EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İstiklal Mahkemeleri

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Şub 13, 2010 12:23 am    Mesaj konusu: İstiklal Mahkemeleri Alıntıyla Cevap Gönder

Bir paşa öldürdü, İstiklal Mahkemesi’ne başkan oldu!
Mustaf Armağan
11 Aralık 2011



Gazetelerde bir haber: “Hatay’ı Fransızlardan 7 milyon franga satın aldık.” Haydi bakalım gelsin yorumlar: “Vay canına, demek ki yakın tarih bilgilerimiz külliyen yalanmış.
Biz de Hatay’ı bileğimizin hakkıyla kurtardığımızı zannediyorduk. Meğer neymiş?”
Körlerin fili tarifinden farkı yok bunun. Eline ‘belge’ geçiren ortalığa fırlayıp basıyor manşeti. Gerçek kimin umurunda? Ama gerçeğin birilerinin umurunda olması lazım. Jose Saramago’nun “Körlük” adlı romanındaki gibi çoğunluğun kör olduğu bir yerde birilerinin gördüklerini söylemesi şart..
Hadi ben dahasını söyleyeyim: Fransızlara verdiğimiz para 7 milyon frank değil, tam 35 milyon franktı! Ancak kimse Fransa’ya verilen bu paranın mahiyetini sormuyor.
Ben sordum. ‘Hatay uzmanı’ denilince akla ilk gelen isim olan Mehmet Tekin, Fransa’ya üç taksitte ödenen 35 milyon frangın Hatay’ın satış bedeli olmadığını, bunun oradaki Fransız yatırım ve tesislerinin karşılığı olarak ödendiğini söyledi. Tekin’e göre ilk taksitte 3 milyon frank ödenmiş, arkasında 25 milyon franklık bir ödeme gerçekleştirilmiş. Son taksit 7 milyon franktır ki, gazetecimizin bulduğu belge de bununla ilgilidir.
Türkiye’de tarih neden bu kadar gazetelere düşüyor? Tarihçiler arasındaki teknik bir tartışma olarak kalması gerekirken, neredeyse bütün kamuoyunun tarihî konularla bu denli ilgili olması tuhaf gerçekten de.

İskilipli Atıf Hoca’nın eşine idamından 40 gün kadar önce yazdığı son mektup: “İnşaallah yakın zamanda kavuşuruz. Size bir sepet elma gönderdim.” diyor.

Bunun açıklamasını ben tarihin yıllarca bastırılmasında görüyorum. Kemalist tarihin efendi anlatı olarak topluma dayatıldığı uzun bir tek eksenli tarih eğitiminden günün birinde nasıl olsa çıkacaktık. Bu çıkış, 1950′lerde ümit verici gelişmeler gösterdi. Yasak olan hatırat yayınlamak serbest hale geldi. Ali Fuat Cebesoy gibi Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından biri bile “Milli Mücadele Hâtıraları”nı ancak Demokrat Parti döneminde yayınlatabildi. Turgut Özal döneminde beliren rahatlama ikinci adım oldu. 28 Şubat postmodern darbesi Kemalist (yoksa “Kamalist” mi demeliydik?) tarihi diriltmeye yönelik son çabalayıştı.
Artık Post-Kemalist dönem başlamıştır ve bu dönemin en çarpıcı simgesi, Dersim katliamının kamuoyunun önüne serilmesi ve gözlerin Tek Parti döneminin karanlıklarını daha iyi görmeye başlamasıdır.
Yaşadığımız olay, “bastırılanın geri dönüşü”dür ve bu sürecin henüz başlarında bulunuyoruz. Arkası gelecek. Birilerinin korkuları bundandır. Bu süreçte İstiklal Mahkemesi’nin başına cinayet işleyen birinin getirildiğini de tartışarak öğreneceğiz.
Meclis’te cümle alemin gözü önünde Deli Halid Paşa’yı vuran, bunu da mahkemede itiraf eden ama nasılsa beraat ettirilen Kel Ali, sadece bir yıl sonra İstiklal Mahkemesi’ne üstelik “Başkan” atanmıştı. Katillerin hakimlik yaptığı bir dönemdi o.
İşte o sözde hâkimin torunu Osman Paksüt tartışmalar üzerine bir açıklama yapmış: Güya İskilipli Atıf Hoca şapka kanununa muhalefetten değil de, vaktiyle Teali-i İslam Cemiyeti’nin yayınladığı Milli Mücadele aleyhtarı beyannameye imza attığı için idam edilmiş.
Hukuk, delil demektir. Açarsınız en önemli hukukî belgeler olan iddianame ve kararı, görürsünüz neden idam edildiğini. Diyeceksiniz ki, İstiklal Mahkemeleri’nin arşivi henüz açılmadı. Evet, henüz açılmadı ama bundan 18 yıl önce, 1993′te İşaret Yayınları İstiklal Mahkemesi tutanaklarını bastırdı. Hem de Osmanlıca orijinaliyle birlikte.

