EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

"Bu Ülkenin KararlarI ve iradesi Bu Ülkeden Tanzim edil

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Mar 03, 2008 1:20 am    Mesaj konusu: "Bu Ülkenin KararlarI ve iradesi Bu Ülkeden Tanzim edil Alıntıyla Cevap Gönder

AKP TURHAN ÇÖMEZİ NEDEN İHRAÇ ETTİ ?
28 Şubat 2008


Söz konusu “kesin ihraç” talebinin gerekçesi; “Basın yayın araçları ile parti yöneticileri, üyeleri veya tüzel kişiliği hakkında kamuoyu önünde gerçek dışı haber yaymak, iftira atmak, hakaret, küçük düşürücü beyanlarda bulunmak” ibaresiyle ifade edilemeye çalışıldı.AKP’nin işbirlikçi politikalarına parti içerisinden kafa tutan, halkın menfaatleri için samimi olarak bir şeyler yapmaya çalışan, Tayyip’in parmak kaldırma memuru olmayı reddederek, parti içindeki anti-demokratik yönelişe karşı duran ve de en önemlisi AKP içinde anti-emperyal bir ses olarak sivrilen Turhan Çömez’in, AKP içinde 1 Mart tezkeresine “hayır” diyen grubun önde gelenlerinden olması da hafızalardaki tazeliğini koruyor.Son olarak Haftalık Baran Dergisi’ne verdiği röportajda AKP’nin “yamuk”larını kıyasıya eleştiren Çömez’in, bu röportajın akabinde parti disiplin kuruluna sevk edilmesi de dikkat çekici bir başka yön…Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi ve Türkiye’yi Amerikan ve İsrail direktifleri doğrultusunda yönetmek istemesi karşısında parti içinden yükselen seslere olan tahammülsüzlük her geçen gün artmakta… Tayyip’in, AKP ve ülke içindeki faklı seslere tahammül edemeyen gerçek yüzü, her geçen gün daha bir açık olmakta… Ülkede her şey her geçen gün daha da kötüye giderken, Tayyip’in hadiseler karşısındaki tahammülsüzlüğü ve öfkesinin de arttığına şahit olmaktayız.Kurulurken Parti içi demokrasi vurgusu yapan ve lider sultasına isyanı kendi özgürlükçü kimliğinin bir yansıması olarak takdim eden AKP’nin doğruları söyleyen böylesine kıymetli bir şahsiyeti partiden uzaklaştırması, Sayın Çömez’in değil, olsa olsa AKP’nin kaybı olur.

İŞTE BARAN'DAKİ O RÖPORTAJDAN BAZI AYRINTILAR !


AKP Eski Milletvekili Opr. Dr. Turhan ÇÖMEZ: Bu Ülkenin Kararları ve İradesi Bu Ülkeden Tanzim Edilmeli

Röportaj: Av. Ali Rıza Yaman - Cumali Dalkılıç


Turhan Bey “açıkistihbarat”a yazdığınız bir yazının başlığı “Türkiye müstemleke mi” idi... “Türkiye müstemleke mi”?

Bu sorunun cevabını ben değil, toplum vermeli. Eğer Türk toplumu Türkiye’nin “müstemleke mi, değil mi” sorusuna cevap aramaya başlarsa, o zaman bu süreç hayırlı bir noktaya gidiyor demektir. Bu soruyu sokaktaki vatandaşa sorarsanız, bir çoğu buna yorum yapamayabilir. Elit ve entellektüel zümrelere sorarsanız, bir kısmı “evet müstemlekedir” diyebilir, bir kısmı da buna şiddetle reaksiyon gösterebilir. Ama eğer bir ülke tam bağımsız değilse, bunun kimler tarafından, iç ve dış politikasının yönlendirildiğinin de sorgulanması lazım. Ben o yazımda münferid bir olay nedeniyle yapılan hataları, kamuoyunun tartışmasına havale ettim ve en azından dikkatlerin bu noktaya çekilebilmesi için böyle bir soruyu kamuoyuna yönelttim.

