıkacağına da...

Akşam gazetesi

Müslüm Gürses, kadın vücudunda suşi yiyen müşteriler için sahneye çıkacak

18 Kasım 2009 Arabesk Müziğin 'baba'sı Müslüm Gürses, hayatının en ilginç gecelerinden birini yaşamak üzere. Gürses, kadın vücudunda şusi yiyen müşteriler için sahneye çıkacak. Haberin ayrıntısını Gazete Habertürk yazarı Esin Övet, yazdı...

"İki hafta önce Japonların çıplak kadın vücudundan yemek servis etme sanatı olan Nyotaimori usulüyle suşi yiyerek bu farklı deneyimi yaşadığımı söylemiştim. Sizde 350 dolar öderseniz yaşayabilirsiniz. Ancak yarın akşam 200 liradan başlayan fiyatları ile üstelik Müslüm Gürses eşliğinde, suşi yiyebilirsiniz. Şimdi nereden çıktı bu demeyin. Evet, yanlış okumuyorsunuz, yarın akşam Garden 74'te Müslüm Gürses sahneye çıkıyor. Kadın üzerinden suşi yiyenler, bir yandan Müslüm Gürses'i de dinleyecekler. Tabii bu farklı deneyimi Müslüm Gürses de yaşayacak. Çünkü Müslüm Baba'ya konser öncesinde suşi ikram edilecekmiş. Afiyet olsun Müslüm Baba. Bu arada aldığım bilgelere göre suşi sevmeyen insanlar da mekâna gidip sipariş veriyorlarmış. Sonra da bir suşi yiyip bırakıyorlarmış. Olacak iş değil. Suşi, sevilmeden, zorla yenecek bir şey değil ki arkadaşlar. Bir de chopstick'i (Çin işi yemek çubuğu) kullanamayanlar da çatal istiyorlarmış... Aman tanrım düşünemiyorum. Tabak niyetine yatan kızın vay haline. O çatal kıza batarsa, Allah yardımcısı olsun; ses de çıkartamaz. Olay tam bir kamera şakası tadında. Bakalım yarın akşam neler olacak."
netgazete

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Yeni yıl; 2010 model tüketim

'Yeni yıl metafiziğine' canı gönülden inananlar için yeni yıl başlıyor.
Büyüsü çözülmüş dünyanın bitmiş heyecanları için kapitalist fanteziler işbaşında.
Sınırsız ihtiyaçlarıyla yanıp tutuşan insanlığa', 'mutluluk ve refah vaatleri' ısıtılmış olarak servis edilecek.
Tüketim takviminde 2010 yazıyor.
Fanteziland dünya, eski yıl değerlendirmeleriyle meşgul, eskitilen yılın 'en'lerini belirliyor.
Tüketim kültürüyle zihinsel edilgenlikle etkileşime girenler, yeni yıl kararlarını alıyorlar.
2009'un bittiği ilan edilirken 'kullan-at' şiarına dayanan pazar ekonomisi, insan belleğinin 'sil' tuşuna özenle basıyor.
İşaretsiz, kodsuz, yüksüz hafızaya nokta atışlar yapacak kapitalist endüstrinin zappingi başlıyor.
Gezegeni saran ahtapot tüketim kültürünün buyruklarıyla, herkes zahmetsizce 'küresel forma' giriverecek.
Sürekli ağzı sulanarak dolaşan insanlık 2010 için tasarlanan büyük vitrinin önünden ayrılamayacak.
Küresel ölçekte hipnozlanacakları 'fetişlerle' 2010 model homojenleşecekler.
Baştan çıkartıcı, ayartıcı fetişlerin başında teknoloji geliyor.
Evdeki teknolojik çöplüğe katılacak markalar ve modellerle 'anlık haz' ve 'geçici doyum'dan sonra, süratle canlar yine sıkılacak.
Daha hızlı, daha hafif, daha etkin, daha çok amaçlı modellerin sonu olmadığına inanmayacaklar.
Kablosuz çağın bağımlıları her tüketim tercihiyle kısa erimde 'out' olacak.
Tüketim ideolojisinin küresel anlam dünyasını ise yine 'markalar' kuracak.
'Prestij ve tanınma' arayışındaki yoğunluk, zenginlik ve statü simgesi markalarda öbeklenecek.
Zevk sahibi olma ve 'incelmişlik' hacetlerini 'terlemeden' giderebilecekler.
Tecrübe, birikim, zihinsel efor gerektirmeyen fark yaratma endüstrileri, 'büyük haz çağrılarıyla' milyonları büyüleyecek.
Moda, beden, sosyal ağlar, spiritüal akımlar, iç dekorasyon, yeme-içme, gezip-görme, astroloji, mistisizm, depresyon, futbol, sağlıktan karılmış trendi eğilimlerle çorak hayatlara heyecan kırıntısı atılacak.
Kendi yatıştırılamayan arzu batağına saplanmış, haz odaklı insanlık 2010 model tavlanacak.
Basit, ucuz, çabuk tüketilen, çocuksu ve eğlenceli popüler kültürün görselliğiyle avutulacak.
Bu yılın popüler neyi varsa 'acente propagandistler' iftiharla sunacaklar.
Ve tabii ki popüler olanın tüm kültürel şifreleri tüketime açılacak.
Sınırsız ihtiyaçlarımızla esir düşürülmüş bizlere, yani büyük ekonomizmin nesnelerine, kalan tek metafizik yeni yıl.
Bu yıl da arka bahçemize yığılmış ve küresel tüketime katılamayan büyük nüfusları da 'ötekiler' diye çağırmaya devam edeceğiz.
Onlardan emilen zenginliğin adil bölüşümünü duyduğumuz anda da 'varoluşumuzun' korku krizleriyle titrediği 'yeni bir yıl' geçecek.

http://www.aksam.com.tr/2010/01/02/yazar/15765/nihal_kemaloglu/yeni_yil__2010_model_tuketim.html

04/01/2010 - 22:05:13
400 bin kişi aç yatıyor

Hükümetin yağdırdığı yeni yıl zamları CHP’li Öymen’i de isyan ettirdi:Dar gelirli perişan durumda. Yılda 1 ton kömürle karın doyuramazsınız
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, bütçede korkunç bir açık veren hükümetin fahiş zamlarla yama yapmaya çalıştığını vurguladı ve acı tabloyu gözler önüne serdi: Yüz binlerce vatandaşımızın yiyecek ekmeği yok, yatağa aç giriyorlar!
Manipülasyon bunlar!
ÖYMEN, AKP’nin “Dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz” diye övünmesini ‘manipülasyon’ olarak niteledi: Kişi başı gelirde 50., refah sıralamasında 69.’yuz. Bu nunla övünülür mü!


400 bin kişi aç yatıyor
Hükümetin bütçedeki kara deliği fahiş zamlarla yamamaya çalıştığını belirten CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, “Yüz binlerce vatandaşın yiyecek ekmeği yok” diyerek acı tabloyu gözler önüne serdi
Hükümetin vatandaşa yeni yıl hediyesi (!) zam paketine tepkiler çığ gibi büyüyor. Benzinden mazota, içki, sigaradan vergi ve harçlara kadar birçok kalemde zam yağdıran AKP’nin ekonomi politikaları CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’i de isyan ettirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı , hükümetin, bütçe açığını kapatmak için olağanüstü zam yaptığını ileri sürerek, “400 bine yakın vatandaşımız yatağa aç giriyor, yiyecek ekmeği yok” dedi. Bursa’nın Gürsu ilçesinde partisinin teşkilat kongresine katılan Öymen, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Kömürle karın doymaz
Türkiye’deki ekonomik durumun perişan olduğunu ifade eden Öymen, hükümetin ’dünyadaki en büyük 17. ekonomisiyiz’sözlerinin de manipülasyon olduğunu dile getirdi. Bütçedeki 60 milyar liralık açığın ardından zamlara bindiren hükümeti eleştiren Öymen şöyle konuştu: “Hükümet, ’Dünyadaki en büyük 17. ekonomiyiz’ diye övünüyor. Peki kişi başı gelirde dünyada kaçıncıyız? 50’nciyiz. Dünya refah endeksinde kaçıncıyız? Refah sıralamasında 69’uncuyuz. Şimdi böyle bir sıralamayla övünmemiz mümkün mü? Gelir dağılımınız bu kadar bozuksa tabii dar gelirli vatandaşlarımız, bundan büyük sıkıntı çekecektir. 400 bine yakın vatandaşımız yatağa aç giriyor, yiyecek ekmeği yok. Senede 1 ton kömürle vatandaşın karnını doyuramazsınız.”
yeniçağ

HAİTİ'NİN DRAMINDA BATI'NIN PAYI

15 Ocak 2010

"Uluslararası camia", dindirmeye çalıştığı acının boyutundan büyük ölçüde sorumlu. Guardian’dan Peter Hallward Haiti depremini ve bu acının arkasındaki batının zulmünü irdeliyor.
Peter Hallward

Salı günü Haiti'nin başkentini vuran şiddette bir deprem dünya üzerindeki hangi büyük şehirde meydana gelse büyük zarar verirdi.

Ama Port-au-Prince'in bir savaş alanını andırıyor olması tesadüf değil. Haiti'nin başına gelen bu felaketin yol açtığı yıkımı okumanın en iyi yolu, insan eseri olan uzun ve çirkin bir tarihî döngünün bir başka sonucu olarak görmek. Şimdiden apaçık ortada olansa, bu etkinin, tarihi çok daha uzun bir bilinçli yoksullaştırma ve gücü eline almasını engelleme sürecinin sonucu olacağı. Haiti'yi "batı yarıkürenin en yoksul ülkesi" diye anmak âdettendir. Bu yoksulluk, dünya tarihindeki belki en vahşi kolonyal sömürü ve üstüne gelen onlarca yıllık sistematik postkolonyal zulmün mirası.

"İnsanî yardım" için koşuşturan asil "uluslararası camia", şimdi dindirmeye çalıştığı acının boyutundan büyük ölçüde sorumlu. ABD, 1915'te işgal etmesinden bu yana, Haiti halkının, eski cumhurbaşkanı Jean-Bertrand Aristide'in sözleriyle "tam sefaletten onurlu yoksulluğa" doğru kımıldanmak için attığı her ciddi siyasî adım, ABD hükümeti ve bazı müttefikleri tarafından bilinçli şekilde engellendi. 2004 yılında binlerce kişinin ölümü ve halkın büyük çoğunluğunun öfkesiyle sonuçlanan, uluslararası desteğe sahip bir darbeyle yıkılan Aristide hükümeti (% 75'lik bir oy oranıyla seçilmişti) en son kurbandı. Ardından BM, ülkede devasa ve son derece pahalı bir istikrar ve barış gücü bulundurmaya başladı.

Bugün Haiti, eldeki en sağlıklı verilere göre, halkının yaklaşık % 75'i günde 2 doların, dört buçuk milyon kişiye tekabül eden % 56'sınınsa bir doların altında bir miktarla yaşadığı bir ülke. Onlarca yıl süren neoliberal "düzenleme" ve neo-emperyal müdahaleler hükümetin, halkına yatırım yapabilme veya ekonomisini düzeltme kapasitesini elinden tamamen aldı.

Port-au-Prince'de bugün yaşanan felâketin sebebi işte bu yoksulluk ve kudretsizlik. 1970'lerin sonlarından bu yana Haiti'nin tarıma dayalı ekonomisine yapılan insafsız taarruzlar on binlerce küçük çiftçiyi kalabalık şehirlere akın etmek zorunda bıraktı. Güvenilir istatistikler bulunmamakla birlikte, başkentin yüz binlerce sakininin, standartların tamamen altındaki gecekondu tipi evlerde yaşadığı tahmin ediliyor. Bizzat bu tip yerlerde yaşayan insanların doğal ayıklanmaya uğraması, uğradıkları zararın boyutları gibi, "doğal" ya da kazara değil. Haiti Adalet ve Demokrasi Kurumu Müdürü Brian Concannon'un sözleriyle: "O insanların orada olmasının sebebi, kendilerinin veya anne-babalarının, şehirlerde sömürüye açık bir işgücü yaratılmasını amaçlayan politikalarla kırsal bölgeleri terk etmeye teşvik edilmiş olmaları; dolayısıyla tanım itibarıyla, depreme dayanıklı evler inşa edemeyecek insanlar". Bu arada şehrin; su, elektrik, yollar gibi temel altyapısı son derece yetersiz, bazı yerlerde yok bile. Hükümetin, felakete çare bulma kapasitesi sıfıra yakın.

2004 darbesinden bu yana Haiti'yi uluslararası camia yönetiyor. Şimdi Haiti'ye acil yardım göndermek için koşuşturan aynı ülkeler, son beş yıl içinde, BM'nin yetkisini askerî amaçların ötesine genişletmek yolundaki tüm önerileri veto etti. Bu "yatırım"ın bir kısmının yoksulluğu azaltmaya ya da tarımsal kalkınmaya yöneltilmesine yönelik her girişimin önü tıkandı.

2008'de Küba'yı da vuran aynı fırtınalar sadece dört kişiyi öldürdü. Küba, neoliberal "reformlar"ın en korkunç etkilerinden uzakta kalmayı başarmıştı ve hükümeti halen halkını felâketlere karşı koruma kapasitesinin elinde tutuyor. Eğer bu son krizde Haiti'ye yardım etmek niyetindeysek, bu karşılaştırmayı akılda tutmalıyız. Acil yardım göndermenin yanı sıra, Haiti halkı ve kamu kurumlarının kendi iktidarını eline alması için neler yapabileceğimiz üzerine kafa yormalıyız. Yardım konusunda samimiysek Haiti hükümetini denetlemeye, halkını pasifize etmeye ve ekonomisini sömürmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz. Ardından da, sebep olduğumuz zayiatın hiç olmazsa bir kısmını ödemeye başlamalıyız.

Zaman

19 Ocak 2010
ABD'nin Haiti'deki amacı yardım değil, işgal

Leş kargası misali nerede bir karmaşa olsa ondan faydalanıp o ülkeye yerleşen ABD bu kez de depremin yerle bir ettiği Haiti'ye asker gönderiyor. Dünya ayakta.

Amerikan ordusu Haiti'nin başkenti Port-au-Prince'de operasyon üssü kuracağı ortaya çıkınca Fransa ve Latin Amerika ülkelerinden tepki geldi: Amaç yardım değil, işgal.

Amerikan ordusunun 82. hava indirme tümenine bağlı paraşüt birlikleri, Haiti'nin başkenti Port-au-Prince'in kuzeyinde bir operasyon üssü kurmaya başladı.

ANF'nin AFP’ye dayandırarak verdiği habere göre Albay Pat Haynes, görevlerinin insani yardım sağlamak olduğunu belirtirken, Amerikan donanmasına bağlı Seahawk helikopterleri askeri personeli taşımayı sürdürdü.

Amerikan askerleri, üslerini başkentin havaalanına yaklaşık bir kilometre uzakta terk edilmiş bir elektrik santrali tesisine kuruyorlar.

Fransa: ABD'nin Haiti'deki amacı yardım değil, işgal

Richter ölçeğine göre yedi büyüklüğündeki depremle harabeye dönen Haiti'de insani dram sürerken Fransa’da Birleşmiş Milletler’den Haiti'yi vuran depremin ardından "ABD'nin üstlendiği egemen role açıklık getirmesini ve soruşturma başlatmasını" istedi.

Amerikan güçleri, geçen hafta sahra hastanesi taşıyan bir Fransız yardım uçağının, Port-au-Prince havaalanına inişini engellemiş, Joyandet'nin şikayeti üzerine uçak ertesi gün Port-au-Prince'e güvenli bir şekilde inmişti.

Latin Amerika ülkelerinden tepki

ABD'nin Haiti'ye asker sevketmesine Latin Amerika ülkelerinden tepkiler geliyor. Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez ABD güçlerinin insani yardım bahanesiyle Haiti'yi işgal ettiğini belirtti. Yaklaşık üç bin Amerikan askerinin Haiti'ye gönderildiğini hatırlatan Chavez "Askerler savaşa gider gibi silahlı. Şu anda ihtiyaç duyulan şey silahlar değil, ABD'nin doktor, ilaç, yakıt, sahra hastanesi göndermesi gerek. Gizlice Haiti'yi işgal ediyorlar" diye konuştu. Chavez Haiti'deki Amerikan askerlerinin ne yaptığının belli olmadığına da dikkat çekti ve Amerikan askerini yardım çalışmalarında göremediğini söyledi.

ABD'nin bölgeye asker yığmasına bir tepki de, Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega'dan geldi. Ortega ABD’nin Haiti’deki deprem felaketini fırsat bilerek ülkeye daha fazla asker konuşlandırdığını söyledi. Haiti'deki gelişmelerin kendisini endişelendirdiğini belirten Nikaragua devlet başkanı ABD askerlerinin Haiti’ye gitmesinin bir anlamı olmadığını ifade etti. Ortega “Görünüşe göre Latin Amerika’daki üsleri ABD’ye yetmiyor. Umarım Haiti’deki askerlerini geri çekeler” diye konuştu.
aktifhaber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Kapitalizmin Haiti'yle bitmeyen hesabı

Sömürgeci zihniyetin tarihi, beyaz adamla batıdan başladı ve onunla dünyaya yayıldı.

Kapitalizmin sömürgecilik tarihi, beyaz adamın dünyayı işgal tarihiydi.

Yerkürenin kaynaklarını, insan topluluklarının emeklerini ve birikimlerini yutarak palazlanan sömürücü sisteme ilk başkaldırı ise Haiti'den gelecekti...

Kapitalist sömürgeciliğin 'şeytanı' olmaya kararlı Haitili köle siyahlar, beyaz adamı ve onun kurduğu 'yamyam kölelik düzenini' yere yıktılar.

Kapitalizmin bilincinde, Haitililer 'kara büyücülerdi' artık.

Dünyanın köle deposu Haiti adasından kafasını uzatan Karayip kaplanları, ilk köle isyanını 1791'de gerçekleştirdiler.

Kanlarını ve canlarını şeker plantasyonlarında sermaye birikimine çeviren Fransız sömürgecilere 'özgürlüğün' ne olduğunu gösterdiler.

Fransız devriminin 'eşitlik, kardeşlik ve özgürlük' mottosunun gerçek sahipleri Haitili kölelerdi...

ABD'den sonra kıtanın ilk bağımsızlığını ilan eden siyahların ülkesi Haiti, oldu Karayipler'e ve Amerika'ya sıçrayan köle ayaklanmalarının vatanı olarak dünyada da 'köleliğin kaldırılmasını' sağladı.