İskilipli Atıf Hoca mahkeme sırasında Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya (hani şu Afyon’da heykeli yapılan ‘kahraman’) ve diğer heyet üyelerinin yönelttiği suçlamaları sırasıyla çürütürken, laf dönüp dolaşıp Teali-i İslam Cemiyeti’nin bildirisine geliyor. Atıf Hoca bildiriyi imzalamadığını ve imzalayan arkadaşlarını ikna etmek için nasıl çaba sarf ettiğini anlatırken, kendisinden bunu ispat etmesi isteniyor. O da belgeyi sunuyor. “Vakit” gazetesinin 1034. sayısında yayınlanmış bir tekzibname, yani yalanlama haberi. İskilipli, bu kesin delille mahkeme heyetinin iddiasını çürütmüş oluyor.
Hoca’ya illa bir suç yakıştırmak isteyen mahkeme heyeti ne yapıyor biliyor musunuz? Onu salondan attırıyor! Başkanın şu sözleri gayet manidardır: “Sus! Bizi çileden çıkarma!”
İşte İstiklal Mahkemesi’nin adaleti… Bir de karar metnine bakmaya ne dersiniz?
Kararda Atıf Efendi’nin TC’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara engel olmak ve halkı isyan ve irticaya teşvik etmek kastıyla 1924 sonlarında “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitabı yayınladığı, 1925 tarihli Şapka kanunundan sonra isyan çıkan bölgelerdeki aramalarda kitabın bulunduğu ve eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve isyanın çıkışında etkili olduğu belirtildikten, yani asıl suçlama şapka üzerinden yapıldıktan sonra buna ‘zoraki bir yorum’ ekleniyor.
Bu yorumda Hoca’nın daha 1909′dan itibaren karıştığı olaylar zikrediliyor ve inkâr etmesine rağmen bildiride imzası olduğu iddia ediliyor ama bundan dolayı suçlanmıyor. Bu husus, şapka hakkındaki kitabından dolayı suçlandıktan sonra onun zaten eskiden de bu işlere müsait bir şahıs olduğu iddiasını destekleyici bir yorum şeklinde karşımıza çıkıyor
Nitekim idam cezası, TCK’nun 55. maddesi gereğince anayasayı tamamen veya kısmen değiştirmeye cebren teşebbüsten veriliyor (s. 291). Anayasayı değiştirecek ne gibi bir eylemde bulunduğu meselesi bir yana (altı üstü bir kitap yazmıştır), kararda Atıf Hoca için vatana ihanetten bahsedilmemesi de idamın doğrudan doğruya kitabının şapkayı protesto edenleri, onların deyişiyle irticayı tahrik ettiğinden dolayı verildiğini ortaya koymakta. Asıl vatana ihanet suçlaması Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca için yapılmıştır ve karar metni dikkatle okunmadığı için birbirine karıştırılmıştır.
Zaten beraber asıldıkları merhum Ali Rıza Hoca ile Atıf Efendi’yi kader adeta birbirine bağlamıştır. Mesela kendisi de aynı mahkemede yargılanan Tahirü’l-Mevlevi’nin tanıklığından anlıyoruz ki, rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sav) gören ve savunmasını onun uyarısı üzerine yapmayan kişi Ali Rıza Hoca olduğu halde, bu tavır İskilipli Atıf Hoca’ya yakıştırılagelmiştir.
3 Şubat 1926 sabahı Ankara’da, Meclis’in önünden geçenler dilini yutmuş bir kalabalığa rastlayacak ve merak edip baktıklarında beyazlar içindeki iki cesedin sehpalarda sallandığını göreceklerdi. Uzun boylusunun Atıf Hoca olduğunu sadece bilenler bilecekti.

