EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

VAHŞî BATI

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Ağu 22, 2007 8:51 am    Mesaj konusu: VAHŞî BATI Alıntıyla Cevap Gönder

Fransa iyice insanlıktan çıktı.
01 Ağustos 2017



Bir bildiri yayımlayan Bouchart, ülkenin kuzeyinde uzun süre Jungle (Vahşi Orman) olarak adlandırılan ve geçen yıl kasım ayında dağıtılan sığınmacı kampının yeniden oluşma riskinin bulunduğunu belirterek, alınan karara uymayacağını açıkladı.

“SIĞINMACILARA SU YOK”

Danıştayın sığınmacılara su verilmesi yönündeki kararı sonrası BFM televizyonuna konuşan Bouchart, Jungle’ın yeniden oluşması ve binlerce sığınmacının yeniden şehirde birikmesi riskine dikkati çekerek, “Calais halkını korumak zorundayım ve bu nedenle sığınmacılara su verilmesi için alınacak tüm önlemleri reddediyorum.” ifadelerini kullandı.

Çok sayıda dernek, bölgede bulunan yaklaşık 400 kişilik sığınmacı grubunun içme suyu ve hijyen için gereksinimi olan suyun sağlanması yönünde çağrıda bulunmuştu.

Konunun mahkemeye taşınması üzerine Lille İdare Mahkemesi, belediye ve valiliğe içme suyu ve duş ihtiyacının sağlanabilmesi için çalışma yapmaları kararı almış, bu karara yapılan itirazı ise Danıştay dün reddetmişti.
İlk Kurşun

Avustralya'da üniversite öğrencilerinin çoğu cinsel tacize maruz kalıyor
01 Ağustos 2017



"Cinsel saldırıya uğrayan her 5 kişiden 1'i bunu üniversite binası ya da kampüs içinde yaşadığını söylüyor"

Avustralya'da İnsan Hakları Komisyonu tarafından ülke çapında yürütülen kapsamlı bir araştırma, 2016 yılında üniversite öğrencilerinin yarısından çoğunun en az bir kez cinsel tacize uğradığını ortaya çıkardı. Rapora göre öğrencilerin yüzde 7'si 2015 ya da 2016'da en az bir kez cinsel saldırıya uğradı.

Araştırmanın diğer ana bulguları da şöyle:

Şimdiye kadar Avustralya'da bu konuda yapılan en kapsamlı araştırma olan bu çalışma, şok edici sonuçlarıyla birlikte bir dönüm noktası olarak görülüyor.

Avustralya Cinsel Ayrımcılıkla Mücadele Yetkilisi Kate Jenkins raporun üniversite hayatıyla ilgili çok rahatsız edici bir tablo ortaya koyduğunu söyledi:

"Cinsel saldırı ve cinsel tacizin bu öğrencilerin akademik, sosyal hayatları ve kaldıkları yerlerdeki ilişkilerinin sıradan bir parçası olduğunu öğrenmek çok sarsıcı. Ne yazık ki bu deneyimler yıkıcı etkileri oluyor. Öğrencilerin sağlıklarını, öğrenimlerinı ve gelecekteki iş yaşamlarını etkileyebiliyor."

"Endişe verici rakamlar"

Avustralya'daki 39 üniversiteden 31 bin öğrenciyi kapsayan araştırma cinsel saldırı ve tacizin bütün üniversite ortamlarında değişen oranlarda gerçekleşebildiğini ortaya koydu.

Araştırmada "cinsel saldırı", "bir kişinin iradesi hilafına ya da onayı olmadan cinsel ilişkiye zorlanması ya da mecbur bırakılması" olarak tarif ediliyor. Kişinin başlangıçta onay verdiği halde sonra vazgeçmesi durumu da bu kapsamda değerlendiriliyor.

"Cinsel taciz" ise istenmeyen cinsel davranışlar olarak tarif ediliyor. Bu tanıma rahatsız edici bakışlar, laf atma ya da sarkıntılık gibi bir çok davranış girebiliyor.

Avustralyalı yetkili Kate Jenkins "Cinsel saldırıya uğrayan her beş kişiden biri bunun üniversite binası ya da kampüs içindeki bir sosyal etkinlik serasında olduğunu söylüyor" diyor ve ekliyor:

"Özellikle okul ortamı çok endişe verici. Bilhassa kadınların okulda cinsel saldırıya uğrama ihtimalinin erkeklere göre dört misli yüksek olduğu gözönüne alındığında."

ETİKETLER
avustralya üniversite öğrencisi rapor İnsan hakları komisyonu haber
BBC footer
BBCT



Fransa'da kadınlar toplu taşıma araçlarından korkuyor
19.04.2017

Fransa’da düzenlenen bir kamuoyu araştırması, kadınların toplu taşıma araçlarını kullanmaktan korktuğunu ortaya koydu.

Fransız Kentsel Düzenleneme Enstitüsü tarafından düzenlene ankete göre kadınların yüzde 56.3'ü, erkeklerin ise 26.7'si toplu taşıma araçlarını kullanma konusunda ciddi bir endişe duyuyor.

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI TERCİH EDİLMİYOR

Yine aynı ankete göre kadınların yüzde 37'si toplu taşıma araçlarında, hayatlarında en az bir kere yankesicilerin hedefi olduğu yolunda görüş belirtti. Toplu taşıma araçlarında cinsel tacize uğradığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 39 civarında.

Ankete göre Fransız kadınlarının yüzde 6.2'si şiddete maruz kalmamak için toplu taşıma araçlarını kullanmamaya özellikle itina gösteriyor.
Kadınların yüzde 35.1'i en fazla endişe duyduğu toplu taşıma aracı olarak banliyö trenlerini görürken, metrolardan korkanların oranı yüzde 30.6, belediye otobüslerinden korkanların oranı yüzde 18.7 ve tramvaylardan korkanları oranı ise yüzde 13.7.

GÜVENLİK ÖNLEMLERİ ARTIRILACAK

Le Figaro gazetesi, Paris'te yerel yönetimin kadınların güvenlik endişesini giderebilmek için toplu taşıma araçları ve duraklardaki güvenlik kamerası ile güvenlik görevlisi sayısını artırma yoluna gitmeye planladığını duyurdu.

Yine önlemler çerçevesinde mağdurlar için "alo imdat" hattı oluşturulacak.

Sputnik

Kanada'da camiye silahlı saldırı... Çok sayıda ölü var
30.01.2017

Kanada'nın Quebec eyaletindeki bir camiye düzenlenen silahlı saldırıda altı kişi hayatını kaybetti.
Quebec eyaletinin başkenti olan Quebec City'de aynı zamanda cami olarak kullanılan Quebec City İslam Kültür Merkezi, yatsı namazı sırasında kimliği henüz belirlenemeyen silahlı üç kişinin saldırısına uğradı. Polis, altı kişinin öldüğü saldırıda sekiz kişinin de yaralandığını açıkladı.

Quebec polisi, olayın ardından iki şüphelinin gözaltına alındığını duyurdu. Emniyet yetkilileri, bölgede güvenliğin sağlandığını ve "durumun kontrol altında olduğunu" açıkladı.

Görgü tanıklarının yerel basına yaptıkları açıklamalara göre, saldırı 40 kadar Müslüman'ın yatsı namazını kılmak üzere camide bulunduğu sırada meydana geldi. Olay sonrası Quebec City İslam Kültür Merkezi'ne çok sayıda ambulans ve polis ekibi sevk edildi.

TRUDEAU: YASTAYIZ
Kanada Başbakanı Justin Trudeau saldırının ardından taziye mesajı yayımladı.

Trudeau, Twitter'dan paylaştığı mesajda, "Bu gece Kanadalılar Quebec City'deki camiye düzenlenen alçakça saldırıda öldürülen insanların yasını tutuyor" ifadesini kullandı ve olayda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diledi.

Kanada Başbakanı Trudeau, daha sonra yaptığı açıklamada ise gerçekleştirilen eylemi, "Müslümanlara yönelik bir terör saldırısı" olarak tanımladı. Trudeau, "Bir ibadet mekanında Müslümanlara yönelik gerçekleşen bu terör saldırısını kınıyoruz" dedi.
Yön Haber

Sınır Tanımayan Doktorlar’dan Fransa’ya çağrı: Sığınmacılara yönelik şiddet ve tacizi durdurun
08.01.2017



Paris polisinin sığınmacılara yönelik taciz ve şiddet eylemlerinde bulunduğunu ifade eden Sınır Tanımayan Doktorlar Derneği (MSF), Fransız yetkililere çağrıda bulunarak bunun önüne geçilmesini talep etti. Sınır Tanımayan Doktorlar’dan yazılı açıklamada, sert kış koşullarına dikkat çekilerek, polisin sığınmacılara yönelik kabul edilemez uygulamalarda bulunduğu ve bu kişilerin hayatını tehlikeye attığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi: "Yetkililere, polisin Paris’te sığınmacılara yönelik taciz ve şiddet eylemlerini durdurması için gerekli önlemleri alması çağrısında bulunuyoruz." Polisin sığınmacıların çadırlarına, korunaklarına, battaniyelerine ve kartonlarına el koyduğunu aktaran MSF, sığınmacıları dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullanmasına da tepki gösterdi. Dernek üyelerinin, son olarak donma tehlikesi geçiren 8 sığınmacıya yardım ettiği belirtilen açıklamada, kış koşulları altındaki sığınmacılara gerekli barınakların sağlanması için yetkililerin seferber olması istendi.
Sputnik

Skandalın adı: Pizzagate Mağdur: Çocuklar
27 Kas, 2016



ABD, seçimin gölgesinde kalan ve ana akım medyanın görmemek için karartma uyguladığı derin bir skandalla çalkalanıyor. Skandalın ardında öyle isimler var ki insan dehşete düşüyor. Skandalın adı Pizzagate. Batı medyası sessizliğe bürünmüş durumda. Skandala karışan ünlüler ise üç maymunu oynuyor…

ABD ve Avrupa’da adeta yer yerinden oynuyor. ABD seçimlerinin gölgesinde kalan skandal yavaş yavaş gündemin ilk sıralarına tırmanıyor. Özellikle ABD’de ana akım medyanın üstünü örtmeye çalıştığı skandal, sosyal medya aracılığı ile ülke genelinde dalga dalga yayılıyor. Fakat buna rağmen Pizzagate ana akım medyada yer bulamıyor. Ortaya atılan iddialar çok ciddi. Skandalın kapısını Belçika’da kaybolan kız çocuklarıyla ilgili şikayetler araladı. Her şey, sosyal paylaşım sitesi Reddit’in pedofili organizasyonuna ilişkin belgeleri internette Trump Subreddit sayfasında servis etmesiyle başladı. ABD ve Avrupa’yı sarsan belgelere göre pedofili organizasyonunun fitilini ateşleyen, ABD Başkanlığı için yarışan Hillary Clinton’un kampanya danışmanı olan John Podesta’ydı. Wikileaks ise Podesta’nın ticaret ve yüksek bürokrasi çevresinden kimselerle Comet Ping Pong adında bir pizzacıda düzenlenecek pedofili organizasyonuna ilişkin maillerini yayınladı. Comet Ping Pong adlı pizzacının sahibi James Alefantis, bu organizasyonlarının odağındaki isimdi. Ve Alefantis’in, Clinton’un medya danışmanı John Podesta’nın kardeşi Tony Podesta ve George Soros gibi birçok ünlü politikacı ve sermaye sahibiyle bağlantısı vardı. Soros’un en büyük bağışçısı olduğu American Bridge Pac, Comet Ping Pong ile maddi ilişki içindeydi. Pizzagate diye adlandırılan, dalga dalga büyüyen skandalı aydınlatacak, yanıt bekleyen iddialar ise şöyle:
Eski ABD Başkanı Barack Obama, geçmişte pizzacıya bağışta bulundu. Pizzacıya yollanan bir e-postada Obama, özel bir parti için, Chicago’dan Washington’a 65 bin dolarlık pizza sipariş etti.
ABD Eski Başkanı Bill Clinton’ın, pedofiliyle yargılanmış Jeffrey Epstein’in sahibi olduğu Little St James Adası’na 26 kez gittiği ortaya çıktı. Seyahatlerinde Epstein’in The Lolita Express adlı uçağını kullandı.
E-postalara göre; Clintonlar, performans sanatçısı Marina Abramovic’e 10 bin dolar hibe etti. Abramovic John Podesta ile Hillary Clinton’ı, Spirit Cooking adını verdiği bir etkinliğe davet etti. Sosyal paylaşım sitelerinde kullanıcıların yoğun eleştirisine neden olan sızdırmayla ilgili ne adli mercilerden ne de emniyetten bir açıklama yapılmadı. Skandala adı karışan ünlülerse adeta üç maymunu oynuyor. Tüm dünya bu büyük skandala gözlerini dikmiş, bundan sonra olacakları merakla bekliyor. Bütün bu işaretlere rağmen ünlü oyuncu ve siyasilerin özellikle Afrika ve mültecilerle ilgili projelerde yer almalarına geniş yer ayıran Avrupa veya ABD’deki büyük yayın kuruluşları, gazeteler veya sivil toplum örgütleri Pizzagate’e karşı sessizliğe büründü. Ne büyük TV kanalları ne de insan hakları savunucuları henüz bu konuda fikir bildirmedi. Dünya yine Batı ve ABD söz konusu olduğunda bir çifte standartla karşı karşıya. Söz konusu Müslümanlar olduğunda dünyayı ayağa kaldıran Batı medyası Pizzagate skandalında sessizliğini koruyor. Amerika’da, sadece Müslüman olduğu için yaptığı icadı bomba zannedilen öğrenci Ahmed Muhammed’in başına gelenleri hatırlayalım. Ya da arama motorlarında ‘ISIS’ diye arama yaptığında polisin evini bastığı meraklı insanları. Ancak bütün sansüre rağmen skandal özellikle internet üzerinden yazılıp, tartışılıyor. Wikileaks belgeleri, Panama belgeleri, şimdi de Pizzagate skandalı… Bakalım önümüzdeki günler ne getirecek!

PİZZA KODUYLA ÇOCUK SİPARİŞİ

Henüz iddiadan ibaret olan skandalda ilk göze çarpan, iddiaların resmi kuruluşlarca örtbas edilmesi. Skandala adı karışanların aralarındaki ödeme trafiği komplo teorisinden daha ciddi bir olayla karşı karşıya olunduğu hissini uyandırıyor. Ayrıca adı geçen ünlülerin sosyal medya paylaşımları da yozlaşmanın hangi boyutlara ulaştığının işaretlerini veriyor. Sistem çok gizli bir şekilde işliyor. Yazışmalarında pizza kodları kullanılıyor. Ünlüler de parti verecekleri zaman yüksek meblağlar ödeyip peynirli pizza gibi terimlerle bu pizzacıdan maille sipariş veriyor ve iddialara göre bu çocuklar adreslere teslim ediliyor.

Hotdog: Erkek çocuk
Pizza: Kız çocuk
Peynir: Küçük kız
Makarna: Küçük erkek çocuk
Dondurma: Hayat kadını
Fındık, fıstık: İstenen kişinin ten rengi

MÜLTECİ ÇOCUKLAR KURBAN MI?

BBC, CNN, New York Times, The Guardian veya Independent gibi yüksek tirajlı gazetelerin sessizliği aslında skandalın boyutlarını ve önemini ortaya koyan bir işaret fişeği niteliği taşıyor. Peki, bu skandalla ilgili ABD yargısı hukuki süreç başlattı mı? Hayır. Avrupa’da sadece kayıp mülteci çocuk sayısı 9-10 bin. Bu da önemli bir işaret sayılıyor. Ancak ABD ve Avrupa’daki medya, ünlü oyuncu ve siyasetçilerin özellikle Afrika ve mültecilerle ilgili projelerde yer almalarına geniş yer ayırırken, skandala karşı sessiz kalıyor.
İlk Kurşun

Genç kadın, eski erkek arkadaşı tarafından yakılarak öldürüldü
30.05.2016



İtalya'da üniversite öğrencisi bir genç kadın, ayrıldığı eski erkek arkadaşı tarafından yakılarak öldürüldü.

Roma'da yaşanan olayı soruşturan yetkililerden biri, bunun bugüne kadar karşılaştığı en vahşi saldırı olduğunu söyledi.

Pazar günü, 27 yaşındaki Vincenzo Paduano, kendisinden ayrılan Roma Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Sara Di Pietrantonio'nun arabasını takip etti.

Müfettişler, güvenlik görevlisi olan adamın iki yıl boyunca kadınla ilişki içinde olduğunu, olay sırasında önce arabasını takip ettiğini, sonra da Roma'nın bir dış mahallesindeki bir caddede onu yol kenarına çekmeye zorladığını söyledi.
Şafak vaktinden önce yaşanan olayda saldırgan ilk olarak aracı ateşe verdi.
Bu saldırı ardından kaçmaya başlayan Pietrantonio'yu yaklaşık 500 metre kovalayan Paduano, yakaladığı yerde genç kadını yaktı.

Müfettişler, saldırganın genç kadının üstüne alkol döktüğünü sonra da bir çakmakla başını ateşe verdiğini söyledi.

Soruşturmada görevli emniyet yetkilisi Luigi Silipo, "Bu işte geçirdiğim 25 yıllık süre boyunca hiç bu kadar vahşi bir şey görmediğimi söyleyebilirim" dedi.

Sorgusunun başında cinayet suçlamasını reddeden Pietrantonio, sekiz saat sonra genç kadını öldürdüğünü itiraf etti.
Silipo sorguyla ilgili, "saldırganın, terk edildiği gerçeğini kabul edemediğini" söyledi.

'Yoldan geçenler durmadı'

Olayın yaşandığı yerdeki bir güvenlik kamerası, saldırı sırasında yaşanan olayların bir bölümünü kayıt altına aldı.

Kamera görüntülerinin, kadının yardım için bağırırken yanından geçen arabaların durmadığını ortaya koyduğu aktarıldı.

Olayla ilgili bir basın açıklaması yapan soruşturmanın savcısı Maria Monteleone vatandaşlara, 'böyle durumlardaki kadınlara yardım etme çağrısı' yaptı.

Savcı, 'böyle durumlarla karşılaşan vatandaşların başlarını diğer tarafa çevirmemeleri gerektiğini' belirtti.

Monteleone, çevreden geçenlerin yardım etmesi durumunda kadının hayatının kurtarılmış olabileceğini söyledi.

Kadınlara da seslenen Monteleone, 'tehditkar davranışları gizli tutmama' çağrısı yaptı.

İtalya'da kadın örgütleri uzun süredir, erkeklerin kendilerinden ayrılan kadınlara şiddet uygulaması vakalarının son bulması için zihniyet değişikliği adına mücadele yürütüyor.
BBCT

Alman çift evlerine çağırdıkları iki kadını işkence ederek öldürdü
03.05.2016



Almanya'da iki kadının ölümünü soruşturan polis, bir çift tarafından rehin alınıp işkence görerek öldürüldüklerini ortaya çıkardı.

Polis, 46 yaşındaki Wilfried W ve eski karısı 47 yaşındaki Angelika B'nin internette çöpçatan sitelerine koydukları mesajlarla kadınları evlerine çağırdıklarını söyledi.

Şüpheliler, Çarşamba günü tutuklanıp cinayetle suçlandı.

Wilfried'in iddiaları reddettiği, eski karısı Angelika'nın ise suçunu itiraf ettiği bildiriliyor.

Çiftin başka cinayetler işlemiş olabileceğinden şüphelenen dedektifler, Almanya'nın kuzeybatısındaki Hoexter'deki evin çevresinde arama başlattı.
Susanne F olarak bilinen 47 yaşındaki Alman kadının ölümünü haftalarca soruşturan polis, çiftin evinde rehin alındığı ve işkence gördüğüne inandıklarını söyledi.

Susanne F, geçen hafta tedavi gördüğü hastanede öldü. Çiftin ise, kadını hastaneden çıkarıp evlerine götürmeye çalıştığı iddia edildi.

İşkence gördüler

Salı günü basın açıklaması yapan polis, ceset parçaları şöminede bulunan genç bir kadının da Alman çift tarafından öldürüldüğüne inandıklarını söyledi.
Aşağı Saksonyalı olan 33 yaşındaki Annika W, 2014 yılı Ağustos ayında öldü. Suzanne F gibi, Annika W de 2013 yılı sonlarında internetteki çöpçatan sitesinde gördüğü mesajla Alman çifte ulaştı.