Bedava emeğini kaybederek kapitalist birikimi zayıflayan beyaz adam ise Haiti'yi lanetleyerek tarih boyunca intikam alacaktı.

Haiti tam 125 yıl boyunca Fransa'ya tonlarca altın ödemekle cezalandırıldı, ama kapitalizmin Haiti'ye olan hıncı dinmedi.

ABD hegemonik militer elini 1904'lerden beri Haiti'nin üzerinden çekmedi, ülkeyi darbeler üssü haline getirerek akabinde bütün soğuk savaş dönemini işbirlikçi faşist diktalarla idare etti.

Papa- Doc ve Baby-Doc Duvalier'in zalim kukla yönetimleri özgürlükçü halk hareketlerini sindirdi.

Böylece Haiti sömürgecilik tarihinin tüm formlarının beslendiği plantasyona çevrilecekti.

30 küsur darbe, kanlı katliamlarla Haiti'deki kapitalizmin ayak izi derinleşti.

1990'ların Neo-liberalizminin Haiti'deki hedefi, 'Yoksulların Papazı', namı diğer başkan Aristide olacaktı.

IMF ve DB'nın Haiti taarruzuna razı gelmeyen Aristide önce derdest edilip haddi bildirilince, küresel vampirler Haiti'ye yerleşebildi.

IMF, DB, tarım ülkesi Haiti'yi tarım endüstrisiyle işgal edip halkı topraksızlaştırarak şehirlere tehcirini gerçekleştirdi.

Neo-liberal ekonominin pençelerini geçirdiği ülke yalnızca 'yoksulluk ve açlık' üretimine katıldı.

Tarım ülkesiyken gıda ithalatına yani açlığa zorlanan az gelişmiş Asya ve Afrika ülkeleri listesinin en altlarına Haiti yerleşti.

Ülke zenginliğinin %85'inin nüfusun %5'inin sahip olduğu dünyanın en yoksul ülkesi.

Deprem felaketiyle yıkılan Haiti görüntülerinde sadece felaket sonrasını değil 21. yüzyılın yoksulluğunun ve açlığının yakın resmini de görüyoruz..

Yok edilmiş devlet ve kamu kurumları, özelleştirilmiş tarım, varoşlara tıkıştırılmış halk ve simsarların tükettiği ülke zenginliğinin ardından gelen depremle ellerinde palalarla dolaşan Haitililer gıda için birbirlerini kırıyorlar.Bir ülkenin çürütülmesine yaşam mekanları, kurumları kadar toplumu da dahil...

İnsanlık yakın geleceğini ve içinde olduğu 'insanlık krizini' Haiti'den seyredebilir. Biliyoruz ki yoksulluk ve ölümün adresi şimdilik Haiti!

Halbuki Haiti'nin biraz ilerisindeki Küba'da tek bir aç çocuk bile yok.

Neoliberalizmin bereketli vasatı olan kriz, doğal felaket ve kaos hazır Haiti'de.

El değiştirecek kaynaklar ve mülkiyetler için bulunmaz fırsat ve beyaz adam tüm lojistiğiyle şimdi de yardım bahanesiyle istila ediyor.

Kapitalizm, kendi 'şeytanını' görüp ödünün patladığı Haiti'ye bitiremediği hesabı için yine geri dönüyor.

Kaynak: http://www.aksam.com.tr/2010/01/30/yazar/16090/nihal_kemaloglu/kapitalizmin_haiti_yle_bitmeyen_hesabi.html

01 Şubat 2010 02:29
Haiti'de, Amerikalıların kaçırmak istedikleri 33 çocuğun büyük bölümünün hala bir ailesi bulunduğunu bildirdi.

Korkunç bir depremin yerle bir ettiği Haiti'de çocuklara yardım amacıyla faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu, Amerikalıların kaçırmak istedikleri 33 çocuğun büyük bölümünün hala bir ailesi bulunduğunu bildirdi.

Dominik Cumhuriyeti sınırında Amerikalı grubun yakalanmasının ardından çocukların verildiği SOS Children's Village adlı sivil toplum kuruluşunun (STK) bölgesel direktörü Patricia Vargas, Haiti dışına izinsiz götürülmek istenen çocukların çoğunun hala bir ailesi bulunduğunu belirtti.

Vargas, bu bilgiyi çocukları kendi STK'larına teslim eden Haiti Çocuk Esirgeme Enstitüsü yetkililerinden aldığını belirterek, "Çocukların en büyükleri olan 7 yaşındakilerle konuştuklarında ailelerinin hayatta olduğunu öğrendik. Bazıları bize ailelerinin adres ve telefon numaralarını bile verdi. 7 aylık bir kız bebek de yetersiz beslenmeden ötürü hastaneye kaldırıldı" dedi.

Bu arada, ABD'nin Port-au-Prince Büyükelçiliği, gözaltında tutulan 10 Amerikan vatandaşının, Haiti göç yasalarını ihlalden tutulduklarını açıkladı.

Haiti'de, 33 çocuğu kaçırdıklarından şüphelenilen 10 Amerikan vatandaşının önceki gün gözaltına alındığı bildirilmişti.

Sosyal İşler ve Çalışma Bakanı Yves Christallin, 5 erkek ve 5 kadından oluşan bu kişilerin, yanlarındaki çocuklarla birlikte Dominik Cumhuriyeti sınırında Haitili bir polis komiseri tarafından yakalandığını belirtmişti.
aktifhaber

Profesör hastanenin 7. katından atladı
5 Mayıs 2010
BÜKREŞ- Romanya'da profesör hastanenin yedinci katından atlayarak intihar etti.
Romanya'nın başkenti Bükreş'te bir göz hastalıkları profesörü, çalıştığı hastanenin yedinci katından atlayarak intihar etti. habertaraf

25 Mayıs 2010
Kabak Karpuz Cinayeti
Bir inşaat işçisi, satın aldığı karpuzun kabak çıkması üzerine tartıştığı manavı öldürdü.
Mısır'ın başkenti Kahire'de bir inşaat işçisi, satın aldığı karpuzun kabak çıkması üzerine tartıştığı manavı öldürdü.
El Ahram gazetesinin internet sitesinde yer alan habere göre, cinayetten sonra polise ifade veren işçi, "Evimin yanındaki manavdan aldığım karpuzun kabak çıkması üzerine manava iade etmek istedim. İadeyi kabul etmeyen manav ile aramızda çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Ben de kavga esnasında tezgahtaki bıçağı alıp manavın sırtına dört defa sapladım" diye konuştu.

Arjantinli yolcular geciken trenleri ateşe verdi
3 MAYIS 2011

Arjantin'de rötarlar yüzünden seyahatlerinin aksamasına öfkelenen yolcular üç treni ateşe verdi.

Başkent Buenos Aires yakınlarında üç ayrı tren istasyonunda çıkan olaylar üzerine itfaiye ve polis çağrıldı.
Olaylardan ilki Haedo tren istasyonunda meydana geldi.
Öfkeli yolcular trenlerden birinde makinist ve bilet kontrolörünü dışarı attı.
Herşey Pazartesi sabahı, banliyölerden yolcu taşıyan Sarmiento hattında bir trenin raydan çıkmasıyla başladı.
Binlerce kişinin işe gitmek için kullandığı hatta tüm tren seferleri aksadı.
Bir türlü yola çıkamayan, bir kısmı da trenlerde mahsur kalan yolcular, bu hat üzerinde en az sekiz vagonu ateşe verdi.
Öfkeleri bununla da dinmeyen yolcuların bazıları, bilet satış makinalarını söktükleri gibi demiryolunun üzerine attı.
Kasıt mı var?

Trenlerin ateşe verildiği istasyonların yakınlarındaki yolların etrafı kaplayan duman tabakası yüzünden trafiğe kapatılması, kargaşayı daha da arttırdı.
Olaylar hızla Haedo istasyonundan yakındaki Ramos Mejia ve Cuidadela istasyonuna sıçradı.
Yolcular, olay yerine gelen itfaiyecileri taşa tuttu.
Banliyö hattını işleten Trenes de Buenos Aires şirketi sabotajdan kuşkulandığını bildirdi.
Şirket sözcüsü Gustavo Gago, "Trenlerin neredeyse aynı anda ateşe verilmesi ilginç" dedi. "Her üç istasyonda da güvenlik kameralarına zarar verilmesi, örgütlü ve kasıtlı bir eylem olduğunu düşündürüyor."
Polis durumun kontrol altına alındığını ve üç kişinin tutuklandığını açıkladı.
Trenlerin sık sık geciktiği Arjantin'de, tren yolcuları daha önce de şiddete başvurmuştu. BBC


En son Ekim tarafından Sal May 25, 2010 10:13 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Şub 09, 2010 1:35 am    Mesaj konusu: Türkiye ABD'nin Yeni Truva Atı Alıntıyla Cevap Gönder

CD’LERE ESİR DÜŞMÜŞ BİR “YÖNETİCİ ELİT”LE NEREYE KADAR?
Alihaydar Can
04.06.2011



Baykal’ın CD’sinin birinci bölümü internete düştüğünde ”AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE BAYKAL“ başlığı altında konunun medya tarafından özenle gizlenen “ahlâkî” tarafına değinmiş ve bu CD’lerin muhtevasından ve bunların servis edilişinden daha vahimi, konunun bütün ilgili tarafları açısından tam bir ahlakî zaafı açığa vurduğunu izaha çalışmıştım (1).

Bu defa Yargıtay, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve MHP’de ortaya çıkan kaset skandalları üzerinden konunun başka bir boyutuna temas etmek istiyorum: TC’deki iflahı/ıslahı gayrıkaabil (Kurtarılması/düzeltilmesi imkânsız) çürüme...

Ortaya çıkan bu skandallar şüphesiz buzdağının görünen yüzü kadardır ve asıl büyük kütle gözlerden gizlidir.

Bunu MHP’nin millet vekili adaylığından kaset zoruyla istifa ettirilenlerden biri bakın nasıl ifşa ediyor:

[-Başbakan diyor ki, “Ancak eşle yaşanan özel hayattır”...

-Başbakan’a sormayacağız nasıl yaşayacağımızı. Bir namus bekçilikleri eksikti. Bu Meclis’te, hatta AKP sıralarında kaçamak yapmayan var mı? Güldürmeyin beni, komik olmasınlar...] (2)

“Komik olmasınlar” diyor...

“Bu Meclis'te , hatta AKP sıralarında” zina etmeyen mi var?” Diyor...

Bu ne demek?

“Bu Meclis’te” kim varsa...

Hepsinin CD’lerinin olması mümkün...

Geçelim...

İstanbul Özel yetkili Savcılığı’nca Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde yürütülen ve astsubayından amirallerine kadar yüzlerce ismin adının geçtiği (ki bazı isimlerin adları ailecek geçiyor) bir soruşturmaya:

[İnanılmaz Şantaj Yöntemleri

Asker, polis ve bürokratlara tuzak kuran fuhuş çetesinin şifreli dosyaları açıldıkça, zanlıların şantaj yöntemleri de deşifre ediliyor...
Asker, polis ve bürokrat avcısı fuhuş çetesinin çalışma yöntemi deşifre edildi. Şebeke, fuhuş için aracılığa zorlanan askeri öğrencileri, 'Sonunuz Münevver gibi olur' diye tehdit etmiş.

Kısa süre önce çökertilen Kocaeli merkezli şebekenin, gizli kameralarla, Rusya'dan getirilen kadınlarla ilişkiye giren asker, bürokrat, işadamı ve polisleri kaydettiği tespit edilmişti. İ.S. adlı bir albayın evinde bulunan klasörler ise çetenin fuhuş andıcını gözler önüne sermişti. Grupla bağlantılı çalışan askeri okul öğrencilerinin evinde kurbanlara ait iç çamaşırları bulunduğu iddia edilmişti. Albayın bilgisayarında bulunan şifreli dosyalardan çok çarpıcı belgelerin çıktığı öne sürüldü.

GÖRÜNTÜSÜ VAR - YOK

İddialara göre, belgelerde YAŞ'ta terfi alması beklenen Deniz Kuvvetleri personelinin isim listesi yer aldı. Şebeke, tuzak kurulan kişilerin karşısına 'görüntüsü var-görüntüsü yok' diye notlar tutmuş. Fuhuş için kullanılan kadınlar ile fuhuşa zorlanan bazı askeri öğrencilerin neler yapması gerektiğine ilişkin rapor hazırlanmış.

'FUHUŞ NİYE YAPILMALI'

Operasyonda, 'fuhuş neden yapılmalı?' ve kız öğrencilerin fuhuşa nasıl zorlanacaklarına ilişkin 9 sayfalık bir belge de bulundu. Belgelerde çeteye çalışan erkek öğrencilerin isimlerinin karşılarına, hedef gösterilen kız öğrencilerin adları yazılmış. Fuhuş'a aracılık etmeyen öğrencilere de Münevver Karabulut cinayeti örnek gösterilerek 'Sonunuz Münevver gibi olur. Başınızı ve bacaklarınızı ayrı ayrı yerlerde bulurlar' tehdidi savrulmuş. Şebekenin, ' Geçen yılki Ş. isimli öğrencinin başına gelenleri unutmayın' diyerek tehdit ettiği bilgisi de raporda yer aldı.

KOMUTANA İHALE ŞANTAJI

Çetenin, askeri ihaleleler için de devreye girdiği belirlendi. Deniz Kuvvetleri'nin radar kamera ihalesini çetenin desteklediği firmanın kazanamadığı, grubun bu nedenle bir komutana kızıp, görüntüleriyle şantaj yaptığı iddialar arasında.

FİYAT BİÇMİŞLER

POLİSİN ele geçirdiği belgelerde 14 kız öğrencinin ve 25 subayın isminin yer aldığı iddia edildi. Bir Deniz Üs Komutanlığı'nda görevli kadın Yüzbaşı Y.E. tarafından hazırlandığı öne sürülen belgelerde öğrenciler için fiyat bile biçilmiş. Kızlar ile jigalo olarak kullanılan erkek öğrencilerin fiyatları 2 bin 500 lira olarak belirlenmiş. Ele geçirilen belgeler arasında veresiye defter notları da yer alıyor. Fuhuş için gönderilen kızların aldıkları paralar ile borçlu subaylar gibi notlar tutulmuş. ]
(3)

Yukarıdaki haber o dosyadaki durumun özetin özetinin özeti bile değil...

Teferruata girsek yıllarca sürecek kimin şeyinin kimin şeyinde olduğunun asla anlaşılamadığı Dallasvari bir dizi film olur...

Adamlar -Çok üst düzeyleri de dahil olmak üzere-, amiralinden astsubayına, genel müdüründen alt düzey memurlara kadar bir çok bürokratı belden aşağısından kıskıvrak yakalayarak Ordunun, TÜBİTAK’ın en gizli, en staratejik bilgi, belge ve projelerini ele geçirrmişler..:

Yine Ergenekon Davası dosyalarından birinin içinde 90 küsur Yargıtay hakiminin porno görüntüleri çıktı...

Düşünün 90 küsur Yargıtay hakiminin kimselerin görmesini isteemediği ahlâkdışı CD’leri ortalıkta dolanıyor...

CD’yi kapan Yargıray’a koşup istadiği kararı çıkarıyor...

Ergrnekon Davası Savcısı bunları Yargıtay Başkanı’na yolladı...

Sonra ne oldu?

Hiiiç...

O Yargıtay Başkanı bir kaç gün önce gözyaşları içinde emekli oldu..

O hakimlerse orada görev yapmaya devam ediyor: “Yüce Türk Uluısu Adına” kararlar veriyor...

Tıpkı CD’leri ortaya çıkan asker/sivil bürokratların “devlet ve millet için” canla başla “çalışmaya” devam etmeleri gibi...

Bu CD’leri ele geçirenlerin TSK’da, Yargıtay’da TBMM’de ve diğer kurum ve kuruluşlarda lehlerine çıkaramayacakları hiçbir karar, almayacakları hiçbir ihale, çalmayacakları hiçbir gizli bilgi, belge ve proje yok...

Ondan sonra “Vaaay hakim kozmik odaya nasıl girer?” ulusalcı muhabbetleri yapılıyor...

Kardeşim bu CD’lerle dost düşman, hırlı hırsız hiç kimsenin girmediği devlet odası/sırrı, bitirmediği yasadışı bir işi mi kalır ki; kafayı kozmik odaya giren hakime takıyorsunuz?..

Girmedik bir o kalmıştı oda giriversin...

Ha bir eksik, ha bir fazla...

Devlet devlet olmaktan çıkmıış...

En düzey personelinden en alt düzeryine kadar CD’lere, rüşvetlere, şantajlara teslim bayrağı çekmiş...

Bitmiş...

Batmış...

Çökmüş...

Bazıları işin nutuklarla, kuru gürültülerle kapatılıp sürdürülebileceğini zannediyor...

Bunları geçiniz...

Laiklik maskesi altında yaklaşık 80 yıldır sürdürülen kuduz bir İslâm düşmanlığı ile varılacak yer işte budur:

Gırtlağına kadar ahlâksızlık bataklığıına gömülmek...

Gömülürken de beraberinde devleti de sürüklemek...

CD’lere, rüşvetlere, şantajlara esir düşmüş, gırtlağına kadar ahlkâsızlığa gömülmüş bir “yönetici elit”le bu çürümüş yapının en ufak bir sarsıntıyla bile un ufak olup gittiğini yakında herkes görecek...

Seçim mi?

Ne seçimi?

Dipnotlar:
1-) Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2709
2-) 22 Mayıs 2011 , "Evet kaçamak yaptım ama...", Balçiçek İlter'’in röportajı, Habertürk gazetesi.
3-) 17 Ağustos 2010, Akşam gazetesi.


Neredesiniz ?
Selim Muradoğlu



Neredesiniz ?

Romancı.. şair.. hikâyeci.. yönetmen.. tarihçi.. sosyolog.. psikolog.. filozof.. araştırmacı.. gazeteci .. muharrir.. muhabir.. hukukçu.. iktisatçı.. siyasetçi.. asker.. polis.. istihbaratçı.. fizikçi.. kimyacı.. matematikçi.. hekim.. hakim..savcı..avukat.. mühendis.. akademisyen.. öğretmen.. müftü.. kısaca kendi alanında iyi olan herkes!

Haydi artık, gizlendiğiniz yerlerden çıkın!

Bugün ortaya çıkıp risk almazsanız ne gün alacaksınız?

AB-D emperyalizmi ilhak planını tamamladığında mı?...

