EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Bizans ve Biz

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TARİH ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Nis 08, 2010 1:05 am    Mesaj konusu: Bizans ve Biz Alıntıyla Cevap Gönder

Bizans ve Biz
EKİN ERDEM

Geçtiğimiz günlerde Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş süreciyle ilgili olarak söylediği “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” sözü, Türkiye için asırlık bir tartışma konusunu yeniden gündeme getirdi. Kimi yazarlar bu sözü, Türkiye’nin “Avrupalılığının vurgulanması” ya da “Avrupa medeniyetine kabûl edilişi” olarak yorumlayıp alkışlarken, başta Bakan Kürşat Tüzmen olmak üzere, kimi çevreler de “Biz Bizans değil, Osmanlı çocuğuyuz” şeklinde bir tepki verdiler.

Türkiye’nin, Bizans’ın bir devamı olup olmadığı tartışmasına girmeden önce, üzerinde hemen hemen hiç durulmayan, Fransa’nın kendisini “Bizans’ın çocuğu” ilân etmekte ne gibi bir maksadının olduğu meselesi incelenmelidir.


Ortaçağ devlet ve cemiyetleri hakkında yapılan araştırmalarda, Batı ile Doğu arasındaki temel fark olarak kabûl edilen feodal – anti feodal ihtilâfında Ortaçağ Fransa’sı, toprakta özel mülkiyet ve asilzâdeliğe dayanan tipik bir “feodalite” örneği teşkil ettiğine göre, devletçi – merkeziyetçi klâsik Bizans düzeninin benzeri olmak şöyle dursun, ancak “antitezi” olarak görülebilir.


Ayrıca, Fransızların da içinde bulunduğu Lâtin – Katoliklerin, Bizans üzerine düzenledikleri ve tarihin kaydettiği en büyük “barbarlıklardan” biri olan Dördüncü Haçlı Seferi, bu konu etrâfında yeniden gözden geçirilmelidir.


1204’te, İslâm âlemi üzerine gönderilmek için toplanan Haçlı Ordusu, Bizans sınırına gelince hedefini şaşırmış, Ortodoks İstanbul’da büyük bir talan ve katliama girişmiştir. (1)

Tarihçi Villehardouin, Fransızların bu işgâlde –saklanan kısım haricinde- 1000.000 altın ganimet elde ettiklerini yazmaktadır. Ayrıca Frenk askerlerinin, dokuz yüz yıllık Yunan ve Lâtin edebiyatına ait kitapları dağıttıklarını ve bir kısmını yaktıklarını, böylece yalnız İstanbul’a değil, Bizans kültür ve medeniyetine de büyük darbe indirdiklerini biliyoruz. (2)

Chirac’ın, tüm bunlara rağmen, kendilerinin “Bizans’ın çocukları” olduklarını iddia etmesi, ancak Dördüncü Haçlı Seferi’nin 800. yılını idrâk ettiğimiz bu senede, Fransız Devleti’nin, İstanbul ve Şark’a karşı gecikmiş bir özrü olarak kabûl edilebilir.


Diğer taraftan, Türkiye’nin, “Bizans’ın devamı” olduğu fikri, Chirac’ın sözlerini eleştiren, Fransa Demokrasi Birliği Partisi Başkanı François Bayrou’nun iddia ettiği gibi “yeni bir tarih yorumu” değildir. (3) Tarihçi Busbec, daha 16. asırda – yani Chirac’tan dört yüz yıl önce– bâzı Osmanlı âdetlerinin Roma âdetlerinden alınmış olduğunu kaydettiği gibi, 17. asırda Pietro Della Vallé, aynı görüşü tekrar etmiş ve hatta Türklerin kendilerini Romenlerin tâkipçisi ve vârisi saydıklarını söylemiştir. (4) Daha sonraki dönemlerde de; Leunclavius, Rambaud, H. A. Gibbons gibi tarihçiler, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’nun benzerlikleri üzerinde durmuşlar, nihâyet Ch. Diehl, Avrupalı târihçilerin dillerinin altındaki baklayı çıkarmış ve şu görüşü ortaya koymuştur: “Türkler ne idâre adamları, ne de hukukçudurlar; siyâset ilmine kayıtsız; sert askerdirler; dolayısıyla İstanbul’u alarak Bizans’ı mahvettikten sonra, yeni devlet müesseselerinin ve idârî teşkilâtlarının büyük kısmını Bizans örneklerini taklit ederek kurdular.”

