EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TARİH ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Ksm 21, 2009 1:38 am    Mesaj konusu: Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı Alıntıyla Cevap Gönder

Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı

Batı'nın aydınlanma süreci kapsamında, tarih ve tarih felsefesi üzerine, en etkili ve kalıcı izler bırakan çalışmalardan birisini Hegel yapmıştır.

Bugün Doğu'da ve Batı'da, kendisini sağ ve sol olarak tanımlayan ideolojiler, siyasetler, toplum ve tarih anlayışları, genel ilkelerinde Hegel'in temellendirdiği tarih anlayışının izlerini taşıyorlar. Yine Doğu'da ve Batı'da bir çoğumuz, tarihin, bir yerden başlayıp, bir yere doğru gittiğini varsayan bu evrimci tarih anlayışının dışında, başka tür bir tarih algısına sahip değiliz. Bu nedenle yazının başlığını, G. W. F. Hegel özelinde değerlendirmek önem taşıyor.

Aslında, sıradan bilinç açısından da tarih, gelişmenin, ilerlemenin bir göstergesidir. Genel kanı, insanlığın bugün dünden daha iyi bir noktada olduğu yönündedir.

İnsanlık bugün tarifi zor acılar çekiyor olsa bile, yarın bugünden daha iyi olacaktır. Çünkü tarih ilerlemektedir ve ilerlemenin yönü daha olumluya, daha mükemmel ve gelişmiş olana doğrudur. Bu böyle bilinir; aslında bilindiği sanılır. Ama tarihin ilerlediğini nereden biliyoruz, diye sorulduğu zaman, sıradan bilinç için, elektirikten, çiçek aşısına kadar bir takım fenomenleri; görüngüleri ilerlemenin ve gelişmenin kanıtı olarak ileri sürmek, alışkanlık olmuştur.

Burada, tek tek insanları aşan, bir üst irade, tarihin ilerlemesi gerektiğine karar verip, onu ilerletmektedir. İdealist Hegel'e göre, bu irade tin'dir.

Hegel'in materyalist öğrencisi Marks da, tarihin ilerlediği fikrine aynen sahip çıkmakla birlikte, ilerlemenin iradesi olarak, tin gibi metafizik bir unsuru değil, bilindiği üzre: emeği, maddi üretim ilişkilerini ve bu üretim ilişkileri sonucu gelişen üretici güçleri işaret eder.

Üretici güçlerin gelişimi, tarihin ve toplumların ilerlemesinin nedenidir. Biri metafizik, öteki maddi bir tarih iradesini öngören ve modern zamanları belirleyen, her iki tarih anlayışının da ortak özelliği: “tarih ilerliyor” dur.

BİREYİN EVRİMİ VE TOPLUMSAL EVRİM

Hegel'e göre evrim kavramı, genel olarak üç aşağı beş yukarı bilinmesine rağmen, felsefe tarafından irdelenmesi gerekir. Yoksa bir kavram, günlük yaşamda kullanıldığı kadarıyla kalır ve felsefe tarfından irdelenmezse bir bilinmezi ifade eder.

Buna göre: evrim , ide'nin kendisini, olması gereken şey yapmasıdır.

Evrimleşen “şey” iki farklı durum sergiler.

Birincisi “şey”in, içinde barındırdığı imkan; ‘kendinde olma durumu' (potentia), diğeri ise ‘kendisi için olma durumu'(actus) dur.

Dolayısıyla, “şey” in, içinde barındırdığı imkanın, yani potansiyelin harekete (actus) geçmesi evrim 'i oluşturuyor.

Evrim hareketinin amacı ise ‘kendinde şey'in, ‘kendisi için şey' olma durumuna gelmesidir. Bu hareketin devindirici gücü ise, bilindiği gibi çelişki 'dir. (Daha sonraları Marks tarafından dile getirilen: işçi sınıfının, sınıf bilinci kazanması sayesinde, ‘kendisi için sınıf' olması zorunluluğu, bu mantığa dayanır.)

