EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

'İNSAN' ÜZERİNE BİR DENEME/Nilgün Yılmaz

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Eyl 23, 2009 10:58 pm    Mesaj konusu: 'İNSAN' ÜZERİNE BİR DENEME/Nilgün Yılmaz Alıntıyla Cevap Gönder

“İNSAN” ÜZERİNE BİR DENEME
Nilgün Yılmaz



İnsan gizli bir hasretle malûldur. Bu nedenle hep eksik, hep garib, hep huzursuzdur ve belki de bu yüzden mavi göklere, mavi denize hasretle bakıp, ufuklarda arar asıl yurdunu ve duygularını mısralara terennüm ettirir; “Hasreti denizlerin, Denizler kadar derin…” Ancak beşerin ekseriyeti, bu gizli hasretinden kudururken, bir kısım hasretini aşka tebdil edip kurtulur.

Bu âlemde her şey insan içinken ya insan ne için? O, büyük bir bilmeceyi çözmek, daha doğrusu olmak ve tamama ermek için sürüldü hasret yurduna… “Engare: ROMAN. Tamamlanmayan, eksik kalan iş...” demek. Eksik kalan roman ve eksik kalan insan, ikisi de aynı ise o zaman bu roman tamamlanabilir mi? “Mutlak tevhid mümkün değildir”; “Hakka giden makamların sonu yoktur” hikmetlerini göz önüne alırsak mutlak tamlık söz konusu olamaz çünkü ufuk hep kaçar ancak insan istidadının en son sınırlarına dayanmak mânâsında tamlıktan söz edilebilir. Buradan tamamlığın şahsi olduğu sonucunu da çıkarıyoruz…

“Büyük Doğu, çeşitli mevzulardaki eserleriyle, suların toplandığı havuz gibi kendini tamamlamıştır; ama tamamlık var, tamamlık var... Mutlak tamamlık nerde!.. Anlıyorsun değil mi?”, «Evet efendim!» Roman!” (1)

“KAFA KÂĞIDI” VE “İNSAN” ROMANI

Tamamlanmayan ve eksik kalan iş deyince tabiî ki Kafa Kâğıdı’nın sonu: “Beylerbeyi… Toprağına küskün ve büyük şehir lüpçülüklerine düşkün “Çarıklı erkânıharp” lerin gece-kondu çadırlariyle kuşattığı İstanbul………. aynı Moğol istil…… giriftar asil bir köşe…”

Ve bu hususta S.Mirzabeyoğlu’nun sözleri:“Eskilerin "Canfezâ-can arttıran" dedikleri 23 Nisanda, Üstadım eserini böyle noktalıyordu!..”Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve Necip Fazıl Kısakürek, iki ayrı deniz misâli ve bu iki denizin birleştiği yerdeki “ÇOCUK” ve 23 Nisan ÇOCUK bayramında yapılan devir teslimi!

Rüya-01.04.08 (N.Y.): (…)Yaşlı hasta adam onu yatağına götürmek için koluna giren diğer adama bakıyor ve karşılarında duran genç adamı kastederek “biz bu ÇOCUK için bir araya geldik!” diyor ve uzun uzun çok duygusal, içli bir konuşma yapıyor. Anlıyorum ki, iri görünümlü o yaşlı adam Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, koluna giren ve oğlum dediği diğer cüsseli kişi Necip Fazıl Kısakürek, karşılarındaki daha genç görünümlü “ÇOCUK” diye bahsettiği üçüncü kişi de Salih Mirzabeyoğlu imiş!.. (kısaltılmıştır)

Bilindiği üzere Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı romanını 78 yaşında yazmaya başlıyor. Eserini bitirdikten (Nisan/1983) bir ay sonra da (Mayıs/1983) vefat ediyor ve bu eserinde hayatının 20’li yaşlarına kadar olan kısmını anlatıyor. Kafa Kâğıdı’nda ki eksik kalan 58 yıl ve S.Mirzabeyoğlu’nun “İNSAN” romanını 58. yaşında yazıyor olması. Yani, Kafa Kâğıdı (20 yıl)+ İnsan (58 yıl)= 78!..

Furkan’dan: “İbda’:78… Hakîm:78”, “Havatîm: Mühürler, hatemler:58… Mücahede: Cihad etme:58”.