İstiklal Mahkemeleri Aydınlatılacak
29 Temmuz 2010
TBMM, yakın dönem tarihini aydınlatacak olan İstiklal Mahkemeleri arşivini açıyor. Meclis arşivindeki 1471 adet dosya, 90 yıl sonra gün ışığına çıkacak.
TBMM Başkanlığı, yakın dönem tarihini aydınlatacak olan İstiklal Mahkemeleri arşivini açma kararı aldı. Öncelikli olarak elektronik ortama aktarılan zabıt ve belgeler Meclis’in resmi internet sitesi aracılığıyla herkesin bilgisine sunulacak.

Cumhuriyet’in ilanından önce 1920’de kurulan ve 1927 yılına kadar görev yapan İstiklal Mahkemeleri’ne ait dosyalar, halen TBMM arşivinde sır olarak saklanıyor. Bu dosyalarla ilgili TBMM İletişim Daire Başkanlığı’na bağlı Genel Evrak ve Arşiv Müdürlüğü bünyesinde 13 kişilik bir çalışma grubu oluşturuldu.

Çalışma grubu, İstiklal Mahkemeleri’nin envanterlerini çıkardı. TBMM arşivinde, 874 kutu içerisinde toplam 1471 adet dosyanın bulunduğu tespit edildi. Bu dosyaların Osmanlıca’dan tercümesine başlandı. Tercüme ile birlikte dosya içeriğindeki belgeler de taranarak elektronik ortama aktarılacak.

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, 90 yıldır üzerinde çeşitli tartışmalar yapılan belge ve dosyalarla ilgili bilgi verirken “Yakın tarihimize ait bu tartışmalı dönem belgelerle aydınlatılarak, bu konudaki spekülasyonlar da, önemli ölçüde ortadan kaldırılacak” dedi.

1054 KİŞİ İDAM EDİLDİ

İstiklal Mahkemeleri, 1920 yılında Kurtuluş Savaşı sırasında ayaklanma, yağma, bozgun ve casusluk yapan, orduya ait silah ve mühimmatı çalan ve Milli Mücadeleyi engellemeye çalışanları yargılamak için kuruldu. 8 mahkeme bölgesi saptandı. Ankara hariç diğer İstiklal Mahkemeleri 17 Şubat 1921’de kaldırıldı.

Ankara İstiklal Mahkemesi ise 31 Temmuz 1922’ye kadar görev yaptı. Çerkez Ethem, Atatürk’e suikast, komünist kuruluşlar gibi davalara bakıldı. İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri ise 1923-1927 arasında çalıştı. Hilafet ve saltanat yanlıları yargılandı. 1925’de ise Ankara ve Doğu Anadolu’da iki ayrı mahkeme daha kuruldu. Bu mahkemede, Şeyh Said isyanı davasına bakıldı.

İstiklal mahkemelerinin kararlarıyla 1054 kişi idam edildi. 2 bin 696 kişinin idamları, askerden kaçmamaları şartıyla affedildi. 243 kişiye gıyabında idam cezası verildi. 1786 kişi kalebent ve kürek cezasına çarptırıldı. 11 bin 744 kişi beraat etti. 41 bin 768 kişi ise daha hafif cezalara çarptırıldı.
aktifhaber

İstiklal Mahkemeleri arşivi açılsın
Taha Akyol
Milliyet Gazetesi
12 Şubat 2010

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Birinci Meşrutiyet’ten itibaren yasama ve yargıya ilişkin arşivlerin açılmasını emretmiş. Bunun içinde darbe dönemleri de var.

Akşam gazetesinde Ali Ekber Ertürk’ün bu haberine göre, 12 milyon belge araştırmacılara açılacak.

