EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Ekm 23, 2009 12:36 am    Mesaj konusu: Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine Alıntıyla Cevap Gönder

Sinan Tavukçu
Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-I

1919 Kasım-Aralık aylarında, Sivas’ta üç oturum halinde bir İslam Kongresi düzenlenir. İlk oturumu 11 Kasım 1919 tarihinde, Sivas’ın Zara ilçesinde yapılan ve icra heyetine Mustafa Kemal Paşa’nın da seçildiği bu İslam Kongresi hakkında maalesef yerel kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamaktadır. İngiliz istihbaratı tarafından yakından izlenen bu konferansın raporları İngiliz devlet arşivlerinde araştırmacıların incelemesine açılmıştır.

Prof.Dr. Metin Hülagu, Timaş yayınlarında çıkan “İslam Birliği ve Mustafa Kemal” adlı kitabında, Sivas İslam Kongresi hakkındaki İngiliz Devlet arşivi belgelerini yayımlamıştır. Sayın Hülagu söz konusu kitabında, kongreye katılanları ve alınan kararları anlatmış, İslam Kongresi’ni tertip eden Muvahhidin Cemiyeti hakkında bilgiler vermiş, bu konudaki İngiliz istihbarat raporlarını kitabına eklemiştir.

Sivas İslam Kongresi’ni düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti, 1.Dünya Savaşı’nın galibi İtilaf Devletlerinin sömürgesi altında bulunan Müslüman ülkeleri istiklallerine kavuşturmak için, bu ülkelerde İslam ihtilali organize etmeyi planlayan örgütlerden birisiydi. Kitapta suretine yer verilen, [Foreign Office (F.O) 141.433/10770-181931] numaralı İngiliz devlet arşivi belgesinde, Sivas’ta İslam Kongresi düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti’nin 18 maddelik Nizamnamesi yer almıştır. Gizli olarak kurulan ve katı bir disiplini olduğu anlaşılan bu cemiyetin nizamnamesi aşağıda özetlenmiştir.

Nizamnamenin ilk maddesinde, medeniyetin gelişmesine rağmen fanatizmin hala dünyada hüküm sürdüğü, bu nedenle dinin yönlendirdiği her türlü saldırıya karşı koymak için dinden istifade edilmesi gerektiği belirtildikten sonra Cemiyetin gayesi; tüm dünya Müslümanlarını Hilafet’in etrafında toplamak ve otonomilerini, bölgesel ve kültürel bağımsızlıklarını nazar-ı dikkate almak kaydıyla, aralarında dayanışma birliği sağlamak olarak açıklanmıştır. Muvahhidin Cemiyeti batılı devletlerin İslam ülkelerini işgal etmesini Hıristiyan fanatizminin sonucu olarak görüyordu. Bu bakış açısı o sırada milli mücadeleyi yürütmekte olan kadro tarafından da benimsenmişti. Nitekim, 11 Kasım 1919 tarihinde gerçekleştirilen ilk toplantının açılış konuşmasını yapan Bekir Sami Bey konuşmasında, Hıristiyanlık’ın fanatik saldırılarına karşı koyabilmek için İslam’a sarılmak zorunda olduğumuzu, bundan dolayıdır ki programını okumuş olduğu Cemiyetin kurulmuş olduğunu ifade etmiştir.

Nizamnameye göre, Kur’an-ı Kerim’in muayyen ayetlerine uygun olarak tüm Müslümanlar prensip olarak kardeşlerini kurtarmaya ve onlara yardım etmeye koşacaklardır. Bu sebeple her Müslüman, Cemiyetin tabii üyesidir. Cemiyet prensiplerine muhalefette bulunmayan gayr-i Müslimler cemiyetin koruması altında tam bir emniyet içerisinde olacaklardır.

Cemiyet vakit kaybetmeden faaliyete koyulacaktır. Zira İslam dini, İslam ülkelerinde yaşayan insanların hürriyet ve dini bütünlüklerine, can ve şereflerine saygı duyulmasını emreder. Cemiyet hedeflerini uygun bir lisanla anlatmak üzere, Türkistan’a, Kafkasya’ya, Rusya’nın Asya’da kalan kısımlarına, Hindistan’a, Afganistan’a, Belucistan’a, İran’a, Cava’ya, Muskat’a, Suriye’ye, Sumatra’ya, Irak’a, Kuzey ve Orta Afrika’ya özel temsilciler gönderecektir.

Nizamnamede, fiilen bağımsız bulunmayan veya yabancı kuvvetlerin sömürgesi yahut otoritesi altında bulunan Müslüman halkların, Avrupa devletlerince de benimsenmiş olan milli prensiplere uygun olarak, bağımsızlıklarını elde etmelerine gayret etmek cemiyetin başta gelen vazifesi olarak açıklanmıştır. Bu ülkelerin bağımsızlığının elde edilmesini müteakip her ülkeden gelecek temsilcilerin katılımı ile oluşacak ve hilafet merkezinde veya ona yakın herhangi bir beldede toplanacak olan Muvahhidin Cemiyeti Meclisi’nce varılan kararlara uygun olarak “ittihad-ı İslam” (Batılıların adlandırmasıyla Panislamizm) uygulamaya konulacaktır.

Cemiyet İngilizlerin tartışmaya açtığı, hilafetin kime ait olduğu meselesinde tavrını net olarak ortaya koymuştur. Nizamnamenin 3’üncü maddesine göre Hilafet makamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ve fazilet bakımından yöneticisi olmasının yanında Osmanlı Hanedanının en yaşlı üyesi bulunan kimsenin hakkıdır. Bu yüce makam hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde tüm Müslüman dünyasını murakabe etme ve kontrolde bulunma hakkına sahiptir.

Nizamnamede, İslam Ülkeleri Konfederasyonu örgütlenmesi anlamına gelen bir de model tasarlanmıştır. Nizamnamenin 17’inci maddesine göre; birliğe katılan her ülke bu birlik içerisinde serbest ve bağımsız bir bölüm oluşturacaktır. Bu ülkeler Hilafet makamının kutsi koruması altında sadece iktisadi, askeri ve dış politikalarda birlik oluşturacaklardır. Her bağımsız ülkenin kendi başkanı, üst mahkemesi ve bir bakanlığa ait kabinesi olacaktır. Ayrıca Hilafet makamının bulunduğu beldede, içerisinde bütün Müslüman ülkelerin temsil edileceği Muvahhidin Cemiyeti Genel Merkezi oluşturulacaktır.

Nizamnamede, gizli olarak faaliyet gösteren Cemiyetin örgütlenme biçimi de anlatılmakta, her üyenin hayatına da mal olsa cemiyetin emirlerine kesin olarak itaat etmesi gerektiği, emirlere itaat etmeyenlerin ihanetle suçlanarak yargılanacağı açıklanmıştır.

Yukarıda nizamnamesini özetlediğimiz Muvahhidin Cemiyeti Suriye, Mısır ve Irak halkı arasında büyük destek görmüştür. İngiliz kaynaklarına göre Cemiyet, Şam, Humus, Baalbek, Kahire, Tanta, Reşid, Hayfa, Halep, Zor, Bağdat, Necef ve Kuveyt’te merkezler oluşturmuş, Mısır ve Bombay’da şubeler açmıştır. Kuruluşundan sonra Milli Mücadele Hareketi ve Suriye’de faaliyet gösteren Naidü’l-Arabi Cemiyetleri ile birleşmiş, Mısır şubesi vasıtasıyla Hizbu’l-Vatani Cemiyeti ile birleşme görüşmeleri yapmıştır. Cemiyete 120 Mısırlı subay katılmış, Kasım ayında yaptığı toplantılara 50-60 bin kişinin iştirakiyle Mısır’ın bağımsızlığı ve Hilafete bağlılık gösterileri yapılmıştır.

Cemiyet ilk genel kongresini 37 delegenin katılımıyla, 11 Kasım 1919 tarihinde Sivas’ın Zara ilçesinde, Rüştü Koleji’nde gerçekleştirmiştir. Mısır, Suriye, Arabistan, Güney Kafkasya ve Kırım’dan delegeler gelmiştir. Kongre Mısır temsilcisi Akkaz Efendi Hardun’un okuduğu aşır ile açılmıştır. Kongrenin başkanlığını Hasipzade Vecihi Efendi, Sekreterliği Rauf Bey ve İsmail Bey yürütür. Açılış konuşmasını Bekir Sami Bey yapar ve toplantının gayesini açıklar.

Bekir Sami Bey konuşmasında; Mısır, Hindistan, Fas, Cezayir, Tunus ve Afrika’yı örnek göstererek bütün İslam âleminin İngiliz, Fransız ve İtalyan boyunduruğu altında olduğunu, despoitizm altında inleyen bu halkların Müslüman olmaktan başka suçu olmadığını, Hristiyan azınlıklara tanınan hakların bile bu milletlere tanınmadığını, bağımsızlığımıza ve mevcudiyetimize karşı ittifak içinde bulunan Hristiyanlık’ın fanatik saldırılarına karşı koyabilmek için İslam’a sarılmak zorunda olduğumuzu, Peygamberimizin talimatları doğrultusunda tüm Müslümanlar arasında ittihadı ve kardeşliği tesis etmek durumunda olduğumuzu, Müslümanların emniyeti için başka bir yol bulunmadığını, bundan dolayıdır ki programını okumuş olduğu Cemiyetin kurulmuş olduğunu ifade eder.

Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Ahmed Bey Attar (Suriye temsilcisi), Cilanizade Necip (Suriye temsilcisi), Ahmed Zafer el-Nebai (Necid ve Hassa Kabilesi temsilcisi), Yahya Tehmasab (Güney Kafkasya temsilcisi), Rauf Peşdili, Cevherizade Ahmed Nimet, altı ay süreyle Cemiyetin yürütme kurulu üyeliğine seçilirler.

Kongre on maddeden oluşan karar metnini ittifakla kabul eder. Kongreye katılan üyeler, Hilafet’e ve İslam’a bağlı kalacaklarına, Cemiyetin gayelerine sadık kalacaklarına yemin ederler. Bir hafta içinde tekrar toplanma kararı alan Muvahhidin Cemiyeti, üçüncü toplantısını 10 Aralık 1919 tarihinde Sivas’ta İdadi Mektebi’nde yapar.

Sivas’taki toplantıda 9 maddelik kararlar alınır. Alınan kararların 1. Maddesine göre, Avrupa devletlerinin Hilafet ve Osmanlı devletini yok etmeyi, Türkleri İstanbul, İzmir, Edirne ve Adana’dan çıkarıp atmayı veya Hilafetin saygınlığını gidermeyi ve İmparatorluğun bağımsızlığını tehlikeye düşürmeyi hedef alan bir siyaseti uygulamaya koymaları halinde, evvela Osmanlı milleti böyle bir karar boyun eğmeyi reddedecek, ikinci etapta ise Muvahhidin Cemiyeti şubeleri vasıtasıyla dünya Müslümanlarını isyana teşvik edecektir. Diğer alınan kararlar, Muvahhidin Cemiyeti Yürütme Kurulu’nun Milli Mücadele Kuvvetleri Temsilci Kurulu ile ortak hareket etmesine ve Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in önderliğinde bir askeri kurul oluşturulması ve faaliyetine ilişkin kararlardır.

10 Haziran 1920 tarihli Times Gazetesi, Sivas’ta gerçekleştirilen İslam Kongresi’ni haber yapar. Gazetenin haberinde, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İİCİ)’nın Doğu Komitesi’nin Şubat 1920 başında Sivas’ta Mustafa Kemal’in başkanlığında toplandığını yazar. Times’a göre o sıralarda Sivas’ta hemen hemen tüm İslam örgütlerinin temsilcisi bulunmaktadır. Mustafa Kemal’in Alman askeri danışmanı Albay von Straub, Tatar ve Azerbayacan temsilcisi Hüseyin Agabekof, Vladikafkas temsilcisi Ahmed, Mustafa Kemal nezdinde Bolşevik Rusya temsilcisi İvan Perepeloff’da kongreye katılmıştır.

Kongrede Osmanlının bütünlüğü, panislamik silahlı hareket ve Bolşeviklerle Müslümanların ilişkileri gündeme getirilmiş, Sovyet hükümeti nezdinde görev alan İvan Perepeloff her ulusun kendi ulusal kültürünü geliştirebileceği ve tüm Müslümanlar için İslam birliğini simgeleyen bir Osmanlı birliğinden yana olduğunu vurgular. Perepeloff, Osmanlı topraklarında bulunan işgal ordularına karşı askeri harekâta geçilmesi önerisini de getirir.(Bolşevik ittihatçılar ve İslam Komitesi, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İttihad-ı Selamet-i İslam), Zafer Toprak, shf.12)

İngiliz istihbaratının yanı sıra İngiliz basını da, en başta kendilerine yönelik tehdit olarak aldıkları İttihad-ı İslam faaliyetlerini yakından izliyordu. İngiltere’de yayımlanan Islamıc News’in haberinde ”Yine haber aldığımıza göre, bu ayın başında Sivas’ta bir Panislam konferansı Ahmet Şerif’in başkanlığında toplanmıştır. Kendisi aynı zamanda Türk temsilcisi olarak hareket ediyordu. Konferansa katılanlar arasında Faysal’ın kardeşi Emir Abdullah, Kerbela’dan bir Emir, İmam Yahya’nın temsilcisi olarak Sana’dan bir Emir bulunuyordu. Konferansın amacı, İslam Birliği’ni kurabilmek için Müslüman devletlerin ve toplulukların çabalarını koordine etmekti.” diye yazıyordu. (Mustafa Kemal’in Yanında İki Libya’lı Lider, Ahmed Şerif-Süleyman Baruni, Dr.Orhan Koloğlu, shf.127)

Bu dönemde milli mücadele kadroları arasında İslam Ülkeleri Federasyonu kurulması fikri yaygındır. Nitekim XIII. Kolordu Komutanı Cevat Paşa, Batı Trakya dahil olmak üzere Osmanlı sınırları içerisinde bulunan ülkelerin, padişahın yönetimi altında kalmasını, Irak, Suriye, Hicaz ve Diğer Arap Ülkelerinin ise kendi hükümetlerinin yönetimi altında olmasını, fakat aynı zamanda hilafetle bağlarının bir konfederasyonla sağlanmış olmasını ve Osmanlı sancağının, Amerikan bayrağındaki yıldızlar gibi, federasyona dahil olan İslam ülkelerinin sayısınca hilal taşımasını vs. teklif etmiştir. (Türk Kurtuluş savaşı ve Dış Politika, Salahi R.Sonyel, C.1, Ankara-1987, Sayfa 152)

Mustafa Kemal Paşa’da, Talat Paşa’ya yazdığı 29.2.1920 tarihli mektubunda, İslam İttihadı hususundaki görüşünü şu ifadelerle açıklamıştır. “Araplara karşı bidayetten beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: her millet kendi dahilinde istiklalini kurtardıktan sonra (konfederasyon) halinde birleşmek. Bu esas Araplarca maalmemnuniyet kabul edilmiştir.” (İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Hüseyin Cahit Yalçın, Sayfa 211)

Sivas İslam Kongresi’nde alınan kararlardan sonra, Mustafa Kemal Paşa İttihad-ı İslam politikasına uygun olarak Cemaat’ül-İslam teşkilatını harekete geçirir. Prof.Dr. Metin Hülagu’nun yayınladığı İngiliz belgelerine göre [Foreign Office (F.O) 371/8967.181777], İttihad-ı İslam’ı sağlamak üzere, Türkiye’nin koordine ettiği Cemaat’ül-İslam Teşkilatı, Sırat-ı Müstakim’in baş editörü ve Burdur Mebusu Mehmed Akif Bey’in başkanlığı altında yeniden faaliyete geçirilmişti. Teşkilata ulema ve muhafazakârların da bulunduğu çok sayıda mebus ve yazar katılmıştı. Teşkilat daha ziyade Arap ülkelerinde faaliyet gösteriyordu. Bu teşkilatın amacı, her bir İslam ülkesinin kendi bağımsızlığını kazanması ya da hürriyetini muhafazası mücadelesi vermesini, bu devletlerin İttihadı İslam çerçevesinde, hilafetin himayesi altında birleştirilmesini sağlamaktı.

Cemaat’ül-İslam, Mustafa Kemal’in talebi üzerine, en yakın zamanda tüm İslam ülkeleri temsilcilerinin davet edileceği Ankara’da büyük bir İslam Kongresi düzenleme kararını almıştır. Bu kongreyi gerçekleştirmek üzere teşkil edilen heyet, Mustafa Kemal’in talebiyle Şer’iye Vekili Bursalı Mustafa Fehmi Gerçeker, Meclis Başkatibi Recep Peker, yazar Eşref Edip Bey ve şair Mehmed Akif Bey’den müteşekkildi.

Kongrede görüşülmesi kararlaştırılan maddeler şu hususlardan oluşmaktaydı:

1)Müslümanları alakadar eden İslami konuların tartışılması,

2)Hilafet meselesinin ele alınması,

3)Avrupa Milletler Birliği teşkilatına karşı, Türkiye’nin başrolü oynayacağı, İslam Milletler Birliği’nin tesis edilmesi.

Bu projeye göre, bütün İslam ülkelerini temsil eden delegelerden oluşan bir “Nihai Hilâfet Komitesi” teşkil edilecek, her İslam ülkesi halife emrine özel bir temsilci gönderecek, buna karşılık olarak, Halife de her ülkeye hususi temsilci gönderecekti. Komite, Müslüman dünyasını ilgilendiren konularda çalışmalar yaparak Halifeye siyasi tavsiyelerde bulunacak, ayrıca İslam dünyasının ahlaki, dini ve maddi menfaatlerini ilgilendiren hususlarla alakadar olacak, İslam dünyasının gelişmesi ve kalkınması için raporlar hazırlayacaktı. Bu gayeyle birçok İslam ülkesi ileri geleni Ankara’ya davet edilmiş ve hususi bir komite oluşturulmuştu.

Ancak yapılan çalışmalara rağmen, Eskişehir mağlubiyeti ve yaşanan iç sıkıntılar dolayısıyla, 1921’de Ankara’da bir İslam Kongresinin toplanması sağlanamamıştır.

Yine Nizamnameye uygun olarak, Sivas İslam Kongresi’nden sonra, 1920 yılında, Dr.Rıza Nur, M.Şevket Esendal, Saffet Bey ve Ali Fuad Paşa ‘dan müteşekkil bir heyet, Yakın ve Ortadoğu Müslümanlarını Batı sömürgesinden muhafaza etmek ve İslam Devletleri ile Türkiye arasında bir ittifak sağlamak üzere, İran, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, Dağıstan, Hive, Buhara, Türkistan Cumhuriyeti üzerinde girişimde bulunmak üzere görevlendirilmiştir.