“Kafa Kâğıdı” ve “İNSAN” romanı arasındaki bir başka paralel husus da, N. Fazıl Kısakürek’in, Kafa Kâğıdı’nın ilk bölümünde romana dair bir tarif yaptıktan sonra, eserine “BU ROMAN” alt başlığı ile devam etmesi ve S.Mirzabeyoğlu’nun da “İNSAN” romanına “BU ROMAN” alt başlığı ile başlaması… Bu incelikleri topluca değerlendirdiğimizde büyüklerin her hâlinin hikmetten uzak olmadığını idrak ediyor ve Kafa Kâğıdı’nın sonunun eksik bırakılmasının “İNSAN İÇİN MUTLAK TAMLIĞIN” mümkün olmadığı hikmetini ve her daim Allah karşısında eksikliğin, aczin ve fakrın ilân zaruretini ihtar olabileceğini tahmin ediyoruz. Bir başka cihetten ise, bu dört ayrı cümleyi dört ayrı döneme işaret olarak ele alabiliriz:

1.DÖNEM: Beylerbeyi…

1.Mânâ: Bu topraklarda İslâm’ın hâkim olduğu, “bey” olduğu dönem ki bu “bey”lik döneminin başlangıç ve bitiş tarihleri mâlum…

2.Mânâ: Mirzabey… “Mirza” kelimesinin “bey” mânâsıyla birlikte, “Mirzabey=Beylerbeyi” olur… Furkan’dan: “Bay: Bey. Mir: 13… Salih Mirzabeyoğlu:

3. Mânâ: Bilindiği üzere, “Beylerbeyi”, Osmanlı Devleti’nde “VALİ” kelimesiyle de ifade edilir ve bu kişi kendi bölgesinde sultanın temsilcisiolurdu. Ve “VALİ” deyince de hemen “İNSAN” romanında ki “VALİ” başlığını hatırlıyoruz:“Da’vâ Cetveli”nde, Allah’ın güzel isimlerinden “El-Vâli; İşleri yürüten” ismi, “Vav” harfine denk geliyor.”

“ Vav”, harfinin Muhyiddin-i Arabî’deki yorumu ise şu şekilde:“ Şeyh-i Ekber'e göre de, 'mükemmel sayıların ilki olan 6, her şeyden önce insan-ı kâmil'i sembolize eder. Ebced hesabında 6'ya tekabül eden vav harfi, 'kün' emr-i ilahisinde (her ne kadar yazıda gösterilmemekteyse de) kaf ve nun arasında bulunmakta ve bu sebeple de, Şeyh-i Ekber tarafından Hakk ve halk, ilahi ilke ve zuhuru arasındaki berzah olan 'Hakikat-ı Muhammediye'nin temsili kabul edilmelidir.” (2) Neticede, “Beylerbeyi= Vali= Mirzabeyoğlu!..” olur.

2. DÖNEM: Toprağına küskün ve büyük şehir lüpçülüklerine düşkün (…)-lerin gece-kondu çadırlariyle kuşattığı İstanbul… (Kafa Kâğıdının sonundaki bu satırlara dikkat edilirse iki ayrı cümlenin kurulabildiği görülür.)

1.Mânâ: Tanzimatla başlayıp Cumhuriyet devrinde kemaline eren, özüne küskün, toprağına küskün hatta düşman, batı mukallitlerinin gece-kondu misâli çarpık fikir ve ideolojileriyle kuşatılan dönem ki bu en dış yüzden mânâsı olur. Hâla içinde bulunduğumuz ancak nihayete ermek üzere olan dönem…

2.Mânâ: …“Çarıklı erkânıharp”lerin gece-kondu çadırlariyle kuşattığı İstanbul…

Erkân-ı harb: “Harb için yetişmiş zâbit. Kurmay subay. Harb işlerini idare eden kumandanlar.” gibi mânâlara gelir. Aynı zamanda eskiden, halkın içindeki mektepli olmayıp alaylı olarak başka türlü bir bilgi, deneyim ve düşünce yeteneğine sahip, büyük stratejiler oluşturan bilge kişilere de “çarıklı erkan-ı harp” denirdi. Bu bilgi doğrultusunda “çarıklı erkanıharp” ifadesini hem “bâtın kahramanları” hem de “batın ilmi” mânâsına alıyoruz ki, tüm bu tedailer zinciri yine bizi aynı kapıya getirir: Nakşî büyüklerinin ve bilhassa ledün ilmi sahiblerinin kapısına…

