EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

"TC'nin iyi-güzel-dogru'su yok!"

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Tem 31, 2007 4:13 am    Mesaj konusu: "TC'nin iyi-güzel-dogru'su yok!" Alıntıyla Cevap Gönder

Şerif Mardin, Cumhuriyet'le birlikte caminin yerini alan okulların iyiye, güzele ve doğruya yönelik derinlemesine felsefeler üretemediğine dikkat çekti

24 Mayıs 2008


Şerif Mardin: Mahalle baskısı kavramını medya yanlış kullandı, bu beni rahatsız etti

Mahalle baskısı sözleriyle anlatmak istediğinin tam anlaşılmadığını ifade eden Prof. Dr. Şerif Mardin, medyanın Malezya örneğini de çarpıttığını söyledi. Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Şerif Mardin, geçtiğimiz yıl kullandığı ve büyük tartışmalara sebep olan 'mahalle baskısı' kavramına açıklık getirdi.

Tanımlamanın medya tarafından 'yanlış' yorumlandığını anlatan Prof. Dr. Mardin, "AK Parti iktidarına kuşkuyla bakan kesimler 'mahalle baskısı' kavramını kullandı. Bu beni rahatsız etti. 'Mahalle baskısı' kavramını politik sürecin içine sokmadan önce kavramın kendisini anlamak lazım." dedi.

Prof. Dr. Şerif Mardin, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda, Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği'nin (SORAR) düzenlediği 'Mahalle baskısı' konulu toplantıya konuşmacı olarak katıldı. Konuşmasında 'mahalle' kavramını irdeleyen ünlü sosyolog, Osmanlı'da mahallenin gerçek bir bilim olduğunu ve toplumu temsil ettiğini hatırlattı. Mahalleyi oluşturan unsurların başında camilerin geldiğini anlatan Şerif Mardin, Cumhuriyet'le birlikte caminin yerini alan okulların iyiye, güzele ve doğruya yönelik derinlemesine felsefeler üretemediğine dikkat çekti. Mardin, "Avrupa'da insanlar dindar olsun olmasın, iyiye, güzele ve doğruya dair felsefe üretmişlerdir. Binlerce sayfa yazı üretmişlerdir. Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinlemesine araştıralım diye bir şey yok. Orada binlerce sayfa tartışma bulamazsınız. Bunları bulamadığınız zaman göz kalıyor. Göz ve bakma, paradoksal olarak mahalle baskısı unsurlarından biri gibi geliyor." açıklamasında bulundu.

Prof. Dr. Şerif Mardin, geçtiğimiz yıl kullandığı 'mahalle baskısı' kavramına da açıklık getirdi. Kavramın medya tarafından yanlış kullanıldığını ifade eden Mardin, bu durumun kendisini rahatsız ettiğini anlattı; "Kavramın siyasî bir slogan olarak kullanılmasının dışında kendi hayatiyeti var. Bunu anlatırken basitçe izahlara düşmemek gerekiyor."

'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' sözlerinin derinlikli bir felsefenin ürünü olmadığını aktaran Şerif Mardin, Kemalizmi kuru bir ideoloji şeklinde tanımladı. Kavramın Türkiye'de tartışılmasının bugüne kadar mümkün olmadığını belirten Mardin, tartışan kişinin hayatının kalan günlerini hapishanede geçireceğini iddia etti: "Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey verememiştir." Medyanın Malezya örneğini de çarpıttığına dikkat çeken Prof. Dr. Mardin, bu ülkeye giderek yapılan sığ yorumların gerçeği yansıtmadığını belirtti.

'Laikliği tartışmaktan korkuyoruz'

Tartışmaya katılan bir izleyici, Mardin'e "İslamî yükseliş, laik toplumun çöküşü olur mu?'' şeklinde bir soru yöneltti. Prof. Dr. Mardin, bu soruya, "Türkiye'de hiçbir konuyu sonuna kadar tartışma geleneği yoktur. Başbakan 'laikliği tartışmıyoruz' dediği zaman bunun çok derin bir seviyede doğru olduğunu düşünüyorum. Laikliği tartışmaktan korkuyoruz. Yani laikliği tartışırsanız günlerinizi hapiste geçirebilirsiniz.'' dedi. ZAMAN

Nergihan Çelen
Zaman

Bizim halkımız bu mu?
Zülfü Livaneli

Taciz ve tecavüz Türkiye’nin gündeminde. O kadar gündeminde ki bu haberler ilgi bile uyandırmıyor artık.

Her gün gazeteler taciz, tecavüz haberleriyle dolu.

Dünkü gazetelerin yazdığına göre İzmir’de bir dede, iki küçük torununa cinsel tacizde bulunduğu için gözaltına alınmış.

Suçunu da itiraf etmiş.

Bu nedir?

Nasıl bir delirmedir?

Sapıklığın hangi boyutudur ki yaşlı bir dedeyi, torunlarını taciz etme alçaklığına sürükler?

İnsan yazarken bile utanıyor.

***

Son yıllarda, bu toplumun cinnet geçirdiğine ilişkin birçok yazı yazdım.

Bazıları bu yazılara itiraz etti. Tek tek olaylardan yola çıkarak genelleme yapmamam gerektiğini söylediler.

İyi ama bu iş bir, üç, beş değil ki?

Annesinin başını kesen kızlar, eşikteki beşikteki demeden bütün ailesini kurşuna dizen babalar torununa, çocuğuna tecavüz eden sapıklar.

Kasabalarda 11 yaşındaki kıza aylarca tecavüz eden ileri gelenler, kamu görevlileri.

Töre için idam edilen ya da intihar süsü verilerek öldürülen kızlar.

Bu nasıl bir cinnet?

Nasıl bir toplu çıldırma?

***

Bazen televizyonlardaki “itiraf” programlarına gözüm takılıyor ve dehşete düşüyorum.

Bu halk mı bizim halkımız?

Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı yaratan halk bu mu?

Bozlakları, barakları, uzun havaları bu insanlar mı söylüyordu?

Yoksa “O iyi insanlar, o güzel atlara bindi gitti!” de yerine yecüc mecücler mi geldi?

***

Hadi her şeyi bir tarafa bırakalım beş-on yılda, bir halkın görünümü de mi değişir?

Üşenmezseniz eski Türk filmlerindeki figüranlara ya da yoldan gelip geçenlere bir göz atın.

Bir de bugüne bakın.

Bambaşka insanlar göreceksiniz.

***

İnsanın bu toplu çıldırmayı, toplu cinneti görmemesi için özel olarak gözlerini kapatması gerekir.

Bazıları bunu yapıyor ve halkı kutsallaştırarak, onu eğitmek isteyen görüşlere karşı çıkıyor.

“Halk neylerse güzel eyler!” fetişizmiyle hareket ediyor.

Madem öyle o zaman her üç kadından birine şiddet uygulayan, aile içi şiddette kadınları öldüren, torunlarına sarkıntılık eden insanları da başınızın üstünde taşıyın.

***

Aslında bu gerçeği en iyi bilen yine halk.

Zaman zaman, halkın hangi kuruma güvendiğini araştıran anketler yayınlanıyor.

Bir zahmet, halkın halka ne kadar güvendiğini de soruverin.

Bakın bakalım yüzde 1’i halka güveniyor mu?

VATAN

Zülfü Livaneli
Vatan
Toplum alarm veriyor
05 Mayıs 2009

Ağaçlardan ormanı göremediğimiz günler yaşıyoruz. “Şok” ya da “flaş” diye duyurulan haberlerin bombardımanıyla bütün ülke haber yorgunu oldu.

Normal bir ülkede insanları ayağa kaldıracak gelişmeler, burada yarı kapalı göz kapaklarıyla, bezgin bir halde izleniyor.

Hiçbir şey şaşırtmıyor artık insanları, heyecanlandırmıyor.

Oysa şaşırmak, sorgulamak, nereye gittiğimizi düşünmek gerekir.

Bu, en azından bir yurttaşlık görevi.

Sözlerimle sadece siyaseti ve hükümet-muhalefet cephesinin maceralarını kastetmiyorum.

Onlar buzdağının su kesimi üstünde kalan küçücük bir parçası.

Her şey toplumun derinliklerinde olup bitiyor. Geleceğimize dair işaretler o derinliklerde oluşuyor.

Siz hiç ülkede bu kadar çok kafa kesmeye şahit olmuş muydunuz?

Doğrusunu söyleyeyim, ben olmamıştım.

Biz öyle bir Türkiye’de yetiştik ki Ayla adlı küçük bir kızın ortadan kaybolması Türk basınının ve kamuoyunu bir yıl uğraştırmıştı.

Ama şimdi bakıyoruz ki kafa kesen kesene. Öldürmek de yetmiyor, ille kafa kesilecek.

Annesinin kafasını kesen genç kızlara bile rastlanan bu ülkede, yılbaşından bu yana on beş kafa kesme olayını “rastlantı” olarak geçiştirmek mümkün mü?

Benim samimi olarak düşündüğüm şey şu:

Toplum alarm veriyor ama biz bu mesajı alamıyoruz.

TBMM’de olduğum yıllarda, “Gençlik ve Artan Şiddet” konulu bir meclis araştırması önergesi vermiştim. Daha sonra bu konuyu araştıran, inceleyen bir komisyon kuruldu ve yararlı çalışmalar da yaptı.

Ama yetmiyor.

Artan şiddet bir türlü önlenemiyor.

***

Toplumun alarm verdiğini gösteren bir başka önemli olay da aynı gün 9 kişinin intihar etmesiydi.

Düşünün, bir ülkenin dokuz yurttaşı aynı gün canına kıyıyor.

Aralarında değerli bir tiyatro oyuncusu da var.

İntiharın en yüksek olduğu Macaristan ve İsveç’te bile görülmez böyle bir trajedi.

***

Şiddet artışını ve intiharları, sadece ekonomik krize bağlamak da yanlış bence.

Bunun etkisi mutlaka var ama toplumdaki değer yargılarının yok oluşu; aile, eş, dostluk bağlarının gevşemesi, insani değerlerin her gün ayaklar altına alındığı bir düzende yaşıyor olmamız da önemli.

Kısacası toplum alarm veriyor vermesine de biz bir türlü külahı onümüze koyup düşünemiyor, yine günü kurtarmaya çalışıyoruz.

Zülfü Livaneli - Vatan
zlivaneli@gazetevatan.com

Salih Tuna

Sevgilisiymiş!

Bazı şeylerin muhafazakarı-liberali, laiki- antilaiki olmaz. Sizin mahalle, bizim mahalle ayrımı olmaz bazı şeylerde.

Mahallelerimiz ne kadar karışmasa da birbirine; Güngören'den Bebek'e, Ümraniye'den Nişantaşı'na bir "yol" vardır her zaman.

Vaktiyle âşıkların kalbinden girilirdi bu yola.

Yazık ki yazık, zengin kız fakir oğlan aşkı eski filmlerde kaldı.

Çünkü "yeni kültür" bu yolu da tahrip etti.

Zaten bütün güzel yolları berhava eden "yolsuzluğun" adıdır "yeni kültür".

Bu öyle bir "yolsuzluktur" ki, çalıp çırpma anlamındaki maddi yolsuzluk bunun içinde küçük bir cüzden ibaret kalır.

Şimdi de bir yol var mahalleleri birbirine bağlayan ama sapkın yol bu!..