Sivas İslam Kongresini düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu bir örgüt değildi. Kendisinin Anadolu’ya geçtikten sonra dâhil olduğu bu cemiyet, “İslam İttihadı” projesini gerçekleştirmek üzere kurulmuştu. Cemiyet gerek amaçları, gerekse teşkilatlanma yapısı itibariyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın yerine ikame edilen “Umum Alem-i İslâm İhtilâl Teşkilâtı” na paralellik arzediyordu. Bu teşkilatın kuruluş hikâyesini Teşkilât-ı Mahsusa’nın son lideri olarak bilinen Hüsamettin Ertürk, Samih Nafiz’in İki Devrin Perde Arkası kitabında anlatır. Enver Paşa İstanbul’u terk etmeden bir gün önce Kuruçeşme’de ki yazlığında Teşkilat-ı Mahsusa’nın lideri Hüsamettin (Ertürk) Bey’e: ...Biz yakında bir denizaltı ile ülkeden ayrılacağız, çünkü düşman ilk olarak bizleri tutmak isteyecektir. Yalnız onlar teşkilatımızı, adamlarımızı ve hepsinin üstünde ideallerimizi (ülkülerimiz) alamayacaklardır. Ben Kafkasya’ya sonra da Moskova’ya uğrayacağım, arkadaşlar Berlin’e gideceklerdir. Mücadelemiz devam edecektir. Bolşeviklerden yardım umuyorum, onlar da muzaffer kapitalist devletlere düşmandır. Erzurum ve Kafkasya’daki kıtalarımızın dağıtılmaması, silah ve cephanelerinin teslim edilmemesi ve Ahmet İzzet Paşa’dan (Sadrazam) gelecek emirlere itaat edilmemesi için Halil ve Nuri ve Yusuf İzzet Paşa’lara gereken talimatı verdim... Kırım’da kurduğumuz İslâm Cumhuriyeti ve onun Başkanı Seyyit Cafer Bey’e de talimat gönderdik... Teşkilat-ı Mahsusa’nın bundan sonra adı “Umum Alem-i İslâm İhtilâl Teşkilâtı” olacaktır. Siz Türkiye’de onun İstanbul şubesi başkanısınız, bunu kuran benim, sizi seçen benim, yakında onun Heyet-i Merkeziyesi Berlin’de toplanacaktır... (Samih Nafiz, Albay Hüsamettin Ertürk Hatıratı: İki Devrin Perde Arkası, Sayfa 174-175)

Enver Paşa’nın yukarıda açıkladığı gayeye hizmet etmek üzere, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İİCİ) Moskova’da kurulmuştu. İslam ülkelerindeki milliyetçi hareketleri birleştirerek, Bolşeviklerle ortak düşman olan Batı emperyalizmine karşı birlikte mücadele verilmesi amaçlanıyordu. Yurtdışına kaçan ittihatçıların bir tür “İslam Komintern”i oluşturarak, İslam dünyasında emperyalizme ve kapitalizme karşı kıyamı örgütlemeye çalıştıkları “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı” ya da “İttihad-ı Selamet-i İslam” teşkilatı III. Enternasyonal çizgisinde faaliyet gösteriyordu.

İngiliz kaynakları İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İİCİ)’nin Bolşeviklerin Dışişleri Komitesi’nin Şark Kolu’nun Müslüman Seksiyonunca 1919 Ağustosunda resmen kurulduğunu ileri sürmektedir. Aynı kaynaklara göre “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı” (İİCİ), Mısır Milliyetçileri, Anadolu Hareketi, İttihad ve Terakki, Hint Milliyetçileri, Afgan Yurtseverler Ligi, Kafkasya Müslümanları, Çerkezler, Dağıstanlılar Birliği, Rusya Müslümanlar Kongresi, İran Milliyetçileri Ligi gibi örgütleri bir araya getiriyordu. Teşkilatın Heyet-i Merkeziye’si Moskova’daydı. İlk genel merkez üyeleri, reis Enver Paşa, katip Ziya Bey, veznedar İbrahim Tali Bey, Halil Paşa, Sami Bey, Azmi Bey, Seyfi Bey, Mısır adına Dr.Fuad Bey, Suriye adına Emir Şekip Aslan Bey, Kuzey Afrika adına Muhammed Yasin Hamza Bey, Hindistan adına Bereketullah Efendi ve Cemal Paşa’ydı. İngiliz kaynaklarına göre, İİCİ’nin heyet-i merkeziyesi dışında Şark’a ve Avrupa’ya yönelik iki heyet-i merkeziyesi daha vardı. İran, Kafkasya, Anadolu, Türkistan, Afganistan ve Hindistan’a bakan Şark heyet-i merkeziyesi Anadolu’da örgütlenmişti ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti aynı zamanda Şark heyet-i merkeziyesi görevini deruhte ediyordu. (Bolşevik ittihatçılar ve İslam Komitesi, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İttihad-ı Selamet-i İslam), Zafer Toprak, shf.10)

Milli mücadeleyi yürüten kadro, 1919-1920 yıllarında, nizamnamesi hakkında bilgi verdiğimiz Muvahhidin Cemiyeti ile tam bir fikir ve hareket birliği içerisinde görülmektedir. İslam İttihadını sağlamaya yönelik bu gayretlerin arka planında yer alan devlet mutabakatını ve bu mutabakatın bozuluşunu bir sonraki yazımızda açıklamaya çalışacağız.


Yararlanılan kaynaklar:

Dr.Orhan Koloğlu; Mustafa Kemal’in Yanında İki Libyalı Lider Ahmet Şerif-Süleyman Baruni, Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi Ankara Halk Bürosu Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1981, 168 Sayfa+F.

Hüseyin Cahit Yalçın (Haz. O.selim Kocahanoğlu); İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Temel Yayınları, İstanbul, Ekim-2002, 461 Sayfa.

İlhan Tekeli-Selim İlkin; Kurtuluş Savaşında Talat Paşa ile Mustafa Kemal’in Mektuplaşması, Belleten C:XLIV Nisan 1980 s.311.

Prof.Dr.Metin Hülagu;, İslam Birliği ve Mustafa Kemal, Timaş Yayınları, İstanbul-2008, Sayfa 256.

Salahi R.Sonyel; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt.1, Ankara-1987, … Sayfa

Samih Nafiz; Albay Hüsamettin Ertürk Hatıratı: İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1964, Sayfa

Zafer Toprak; "Bolşevik İttihatçılar ve İslam Kominterni, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İttihad-ı Selamet-i İslam) " Toplumsal Tarih, Sayı 43, Temmuz 1997, Sayfa 6-13.


sinantavukcu@yahoo.com.tr
haber10

Sinan Tavukçu
Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-II

Milli Mücadelenin Başlangıcında Devlet Mutabakatı

Milli Mücadeleden bahsedildiğinde hemen herkes, Enver Paşa’nın hayalciliğinden dem vurarak, gereksiz yere devleti I. Dünya Savaşı'na soktuğundan söz edip, onun ölümle sonuçlanan Rusya ve Türkistan mücadelesini Napolyon olma hevesine bağlarlar. Buna mukabil Mustafa Kemal Paşa rasyonalitenin ve gerçekçiliğin sembolüdür. O, bu tür maceralardan hep uzak kalmış, hatta Almanlar safında 1.Dünya Harbine girişimize de muhalefet etmiştir. 1922’den sonra dillendirilmeye başlayan ve klişeleşen bu söylem gerçeği ne kadar yansıtmaktadır? Acaba işin hakikati böylemidir? Mustafa Kemal Paşa ve İttihatçı lider kadrosunun birbirleriyle mektuplaşmalarına bakıldığında, bu söylemin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Tam tersine Mustafa Kemal Paşa, Enver, Cemal ve Talât Paşaların Divan-ı Harb-i Örfi’de, “Gereksiz yere memleketi harbe sokmak” suçundan yargılanmalarına karşı çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Talat Paşa’ya yazdığı mektupta Harb-i Umumi’ye (1.Dünya Harbi) Almanlar safında girmenin zaruri olduğunu, bundan dolayı harb mes’ulü aramanın mantıksız olduğunu ifade etmiştir. Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal Paşa ve İttihatçı lider kadrosunun mektuplarına yansıyan müşterek düşman emperyalizmdir. Emperyalizmle kastedilen İngiltere’dir. Gerek dahildekiler (Anadolu’da Hareket-i Milliye’yi yürütenler), gerekse hariçtekiler (İttihatçı lider kadrosu) emperyalizmle mücadelede müttefik olarak Bolşevik Rusya’yı seçmiş ve işbirliğinin yollarını aramışlardır.

Talat Paşa’nın Mustafa Kemal’e yazdığı 22 Aralık 1919 tarihli mektup ile Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Şubat 1920 tarihli cevabi mektubu, İttihatçılar tarafından ortak düşmana karşı işbirliğinin mutabakat metni olarak algılanmıştır. Gerek kendi aralarındaki yazışmalarda, gerekse Mustafa Kemal’e yazdıkları mektuplarda, Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Şubat 1920 tarihli mektubuna bu yönde atıflar yapılmıştır.

Talat Paşa, Mustafa Kemal’e gönderdiği 22 Aralık 1919 tarihli mektubunda, 1917 Bolşevik İhtilâli ile hammadde zengini Rusya’yı kaybeden Avrupa’nın, uğradığı zararı Türkiye‘den karşılamaya çalışacağını, bu sebeple Avrupa ile bir sulh yapılsa bile, bu şartlarla iktisaden gelişmeyi temin etmenin mümkün olamayacağını, dolayısıyla Avrupa’nın hür ve müstakil bir Türkiye’nin vücuduna mani olacağını, sulhun sınırlayacağı Türkiye’nin Avrupa’nın bu gayesine sed çekebilecek kuvvette bulunamayacağını değerlendirir. Ona göre bu kuvveti hariçte aramak ve yardımcı kuvvetler vücuda getirmek icap etmektedir. Talat Paşa mektubunda, “bunu ben iki büyük muhitte aramak ve kuvvetli bir teşkilat yapmakta görüyorum. Bu kuvvetin biri vâsi Türk âlemi, ikincisi de İslâm âlemidir. Türk âleminde şimdiye kadar hiç işlenmemiş olan Türkistan bizim için esaslı bir saha-i mesaidir. Bu sahada dâhildekilerin doğrudan çalışması hem müşkül, hem de tehlikelidir.” (İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Hüseyin Cahit Yalçın, Sayfa 204) sözleriyle çalışma sahalarını açıklamış ve bu sahada çalışmanın hariçtekiler için daha uygun olduğunu ifade etmiştir. Talat Paşa mektubunun son kısımlarında memleket için çalışmayı üç madde halinde özetlemiştir.

“Tatbikini muvafık (uygun) gördüğüm üç tarz-ı mesaiyi burada tekrar etmek istiyorum.

Evvela- Dâhildekilerin müstakilen çalışmaları,

Sâniyen- Hariçtekilerin âtiyen (gelecekte) Türk ittihadı vücuda getirebilmek için Türkistan’da çalışmaları ve Türkistan’ın bilahare istiklâliyyetini temin edebilmek için idarede ve askeri ve mülki teşkilat vücûda getirmeleri,

Salisen- Arapların bugünkü me’yûsiyetinden (hayal kırıklığından) istifade ederek ileride bir Arap ve Türk ittihadını temin edecek teşkilatı vücuda getirmek ve umumiyet itibariyle âlem-i İslâm da lehimize bir cereyan uyandırmak.

Bütün bu teşkilat ya şimdiden veyahut ileride Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına veyahut teşkil edeceği bir büroya rapt olunabilir. Harici teşkilatın nokta-i temasını ben teşkil edeceğimden işin ciddiyet ve safiyetinden emin ve askerce bir itaate intizar olunabilir.” (age.sayfa 206-207)

Talat Paşa mektubunda, “gaye-i umumi”yi gerçekleştirmek için, geçmişteki umumi ve hususi hataları unutarak, geniş bir fikirle, herkesin kabiliyetinden azami derecede istifade edilmesi gerektiğini belirtir. Gerek İslâm âlemindeki nüfuz ve ehemmiyeti, gerekse azim ve metaneti dolayısıyla, Türk âleminde çalışacak en mühim uzvun Enver Paşa olduğunu kanaatindedir. Nitekim Enver Paşa’nın, daha önceden hazırlıklar yaptığı Türkistan, Azerbaycan ve Şimali Kafkasya’ya müteveccihen bazı rüfeka ile birlikte gittiğini mektubunda belirtir. Talat Paşa, Bolşevik rüesası(yetkilileri) ile sürekli temasta olduğunu, Bolşeviklerin eski Rusya İmparatorluğu sırasında ortaya çıkan muhtariyet ve istiklâlleri tanıyacaklarını söylediklerini, Bolşeviklerin Şark Meseleleri Uzmanı Radek’in hapisten tahliyesini ve Moskova’ya geçmesini sağladığı için, kendisine medyunu şükran olduklarını yazar.

Talat Paşa için, İslâm âleminde yapılacak çalışmalar içerisinde İngiliz sömürgesi Hindistan önemli bir yer tutmaktadır. Mektubunda, Türkistan teşkilatının Afganistan vasıtasıyla Hindistan’da çalışarak Hindistan âleminde bir tesir yapabileceğini, Devlet-i Aliyye ve Hilâfet-i İslâmiyye lehinde kuvvetli bir cereyan uyandırabileceğini yazar. Paşa mektubunda Arap âleminden de bahseder. Araplar, kendilerine bağımsızlık vaad eden Fransızlar ve İngilizlerle yaptıkları mütarekeden hayal kırıklığına uğramışlardır. Kendileriyle temas kuran bazı Araplar, maziyi unutarak, Türklerle tekrar birleşmek, beraber çalışarak İtilafçıların istilasına mani olmak, Mustafa Kemal Paşa ile bir münasebet kurmak arzusundadırlar. Talat Paşa’ya göre, Arapların Türklerle birleşme arzusunu sulh görüşmeleri sırasında izhar etmek, Hilâfetin nüfuzunun bu bölgede devamını sağlamak bakımından önemlidir. Talat Paşa, Arap âlemi ile ilişkinin dâhilden (Ankara’dan) sağlanması fikrindedir. Ona göre bu misyonu yürütebilecek kişi Rauf Bey’dir. Rauf Bey zaten bu hususta çalışmakta olup, kendileri harici bir teşkilat ile Rauf Bey’e yardım etmektedirler.

Talat Paşa mektubunda siyâset-i dahiliye hakkında da mütalaada bulunur. Paşa, milli teşkilat yetkililerinin İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’a girerek hükümeti elde etmelerini, Kabinenin dâhilde ve hariçte otorite tesis edebilecek bir zatın riyasetinde toplanmasını, Berlin’den gördüğü kadarıyla bu zatın Mustafa Kemal olduğunu, böyle bir kabinenin dâhilde ve hariçte pek büyük tesiri olacağını ifade eder.

Talat Paşa, İtalyan ve Fransız yetkilileri ile görüşme ve müzakerelerinin devam ettiğini, gerek İtalyanların gerek Fransızların gelecekte idareyi ele alacaklarını muhakkak gördükleri Jön Türklerle şimdiden hüsn-ü münasebete girmek istediklerini, İngilizler karşısında müşkül vaziyette kalmamak şartıyla mümkün olan her türlü yardımı yapmaya arzulu olduklarını bildirir.

Nihayet mektubuna, “Bizlere gelince istediğiniz şekle girmek, istediğiniz tarzda çalışmak, arzu ettiğiniz hususi ve umumi her türlü fedakârlığı yapmak en büyük emelimizdir. Muvaffakiyetinize bütün kalbimizle duahanız.” (age.sayfa 210) diyerek son verir.

Mustafa Kemal Paşa Talat Paşa’nın bu mektubuna 29 Şubat 1920 tarihli mektubuyla cevap verir. Paşa mektubunda önce vaziyetin kısa bir muhakemesini yapar ve liderliğini yürüttüğü vahdet-i milliye’nin amacını açıklar;

“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nam altında vücuda getirilen vahdet-i milliye (milli birlik) Erzurum ve müteakiben Sivas umumi kongrelerinde tertip edilen esaslara göre Türk ve Kürt milli hudutlarıyla tahdit edilen Türkiye’yi inkısamdan (parçalanmadan) kurtarmak ve Osmanlı Devlet ve milletlerinin istiklallerini temin etmek gayesini istihdaf etti (hedef edindi). Bu gayeye vusul için fi’len ve zımmen müdafaayı esas ittihaz (kabul) etti.” (age.sayfa 211)

Paşa mektubunda bu açıklamadan sonra, Hareket-i Milliye’nin teşkilatlanmasından ve Kongrelerin görevlendirdiği Heyet-i Temsiliye’nin faaliyetlerinden bahseder. Heyet-i Temsiliye’nin riyasetinin (başkanlığının) kendisinde olduğunu bildirir.

Mustafa Kemal Paşa Arap dünyasıyla olan ilişkileri aşağıdaki şekilde anlatır;

“Suriye ve Iraklılar ile öteden beri münasebet tesis etmiş ve kendileri İngiliz ve Fransızlar aleyhine teşebbüsata geçirilmiştir.

Daha ciddi esaslar dahilinde tevhid-i harekât için nezdimize gelmiş olan salâhiyattar Arap murahhasları ile mukarrerat ittihaz edilmiştir. Araplara karşı bidayetten beri ifade ettiğimiz formül şudur: her millet kendi dahilinde istiklâlini kurtardıktan sonra (konfederasyon) halinde birleşmek; bu esas maalmemnuniye kabul edilmiştir.” (age.sayfa 211-212)

Mustafa Kemal Paşa mektubunda Türk Dünyasına yönelik faaliyetlerden de bahseder;

“Azerbaycan, Şimalî Kafkasya, Gürcistan ile daha ilk devirde az çok münasebata başlanmıştı. Halil Paşa ile Sivas’ta arîz ve amîk görüştükten sonra kendisini Azerbaycan’a gönderdik. Esaretten kurtulan Nuri Paşa’nın da Kafkasya’da faaliyete geçmesi için tedabir alındı. Elyevm her ikisi ile muhabere ve münasebet berdevamdır. Halil Paşa Azerbaycanlılardan bir kuvvetin başında olarak elyevm (Zanzezur) dedir. Ve Ermenilerle muharebe ediyor, Nuri Paşa şimalî Kafkasya kuvvetlerine kumanda ediyor. Kendilerine arzu ettikleri zabitleri peyderpey gönderiyoruz.

Halil Paşa’ya verdiğim nokta-i nazarlar: Azerbaycan ve Şimalî Kafkasya’da Çerkeslerin istiklâllerini te’min etmek, Azerbaycan ile ittifak etmiş olan Gürcistan ile îtilaf (uyum) halinde yaşamak. Daha evvel Türkistan’da bulunduğunu tahmin ettiğim Enver Paşa ile tesis-i irtibat ederek onunla Türkistan istiklâlini temine çalışmasını söylemek ve gerek Kafkasya’da ve gerek Türkistan’da vücuda getirilecek harekât ve faaliyeti Türkiye menafiine (menfaatine) tevcih etmek ve bunun için benimle muhafaza-i irtibat eylemek.