Gece-kondu çadırları: “Çetr: Gece. Gölgelik, çadır” demek. Aynı zamanda tasavvuf erbâbı, geceyi rahmet ve mânevî bereketinden dolayı siyah çadır olarak isimlendirir. Yukarıdaki cümleyi şu şekilde açarsak: Büyüklerin (çarıklı erkanıharplerin) himmet ve bereketiyle(gece-kondu çadırları) kuşattığı İstanbul (İstanbul: İslâmın zâhirdeki merkezi ve başşehri.) ya da kısaca “Beylerbeyinin kuşattığı İstanbul!..”

3. DÖNEM: Aynı Moğol İstil…

1.Mânâ: Bir asırdır süren küfür istilasının nihayete ereceği bir geçiş devri… Her dönüşüm gibi sancılı ve toprağına küskünlerin toprağıyla barışacağı ya da ona KARIŞACAĞI bir dönem…

2.Mânâ: “Moğollar” deyince hatırlanan diğer şey “Altınordu Devleti”dir. Bunun da tedâisi “Altınsilsile” ve ahirzamanda ki “Altınçağ” olur... “Ayn"ı Moğol istilâ:1490... Salih İzzet Mirzabeyoğlu:1490...

4.DÖNEM: Giriftar asil bir köşe…

BEŞ ASIR ÖNCESİNDEN belirlenmiş (tutulmuş) asil bir son, nihayete eren, tamamlanan bir dava… “Kenar: KÖŞE, uç. Son, nihâyet” demek.


BEŞ ASIR ÖNCE


Romanın hemen girişinde yer alan “İNSAN” başlığı altındaki, Şubat 2003 tarihli levhada, beş asır önce yazılmış ve S.Mirzabeyoğlu’nun misyonuna işaret eden bir yazıdan bahsediliyor. Beş asır öncesi yani 1500’lü yıllar ve bu yılların mühim noktaları; İmam-ı Rabbani Hazretlerinin 1563’de doğumu, ondan bir yıl önce 1562’de Derviş Muhammed’in vefatı ve zahirde de yükselişin tepe noktası Kanûni Sultan Süleyman dönemi, sonrası da bu tepeden aşağı hızla kayarak bu günlere kadar gelen, inebileceği son derekeye kadar inen bir millet ve işte beş asır önce yükselişin en tepe noktasında yazılan bir yazı: “…Yazma işi bittikten sonra Resûlullah (s.a.v.) onu mührü ile süsledi. O icazetin içeriği şöyle idi; Dünya icazetinin yerine ahiret icazeti verdim. Şefaat makamından da bir nasip verdim.(…) Hayret edilecek husustur ki; bu yüce nisbet bütün miktarı ile ortaya çıkmamaktadır! Hatıra gelen şu ki; bunun ortaya çıkışı, herhalde ahiret için azık olur. Hem de güzel bir bedel müyesser olur. O tereddütten dolayı o rüyadan bir şifa hâsıl olmuştur. Zaman kıyamete yakın zamandır. Karanlıkların yükseldiği vakittir. Onda ne hayır olur? Hangi ruhaniyet bulunur? Ancak Hazreti Mehdi (a.s), zahiri hilafeti ile onu destekleyip yayarsa o hariç!..” (Mektûbat-518.mektup)

Beş asır önce, Allah Resûlü tarafından rüyâda İmâm-ı Rabbânî hazretlerine yazılan bu icâzette, kendisine sadece ahiret icâzeti verilip dünya icâzeti yani “DÜNYA HALİFELİĞİ” eksik bırakılıyor ve eksikliğin ahir zamanda tamamlanacağı belirtiliyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri tarafından dikilen ağaç beş asır sonra meyve veriyor…


GÜL AĞACI “İNSAN”


Necip Fazıl Kısakürek, “Kafa Kâğıdı” için, “bu eserde gaye edindiğim hareket tamamiyle ruhîdir ve içinde vak’aya göre ruh yerine, ruha göre vak’a vardır. Gerçek roman da bu olsa gerek…” der. Aynı mânâyı “İNSAN” romanında da görmek mümkün. Burada vak’aları rüyâlar temsil ediyor, rüyâların yorumuyla ruh ve fikir açığa çıkartılıyor.