Yani iş işten geçmiş olduğunda...

Siz, hanımlar ve beyler...

Bu karanlık kuyudan çıkmak, bu kanlı pusudan/ bu kahpe tuzaktan kurtulmak, için herkese ihtiyaç var !

Hem de şu an ve acilen..

Kurtulmak için bu belki de son şans...

Son fırsat

Gelin!

Harekete geçin!

Düşüncelerinizle, fikirlerinizle, tecrübenizle. uzmanlığınızla...

Kurtuluş davasında sizin de bir katkınız olsun...

Emeğiniz... Alınteriniz......

Bildiklerinizi bir yoldaşa, bir gönüldaşa, bir dosta, bir arkadaşa, bir öğrenciye öğretin !

Meydan okuyun kötülüğe işinizle, eserinizle...

Korkrmayın!

Gelin...

"Son ve tek kıvılcım"a* kulak verin!

Onu aklı küt, fikri cüce, aksiyonu yetersiz, hamlesi ürkek, algısı çarpık, kallbi kirli, edası kibirli, kifayetsiz muhterislerin elinden kurtarın...

Romancı.. şair.. hikâyeci.. yönetmen.. tarihçi.. sosyolog.. psikolog.. filozof.. araştırmacı.. gazeteci .. muharrir.. muhabir.. hukukçu.. iktisatçı.. siyasetçi.. asker.. polis.. istihbaratçı.. fizikçi.. kimyacı.. matematikçi.. hekim.. hakim..savcı..avukat.. mühendis.. akademisyen.. öğretmen.. müftü.. kısaca kendi alanında iyi olan herkes!

Bu gidişe dur diyecek “Kurtarıcı Fikir” hangisidir?

Var mı haberi olan?

Halbuki “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyruğu kulaklarımıza küpe olmalıydı hepimizin...

Mademki birşeyler biliyorsunuz...

Öyleyse bildiğinizce sorumlusunuz...

Bilenlerin bilmeyenlere borcu öğretmek...

Bilmeyenlerin bilenlere borcu ise bilenlere kulak vermek...

Yapılanları yanlış buluyorsanız doğrusunu gösterin...

Siz, saygıdeğer insanlar, kurtuluşu susmakta aramayın...

Kötülüğe teslim olmayı reddedin...

İyiliğin önündeki bütün engelleri kaldırılmasına katkıda bulunarak...

Kötülüğün dünyayı İşgal etme hamlesine karşı çıkın...

Fikirsizlik cangılında can çekişen dünya için yapın bunu... Sevdikleriniz için yapın... Kendiniz için yapın...

“Zaman bizde ve mekan bize emanet”ti ya...

Peki “biz” kimiz?

"Biz var ya bizim neslimiz, şanlı bir nasibin sahibiyiz. Zaman öyle oldu ki zaman, öncekiler kazanmaya memurken, biz kazanmaya mahkûm kılındık. Bilmem anlatabildim mi" **

Peki bu “biz”in içinde siz niçin yoksunuz?

Sizce “iyilik” uğrunda mücadele etmeye değmeyecek kadar değersiz bir şey midir?

İbda, benzersiz fikir demek...

Yani benzersiz oluş... Benzersiz şiir... Benzersiz aksiyon... Benzersiz duruş.. Benzersiz vuruş... Benzersiz devrim.. Benzersiz güzellik... Benzersiz doğruluk... Benzesiz iyilik...

Yani “Gaye İnsan-Ufuk Peygamber” ne dediyse ne yaptıysa ve neyi yapmadıysa o...

Eksiksiz ve fazlasız olarak o...

* "Son ve tek kıvılcım" için bakınız İdeolocya Örgüsü, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, istanbul

** Salih mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya, İbda Yayınevi, İstanbul.


Kaynak: Sıradışı

"Arap Devletleri ABD'nin Finosu"
Muhammed Salih el Musfir
(Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, )

ABD 1975ten bu yana Araplara emirler veriyor; bize düşense bu emirleri yerine getirmek

ABD 1975’ten bu yana Araplara emirler veriyor; bize düşense bu emirleri yerine getirmek. Bize petrol üretimini artırmamızı ve fiyatlarını düşürmemizi emretti, öyle yaptık. İsrail’in güney Lübnan işgaline sessiz kalmamızı emretti, uyduk. Filistin direnişinin Lübnan’dan çıkarılmasını ve Arap vatanına dağıtılmasını istedi; hiçbir şart koşmadan yerine getirdik. Irak’ın İran devrimine karşı savaşa girmesini emretti, öyle yaptık. Kuveyt’e karşı tarihi hatası nedeniyle Irak’a ambargo dayatmamızı emretti, uyduk. ABD ve müttefiklerinin ordularının topraklarımızı fethetmesini emrettiler, tamam dedik. Bir numaralı düşmanımız İsrail’le Madrid toplantısına katılmamızı emretti; hiçbir talepte bulunmaksızın bu toplantıya katıldık. İsrail’in her istediğini kabul ettik ve Filistin Yönetimi İsrail’in güvenlik bekçisine dönüştü.
İsrailli yetkililer ve diplomatlar Arap başkentlerinin çoğunluğunu kayıtsız şartsız dolaşır oldu. Kara, deniz ve hava sahamızı ABD ve Britanya’nın Irak’a saldırması ve bu ülkeyi işgal etmesi için açtık. New York’ta Dünya Ticaret Merkezi yıkıldı ve hiçbir uluslararası soruşturma yapılmaksızın biz suçlandık. Suçlamayı kabul ettik.1

Her sakallıya Kaideci der olduk
Bizlere özellikle de din ve tarih alanlarında eğitim yöntemlerimizde öz değişimler yapmamızı emretti. Birçok Arap ülkesinde gelecek nesillerimiz için eğitim yöntemleri oluşturması amacıyla Amerikan şirketlerini görevlendirdik. Ümmetten söz etmek, müslümanı ülkeyi savunmaya ve Müslümanları desteklemeye teşvik etmek teröre yol açan şiddete teşvike girer oldu.
Bizden Hamas’ı terörist hareket olarak görmemizi istediler. Bazıları bu söyleme onay verdi ve zalim bir abluka dayattı. Hüsnü Mübarek yönetimindeki Mısır ABD ve İsrail’i memnun etmek için Gazzelilere en sert ablukayı dayattı. ABD Hizbullah’ın da boykot edilmesi gereken terörist bir örgüt olduğunu söyledi. İsrail 2006’da Lübnan’a saldırdı ve bazı Arap liderleri bu saldırıya karşı onursuz bir tutum aldı. ABD Irak’ta işgal ordularına ve uşaklarına karşı koyduğu için Irak direnişinin abluka altına alınmasını ve meşruiyetinin tanınmamasını emretti, biz de öyle yaptık. Bizi Kaide’yle korkuttular, biz de her sakallıya ve alnında secde izi olana savaş açtık.

Medya yaptırımı kabul edilemez
Arap enformasyon bakanları Kahire’deki toplantılarında, ABD Kongre’sinin Amerikan siyasetiyle uyuşmayan yayınlar yapan televizyon kanallarına yaptırım uygulanması yönündeki kararını reddederek çok iyi yaptı. Peki ne yapmalı? Kongre’nin bu kararının medyamız üzerinde uygulanması halinde, bütün Amerikalı muhabirlerin ve haber ajanslarının Arap dünyasından kovulması kararı alınmalı.
Eğer Amerikan ve İsrail küstahlığına karşı kendimizin ve halkımızın saygınlığını koruyamazsak, savaştığımız Kaide örgütünün yandaşları artacaktır.

Radikal

Türkiye ABD'nin Yeni Truva Atı
Bahir Salih
Kuds Ül Arabi
(Çeviri : Radikal)

Türkiye’nin son tutumları ve İsrail’le ilişkileri insanı dehşete düşürüyor.

Bir yandan Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Gazze saldırıları sebebiyle İsrail’i düzenli olarak eleştiren ateşli açıklamalarını, Müslüman liderlerin Gazzelilere dair tutumlarını eleştirdiğini, bazı vekillerin Filistin konvoya katılımını desteklediğini, kendisinin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ankara’yı ziyaret eden İsrail Savunma Ehud Barak’la görüşmeyi reddedişini görüyoruz.

Diğer yandan Barak’ın ziyaretinde iyi ağırlandığını, dışişleri bakanı, savunma bakanı ve genelkurmay başkanıyla görüştüğünü biliyoruz. İsrail ve Türkiye bu ziyaretin ardından özellikle askeri işbirliğinin sürdüğünü teyit etti.

Savunma Bakanı Vecdi Gönül’se, iki ülkenin ortak çıkarlara sanip olduğunu ve başka ortak savunma projeleri olacağını açıklıyor.

Türkiye İsrail’den 180 milyon dolarlık 10 insansız uçak almak için anlaşma imzalıyor. Likud milletvekili Eyüp Kara başkanlığındaki bir İsrail heyeti esir İsrail askeri Gilat Şalit’in değişimi anlaşması için Türkiye’ye geliyor.

Davos seçim zaferi getirdi

Diğer yandan İslamcı köklere sahip AKP başörtüsünü ve bazı İslami görüntüleri savunurken, İslam Konferansı Örgütü içinde kalmakta kararlıyken ve İslam dünyasında yakınlaşırken, Türkiye Afganistan’daki NATO güçlerinin komutasını devralıyor.

Ankara, ABD’nin Irak’a saldırmak için kullandığı İncirlik üssüne de kucak açıyor. Hatta Türkiye ve ABD stratejik ortak olmakla övünüyor.

Tablo net değil.

Türkiye İsrail’e karşı mı? Arapların ve Müslümanların yanında mı? Yoksa İsrail’le koalisyon kurup başka hedefler için İsrail karşıtı mı görünüyor?

Kişiliğini kaybedecek derecede pragmatist mi?

İnsan Türkiye’nin rengini ve tadını anlayamıyor.

Aslında mesele basit, ancak taşların yerine konması gerekiyor. AKP İslamcı yapısını koruyor, çünkü kendisini İslam iktidara getirdi.

Fakat birçok kez laik cumhuriyetin ilkelerini ortadan kaldırmaya çalışmadığını açıkladı. Bu nedenle seçim savaşına girmeden önce İslamcı tabanını yükselten bir tiyatroya başvuruyor.

Erdoğan’ın, partisinin kazandığı yerel seçimlerden önce Davos’ta ortaya koyduğu dramatik sahne buna örnek gösterilebilir. Partinin yerel düzlemdeki politikası, İslami eğilimlere sahip halkçı tabanını korumak olarak özetlenebilir.

Bölgesel ve uluslararası alandaysa, Türkiye ABD’nin iyi bir müttefiki gibi davranıyor. ABD Türkiye’ye İslam dünyasının hassas bölgelerinde Amerikan hegemonyasını güçlendirebilecek önemli bir İslam ülkesi olarak bakıyor.

Türkiye bu misyona ehil. Zira stratejik konumu, köklü tarihi, Arap ve İslam dünyasıyla bağları, İslam örtüsü altında yönetilen laik sistemi, enerji hatlarına evsahipliği yapması Türkiye’yi etkili rol oynayabilecek bir güç kılıyor.

Kahire ve Riyad artık güvenlir değil

Mısır’daki Hüsnü Mübarek yönetiminin sona yaklaşmasının, Suudi Arabistan’ın ABD planlarına destek olmakta tereddüt etmesinin, Suriye’nin zayıflığının ve ABD’nin Irak’la Afganistan’daki krizinin gölgesinde, Washington Ankara’ya olan ihtiyacı arttığı için bu ülkeyi Ortadoğu’da daha etkin rol oynamaya sevk etti.

ABD Erdoğan’ı ve Gül’ü, İsrail’le Suriye dolaylı barış görüşmelerinde arabuluculuk rolü oynamaya, Afganistan’da NATO’yu komuta etmeye ve Ermenistan’la ilişkilerini doğallaştırmaya teşvik etti.

ABD ayrıca, Ortadoğu planlarında kendisini temsil etmesi için Türkiye’yi İslam dünyasına yaklaşmaya sürüklüyor ki, bu dünyaya girişin ana kapısı Filistin meselesidir. Başka hiçbir
ülke somut ve hatta söylemsel tutumlar ortaya koymazken, Türkiye Filistinlilere özlem
duydukları ateşli konuşmalarla yaklaşıyor.

Türkiye kendisini Filistinliler ve Araplar nezdinde iyi lanse etti; ABD’nin Filistin tarafından daha fazla ödün almak veya zorlukları azaltmak için ihtiyaç duyduğu Ortadoğu projesinde kabul edilir bir arabulucu haline geldi.

Filistinliler çok aldatıldı

Türkiye diğer yandan da silah anlaşmasıyla, arabuluculukla ve hatta belki Şalit’le İsrail’in elindeki Filistinli esirlerin değişiminde aracılık yaparak Tel Aviv’le ilişkileri güçlendiriyor.

Böylelikle ABD’nin İslam dünyasındaki planlarında bir değirmen taşı haline geliyor. Filistinliler veya Müslümanlarsa duygularına dokunan sözlerden başka bir şey görmüyor.

Özetle Türkiye ABD’nin bindiği yeni bir at.

ABD Başkanı Barack Obama’nın Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında yaptığı açıklamalar bu yöndeydi.

Obama,

“İran’ın yürüdüğü yoldan döndürülmesinde Türkiye’nin önemli rol oynayabileceğini düşünüyorum”

diyordu. Müslümanlar Türkiye’nin bölgedeki Amerikan çıkarlarını hayata geçirmek için oynadığı şaibeli role boyun eğmemeli, işleri birbirine karıştırmamalı. Liderlerin saptırma ve aldatmacalarına çokça maruz kalan Filistinliler, Türk yöneticilere karşı başkalarından daha dikkatli olmalı.

Kaynak: Radikal

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
'Banka olsaydı kurtarılacak iklim'
Kopenhag İklim Zirvesi, büyük enerji lobisinin zaferiyle nihayete ermişti. Binlerce protestocunun eli böğründe kalmış, başta Obama olmak üzere küresel liderler yeşil temennilerle zirveyi savuşturmuşlardı.
Kopenhag gelişmiş ülkelerin kapitalist sistemin doğa-yıkıcı etkilerini retleri ve dünyanın geri kalanını ise umursamadıklarının tescillenmesiydi.
'İnsan kaynaklı iklim değişikliği' ancak yeni 'yeşil' pazar olarak kabul görüyordu.
Küresel ısınmanın 'küresel bir yalan' iddialarını sisteme yayarak' kirliliği' yaratanlar yine enerji devleriydi.
Halbuki bu şirketlerden sadece dört tane petrol şirketi, sera gazını oluşturan karbondioksit gazının %10'unu üretiyordu.
Diğer küresel 198 şirketle birlikte bu petrol şirketleri, dünya karbondioksit salınımının %80'inden sorumluydu.
Kopenhag'daki yoksul ülkelerin yaşadıkları iklim tehdidi için taleplerine vurdumduymazlığın sebebi de buydu.
Kalkınmış ülkeler Kopenhag'da yoksul ülkeleri dikkate almadan küresel şirket çıkarlarını korudular.
Nitekim geçen hafta The Independent gazetesindeki bir makalede Exxon Mobil'in planlı bir kampanyayla 'iklim değişikliğine insanoğlunun sebep olmadığı' tezini yaymak ve yerleştirmek üzere finansman sağladığı yazıldı. ABD ve İngiltere'deki iklim değişikliği karşıtı düşünce kuruluşlarının yüz binlerce sterlin aldığı belirtildi.
Bu tezi sağlamlaştırmak için düzenlenen uluslararası toplantılara sponsorluk yaptığı ortaya çıktı.
Küresel kapitalizmin siyasetçi-medya-bilim adamı-düşünce kuruluşu-şirket karlılığına dayanan hegemonik yapılanması zaten biliniyordu.
Bush'a 'bilim danışmanlığı!' yapan Exxon, iklim değişikliği olmadığını savunan makalelere 10 bin dolar para ödülü veriyordu.
2001 yılında Kyoto Protokolü'ne karşı çıkan Bush'a ülkesindeki sanayiciler mektup yazarak 14.000 şirket adına kutlamışlardı.
Küresel ısınmayı kabul etmeyen devler 'Küresel İklim Koalisyonu' diye blok oluşturdular.
Exxon, Mobil, Chevron, Shell, General Motors, Amerikan Petrol Enstitüsü, Amerikan Portland Çimento Birliği... Oluşan blok, Amerika'nın çıkarı için iklim değişikliğinin 'insan kaynaklı' olmadığını savunan kamuoyu tasarımına giriştiler.
Kapitalist devlerin gözünde 'küresel ısınmanın sebep olacağı iklim değişikliği', solcu bir fantezi.
Şu anda dünya sanayi enerji tüketiminin %90'ı fosil yakıtlardan karşılanıyor ve zerre kadar kısıtlamaya yanaşmıyorlar.
İklim değişikliğinin bilimselliğini kanıtlayan bilim adamları tehdit ediliyor.
Dünyayı yöneten tekellerin cüret alanına 'dünyanın geleceğiyle ilgili yalan' üretmek de meşrulaştı.
Bilimin sermaye karlılığı için çarpıtılması bir yana küreselleşme kurulumunda düşünce kuruluşları ve bilimin kullanımı dünyanın başının sahiden belada olduğunun delaleti.
Bilim adamları karbondioksit ve metan gibi sera gazlarının atmosferdeki 420 bin yıldaki en üst noktaya ulaştığını ve sanayi devrimi öncesi miktarın günümüzde iki katına çıktığını gösterdiler.
Ve dünya sanayi öncesi döneme göre 1 derece daha sıcak. Eğer 1.5 derece daha ısınırsa iklim felaketleri dönemine girilecek.
İklim felaketine doğru hızlı sürüklenen dünyamızda çözüm konuşulmadığı gibi 'küresel ısınmanın' gerçekliği insanlıktan saklanıp, inkar ediliyor.
Kopenhag'daki protestocuların söylediği gibi 'iklim ancak banka olsaydı kapitalistler kurtarırdı.'

http://www.aksam.com.tr/2010/02/13/yazar/16290/nihal_kemaloglu/_banka_olsaydi_kurtarilacak_iklim_.html

İşsiz genç intihara kalkıştı
Kastamonu Emniyet Müdürlüğü'nün inşaat halindeki yeni hizmet binasının 10. katındaki çatı kısmına çıkan Tuncay Özkan, intihara kalkıştı.
27 Mayıs 2010

Kastamonu Emniyet Müdürlüğü'nün inşaat halindeki yeni hizmet binasının 10. katındaki çatı kısmına çıkan Tuncay Özkan (26), iş bulamadığını söyleyerek intihara kalkıştı.