İki gün evveline kadar Halil ve Nuri Paşalardan vürûd eden ma’lûmattan henüz Enver Paşa ile te’sis-i irtibat edilmemiş ve fakat bu maksatla icap eden zâbitanın gönderilmiş olduğu anlaşıldı. Halil Paşa’ya ve Halil Paşa’dan evvel Kafkasya’ya gönderdiğim zabitlere Bolşeviklerle temas ve zemîn-i itilâf taharri (uygun zemin) etmelerini ve fakat her türlü mukarrerat-ı kat’iyye (kesin karar) için benim tasdikime ta’lik keyfiyet olunmasını söyledim. Yakın zamana kadar (Novorosiski) ve şarkında (Denikin)ordusunun mevcudiyeti mezkûr temasa müsaade etmiyordu. Şimalî Kafkasya’da Çerkeslerin teşkil ettikleri şura tarafından gönderilen bir heyeti murahhasa ile aynı daire dahilinde talimat verdim.

Araplarla îtilafta kullandığım formülden ve Kafkasya’daki arkadaşlara verdiğim talimatta anlaşılacağı vechile, benim de düşündüğüm, muhtelif İslâm kitlelerini mazhar-ı istiklâl olmak için bugün Türkiye’ye musallat olan düşmanlar aleyhine tahrik etmek ve bu suretle Türkiye’nin tazyikini tahfif (hafifletme) kuvva-i maddiye ve maneviyyesini âzami menâfii istihsal edebilecek surette daha serbest kullanmak. Ve âtiyen istiklallerini kurtaracak olan İslâm kitleleriyle konfederasyon halinde birleşmek. Şimdiye kadar masruf (sarfolunan) mesainin tecellî eden netayici (neticesi) şayan –ı memnuniyet gibi görünmektedir. Tahmin olunduğuna göre îtilaf devletleri ilk zamanlarda tatbikini tasavvur ettikleri imha kararlarından sarf-ı nazar ederek (vazgeçerek) Türkiye‘nin mevcudiyetini tanımak kararına takarrüp ediyorlar (yaklaşıyorlar).” (age.sayfa 212-213)

Mustafa Kemal Paşa Bolşeviklerle olan ilişkinin mahiyetini müşterek düşmana karşı birlikte hareket etmek, şiddetle muhtaç olduğumuz para vesaireyi oradan temin etmek olarak izah etmiştir. Ancak, İngiliz işgaline karşı Bolşevikliğin tercih edileceğini şu cümlelerle ifade eder: “Binaenaleyh vatanımız parçalamak ve milletimizi İngiliz boyunduruğu altında görmek ihtimal-i meş’ûmu karşısında Bolşevik prensiplerini fi’len tatbik etmekte çare-i halâs tahmin olunursa cihet-i tatbikiyyesindeki müşkülâta rağmen bugün hâkim olduğumuz kuvvete istinaden o hususa da tevessül etmek lâzım gelebilir.” (age.sayfa 214)

Paşa mektubunda, düşmana karşı yurtdışında mücadele gösterenlerin insiyatif sınırlarını şu cümlelerle çizmektedir. “Türkiye’nin menafine (menfaatına) yönelik her türlü muhasala-i mesaîyi hürmetle karşılarım. Müdavele-i efkârla mutalaatımdan gaye-i umumîye nafi(umumi gayeye faydası) olabilecek fedakarlığı yapmakta tereddüt etmem. Ancak ikinci, üçüncü derecede aracılarla umumi mukadderata tesir edecek temas ve teşebbüsleri mahzurlu görürüm. Ecnebilerle dahi yapılacak her türlü temas ve îtilaflarda son söz ve son karar buraya ta’lik olunmalıdır.” (age.sayfa 216-217)

Paşa mektubunda, Tükiye’deki faaliyetin tarihi mesuliyetinin kendisine ait olduğunu, dolayısıyla rey ve mütaalası haricindeki teşebbüslere muarız kalacağını, Türkiye dışındaki faaliyetlerin de kendi bakış açısı ve mütalaaları çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini, ancak mütaala ve tasavvurlarında mutaasıb olmadığını açıklar. Bu arada, “Bir seneden beri Avrupa’daki mesainiz şayan-ı memnuniyettir. Aynı tarzda sarf-ı mesaîye devam daha faideli netayiç (netice) verecektir.” ifadesiyle, Talat Paşa’nın Avrupa’da yürüttüğü faaliyetleri memnuniyetle karşıladığını beyan etmiştir. (age.sayfa 217)

Mustafa Kemal Paşa 1.Dünya harbine girilmesinden İttihatçıların sorumlu tutulmasına da karşı çıkar. Mektubunda “Ben müdafaa ettiğim hedefler beyanında Harb-i Umumî’ye duhulün zaruri olduğunu ve harbe duhul ettikten sonra grubuna dahil bulunmanın yine zarurî olduğunu ve bundan dolayı harb mes’ûlü aramanın mantıksız olduğunu, alel’ıtlak Kânun-u Esasî ahkâmına mugayir olarak hareket edilmiş ise bu suretle hareket eden kabineleri meydana çıkarmak ve haklarında ahkâm-ı kanuniye tatbik etmek için mütarekeden evvel Balkan Harbi’nden itibaren ve mütarekeden bugüne kadar mevki-i iktidara geçen kabineleri nazar-ı dikkate almak lâzım geldiğini ifade ediyorum.” (age.sayfa 217)der. Bu değerlendirme son derece önemlidir. Zira, daha sonraki dönemlerde neredeyse resmi bir tez olarak dillendirilen, ittihatçıların ülkeyi zorla ve cahilce tasarruflarla Almanların yanında savaşa soktuğu iddialarıyla örtüşmemektedir.

Mustafa Kemal Paşa, mektubun son kısmında, Bolşeviklerle hafi (gizli) bir anlaşma yapılarak, Azerbaycan ve Dağıstan’ın tamamiyet ve istiklallerinin Bolşevikler tarafından tasdik edildiğinden bahseder. “Azerbaycan ve Dağıstan havalisindeki adamlarımız Bolşeviklerle ve Türkistan’la irtibat ve münasebetlerinde devam etmektedirler” diyerek, Kafkasya’da yürütülen faaliyetler hakkında bilgi verir.

Mustafa Kemal Paşa, Talat Paşa’ya gönderdiği 25 Ekim 1920 tarihli bir diğer mektupta, “Gerek mekâtib-i mezkure mefâdından ve gerek Câmi Beyefendi’nin ifadatından müsteban olacağı üzere, zât-ı âlinizin garp âleminde, bizim anavatanda ve diğer rüfekayı mesainin de memâlik-i şarkiyede (şark memleketlerinde) mütevâziyen hareket ve müttefikan bezli mesai ve gayret etmeleri halâs-ı memleket(memleketin kurtuluşu) ve selâmet-i millet için âzamî derecede istifadenin şartı mukaddemidir (ilk şartıdır). Bu cihetle garpta vukubulacak mesaî ve ve icraatı devletlerinden buraya peyderpey itayı malumat edildiği takdirde, mukarrerat ve icraatta ahengi tam husul bularak maksada vusul kesbi suhulet eder.” diyerek, üçlü bir görev taksimatından bahseder. Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa, Avrupa’da Talat Paşa ve Şark Memleketlerinde başta Enver Paşa olmak üzere diğer ittihatçılar milletin kurtuluş ve selameti için birlikte mücadele edeceklerdir. (age.sayfa.220)

Milli mücadele devam ederken Ankara’nın Avrupa’da adamı bulunmamaktadır. Cami (Baykurt) Bey temsil yetkisi hem İtalya hem de Almanya’ya şamil olmak üzere, Ankara tarafından Roma’ya mümessil olarak atanır. Cami Bey Talat Paşa’ya gönderdiği 25 Aralık 1920 tarihli mektubunda Ankara’nın Talat,Enver ve Cemal Paşalarla müştereken çalışma arzusunu şu cümlelerle ifade eder: “Muhtelif aktârda (çapta) ve fakat aynı gaye uğrunda bezli mesaî (bol mesai) buyurmakta olan zât-ı devletleri ve Enver ve Cemal Paşalar Hazerâtıyla tesis-i münasebat olunarak icraat-ı hariciyede temin-i ahenk ve ve vahdet (birlik) olunmasındaki fevaid-i azime (azami fayda) Ankara hükümetince takdir edilmekte olduğu ve zât-ı sâmileriyle icrayı temas ve idame-i münasebet (münasebeti sürdürme) hususunda sarf-ı gayret eylemekliğim lüzumu vekâleti müşarünileyhadan telâkki olunan son talimat cümle-i muhteviyatındandır. Haiz bulunduğum sıfatı temsiliye Almanya’ya da şâmil olduğundan zâtı devletlerinin vatanımızın halâsı (kurtuluşu) ve selâmetine matuf mesai siyasiyelerinden lütfen bendenizin de haberdar edilmekliğim hususunu …” arzeder. (age. sayfa.223)

Mustafa Kemal Paşa tarafından Talat Paşa’ya yazılan 29 Şubat 1920 tarihli cevabi mektup, Talat, Enver ve Cemal Paşalar ile hariçte faaliyet gösteren diğer ittihatçılar tarafından bir mutabakat metni olarak görülmüştür. Nitekim Cemal Paşa, Mustafa Kemal Kemal Paşa’ya Moskova’dan, gönderdiği 03 Haziran 1920 tarihli mektubunda, “Talât Paşa ile sebk eden muhaberatınız neticesinde takarrür etmiş olduğu üzere Bolşevik Rusya Hükümeti ile Türkiye arasında bir ittifak esaslarını müzakere etmek ve Rusya’nın Türkiye’ye muavenetini (yardımını) temin eylemek ve alelhusus İran ve Hindistan dahilinde ihtilâller ika ederek İngilizleri son derece müşkilâta uğratmak mesailini kararlaştırmak üzere Moskova’ya geldim.”(İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Erkânı, Kâzım Karabekir, s.10-13.) diyerek, faaliyeti hakkında bilgi vermiş, Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Şubat 1920 tarihli mektubundan müşterek mücadeleye ait bir karar metni olarak bahsetmiştir.

İlerleyen zaman içerisinde, Sovyet Hükümeti ile temas noktasında İttihatçıların insiyatif alması Mustafa Kemal Paşa’yı huzursuz etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Cemal, Talât ve Enver Paşaların Büyük Millet Meclisi namına hiçbir selahiyetleri bulunmadığını Ali Fuat Paşa vasıtasıyla Sovyet Hükûmeti’ne iletmiştir. Bunu öğrenen Cemal Paşa Moskova’dan gönderdiği 11 Temmuz 1920 tarihli mektubunda, “Bu resmî tebligatınızda benim, Talât ve Enver Paşaların Büyük Millet Meclisi namına hiçbir teşebbüsat-ı siyasiyede bulunmağa salâhiyetimiz olmadığını ihtar ediyorsunuz. Benim buraya gelirken gerek Talât ve gerek Enver Paşalarla görüştüğüm sırada bana söyledikleri sözlerle sizin bu tebligat-ı resmiyeniz arasında cidden büyük bir ihtilâf var… Talât Paşa diyordu ki: “Türkiye’ye haricî muavenetler(yardımlar) temini için her türlü teşebbüsat-ı siyasiyede bulunmağa mezunuz. Ve şu kadar ki Türkiye’nin taahhüdatını icap edecek hususat için son söz ve îta-yı emr ü karar Büyük Millet Meclisine aittir”. İşte ben buraya bu zihniyet ve bu talimat ile geldim.” (age. sayfa.348) diyerek, Mustafa Kemal Paşa’nın Berlin’deki lider kadrosuyla varmış olduğu mutabakata aykırılıktan söz etmiş ve kırgınlığını belirtmiştir.


Bu mutabakat Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’nın karşılıklı mektuplarına da yansımıştır. Enver Paşa Mustafa Kemal’e Moskova’dan gönderdiği 26.09.1920 tarihli mektubunda, kendisinin görüştüğü Sovyet Hükûmeti erkânın esasen komünizm şeklinde olmasa bile İngiltere aleyhindeki harekâtı ihtilâliyeye yardım etmeyi prensip olarak kabul ettiklerini bildirir.


Enver Paşa mektubunun devamında bir dünya analizi yapar. Değerlendirmesinde, 1.Dünya Savaşından sonra Almanya’ya imza ettirilen anlaşmanın uygulanmasının kabil olmadığını, Almanlarla Fransızlar arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğunu, savaştan İtalyanların pek çok zararla çıktıklarını, İngiliz tazyiki altındaki İtalyanların iktisadi buhranı aşamadıklarını, İngiltere aleyhinde harb eden Türkiye’yi tabii bir yardımcı olarak kabul ettiklerini, İtalyanlardan Anadolu’ya silah tedarikinin mümkün bulunduğunu, bütün Avrupa’da İngiliz aleyhtarlığının umumi bir şekil aldığını, Fransa’nın bile İngiltere’ye karşı memnuniyetsizliğini bazı vesilelerle izhar ettiğini, ancak Almanya’dan çekindiği için İngiltere’den uzaklaşmaya cesaret edemediğini, bu arada Macarların Antant’a karşı mücadeleyi devam ettirmek için Almanya, Bulgaristan, Rusya ve Türkiye ile bir ittifak arayışında olduğunu belirtir.


Enver Paşa’ya göre beş yıl içinde deniz üstünlüğü Amerika’ya geçecektir. Bu durum İngilizleri korkutmaktadır. Öte yandan, İrlanda meselesi İngiltere için ciddi bir tehlike halini almıştır. Mısır, Hindistan ve Irak’taki harekâtta buna ilave edilince, İngiltere’nin pek müşkül bir durumda olduğu ortaya çıkmaktadır. Enver Paşa bu şartların bizim için pek müsait bir zemin oluşturduğunu, bu vaziyetten istifade için, Avrupa’nın karışacağı zamana kadar sebat ve mukavemet etmek gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur.

Paşa mektubunda, İslâm âleminde ortaya çıkan Antant aleyhindeki hareketlerin bir teşkilattan yoksun bulunduğu görülerek, bunların bir teşkilat çatısı altında toplanması hususunda bu ülke murahhasları ile mutabakata varıldığını, bu maksatla bir cemiyet oluşturulduğunu, Rusya’nın da muvafakatı ile, Moskova’da bir merkez teşkil edildiğini yazar. (age.shf.43-46)

Mustafa Kemal Paşa 05.10.1920 tarihli mektubuyla Enver Paşa’ya cevap verir. Mektubunda, Enver Paşa’nın dünya ahvali ve şark İslâm memleketlerinde tebarüz eden harekâtı milliye hususundaki değerlendirmelerinin kendi görüşleriyle muvafık olduğunu, bundan memnunluk duyduğunu belirtir. Mustafa Kemal Paşa, umumi harpte bozulan iktisadi dengesini Şark âlem-i İslâmı’nı nüfuzu altına alarak düzeltmeye çalışan İngiltere’nin Batı Avrupa’da Bolşevik cereyanını imha etmeye çalıştığını, İngiltere hükûmetinin bu teşebbüsüne fiili ve ciddi bir surette muhalefet ve mukavemet edecek yegâne İslâm Hükûmetinin Türkiye Devleti olduğu için, garp emperyalizm ve kapitalizminin en şiddetli taaruz darbelerini Anadolu’ya yönelttiğini ifade eder.

Mustafa Kemal Paşa, Ankara Hükûmeti’nin bu hain taarruza şimdiye kadar muvaffakiyetle mukabele ettiğini, bu taaruzun uzun süre devam edeceği ihtimaline karşı Şarkta bir “nokta-i istinad”a lüzum duyulduğunu, bu maksatla Bolşevik Rusya Cemiyeti ile bir îtilaf (yardım) akdinin yapıldığını, ancak bu akdin iyi sonuç vermesinin ve karşı tarafça değiştirilmesini önlemenin, sahip olduğu hilafet makamı dolayısıyla bütün âlem-i İslâm üzerinde nüfuz sahibi olan Türkiye devletinin bu nüfuzunu, içinde bulunduğu yüzyılda da, soydaşı olsun olmasın bütün âlem-i İslâm üzerinde artırarak devam etmesine bağlı olduğunu açıklamıştır.

Mustafa Kemal Paşa amansız düşmanımız olarak gördüğü İngiltere’ye karşı yapılacak mücadelenin etkisinin sadece Türkiye ile sınırlı kakmayacağını, muvaffakiyet halinde “bütün cihan-ı medeniyetin ve bilhassa şark âleminin” bütün çehresini kökten değiştireceğini mektubunda şu cümlelerle ifade etmiştir:

“Binaenaleyh memâlik-i İslâmiyede tebarüz eden (ortaya çıkan) harekâtı milliyeyi bir teşkilâtı mahsusaya rapdetmek suretiyle tensik ve tevhid (bir nizama koyma ve birleştirme) emrindeki tasavvurat ve teşebbüsat dava-yı millîmizin galebe-i kat’îyesi (kesin galibiyeti) nokta-i nazarında ezher cihet müfid ve şayanı şükrandır. Bu babda sarfedilecek mesai ve himematın muhasala-i içtimaı düşmanı bîamanımız (amansız düşmanımız) olan İngiltere’nin tahribi bünyanı (bünyesinin tahribi) tahakküm ve salatanatına matuf olacağından husulü muvaffakiyet halinde bütün cihanı medeniyetin ve bilhassa şark âleminin çehre-i hâzırını esasından tebdil ve tağyir edecek (değiştirecek) mahiyette olan bu teşebbüsü muazzamanın idaresi bilistihkak (hakkı olarak) ve herhalde Türkiye Devletinin yeddi tedbir ve siyasetinde bulunmak tabiri sarihle ileride istiklal ve belki mevcudiyeti millîyemize muarız olabilecek diğer yabancı bir devlet ve milletin eline baziçei âmal (oyuncak) olmamak lâbeddir.” (age.shf.48-49)

Mustafa Kemal Paşa mektubunda Türkistan, Afganistan, Acemistan ve Hindistan’a uzanacak olan mücadelenin Rusları şüphe ve endişeye sevk etmemesi için Pan İslâmizm şeklinde sunulmasından kaçınılmasını istemiş ve mücadelenin maksadı hususunda dikkat edilmesi gerekenleri şöyle açıklamıştır:

“… hakikatı makâside de muvafık olacağı veçhile, İslâm ve gayri İslâm bütün şark akvamını (kavimlerini) çiftlik hayvanatı menzilesine indirmek isteyen İngiltere tahakkümüne karşı insanca temini mevcudiyet ve istirdadı hakkı istiklâliyet maddesi şeklinde gösterilmesine de bilhassa dikkat ve ehemmiyet atfedilmesi hususudur.