Bilindiği gibi, Tilki Günlüğü rüyâların izini sürerek yapılan bir çalışmanın neticesi idi. S.Mirzabeyoğlu’nun, ona Üstadı tarafından vaad edilen takdim yazısını arayış macerasıydı. “İNSAN” romanı ise, Tilki Günlüğü’nde bulunan icmâli mânânın tafsile gelmesi ve bunun dev puntolarla ilânıdır. Tıpkı önce gül ağacının tohumunu elde eden bir bahçivanın daha sonra bu tohumu dikip, yetiştirmesi ve gaye olan gülleri elde etmesi gibi… Aslında gül tohumu ile gül ağacı aynı şeydir. Aralarında icmal ve tafsil farkından başka bir şey yoktur. Ancak gül tohumu ağaca doğru evrilirken nice fırtınalara göğüs germiş ve nice mevsimler görmüştür. Bu zorlukları aşmanın mükâfatıdır güller… Bu güllerin, bu mârifetin adeta davulla zurnayla ilanıdır “BU ROMAN-İNSAN”…

Ancak burada nefsin bir oyununa temas etmeden geçemeyeceğiz. Ayıktırıcı olması bakımından Said Nursî’nin kardeşi Molla Abdullah ile yaptığı bir sohbeti aktaralım: “O merhum kardeşim, evliya-i azimeden olan Hazret-i Ziyaeddin’in(k.s.) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritâne muhabbet (aşırı sevgi) ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki: “Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu (ilimleri) biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam (zamanın en büyük velisi) gibi herşeye ıttılaı var (herşeyden haberi var).” Beni onunla raptetmek (bağlamak) için çok harika makamlarını beyan etti.

Ben de o kardeşime dedim ki: ‘Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam (mağlup) edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. ÇÜNKÜ KÂİNATTAKİ ULÛMLARI BİLİR BİR KUTB-U ÂZAM SURETİNDE TAHAYYÜL ETTİĞİN BİR ZİYAEDDİN’İ SEVERSİN. YANİ O ÜNVANLA BAĞLISIN, MUHABBET EDERSİN.Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zail olur (kaybolur) veyahut dörtten birisine iner.

Fakat ben, o zât-ı mübareki senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim.Çünkü, Sünnet-i Seniyye dairesinde (Peygamber yolunda), hakikat mesleğinde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun… Demek ben hakikî bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i seversin.” (3)


“İNSAN” 46 PARÇADAN


Rüya-03.06.2008 (N.Y.)… “İnsan, 46 parçadan” diye bir söz…

İnsan DNA’sının 46 kromozomdan müteşekkil olması bir yana ilk akla gelen Allah Resûlü’nün buyurduğu şu hadîs-i şerif: "Müminin rüyası, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır; Peygamberlik gitti ve mübeşşirat kaldı”. Mübeşşirat: Müjdeleyenler, hayırlı haber verenler… Bir başka hadiste de şöyle buyurur: "Ey insanlar! Peygamberliğin belirtilerinden yalnız güzel rüya kaldı. O rüyayı müslüman kişi görür veyaonun için başkası tarafından görülür"… BAŞKASI TARAFINDAN GÖRÜLEN RÜYÂLARIN ROMANI: “İNSAN”

Fikrin rüyâ ve rüyâ analizleriyle işlenip açığa çıkarılması usûlüne Tilki Günlüğü’nden âşinâ olsak da bu usûlün “İNSAN” romanı ile zirve noktasına taşındığını görüyoruz. Dolayısıyla, “İNSAN” romanı, “Nasıl rüyâ analizi yapılır?” sorusunun da cevabı niteliğinde.

