EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Vicdan, çocukların yaşadığı yerdedir!

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇOCUKLAR SAHİPSİZ
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ekm 21, 2009 12:22 am    Mesaj konusu: Vicdan, çocukların yaşadığı yerdedir! Alıntıyla Cevap Gönder

Cezaevlerinde altı yaşından küçük 624 çocuk var!
11/01/2018



Adalet Bakanlığı, hapishanelerde annesiyle kalan altı yaşından küçük 624 çocuk bulunduğunu açıkladı. Hapishanelerde bir yaşından küçük 111, bir ila ik yaş arasında 157 çocuk var.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin konuyla ilgili soru önergesini cevaplayan bakanlığın açıkladığı verilere göre söz konusu sayı geçen yılın nisan ayında 560’tı. Sayı o günden bu yana yüzde 20 arttı.


Tablolar: Bianet.org

Çocukların 115’i açık, 509’u kapalı cezaevlerinde.

Annesinin yanında hapishanede kalan çocuklardan 72’si Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde, 70’i İzmir Kadın Kapalı Cezaevi’nde, 38’i ise Sivas Kadın Açık Cezaevi’nde.

Cezaevlerinde annesiyle birlikte kalan çocukların 51’i ise yabancı uyruklu.



Tüm veriler açıklanmadı

Bakanlık, ‘hamile hükümlü veya tutuklu mahpuslar’ ve ‘doğum yapan hükümlü/tutuklu mahpus sayılarına’ ilişkin sorularaysa cevap vermeyerek, şu açıklamayı yaptı: “Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü tutukluların hamile olup olmadığı, ceza infaz kurumunda doğum yapıp yapmadığı, annesinin yanında kalan çocukların hastalık veya vefat durumuna ilişkin veriler özel inceleme gerektirdiği için cevap verilememiştir.”

Doğum esnasında ya da doğumdan sonra cezaevinde çocuğunu kaybeden tutuklu ve hükümlü annelere ilişkin sorulara da ‘özel çalışma gerektirdiği’ gerekçesiyle yanıt verilmedi.

Bakanlık, babasıyla birlikte hapishanede kalmak zorunda olan çocuklarla ilgili soruyu da cevaplamadı.
Diken

Salih Selçuk
Berivan'ın hikayesi

İstanbul'dan Diyarbakır Cezaevine.

Onbeş yaşında masum bir kızın yolculuğu.

Uçakla Diyarbakır'a inerken 'Hamravat' semtinin üzerine doğru alçalırken, aklınıza bir şekilde İstanbul-Ataköy geliyor. Modern, lüks, biteviye renkli yüksek beton binalar. Ataköy'ün artık rengi atmış ve eskimeye yüz tutmuş beton deryasıyla kıyaslandığında çok yeni ve çok daha küçük. Yüzme havuzları ve yeşillendirilmiş betona doğru alçalıyorsunuz. Derken daha alçak, bir-iki katlı binalardan oluşan başka bir site görüyorsunuz. İniş pistine birkaçyüz metre kala, yerlebir son cansız yerleşkenin üzerinden uçuyorsunuz: İskan Evleri Mezarlığı. Diyarbakır böyle bir yer. Yaklaştıkça irkiliyorsunuz, hatta içiniz acıyor.

Diyarbakır'a gelip de şaşırmamak, hayret etmemek, üzülmemek, buralarda yaşanan onca acıyı görmemek, duymamak, hissetmemek mümkün değil. Cumhuriyet'in kurulduğu ilk yıllarda Diyarbakır, ülkenin zengin birkaç şehrinden biriymiş. Daha sonra sistemli bir şekilde fakirleşmiş. Mahrumiyet Bölgesi halne getirilmesinin “beklenen” sonucu göç olmuş. Oraları terkedenler Batı Anadolu'ya göç etmişler ve çoğunluğa uymak için Türkçe öğrenmek zorunda hissetmişler kendilerini. Tek tip kültürel homojenleşme peşinde koşan her yeni ulus-devletin yaptığı şey, Türkiye'ye özgü bir şekilde buralarda da yaşanmış. Bundan zararlı çıkan, elbette azınlıkta kalanlar olmuş. Ama konumuz öyle derin “analizler” falan değil şimdi... Sosyolojik terimlerin 'İskan Evleri mezarlığı'ndan farksız cansızlığına karşın, hayat capcanlı. Konumuz hayat... Sevecen, güleç, onbeş yaşında pırıl pırıl bir genç kızın hayatı...