“Böyle bir maksat üzerinde ve bu şekil ve suret tahtında tensik ve tanzim edilecek şark harekâtı milliyesi için hedefi aslî İngiltere’yi Hindistan’dan tard ve teb’ide (çıkarmaya) müncer olacak bir hareketi muazzama-i müştereke ihdası olduğuna ve bu iştirâki mesai ve harekâtta en büyük âmili müessir Türkiye’nin asırlardan beri bütün Asya ve bilhassa Şark dillerinde destan olan şeref ve nüfuzu manevisi bulunduğuna göre, oradaki teşkilatın buradaki mukarrerat (kararlar) ve icraat ile hem ahenk olması muhtacı izah değildir.” (age.shf.49)

Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa’nın teşebbüs ve icraatının başarılı olmasını canı gönülden istediğini ve karşılıklı haberleşme isteğini şu cümlelerle ifade etmiştir:

“Şu halde Ankara Hükûmeti tecelli ve temadisini (sürmesini) eczanı dil temenni ettiği muvaffakiyatı devletlerine ait (Enver Paşa kastediliyor) teşebbüsat ve icraat hakkında muntazaman verilecek malumat ve tafsilata her zaman intizar edeceği gibi muhafaza-i mevcudiyeti millet (milletin mevcudiyetinin muhafazası) ve muktezayı asra göre temdidi bünyanı devlet emrinde buraca vaki olacak teşebbüsat ve icraat hakkında bu bilmukabele (karşılıklı) muntazaman itayı kasit ve mesai temin etmeyi pek münasip görürüm.” (age.shf.49)

Bütün bu karşılıklı yazışmalar, Batı Avrupa’da ve Şarkta faaliyet gösteren İttihatçı liderler ile Mustafa Kemal Paşa arasında gerek düşman algılaması, gerekse mücadele sahaları ve yöntemleri hususunda bir mutabakat bulunduğunu ortaya koymaktadır. Yazışmalarda, emperyalizm ve kapitalizmin temsilcisi olan, amansız düşman İngiltere’yle mücadele etmek üzere, üçlü bir alan paylaşımı yapıldığı görülmektedir. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa hem Anadolu Hareketini yönetecek hem de Arap dünyası ile ilişkileri koordine edecektir. Talat Paşa Berlin’de, Şark Kulübü (Orient Klub) bünyesinde, batılı devletlerinin işgali altındaki bütün doğu devletleri temsilcilerini bir araya getirecek ve bu ülkelerde direniş örgütleyecektir. Enver Paşa Moskova’da İslâm İhtilal Cemiyetleri İttihadı kurarak, işgal altındaki İslâm ülkelerini Batı müstemlekeciliğine karşı isyana (kıyama) hazırlayacaktır. Cemal Paşa Türkistan ve Afganistan’da ordu teşkil ederek, Hindistan’da İngilizler aleyhine isyanlar teşvik edecektir.

Ne var ki, 1921 yılı ortalarına kadar devam eden işbirliği ve dayanışma dönemi, bu tarihten sonra bozulacaktır. “Dâhildekiler” ile “Hariçtekiler” arasındaki mutabakatın bozuluş nedenlerini bir sonraki yazımızda ele alacağız.

Yararlanılan kaynaklar:

Hüseyin Cahit Yalçın; İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Temel Yayınları, 2002.


Kâzım Karabekir; İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Erkânı, Menteş Kitabevi, 1967.

İlhan Tekeli-Selim İlkin; Kurtuluş Savaşında Talat Paşa ile Mustafa Kemal’in Mektuplaşması, Belleten C:XLIV Nisan 1980.

Prof.Dr.Metin Hülagu; İslam Birliği ve Mustafa Kemal, Timaş Yayınları, İstanbul-2008.

Yrd. Doç. Dr. Hülya Baykal; Milli Mücadele Yıllarında Mustafa Kemal Paşa İle Cemal Paşa Arasında Yazışmalar, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 14, Cilt V, Mart 1989.


sinantavukcu@yahoo.com.tr
haber10
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Oca 16, 2010 2:09 am    Mesaj konusu: Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-III Alıntıyla Cevap Gönder

Sinan Tavukçu
Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-III

Mutabakatın Bozulması



I.Dünya Savaşı’nda İtilâf Devletleri galip gelmiş, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 tarihinde imzalamak zorunda kaldığı “Mondros Mütarekesi”yle, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’la birlikte kaybeden taraf olduğunu kabul etmişti. 18 Ocak 1919 da toplanan “Paris Konferansı” sonrasında yeni bir Avrupa düzeni kurularak, Milletler Cemiyetinin (Cemiyet-i Akvam) ihdası kararlaştırılmıştı. Bu dünya düzeninde, yeni kurulan bir devletin büyük bir devlet tarafından Milletler Cemiyeti adına yönetilmesi esasına dayanan Mandater Sistem düşüncesi kabul edilmişti. Paris Konferansı’ndan sonra, İtilaf Devletleri, 19 Haziran 1919 da imzalanan Versailles Barış Antlaşması ile Bismarck (Bismark)ın kurduğu Almanya'yı yıkıp, 10 Eylül 1919 tarihli Saint-Germain Antlaşması ve 4 Haziran 1920 tarihli Trianon Antlaşması ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu tarihe gömmüşlerdi. 27 Kasım 1919 tarihli Neuilly Antlaşması ile de Bulgaristan topraklarını parçalamışlardı. İtilaf Devletleri Osmanlı devletini sona bırakmış, 1919 yılı itibariyle henüz bir barış antlaşması yapmamışlardı.


I.Dünya Harbi devam ederken savaşın kaybedileceğinin farkında olan Enver Paşa, mütareke sonrası Azerbaycan ve Kafkasya’da yeni bir mücadele sahası oluşturmaya karar vermişti. Henüz mütareke imzalanmadan, Haziran 1918’de Enver Paşa’nın kardeşi Nuri (Killigil) Paşa komutasında Azerbaycan’da İslam Ordusu ve görevi Kafkasya ve Güney Azerbaycan’ı işgal etmek olan Yakup Şevket (Subaşı) Paşa komutasındaki 9. Ordu kurdurulmuş, kurulan orduya Kafkas Orduları Grubu adı verilmiş ve grup komutanlığına Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa getirilmişti. (Milli Mücadele döneminde Kazım Karabekir’in komuta ettiği XV. Kolordu, bu 9. Ordu’nun birliklerinden teşkil edilmişti.)


İttihat ve Terakki, Mondoros Mütarekesi’nden sonra yaptığı nihai kongresinde kendisini fesh etmiş, lider kadrosu yurt dışına kaçmıştı. İttihat ve Terakki’nin son kongresinin toplandığı günün gecesi (1/2 Kasım 1918) Talat Paşa, Enver Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Paşa, Hacı Adil Bey, Kur. Alb.Trabzonlu Nuri Bey ve diğer İttihatçıların katıldığı toplantıda, devletin kurtuluşu için mücadele etme ve bu mücadelenin “Müdafaa-i Hukuk” teşkilatları adı altında yapılması kararı alınmıştı. İzleyen günlerde, Talat Paşa kendisine bağlı Karakol Teşkilatı ile Batı Anadolu’daki örgütlenmeyi gerçekleştirecek, Enver Paşa’da Teşkilat-ı Mahsusa mensupları ile Doğu Anadolu’nun teşkilatlanmasını sağlayacaktır. Nitekim, mütarekeden hemen sonra, 6 Kasım 1918’de batıda verilecek mücadeleyi organize etmek üzere İzmir’de “Müdafaa-i Hukuku-u Osmaniye Cemiyeti”, doğuda yürütülecek mücadele için, 2 Aralık 1918’de İstanbul’da “Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti” kurulmuştu. Bu cemiyetlerden Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti bir yıl sonra Erzurum Kongresi’ni organize edecek, Müdafaa-i Hukuku-u Osmaniye Cemiyeti Ege’de Yunan işgaline karşı silahlı direnişi başlatacaktı.

İttihat ve Terakki’nin 1 Kasım 1918 tarihinde başlayan son kongresinde kendisini feshetmesinden sonra, bu bünyeden iki parti doğmuştu. Bunlardan birisi İsmail Canpolat ve arkadaşları tarafından kurulan “Teceddüt Fırkası”, diğeri Ali Fethi (Okyar) Bey’in kurduğu “Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası” idi. Talat Paşa’nın talimatıyla, İttihat ve Terakki bütün mal varlığı ve taşra teşkilatları ile birlikte Teceddüt Fırkası’na devrolunmuştu. Bu fırkalarda daha ziyade, Enver Paşa muhalifi olan ancak Talat Paşa hizbine mensup bulunan ittihatçıların yer aldığı görülüyordu. Ayrıca, içinde her iki parti mensuplarının da yer aldığı, gizli “Karakol Cemiyeti” teşekkül etmişti.


İttihat ve Terakki’nin çok sayıda üst yöneticisinin yurt dışına çıkmış veya Malta’ya sürülmüş olmasına rağmen İttihat ve Terakki’nin mebusları, ordu komutanları, valileri, zabitleri ve mahalli teşkilatları hiyerarşik yapısıyla hala ayaktaydı. Askeri, mülki ve mahalli teşkilatlara nüfuz etmiş bulunan İttihat ve Terakki dışında hiçbir örgütlü yapı mevcut değildi. “Karakol Cemiyeti”nin bu mevcut yapı içerisinde teşkilatlanması hiçte zor olmamıştı. Bu gizli örgüt, Talat Paşa’nın talimatı ile Kara Kemal, Kara Vasıf ve Galatalı Şevki Bey tarafından kurulmuştu. Cemiyet gerek ülkenin batısında gerek doğusunda, 1918 sonbaharından itibaren müdafaa-i milliye hareketlerini örgütlemeye başlamıştı. Rauf Bey ve Kara Kemal ile Kara Vasıf Beyler Karakol Cemiyeti’nin kamuoyunda görünen liderleriydi.

13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, burada Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası lideri Ali Fethi Bey, Teceddüt Fırkası lideri İsmail Canpolat, Karakol Cemiyeti’nin liderleri Rauf Bey ve Kara Kemal ile temasa geçmiş, ittihatçıların bu önemli şahsiyetleri ile birlikte sürekli toplantılar yapmaya başlamıştı.

Osmanlı milletinin müstemleke haline getirilmesine karşı mücadele etmek üzere teşkilatlanan ittihatçıların, 1919 baharına kadar İstanbul’u terk etme ve Anadolu’yu merkez tutarak mücadeleyi oradan yönetme fikri bulunmamaktaydı. Hareket merkezi İstanbul olan bir mücadele esas alınmıştı. Ancak, 21 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan’ın süresiz tatil edilmesi, daha sonra lider kimlikleri ile öne çıkan İsmail Canpolat, Hüseyin Kadri, Kara Kemal ve Ali Fethi Bey’in tutuklanması ve nihayet Teceddüt Fırkası ve Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası’nın 5 Mayıs 1919’da aynı gün kapatılmasıyla İstanbul’da siyaset yapma imkanı ortadan kalkmıştı. Üstelik İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmişti.

İtilaf devletleri Osmanlı Devletiyle bir barış antlaşması yapılmasını sona bırakmıştı. Çünkü Osmanlı Devletinin statüsü, diğer müttefikleri olan Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’dan farklıydı, bir barış antlaşması için sadece topraklarını parçalamak yeterli değildi. Kendi dominyonları üzerinde etkisi olan Hilafet kurumu yaşadığı müddetçe İngiltere kendisini rahat hissetmiyor, bu kurumu tasfiye edecek uygun bir yöntem arıyordu. Türkiye ile ateşkes imzalanmasından bir yıl geçtiği halde, bir barış antlaşması imzalanmaması Yunanistan’ı endişeye sevk etmişti. Yunan Başbakanı Venizelos, Mayıs 1919’daki işgal öncesinde, İngiltere Başbakanı’na gönderdiği bir muhtırada, Paris Konferansı kararlarını Türkiye’ye kabul ettirmek için Yunan Ordusu'nun Türk topraklarını işgal etmesini teklif ediyor, gecikildiği takdirde askeri örgütlerini tamamlamak için genç Türklerin ihtiyaç duydukları zamanı kazanacaklarını, konferans kararlarına direnme gücü bulacaklarını iddia ediyordu. Venizelos Yunan Hükûmeti İkinci Başkanlığına gönderdiği bir telgrafta, “Türk İmparatorluğu'nun ortadan kaldırılması işini yüklenirsek bu iş İngiliz ve Yunan kuvvetlerinin başaramayacağı bir iş olmayacaktır. Zannımda aldanmayarak diyebilirim ki Yakındoğu'da doğal durum İngiltere'nin olabildiğince güçlendirmeye çalışacağı Yunan Ordusu'na dayanacaktır.” diyordu.

İttihat terakki’nin güçlü lideri Talat Paşa kendi hizbine, İtilaf devletleri ile bir barış antlaşması yapılana kadar Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğine destek olmalarını işaret etmişti. İttihatçılara muhalif olması, Ermeni tehcirinden sorumlu tutulmaması dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa İtilaf Devletleri nazarında kötü bir sicile sahip değildi. Talat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı emanetçi olarak gördüğü, bir barış antlaşması imzalandıktan sonra memlekete dönerek yönetimi ele almayı tasarladığı İttihatçıların kendi aralarındaki yazışmalardan anlaşılmaktadır. Liderlik potansiyeli taşıyan ittihatçıların tutuklanmaları, geç bir tarihte İstanbul’a gelen ve örgüt yapılarının içinde bulunmayan Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğe giden yolunun açılmasında kilometre taşı olmuştu. Lider kadroların 1919 başında tutuklanmasından sonra, mücadelenin Anadolu’ya taşınması zaruret haline gelmişti. Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919’da, Rauf Bey 24 Mayıs 1919’da İstanbul’u terk ederek Anadolu’ya geçmişlerdi.

“Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti” merkezi, Erzurum şubesine 24 Mayıs 1919 tarihli yazı göndererek Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal Paşa’ya yardımcı olunmasını istemişti. Trabzon ve Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri tarafından 30 Mayıs 1919’da Erzurum’da bir kongre düzenlenmesi kararı alındıktan sonra, Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’le birlikte Erzurum’a gitmiş ve orada teşkil edilen Heyet-i Temsiliye’nin başkanı seçilmişti. Ancak Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığına muhalif kalmış, Trabzonlu ittihatçılar Sakarya Zaferine kadar Ankara’ya biat etmemişti.

7 Ağustos 1335 (1919)tarihli Şarkî-Anadolu Vilayâtı’nın Erzurum Kongresi Beyannamesi’nin 2. maddesinde, kongrenin amacı “Osmanlı Vatanı’nın Tamâmiyyeti ve İstiklâli Millimiz’in Te’mini ve Makamı Saltanat ü Hilafet’in Masûniyyeti içün, Kuvâyî Milliyye’yi ‘amil ve İrâdei Miliyye’yi hakim kılmak esastır.” cümlesiyle tarif ediliyordu. Bu amaç, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan Kongre’de delegelerin ettiği yeminde tekraralanacaktı. Bu yemin “Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah”

Enver Paşa hizbinin önemli isimlerinden kardeşi Nuri Paşa (Killigil) Batum’daki hapishaneden, amcası Halil Paşa ile İttihat ve Terakki Partisi Genel Merkez üyesi Küçük Talat Bey’de tutuklu bulundukları Bekirağa Bölüğü’nden kaçarak harekete destek vermek üzere Anadolu’ya geçmişlerdi. Halil Paşa, izleyen günlerde Mustafa Kemal Paşa tarafından Bolşeviklerle ilişki kurmakla görevlendirilecekti.

Erzurum Kongresi’ni müteakiben Eylül (4-11 Eylül 1919) başında toplanan Sivas Kongresi ‘nde Mustafa Kemal Paşa Kongre Başkanlığı’na seçilmişti. Kongre Genel Kurulu’nun ve komutanların Padişah’a çektiği telgraflar Hükûmet tarafından engellenince, Kongre Genel Kurulu imzasıyla, meşru bir hükûmet başa geçinceye kadar bütün komutan ve idarecilere İstanbul’la bağlantının kesilmesi emredildi. Damat Ferit’in meşru bir hükûmeti temsil etmediği yabancı komiserlik ve elçiliklere de bildirildi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) Temsil Heyeti, Sivas’ta geçici bir hükûmet gibi çalışmaya başlamıştı. ARMHC Temsil Heyeti, yapılacak en önemli işin yürürlükteki kanunlara göre seçimlerin yapılması olduğunu her tarafa bildirdi. 15 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye’nin milletin yetkili makamı olduğunu Sivas’tan ilân etti. Artık Türkiye’de ikili bir iktidar yapısı doğmuştu. Bu arada, Karakol teşkilatı ile Mustafa Kemal Paşa bir yandan müşterek hareket ederken diğer taraftan aralarında karar alma ve liderlik konusunda çekişmeler çıkmaya başlamıştı.

1919 Ekim’inde Damat Ferit Hükûmeti düşürüldükten sonra yerine Ali Rıza Paşa Hükûmeti kurulmuştu. Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Kabine adına Mustafa Kemal’e gönderdiği telgrafta, “Hükûmetimiz, sizinle aynı fikirdedir ve millî iradenin egemenliğini kabul eder. Hükûmetimiz, devletin dışarıya karşı şeref ve haysiyetini iade için millî iradeye ve Heyet-i Temsiliye’ye dayanacaktır.” açıklamasında bulunur. Heyet-i Temsiliye, millete bir bildiri yayımlayarak İstanbul Hükûmeti ile tam bir anlaşma sağlandığını, Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nin istifası ve Ali Rıza Paşa Hükûmeti’nin kurulması ile devletin genel birliğinin tamamlandığını bildirir. Kısa zamanda seçim yapılması kararlaştırılır. Ardından mebus seçimleri yapılır.

Heyet-i Temsiliye, yeni seçilen mebuslar aracılığıyla Meclis-i Mebusan’da bir “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” oluşturulmasını, meclisin kontrol altına alınmasını, Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal’in seçilmesinin sağlanmasını, Sivas Kongresi kararlarının Meclis’e onaylatılmasını kararlaştırır. Heyet-i Temsiliye, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı daha yakından izlemek amacıyla, İstanbul’la demiryolu bağlantısı olan Ankara’ya yerleşmek üzere Sivas’tan ayrılır. Mustafa Kemal Paşa esasen meclisin İstanbul’da toplanmasına karşıdır. Onun meclis için uygun gördüğü yer Bursa’dır.

14 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan İstanbul’da açılır. Heyet-i Temsiliye ile irtibatlı mebuslar mecliste bir grup kurarlar. Ancak Grup, önceden kararlaştırıldığı gibi “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adını değil, Sultan Vahdettin’in bir konuşmasında geçen Felâh-ı Vatan kavramından mülhem olarak, “Felâh-ı Vatan Grubu” adını alır. Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis-i Mebusan’a gönderdiği tebrik mesajı okunmadığı gibi, daha önce kararlaştırıldığı halde, Mustafa Kemal meclis başkanlığına aday da gösterilmez. Rauf Bey, Ankara’ya gönderdiği telgrafta, mebusların Mustafa Kemal’e büyük saygı duyduklarını, fakat Meclis Başkanı seçilmesini değil, dışarıdan nigehbân (bekçi, gözcü) olarak milletin başında kalmasını uygun gördüklerini bildirir. Meclis’in açılması ile birlikte İstanbul tekrar siyaset merkezi haline gelmiş, burada Karakol Cemiyeti inisiyatifi ele geçirmiş, emanetçi olarak görülmekte olan Mustafa Kemal Paşa etkinliğini yitirmeye başlamıştır. Paşa gönderdiği pek çok telgrafına cevap bile alamamıştır.