Muhammet Fırtına adlı 6 yaşındaki bir çocuk, annesi ve suç ortakları tarafından katledilip Çorlu'da buğday tarlasına atılıyor; Münevver Karabulut adlı genç bir kızın kesik başı Etiler'de çöp konteynerine.

Hepimiz aynı kirliliğin, aynı çürümüşlüğün mahkûmlarıyız artık…

Biz çağdaşız; tiyatro, opera, arya biliriz, bizde böyle rezillikler olmaz denilemeyeceği gibi, biz dindarız; bizim kapımızı böyle ahlaksızlıklar çalmaz da denilemez.

"Bu dünya fanidir, ebedî olan öte dünyadır" inancına sahip olduğunu iddia ettiği halde, "onu da götüreyim, bunu da" yollu doymak bilmez bir iştiyakla "dünyaya baki, ahirete fani" muamelesi çeken "ahlaksız dindarlarla", ebedi telakki ettiği dünyaya ahiret muamelesi çeken "dinsiz dindarlar" arasındaki farkın "yeni kültür" nezdinde hiçbir kıymeti yoktur.

"Yeni kültür" mahreçli "kokuşmuşluk" ayrım yapmaksızın her mahalle sakinini katar önüne…

Çamur deryasındaki ellerimizi tutup felaha kavuşturacak "imkânlar" da hoyratça tüketiliyor.

Mesela, Kenan Doğulu, "Onuncu Yıl Marşı"na yaptığına benzer bir şekilde, Hazreti Mevlana'yı popülerleştirmek istediğini falan söylemişti, Saba Tümer'in programında.

Elif Şafak çok şükür böyle söylemiyor, ama, yalan yanlış bilgilerle Hazreti Pir'i romanına "meze" yapmaktan da öteye geçmiyor.

Sayın Tuğrul İnançer'in Gerçek Hayat Dergisi'nden Gülcan Tezcan'a verdiği mülakatta belirttiği üzre, 1243'ün Bağdat'ında bir derviş patlıcan soyamaz; çünkü patlıcan da, domates ve biber gibi Amerika'dan gelmiştir.

Tamam, romanındaki buna benzer maddi hataları Elif Şafak'ın yüzüne vurmayalım; ya "Mevlana'nın eşi Kerra"ya söylettiklerini ne yapalım?

"Müslümanlığa geçerken" Meryem'i terk etmek zorunda kalan mühtedi kadın imajını Elif Şafak'ımız nerden öğrendi acaba?

Ortaçağ romanslarından mı?

Burada keselim; maksadımız "Yeni kültür"ün nasıl bir heyula olduğuna örnek vermekti sadece.

"Piç" bir kültür bu: Helali harama, günahı sevaba, hakkı batıla katıp karıştıran; el attığı her kutsalın içini boşaltan…

Çürüten bir kültür bu: Her kelime (aşk, sevgili ne varsa) kirleniyor ağızlarımızda…

Kamuoyunun Müge Anlı'nın programından tanıdığı evli bir kadın, evli bir adamla, evli ve çocuklu başka bir adamın evinde fuhuş yaparken 6 yaşındaki oğlu tarafından görülünce, düşüp kalktığı adamlarla işbirliği yaparak özbeöz çocuğunu öldürüyor!

Hürriyet gibi gazeteler de bu vahşeti, "İki sevgili yatakta olduğu sırada minik Muhammet eve gelerek ilişkiye tanık oldu. Panikleyen sevgililer…" ifadeleriyle verebiliyor.

Ne "sevgilisi" ulan?

Bu müstekreh "ilişki"nin arasında "sevgili" kavramının işi ne?

Siz bu kafayla, 6 yaşındaki oğlunu öldürüp kemikleri kalıncaya kadar kuşa böceğe yem yapan o annenin fuhşuna da "aşk" dersiniz mutlaka!

Fahişeleri "Aşk yaparken yakalandılar…" şeklinde sunmadınız mı yıllarca?

Fuhuşa aşk diyen bu dilleri nerden öğrendiniz?

"Yeni kültür"ün nakliye araçları, rating şampiyonu dizilerinizdeki "aşk üçgenleri"nden mi?

YENİ ŞAFAK

300 erkekle yattı göreve devam!
27 Haziran 2008 08:52

Kocasını 300 erkek ile nasıl aldattığını kitaplaştıran ve televizyonlara çıkarak reklamını yapan Y.Y. isimli öğretmenin memuriyetten men'ine gerek görülmedi. İLİŞKİLİ HABERLERO öğretmen çocuk okutacak mı?300 erkekle yattı göreve devam! İnançları gereği taktıkları başörtüsü sebebiyle yüzlerce öğretmen memuriyetten men edilirken, eşini nasıl aldattığının kitabını yazan öğretmenin memuriyetten men'ine gerek görülmedi. Kocasını nasıl aldattığını sahte isimle yazdığı bir kitapta anlatınca, hakkında İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından idari soruşturma başlatılarak açığa alınan İngilizce öğretmeni Y.Y. hakkında yapılan idari soruşturmadan ilginç bir sonuç çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı, Y.Y.’nin memuriyetten men'ine gerek görmedi.

Şebnem Berrak A. takma adıyla kaleme aldığı kitapta eşini 300 erkekle aldattığını yazarak gündeme gelen Sarıyer Mehmet İpkin İlköğretim Okulu İngilizce öğretmeni Y. Y. hakkında İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından başlatılan idari soruşturma tamamlandı.

ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİLER İLE GÖRÜŞÜLDÜ
Y. Y. hakkında başlatılan soruşturmada görevlendirilen müfettişler okul öğretmenleri ve öğrenciler ile yaptıkları görüşmeler ardından kaleme aldıkları raporda, Y. Y.’nin sözkonusu kitabı yazdığına, kitabı ile ilgili Kanal D televizyonuna çıkarak canlı yayında reklamını yaptığına, bu yayını izleyen okul öğretmenlerinin şahsı hemen tanıdıklarına kanaat getirildiği yönünde görüş bildirildi.

MÜFETTİŞ MESLEKTEN MEN'İNİ TALEP ETTİ
Muhakkikler tarafından hazırlanan raporda 657 sayılı kanunun 125. maddesi g bendinde yeralan “Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak” suçunun işlendiği kanaati oluştuğu, şahsın “memuriyetten men” ile cezalandırılması gerektiğine vurgu yapıldı.
Rapor, İl Disiplin Kurulu tarafından uygun görülerek 657 sayılı kanun gereği kararı alma yetkisine sahip Milli Eğitim Bakanlığı Üst Disiplin Kurulu’na havale edildi. Kurul, geçtiğimiz günlerde öğretmenin durumu ile ilgili yaptığı görüşme sonucunda mevcut suçu memuriyetten men için yeterli görmedi.

BAKANLIK CEZAYI HAFİFLETTİ
Kurul, kitabın söz konusu öğretmen tarafından yazıldığı yönünde kanaat oluşsa da Y. Y.’ye bir yıl kademesinin ilerlemesinin durdurulması cezasını verdi.

Görev yeri bile değiştirilmeyen Y. Y.’nin kadrosu halen rezil kitabı kaleme aldığı dönem görev yaptığı Sarıyer Mehmet İpkin İlköğretim Okulu’nda bulunuyor. Maaşını eksiksiz alan Y. Y’ye ek ders ücreti bile ödeniyor. Y. Y. soruşturma çerçevesinde açığa alınması üzerine açığa alınması ile ilgili İstanbul İdare Mahkemesi’ne dava açmış davayı kazanmıştı.

EŞİ DE BOŞANMA DAVASI AÇMIŞTI
Y. Y.’nin öğretim üyesi olan eşi A.Ç.Y ile Sarıyer Aile Mahkemesi’nde boşanma davası devam ediyor. Y. Y. aynı zamanda çiftin ortak çocuğu M.Y’yi eşine göstermediği gerekçesiyle Sarıyer 1.İcra Mahkemesi’nde yargılanıyor.

(Vakit)

300 erkekle yatmış, başını örtmemiş ya!
28 Haziran 2008 16:29
Haber 7

Türkiye gariplikler ülkesi. Kurallar, toplumun değerleri ile alay edilmek üzere hazırlanmış sanki.

(..)

Son yaşadığımız çarpıklığı biliyorsunuz. Bir tarafta, kocası askerde iken onu 300 erkekle nasıl aldattığını itiraf eden, dahası iğrenç hatıralarını bir kitapta toplayan bir öğretmen var. Öbür tarafta ise derse başörtüsü ile derse girdiği için öğretmenlikten atılan iki öğretmen. Dahası öğretmenler…

Bunların hikayelerini Haber 7’de detaylı bir şekilde okudunuz. Ben burada anlatarak uzatmak istemiyorum. Arzu edenler, arşivden ulaşıp bakabilir.

Sakarya İmam Hatip’te başörtülü öğretmenler Fatma Karaduman ve Sevil Tandoğan, meslekten ihraç edildiklerinde, yurt içindeki bütün hukuki yollar yüzlerine kapandı. Dahası, haklarını gidip aradıkları AİHM de “İslami başörtüsünü çıkarmaya sürekli direndikleri için lise öğretmenliği görevlerinden alındıkları” yolundaki iç hukuk kurallarına destek verdi. Açık ifade ile, AİHM kapısı da yüzlerine şiddetli bir şekilde kapanmış oldu.

Karaduman ve Tandoğan hakkında verilen kararlar, medyanın bir kısmı tarafından günlerce manşetten işlendi. İki öğretmenin yaptıkları bu topluma “en aşağılık suç” imiş gibi gösterilmeye çalışıldı.

Bir başka öğretmen olayı ise Sarıyer Mehmet İpgin İlköğretim Okulu’nda yaşandı. İngilizce öğretmeni Y.Y. (kendi adını vererek yaşadığı rezaletleri kitabında açık açık anlatıyor, biz niye gizlemek durumunda kalıyoruz bilmiyorum) öğretim üyesi kocasını askerde iken 8 ayda nasıl 300 kişi ile aldattığını anlatıyor.

Yalnız aldatmakla kalmıyor, kimlerle nasıl aldattığını da bir kitapta topluyor. Üstelik Kanal D ekranına çıkıp nasıl becerdiğini de açık açık anlatıyor.

Başörtüsü ile derse girenlerin akıbetlerini yukarıda özetledim. 300 kişiden arda kalan Y.Y. hakkında ne mi yapılıyor dersiniz?

Hükümetin Milli Eğitim Bakanlığı müfettiş görevlendiriyor. Müfettişler, televizyona çıkıp yaptıklarını anlatan kadın ile Sarıyer Mehmet İpgin İlköğretim Okulu’ndaki öğretmen Y.Y.’nin aynı kişi olduğunu belirliyor.

Müfettişler hazırladıkları raporda, 657 Sayılı Kanun’un 125. maddesi G bendinde yer alan “memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hakaretlerde bulunmak” suçunu işlediğine hükmediyor. “Memuriyetten men” edilmesi gerektiğini yazıyorlar.

Rapor, İl Disiplin Kurulu tarafından da uygun görülüyor ve kararı alma yetkisine sahip olan Milli Eğitim Bakanlığı Üst Disiplin Kurulu’na gönderiliyor.

Üst Disiplin Kurulu’nda ne mi oluyor dersiniz?