Berivan, İstanbul'un o yoğunluğunda, keşmekeşinde, mavi sahillerinde, gri gecekondu mahallelerinde, işte İstanbul'un herhangi bir yerinde yolda görmüş olduğunuz, olabileceğiniz genç kızlardan biri. Hani şu karşıdan karşıya geçerken yanındaki küçük kıza, -belki kızkardeşi- şakalar yapan, şarkılar mırıldanan, hayat dolu kızlardan.

Batman'ın bir köyündeki derin yoksulluğa dayanamayıp İstanbul'a gelen ve İstanbul Yani Bosna'da şehre tutunmaya çalışan bir ailenin dokuz çocuğundan biri Berivan. Çok yoksullar. Bu yüzden, daha 12 yaşında tekstil atölyelerinde çalışmaya başlamış Berivan. Evde çalışabilen herkes tekstil atölyelerinde veya temizlikçi olarak yok fiyatına çalışırken Berivan kendi kendine okuma yazmayı öğrenmiş. İnci gibi yazısı var. Mektuplar yazıyor. Hasret, özgürlük, isyan ve sevgiyle dolup taşan mektuplar.

Berivan'ların köydeki evleri tek katlı. Kerpiç küçük eski evlerinin hemen yanına yapılmış iptidai beton, tek katlı eski bir ev. Bakımsız. Bazı pencereleri camsız. Batman'ın birkaç kilometre yakınında, çamurlu yollarında kazların, civcivlerin, kedilerin gezindiği küçük bir köy. Küçük bir bahçeleri var. Evin içine girdiğinizde sabun kokusu ve temizlik dikkatinizi çekiyor. Yerlere kare şeklinde büyük şilteler sermişler ve arkanızı yaslamanız için duvar kenarlarına uzun yastıklar koymuşlar. Doğu Anadolu'da kuraldır; sadece kerpiç evler değil, mağralara bile girseniz, insanların yaşadıkları yerlerin fanatizme varan temizliğini görüp şaşırırsınız. Evdeki tek lüks, modern bir televizyon. Tek eğlenceleri. O da Berivan evden mecburen ayrıldıktan sonra gönderilmiş.

Berivan, annesi ve kızkardeşleriyle Batman'a altı yıl aradan sonra geçen yıl, yaşlı ve hasta bir yakınlarını ziyaret etmek için gelmiş. İstanbul'da işlerin kesat olduğu, ekonominin bozulduğu, tekstilcilerin işçi çıkardığı karamsar gönlerde yapılan bir yolculuk. Köyde televizyondan başka eğlence, dost sohbetlerinden başka değişiklik bulamamışlar. Berivan, İçalışmanın vaad ettiği ekonomik bağımsızlığı kendince tadmış, denizi ve vapurları görmüş, hayata bağlı neşeli bir İstanbul kızı. Sohbet edebileceği kimsenin olmadığı bir gün, köyde canı sıkılmış. Köye geldiklerinin üstünden birkaç gün geçmesine rağmen ziyaret edemediği kuzenini ve teyzesini ziyaret etmek istemiş. Onların Batman'daki evlerine telefon etmiş. Kuzenine, onu ziyaret etmek istediğini söyemiş. Kuzeni ondan bir yaş büyük ama okula giden ve buralı tüm kızlar gibi eğitimini çok ciddiye alan bir kız. Yıllar sonra artık telefonlarda değil de yüz yüze sohbet edebileceklerine sevinmişler.