İstanbul’un tekrar güç merkezi haline geliyor olması karşısında, Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da tam bir yalnızlığa itilmişti. Bu sırada, 16 Mart 1920 tarihinde, İstanbul İtilaf devletleri tarafından resmen işgal edilir ve Meclis-i Mebusan İngiliz askerleri tarafından basılarak Rauf Bey ve Kara Vâsıf’ın da aralarında bulunduğu bazı mebuslar tutuklanarak Malta’ya sürülürler. Bu tutuklamadan sonra Karakol Cemiyeti gücünü kaybetmeye ve dağılmaya başlayacaktır. Meclis, 11 Nisan 1920’de Padişah tarafından resmen kapatılır. Son Osmanlı meclisinin en önemli fonksiyonu Şubat ayındaki müzakereler sonucunda Misâk-ı Milli’yi onaylaması olmuştur.

İstanbul’un işgali ve Meclisin kapatılmasından sonra, güç merkezi Anadolu’ya geri dönmüş, Türkiye’nin yönetim merkezi Ankara, yönetim makamı da Heyet-i Temsiliye olmaya başlamıştı. Rauf Bey ve Kara Vâsıf gibi Karakol teşkilatının güçlü liderlerinin tutuklanması, Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadeleyi yürüten hareketin tek lideri haline gelmesini sağlamıştı. Heyeti Temsiliye Meclis’in Ankara'da toplanması için 19 Mart tarihinde bir seçim bildirisi yayımlamıştı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da Millet Meclisi toplandıktan sonra meclis başkanı olarak seçilen Mustafa Kemal Paşa ve onun riyasetindeki icra vekilleri heyeti Anadolu’nun yasama ve yürütme organları haline gelmişti. Bu dönemden itibaren İstanbul ile Ankara arasındaki ilişkiler tamamen kopmuş, Ankara Hükûmeti, İstanbul Hükûmeti’nin 16 Mart 1920’den sonra yaptığı ve bundan sonra yapacağı atama ve terfileri geçersiz saymıştı.

Memleket dâhilinde bu işler yürürken yurtdışına kaçan ittihatçı liderler, “emperyalizmle mücadele için yurtdışında yardımcı kuvvetler vücuda getirmenin gerekli olduğuna, bu gücün Türk ve İslâm âleminde bulunduğuna” olan inançla, mücadelenin yurtdışı ayağını oluşturmaya koyulmuşlardı. İttihatçı liderler 3 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’u terk ettikten sonra Enver Paşa Kafkasya’ya geçmek için gruptan ayrılmış, diğerleri Almanya’ya geçmişlerdi. Talat Paşa, Almanya’ya giriş yapar yapmaz, işgal altındaki ülkelerini terk etmek zorunda kalan birçok Arap ve diğer Müslüman ülke temsilcilerini etrafına toplayarak işgalci güçlere karşı bir kıyam hareketi örgütlemeye başlamıştı. Bu amaçla 1919 Aralık başında Zürih’te bir kongre gerçekleştirmiş, Tunus, Cezayir, Mısır, Fas ve Hint temsilcilerinin katıldığı bu toplantıda, Türklerin desteğiyle Tunus, Cezayir ve Fas’ın Fransız işgalinden kurtarılması kararı alınmıştı. Talat Paşa Berlin’de “Şark Kulübü (Orient Klub)” adı altında bir dernek kurmuş, bu Kulüp kısa zamanda İttihatçıların, Mısır, Suriye, Hindistan, Afganistan, Türkiye, Azerbaycan, Tunus, Fas, Cezayir ve İran temsilcilerinden oluşan ihtilalcilerin buluşma mekânı haline gelmişti. Müslüman ülke temsilcileri dışında, İtilaf devletlerine karşı koyan Almanlar ve Bolşevikler de Talat Paşa’nın çevresinde yer almıştı. Şark Kulübü(Orient Klub)’ü Roma’da da şube açmıştı.


Yazımızın I. Bölümünde anlattığımız Sivas’ta gerçekleştirilen İslâm Kongresinden sonra, 1920 Mayıs’ında Berlin yakınlarında, Strausberg’de, ikinci bir İslâm Kongresi toplanmış ve bir faaliyet programı benimsenmişti. Toplantıya katılanlar şunlardı: Mısır; Şeyh es Seyid Abdülmecid el-Bekr, Madjub Sabit Bey, Abdülaziz Çaviş, eş-Şeyh Mehmed Necid Efendi, Türkiye; Küçük Talat Bey, Hasan Fehmi Efendi, Fevzi Efendi, Bahattin Şakir, Tunus; Şeyh Salih et-Tunusi, es-Seyid Mehmed Ganimi, Mustafa Şefik Bey, Rusya; Reşid Efendi, Mehmed Begof, Cafer Bey, Emin Kekirof, Hacı Mecdi Efendi, Suriye; Mehmed İhsan Bey, Bulgaristan; Hafız Sadık Bey, İran; Mirza Hüseyin Daniş Bey, Hacı Musib Efendi, Seyid Abdüsselam.

Talat Paşa Almanya’da Bolşeviklerle de temas kurmuştu. Berlin Fransız Büyükelçiliği’nin düzenlediği 29 Mayıs 1920 tarihli istihbarat raporuna göre, Talat Paşa’nın başkanlığında Türk-Sovyet Cumhuriyeti yöneticileri toplanmış ve birlikte mücadele kararı almışlardı. Gerek dâhildekiler (Ankara) gerekse hariçtekiler İtilaf devletlerine karşı mücadelede Bolşeviklerin hem ideolojik hem de maddi desteğine çok önem veriyorlardı.

Nitekim Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Talat Paşa’ya yazdığı 29 Şubat 1920 tarihli cevabi mektubunda varılan mutabakat çerçevesinde (Yazımızın II. Bölümünde bu mutabakat geniş olarak anlatılmıştır), İngilizlere karşı Hint Müslümanlarını ayaklandırma projesini gerçekleştirmek üzere Moskova’ya gitmişti. Mustafa Kemal Paşa bahse konu mektubunda “Türkiye’nin menafine (menfaatına) yönelik her türlü muhasala-i mesaîyi hürmetle karşılarım.” sözleriyle, Ankara’nın gücü yeten herkesin millet menfaatine hizmet etmesine rıza göstereceğini ifade ediyordu. 27 Mayıs 1920 günü Moskova’ya varan Cemal Paşa, Bolşevik Hükûmetine biri açık diğeri hafi (gizli) olmak üzere iki itilâfname hazırlayarak sunmuştu. Hâfi teklifnâme, İngilizlere karşı İran’da ve Hindistan’da ihtilal tertiplenmesi projesini içermekteydi. Bu projeye göre, Moskova’daki merkezde Enver Paşa bulunacak, İran ihtilâl harekâtını Halil Paşa, Hindistan ihtilâlini ise Cemal Paşa idare edecekti. Ruslar bu projeye muvafakat göstermişlerdi. Cemal Paşa Mustafa Kemal Paşa’e yazdığı 03 Haziran 1920 tarihli mektubunda, bu gelişmeler hakkında bilgi verdikten sonra, bütün ruh ve fikrini işgal eden emelin Taşkent’e gitmek, oradan İngilizlere karşı Hindistan dâhilinde ihtilâller tertip etmek olduğunu belirttikten sonra, mektubunda Mustafa Kemal Paşa’ya bu ihtilal projesine muvafakat edip etmeyeceğini ısrarla sormuştu. Diğer taraftan aynı mektupta, Mustafa Kemal Paşa’dan Suriye, Irak ve Mısır’da yapmakta olduğu teşebbüsat hakkında kendisinden malûmat talep ediyordu. Zira aralarında varılan mutabakata göre, bura Müslümanlarını örgütleme görevi Mustafa Kemal Paşa’ya aitti.

Afgan Emirinden, Afganistan ordusunun tensik ve tanzimi vazifesini alan Cemal Paşa, Kabil’de vazifeye başlamıştı. Ruslardan nefret ettiği için İngilizlere daha meyyal olan Afgan Emiri’ni ikna ederek, Afganistan’ı İngilizlere kaptırmamak için Afgan-Rus muahedesini tasdik ettirmişti. Cemal Paşa’nın yazdığı müteaddit mektuplara Mustafa Kemal Paşa’nın ilk cevabi mektubu 8 ay sonra gelmişti. 11 Ekim 1920 tarihli mektubunda Mustafa Kemal Paşa, gerek Cemal Paşa’nın gerek Enver Paşa’nın Türkistan, Afganistan ve Hindistan dahilinde “düşman-ı azâmimiz olan İngiltere”ye karşı yürüttükleri mücadeleyi takdir ettiğini bildiriyor, ancak Anadolu’da ihtiyaç olduğu gerekçesiyle, Cemal Paşa’nın mektuplarında talep ettiği subay kadrosunu gönderemeyeceğini belirtiyordu. Cemal Paşa 21 Temmuz 1922 tarihinde Tiflis’te Ermenilerce şehit edildiği tarihe kadar bu mücadelesine devam etmişti.

Enver Paşa’ya gelince, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Moskova’ya gitmeyi başaramayan Enver Paşa Berlin’e dönmek zorunda kalmıştı. İttihatçı liderler Berlin’de, Komünist Enternasyonal’in genel sekreteri Karl Radek’le İngiliz emperyalizmine karşı bir Sovyet-Müslüman ittifakı kurmaya karar vermişlerdi. Karl Radek, Enver Paşa ve Talat Paşa’yı Moskova’ya davet etmiş, Talat Paşa Berlin’de kalmayı tercih ederken, Enver Paşa Moskova’ya gitmek üzere harekete geçmişti. Enver Paşa’nın 1919 Aralık ayının ilk günlerinde başlayan Moskova’ya gitme teşebbüsü hep aksiliklerle kesilmiş, Enver Paşa yaşadığı çeşitli maceralardan sonra, ancak dokuzuncu ayda, 15 Ağustos 1920’de Moskova’ya varmayı başarmıştı. Enver Paşa Moskova’da başta Çiçerin ve Karahan olmak üzere Bolşevik liderlerle görüşür. Sovyet-Alman temaslarında arabuluculuk görevini üstlenir. Enver Paşa Bolşeviklere, ortak düşman İngiliz emperyalizmine karşı birlikte mücadele etme ve İslâm ülkelerinde ihtilal cemiyetleri kurma teklifinde bulunur. 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan “Şark Milletleri Kurultayı”na Fas, Tunus, Cezayir ve Trablus temsilcisi olarak katılır. Ekim 1920’de Berlin’e dönen Enver Paşa, ”İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı”nı (İİCİ) kurar. Yapılacak ilk kongreye kadar geçerli olacak protokole göre, cemiyetin merkezi Moskova’da bulunacak, Enver Paşa cemiyetin genel başkanı ve başkomutanı olacaktır. İngiliz istihbarat raporlarına göre Enver Paşa, “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı” (İİCİ)nda, Mısır Milliyetçileri, Anadolu Hareketi, İttihad ve Terakki, Hint Milliyetçileri, Afgan Yurtseverler Ligi, Kafkasya Müslümanları, Çerkezler, Dağıstanlılar Birliği, Rusya Müslümanlar Kongresi, İran Milliyetçileri Ligi gibi örgütleri bir araya getiriyordu. 1921 Ocak’ında İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’nın İstanbul şubesi açılmış, Enver Paşa 20 Şubat 1921’de Moskova’ya geçmişti.

Mustafa Kemal Paşa, Talat Paşa’ya gönderdiği 25 Ekim 1920 tarihli mektubunda “…zât-ı âlinizin garp âleminde, bizim anavatanda ve diğer rüfekayı mesainin de memâlik-i şarkiyede (şark memleketlerinde) mütevâziyen hareket ve müttefikan bezli mesai ve gayret etmeleri halâs-ı memleket(memleketin kurtuluşu) ve selâmet-i millet için âzamî derecede istifadenin şartı mukaddemidir(ilk şartıdır).” ifadesiyle, yurtdışında mücadeleyi yürüten İttihatçı liderlerle şubat ayında yapılan mutabakatı tekrarlıyordu.

Mustafa Kemal Paşa da İslam âlemi ile yoğun bir şekilde irtibatı devam ettiriyordu. Mustafa Kemal Paşa, Talat Paşa’ya yazdığı 29 Şubat 1920 tarihli mektupta bu işbirliğinin hedefini şöyle açıklıamıştı: “…muhtelif İslâm kitlelerini mazhar-ı istiklâl olmak için bugün Türkiye’ye musallat olan düşmanlar aleyhine tahrik etmek ve bu suretle Türkiye’nin tazyikini tahfif (hafifletme) kuvva-i maddiye ve maneviyyesini âzami menâfii istihsal edebilecek surette daha serbest kullanmak. Ve âtiyen istiklallerini kurtaracak olan İslâm kitleleriyle konfederasyon halinde birleşmek.” Suriye, Irak ve Mısır’da İngiliz ve Fransız işgaline karşı direnen bağımsızlık hareketleri ve liderleri ile teması yürütüyordu. Mustafa Kemal Paşa bir konuşmasında Haziran 1920 tarihine kadar uzanan bir zaman dilimi içerisinde, kendilerine muayyen önerilerde bulunduğu birçok Arap liderleriyle antlaşmalar akdettiğini açıklamıştı. Bu dönemde, Milli Mücadele’ye fiilen hizmet etmek üzere Anadolu’ya gelen Libya’lı Şeyh Ahmet eş-Şerif es-Senusi ve Süleyman Baruni Lozan anlaşması imzalanana kadar Mustafa Kemal’in yanından ayrılmayarak milli mücadelenin İslâmi kimliğinin sembolleri olmuşlardı.


İngiliz istihbarat raporlarına göre, Necef Şeyhi adına Mustafa Kemal’e gönderilen bir mektupta, cihadın ilan edileceğine dair tam destek sözü verilmiş ve Belucistan, İran, Hindistan ve Hadramut şubelerine gerekli talimatların verileceği belirtilmişti. (İngiliz F.O: 141/433/10770.) Suriye Araplarının önderi Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal ile Mustafa Kemal arasında 1919 Haziranı’nda bir anlaşma yapılmıştı. Yapılan anlaşmada; Türk ve Arap milletlerinin İslam dünyasındaki mevcut bölünmüşlüğün ortadan kaldırılmasını vazifeleri olarak telakki ettikleri açıklanmakta, yapılacak barış konferansının İslam ülkelerinin yabancı devletler arasında paylaştırılması yolunda bir karar vermesi durumunda, hemen o günün ertesinde cihad ilan edilmesi öngörülmekte, Arapların Türk devletine ve Hilâfet’e sadık kalmaları şartıyla, Türk Hükûmeti, Arap toprakları üzerinde bir Arap devletinin kurulmasını kabul etmekte, detayları sonra kararlaştırılmak üzere Şerif Hüseyin’i Arap Hükûmeti’nin başı olarak tanımaktaydı. Ayrıca Şerif Hüseyin ordusunun işgali altında bulunan yerlerde okunacak Cuma hutbelerinde halifenin isminin anılması ve bir beyanname ile Arapça konuşan ülkelerde cihadın ilan edilmesi, tüm Arap şeyhlerinin bu gaye etrafında birleşmesi ve bir milli ordunun kurulması ve ayrıca Şerifin bu antlaşmanın aslını diğer ülkelere de bildirmesi benimsenmekteydi.(F.O: 371/4233. 123318. ve F.O: 141/430/5411; F.O: 371/4233. 119392.)

Suriyelilerle de ortak düşmana karşı mücadele kararı alınıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın 9 Ekim 1919’da Halep ve Şam’da Suriye halkına hitaben yayımladığı beyannamede; maksatlarının ülkeyi ve İslâm’ı yok olmaktan kurtarmak olduğu, Allah’ın yardımı ile inananların düşmana karşı savaşmaya karar verdikleri, Konya ve Bursa’dan düşmanın atıldığı ve hakka güvenen mücahitlerin yakında Arap kardeşlerinin ziyaretine gelecekleri, düşmanı defedecekleri ve artık dinde kardeş olarak yaşamak gerektiği ifade ediyordu. (F.O: 371/4233/156717. 16 November 1919) Halep ve Şam’da teşkilatlanan İstikbal, Yakındoğu Kurtuluş Cemiyeti, İslam Cemiyeti adlı örgütler, Anadolu’daki mücadeleyi desteklemeleri yolunda Suriyelileri teşvik ediyor ve bu yönde faaliyetlerde bulunuyorlardı. Mustafa Kemal, Suriye milliyetçileriyle olan yazışmalarında, Suriye, Irak ve Türkiye arasında, bu ülkeler özgürlüğe kavuştuktan sonra, bir konfederasyon kurulması yönünde milliyetçi örgütler tarafından ileri sürülen önerileri kabule hazır olduğunu bildiriyordu.

İngiltere üzerinde en fazla baskı yapan unsur Hindistan halkıydı. Gerek Müslüman gerek Hindu Hindistan halkı, Türkiye topraklarının parçalanmamasına karşı çıkıyordu. Gandi 7 Eylül 1919 tarihli bir Hint gazetesine gönderdiği yazıda, “Türkiye meselesi, Hindistan’daki 70 milyon Müslüman’ı, dolayısıyla bütün Hindistan’ı ilgilendiriyor. Müslümanların isteği, Türk topraklarının temiz kalmasıdır, Türkiye’nin parçalanmamasıdır.” diyordu. 21 Eylül 1919 Hindistan’ın Lucknov kentinde toplanan İslâm Kongresi’nde, Türkiye lehine gösteriler yapılmıştı. 14 Ekim 1919’da Hintli Müslüman önderlerden Ağa Han’ın raporu, İngiliz Hindistan Bakanı Montagu tarafından kabineye sunulmuştu. Raporda, “Türkler tarih boyunca yabancı boyunduruğuna boyun eğmediler; Türkiye’nin bölünmesi, Hindistan’da sonu gelmez olaylara yol açar. Hintliler için Türkiye meselesi bir ölüm-kalım meselesidir” deniyordu. İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon, 21 Ekim 1919 tarihinde Atina Büyükelçisi’ne çektiği telgrafta, Hindistan’da Türkiye lehine yapılan gösterilerden duyduğu telâşı dile getiriyor “İstanbul, Türkiye toprakları dışında bırakılırsa Doğu Dünyası’nın her yanında kargaşalık çıkacak ve ayaklanma olacak; hatta İngiltere’nin Hindistan’daki durumu güçleşecek” diyordu. 8 Kasım 1919’da Hindistan’ın Delhi kentinde toplanan İslâm Kongresinde de Türkiye lehinde gösteriler yapılmıştı. İngilizlerin İstanbul’u Türklere bırakmak hususundaki karar değişikliği, Hint Müslümanlarının olağanüstü baskısıyla gerçekleşmişti.