İnsan akıl sahibi bir varlıktır. İnsanın aklı, onun tabiatından gelir. Fakat bu akıl insanda, önce bir potansiyel, bir nüve olarak vardır. İnsan doğuştan, akıl, zihin, fantezi, irade, anne sevgisi gibi yetilere sahiptir.

Çocuk da bir insandır, ama henüz sadece akıl yetisinin gerçek imkanına sahiptir, o kadar. Çocuktan akıllı davranışlar, beklenemez; onun, henüz akılcı bir iradesi yoktur.

Bu aşamada akıl bir ‘kendinde şey' dir.

Ancak çocuk, süreç içerisinde dış dünya, nesneler ve o nesneler hakkındaki düşüncesi ve düşünce hakkındaki düşüncesi sayesinde, akıllı bir varlığa dönüşür.

Daha ayrıntılı biçimde söylemek gerekirse :

“Kendinde olan şey, insan için şeye dönüşmeli, bilince taşınmalıdır, o böylece, insan için olur. Şey ne ise, kendinde insan da aynıdır; insan böylece, bir başkasına dönüşerek değil, kendi üstüne katlanıp, kendine kavuşarak, kendi kendisi için olur. İnsan düşünür, sonra düşünceleri düşünür; düşüncenin nesnesi sadece düşüncedir, akılcılık, akli olanı üretir, akıl onun nesnesidir. (Düşünce akıl dışına da düşebilir, bu ilave bir bakışdır.)” 1



Hegel'e göre, birey olarak insanın evrimi, onda potansiyel biçimde; bir kendinde şey olarak varolan aklın, süreç içerisinde oluşup, olgunlaşarak, kendi kendini idrâk etmesidir. Kendinde şey olarak varolan akıl, kendi kendisini düşüncenin nesnesi yaparak; onun üzerine düşünerek, onu kendinde şey olmaktan çıkartır ve kendisi için şey 'e dönüştürür. Bu aynı zamanda bir bilinçlenme sürecidir.

İnsan kendi aklıyla, yine akıl ve o aklın etkinliği olan düşünce üzerine düşünebilen bir varlıktır. Böylesi bir yeti çocukta yoktur. Çünkü o daha henüz çocuktur. Ancak belli bir evrim sonucu insan bu noktaya gelerek çocukluktan çıkar.

Fakat insanın bir kendinde şey olan aklını, idrak ederek kendisi için şey'e dönüştürmesi birey açısından önemli bir aşama olsa bile tarih ve toplum açısından yeterli değildir.

Çünkü:

“ Kendinde akıllı olan insan, kendisi için akıllı olduğunda, fazla yol almamıştır. Burada manzara tamamlanıyor ama fark çok dehşetlidir. Ortaya yeni bir içerik çıkmaz; ama bu biçim, dehşetli bir farklılıktır.

Bu farklılıktan, bütün dünya tarihinin farklılığı doğar. Bütün insanlar akıllıdır; insanın özgürlüğü bu aklın biçimidir; bu da onun tabiatıdır. Fakat bir çok halkta kölelik vardı, kısmen halâ da vardır, ve halklar bundan hoşnuttur. Afrikalı ve Asyalı halklarla, Yunanlı, Romalı halklar ve modern zaman arasındaki tek fark sadece, onların özgür olduklarının bilgisinin onlar için olduğu, onların özgür olduğudur. Ötekiler de aynıdır, ama bunu bilmiyorlar, özgür olarak varolmuyorlar.” 2

Hegel'in kurduğu mantık dahiyane ve heyecan vericidir. Ama bu heyecan verici mantık ne yazık ki, dünyayı, deyim yerindeyse, adeta kabak gibi ortadan ikiye ayırır.

Bu ayrımın sonucunda, ortaya kendiliğinden iki ayrı halklar grubu çıkar: özgürlüğün bilincinde olan, evrimsel olarak gelişmiş halklar ve köleliğinden hoşnut, özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen evrimleşememiş halklar.