Berivan'ın teyzesinin, eniştesinin durumu iyi sayılır. Bir oto tamir atölyeleri var. Evleri, Türkiye'deki orta halli her şehirlinin evi gibi tertemiz mütevazi bir lüksü yansıtıyor. Batman'ın daha modern olan merkezinde, yeni bir apartman katında oturuyorlar. Berivan kuzenine, “Minibüse binip geliyorum” diyor. Türkçe bilmeyen annesine, kuzenine gidip biraz laflayacağını söylüyor. Kaç yaşında olduğu belli olmayan sakız gibi bembeyaz başörtülü annesi, bu kadın, hani Anadolu'nun tüm fakir anaları gibi dimdik, dirayetli, cesur ve sözünü esirgemeyen biri. Yaşı kırk da olabilir, altmış da. Hani hiç kimsenin saygısızlık edemeyeceği, anca saygı gösterebileceği dingin kadınlardan. Kızından bahsederken bazen dalıp gidiyor, bazen gülümsüyor, bazen öfkeleniyor. Güçlü biri o. Şen kızı Berivan için: “Fıstık gibidir” diyor.

Berivan o gün dolmuşa binip, pek tanımadığı Batman'a doğru yola çıkıyor. Minibüs güzergahı, zaten neredeyse kuzeninin evinin önünden geçiyor. İneceği yer belli.

Minibüs şehir meydanında belediyenin oradan geçerken mecburen duruyor. Meydan, sık sık olduğu gibi insanlarla dolu. Bu kez bir gösteri yapılıyor, sloganlar atılıyor. Dieğerleriyle birlikte minibüsten iniyor. Hızlı hızlı kuzeninin oturduğu yere doğru, ana yol boyunca yürüyecek. Daha biriki adım atmadan, insanların korkuyla kaçıştığını görüyor. Polis saldırısı. Paniğe kapılıyor ve o da koşmaya başlıyor...

Berivan'ın kuzeni, kara gözlü narin, güzel bir kız. Bu yıl üniversiteye hazırlanıyor. Politikanın lafını bile ağzına almak istemeyen, mutlaka tarih öğretmeni olmak isteyen, bunun için tek kötü dersi matematiğe abanan Batman'lı bir kız o.

“O gün akşama doğru kapı çaldı” diyor, susuyor. Bana bakıyor. Gözleri dalıyor.

“Açtım, Berivan. Yanında iki polis vardı.”

Oto tamircisi babası, onun kaldığı yerden devam ediyor.

“Baba polis geldi” deyip kapıdan kaçtı. Baktım Berivan. Yanında iki polis. Dışarıda polis devriye otosu. Berivan'ın yanında kimliği yokmuş. Polisler o yüzden bize getirmişler. 'Tanıyor musunuz' dediler, 'Tanıyoruz' dedim. Berivan polislerin arasında adeta küçülmüş küçücük kalmıştı çocuk. Biz 'akşama bırakırlar' diye düşündük. Çekindik, bir şey demedik polislere. Halbuki bilseydik, 'Memur bey, bırakın, o öyle şeyler falan bilmez. Zaten Batman'a birkaç gün önce geldiler' derdik.” Sonra üzgün üzgün bakıyor.

“Keşke bize gelmeseydi, keşke o gün evde kalsaydı” diyor.

Bunu sohbetimiz sırasında defalarca tekrarlıyor. Vicdanına dokunuyor belli... Çünkü Berivan, hiçbir kanıt olmamasına rağmen ve ısrarla taş atmadığını söylemesine rağmen polise taş atmakla suçlanıp yedi yıl hapse mahkum ediliyor.

Bu mahkumiyete ailede kimsenin aklı ermiyor.