Fakat Şahin bir sınır koymuş: “İstiklal Mahkemeleri arşivi hariç!”
Mehmet Barlas dünkü güzel yazısında İstiklal Mahkemelerinin ne olduğunu, nasıl yargılama yaptığını anlatıyor ve bu arşivlerin de açılmasını istiyordu.

Ben de Sayın Şahin’e açık çağrıda bulunuyorum: Diğer arşivler gibi İstiklal Mahkemelerinin arşivlerini de açınız.

Kaldı ki İstiklal Mahkemelerinin birçok yönü zaten ‘açık’tır, akademik araştırmalara konu olmuştur. Bir bölümü gizli tutmanın anlamı yok artık.

‘Bize Nasıl Kıydınız?’
Konuyu Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Ali Birinci’yle konuştum. “İstiklal Mahkemeleri arşivi tam yasak değil ama ancak özel izinle incelenebiliyor” dedi.

Bunun anlamı sadece ‘güvenilir’ kişilere ve konulara göre izin veriliyor olsa gerek.

Bu arşivin tamamen açık hale gelmesini savunan Prof. Ali Birinci, “Gizlilik efsanelere, dedikodulara yol açıyor” dedi ve bir örnek olay anlattı:
İslamcı kesimden Emine Şenlikoğlu, 10-15 sene önce, “Bize Nasıl Kıydınız?” adlı bir senaryo yazmış, filmi de yapılmış: Nurani yüzlü, saygın bir zat olan Mevlevi Şeyhi Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi, İstiklal Mahkemesi’nde irtica suçundan yargılanırken vefat ediyor. Adamı idama mahkûm edip cenazesini ipte sallandırıyorlar!

Prof. Birinci bunun tamamen uydurma olduğunu, İbrahim Hakkı Efendi’nin İstiklal Mahkemelerinden iki yıl önce vefat ettiğini, hakkında soruşturma bile açılmadığını anlattı.

Prof. Birinci bunu o zaman da bir dergide yazmış ve efsaneyi sona erdirmişti.

Bugün İskilipli Atıf Hoca’nın haksız idamı konuşulur, tartışılır ama o efsane çoktan unutulmuştur.

Hukuk devleti için
İstiklal Mahkemeleri hakkında Prof. Ergün Aybars’ın iki ciltlik bir eseri vardır. Ankara İstiklal Mahkemesi’nin tutanakları da yayımlanmıştır. Şeyh Sait’in yargılanmasında artık gizli kapaklı bir taraf kalmamıştır.
Artık bu arşivlerin tamamı açılmalı, efsanelere kapılmadan tarihimizle yüzleşmeliyiz. Hangi aşamalardan geçtiğimizi, yargı kültürümüzde bunların bıraktığı izleri ve hukuk devleti yolunda gerçekten ciddi mesafeler aldığımızı da görmeliyiz.

Şüphesiz İstiklal Mahkemeleri, Prof. Velidedeoğlu’nun belirttiği gibi, “tedhiş mahkemeleri”ydi; tedhiş, yani terör. (Cumhuriyet, 25 Mart 1973)
Ali Fuat Paşa’nın söylediği gibi, “İstiklal Mahkemelerinin en önemli çalışmaları, muhalefet ve basını susturmak“ olmuş, birçok masum ve vatansever muhalife haksızlık etmiştir.

İstiklal Mahkemelerini alkışlayan bir dünya görüşüyle bugün ‘demokratik hukuk devleti’ni kökleştirmek mümkün olmaz. İstiklal Mahkemeleri hakkında ‘gulyabani efsaneleri’ uydurarak da olmaz.

Onun için Sayın Şahin, diğer arşivler gibi İstiklal Mahkemelerinin arşivlerini de ‘açık’ hale getirmelidir.

Çekinmeye gerek yok, bu arşivlerin en ‘netameli’ bir bölümünü Meclis Başkanlığı sırasında Hüsamettin Cindoruk açtırmıştı zaten.

Kaynak: http://www.mustafaarmagan.com.tr/

Güneysu Kıyamı
17 Şubat 2012

Rize’nin Güneysu Nahiyesi halkı da şapka dayatmasını kabul etmedi. Protesto yapan 3 kişi istiklal Mahkemeleri’nce idama mahkum edildi. Erzurum’da ise Şalcı Şöhret adlı kadın da şapka Kanunu’na muhalefetten iadm edildi. Şöhret kadın, “Ula uşaklarım ben zaten hatun kişiyim. Ne diye şapka giyeyim” diye feryat ediyordu.