Bügün, bütün dünyanın Doğu'ya bakışının ve batılılaşma özlemi içindeki Doğu'nun da, kendine bakışının temelinde, Hegel'in andığımız düşüncelerinin önemli bir payı vardır. Üstelik, bu bakış, yine Batı düşünce sisteminin ürünü olan, sağdan ve soldan aynı kapıya çıkıyor.

TİN VE TARİH

Hegel'in, birey olarak insanın evriminde geçerli gördüğü mantık, tarihsel ve toplumsal alanda da geçerlidir.

Tin'in (Geist) amacı özgürlüktür. Bu nedenle tarihin oluşumu ve evrimi, işte bu amaca yönelik olarak gerçekleşir.

Dolayısıyla tin, kendisini tarihte açmaktadır. “Tin'i en somut gerçekliğiyle dünya tarih sahnesinde gözlemliyoruz” 3 Dünya tarih sahnesinde tin'in kendisini açması, bir özgürleşme sürecidir. Tıpkı bireysel alanda; bireysel aklın serüveninde olduğu gibi, tin de kendisini aramakta, kendinde şey konumundan, kendisi için şey konumuna geçmeye, özgürleşmeye çalışmaktadır.

“Fakat o, kendisini bulmak, kendi kendisine gelmek için, kendi üstüne katlanmadır ,(abç) yabancılaşmadır. Sadece bu, özgürlüktür; başkasına ilişkin olmayan, başkasına bağımlı olmayan özgürdür. Kendi kendisine kavuşan tin, buna, özgürlüğe ulaşır.” 4

Bu süreç aynı zamanda, bireysel aklın ve düşüncenin özgürleşmesiyle de özdeştir. Çünkü tin, düşüncede ve felsefede mutlak bir özgürlüğe sahiptir. Ayrıca, kuşkusuz tin'in özgürleşmesi, pratikte toplumların özgürleşmesinin somut ifadesinden başka bir şey değildir.

Hegel, bireyin, aklın ve onun düşüncesinin, tin'in ve toplumun özgürleşmesini sağlam ve kendi içinde tutarlı bir mantık çerçevesinde kurar. Lakin burada, cesurca üzerine gidilmediği takdirde gözlerden kaçan hayati bir nokta karşımıza çıkıyor.

Yukarda Afrikalı ve Asyalı halklarla, Yunanlı ve Romalı halklar arasındaki farklılıkta, birinci gruptaki halkların özgürlüğü bilmedikleri, özgür olarak varolmadıkları yönündeki iddia, tin'in açılma alanı bakımından, onları doğal olarak ikinci plana atıyor. Ve bu iddiadan sonra, artık kaçınılmaz olarak, özgürlük dünyaya Batı'dan gelmek zorundadır.

Belki bundan ötürü, günümüzde de, dünyaya egemen olan politikalar çerçevesinde sağdan ve soldan, özgürlüğün (demokratikleşme, insan hakları, düşünce özgürlüğü, vd.) geleceği yön olarak Batı işaret ediliyor. Batı'nın egemen politik iddiası bu olduğu gibi, batılılaşmak isteyen Doğu'da da, merkez sağ ve sol genel eğilim, ağırlıklı biçimde aynı kanaati sergiliyor.

DOĞU VE KÖLELİK

Dünyayı tarihsel, toplumsal, medeni ve kültürel anlamlarda kategorik olarak Batı'nın ikiye böldüğünü biliyoruz.

Doğu ve Batı, Orient ve Okzident, Abendland ve Morgenland kavramlarının, doğulu halklar ve düşünürler tarafından Batı'ya dayatılmadığı gibi, Doğu'da böyle bir ‘tefrik' algısının olmadığını da söyleyebiliriz.

Batı'nın kastettiği anlamda, özgürlük hakkında bilgisi olmayan halkların, zaten kategorik ayrıştırmalar, tasnifler yapabilmesi de mümkün görünmüyor.