“Köyde de kimsenin aklı ermedi” diyor Berivan'ın annesi. “Bir çocuğa sırf taş attığı için bile olsa, nasıl yedi yıl hapis verilir. Üstelik atmamış... suçsuz.” Bu dertli anneyi anlamak için Kürtçe bilmek gerekmiyor. Tercüman arkadaş onun sözlerini Türkçeye fısıldayarak çeviriyor. Saygıdan. İnsan ne yapacağını, ne diyeceğini bilemiyor. Aslında ona müjde vermek için geldik. Mütevazi bir müjde. Batman'a gelmeden önce, 'Taş atan çocuklar' davalarının takipçisi 'Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları' ve insiyatifin avukat üyelerinden biriyle konuşmuştuk. Avukat, Terörle Mücadele Kanununun 1991'de çıkarıldığı haliyle, çocukların bu maddeden yargılanabilme ihtimalini göz önünde bulundurmadan hazırlanmış bir kanun maddesi olduğunu anlattıktan sonra, Başbakan'la buluşup konuyu konuşmalarını anlatmıştı. Başbakan'ın onları tam elli dakika büyük bir dikkatle dinlediğini ve yetkililere kanunun değiştirilmesini adeta emrettiğini, “Tam bir çözüm istediğini” yarım yamalak çözüm istemediğini söylediğini öğrenmiştik. Avukat, Başbakan'ın kararlılığından çok etkilenmişti. Bunların hepsini Berivan'ın annesine anlattım. Tercüman hepsini, tekrarlayarak Kürtçeye çevirdi. Kadın biraz olsun rahatlamış gibi oldu ama gerçek öyle acı ki, yarım saat sonra gene üzgündü. Kızını dizinin dibinde görmeden yatışmayacağıda kesindi.

“Ah bir gelse!” deyip bana baktı. “Biz iki kızım ve küçük oğlumla, Berivan için Batman'da kaldık. Aile üç parçaya bölündü... İstanbul, Batman, Diyarbakır.”

Haftada bir gün, pazartesi günleri çocuk görüş günü. Dolmuş parası genellikle yetmediğinden, Batman'a kadar kilometrelerce yürüyor. Yanına, 13 yaşındaki diğer kızını alıyor genellikle, veya en küçük kızını.

“Kıyameti koparırım” diyor. “Kızımı istiyorum.”

Böyle bir anne.

“Çok düşündüm” diyor, “neden böyle oldu diye.” İç geçiriyor.

“Köydeki düşmanlar mıdır, bizi çekemeyenler midir... Aklıma gelen tek şey Berivan'ın adı oldu.” (Kürt adı) “Başka ne olabilir, niçin olabilir? Bizim bu işlerle (politikayı kasdediyor) işimiz yok. Asker de ölse, diğerleri de ölse, hepsi bizim oğlumuz. Ölmesinler. Bitirsinler artık. Kızımı da bıraksınlar. O taş atmadı.” Sonra nasıl olup da bu kadar ağır ceza aldığını anlatıyor.

“Onu attıkları odaya kıravatlı biri gelmiş. 'Şimdi birinin karşısına çıkacaksın, o ne derse kabul et ki hemen kurtulasın' demiş. O da sahipsiz garibim, güvenmiş, herşeyi kabul etmiş.”

Berivan şimdi, onun gibi herşeyi kabul etmiş başka bir kızla birlikte aynı koğuşta kalıyor. Hapse ilk girdiğinde onu kadınlar koğuşuna vermişler. Ama şimdi yaşıtı bir kızla beraber.

“Hemen hapishanenin sevgilisi oldu” diyor annesi. “Hapishane Müdürü bile, 'Sen benim yerime geç' diye takılıyormuş ona.”

Berivan'ın kız kardeşi de, “içerde top oynuyorlar” diyor. “Annemin ona aldığı bisküileri bize yolladı.”

Berivan hapiste roman okuyormuş şimdi. Annesi, “Eskiden de girişkendi” diyor. “İsyanbul'da hastaneye gidince doktorla o konuşurdu.”

Berivan'ın kardeşi sıcacık gülümseyip, “Sen Türkçe bilmiyorsun ki” diyor Kürtçe. “Tabii ki konuşacak.”

Ama Berivan, bu güçlü annenin kıymetini biliyor. Kardeşine yazdığı mektuplarda ısrarla, “Sakın annemi üzmeyin” diyor, “sakın ha!” Onu hapisten çıkarmak için didinenlerden birine yazdığı mektubunda da annesinden bahsediyor. “Ben annemin yanında uyuyamayacak mıyım, onu koklayamayacak mıyım. Bıraksınlar aileme gideyim” diyor.

Berivan annesiyle haftada bir gün camın arkasından telefonla konuşuyor. Onu ayda sadece bir gün koklayabiliyor. Şimdi 23 Nisan gününü iple çekiyorlar. O gün aralarında cam olmadan buluşabilecekler.