Görüldüğü gibi, “Türklerin medeniyet inşâ edemeyecekleri” şeklinde ırkçı bir

önyargıdan hareket eden Avrupalı târihçiler, reddedemeyecekleri Osmanlı ihtişâmını, Türk-dışı faktörlerle açıklamak için, Bizans’ın taklit edilmesine dayandırmışlardır. Chirac’ın dört asırlık bir geleneği devam ettiren sözlerini “Türkiye’nin Avrupa medeniyetine kabûl edilişi” olarak görmeye çalışmanın hiçbir tutarlı tarafı yoktur.

“Bizans’ın değil, Osmanlı’nın torunlarıyız” gibi bir savunma yapmak da abestir. (5) Çünkü, Devletler Hukuku’nda yer alan “devletin devamlılığı” prensibi gereğince, zaten “Osmanlı saltanatı” ve “Cumhuriyet” aynı devletin farklı dönemlerdeki rejimlerinin adlarıdır. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti ayrı ayrı devletler olmadığına göre (6) aralarında bir babalık – oğulluk, haleflik – seleflik ilişkisi değil, doğrudan doğruya devamlılık vardır. Sonuç olarak, yukarıda açıklanan iddialarda görülebileceği gibi, “Bizans’ın çocukları” olma isnadı da, Osmanlı döneminin reddini değil, Osmanlı öncesi tarihimizi hedef almaktadır.


Şüphesiz, hemen hemen aynı coğrafya üzerinde hüküm süren Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir benzerliği olmadığını söylemek mümkün değildir. Ancak, Fuad Köprülü’nün “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” (7) ve “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” adlı eserlerinde ispat ettiği üzere, Osmanlı müesseselerinin kaynaklarını öncelikle selefleri olan Anadolu Selçuklu, Büyük Selçuklu Devletleri ve genel Türk – İslâm medeniyeti çerçevesi içinde aramak gerekmektedir. (8)

Devlet-i Aliyye’nin 400 çadırlık bir aşiretten doğduğu gibi hikâyelere itimat edilecek olursa, elbette bir çadır halkının medeniyet inşâ edemeyeceği gerçeği, bizi, Türklerin Bizans’ı taklit ettikleri gibi çok yanlış bir noktaya sürükleyebilir. Hâlbuki 1071 Malazgirt Savaşı’ndan itibaren Anadolu’yu “Türklerin işgâli altında bir memleket sayan” Garp âlemi için bile “XIII. asır Anadolu’su sadece Turquie’dir.”(9) İşte Osmanlı Devleti de, diğer Türkmen Beylikleri gibi, bu asrın sonlarında, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir kolu olarak ortaya çıkmıştır.

Osmanlıların, daha Bizans hududunda küçük bir beylik hâlindeyken, bir meşruiyet kaynağı olarak, kendileriyle aynı mıntıkada devlet kuran ilk Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’ı ataları saydıklarını biliyoruz. (10)

Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1075’te İznik’i fethetmiş ve devletinin başkenti yapmıştır. (11) İki çeyrek asır sonra İznik’i kuşatma altına alan Osman Gâzi’nin, Süleyman Şah’tan “dedem” diye bahsetmesi (12) Osmanlı Devleti’nin mânen Anadolu Selçuklularının devamı olduklarını ispat etmeye yeterlidir.

Son olarak, Bizans’tan alındığı iddia edilen Osmanlı müesseselerinin, Türk – İslâm devlet geleneği içindeki yerlerini, teferruata girmeden, Fuad Köprülü’den aktaralım:

Vezir-i Azamlık: Abbasî İmparatorluğu’ndan başlayarak, hemen bütün İslam devletlerinde vezirlik müessesesi mevcuttur. Büyük Selçuklular’dan Anadolu Selçukluları’na ve Anadolu Selçukluları’ndan da Osmanlı Devleti’ne geçmiştir.

İki Beylerbeylik: İlhanlılar’da, Altın Ordu Devleti’nde ve Memlûkler’de görülmüştür. Anadolu Selçukluları’nda da vardır ve oradan Osmanlılar’a geçmiştir.