İlmi mânâda rüyâ analizi, Batı’da ilk defa Freud ve Jung tarafından yapılmıştır. Hatta Jung’un bu mevzûya dair şu sözleri kayda değerdir:“Aslında her an rüya görürüz ancak, uyanıkken bilincin gürültüsünden rüyaları duyamayız.” Bu sözler, İBDA fikriyatından bildiğimiz, “Dünya hayatında görülen şeyler, uyuyan kimsenin rüyâsında gördüğü şeyler gibidir; yalnız hayaldir” hakikati ile örtüşür. Ötelerin ve ruhun kokusu olan rüyâların, öteleri ve ruhu bilenlerin elinde imânın hakikati ile birlikte birçok irfâni yemişlerin devşirilmesine vesile olacağını tahmin edebiliriz. Batı’da rüya analizi bahsedilen eksiklik sebebiyle kemaliyle gelişememiştir. Her şey aslına rücû eder kaidesi gereğince de nihayet bu ilim gerçek sahiplerinin eline geçmiştir. Anladığımız kadarıyla, rüyâların yazılması ve rüya analizleri ile iç âlem harice çıkarılıp, şuur altının temizlenmesi sağlanıyor. Aslında bu tasavvuftan bildiğimiz nefs tezkiyesi işlemi(süluk) ancak burada alışılagelen tarzdan çok farklı bir nefs tezkiyesi ameliyesi sözkonusu. Bu da “İbda” mânâsının yani benzersiz ve orijinal ortaya koyuşun bir yansıması olsa gerek…

“Peygamberlik makâmı, Peygamberlerin sonuncusu ile sona ermiştir (a.s.). Fakat, bu makâmın derecelerine, ümmetinden Ona çok uyanları kavuşurlar. Bu olgunluklar, yüksek dereceler, Ashâb-ı kirâmda çoktur. Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden çok az kimseye de nasîb olmuşdur. Onlardan sonra örtülü kalmıştır. Bunun yerine, zıl (gölge) ile olan velâyet dereceleri çok görülmüştür. Bununla berâber, Resûlullah’ın (a.s.) vefâtından bin sene geçtikten sonra, nübüvvet makâmının derecelerinin yeniden meydâna çıkması umulur. Asla bağlı makâm ve dereceler, yine yayılır. Zıl (gölge) ile olanlar gizlenirler. Hazret-i Mehdî (aleyhirrıdvân), asla bağlı olan bu yüksek yolu, (zâhir ve bâtın ile) yayar.” (Mektûbat-ı Rabbanî-260.Mektup).

Esasen klasik tasavvuf ve tarikat usûlünde rüyaların pek fazla kaale alındığını söyleyemeyiz. Bu mânâ ile alâkâlı olarak yine Mektûbat’dan:“Yerinde olur ki, rüyalara itibar edilmeye, her ne şey ki, şehâdet âleminde müyesser olmuştur; o bir ganimettir. ‘Ben güneşin oğluyum, ondan söz ederim; Geceden bana ne ki, sözünü edeyim.’ Anlatılan bu mana icabı olarak; Nakşibendiye büyükleri rüyalara itibar etmemişlerdir. Taliblerin tevcih ettikleri rüyalara dahi teveccüh etmezler. Keza, onların tabirlerine de… Zira, onların pek azı meydana gelir. Onlar katında muteber olan ancak, afakta ve ayıkta müyesser olandır.” (371.Mektup). Buna mukabil rüyâlar İBDA fikriyatının adeta belkemiğini oluşturur. Bunun Nübüvvet kemâlatı ile Velâyet kemâlatı arasındaki farktan kaynaklandığını düşünebiliriz. Rüyâlar nübüvvetten geriye kalan tek cüz ve İBDA fikriyâtının bu cüz üzerine inşa edilmiş olması söz konusu…