Y.Y’nin yaptıklarının memuriyetten men için yeterli görülmediğine hükmediyor. Kısacası, askerdeki kocasını 300 erkekle nasıl aldattığının kitabını yazan ve bunu ekranlara çıkıp anlatan kadın öğretmenlik görevine göre dönüyor.

Şimdi, siz 300 erkekle kocasını aldattığını aleme ilan eden kadını yeniden bu toplumun temel taşı olan yavruların karşısına dikerseniz, kimsenin size güveni kalmaz. Ne size güveni kalır, ne eğitim sistemine, ne de yaşadığı devlete…

Üst Disiplin Kurulu, medyanın bazı kesiminden gelecek tepkilerden korkarak, bu kadının yaptıklarını “yüz kızartıcı ve utanç verici hakaretlerde bulunmak” kapsamına alamamış. Bu çok açık ve net.

Medyanın bir kısmından gelecek tepkiden korkanlar, “namusunun en yüce değer” olduğuna inanan toplumu karşısına almakta bir sakınca görmedi. Onlarım mini mini masum çocuklarının körpe dimağlarına zehir ekilmesinde sakınca görmediler.

Ankara’da bir ana okulu öğretmeni, günlerce medyanın bazı organlarınca sırf başını örttü diye takip edildi. Yalnız takiple kalmadılar, taciz ettiler, teşhir ettiler. Büyük suç işlemiş, en büyük ahlaksızlığı yapmış gibi bize yutturmaya çalıştılar.

Askerdeki kocasını 8 ayda 300 erkekle nasıl aldattığını övüne övüne anlatan Y.Y.’yi ise çok iyi iş yapmış gibi ekrandan kitabının pazarlamasına yardımcı oldular.

Yuh olsun sizin tiynetinize,
Yuh olsun sizin ahlak anlayışınıza,
Yuh olsun sizin toplum mühendisliğinize.

Ünal Tanık
tanik@haber7.com



Cinsellik Yaşı Düşerken, EvlilikYaşı Artıyor

08.05.2007 22:27
Yaşam Boyu Cinsel Sağlık... Sizin de Hakkınız" projesi kapsamında hazırladığı "Gençlik ve Cinsellik" konulu sekizinci ve son dosyasını basına açıkladı.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selma Karabey, dünyada cinsel ilişki yaşının düştüğünü, evlenme yaşının ise arttığını belirterek, "Bunun sonucunda erken ve korunmasız cinsel ilişki oranı artıyor" dedi.

Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD), AB tarafından finanse edilen ve Sağlık Bakanlığı Türkiye Üreme Sağlığı Programı kapsamında desteklenen
Swissotel’de düzenlenen toplantıda araştırma sonuçları hakkında bilgi veren İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selma Karabey, ergenlik döneminin hızlı bedensel, cinsel ve psikolojik değişimlere yol açtığından insan hayatı için kritik bir dönem olduğunu, bu süreçte gençlerin erişkinlerin büyük desteğine ihtiyaç duyduğunu söyledi.

Karabey, ergenlik dönemine hazırlıksız yakalanan gençlerin "adet kanaması" ve "gece boşalmaları" gibi bedensel değişikliklerle karşılaştıklarında korkuya kapıldıklarını dile getirerek, gençlerin bu konuda önceden bilgilendirilmesi gerektiğini vurguladı.

Gençlerin, Türkiye nüfusunun yüzde 26’sını oluşturduğuna dikkat çeken Karabey, CETAD’ın araştırma sonuçlarına göre, sosyal yapıya göre farklılık göstermekle birlikte ilk cinsel ilişki yaşının kadınlarda 19.5, erkeklerde ise 19 olduğunu söyledi.

Karabey, Türkiye’deki kadınlarda erken yaşta evliliklerde ise azalma gözlemlendiğini kaydederek, "Dünyada cinsel ilişki yaşı düşüyor.

Evlenme yaşı ise yükseliyor. Bunun sonucunda erken ve korunmasız cinsel ilişki oranı artıyor" diye konuştu.

Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar hakkında da bilgi veren Karabey, Türkiye’deki gençlerde cinsel sağlık ve üreme sağlığı alanında bilgi ve hizmet açığı olduğunu belirterek, "Türkiye’de gençlerin dörtte üçü cinsel bilgiden yoksun" dedi.

BEKARET
Karabey, Türkiye’de ergenlik dönemindeki gençlerin en önemli bilgi kaynaklarını ise arkadaş ve çevre olarak açıkladı.
Bekaret konusunun Türk toplumu için çok önemli olduğunu ifade eden Karabey, araştırmaya göre "bekareti kadının namusunun simgesi" olarak görenlerin oranının yüzde 63, "kadının bekaretinin sadece evlilikle bozulması" gerektiğine inananların oranının ise yüzde 65 olduğunu bildirdi.
Karabey, bu oranın yaş ilerledikçe ve eğitim düzeyi düştükçe arttığını kaydetti.

İNTERNETİN ETKİSİ
Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı Genel Koordinatör Yardımcısı Uzman Sosyolog Nurcan Müftüoğlu da cinselliğin, argo ya da tıp dilinin dışında da konuşulabileceğinin öğrenilmesi gerektiğini söyledi.

Üreme sağlığı hakkında bilgi veren Müftüoğlu, 18 yaş altı gebeliklerde anne ölüm oranlarının 18-25 yaş grubuna oranla 2.5 kat daha fazla olduğunu bildirdi.

Müftüoğlu, dünya genelinde 15-19 yaş grubunda her yıl 15 milyon genç kadının doğum yaptığını belirterek, her yıl yapılan düşük doğum sayısını 4 milyon olarak açıkladı.

Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara da değinen Müftüoğlu, "Dünya genelinde her yıl 100 milyon genç kıza cinsel yolla enfeksiyon bulaşıyor. Her 20 gençten birinde cinsel yolla bulaşan enfeksiyon görülüyor. Her gün 15-24 yaş grubunda 7 bin HIV vakasına rastlanıyor" dedi.

Mütfüoğlu, cinsellik konusunda bilgi kaynaklarının eğitim düzeyine göre farklılaştığını dile getirerek, şunları söyledi:

"Cinsellikle ilgili bilgi edinme konusunda internetin önemi giderek artıyor. Anadolu’da gençler ağırlıklı olarak pornografi sitelerine yöneliyorlar. Orada pornografi bir bilgi kaynağı olarak yükseliyor. Bu, çok riskli aslında. Pornografi, merak ya da keyif duygusuyla üstüne gidilebilir bir olgu. Ancak gençler, pornografiyi bir bilgi kaynağı olarak gördüğünde, cinsellik konusundaki referanslarını pornografiyle oluşturduğunda ciddi sorunlar yaşayabiliyor." Cinsel eğitim konusunda okul ve ailelerin rolünün sınırlı olduğunu ifade eden Müftüoğlu, "Üniversite mezunu bir genç 20 yıllık eğitimiyle istihdama hazırlanıyor. Ancak bu süreçte kendi bedenini tanımak konusunda hiç bir bilgi alamıyor" diye konuştu.

http://www.aktifhaber.com/read_news.php?nID=114056

Hayvan leşini 'et' diye yemek fabrikalarına satmışlar

25 Mart 2009 Bursa'da, ölen hastalıklı hayvanları gömüldükleri yerden çıkartıp kasaplara ve yemek fabrikalarına sattığı öne sürülen bir şebeke çökertildi. 14 kişinin gözaltına alındığı operasyonda canlı at ve eşeklerin de yemek fabrikalarına satıldığı ve sucuk yapıldığı ortaya çıkarıldı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri aralık ayında soruşturma başlattı. Ölen hastalıklı hayvanları gömüldükleri yerden çıkarıp etlerini kasap ve yemek fabrikalarına sattığı öne sürülen Ö.K. önderliğindeki suç örgütüne ulaşıldı. Soruşturmayı derinleştiren Bursa İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, adı geçen suç örgütünün veteriner raporları ile hastalıktan itlaf edilen veya öldüğü için gömülmüş olan hayvanları çıkartarak etlerini normal kesilmiş hayvan gibi kasap ve yemek fabrikalarına sattığını belirledi. Ayrıca at ve eşek gibi besi hayvanı olmayan hayvanların etlerini dana ve koyun etiymiş gibi piyasaya sürdükleri tespit edilen örgütün, hayvan hırsızlığı yapıp çalıntı hayvanların etlerini de sattıkları belirlendi.
Jandarma ekipleri, suç örgütüne üye olduğu iddia edilen 14 kişiyi gözaltına aldı. Tarım İl Müdürlüğü ile koordineli olarak 16 yerde de operasyon düzenlendi. Operasyonların sürdüğü zanlıların sorgulamalarının ardından cuma günü adliyeye sevk edilecekleri belirtilirken, yüklü miktarda at eti, ölü hayvan eti ve bu etlerden imal edilmiş çok miktarda sucuk ele geçirildi.

150 KİLO AT ETİ, 80 ADET KANGAL SUCUK VE 3 ÖLÜ KÜÇÜKBAŞ HAYVAN ELE GEÇİRİLDİ
Suç örgütünün 14 üyesinden 6'sının Osmangazi, 6'sının Mustafakemalpaşa, 2'sinin de Yıldırım ilçesinde yakalandığı bildirildi.
Bursa Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada, İl Jandarma Komutanl ığının, Yıldırım, Osmangazi ve Mustafakemalpaşa'da "suç işlemek amacıyla örgüt kuran, bu kapsamda büyükbaş ve küçükbaş hayvan hırsızlığı yaparak canlı ya da kesilmiş halde piyasaya süren", liderliğini Ö.K, Ş.K. ve R.G'nin yaptığı suç örgütünün faaliyetlerini ortaya çıkarmak amacıyla bu sabah saat 06.00'da operasyon düzenlediği belirtildi.
İl Jandarma Komutanlığınca "Balyoz-5" adı verilen operasyon kapsamında 2'si Yıldırım'da, 6'sı Osmangazi'de, 6'sı da Mustafakemalpaşa'da olmak üzere toplam 14 kişinin yakalandığına işaret edilen açıklamada, suç örgütünün hayvan hırsızlığı dışında ev ve iş yerlerinden hırsızlık yaptıklarının, arazide buldukları at ve eşekleri av tüfeğiyle öldürmek suretiyle etlerini piyasaya sürdüklerinin saptandığı vurgulandı.
Açıklamada, örgüt üyelerinin çeşitli nedenlerle hastalıklı olduğu için araziye gömülen hayvanları da gömüldükleri yerlerden çıkartarak anlaşmalı yemek şirketlerine ve kasaplara sattıklarının tespit edildiğine işaret edildi.
Operasyonda 150 kilogram at eti, 80 adet kangal sucuk, 3 küçükbaş hayvan leşi, 2 tabanca, 3 av tüfeği, 1 adet bıçak ele geçirildiğine, delil niteliğ inde olan 3 adet telefon rehberi ve hesap kayıtlarına el konulduğuna değinilen açıklamada, soruşturmanın devam ettiği kaydedildi.
Jandarmanın örgüte ulaşmas ını sağ layan ilk olay Mustafakemalpaşa'da 23 Kasım 2008'de meydana gelen 5 küçükbaş hayvan hırsızlığı olurken, 26 Aralık 2008'de tüberkülozdan telef olunca gömülen bir büyükbaş hayvanı gömüldüğü yerden çıkarıp satma girişiminde bulunan zanlıların yakalanmasıyla da soruşturmanın derinleştirildiği öğrenildi.
Zanlıların genelde mezbahalarda ölüp gömülen hayvanları gömüldükleri yerden çıkararak et diye sattıkları, bu iş için de mezbahaların önünde gizlice "Nöbet tutarak" gömülmüş ölü ya da hastalıklı hayvanları ve nereye gömüldüklerini belirledikleri kaydedildi.

netgazete

Devleti 1 milyon TL soymaktan zanlı 7 kişi tutuklandı
15:30 - Tekirdağ'ın Saray ilçesinde doğrudan gelir desteği almak için "ölmüş kişi üzerinden sahte kira sözleşmesi düzenledikleri, imara açılarak tarla vasfından çıkmış araziyi tarla, ekilmemiş araziyi de 'ekili' göstermek kaydıyla destekleme primi yüksek olan ürün üzerinden evrak hazırladıkları ve bu yolla devleti yaklaşık 1 milyon TL zarara uğrattıkları" gerekçesiyle gözaltına alınan 16 kişi, emniyetteki sorgularının ardından Saray Adliyesine getirildi. Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınan zanlılar mahkemeye sevk edildi. Avukat S.A, 1 mühendis ve 5 zanlı tutuklanarak cezaevine gönderildi. 01.04.2009 TEKİRDAĞ netgazete

Mehmet Altan/Star
Cumhuriyet’in Kürt Modernleşmesi

Mazıdağı ilçesinin eski adı ‘Şemrex’miş... Bilgeköy’e baktım, onun adı da ‘Zanqirt’miş. Zanqirt, ‘bilge’ anlamına geliyormuş...