Kategorik ayrıştırma ve tasniflerin yapılabilmesi için gerekli olan, farklılıkları ve yabancılıkları algılama yetisi, Hegelci tin'in tam olarak ayak basmadığı, bizzat kendisini yeterince yabancılaştırmadığı, kendisini kendi üzerine katlamadığı coğrafyalarda söz konusu olamıyor. Belki yine bu nedenle, anılan coğrafyalarda üzerinden ‘pro ve kontra' politika yapılabilecek sistematik bir “yabancılar” kültürü oluşmadığı söylenebilir.

Doğu kavramı kapsamında Hegel, çoğunlukla Hind ve Çin, hatta ağırlıkla Hind üzerinde durur.

Hindu dinindeki “kast” sistemi, onun tarif etmek istediği kölelik açısından, zengin malzemeler sunar. Toplumsal kast'lar arasında, bireylerin geçiş imkanlarının olmaması, dünya hayatında herkesin, ait olduğu kast içinde ömrünü tamamlaması mecburiyeti, dinin bir gereği olduğu için, vicdani bir sıkıntı söz konusu değildir. Dolayısıyla, bir sınıf atlama çabasının, bir özgürlük talebinin de anlamı yoktur.

“İradenin sınırlılığı doğuluların karakteridir; irade henüz kendisini genel olarak değil, sınırlı olarak istiyor. Öyleyse yalnız köle ve efendi sınıfı vardır, bu, despotizmin alanıdır. Korku mutlak egemen kategoridir. İrade bu sınırlı olandan bağımsız değildir, zira düşünce kendisi için henüz özgür değildir; böylece sınırlı olana tabidir, sınırlı olan negatif uygulanabilir.” 5

Tin için özgürlük, genel ve sınırsız bir anlam ifade eder. Fakat Doğu henüz bu noktada değildir. İnsanlar korku altında yönetilirken, despot ise korku sayesinde yönetebilir. Dolayısıyla her ikisi de aynı basamakta durmaktadırlar ve irade, özgülüğü, genel sınırsız bir durum olarak talep etmediği sürece, kendi kendisini sınırlamaktadır.

Efendinin yarattığı korku, bilgeliğin zorunlu çıkış noktasıdır. Kendisi de sınırlılık tarafından belirlenen din, belli bir kurtuluş sağlar. Korkuyu içsel olarak yenmenin soyut bir imkanı da doğal figürlere kişilik atfederek, onları yüceltmektir. Doğal figürlerin içeriği iradenin sınırsızlık duygusunu karşılar.

Aslında belki Hint bilgeliği, hakikaten despot zulmüne karşı, içsel bir kurtuluşun sınırlarını zorlamaktan başka bir şey değildir. Fakat bu konuda Hegel'den ziyade Hintliler'in ne dediği daha önemli olsa gerek, lakin bunu da, nedense biz bilmiyoruz.

Doğu hakkındaki bilgimiz, antropo - folklorik, etno – ezoterik alanların ötesine uzanmıyor. Hegel mantığından yola çıkarsak, Hintli kendi düşüncesi hakkında düşünceye sahip olmadığı, yani ‘kendinde şey' olan akıl Doğu'da henüz ‘kendisi için şey' durumuna gelmediğin için, o zaten buna cevap veremeyecektir. Belki bu da doğrudur.

Ama o zaman dışarıdan bakan bir aklın; bu özgür bir Hegel aklı olsa dahi, kendi varık koşullarının ötesindeki alanlar hakkında verdiği yargıların, tartışma götürmesi gerekmez mi?

Ama biliyoruz ki bu ‘öğreten tavır'; bu ‘rahibe Teresa sendromu' artık bir gelenek haline dönüşmüştür. Batı kendisi dışındaki halkları, kültür ve medeniyetleri, kendi yöntem ve mantığı doğrultusunda araştırır, kendi kavram ve sıfatlarıyla niteler, tasnif eder ve öylece öğretir.