Başsavcı Ralf Meyer, basın toplantısında "Kurban defalarca yaralanmış, tüm vücuduna aldığı darbelerle ciddi fiziksel işkence görmüş. Kaloriferlere zincirlenmiş, dövülmüş, köle gibi esir alınmış" dedi.

Meyer, "Kurban, soğuk odalarda, zeminde yatmaya zorlanmış. Dolayısıyla durumu da giderek kötüleşmiş" diye konuştu. Genç kadın 1 Ağustos 2014'te öldü.

Angelika B'nin suçunu itiraf ettiği bildiriliyor. Alman kadın, yalnızca partnerinin sözlerine itaat ettiğini ve kendisinin de işkence gördüğünü söyledi.

Soruşturmanın da kadının ifadesini desteklediği belirtiliyor.
Kaynak:BBCT

İtalya’da pedofil din adamları haritası
Övgü Pınar
Roma
6 Mart 2016



İtalya’da Katolik Kilisesi içindeki pedofili vakalarını gösteren bir harita yayımlandı.
Taciz kurbanları tarafından kurulan ve pedofili vakalarının yargıya taşınması için mücadele eden “L’Abuso” (taciz) isimli dernek tarafından hazırlanan harita, İtalya’da son 10 yılda yapılan şikayetleri ve bunların sonuçlarını gösteriyor.
2005’ten bu yana yapılan şikayetlerin ve bu şikayetlerin ardından uygulanan yasal işlemlerin bir araya getirilmesiyle hazırlanan haritada, mahkum olan din adamları kırmızı; mahkeme tarafından doğrulanan ancak zaman aşımı gibi nedenlerle tacizcilerin mahkum edilemediği vakalar sarı; yurt dışında haklarında soruşturma yürütülmesine rağmen Vatikan tarafından korundukları için İtalya topraklarında yaşayan din adamları da siyah imgelerle gösteriliyor.
'Buzdağının görünen kısmı'
Veriler, İtalya’da son 10 yılda mahkemeler tarafından 120 din adamının çocuk tacizinden mahkum edildiğini, onlarcası hakkında da hukuki işlem yapıldığını ortaya koyuyor.
Ancak derneğin sözcüsü Francesco Zanardi İtalyan basınına yaptığı açıklamalarda, bu verilerin yalnızca “buzdağının görünen kısmı” olduğunu söyledi. Zanardi, “Bu harita, sorunun ne kadar yaygın olduğuyla ilgili bir fikir verse de meselenin gerçek boyutlarını bilmiyoruz” dedi.
Kendisi de çocukken bir din adamının tacizine uğrayan dernek sözcüsü, İtalya’da halen pedofil din adamlarıyla ilgili büyük bir sessizlik olduğunu, derneğin amacınınsa İtalyanları bu vakalarla ilgili sivil yargı sistemine başvurmaya ikna etmek olduğunu söyledi.
ABD’deki Katolik Kilisesi içindeki taciz vakalarının ortaya çıkarılış hikayesini anlatan Spotlight filminin en iyi film Oscar’ı kazanması ve Vatikan’da ekonomi bakanlığına eşdeğer bir pozisyonda bulunan Kardinal George Pell’in Avustralya’daki taciz vakalarını soruşturan bir komisyona ifade vermesi, Katolik Kilisesi’nin nüfuz sahibi olduğu İtalya’da pedofil din adamları konusunu gündemin ilk sıralarına taşıdı.
Papa Francesco tarafından Ekonomi Sekreterliği Başkanlığı’na atanan Avustralyalı Kardinal George Pell, hafta içinde 4 gün boyunca Avustralya’daki taciz vakaları ve bunların örtbas edilmesini soruşturan Kraliyet Komisyonu’na ifade verdi.
L’Abuso sözcüsü Zanardi de “Kardinal Pell hakkındaki soruşturmadan ve Spotlight filminin başarısından memnuniyet duyuyorum, çünkü İtalyan medyasının bu konuyu daha fazla işlemesini sağladılar. Ama hala yapılacak çok şey var” dedi.
Zanardi, Vatikan’a pedofiliyle suçlanan din adamlarının sivil yargıya teslim edilmesini zorunlu hale getirmesi çağrısı yaptı.
BBCT

Papaza çocuk fuhuşu soruşturması ve uzaklaştırma
Övgü Pınar
Roma
26 Mart 2016

İtalya'da küçük yaştaki bir çocukla para karşılığı birlikte olmakla suçlanan bir papaz Katolik Kilisesi tarafından görevden uzaklaştırıldı ve hakkında soruşturma başlatıldı.
Milano'daki Santa Marcellina kilisesinde görev yapan, aynı zamanda Katolik Kilisesi'nde prestijli bir ünvan olan "dekan" sıfatına da sahip olan papaz Don Alberto Paolo Lesmo'nun 2009-2011 arasında küçük yaştaki bir erkek çocukla para karşılığı cinsel ilişkiye girdiği öne sürülüyor.
Don Lesmo'nun bir sanal sohbet ortamında tanıştığı çocukla paranın yanı sıra uyuşturucu madde karşılığında da ilişkiye girdiği iddia ediliyor.
Savcılık iddialar üzerine Don Lesmo hakkında "çocuk fuhuşu" suçlamasıyla soruşturma başlatırken, papazın görevini kullanarak bu suçu işlediği gerekçesiyle cezasının ağırlaştırılması da istendi.
İtalya'da pedofil din adamları haritası
İtalya'da papaz, polis ve antrenöre 'pedofilil operasyonu'
Soruşturma başlatılmasının ardından Milano Başpiskoposluğu da papazın dini yetkilerini askıya aldı. Başpiskoposluk'tan yapılan açıklamada, kilise yönetiminin bu skandal karşısında "dehşet ve üzüntü" içinde olduğu belirtildi.
Papa'dan komisyon
Başpiskoposluk, soruşturmanın daha rahat ilerleyebilmesi için din adamının görevden uzaklaştırıldığını açıkladı.
Katolik Kilisesi, din adamlarının taciz ve pedofili skandallarıyla gerektiği gibi yüzleşmediği gerekçesiyle eleştirilere hedef oluyordu.
Çocuk tacizi vakaları için özür dileyen ve mücadele sözü veren Papa Francesco, bu amaçla Papalık Çocukların Korunması Komisyonu'nu kurmuştu.
Ancak komisyonun üyelerinden, kendisi de taciz kurbanı olan İrlandalı Marie Collins geçen ay yaptığı bir açıklamada, reform çabalarının Vatikan içinden direnişle karşılaştığından şikayet etmişti.
Katolik Kilisesi yönetimi halen, tacizle suçlanan din adamlarının sivil yargıya teslim edilmesini zorunlu hale getirmediği için eleştirilmeye devam ediyor.
BBCT

ABD'de demokrasi, tıkır tıkır işliyor: California polisi 5 günde 3 kişiyi vurdu
12 Eylül 2015



California polisi gelişi güzel vatandaşları öldürüyor

Amerika son zamanlarda polisin orantısız güç kullanması ve sivil vatandaşları öldürmesini konuşuyor. Bu hafta California polisi 3 kişiyi vurarak bu durumun tekrar gündeme gelmesine sebep oldu.

California polisi 45 yaşındaki Carlos Casillas'ı taşıdığı uzun boruları savurduğu sebebiyle hayati tehdite sebep olduğunu iddia ederek göğsünde vurarak öldürdü.

Araba çaldığı iddia edilen 17 yaşında ismi gizli tutulan çocuğunda ne yazıkki benzer bir kadere sahip oldu. Şüphelinin saat 14.00 sularında arabayı çarpmasının ardından polis çocuğu vurdu ve felç olmasına sebep oldu.

Freddy Centeno'nun durumu da oldukça dikkat çekici. Polis bir kadının tehdit edildiğini iddia etmesi üzerine polis olay yerine geldi. Polis Centeno'dan ellerini göstermesini istedi aancak Centeno bunu reddedip cebinden silaha benzediği iddia edilen su tabancasını çıkardı. Polis de Centeno'yu vurarak karşılık verdi.
Kaynak. Cumhuriyet

WP: 'ABD Polisi 5 ayda 385 kişiyi öldürdü'
31 Mayıs 2015



El Cezire'nin haberine göre; Siyahlara yönelik şiddetin ayaklanmalara neden olduğu ABD’de polis her gün ortalama ikiden fazla kişiyi silahla öldürüyor. Washington Post gazetesi, ABD polisinin 2015’in ilk beş ayında 385 kişiyi öldürdüğünü yazdı.

Ölenlerin çoğunun azınlıklardan olması, polis şiddetinin sistematik olduğu eleştirilerini getiriyor.

Amerikan Washington Post gazetesi, ABD polisinin 2015 yılının ilk 5 ayında 385 kişiyi öldürdüğünü yazdı. Polis bu hızla insan öldürmeye devam ederse, yıl sonunda 1000’e yakın kişi polis şiddetinden dolayı hayatını kaybedecek.

ABD'nin Federal İstihbarat Bürosu’nun (FBI) son 10 yıldaki istatistiklerine göre polis yılda ortalama 400 kişiyi öldürüyordu.

Kanunların daha düzgün uygulanabilmesi için çalışan sivil toplum kuruluşu Polis Vakfı’nın başkanı Jim Bueermann “Eğer polisin kaç kişiyi vurduğunu doğru bir şekilde takip etmezsek, bu sayıyı asla azaltamayacağız” dedi.

ABD’de polisin siyahları öldürmesi son 1 yıldır büyük gösterilerle protesto ediliyor. Washington Post da bu senenin ilk 5 ayında ölenlerin yarısının beyaz, yarısının da azınlık toplumlarından olduğunu belirtti. Silah taşımadığı halde ölenlerin üçte ikisi ya siyah, ya da Latin Amerika kökenli.
Ölenlerin yaşı 16 ila 83 arasında değişiyor. Ölen 385 kişiden 92’sinin akli dengesi yerinde değil.

Gazeteye konuşan eski polis şefleri, polis teşkilatının ölümlerin sorumluluğunu alması gerektiğini söyledi. Pek çok ölümün polisliğin iyi bir şekilde yapılamadığından gerçekleştiğini belirttiler.

Tepki çeken ölümler

Siyah Amerikalı Eric Garner 19 Temmuz'da New York'un Staten Island bölgesinde kaçak sigara sattığı iddiasıyla gözaltına alınırken, polis memuru Daniel Pantaleo tarafından boğazı sıkıldığı ve nefessiz bırakıldığı için ölmüştü.

Bir başka siyah Amerikalı, 18 yaşındaki Michael Brown, 9 Ağustos'ta St. Louis'in Ferguson bölgesinde polis memuru Darren Wilson tarafından öldürülmüştü. Kurulan jüri, polis memuru Wilson'un "kendisine verilen yetkiler dahilinde hareket ettiğine ve cezai yargılamaya gerek görülmediğine" karar vermişti. Bunun üzerine ülke çapında protesto gösterileri düzenlenmişti.

28 yaşındaki Akai Gurley, New York'un Brooklyn bölgesinde polis memuru Peter Liang tarafından 20 Kasım gecesi vurulmuş, olayın kazayla olduğu öne sürülmüştü.

Tamir Rice adlı 12 yaşındaki bir başka siyah çocuk ise Cleveland'da parkta oyuncak silahla oynarken polis tarafından vurularak öldürülmüştü.
Haber 93

Kayhan Uygur'dan güzel bir Batı analizi: Avrupa vitrinlerinde insan etleri
28 Nisan 2015



Geçen hafta sonu Batı Avrupa’da yine kaçak at eti operasyonu yapıldı. Bu konu dönem dönem gündeme gelir, birileri piyasaya tonlarca çok ucuz at eti sürer. Bu olanaktan yararlanmak isteyen hazır gıda üreticileri de fırsatı kaçırmak istemez, bunlardan kimileri kontrole takılır, kimileri de bol miktarda at etini yüzde yüz sığır eti damgalı ürünlerine katmayı başarır. Endüstri kölesi olmuş tüketiciler de bu hazır yemekleri afiyetle midelerine indirirler. Ama benim konum at eti değil.

Avrupa’daki göçmen sorunuyla 30 yıl uğraşmış biri olarak söyleyebilirim ki, kaçak at etinin bol miktarda piyasaya sürülmesi Doğu Avrupa’dan Batı’ya yeni bir göç dalgasına işaret eder. Doğu Avrupa köylüsünün ve özellikle Çingenelerin hayatında atın çok önemli bir yeri vardır. Bu bölgelerde at arabası hâlâ revaçtadır ve ülkelerini terk edip Batı’ya göçmek isteyenlerin ilk yaptıkları iş atlarını kesip satmaktır.

Bir ailenin hayatta kalabilmek için yıllar boyu varlığına alıştığı bir canlıyı kesmek zorunda kalması oldukça acıklıdır. Ama Avrupa’da Doğu’dan Batı’ya göç edenleri başka acılar da beklemektedir. Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist rejimler yıkılana kadar Doğu’dan Batı’ya gelenler çok iyi karşılanır, ayaklarının altına kırmızı halılar serilirdi. Ama bu ülkelerin hükümetleri Batı kapitalizmine biat ettikten sonra Doğu Avrupalılar ve özellikle Çingeneler yeniden aşağı ırk muamelesi görmeye başladılar. İkinci Dünya Savaşı’nda silahla gerçekleştirilemeyen ırk ayrımı bugün Batı Avrupa ülkelerinde bir realite olmuştur. Fransa’da, Hollanda’da bu insanlar her gittikleri yerden kovuluyor, Çingeneler hastalık ve bakımsızlıktan ölen bebelerini gömmeye mezarlık dahi bulamıyorlar. Her hafta Batı Avrupa havaalanlarından sınır dışı edilenleri Doğu’ya taşıyan tehcir uçakları kalkar. Doğu Avrupalılar içinde ancak doktor, mühendis gibi meslek sahipleri ya da teknisyenler, o da çok ucuza çalışmayı kabul ederlerse Batı’da barınabilirler.

Doğu’dan Batı’ya et ticareti sadece at etiyle sınırlı değildir. Bulgaristan, Romanya, Moldavya gibi ülkelerde köylere bazen konvoy halinde lüks cipler gelir. Başlarında genellikle Hollandalı bir patron, yanlarında bir Balkan ülkesinden korumalar ve yerli iş takipçileri vardır. 14-15 yaşlarındaki kızlar aileleri tarafından ayda 500 avroya kiraya verilir. Köylüler o kızları genellikle bir daha asla göremez. Onlar köledir, ailelerine vaat edilen parayı, günlük 50 avro kokain masrafını, 40 avro yardımcı bayan ücretini, ayda 500 avro ev giderini, korumanın harçlığı dışında bir de ödemeleri gereken vitrin kirasını çıkarabilmeleri için durmaksızın çalışırlar. Amsterdam, Anvers gibi uygar kentlerde kadınlar elbisesiz olarak gelip geçene teşhir edilir. Bir kısmı Türkiye’den gelen turistler de bu ‘çağdaşlığı’ ağzı açık seyreder. Bu vitrinlerin 6 saatlik kirası 250 avrodur. Vergi müfettişi, kadın etini nerdeyse çengelde pazarlayan işletmeciden devlet adına vergisini de toplar. Liberal solun ‘seks işçiliği’ olarak tanımladığı bu insanlık dışı durum aslında tabii ki köleliktir ve kanunla yasaklanmalıdır.

Doğu Avrupa göçmenlerinin yaşamı, kimse kendini kandırmasın, liberal kapitalizmin ırkçılık boyutunun da açık bir örneğidir. Batı, Doğu’yu madden ve manen tüketmiş, şimdi yok etmekle meşguldür. Batı toplumları, Slavlara ve ayrıca Ortodoks Hıristiyanlara üstünlük taslamaktadır. AB içinde ırkçı bir hiyerarşi mevcuttur ve neyse ki artık Batı’nın kendi halkı da buna tepki göstermeye başlamıştır.

kayahan.uygur@aksam.com.tr
Kaynak: Akşam

ABD'nin Virginia eyaletine bağlı Friedricksburg'da iki trafik polisi direksiyonda kalp krizi geçiren siyah bir sürücüye biber gazı sıktı
25 Mayıs 2015

Fredericksburg Emniyeti olayın görüntülerini yayınladı.

Polisin omuz kamerasındakii görüntülerde memur Shaun Jurgens'in ters yönde ilerlerken durdurulan sürücü David Washington'a doğru ilerlediği görülüyor. Ardından görüntülerdeki polis memuru aracın kapısını açıyor, Shaun Jurgens adlı polis de David washington'ın yüzüne doğru hiç uyarı yapmadan yoğun bir şekilde biber gazı sıkıyor.
Gazı sıkan Jurgens'in "Çık arabadan diye bağırdığı" David Washington'a küfür de ederken "Seni s... gazına boğacağım. Burada oyun oynamıyoruz" diyor.
Araçtan çıkarılan Washington da polislere nefes alamadığını söylüyor. Ardından hastaneye kaldırılan Washington'ın gaza boğulduğu sırada kalp krizi geçirdiği belirlendi
El Cezire

İngiliz Liderden Tarihi İtiraf: "IRAK'IN İŞGALİ YASA DIŞIYDI"
21 Temmuz 2010

İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg, öyle bir itirafta bulundu ki bu sözler dünya tarihine kara leke olarak geçecek!
İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg, 2003 yılında Irak'ın işgal edilmesini "yasa dışı" olarak nitelendirdi.

ABD'de bulunan Başbakan David Cameron'un görevine vekalet eden Liberal Demokrat Parti Lideri Clegg, parlamentoda yaptığı konuşmada, işgal döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Jack Straw'a atıfta bulunarak, "Onun arkasında bıraktığı karmaşayı çözmeye çalışmak için ulusal çıkarlar içinde çalışan iki partiyi bir araya getiren bu koalisyonda yaptığımız herşey için hesap verebilmekten mutluyum" dedi.

"IRAK'IN İŞGALİ YASA DIŞIYDI"

Clegg, "Belki de bir gün, muhtemelen onun (Straw'un) hatıratı için beklememiz gerekecek. Şimdiye değin verilmiş en feci kararda, Irak'ın yasa dışı işgalindeki rolünün hesabını verebilir" diye konuştu.

Başbakan Cameron'un bir sözcüsü ise konuya ilişkin sorular üzerine, Clegg'in koalisyon hükümetinin değil, kendi görüşünü dile getirdiğini söyledi.aktifhaber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Kapitalizmin Haiti'yle bitmeyen hesabı

Sömürgeci zihniyetin tarihi, beyaz adamla batıdan başladı ve onunla dünyaya yayıldı.

Kapitalizmin sömürgecilik tarihi, beyaz adamın dünyayı işgal tarihiydi.

Yerkürenin kaynaklarını, insan topluluklarının emeklerini ve birikimlerini yutarak palazlanan sömürücü sisteme ilk başkaldırı ise Haiti'den gelecekti...

Kapitalist sömürgeciliğin 'şeytanı' olmaya kararlı Haitili köle siyahlar, beyaz adamı ve onun kurduğu 'yamyam kölelik düzenini' yere yıktılar.

Kapitalizmin bilincinde, Haitililer 'kara büyücülerdi' artık.

Dünyanın köle deposu Haiti adasından kafasını uzatan Karayip kaplanları, ilk köle isyanını 1791'de gerçekleştirdiler.

Kanlarını ve canlarını şeker plantasyonlarında sermaye birikimine çeviren Fransız sömürgecilere 'özgürlüğün' ne olduğunu gösterdiler.

Fransız devriminin 'eşitlik, kardeşlik ve özgürlük' mottosunun gerçek sahipleri Haitili kölelerdi...

ABD'den sonra kıtanın ilk bağımsızlığını ilan eden siyahların ülkesi Haiti, oldu Karayipler'e ve Amerika'ya sıçrayan köle ayaklanmalarının vatanı olarak dünyada da 'köleliğin kaldırılmasını' sağladı.

Bedava emeğini kaybederek kapitalist birikimi zayıflayan beyaz adam ise Haiti'yi lanetleyerek tarih boyunca intikam alacaktı.

Haiti tam 125 yıl boyunca Fransa'ya tonlarca altın ödemekle cezalandırıldı, ama kapitalizmin Haiti'ye olan hıncı dinmedi.

ABD hegemonik militer elini 1904'lerden beri Haiti'nin üzerinden çekmedi, ülkeyi darbeler üssü haline getirerek akabinde bütün soğuk savaş dönemini işbirlikçi faşist diktalarla idare etti.