“İNSAN” LEDÜN İLMİ


İnsan yaratanını ve kendini bilme vasfına haiz, Allah’ın halifesi olarak yeryüzüne gönderilmiş, bu gayenin gerektirdiği renklere büründüğü nisbette insan, aykırı düştüğü nisbette de insanlıktan uzak, hayvan veya daha da beter, limiti olmayan bir yüce ya da bir cüce varlık... İnsanın bu en yükseğe çıkma veya en dibe düşme istidâdı, iki âlemi kendinde cem etmesinden (kalb hakikati) kaynaklanmaktadır. Yani ruh ve madde arasındaki berzahlık vasfından. Misâli anlatımda “ruh”a “Doğu”, “madde”ye de “Batı” istikametleri izafe olunur. İki istikametin karşılaşma zemini, ferd planında “toplayıcı kalb hakikati”dir. İki zıttın kalbte cem edilmesiyle yepyeni bir nurâniyet, ilim zuhur eder. Berzah sırrı sayısız tedâilere uzanır ve İbda’nın ana misyonu olan Batı tefekkürünü, İslam tasavvufu önünde hesaba çekme davranışı da bu sırra dâhildir. Batı ve Doğu olmak üzere iki medeniyetin karşılaştığı yerde zuhur eden bu “İNSAN” veya bu “İLİM”, ki o da İBDA’dır, iki medeniyet verimini de zımnında barındıran ancak ikisi de olmayan yepyeni bir anlayış ve terkib, üstün bir nizamdır. Ne doğunun ulûmundan (medrese, tekke…), ne de batının fünûnundan (biliminden) alınmış değildir, bu iki ilmin aşılmasından doğan bir üçüncü hakikat ve de âli bir tefekkürün ürünüdür. “Bu sırça sanki inciden bir yıldızdır, doğuya da, batıya da ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu) Nur üstüne nurdur” (Nur Sûresi-35.Ayet)

İki zıttın, iki ilmin, iki medeniyetin, iki denizin vs… karşı karşıya gelmesi bize derhal Hızır (a.s) ile Musa (a.s.) kıssasını hatırlatır. Bu karşılaşma ve neticesinin de LEDÜN İLMİ karakterine işaret eder. Bu ilmin İbda külliyatındaki açılımlarını “Nebat İlmi” veya “Rüyâlar İlmi” olarak teşhis edebiliyoruz. İBDA mimarı ya da “NEBAT İLMİ” sahibi olan aktar, her bir eseriyle toplumun hastalıkları için gerekli olan ilacı ve tedâvi usûlünü ortaya koyuyor. Belki de “İNSAN” adlı eseri bütün ilaçların özü ve hülasası mahiyetinde bir tiryaktır…

Bu ilaçların usulünce kullanılmasıyla yani İBDA fikriyatının ferd ve toplum şuuruna mâledilmesi ile çoktandır kaybettiğimiz başta ruh sonrada madde sıhhatini tekrar kazanacağımız, bir bedahettir. Ancak Galileo’yu “dünya dönüyor” dediği için mahkûm eden zihniyete rahmet okutacak kadar hatta ondan bin beter yobaz bir anlayış ve onun korkunç bir tahribatı ile karşı karşıyayız…


DERVİŞ MUHAMMED’İN LEVHASI


Rüya-11.03.08 (N.Y.) : “İnsan” romanı ile alâkalı olarak,“12’yi düşün” ve “Marselen” diye bir kelime…

“Mar: Yılan… Selen: Haber, müjde. Ses, gürültü. Varlık, bolluk. Yakın, civar” mânâlarına geldiğine göre, “Marselen: YILANIN MÜJDESİ...” olur. Bu cihetle “İNSAN” romanını “müjdeli bir haber” olarak değerlendirebiliriz

“ ve insanın alâkasına gelince; tasavvuf ıstılahında, 12 mertebe sebebiyle (nefsin 7 mertebesi+5 hazarat) bu sayının “İnsan-ı Kâmil”i işaret ettiği söylenir. Öyleyse, romandaki “İNSAN” dan gaye bellidir: “İNSAN-I KÂMİL”… O zaman, insan olmanın neresindeyim diye bir sual tevcih edilirse; mihraka, ilmî, fikrî, ahlakî ve ruhî yakınlık miktarınca diyebiliriz. Çünkü, âlem tek bir fert gibiyse “İnsan-ı Kâmil” olan zât da onun kalbi, merkezi gibidir ve O, bütün kemâlatları kendinde toplayandır…

Rüyâ-08.03.08 (N.Y.): (…) kısa kenarı üstte olan bir dikdörtgengörüyorum, ortasındaki yazılar okunmuyor, bir mührün okunmayan ince yazılarına benziyor. Bu şekil “İNSAN” romanının merkezi ve şekil etrafındaki her şeyi mıknatıs gibi kendine doğru çekip içine topluyor.Yarışma kâğıtlarının fotokopilerini çektirirken yan odadan, “UFUK” isminde şık giyimli birisi bizi dikkatle inceliyor… O da bu organizasyonun arka planındaki evrak işleri ile ilgileniyor, elinde bir takım kâğıtlar var (…) (kısaltılmıştır)