Kendisini çatıdan sarkıtarak Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu'nun gelmesini isteyen Özkan, işsiz olduğunu ve iş bulamadığı için borçlarını ödeyemediğini, herhangi bir geliri olmadığı için çok fazla sıkıntı çektiğini söyledi. Polis, 122 ve itfaiye ekipleri gerekli güvenlik önlemlerini aldı. İntihara kalkışan genci Emniyet Müdür Yardımcısı Tahsin Tatar ikna etmeyi başardı. habertürk

Dakikada 15 Çocuk Yoksulluğa Yeniliyor

Dünyada çocuk ölümlerinin önüne geçilemiyor. Kayıpların % 70'ini bir yaş ve altındakiler oluşturuyor.
20.09.2010

Dünyada geçen her dakikada, beş yaşın altında 15 dolayında çocuk önlenebilir niteliklerden dolayı hayatını kaybediyor. Bazen açlık, bazen basit ancak bakım gerektiren hastalıklar, bazen de, ilaç ya da tıbbi müdahaleden yoksun kalma, ölümlere yol açıyor. Bunların yüzde 70’ini, bir yaş ve altındakiler oluşturuyor.
Dünyada çocuk ölümlerinin aşağıya çekilmesi, 2000 yılında 189 ülkenin imza koyduğu Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri’nden biri. Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri’nde 15 yıllık sürecin üçte ikisi geride bırakılmış durumda. Geçen yıllar içinde ilerleme kaydedilse de, ölü sayısındaki gerileme, hedefe ulaşmak için yeterli hızda değil.

Birleşmiş Milletler verileri, 1990 yılında dünya genelinde yaklaşık 12 buçuk milyon çocuğun beş yaşına basmadan hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. Hedef, 2015 yılında 1990 yılı rakamlarına göre üçte iki azaltmak.

2009 yılında, ölüm sayısının sekiz milyon 100 bine gerilediği belirtiliyor. Rakamlara göre, geçen 19 yılda çocuk ölümleri yüzde 34 buçuk aşağıya çekildi. Bu, her ne kadar ciddi bir ilerleme olsa da, ulaşılan nokta hala hedeflenenin gerisinde.

Yani hedefe ulaşılabilmesi için önümüzdeki beş yılda, açlıkla mücadeleden çocuk ölümlerinin aşağıya çekilmesine, farklı mücadele alanlarında çalışmaların hız kazanması gerekiyor.

Dünya genelinde bakıldığında çocuk ölümü oranının en yüksek olduğu ülkeler, Sahra altı Afrika ülkeleri. Söz konusu ülkelerde her sekiz çocuktan biri beş yaşına gelmeden ölüyor. Bu oran, gelişmiş ülkelerdeki ortalama çocuk ölümü oranının neredeyse 20 katı.
TRT

İbrahim Karagül
Masal bitti: 'Hasta adam'lar çoğalıyor!
20 Nisan 2011



Kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poors, ABD'nin kredi notunu durağandan negatife çevirdi.

Dünyanın ekonomik devi, beyni, 2009 kriziyle sarsılan gücünün duraklama dönemine girdiğini, artık güvenilir bir ekonomi olmadığını, giderek içe kapanmak zorunda olduğunu, süper güç masalının sonuna gelindiğini az çok biliyorduk.

Ama artık bu masalın bittiğini söyleyebiliriz. Siyasi, askeri, teknolojik ve ekonomik açıdan "gücüne erişilemez" dev, çaresizlik içinde kıvranırken, deprem Avrupa'yı da sarsmaya başlarken bizler tarihsel bir kırılma yaşandığına, güç kaymalarının zorunlu olduğuna, küresel güç dengesinin değişeceğine dair tartışmaları Türkiye'ye taşımaya çalışıyorduk.

Öyle de oldu... Önce ABD'yi vuran deprem sonra Avrupa'yı dağıttı. Avrupa Birliği projeleri, süper Avrupa fikri zayıfladı. AB ülkeleri, "herkes başının çaresine baksın" diyerek birlik ruhunu hızla terketti. Son on yılda, bütün birikimlerini, değerlerini hızlı bir şekilde terk ettiği gibi... Çaresizlik, çözümsüzlük derinleşti. Güçlü ekonomileri, bırakın diğer üyeleri kurtarmayı, kendilerini kurtarma telaşına düştü. Birlik düşüncesi, jeopolitik hedef olmaktan çıkıp kültürel, içe kapanmacı, diğerlerini düşman bilen bencil bir boyut aldı.

Bugün Yunanistan, İspanya ve İrlanda'yı batıran, İspanyayı batırmak üzere olan, İngiltere'yi "Avrupa'nın hasta adamı" haline dönüştüren kriz, kısa süre sonra bütün kıtada sosyal patlamalara, aşırı sağın yükselişine hatta yeni bir ırkçılık dalgasına kadar uzanacak bir tehdit haline geldi. Artık Avrupa'nın, kendini düşünmekten dünya ile ilgilenecek mecali kalmadı. Yakın gelecekte bir çıkış yolu da görünmüyor.

ABD de aynı durumda. Artık sermaye de vizyon da bu ülkelerden kaçıyor. Başka adreslere, iklimlere yöneliyor. ABD'nin kredi notunun negatife çevrilmesi, aslında gecikmiş bir tespit. 2009'da bu yapılmalıydı ve gerçek de buydu. İki kıta da durgunluktan gerilemeye doğru hızla güç kaybediyor. Bu aşamada neler olur?

İşte burası önemli. Bırakalım küresel vizyonları, dünyaya öncülük etmeyi, bu ülkeler dünya için dehşet bir tehdide dönüşebilir. Çaresizlik, yeryüzünün kaynakları üzerinde hiç görülmemiş talana, kavgaya, savaşlara neden olabilir. Kaynak ve gıda savaşları insanlık tarihinin en hazin sayfalarını aralayabilir.

Bunlar kimseye şaşırtıcı gelmesin. Büyük savaşlara, buhranlara bakın. Hepsi benzer gerekçelerle başlamadı mı? İnsan ırkının yaşadığı en büyük trajediler açgözlülükle başlamadı mı?

Kuzey Afrika'dan Orta ve Doğu Asya'ya uzanan kuşakta başlayan, genişleyerek büyümesi beklenen değişim ve arayışta bu çaresizliğin etkileri çok fazla. Bu ülkeleri varolan ekonomik sisteme entegre etmek ve kaynaklarını denetim altına almak büyük krizden çıkış arayanların hedeflerinden biri. Mesela Libya'nın tam bağımsız merkez bankası gibi. Direnişçilerin yaptıkları ilk iş Bingazi'de bir Merkez bankası kurmak oldu. Size de tuhaf gelmiyor mu?

ABD'nin krizi öncelikli güvenlik tehdidi ilan etmesi aslında bütün bu açıklamaları içeriyor. İlk kez böyle bir şey oldu. Ne İslamcı tehdit, ne Çin ne Batı medeniyetine yönelen tehditler. Onlar için tek tehdit algılaması vardı o da kriz.

16 istihbarat kuruluşundan oluşan ABD Ulusal İstihbaratı, bu tehdidi şöyle açıklamıştı: "Zaman en büyük düşmanımız. Krizden çıkış ne kadar uzun sürerse, ABD'nin stratejik çıkarlarına zarar verme gücü o kadar yüksek olacaktır. Kriz dünyanın dörtte birinde istikrarsızlığa yol açacaktır. Mevcut rejimi tehdit eden risk faktörleri artmaktadır. Çöküşten kurtulamayan ülkeler yıkıcı korumacılığa yönelebilirler..." ABD için kriz artık bir rejim meselesidir...

Uzun zamandır krizin siyasal, toplumsal sonuçlarına, dünya genelinde yol açacağı jeopolitik güç kaymalarına hatta harita değişiklikleri ihtimaline dikkat çekiyoruz. Küresel hal alsa da, krizin nihayetinde en büyük zararı merkez ülkelere vereceğini, bu ülkelerin güçlerinde ve etkinliklerinde ciddi daralma yaşanacağını, özellikle Amerika'nın küresel liderlik rolünde ciddi gerileme söz konusu olacağını, bugünkü ekonomik sistemin açıklarını kapatmakla krizin sona erdirilemeyeceğini, İkinci Dünya Savaşı sonrası sistemin çöktüğünü, yeni güç dengelerinin oluşacağını, bu değişimin çok ciddi bölgesel çatışmalara yol açacağını, kaynak ve ticaret savaşları döneminin başlayacağını ısrarla vurguladık. Hala aynı kanaatteyiz. Yeni güçlerin, aktörlerin tarih sahnesine çıkacağına inanıyoruz.

"Krizin üstesinden gelindi" iyimserliklerine hiçbir zaman inanmadım. İyimserlik pazarlanıyor, psikolojik bir operasyon yürütülüyor sadece. Şimdiye kadar çözüm yolunda hiçbir esaslı adım atılmadı. Sadece ürkütücü sonu biraz erteleyecek tedbirler alındı. Trilyon dolarlar merkez bankalarından piyasaya akıtıldı. Sonuç? Hiçbir şey...

Para akıtılan yerler, mekanizmalar zaten krizin sorumlusuydu. Vergiler aynı yerlere gidiyordu. Bunun sosyal sonuçları üzerinde de duruldu. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri olağanüstü hal yasalarını revize ettiler. Ürkütücü düzenlemeler içeren bu hazırlıklar aslında onları nasıl bir gelecek korkusunun sardığına da işaret ediyordu.

Krizin jeopolitik çözülmelere yol açacağına yönelik inancımız giderek güç kazanıyor. Bu çözülme, sadece Ortadoğu coğrafyasında olmayacak. Arap Baharı'nın mimarları gibi görünenlerin çok yakında Avrupa başkentlerinde aynı öfkeyle yüzleşeceklerini şimdiden söyleyelim.

Kahire'de, Şam'da, San'a da sokakları saran ateş, yarın Paris'te, Londra'da, Marsilya'da, ABD kentlerinde de görülecek. Asıl rejim değişikliği o zaman olacak...

Yeni Şafak


En son Ekim tarafından Çrş May 26, 2010 10:47 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Mar 06, 2010 2:19 am    Mesaj konusu: Şu Vahim 'İktisadî Tablo'nun İşaret Ettiği 'En Acil İhtiyaç' Alıntıyla Cevap Gönder

Şu Vahim “İktisadî Tablo”nun İşaret Ettiği “En Acil İhtiyaç” Nedir?

Ertuğrul Horasanlı



TÜİK’in tespitlerine göre TÜRKİYE’DE 2008’in ikinci yarısından sonra büyüyen işsizlik oranı 2009 yılı başlarında yüzde 16’yı aşarak Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı. Bu oranla Türkiye işsizliğin dünyada en yüksek olduğu 5 ülke arasına girdi. Bundan önceki TÜİK anketinde ise bu rakam ancak yüzde 13.1’e gerilemiş görülüyordu. Ancak. Türkiye İstatistik Kurumu, 2009'da işsizlik oranının yüzde 14,0 olduğunu Türkiye genelinde geçen yıl işsiz sayısı 3 milyon 471 bin kişiye yükseldiğini açıkladı.

Bu rakamlar “resmî” rakamlar...

“Resmî”, yani güvenilir değil... Durumu bütün çıplaklığıyla anlatmaktan ziyade, örtmeye, kabul edillebilir ölçeklerde olduğunu göstermeye çalışan rakamlar...

Kriz nerede patladı?

ABD’de...

Peki ABD’nin resmî işsizlik rakamı ne?

Kasım 2009 verilerine göre yüzde 10.2..

Türkiye’nin ve dünyanın iktisadî verilerini en dikkatli takip eden ve en iyi analiz eden nadir iktisatçılarımızdan biri olan sayın İlhan kesici bu durumu şöyle açıklıyor:

- "Ekonomik anlamda Azrail ABD’de dolaşıyor, ölüler Türkiye’de çıkıyor" (1) (Meclis Genel Kurulu’nda 2010 bütçesi üzerinde CHP grubu yaptığı konuşma)

***

Biz yine TUİK’in resmî verilerine dönelim...

Bu rakamlardaki asıl mesele genç issizler....

Genç nüfustaki işsizlik. Zira 18-25 yaş arası işsizlik oranı yüzde 25’in üzerinde. Yani dört gençten en az biri işsiz. Ülke genelinde hiçbir sosyal güvencesi olmayan yoksullara devlet tarafından verilen Yeşil Kart sayısı da 10 milyonu aşmış vaziyette...

“Şeytan Ayrıntıda gizlidir” denir ya...

“Gerçek” de öyle...

Şimdi TUİK’in resmî rakamlarının ayrıntısına inerek Türkiye’nin iktisadî tablosundaki saklanmaya çalışılan gerçeğin fotoğrafını çekmeye çalışalım...

TUİK'e göre, 2009 yılında çalışma çağındaki nüfus 914 bin kişi artarak, 51 milyon 686 bin kişiye ulaşmış..

Bu ne demek?

Bir iş bulsa çalışabilecek durumda olan, eli iş tutabilir durumda 51 milyon 686 bin kişimiz var...

Peki bunlardan kaçı şu anda çalışıyor?

21 milyon 277 bin...

Kabaca çalışıabilir durumdaki 51 milyon 686 bin kişimizden ancak, 21 milyon 277 bin kişimize iş bulabilmişiz...

Bu rakamı kabaca değerlendirecek olursak...

Gerçek işsizlik oranı yüzde ellinin üstünde...

Bunların içinden iş bulsa bile çalışmak istemeyecek ev hanımı, ev kızı, zengin çocuğu, öğrenci, asker gibi olanları bilip de düşşek bile vaziyetin vahim olduğu açık.....

Ne yüzde 14’dü?

En iyimser tahminlere göre yüzde 28...

***

Köylerde ziraate elverişli topraklar, hayvancılığa elverişli meralar bomboş dururken şehirleşme oranı çıkmış yüzde 75’e...

Mehmet Altan’ın zil takıp oynaması lâzım ama, bu rakamlar bile onu kesmiyor... İlle de kırsal nüfus yüzde 10’un altına düşmeliymiş...

Niye koçum?

Çünkü evropa'da durum” buymuş...

Yahu ,sen bu kadar işşsiz nüfusa şehirlerdeki hangi iş kollarında nasıl iş bulacaksın bir de onu söylesen...

Şehirlere yığılmış bunca vasıfsız çiftçi köylü ne üretecek? Ne tüketecek?

Köyler şehire bu hızla akarsa karnımızı nasıl doyuracağız?.

Bunun gibiler “büyük ekonomi bilgini” pozlarında hergün TV ekranlarında boy göstermiyor mu?

İnsan sabır taşı olsa çatlar bunca hödüklük karşısında...

***

Tabii, bir de istatistiklerde işsiz değil de “işli” gösterilenler var... Kaçak işçiler sigortasız, kayıtsız kuyutsuz günübirlik istihdam edilerek, asgarî ücretin bile altında bir ücrete razı olarak günü kurtarmaya çalışanlar...

Sonra onlardan daha şanslı takım sigortalı ama asgarî ücretli olarak istihdam edilenler...

Bunlar hakkında sayın Kesici, bakın Meclis kürsüsünden ne demiş:

[Başbakan Erdoğan’ın, 2002 yılı seçimlerindeki "çay-simit’ hesabını da hatırlattı. 5 kişilik bir ailenin günde üç öğün olmak üzere aylık masrafının 2002 rakamlarıyla 180 milyon lira olduğunu aynı dönemde asgari ücretin ise 184 milyon lira olduğunu söyleyen Kesici, Başbakan Erdoğan’ın bu hesaptan yola çıkarak "Allah’tan korkunuz yok mu, vicdanınız, insafınız yok mu?" dediğini belirtti. Kesici, 2009 rakamlarıyla ise yine 5 kişilik bir ailenin çay-simit masrafının 900 lirayı bulduğunu, asgari ücretin ise 546 TL olduğunu ifade ederek, "Sayın Başbakan’ın sorusuyla soruyorum: Sizin Allah’tan korkunuz yok mu? Sizin vicdanınız yok mu?" diye konuştu.] (2)

***

İşin "fakir fukara, garip guraba" kısmındaki tablo bu iken, tamamı “3000 aile”(3)den ibaret olan TÜSİAD’çı zengin kısmı -ki değerli araştırmacı Mahmut Çetin bunlara "Boğazdaki Aşiret” ismini veriyor- (4) ise bu krizde servetlerine servet katmışlar:

Türkiye'nin en zengin 100 işadamının geçen yıla göre servetleri 31 milyar dolarlık ve yüzde 55 artışla, 87 milyar dolara çıkmış. 31 Milyar dolar...

31 Milyar dolar, yaklaşık 46,5 milyar Tl...

Asgari ücrert ne kadar oldı?

Net 576,57 Tl...

Türkiye'nin en zengin 100 işadamının geçen yıla göre servetleri ne ilave ettikleri 46.5 milyarlarlık Bu vahim rakam...

Şayet asgari ücretle iş bulabilseler yaklaşık 7,5 milyon kişinin bir yıllık alın teri göz nuruna denk...

TC ne idi?

“Demokratik, laik. SOSYAL bir HUKUK devleti”...

Laikliğin ve demokratikliğin bütün tanımları içinde gizli bir vicdansızlık unsuru olduğu malûm da...

Vicdansızlığın bu kadarını, “SOSYAL HUKUK DEVLETİ” tanımının hiçbir şekline oturtup yediremezsin...

Ayrıca "vicdansızlık" bundan ibaret de değil:

[Süleyman Yaşar, rakamları veriyor (Taraf, 1 Mart): "Türkiye'nin en yoksul yüzde 5'inin ödediği tüketim vergisi yükü, en zengin yüzde 5'inin ödediğinin iki katı... OECD üyesi 30 ülke içinde Meksika'dan sonra gelirin en adaletsiz dağıtıldığı ikinci ülkeyiz." Toplanan vergilerin yüzde 70'e yakını tüketim üzerinden, yani halktan toplanıyor. Dahası, devlete ödedikleri vergileri bizden topluyorlar. Dünyanın en pahalı enerjisini tüketiyoruz, en pahalı suyunu içiyoruz..] (5)

Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor:

[Türkiye’nin AKP iktidarı işbaşına geldiği 2002’de toplam 129.5 milyar Dolar olan dış borcu 7 yılda yüzde 112 oranında artarak 273 milyar Dolara ulaştı.

