EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ali Osman Zor ile

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Eyl 23, 2009 10:45 pm    Mesaj konusu: Ali Osman Zor ile Alıntıyla Cevap Gönder

Yeni Harman Dergisi'nin Ali Osman Zor İle Yaptığı Röportajı'dan Seçmeler

“ÇAKAL” CARLOS’UN İBDA’YLA ALAKASI YOKMUŞ GİBİ DAVRANILIYOR

Ocak ayında devrimci sol örgüt “Devrimci Karargah”ın İsrail’i protesto etmek amacıyla BankPozitif’e yerleştirdiği bomba patladığı sırada, bankanın 100 metre ilerisinde, İBDA (İslami Büyük Doğu Akıncıları) çizgisindeki Baran dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Ali Osman Zor, İsrail’i protesto eden kitleye hitap ediyordu. Dergi, bir zamanlar Filistin Halk Kurtuluş Partisi Cephesi saflarında da bulunmuş olan “Çakal” Carlos’la da ilişki içerisinde. Carlos, derginin 22 Ocak 2009 tarihli sayısına da kapak oldu.

Ergenekon soruşturmasının kilit isimlerinden Tuncay Güney’in TRT’nin başını ağrıtan yayınında, “1977 yılında Çakal Carlos İstanbul’a geliyor, genç bir çocukla görüşüyor. Bu kişinin de görüntüleri, bilgileri var. Bulup çıkarsınlar. O İslamcı terör örgütünün lideri de şimdi içeride” demişti. Tuncay Güney’in ima ettiği örgütün İBDA-C, ve o kişinin de örgütün lideri olarak kabul edilen Salih Mirzabeyoğlu olduğu konuşuldu. (…)

Ali Osman Zor, Yeni Harman’a verdiği mülakatta, Carlos’un “yayın organlarımızda yazmaya başlaması, yaklaşık 7 sene evveline rastlamaktadır” diyor ve İBDA’yla ve İslâm’la hâlâ Carlos’un alâkası yokmuş gibi bazı imalı haberler verilmesinden rahatsız olduğunu belirtiyor. Geçmişte İBDA-C davasından hapse girmiş bir isim olan Ali Osman Zor, Filistin gündemi münasebetiyle Yeni Harman’ın sorularını yanıtladı.

Saldırıların ardından, Tayyip Erdoğan İsrail’e karşı öfkeli konuşmalar yapıyor. Ali Babacan “İsrail derhal dursun!” diyor. Öte yandan, İsrail ile olan ilişkilerimizi kesemeyiz, gerçekçi olmak lazım, diyor. Bu ruh hâlini nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi, bir hakikati ifade etmekte fayda var: “Dünyada gördüğünüz her türlü haksızlık, bizim adam olamamamızdan kaynaklanmaktadır.” Bunun suçluluk duygusunu hissetmediğimiz müddetçe de adam olamayacağız. Yine Sayın Mirzabeyoğlu’ndan devam edecek olursak, “Dünyada, -Filistin meselesi hakkında bu kadar müteessirsiniz-İsrail devletini ilk tanıyan devlet biziz… Yaser Arafat’ın bir sözü var, “Filistin’liler Abdulhamid’i hâlâ minnetle anarlar!” diye…

Biliyorsunuz Abdulhamid’e şu kadar altına yaptıramadığımızı O’nun hal’linden sonra gayet cüzî bir miktara yaptırdık diye, Yahudi söylüyor; orada toprak almaları, yerleşmeleri, devlet olma yolunda ilk zemini hazırlamaları davası… Bugün dünyada Müslümanların başına gelenler, biz millet olarak Tarihî Misyonumuzu kaybettiğimiz için bizim yüzümüzden gelmiştir.”