Kadıaskerlik: Memlûk ve Eyyûbî Devletleri’nde var olan kadıaskerlik müessesesi, Anadolu Selçukluları’nda ve 15. asrın başlarında Karamanoğulları’nda da görülmüş, oradan Osmanlı Devleti’ne geçmiştir.

Reisülküttaplık ve Nişancılık: Büyük Selçuklular’dan Anadolu Selçukluları’na ve nihâyet Osmanlı Devleti’ne geçmiştir.

Defterdarlık: Fatımîlerde, Abbasîlerde, Samanîlerde, İran Moğol Devleti’nde, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri’nde var olan bu müessese, Osmanlılar’a da aynı kaynaktan geçmiştir.

Kaptanpaşalık: Osmanlı Bahriyesi, daha 14. asrın sonlarında Menteşe, Aydın ve Saruhanoğulları Beylikleri’nin bu husustaki ananelerine vâris olmuştur. Bu müessesenin de temeli Anadolu Selçuklularında mevcuttur.

Hadım Ağaları: Abbasîler’den başlayarak tüm İslâm – Türk saraylarında devam etmiştir.

Çavuşlar: Nizamülmülk’ün meşhur Siyasetnâme’sinden, Sultan Alp Arslan’ın sarayında çavuşlar olduğunu öğreniyoruz. Harizmşahlar’da, Memlûkler’de ve Anadolu Selçuklu Devleti’nde de var olan çavuşluk müessesi, oradan Osmanlılar’a geçmiştir.

Vergiler: Osmanlı vergi sisteminin kökleri de, Anadolu Selçuklu ve İlhanlı Devleti’nde mevcuttur.

Tımar Sistemi: Bizans’taki pronia uygulamasının taklidi olduğu iddia edilen tımar sistemi, aslen Büyük Selçuklu Devleti’nde Nizamülmülk devrinden beri devam eden ve oradan Anadolu Selçukluları’na geçen iktâ usûlünün devamıdır.

Ordu Teşkilâtı: Diğer Türk – İslâm Devletlerinden; Samanîler, Gazneliler, Büyük Selçuklular, Memlûkler ve Anadolu Selçukluları modelinde oluşturulmuştur.

İmparatorluk ve Hâkimiyet Anlayışları: Emevî ve Abbasî gibi ilk İslâm Devletleri’nden Büyük Selçuklular’a, oradan Anadolu Selçukluları’na ve nihâyet Osmanlı Devleti’ne intikâl etmiştir.

Hilâl Meselesi: Günümüzde İslâm’ın sembolü olarak kabûl edilen Hilâl, Sasanîler zamanında İran’da kullanılmıştır. Selçuklu, Harizmşah ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne ait tarihî ve edebî kaynaklarda “Mahçe” adıyla mevcuttur. Karahanlı, Büyük Selçuklu ve Selçuklular’a halef olan bir takım küçük devletlerin ve ardından İlhanlılar’ın sikkelerinde de görünmektedir. Eski İslâm devletlerinden Fatımîlerin bayraklarında Hilâl resmi bulunmaktadır. Ayrıca, Afganistan’da hüküm sürmüş bâzı Türk ve Karluk emirlerinin sikkelerinde dahi Hilâl ve yıldız resimlerine tesadüf edilmiştir.

Diğer İdari Müesseseler: Osmanlı Devleti, 14. asırda kendi idarî müesseselerini kurmak mecburiyetinde kalınca Selçuklu – İlhanlı – Memlûk müesseselerini bir örnek olarak karşısında bulmuştur. İlk Osmanlı bürokrasisi, daha 14. asırda tamamen Türk ve Müslümanlardan meydana getirilmiştir.

Saray Adetleri: Bizans dâhil pek çok doğu sarayının ortak âdetlerinin tesirleri vardır.

Maddi Medeniyet ve İktisadi Hayat: Bu sahada Bizans tesirinin olduğu muhakkaktır ama Osmanlıların doğrudan Bizans’tan mı etkilendikleri, yoksa Selçukluların Bizans’tan etkilenip, aynı gelenekleri Osmanlı Devleti’ne mi intikâl ettirdikleri tam manâsıyla tespit edilememiştir.


Görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti, tarihteki köklerine tamamen sâdık kalarak teşekkül etmiştir.