Batman'da Berivan'ı bekleyenlerden biri de Berivan'ın bir küçük kızkardeşi Dilan. Utangaç bir kız. Bu yıl Lise Bir'e gitmesi gerekirken gidememiş. Ablasının durumu onun hayatını da bambaşka bir yere savurmuş. “İstanbul” sözü geçince gözlerinin içi gülüyor. Berivan'ın en küçük kızkardeşi bana, İstanbul'dayken nasıl Çanakkale'ye, Ankara'ya okul gezisi yaptıklarını anlattı. Küçük oğlan kardeşleri yerde kilimin üzerinde resim yaparken, ben “Ee?!.. ailede çoğunluk burada mı kalmak istiyor, İstanbul'a mı gitmek istiyor” diye soruyorum.

Minderlerin üxerinde otıuran iki kız ve ressam oğlan bana bakıp gülümsüyorlar. Bir tek ufak kız, annesini de takmayıp dobra dobra: “Ben İstanbul'u çok seviyorum” diyor. Anneleri karamsar. İstanbul'da iş bulmanın ne kadar zor olduğunu, Batman'da az da kazanılsa, paranın daha bereketli olduğunu, giderlerin az olduğunu, yaşamanın daha kolay olduğunu söylüyor.

Berivan'ın kuzeni de çok üzgün. “Bize gelirken oldu” diyor, “keşke gelmeseydi.” Berivan'ın haksız yere hapis yattığını en yakın arkadaşlarına bile söyleyememiş. Bu büyük haksızlığın yükü öyle ağır ki, onunla nasıl yaşayacağını bilememiş ve onu yok saymayı seçmiş. Annesi ve babası kızlarını biryere göndermiyorlar. Bu olaydan sonra daha da sıkı ve dikkatli olmuşlar. Evde kız kıza arkadaş toplantıları düzenleyip her hafta birinin evinde toplanıyorlar. Kuzeni o toplantılarda, en yakın arkadaşlarına bile, bir kez bile Berivan'ın durumundan bahsetmemiş.

“Bilmesinler” diyor. “Berivan çıkınca onu grubumuza alıcaz. İsterse o kendi anlatır.” Hayatları ve kısa geçmişleri tertemiz bu kızlar, bu olağanüstü haksızlığı değil hazmetmek, onun kıyısında bile yaşayamıyorlar.

“Öğretmen olursam buradan gideceğim” diyor Berivan'ın kuzeni. “Ama bir köye gideceğim. Orada öğretmenlik yapacağım. Bıuralardan çok uzak olmasın yeter.” Onun annesi çok az Türkçe biliyor. Benimle Türkçe konuşurken hemen Kürtçeye çeviriyor. Berivan'ın kuzeni gözlerini açarak konuşmaya devam ediyor:

“Berivan'ın başına gelenlerden önce, öğretmen olmak hedefini pek ciddiye almazdım. Şimdi çok ciddiyim” diyor. “Öğretmen olacağım ve gideceğim.”

Eğitimli olmanın, özellikle kızlar için ne kadar büyük bir güvence olduğunu, eğitimli kadınlara kötü davranılamadığını düşünüyor. Bunda haksız da sayılmaz.

Kötü anlamda “ünlü” Diyarbakır cezaevi, şehrin tam ortasında. Taksi-sarısı yüksek duvarlarla çevrili. Eski hapishane filmlerindeki gibi yüksek kuleleri var. Kulelerde askerler nöbet tutuyor. Çocuk görüşüne gelenler, hapishanenin yan tarafındaki mavi boyalı bir kapının önünde sıraya giriyorlar. Önünde bekledikleri duvarda üç delik var. Biri kırk santime kırk santimlik mavi çerçeveli bir pencere. Çocuklara harçlık vermek gibi para işlemlerinin yapıldığı delik orası. Onun sağında, mavi çerçeveli daha büyük bir pencere var. Sıraya girenler orada işlemlerini yaptırıyorlar. Oradani, daha sağdaki mavi kapıya geliyorlar. İşte orada, sanki teslim olmuş gibi bir an duruyorlar. Demir kapı yavaş yavaş açılıyor, dev binanın içinde kayboluyorlar.