Peki, Türk Amerikan ilişkileri çerçevesinde bu soruyu tekrar sorarsak “Türkiye müstemleke mi” Mesela televizyona verdiğiniz bir mülakatta Yaşar Yakış’ın 1 Mart tezkeresi öncesinde “Bağdat’a ilk bomba düşer düşmez paramızı isteriz” lafını bir çok kere ifade ettiniz. Ki o dönemde siz milletvekiliydiniz... 1 Mart tezkeresine yakînen şahidlik ettiniz. O süreci ve devamın, ve bu çerçevede “müstemleke” meselesini tekrar sormak istiyoruz.

Amerika’yla Türkiye’nin ilişkileri 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren başlamıştır. Kurtuluş mücadelesinde de bu ilişkiler belli boyutlarda devam etmiştir. İnönü iktidarı ve daha sonraki dönemlerde de Türk-Amerikan ilişkileri farklı boyutlara tavil edilmiştir. Özellikle Türkiye’nin Kore Savaşı’nın ardından NATO’ya dahil edilmesiyle beraber Türk-Amerikan ilişkileri bambaşka bir hüviyete kavuşmuştur. Bugün maalesef Türk-Amerikan ilişkileri benim arzu ettiğim düzeyde değildir. Ben bu “ilişki”nin, iki ülkenin ulusal çıkarlarını eşit plânda değerlendirebilen bir vizyonda ele almayı tercih ederdim. Bu ilişkilerin bir amir-memur ilişkisi gibi değil; iki, eşit statülü dost ve müttefik ülke olarak değerlendirilmesini tercih ederdim. Ama ne yazık ki bu ilişkiler bugüne kadar hep birilerinin kaybı, birilerinin kazancı üzerine bina edilmiş ve Türkiye bu ilişkiler boyutunda bir çok noktada arzu ettiği, beklediği şeyleri alamamıştır.


Yine Irak Savaşı’nın başladığı vakit, siz bir Milletvekili olarak Irak’ta bulundunuz. Uzun bir müddet bulundunuz. Yine kendi ifadenizle “kucağınıza birçok çocuk öldü.” Ve bu ölümlere Adalet ve Kalkınma Partisi bir mânâda destek verdi, tezkereye destek vererek... Bu hususta ne diyeceksiniz?

Tabi ben, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne mensub arkadaşlarımın böyle bir vahşete onay verecekleri kanaatini taşımıyorum. Onların önemli bir kısmının bu konuda samimi olduğuna inanıyorum. Fakat netice itibariyle, Amerika’nın bugün Irak’a yaptığı işgalin faturası birmilyon ikiyüzbin kişinin hayatını kaybetmesidir, beş milyon çocuğun öksüz ve yetim kalmasıdır, iki milyon ailenin evini-barkını terketmesidir, birbirine düşman olmuş toplumların oluşturulmasıdır ve uzun yıllar istikrara kavuşamayacak olan bir Irak coğrafyasıdır. Bunu da Amerika “barış” adına, “demokrasi” adına, “özgürlük” adına yapmıştır. Irak’ta yaşananlar, Amerika’nın emperyal yaklaşımının, işgalci tavrının bir neticesidir. Ben 1 Mart tezkeresine ısrarla tavır koydum. Amerika’nın bu noktadaki taleplerine olmulu cevap vermek, ne Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla örtüşür, ne de bu coğrafyadaki sorumluluklarımızla bağdaşır dedim. Türkiye eğer böyle bir işgale zemin hazırlayacak anlayışa imza atarsa Amerikan askerlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde konuşlanmasına müsaade ederse, Ortadoğu coğrafyasında dört asır huzura, barışa ve istikrara imza atmış bir neslin torunları olarak geçmişimize haksızlık etmiş oluruz. Bu coğrafyadaki kardeşlerimize haksızlık etmiş oluruz. İnançlarımıza, niyetlerimize ve düşüncelerimize haksızlık etmiş oluruz dedim.