Türk – İslâm devletlerindeki bu müesseselerin benzerlerinin Bizans’ta da var olması, ancak Ortadoğu cemiyetlerinin ortak vasıflarına delil olarak gösterilebilir.

Batılıların 1204’te imhâ ettikleri düzeni, 1453’te Türkler ihyâ etmişlerdir. Bir Bizanslı’nın “İstanbul’da Lâtin külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim” sözünün sebebi, burada aranmalıdır.

Dipnotlar:

(1) Bu işgâlde, şehrin üçte ikisi baştan başa ateşe verilmiş, Bizanslılar, ırzlarını korumak için kızlarının yüzünü çamurla sıvamak mecburiyetinde kalmışlar, imparatorların kabirleri dâhil her yer açılıp yağmalanmış, hattâ aşağılama maksadıyla Ayasofya Kilisesi’nde Ortodoks Patriği’nin makâmına bir fahişe oturtulmuştur. (Kaynak: Raşid Erer’in “Türklere Karşı Haçlı Seferleri” kitabından aktaran: Hayat Ansiklopedisi, III. cilt – Dördüncü Haçlı Ordularının İstanbul’u Yağma Etmeleri)

(2) A.g.e

(3) Türkiye’nin AB üyeliğine şiddetle karşı çıkan Bayrou “Chirac yepyeni bir tarih yorumu yaptı. Bizans tarihi, Türkiye’nin Avrupalılığını göstermez, gerçek bunun tam tersidir” demiştir.

(4) Fuad Köprülü – Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Kaynak Yayınları

(5) Köprülü’nün belirttiği gibi, “Etnik değil, sadece politik bir tâbir olan Osmanlı kelimesi, eski vak’a-nüvislerde dâimâ “devlet hizmetinde bulunan ve devlet bütçesinden geçinen hâkim ve müdir sınıf” mânasını ifade eder.” Bu yönden düşünülecek olursa, Sayın Kürşat Tüzmen’in “Osmanlı” olduğu elbette doğrudur.

(6) Cumhuriyet’in ilk yıllarında vurgulanan “Yeni Türkiye” kavramı, bazı yanlış anlaşılmalara neden olmuştur; hâlbuki bu kavram, yeni bir devletin kurulduğunu göstermez. (Fikret Başkaya – Yediyüz, Ütopya Yayınları) Aynı kavram, Tanzimat’tan ve bilhassa II. Meşrutiyet’in ilânından sonra da “devletin yeni bir döneme girmesi” manâsında sık sık kullanılmıştır. (Aykut Kansu – 1908 Devrimi, İletişim Yayınları) Geçtiğimiz senelerde, cumhuriyetin 75. yılı ile Osmanlı Devleti’nin 700. yılının, devletin resmî makamlarınca ard arda kutlanmasının, bu alandaki tartışmalara son vermiş olduğuna inanıyoruz.

(7) A.g.e, Ötüken Neşriyat, İstanbul

(8) Kaldı ki, merhum Fuad Köprülü’nün bu eserleri yazdığı senelerde Anadolu Selçuklu tarihi henüz çok az bilinmekteydi. (Bu konuda kapsamlı bir araştırma: Osman Turan – Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul)

(9) Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu

(10) Halil İnalcık – Osman Gazi’nin Nicea Kuşatması ve Bapheus Muharebesi, çeviren: Nurcan Abacı (Osman Gazi ve Dönemi, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yayınları) Ayrıca: Sencer Divitçioğlu – Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu, YKY

(11) Osman Turan, Süleyman Şah’ın İznik’te kurduğu devletin, “gâzi sınır devleti” geleneğinin doğmasına neden olduğunu söylerken, Sencer Divitçioğlu’na göre de İznik, Anadolu Türklüğünün Ötüken’i olmuştur. Aynı şekilde Halil İnalcık, “Erken Osmanlı geleneklerindeki Süleyman Şah’ın Osman Gazi’nin atası olduğu iddiası, yüzlerce yıl yaşayan böylesi bir geleneğin kanıtı olarak kabul edilebilir” düşüncesini paylaşmaktadır.

(12) Aşıkpaşaoğlu Tarihi (çeviren: Nihâl Atsız, M.E.B, İstanbul)

Kaynak: www.hisargazetesi.com
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TARİH ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com