Göğün kapısı gibi masmavi bir kapı. Sadece içeriye değil, dışarıya da açılıyor.

Pazartesi günü o kapıdan, sakız gibi bembeyaz başörtülü metin bir kadın girdi Diyabakır cezaevine. Kızını görmek, sesini duymak için...

“Berivan nasıl bir kız anlatsana!”

“Ablam şarkı söylemeyi sever. Gezmeyi sever...”

“Elbise bakmayı sever. Çıksın onu Word Center'a götürücem. Ayakkabılara bakıcaz.”

“Parka da götürürüz.”

“Evet gideriz.”

“Daha göremedi parkı. Batman'da bir tur atar mutlaka.”

“Sonra teyzemlere gider, kuzenine.”

Evet.

Berivan, kaldığı yerden hayatına devam edebilmeli.

Hem de en kısa zamanda...

Yani derhal...

selcuksalihcaydi@gmail.com

www.konstantiniye.blogspot.com

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Vicdan, çocukların yaşadığı yerdedir!

Çocukların yaşama alanı toplumların vicdanıdır.
Eğer öyle bir yer yoksa, parçalanan, kurşunlanan çocuklarımız, yaşarken ruhlarını sakatladığımız çocuklarımız var demektir.
Ve sakın kendi çocuğunuzu daha tekin bir hayata büyüttüğünüzü sanmayın.
Her öldürülen çocuktan geriye kalan karanlıkta kararacaktır hayatları...
Tarihi fırsatlar ve demokratik açılımların yolları çocuklardan geçmedikçe hep bir sayıklama olacaktır.
Uzakta olanlar ve görmediklerimiz 'ahlaksal' olarak bize uzakta değillerdir
Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz ve diğerleri bizim merak etmediğimiz çocuklarımızdı.
Aynı ülkede yaşadığımız ama ölümleri medyada gönülsüzce küçük haber yapılınca tanıdığımız çocuklarımızdı.
Kayıtsızlığın döşediği dünyamızda 'yok saydıklarımızın' çocuklarıydılar.
Çocuklarımızın aralarında coğrafyalar yoktu, aralarında 'delirtici ön yargılarla' zehirlenmiş vicdan vardı.
İkisi de evlerinin yakınlarında öldürüldüler, Uğur 12, Ceylan 13 yaşındaydı.
Uğur'un yıllar içinde kalın kara bir dosyası oldu, şimdi Ceylan'ın dosyası kabarıyor...
Üstelik bilirkişi raporları çok ayrıntılı ve onların bedenleri için çok ağırdı.
Raporlarda Uğur'un bedenine yağan 13 kurşun mevzileniyor, Ceylan'ın parçalanmış karnının tarifi yapılıyor.
Annelerinin onların cansız bedenlerine sarıldıklarında yüreklerinde bu yaraların tıpkısının açıldığını tüm anneler biliyor.
Mayınlanmış bir hayata ve kurşun sesine doğmuş yavruları kendilerinden topla, tüfekle koparılmıştı .
Uğur ve Ceylan'dan şimdi geriye iki fotoğraf, iki çocuk mezarı, iki bilirkişi raporu ve 'biz' kaldık.
Gittikçe puslanacak, gölgelenecek iki çocuk ölümü.
Yıpranmış ve küf kokan dünyamızdan attığımız küçük ellerin izleri çoğalacak...
Uğur'un davasında yargılananlar beraat etti.
Ceylan'ın ölümündeki büyük sessizlik kırıldı, yerini 'büyük müphemiyete' bıraktı.
Sahi failler kimdi?..
Çocuklarımız, 'büyüklerin cezaevinde' tutuklu yargılanmayı bekliyor, çocuklarımız 'büyüklerin suçundan' ceza alıyorlar.
Çocuklarımız; Güneydoğu'nun mevsimlik işçileri, okula gidemiyorlar, onlar her yanı havan mermisi ve bombadan örülmüş dünyalarında kimsenin hatırlamak istemedikleri...
Çocukların 'ölü' ve 'suçlu' kahramanlar olduğu bu zalim anlatı devam ediyor...
Oysa 25 milyonluk Venezuela'da 300 bin çocuk ve genç, kamusal vakıf 'El Sistema' sayesinde müzik yapıyor.
Venezuela'nın yoksul çocuklarının hayatları, 102 gençlik ve 55 çocuk orkestrasıyla büyüyor.
Bir büyüyü andıran müzikleri, Venezuela 'bario'larından' yaşama 'evet' diyorlar.
Sokaklardan gelen çocukların 'devlet kaynaklarıyla' desteklendiği bu büyük halk orkestrasının adı 'Sinfonica Juventad de la Venezolana Simon Bolivar'.
Dünya virtüözlerinin birlikte çalmaya can attığı bu orkestralar, Venezuela'nın 'vicdanı' oluyor
Duyunca içimizi sarsan bir hayal, masal gibi değil mi?