Türkiye brüt dış borç stoku, 2009 yılının üçüncü döneminde (Temmuz–Ağustos–Eylül) bir önceki döneme göre yüzde 1,8 artarak 273,5 milyar dolara çıktı.

Hazine Müsteşarlığından yapılan açıklamaya göre, Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2009 yılının ikinci çeyreğinde (Nisan–Mayıs–Haziran) 268,6 milyar dolar idi.

2009 yılı Eylül ayı sonu itibarıyla, özel sektör borçlarının toplam dış borç stoku içerisindeki payı 176,3 milyar dolar ile yüzde 64,5 ve kamu kesimi borçlarının payı 83,5 milyar dolar ile yüzde 30,5 oldu. Merkez Bankası borçlarının toplam borç stoku içerisindeki payı ise 13,6 milyar dolar ile yüzde 5 olarak belirlendi. Kamu idarelerinden oluşan Merkezi Yönetim dış borç stoku, 2009 Eylül sonu itibarıyla 74,6 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti.] (6).

86 Yıllık Cumhuriyet tarihi ile bu tarihin son 7 yıllık dönemi olan AKP iktidarı sonucunda halkın ve ülkenin ne hale getirildiğini bu vahim iktisadî tablodan bile okumak mümkünken...

Halâ “çağ atlattık, zıplattık, hoplattık, ekledik katladık” nutuklarıyla işi götürebileceklerini sanıyor ya Ankara’nın egemenleri...

Artık "toplu" olmadıkça gazetelerin üçüncü sayfalarında bile yer bulamayan intiharlar, cinayetler, gasplar taciz ve tecavüzler ile boşanmalar, sokağa terkedilen çocuklar, çığ gibi büyüyen fuhuş belası... Çöken ahlâk, tükenen umutlarıyla 72,5 milyonluk koca bir ülkeyi medya hipnozlarıyla da olsa daha fazla “idare” edebilmenin mümkün olamayacağı yere, boğaz akıntısında dümeni kilitletmiş dev bir gemi gibi sürüklendiğimizi farkeden az sayıda ilim irfan sahibi insan dışında kimse bu gidişin gidiş olmadığını ne görüyor ne de söylüyor...

Söz konusu iktisadî tablonun vehameti, sadece iktisadî alanla ilgili değildir...

Bu tablo bir insanı insan, bir toplumu toplum, bir devleti devlet, bir milleti millet yapan bütün unsurların hızla yokolduğu ve her yönüyle dehşetli bir kaosa doğru hızla sürüklendiğimizin açık işaretlerini de taşımaktadır.

Hızla yaklaşan bu kaostan “yeni bir düzen” çıkarabilecek bir fikir, bir lider ve bir kadro bu ülkenin en acil ihtiyacı haline gelmiştir...

Dipnotlar:

1- Kaynak: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2262

2- Agk.

3- "3000 Aile" tabiri Salih Mirzabeyoğlu'na aittir.

4- Sayın Mahmut Çetin'in Boğazdaki Aşiret isimli eseri http://www.kitapyurdu.com sitesinde şöyle tanıtılıyor:

"Boğazdaki Aşiret" başlığı ister istemez "Boğaz Neresi" ve "Aşiret Kim" sorularını akla getiriyor. Evet Boğaz, bildiğimiz Boğaziçi. Genelde kırsal kesimle alakalı bir kavram olan aşiret kelimesi ise Boğaziçi'nde bir kast oluşturan büyükçe bir ailenin tarihini anlatırken hassaten seçildi. Bir sülale tarihi diyebileceğimiz Boğaz'daki Aşiret yer yer Türk Solu tarihi yer yer de Batılılaşma Tarihi'nin belirli dönemlerini resmediyor. Aileler arasında evliliklerle kurulan bağların, sanata, ticarete, eğitime, bürokrasiye ve giderek bir yabancılaşma zihniyeti şeklinde hayata nasıl yansıdığı eserdeki ipuçları yardımıyla daha iyi görülecektir zannediyoruz.

Boğaz'daki Aşiret, dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatından oluşur. Eser bu sebeple dört bölüm olmuştur. Aile büyüklerinin asıl isimleri seçilerek de Konstantin'in Çocukları, Detrois'in Çocukları, Sotori'nin Çocukları, Topal Osman Paşa - Namık Kemal kanadı bölümleri ortaya çıktı.

Boğaz'daki Aşiret! Şenlikli bir kitap. Ali Fuat Cebesoy'dan Nazım Hikmet'e, Oktay Rifat'tan Refik Erduran'a, Rasih Nuri İleri'den Ali Ekrem Bolayır'a, Zeki Baştımar'dan Sabahattin Ali'ye, Numan Menemencioğlu'ndan Abidin Dino'ya uzanan ilginç akrabalık zinciri.

Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum kökenli meşhurların, yerlilerle evliliklerinden oluşan "Boğaz'daki Aşiret"in, batılılaşma tarihinde oynadığı roller..

Kimlerin kimlikleri. Çıldırtan çizelgelerle soyağaçları. Ve dipnotlar! ”

5- Nakleden: Ali Bulaç, “Zenginler, orta sınıf ve yoksullar”, Zaman gazetesi.

6- Odatv


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Şok iddia: Çin'de 100 milyon kız bebek öldürüldü mü?

06 Mart 2010 The Economist dergisine göre, büyük çoğunlukla Çin'de 100 milyon kız bebek ya daha doğar doğmaz öldürüldü ya doğmadan kürtaj yoluyla alındı ya da görmezden gelindi...

MİLLİYET'İN HABERİ

İngiliz The Economist dergisinin son sayısında yayımlanan bir makale, dünya çapında kadın-erkek dağılımında artan dengesizliğin nedenlerine yönelik bir araştırmaya yer veriyor. Birçok ülkede erkeklerin sayısı kadınlar karşısında hızla artarken makalede bu durum, Mary Anne Warren'ın 1985 tarihli kitabının ismi olan "Cinsiyetkırım" (Gendercide) ismiyle sunuluyor.
The Economist'in "100 milyon kız bebeğe ne oldu?" başlığıyla kapak yaptığı makaleye göre, büyük çoğunlukla Çin'de 100 milyon kız bebek ya daha doğar doğmaz öldürüldü ya doğmadan kürtaj yoluyla alındı ya da görmezden gelindi. The Economist, 100 milyon sayısına Çin'de tek çocuk politikası uygulanmadan önceki "doğan kız/erkek bebek oranı" verileriyle günümüzdeki oranları karşılaştırarak ulaşıyor.
Araştırmaya göre Çin, kadın-erkek dağılımında dengesizliğin en dikkat çekici olduğu ülke konumunda. Normalde her 100 kız çocuğuna karşılık 103 ila 106 erkek doğması gerekirken Çin'de bu oran 100'e 124'e ulaştı. Çin Sosyal Bilimler Akademisi'nin araştırması 2020 itibariyle her beş genç erkekten birinin kadın sayısının azlığı yüzünden eş bulamayacağını ortaya koydu. Akademi, on yıl sonra 19 yaş ve altı erkek sayısının aynı yaş grubundaki kızlardan 30-40 milyon kadar daha fazla olacağını öngörüyor. Çin'in nüfus artışının önüne geçmek için 1978'den bu yana uyguladığı tek çocuk politikası, erkek oranındaki artışın baş nedeni olarak görülüyor. Ancak, bu görüş gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Ailelerin kültürel olarak erkek çocuk tercihi artan dengesizlikte gerçekten rol oynuyor, öte yandan bu fenomen sadece Çin'e özgü değil, Asya'daki Güney Kore, Hindistan gibi ülkelerin yanı sıra Balkanlar ve Kafkaslardaki birçok ülke, kadın-erkek dengesizliğinde ilk sıralarda yer alıyor. Aynı şekilde tek çocuk politikasının uygulandığı 1985-89 yıllarında Çin'de her doğan 100 kıza 108 erkek gibi kabul edilebilir bir oran bulunuyor.
ABD'li nüfusbilimci Nick Eberstadt nüfus dengesizliğini herhangi bir ülkenin politikasına bağlamıyor. Gerçek nedenin "erkek çocukların tercih edilmesi ile hızla yayılan doğum öncesi cinsiyet belirleme teknolojisinin gelişimi ve düşen doğum oranlarının bileşimi" olduğunu söyleyen Eberstadt, bunun küresel bir eğilim olduğuna da dikkat çekiyor.
netgazete

10 Mart 2010 18:05
Servetleri Baş Döndüren Krallar
Amerika'da yayınlanan Forbes dergisi dünyanın en zengin on kralının listesini açıkadı. Liste yer alan kralların servetleri dudak uçuklatıyor..

Amerikan Forbes dergisi dünyanın en zengin on kralının listesini açıkadı. Listenin tek kadını Kraliçe Elizabeth 11’inci sıraya gerilemiş durumda ve 600 milyon dolarlık servetiyle klasmanın liderinden 36 kat daha küçük bir servete sahip.

Güneydoğu Asya’da Borneo adasında yer alan ve tek komşusu Malezya olan Bruney’in sultanı Hassanal Bolkiah 22 milyar doları aşan bir servete sahip.

Birleşik Arap Emirlikleri şeyhi Halife Bin Zayed El Nahyan listede ikinci sırada yer alıyor. Petrol gelirlerinin yüzde 90’ından fazlasını elinde tutan kral 21 milyar dolarlık bir servete sahip.

Üvey kardeşi Fahd’ın ölümünün arkasından tahta yerleşen Abdullah Bin Abdül Aziz, Suudi Arabistan kralı. Serveti ise 19 milyar dolar.

Dubai şeyhi Raşid el Maktum 16 milyar dolarlık serevti ile dördüncü sırada bulunuyor.

Tayland kralı Bhumibol Adulyadej Rama, hanedanı adına 1946’dan beri tahtta bulunuyor. Bu aynı zamanda en uzun tahtta kalma süresi. Bhumibol Adulyadej 5 milyar dolarlık bir servete sahip.
aktifhaber

24 Mart 2010
Son 20 Lirası İçin Canından Oldu
Eşini hastaneye yatıran Sirem, gün boyu tedavi parası toplamak için dolaştıktan sonra gece eve dönerken öldürüldü.
Kalp hastası eşi Nurhan Sirem’i tedavi ettirebilmek için Çorum’dan Ankara’ya giden inşaat işçisi 50 yaşındaki Yusuf Sirem, cebindeki son para olan 20 TL için öldürüldü. Sirem’i duvardan atarak öldüren iki şehir eşkıyası, cebindeki 20 TL’yi alıp kaçtı. Cinayetin failleri, dört günlük takiple ortaya çıkarıldı.
aktifhaber

OKUL MÜTEAHHİDİ İNTİHARA KALKIŞTI

24 Mart 2010 23:07
Kağıthane'de, 9 okulun onarımını üstlenen müteahhit Salim Pala, ihaleyi alan firmadan alacaklarını tahsil edemediği gerekçesiyle intihar girişiminde bulundu.
Onarımını yaptığı Kağıthane İstanbul Ticaret Odası Ticaret Meslek Lisesi'nin çatısına çıkan Pala, basın mensuplarına açıklama yapma izninin verilmesi karşılığında aşağı indirildi.
haber10

‘Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul’
Reha RUHAVİOĞLU
reha.ruhavi@gmail.com

Muğla’da 18 yaşındaki Soner’in “dershane borcunu ödeyememeleri sebebiyle annesinin cezaevine girmesi üzerine intiharı” hepimizi dünyadaki müthiş(!) ekonomik dengeye yeniden bakmak zorunda bıraktı. 11 Nisan 2010 tarihli Açık Görüş’te bir makale kaleme alan Tarık Tufan Soner’in intiharı için her harfine katıldığım şu tespiti yapıyor:

“Soner’i bu devletin eğitim anlayışı öldürüp, sonra da olaya intihar süsü vermiştir. Soner’in ölümü bir intihar değil, cinayettir. Fakat bu cinayetin sistem içi müsebbipleri her türlü akli muvazeneyi kullanarak, kendilerini aklamaya çalışıyorlar.”

Dershaneye gidemeyen öğrencilere herhangi bir üniversiteye yerleşme fırsatı tanımayan bir eğitim sistemi inşa etmekle Soner’in ölümüne sebep olanlar olan olduktan sonra dört koldan harekete geçtiler; Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kaymakamlık borcu ödeme taahhüdünde bulundu, dershane davayı geri çekti ve Soner’in annesi serbest kaldı. Soner gittiği yerden döndü, hayat normale döndü, YGS’ye giren Soner şimdi LYS’ye hazırlanıyor. Aile mutlu mesut bir hayat yaşıyor, yaşasın!

* * *

Birkaç gündür masamın üzerinde duran, aynı gün aynı gazetede yer almış iki haber ve konu ile ilgili bir başka makale…

İlk haber; “Mardin’de, babaları geçen yıl kanserden ölen ailenin geride kalan 4 çocuğu böbrek hastası. 13 yaşındaki Mustafa'nın acilen ameliyat olması gerekiyor. 14 yaşındaki Yakup, her iki böbreğinin iflas etmesi sonucu yatakta adeta ölümü solumaya başladı. Çaresiz kalan anne Sevim Adak, 3 çocuğunun tedavisi için 7 yaşındaki oğlu Halil'i satılığa çıkardı.” Ah be Sevim Abla kim alsın senin böbrek hastası çocuğunu? Yüzlerce sağlam çocuk bile yurtlarda ailesizken…

İkinci haber; “Müzik dünyasının ünlü isimlerinden -ismi mahfuz- biri, fiziğini korumak için günde tam 2300 dolar harcıyor. Her gün spor yapan şarkıcı özel antrenörüne günlük 1500 dolar ödüyor. Ayrıca kendisine baharatlı ve tamamen diyet menüsüne uygun yemekler yapan özel aşçısı için de günde 800 dolar masraf yapıyor.”

Ve bir makale; “Bilim kurgu yazarlarını bile hayrete düşürecek bilimsel, tıbbi ve teknolojik bir gelişmenin ortasında, insanlığın bir kısmı daha bir yaşına basmadan ölüyor, çaresi bilinen hastalıklardan ölüyor, temiz su bulamadığı için ölüyor, soğuktan ölüyor, sıcaktan ölüyor, sel veya deprem geldiğinde uyduruk binalarda yaşadığı için ölüyor.

Bir gezegen ve altı milyar insan. Gezegenin kaynakları ve insanların bilgi düzeyi ve toplam üretim altı milyarı beslemeye bol bol yetiyor; altı milyarın hepsi için elektrikli, sulu, sağlam ve ferah konutlar inşa etmeye bol bol yetiyor; altı milyarın hepsinin eğitimini ve sağlığını sağlamaya bol bol yetiyor. Ama bu altı milyarın önemli kısmı aç, konutsuz, eğitimsiz, sağlıksız. Altı değil altmış milyar insanı bile besleyebilecek bir dünyada, milyonların açlıktan ölmesi nasıl normal olabilir?” (Roni Margulies, 03.02.2010, Taraf)

Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar olacakmış, olsun! Soner’in ve böbrek hastası yavruların annesinin durumunda bir değişiklik olacak mı? Kişi başı geliri milyar dolar olanların geliri katlanınca Soner ve böbrek hastası yavruların ekonomik durumu iyileşiyormuş, tablo üzerinde…

Gerçekte; altı değil altmış milyar insanı bile besleyebilecek bir dünyada, milyonlar açlıkta ölüyor, hastalıktan, ölüyor, ilaçsızlıktan ölüyor, dershaneye ödeyecek parası olmadığından ölüyor...

Ve Necip Fazıl bamteline on ikiden vuruyor;

Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa;

Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

17 Nisan 2010
habertaraf

Cahiliye devrinin Araplarına benzedik..
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
28 Nisan 2010

Yazımın başlığı biraz ağır kaçmış olabilir. Bugüne kadar yazdığım birçok yazıda frene basmaya becerebildim.Ama bugün öfkemi bir türlü yenemiyorum.Onun için okurlarımdan peşinen özür diliyorum.

Şu düştüğümüz hale bir bakın!

Yurdun her köşesinden çocuk tecavüzleri, çocuk istismarı,seri cinayetler haberleri geliyor.Artık eskiden 3'ncü sayfa haberleri olarak tanımladığımız ve pek sık rastlamadığımız bu tip haberler(sıralayıp da bir kez daha sinirlerinizi bozmayacağım) gazetelerde manşet, televizyonlarda birinci haber oluyor.

Önce çuvaldızı kendimize batıralım.

Bu haberleri manşetlerine taşıyan medyanın hiç mi günahı yok?

Günahın paylaşımında en büyük payı medyanın alması gerekir. Yıllardır çağrıldığım her toplantıda gırtlak patlattım “aile yapımızı ve nesillerimizi TV ve gazeteler aracılığıyla mahfediyorlar. Türk’ün önce kadın sonra da aile yapısını bozdular mı gerisi kolay” diye. Örnekler verdim;Kaynana Semralardan,abuk sabuk yarışma programlarından,televole programlarından,seviyeli birliktelik haberlerinden,Brezilya dizilerinden.

Benim gibi toplumun geleceğini düşünen nice insan bağırdı durdu.

Ne oldu?

Bizler olduk senaryocu paranoyak, onlar oldu ilerici açılımcı.

Çoluk-çocuk tüm aile hepimizin ayakta olduğu çeşitli zaman dilimlerinde açın televizyonları..Cerahat akıyor..Cerahat.

BBG evlerindeki rezaletleri bile çoktan aştık. Sözde magazin programlarında gizli kameralarla çekilen ve “ünlü felan filaaan,ünlü felan filaaaanla ,falanca restoranda gizlice öpüşürken yakalandı” şeklinde ciyak ciyak anoslarla evlerimizin içine servis edilen yarı pornografik görüntüler.

Yerli diziler daha da rezil.Kim kime sulanıyor,kim kime sarkıyor,kim kimi düdüklüyor belli değil.Her türlü yasak ve gayrimeşru ilişki alenileştirildi.Üvey anasına sarkan gençler,baldızına sulanan enişteler,aklınıza gelecek ve gelemeyecek her türlü rezil ilişkiler.Gençlik ve çocuk dizilerine bir bakın.Görüntülerde porno yok ama gencecik beyinlerin içine neler zerk edildiğine bir bakın.Mesajlarla işlenen şiddet ve porno...Sonrada açın gazete haberlerine bakıverin.O gazetelerde okuduklarınıza bunların hiç etkisi olmadığını mı zannediyorsunuz?..

Ya gazeteler ve internet siteleri?