Hindistan Hilafet Komitesi adına başkanı Muhammed Ali Anadolu’ya gelerek Milli Mücadele önderleri ile görüşmüş, Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine yardımda bulunmak ve oraya silah sevkiyatı yapmak maksadıyla Hindistan’da para toplanmıştı. Hindistan Müslümanları sadece siyasi destek ve para yardımıyla yetinmemiş, çok sayıda Hintli Müslüman Anadolu’ya savaşmak için gelmişti. Diğer taraftan Hindistan Hilafet Komitesi 1920 yılında Hükûmetler nezdinde bazı girişimlerde bulunmak üzere Avrupa ülkelerine bir seyahatte bulunmuştu. İngiliz Başbakanı Lloyd George, 26 Şubat 1920 tarihinde Avam Kamarası’nda, İstanbul’u niçin Türklere bıraktıklarını şöyle izah ediyordu; “İngiliz İmparatorluğu nüfusunun dörtte birinden fazlası İslâm’dır. Hindistan Müslümanları sözümüzde durmamızı istiyorlar. Türklere zaten müthiş cezalar veriyoruz.” Hindistan Hilâfet Komitesi 28 Mayıs 1920 tarihli toplantısında Sevr Antlaşması’nı protesto için İngiliz Hükûmeti’yle işbirliği yapmama kararı almıştı. Hint Hilafet Komitesi’nin Chotani imzasıyla işgalci devletlere hitaben yayımladığı ve 5 Mart 1922’de Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanan bildiride: “Barış şartları, Hindistan Hükûmet ve ahalisi için bir hakarettir. Yunanistan’ın buralarda bir mevkii olamaz. Müttefiklerin İslâm alemi ile barışmasının ilk şartı, Yunanistan’ın Türk arazisini terk etmesidir. Edirne ve Gelibolu dahil, Trakya Türkiye’ye iade edilmelidir. Halife, dini himaye edebilecek bir mevkide bulunmalıdır.” deniyordu.


Irak aşiret reislerinden Uceymi Paşa, Diyarbakır’a gelmiş ve Milli Mücadele önderlerine Irak halkının hilafet makamına bağlı bulunduklarını ifade etmişti. Bu dönemde Musul’daki ileri gelen önderler ve özellikle Bağdat Partisi, Mustafa Kemal ve Türk halkı yanında yer alma tercihinde bulunmuşlardı.


Afganlı Müslümanlar da desteklerini esirgememiş, Afgan Elçisi Sultan Ahmed Han 1920 yılında Mersin ve Adana’yı ziyaretlerde bulunarak buralarda İslâmi idealini, İslâm ittihadını destekleyen konuşmalar yapmış, Bolşevizmi şiddetle kınayan beyanlarda bulunmuş, nihayet 1 Mart 1921’de Türkiye ile Afganistan arasında Moskova’da bir dostluk anlaşması imzalanmıştı.


Mondoros Mütarekesinden sonra memlekette esmekte olan Amerikan Mandacılığının yerini 1920’lerden itibaren Bolşeviklik rüzgarı almaya başlamıştı. Emperyalizmle mücadelede Bolşevik Rusya tabii müttefik olarak görülüyordu. Bolşeviklerle işbirliği, aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa ve yurtdışındaki ittihatçıların iktidar mücadelesinde, çatışma alanını da oluşturmuştu.

1919 sonundan itibaren hem Mustafa Kemal Paşa hem de İttihatçılar Bolşeviklerle ilişki kurmuştu. Bolşeviklerle müzakerelerin ilk başlarında, Mustafa Kemal Paşa ve Berlin’de bulunan ittihatçı liderler kendilerini, birlikte yürütülen bir hareketin farklı kolları olarak takdim ediyorlardı. İki taraf arasında ilk çatışma Karakol Cemiyeti’nin Sovyetlerle yapmış olduğu anlaşma dolayısıyla çıkmıştı. Karakol Cemiyeti kurucularından Bahâ Said Bey, 11 Ocak 1920 Pazar günü Bakü’de, “Karakol Cemiyeti ve Uşak Kongresi Heyet-i İcraiyesi adına hareket eden Kafkasya’daki murahhas” kimliğiyle, Sovyetlerle 15 maddelik anlaşma metni imzalamıştı. Anlaşmaya göre, “Karakol Cemiyeti Batum, İran, Afganistan ve Hindistan’da İngiltere’ye karşı ayaklanmalar düzenlemek için hemen işe koyulacak ve Sovyetler de gereken para, silâh vesaireyi sağlayacaklardır. Rus Hükûmeti, kurtarılacak olan bu ülkelerin iç işlerine hiç karışmayıp onları kendi müttefiki sayacaktır.”

Karakol Cemiyeti’nin kendi inisiyatifiyle böyle bir anlaşma yapması Mustafa Kemal Paşa’nın çok tepkisini çekmişti. Anlaşma onay için gönderildiği Ankara’da Heyet-i Temsiliye tarafından reddedildi ve Karakol Cemiyeti’nin yasaklanmasına sebep oldu. Bolşeviklerle temas noktasında inisiyatifi ele almak isteyen Ankara, 23 Nisan 1920’de Meclisin açılışından sonra, Bolşevik Rusya’yla ilk resmi teması kurma kararını verdi. Mustafa Kemal’in Lenin’e yazdığı 26 Nisan 1920 tarihli mektupta; Emperyalistlere karşı Bolşeviklerle beraber çalışma teklifi yapıldı. Mektupta; Bolşevik kuvvetlerin Gürcistan’a askeri harekat yapması halinde Türk kuvvetlerinin Gürcistan’ın Bolşevik olması yolunda gayret sarfedeceği, Ermeni Hükûmeti üzerine askeri harekat icra edilebileceği belirtilmiş ve Azerbaycan Hükûmetine Bolşevik esaslarını kabul ettirme taahhüdünde bulunulmuştu. Türk Hükûmeti buna karşılık Bolşevik Hükûmetinden para, erzak ve cephane hususunda yardım talep ediyordu.

Bu arada, Sovyetlerle siyasi ilişkiler kurulurken, gelişen Bolşeviklik cereyanına uygun olarak, 1920 Mart’ında, Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi dâhilinde bir Yeşil Ordu Cemiyeti kurulmuştu. Mustafa Kemal Paşa bazı yakın arkadaşlarına ve mebuslara bu cemiyette görev vermişti. Bu cemiyetle içeriye yönelik Sovyet propagandasına karşı tedbir alınması amaçlanmıştı.

Rusya ile kurulan siyasi ilişkilerde Ermeni meselesi devamlı pürüz teşkil etmesine, ilişkilerin daha fazla gelişmesine engel olmasına rağmen, Rusların Ankara’ya para, erzak ve silah yardımı kısmen de olsa devam ediyordu. Sovyet politikası bakımından, Türkiye’nin İtilaf devletlerinin karşısında tutulması, İngiliz emperyalizmine darbe vuracak teşebbüslerinin desteklenmesi hayati önem taşımaktaydı. Üstelik tüm dünya emekçilerinin emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelesinde destek olunacağına ilişkin III. Enternasyonel kararı da bu yardım ve işbirliğinin ideolojik çerçevesini oluşturmaktaydı.

İttihatçıların Sovyet Hükûmetiyle ayrı bir koldan ilişkiyi sürdürmelerinden Ankara rahatsız olmaya başlamıştı. 1920 Haziran’ında Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla, Talat, Enver ve Cemal Paşa’ların Türkiye adına hiçbir görüşmeye yetkili olmadıkları Sovyet yetkililerine bildirildi. Bu karar, 1919 yılı sonunda birlikte mücadele etme kararı alan İttihatçı kadrolarla Mustafa Kemal Paşa arasında yaşanan en derin ayrışmaydı. Bu kararı öğrenen Cemal Paşa Moskova’dan gönderdiği 11 Temmuz 1920 tarihli mektubunda, “Bu resmî tebligatınızda benim, Talât ve Enver Paşaların Büyük Millet Meclisi namına hiçbir teşebbüsat-ı siyasiyede bulunmağa salâhiyetimiz olmadığını ihtar ediyorsunuz. Benim buraya gelirken gerek Talât ve gerek Enver Paşalarla görüştüğüm sırada bana söyledikleri sözlerle sizin bu tebligat-ı resmiyeniz arasında cidden büyük bir ihtilâf var… Talât Paşa diyordu ki: “Türkiye’ye haricî muavenetler(yardımlar) temini için her türlü teşebbüsat-ı siyasiyede bulunmağa mezunuz. Ve şu kadar ki Türkiye’nin taahhüdatını icap edecek hususat için son söz ve îta-yı emr ü karar Büyük Millet Meclisine aittir”. İşte ben buraya bu zihniyet ve bu talimat ile geldim.” diyerek, Mustafa Kemal Paşa’nın Berlin’deki lider kadrosuyla varmış olduğu mutabakata aykırılıktan söz ediyor ve kırgınlığını belirtiyordu. Mustafa Kemal Paşa Sovyet Hükûmeti ile temas kurmakla görevlendirdiği Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa ve Dr. Fuad Sabit’i kendisine yakın adamlarla değiştirmişti.

Mustafa Kemal Paşa, gerek siyasi hayatı kontrolü altına almasına, gerekse denetimi altında tuttuğu telgraf hatları vesilesiyle askeri ve sivil bürokrasiyi yönlendirme kabiliyetine sahip olmasına rağmen, henüz Anadolu’da isyan çıkaran güçleri zapt-ü rapt altına alacak askeri bir güce sahip değildi. Nitekim, Yozgat’ta çıkan isyanı bastırmak üzere, Yunanlılarla harbe hazırlık yapmakta olan Çerkez Ethem yardıma çağrılmıştı. Bu arada, Yeşil Ordu Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’nın kontrolünden çıkmış “İslam Bolşevizmi” olarak adlandırılabilecek bir yapıya doğru dönüşmüştü. Yeşilordu’nun askerler arasında dağıtmış olduğu İslam ihtilalcisi beyannameler Ankara’yı oldukça rahatsız ediyordu. Üstelik düzenli orduya karşı çıkan Kuvay-ı Seyyare Komutanı Çerkes Ethem’de Yeşil Ordu’ya katılmıştı. Bolşevik yönetiminin düzenli Çarlık ordusunu tasfiye ederek yerine komünist milislerden oluşan Kızılordu’yu ikame etmesi, bizim subay sınıfını endişeye sevk etmişti. Kızılordu örneğinde olduğu gibi, kendilerinin tasfiye edileceği, Çerkez Ethem‘in Kuvay-ı Seyyare’sinin düzenli ordunun yerini alacağı korkusuyla, o zamana kadar Enver Paşa’ya daha yakın duran subay sınıfı Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kenetlenmeye başlamıştı.

4 Eylül 1920 tarihli Dahiliye Vekilliği seçimlerinde, Yeşil Ordu’nun meclis grubu olarak çalışan “Halk Zümresi” nin Yeşil Ordunun Kâtib-i Umumisi olan Tokat mebusu Nazım Bey’i, Mustafa Kemal’in adayı olan Refet Bey’in karşısında 65 oya karşı 98 oyla Dahiliye Vekilliğine seçmesi, bu Cemiyetin Mustafa Kemal Paşa’nın kontrolü dışına çıktığını göstermiş ve Paşa’nın bu cemiyeti hedefe almasına neden olmuştu. Mustafa Kemal’in bu cemiyeti dağıtma kararı vermesinden sonra, Ankara İstiklâl Mahkemesi 9 Mayıs 1921 tarihinde cemiyetin kapatılmasına karar vermiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini devirerek milletin arzusu hilâfına bir Hükûmet kurmaya çalışmakla suçladığı Yeşil Ordu mensuplarını mahkûm etmişti. Yeşil Ordu’yu tasfiye kararı veren Paşa, 18 Ekim 1920’de yakın çalışma arkadaşlarına “Resmi Türkiye Komünist Partisi” kurdurmuştu. Bu partiye katılmayanlar genelde Gizli Türkiye Komünist Fırkası ile birlikte, eski Yeşil Ordu mensuplarını da aralarına alarak 7 Aralık 1920’de “Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası”nı kurmuşlardı.

1920 yılı sonuna doğru yeterli askeri güce ulaşan Mustafa Kemal Paşa, Batı ve Güney Cephesi Komutanlıklarına, Çerkez Ethem kuvvetlerinin dağıtılması emrini verdi. Mücadeleyi kaybeden Çerkez Ethem Yunan Kuvvetlerine sığınarak Anadolu’yu terk etti.

Bu arada, 10 Ağustos 1920’ de Osmanlı İmparatorluğu’nu sona erdiren Sevr Antlaşması, Paris’te İstanbul Hükûmeti delegelerine imzalatılmıştı. Osmanlı Meclis-i Mebusanı 11 Nisan 1920’de Padişah tarafından kapatıldığı için bu antlaşma mecliste görüşülmediği gibi, Yunanistan dışında İtilaf Devletleri ve müttefiklerinin parlamentoları tarafından da onaylanmamıştı. Sevr antlaşması hukuki olarak hiçbir zaman yürürlüğe girmeyecekti.

Mustafa Kemal Paşa’nın artan gücü dışarıdan da izleniyordu. Londra Konferansı öncesinde Lord Curzon “İstanbul Hükûmeti felç olmuştur. Mustafa Kemal, Türkiye’nin gerçek hâkimidir.” diyordu. İttihatçılarla ve İslam ittihadı projesiyle arasına mesafe koymaya başlayan Mustafa Kemal Paşa, İtilaf devletleriyle uzlaşmanın yollarını aramaya başlamıştı. 21 Şubat-12 Mart 1921'de yapılan Londra Konferansına katılmak isteyen Ankara, Batılı devletlerin güvenini sağlamak ve Milli Mücadele'nin 'Bolşevik olduğu' yolundaki kuşkuları gidermek için bir takım anti komünist eylemlerde bulunmuştu. Sovyet elçilik heyeti başkatibi Upmal sınırdışı edilmiş, Mustafa Suphi ve arkadaşları Türkiye’ye girdikten sonra 28 Ocak 1921 tarihinde öldürülmüş, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası ve bizzat Mustafa Kemal ‘in talimatıyla kurulan 'resmi' Komünist Partisi kapatılmış, tasfiye hareketine direnen Yeşil Ordu Cemiyeti mensupları İstiklal Mahkemesi tarafından çeşitli cezalara çarptırılmıştı.

Konferansta İstanbul Hükûmeti Heyeti Başkanı ve Sadrazam Tevfik Paşa, Türkiye’nin tek ve gerçek temsilcilerinin Ankara delegeleri olduğunu söyleyerek sözü Bekir Sami Bey’e bırakmıştı. Ancak Londra görüşmelerinde istediğini elde edemeyen Ankara, tekrar yönünü Sovyetlere çevirmek zorunda kalmıştı. Londra Konferansı’nın ardından Ankara’nın bir ittifak anlaşması yapmak üzere müracaatına soğuk bakan Moskova 16 Mart 1921 tarihli “Kardeşlik Anlaşması” imzalamakla yetinmişti.

Sovyet yönetimi de gizlice İngilizlerle temas ediyordu. Nitekim, İngilizlerle 16 Mart 1921 tarihli bir ticaret anlaşması imzalamışlardı. Bu sadece ticari hükümler ihtiva eden bir anlaşma değildi. Anlaşmada, İngiliz emperyalizmine karşı birlikte mücadele sözü verdikleri Türk tarafını satan hükümler de vardı. İngiliz-Sovyet anlaşmasına göre : "Her iki taraf karşı tarafa karşı düş­manca hareket ve teşebbüslerden ve kendi sınırları dışında sırasıyla, İngiliz İmpa­ratorluğu ve Rus Sovyet Cumhuriyeti ku­rumlarına karşı doğrudan veya resmi pro­paganda yapmaktan kaçınır ve daha özel olarak Rus Sovyet Hükûmeti, başta Hin­distan ve Afganistan bağımsız devleti ol­mak üzere Asya halklarının hiç birini as­keri, diplomatik veya herhangi bir eylem ve propaganda biçimiyle İngiliz çıkarları veya İngiliz İmparatorluğu'na karşı düş­manca eylemlere teşvik etme girişimlerin­den imtina eder. İngiliz Hükûmeti, Rus Sovyet Hükûmeti'ne, eski Rus Imparatorluğu'nu meydana getiren ve bugün bağım­sızlığını sağlamış olan ülkeler için benzer ve özel bir taahhütte bulunur."

İngiliz-Rus Ticaret Anlaşmasıyla Sovyet Hükûmeti İngiliz emperyalizmiyle uzlaş­mış ve sömürgelerde ingiliz aleyhtarı mü­cadeleyi teşvik ve propaganda etmeme, des­tek vermeme sözüyle 3.Enternasyonel prensiplerine ihanet etmişlerdi. Bu anlaşma sonrası Sovyet tutumu, başta Hin­distan ve Afganistan olmak üzere İngiliz işgali altındaki Müslümanları ayaklandırmaya yönelik Türk politikasının desteksiz kalmasına neden olmuştu.

Bu sırada, 15 Mart 1921 tarihinde Talat Paşa Berlin’de bir Ermeni tarafından şehit edilmişti. Talat Paşa’nın vefatından sonra Talat Paşa hizbine bağlı olan ittihatçıların pek çoğu Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldılar. Dr. Nazım ve Dr. Cavit Bey gibi az sayıda kişiler Enver Paşa ile işbirliğini tercih ettiler. Talat Paşa’nın vefatı ile birlikte, Talat Paşa hizbinde emanetçi olarak görülmekte olan Mustafa Kemal Paşa’nın pozisyonu asli bir duruma geçmişti.

1921 yılı Yunanlıların İngiltere’nin ihanetine uğradığı yıl olmuştu. Yunanistan’da yapılan seçimlerde, İngiltere'nin destek verdiği Venizelos’un seçimi kaybetmesi, Almanya'ya yakınlığı ile bilinen Kral Konstantin’in iktidara geçmesi Yunanistan'ın İngiltere’yle olan iyi ilişkilerini bozmuş, bu gelişmeler İngiltere'nin Yunanistan'a destek veren politikalarının değişmesinde etkili olmuştu. İngiltere, 14 Nisan 1921 tarihinde Türk-Yunan Savaşı'nda tarafsız olduğunu bildiren bir notayı Yunan Hükûmetine vermişti. Dışişleri Bakanı Lord Curzon'da, ülkesinin Atina Büyükelçisi Lord Granville aracılığıyla Yunanistan Hükûmetine, tam bir tarafsızlık politikası izlemeye karar vermiş olan İngiltere'ye artık güvenmemesi gerektiğini bildirmişti. Zaten, Fransa ve İtalya başından beri Yunan işgaline karşıydı. İngilizlerin cepheye sürdüğü Yunanlılar 1921 yılı başından itibaren kendilerini Türklerin karşısında terk edilmiş olarak buldular.

En büyük destekçisini kaybetmiş olmasına rağmen savaşı sürdüren Yunan ordusu, Temmuz 1921’de Türk ordusunu Kütahya-Eskişehir cephesinde bozguna uğratmıştı. Başta Ankara olmak üzere, her tarafta panik havası esiyordu. Bu sırada Moskova ‘da bulunan Enver Paşa, taraftarları tarafından kurtarıcı olarak Anadolu’ya girmeye davet edildi. Moskova’dan ayrılan Enver Paşa 30 Temmuz’da Batum’a geldi. Batum Enver Paşa’ya bağlı örgütlenmenin merkezi durumundaydı. Enver Paşa “Türkiye Halk Şuraları Fırkası” kurdurdu. Amacı İttihat ve Terakki’yi halk şuraları şeklinde diriltmekti. 5-8 Eylül 1921’de Halk Şuraları Fırkası’nın ilk genel kurulu toplandı.