Yukarıdaki hakikate nisbetle Türkiye’nin Batıcı çizgideki durumunu göz önüne alırsanız, Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı “öfkeli” konuşmalarının ne kadar sahici olup olmadığını anlarsınız. Hristiyan ahlâkı-Roma Nizamı ve Yunan Aklı şuur süzgecine bağlı, Batı sistemine payandalı Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başbakanı, Batıcılığın Ortadoğu’daki uç karakolu Yahudi devleti İsrail’e karşı ne kadar öfkeli konuşabilir? Dolayısıyla İsrail’in ağabeyi Amerika’nın “stratejik müttefiki” olan bir zihniyet sadece Amerika’nın izin verdiği ölçüde konuşabilir. Açıkçası bu husus Ortadoğu’daki bütün rejimler için geçerlidir. Batı’nın kuyruk sokumunda varlıklarını sürdüren şahsiyetsizlerin göstermelik şekiller dışında hiçbir harekete güçleri yetmez. Ali Babacan’ın “İsrail ile ilişkilerimizi kesemeyiz, gerçekçi olmak lazım” sözünü de “stratejik müttefiklik” ve “kuyruk sokumu” ifadesinde ne mânâya geldiğini süzebilirsiniz. Biz, hiçbir zaman emperyalist ülkelerin kuyrukçuluğunu yapmış düzenleri tasvip etmediğimiz gibi, Batı’ya karşı bu kuyrukçu düzenlerin de bir şahsiyet ifade edebileceğine inanmadık, inanmıyoruz.

Ali Babacan’ın “gerçekçi olmaz” dediği işlere misâl vermek gerekirse; Venezuella Devlet Başkanı Kumandan Chavez ile, Bolivya Devlet Başkanı Morales’i ve Moritanya ile Katar’ı örnek gösterebiliriz. Bu ülkeler hiç de “gerçekçi olmayan” bir şekilde ülkelerindeki İsrail büyükelçilerini kovdukları gibi, İsrail’le de tüm ilişkilerini kestiler. Tayyip Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti ile, bu ülkeler ve liderleri arasındaki değerlendirmeyi siz yapın artık.

Eğer Tayyip Erdoğan “öfkeli” konuşmalar yapmasaydı, halkımızın ruhunda ve hissiyatında köklü Batı düşmanlığı, mevcut İsrailci ve Batıcı düzene yönelebilirdi. Daha açıkçası Türkiye’nin genelinde Yahudi İsrail’e karşı yükselen tepki, rejim açısından böyle bir tehlikeyi barındırdığından dolayı, bu tehlikeyi bertaraf etmek için Başbakan, bahsettiğiniz o “öfkeli” konuşmaları yapmıştır. O’nun çok sevdiği “reel politik” açıdan değerlendirirsek eğer; Baykal’ın tabiriyle “sadece gürledi, tek damla yağmur düşmedi”. Kaldı ki, Meclis grubunda yaptığı “öfkeli” konuşmalarının birinden hemen sonra eline tutuşturulan “Yahudi cemaati”nin gönderdiği mesajı da, İsrail’e tepki duyan halka karşı bizzat kendisi okudu.

Yaşadığı bu ruh hali için son olarak şunu da ekleyebiliriz. Başbakan’ın şahsında AKP’nin geçmişteki İsrail karşıtlığıyla, bugünkü İsrail dostluğu çatışmaktadır. Bunun neticesinde de zaman zaman, karşımıza paramparça olmuş ruhların halini gösteren ifade biçimleri çıkmakta.

Erdoğan’ın bu öfkeli görünen tavrının ABD ve İsrail’le olan ilişkileri zedeleyeceğine dair şeyler yazıldı, çizildi yabancı basında… Erdoğan’ın bu tür çıkışlarının bir şeyleri zedelediğine inanıyor musunuz?