Oradan Bilgeköy’e dönüşmüş.Bu isimlerin değişmesi...Zanqirt’ten Bilgeköy’e geçiş ne?

Ne olacak...

Cumhuriyet’in ‘Kürt Modernleşmesi’...

* * *

Hálbuki ulus-devlet modernleşmesi:

Kültürleri yok sayarak değil...

Üretim biçimini dönüştürerek...

Batılılaşmanın ‘batılı gibi tüketmek’ten değil, ‘batılı gibi üretmekten’ geçtiğini anlayarak...

(..)

Ulus olmanın ekonomik alt yapısını kurmaktır.

Cumhuriyet, ‘modernleşmeyi’ batılı gibi tüketmek sandı...

Köy ismi değiştirdi, kararnameyle şapka devrimi yaptı.

Ama Bilgeköy’deki üretim ilişkilerini değiştirerek buradan bir dünya mekánı çıkaramadı...

* * *

Hálbuki ulus-devlet modernleşmesi:

Kültürleri yok saymak değil...

Ulaşımı...

İletişimi...

Ülkenin geri kalanıyla ticari alış verişi kolaylaştırmaktır.

Ülkenin ortak değerler etrafında şekillenmesini sağlamaktır...

* * *

Ama ne gezer...

Buralarda ulus-devletin ekonomik altyapısını kurmak bir yana...

Güneydoğu ‘sürgün’ yeri sayılmış...

Ülkenin bir bölgesinin ‘sürgün yeri’ sayıldığı bir Cumhuriyet bizimkisi...

* * *

Adları değiştirmişler...

Sonra...

Sonra bir başka ‘hizmet’ daha var mı?

Sonrası iyilik, güzellik... Pek başka bir şey de yapmamışlar...

Yoksulluk...

Yoksunluk...

Sürgünlük...

Mahrumiyet... (..)

* * *

Altyapı gelişmemiş...

Eğitim gelişmemiş...

Sağlık hizmeti gelişmemiş...
(..)

Bölgedeki sosyal huzursuzlukların patlattığı kanlı ortamın mahsulü, ölen ve öldüren ‘korucular’ çıkmış...

Baksanıza Bilgeköy’de tüm erkekler korucu yazılmış...

İsim değiştirme ile başlayan ‘modernleşme’, korucu sistemiyle Nirvana’ya ulaşmış.

* * *

Bu arada...

Faili meçhuller...

Asitli ölüm kuyuları...

İtirafçılar...

Zorla boşaltılan köyler...

Helikopterlerden atmalar...

Minibüs taramalar...

Baş gösteren huzursuzluğa karşı Kuyucu Murat Paşa’dan yadigár yöntemler olarak hortlamış...

* * *

Sosyo-ekonomik bir kalkınma yok... Bunu anladık...

Peki, aynı aileden, aynı sülaleden gelen insanlar arasında ‘geleneksel kültür’ değerleri var mı?

Örneğin...

Katledilen ‘erkekler’ namaz kılıyormuş...

Katledenler de aynı dinden değil mi, onlar da namaz kılmıyor mu?

Peki dinde çoluk çocuk, kadın, ihtiyar öldürmek var mı?

Namaz kılana...

İbadet edene dokunmak var mı?

* * *

Cumhuriyet modernleşmesi ‘Zanqirt’i ‘Bilgeköy’ yapmaktan ibaret kalmış...

Geleneksel kültür de erimiş, yok olmuş.

Kültürel değerler, aynı kandan, aynı soydan gelenlerin diğer yarılarını akıl almaz bir vahşetle yok etmeleriyle yer değiştirmiş...

Tüm dünyayı ayağa kaldıracak büyük bir yozlaşmanın şahikası bu olsa gerek.

* * *

Cumhuriyet modernleşmesi yok...

Geleneksel kültür de yok...

Peki, ne var...

‘Kelle’ başına para kazanılan...

‘Kulak kıkırdağından’ anahtarlık yapılan ‘korucu kültürü’ var...

7 Mayıs 2009 Perşembe günü itibariyle Bilgeköy’e armağanımız budur.

Bu armağan da bizlere...

Esaret altında yaşamları heba olmuş gencecik gelin adayları üzerinden...

Çoğunluğu hamile kadınlar, minnacık bebekler, namaz kılan yaşlılardan oluşan 47 ölü olarak geri döndü.

Hepimize helal olsun...

Başka diyecek bir şey buluyor musunuz?

Müdür, 1 milyon TL'yi teyzesinin hesabına aktardı
23:20 - Antalya'da bir bankanın müşterilerinin, hesaplarındaki paranın kendilerinden habersiz başka hesaplara aktarıldığını iddia etmesi üzerine soruşturma başlatan güvenlik güçleri, paranın telefon bankacılığı yöntemiyle havale edildiğini belirleyerek, havalelerin gerçekleştirildiği telefon kayıtlarını incelemeye aldı. Para transferi sırasında verilen telefonlardan birinin bankanın müdürüne ait olduğunu tespit eden polis ekipleri, banka müdürü M.E'yi evinden çıkarken yakaladı. 15.05.2009 ANTALYA netgazete

Annesini öldüren genç kız, satanist çıktı
18:05 - Adana'da SBS'ye girmesini engellediği iddiasıyla annesini tabancayla vurarak öldürdüğü iddia edilen ve SHÇEK'e bağlı yurtta koruma altına alınan R.A'nın (12), pedagog ve psikolog gözlemlerine göre, "satanist yaklaşım"ları bulunduğu öğrenildi. Baba Ali A'nın da gazetecilere olaydan bir gün önce evinin duvarına satanistlikle ilgili yazı yazıp, işaretler çizdiğini söylediği R.A. hakkındaki hastane raporunda, şu ifadelere yer verildiği öğrenildi: "R.A'nın, babası ile ablasının kendisine iyi davrandığı, kız arkadaşlarından nefret ettiği, yoğun şekilde okula devam etmek istediğini, satanizm anlayışı içerisinde kendisini ifade ettiği, gözlemlendi." . 10.06.2009 ADANA netgazete

Bankacılar, sahte belge ile 1 milyon TL kredi vermiş
16:00 - Bursa Emniyet Müdürlüğü ekipleri, özel bir banka şubesinde düzenlenen sahte belgelerle kredi verildiği ihbarı üzerine operasyon düzenledi. İncelemede, dar gelirli vatandaşların maaşlarının fazla gösterilerek komisyon karşılığında bankadan kredi çekildiği tespit edildi. Operasyonu genişleten ekipler, bir banka yetkilisi ve banka çalışanlarının da aralarında bulunduğu 30'u aşkın kişiyi gözaltına aldı. Soruşturmada, çok sayıda kişinin de ifadesine başvurulduğu öğrenildi. 15.06.2009 BURSA netgazete

Prof. Nevzat TARHAN
Haber 7
Sel değil, ahlak erozyonu asıl felaket
11 09 2009

“İnsanlık öldü mü?” dedirtecek manzaralar yaşıyoruz.

Sel felaket, İstanbul’u sadece karnından vurmadı aslında kalbinden de vurdu. Sadece yoksullar değil lüks arabasını kenara çekip yağmaya katılan merhametsiz ve empati yoksunu insanlardan utandım. İnsan taşımaması gereken minübüste yedi kadın işçimizin ölümü ve yetim bıraktıklarına içim acıdı. Dışarıda sel varken TIR da uyuyabilen insanlara şaştım. Rant için şehirciliğin düzensiz uygulamasına üzüldüm.

Daha acı olanı da yağma olayları karşısında “Bırakın fakir fukara nasiplensin, nasılsa sigorta şirketleri var” diyerek onay verilmesi idi.

Protestan ahlakı

Bu satırları yazarken ABD’de Atlanta şehrinde kongre için bulunuyorum. Arkadaşım Prof. Kemal Arıkan ile yemek yedik ben son günlerdeki dağınıklığım nedeniyle olsa gerek çantamı kalabalık bir restoran’da unuttum ve aşağı yukarı bir buçuk iki saat sonra fark ettim. Döndüğümde içi dolu çanta bıraktığım yerde yoktu.Yöneticilere sordum çıkarıp çantayı verdiler.

Düşündüm aynı durum İstanbul’da olsa idi ne olurdu? Çantanın ‘arazi’ olma ihtimalinin İstanbul’da ABD’den daha yüksek olduğu kanaatine vardım.

Biz neden böyle olduk?

Prof. Osman Özsoy hocamız “Fransız tüccarı şaşırtan kese vakası” başlıklı yazısında atalarımızın ahlakına çarpıcı bir örnek verdi.

200 sene önce Batı ahlaken yeni oluşan protestan ahlakının iyi özelliklerini yaygınlaştırmaya başlamıştı.

Ortaçağ Avrupası kötü ahlakın çirkin neticelerini görüp Endülüs ve Osmanlıyı örnek alarak Rönesans ve reformla birlikte kendi modernizmini ve güncel ahlakını geliştirdi. Protestan ahlakı böyle çıktı ve kapitalizme kültürel kaynaklık yaptı.

Biz endüstri devrimine paralel modernizmi batının şekilsel modernizmine indirgedik. Yoksul ve güçsüz olmanın özgüven eksikliği ile kendi değerlerimizi küçük gördük ve terk ettik.

Osmanlı uleması ve medresesi dini bir kibirle mekteplere sırtını döndü. Dindarlığı şekilsel biçimde ele aldı. Tıpkı şimdiki Cumhuriyetçilerin milli bir kibirle modernizmi biçimsel olarak ele almaları gibi.