Irak’ta yaşanan savaşa şahitlik eden birisi olarak, direnişin ve Amerika’nın oradaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Tabi olaya nereden baktığınıza bağlı...Amerika bu coğrafyaya kendi ifadesiyle “barış”, “zenginlik”, “huzur”, “demokrasi” ve “istikrar” getirmek için gelmiştir. Bunun adına da Büyük Ortadoğu Projesi demektedir. Sayın Başbakan da bu projenin eş başkanı olmakla kendisini kamuoyuna takdim etmektedir. Geçtiğimiz dönemde Dışişleri Bakanlığı’na verdiğim bir soru önergesinde de Büyük Ortadoğu Projesinin misyonu böyle tanımlanmıştır. Fakat netice itibarıyla gelinen noktada Irak’ta ayrışma vardır, kan vardır, gözyaşı vardır, hüzün vardır, fakirlik vardır, yoksulluk vardır. Ve bunun da müsebbibi bu coğrafyayı işgal eden güçlerdir. Bu itibarla Amerika’nın bu topraklardaki niyetinin yeniden sorgulanması ve Türkiye’nin dış politik vizyonunun buna göre tanzim edilmesi lazım. Büyük Ortadoğu Projesi bir medeniyet projesi değildir. Büyük Ortadoğu Projesi Ortadoğu halklarını tasnif etmek, küçük şehir devletçikleri oluşturmak ve bu devletçiklerin halklarını birbirine düşman etmek ve Irak’ı parçalara ayırma projesidir. Büyük Ortadoğu Projesi Iraktaki yeraltı zenginliklerinin küresel sermayeye tahsis edilmesi projesidir. Büyük Ortadoğu Projesi Irak’ta bir Sünni-Şii çatışması tetiklemek ve bu çatışmanın ardından halkları birbirine düşman etme projesidir. Büyük Ortadoğu Projesi K. Irak’ta İsrail’le stratejik müttefik bir Kürt devleti kurulması projesidir. Tüm bunları alt alta koyduğunuz zaman Türkiye’nin Irak politikalarının bugün geldiği noktayı ve yarın gidebileceği muhtemel noktayı da tartışmak gerektiğini düşünüyorum.

Siz Lübnan’a asker gönderilmesine de karşı çıktınız. Ve yine o dönemde savaş çıktığı vakit orayı ilk ziyaret eden ender insanlardan birisiniz. O süreci kısaca da olsa bize anlatabilir misiniz ?