İlk önce kısa olarak şu “ilişki” konusuna değinmek istiyorum. ABD-İsrail-Türkiye ilişkisinden ziyade, ABD-İsrail politikalarına uygun bir Türkiye fotoğrafından bahsetmek daha gerçekçi olsa gerek. ABD açısından “ilişkiler”in zedelenmesi diye bir şey bence sözkonusu değil. Çünkü Türkiye, ABD’yi Irak’tan kurtarma misyonuna son hızıyla devam ediyor. Irak’ın kuzeyinde kendi vatanına ihanet etmiş çapulcular tarafından oluşturulan kukla yönetimin liderleriyle yaptığı görüşmeler, ABD’nin Irak savaşıyla elde ettiği şeklinde gösterilmeye çalışılan “siyasî zafer”e yöneliktir. Diğer taraftan da bu kukla vatan haini idarenin meşruiyetiyle İsrail’in çıkarlarının güvence altına alınması söz konusudur. Bunun yanında İsrail ve ABD ile yapılan bilinen-bilinmeyen anlaşmalardan hiçbirinin sekteye uğramadığını da düşünürseniz, zedelenen hiçbir ilişkinin olmadığı meydana çıkar. Gazze’yi bombalayan İsrail uçakları Konya semalarında hâlâ uçmaya devam ediyor.

Erdoğan’ın bahsettiğiniz türde çıkışlarının özellikle Ortadoğu’daki Müslüman halklar üzerinde bir etkisi olmuştur. İsrail’i rahatsız eden de ancak “Türkiye’nin tarihî misyonu”ndan kaynaklanan bu etkidir bence. Erdoğan’ın bu çıkışları Livni’ye sorulduğunda “Türkiye’de de seçim var” diye cevap vermişti. Yahudi Livni her ne kadar Ortadoğu’daki halkları etkileyen bu çıkışları seçime bağlasa da, bu etkisinden dolayı da Erdoğan’ı bir yerlere not etmiştir. Yahudi bu etkiye sebebiyet verdiğinden dolayı Erdoğan’a gerekli karşılığı vermeye çalışabilir. Ama unutulmasın ki, hâlâ yahudinin verdiği “cesaret ödülü”nü Başbakan göğsünde taşımaktadır.

Gazze’yle ilgili çok sayıda diplomatik temasta bulunduklarını söylüyorlar. Ortadoğu ziyaretleri, BM görüşmeleri yapılıyor. Bu diplomatik temasların Filistin için bir anlamı var mı?

Her ne kadar “milletler hukuku” diye bir hukuktan bahsediliyorsa da böyle bir hukuk mevcut değildir. İsrail’in Gazze saldırısıyla BM’nin bu saldırıya karşı aldığı karara İsrail’in “tanımıyoruz!” diye cevap vermesi böyle bir hukukun olmadığını bize bir kez daha göstermiştir. “Müeyyidenin olmadığı yerde hukuk olmaz.” İslâm coğrafyasına yapılan saldırıların Filistin de dahil olmak üzere, hangisinde kınamadan öte bir varlık göstermiştir? “Daimî üye ayrıcalığı” diye bir ayrıcalığın olduğu kurumun adil olması mümkün mü?

“Ne demek daimî üye ayrıcalığı? Ve usûl meseleleri dışında kalan meselelerde kararlar daimî üyelerin hepsinin oyları dahil olmak üzere dokuz üyenin oyuyla alınıyor. Böylece Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden biri işine gelmeyen bir meselede veto hakkını kullanarak, kararın alınmasını önleyebiliyor. Devletlerin yönetim şekilleriyle anılmaları gibi, Birleşmiş Milletler teşkilâtını da “DOMUZLAR DİKTATORYASI” olarak anabiliriz.” Mirzabeyoğlu’nun “Üç Işık” isimli sohbet-konferanslarından oluşan kitabındaki “Filistin ve İşkence” başlıklı 1998 yılında verdiği konferansında geçen yukarıdaki ifâdeler, bahsettiğiniz diplomatik temasların da aslında ne mânâya geldiğini anlatıyor. Bugüne kadar BM’nin İsrail aleyhine aldığı onlarca karar varken İsrail’in hâlâ Filistin’deki işgale devam etmesi “uluslararası hukuk” ve “diplomasi”nin sömürülen ve ezilen ülke halklarının faydasına işlemediğini göstermeye yeter. Bunların başında da 60 yıldır işgal altında tutulan Filistin ve Filistinli Müslümanlar gelmekte… İsrail aleyhine çıkan BM kararları Amerika veto ettiğinden dolayı uygulanamıyor. “Bugün İsrail’in ağabeyi Amerika ve Amerika’nın beşiğinde de Türkiye…” Bu “ilişki” içerisinde yapılan “diplomatik temaslar”ın Gazze’ye ve Filistin’e nasıl bir faydası olabilir? Biliyorsanız siz açıklayın bana... İsrail’in ağabeyi Amerika’nın “stratejik müttefik”i olan Türkiye’de yaşayan bizler Filistin için üzülüyoruz… Aslında bir tiyatro sahneleniyor. Bu tiyatro sahnelenirken diğer taraftan da insanlar bu oyunu seyretmeye zorlanıyor. İnsan zekâsına hiç bu kadar saldırı olmamıştı.