Bizim adımız Müslüman, ortalama batılının iş ve ticaret ahlakı Müslüman

Mekteplerde yetişen genç Türkler “Bizim değerlerimiz bizi geriletiyor” kanısına vardılar. Tanzimat ile başlayan batı hayranlığı bizim özgüven eksikliğimizle birleşince, ne tam batılı olduk ne de aslımızı koruyabildik.-

Özgüven eksikliği olan ama beklentileri de yüksek olan herkes gibi amaca ulaşmak için yalan teşvik edildi. Yalanın yaygınlaşması sosyal güveni zayıflattı. Bugünkü Türkiye ortaya çıktı.

Batı yalana ihtiyaç olmadan yaşama özgüvenini geliştirmişti. Bugün ortalama bir batılı bizden daha dürüst. Bizim adımız Müslüman onların iş ve ticaret ahlakı müslüman.

Yanlış kadercilik

Depremlere rağmen kötü yapılaşma devam ediyor, yanlış bir kadercilik anlayışı ile insanlar tembel ve kolaycı oluyorlar. Dışarıda sel varken TIR’ın içinde rahatça uyuyorlar. İnsan taşımaya uygun olmayan minibüs nedeniyle 7 kadın işçi hayatını kaybediyor. Belediyeler rant için çevre ve doğa bilimine uymayan yapılaşmaya göz yumuyorlar. Doğal afetin faturası daha büyük oluyor.

Dürüstlüğe dayalı kurum kültürü gerekli mi?

“Yalan geçici başarı verir ama dürüstlük kalıcı başarı getirir.

Yalancı günü kurtarır dürüst geleceği kurtarır.

Dürüst olmak çıkarcı olmaktan daha karlıdır.

Bencil kendi hukukunu dürüst toplumun hukukunu öne alır

Erdemli olmak zengin olmaktan daha değerlidir.

Nemelazımcılık hırsızlığın bir türüdür geleceğimizi çalar.”

Bütün bu özdeyişler protestan ahlakının sözleridir ama atalarımızdan ödünç alınmış vecizelerdir.

Başta aile kurumu olarak bu kültürü hayata geçirmenin önemini batının akıl ve bilimi zorunlu gördü ve uyguladı.

Bizde ise dürüstlük meziyet oldu “Ne dürüst adam” diyoruz. Halbuki dürüstlük en kıymetli genel kural olmalı idi.

Ahlaki dönüşüm ve değer yargılarımızda değişim olmadan ekonomik gelişim ve refah olmuyor.

İyi ve güzelin pasaportu yoktur. Bizde rağbet bulmazsa itibar gördüğü yere göç eder ve yaşar.

Sel felaketinde mağdurlara ve acı çekenle sabır ve rahmet diliyorum. Bu felaket bize iyi şeyler öğretir temennilerimle.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan - Haber 7
ntarhan@gmail.com

Kardeş kavgası kanlı bitti: 1 ölü, 1 yaralı

Adana'da, mısır çaldıkları için uyardığı iki kardeşi tarafından darbedilen ağabey, kardeşlerinden birini bıçaklayarak öldürdü, diğerini de yaraladı.

12 09 2009 16:50

Edinilen bilgiye göre, merkez Seyhan ilçesi Sarıhamzalı Mahallesi 47024 Sokakta oturan kardeşler Şinasi A. (19) ile Hasan A'nın (20) bir depodan çaldığı 6 torba mısırı eve getirmeleri üzerine ağabeyleri M.A. (23) ile aralarında tartışma çıktı.

M.A'nın ''Neden hırsızlık yapıyorsunuz, bizim ihtiyacımız mı var?'' uyarısı üzerine çıkan ve kavgaya dönüşen tartışmada, iki kardeş M.A'yı darbetti. Kardeşleri tarafından darbedilen M.A. mutfaktan aldığı ve rastgele saldığı bıçakla Şinasi A. ve Hasan A'yı vücutlarının çeşitli yerlerinden yaraladı.

Yaralanan Hasan A, ilk olarak özel bir hastaneye ardından da Numune Hastanesine sevk edildi. Burada yapılan müdahaleye rağmen Hasan A. kurtarılamadı.

haber7

Ahır basıldı; kesilmeyi bekleyen 41 eşek kurtarıldı
11:10 - Adana'nın Yüreğir ilçe jandarma ekipleri D-400 kara yolu Yakapınar beldesi yakınlarında şüphe üzerine bir kamyoneti takibe aldı. Durdurdukları kamyoneti arayan jandarma ekipleri, 80 kilogram kesilmiş eşek etiyle karşılaştı. Araç sürücüsü Eyüp A.'yı gözaltına alan jandarma ekipleri, zanlının sorgusunda yeni bilgilere ulaştı. Jandarma ekipleri, polis ve Yüreğir Belediyesi Zabıta Müdürlüğü'ne bağlı ekiplerle birlikte Bahçelievler mahallesinde Ahmet A.'ya ait evin altındaki ahıra operasyon düzenledi. Ekipler, ahırda, kesilmeyi bekleyen 41 tane eşek buldu. 27.09.2009 ADANA netgazete

KADINA VE ÇOCUĞA ŞİDDET ARTIYOR

16 Nisan 2010
ANTALYA - Türk Psikoloji Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Burhanettin Kaya, son yıllarda kadın ve çocuklara yönelik suçların arttığını söyledi.
Emniyet Genel Müdürlüğünün 2006 istatistiklerinde, kadına yönelik saldırının yüzde 72, genel saldırı suçlarının ise yüzde 64 attığının ortaya konulduğunu anlatan Kaya, ''Ancak emniyet infial yaratılabileceğini düşünerek o yıldan sonra istatistikleri yayınlamaktan vazgeçti'' dedi.
haber10

Vahşetin TSE damgası: Çakma ahlak
Özlem ALBAYRAK
albayrakozlem@yahoo.com

Siirt'te patlayan cinsel şiddet olaylarının şoku henüz tazeyken, memleketçe hep birlikte İzmir'den çıkan bir çakma seri katili tanımak zorunda kaldık.

Çakma evet, çünkü modern toplumlara özgü bir şiddet biçimi olan seri cinayet, hem acımasız ama sofistike bir intikam aracıdır, hem de akıllıca gerçekleştirilen bir delilik türüdür. Önceki gün İzmir'de yakalanan ve üç günde üç kişiyi öldüren seri katilin gerekçesi ise asla o kadar derin değildi: "Param yoktu, öldürdüm".

Oysa modern toplumlardaki seri cinayetleri eşelediğinizde, altından daha tarihsel, hatta manevi bir durumun sonuçlarına dair gerekçeler çıkar. Devasa bir sistemin içinde küçücük bir detaydan ibaret olduğuna uyanan; yabancılaşma, müzmin yalnızlık, kapitalizmin dayattığı toplumsal ilişki biçimleri ve aşırı bireyselleşme ile değer kaybına uğrayan bireyin, self değersizlik duygusuna direnememesinin, faturası yanlış zamanda yanlış yerde bulunma talihsizliğindeki kurbana kesilen bir maliyetidir sonuçta.

Katilin, çoğunlukla akıl terazisinin şaşmasıyla giriştiği, kendince bir adalet duygusu da içeren eylemlerdir bunlar. Suçlunun içinde yetiştiği toplum öylesi bir ilişki ağına sahiptir ki, bir şirket personelinin birbirleriyle geliştirdiği kadar profesyonel ve o derece oportünisttir.

Bir yanıyla "üzücü" bile bulunabilir, modern toplumlarda katili suça iten etkenler. Modern bir birey yani, ya fark edilmek için bir okula girip sınıf tarar ya da ayinsel yöntemler ve akıllıca planlarla seri öldürür. Onaylamazsınız asla ama, neredeyse anlayabilirsiniz O'nu.

İzmir'deki seri katile bakıyoruz, ne sebebi dolambaçlı, ne de biçimi öldürmesinin. Asla ontolojik gerekçeleri olmayan, saf vahşetten dolayı öldüren, adının başına "seri" nişanının getirilmesi bile insanda "fazla paye vermek" hissi doğuran katil türlerinden.

Bana kalırsa modernleşme sürecini tamamlayamamış, ama gelenek kabının da içini boşaltmış olan, bir krizin tam ortasında yaşayan toplumlardan bu tür suçlar çıkıyor. Siirt'te yaşanan cinsel şiddet örneği de bence bunu doğruluyor. Evet, modern toplumlarda da çocuklara tecavüz edebilecek, hatta öz çocuklarına cinsel şiddet uygulayabilecek suçlular var ve vardır. Gelgelelim, hiçbir modern toplum, suça kolektif bir sessizlikle iştirakte bu raddelere varamaz, gözünü yumma eylemi yüzlerce kişiye dek genişleyemez, diye düşünüyorum. Kapalı devre yayın yapsa bile gelenek de, buna asla sessiz kalamaz.

Meselemiz tam da bu. Modernizm sürecini kendine özgü tarihsel, kültürel ve siyasal gelişmenin ürünü/sonucu olarak değil, iç dinamiklerin sonucu olarak da değil, bir dış etkenin müdahaleleri, düzenlemeleri ve zorlamalarıyla yaşamaya bırakılmış olmak. Sonuç: Üçüncü dünya gerekçeleriyle ve düşünme biçimleriyle, postmodern eylemlere girişmek. Sonuç ortada: Kollektif değer yitimimin doğurduğu akıl almaz bir şiddet.

Yani, "Bizi bağlayan manevi ayak bağlarından kurtulalım, özgürlüğü tadalım, keyfimize bakalım" türü "Kır zincirlerini Gülsarı" açılıp saçılmalarının sonucu özgürlüğe adım atmak değil, insanlıktan tamamen çıkmak anlamına gelebiliyor.

Sonuçta, insan hazları ve çıkarları peşinde koşan, bencil, suç işleme potansiyeli her zaman ve zeminde bulunan bir yaratık. Ama suç işlemesi halinde, geleneksel toplumda, geleneksel ahlak algısından doğan, gelenek hukukuyla çerçevelenmiş, içinde ayıplama mekanizmasının da bulunduğu çeşitli yöntemlerle cezalandırılacağını bilir. Modern toplumda ise, modern ahlak algısından kaynaklanan modern hukuk kurallarıyla çerçevelenmiş, içinde ihbar etme mekanizmasının da bulunduğu yöntemlerle...
(..)
Yeni Şafak

02 Mayıs 2010
Böyle Bir Vahşet Görülmedi
Volkan Yılmaz'ı, ağabeyi ile arasını bozduğu iddiasıyla arkadaşının bisikletiyle birlikte nehre attığı ortaya çıktı.

Polis, gençlerin yüzme bilmediği için suda çırpınan Yılmaz'ın ölümünü 17 yaşındaki H.D. ile iki arkadaşın izlediğini belirledi.

Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi Cinayet Bürosu ekipleri, nehirde bisikletiyle birlikte bulunan Volkan Yılmaz'ın ölümündeki tüyler ürperten gerçeği çözdü. İddialara göre, 17 yaşlarındaki H.D., B.E. ve M.D. olayın olduğu akşam Volkan ile birlikteydi. Polis, bu gençleri gözaltına aldı. Emniyet Müdürlüğü'nde çapraz sorguya alınan B.E. ve M.D., arkadaşları H.D.'nin Volkan'ı nehre attığını ve boğulmasını izlediğini itiraf etti. H.D.'nin de Volkan'ı nehre atarak ölümüne sebep olduğunu itiraf ettiği öğrenildi. H.D.'nin polise, "Volkan ağabeyimle aramı açmıştı. Tartıştık, önce bisikletini nehre attım. Üzerime gelip küfür edince de kendisini. Yüzme bilmediği için suda çırpındı. Diğer iki arkadaşım kurtarmak için suya girmek istedi. 'Sizi de atarım' diye engelledim. Suda kayboldu, evimize gittik." dediği öğrenildi.