Mehmet SILAY

GÜNEYSU Rize’ye bağlı bir nahiye merkeziydi. Ankara’da gerçekleşen tepeden inme dayatmaları kabul edemediler. Sorumlu münevverleri olan nahiye kaynamaya başladı. Tarakçıoğlu Sabit adın da sevilen bir din alimi öncülüğünde olayları protesto etmek için şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Protesto gösterileri on gün sürdü. Rize’ye gelen askeri birlikler Güneysu’ya sevk edilince bütün direnişçiler tutuklandı. Ağır hakaret ve işkenceye uğradılar. Seyyar İstiklal Mahkemesi tarafından üç idam kararı dışında otuz altı kişi ağır hapis-Kalebend, sürgün-nefy ve kürek cezalarına çarpıldılar.

Aralık ortalarında Giresun seyyar İstiklal Mahkemesiyle tanışıyor. Şapka aleyhinde bulunan ve halkı hükümete karşı isyana teşvik ettiği altmış kişi hakkında karar verdi. Yürüyüşün ve direnişin öncüsü Giresunlu Hafız Muharrem ile arkadaşı idam edildiler. Üç kişiye on beş yıl, altı kişiye de beşer yıl hapis cezası verildi.

Erzurum çarşı-pazar

Devlet durup-dururken Ankara’dan şapka giymeyi emretmiş. Agavat, sofu takımı ve sade halk şükürler olsun aralarında oturup konuşmuşlar. Kendiliğinden gelişen itiraz, kısa zamanda toplumsal tepkiye dönüşmüş. “ Gidelim Hükümet konağının önüne, Vali beye rica edelim. Kar da yeni yağmış. Bir tozak kar 3-5 santim. Bizim kulaklarımız üşüyor. Bahara kadar müsaade etsin, baharın örtelim başımıza şapkayı. Şimdi arasak da şapka bulamayız zaten. Nereden bulacağız?”

Daha kalabalık konağın önüne varmadan hafiyeler bir-kaç cahili kışkırtarak pencerenin bazı camlarını taş atarak kırdırmışlar. İzmirli Vali Zühtü bey hemen Ankara’ya, Erzurum’da halkın isyan ettiğini telgrafla bildirmiş. Seyyar İstiklal Mahkemesi hızla Erzurum’a geldi ve hemen şehirde Örfi İdare-Sıkı yönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu.

Emir üzerine halk, evlerindeki silahları getirip örfi idareye teslim etmişler. Yekun olarak 2500 tüfek toplanmış.
Gazeteciler Vali Beye sormuşlar: “Kaç mermi sıkıldı devlete karşı bu tüfeklerle?”
“Hiç!”

O halde bu bir isyan değil, basit bir taşkınlık olayıdır. Büyütülen olay Erzurum’a İzmir’den gelmiş ayyaş bir valinin marifetidir. Vali Zühtü Beyin aczi ve beceriksizliğidir.

Şapka hadisesi günü Hükümet konağının önünde meçhul katiller tarafından Salasorlu Tosun Bey’le kimliği tespit edilemeyen bir genç vuruldu. Kırbaşoğlu Fevzi Beyin cesedi de Vani Efendi Camii avlusunda sırtından vurulmuş olarak bulundu.

Mahkeme kararları peş peşe açıklanmaya başladı. İlk çırpıda Cinoğlu Hacı, İttihat ve Terakki’nin vurucu güçlerindendi ve silahşördü. Erzurum’da dadaşlık ederdi, dayılık taslar, dövüşür, vurur-kırardı. Ağır mahkumiyet alıp Sinop’a sürüldü.
Sonra Erzurum’un en itibarlı şahsiyetlerinden Ahmediyeli Akif Küllebi ile papilacı Mahmut idam edildi. Ayrıca Divan-ı Harbi Örfi tarafından 21 kişinin idamı meydanda infaz edildi.
Sekiz kişinin de elleri kelepçeli olarak Erzurum’dan Ankara İstiklal Mahkemesine sevk edildiler.