Papa- Doc ve Baby-Doc Duvalier'in zalim kukla yönetimleri özgürlükçü halk hareketlerini sindirdi.

Böylece Haiti sömürgecilik tarihinin tüm formlarının beslendiği plantasyona çevrilecekti.

30 küsur darbe, kanlı katliamlarla Haiti'deki kapitalizmin ayak izi derinleşti.

1990'ların Neo-liberalizminin Haiti'deki hedefi, 'Yoksulların Papazı', namı diğer başkan Aristide olacaktı.

IMF ve DB'nın Haiti taarruzuna razı gelmeyen Aristide önce derdest edilip haddi bildirilince, küresel vampirler Haiti'ye yerleşebildi.

IMF, DB, tarım ülkesi Haiti'yi tarım endüstrisiyle işgal edip halkı topraksızlaştırarak şehirlere tehcirini gerçekleştirdi.

Neo-liberal ekonominin pençelerini geçirdiği ülke yalnızca 'yoksulluk ve açlık' üretimine katıldı.

Tarım ülkesiyken gıda ithalatına yani açlığa zorlanan az gelişmiş Asya ve Afrika ülkeleri listesinin en altlarına Haiti yerleşti.

Ülke zenginliğinin %85'inin nüfusun %5'inin sahip olduğu dünyanın en yoksul ülkesi.

Deprem felaketiyle yıkılan Haiti görüntülerinde sadece felaket sonrasını değil 21. yüzyılın yoksulluğunun ve açlığının yakın resmini de görüyoruz..

Yok edilmiş devlet ve kamu kurumları, özelleştirilmiş tarım, varoşlara tıkıştırılmış halk ve simsarların tükettiği ülke zenginliğinin ardından gelen depremle ellerinde palalarla dolaşan Haitililer gıda için birbirlerini kırıyorlar.Bir ülkenin çürütülmesine yaşam mekanları, kurumları kadar toplumu da dahil...

İnsanlık yakın geleceğini ve içinde olduğu 'insanlık krizini' Haiti'den seyredebilir. Biliyoruz ki yoksulluk ve ölümün adresi şimdilik Haiti!

Halbuki Haiti'nin biraz ilerisindeki Küba'da tek bir aç çocuk bile yok.

Neoliberalizmin bereketli vasatı olan kriz, doğal felaket ve kaos hazır Haiti'de.

El değiştirecek kaynaklar ve mülkiyetler için bulunmaz fırsat ve beyaz adam tüm lojistiğiyle şimdi de yardım bahanesiyle istila ediyor.

Kapitalizm, kendi 'şeytanını' görüp ödünün patladığı Haiti'ye bitiremediği hesabı için yine geri dönüyor.
Kaynak: Akşam

HAİTİ'NİN DRAMINDA BATI'NIN PAYI
15 Ocak 2010

"Uluslararası camia", dindirmeye çalıştığı acının boyutundan büyük ölçüde sorumlu. Guardian’dan Peter Hallward Haiti depremini ve bu acının arkasındaki batının zulmünü irdeliyor.
Peter Hallward

Salı günü Haiti'nin başkentini vuran şiddette bir deprem dünya üzerindeki hangi büyük şehirde meydana gelse büyük zarar verirdi.

Ama Port-au-Prince'in bir savaş alanını andırıyor olması tesadüf değil. Haiti'nin başına gelen bu felaketin yol açtığı yıkımı okumanın en iyi yolu, insan eseri olan uzun ve çirkin bir tarihî döngünün bir başka sonucu olarak görmek. Şimdiden apaçık ortada olansa, bu etkinin, tarihi çok daha uzun bir bilinçli yoksullaştırma ve gücü eline almasını engelleme sürecinin sonucu olacağı. Haiti'yi "batı yarıkürenin en yoksul ülkesi" diye anmak âdettendir. Bu yoksulluk, dünya tarihindeki belki en vahşi kolonyal sömürü ve üstüne gelen onlarca yıllık sistematik postkolonyal zulmün mirası.

"İnsanî yardım" için koşuşturan asil "uluslararası camia", şimdi dindirmeye çalıştığı acının boyutundan büyük ölçüde sorumlu. ABD, 1915'te işgal etmesinden bu yana, Haiti halkının, eski cumhurbaşkanı Jean-Bertrand Aristide'in sözleriyle "tam sefaletten onurlu yoksulluğa" doğru kımıldanmak için attığı her ciddi siyasî adım, ABD hükümeti ve bazı müttefikleri tarafından bilinçli şekilde engellendi. 2004 yılında binlerce kişinin ölümü ve halkın büyük çoğunluğunun öfkesiyle sonuçlanan, uluslararası desteğe sahip bir darbeyle yıkılan Aristide hükümeti (% 75'lik bir oy oranıyla seçilmişti) en son kurbandı. Ardından BM, ülkede devasa ve son derece pahalı bir istikrar ve barış gücü bulundurmaya başladı.

Bugün Haiti, eldeki en sağlıklı verilere göre, halkının yaklaşık % 75'i günde 2 doların, dört buçuk milyon kişiye tekabül eden % 56'sınınsa bir doların altında bir miktarla yaşadığı bir ülke. Onlarca yıl süren neoliberal "düzenleme" ve neo-emperyal müdahaleler hükümetin, halkına yatırım yapabilme veya ekonomisini düzeltme kapasitesini elinden tamamen aldı.

Port-au-Prince'de bugün yaşanan felâketin sebebi işte bu yoksulluk ve kudretsizlik. 1970'lerin sonlarından bu yana Haiti'nin tarıma dayalı ekonomisine yapılan insafsız taarruzlar on binlerce küçük çiftçiyi kalabalık şehirlere akın etmek zorunda bıraktı. Güvenilir istatistikler bulunmamakla birlikte, başkentin yüz binlerce sakininin, standartların tamamen altındaki gecekondu tipi evlerde yaşadığı tahmin ediliyor. Bizzat bu tip yerlerde yaşayan insanların doğal ayıklanmaya uğraması, uğradıkları zararın boyutları gibi, "doğal" ya da kazara değil. Haiti Adalet ve Demokrasi Kurumu Müdürü Brian Concannon'un sözleriyle: "O insanların orada olmasının sebebi, kendilerinin veya anne-babalarının, şehirlerde sömürüye açık bir işgücü yaratılmasını amaçlayan politikalarla kırsal bölgeleri terk etmeye teşvik edilmiş olmaları; dolayısıyla tanım itibarıyla, depreme dayanıklı evler inşa edemeyecek insanlar". Bu arada şehrin; su, elektrik, yollar gibi temel altyapısı son derece yetersiz, bazı yerlerde yok bile. Hükümetin, felakete çare bulma kapasitesi sıfıra yakın.

2004 darbesinden bu yana Haiti'yi uluslararası camia yönetiyor. Şimdi Haiti'ye acil yardım göndermek için koşuşturan aynı ülkeler, son beş yıl içinde, BM'nin yetkisini askerî amaçların ötesine genişletmek yolundaki tüm önerileri veto etti. Bu "yatırım"ın bir kısmının yoksulluğu azaltmaya ya da tarımsal kalkınmaya yöneltilmesine yönelik her girişimin önü tıkandı.

2008'de Küba'yı da vuran aynı fırtınalar sadece dört kişiyi öldürdü. Küba, neoliberal "reformlar"ın en korkunç etkilerinden uzakta kalmayı başarmıştı ve hükümeti halen halkını felâketlere karşı koruma kapasitesinin elinde tutuyor. Eğer bu son krizde Haiti'ye yardım etmek niyetindeysek, bu karşılaştırmayı akılda tutmalıyız. Acil yardım göndermenin yanı sıra, Haiti halkı ve kamu kurumlarının kendi iktidarını eline alması için neler yapabileceğimiz üzerine kafa yormalıyız. Yardım konusunda samimiysek Haiti hükümetini denetlemeye, halkını pasifize etmeye ve ekonomisini sömürmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz. Ardından da, sebep olduğumuz zayiatın hiç olmazsa bir kısmını ödemeye başlamalıyız.
Zaman

Bizim “özgür kızlar”a Avrupa, ölüm kusmakta…
Mine Alpay
14 AĞUSTOS 2009
Farklı olana hep tahammülsüzdü Avrupa. Ne ki biz şark milletleri, her zaman sürüklenip gidiyorduk, onların kibar tavırları, şık kıyafetleri, valsleri peşi sıra.

Yüz yıldır delikanlılarımız, "neden bizim anne ve babalarımız da balolara katılmaz.

Batılılar gibi dans etmez ki" diye, yanıp tutuşuyordu.

Bilmez misin ay balam, benim ayaklarım gitmez o ritme.

Horon, de; halay, de; kalkıp oynayayım.

Ama kemençe ve neyden, bağlama ve kanundan gayrısı yaban gelir bana.

Yahya Kemal'den beri bizim bebeler yüzlerini çevirdikleri batının bol ışıklı avizeleri, hantal yemek masaları, mobilyalarına takılıp kaldılar.

Kadınların süslü tuvaletleri delikanlıları mest etti.

Yine de köylü bilgeler, tıpkı Jan Jarse gibi, "öyle değil çağalar, batı gördüğünüz gibi değil, köhne ve çürük" demeye görsünler.

Bir sitem, "siz ne anlarsınız medeniyetten" sızlanışları ile çekip gitmeleri az görmedi bu halk.

Şimdi bir serçe kuş gibi yere yığılan evlatlarımıza bakıyorum da; o yüz yıllık öykünenlere mesafeli duran Anadolu bilgeliğinin yürekli sesini yeniden duyuyorum.

Âmin Maalouf''un dediği gibi, Lübnan'da bin yıldır ayakta kalan Hıristiyan ailelere şarkın gösterdiği tahammülü, batının denemeye gücü olmadığını kırk yılda anlıyoruz.

Mısırlı Merve'yi mahkeme salonunda herkesin, eşinin gözleri önünde katledebilen batının acımasız ruhu; bu özgür kızlara çoktandır tahammülünün taştığını göstermekte.

Tren istasyonlarında, üniversitelerde, restoranlarda boy gösteren bu başı örtülü özgür kızlar, nicedir batılının canını sıkmakta idi.

Herkes duymakta idi; deli dana gibi öfke ile başlarını sallayıp, söylenip, küfürler savurduklarını.

Tenhada gördüğünde bıçakla doğrayacağı anın vereceği keyfi yakınları ile paylaştığını.

Mısırlı Merve'nin çığlıkları Almanya'dan Hollanda'ya ulaşmış mıdır?

Bir Türk kızının kaderi de Merve gibi acı oluyor.

Merve gibi okumuş, aydın, müteşebbis; göçmen kız, geldiği memlekette rahat durmamış.

Karadeniz'in cevval, devingen genleri ile Rize'li Arzu'nun özgürlüğü, başındaki örtü ile sınırlı kalmamış.

Bir de iş kadını olup, çocuk yuvası açmış.

Kraliçenin tanıştığı Arzu ile dergiler röportajlar yapmışlar.

Hazinelerden kıymetli ailesi ve çocukları ile başarılı sosyal hayatı ile mutlu, özgür, inançlı bir görüntü sunan Arzu'ya batının baykuşları fena halde içerliyormuş meğer.

Sen göçmen gel.

Fakir kalma.

Zengin ol.

Üstelik alkol, fuhuş, uyuşturucu batakhanesine uğramama gibi batı değerlerine sırt çevir.

Bir de başında özgürlük halesi taşıyarak, Hıristiyanlara bile, "hadi ne duruyorsunuz siz de benim gibi Hz. Meryem'in örtüsüne sahip çıkın" mesajı ver.

Yok, bu özgür kız bardağı taşırmıştır.

Katli şart olmuştur.

Arzu ile benzer bir kaderi bu kez Belçika yaşatıyor; bir göçmen kuşa.

Polisin çağırdığı Mikail Aslan, işkence ile dövülerek öldürülüyor.

Bizim bebeler de hala kibar katillerin, şık elbiselerine aldanıp; medeniyet batıda sanmakta.

Oysa tahammülsüz batı; kanlı ellerini şık eldiveninden çıkarmış, Hz. Meryem kadar masum Merve'yi, Mikail'i, Arzu'yu acımasızca katletmekte.
Millî Gazete

CIA'nin üst düzey terörizm sorgulama programının bir parçası olarak ABD'nin gizli bir hapishanesi daha ortaya çıktı
Dünya Bülteni
4 Ağustos 2008
Guantanamo'nun ortaya çıkmasıyla sarsılan dünya şimdi de Hint Okyanusu'nda bulunan Diego Garcia adasındaki gizli ABD hapishanesiyle yeniden çalkalanıyor.

Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia adasında ABD'nin kullandığı yeni bir gizli hapishane daha ortaya çıkarıldı.

Time gazatesinde, Adam Zagorin'in 1 Ağustos tarihli yazısına göre ABD'nin "Terörle Savaş" adı altında açtığı gizli hapishanelerin bir yenisi daha ortaya çıktı. Hapishane CIA'nin üst düzey terörizm sorgulama programının bir parçası.

Zagorin bazı mahkûmların okyanusun üzerindeki bir gemide tutulduklarını söyledi.

Zagorin'in bilgi aldığı kişilerin 2002 yahut 2003 yılında görüştüğü ve hapishanede kalmış olan Ebu Zübeyde, Halit Sheikh Muhammed ve Remzi bin al-Şibh olduğu düşünülüyor. Bu kişiler daha sonra Polonya'daki başka bir ABD gizli hapishanesine götürüldüler.

Mustafa Setmariam Nasar'ın eklediğine göre bu hapishane 2006'da açılması bir yana zaten dört yıldır kullanılıyormuş. Adada bulunan bulunan 14 mahkumdan biri de Guantanamo'ya götürüldü.

İnsanlık dışı işkencelerin gerçekleştiği bildiren hapishanenin varlığı daha önce de ortaya konmuştu.

Time gazetesi bundan önce 2003, 2004 ve 2006 yıllarında da benzer hapishaneleri ortaya çıkarmıştı.

Hapishanenin varlığı Avrupa Konseyi'ne Dick Marty tarafından 2007'de sunuldu. Aynı şekilde BM raportörü Manfred Novak Mart ayındaki işkence dosyasında bu hapishaneyi ortaya koymuştu.

ABD utanç tablosu hapishaneyle ilgili iddiaları reddetti.

İşgalci HaçlI ordusu NATO askerleri içinde sivillerin bulunduğu minibüsü taradı: En az 3 ölü
12 Aralık 2008
Afganistan'ı işgal eden haçlı ordusu NATO askerlerinin, içinde sivillerin bulunduğu bir minibüse ateş açtığı, içindeki 3 Afgan sivilin öldürüldüğü bildirildi.

İşgal Ordusu NATO'nun açıklamasına göre minibüsteki 3 Afgan sivil öldü, çok sayıda kişi de yaralandı.

Holbrooke Karaciç'e garanti vermiş
02 Ağustos 2008
Bosna Sırp Cumhuriyeti'nin eski dışişleri bakanı Aleksa Buha, ABD'li eski bakan Holbrooke'un soykırım suçlusu Karaciç'e garanti verdiğine tanık olduğunu savundu.

Bosna Sırp Cumhuriyeti'nin eski dışişleri bakanı Aleksa Buha, Bosna Savaşına son veren Dayton Anlaşması'nın mimarı Amerikalı Richard Holbrooke ile BM savaş suçları mahkemesine çıkarılan eski Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç arasında, Karaciç'in yargılanmayacağı konusundaki bir anlaşmaya tanık olduğunu iddia etti.

Aleksa Buha, Sırbistan radyosuna yaptığı açıklamada, "Holbrooke'un, kendisine, Karaciç'in siyasi hayattan tamamen çekilmesi durumunda BM savaş suçları mahkemesiyle ilgisinin kalmayacağı konusunda açıkça taahhütte bulunduğunu" öne sürdü.

1998'e kadar dışişleri bakanlığı görevini yapan Buha, Holbrooke'un bu sözü "Belgrad'da 18-19 temmuz 1996 gecesi düzenlenen ve dönemin Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç, dönemin Yugoslavya Dışişleri Bakanı Milan Milutinoviç ile eski Bosnalı Sırp liderlerden Momcilo Krajisnik'in de bulunduğu bir toplantıda" verdiğini ifade etti.

Karaciç, 12 yıl süren firardan sonra yakalanmış ve önceki gün Lahey'deki mahkemeye çıkarılmıştı. İlk duruşmada Karaciç, Bosna Savaşına son veren Dayton Anlaşması'nın mimarı Amerikalı Richard Holbrooke'tan kamu hayatından çekilmesi halinde mahkemeye çıkmayacağı yönünde güvence aldığını iddia etmiş, Holbrooke ise bu iddiayı yalanlamıştı. haber7

Hamile kadının karnını yararak bebeğini çaldı
21 Temmuz 2008
ABD, bir apartman boşluğunda karnı yarılarak bebeği çalınan kadının ölümünü konuşuyor. Yetkililer bebeğini evde doğurduğunu söyleyen kadını şüpheli hareketleri üzerine gözaltına aldı. Wilkinsburg bölgesinde yaşayan Andrea Curry-Demus isimli cani, 8 aylık hamile bir kadının karnını yararak bebeğini çaldı. Hamile kadını elleri ayakları ve ağzı bantlanmış bir şekilde bulan polisler olayın üzerinden birkaç saat bile geçmeden şüpheli bir doğum vakasıyla karşılaştı.
Demus adlı kadın göbek bağı henüz kesilmemiş bebekle birlikte Pittsburg'daki West Penn Hastanesi'nin acil servisine giti. Çocuğu evde tek başına dünyaya getirdiğini iddia eden Demus'u şüpheli bulan doktorlar küçük bir test yapınca bebeğin annesinin o olmadığını anladılar. Tutuklanan Curry Demus yeni doğmuş bebeği bin dolar karşılığında satın aldığını söyledi. Yetkililer bir apartman boşluğunda ölü halde bulunan anne adayının kimliğini belirlemeye çalıştıklarını kaydetti netgazete

'BM barış gücü askerleri çocuklara tecavüz ediyor'
27 Mayıs 2008
İngiltere merkezli çocuklara yardım kuruluşu Save the Children'ın hazırladığı bir rapor, çatışma ve felaket bölgelerindeki çocukların; bizzat kendilerini korumakla yükümlü görevlilerin tecavüz ve kötü muamelesine hedef olduklarını ortaya koydu.