Bizler ne olduğumuzu, kim olduğumuzu hep Batı'dan öğreniriz. “Türkler göçebedir”, “Çinliler tarım toplumudur”, “ılımlı islam” mümkündür gibi nitelemeleri hıristiyan Batı yapar, bizler de öylece öğrenir ve kabul ederiz. Bizim göçebe bir toplum olup olmadığımız yargısı verilirken, bizim ne dediğimizin önemi yoktur. Çünkü doğulu olarak bizdeki akıl, henüz, ‘kendinde şey' durumundadır.

Hegel'e göre Tin kendisini Doğu'da da açar, ancak burada özne, şahıs olarak değil, objektiv tözde negatif ve “dibe vuran” olarak görünür. Yani Doğu, Hegel'in gözünde tıpkı bugün olduğu gibi, kaybeden insanlar, kul'lar, köleler coğrafyasıdır. Burada acı çeken tin, kendisini bilgeliğe verir, bir Hint fakiri, kendisine daha fazla acı çektirerek, ruhunu kurtarmaya çalışır.

DOĞU VE ÖZGÜR DÜŞÜNCE

Kategoriyel aklın, sistematik düşüncesi, batılı felsefenin temel koşulu olarak karşımıza çıkıyor. Fakat Doğu'da, sistematik felsefenin olmadığı iddiası geçerli sayılsa bile, felsefenin ille de sistematik olması gerektiği koşulunu kim öne sürebilir?

Yine Batı'da sistematik felsefeyi küçümseyerek, doğulu bir bilgenin ağzından konuşan Nietzsche ve benzeri filozofları, bu durumda nereye koyacağız.

Aslında kendisini halk bilgeliği ve hikmet biçiminde açan dev bir Doğu felesesinin varolduğunu biliyoruz.

Bir kısmı Hind ve Çin'e, diğer bir kısmı da Türk-İslam dayanaklarına sahip bu felsefenin, Türk-İslam kısmı, bizde uzun yıllar Amerikancı milliyetci çevreler tarafından propaganda ve hamaset unsuru olarak kullanıldı. Bu nedenle kendisini solda tanımlayan fikir insanlarımız, Doğu filozoflarından uzak durdular.

Al Gazali, Al Farabi, İbn-ül Rüşt, İbn-i Sina, İbn-i Haldun, herkes tarafından şair olarak bilinmesine rağmen toplu eserleri on iki cilt tutan bir filozof olarak Fuzuli, nedense görmezden gelindi. Bu filozoflarımız, dinci ve türkçü çevrelerin eline terkedildiğinde, onlara en büyük haksızlık yapılmış oluyordu. Bilinip tanınmadan, okunup anlaşılmadan, batıcı bir önyargıyla, mistiklik ve gericilikle damgalandılar. Oysa Batı felsefesinin büyük filozofları arasında, beş altı isim hariç, ateist bir tek filozofa rastlayamazsınız.

Ateist olanlar bile, kaçınılmaz olarak felsefi terminolojide hıristiyanlığın kavramlarıyla iş görürler. Bugün Descartes üzerine yazarsanız, bu kimseyi rahatsız etmez, ama din olgusunu ondan çok daha fazla sorgulamış bir Al Gazali' den alıntı yaptığınız takdirde, dinci-islamcı damgası yiyebilirsiniz.

Niye? Çünkü adamın adı Arapça peki Al Gazali kendisi dinci mi? Hayır!

BATI VE ÖZGÜRLÜK

Hegel' göre asıl felsefe, öncelikle antik Yunan'da olmak üzere, Batı'da başlamıştır.

Özbilinç ilk kez burada kendisini özgürlüğe açarak, felsefi düşünceyi; düşünce üzerine düşünceyi doğurmuştur.