Ancak, 13 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması ile, Mustafa Kemal Paşa’nın talihi dönmüş, gerek Mecliste gerekse kamuoyunda prestiji iyice artmıştı. Bu zafer Mustafa Kemal Paşa’nın ittihatçılara karşı tutumunu da sertleştirmesine sebebiyet vermişti. Mustafa Kemal Paşa İttihatçıların sınırdışı edilmesi için Rusya’ya nota vermiş, Bahattin Şakir, Küçük Talat, Doktor Nazım ve bazı İttihatçılar tutuklanarak Batum’a getirilmişti. Enver Paşa’dan beklentileri kalmamış olan Sovyet Hükûmeti, artık Mustafa Kemal Paşa’ya karşı Enver kartı oynamayı bırakmıştı. Anadolu’ya dönme ümidi kalmayan Enver Paşa, bu defa Bolşevik zulmüne karşı savaşmak üzere Türkistan’a doğru yola düşmüştü. Afganistan’da bulunan ve İngilizlere karşı Afgan Kralını Sovyetlerle ittifaka zorlayan Cemal Paşa, Enver Paşa’nın Ruslara karşı mücadeleye geçmesinden rahatsızlık duymuş, Mustafa Kemal Paşa’nın 1/2 Ocak tarihli mektubuyla ikazı üzerine Enver Paşa’ya cephe almıştı.

Mustafa Kemal Paşa, TBMM'de 1 Aralık 1921'de yaptığı konuşmada "Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar görünen sahtekâr insanlar değiliz. Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine celbettik. Biz Panislâmizm yapmadık. Belki 'yapıyoruz, yapacağız' dedik. Düşmanlar da 'yaptırmamak için bir an evvel öldürelim' dediler. Panturanizm yapmadık. 'Yaparız, yapıyoruz' dedik ve yine 'öldürelim' dediler.“ sözleriyle, Talat, Enver ve Cemal Paşa’ların yaptıkları mücadeleyi yerden yere vuruyordu. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, daha bir yol önce Enver Paşa’ya göndermiş olduğu 05.10.1920 tarihli mektubunda “Şu halde Ankara Hükûmeti tecelli ve temadisini (sürmesini) eczanı dil temenni ettiği muvaffakiyatı devletlerine ait (Enver Paşa kastediliyor) teşebbüsat ve icraat hakkında muntazaman verilecek malumat ve tafsilata her zaman intizar edeceği gibi muhafaza-i mevcudiyeti millet (milletin mevcudiyetinin muhafazası) ve muktezayı asra göre temdidi bünyanı devlet emrinde buraca vaki olacak teşebbüsat ve icraat hakkında bu bilmukabele (karşılıklı) muntazaman itayı kasit ve mesai temin etmeyi pek münasip görürüm.” sözleriyle onun yürüttüğü mücadeleyi tasvip ediyor, destek veriyordu. Ama artık şartlar değişmişti.

1922 yılı, yurtdışında İngilizlere karşı mücadele vermekte olan İttihatçıların yok edilme yılıydı. 17 Nisan 1922’de Berlin’de Trabzon eski valisi Cemal Azmi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti eski başkanı Bahattin Şakir Bey öldürülmüştü. Bu ölümleri 21 Temmuz 1922’de Cemal Paşa’nın Tiflis’te bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmesi, 4 Ağustos 1922’de Enver Paşa’nın Buhara’nın doğusundaki bir çarpışmada Ruslar tarafından öldürülmesi izledi. Artık Müslüman müstemlekelerinde, İngiltere’yi rahatsız edecek unsurlar kalmamıştı.

1922 başlarından itibaren Sovyetlerle olan ilişkiler tekrar kötüleşmeye başlamış, Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa, elçilik memurlarıyla birlikte Moskova’yı terk etmişti. Ankara itilaf devletleri ile temas yolları aramak üzere Yusuf Kemal Bey’i Avrupa’ya göndermişti. Yusuf Kemal Bey, Journal d’Orient gazetesine verdiği 21 Şubat 1922 tarihli demeçte, “Avrupa’ya yeni Türkiye’yi tanıtmak amacıyla gidiyorum. Emperyalist değiliz. Turancı veya İslâm birliği taraftarı da değiliz. Türk topraklarında hukukumuzun tanınmasını istiyoruz.” diyordu. Bu sırada, artık Anadolu’da kalma imkanı kalmadığını gören Yunan Hükûmeti, Anadolu’dan kısa zamanda geri çekilme ve Anadolu’yu boşaltma hazırlığı yapılmasını isteyen 28 Şubat 1922 tarihli bir telgrafı Yunan Yüksek Komutanlığı’na, göndermişti. Artık moral bakımından iyice bitmiş olan Yunan Ordusu’nun direnecek gücü kalmamıştı. Nihayet 30 Ağustos 1922’de Yunan ordusu tamamen kuşatılıp imha edilerek “Dumlupınar (Başkomutan) Meydan Muharebesi” kazanılmıştı.

Savaşın kazanılmasını müteakiben, 1 Kasım 1922’de Hilâfet ve Saltanat birbirinden ayrılarak Saltanat kaldırıldı. Ardından İstanbul’da Tevfik Paşa Kabinesi’nin istifa etmesiyle, iki başlı hükumet yapısı da sona ermişti. 17 Kasım 1922’de Vahdeddin, İstanbul’dan Malta’ya kaçmış, hemen ertesi günü, 18 Kasım 1922’de Abdülmecid Efendi, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla halife seçilmişti. Ancak hilafet kurumu her ne kadar muhafaza edilmiş olsa da, Mustafa Kemal Hilafet kurumuna olan olumsuz bakışını 17 Ocak 1923’te İzmit’te, İstanbul gazetecileriyle yaptığı basın toplantısında “Bu Devlet’in halife ile alâka ve münasebeti yoktur.” sözleriyle açığa vurmuştu.

Artık bir barış antlaşması yapmak üzere taraflar 20 Kasım 1922’de Lozan’da toplanma kararı almıştı. Lozan’da Türkiye’yi temsil edecek heyetin Meclis tarafından değil, Heyet-i Vekile tarafından seçilmesi tartışmalara sebep olmuştu. Özellikle İkinci Guruba mensup mebuslar, başta başmurahhas İsmet Bey olmak üzere seçilen 33 kişilik heyeti yetersiz buluyordu. Hakikaten 33 kişi içerisinde bir tane bile diplomat bulunmuyordu. Hükumet, heyetin eline 14 maddelik bir talimatname vererek Lozan’a göndermişti. Ancak, 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı müzakereleri 4 Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğramıştı. Lozan görüşmelerinin kesilmesinin sebebi, Türk kamuoyuna ekonomik konularda anlaşmazlık olarak sunulmuştu. Türk heyeti 7 Şubat’ta Türkiye’ye dönmek üzere Lozan’ı terk etti. 21 Şubat 1923 ‘te Meclis’te Lozan Konferansı’nın ele alındığı gizli oturumlara başlandı. Toplantılar zaman zaman sert itham ve tartışmalara sahne oluyordu. İsmet Paşa ile Vekiller Heyeti Başkanı Rauf Bey arasındaki anlaşmazlık uzlaştırılacak gibi değildi.


Kesintiye uğrayan Lozan görüşmeleri İngiliz Parlamentosu’nda da ele alınmıştı. Konferans 13-15 Şubat tarihleri arasında Avam Kamarası’nda, 13 Şubat tarihinde Lordlar Kamarası’nda tartışmaya açılmıştı. 13 Şubat 1923 tarihinde Lordlar Kamarası’nda yapılan oturumda, Dışişleri Bakanı ve I. Dönem Lozan görüşmelerinde İngiliz başdelegesi olarak yer alan Kedleston Markizi Curzon Lozan’a giden İngiliz heyetinin amaçlarını açıklıyordu. Curzon konuşmasında; Türkiye’ye sağlam ve istikrarlı bir devlet olarak yeniden yapılanması için bir fırsat verilmesinin gerekli olduğunu, üzüntü verici savaş hatıralarını geriye atmak gerektiğini, Avrupa devletlerinin genel rızasıyla, tarihi başkenti ve Trakya bölgesi kendisine verilip, Boğazların güvenliği sağlanarak, hiçbir zaman gerçek anlamda idaresi altına alamadığı Arap bölgeleri kendisinden alınarak Türkiye’nin Avrupa’ya geri dönmesine müsaade edildiğini söylüyordu. Görüşmelerde, eğer Türkler milletler arasındaki yerini tekrar almak istiyorsa bunu yalnızca Batı ile irtibat kurarak ve işbirliği yaparak elde edebileceklerini kabul ettirmek için iknaya çalıştıklarını, Türklerin medeni dünyadaki yerini tekrar alma fırsatı verilmesi için Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmesini ısrarla ve başarılı bir şekilde savunduklarını bildiriyordu. Curzon Türk heyeti ile görüşmesi sırasında onlara söylediklerini aşağıdaki gibi ifade ediyordu:


“Ey Türkler. Şimdi tekrar geri döndünüz. Geleceğinizi Moskova, İran veya Afganistan’da aramanızın sizin için iyi olmadığını göremiyor musunuz? Artık gözünüzü Avrupa’ya çevirmiş durumdasınız.” Türkler’e devamlı Büyük Peter’i (Deli Petro) örnek göstererek, Avrupa’ya geri döndüklerine göre Batı idare ve Hükûmet standartlarını özümsemek zorunda olduklarını, ancak bu takdirde Avrupa’nın kendilerine yardım edebileceğini söyledim.

Son anda bilinemeyen habis bir ruh müdahalede bulundu ve her şey altüst oldu. Ankara’da olumsuz bir atmosfer mi hakim oldu veya Türkler hala müttefikler arasında muhtemel bir ihtilaftan faydalanmak mı istiyorlardı, yoksa bilinmeyen bir yanlış anlama mı onları engelledi bilemiyorum. Fakat Grey’in de dediği gibi anlaşmayı imzalamaktan vazgeçme büyük bir yanlıştı ve Türkler yaptıkları bu yanlışı kısa zamanda anlayacaklar.”


Konferansın kesilme nedeni, Lord Curzon’un “habis ruh” olarak nitelediği, “İkinci Gurup” olarak bilinen ve yaklaşık 90 kişiden oluşan milletvekili topluluğunun muhalefetiydi. Bunlar, başta Musul Meselesi olmak üzere birçok konuda İsmet İnönü başkanlığındaki heyetin tavizkar davrandığı kanaatindeydiler. Mevcut meclisin Lozan’da yapılacak bir barış antlaşmasını tasdik etmeyeceği belli olduğundan, imzalanacak olan Lozan antlaşmasını tasdik edecek yeni bir meclis teşkil etmek üzere seçime gidildi.


Kesilen Lozan Konferansı’nın ikinci safhası, 24 Temmuz 1923 tarihinde barış antlaşmasının imzalanması ile tamamlanmıştı. Ağustos ayında yapılan seçimde, antlaşmayı onaylamayacakları peşinen belli olan İkinci Guruba mensup mebusların büyük çoğunluğunun meclise girmeleri önlenmişti. 11 Ağustos 1923'te açılan Meclis’te, Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal Paşa yeniden seçilmiş, Başbakanlığı yürütmekte olan Rauf (Orbay) Bey, Lozan görüşmelerinde İsmet İnönü ile ters düşmesi yüzünden Başbakanlıktan çekilmişti. Yerine 23 Ağustos’ta, Lozan’ı imzalayacak olan Fethi (Okyar) Bey başbakan yapıldı. Lozan Barış Antlaşması yeni Meclis tarafından 23 Ağustos 1923'te onaylandı. Lozan Barış Antlaşması imzalandıktan bir ay sonra bizim meclisimiz tarafından onaylanmasına rağmen İngiliz Parlamentosunda onaylanması daha geç bir tarihte olmuş, yaklaşık 7,5 ay bekletilmiştir. İlginçtir, Lozan Anlaşması ancak Hilafetin ilgasından 3 gün sonra (Hilafet 3 Mart 1924 tarihinde ilga edilmiştir), 6 Mart 1924 tarihinde İngiliz Parlamentosu’nda onaylanmıştır.


Antlaşma İngiliz Parlamentosu’nda onaylanmadan önce, antlaşma üzerindeki esaslı tartışma 24 Şubat 1924 tarihinde Lordlar Kamarası’nda yapılmıştı. Dışişleri Bakan Yardımcısı Ronald McNeill, Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşmada; İngiltere’nin Yakın Doğu’da özellikle Türkler arasında prestijinin hiçbir zaman şu anki seviyesi kadar yüksek olmadığını söyleyerek konuşmasına başlamıştı. McNeill konuşmasında, tüm olumsuzluklara rağmen Lozan Barış Antlaşması’nın en önemli yanının tarihte ilk defa milli şuura dayalı, nüfusunun tamamı Türklerden meydana gelen küçük bir Türk devletinin kurulması olduğunu, bunun Türk ve dünya tarihi için yeni bir fenomen olduğunu ifade ederek, Lozan Antlaşması’nın Hıristiyan ve Arapların yaşadığı bölgelerin dışarıda kaldığı, hem ırk hem de din olarak mütecanis bir milletten oluşan küçük bir Türk Devletinin kurulmasını sağladığını söylemişti.


Lord Curzon da Lozan Barış Antlaşması hakkında 28 Şubat 1924 tarihinde Lordlar Kamarası’nda yapılan son görüşme de söz almıştı. Curzon, Lozan’a giderken kendisine üç hafta içinde eli boş olarak döneceği tahmininde bulunduklarını, fakat Lozan görüşmeleri sonucu kimsenin tahmin etmediği önemli kazanımlarla döndüğünü söyler. Ona göre bu kazanımlar, İtilaf devletleriyle Türkiye arasında devam eden tüm arazi ve sınır ihtilaflarının sona ermesi, nüfusu homojen, başkentleri ellerinde, egemenlikleri ve bağımsızlıkları garanti altına alınmış, gelecekleri başkalarına değil kendilerine bırakılmış bir Türk devleti kurulması, ayrıca yüzyıllarca Türkiye’nin kötü yönettiği ve nüfusunun büyük çoğunluğunu Arapların teşkil ettiği Suriye, Filistin ve Mezopotamya’nın Türklerin elinden kurtarılmasıydı. Curzon, Türkler’i Milletler Cemiyeti’ne girmeye de ikna ettiklerini, Cemiyete girmesinin hem Türkiye’nin sınırlarının güvenliğinin bir garantisi olacağını, hem de bu yolla Avrupa’nın Lozan Antlaşması’nın uygulanmasını kontrol etmesine imkanına kavuşacağını söylemişti.


Curzon son olarak, Türkler’in itibarını kazanmış bir ülke varsa onun da İngiltere olduğunu, artık geçmişin problemlerine dalmaktansa eski dost ve müttefik Türkiye’nin önünde duran zorlu gelecekte kendisine yardım etmeye hazır olmaları gerektiğini söyleyerek konuşmasını bitirmişti. (Lozan Konferansı ve Antlaşması Üzerine İngiliz Parlamentosunda Yapılan Tartışmalar, Dr. Mustafa Çulfalı , Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 47, Cilt: XVI, Temmuz 2000)

Lozan antlaşmasının Mecliste tasdikinden sonra iç siyasette baş döndürücü hızda gelişmeler yaşanmaya başlamıştı. 24 Ağustos 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalandığı İtilâf Devletleri’nin İstanbul’daki yüksek komiserlerine tebliğ edilmiş, İtilaf devletleri tarafından İstanbul’un tahliyesine hemen başlanmıştı. 13 Ekim'de Ankara'yı başkent ilan eden kanun çıkarılmıştı. Rauf Bey'in kendi arzusuna aykırı olarak Meclis İkinci Başkanlığı'na seçilmesine kızan Mustafa Kemal'in çıkardığı bir kabine bunalımının ardından, 1921 Anayasası'nın devletin şeklini tarif eden 1. maddesi tadil edilerek 29 Ekim'de Cumhuriyet ilan edilmişti. Meclis’in üye sayısı 270 olduğu halde, 29 Ekim günü oylamaya katılan mebus sayısı sadece 158’di. Daha sonra, Urfa milletvekili Şeyh Saffet (Yetkin) Efendi ve 53 arkadaşının verdiği önergede, halifeliğin hem ülke içinde, hem de dış ilişkilerde iki başlılık yarattığı, hanedanın yüzyıllardır bir felaket olduğu ve Türk milletinin yıkımına sebep olduğu, Halifeliğin bu açıdan Türkiye'nin bekası açısından yeni tehlikelere gebe olduğu iddia edilerek ilgası istendi. 3 Mart 1924 tarihli Meclis oturumunda, oturuma katılan 157 üyenin 156’sının reyiyle Hilafet Makamı’nın İlgası’na ait (431) sayılı kanun kabul edildi. İşin garip tecellisi, Hilafetin kaldırılma gerekçesi olarak Hintli Müslümanlar Ağa Han ve Emir Ali’nin imzasıyla Londra’dan Başvekil İsmet Paşa’ya gönderilen 24 Kasım 1923 tarihli mektubun bahane edilmesiydi. Bu Hint Müslümanları, yazımızın yukarı kısımlarında anlatıldığı üzere, milli mücadele lehine İngiltere’ye kafa tutan Müslümanlardı.

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondoros Mütarekesi’nden sonra, hem İtilaf devletleri tarafından işgal edilmiş topraklarımızı kurtarmak hem de Hindistan’dan Fas’a kadar müstemleke haline getirilmiş İslam topraklarını Batı emperyalizminden bağımsızlıklarına kavuşturmak üzere İslam ihtilalleri gerçekleştirmek, bağımsızlığını kazanan eski Osmanlı tebaası ile Hilafet çatısı altında bir konfederasyon kurmak hedefiyle başlayan mücadele azmi, Batı sistemine teslim olmakla sonuçlanmıştı. İşin hazin tarafı, aşağıda metni verilen Lozan Antlaşmasının 27’inci maddesiyle, kendilerini kurtarmaya kalktığımız İslam dünyasıyla irtibatımızın tamamen kopartılmasının taahhüt edilmesiydi.


“Türk ülkesinin dışında, iş bu andlaşmayı imzalayan öteki devletlerin egemenliği ya da koruyuculuğu (protectatorat) altında bulunan ülkelerin uyrukları ile Türkiye’den ayrılmış ülkelerin uyrukları üzerinde, Türk Hükûmeti ya da Türk makamlarınca siyasal, yaşamaya ya da yönetime ilişkin herhangi bir nedenle olursa olsun, hiçbir güç ya da yetki kullanılmayacaktır.”

Türkiye 1967 yılına kadar bu taahhütlerine bağlı kalmış, İngiliz işgaline karşı isyan eden Mısırlılara karşı İngilizleri, Cezayir’de Müslümanlara soykırımı yapan Fransızları desteklemiş, Araplarla savaşan İsrail’in yanında yer almıştı.