Cinayet zanlısı 3 genç, yaşlarının küçük olmasından dolayı Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü'nde gözaltında tutuluyor.
akt'fhaber

Etiketler: Cinayet ölü yaralı kavga 'Şiddetli geçimsizlik katletti bıçak bıçaklayarak Doğanevler Mahallesi 112 Acil Muğla Fethiye batman korucular benzin istasyonu ölü yaralı ölüm hırsızlık
polis kuyumcu ankara elmadağ cinayet Polis
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Eyl 19, 2009 8:45 pm    Mesaj konusu: Sizin çocuğunuz boğaz kesse onu kurtarır mıydınız? Alıntıyla Cevap Gönder

Zülfü Livaneli
Vatan
zlivaneli@gazetevatan.com
Sizin çocuğunuz boğaz kesse onu kurtarır mıydınız?

Günlerdir kafamı bu soru kurcalıyor?

Garipoğlu Ailesi’nin Cem’i kurtarmak için verdiği mücadeleyi izliyorum ve hayret ediyorum.

Evet evlat evlattır; ne yapsa insanın canının parçasıdır ama ya bu çocuk bir canavarsa...

Bir genç kızı yatırıp diri diri kesiyorsa, testereyle kafasını gövdesinden ayırıyorsa o evladı korumak içinizden gelir mi, gelmez mi?

Sonuçta, yapılan bir gençlik hatası diye görmezden gelinecek bir şey değil.

Bir kavga sonucu öfkeyle ateşlenen silahlardan, çekilen bıçaklardan da söz etmiyoruz.

Arabayla ölüme sebebiyet vermek de değil konu.

Mahkemenin belirttiği gibi “tasarlanarak ve canavarca işlenmiş bir cinayet.”

Katil, “Annemle kanları beraber sildik” diyor.

O anne o anda ne düşünmüştür acaba?

Nasıl böyle bir canavar doğurduğunu mu, yoksa oğlunu nasıl kurtaracağını mı?

Aslında Yunan trajedilerini andırır temel bir soru bu?

Bir ana, her hal ve koşulda evladını korur mu?

Canavar da olsa, katil de sapık da olsa benim canımın bir parçası mı der?

Yoksa onu adalete teslim edip, yaptığı canavarlığın hesabını vermesini mi ister?

Bu sorunun genel bir cevabı yok bence.

Herkes sadece kendi adına cevap verebilir.



***


Biliyoruz ki bu ülkede suç işleyen birçok genç, ailesi tarafından kurtarıldı.

Garipoğlu’lar yaptıklarının bedelini ödemediler ama garibanlar işlemedikleri suçlar için ya hapiste tutuldular ya da idam edildiler.

Şimdi de durumun böyle olmasına çalışılıyor ama galiba iş bu sefer farklı.

Çünkü medyanın ısrarlı takibi sonunda Karabulut cinayeti, herkesin meselesi haline geldi.

Dün bindiğim taksinin şoförü o kadar öfkeliydi ki burnundan soluyarak, “Bu oğlanı bana verseler kendi ellerimle öldürürüm” diyordu.

Şimdi aile işin soğumasını, unutulmasını bekleyecek, sonra oğlanı kurtarma oyunlarına devam edecek.

Ama bence faydasız.

Ne basın bırakır bu işin peşini, ne de halk!

Münevver’in kanının hesabı sorulmadan kamu vicdanı yatışmaz.

Sabah

Reha Muhtar
Vatan Gazetesi
İntihar eden Albay olayında sorular...
12 Şubat 2010

Bir kurmay subayın mesleğinin en önemli kavşak noktası, albaylıkla, amirallik ve generallik arasında sıkıştığı o birkaç yıldır...

Çok fazla albay vardır orduda...

Çok az amiral ve general çıkacaktır, o albaylar arasında ...

Atina’da gazeteciyken, askeri ateşelikteki kurmayları görürdüm...

Çoğu albay rütbesindeydi, hepsinin ve eşlerinin gözü kulağı, Ağustos atamalarında olurdu...

Hayatın bir kurmay subay için rengini belli ettiği yer orasıydı...

Ya çok azın içine girecek ve “paşa” olacak, ya da albay kalacak bir süre sonra emekliye ayrılacaklardı...

Bir kurmay subayın 2 ya da 3 yıl ailesiyle girdiği, inanılmaz bir sınavdı, bir virajdı bu...


***


Bu viraj çok acımasızdır...

Rekabet inanılmazdır...

Bütün haberler intihar eden Albay Berk Erden’in amiral olmasına kesin gözüyle bakıldığını gösteriyor...

Orduda birisinin amiral olması, birçok kişinin amirallik şansının kalmaması demek...

Paris’teki bir internet sitesine “inanılmaz kirli bir komplo” bu şartlarda sokuluyor...

Albay’ın eşinin bir başka albayın evine girerken ve çıkarkenki fotoğrafları, pis bir senaryo eşliğinde video klip halinde sunuluyor...

En sonuna da “kadının düşünceleri okunarak” Albay Berk Erden’in “Ergenekoncu” olduğu şüphesi şırıngalanıyor...

Rezilin rezili, pisliğin pisliği bir kirli oyun bu...


***


Oynatanların bizi düşündürmek istemesinin aksine, bu oyunda dinci-laik, Ergenekoncu-Cemaatçi gibi bir oyunun olmadığını düşünüyorum...

Çünkü çok kilit ve nirengi soru işaretleri var bu kirli operasyonda:

1) Bu görüntüleri yayınlayanlar ne yapmak istiyorlar?..

Amaç yapılmak istendiği gibi Ergenekon’a yakın bir albayın amiral olmasını engellemek mi?..

İlk başta bu soruyu “evet” diye cevaplandırabilirsiniz...

Oysa iyi düşündüğünüzde “Elinde bir albayla ilgili onu intihara kadar sürükleyecek bir belge bulunanlar, onun niye amiral olmasını engellesinler ki” diyeceksiniz...

Öyle ya...

Eğer bunu yapan çete, Ergenekon’cu olduğuna inandığı bir albayın yükselmesini engellemek istiyorsa, “elindeki bu belgeyi yayınlamak yerine şantaja geçip, o albaya istediğini yaptırır...”

Bunun yerine belgeyi Paris’te bir internet sitesi üzerinden yayınladığında, eline ne geçecek ki?..

Bu belgeleri toplayacak kadar kirli bir organizasyonun içinde olan bir çete, bu görüntüleri yayınlamaz “şantaj” aracı olarak kullanır...


***


2) Bu kirli tezgahı yapan çete, niçin bunu şantaj olarak kullanmıyor da, direkt kullanıma sokuyor...

Demek Albay Berk Erden’den elde etmeyi umduğu bir şey yok...

O zaman bunu bugünden kullanıma sokmasının altında tek bir neden olabilir...

Albayın amiral olmasını engellemek...

3) Şimdi düşünelim...

Elinde albayın hayatını altüst edecek olan görüntüler bulunan bir çete, bir albayın neden amiral olmasını istemez ki?..

Eğer bu çete bu kadar karanlık çeteyse, albayın amiral olmamasını değil, tam tersine olmasını ve amiral olduktan sonra kendisine şantaj yapmayı düşünür...

Albayken bu resimleri yayınlamanın kime ne faydası olacak ki?..

4) Ta ki bu görüntülerin yayınlanmasını planlayanlar, kendi durumlarından, kariyerlerinden dolayı albayın amiral olmamasını isteyenler olmasın...

Görüntüye eşinin “Ben de onun Ergenekon’la ilişkilerini açıklarım” diye düşüncelerini ekleyerek, güya siyasi bir boyutla kafaları bulandırmış olmasın!..

Bir eşin, “Ben de onun Ergenekon’la bağlantılarını açıklarım” diye düşünmesini kim nasıl bilebilsin?..

Biliyorsa niye söylesin?..

Bunu Ergenekon gibi bir konuya niye ilişkilendirsin?..


***


5) Albay Ergenekon’la bağlantılıysa, karısını İzmir’den Ankara’ya kadar takip edenler, onu da ortaya çıkartırlardı, zor olmasa gerek...

Üstelik eldeki görüntülerle albaya şantaj yaparak ona istediklerini yaptırmaya çalışmak daha kolaydı...

Bu olay öyle bir olay değil...

Bütün soruların cevapları mesleki çekememezlik, haset ve tezgahlara dayanmakta... Bir erkeği karısından, en hassas yerinden vurmaya kalkmak, bu kadar kahpeleşmek için “siyasi bir senaryo” çıkartamadım sizlere...

Çünkü şu ana kadarki bulgular başka bir gerçeği işaret ediyor bana!..



***



KAHPE TEZGAHLARIN SAHİPLERİ...

Albay Erden’e yapılan kahpe tuzağın ardında başka şeylerin olabileceği kuşkusu, şu gerçeği ortadan kaldırmıyor...

Türkiye’de insan haysiyetini, onurunu, şerefini yok edecek kahpece tuzaklar kurulmuş ve hala kuruluyor...

Ergenekon soruşturmasında, savcı ve hakimlerin kadınlarla görüntülerinin yer aldığı bir kasetten söz ediliyordu...

Kaset nasıl olduysa kırıldı...

Kimler bu ülkenin hakimlerini, savcılarını, hayat kadınlarıyla görüntüleyip arşivlerde saklıyor?..

Bu arşivler ne amaçla tutuluyor, ne isteniyor karşılığında bu insanlardan?..


***


Şimdi herkes dinlendiğini, fişlendiğini, kayıt altına alındığını düşünmekte...

Doğru mu bilinmiyor ama dehşet bir korku imparatorluğu duygusu hakim oluyor etrafa...

İster siyasi hesaplaşma olsun, ister olmasın, çıkartılan belgeler görüntüler insanların en hassas yerlerine en kahpe vuruşları indirmeye başladı...

Bir erkeğin karısının resimlerini yayınlamaktan medet uman, bunu yapmaktan utanmayan bir kahpelik, insanlığın adına yüz karasıdır...

Bunu bu memleketin evladı, bu toprağın insanı mı yapıyor inanmak zor...


***


Bu ülkede bazı insanlar siyasi veya kariyeristik çıkarları için bu kadar mı kahpeleştiler?..

Yaşamın hiçbir “insani ve ahlaki standardı” kalmadı mı bu memlekette?..

İlk gençlik yıllarımızda bu davranışları yapmaya yeltenenlere “kancık” denir, hasbelkader yapmaya tevessül edenler, toplumdan tecrit edilirdi...

Yaşamın standartlarının kahpeliğe ve kancıklığa prim verecek kadar dejenereleşebileceğini gösteren en büyük işaret, bir erkeği karısının belaltı ilişkilerini iddia ederek vurmak olsa gerek...

Bunu yapanlar, hangi ücra köşedeler, hangi karanlıkta saklanmaktalar bilmiyorum...

Ama emin olsunlar, hayat onlara bu yaptıklarının bedelini bir gün ödetecek...

Yakalanırlar mı bilmiyorum...

Ama yakalanmasalar da hayat onlara başka bir yerden bunun hesabını ödetecek...