Erzurum’da şapka yüzünden asılanlar arasında bir de kadının olması hazindir ve şaşırtıcıdır. Şalcı Şöhret Kadın, kasap Aziz’in anasıdır.
Bir kadının siyaseten idam edilmesi adalet tarihinde ilk defa Erzurum’da yaşanmıştır. Ulusal basının önde gidenlerinden Cumhuriyet, Tanin, Hâkimiyet-i Milliye ve Akşam gazetelerinden hiç biri bu vahşetle özdeş olayı yazmadılar, sütunlarına taşımadılar. Bu insanlık dışı cinayeti millete duyurmadılar.
Kocası Balkan Harbinde şehit düşen Şalcı Şöhret Kadın, ördüğü çorap, şal ve başlıkları bit pazarında satarak yetimlerini beslerdi.
Vilayete doğru yürüyüş yapıldığı gün “Şöhret Kadın senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor. Git onlara sahip ol!”

Şöhret Kadın bohçasını kapıp dışarı fırlamış. Hükümet Konağının önüne geldiğinde karşılıklı iki sıra halinde duran asker ve sivillerin birbirlerine sert bakıştıklarını gördü. Kalabalığın arasında yetimlerini göremeyince onları jandarmanın tutup götürdüklerini zannetti ve köpürdü. Bağırmaya başladı: ”Ula şapkanız soykanızda kala! Şapkanıza bilmem ne edeyim! Nerde benim balalarım?

Hem şapkalarına sövmüş hem de askerlere karşı uzaktan bir takunya fırlatmış. İşte Şalcı Şöhret kadını idama götüren suçu bundan ibaret.

Yetimlerini koruma içgüdüsü, ana yüreği, din gayreti ve galeyan halet-i ruhiyesi. El işçiliğiyle yünden şal-çorap ören ve bunları pazarlarda, yol kenarlarında satarak iki yavrusuna bakan cesur ve çilekeş dul bir kadın. Telaşla Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş ve ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Ortalarda göremediği yetimlerinin de tutuklandığını zannetmiş. Sivillere dik dik bakan zabitlere bir takunya fırlatmış ve sövmüş. Çetin Altan’ın dedesi Tatar Hasan Paşanın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın mahkemede feryat ediyormuş; “Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?” Diye bağırıp çağırsa da, topluluğu devlet kuvvetlerine karşı tahrik ettiği isnadıyla ikinci gün başına geçirilen bir un çuvalı içinde sehpaya çıkarılıp idam edilir.
Erzurum’da şapka direnişi yüzünden ve çoğu eşraftan, 22 insan asıldı. Üç kişi fail-i meçhule kurban gitti ve sekiz kişi onar yıl Kalebend ve Nefy cezasıyla Sinop’a sürgün edildi.

Savcı Eğinli İbrahim Edhem, tutuklanan çok sayıda masumu makul gerekçelerle kurtardı. Fakat Çetin Altan’ın dedesi Erzurum merkez Jandarma Komutanı Tatar hasan Paşa, şehirde şapka inkılabının baş kahramanlarındandır.
Çetin Altan yıllar sonra bu acı olayı sütununa taşır.
“Ben Tatar Hasan Paşanın torunuyum. Dedem Erzurum’da şapka yüzünden bir kadını da astırmış maalesef. Bir kalabalık şapkaya karşıyız diye yürüyor. Şalcı Şöhret kadında idam edilirken –Ula uşaklarım ben zaten hatun kişiyim. Ne diye şapka giyeyim? Diye bağırıyor. Bu üzücü bir şey.”

Kaynak: http://www.milatgazetesi.com/2012/02/17/guneysu-kiyami/

İstiklal Mahkemesi, sanıkları asabilmek için yürürlüğe girmemiş kanuna sarılmış
Mustafa Armağan
11 Mart 2012

Nobel Ödüllü romancı William Faulkner öyle demiş: "Biz tarihe doğru gitmeyiz, tarih dalgalar halinde üstümüze gelir ve bizi geleceğe doğru iter."