İngiltere merkezli çocuklara yardım kuruluşu Save the Children'ın hazırladığı bir rapor, çatışma ve felaket bölgelerindeki çocukların; bizzat kendilerini korumakla yükümlü görevlilerin tecavüz ve kötü muamelesine hedef olduklarını ortaya koydu.BBC'nin haberine göre, raporda insani yardım kuruluşu çalışanları ve barışı korumakla görevli askerlerin bazılarının, aralarında 6 yaşındakilerin de bulundukları çocukları taciz ettiği belirtildi. Raporda, taciz ve kötü muamelenin; çocuklar ve ailelerinin başlarına daha kötü şeyler gelmesinden endişe ettikleri için ihbar edilmediği, suçluların da cezalandırılmadığı saptamasına da yer veriliyor. Save the Children'ın araştırması, Fildişi Sahili, Sudan'ın güneyi ve Haiti'yi kapsıyor.Rapora göre, çocuklara yönelik cinsel tacizin failleri arasında, her türlü insani yardım, barış ya da güvenlik faaliyeti yürüten örgütlerin her kademeden personeli var. Bunlara yerel görevlilerle uluslararası personel de dahil. Raporda, bu örgütlerin ya da suçlanan kişilerin isimlerine ilişkin ayrıntı yok.Raporu kaleme alan Karina Çarki, ''Bunun nedeni, çocukların, konuşmaları halinde başlarına geleceklerden korkuyor olması'' dedi. Çarki, araştırmayı yapabilmek için çocuklara gizlilik ve başlarına gelenlere ilişkin ayrıntıları daha ileri aşamalara taşımayacakları konusunda söz verdiklerini söylüyor. Fildişi Sahili'nde yaşayan 13 yaşındaki bir kız, BBC'ye verdiği demeçte, evinin yakınındaki bir tarlada, 10 Birleşmiş Milletler barış görevlisinin tecavüzüne uğradığını, tecavüzcülerin kendisini kanlar içinde bırakarak gittiğini, sürekli titrediğini, kustuğunu anlattı.Barışı koruma operasyonlarının çoğunu Birleşmiş Milletler yürütüyor. Save the Children, sorunla mücadele için Birleşmiş Mİlletler'in cinsel sömürü ve tacizle mücadele ekibiyle öneriler üzerinde çalıştıklarını açıkladı.
haber vaktim

İngiltere'de, devletin 'kontrol ve koruması' altındaki 17 aylık bir bebek feci şekilde dövülerek öldürüldü
13 Kasım 2008
İngiltere'de 17 aylık bir bebek, devletin "kontrol ve koruması" altında olmasına rağmen, annesi ve onun sevgilisi tarafından dövülerek öldürüldü.
Omurgası kırılarak öldüğü açıklanan bebeğin yaş adığı evin 8 ayda 60 kez sosyal görevliler tarafından ziyaret edildiği, buna rağmen bebeğin annesi ve onun sevgilisi tarafından kötü muameleye maruz kalmasının önlenemediği kaydedildi.
The Daily Telegraph gazetesindeki haberde, ismi açıklanmayan, "baby P" olarak adlandırılan bebeğin Ağustosta öldüğü belirtildi. Annesi ve onun sevgilisinin yanında kalmasına izin verilen bebekte daha önce çeşitli dönemlerde 50 farklı yaralanma tespit edildiği de kaydedildi.
Olayın ardından konuyla ilgili kapsamlı soruşturma açıldığı, ülke çapında çocuk koruma programlarının uygulanması konusundaki aksaklıkların da yeniden gözden geçirilmesi için ilgili kurumlara talimat verildiği bildirildi.
Bebeğin omurgasındaki kırığın, otomobil kazalarında maruz kalınan sert darbeler sonucu oluşan kırıklara benzediği, bebeğin muhtemelen bir yere fırlatılarak yaralandığı ifade ediliyor.
Uzmanlar, sakatlığın oluşmasıyla ölüm arasında geçen s ürede iki sosyal görevli ve bir avukatın bebeği gördüğüne, ancak vücudundaki bu son derece belirgin sakatlığı fark edemediğine dikkat çekti.
İngiltere'nin Çocuk ve Aileden sorumlu Bakanı Beverly Hughes'un, bu konudaki aksaklıkları inceleyen komisyonun başkanı Lord Laming'den, Çocuk Koruma Programını yeniden ele alıp, aksaklıkları gidermek için çalışmalar yapmas ını istediği belirtildi.
Lord Laming de bebeğin sakatlığının görevliler tarafından fark edilmemesinin kabul edilemez olduğunu vurgulayarak, Harringey Sosyal Servislerinin ihmali bulunup bulunmadığına bakılacağını ifade etti. netgazete

ABD Çin'e Atom Bombası Atacaktı
01 Mayıs 2008
Açıklanan gizli belgelerde ABD'nin Çin'e saldırmayı planladığı ortaya çıktı.

Bugüne kadar gizli kalan ve dün açıklanan belgelerde, dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower'ın Çin ile Tayvan arasındaki krizin kötüleşmesi halinde Amerikan Hava Kuvvetleri'nden Çin'e karşı önce konvansiyonel silah kullanmasını, bunun yeterli olmaması halinde ise atom bombası kullanmasını istediği bilgisi yer alıyor.

Belgelerde, dönemin komutanlarının Başkanın talimatlarına şaşırdığı ve siyasi yetkililerin de atom bombası kullanılmasının bölgede radyoaktif tehlikeler yaratması ve nükleer gerginliği artırması riskini gördüğü, sonuçta planın uygulanmasından vazgeçildiği belirtiliyor.

National Security Archive tarafından açıklanan belgelere göre, plan, Çin'in Tayvan'ın etrafındaki ada gruplarına ulaşımı engellemesi halinde, bugün Şiamen olarak anılan Amoy'daki havaalanlarına 10 ila 15 kilotonluk bir bombanın atılmasını öngörüyordu. aktifhaber

Bebeği Parçalayarak Öldürdüler
01 Mayıs 2008
İki Rottweiler cinsi köpek, sepetinden aldıkları beş aylık bebeği parçalayarak öldürdü.

İngiltere'nin Leicester Kenti'nde iki Rottweiler cinsi köpek, sepetinden aldıkları beş aylık bebeği parçalayarak öldürdü.

Amy Burchell (26) bebeğini uyutup sepete yatırdıktan sonra, odadan ayrıldı. Ancak Bruno ve Bess adlı yırtıcılıklarıyla bilinen Rottweiler cinsi iki köpeğinin bulunduğu terasın kapısını da açık bıraktı. İçeri giren köpekler, parçalayarak öldürdüler. Anne, ihmalde bulunarak ölüme sebebiyet vermekten yargılanıyor. aktifhaber

80'lik kadın bastonla kocasını öldürdü

Belçika'nın başkenti Brüksel'de 80 yaşındaki bir kadın, 88 yaşındaki kocasını baston darbeleriyle öldürdü.
25 Mart 2008
Polis açıklamasına göre Belçikalı kadın, önceki gece, bir rahatsızlığı nedeniyle yere düşen ve tekrar kalkamayan kocasının bu durumuna "tahammül edemedi".

Polise verdiği ifadede, kocasına "onlarca baston darbesi" vurduktan sonra yattığını bildiren kadın, dün sabah yaşlı adamı "kanlar içinde ve cansız" bulduğunu açıkladı. Savcılık, Belçikalı kadının tutuklandığını açıkladı.
haber7

İNGİLİZ ASKERLERE CİNAYET DAVASI

İngiliz askerlerinin Irak'ın güneyinde bundan dört yıl önce çıkan bir çatışma ardından gözaltına aldıkları 20 Iraklı'yı öldürdüğü iddia edildi
22.02.2008
Mecat el Kebir kasabasındaki olaydan sağ kurtulanlar arasında bulunan beş Iraklı, cesetlerin bazı uzuvlarının işgalci askerler tarafından kesildiğini debelirtiyor.
İddialar ilk kez Mayıs 2004'teki çatışmadan bir ay sonra dile getirilmişti.
Ancak sözkonusu beş Iraklı'yı temsil eden avukatlar Phil Shiner ve Martyn Day, olayın ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak kamuoyuna açıklandığını söyledi.
Londra'da bir basın toplantısı düzenleyen avukatlar, üç saat süren çatışmanın ardından gözaltına alınan Iraklılar'ın Ebu Naci'deki bir İngiliz üssünde öldürüldüğünü açıkladı.
Basın toplantısında olaydan sağ kurtulan Iraklılar'ın yazılı ifadeleri de dağıtıldı.
İfadelerde diğer mahkumların çığlıklarıyla, boğulma ve silah sesleri duyulduğu belirtiliyor.
Avukatlar tazminat talebiyle konuyu İngiliz mahkemelerine taşıyor.
İngiliz Savunma Bakanlığı tüm bu iddiaları reddediyor.
Shiner ve Day ise olayla ilgili soruşturmanın askeri polisten alınıp sivil yetkililere verilmesini talep etti.

ABD askerinin Japon kıza tecavüzü
Amerikan ordusu, Japonya'nın Okinawa adasındaki üste görev yapan personeline sıkı kısıtlamalar getirdi
20 Şubat 2008
Japonya'daki Amerikan güçlerinden yapılan açıklamada, Okinawa'da bir
donanma askerinin 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiğiyle ilgili
iddiaların ardından askerler için getirilen gece yarısından sonra sokağa
çıkma yasağının tüm personeli kapsayacak şekilde genişletildiği
belirtildi.

Kısıtlamaların, askerlerin yanı sıra üslerdeki okullarda öğretmenlik
yapan Amerikalılar ve aileleri için de geçerli olduğu ifade edildi.
Yeni kısıtlamalar, askeri personelin resmi işleri, ibadet ve üs dışında
kalanların evlerine gidip gelmesi haricinde üsten ayrılmalarını
yasaklıyor.

Amerikan donanmasına bağlı 38 yaşındaki bir asker, 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiği suçlamasıyla geçen hafta tutuklanmış, olay Japonya'da
öfkeye yol açmıştı.

Okinawa adası, 2. Dünya Savaşı'nın sonunda ABD tarafından işgal edildi,
1972'de ise Japonya'ya geri verildi. Ada, ABD ile Japonya arasındaki
güvenlik anlaşması uyarınca, Japon toprakları üzerinde bulunan 50 bin
dolayında askerin yarısından fazlasına ev sahipliği yapıyor. Ancak halk,
Amerikan askerlerinin adadaki varlığını hoş karşılamıyor. tevhidhaber

Bagram Üssü Guantanamo'yu Aratmıyor
15.01.2008
ABD'nin Afganistan'da kurduğu üsse tepkiler artıyor.

Amerika'nın Afganistan'da kurduğu Bagram Üssü'nün insanlık dışı uygulamalar açısından Guantanamo kampını aratmadığı belirtiliyor.
Bagram'daki uygulamaların kamuoyundan gizlendiği ve tutukluların kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakıldığı ileri sürülüyor.

Kamp bir yandan sessizce sürekli genişletilirken, Amerikalı yetkililer üssün kısa süreli "gözlem merkezi" olduğunu iddia ediyor.

Yıllardır avukatlarıyla görüşemeyen ve kayıtlara "düşman savaşçı" olarak geçirilen zanlılar kampta tutulmaya devam ediyor.

Militan oldukları iddiasıyla tutulan bu kişiler, mahkemeye de çıkarılmıyor.

ABD'nin Afganistan'a 2001'deki müdahalenin ardından kurduğu Bagram Üssü başkent Kabil yakınlarında bulunuyor.

Üs'te genelde "Afgan terör zanlısı" olduğu iddia edilen 600 dolayında tutuklu bulunuyor. TRT

Kürtaj Kliniğinde Vahşet
01 Aralık 2007
Yasadışı kürtaj kliniğini basan polis akıl almaz bir dehşetle karşılaştı.

Ceninler kanalizasyona akıtılıyordu

İspanya'nın Barcelona kentinde yasadışı olarak çalışan kürtaj kliniğine baskın düzenlendiğinde, buradaki bir doktor ve dört hemşirenin, cansız ceninlerden kolay kurtulmak için bir makine geliştirdiği ortaya çıktı. Makinenin ceninleri “ezerek suyunu çıkardığı ve kuru atık haline getirdiği” daha sonra borularla kanalizasyona gönderdiği öğrenildi. Polis, borularda kürtaj yaptıran annelerin DNA'larını buldu. Klinikteki doktorların, önce anne karnındaki bebeğin kalbine zehirli iğne yaparak öldürdüğü, ardından kürtajı gerçekleştirdiği belirtildi. Klinikte sekiz aylık hamile kadınların bile kürtaja alındığı belirlendi. Kliniğin sahibi tutuklandı.

CANİ DOKTOR TUTUKLANDI

Kliniğin sahibi Dr. Carlos Morin'in ağır bir ceza alması bekleniyor. İspanya'da tecavüz kurbanları hariç kürtaj yasak. Kadınlar kaçak kliniklerde kürtaj oluyor. aktifhaber

Irak'ta bir ayda 1861 sivil öldü
01.04.2007
Irak’ta mart ayındaki şiddet olaylarında 1861 sivilin öldüğü belirlendi.
Reuters ajansının, Irak hükümetinin verilerine dayanarak verdiği habere göre, şubat ayının ortalarında başkent Bağdat’ta başlatılan geniş kapsamlı güvenlik operasyonlarına rağmen ölen sivillerin sayısında yüzde 13’lük artış oldu.
Saldırı ve şiddet olaylarında geçen ay Iraklı 165 polis ile 44 askerin de öldüğü belirtildi.

Irak’ta şubat ayında ölen sivillerin sayısı ise 1645 olarak açıklanmıştı.
netgazete

Avrupa'da çocuk pornosu avı
05 Kasım, 2007
Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (Europol), 19 ülkeden 2,500 müşteriye yönelik olarak isteğe bağlı çocuk pornosu bantları hazırlayan bir şebekeyi çökerttiklerini açıkladı.

Görüntüler 19 ülkeden 2,500 müşteriye pazarlandı

Küçük kızların video görüntülerini satan bir web sitesini işleten İtalyan vatandaşı bir adamın yakalanmasının ardından soruşturma başlatan polis bu kapsamda ele geçirdiği binlerce bilgisayar, video bandı ve fotoğrafa el koydu.

Pornografik malzemelerin bir kısmı İnternet üzerinden satılıyordu.

Yetkililer, Avrupa genelinde yürütülen araştırma sonucunda sekiz ülkeden toplam 92 kişinin yakalandığını açıkladı.

Europol açıklamasına göre, çökertilen şebeke, taciz edilen çocukların görüntülerini kaydediyor ve 19 ülkeden toplam 2,500 müşterisine pazarlıyordu.

Açıklamaya göre çocuk pornosu filmleri çoğunlukla Ukrayna, Belçika ve Hollanda'da üretiliyordu. Kurbanların çoğu ise Ukraynalı idi.

Yakalananların 40'ı ise İngiltere'de bulunuyordu.

'Koala Operasyonu'

"Koala Operasyonu" adı verilen soruşturma kapsamında binlerce bilgisayar, video kaydı ve fotoğrafa el konuldu.

Bu kişiler arasında öğretmenler, yüzme antrenörleri, hukukçular, bilgi işlem uzmanları da var.

Menno Hagemeijer / EUROPOL

Yapılan açıklamaya göre araştırma Temmuz 2006'da başlamıştı.

O tarihte Avustralya'da polis İnternet'te, iki küçük kızı taciz eden bir yetişkinin görüntülerini bulmuştu.

Çocuklar Belçika polisince teşhis edilmiş ve kızların babası olan tacizci de gözaltına alınmıştı.

Bu olay polisi, Belçika ve Hollanda'da faaliyet gösteren ama Ukrayna'da da stüdyosu olan bir İtalyan adama ulaştırdı.

2,500 müşterinin isimleri de bu kişinin bilgisayarından elde edildi.

'Sipariş üzerine'

Europol uzmanlarından Menno Hagemeijer, müşterilerin çeşitli ülkelerden ve tüm yaşam tarzlarından kişiler olduğunu belirtti.

Hagemeijer, "Bu kişiler arasında öğretmenler, yüzme antrenörleri, hukukçular, bilgi işlem uzmanları da var." dedi.

Europol uzmanı, video görüntülerinin belli çocuklara belli tacizlerin yapılmasını isteyen müşterilerce verilen siparişler üzerine hazırlandığını belirtti.

Taciz edilirken görüntülenen ve yaşları 9 ile 16 arasında değişen 23 çocuk teşhis edildi.

Açıklamaya göre, bunların 21'i Ukraynalı, diğer ikisi ise Belçikalı.

Europol yetkilileri operasyonun sürdüğünü ve yeni gözaltıların da gelebileceğini vurguladılar.
BBC

Milyonlarca çocuk pornosu görüntüsü elegeçti İspanya'nın 27 şehrinde, 51 sapık yakalandı
25 Ocak 2008
İspanya'da, internette çocuk pornosuna karşı düzenlenen operasyonda 51 kişi gözaltına alındı.
Jandarmanın 27 kenti kapsayan operasyonunda gözaltına alınan 51 kişi dışında, henüz haklarında delil toplanamayan 20 kişinin daha bulunduğu belirtildi.
Verilen bilgiye göre, Cordoba kentinden bir internet kullanıcısının yardımıyla yaklaşık 10 ay süren araştırma sonucu başlatılan operasyonda, milyonlarca çocuk pornosu görüntüleri elegeçirildi.

Sicilya mafyasının lideri yakalandı
05 Kasım, 2007
İtalya'da polis, Sicilya mafyasının lideri olarak kabul edilen Salvatore Lo Piccolo'yu yakaladıklarını açıkladı.
Polis Piccolo'nun yakalanmasını önemli bir darbe olarak görüyor

Piccolo yaklaşık 25 yıldır aranıyordu.

Polis, geçen yıl patronların patronu Bernardo Provenzano'nun tutuklanması ardından şebekenin liderliğini Piccolo'nun üstlendiğine inanıyor.

Sicilya'nın en büyük kenti Palermo'da bir ev ve garaja düzenlenen baskında Piccolo'nun oğlunun da aralarında olduğu üç kişi daha gözaltına alındı.

Bu kişilerin de ülkede mafya faaliyetleri ve organize suçla ilgili olarak en çok aranan 30 kişi listesinde yer aldığı haber veriliyor.

Ülkenin en büyük organize suç örgütü Cosa Nostra'nın başına 1990'ların ilk yarısında geçen Provenzano, 40 yıl boyunca p


En son admin tarafından Sal Eyl 02, 2008 11:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Prş Ağu 07, 2008 9:32 pm    Mesaj konusu: '650 numaralı esir' kadının çığlıkları! Alıntıyla Cevap Gönder

'650 numaralı esir' kadının çığlıkları!
07 Ağustos 2008

Dr. Afiyet Sıddiki 1972'de Karaçi'de doğdu. Şimdi düzmece bir senaryo ile New York'ta yargılanıyor. İki resmini görüyorsunu. Biri diploma töreninde, diğeri şu anki hali

İbrahim Karagül'ün köşe yazısı

Birkaç gündür "esir" tutulan bir Müslüman kadının ve üç küçük çocuğunun trajedisini tekrar tekrar okuyorum. Beş yıl boyunca ABD'nin o meşhur "işkence merkezleri"nde kalan, yıllarca kendisinden haber alınamayan, hâlâ çocuklarının akıbeti tespit edilemeyen, CIA'nın gizli esir ticaretinin kurbanlarından birinin ibretlik durumunu izliyorum.

Bizzat devletler, meşru güçler ve kurumlar tarafından yönetilen, dış politika pazarlıklarına konu olan, dolarla alınıp satılabilen insanların hikayelerine özellikle yer veriyorum ben. Çünkü bu örnekler, bu insan hikayeleri, gezegenimizi kontrol altına almaya çalışan, önümüzdeki yüzyılı şekillendirmeye girişen ırkçı zihniyet hakkında entelektüel ve siyasi tartışmalardan çok daha fazla bilgi veriyor bize. Ve, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuza dair dersler alıyoruz. Srebrenica soykırımının mimarlarını bile koruyanların, binlerce kurban üzerine gizli anlaşmalar yapabilenlerin yedi yıldır yaşadığımız bölgede imza attıkları kötülüklerin en dehşet verici örneklerini elbette çok sonraları öğrenebileceğiz. Ama biz, bildiklerimizi paylaşmanın çok önemli olduğuna inandık hep ve bunu yapmak için çaba harcadık. Bu yüzden de, yine böyle bir olayı aktarmak istedim.

İnsan hakları örgütlerinin hakkında kampanya başlattığı, dünya basınında az da olsa yer alan, Türkiye'de "timeturk" adlı haber sitesinin ısrarla takip ettiği Kandahar'daki işkence kampından Guantanamo'ya uzanan bir "hikaye" bu. Yeni nesil köle ticaretinin, 21. yüzyıla yönelik insan ticaretinin en ürkütücü örneklerinden biri.

Dr. Afiyet Sıddıki, Pakistan kökenli bir kadın. Yakın çevresi tam beş yıldır onu arıyordu. Kaçırıldığında en küçüğü bir aylık, en büyüğü dört yaşında üç çocuğu da kendisiyle beraber kayboldu. Nerede? Pakistan'ın Karaçi kentinden İslamabad'a gidecek uçağa binmek için havaalanına giderken. Sonradan, Pakistan polisi tarafından gözaltına alındığı ve para karşılığı ABD'ye "satıldığı" ortaya çıktı. O da, Pakistan güvenlik güçlerinin ABD yönetimine sattığı 750 kişiden biri oldu. Ya sonrası?

Tam beş yıl, Afganistan'da bilinmeyen bir yerde, gizli bir işkence evinde kaldı. Nerede olduğu bilinmiyordu gerçekten. Neler yaşadı, çocukları nerede, hâlâ tam olarak bilinmiyor. Dr. Sıddiki hakkında bilgi verenler kirli ticaretin diğer kurbanları oldu. Bagram'daki meşhur esir kampında kalan, Guantanamo'ya götürülenler onu biliyordu.