“Doğu'nun parlaklığında birey sadece yiter; ışık önce Batı'da düşüncenin şimşeğine dönüşerek kendi içinde çakar ve buradan başlayarak kendi dünyasını yaratır... Bu kendinde olma, ben'in bu kişiliği ve sonsuzluğu, varlığın tin'ini açar: bu böyledir ve başka türlü olamaz. Bu, kendisini özgür bilen bir halkın varlığıdır ve yalnızca genel-kamusaldır.. Kişisel özgürlüğün, asıl varlığımızın temel şartı olduğunu biliyoruz. Hükümdarın keyfieti kanun olsaydı ve köleliği yürürlüğe koymak isteseydi, biz bunun imkansızlığının bilincinde olurduk.” 7

Bu iddiaya göre, demek ki özgürlük, bireysel ve genel-kamusal bir bilinç olarak, ilk kez Batı'da ortaya çıkmıştır. Doğu'da ise kölelik uygulayan despotlar, yöneticiler özgürlük isteyen bir karşı bilincin direnişine maruz kalmazlar.

Batı halklarının özgürlük istenci, hakiki felsefenin yeşereceği zemini oluşturmuştur. Çünkü, tarihsel evrim süreci boyunca özgürlüğün, özgür düşüncenin olmadığı yerde felsefe yeşeremeyecektir. Tek tek özgür bireyler arasında özgür ilişki biçimlerinin mümkün olduğu batılı toplumlar, bu nitelikleriyle Doğu'dan ayrılmışlardır. Özgür ilişki biçimlerinin zirvesinde de, bireyler arasındaki özgür düşünce alış verişi ve felsefe yer alır.

“- bu özgürlüğü ilk kez Yunan halkında buluyoruz. Böylece felsefe burada başlıyor. Henüz köleliğin varolması ve site devletlerinin köleliğe bağımlılığı dolayısıyla, belli kısıtlanmış bir biçim dahilinde gerçek özgürlüğün, Yunanistan'da yeşerdiğini görüyoruz. Öncelikle, Doğu, Yunan ve Germen dünyasında özgürlüğü yüzeysel olarak, aşağıdaki soyutlamayla belirleyebiliriz: Doğu'da sadece bir kişi (despot) özgürdür, Yunanistan'da bazıları özgürdür, Germen hayatında ise, herkes özgürdür, sözü geçerlilik taşıyor, bunun anlamı, insanın, insan olarak özgür olduğudur.” 8

Bu sözler, Batı'dan Doğu'ya bakışın, Doğu hakkındaki genel geçer fikrin zirvesini içeren ifadeler olarak, bugün karşı karşıya kaldığımız pek çok sorunun şifrelerini taşıyor.

Demek ki, tarih boyunca, durumdan vazife çıkartan kimi batılılar “Doğu özgür değildir öyleyse özgürleştirilmesi gerekir.” İddiasının meşruiyetini, dini ve mistik bir takım inançlara gerek duymaksızın, pekala bu rasyonel çıkarımlardan da edinebilirler.

İşte bu nedenle Hegel üzerinde duruyor ve kafamızda oluşması gereken ve pek üzerinde durmadığımız olası sorulara, zemin hazırlamaya çalışıyoruz.

Bu sorulardan birisi de: “ferman padişahınsa, dağlar bizimdir” diyebilen bir geleneği, Hegel'in Doğu tanımı içinde, nereye koyabileceğimizdir.

DOĞU'DA ÖZGÜRLEŞTİRME ÇABALARI

Hegel tarafından, Doğu hakkında yapılan çıkarımlar ve geliştirilen mantık, belirttiğimiz gibi, onun öğrencisi Marks tarafından da aynen kabul görür. Ancak Marks'ın, diyalektiği ayakları üzerine oturtması sonucu, ortaya bir fark çıkar: Marks için özgürlüğün kaçınılmaz oluşu, tin'in kendini açmasıyla değil, üretici güçlerin gelişimiyle ilgili bir süreçtir. Dolayısıyla maddi bir veri olan üretici güçlerin gelişimi sayesinde, özgürlük somut, nesnel ve elde edilebilir bir hedef halini alır.