Bizim gençliğimizde basılan bazı magazin dergileri vardı.Biz onları o zaman porno dergi zannederdik.Kadınları en fazla bikinili görebilirdik.Ara sıra göğüsleri açık kadın resmi koyarlar onlarında üstüne büyük büyük siyah yıldızlar atarlardı.Şimdi gazeteler bir bakın.O zamanın magazin dergileri bugünkü gazetelerin yanında Hayat Ansiklopedisi sayılırlar.Manşetlerdeki hatunların resimleri ve en özel hayatlarının en özel ayrıntıları,arka sayfa güzelleri.Ne ararsanız var!

Artık gazete ve televizyonların yerini alacağına kesin gözle baktığımız sanal alemde işler daha da acı.Ne kanun var ne de sınır.Bakın en ciddi gazetelerin internet sitelerine,en ciddi haber sitelerine..Çıplak hatun veya cinsel içerikli bol fotoğraflı haber koymayan site tık alamıyor.

Sakın bana çağın gerekleri gibi sakil gerekçeleri söylemeyin. Çağın adı ne olursa olsun,hangi çağda olursak olalım tek ve değişmez everensel gerçek bilirim. YÜKSEK AHLAKLI OLMAK.

Hangi çağın hangi şartı bunu ortadan kaldırabilir?

Bu arada ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar ne yapıyor?

Sözde gündemlerle, kayıkçı kavgası.

12 Eylül zulmü ile bir nesli dümdüz ettiler üzerinden geçtiler. Gencecik fidanları asıp işi bitirdiler mi?

Arkadan da Turgut Özal felsefesi ile gelecek nesillerin ruhlarını ve beyinlerini yozlaştırdılar.Kafaları boş,pop kültürüne sıvanmış bir gençlik yattılar.Adını da “varoş gençliği“ koyup bir güzel iğdiş ettiler.

Bir milleti toptan yok etmek için ellerinden ne geliyorsa planlı bir şekilde uyguluyorlar.

Ülkemizin yalnızca okyanus ötesinden iktidara getirilen siyasilerle mi yıkıldığını zannediyorsunuz?

Fiili işgalden önce beyinleri ve kalpleri yok edip tutsak alıyorlar, bu arada siyasi işgal alışmalarına devam ediyorlar. Arkasından ne geleceğini söylemek bile istemiyorum.

Bizler Çanakkale’yi ve Kurtuluş savaşını hangi sayede kazandığımızı unutmuş ve o savaşların nasıl dünya milletlerine örnek olduğunu,o yüce değerleri,büyük inancı ve yüksek ahlakı çoluğumuza çocuğumuza anlatamıyor olabiliriz.Ama inanın bana yüzyılıdır kıçındaki tekme acısını unutmayan empeyalistler bu savaşı nasıl kazanacaklarını ,bunun en önemli yolunun da Türk aile yapısını bozmak ve Türk'ün ahlakını yozlaştırmak olduğunu çok iyi biliyorlar.Çünkü onların gençleri Türkün genetik kodlamasını incelerken bizim gençlere Ricky Martin dinletiyorlar.

Biraz da okullarımıza eğilelim..

Okullarımızdaki din dersini yıllardır tartışıp durduk.”Yok efendim seçmeli olsun zorunlu mu olsun,haftada bir saat mı yoksa iki saat mi?” diye.

Sonunda karar kılındı dersin adı Din Kültürü ve Ahlak bilgisi oldu.İlköğretimde iki saat liselerde bir saat.Dersin içeriğine bakın bom boş.Bunu niye yaptık.Batılılar bizi laiklikten uzaklaşmakla ayıplansın diye.Sonra ne oldu “başörtüsü” diye diye iktidara gelen sözde en mukaddesatçı iktidar bir AB sevdası yüzünden “AB formatlarına uyduracağız “ diye müfredatın içini boşaltıverdi.Tam adamların istediği gibi.

Ey! ılımlı İslamcılar gidin de kapılarında dilinizin pelesenk olduğu o AB ülkelerinin çocuklarına din eğitimini nasıl verdiğine (çek-senet takip etmekten fırsat bulursanız) bir bakın..

Daha Nisan ayındayız. Gidin okulların içler acısı halini,öğretmenlerin perişanlığını,öğrencilerimizin pejmürdeliğini bir görüverin.Bir dönemde 10 gün okula gelmeyen öğrenciye okul idareleri, “bu öğrencini devamsızlığı devamsızlık sayılmaz ki “ diyorlar.

Nimet Çubukçu diye bir Milli Eğitim Bakanımız var. Göreve geldiğinden beri hangi icraatını hatırlıyorsunuz?Okullarda bir anket yapın “ Milli Eğitim Bakanı kim?” diye bırakın öğrencileri kaç öğretmen adını doğru yazar acaba?

Kadın ve aileden sorumlu Selma A.Kavaf ne yapar? Bileniniz var mı?

RTÜK ne yapar?

Bunu bildiğim kadarı ile ben cevaplayayım;

Yandaş TV'ler için düzenlemeler ve kolaylıklar...(gerisi için burada frene basacağım)

Diyanet İşleri Başkanlığı ,İmam-Hatip tayinleri ve cuma hutbelerini hazırlama dışında ne iş görür?

Televizyonlarda soytarı kılıklı,lakabı hoca olan, cukkayı doldurmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan bir sürü adam, en kutsal inancımızı saçma sapan şeylerle tahrip ederken bunlar ne yaparlar?

Diyanetin televizyonlara göndereceği hiç mi yetişmiş insanı yok? Diyanetteki muhterem hocaefendiler şu günlerde televizyonlara çıkıp konuşup; il il,ilçe ilçe dolaşıp konferans vermeyeceklerde hangi gün işe yarayacaklar?

Olur mu canım? Sen ben kavgası yapıp,Diyanette yumuşak koltuk kapmak ,iktidarın en ballı bakanlıklarına yatay geçiş yapmak varken bunlarla kim uğraşır!..

Yaygın,örgün,din her türlü eğitimden elinizi eteğinizi çekin.Bırakın her türlü işinizi cemaatler halletsin.Onlarda kursun rant düzenlerini.Din adına palazlanıp semirsinler.Sonra oturun bir köşeye devletçilik oynayın.Ara sıra da timsah gözyaşları dökün.

Tabii kolay mı, ülkeye giren kara paranın paylaşımını yapmak, memleketin tüm varlıklarını satmak,nasıl bir tezgah kurarız da kime ne ithal ettirip voleyi vururuz diye organizasyonlar yapmak?

Bazılarını tuzu kuru nasılsa? Onların çocuklarına ABD ve İngiltere'de her türlü imkanlar (tedavi hizmetleri de dahil!) hazır...

Bizim çocuklarımızın vatanı burası,Türk toprakları.Bizim çocuklarımızın doğdukları yerde ölecekleri yerde beli:TÜRK YURDU!

Tekrar tekrar altını çiziyorum. Çocuklarımıza mutlaka cahiliye devrini okutun ve öğretin.İki cihan güneşi Peyagember efendimiz Hz.Muhammed'in (S.A.V) ahlakını ve yaşayışını çocuklarımıza tekrar tekrar öğretin.Hz Ali'yi,Hz Ömeri,Sehabenin yaşayışını anlatın.Bunun yanında asırlarca dünyaya hakim olmuş medeniyet götürmüş Türk'ün töresini beyinlere kazıyın.

Bakın o zaman bu sözde Müslümanların bize yaşattığı cahiliye karınlığını yüksek ahlaklı Müslüman-Türk genci bir çırpıda nasıl kökünden kazıyor. Aynı Çanakkale de olduğu gibi bu İngiliz tipi Müslümanlara ve onların patronlarına nasıl bir daha “ geldikleri gibi giderler “ dersinin en esaslısını veriyor...

Avaztürk

Hani “Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytan”dı?..

Oğuz Gürses




AKP’yi kimler kurmuştu?

“Millî Görüş gömleği”ni çıkaranlarla "radikal İslâmcılık gömleği”ni çıkaranlar...

Sonra da iktidar nimetlerinden istifade fırsatını kaçırmak istemeyen solcusu, liberali, kemalisti, Alevîsi...

Gömleğini çıkaran AKP’ye koştu...

TC’de İktidar, efsunu da rantı da bol olan bir yer...

Yeter ki küreselcilere kul ol...

Küreselcilere kul ol da ne olursan ol...

Çıkar gömleğini gel mamaya...

Gömlekler çıkarılmadan önceki günlerde Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül şu bu... Bütün AKP önde gidenlerinin de, arkada kalanlarının da dillerinden düşürmedikleri bir hadis vardı:

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”...

Ne müthiş, ne güzel bir prensip...

Bir haksızlık varsa susmayacaksın...

Susarsan...

Ki Şeytan bütün haksızlıklar karşında sevinç içinde susmaktadır... Hiçbir haksızlığa hiçbir şekilde karşı çıkmamaktadır...

Zaten o haksızlığın en büyük destekçisi/sponsoru/teorisyeni bizzat şeytanın kendisi değil midir?...

İşte o yüzden...

Susarsan bir haksızlık karşısında...

Daha önce hangi gömleği giymiş veya çıkarmış olursan ol...

Şeytan’ın gömleğini giymiş olursun...

Tam o anda...

Haksızlık karşısında sustuğun anda...

Şeytan gibi olursun...

Şeytan’dan olursun...

Şeytan olursun...

Şimdi şu habere birlikte gözatalım:

***

'TECAVÜZÜ PROTESTO EDENE GÖZALTI'



30 Nisan 2010
Siirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifi dün Meslek Yüksekokulu (MYO) önünde bir basın açıklaması yaparak, kentte yaşanan tecavüz ve cinsel istismar olaylarını ve devletin bunların üstünü örtmeye çalışmasını protesto etti. Eylem sonrası bir basın açıklaması yapan Barış Ataman üniversite çıkışında sivil polisler tarafından gözaltına alınarak sorgulandı
Dün (28 Nisan) Siirt Üniversitesi’nde bir araya gelen yaklaşık 200 üniversiteli “Kadınlardan ve çocuklardan elinizi çekin” yazılı pankart açarak bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ellerinde “Güvenli bir gelecek istiyoruz”, “Sorumlular derhal yargılansın”, “Kız kardeşlerimize dokundurtmayacağız” yazılı dövizler taşıyan öğrenciler Siirt Valisi'nin açıklamalarını protesto eden sloganlar atarak üniversite çıkışına doğru yürüdüler. Yürüyüş sırasında öğretim görevlileri ve öğrenciler de eyleme alkışlarla destek oldular.

Öğrenciler yürüyüşün ardından üniversitenin önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Barış Ataman Siirt Valisi’nin "Bölücülük ve eylem yapmasınlar, fuhuş yapsınlar" sözlerini kınayarak Vali Necati Şentürk'ü istifaya çağırdı. Siirt’te yaşanan tecavüzlerin ortaya çıkmasının ardından savcılık tarafından gizlilik kararı alınmasını da eleştiren üniversiteliler “Polisler, cemaat şeyhi, asker, AKP milletvekilinin yeğeni ve daha birçok kişi bu insanlık dışı eyleme katıldığı için mi gizlilik kararı alındı?” diye sordular. Yaşananları açığa çıkaran rehberlik öğretmenine teşekkür eden üniversiteliler "Tüm zanlılar sorgulanıp cezalandırılana kadar bu olayın peşini bırakmayacağız" dediler.

Eylem sonrası gözaltı

Eylem ve basın açıklamasının bitmesinin ardından, basın açıklamasını okuyan Barış Ataman iki sivil polis tarafından üniversite çıkışında zorla polis aracına bindirilerek gözaltına alındı. Kendisine “çocuklara tecavüz eden kişilerin isimlerini açıkladığı” için gözaltına alındığı söylenen Ataman'a karakolda Öğrenci Kolektifleri hakkında sorular soruldu.

Ataman'ın gözaltına alınmasını protesto eden arkadaşları ise “Dışarıda suçlular ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar, bu olayları protesto edenler ise karakollara götürülüyor.” sözleriyle tepkilerini dile getirdiler. (*)

***

Siirt’tte olanlar malûm...

Tekrar etmeye bile dilim varmıyor, yüreğim dayanmıyor...

Öğretmeni, memuru, esnafı, öğrencisi bir ilköğretim okulunu kerhaneye çevirmişler ilkokul çocuklarına toplu tecavüz ediyorlar...

Yatılı Bölge İlköğretim okulu öğrencilerinin yaptıkları ise ayrı bir facia...

Bunlar bir haksızlık mıdır?

Hem de nasıl?

Siirt’teki Üniversite öğrencileri bu vahim haksızlığa karşı çıkmak için toplanıp gösteri düzenliyor ve hazırladıkları bildiriyi okuyorlar...

Ne güzel...

Eşşek kadar adamlar gırtlaklarına kadar pisliğe/haksızlığa gömülmüşken bu ülkede...

Bu ülkenin genç evlâtları susmuyor...

Haksızlığa karşı çıkıyorlar...

Peygamberlerinin kendilerinden yapmaları istediği şeyi yapıyorlar...

“Aferin onlara” demelerini bekliyorsunuz değil mi?

Hiç olmazsa eski günlerin hatırına...

Gömlekleri çıkarmadan önce dillerinden düşürmedikleri bu hadisin hatırına...

Onlar ne yaptı peki?

- Ne?

- Haksızlığa karşı çıkmak ha...

- Al! Al! Al! Bunu da Al... Onu da Al... Vurmayın Lan... Dıııııııııııııııııt!...

Haksızlığa karşı çıkmak bir yana...

Haksızlık karşısında susmak öbür yana...

Yahu bunlar haksızlık karşısında susmayanları bile susturuyorlar...

Uyanmanız için daha ne yapmaları lâzım acaba ey hipnotize olmuş ecmain/şakirt kardeşler..

Dipnot:
* sendika.org


Füze kalkanıza da .... Amerikanıza da .... AB'nize de .... NATO'nuza da .... İşbirlikçilerinize de...



http://universiteliblog.blogspot.com/
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum May 07, 2010 10:29 pm    Mesaj konusu: Bu kriz savaş çıkartır! Alıntıyla Cevap Gönder

May 27, 2010
Salih Selçuk
selcuksalihcaydi@gmail.com
ABD, Çin, İran ve ekonomik krizde savaş konuşmak

Komplo teorisi gibi!.. Savaş denince, tuzu kuru modern vatandaşların aklına sadece sinema filmlerinin geldiği bir devirde, yani günümüzde, onların zengin mahallesinde sıcak savaş olabilir mi? Bu soruyu soranlar mesela, Irak'ı hiç hesaba katmayanlar, Irak'ı televizyonda gördüğünde zaplayanlar... Böylelerini yerinden zıplatmak için, “Avrupa'nın göbeğinde bile sıcak savaşlar yaşanabilir” demek yeterlä aslinda. İstanbul'da veya Paris'te veya Londra'da veya Moskova'da yaşayanlar için savaş en son 1945'de bitmiştir ve o zamandan beri -Türkiye'de yaşanan düşük yoğunluklu savaş da dahil olmak üzere- yaşanan onca sıcak hengame savaş sayılmaz, çünkü modern vatandaşın “kutsal” yaşam alanına, alışveriş tapınaklarına, sitelerine girmemiştir. Ama şimdi, Yunanistan'ın ve belki İspanya ve Portekiz'in durumlarına bakarak, Prof. Michael Hudson gibi biri “Avrupa'daki borçlanmalardan dolayı savaşlar çıkabilir” derse buna kulak kabartan olur. Oluyor. Litvanya hükümetinin ekonomi danışmanı Hudson, Nisan ayı başında verdiği bir konferansta Yunanistan'ın sadece bir başlangıç olduğunu söylediğinde bunu pek yadırgayan olmamıştı. Birçok devletin benzeri duruma düşebileceği her yerde söyleniyor. Ama savaş!.. İşte bu yeni.

Mürekkep yalamış herkes, kapitalizm ile savaş arasında bir ilişki olduğunu duymuş veya okumuştur. Bütün büyük savaşların, büyük krizlerin ertesinde çıktığı da sır değildir. “Ama o savaşlar çıktığında dünya globalleşmemişti. Ülkeler birbirine bu kadar bağımlı değildi. Ayrıca ABD'yi kim yenebilir ki” diyerek bu kabustan uyanmak mümkün mü? O kadar kolay mı? Hiç değil. “Teorik” olarak: Krizler ne kadar büyükse, savaş tehlikesi de o oranda büyüktür. Tabii savaşın çeşitli biçimleri vardır. Kapitalizmle ilişkisi ise, borçlardan kurtulmak ve maddi karşılığı olmayan devasa miktardaki sanal parayı bilgisayar ekranlarından silmektir. Daha da önemlisi, savaştan sonra yeni bir büyüme eğrisi yakalayıp, sisteme yeni bir temiz sayfa açmaktır. Tabi tamamen teorik! Bu işlem, global bir mutabakatla yapılabilir. Sistemin varlığı söz konusuysa ve kapitalizmin “mantığı” dahilinde akıllara başka ihtimal gelmiyorsa, sınırlı bir savaş oyunu neden olmasın?!.. (Tabii savaşların kendi kuralları da vardır. Savaşlar kolayca kontrolden çıkabilirler)

Savaş deyince akla -nedense- sadece silah/külah geldiğinden, modern vatandaş hemen arkasına yaslanıp ABD'nin askeri gücünü sayılara dökebilir. Bu konudaki en güvenilir veriler de merkezi Stokholm'deki SIPRI'dedir. Bugünkülerden daha az ürkütücü olacağından, 2008 yılının askeri harcamalarına bakalım. ABD'nin askeri harcamaları 607 milyar Dolar, Çin'in 85 milyar Dolar. Rusya'nın 58 milyar civarında. Kısa kesmek gerekirse, ABD'nin harcamaları, bu iki ülke dahil olmak üzere Hindistan'ın, İngiltere'nin, Fransa'nın, Almanya'nın, Suudi Arabistan'ın, Japonya ve İtalya'nın askeri harcamalarının toplamından yüz milyar Dolar daha fazla. Bu hesabı yapanlara, 11 Eylül'ü yapanların askeri harcamalarını hatırlatmakta fayda var: Birkaç yüz bin Dolar bile değil. Artık savaşlarda modern silahlar tayin edici olmayabiliyorlar, ama “modern silahların kullanıldığı tüm savaşların galibi ABD'dir” gibi kanıtlanmamış bir teori de mevcut.