Dikdörtgenin tedâisi, Necip Fazıl Kısakürek’in 29 Ağustos 1975 tarihli rüyâsı: “(…) Beton bir çerçeve içindeki mezarın başında, DÖRTKÖŞE,toprağa yatırılmış bir levha ve üzerinde İslâm harfleriyle iki kelime: DERVİŞ MUHAMMED”… “Üstad’ın bu rüyâsında geçen “Dörtköşe” levha ve onun “Derviş Muhammed” alâkasıyla birlikte diyebiliriz ki,“Dikdörtgen= İnsân-ı Kâmil= Derviş Muhammed” olur. Dikdörtgen romanın merkezi, İnsan-ı Kâmil âlemin merkezi!..


“İNSAN” BİR MÜHÜR


“İNSAN” romanının çözümlenmesi için Tilki Günlüğü’nden faydalanmanın elzem olduğunu düşünüyoruz ve bu çerçevede yine Tilki Günlüğü’nden: “İnsan, Allah katında bakan bir gözdeki, bebek (gözbebeği) gibidir ve görmek sıfatı ile tâbir edilmiş mahlûk odur. İşte bundan dolayı ona "insan" denildi. O iki ciheti birleştiren ayırıcı bir varlıktır. (Yani ezel ve ebedî yönlerini onun vücudu birleştirmiştir. Âlem onun vücudiyle tamam oldu. Bu itibarla O, âleme nazaran yüzüğün kaşı gibidir. O, Padişahın hazineleri üzerine vurduğu mührün nakşîne mahal oldu. Bundan dolayı ona "Halife" adı verildi.” (TG5/232)

İnsan yaratılışı itibariyle, kâinatın özü ve özeti, fihristi, varlık ağacının meyvesi, gözbebeği ve yeryüzünün hazineleri üzerine vurulmuş bir mühür gibiyse ve romanın isminin de “İNSAN” olması sebebiyle, insana ait bu sıfatların romanda da mevcut olması iktiza eder. Öyleyse bu roman, öz ve özet, mektubun sonuna basılmış mühür ve bir gözbebeği… BU ROMAN HALİFENİN MÜHRÜ!..

Ayrıca şu hükmü de belirtmek gerekir.”Allah adamlarında bir kısmı Mühür’dür. (Hatem). O, her zamanda değil, bilâkis âlemde tekdir. Allah onunla Muhammedî veliliği bitirir. Artık Muhammedî veliler içersinde ondan daha büyük kimse olmaz”

Furkan’dan; “Engürek: Gözbebeği:297… Roman:297... Revnüma: Zuhur eden, kendini gösteren. Yüz görümlüğü:


“İNSAN”: BİR ERKEK VE BİR KADIN


“İNSAN” romanında yer alan, “Alt başlığı ‘Bir Erkek ve Bir Kadın’ olan İNSAN isimli eserim için yapılan istihare” ifadelerinden eserin alt başlığının “Bir Erkek ve Bir Kadın” olacağını anlıyoruz. Mevzû Tilki Günlüğü’nde şu şekilde yer alıyor: “Levha: 25 Mayıs 1990… 3-4 senede yazmayı tasarladığım "Bir Erkek ve Bir Kadın" isimli eseri yazıyorum!..”

“(…) Buna göre Âdem Peygamber, ilk yaratılan insan olarak, İNSAN, hem erkek ve hem de dişinin temsilcisidir. Her varlıkta madde ve mâna olarak kendine mahsus bir erkeklik ve dişilik olduğunu, ilk insan örneğinde görüyoruz. “Bir Erkek ve Bir Kadın” isimli eserimizde görüleceği üzere, ERKEK, yalnız cinsiyete mahsus bir mânâ değildir; KADIN da. Buna göre İNSANÎ HAKİKAT –İNSAN HAKİKATİ, erkek ve kadının kendi özellikleri içinde olmaları gereken, ne erkek ve dişi, yahut aynı zamanda hem erkek ve hem dişi bir hakikattir. O, hep bir “olunması gereken”dir; ve varoluşumuz boyunca görülecek olan…”