Sıddıki İngiltere vatandaşıydı. Amerika'da eğitim görmüş, MIT'de (Massachussetts Institute of Technology) tıp okumuş, nöroloji alanında çalışmıştı. Akrabalarını ziyaret etmek için Pakistan'a gittiğinde kaçırıldı ve satıldı. Afganistan işgali sırasında Taliban'a esir düşen, sonra bırakılan Yvonne Ridley, bu kimsesiz kadını aramaya başlar. Hikaye ile ilgili ABD basınında haberlere ulaşır. Pakistan mahkemelerine başvurur. Mahkeme 9 Eylül tarihine gün verir. İşte tam bu sırada Dr. Sıddıki ortaya çıkar. Nerede? Elbette ABD'de. New York'ta apar topar mahkemeye çıkarılır. Göğsünde kurşun yarası vardır ve zor ayakta durmaktadır. ABD kaynaklarına göre Afganistan'da ABD ile savaşırken daha yeni yakalanmıştır! Sıddıki silahla ABD askerlerine saldırmış, o sırada yaralanmış! Ne kadar da inandırıcı değil mi?

Hikayenin aslına dönelim. ABD'ye satılan, Bagram ve Guantanamo'da işkenceler gören sonra serbest bırakılan Muzzam Beg, kendisine işkence yapılırken duyduğu çığlıklardan kendi acısını unuttuğunu, çığlığın sahibinin Dr. Afiyet Sıddiki olduğunu söylüyor. Ekliyor: Gecenin karanlığını yaran ama kimsenin kulak vermediği bu çığlığın nerede geldiğini aradım. ABD üssünde işkenceye, tecavüze, dayağa, hakarete uğrayan tek kadın tutukludan geliyordu. Bu kadına tuvalet ihtiyacı bile herkesin gözü önünde, erkeklerin tuvaletlerini yaptığı yerde yaptırılıyordu." O kadının Dr. Sıddıki olduğu beş yıl sonra ortaya çıktı. İşkenceler sonunda bilincini kaybetmiş. Çocuklarının nerede olduğu hâlâ bilinmiyor. Kimse onu bu cehennemden kurtarmamış. Tamamen sahipsiz kalmış.

Dr. Afiyet Sıddiki 1972 yılında Karaçi'de doğdu. Şimdi düzmece bir senaryo ile New York'ta yargılanıyor. Yaralı, çökmüş. Bir kadın, tam beş yıl o meşhur işkence merkezlerinde kalıyor. Para ile alınıp satılan bir esir oluyor. Hangi siyasi hesap, pazarlık bu günahı gözümüzde meşrulaştırasilir.

İki resmini göreceksiniz. Biri diploma töreninde, diğeri şu an New York'ta mahkemeye çıkarıldığında çekildi.

Dikkatle bakın…

ibrahimkaragul@gmail.com
(Yeni Şafak)

Ya Kur'an'a basarsın ya da seni soyarız!
28 Kasım 2009

Dr. Afiyet Sıddıkiye inanılmaz işkence. Amerikan askerleri Afiyete ya Kuran-ı Kerime basarsın ya da seni çırıl çıplak yaparız diye eziyet ettikleri belirtildi.

Amerikan zindanlarında yıllardır çok ağır şartlarda yaşam mücadelesi veren Dr. Afiyet Sıddıki’ye inanılmaz eziyetlerin yapıldığı ortaya çıktı. Guantanamo ve Bagram başta olmak üzere birçok Amerikan esir kampından ağır işkenceler gören Dr. Afiyet’in hâlihazırda New York’ta bir hücrede olduğu ifade edildi.

Afiyet Sıddıki’nin dosyasını yakından takip eden Pakistanlı Senatör Talha Mahmud Timeturk’e yaptığı açıklamada, dünyanın bu insanlık dışı uygulamaya son vermesi gerektiği söyledi. Afiyet konusunun başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünya için utanç verici olduğu belirten Senatör Mahmud, suçsuzluğu ispatlanan bu kadının derhal salıverilmesi gerektiğini açıkladı.

Talha Mahmud, geçen yıl Afiyet Sıddıki’yi New York’ta hücresinde ziyaret ettiğini belirtti. Sıddıki’nin sağlık durumun iyi olmadığını ifade eden Mahmud, bayan Sıddıki’nin kaldığı hücrenin kapısının demir parmaklıklardan oluştuğu ve bu hücrede olan tuvaletin ve banyonun herkes tarafından göründüğünü vurguladı.

Afiyet Sıddıki’nin Kur’an-ı Kerim hafızı olduğunu ve hücresinde günü sık sık Kur’an okuyarak geçirdiğini söyleyen Talha Mahmud, Amerikan askerlerinin Sıddıki’ye yaptıkları işkencenin birinde ona ya Kur’an-ı Kerim’e basıp tuvalete gidersin ya da seni çırıl çıplak yaparız dediklerini bildirdi.

Amerika’nın ünlü Massachuets Institute of Technology (MIT) üniversitesinin tıp fakültesinden mezun olan Dr. Afiyet Sıddıki 5, 7 ve 9 yaşındaki 3 çocuğuyla Pakistan’nın Karaçi kentindeki annesini ziyaret için ABD’den döndüğünde kaçırılmıştı. 2003 yılında kaçırılan Sıddıki’den ancak 2008 yılında haber alınabilmişti. Mahkemesi hala devam eden Sıddıki’nin serbest bırakılması için dünyanın birçok yerindeki sivil toplum örgütü kampanya düzenliyor.
Tımetürk

ABD askerlerinin akıl almaz itirafları
23 09 2008
Irak'taki işgalde aktif görev alan ABD'li askerlerin itirafları duyanları hayretler içerisinde bırakıyor: Biz herşeyi kitabına uygun yapıyorduk. ABD'nin Irak'ta beş yıldır başlattığı işgalin ardından ortaya çıkan savaş manzaralarının dünyanın büyük medya organlarında yeterince yer almaması savaş karşıtlarını başka yollar sevk etti. Son olarak savaş karşıtlarının, işgalde yer almış askerlerin itiraflarına dayandırarak hazıladıkları bir kitapta yer alan hikayeler duyanları hayretleri içinde bırakıyor.

Savaşa Karşı Irak Gazileri (IVAW) ve gazeteci Aaron Glantz tarafından yazılan kitap, Mart 13-16 2008 tarihlerinde Maryland, Silver Spring'deki National Labour College'da yapılan tanıklıklardan derlenmiş.

Kitaptaki itiraflardan sadece birkaç tanesi:

"SİVİL ÖLDÜRÜP YANINA SİLAH BIRAKIYORDUK"

Teşvik edildiğimiz bir başka şey de yanımıza (drop weapon) silah ya da üçüncü gelişimde olduğu gibi kürek (drop shovel) almamızdı. Kazayla sivil öldürdüğümüzde bu silahları ya da kürekleri cesedin yanına bırakarak onlara direnişçi süsü vermek için taşıyorduk" diyor.

"BİZE YİYECEK GETİREN KADINI PARÇALADIK"

"Yürüyen bir kadını hatırlıyorum" diyor onbaşı Jason Washburn, "büyük bir çanta taşıyordu ve bize yaklaşıyor gibiydi ve bu yüzden Mark 19'la ateş açtık; toz duman dindiğinde fark ettik ki çantası bakkaliye ile doluydu. Bize yiyecek getirmeye çalışıyordu ve biz onu paramparça etmiştik."

EMİR: TÜM TAKSİLERE ATEŞ AÇIN

Irak'ta bir yıl görev yapmış, 82'nci Hava İndirme Tümeninden Hart Viges, telsiz emirlerinden birini şöyle naklediyor: "Birgün, tüm taksilere ateş açmamızı söylediler çünkü düşman, nakliye amaçlı olarak taksileri kullanıyordu...keskin nişancılardan biri cevapladı, "Afedersiniz? Doğru mu duydum? Tüm taksilere ateş? Yarbay cevap verdi: "Beni duydun asker, tüm taksilere ateş edin." Tüm birimlerin araçlara ateş etmeye başlamasıyla şehir yanmaya başladı. Bu, savaştaki ilk tecrübemdi ve genelde bu minvalde seyretti."

OLAYLARI GÖRMEZDEN GELEN MEDYA DA KANDIRILIYOR

Dünyanın önde gelen medya kuruluşlarının Irak'ta yaşananları gerçek boyutlarıyla yansıtmamasından şikayet eden savaş karşıtları bir donanma erinin itiraflarına da şu şekilde yer veriyor:

"Yanımızda 'embedded' muhabirler olduğunda hareketlerimize dikkat ederdik. Asla aynı şekilde davranmazdık. Herşeyi kitabına uygun yapardık." dünyabülteni

BM "görevlisi" FRANSIZ 20 KIZA TECAVÜZ ETTİ
11 Eylül 2008
Fransa'da, 1988 ile 2004 yılları arasında Kongo ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde BM adına görev yaparken tecavüzle suçlanan bir vatandaş hakkında 12 yıl hapis cezası istendi
Fransa'da, 1988 ile 2004 yılları arasında Kongo ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde BM adına görev yaparken tecavüzle suçlanan bir vatandaş hakkında 12 yıl hapis cezası istendi.

Savcı, küçük yaştaki yaklaşık 20 kıza tecavüz etmekle suçlanan 44 yaşındaki Didier Bourguet adlı BM görevlisinin cezasını çektikten sonra 8 yıl süreyle zorunlu olarak tedavi altına alınması ve bu koşula uymaması halinde üç yıl daha hapiste kalması talebini dile getirdi.

Paris'teki Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan zanlının avukatının, ''müvekkilinin zor koşullarda altında çalıştığı ve genç kızların arzusu dahilinde cinsel ilişkiye girdiği'' yolundaki savunması, savcı tarafından ''kabul edilemez'' olarak değerlendirildi.

BM adına ulaşım araçlarından sorumlu teknisyen olarak görev yapan Fransız vatandaşı, yaşları 12 ile 18 arasında değişen 20 dolayında kıza tecavüz etmekten yargılanıyor
star

ABD, PAKİSTAN'DA SİVİLLERİ VURDU: 20 ÖLÜ
3 Eylül 2008
ABD askerleri tarafından Pakistan'da bir köye düzenlenen hava saldırısında, çoğu kadın ve çocuk 20 kişi öldü
Pakistan'ın Afganistan sınırı yakınlarındaki bir köye ABD askerleri tarafından düzenlenen hava saldırısında, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 20 sivil hayatın kaybetti.

Pakistan Kuzey Batı Sınır eyaleti Valisi Uveys Ahmed Gani, "sabaha karşı Afganistan'dan gelen ve 3 helikopterle desteklenen yabancı komandoların Pakistan içinde düzenledikleri saldırıda kadın ve çocukların da bulunduğu 20 kişinin öldüğünü" bildirdi.

Askerlere 3 askeri helikopterin de destek verdiği ifade edildi. Vali Gani, açıklamasında, "Bu, doğrudan Pakistan'ın egemenliğine yapılmış bir saldırıdır. Pakistan halkı, silahlı kuvvetlerinin ülke egemenliğini savunmasını ve bu tür saldırılara uygun cevabı vermesini beklemektedir" diye konuştu.

Gece Birmal köyüne yapılan saldırıda aşiret mensubu Payo Can Vezir'in evinin hedef alındığı ve evdeki 10 kişinin öldüğü kaydedildi. Görgü şahitleri, kara ve havadan yapılan saldırılarda ölenlerden 3'ünün kadın, 2'sinin çocuk olduğunu söyledi.

Görgü tanıkları ve yerel yetkililer, daha önce can kaybını 15 olarak belirtmişlerdi.

Afganistan'daki NATO liderliğindeki çok uluslu güç ile ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinden henüz konuyla ilgili açıklama yapılmadı.

Pakistan güvenlik kaynaklarına göre saldırıyı, Afganistan'daki Amerikan kuvvetleri düzenledi.

ABD, daha önce Pakistan'ın Afganistan sınırındaki Güney Veziristan bölgesine birkaç kez hava saldırısı gerçekleştirmişti. ABD, dün geceki saldırıyla ilk kez bölgeye karadan saldırı gerçekleştirmiş oldu.
Kaynak: Haber 101

ABD komutasındaki işgal kuvvetlerinin Herat'taki bombardımanında çoğu kadın ve çocuk 76 sivilin öldü
22 Ağustos 2008
Afganistan İçişleri Bakanlığı'nın bugün Amerikan komutasındaki işgal kuvvetlerinin Herat'taki bir bombardımanında çoğu kadın ve çocuk 76 sivilin öldüğünü, çok sayıda kişinin yaralandığını, yaralıların durumunun da ağır olduğunu iaçıkladı.

ABD yaptığı katliamı böyle savundu
Beyaz Saray sözcüsü Gordon Johndroe, Afganistan İçişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya, şu karşılığı verdi:

"ABD ile NATO sivil ölümlerinin önlenmesi için önlem almıştır."

Ailesini üç yıl bir karavanda kilitli tuttu
14 Ağustos 2008
ABD -OZEL- ABD'nin Georgia eyaletinde korku filmlerini aratmayacak bir hayat süren Thurmond ailesinin dramı sona erdi. 36 yaşında Raymond Daniel Thurmond'un üç yıl boyunca bir karavanda kilitli tuttuğu karısı ve dört çocuğu sonunda özgürlüğüne kavuştu. Olay, Thurmond'un başka bir kadınla ilişkiye girip evden kısa süreliğine uzaklaşmasını fırsat bilen karısının, karavandan kaçarak polise haber vermesiyle ortaya çıktı. Karavanın park edildiği parka baskın düzenleyen eyalet polisi, korkunç manzarayla karşılaştı. Thurmond'un karısı ile 14, 13, 12 ve 9 yaşlarındaki dört çocuğun, sefalet içinde yaşadığı anlaşıldı. İçeride hiç yiyecek bulunmadığını belirten polis "Her yer çöp ve böcek içindeydi" dedi.

ÇOCUKLAR HİÇ OKULA GİTMEMİŞ
Çocukların çok sağlıksız, aşırı zayıf ve tıbbi yardıma ihtiyaç duyduğunu belirten polis, "14 yaşındaki ilkokula gitmiş. Diğerleri hayatı boyunca okula gitmemiş" dedi. Yetkililer, tutuklu kadının ve çocuklarının 2005'ten beri sadece bir kez; paskalya tatili için iki saatliğine dışarı çıkmalarına izin verildiğini söyledi. netgazete

Tecavüzcü polise 440 yıl
14 Ağustos 2008
Geçen salı günü olaylı geçen davada hakim, Pelo’nın 25’i cinsel saldırı olmak üzere 35 suç işlediğine karar verdi. Mesleğini kullanarak, 2002 -2005 yılları arasında dört kadına tecavüz eden ve hırsızlıktan da suçlu bulunan polis, iki yıl önce bir kadının evinden çıkarken yakalandı. Hürriyetin haberine göre mahkemede kurbanlardan ikisi, porno tutkunu polisi sesinden tanıdığını söylerken başka bir kurban ise polisin kendisine hamileyken tecavüz ettiğini söyledi. netgazete

15 aylık bebek tarikat kurbanı
14 Ağustos 2008
Polis, cesedi Nisan ayında Philadelphia’da bir bavulun içinde bulunan Javon’un, yemeklerden sonra ’amin’ demeyi reddettiği için tarikatin liderlerince şeytan olarak nitelendirilip açlığa mahkum edildiğini öne sürdü. Tarikat liderinin küçük çocuğun dirileceğini söyleyerek bir hafta boyunca kapalı bir odada sakladığı cesedi daha sonra bavula koyup kokmaması için üzerine dezenfektan sıktığı belirlendi. Tarikat üyelerinin küçük çoçuğun cesedinden kurtulduktan sonra New York’a taşınıp izlerini silmeye çalıştıklarını belirten polis, tarikatın içindeki bir muhbir sayesinde cinayeti aydınlattı. netgazete

ABD, katliamı meşru buldu
25 Ağustos 2008
ABD, çokuluslu işgal gücünün Afganistan'daki operasyonu sırasında 90'dan fazla sivilin ölmesini ''meşru'' buldu.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü, sivillerin ölümüne yol açan operasyonun Taliban'a karşı düzenlendiğini söyledi ve ''Operasyonun meşru olduğunu düşünüyoruz'' dedi. Afgan yetkililer, çokuluslu hçlıişgal gücün, cuma günü Şindand bölgesindeki Azizabad köyünü hedef alan bombardımanında, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 90'dan fazla sivilin öldüğünü açıklamışlardı.

İNGİLTERE'DE MÜSLÜMAN KATLİAMI OYUNU
11 Eylül 2008
İngiltere'de piyasaya sürülen bilgisayar oyununda bir Amerikan askeri dünyadaki tüm Müslümanları öldürmeye çalışıyor
Dünya Bülteni /

Popüler kültür ve eğlence sektöründe 11 Eylül'den sonra müslüman karşıtı imajlar yükseldi. Bunun son örneği İngiltere'den. "Müslüman Katliamı" adı verilen bir bilgisayar oyununu, İngiltere'de piyasaya sürüldü. Oyun, Müslümanların sert tepkisine yolaçtı.

The Times'ın haberine göre, bilgisayar oyununda, kullanıcılar, bir Amerikan askerini kontrol ediyor. Askerin görevi ise "Müslüman ırkını yok etmek" olarak belirtiliyor. İngiliz Müslüman gruplar, bilgisayar oyunun çok tatsız olduğunu belirterek, nefretle kınadıklarını duyurdular.

Müslümanların şiddetli nefretlerine yolaçan oyun internetten de parasız indirilebiliyor. Kullanıcılar, sözde bir "Amerikan Kahramanı"nı idare ediyor. Amerikan askerinin amacı yeryüzünde hiç Müslüman erkek ve kadının hayatta kalmadığından emin olmak.

Paraşütle Ortadoğu'ya inen Amerikan askerinde bir makineli silah ve bir roket atar bulunuyor. Amacı mümkün olduğu kadar Arap öldürmek. Öldürülen Arapların, terörist kıyafeti içinde veya sivil olması farketmiyor.

Bilgisayar oyun programını hazırlayan Avusturalya'da yaşayan Sigvatr adıyla bilinen serbest bir programcı. Sigvatr, Müslümanların tepkilerine aldırmayarak oyunu "eğlenceli" olarak tanımlıyor.
HABER10

Burger King'de köpüklü menü!
14 Ağustos 2008
İnternette yayınlanan videoda çalışanın, etlerin piştiği tezgahın yanındaki gömme bölümü suyla doldurup köpüklü banyo yaptığı görüldü. 4 dakikalık videoda, Burger king çalışanının, restoranın bulaşıklarının yıkandığı küvet içinde son derece rahat bir şekilde banyo yaptığı görüldü. Bölgenin sağlık müdürü Mark McDonell,"Videoyu ilk görüdüğümde şok oldum. Banyo yapan elemanın dışında diğer çalışanlar ve restoran müdürü de görüntülendi" dedi. Burger King, yaşanan gelişmeler üzerine olayla ilgisi olan tüm personelinin işine son verdi. netgazete

4 GENCİ ÖLDÜRÜP YEDİLER
17 Eylül 2008
Önce dört arkadaşını bıçaklayarak öldürdü daha sonra vücutlarını yedi...
Haziran ayında kaybolan Anya Gorokhova, Olga Pukhova, Varya Kuzmina ve Andrei Sorokin'in kalıntıları geçen ay bulundu. Yapılan incelemede, ters çevrilmiş haça asılı bir hayvan kalıntısına ulaşıldı. Vahşi cinayetlerle ilgili sekiz kişiyi gözaltına alan polis, kurbanların tamamının, çete lideri olduğu söylenen Nikolai Ogolobyak ile telefon görüşmesi yaptığını saptadı. Tutuklananlardan biri polise verdiği ifadede, "Şeytan, sorumlu olmamam için bana yardım edecek. Ona çok kurban verdim" dedi. Alexander Voronovic adlı diğer zanlı ise, çetenin daha önce bir mezarı açarak bir kızın kalbini yediğini anlattı. Yaşları 16-17 arasındaki dört gencin arkadaşlarını tuzağa düşürerek Volga Nehri yakınlarındaki bir eve getirdikleri saptandı. Kır evinde üçü kız bir erkek olan kurbanlara zorla içki içiren satanistler, arkadaşlarını vahşice öldürdü. Satanistler her kurbanı 666 kez bıçaklayarak öldürdü.