Bush tahtını Obama’ya devretti. Bu yeni süreçte Obama, Filistin meselesinde nasıl bir tavır koyar?

“Yeni Süreç” derken bu sürecin ismi de konulmalı. Obama “zenci”liğiyle, “Müslüman”lığıyla parlatılırken nasıl bir süreç başladı?.. Belli ki “zenci” motifiyle İslâm coğrafyası dışındaki ezilen halklara bir mesaj verilmek isteniyor; “Müslüman” motifiyle de İslâm coğrafyasına… Halbuki ne zencidir ve ne de Müslüman! Ailesinde zenciden çok beyaz var. Obama’yı parlatanları dinlerseniz zannedersiniz ki “sayın başkan” Harlem’in varoşlarında büyümüş. “Müslüman”lığını ise zaten tartışmaya gerek yok. Yahudi olduğuna dair çok güçlü iddialar mevcut.

Bizce Obama’yla başlayan sürecin adı, “Amerika’yı dağılıştan ve çöküşten kurtarma süreci”dir. Amerikan derin devleti dağılışı ve çöküşü önlemek için Obama’ya sarılmıştır. Obama’nın çıkartılma sebebi budur. 1990’dan itibaren Bush çizgisi diyebileceğimiz mevcut yapıyı takip ettiğimizde, bu çizginin 19 yılda Amerika’yı çöküşün eşiğine getirdiğini görebiliriz. Bu çöküşten kurtulmak için Amerikan derin devleti, o çizginin zıttı bir çizgiyi öngördü. Böylece de Obama’ya sarıldılar. Bush’u çıkaran da ABD derin devletiydi. O zaman da ona ihtiyaç vardı. Hatırlayacağınız üzere o zamanki seçimlerde hileyle ve “darbe”yle Bush’u başkan yaptılar. (Florida eyaletinde seçime yapılan müdahale-darbeyi hatırlayınız.) Çünkü o zaman ABD’nin çıkarı gereği Bush’un temsil ettiği bir yapı lazımdı. Irak, Afganistan saldırıları böyle bir yapının eseri. İşte 90’larda başlayan bu çizginin uyguladığı mevcut politikaların neticesi, 2009’a geldiğimizde Amerika açısından çözülüş ve çöküşle neticelenmiştir. Özellikle Irak savaşının en büyük neticesi; ABD’nin bu çözülüşü ve dağılışıdır.

Bugün geldiğimiz noktada Amerika’nın bu çözülüşünü ve dağılışını durdurması gerekiyor. Fakat bu iş Bush çizgisiyle kotarılacak bir şey değil… Meselâ Bush yönetimi Irak’tan çekilemez, Guantanamo’yu kapatamaz. Filistin mevzuunda soft-yumuşak bir yaklaşım sergileyemez. Çözülüşü, dağılışı ve çöküşü durdurmak için bunların hepsini yapmak gerekir. İşte Amerika yeni süreçte bunları yapacak. Obama bu sürecin aktörüdür. Amerika’nın temel dış politikalarında hiçbir değişiklik olmayacak. Nihayetinde emperyalist Amerika kendi inine-kıtasına çekilmek zorunda kalacak. Çekilirken özellikle İslâm coğrafyasındaki düşmanlarını azaltmak istemekte. Bunun için de Obama’yla yeni bir operasyona girişme niyetinde. Aslına bakarsanız bugün dünya çapında yaşanan ekonomik krizin sebebi de Irak ve Afganistan savaşlarıdır.