Kaynak: Akşam gazetesi

Çöp toplayan çocuklar, devlet yardımı bekliyor

22:45 - Yaşamlarını çöp toplayarak sağlayanlar verdikleri hayat mücadelesi ile dikkatleri çekiyorlar. Çöplüklerde atıkları ayıklayarak ayakta kalma mücadelesi veren ve yürek burkan öykülere sahip çöp toplayıcıları devlet şefkatine muhtaç olduklar ını belirterek, sağlıklı ve temiz bir yaşama istiyor. 29.01.2010 ADANA
netgazete

KADINA VE ÇOCUĞA ŞİDDET ARTIYOR

16 Nisan 2010
ANTALYA - Türk Psikoloji Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Burhanettin Kaya, son yıllarda kadın ve çocuklara yönelik suçların arttığını söyledi.
Emniyet Genel Müdürlüğünün 2006 istatistiklerinde, kadına yönelik saldırının yüzde 72, genel saldırı suçlarının ise yüzde 64 attığının ortaya konulduğunu anlatan Kaya, ''Ancak emniyet infial yaratılabileceğini düşünerek o yıldan sonra istatistikleri yayınlamaktan vazgeçti'' dedi.
haber10

23 Temmuz 2010
Van'da 2. Ceylan vakası iddası
Van’a bağlı Kurubaş Köyü mevkiinde ailesiyle pikniğe giden 16 yaşındaki Canan Saldık, başına kurşun isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Kurşunun bölgedeki Hacıbekir Kışlası’ndan atıldığı öne sürüldü. Olay, Hakkari yolunda, Van’ın son çıkış noktasında bulunan alanda meydana geldi. Ailesiyle pikniğe giden Canan Saldık, sırtı kışlaya dönükken kafasına isabet eden bir kurşunla yere yığıldı. Hastaneye kaldırılan Canan kurtarılamadı. Otopsiyle çıkarılan kurşun balistik incelemeye gönderilirken, İnsan Hakları Derneği (İHD) Van Şubesi’nden de iki avukat otopsiye girerek bilgi aldı.

‘KIŞLADAN ATEŞ EDİLDİ...’

İHD Van Şube Sekreteri Sami Görendağ merminin G-3 silah mermisi olduğu yönünde bilgi aldıklarını öne sürdü. Görendağ, son zamanlarda kışlada askerlerin atış talimi yaptığını, kurşunun da oradan gelmiş olabileceğinisavundu. Olayla ilgili olaraki Van Cumhuriyet Başsavcılığı ve Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. Geçen yıl da Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 12 yaşındaki Ceylan Önkol isabet eden bir patlayıcıyla yaşamını yitirmişti. Ceylan’ın Tabantepe Askeri Taburu’ndan atılan havan topuyla vurulduğu ileri sürülmüştü.
Star gazetesi

4 yaşındaki çocuk tecavüz edilip öldürüldü
1 Ekim 2010
Kırşehir'de akşam saatlerinde evinin önünde oynarken bir anda kaybolan, 4 yaşındaki Kamuran L. bir apartmanın çatı katında çıplak vaziyette ölü bulundu. Çocuğun, 17 yaşındaki bir sokak çocuğu tarafından önce tecavüz edildiği daha sonra boğularak öldürdüğü iddia edildi. habertaraf
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇOCUKLAR SAHİPSİZ Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com