Askeri sayılar hiç de abartıldıkları kadar önemli değiller. Bugün eğer sayılardan bahsedeceksek, asıl tehlikeli sayılar askeri değil ekonomik sayılardır. Clinton döneminin sonunda ABD'nin devlet borçları 5.8 trilyon Dolardı, şimdi 12 küsür trilyon Dolar. Bu sayılar roket sayılarından önemlidir, çünkü maaşını alamayan uzman Amerikan askeri istifa eder ve o silahları kullanmazsa, askeri sayılar bir işe yaramayabilir mesela.

Hudson, Yunanistan'ın ve Doğu Avrupa ülkelerinin borçlarını ödemelerinin imkansızlığı üzerinde duruyor ve krizden çıkış yolu olarak soğuk soğuk “Tek yol savaş” diyor. Öyle mi? Neden?

Bilindiği üzere neoliberal ekonomilere geçen eski sosyalist ülkeler, ilk iş olarak tüm devlet firmaları ve mallarını özelleştirmişlerdi. Böylece, neoliberalizmin tipik özelliğine yatay geçiş yaptılar: Özelleştirmeler sonucu devlet gelirleri azalıp eğitim/sağlık/emeklilik/vs. gibi devlet hizmetlerini finanse etmek zorlaşınca, sürekli yeni krediler alındı. Devletler kredi faizi ödemekten helak oldular! Sürekli borçlanmak, neoliberalizmin özelliklerinin başında geliyor. Ama borçlanmanın da bir sınırı var. Ve şimdi o sınıra gelindiği anlaşılıyor. Hudson bunu söylemiyor elbette, ama halkların aniden fakirleşebileceğini ve buna karşı mutlaka sokağa inebileceklerini öngörüyor. Bunun nasıl olabileceği konusunda Yunanistan örneği var elimizde. 110 milyar Euro kredi alacağı söylendi. Bu krediyi geri ödeyebileceğini kimse düşünmüyor. Bu sayede sadece biraz zaman kazanılmış olduğunu söyleyenler hiç de az değil. Ama ödeme ihtimalinin olabilmesi için Yunanlıların maaşlarının üçte bir oranında düşürüleceği, vergilerin artırılacağı gibi önlemler var -ki, Yunanlılar daha bu önlemlerden önce meydanlara indiler. Hudson, sadece böyle durumlarda, hükümetlerin dikkati dışarıya çekmek ve halkı evde tutmak için komşu ülkelere karşı savaş provoke edebileceklerini söylüyor.

Savaş dedikodularının bundan ibaret olduğunu sanan aldanır. Güvenlik politikaları üzerine araştırmalar yapan 'Bundesakedemie für Sicherheitspolitik' adlı kurum, sistemin merkezinin Batıdan Doğuya kaymasını da gözönünde bulundurarak geçen yılın yaz aylarında yaptığı bir değerlendirmede Batı ile Doğu arasında silahlı bir savaşın olabileceği ihtimaline dikkat çekiyor. Burada Batı'dan anlaşılan ABD ve AB, Doğudan anlaşılan da Çin ce Rusya. Kurum, bu büyük savaşın başlangıcı olarak da Batı ekonomilerinin çöküşü ertesini gösteriyor. Burada hemen dikkat çekmek gereken ilginç konu şu: Çökme tehlikesi altındaki ülkeler, Doğu değil Batı ülkeleri.

Eğer bir çöküş korkusundan konuşuluyorsa, global bir ekonomide, Batıda olabilecek çöküşlerin Doğuyu etkilememesi mümkün mü? Elbette değil. Ama zamanın hızlı aktığı günümüzde, Doğunun çöküşü Batıdan birkaç yıl sonra gerçekleşirse, bu bile bütüncül çöküşün sonrasındaki yeni başlangıç için önemli bir konu olabilecektir. (-Tabii bütün bunlar, bugünün kar/zarar rasyonel mantığıyla yapılan hesaplardır. Gelecekteki başlangıçlardan sonra mutlaka “jeostratejik” yeni hesaplar olmak zorunda olmayabilir. Malum bu kavramın “jeo” dediğimiz kısmı yeraltı kaynaklarına, mesela petrole falan işaret etmektedir.) Böyle bir durumda, Batının çöküşünden önce savaşı başlatmak -Doğu için de- “mantıklı!” olabilir mi? Nerede başlatılabilir? İran'da... Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bütün ülkelerin İran'a karşı yaptırım uygulama kararına katılması (Türkiye ve Brezilya'nın çabalarının boşa gitmesi), krizin sosyal sonuçlarından kurtulmak için kontrollü bir askeri gerilim üretmek fikrini ön plana çıkarabilir. Ama bu kez Irak'daki gibi büyük bir mutabakat olmadığı gibi, savaş finansmanı sorunu var. Savaş, yukarıda değindiğimiz nedenlerle yayılabilir. Şurası bir gerçek ki, olası bir savaş durumundan -bu savaş ne kadar büyük olursa olsun, modern bir savaş olduğu takdirde- bundan ABD yararlanabilir. Savaş endüstrisinden para kazanır, işsizliği azaltır borçlarını kısmen eritebilir vs. -Ama bu tahminler de klasik savaş teorilerine ve kapitalizmin konjonktürel krizlerine göre yapıldıklarından, tayin edici hatalar içeriyorlar.

Hataların başında, yaşanılan krizin konjonktürel bir kriz olduğu, krizden sonra kapitalizmin yeni bir yükseliş yaşayacağı varsayımı geliyor. Kapitalizmin savaşlarla aşılan krizleri, aynı zamanda kapitalizmin yeni bir aşamasına geçiş demekti. Kapitalizmin 1930'lu yıllara kadarki krizlerinin, sistemin kapsama alanının şehirlerden kırlara doğru genişletilmesiyle aşıldığını biliyoruz. Daha sonra savaş endüstrisi sayesinde krizlerin aşıldığı bir dönem geldi ve iki dünya savaşı yaşandı. 1970'li yıllardan sonra reel ekonomiden yeterince kar elde edilemediği için, sanal finans ekonomisinin yükseldiği görüldü. Ekonominin motoru sanal para haline geldi. Doğu Avrupa'daki kooperatist kapitalizmin çöküşünden sonra (-ki bu bal gibi bir ilk sistemsel çöküş örneğidir, çünkü çöken bir kapitalizm türüdür) neoliberal kapitalizmin özelleştirilen devlet/kamu mallarına doğru yeni bir genişleme alanı bulduğu söylenebilir. Fakat sanal ekonomi asıl lokomotif olduğu için, bu yeni durum, sanal ekonomi ile reel ekonominin birbirinden iyice uzaklaşıp birbirinden kopma noktasına gelmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu durumun neden sürdürülemeyeceğine daha önce değinmiştik. Şimdi “teorikman” beklenen, kapitalin savaş sonrası yeni alanlara doğru genişleyebileceği hamhayalidir. Nereye genişleyecek?!.. Hadi “şimdi bilinmiyor. O gün gelsin bulunur” diyelim... Diyebilir miyiz? Kesinlikle Hayır. Çünkü boyutlar, bize bunun ümkansızlığını şimdiden göstermektedir. Her kriz ve savaş sonrası kapitale açılan yeni alan, bir öncekinden büyük/yaygın/derin olmuştur. Yeni ve bugünkünden daha büyük/yaygın/derin bir alanın bulunması imkansızdır, çünkü yoktur. Ve sadece bu kadar da değil. Marx'ın gösterdiği üzere, parasal değerin maddi muhteviyatının (Substanz) esası 'ücretli iş'tir. Sistem, artık sanal/finans kapitale dayandığından, çalışan sayısını mütemadiyean azaltmakta, yani intihar etmektedir. Bunu tersine çevrilmek ve dünyayı herkesin çalıştığı global bir 'ücretli iş' toplumu haline getirmek mümkün değildir. Yani kısaca: Savaş bu kez kapitalizmi yeni bir aşamaya taşımayacaktır, Marx'ın deyimiyle “Barbarlaşmaya sürükleyecektir.”

Kapitalizmden ve onun yaşam/düşünce biçimlerinden kurtulmak, insanın kendisini aşmak anlamına geliyor. Bunun ilk elementar biçimi, insani/kutsal değerleri yükselterek, ezilenlerden yana olmak, sosyal-devleti yeniden kurmak ve neoliberal politikalara kararlılıkla son vermektir. Kapitalist mantığın sürdürülmesi, yeni bir dünya savaşına neden olabilir. Ve savaşı önleyebilmenin en garantili yolu, kapitalizmin (para/kar mantığı başta olmak üzere) esiri olmaktan kurtulmaktır. Ama savaş olsun veya olmasın, (mesela savaş sonrası) ortaya çıkabilecek barbarlaşmış bir dünyaya, postkapitalist yeni bir düzen sunabilmek, ruh sahibi her makul insanın şimdiden hedefi olmak zorundadır. İnsanoğlu, kapitalizm hastalığından kurtulmaya mecbur.

www.konstantiniye.blogspot.com

Bu kriz savaş çıkartır!
İbrahim KARAGÜL
ibrahimkaragul@gmail.com

Yunanistan'daki krizinin Avrupa'yı yayılacağı, aslında bunun bir Avrupa krizi olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir. Birçok çevre, Atina'nın içinde bulunduğu durumun, buzdağının görünen kısmı olduğunu, çok yakında Akdeniz ülkelerinin benzer durumlara sürüklenebileceğini biliyor. Nitekim; bu çevreler Portekiz, İtalya, İspanya ve İngiltere gibi ülkeleri daha şimdiden sıraya koydu ve tehlikeyi açıkça ilan etti.

2010 Avrupa için belki siyasi tarihinin en büyük kırılmalarından birine tanıklık edecek. Birlik projesi ya da Euro'nun geleceğine ilişkin endişeler artarken, Güney Avrupa ülkelerinin AB'ye inancı tartışılır hale gelirken, sadece devletlerin değil, batık ülkelere kredi veren, alacağı olan büyük bankalar için de iflas beklentisi gizlenemez oldu. Ayrıca, bu ülkeye verecekleri kredilerin çözüm olamayacağına da kimsenin inandığı yok. Öyle ki, 2010, özellikle ikinci yarı Avrupa'da ülke ve şirket iflaslarıyla geçebilir.

Geçtiğimiz yıl ABD'de, bu yıl da Avrupa'da yaşanan krizin bundan sonrası artık "ekonomik" bir gelişme değil. Siyasal ve sosyal sonuçları, belki ekonomik krizden çok daha derin olacak bir süreç yaşıyoruz. Öteden beri jeopolitik çözülme, güç kayması olarak nitelendirilen sürecin bundan sonraki aşamalarına, özellikle Türkiye gibi ülkelerin çok daha ilgiyle yaklaşması gerekiyor.

Korkulan, böylesine büyük bir bunalımın ciddi bölgesel gerilimlere, çatışmalara yol açması. 1929'dan bu yana yaşanan en büyük ekonomik krizse bu, ki öyle, o tarihten bu yana yaşanan savaşları, çatışmaları yeniden düşünmek lazım. Avrupa 11 Eylül'den sonra çok kültürlülük, bir arada yaşama projesini çöpe attı. Krizle birlikte sosyal politikaları çöpe atmaya başladı.

Bu kadarla kalacak mı? Krizden kurtulmak için büyük gerilimler tezgahlanabilir mi? Veya kaynak savaşları, pazar savaşları yaşanabilir mi? Bir şekilde, bu süreci etkileyecek bölgesel krizlerin çıkma ihtimali var mı? ABD ve Avrupa, Soğuk Savaş'tan sonra, ideolojik kamplaşmayı kaynaklara yönelik büyük bir kampanyaya dönüştürdü. Kriz, bu kampanyayı yoğunlaştırır çok daha tehlikeli hale getirir mi? Bunların hepsine evet demek mümkün. Öyleyse, yeryüzünün birçok bölgesinde kaynaklara odaklanan çatışmaların çıkması muhtemel görünüyor.

Şu an için en yakın tehlike, İran ve İsrail'i merkeze alan, iki ülkenin nufüz alanlarında da hissedilebilecek bir çatışma beklentisi. Her ne kadar İran'a yönelik bütün caydırıcı yöntemler başarısız olsa, askeri seçenek devre dışı kalmış gibi görünse de İsrail için hiç de öyle değil. Bütün endişeler, ABD ve Avrupa'nın, İsrail'in İran'a yönelik bir provokasyonunu önleyememesi üzerinde yoğunlaşıyor. Hemen her gün, İsrail'den ABD ve Avrupa'ya yönelik "İran'ın durduralım" çağrılarını, Suriye ve Hizbullah'a yönelik yeni iddialarını izliyoruz. İsrail Savunma Bakanlığı, İran ve Suriye'nin Hizbullah'a Scud füzelerinden sonra Hizbullah'a M600 füzeleri verdiğini öne sürdü. Onlara göre Hizbullah 2006'daki gücüyle ölçülemeyecek bir ateş gücüne ulaştı ve füze menzili Tel Aviv'e kadar uzanıyor.

Elbette bu bir propaganda savaşı. Ve elbette ABD ve Avrupa, İsrail'i durdurma konusunda hiç de samimi değil. Bölge genelinde yoğun stres birikimi hissedilirken ABD'den İsrail'e askeri destek devam ediyor. Almanya ile İsrail arasında denizaltı ve silah trafiği giderek büyüyor. İsrail'in böyle bir provokasyonuna yapılan yatırım riyakarlıkla gizlenemez hale geldi.

Philip Giraldi, "A Timetable For War" başlıklı yazısında, karamsarlık suçlamasını da göze alarak, böyle bir savaşın muhtemel olduğuna dair gerekçeleri ciddiye alınacak türden.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un sözleri, Barack Obama yönetiminin aslında savaş istemediği inancını ortadan kaldırıyor. İsrail savaşı "varoluşsal" bir zorunluluk görüyor ama opsiyonları sınırlı. Washington'ın savaşı durdurma konusunda İsrail üzerinde yeterli nüfuzu yok. Ayrıca, Beyaz Saray, böyle bir savaşta İsrail'e askeri desteği kesmeyeceğini açıkladı. Savaş başladığında Kongre ve medya, Washington'ın İsrail'in yanında savaşa grimesini isteyecektir. Sonuç olarak İsrail, ABD'yi savaşa ikna edemese de, kendisi savaşı başlatıp ABD'yi savaşa sürükleyecektir...

Bu senaryo tutar mı tutmaz mı bilinmez. Ama İsrail merkezli bir çatışma beklentisi bu sıralarda çok yüksek. İran'ı açıkça karşısına alamasa da Güney Lübnan ya da Filistin üzerinden bir tahrik uygulanabilir.

Burada sorulacak soru şu. Böyle bir savaş, ekonomik kriz içinde boğulan ABD ve Avrupa'yı nasıl etkiler? Yakın tarihin ekonomik buhranları hep savaşla devam etmiştir. Benzer bir durum kuvvetle muhtemel. Ancak, böyle bir savaş, Pakistan'dan Akdeniz kıyılarına kadar bütün bölgeyi ateşe verecek olsa bile, Batı için çözüm olmayacak, onu bugünkünden çok daha tehlikeli bir noktaya sürükleyecektir.

7 Mayıs 2010 Yeni şafak

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Meksika Körfezi'nde yüzen petrol

Petrol bağımlısı kapitalist düzen, agresif teknolojisiyle Meksika Körfezi'nin 1.5 km derinliğinde doğaya tosladı.

Doğal kaynakları riskli ve pervasız yöntemlerle ele geçirme yarışındaki tüketici sistem Meksika Körfezi'nde neden olduğu çevresel kirliliği durduramıyor.

19 gün önce Meksika Körfezi'ndeki bir petrol platformun batmasıyla okyanus tabanında açılmış kuyudan, her gün 5 bin litre ham petrol denize karışıyor.

İki haftada 6 milyon litre ham petrol denize yayılırken deniz yüzeyindeki petrol örtüsü de 2O bin kilometre kareye ulaştı.

Denizin 1.5 km derinliğine kuyu açan 'petrol hırsının' güvenlik zafiyetli teknik koşulları yeni yeni sorgulanıyor.

Bilim adamları oluşan aşırı kirliliğin doğal yaşam üzerindeki yıkıcılığının uzun yıllar süreceğini ve 400'den fazla canlı türünün tehdit altında olduğunu bildirdiler..
Petrol'ün denize karışması devam ederken, deniz yüzeyindeki petrol tabakasını temizlemek için yapılan yakma işleminden ortaya çıkan kimyasal gazlar, çevrede başka bir kirliliğin nedeni oluyor.

Denizin derinliklerine çöken petrolün yoğun kısmını çözündürmek amacıyla kullanılan zehirli kimyasalların ise denizdeki eko yaşamı bitireceği konuşuluyor.

İki gündür çelik ve beton karışımı 90 tonluk dev bir baca sızıntı yerine indirilmeye çalışıyor ama işe yarayıp yaramayacağı bilinmiyor.
Petrolle kaplanmış canlı yaşamdaki yıkımın boyutları tahmin edilemezken, olayın ekonomik bilançosu çıkarılmaya başlandı...

Hisseleri piyasalarda 30 milyar düşüş yaşayan BP, 15 milyar doları aşan temizleme maliyetini karşılayacağını açıkladı.

Ama doğanın sınırlarına ulaşmak için, kendi teknolojik sınırlarını şaşıran yaşam yıkıcı kapitalist sistem kendini sorgulamıyor.

Binlerce yıllık ekolojik-sistemin varlığını yok etmenin etik sonuçları değil tazminat maliyetleri ve ekonomiye etkisi tartışılıyor.

ABD İçişleri Bakanı Salazar, BP'in kuyu açma faaliyetleri sırasında çok büyük hatalar yaptığını söyledi.

ABD şimdilik BP'yi suçlasa da ABD'in ulusal yani küresel çıkarları için BP'le kadim dayanışmasını yürütecektir...
Biliyoruz ki üretilebilir petrol rezervlerine erişimde ABD ve küresel petrol şirketleri gözü kara bir dayanışma içinde.
Dünyanın en büyük petrol tüketicisi ABD tüketiminin yarısını ithal petrolle karşılıyor, ABD ekonomisinin motoru sanayi sektörünün yaşamsallığı petrole bağlı.

Bu yüzden ulusal güvenlik stratejisi de petrol kaynaklarına ve hatlarına dönük hegemonik/militer politikalardan ibaret..
BP ise, dünyanın ikinci büyük devi ve diğer Amerikalı üç petrol şirketiyle (Exxon, Amaco, Chevron) dünyadaki karbondioksit salınımının yüzde 10'undan sorumlu, bu yüzden son yılllarda 'imaj' ve logo çalışması yaparak kendini yeşil şirket ve çevre dostu olarak sunuyor.
Oysa Irak başta olmak üzere petrol üretiminde kullandığı ucuz yöntemlerin çevre kirliliğini misliyle artırdığı kayıtlarıyla mevcut.
2006 yılında da Alaska'nın Prudhoe Körfezi'ndeki BP'in hasarlı çürük borusundan yayılan petrol kirliliği de ABD ve BP arasında gerginlik yaratmıştı.