Yine bilindiği üzre, bir üretim biçimi olarak kapitalizmin ortaya çıkması, kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırarak, tüm insanlığı özgürleştirecek olan, işçi sınıfını doğurmuştur. Her anlamıyla özgürlük, artık uluslararası işçi sınıfının mücadelesine tabidir.

Fakat dünyada, kapitalist üretim ilişkilerinin henüz oluşmadığı coğrafyalarda, örneğin Doğu'da, özgürlük nasıl ve kim tarafından gerçekleştirilecektir?

Zaten bu coğrafyalarda özgürlük, bir bilinç olarak doğmamıştır ve halklar, köleliklerini yaşayıp gitmektedirler. O nedenle Marks'a göre, işçi sınıfının özgürleşme ve özgürleştirme mücadelesinin siyasi ifadesi olan devrimler, Avrupa merkezlidir. Anımsanacağı gibi, bu bağlamda ilk proleter devrim, İngiltere'de veya Almanya' da beklenmekteydi.

Fakat Ekim devrimi, umalmadık bir atılım olarak, evrensel özgürlüğün öznesi işçi sınıfını, Rusya ve çarlık Rusya'sının egemen olduğu Doğu'da iktidara getirmişti. Marks'ın ve Engels'in tahminlerinin ötesinde, ilk sosyalist devletler birliği, kapitalist Avrupa dışında, toprağa bağlı üretimin ve köylülüğün yaygın olduğu Doğu'da ortaya çıkıyordu.

Beri yandan, kapitalist üretim ilişkilerinin belirleyici olmadığı, işçi sınıfının nicel bir yaygınlık göstermediği coğrafyalarda, Lenin denklemi şu şekilde çözüyordu: Devrimin öznel ve nesnel koşullarını oluşturan, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği ve yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği, ulusal bir kriz durumunda, işçi sınıfının ideolojisini üstlenen öncü parti, tüm ezilen sınıflarla ittifak kurarak, işçi sınıfı adına devrimi gerçekleştirecektir.

Özetlemeye çalıştığımız şekliyle, SSCB bu program çerçevesinde kurulmuş ve özgürlük bilinci bir anda ağırlıklı olarak Batı'dan, Doğu'ya kaymıştı. SSCB bütün dünya işçi sınıfı hareketinin ve evrensel özgürlüğün merkezi olmak iddiasıyla, bilinen tarihini uzun yıllar sürdürdükten sonra...

KÜRESELLEŞTİREREK ÖZGÜRLEŞTİREN BATI

Sovyet deneyimi, Hazar havzasından, orta Asya içlerine kadar Doğu'yu içeriyordu. Üstelik bu coğrafyada daha sonra Çin, Kore, Vietnam gibi ülkeler, ideolojisi Batı'ya fakat uygulaması ne hikmetse Doğu'ya nasip olan bir özgürleşme mücadelesine giriştiler.

Buralarda önceleri Japon, Fransız ve ABD emperyalist işgal ve esaretine karşı başlayan özgürleşme hareketleri, kendilerini sosyalist olarak tanımlayan devrim süreçleriyle bütünleşiyordu. Emperyalist esarete başkaldıran bilinç Hegel'in tarif ettiği Doğu bilincinden başkası mıydı acaba? Bu ülkelerde sosyalizm adına yapılan uygulamalar despotizm uygulamalarını çağrıştırabilir belki. Ama emperyalizme başkaldırı tarihinde, Doğu'nun küçümsenemeyecek bir kariyer geliştirdiği su götürmez. Burada akla gelecek soruları ayrıca tartışmak gerekiyor.

Bugün gelinen noktada, SSCB sonrası Batı, daha önce kaldığı yerden devam etmeyi esas alarak, kendi hedefleri doğrultusunda, özgürlüğü, yine idealist Hegel anlayışına yakın bir tanımla ifade ediyor.