Ben Lübnan’da yaşanan İsrail-Hizbullah Savaşı’nı Amerika-İran savaşının bir öncü savaşı olarak değerlendirdim. Benim olaya bakışım şuydu ben, Irak’taki savaşı da yaşamış birisiyim, Lübnan’daki savaşı da yaşamış birisiyim. İsrail sahip olduğu dar coğrafya münasebetiyle yeterince etkin hava savunma sistemlerine sahip değil. 1991’de Saddam Hüseyin’in attığı Scud füzelerinin hemen hemen tamamı İsrail topraklarına düştü. Yine hatırlayacaksınız, Hizbullah-İsrail savaşında Hizbullah’ın attığı Katyuşa füzelerinin de önemli bir kısmı İsrail topraklarına düştü. Bu itibarla İsrail’in hava savunma sistemlerinin kendini korumaya yeterli olmadığını teknik olarak söylemek mümkün. Geçtiğimiz dönemde İran önemli bir güç haline geldi. Uzaya uydu fırlatan, 2000 km menzilli füzeleri üreten, insansız uçak yapan, denizaltılarını ve F-5 savaş uçaklarını kendi kabiliyetiyle yapabilen bir ülke haline gelmiştir. Tüm bunlara baktığınız zaman Ortadoğu’daki denklemi ve dengeleri değiştirebilecek bir güç merkezi haline gelmiştir. 1957 yılında yine Amerika’nın katkısı ve desteğiyle Yeşil Kuşak projesi gereği başlatılan nükleer program bugün İran için önemli bir mesafeye gelmiştir. Amerika’nın ve İsrail’in en büyük korkusu, bu az önce de anlattığım hava savunma sistemlerinin coğrafi koşulları gereği yetersiz olmamasından hareketle İran’ın Şahap-2 ve Şahap-3 füzelerinin başına bir nükleer başlık takabilme kapasitesidir. Böyle bir kapasite Ortadoğu’daki bütün dengeleri değiştirecek ve özelliklede 5700 yıllık Yahudi ideallerini önemli ölçüde kesintiye uğratabilecek bir projedir. Bu bakımdan İran’a yapılabilecek bir operasyonun öncesinde K.Irak’ta Amerika’nı stratejik askeri üsleri oluşturulmaya başlanmış, bu arada İsrail için tehdit olabilecek Hizbullah izole edilmiştir. İsrail-Hizbullah savaşında İsrail bana göre cephede savaşı kaybetmiştir. Ama cephede kaybedilen savaş, “Birleşmiş Milletler Barış Gücü” adı altında masada İsrail’in lehine çevrilmiştir. Bunu da “Barış Gücü” adı altında gönderilen askerlerle, Lübnan’ın güneyinde yani Beyrut’la Litani Nehri arasına gönderilen “Barış Gücü” askerleriyle yapılmıştır. Gönderilen “Barış Gücü” askerleri Lübnan’ın barışı ve istikrarı için değil, İsrail’in güvenliği için gönderilmiştir. Bunu o zaman da söyledim bugün de söylüyorum. O zaman Sayın Başbakan, “Ortadoğu’da masada olacağız, dengeleri gözeteceğiz ve bu askerleri Lübnan’ın istikrarı için gönderiyoruz” demişse de, ben bunun böyle olmadığını o zaman da ifade ettim, bugün de böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. Lübnan büyük bir kaosun eşiğindedir ve bana göre İran’a yapılabilecek bir operasyonun öncü adımları da İsrail-Hizbullah savaşıyla atılmıştır.Bu noktada, Sayın Cumhurbaşkanı’nın o dönemlerde şöyle bir sözü olmuştu “Filistin’in tapusu hâlâ bizde” gibi bir açıklaması olmuştu.

Gerek Sayın Abdullah Gül’ün bu sözü, gerek Filistin Başbakanı’nın Türkiye’ye gelişini, daha sonra parti genel merkezinin arka kapısından alınışını ve sahiplenilmeyişini, daha sonra sahiplenilişini, o süreci siz yakînen takip eden birisi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Bugün Filistin’de gözyaşı akıyor. Gazze kapısı ne yazık ki Mısır’ın da tavrıyla kapatılmıştır. Bugün Gazze bir açık hava hapishanesi hâlindedir. Elektriği yoktur, suyu yoktur, temizliği yoktur, eğitimi yoktur ve insanlar yokluk içerisinde bir sürece mahkûm edilmiştir. Sadece orada da değil, Batı Şeria’da da durum vahimdir. Gazze ve Batı Şeria arasında iletişim maalesef yapılamamaktadır. Batı Şeria’da, özellikle Nablus ve Ramallah’da devam eden operasyonlar vardır. Oradaki halkın da durumu son derece vahimdir. Ben o coğrafyayı karış karış gezdim. Batı Şeria’da bir doktor görevine İsrail’in kurmuş olduğu barikatlat ve kontrol noktaları münasebetiyle ancak sekiz saatte gidebilmektedir. Bu kontrol noktalarında pek çok insan sağlık sorunları yaşamaktadır. Açıkçası bu coğrafyada şu an ciddi dramlar yaşanmaktadır. Eğer Sayın Başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı bu coğrafyayı dört asır huzurla yönetmiş bir neslin torunları olarak, elinde bu coğrafyanın tapusunun olduğundan bahsediyorsa gereğini yapmalıdır. Umarım Barak’ın yapmış olduğu ziyarette de bunun gereği için adımları atmışlardır..Tüm bu anlattıklarınıza bire bir ilintili olarak “Ilımlı İslâm”, “Medeniyetler İttifakı” projesi ve bu süreçte bu projelerde AKP’nin rolünü size sormak isteriz.Ben bir dinin renk tonlarına ayrılmasını ve ısı derecesinin küresel güçler tarafından tanzim edilmesini son derece yanlış buluyorum. İslâm’a misyon biçmeye, onu tanımlamaya, onu dizayn etmeye ve onu dünyaya farklı bir din olarak takdim etmeye hiç kimsenin ne cüreti olabilir ne de hakkı olabilir. İslâmiyet Allah tarafından indirilmiş mukaddes bir dindir ve bu dinin sahibi yüce Allah’tır. Küresel oyun kurucular eğer belli coğrafyalardaki emellerini hayata geçirmek için İslamiyet’i renk tonlarına ve derecelere ayırmaya kalkarlar ve bununla ilintili olarak siyasal iktidarlar tanzim etmeye kalkarlarsa bunun sonu hüsran olur. O bakımdan ben İslâmiyet’in az ılımlı, çok ılımlı, koyu veya açık olarak tasnif edilmesini doğru bulmam. Böyle projelerin mimarlarının da okyanus ötesinden bu çabalarını sağlıklı ve iyi niyetli bulmam.