Filistin meselesinde koyacağı tavrı yukarıda da ifade ettiklerimizden süzmek gerekirse eğer, temelde hiçbir farklılık olmaksızın, yani İsrail işgaline hiç müdahale etmeksizin Filistinlileri de “muhatap” alıp mevcut durumu kabul ettirme yoluna gidecektir.

Yani değişen bir şey yok.

Ilımlı Emperyalist Obama bu yeni süreçte İslâm Coğrafyasına hitaben; “Benim elim açık. Siz de sıkılı yumruklarınızı açın, el sıkışalım” diyor… Bu mümkün ve Müslümanlar olarak bizler de el sıkışırız. Tabiî bunun bir takım şartları var. Bazılarını madde madde ifade edeyim:

- Irakta 3 milyonu aşkın insanımızı katlederek bir Müslüman-Arap Soykırımı gerçekleştirenler döktükleri bu kanın hesabını verecek.

- Aynı şekilde, Filistin, Afganistan, Çeçenistan, Somali, Moro, Keşmir ve Türkiye başta olmak üzere dünyada döktükleri milyonlarca müslüman ve mazlum insanın kanının hesabını verecek.

- Bütün dünyada sömürdükleri milletlerin yer altı-yerüstü kaynaklarının karşılığı, bu milletlere aynî ve nakdî olarak iade edilecek.

- Bu emperyalist sömürü ve katliamların sorumluları, katledilen ve sömürülen milletlerin temsilcilerinden oluşan uluslar arası bir mahkemede, gerçek bir adalet divanında, bu milletlerin tayin edecekleri hukuk çerçevesinde savaş suçlusu olarak yargılanacak ve hesap verecek.

- İsrail Terör Örgütü hükümsüzleştirilecek; İslam Coğrafyasındaki ve dünyadaki bütün etkinliğine ve faaliyetlerine son verilecek.

Bütün bunlar olduğu zaman, bizler de sıkılı yumruklarımızı açacak ve onlarla el sıkışacağız.

Obama’yı, Filistin’i, Amerika’yı ve yeni süreci bu şekilde değerlendiriyoruz.

Haberlere göre Abdullah Gül, barışın Mahmud Abbas ile mümkün olduğuna inanıyor. Siz Mahmud Abbas’ın, El Fetih’in durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslına bakarsanız ne bu tür haberlerin ve ne de Gül’ün ne düşündüğünün bir önemi var… Mahmud Abbas Amerika tarafından El Fetih’in içine ekibiyle monte edilmiş bir haindir. Hatırlayacağınız üzere Filistin davasının efsanevî lideri Yaser Arafat devlet başkanlığı yetkilerinin bir kısmını Abbas’a devretmeye zorlanmıştı. Abbas’ın başında bulunduğu “Tunus çetesi” denilen bu çete, Yaser Arafat’ın altını oymakla işe başladılar. Kumandan Arafat bu çetenin eliyle Amerika ve İsrail’in yaptıklarına direnince, İsrail tarafından karargâhındaki bir odaya hapsedildi. O odanın içinden Yaser Arafat’ın bütün dünyaya “teslim olmayacağım! Şehid olacağım, şehid olacağım, şehid olacağım!” diye nasıl haykırdığı bugün hâlâ hafızalarımızda. Ondan sonra da teslim alınamayan Arafat, İsrail tarafından zehirlenerek şehid edildi. Gazze’ye yapılan saldırının baş aktörlerinden birinin de Mısır’la birlikte Abbas olduğu artık biliniyor. “Zafer savaşan içindir.” Barışı da savaşan taraflar yapar. Bugün zafere doğru adım adım yaklaşan HAMAS ve HAMAS gibi direniş örgütleri olduğuna göre, Abbas gibi bir İsrail ajanıyla barışın mümkün olabileceğine inanmak için onun gibi biri olmak lazım. Amerika’nın çözülüşüyle İsrail de çözülme sürecine girmişken (son Gazze saldırısının sebebi budur) hâlâ Amerika ve İsrail’in yenilmezliği üzerine hesaplar yapıp, o hesaplarla siyaset yaptığını zannedenlerin nasıl bir yanılgı içinde olduklarını yakında hep beraber göreceğiz.