Evren kancıklığı ve kahpeliği son tahlilde affetmiyor çünkü!..

Çıplak kadın üstünde suşi ahlaka mugayir değilmiş
12:30 - RTÜK, Flash TV'de 22 Kasım 2009'da yayınlanan “Ana Haber Bülteni”nde masa üzerine uzanmış, üzerinde sadece iç çamaşırları bulunan Japon kadının göbeğinde servis edilen suşi ikramına ilişkin görüntülere ceza vermedi. 13.03.2010 ANKARA netgazete

Paşa karısını Bakan'la bastı
Emekli Tümgeneral İlker Güven, eşini havalimanının VIP salonunda yakalattı
13 Nisan 2010 Salı, 07:50:10
[img]http://im.haberturk.com/2010/04/13/507515_htmansetyeni.jpg?1271155361[/img]
Emekli Tümgeneral İlker Güven, boşanmak için davalık olduğu eşini, beraberinde eski bakan Orhan Birgit adına düzenlenmiş uçak bileti ile Esenboğa Havalimanı VIP salonunda polise yakalattı.

Eski bakan Birgit yoluna devam ederken, paşanın suçüstü yaptırdığı eşi Sunahanım Güven hakkında tutanak tutuldu. Emekli paşa, eşinin Birgit’le daha önce Konya’ya da gittiğini söyledi. Bayan Güven ise “Birgit aile büyüğümüz” dedi.

Tülay ŞUBATLI/AHT

DENİZ Kuvvetleri Komutanlığı’ndan 2004 yılında emekliye ayrılan Emekli Tümamiral İlker Güven, 2002 yılında nikâh masasına oturduğu Sunahanım Demirkaya ile 6 yıl evli kaldı. 2 yıl önce de “eşinin şeref ve haysiyetini zedeleyici davranışlarda bulunduğu, erkeklik gururunu ayaklar altına aldığı" iddiasıyla boşanma davası açtı. İlker Güven, eşinden 900 bin lira tazminat ile aylık 2 bin lira nafaka talebinde bulundu.

‘YAKALAYIN BU KADINI’

Güven, 8 Mart günü, Esenboğa Havalimanı Polisi’ne eşinin eski Turizm Bakanı Orhan Birgit’in eşiymiş gibi davrandığını ve “Birgit” soyadını kullanarak VIP salonlarından faydalandığını ileri sürdü. Aynı gün Sunahanım Güven ile eski bakan Orhan Birgit, İstanbul’dan uçakla Esenboğa Havalimanı’na geldi. İkili, VIP salonundan çıkmaya hazırlanırken, Emekli Tümamiral İlker Güven, “Yakalayın bu kadını. Sahte kimlik kullanıyor. Bir başkasına ait soyismini kullanıyor” diye bağırdı.

‘BU ŞEREFSİZ ADAM’

Sunahanım Güven ise “Bu şerefsiz adam hep böyle yapar. Kendisine açmış olduğum davalar var” dedi. VIP salonu bir anda karıştı. Polis hemen taraflara müdahale etti. İlker Güven, “Eşinin VIP’ten geçiş yapamayacağını” söyledi.

BİLETTE BİRGİT YAZIYOR

Eski bakan Orhan Birgit, salondan çıkarak havalimanından ayrılırken bir türlü sakinleştirilemeyen ikili, polis merkezine alındı. Burada Sunahanım Güven’in biletinin soyadı bölümünde “Birgit” yazdığı belirlendi. VIP hizmetlerinden yararlanacaklar listesinde de Sunahanım Birgit’in adının karşısında “Eski Turizm Bakanı eşi” şeklinde ifade bulunduğu görüldü. Üzerinden bir de alyans çıkan Sunahanım Güven, yalan beyanda bulunmadığını belirterek, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla özel bir kuruluştan davet geldiğini, uçak biletinin söz konusu kuruluş tarafından alındığını anlattı. Sunahanım Güven, kendisini “Bilette soyadımın ‘Güven’ mi ‘Birgit’ mi yazdığının farkında değilim. Adıma bilet geldiği için kontrol etmeden uçağa binip Ankara’ya geldim. Boşanma davası henüz bitmediği için VIP Salonu’nu kullanma hakkım hâlâ devam ediyor” diye konuştu.

‘AİLE BÜYÜĞÜMÜZDÜR’

Emekli Tümamiral Güven, suçlamasını tekrarlayarak Sunahanım Güven’in Orhan Birgit ile ilişkisi olduğunu da iddia etti. Bu iddiaya karşılık Sunahanım Güven, Orhan Birgit ile aynı toplantıya gittikleri için aynı uçakta olduklarını söyleyerek, “Orhan Birgit, aile büyüğümüzdür, kendisini yakinen tanırım” karşılığını verdi. Çiftin karşılıklı şikâyetçi olması üzerine savcılık soruşturma başlattı. Ancak takipsizlik kararı verdi. Bu arada Sunahanım Güven’in daha önceki uçuşlarında da “Birgit” soyadını kullandığı ve eski Turizm Bakanı Orhan Birgit ile birlikte Konya’ya gittiği ortaya çıktı.
habertürk

Cahiliye devrinin Araplarına benzedik..
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
28 Nisan 2010

Yazımın başlığı biraz ağır kaçmış olabilir. Bugüne kadar yazdığım birçok yazıda frene basmaya becerebildim.Ama bugün öfkemi bir türlü yenemiyorum.Onun için okurlarımdan peşinen özür diliyorum.

Şu düştüğümüz hale bir bakın!

Yurdun her köşesinden çocuk tecavüzleri, çocuk istismarı,seri cinayetler haberleri geliyor.Artık eskiden 3'ncü sayfa haberleri olarak tanımladığımız ve pek sık rastlamadığımız bu tip haberler(sıralayıp da bir kez daha sinirlerinizi bozmayacağım) gazetelerde manşet, televizyonlarda birinci haber oluyor.

Önce çuvaldızı kendimize batıralım.

Bu haberleri manşetlerine taşıyan medyanın hiç mi günahı yok?

Günahın paylaşımında en büyük payı medyanın alması gerekir. Yıllardır çağrıldığım her toplantıda gırtlak patlattım “aile yapımızı ve nesillerimizi TV ve gazeteler aracılığıyla mahfediyorlar. Türk’ün önce kadın sonra da aile yapısını bozdular mı gerisi kolay” diye. Örnekler verdim;Kaynana Semralardan,abuk sabuk yarışma programlarından,televole programlarından,seviyeli birliktelik haberlerinden,Brezilya dizilerinden.

Benim gibi toplumun geleceğini düşünen nice insan bağırdı durdu.

Ne oldu?

Bizler olduk senaryocu paranoyak, onlar oldu ilerici açılımcı.

Çoluk-çocuk tüm aile hepimizin ayakta olduğu çeşitli zaman dilimlerinde açın televizyonları..Cerahat akıyor..Cerahat.

BBG evlerindeki rezaletleri bile çoktan aştık. Sözde magazin programlarında gizli kameralarla çekilen ve “ünlü felan filaaan,ünlü felan filaaaanla ,falanca restoranda gizlice öpüşürken yakalandı” şeklinde ciyak ciyak anoslarla evlerimizin içine servis edilen yarı pornografik görüntüler.

Yerli diziler daha da rezil.Kim kime sulanıyor,kim kime sarkıyor,kim kimi düdüklüyor belli değil.Her türlü yasak ve gayrimeşru ilişki alenileştirildi.Üvey anasına sarkan gençler,baldızına sulanan enişteler,aklınıza gelecek ve gelemeyecek her türlü rezil ilişkiler.Gençlik ve çocuk dizilerine bir bakın.Görüntülerde porno yok ama gencecik beyinlerin içine neler zerk edildiğine bir bakın.Mesajlarla işlenen şiddet ve porno...Sonrada açın gazete haberlerine bakıverin.O gazetelerde okuduklarınıza bunların hiç etkisi olmadığını mı zannediyorsunuz?..

Ya gazeteler ve internet siteleri?

Bizim gençliğimizde basılan bazı magazin dergileri vardı.Biz onları o zaman porno dergi zannederdik.Kadınları en fazla bikinili görebilirdik.Ara sıra göğüsleri açık kadın resmi koyarlar onlarında üstüne büyük büyük siyah yıldızlar atarlardı.Şimdi gazeteler bir bakın.O zamanın magazin dergileri bugünkü gazetelerin yanında Hayat Ansiklopedisi sayılırlar.Manşetlerdeki hatunların resimleri ve en özel hayatlarının en özel ayrıntıları,arka sayfa güzelleri.Ne ararsanız var!

Artık gazete ve televizyonların yerini alacağına kesin gözle baktığımız sanal alemde işler daha da acı.Ne kanun var ne de sınır.Bakın en ciddi gazetelerin internet sitelerine,en ciddi haber sitelerine..Çıplak hatun veya cinsel içerikli bol fotoğraflı haber koymayan site tık alamıyor.

Sakın bana çağın gerekleri gibi sakil gerekçeleri söylemeyin. Çağın adı ne olursa olsun,hangi çağda olursak olalım tek ve değişmez everensel gerçek bilirim. YÜKSEK AHLAKLI OLMAK.

Hangi çağın hangi şartı bunu ortadan kaldırabilir?

Bu arada ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar ne yapıyor?

Sözde gündemlerle, kayıkçı kavgası.

12 Eylül zulmü ile bir nesli dümdüz ettiler üzerinden geçtiler. Gencecik fidanları asıp işi bitirdiler mi?

Arkadan da Turgut Özal felsefesi ile gelecek nesillerin ruhlarını ve beyinlerini yozlaştırdılar.Kafaları boş,pop kültürüne sıvanmış bir gençlik yattılar.Adını da “varoş gençliği“ koyup bir güzel iğdiş ettiler.

Bir milleti toptan yok etmek için ellerinden ne geliyorsa planlı bir şekilde uyguluyorlar.

Ülkemizin yalnızca okyanus ötesinden iktidara getirilen siyasilerle mi yıkıldığını zannediyorsunuz?

Fiili işgalden önce beyinleri ve kalpleri yok edip tutsak alıyorlar, bu arada siyasi işgal alışmalarına devam ediyorlar. Arkasından ne geleceğini söylemek bile istemiyorum.

Bizler Çanakkale’yi ve Kurtuluş savaşını hangi sayede kazandığımızı unutmuş ve o savaşların nasıl dünya milletlerine örnek olduğunu,o yüce değerleri,büyük inancı ve yüksek ahlakı çoluğumuza çocuğumuza anlatamıyor olabiliriz.Ama inanın bana yüzyılıdır kıçındaki tekme acısını unutmayan empeyalistler bu savaşı nasıl kazanacaklarını ,bunun en önemli yolunun da Türk aile yapısını bozmak ve Türk'ün ahlakını yozlaştırmak olduğunu çok iyi biliyorlar.Çünkü onların gençleri Türkün genetik kodlamasını incelerken bizim gençlere Ricky Martin dinletiyorlar.

Biraz da okullarımıza eğilelim..

Okullarımızdaki din dersini yıllardır tartışıp durduk.”Yok efendim seçmeli olsun zorunlu mu olsun,haftada bir saat mı yoksa iki saat mi?” diye.