Türkiye'nin son yıllarda içine girdiği tarihe dönüş eğilimi, bu sözün ışığında yeniden düşünülmeli. Uzun bir süre tarihin önüne set çekilebileceği sanıldı, lakin sular artık barajın üstünden boşalmakta, bizi de beraberinde sürüklemekte.

Ne demek mi istiyorum? Şunu:

"Muhteşem Yüzyıl" dizisinin izlenme rekorları kırmasının ardından "Fetih 1453"ün tüm zamanların gişe rekorlarını alt üst etmiş olması, tarihin üstümüze doğru dört nala geldiğinin en somut göstergesi oldu. Ardından TRT, bu yarışa Kemal Tahir'in "Kurt Kanunu" romanını diziye uyarlayarak katıldı. İzmir Suikastı ve İttihatçıların temizlenmesi operasyonu çevresindeki olayları işleyen "Kurt Kanunu", kaçınılmaz olarak yakın tarihin kara deliklerinden birini daha tartışmaya açmış oldu. İyi de oldu.

"Kurt Kanunu" Kemal Tahir'in İttihatçı-Kemalist kapışmasının son raundunu ortaya sermesi bakımından olduğu gibi yakın tarihin önemli dönüm noktalarına ilişkin yalın ve keskin eleştirilerini de gündeme getirmesi bakımından cesurca kaleme alınmış bir eserdir. Romanın bazı cümlelerinin altını ısrarla çizmek gerekir. Mesela idam edilen Kara Kemal şöyle diyor romanda:

"Halifeyi İngilizler alıp gittiler de halifeliğini neden sürdürmediler?... Bu halifeliğin kaldırılması işi, görünürde, bizden çok Müslüman sömürgeleri olan büyük devletlerin işine gelse gerek... Halifelik sürüp çıkarılırken, Fener Patrikhanesi'nin İstanbul'da bırakılmasına akıl erdirmek zordur."

Nasıl? Geçen hafta "Hilafetin kaldırılmasını İngilizler mi istemişti?" başlığı altında yazdıklarımı üç cümlede özetleyiveriyor, değil mi? Kemal Tahir, içinden geçenleri Kara Kemal'e cesaretle söyletmeye devam eder:

"Hakkımızda karar çoktan verilmiş... Yani Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkma, halifeliği ortadan kaldırma kararı... Ama ne olursa olsun, bir dünya imparatorluğu bizim (İttihatçıların) elimizde parçalandı. 400 milyon İslamlığın halifeliği kaldırıldı ortadan... Sorumlusu biziz. Suç ne kadar büyükse çekilecek cezanın da o kadar büyük olması gerekir... Bu anda, yüzüme vuran darağacı gölgesi, suikast suçlusu olduğumdan değildir Emincim... Büyük suçun gölgesidir bu..."

Kemal Tahir'in "büyük suç" dediği, Osman-lı'nın batırılması ve hilafetin kaldırılmasıdır ve Kara Kemal farkına varmadan buna hizmet ettiğinin vicdan azabını yaşamaktadır.

Bu kadar net... Ona göre İttihatçılar gerçekte bu suçun cezası olarak asılacaklardır!

Aynı suikast davasında asılan Ziya Hurşid'in ağabeyi Ahmet Faik Günday'ın geçen yıl Bengi Yayınları tarafından çıkarılan "İki Devir Bir İnsan" adlı hatıratı (Hazırlayan: Süleyman Beyoğlu) İzmit Suikastı davası hakkında ilginç açıklamalarda bulunur. Faik Bey aynı davada yargılanıp beraat etmiştir. Suikast davası hakkında şu ilginç açıklamaları yapıyor (sadeleştirdim):



İzmir Suikasti davası görülürken henüz yürürlüğe girmemiş olan yeni Ceza Kanunu'na göre asılanların fotoğrafları 16 Temmuz 1926 tarihli gazetelerin ilk sayfasını boydan boya kaplamıştı.

"Bu İstiklal Mahkemesi'nin hükümleri tamamen yasa dışıdır. Öncelikle yürürlükte bulunan eski Ceza Kanunu'na göre hüküm vermek mecburiyetinde olan mahkeme, henüz yürürlüğe girmeyen yeni Ceza Kanunu'na göre idam hükmü veremezdi. Yürürlükte olmayan Ceza Kanunu'nda idam hükmü olduğu için mahkeme ona göre hüküm vermiştir."