ŞEYTANIN RAKAMI

Ayinin ardından evin yanındaki ağaçlık bölgenin altında şölen ateşi yakan satanistler kurbanlarını parçalara ayırarak pişirdiler. Küller arasında kurbanlara ait saçlar bulan polis, satanistlerin dört genci yediğini kaydetti. Rus polisi, kurbanların her birinin, 'şeytanın rakamı' olduğu söylenen 666 kez bıçaklandığını söyledi.
bugün

Okulda büyük katliam: 11 ölü
23 09 2008
Finlandiya'da 1986 doğumlu bir öğrenci okulda katliam yaparak intihar etti. Saldırganı polisin 1 gün sorgulayıp serbest bırakıldığı ortaya çıktı.
İLK BELİRLEMELERE GÖRE 11 KİŞİ ÖLDÜ

Finlandiya'nın Kauhajoki şehrinde bir meslek okulunda düzenlenen saldırıda ilk belirlemelere göre 11 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi.

Polis, yetişkinlerin gittiği okuldaki saldırıyı düzenleyen saldırganın 20 yaşlarında bir erkek öğrenci olduğunu kaydetti. Polis, saldırganın saldırıdan sonra kendini vurduğunu, ancak hayatta olduğunu belirtti.

Şehrin Belediye Başkanı Reuters'a yaptığı açıklamada, saldırganın intihar ettiğini bildirmişti.

Başkent Helsinki'nin yaklaşık 330 kilometre kuzeyindeki Kauhajoki'deki saldırının TSİ 11.00'de düzenlendiği ve olay sırasında okul binasında tahminen 200 öğrencinin bulunduğu bildirildi.

Bölgedeki BBC muhabiri ve ulusal yayın kanalı YLE, saldırganın kayak maskesi taktığını, siyah giydiğini ve otomatik silah taşıdığını kaydetti.

Dünyada silah sahibi sayısının en fazla bulunduğu ülkelerden biri olan Finlandiya'da geçen yıl 8 kişinin öldüğü okul saldırısından sonra hükümet, silah sahibi olma yaşını yükseltmeyi taahhüt etmişti.

İÇİŞLERİ BAKANI: "SALDIRGAN, SALDIRIDAN BİR GÜN ÖNCE POLİS TARAFINDAN SORGULANDI VE SERBEST BIRAKILDI"

Finlandiya Başbakanı Matti Vanhanen, Kauhajoki'deki okul saldırısını düzenleyen saldırganın, okulun, 1986 doğumlu öğrencisi olduğunu bildirdi.

Vanhanen, gazetecilere yaptığı açıklamada, acı bir gün yaşadıklarını belirterek, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diledi.

Başbakan yarını yas ilan ederek, tüm bayrakların yarıya indirileceğini kaydetti.

Finlandiya İçişleri Bakanı Anne Holmlund da yaptığı açıklamada, 11 kişiyi öldüren saldırganın, saldırıdan bir gün önce polis tarafından sorgulandığını ve serbest bırakıldığını bildirdi.

Anne Holmlund, saldırganın, YouTube internet sitesinde silahla ateş ederken çekilen görüntülerinin yayımlandığı video kaydı için sorgulandığını, ancak polisin elinde yasal bir neden olmadığı için bu kişiyi serbest bıraktığını kaydetti.

Bakan, saldırıda 22 kalibrelik silah kullanan saldırganın silahın ruhsatını geçen ay aldığını bildirdi.

BELEDİYE BAŞKANI: "SALDIRGAN İNTİHAR ETTİ"

Finlandiya'nın Kauhajoki şehri Belediye Başkanı Antti Rantakokko, bir meslek okulunda ateş açan saldırganın intihar ettiğini bildirdi.

Belediye Başkanı Rantakokko, Reuters'a yaptığı açıklamada, saldırıda çok sayıda kişinin de öldüğünü söyledi, ancak ölü sayısının henüz bilinmediğini belirtti.

Belediye Başkanı, olayın sona erdiğini, saldırganın artık serbest olmadığını, kendisini öldürdüğünü ifade etti.

FİN MEDYASI: "YOUTUBE'DA ATEŞ EDEN BİR KİŞİNİN GÖRÜNTÜLERİYLE SALDIRI ARASINDA BAĞLANTI OLABİLİR"

Finlandiya medyası, YouTube sitesinde ateş eden bir kişinin video görüntüleriyle Kauhajoki'deki okul saldırı arasında bağlantı olabileceğini öne sürdü.

YouTube'daki video görüntülerinden birinde deri ceketli genç bir erkek, bir atış poligonunda elindeki silahla arka arkaya ateş ederken görülüyor.

Okuldaki saldırıdan 5 gün önce sitede yayımlanan bu kayıtta, görüntülerin çekildiği yerin Kauhajokiu olduğu belirtiliyor ve "Hayat bir savaş ve acı. Savaşını tek başına vereceksin" mesajına yer veriliyor.

Bu videoyu siteye gönderen kişi ise kendini "22 yaşında Bay Saari" olarak tanıtıyor. Bu kişinin aynı siteye son 3 haftada silahla ateş ederken çekilmiş 3 video kaydı daha gönderdiği belirtiliyor.

Bu kişinin en beğendiği video kayıtları arasında, 1999'da ABD'nin Colorado eyaletindeki okul saldırısı yer alıyor.

Finlandiya'da geçen yıl 8 kişinin öldüğü okul saldırısını düzenleyen Pekka-Eric Auvinen de YouTube internet sitesine ailesi için bir intihar notu ve saldırının ipuçlarını veren bir video kaydı göndermişti. haber7

Londra'da göbeğinde Türk marketine bıçaklı, baltalı ve kemerli bir grup saldırdı, 3 çalışan hastanelik oldu
25 Eylül 2008
Londra'nın göbeğindeki Mehmet Öztaş'a ait Türk marketi International Süpermarket, bir grup gencin saldırısına uğradı. Walthamstow bölgesindeki ana cadde üzerindeki süpermarketin 43 ve 36 yaşındaki iki erkek ve 43 yaşındaki bir bayan çalışanı, işyerini kapatmak üzereyken bıçaklı, baltalı ve kemerli bir grup gencin saldırısına uğradı. Güvenlik kameralarını da etkisiz hale getiren gençler, 3 çalışanı ellerindeki kesici ve delici aletlerle yaralayarak kaçtılar. Güvenlik kamerasından elde edilen görüntülere göre, bisikletli bir genç marketin arka tarafında dolaşıyor ve marketin araçlarını inceliyordu.

BİZİ ÖLDÜRECEKLERDİ
Marketi kapatmak üzere arka tarafa geçen çalışanlar bisikletliye, kendilerine ait alanda dolaşmaması gerektiğini söyleyince, 15 kadar gencin saldırısıyla karşılaştılar. Saldırı sırasında çantasını çetenin elinden kurtarmayı başaran kadın çalışan başından aldığı bıçak darbesi sonucu ağır yaralanırken, diğer iki erkek çalışan da olayı daha hafif yaralarla atlattılar. 43 yaşındaki erkek çalışan korkunç olayla ilgili olarak yaptığı açıklamada 'Üçümüzü de neredeyse öldürüyorlardı. Her yerimiz kan içinde kaldı. Londra’nın göbeğinde bu kadar korunmasız olmayı kabul edemiyorum' dedi. netgazete

Filmden etkilenen tıp fakültesi öğrencisi rahibi bıçakladı
25 Eylül 2008
Roma’da bir tıp fakültesi öğrencisi "Da Vinci Şifresi" filmini izledikten sonra gidip kilise rahibini bıçakladı. Kendisini deccal ilan eden Marco Luzi, ayrıca kendisini durdurmaya çalışan iki kişiyi de yaraladı. Dan Brown’un eserini izledikten sonra "Film gerçek değildi, ama ben gerçeğini yaptım çünkü emir aldım" dedi. Santa Marcella Kilisesi’nin rahibi Caino Calitri’yi (68) odasından çağırttıktan sonra bıçaklayan saldırgan, kıyamet gününün yaklaştığını ve bunu başlatmak için kendisine emir verildiğini söyledi. Yoldan geçenler tarafından yakalanan ve polise teslim edilen Luzi, "Şimdi huzur içindeyim" derken, ağır yaralanan kilise rahibi Don Canio hayati tehlikeyi atlatamadı. netgazete

Evangelist kiliseye çocuk pornosu baskını! Savcıdan: Sadece çocuklar değil kadınları da pornoda oynatmışlar!
24 Eylül 2008
ABD'nin etkili cemaatlerinden Evangelistlerin merkez kilisesine FBI tarafından çocuk pornosu baskını yapıldı. FBI ajanları, Evangelistlerin merkezi konumundaki bir kiliseye şafak baskını düzenledi. Çok sayıda silahlı ajanın görev aldığı baskında emniyet görevlileri içeride bulunan kişileri sorguya aldı.
Küçük kızların grup seks pornosu için kullanıldığı ihbarını değerlendiren Savcı Bob Balfe “Baskın bizim emrimiz ve bilgimiz dahilinde gerçekleşti. Şimdilik sorgulamalar devam ediyor. Mahkemeye kimseyi sevk etmedik. Küçük kız çocuklarıyla birlikte bazı kadınlar da pornolarda oynatılıyormuş” diye konuştu. netgazete

7 Yaşındaki Çocuktan Hayvan Katliamı
03 Ekim 2008
Avustralya'da 7 yaşındaki çocuğun, bir hayvanat bahçesine gizlice girerek nadir görülen hayvanları öldürdüğü, bazılarını da timsahlara yedirdiği bildirildi.

BBC'nin haberine göre, ülkenin kuzeyindeki Alice Springs kentinin Sürüngen Merkezi'ndeki güvenlik kameraları, çocuğun Çarşamba sabahı gizlice hayvanat bahçesine girdiğini ve alarmlara yakalanmadan ilerlediğini ortaya çıkardı. Erkek çocuk, bunu izleyen yarım saat boyunca tam 13 hayvan öldürmüş.

Bunlardan bazılarını taşla vurarak, bazılarını da canlı canlı timsah kafesini çevreleyen iki çitin üzerinden timsahlara atıp yem ederek öldüren çocuğun, bu sırada gülümsediği de kameralardan görülebiliyor.

Alice Springs Sürüngen Merkezi müdürü Rex Neindorf, "Yedi yaşında bir çocuğun, bu kadar kısa sürede, bu kadar büyük ziyana yol açması inanılmaz" dedi. Çocuk mahkemeye verilemeyecek kadar küçük olduğu için, yetkililer şimdi ona gözkulak olmayan ailesini dava etmeyi düşünüyor.

Ölen hayvanlar arasında bir kaplumbağa, dört mavi dilli kertenkele, iki sakallı ejder, iki dikenli şeytan kertenkelesi ve 20 yaşındaki bir iguana da bulunuyor. aktifhaber

Kocası tarafından 50 yıldır eve hapsedilen kadın 70 yaşında kalp krizi geçirince dışarı çıkabildi
10 Ekim 200850
yıldır kocası tarafından evde hapse mahkum edilen 70 yaşındaki kadın dün ortaya çıktı. The Sun gazetesinin haberine göre, kıskanç eşi karısının televizyon izlemesini ve hatta iki çocuğunu görmesini bile yasaklamıştı. Kıskanç koca, karısını sürekli dövüyor ve dışarıya çıkarken de kapıyı ve pencereleri kapatıyordu. Evlendikleri gün başlayan bu düzen yaşlı kadın kalp krizi geçirip Trento, İtalya'daki hastaneye yatırılınca gün yüzüne çıktı.
netgazete

Bahçesinde kuş besleyen yaşlı İngiliz kadın hakkında takibat başlatılacak
22 Ekim 2008
İngiltere'nin Coventy kentinde yaşayan 80 yaşındaki June Coton'un, bahçesinde kuş beslemekten vazgeçmediği takdirde takibata alınacağı konusunda uyarıldığı açıklandı.
Coton'un, bahçesine gelen kuşların yemesi için 20 yıldır bahçesine yem bıraktığını ve bu yüzden kuşların toplu halde bahçeye geldiğini ve bunun da çevresel sorunlara yol açarak araziye de zarar verdiğini öne süren komşulannın şikayette bulunduğu belirtildi.
Belediye bunun, gecenin geç saatinde bahçede yüksek sesli müzikle verilen partilere benzer bir durum olduğunu ve kuşlar için bahçeye koyduğu yemi azaltmadığı takdirde kadın hakkında takibat başlatılacağını söyledi.
Coton ise "20 yıldır yaptığım şey, milyonlarca insanın boş zamanlarında yaptığı zararsız birşey. Bahçemin kuşlarla dolu olduğunu görmek çok hoşuma gidiyor. Çok fazla kuş beslediğimi söylüyorlar ancak onlar hiçbir karışıklığa neden olmadan sadece benim bahçemde duruyor" diyerek kendisini savundu. netgazete

ABD yine sivillere saldırdı: 23'ü çocuk, 37 sivil öldü
05 Kasım 2008
Afganistan'ın güneyindeki Kandahar vilayetinde, bir düğün sırasında düzenlenen Amerikan hava saldırılarında 37 sivilin öldüğü bildirildi.
Bir görgü tanığı, ölenlerden 23'ünün çocuk, 10'unun kadın olduğunu söyledi.

Sevgilisini öldüren milletvekili intihar etti
18 Kasım 2008
Fransa'da, iktidarda bulunana Halk Hareketi'nden milletvekili Jean-Marie Demange, sevgilisi olduğu sanılan bir kadını öldürdükten sonra intihar etti.
haber7

Iraklı tutsaklar: ABD’nin yaptıkları korku filmi gibi

ABD’nin Irak’taki esirleri serbest bırakmasına, saldırıların artmasından endişe eden yetkililer tepki gösterirken, Iraklı tutsaklar ‘ABD askerleri hayvanlara bile bizden daha iyi davrandı’ diye konuştu.

21/04/2009

Gelecek yıl Irak’taki askerlerini büyük ölçüde çekmeye hazırlanan ABD, işgal süresince gözaltına aldığı ve tutuklu bulunan Iraklıları serbest bırakmaya başladı. Bağdat ve Washington arasındaki güvenlik anlaşması çerçevesince, kamplarda tutulan esirlerden serbest bırakılanların ise ABD güçlerine ve Irak hükümetine karşı savaşmaya devam ettiği belirtildi.

TUTUKLU SAYISINDA HIZLI DÜŞÜŞ

İngiliz Times gazetesinin haberine göre, 2008 yılında Irak’taki esir kamplarında 21 bin tutuklu bulunurken, bu rakam 2009 yılında 15 bine düştü. Irak’taki tutuklu operasyonlarının başında bulunan General David Quantock, 2010 yılında tutukluların kontrolünü Irak hükümetine transfer etmeyi ya da esirlerin tümünü serbest bırakmayı düşündüklerini açıkladı. Iraklı olmayan birkaç tutuklu haricindeki diğer mahkumların haklarında herhangi bir hüküm veya dava olmaksızın kamplarda tutulduğu ifade edildi. Bağdat yönetimi ise, tutukluların serbest bırakılmasına karşı çıkarak, ABD’nin bu tutumunu gözden geçirmesini istedi.

HAYVANA DAHA İYİ MUAMELE

İsmini açıklamaktan korkan eski bir mahkum, ‘hayvanlara bizden daha iyi davranıyorlardı’ derken, kamplardaki insanlık dışı koşulları bir kez daha gözler önüne serdi. Mahkum, ABD ordusu için ‘Eğer demokrasi ve insan haklarından bahsediyorsanız, önce bunları kendiniz uygulamalısınız.’ diyerek, kampların ‘ABD askerinin elinde korku filmine döndüğünü’ de sözlerine ekledi. Daha önce kamuoyuna sızan fotoğraflar tutukluların çıplak bırakıldığını, aşağılandığını ve elektrikli işkencelere maruz kaldığını ortaya çıkarmıştı.
anahaber

Çocuklara elektrik şoku!
04 MAYIS 2009
NEW YORK - ABD'de 'Çocuklarınızı işe getirin' kampanyası kapsamında iş arkadaşlarının çocuklarını çalıştığı cezaevinde gezdiren gardiyan, mahkumlara verilen elektrik şokunu çocuklar üzerinde tatbik etti. Çalışma arkadaşlarının çocuklarını Florida'daki Franklin cezavinde gezdiren Walter Schmidt adlı gardiyan, mahkumlar için kullanılan 50 bin voltluk şok aletini çocuklarının üzerinde uygulamaya karar verdi.

HASTANELİK ETTİ

Çocuklardan ikisi acıdan çığlık atarak yere düşerken elektrik akımı nedeniyle kollarında yanıklar oluştu ve bir tanesi hastaneye kaldırıldı. Olayın ardından işine son verilen 37 yaşındaki gardiyan baba, sadece çocuklara cezaevindeki sıradan bir günün nasıl geçtiğini, anne babalarının neler yaptığını ve mahkumlarla nasıl başa çıktıklarını anlatmak istediğini söyleyerek, "Kötü bir niyetim yoktu. Eğitim amaçlı yaptım. Beni şok eden bu olay yüzünden kovulmam oldu" diye konuştu. 14 yıldır gardiyanlık yapan ve Schmidt cezavinin silahlarından sorumlu olan Schmidt, şok aletini uygulamak için çocuklarının ailelerinden izin aldığını savunarak, "Onlar 'tamam' dedi ve ben de yaptım" diye konuştu. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. Scmidt'in çocuklara uyğuladığı şok tabancası, evlerdeki elektrik prizinden 450 kat güçlü bir elektrik akımı veriyor. Yaygın olarak kullanılan Taser adlı şok tabancasından farklı olarak doğrudan kurbanın vücuduna tutulması gerekiyor. Tabancadan çıkan akım, kişinin sinir sisteminde karışıklığa, istemsiz kasılmalara yol açıyor ve kasları geçici olarak hareket edemez hale getiriyor.
Akşam

05 Mayıs 2009
ABD ÇOĞU ÇOCUK 100 KİŞİYİ KATLETTİ!

Afganistan'ın Farah eyaletinde ABD uçaklarının düzendiği hava saldırısında çoğu kadın, çocuk ve yaşlı 100 sivil can verdi.

Afganistanlı yetkililer, ABD liderliğindeki yabancı kuvvetlerinin hava bombardımanları sırasında 100'e yakın Afganistanlı sivilin öldüğünü duyurdular. Afgan yetkililerden biri, köyde bir evde çok sayıda ceset gördüğünü ve cesetlerin, direnişçiler ile yabancı kuvvetler arasındaki çatışmalardan kaçarak sığınmak için eve giren çocuk, kadın ve yaşlılara ait olduğunu söyledi.

Associated Press'in haberine göre, yetkililer, ülkenin batısındaki Farah eyaletinde savaş uçakların bir köyü bombaladığını, sivillerin sığındığı bir veya daha fazla evin isabet aldığını belirttiler.

Koalisyon kuvvetlerinin çatışmalara katıldığını doğrulayan ABD'deki Amerikan kuvvetlerinin sözcüsü Albay Greg Julian, bazı yaralı Afganlıların Farah'taki askeri üstte tedavi gördüklerini ve yetkililerin sivil ölümlerle ilgili haberleri araştırmakta olduğunu bildirdi.

Farah polis müdürü Abdul Gaffar ise pazartesi günü Bala Baluk bölgesinde başlayan çatışmalarda 25 Taliban direnişçi ile üç Afgan polisinin öldüğünü iddia etti. Sivil kayıplar hakkında bir yorumda bulunmayan Abdul Gaffar, "Afgan ve yabancı kuvvetler pazartesi saat 13.00 ila 20.00 arasında bir operasyon yürüttü. 25'ten fazla Taliban direnişçi öldürüldü. Cesetlerin çoğu orada" dedi.

Eyalet konsey üyesi Belkıs Roşan, pazartesi günü onlarca Taliban direnişçinin Bala Baluk'a toplandığını ve sonra da çatışma başladığını söyledi. Daha sonra hava saldırılarında sivillere ait evlerin vurulduğunu belirten Belkıs Roşan, köylülerden edindiği bilgilere göre, sivil ölü sayısının en az 70 ila 80 arasında olduğunu tahmin ettiğini kaydetti.

Belkıs Roşan, köylülerin cesetlerin ve yıkıntıların fotoğraf ve videolarını da çektiğini söyledi.

Bala Baluk eski üst düzey hükümet yetkilisi Muhammed Nieem Kadderdan, saldırının düzenlendiğin Gerani köyünü ziyaret ettiğini ve onlarca ceset gördüğünü belirterek "Uçaklar tarafından bombalan bu evler tamamen çocuk, kadın ve yaşlılarla dolu idi. Kaç kişinin öldüğünü söylemek çok zor. Çünkü kimse cesetleri saymamış. İnsanlar enkazları kürekler ve elleri ile kazıyorlar." dedi.