El Fetih’e gelince… Yaşanılan son süreçten sonra eminiz ki El Fetih içerisindeki samimi anti-amerikancı ve anti-İsrailci Filistinliler, içlerindeki hainleri temizleyerek El Fetih’i geçmişteki şanlı günlerine tekrar döndürecekler. Bu samimiler HAMAS’la ittifakı sağlayarak Filistin direnişini bütün anti-emperyalistlerin yüzünü ağartacak şekilde daha güçlendirecek şekilde devam ettirecekler.

Subcommandante Marcos’un 4 Ocak’ta “Onurlu Öfke Festivali”nde Filistin üzerine yaptığı konuşmayı, tepkisini nasıl buldunuz?

Harikaydı. Hele “Onurlu Öfke” ismi tek kelimeyle muhteşemdi. Tabi bu öfkeyi Tayyip’in öfkesiyle(!) karıştırmamak lazım. Bahsettiğiniz konuşmayı biz de zaten 106. sayımızda yayınladık. Kumandan Marcos’un şahsında Filistin davasının anti-emperyalist mücadelenin ortak vazgeçilmez bir unsuru olduğu bir kez daha anlaşılmakta. Ezilen ve sömürülen bütün halkların kendisini yakın hissettiği Filistin’den ayrı bir anti-emperyalist duruş düşünülemez. Yine Marcos’un konuşmasında dikkat çekici bizce en önemli husus, yaptığı Siyonizm vurgusuydu. Bugüne kadar İslâm haricindeki anti-emperyalist çevrelerin pek de dikkat etmedikleri, emperyalizmin ırkçı söylemi olan siyonizme Marcos’un vurgu yapması, mücadelenin ortak noktalarının işaretlenmesi açısından da mühim! Bu noktada Marcos’la beraber, aynı onun gibi, Anadolu’nun devrimci geleneğinin Sol kanadından da gayet güzel tepkiler görmekteyiz. “Onurlu Öfke”nin bizdeki tedaisi Allah’ın “Müntakîm” ismi olmuştur. Müntakîm; intikam alan, intikam alıcı… Demek ki, İsrail vahşetine karşı duyulması gereken baskın his, intikam hissi olmalı. Bu his, emperyalizme ve onun uzantısı İsrail’e karşı alınacak tutumda bize yol gösterici olacaktır.

Bir zamanlar Filistin Halk Kurtuluş Cephesi saflarında da bulunan, zaman zaman Salih Mirzabeyoğlu ile de mektuplaşan “Çakal” Carlos ile görüşmeniz oldu. Kısa bir süre önce Carlos, Filistin gündemiyle ilgili neler söylüyor?

Bilindiği üzere Kumandan Carlos Filistin davasının bütün efsanevi isimleri gibi liderliğinin hakkını veren ve anti-emperyalist mücadelenin yol açıcısı ve ilham vericisi bir şahsiyettir. Kumandan Carlos’un yayın organlarımızda yazmaya başlaması, yaklaşık 7 sene evveline rastlamaktadır. Fakat nedense habercilik açısından dahi büyük değer ifade eden bu hadise, buradaki işbirlikçi medya tarafından üstü hep örtülmek istenmiş; örtülmek istenmesi yetmiyormuş gibi en son 26 Ocak tarihli Hürriyet ve Vatan gazetelerinde olduğu gibi de zaman zaman, İBDA’yla ve İslâm’la hâlâ Carlos’un alâkası yokmuş gibi bazı imalı haberler verilmesine kadar varmıştır. Kumandan Carlos’un Filistin gündemiyle ilgili söylediklerine geçmeden bu hususun aydınlığa kavuşması gayesiyle son (bu hafta) görüşmemizde Mirzabeyoğlu’nun selâmına mukabil kendisinin Salih Mirzabeyoğlu ve Türkiye hakkındaki görüşlerini isterseniz aktarayım:

“Bunu duyduğuma çok sevindim ve büyük gurur duydum. Lütfen kendisine benim de candan selâmımı iletiniz. Kendisine hürmetim çok büyük. Türkiye’nin 80 yıl kadar önce gerçekleşen ve o zamanlar yapılması gereken bir nitelik belirten Kurtuluş mücadelesinden bugüne gelen dönem, eminim ki Anadolu’nun yeniden şahlanışı ve kendisine düşen tarihî rolünü yeniden oynayışıyla taçlanacaktır. Kaldı ki, bizler tüm Türklerle, Türk halkıyla ve Türk kimliğiyle iftihar ediyoruz ve diğer tüm azınlıkları da bu şerefin ortak ve ayrılmaz parçası sayıyoruz. Yani Türkü, Kürdü ve diğerlerini, işte bizce bu ortak misyon, vasıf ve şerefte ayırt etmiyoruz.

Türklerin işte bu tarihî rolü, elbette Anadolu çerçevesindeki tüm etnik unsurlar tarihteki gibi birbirine sımsıkı kenetlenmiş ve kültürel bakımdan her unsur kendi eşit haklarına kavuşmuş olarak, çok yakında ve olanca ihtişamıyla yine oynayacağına zerrece şübhem yoktur. Ülkenizdeki tüm Müslümanlara, hassaten Baran dergisi idarecisi Ali Osman Zor’a, avukatım Hasan Ölçer’e ve tüm gönüldaşlara selâmlarımı iletiniz lütfedin. Allaha emanet olun. Bilvesile, en çok merak ettiğim hususu sormak istiyorum: Kumandan Mirzabeyoğlu ne zaman serbest kalacak, kalabilir yahut bu meyanda herhangi bir af ihtimali var mıdır?”

Bu hususu belirttikten sonra, Filistin gündemiyle ilgili düşüncelerine geçebiliriz. “Filistin, Ürdün’den Akdeniz’e tek bir bütündür, asla bölünemez!” diyen Carlos’un, dilerseniz meseleyi kendi kaleminden toplayıcı, kuşatıcı bir özet halinde düşüncelerini verelim:

Gönüldaşlarıma ve Kardeşlerime…

FİLİSTİN DİRENİŞİ

İnsanlığın düşmanı olan Siyonizm dünya genelinde operasyon yapmaktadır.

Özgür Filistin mücadelesi de dünya çapında olmalıdır…

Filistin’deki hainler, savaşçılara özlem duymuyor, onları desteklemiyor, cihada arzulu değil ve şehidler ile cezaevindeki militanların intikamını almaya gönüllü değiller.

Gazze, yeryüzünde, kilometrekareye en çok mücahidin düştüğü bir toprak parçasıdır. Gazzelilerin, dışarıdan savaşçı ithal etmeye ihtiyaçları yok! Sadece para ve silaha ihtiyaçları var.

Filistin toprakları dışında yaşayan gönüllüler, kendi dillerinde ve kendi halklarına hitaben, meslekî ve kültürel beceri ve yetkilerini kullanarak 5 kıtada Filistin savaşına destek çıkabilirler.

Batı’da çalışmak için sakalları ve elbiseleri münasip bir şekilde kısaltmak yeterlidir.

Filistin milletlerarası siyasetin daimî bir meselesidir. Bizim yapacaklarımız, fedaîlerinkinden farklıdır. Bize göre, efsanevî iç direniş, Filistin halkının arzusu olan milletlerarası arenada tanınmak açısından (şimdiye kadar sembolik olan) yeterli değildir.

Haydi, şimdiye kadar militanca yapabileceğiniz bir çok şeyin önüne geçen ve saçma sapan şeyler vakit öldürdüğünüz nefsanî arzularınızı bastırmanın vakti!

“Herkes yapabildiğiyle vardır!”

FİLİSTİN, Ürdün’den Akdeniz’e TEK BİR BÜTÜNDÜR. ASLA BÖLÜNEMEZ!

Carlos


Kaynak: Yeni Harman Dergisi, Mesud Ata, Sayı 126, Şubat 2009
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com