Ekonomiye dair yapmış olduğunuz açıklamalar var. Milletvekiliyken de dikkat çeken bir isimdiniz. Türkiye’nin ekonomik durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz Özellikle AKP hükümeti döneminin ve şu anki dönemin…

Mevcut hükümet kendine özgü bir ekonomik model ve Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak bir ekonomik reform ne yazık ki yapamadı. IMF’nin, küresel sermayenin, Dünya Bankası’nın Kemal Derviş eliyle üretmiş olduğu politikaları uygulayan birer teknisyen gibi davranmak durumunda kaldı. Ve Türkiye maalesef 2002’den bugüne çok ciddi kan kaybetti. 2002 yılında bu ülkenin 220 milyar dolar olan iç-dış borcu bugün 440 milyar dolara çıkmıştır. 2002 yılında 1.7 milyar dolar olan cari açık bugün 40 milyar dolara çıkmıştır. 2002 yılında 10 milyar dolar olan dış ticaret açığı 65 milyar dolara çıkmıştır. 2002 yılında toplumun bankalara olan toplam borcu 2 milyar YTL iken, bu borç bugün 98 milyar YTL’ye yükselmiştir. Bu esnada hükümet elinde ne var ne yok satmış, pek çok Kamu İktisadi Teşekkül’ünü yabancılara devretmiş, yine TMSF marifetiyle birçok tahsilâtları yapmıştır. Bir esnaf şöyle düşünse; beş yıl içerisinde borcunu ikiye çıkartmış, elinde ne var ne yok gayrimenkulünü satmış ve cebinde kalan üç beş kuruşla da “bakın ben ne kadar zenginin ve rahatım” demiş olsa, bunu bir ekonomik başarı olarak addetmesi mümkün mü Türkiye’nin kendine özgü yepyeni bir ekonomik model üreterek yoluna devam etmesi lazım. Bu ülkenin insanları çalışkan, bu ülkenin toprakları bereketli, bu ülkenin medeniyet birikimi, bu ülkenin inanç değerleri son derece zengin. Türkiye, bulunduğu coğrafyanın kendine yüklediği misyonları, riskleri, tehditleri, fırsatları, avantajları masanın üzerine koyup yepyeni bir yol haritası koymalı. Ve ekonomide üreten, verimli, daha az maliyetli, daha kaliteli ürünlerle dünya piyasalarına girecek yepyeni üretim modelleriyle yoluna devam etmeli. Aksi takdirde sürekli borçlandırılarak ipotek altına alınmış bu yapı, elindekileri aynen Duyun-u Umumiye gibi haraç mezat başkalarına devreden bu yapı, aynen Osmanlı’nın yıkıldığı dönemdeki Galata bankerleri gibi bu ülkeyi istila eden yabancı bankalarla, yabancı sigorta şirketleriyle, borsayı istila eden sıcak yabancı parayla istikbalini kurtaramaz ve bunun bedelini toplum çok ağır olarak öder.