100'den fazla sivil ölü bulunduğunu söyleyen Muhammed Nieem Kadderdan, yaklaşık 10 evin de enkaz haline geldiğini kaydetti. Yaralanan Afganlıların ağır derecede yandıkları bildirildi.

Kadderdan, sivil kayıpların Azizabad'tan daha kötü olduğunu ifade etti. Afganistan hükümet komisyonu, Ağustos 2008'de Bala Baluk'un hemen kuzeyindeki Azizabad'ta ABD kuvvetleri saldırılarında 90 sivilin öldüğünü tespit etmişti. ABD başlangıçta hiç bir sivil ölü olmadığını iddia etmişti. Ancak daha sonra 32 sivilin öldüğünü kabul etmek zorunda kalmıştı
anahaber

06 Mayıs 2009
AFGANİSTAN'A OBAMA HEDİYESİ!150 SİVİL ÖLDÜRÜLDÜ

Afganistan'da Taliban bahanesiyle yapılan saldırılarda sivillerin öldüğü ilk kez uluslararası bir kuruluş tarafından da teyit edildi. En az 150 sivil hayatını kaybetti...

Uluslararası Kızılhaç komitesi, dün ABD uçaklarının Afganistan'ın batısında düzenlediği hava saldırılarında, 150'den fazla sivilin öldüğünü bildirdi.

Kızılhaç sözcüsü, son iki günde yaşanan çatışmalar nedeniyle evlere sığınan onlarca Afgan sivilin öldüğünü, ölenler arasında kadın ve çocukların da bulunduğunu belirtti.

150'den Fazla Kurban Var!

Afganistan'ın Ferah vilayeti polis şefi de, Amerikan işgal güçlerinin operasyonunda 150'den fazla sivilin öldüğünü söyledi.

Washington'da bulunan Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, saldırıların ardından inceleme başlatılması talimatı vermiş, Amerikalı yetkililer de iddiaların incelendiğini söylemişti.

Obama'nın Afganistan Hediyesi

Karzai, bugün ABD Başkanı Obama ile görüşecek. el-Cezire Afgan polisinin açıklamasına dayandırarak ölü sayısının 150'den fazla oldugunu söyledi. Afganistan'daki katliam Obama döneminin ilk katliamı olarak kayıtlara geçti.
anahaber

Amerikan ordusundan katliam itirafı

Amerikan ordusu, Afganistan'da Mayıs başında onlarca sivilin ölümüne yol açan bombardımanında askerlerinin ''ciddi hatalar'' yaptığını kabul etti.

03 Haziran 2009

New York Times gazetesinin haberinde, ordunun yaptığı bir araştırmanın sonuçlarının, askerlerin ''ciddi hatalar'' yaptığını ortaya koyduğu belirtildi.

Adının açıklanmasını istemeyen Amerikalı üst düzeydeki bir askeri yetkili, ''Kara ve havadaki birlikler sivil ölümlerin önüne geçilmesine ilişkin kesin kurallara uysaydı, kurban sayısının çok daha az olacağı muhakkaktı. Bu kurallara uyulsaydı, 6 hedefe 7 saat süren hava operasyonunun en az bir bölümü iptal edilirdi'' dedi.

New York Times'a göre bu rapor, ABD'nin bu bombardımanlarla ilgili hata yapıldığını en açık biçimde kabul ettiğini gösteren bir belge niteliği taşıyor.
haber7

FRANSA'NIN UTANÇ TABLOSU
23 Aralık 2009
Fransa'nın 1960-1996 yılları arasında yaptığı nükleer denemeler sonucu 150 bin kişi; lösemi ve diğer kanserler dahil, çeşitli sağlık sorunları yaşıyor.
Fransa, 36 yıl süreyle Güney Pasifik ve Cezayir’de yürütülen nükleer silah denemeleri yüzünden hastalananlara tazminat ödenmesini öngören yasayı onayladı.

Nükleer denemenin yapıldığı yerlerde yaşayanların yanı sıra denemelere katılan Fransız asker ve sivil personele de tazminat ödenecek.

Hükümet, nükleer denemelerden zarar görenler için 14 milyon dolar ayırmış bulunuyor.

1960-1996 yılları arasındaki denemelerden 150 bin kişinin etkilendiği bildiriliyor. Bu insanların bir çoğu, lösemi ve diğer kanserler dahil, çeşitli sağlık sorunları yaşıyor.

Fransa kendi nüleer denemelerinin yanında İsrail'in nüleer çalışmalrına da yardım etti. İsrail nükleer programı; 1940’ların sonunda, Ernst David Bergmann’ın yönetimi altında başladı. 1952’de kurulan İsrail Atom Enerjisi Komisyonu’na ilk destek Fransa’dan geldi. Negev Çölü’ndeki gizli Dimona üssü, Paris’in sağladığı reaktörler ve plutonyum işleme tesisi sayesinde kurulabildi ve 1964’te faaliyete geçti.
Timetürk

29 OCAK 2010
75 liraya satılık Haitili yetim

Ülkede korkulan gerçekleşti ve depremin ardından sahipsiz kalan 1 milyon çocuk yavaş yavaş satılmaya başlandı. Yetimlere yardım için bulunan Kanadalı rahip Noel Ismonin, Port-au-Prince'in kuzeyindeki kırsal bir bölgede, bir adamın 50 dolara (75 TL) çocuk satmaya çalıştığını, ama kendisinin bunu reddettiğini söyledi. Çocuk ticareti vakası ilk kez resmi yetkililer tarafından doğrulanmış oldu. Depremzedeler için kurulan çadırlardan da bebeklerin çalındığı öğrenildi. Akşam gazatesi

01 Şubat 2010
Haiti'de, Amerikalıların kaçırmak istedikleri 33 çocuğun büyük bölümünün hala bir ailesi bulunduğunu bildirdi.

Korkunç bir depremin yerle bir ettiği Haiti'de çocuklara yardım amacıyla faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu, Amerikalıların kaçırmak istedikleri 33 çocuğun büyük bölümünün hala bir ailesi bulunduğunu bildirdi.

Dominik Cumhuriyeti sınırında Amerikalı grubun yakalanmasının ardından çocukların verildiği SOS Children's Village adlı sivil toplum kuruluşunun (STK) bölgesel direktörü Patricia Vargas, Haiti dışına izinsiz götürülmek istenen çocukların çoğunun hala bir ailesi bulunduğunu belirtti.

Vargas, bu bilgiyi çocukları kendi STK'larına teslim eden Haiti Çocuk Esirgeme Enstitüsü yetkililerinden aldığını belirterek, "Çocukların en büyükleri olan 7 yaşındakilerle konuştuklarında ailelerinin hayatta olduğunu öğrendik. Bazıları bize ailelerinin adres ve telefon numaralarını bile verdi. 7 aylık bir kız bebek de yetersiz beslenmeden ötürü hastaneye kaldırıldı" dedi.

Bu arada, ABD'nin Port-au-Prince Büyükelçiliği, gözaltında tutulan 10 Amerikan vatandaşının, Haiti göç yasalarını ihlalden tutulduklarını açıkladı.

Haiti'de, 33 çocuğu kaçırdıklarından şüphelenilen 10 Amerikan vatandaşının önceki gün gözaltına alındığı bildirilmişti.

Sosyal İşler ve Çalışma Bakanı Yves Christallin, 5 erkek ve 5 kadından oluşan bu kişilerin, yanlarındaki çocuklarla birlikte Dominik Cumhuriyeti sınırında Haitili bir polis komiseri tarafından yakalandığını belirtmişti.
aktifhaber

16 Şubat 2010
İngilizler'in de Ebu Garibi Varmış!
Irak'ta Amerikan askerlerinin Ebu Garib cezaevinde uyguladığı işkencelere benzer manzaraların İngiliz askerleri tarafından da yaşatıldığı ortaya çıktı.

2003 yılında Iraklı esirlere işkence yaptığı gerekçesiyle 7 yıldır yargılanan İngiliz Albay Jorge Mendonca'nın önceki günkü duruşmasında ortaya yeni bir fotoğraf çıktı.

İngiltere'deki Daily Mail gazetesi tarafından yayımlanan yeni fotoğrafta, bir İngiliz askeri, gözleri ve başı tamamen bantlanmış bir Iraklı esirin saçından tutarak poz verirken görülüyor.

Albay Mendonca, 2003 yılında Baha Musa adlı Iraklı bir resepsiyon görevlisinin ölümünden dolayı yargılanıyor. Mendonca, başında bulunduğu Lancachire Tugayı 1. Taburu'nun (1QLR) sorumluluğundaki gözaltı merkezinde işkence yapıldığından haberi olmadığını ve subaylarının bu tip olayları kendisinden gizlemiş olabileceğini iddia ediyor.

Baha Musa adlı resepsiyon görevlisi Basra'daki İbni El Hayham Oteli'nden alındıktan sonra İngiliz üssüne götürülmüş ve birkaç gün sonra öldüğü açıklanmıştı. Olay üzerine üs komutanı Albay Mendonca hakkında işkence davası açılmıştı.

İngiliz basınında çıkan son skandal fotoğrafın da Albay Mendonca'nın komuta ettiği 1QLR birliğinde çekildiği ortaya çıktı.

Son fotoğrafın, hem başında bulunduğu üste işkence yapıldığından haberi olmadığını söyleyen albayın durumunu hem de bugünlerde Afganistan'da çatışan İngiliz ordusunun imajını zora sokacağı belirtiliyor. aktifhaber

DOKTORLAR CIA'NIN İŞKENCE ORTAĞI!
13 Haziran 2010

CIA'ye ait cezaevlerinde bulunan doktorların tutukluların sağlık durumuyla ilgilenmek yerine, tutuklulara yapılan işkence yöntemleri geliştirmek için cezaevinde bulundukları açıklandı.
CIA'nın gizli cezaevlerinde işkence yaptığı yönünde iddialar uzun zamandır gündemdeki yerini korurken, hazırlanan son bir raporda doktorların CIA'ya işkence metotlarını geliştirmekte yardım ettikleri ortaya çıktı.

DW'nin haberine göre Amerika'da faaliyet yürüten “İnsan Hakları İçin Doktorlar” adlı sivil toplum örgütü hazırladığı raporda ilginç bulgulara rastladıklarını duyurdu.

Raporda, CIA'ye ait cezaevlerinde bulunan doktorların tutukluların sağlık durumuyla ilgilenmek yerine, tutuklulara yapılan işkence yöntemleri geliştirmek için cezaevinde bulundukları açıklandı.

Raporu hazırlayan uzmanlardan Nathaniel Raymond, "CIA cezaevlerinde, tutuklular üzerinde yasadışı deneyler yapıldığını açıkça gösteren kanıtlarımız var" diyor.

'BUSH DÖNEMİNDE YAŞANDI'

Onayları olmadan tutuklular üzerinde deney yapılması İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yasaklanmış bir uygulama. Cenevre Konvansiyonu da insanlar üzerinde deney yapılmasını yasaklayan bir madde geliştirmişti.

Zanlıların sorgulanması sırasında CIA için çalışan doktorları işkenceye ortak olmakla suçlayan İnsan Hakları İçin Doktorlar örgütü, bu gelişmelerin George Bush döneminde yaşandığına da dikkat çekiyorlar.

RAPOR İÇİN İKİ YIL ÇALIŞILDI

Raporu hazırlayan uzmanlardan bir diğeri de Stephen Soldz. Soldz da doktorların sorgulama metotları hakkında kayıt tuttuklarını söyledi.

"Verileri topladılar, ancak bireylerin yararına değil. Tam aksine bu, genel olarak sorgulama metotlarını değiştirmek ve muhtemelen yasal güvence sağlamak adına yapıldı" bilgisini veren uzman Soldz, raporu iki yıl boyunca yaptıkları araştırma sonrası hazırladıklarını anlatarak, rapor için, Bush dönemine ait resmi belgeler ile hükümet belgelerinden de faydalandıklarını belirtti.

'CIA İÇİN ÇALIŞAN DOKTORLAR YASAL İHLALDE BULUNUYOR'

Rapora geçirilen ilginç bir bilgi şöyle: "CIA 'su tahtası' olarak adlandırılan ve kişiye boğulma hissi veren işkence yöntemi sırasında, doktorlara her şeyi not etmeleri emrini verdi. Ne kadar su kullanıldığı, ne kadarının sıçradığı, suyun tutuklunun ağız ve burnuna nasıl döküldüğü ve ne tür bir etki bıraktığı gibi ayrıntılar not edildi."

Söz konusu doktorların daha sonra 'iyileştirme önerileri' yaptıklarının not düşüldüğü raporda, örneğin tutuklunun, kusmuğundan boğulmaması için "su tahtası" yöntemi öncesi sadece sıvı ağırlıklı beslenmesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü işkenceciler tutukluyu öldürmekten ziyade ona işkence yapıp acı çektirmeyi hedefliyorlar.

Doktorlardan Scott Allen, CIA için çalışan doktorların etik ve yasal kuralları ihlal ettiklerine dikkat çekerek, "Sanırım pek çok kişi, doktorların, işkencenin geliştirilmesi ve kullanımına katılmamaları gerektiğini anlıyordur" dedi.

'OBAMA BU İDDİALARIMIZI CİDDİYE ALSIN'

Raporu hazırlayan uzmanlar, ABD Kongresi ve Obama yönetimince bu bulgularının ciddiye alınmasını istediler. Uzmanlardan Raymond, "Bizim mesajımız şudur: Soruşturma açma zamanı geldi. Biz kanıtlarımızı sunduk. Şimdi kendi kanıtlarını sunmak için hükümetin de sırası gelmiştir" diye konuştu. haber10

Belgeli Sivil Katliamı
26 Temmuz 2010
Belgeler yaklaşık 200 Afgan sivilin ölümünün dünya kamuoyundan gizlendiğini gösteriyor.
Belgeler yaklaşık 200 Afgan sivilin ölümünün dünya kamuoyundan gizlendiğini gösteriyor.

Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki en büyük gizli belge sızdırma olayı gerçekleşti.

BBC'ye göre, Amerika Birleşik Devletleri ordusuna ait 90 bin belge basına sızdı.

2004-2009 arasına ilişkin belgeler, daha önce de benzer yayınları nedeniyle tepki çeken Wikileaks adlı internet sitesinde yayınlandı.

Guardian ve New York Times gazeteleri ile Alman Der Spiegel dergisi de Wikileaks ile işbirliği içinde bu belgeleri yayınladı.

Bunun Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki en büyük gizli belge sızdırma olayı olduğu belirtiliyor.

Belgeler yaklaşık 200 Afgan sivilin ölümünün dünya kamuoyundan gizlendiğini gösteriyor.

Ayrıca NATO'nun, Pakistan ve İran'ın Afganistan'daki isyan hareketini el altından desteklediklerine ilişkin kaygılarına yer veriliyor.

90 bin belge içinde, Taliban'ın havadan karaya ısıya duyarlı füzelere sahip olduğu yolunda bilgiler de var.

Taliban'ın uzaktan kumandalı bombalar ile yaptığı saldırılarda ölen sivillerin sayısında artış olduğu da bu belgelerde yer alıyor.

Beyaz Saray olayı sert bir açıklama ile kınadı.

Açıklamada belgelerin 2009 Aralık'ına kadar olan dönemi kapsadığı, bu tarihte ise Başkan Barack Obama liderliğindeki Amerikan yönetiminin Afganistan stratejisinin değiştiği belirtildi.

Ayrıca bu belgelerin yayınlanmasının NATO askerlerinin hayatını ve ulusal güvenliği tehlikeye attığı savunuldu. aktifhaber

İbrahim Karagül
Bunlar ne ki! Daha ne bilgiler çıkacak ortaya

Bir karanlık tarih, bazı istihbarat bilgilerinin, gizli belgelerin açıklanmasıyla aydınlanabilir mi? Elbette hayır. Ama gerçeklere ulaşmak için bir kapı aralayabilir. Demokrasi ve özgürlük savaşı veren devletlerin, bu söylemlerin ardına gizlenerek insanlığa ettiği kötülükler hakkında kanaatimizi güçlendirebilir. İyi ve kötünün, doğru ve yanlışın bize öğretilenler gibi olmadığını gösterebilir. Resmi tarihe yazılanların dışında utanç verici bir gerçeğin varolduğunu üstelik bu gerçeğin, öğretilenlerden çok daha doğru olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir.

Wikileaks adlı bir internet şirketi, ABD ordusunun ve müttefiklerinin Afganistan'daki gizli savaş günlüğünden doksan binden fazla belgeyi deşifre etti. ABD ve Avrupa'nın büyük yayın organları, bu bilgileri eleyerek okuyucusuna ulaştırdı. 2004 ile 2009 arası askeri faaliyetleri kapsayan bilgiler, artık kanıksadığımız bir savaşın ürpertici yüzünü tekrar düşünmemizi sağladı.

İnsan avı yapan gizli birliklerin faaliyetlerini, otobüs bombalayan Fransız askerlerini, düğün vuran Polonya askerlerini, öldürülen kadın ve çocukların nasıl dünyadan gizlendiğini, Nevada Çölü'nden düğmeye basıp insansız hava araçlarıyla nasıl katliamlar yapıldığını, Taliban'ın elindeki füzeleri, bu tarih aralığında Afganistan'da yaşanan tüm çatışmaları, öldürülen sivilleri ve ölen askerleri ve savaşın gidişatıyla ilgili tüm bilgileri bu bölgelerde öğreniyoruz.

Hepsini mi? Elbette hayır. Aslında çok azını öğreniyoruz. Her altı ayda bir başlatılan ve fiyaskoyla sonuçlanan büyük nihai operasyonların aslında yalan ve imaj kurtarmaya yönelik olduğunu, savaşın asla kazanılamayacağını, terörle mücadele gerekçesinin sadece aptalları inandırmak için uydurulduğunu, savaş ne kadar ölümcül olsa da kimsenin Afganistan'dan çekilmek istemediğini çünkü ortada başka bir büyük hesabın bulunduğunu, on milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının nasıl paylaşıldığını, Obama döneminde Afganistan-Pakistan savaşının neden daha fazla şiddetlendiğini, Pakistan'ı da aynı kötü duruma çekmek içine tür planlar yapıldığını bu bölgelerden öğrenemiyoruz maalesef.

2004'ten öncesini de öğrenemiyoruz. İlk işkence merkezinin Afganistan'da kurulmasını, ardından dünyanın her yerinden insanların kaçırılıp Avrupa'dan Uzakdoğu'ya ve Afrika'ya kadar bir çok ülkede kurulan gizli esir kamplarına kapatılmasının Afganistan'la başladığını öğrenemiyoruz. CIA ile esir ticaretinin Afganistan'la başladığını, bu ticaretin içinde olan ülkeleri, yüzlerce uçak seferlerinin detaylarını öğrenemiyoruz.

Daha işgalin ilk günlerinde, Cenk Kalesi'nde yüzlerce esiri nasıl öldürdüklerini televizyon ekranlarında naklen izlemiştik. Bir zafer havasında izlemiştik. Kötü insanlar, dünyayı kana bulayan insanlar demokrasi ve özgürlük savaşçısı ABD ve İngiliz özel birlikleri tarafından imha ediliyordu. Bazılarımız seyrederken alkış tutmuştu. Ardından binlerce insan, esir Mezar-ı Şerif'teki hapishanelerden alınıp kurşuna dizildi ve çöllere gömüldü. Esirler boyunları kırılarak, üzerlerine asit dökülerek, çöle götürülüp toplu şekilde kurşuna dizilerek öldürülüyordu. Köpekler cesetleri parçalamasaydı haberimiz olmayacaktı. İnsanlığı kötülüklerden kurtarmak için yapılmıştı her şey.. Kimse bu cinayetlerin hesabını sormadı, soramadı.

Peki gerçek neydi? Gerçek, özellikle son on yıldır bir propaganda mekanizmasının gözlerimizi kör eden, zihinlerimizi rehin alan, vicdanlarımızı susturan yalanları mıydı? O gün başlatılan ve insanlığın en temel değerlerini ayaklar altına seren süreç hala devam ederken, neden bunları sorgulayacak mecalimiz kalmadı? Biz neyi kaybettik?