Bunun üzerine BP Alaska'daki petrol sahasını kapatma kararı almış ve petrol piyasaları ters yüz olmuştu.

Ama sonra kazanan yine petrol olmuş ve BP üretim sahasına tam kapasitesiyle geri dönmüştü..

Şimdi de yeşil şapkalı Obama ve BP en kısa sürede petrol üretimine başlamanın çaresine bakacaklardır.
http://www.aksam.com.tr/2010/05/08/yazar/17352/nihal_kemaloglu/meksika_korfezi_nde_yuzen_petrol.html

TÜRKİYE’Yİ BÖYLE TESLİM ALACAKLAR
İsmail Tokalak
13.07.2010 :

“Uluslararası Tahkim” , Fikri Mülkiyet Hakları, patent hakları gibi bir sürü koruma altında kolayca dokunulmazlık zırhına bürünmüş küresel güçler silahları ve orduları devreye sokmadan patentli hibrit tohumların tekelini eline geçirerek, küresel sermaye ortaklıkları kurarak gıda zinciri tekellerini global alanda ellerine geçirerek ülkelerin bağımsızlığını ellerinden alarak yeni ve çok kolay bir emperyalist sömürü düzeni yaratmaktadırlar ki buna biyoemperyalizm diyoruz.

Biyoemperyalizm ve biyokolonizm 20. yüzyılın sonlarına doğru biyoteknolojinin dolayısıyla gen teknolojisinin de gelişmesine paralel olarak şekil değiştirmiş bu teknolojiyi ellerinde tutanları insanlığı topsuz tüfeksiz gıda yoluyla kontrol edebilecek bir duruma getirmiştir.

Doğanın modern tarımsal üretim şekliyle hızlandırılan tahribi bütün dünyaya yeşil devrim olarak sunuldu. Bu yeşil devrim değil, insanlık için yeşil trajedisi idi. Toprak ve doğayı bizle bütünleşen bir canlı olarak değil bir fabrikanın üretim bandı gibi görüldü. Toprağın üstü ve altı çevresiyle beraber insan merkezli olmayan, çevreyi, eko sistemi korumayan tamamen kar yapmaya yönelik bir yöntemle sömürgeci bir yaklaşımla kullanıldı. Bu sömürgeci anlayış, küreselleşme, globalleşme ile global bir biyoemperyalist sömürüye dönüştü. Bu sistem içinde tabiatın doğal dengeleri olumsuz olarak değişti. İnsan kendine hayat veren doğaya yabancılaştı. Böylece bireylerin ve toplumların da dengeleri de hızla onarılmaz şekilde bozulmaya başlandı.(1)

Öbür yandan da küresel şirketler tekellerine aldıkları patentli, hibrit ve Genleri Değiştirilmiş Tohumlar/Organizmalar yoluyla dünyadaki biyo çeşitliliği tek tip hale getirmeye çalışmaktadırlar. Dünyanın biyo çeşitliliği hızla azalması demek dünyanın gıda güvenliği bakımından çok büyük bir riske girmesi demektir. İnsanlığı bekleyen ve sinsi ve sessiz şekilde ilerleyen en büyük tehlike budur.

Biyoemperyalizm 21. yüzyılda ağırlığını daha da hisssettiren görünür bir düşmanın ve konvansiyel silahların olmadığı global bir savaştır. Bu biyoterrörün başından yarı kısır, hibrit ve GDO’lu tohumların neredeyse tekelini elinde tutan dünyanın en büyük en tehlikeli biyoteknoloji firmalarından olan şeytan şirket diye de bilinen Monsanto vardır.(2) İşin gülünç tarafı bu çevre ve insanlık için çok tehlikeli şirketi yine Amerikan Forbes dergisi tarafından 2009 yılı için yılın şirketi seçmiştir.(3)

Dünyada açlık sorunu yeşil devrim olarak adlandırılan, kimyasal gübre ve ilaçlarla ve Genleri değiştirilmiş organizmalarla kısaca GDO’lu ürünlerle yapılan sözde modern denen tarım yoluyla çözüleceği iddiası 21. yy en büyük yalanıdır.(4) Avrupa Çevre Komiseri Margot Wallström bu konuda şöyle der: “İnsanlara yalan söylemeye ve bunu insanlara dayatmaya çalıştılar. Özellikle bunun (GDO’lu ürünlerin) dünyadaki açlık sorununu çözeceğini iddia etmeye çalışırken eğri oturup doğru konuşalım, bu dünyanın kalkınması (açların doyurulması) için değil şirketlerin hissedarlarının açlığını doyurmak içindir.”(5)

TÜRKİYE BİYOEMPERYALİST KISKAÇ İÇİNDE KUŞATILMIŞ DURUMDA

5 Temmuz 2001 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Uluslararası Tahkim Yasası bu ülkenin bir nevi bağımsızlığını elinden alan yasa olmuştur. Bu yasa ileride Türkiye’nin başına ne belalar açacağı hesaplanmadan ülkemizde yabancı sermaye yatırımlarını arttıracağı düşüncesiyle kabul edildi. Bu kuruluşun merkezi Washington’da olup ABD’nin kontrolü ve Batılı şirketlerin çıkarları doğrultusunda çalışmaktadır. Anayasanın 90. Maddesi ise ülkemizi bağlayıcı ikili uluslararası anlaşmaların TBMM onayından geçmeden kamuoyunun bir bilgisi olmadan yürürlüğe girme imkanı doğurmuştur.

Tarihi gelişmeleri ve bugün ortaya konulan global oyunları iyi gözlemleyemedikleri için gıdanın, su kaynaklarının ve ekilebilir toprakların doğal tohumların hayati önemi hala gelişmekte olan devletler ve halkı tarafından tam olarak kavranamamıştır. 1957 yılında da, ABD Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey Amerikan halkına “insanların size güvenip inanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel bir yöntem,” demişti.(6) Biz bu gerçekleri biyoemperyalizm yararına işleyen bağlayıcı anlaşmalar ve kanunlar tarafından kuşatıldıktan sonra oldukça geç anlamaya başladık.

Türkiye özellikle 2000’li yıllardan itibaren tarımı ve çiftçisi gittikçe zayıflatılarak gıda güvenliğinde, zirai ilaçlarda, kimyasal gübrede ve bunların girdilerinde özellikle hibrit tohumlarda gittikçe dışarı bağımlı kılınarak, doğal tohumları piyasadan kaybettirilerek, çeşitli kanunlar çıkartılarak biyoemperyalist kıskacına sokuldu.

Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı. Türkiye’yi tamamen yabancı tohum şirketlerinin eline düşürecek ikinci kan un da 31.10.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5553 sayılı 'Tohumculuk Kanunu’ ile atıldı bu kanun tohum ıslahı kisvesi altında binlerce yıldır kullandığımız kendi kendine üreyen doğal tohumlarımızın ticaretini yasakladı. Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.

Mart, 2010’da kabul edilen (5977 sayılı) Biyogüvenlik yasası ise kontrolü bir şekilde ülkeye GDO’lu ürünlerin girmesinin kapısını açtı. Dokuz senede çıkan bu yasa Monsanto gibi biyoteknoloji devlerinin büyük bir başarısıydı ve bu şirketlerin çıkarları için işlev görecekti..

2009 yılına gelindiğinde tarımının toprakla birlikte en temel belirleyici öğesi tohumculuğun %90’dan fazlası yabancı firmaların eline geçerken gıdanın üreticiye ulaşan en gelişmiş ve organize işletmeleri olan süpermarketlerin %60 yabancı süpermarket zincirlerinin eline geçti. Şok, Tansaş, Macro ile beraber Migros{İngiliz}, CarrefourSA{çoğunluk Fransız}, Metro Grup{Alman}, Tesco-Kipa{Çoğunluk İngiliz}, BİM marketlerin %50’si halka açıktır bu hisselerin çoğunluğuda yabancıların elindedir.

Kaynak sularımızı da kaybetmek üzeriyiz. Hali hazırda Nestle ve Coca Cola Türkiye’deki şişelenmiş su pazarında lider olup Türkiye’de şişelenmiş su pazarın %70’i yabancıların eline geçmiştir.{pazar payı Nestle’nin %29 Coca Cola’nın % 18.4 Danone % 10.5 Yaşar Holding %13.7 Aytaç % 14.3}

Sıra ekilebilir topraklarımın yabancılar tarafından madencilik, Turizm kanunları, kiralama, özelleştirme adı altında gasp edilmesine geldi. Bu da dolaylı yoldan kimsenin haberi olmadan gerçekleşiyor. (Bu konulara sonradan döneceğiz)

Bu kadar önemli ve stratejik bir gıda kaynaklarının ve gıda zincirlerinin yabancı sermayenin eline geçmesi, ıslah adı altında küresel sermayenin ekmeğine yağ süren kanunlar çıkartılması korkunç bir aymazlık ve biyoemperyalizme kayıtsız şartsız teslim olmaktır.

(1)Sen ki topraksın seni sevmeyi bilmeli

Sendedir ekinimizin tohumu ve yapılarımızın temeli...

Sen ki topraksın durup dinlenmeden değişirsin.

Sen su damlalarında yarattın (halkeyledin) bizi.

Biz seni değiştirip, değiştirmekteyiz kendi kendimizi

Nazım Hikmet,(1901-1963) “Şaban Oğlu Selim ile Kitabından VI. Bölüm 21. Yaprak

(2)Bu aktörlerin başında Monsanto{ABD}, Amgen{ABD}, Cargill {ABD}, Archer Daniels Midland{ABD} İsviçre } Syngenta {İngiliz/İsviçre }Groupe Limagrain ( Fransa), BASF(Almanya), Dupont {ABD} Bayer {Alman} Novartis[1] Pfizer {ABD} GloaxoSmithKline {İngiliz} Sanof- Aventis{Fransa} Nestle {İsviçre} Kraft {ABD}….. gibi tohum, biyoteknoloji, kimya ve ilaç vardır.

(3)Brett Blume, Monsanto named ‘Company of the Year’ by Forbes Magazine, 31.12.2009

(4)Emma Hockridge{ policy department at the Soil Assocation, England}, GM crops are not the answer to world hunger, Chinadialogue, 21.05.2008, www.chinadialogue.net

Jorge Fernandez-Cornejo, William D. McBride, Adoption of Bioengineered Crops, USDA, Agricultural Economic Report No. 810, Washington, DC, Mayıs 2002, http://www.ers.usda.gov/publications/aer810/aer810.pdf

(5)Vandana Shiva , Yeryüzü Demokrasisi, (İstanbul: BGST Yay.2009) s.59 Vandana Shiva, Earth Democracy: Justice Sustainability and Peace (Cambridge: South End Press, 2005)

(6)Trait Sanctions? Seedless in Seattle - Terminator Tech Trumps trade Talks” RAFI News Release, 26 Kasım 1999

Odatv.com

Numan Kurtulmuş: "Bugün bütün insanlığın kurtuluşu olacak sesi ortaya koymak zorundayız"
09 Ağustos 2011


HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) tarafından 1453 Topkapı Sosyal Tesislerinde düzenlenen iftar programına katıldı.

İftarlardan sonra kürsüye çıkarak davetlilere konuşan ASKON Başkanı Mustafa Koca: "İnsanlık vahşi kapitalizmi durduracak, zulme bir direniş olacak ve sağlıklı bir paylaşım sözünün söylenilmesini bekliyor. Haklı zenginlik sözünün en yüksek perdeden söylenmesini ve haksızlıkları konuşacak birilerini insanlık bekliyor. Söz sırası bize geldi, bu sözü söylememiz gerekiyor" dedi.

Ekonominin şu anki durumuna da değinen Koca: "Cari açık 40 milyar doları aştı ve aşmaya da devam ediyor. Bu rakam büyük bir risktir. Bıçak sırtı yöntemlerle ekonomi düzeltilmeye çalışılıyor. Büyüklerin daha büyük, küçüklerin daha küçük olacağı bir model çözüm getirir ama huzur getirmez." Şeklinde konuştu.

"Somali'de daha önce neden kimse ölmüyordu?"

Yapılan selamlama konuşmalarının ardından kürsüye gelen Numan Kurtulmuş ise Somali'de yaşanan açlığa değindi:

"Bundan otuz yıl önce, kırk yıl önce Somali'de insanlar açlıktan ölüyor muydu? Tüm bunların sebebi daha fazla kazanma, çok daha büyük olma, tüm dünyayı kendi kontrolüne alma derdinde olan kapitalizmin sonucudur. Buna karşı koymak gerekmektedir. Bizim görevimiz örneğin bir tuhafiye dükkanını yerle bir eden fillerden geriye kalan dağınıklığı toplamak değil, o filleri dizginlemek olmalı. Somali'deki insan da bizim derdimiz olmalı, New York'taki Amsterdam'daki evsiz de, İstanbul'un arka mahallelerinde bir hurma ile iftarını yapanlarda bizim derdimiz olmalı. Yeryüzünde marufu yani mutlak iyiliği hakim kılınmak için mücadele etmeliyiz." dedi.

İnsanlığın kurtuluşu için yeni bir ses

"Bugün bütün insanlığın kurtuluşu olacak sesi ortaya koymak zorundayız' diyen Kurtulmuş, "Bugün dünyanın dört bir yanında yaşanan kıtlık, açlık ve yoksulluk dünyayı yöneten sistemin çöktüğünün çok açık göstergesidir. Artık bütün dünya, paylaşma, yardımlaşma, vefa, ihsan ve bereket gibi kavramların olduğu yeni bir medeniyet yani bizim medeniyetimizi istiyor. Yeni bir medeniyet ortaya koymadan sorunlar çözülemez. Yeni bir paradigmaya ve özgüven sahibi insanlara ihtiyacımız var" ifadelerini kullandı.
Haber1001

Şili'de öğrenci ve öğretmenler sokaklarda
23 EYLÜL 2011

Şili'de iki yüz bine yakın öğrenci ve öğretmen başkent Santiago sokaklarındaydı.

Ülkede kapsamlı eğitim reformu talep edilen yürüyüşe katılımın, 1990'da diktatörlüğün sona ermesinden bu yana ulaşılan en yüksek rakam olduğu tahmin ediliyor.

16 yaşındaki göstericiyi öldüren polisler açığa alındı
Şili genel grevinde gerginlik
Şili'de büyük öğrenci yürüşünde çatışma çıktı

Dünkü yürüyüşü düzenleyen organizasyon komitesinden yapılan açıklamada, gösteriye yüz seksen bin kişinin üzerinde katılım olduğu belirtildi.

Şili'de dört ay önce başlayan öğrenci eylemlerine, eğitim sisteminin adaletsizliğine ve eğitime yetersiz kaynak ayrılmasında karşı duyulan tepkiler yol açmıştı.

Gösteriler sırasında 16 yaşındaki Manuel Gutierrez Reinoso polis kurşunuyla hayatını kaybetmişti.

Büyük uçurum

Şili'deki eğitim sistemine dair eleştirilerin başında özel okullar ile devlet okulları arasındaki uçurum geliyor.

Öğrenci hareketi tarafından talep edilen, kaynak azlığı sebebiyle eğitim kalitesi düşük olan kamu üniversiteleriyle, yalnızca zenginlerin gidebildiği özel üniversiteler arasındaki farkın ortadan kalkması.

Dünkü gösteriye katılanların da ifade ettikleri üzere, talepleri devletin eğitim alanının kontrolünü eline alması ve eğitime ayrılan bütçenin artırılması.

Göstericiler ayrıca, yoksul öğrencilere kredi yerine burs sağlanması ve eğitim alanında kar amaçlayan kurumlara izin verilmemesini talep ediyorlar.

Dört aydır artarak devam eden öğrenci gösterilerinin ardından devlet başkanı Sebastian Pinera, eğitim reformu sözü vermiş ve eğitim alanına 4 milyar dolarlık ek kaynak ayrılacağını açıklamıştı.

Ancak Pinera, eğitim alanının tümüyle devlet kontrolüne alınmasını ve ücretsiz eğitim taleplerini sert bir şekilde reddediyor.

Reform sözü veren Başkan Piniera, öğrenci gösterilerinin ortaya çıktığı dönemde "herkes ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti istiyor ama birilerinin onlara hiçbir şeyin bedava olmadığını, birilerinin bunların bedelini ödediğini anlatması lazım" demişti.

Hedef hükümet değil neo-liberal model


Öğrenci hareketinin liderlerinden Camila Vallejo.

Öğrenci hareketi ise devlet başkanının söz verdiği reformların yeterli olmayacağını, 1973 ile 1990 arasında yaşanan askeri yönetim sırasında kurulmuş eğitim sistemini düzeltemeyeceğini savunuyorlar.

Öğrenci hareketinin liderlerinden Camila Vallejo, insanların eğitim alanında yaşanan krizin diktatörlük döneminde yerleştirilen modelin krizi olduğunu anladıklarını söylüyor.

Vallejo bu sebeple, sürdürdükleri hareketin şu anki hükümete karşı bir tepki değil neo-liberal modele bir itiraz olduğunu belirtiyor.

Şili'den bildiren BBC muhabiri Pigeon Long, ülkedeki toplumsal havanın 1980lerden bu yana ilk kez bu kadar muhalif doğrultuda ilerlediğini belirtiyor.

Long, ülkedeki muhalefetin öğrenci hareketiyle sınırlı olmadığını, hidro-elektrik santrallere karşı çevrecilerin, maden işçilerinin, çalışma güvenliği talep eden ulaştırma işçilerinin, ve köylülerin kısa zaman içinde sokaklara döküldüklerine dikkat çekiyor.

Long'un konuştuğu eski eğitim bakanı Jose Joaquin Brunner'a göre Şili'de yaşananlar ülkede Amerikan modeli, radikal serbest piyasa fikrinin benimsenmiş olmasına dayanıyor.

Brunner, Şili'de ABD'de olduğu gibi piyasaların aşırı derece özgür bırakıldığı ve sağlıktan eğitime her alanı kendi mantığında dönüştürdüğü bir sistem hakim.

Brunner, bu yüzden de derinden hissedilen bir huzursuzluğun ülkeye yayılmış olduğunu düşünüyor.
BBC
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com