Anlaşılacağı üzere, insan ilk yaratıldığı zaman kendisinde cinsiyet farklılığına dair bir şuur yoktu ancak Âdem Aleyhisselâm’ın “HATA”sı (yasak meyveyi yemesi) kadın-erkek ayrımına yol açtı. Bilindiği gibi de bu nedenle cennetten çıkarılıp dünyaya indirildiler. Bu mevzû “İnsan” romanında “HAT” başlığı altında şu şekilde yer alıyor: “Âdem’in hatâsı olmasaydı, dünyada efendiliği ortaya çıkmayacaktı. Hatâ, Âdem’i efendi yapan ve ona seçilmişliği kazandıran şeydir. Öyleyse Âdem’in hatâsı sebebiyle Cennet’ten çıkarılması, onun efendiliğini ortaya çıkarmak içindi. (…) ADEM’İN YERYÜZÜNE İNİŞİ, UZAKLAŞMA DEĞİL, HALİFE OLMAK DEMEKTİ...”

“Beşer şaşar” vecizesinde de ifade edildiği gibi, insanın şaşması düşmesine, aşağı inmesine, bununda neticede illîyyine tırmanmasına vesile olduğu görülür. Siccîyne düşenler ayrı konu… Tefekkür merdiveninde aşağı doğru iniş tahlili ve parçalanmayı, zıtlara ayrışmayı; yukarı doğru çıkış, terkibi, bütünlemeyi ve zıtların birleşmesini ifade eder. Yukarı doğru çıkış yani terkib hamlesi ekstra bir enerjinin teminine bağlıdır. Aksi takdirde zıtlar bir arada tutulamaz ve terkib oluşturulamaz. Terkib, tecrid veya istersek diyalektik süreç diyebileceğimiz bu tefekkür yükselişinin sonu Hak’ka çıkar. “Ben Rabbimi zıtları birleştirerek buldum” diyen büyüğün sözü buna delildir. İniş olmasa idi, çıkışta olmazdı dolayısıyla Hz.Adem’in aşağıların en aşağısına indirilmesinin niçin uzaklaşma olmadığı ortaya çıkıyor. Tıpkı ihtiyacı olmadığı halde, burnu sürtülüp hayatı öğrenmesi gayesiyle, oğlunu yaz tatillerinde çalıştıran bir baba temsilinde olduğu gibi…

Tilki Günlüğü’nde, “Kusto, bezin hatası; “Kusto”, şeyhin yazısı... Yazılan yazı!..” ifadeleri geçer, “şeyhin yazısı” deyince tabiî ki “Takdim Yazısı”akla gelir. Tilki Günlüğü ile bulunan “Takdim Yazısı” bir çekirdek ise, “İNSAN” romanı ile ortaya konan onun fetholmuş ve yerleri, gökleri tutmuş bir ağaç mesabesindeki halidir. Bu nükteye daha önce temas etmiştik. Burada tabii ki “asıl-gölge” hikmetini de hatırlamamız gerekiyor. Bir başka zaviyeden ise şöyle görülebilir: Tilki Günlüğü “Ben Kimim” sorusunun enfüste bulunmuş (seyr-i enfüsî) cevabını oluştururken, “İNSAN” romanı da cevabın âfakta (seyr-i afâkî) bulunmasıdır. Tilki Günlüğü’nün ağırlıklı olarak S.Mirzabeyoğlu’nun kendi rüyâlarından oluşmasına mukabil ‘İNSAN” romanının sair şahısların rüyâlarından mülhem olması, seyrin afâkî olduğuna dair bize önemli bir ipucu verir.

“TİLKİ GÜNLÜĞÜ” VE “İNSAN”= İKİ KUTVÂNİ ABA= İKİ İCÂZET= AHİRET VE DÜNYA HALİFELİĞİ…


Dipnotlar:

1- Salih Mirzabeyoğlu- Tilki Günlüğü- 1.cilt, s:311

2- Michel Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman, Gelenek Yayınları. Çeviren: Atila Ataman, İstanbul, Ekim 2003, 2. bsk. s. 127.

3- Said Nursî-Kastamonu Lâhikası

Aylık Dergisi, Eylül 200
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com