Yaklaşık son yirmibeş yıldan beri, neo-liberalizmle başlayıp, neo-con'lara kadar uzanan süreçte kapitalist Batı medeniyetinin kendisini yeniden üretme çabasıyla, birçok doktrin, ideoloji ve –izm üretme çabasına tanık oluyoruz. Batı, siyasetten, ekonomiye, sanattan, sosyolojiye kadar, birçok yaşam alanını emperyalist – kapitalist hedefler doğrultusunda restore etmeye ve böylece kapitalizmin iç çelişkilerinden kaynaklanan yıkım süreçlerini geciktirmeye çalışıyor.

Bu amaç doğrultusunda, başta özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi kavramlar olmak üzere, birçok batılı değerin, yine Batı tarafından biçim ve içerik olarak yeniden tanımlanmaya çalışıldığını gözlüyoruz. Bu kavramlar, emperyalizmin özgün bir evresi olarak tanımlayabileceğimiz globalizm çerçevesinde, uluslararası sermayenin birer tahakküm imkanı olarak, yeryüzünün en ücra köşelerine kadar dayatılıyor. En ücra köşelerde, Afgan dağlarında bile, sermayeye bağlanmamış tek bir bireyin bile kalması istenmiyor. Bu çıplak gözle görülen hakikatleri sıralamam gerekmiyor.

Ancak, 21.yüzyıl başında bizim için ilginç olan: aradan geçen yüzyıllara rağmen, dünyada her şeyin değiştiği, tarihin ilerlediği, insanlığın geçmişle kıyaslanamayacak bambaşka noktalara geldiği iddialarına rağmen, teknolojik bilgi ve iletişim olanaklarına rağmen, Batı'nın Doğu'ya bakışında, bir milim ilerlemenin, zerre kadar değişikliğin gözlenemiyor oluşudur.

Bugün her şeyi bir kenara koyup sadece bu mesele üzerinde sayfalarca yazmak, araştırmak gerekmez mi?

Bu, Batı'nın ilerlemeci mantığı açısından da bir çelişki oluşturmuyor mu?

Batı mantığının, şunu açıkca söylemesi gerekir: evet tarih ilerler, fakat sadece Batı tarihi ilerler.

Doğu ilerlemez, Afrika da ilerlemez, bunlar oldukları yerde dururlar. Şimdi, özgürlükçü Batı, bu coğrafyaları, kan revan içinde bırakarak ilerletmeye çalışıyor. Fakat burada yakıcı bir meşruiyet sorunu olduğu su götürmez.

Varsayalım ki, Hegel'in Doğu hakkında ileri sürdüğü iddiaların hepsi doğrudur. Yine de Doğu dışında, başkalarının bu sorunları, taşıma suyla çözmesi mümkün olabilir mi?

Hegel'in deyimiyle özgür Batı, dünyanın başka yerlerini yakıp yıktığında, kendisinin özgürlüğünden geriye ne kalacaktır. Batılı bireyin ve toplumların bu durumda Doğu'dan bir adım daha özgür olduklarına inanabilir miyiz?

Burada belki tarih anlayışını, yeni baştan gözden geçirmek gerekebilir. Acaba tarih, ilkel istasyonlardan kalkıp, gelişmiş istasyonlara giden bir tren gibi algılanabilir mi?

Yoksa tarihin hareketini, bir kazan içinde kaynayan, zift gibi ağır bir sıvının, kaynama nedeniyle yüzeyinde oluşan, batıp, çıkan irili ufaklı kabarcıklar gibi mi algılamak gerekir?

----------------------------------------------------------------------------------------------

1 G. W. F. Hegel, Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie, I. S. 40. Frankfurt am Main 2003

2 G. W. F. Hegel, age. S. 40

3 G. W. F. Hegel, Vorlesungen über die Philosophie der Geschichte. S. 58. Stuttgart 2002

4 G. W. F. Hegel, Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie, I. S. 42. Frankfurt am Main 2003

5 G. W. F. Hegel, age. S. 118

7 G. W. F. Hegel. age. S. 121

8 G. W. F. Hegel. age. S. 122

Kaynak: Orhan Taftalı - Edebiyat Okyanus
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TARİH ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com