Son söz olarak; Lozan antlaşmasının gizli maddeleri bulunduğu hep söylene gelmiş, ancak bunların ne olduğu müphem kalmıştır. Yunan Başbakanı Venizelos’un 1919 tarihli İngiliz Hükûmeti Başbakanı'na verdiği muhtırada yer alan aşağıdaki ifadeler, Yunan işgalinin hedeflerini de açıklamak bakımından oldukça manidardır.

“ … İstanbul kendisine başkent bırakılmak şartıyla Avrupa devletleri arasında yer almasına izin verilirse, Yakındoğu milletlerinden hiçbiri yeryüzünün bu köşesinde durumun tamamen çözümlendiğini kabul etmeyecek ve bu milletlerin her biri Türkiye'nin Avrupa haritasından silinmesi konusunun bir oldubitti olacağı anı bekleyecektir. Trakya'nın ve İstanbul'un geleceği hakkındaki bu güvensizlik diğer Balkan milletlerini Balkan Yarımadası'nın diğer bölgelerinde elde edilmemiş çözüm biçimlerini ancak geçici olarak görmeğe yöneltmesinden ve bu milletlerin bugün hüküm süren barışı geçici olarak kabul etmesinden de korkulur. Öte yandan Türkiye'nin İstanbul üzerinde egemenliği, Almanların bu kentte yalnız entrikalar çevirmesine fırsat oluşturmakla kalmayacak, fakat Almanya'nın başkanlığı altında Türkiye, Bulgaristan ve Macaristan arasında bir uyuşmayı da bütünüyle mümkün kılacaktır. Aynı şekilde yeniden örgütlenmiş bir Rusya doğal olarak gözlerini tekrar İstanbul üzerine çevirecek ve Türkiye'nin boğazlar üzerinde yerine geçmek için elinden geleni yapacaktır. Rusya'nın böyle geniş ölçekli bir projede başarılı olmak için Almanya ile işbirliği yapması boş bir şey olmayacaktır. Sultan İstanbul'dan uzaklaştırıldığı takdirde Hint Müslümanlarının büyük bir kırgınlık duyacakları ileri sürüldü. Bununla birlikte sağlam olarak elde edilen haberlere göre Hint işlerinde derin bilgisi olan büyük İngiliz devlet adamları sultanın İstanbul'dan çıkarılması konusunda anlaşmışlardır.

Şunu da burada ileri sürmeme izin buyrulsun ki eğer sultanın Hindistan'daki etkinliği gerçekten ileri sürüldüğü kadar önemli ise, bu etkinliğin devamına izin verilmesi gelecekte kargaşalıkların sürmesi demek olacağından İngiltere Hükûmeti'nin bu günkü savaştan yararlanarak böyle bir etkinlikten kesin olarak sıyrılması belki uygun olacaktır. Eğer uygun olacaktır diyorsam bu da Türkiye'nin son savaşta Büyük Britanya'nın düşmanlarına katılmasındandır. Bundan dolayı Türkiye'nin geleceğinin belirlenmesi sorumluluğu yalnız Büyük Britanya'ya değil Almanya ayrı tutulduğunda bütün büyük devletlere düşecektir. Düşünceme göre, Müslümanlığın kutsal kentleri elinden alınan sultan, (Mekke, Medine ve Kudüs kastediliyor) İstanbul'dan da uzaklaştırılırsa, İslam dünyası üzerinde etkinliğini kaybedecek ve Marok sultanı seviyesine indirilecektir. Bütün bu ileri sürülen kanıtlara karşın İstanbul'daki sarayları ve ibadet yerleri bırakılmak, bu kentte dini bir başkan olarak isteğine göre oturmak ve bütün uluslar arası hukuktan yararlanmak koşuluyla, Türkiye Hükûmeti'nin merkezini Bursa veya Konya'ya nakletmek belki mümkün olacaktır. Bu çözüm biçimi kabul edildiğinde, sultan İstanbul'da Papa'nın Roma'daki durumuna benzer bir durumda oturacaktır.

Hint Müslümanlarını Türk Hükûmeti'nin kötü yönetimi ilgilendirmediğinden böyle bir düzenlemeye hiçbir biçimde itiraz edemeyeceklerdir. Eğer yukarıda sözünü ettiğimiz bu karar kabul edilirse Türkiye'den başkentin Anadolu'ya nakli istenecek ve Türkiye'nin Avrupa'daki topraklarının siyasi durumunun düzenlenmesi ve kararlaştırılması müttefiklere bırakılacaktır. Türkiye önceden bu karara tamamen uyacağını vaat edecektir.” (Belge3-Türkiye ile Yapılacak Barış Şartlarının Gerekliği. Venizelos 'tan İngiliz Hükûmeti Başbakanı 'na Muhtıra. Prof. Dr. İzzet ÖZTOPRAK, Kurtuluş Savaşı ile ilgili Yunan Belgeleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayın No:228, Ankara 2006)

İngilizler, başkentlik vasfı ortadan kaldırılacak bir İstanbul’da, “Papalık” benzeri bir Halifelik kurumuna razı iken, Lozan antlaşmasını müteakiben mecliste yapılan düzenlemelerle, bu kurumun tamamen ortadan kaldırıldığı bir sonucu elde etmişlerdi. El hasılı, İtilaf devletlerine karşı mücadeleyi yürüten ekipler arasındaki çatışma, “Osmanlı Vatanı’nın Tamâmiyyeti” karşılığında Hilafetten ve İstanbul’un başkentliğinden vazgeçenler ile Sivas Kongresi’nde ettikleri yemine bağlı kalanlar arasında cereyan etmişti. Kazananlar, 1.Dünya Harbini kaybetmiş olan devletin imzalamaya mecbur kaldığı bir barış antlaşmasını zafer olarak sunmuş, emperyalizme karşı Müslümanların hukukunu korumak ve düşman işgalinden vatanı korumak ideali, Yunan işgalini defetmek ve saltanat ve hilafeti kaldırarak cumhuriyeti kurmak hedefine indirgenmişti.

Yararlanılan kaynaklar:

Ayşe Hür. Kemalist Devrim’in Zor Dönemeci. Hilafetin Kaldırılması, Toplumsal Tarih, Sayı 148, Nisan 2006.

Ayşe Hür. Mustafa Kemal ve muhalifleri (1-7), Radikal Gazetesi. 18.02.2007-24.02.2007.

Doç.Dr. Arsen Avagyan. Kemalistler, İttihatçılar ve Bolşevikler. Kurtuluş Savaşında Ankara-Sovyet İlişkileri, Toplumsal Tarih, Toplumsal Tarih, Sayı 159, 2007.

Doç.Dr. Arsen Avagyan. Kemalistler, İttihatçılar ve Bolşevikler-II. Mustafa Kemal’e Karşı Enver Kartı (1920-1922), Toplumsal Tarih, Sayı 160, 2007.

Dr. Fethî Tevetoğlu. Milli Mücadele Kahramanlarından Bah
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Oca 16, 2010 2:15 am    Mesaj konusu: Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-III Alıntıyla Cevap Gönder

(devam)
Dr. Fethî Tevetoğlu. Millî Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.

Dr. Mustafa Çulfalı. Lozan Konferansı ve Antlaşması Üzerine İngiliz Parlamentosunda Yapılan Tartışmalar, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 47, Cilt: XVI, Temmuz 2000.

Enver Behnan Şapolyo. Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadele’nin İç Alemi. İstanbul 1967.

Hasene Ilgaz. Millî Mücadele’de Varlığı Gizli Kalan Bir Cemiyet: Karakol Cemiyeti, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, 1 Ocak 1981, Yıl: XVII, Sayı: 193.

Hüseyin Cahit Yalçın; İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Temel Yayınları, 2002.

İhsan Çolak. “Moskova Antlaşmasına Giden Yol: Milli Mücadele Dönemi TBMM Bolşevik İlişkileri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XVII/49, Mart 2001.

Kaya Tuncer Çağlayan.“Dünya Savaşı Sonunda Enver Paşa’nın Kafkasya’daki Planları ve İngiltere”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 41, Cilt: XIV, Temmuz 1998.

Mukaddes Arslan. Yakın Dönem Tarihimizde Yeşil Ordu Cemiyeti’ne Toplu Bir Bakış, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi , Sayı 51, Cilt: XVII, Kasım 2001.

Mustafa Yılmaz. Milli Mücadele’de Yeşil Ordu, Ankara 1987.

Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri 1919-1926, SBF Yayınları, Ankara 1978.

Prof. Dr. İzzet ÖZTOPRAK. Kurtuluş Savaşı ile ilgili Yunan Belgeleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayın No:228, Ankara 2006.

Prof.Dr.Metin Hülagu; İslam Birliği ve Mustafa Kemal, Timaş Yayınları, İstanbul-2008.

Selahattin Tansel. Mondros’tan Mudanya’ya, İstanbul 1991.

Sâmih Nafiz Tansu. İki Devrin Perde Arkası, İstanbul 1957.

TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. 1, Ankara 1985.

Zafer Toprak, "Bolşevik İttihatçılar ve İslam Kominterni - İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı- Ittihad-ı Selamet-i İslam," Toplumsal Tarih, sayı 43, Temmuz 1997.

sinantavukcu@yahoo.com.tr

haber10

'Yeni Osmanlılık', aslında Teşkilat-ı Mahsusa'nın projesiydi
29/11/2009
AVNİ ÖZGÜREL


Talat Paşa (solda, önde) Teşkilat-ı Mahsusa’nın yurtdışı çalışmalarının lideriydi. Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından ‘halı tüccarı’ kimliğiyle direniş örgütlemek için Trablusgarp’a yani Libya’ya gönderilmişti


Türkiye’de ama daha ziyade yurtdışında yayımlanan kimi yorumlarda Ankara’nın izlediği yeni siyasetin ‘Osmanlı’yı ihya’ amacı taşıdığı ifade ediliyor... Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’na gelmesini takiben bu istikamette değerlendirmeler çoğalmaya başladı. ABD’nin Irak’ta ve Afganistan’da adı konmamış yenilgilerinin ardından Türkiye’yi devreye sokma niyetinin açığa çıkışı, Filistin’de özellikle Gazze’de yaşanan insanlık trajedisine Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği sert tepkiyle İslam dünyasında Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye duyulan sempatinin artması bu yorumlara giderek daha bir inandırıcılık kazandırmaya başladı.
Tabii buna Ahmet Davutoğlu’nun siyasi kimliği dışında entelektüel olarak İslam coğrafyasının dinamiklerine hâkimiyetini; yanı sıra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Orta Asya Türk cumhuriyetlerini başlangıçta hayli gevşek olsa da tarihsel derinlik temelinde siyasi bir çatı altında örgütleme yolunda sarf ettiği çaba ve kat ettiği
mesafeyi de eklemek gerek.
Söz konusu tablonun Osmanlı’yı ihya arzusu olarak değerlendirilmesinin akli bir yanı olmadığını herkes biliyor. Ancak, gerek Ortadoğu’da gerekse Kafkaslarda ve Balkanlarda hissiyat olarak Osmanlılık duygusunun
canlanması söz konusu olduğunda böyle ifade etmese de bu fikrin Ankara’yı heyecanlandırmadığı da söylenemez.

Kurucusu bilinmiyor
Teşkilat-ı Mahsusa örgüt olarak 1913 senesinde sahneye çıktı. Yani 1. Dünya Savaşı öncesinde. Dolayısıyla imparatorluğun harpte uğradığı yenilgiler üzerine direniş örgütlemek, istihbarat toplamak amacıyla kurulmuş bir teşkilat olduğu söylenemez. Mücadele sürecinde direniş de örgütledi; istihbarat da topladı ama esas kuruluş gayesi imparatorluğun fiilen hâkimiyetini kaybettiği topraklarda kontrollu çözülmesini sağlamak, İngiliz Milletler Topluluğu’na benzer biraz daha güçlendirilmişi- bir siyasi çatı oluşturmaktı.
Teşkilatı Mahsusa’nın düşünce planında İttihat Terakki’nin parti programında yer alan Panislamizm’den, Ziya Gökalp’in Türkçülük idealinden etkilenildiği su götürmezse de kimi yorumcular bu istikamette faaliyet gösterecek gizli bir örgüt teşkili fikrinin hakiki sahibinin 2. Abdülhamid olduğu kanısında. Abdülhamid’in İslam coğrafyasını yakından tanıyan İngiliz İstihbaratı’yla da münasebeti bulunan Macar tarihçi Armin Vanbery’le yaptığı görüşmeler, Macaristan’da toplanan ilk Turan Kongresi’ne gözlemci göndermesi ve orada seçilen idare heyetini İstanbul’da kabulünde yaptığı cesaretlendirici konuşma bu tür bir tahlile delil olmasa da ilham vermiyor değil. İttihat Terakki’nin İslamcı ve Türkçü bir politika belirlemesi, Talat Paşa’nın 1910 yılında Selanik’te yapılan gizli bir toplantıda Müslümanlarla gayri müslimlerin eşit olmadığını söylemesi ve Balkan Harbi sonunda gayrı müslimlerin Osmanlı’dan ayrılmasıyla başladı.
İttihatçılar 2. Abdülhamid’i tahttan indirdikten sonra onun İslamcı- Türkçü hayallerini benimsediler. Abdülhamid döneminde İttihad-ı İslam hareketi, fikri ve şahsi gayretlerin ötesine geçebilmiş değildi. Oysa bir hareketin ‘Pan’ niteliğini kazanabilmesi için bir örgüt ve onun siyasi hedefinin olması gerekiyordu. Abdülhamid’in dünyanın dört bir yanına gönderdiği misyonerlerin Osmanlı Devleti çatısı altında bir teşkilatları yoktu. Bunlar padişaha bağlı görev yapan gönüllü kimselerdi. İttihatçılar ise, emperyalistlere karşı ciddi bir mücadele verebilmek,
bütün İslam dünyasını harekete geçirmenin ancak kurulacak ciddi bir örgütlenmeyle mümkün olduğunu kavramışlardı.
Ve İttihat Terakki kurmaylarına göre bu örgüt, gizli bir örgüt olmalıydı.

Enver Paşa’nın rolü
Teşkilat-ı Mahusa kurucusu kim, sorusunun bilinen klasik cevabı elbette Enver Paşa!.. Enver Paşa bu projenin devlet katında kabul görmesini sağlayan teşkilatı yetkilendiren ve finans kaynaklarını temin eden kişiydi şüphesiz. Eşref Sencer Kuşçubaşı ya da Süleyman Askeri Bey de varlıkları bilinen kişiler. Ancak Teşkilatı Mahsusa’nın gerçek liderinin kimliği hiçbir zaman tam olarak açıklığa kavuşmadı, hep gizli kaldı. Bir iddiaya göre Atatürk’ün emriyle koruma altına alınan bu kişinin aile ismi değiştirildi ve İstanbul dışına muhtemelen Sakarya/ Sapanca çevresine nakledildi. Sonraki yıllarda ailenin erkek çocuklarının bir kısmı MİT bünyesinde görevlendirilirken diğer bir kısmı teşkilatın koruması altında farklı alanlarda çalıştılar.
Araştırmalar Teşkilat-ı Mahsusa’nın Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya uzanan geniş coğrafyada 50’ye yakın bağımsız devlet yapılanması planladığını gösteriyor. Örgütün lider kadrosunda görev almış kişilerden biri olan ve Teşkilat-ı Mahsusa konusunda şimdiye kadar yapılmış tek akademik çalışmanın sahibi Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Philip Stoddard’la görüşmesinde örgütün amacını şöyle ifade ediyor:
‘Gaye, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme, vasıl olmaktı. Diğer
taraftan da Türkleri siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktı...’
Böylesi bir yapılanma Hindistan’da Hint Müslümanları’nı ayaklandırmaktan başlayarak batıya doğru İngiltere’yi Afganistan’da, Fransa’yı, Suriye’de ve Lübnan’da, İtalya’yı Trablus- Garb’ta köşeye sıkıştırmayı hedeflemişti.

30 bin kişilik kadro
Teşkilat-ı Mahsusa bir dönem Osmanlı hakimiyetinde olan toprakların İstanbul’la siyasi bağını sürdürmenin imkânsız denecek derecede zor olduğunun farkındaydı. Örneğin Kuzey Afrika’da Trablusgarb, Mısır, Çad, Habeşistan ve Sudan’da yeni devletler kurulması kaçınılmazdı. Örgüt bu devletlerin Batı’nın sömürgeci güçlerinin yönlendirmesinden kurtulup gerçek manada bağımsız devletler olması için çalışacaktı. Nitekim öyle de oldu. Son dönemde her meslekten sayıca 30 bini bulan kadrosuyla imparatorluğun en iri yapılarından biri olmuştu Teşkilat-ı Mahsusa.
Örgüt Şeyh Ahmed El Sunusi’yi Trablusgarp’tan bir denizaltıyla İstanbul’a kaçırmayı başarmış, Enver Paşa’nın yönetiminde Türkistan Seferi’ni planlamış, Afganistan’da hedeflenen siyasi yapının kurulması için Kabil’e Cemal Paşa’yı göndermişti. Bunlar örgütün hareket kabiliyetini göstermesi bakımından önemliydi. Anadolu-İran-Hindistan çizgisinde mezhep ayrılıklarına karşı politika oluşturmak üzere özel bir çalışma başlatan Teşkilat-ı Mahsusa, bir taraftan Rusça dahil beş yabancı dil bilen entelektüel birikimiyle İttihatçılar arasında temayüz etmiş olan Baha Said Bey’in sorumluluğunda sosyolojik araştırmalar yaptırırken diğer taraftan Hindistan’a Sünni imamlar gönderilmek suretiyle, Kara Vasıf’ın başkanlığında İslam İhtilal Komitesi oluşturulmuştu. Aynı şekilde Hicaz şeyhlerinin çocuklarının özel olarak eğitilmesi maksadıyla Galatasaray Lisesi’ne getirilmesini sağlayan örgüt yanı sıra Mısır’dan bir grup din adamının Muğla’da bir çiftlikte misafir edilmesini organize etmişti.
Terakki’nin bir yandan Teşkilat-ı Mahsusa gibi faaliyet alanı alabildiğine geniş bir istihbarat örgütü kurarken, öte yandan İslam dünyasında İttihat-ı İslam fikrinin oluşması için eğitim ve yayın faaliyetlerine yöneldiği de biliniyor. M. Ali Eren’in makalesinde yer verdiği bilgiye göre Doç. Dr. Zekeriya Kurşun’un arşivde bulunan belgelerde İttihatçılar’ın, Teşkilat-ı Mahsusa’ya paralel bir sivil örgüt kurduğu bilgisi mevcut. Cemiyeti Hayriye-i İslamiye adıyla oluşturulan bu sivil toplum örgütünün Medine’de bir İslam Üniversitesi kurduğu ifade ediliyor. Son olarak kaydedilmesi gereken bir husus da şu: Ankara’da Genelkurmay’ın Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi’nde Teşkilat-ı Mahsusa faaliyetine ilişkin onbinlerce belge var ve incelemeye açılacağı günü bekliyor.

Radikal
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com