AKP dönemindeki iktidar-medya ilişkilerini sormak isteriz, nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Türkiye’de iktidar-medya ilişkileri hep belli bir perspektifte yürümüştür. Geçen dönemde de, bu dönemde de bu ilişkiler ne yazık ki bu perspektife göre dizayn edilmiştir. Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için seçimlerinin hür olması lazım. Parlamentosunun hür tanzim edilebilmesi lazım. Sokağının hür olması lazım, üniversitesinin hür olması lazım, sivil toplum kuruluşlarının hür olması lazım ve en az b unlar kadar önemli medyasının hür olması lazım. Bugün siz medyanın içinden gelen bireyler olarak, medyanın ne kadar hür olduğunu benden iyi bilen isimlersiniz......Toplum, kamuoyu sizi sosyal hadiselere olan duyarlılığınızla tanıyor. Özellikle geceleri çocuk bakımevlerine yapmış olduğunuz baskınlarla tanıdı. Onlar vahim hadiselerdi şüphesiz fakat başka vahim hadiselerden birisi de sizim parti tarafından tâbi tutulduğunuz muamele. Bir yanlışa dikkat çekmek adeta suç haline geldi, en azından bize öyle yansıdı. Turhan Çömez bir yanlışa dikkat çektiği için parti içinde yargılandı gibi bir durum doğdu.

Hem Nimet Çubukçu’yla yaşanan tartışmaları hem Türkiye’deki sosyal hizmetlerin şu anki konumunu, hem de parti içerisindeki demokrasiyi size sormak istiyoruz.…

Türk siyasetinin kurgulanış biçimi ne yazık ki demokratik teamüllere ve beklentilere uygun değil. Yaşanan sorun sadece Ak Parti’nin değil, tüm siyasi partilerin sorunu. Bu ülkede parti içi demokrasi olmadığı takdirde, siyasi partiler ve seçim yasası değiştirilmediği takdirde demokrasinin tüm kurum ve kurallarının sağlıklı bir şekilde çalışmasından bahsetmek mümkün değil. Açıkçası, ortak akıl, halkın yüreğine ve gönlüne bakan milletvekilleri, sadece milletten yana tavır alan bir siyaset kurumu ve siyasal ahlaka uygun bir kurumsal kültür tesis edilmediği takdirde lider sultası bu ülkede devam eder, gider ve bu ülkede kendilerine liderlerin biçtiği kadere razı olur. Ben hiçbir zaman koltuk hesabı yapmadım. Hiçbir zaman rant hesabı yapmadım. Sadece ve sadece inandığım gibi siyaset yaptım. Okuma yazma bilmeyen bir ananın evladıyım. Anası başörtülü, babası kasketli bir çiftçi ailesinin çocuğuyum. Çamurun içerisinden çıktım, yokluğu da bilirim. Ve beni çamurun içerisinden çıkartıp, önce doktor sonra da milletvekili yapan bu asil millete benim vefaborcum var, sadakat borcum var, hizmetkâr olma vebalim var. Ona göre davrandım ve inandığım gibi de siyaset yaptım. Asla pişman değilim.…

Nimet Çubukçu’yla yaşamış olduğunuz tartışmayı tekrar size sormak isteriz.?

Şahıslar üzerinden tartışmayı çok doğru bulmam. O dönemde de Sayın Çubukçu’yla ilgili şahsi bir kavgam ve tartışmam asla olmadı. Ama benim bir milletvekili olarak şunu sorgulama sorumluluğum vardı. Ziyaret ettiğim bir çocuk yurdunda o gece eğer 33 tane yavru kayıpsa, bunun kaybolduğunun tutanağını bu kurumun yetkilileri imza altına almışsa o yavruların nerde olduğunu sormak benim üstüme vebaldir. O dönemde 1400 tane yavru Türkiye genelinde kayıp ve kaçak vaziyetteydi. Birileri bana diyorsa “Sen bunu sorgulama, bu işin üstüne gitme, senin üstüne vazife değil” diyorsa o zaman benim yerime başkalarını bulacaklardır. Zaten öyle yaptılar.

ana haber.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com