Sonunda karar kılındı dersin adı Din Kültürü ve Ahlak bilgisi oldu.İlköğretimde iki saat liselerde bir saat.Dersin içeriğine bakın bom boş.Bunu niye yaptık.Batılılar bizi laiklikten uzaklaşmakla ayıplansın diye.Sonra ne oldu “başörtüsü” diye diye iktidara gelen sözde en mukaddesatçı iktidar bir AB sevdası yüzünden “AB formatlarına uyduracağız “ diye müfredatın içini boşaltıverdi.Tam adamların istediği gibi.

Ey! ılımlı İslamcılar gidin de kapılarında dilinizin pelesenk olduğu o AB ülkelerinin çocuklarına din eğitimini nasıl verdiğine (çek-senet takip etmekten fırsat bulursanız) bir bakın..

Daha Nisan ayındayız. Gidin okulların içler acısı halini,öğretmenlerin perişanlığını,öğrencilerimizin pejmürdeliğini bir görüverin.Bir dönemde 10 gün okula gelmeyen öğrenciye okul idareleri, “bu öğrencini devamsızlığı devamsızlık sayılmaz ki “ diyorlar.

Nimet Çubukçu diye bir Milli Eğitim Bakanımız var. Göreve geldiğinden beri hangi icraatını hatırlıyorsunuz?Okullarda bir anket yapın “ Milli Eğitim Bakanı kim?” diye bırakın öğrencileri kaç öğretmen adını doğru yazar acaba?

Kadın ve aileden sorumlu Selma A.Kavaf ne yapar? Bileniniz var mı?

RTÜK ne yapar?

Bunu bildiğim kadarı ile ben cevaplayayım;

Yandaş TV'ler için düzenlemeler ve kolaylıklar...(gerisi için burada frene basacağım)

Diyanet İşleri Başkanlığı ,İmam-Hatip tayinleri ve cuma hutbelerini hazırlama dışında ne iş görür?

Televizyonlarda soytarı kılıklı,lakabı hoca olan, cukkayı doldurmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan bir sürü adam, en kutsal inancımızı saçma sapan şeylerle tahrip ederken bunlar ne yaparlar?

Diyanetin televizyonlara göndereceği hiç mi yetişmiş insanı yok? Diyanetteki muhterem hocaefendiler şu günlerde televizyonlara çıkıp konuşup; il il,ilçe ilçe dolaşıp konferans vermeyeceklerde hangi gün işe yarayacaklar?

Olur mu canım? Sen ben kavgası yapıp,Diyanette yumuşak koltuk kapmak ,iktidarın en ballı bakanlıklarına yatay geçiş yapmak varken bunlarla kim uğraşır!..

Yaygın,örgün,din her türlü eğitimden elinizi eteğinizi çekin.Bırakın her türlü işinizi cemaatler halletsin.Onlarda kursun rant düzenlerini.Din adına palazlanıp semirsinler.Sonra oturun bir köşeye devletçilik oynayın.Ara sıra da timsah gözyaşları dökün.

Tabii kolay mı, ülkeye giren kara paranın paylaşımını yapmak, memleketin tüm varlıklarını satmak,nasıl bir tezgah kurarız da kime ne ithal ettirip voleyi vururuz diye organizasyonlar yapmak?

Bazılarını tuzu kuru nasılsa? Onların çocuklarına ABD ve İngiltere'de her türlü imkanlar (tedavi hizmetleri de dahil!) hazır...

Bizim çocuklarımızın vatanı burası,Türk toprakları.Bizim çocuklarımızın doğdukları yerde ölecekleri yerde beli:TÜRK YURDU!

Tekrar tekrar altını çiziyorum. Çocuklarımıza mutlaka cahiliye devrini okutun ve öğretin.İki cihan güneşi Peyagember efendimiz Hz.Muhammed'in (S.A.V) ahlakını ve yaşayışını çocuklarımıza tekrar tekrar öğretin.Hz Ali'yi,Hz Ömeri,Sehabenin yaşayışını anlatın.Bunun yanında asırlarca dünyaya hakim olmuş medeniyet götürmüş Türk'ün töresini beyinlere kazıyın.

Bakın o zaman bu sözde Müslümanların bize yaşattığı cahiliye karınlığını yüksek ahlaklı Müslüman-Türk genci bir çırpıda nasıl kökünden kazıyor. Aynı Çanakkale de olduğu gibi bu İngiliz tipi Müslümanlara ve onların patronlarına nasıl bir daha “ geldikleri gibi giderler “ dersinin en esaslısını veriyor...

Avaztürk

Cinnet kültürü yaygınlaşırken....
Gazeteboyut Başyazı
nfazilkurt@gmail.com
29.03.2011

Okuyacağınız yazı, her hadisede kusur aramaya hevesli bir kişinin olumsuz bakışından kaynaklanmıyor. Bilakis, gördükleri karşısında, “Keşke görmez olaydım!” diyen bir gözlemcinin hayıflanarak yazdıkları ile karşı karşıyasınız. Peki nedir bu hayıflanılacak olan? Eminim ki bu yazıyı kaleme alan kişi kadar sizleri de derinden sarsan ve dehşete düşüren bir toplumsal yarılmadır bizleri yaralayan, karamsarlığa iten.

Son günlerde yazılı ve görsel medyayı takip edenlerin kanını donduran olaylara tanık olmaktayız. Annesini öldüren gencin soğukkanlı itiraflarından, özürlü kızının canına kıyan babaya kadar geniş bir yelpazede çeşitlenen bu dehşet olaylarına son eklenenler ise tam bir sapmanın habercisi.

Önce, Kayseri’de 3 yıl önce kaybolan üç çocuğun başlarına gelenler sökün etti medyada. Ardından satır satır ve öfkelenerek katilin itiraflarını okuduk, dinledik. Ve dün gerçekleşen çocuk katli. Bir üvey annenin dokuz yaşında bir yavrucağızı öldürüp parçalaması. Aman Yarabbi! Biz nerede yaşıyormuşuz meğerse! Milli ve manevi değerlerimizden, halkımızın mayasının temizliğinden söz ederken, orada burada pıtrak gibi canavarlar yetişmekteymiş de, haberimiz yokmuş.

Elbette halkımızın büyük kısmı hala değerleri doğrultusunda yaşamaya gayret etmekte. Fakat, dehşete düşüren hadiselerin topluca gerçekleşmesi zaten mümkün değildir. O ancak, Batılı korku filmlerinde olur. Bu tür sapmaların azı bile, alarm zillerinin çalması, köklü bir muhasebeye girişmek için yeterlidir. Soru da basittir aslında: Biz nerede hata yapıyoruz/ yaptık?

Bu olaylar ancak, parçalanmış, birbirinden kopuk yaşayan, değer yargılarının etkisi azalmış ve her kesimde maddiyatın manevi dokuya baskın çıktığı toplumlarda gerçekleşir. Denetimsiz yaygınlaşan medya etkinliği ve bilinçsiz kullanılan internet ortamı, değerlerin yıkılması ve insani hassasiyetlerin tahribatı açısından ne kadar büyük tehlike içerdiğini yaşayarak görüyoruz.

Böylesi şiddet olaylarının yaygınlaşması, karşılaşılan her türlü caniliğin kanıksanması gibi bir sonuç doğuruyor. Yaşanan cinneti daha vahim kılan, bu örnekler karşısında toplumun şaşırma refleksini yitirmesi. İşte bu, cinnetin onaylanmasına kadar varacak bir duyarsızlığın ilk adımıdır. Bundan 20 yıl önce her gün insanlar ölüyor diye darbe yapılan bir ülke iken, bugün ölümleri dizi takip eder gibi izliyoruz.

Ahlak, son tahlilde bir değerler toplamıdır. Konuşanı kalmayan dil ne kadar dil ise, toplumun işleyişini belirlemeyen değerler topluluğu da o kadar ahlaktır. Sanal dünyaların dipsiz ve yapay tabiatına terk edilen bir topluluğun varacağı yerin cinnet hali olması hiç de şaşırtıcı değildir. Hele de hedefi olmayan, eğitimin diploma almaya indirgendiği, nesillerin ahlak kaygısına binaen tanımlanmadığı toplumlarda, nihai bir çözülüş ve çöküş kaçınılmazdır.

Topluma yön veren liderlerin birbirlerini boğazlayacakmışçasına yürüttükleri siyasi kavgalar, manevi değerleri geri plana iten maddiyatçı dünya tasavvuru, ahlaka en çok vurgu yapan dindarların kendi hayatlarını örnek kılmak yerine maddiyatçı bir anlayışı benimsemeleri, geleceğe daha kaygılı bakmamıza yol açmaktadır. Toplumsal yapının her alanında olduğu gibi ahlak meselesinde de köklü bir anlayış değişikliğine gidilmesi, bizi Batılı toplumlardan ayıran özelliklerimizin genç kuşaklara hatırlatılması ve eğitimin “verimli vatandaş” yetiştiren bir sistem olarak görülmekten çıkarılması şarttır.

Birkaç ay evvel Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Ne yazık ki gençlerimizin bir Kızıl Elması, bir hedefi yok” diye yakınıyordu. Kendisini hala sivil toplum örgütü temsilcisi zanneden bu bakanımıza, gençlik ve eğitim sorununu Milli Eğitim Bakanıyla konuşmasını tavsiye etmekten başka çaremiz yok. Belki o zaman, bu şiddet sarmalının neden yaygınlaştığı ve nasıl önlenebileceği konusunda başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere devlet idarecileri harekete geçer.

Toplumsal cinnet kültürünün bu kadar yaygınlaşması umarız ki, Başbakanın Arena stadından üç dakika yuhalanmasını bir hafta tartışan pek çok yetkilimiz için önemli bir konudur. Eğer öyle değilse, durum gittikçe vahimleşecek demektir.

http://www.gazeteboyut.com/Yazar/Gazeteboyut-Basyazi/Cinnet-kulturu-yayginlasirken.php

"Her ağacın altında bir çift, kanıma dokunuyor"
25 Nisan 2012


Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, 67 muhtar ile düzenlediği ’Huzur toplantısı’nda muhtarların park, bahçe ve ormanlık alanlarda fuhuş yapılmasına karşı olan tepkilerini yanıtladı

Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, huzur toplantısında park, bahçeler ve ormanlık alanlarda fuhuşun engellenmesini isteyen muhtarlara, "Ben de gezmeye çıkınca, bu tür görüntülere tanık oluyorum. Ağaçların altında çift var. Bunlar benim kanıma dokunuyor, ama iki taraf gönüllü olunca yapacak bir şey yok. Yasalar buna izin vermiyor. Biz kolluk görevlisi olarak onları uyarıyoruz" dedi.

Kahya, bugün Merkez Yıldırım İlçesi’nde 67 muhtar ile ’Huzur toplantısı’ düzenledi. Sorunları not alan Emniyet Müdürü, muhtarların park, bahçe ve ormanlık alanlarda fuhuş yapılmasına karşı olan tepkilerini yanıtladı. Tarafların isteği olunca yasal olarak müdahale etmelerinin mümkün olmadığını belirten Emniyet Müdürü Kahya, "Dolaşmak için ben de evimden dışarı çıkınca, Kültürpark’ın her ağacın altında bir çift var, her çalının dibi yatak odası gibi. Her şey meydanda. Bunlar benimde kanıma dokunuyor. Ama iki taraf gönüllü olunca yapacak bir şey yok. Yasalar buna izin vermiyor. Biz kolluk kuveti olarak sadece uyarıyoruz" diye konuştu.
habertürk
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com