Faik Günday'ın kastettiği hukuksuzluk şudur:

İstiklal Mahkemesi, İzmir Suikastı davasında idam kararını verdiği tarihte, yani Temmuz 1926'da Şubat ayında kabul edilen yeni Ceza Kanunu henüz yürürlüğe girmiş değildi. Yürürlüğe girme tarihi, 4 Ekim 1926 olarak belirlenmiştir kanunda. Fakat mahkeme, bir hukuksuzluk şaheseri ortaya koymuş, yürürlükteki Ceza Kanunu'na göre idam hükmü veremeyeceği için henüz yürürlüğe girmemiş olan ve yürürlüğe girmesine daha 3 ay bulunan yeni Ceza Kanunu'na göre vermiştir idam hükümlerini. Böylece aynı yılın Şubat'ında İskilipli Atıf Hoca'yı kanundan 1,5 yıl önce yazdığı kitabından dolayı idam eden mahkeme, bu defa da yürürlüğe girmemiş bir kanuna dayanarak (!) adam asmakta bir sakınca görmemiştir!

Faik Günday, kardeşi dahil idam edilenlerin 'demokrasi şehitleri' olduğunu yazmakta ve bu hakikatin bir gün ortaya çıkacağını savunmaktadır.

Bu kadar da değil. Sonradan Muhasebat Umum Müdürlüğü de yapmış olan Selanik doğumlu İhsan Pırnar, hatıralarında İzmir Suikastı davasının arkasındaki gerçek niyeti ortaya koyar. Pırnar'a göre mahkeme sürecinde şu gariplikler yaşanmıştır:

1) Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa mahkeme süresince İzmir Çeşme'dedir. Başta İsmet Paşa olmak üzere hükümet üyeleri ve mahkeme başkanı ile sık sık görüşmekte, Ali Çetinkaya, ondan aldığı emre göre mahkemeyi yürütmektedir.

2) Mahkemenin konusu suikast iken, Terakkiperver Partisi'nin kurulması, muhalefetleri, vaktiyle Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine İttihatçıların Cavid Bey'in evinde toplanarak seçim beyannameleri hazırlamaları suikast tertibi olarak yorumlanmakta, amacın bütün rakiplerin yok edilmek istendiği anlaşılmaktadır.

Yargılamaları bizzat takip ettiğini söyleyen İhsan Pırnar'ın edindiği kanaat de önemlidir:

"Suikast tamamen ve yalnızca Ziya Hurşit tarafından tertip edilmiş, kandırdığı ve hırslandırdığı bir- iki serseri de bu teşebbüse katılmış; bu fırsattan istifade edilerek siyasî rakiplerin bertaraf edilmesine gidilmiş ve bu maksat da büyük ölçüde temin olunmuştur." (Baba Oğul Anıları 1, İzmir, 2010, s. 103.)

İhsan Pırnar'a göre,

"Bu olaydan sonra Mustafa Kemal Paşa artık hudutsuz bir kudret ve otorite kazanmıştır. Fiiliyatta o, milletin yegane temsilcisidir. Milli irade denen kudret, onun şahsında ve kullanımındadır... Bu şekilde Meclis, Mustafa Kemal Paşa'nın tayin ettiği memurlardan oluşan bir hal almıştır. Görevleri, hükümetin, daha doğrusu Mustafa Kemal Paşa'nın, bütün isteklerini yerine getirmekten ibarettir."

Son hükmü şudur: "Mustafa Kemal'in Milli Mücadele'deki hizmeti birinci derecededir. Yaptığı devrimler de övülmeye değer. Fakat Mücadele'de beraber çalıştığı... arkadaşlarını bertaraf ederek idare mekanizmasını adil usul ve sistemlerden uzaklaştırarak keyfî şekilde yürütmesinin, memlekete yaptığı büyük iyiliklere karşılık olarak zararları da olmuştur."

İzmir Suikastı davasının neye hizmet ettiğini ancak bir Selanikli bu kadar içeriden teşhis edebilirdi!

m.armagan@zaman.com.tr
http://twitter.com/mustafarmagan
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com