Türkiye dahil, hiçbir ülke Afganistan'daki işgale, savaşa meşruiyet sağlayacak hiçbir gerekçeye sahip değil. Her ne sebeple olursa olsun, Afgan halkının kalbini ne kadar kazanırsa kazansın, böylesine kirli, tarih önünde yargılanacak, utanç verici bir işgale katılmanın, birilerinin büyük hesaplarına katkıda bulunmaktan başka hiçbir anlamı olmayacak. Tarih bunu böyle yazacak. Gelecek nesiller bunu böyle sorgulayacak. Bu iki yüzlülüğü bırakalım artık. Hemen her gün yüz masum sivilin hayatını kaybettiği, ABD'deki üslerden düğmeye basıp insansız uçaklarla öldürmelerin devam ettiği, iyi ve kötünün sadece bu savaşı başlatanların çoğumuzun bilemediği özel hesaplarına göre şekillendiği bir savaş, Türkiye'nin hafızasına hiç de iyi anılar bırakmayacak.

Sızdırılan bilgiler sadece Bush dönemini kapsıyormuş, Obama döneminde planlar tamamen değişmiş. En son yalan da bu olmalı. Asıl Obama döneminde bu savaş şiddetlendi. Üstelik Pakistan'da iç savaş başlatıldı. Bush döneminde yapılan her şey aynen devam ediyor. Artık kanıksadığımız bu savaş ve işgali zihinlerimizde ve kalplerimizde bir yere oturtabilmek için böylesine istihbarat belgelerine ihtiyacımız olmamalı. Çünkü biz bunlardan çok daha fazlasını biliyoruz. Bu kirli dosya bir gün tüm ayrıntılarıyla ortaya serilecek...
Yeni Şafak

Fransa, 8 bebeğini öldüren anneyi konuşuyor
Fransa'nın kuzeyinde bulunan Duai kenti yakınlarındaki Viller-au-Tertr'de yaşayan 45 yaşındaki hemşire Dominique Cottrez'in 8 yeni doğmuş bebeğini boğarak öldürdüğü ve bebekleri evlerinin bahçesine gömdüğü belirtildi. Olay, Viller-au-Tertr'deki evin yeni sahiplerinin bahçede 2 bebeğin ceset kalıntılarını bulup polisi aramasıyla ortaya çıktı. İhbar üzerine evin çevresinde özel eğitimli köpeklerle arama yapan polis, toplam 8 bebek cesedine ulaştı. 30.07.2010 PARİS netgazete

Fransa'da Polis bebekleri yerlerde sürükledi!
31.07.2010

Fransa'nın başkenti Paris'in çevresindeki banliyölerden birinden zorla çıkartılan Afrikalı göçmenlere ve çocuklarına yönelik polis müdahalesinin şok edici görüntüleri ortaya çıktı.

21 Temmuz'da Paris'in La Courneuve bölgesinde çekilen görüntülerde polisin belediyenin sağladığı evlerden yeni bir konut projesi nedeniyle 8 Temmuz'da atıldıktan sonra sokaklarda yaşamak zorunda kalan çoğu kadın ve çocuk 60 kişilik kaçak göçmen grubuna sert müdahalesi gözler önüne seriliyor. Akıl almaz görüntülerde, polisler anne ve bebeklerini yerlerde sürüklüyor.
Çoğu Fildişi Sahili'nden gelmiş olan göçmenlerin 3 ila 10 yıldır son derece kötü koşullarda Fransa'da yaşadıkları belirtiliyor. Korkunç müdahalede yaralanan olmadığı söylenirken, görüntüler büyük tepki çekti. Olayla ilgili soruşturma başlatılması bekleniyor.
(GAZETEPORT)

Her İsveç'te artan tecavüzler kadınları korkutuyor
İsveç'in Örebro kentinde son aylarda artan tecavüz olaylarının failini yakalamak amacıyla polis, bölgede oturan erkekleri DNA testi için kan vermeye çağırdı. Başkent Stockholm'e iki saat uzaklıkta bulunan Örebro kentinde son aylarda çok sayıda tecavüz vakası görülürken kadınlar sokağa yalnız çıkmaya korkar hale geldi. 02.08.2010 haber1001

İstifası istenince iş yerinde katliam yaptı: 9 ölü
ABD'nin Connecticut eyaletinde, bira dağıtım deposunda şoförlük yapan bir kişi, istifa etmesi istenince etrafa ateş açtı kendisi dahil 9 kişi öldü. Bir şirket yetkilisi, kendisinden istifa etmesi istenen şoforün bunu reddettiğini ve ardından rastgele ateş etmeye başladığını söyledi. Saldırgan 8 kişiyi öldürdükten sonra kendisini vurdu. 04.08.2010 MANCHESTER netgazete

2 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUNA 15 YUMRUK ATTI
7 Ağustos 2010
23 yaşındaki boksör 2 yaşındaki oğlunu yumruk darbeleriyle öldürdü. Oğlunu önce bakıcının dövdüğünü iddia eden baba, daha sonra suçunu itiraf etti ve oğlunu boks öğretmek için yumrukladığını söyledi!
23 yaşındaki Lee Dejesus, eşi işteyken 2 yaşındaki oğlu Willy’ye boks dersi vermeye başladı.

Florida Eyaleti’nde meydana gelen olayda, Dejesus, eline yarım kilo ağırlığındaki eldivenleri taktıktan sonra oğluna vurmaya başladı. Kafasına, yüzüne, vücuduna 15 darbe alan küçük çocuk yataktan düştü ve olduğu yere yığıldı.

Bunun üzerine bir saat bekleyen baba, oğlunun morarıp tepki vermeyince ambulansı çağırdı. Ancak her şey için çok geçti. Küçük Willy, beyin kanamasından hayatını kaybetti.

Gözaltına alınan baba önce oğlunu bakıcının dövdüğünü söylese de sonunda suçunu itiraf etti ve oğluna kum torbasına vuruyormuş gibi vurduğunu söyledi.
(ntvmsbc)

08 AĞUSTOS 2010
Hollanda'da anne vahşeti

Hollanda’da bebeklerini öldürdüğünden şüphelenilerek gözaltına alınan bir kadının çatı katında 4 bebek cesedi bulundu.

Hollanda’da bebeklerini öldürdüğünden şüphelenilerek gözaltına alınan 25 yaşındaki bir kadının evinin çatı katında bavullara konmuş dört bebek cesedi bulundu.

Frise bölgesinde geçen olayda, bir komşusunun polise kadının 2001’den beri birçok kez hamile kaldığı kalmasına rağmen çocukların görülmediği uyarısında bulunması üzerine inceleme başlatıldı.

Konuyla ilgili sorgulanan kadının, bebeklerini evlatlık olarak verdiğini söyledi, ancak bu açıklamalarını doğrulayacak resmi belge sunamaması üzerine gözaltına alındı.

Kadının ailesiyle oturduğu evde yapılan aramada 4 bavul içinde bebeklerin kalıntıları bulundu. Akşam
,
BM Barış Gücü toplu tecavüzleri seyretmiş
24 Ağustos 2010
AnaHaber
Kongo'nun doğusunda, BM Barış Gücü üssüne sadece birkaç mil mesafede bir bölgede Ruandalı ve Kongolu militanların yaklaşık 200 kadını ve bir grup erkek çocuğunu dört gün alıkoyarak tecavüz ettiği bildirildi.

Uluslararası Medika Kolordu'da (International Medical Corp) görev yapan Will F. Cragin, yardım görevlilerinin, militanların Luvungi kasabasını ve çevre köyleri ele geçirdiğini saldırının başladığı günden bir gün sonra, yani 30 Temmuz'dan itibaren bildiğini söyledi.

Cragin, AP haber ajansına yaptığı açıklamada, BM üssüne sadece 10 mil (16 kilometre) mesafede bulunduğunu ifade ettiği kasabaya, mensubu olduğu örgütün, militanların 4 Ağustos'ta kendi istekleriyle gitmelerinin ardından girebildiğini belirtti.

Hiç çatışma çıkmadığını ve ölen olmadığını kaydeden Cragin, sayıları 200 ila 400 kadar olduğu sanılan militanların bölgeyi "talan ettiğini ve kadınlar ile erkek çocuklarına sistematik tecavüz uyguladığını" söyledi.

Birçok kadının çocuklarının ve eşlerinin önünde ve üçten fazla farklı kişi tarafından tecavüze uğradığını belirttiğini ifade eden Cragin, uluslararası ve yerel sağlık görevlilerinin şu ana kadar 179 kadını tedavi ettiğini ancak bu sayının artabileceğini bildirdi.

Yerel sağlık yetkilileri de tecavüze uğrayanlar arasında dört erkek çocununun da olduğunu kaydetti.

Olayın üzerinden üç hafta geçmesine karşın vahşet konusunda henüz bir açıklama yapmayan BM yetkilileri, soruşturmanın sürdüğünü belirtmekle yetindi.

Oruç tuttuğu İçin Bıçaklandı
25 Ağustos 2010
New York'ta genç bir adam, Müslüman olduğunu öğrenince arabasına bindiği taksi şoförünü bıçakladı.
Manhattan'da dün akşam meydana gelen olayda, polis raporlarına göre 21 yaşındaki Michael Enright, müşteri olarak arabasına bindiği 43 yaşındaki taksi şoförü Ahmet Şerif'e sorular sormaya başladı.

Polise ifade veren 15 yıllık taksi şoförü Şerif, arabasına binen 21 yaşındaki Enright'ın kendisine önce arkadaşça sorular yönelttiğini, daha sonra "Müslüman olup olmadığını, oruç tutup tutmadığını" sorduğunu, kendisinin de 'evet' deyince Enright'ın önce küfürler edip ardından yüzünü bıçakla yaraladığını anlattı.

Taksinin kapılarını saldırganın üzerine kilitleyip derhal polise olayı haber veren Şerif, hastanede tedavi edilmesinin ardından yaptığı açıklamada, olaydan büyük üzüntü duyduğunu, tüm taksicilerin dikkatli olmalarını söyledi.

New York'ta çok sayıda Müslüman inanca sahip taksi şoförü olduğu biliniyor. aktifhaber

Kondüktör, engelli genci trene almadı
İngiltere'nin Manchester kentinde bir tren kondüktörünün engelli bir yolcuyu trene almaması ülkede büyük tepkilere neden oldu. Olayın ardından demiryolu şirketi Northern Rail yetkilileri, yapılan muamelenin yanlış olduğunu kabul ederek gençten özür diledi. 26.08.2010 MANCHESTER netgazete

KORKUNÇ İDDİALAR

Kırgızistan'daki Amerika'ya ait "Manas Askeri Üssü"nde, ismi bizde gizli bir görevliden aldığımız bilgiye göre;
Amerika'nın özgürlük bayramı 4 Temmuz günü, Manas üssüne Afganistan'dan yaralı bir mücahit getirilmiş. Bu yaralı mücahit ilk önce sarhoş Amerikan askerlerinin bir müddet eğlendikleri bir oyuncak olarak kullanılmış. Daha sonra ise, sarhoş Amerikalı askerlerden birisi şu teklifi yapmış;
"4 Temmuz sadece bizim kutladığımız bir gün değil, köpeklerimizin de özgürlük günü, onların da eğlenmeye hakkı var. Onunla (mücahidi kast ederek) birazda onlar eğlensin."
Daha sonra yaralı mücahidi öldürerek, köpeklerin önüne atmışlar.
Adına da "bayram yemeği" demişler.
19. y.y. İngiliz işgal güçleri Afganistan’ı işgal ettiğinde, şehit olan Afgan Mücahitlerinin naaşlarını "cennete gitmesinler" diye domuz derilerine sararak gömüyorlardı.
Şimdi İngiliz sapıklığının yerini Amerikan sapıklığı almış durumda.
Bir iddia ise Kırgızistan’ın Güneyinden geldi.
Batının, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale ve ülkeleri işgal edilmeye hazır hâle getirmek için kullandığı postallı sivil toplum örgütlerinden "sınır tanımayan doktorlar" örgütüyle alâkalı bu iddia.
İddiayı dile getirenler de Kırgız doktorlar...
İddiaya göre "Sınır tanımayan doktorlar" örgütüne mensup bazı doktorlar Kırgız doktorlara "bazı Özbek yaralılara kimse sahip çıkmıyor, onların organlarını alalım yabancı ülkelere satalım" diyorlar.
Haddini aşan sınır tanımayan doktorların bu ahlâksız teklifine Kırgız doktorların şiddetle karşı çıkması üzerine, bu ahlâksız örgüt bu sefer dünya komuoyunda "Kırgız doktorların özbek yaralılara bakmadıkları ve onları tedavi etmedikleri" yalanını söylemeye başladılar.
Daha önce Irak ve Somali’de de bu örgütün bulaştığı sayısız organ kaçakçılığı olayları bütün dünyaya yansımıştı.
Hatta organların daha çok İsrailli zengin Yahudilere gittiği ortaya çıkmıştı.
Her iki iddiayı da araştırmaya devam ediyoruz.
buyukasya.net

Coniler, 2 Afganlıyı köpeklere parçalattı!]
19 Aralık 2009
ana Haber
Afganistan daki işgalci Amerikalılar, Afganistanlı 2 mahkûmun üzerine önce köpekleri saldılar, daha sonra da köpeklerin parçaladığı elleri bağlı Müslümanları kurşun yağmuruna tuttu

Afganistan’ın Host eyaletinde adının açıklanmasını istemeyen bir güvenlik yetkilisi, birkaç gün önce Amerikan askerleri tarafından gözaltına alınmış olan Afganistan vatandaşı 2 sivilin hapishanede, önce köpeklerin saldırısına uğratıldıklarını ve paramparça edilip acılarla kıvrandıktan sonra kurşunla öldürüldüklerini açıkladı.

Bu yetkili daha sonra, Host eyaletindeki Amerikan askerlerinin istedikleri gibi başıboş davrandıklarını ve kendilerini kimseye hesap vermek zorunda görmediklerini belirterek, “Bölge halkı söz konusu 2 Afganlının müttefik güçler tarafından gözaltına alındıklarını ve onların hapishanesinde bulunduklarını biliyorlardı. Fakat bunların iri yarı ve vahşi Amerikan köpekleri tarafından paramparça edilen cesetleri ortaya çıkınca aralarında bütün NATO üyesi ülkelerin bulunduğu bu ‘müttefik güçler’, o zavallı mahkûmları kendi hapishanelerine attıklarını inkâr ettiler” dedi. Söz konusu güvenlik yetkilisi ayrıca “Bu inanılmaz vahşet ortaya çıkınca, ABD ile müttefikleri, bu işin Taliban tarafından gerçekleştirildiğini iddia ettiler” diye konuştu.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Arl 11, 2008 11:28 pm    Mesaj konusu: 5 çocugunu kesti Alıntıyla Cevap Gönder

ABD'de, Bush döneminden bir yetkili: Guantanamo'daki tutulanların çoğu masum
20 Mart 2009 ABD'nin eski başkanı George W. Bush döneminin bir yetkilisi, Guantanamo Körfezi'ndeki ABD askeri üssünde kurulan gözaltı merkezinde terör zanlısı oldukları gerekçesiyle tutulanların çoğunun masum olduğunu söyledi.
Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın özem kalem müdürü Lawrence B. Wilkerson, Guantanamo'da tutulan ortalama 800 kişinin yalnızca 20'si kadarının terörist olduğunu bildirdi.
Guantamano'dakilerin çoğunun masum olduğunu, ancak bu kişilerin, Amerikalı yetkililerin önemli şeyler bildiklerini "umut ettikleri" için burada tutulduklarını ifade eden Wilkerson, Guantanamo'da hala masum insanlar bulunduğunu ve bazılarının 6-7 yıldır orada tutulduklarını kaydetti.
Wilkerson, Guantanamo'da tutulanların masum olduğunu ABD Dışişleri Bakanlığı brifinglerinden ve askeri yetkililerden öğrendiğini dile getirdi
netgazete

Roma'da yeraltındaki dehlizlerde ölmek üzere olan yaşları 10-15 civarında 20 Afgan çocuk bulundu
İtalyan medyasındaki haberlerde, yaşları 10-15 civarında olan çocukların Roma'nın en büyük garlarından Ostiense'nin yeraltındaki kullanılmayan dehlizlerinde, kartonlar üzerinde uyudukları belirtildi. Kimsesiz Afgan çocuklarının, evsizlere yönelik geniş çaplı bir operasyon sırasında bulundukları, bazılarının sağlık durumunun kötü olduğu ve sosyal hizmetler yetkililerine teslim edildiği kaydedilen haberlerde, başkentteki kimsesiz Afgan çocuklarının sayısındaki artışa dikkati çekildi. 04.04.2009 ROMA - netgazete

Salınan tutuklu: Guantanamo Ortaçağ işkencehanesi

23 Şubat 2009 PABD'nin terör şüphelilerini tuttuğu Guantanamo'da 4 yıl tutuklu kalan Binyan Muhammed (30), Amerika'yı, İngiliz istihbaratı ile anlaşarak kendisine "Ortaçağ" işkencesi yapmakla suçladı.
İngiliz hükümetinin geçtiğimiz hafta yaptığı talep üzerine serbest bırakılan Muhammed bugün Londra'ya döndü. İngiltere'de ikamet eden Etiyopya vatandaşı Muhammed, fiziksel ve zihinsel olarak medyanın karşısına geçecek durumda olmadığını kaydetti.
Londra'ya gelişinden önce avukatı aracılığıyla yazılı bir açıklama yapan Muhammed, 2002'de tutuklanmasından sonra yaşadıklarını, asla hayal edemeyeceği "en korkunç kabuslar" şeklinde niteledi.
2002 yılında Pakistan'ı ziyareti sırasında tutuklanan ve 4 ay sonra Amerikan güçlerince Fas'a götürülen Muhammed, Guantanamo'ya götürüldüğü 2004 yılına kadar "işkenceye" maruz kaldığını belirtti. Muhammed, "Bir işkence kurbanı olacağımı asla hayal bile edemezdim. Kaçırıldım, bir ülkeden başka bir ülkeye nakledildim. ABD hükümeti tarafından planlanan Ortaçağ usulleriyle işkenceye uğradım" dedi.
Pakistan'da tutuklu bulunduğu sırada, bir İngiliz ajanın gözetiminde Pakistan istihbarat yetkilileri tarafından sorgulandığını söyleyen Muhammed, 2002'de CIA'ye ait bir uçakla Fas'a götürüldüğünü ve 2004 yılı Eylül ayında Guantanamo'ya varıncaya kadar burada sürekli işkence ve tacize maruz kaldığını dile getirdi.
Muhammed, "Fas'ta, bana işkence yapan insanların, belge ve soruları İngiliz istihbaratından aldığını anladığımda hayatım tümüyle karardı. Pakistan'da İngiliz istihbarat elemanlarıyla görüşmüştüm. Onlara karşı gayet samimi oldum. Onların beni kurtarmaya gelen insanlar olduğunu düşünüyordum. Ancak bunların bana işkence edenlerle işbirliği yaptığını sonradan farkettim" dedi.
Bu arada İngiliz Başsavcı, Muhammed'in açıklamalarına ilişkin yeterli kanıt bulunması halinde İngiliz hükümeti ve istihbaratı aleyhine bir soruşturma başlatılabileceğini ifade etti.
Muhammed'in avukatı da, İngiliz hükümeti aleyhine dava açmanın ihtimal dahilinde olduğunu vurguladı. İnsan hakları grupları ise konuya ilişkin kamu soruşturması başlatılması çağrısında bulundu.
İngiltere'den ayrıldığında ülkede yasal oturma izni bulunan Muhammed'in, daha önceki haklarına sahip olması bekleniyor. Avukatı Clive Stafford Smith, Muhammed'in İngiliz yetkililer tarafından sorgulanabileceğini kaydetti.
İngiliz polisi, Muhammed'in Londra'ya dönüşü sonrasında, kontrolden geçirildiğini ve terörle mücadele yasaları çerçevesinde gözaltına alındığını ancak tutuklanmadığını söyledi.
Pakistan'da hakkında herhangi bir suçlama olmaksızın gözaltına alınan Muhammed, Guantanamo'da kaldığı 4yıl boyunca mahkemeye çıkarılmadı. Guantanamo'da hala 200'den fazla mahkumun bulunduğu belirtiliyor.
netgazete

ABD'de yaşlı bakımevine saldırı: 6 ölü, 3 yaralı

30 Mart 2009 ABD'nin Kuzey Carolina eyaletindeki bir yaşlı bakımevinde silahlı bir kişinin düzenlediği saldırıda 6 kişi öldü, 3 kişi yaralandı.
Polis yetkilileri, mahallî saatle 10.00'da Carthage kasabasındaki Pinelake Sağlık ve Rehabilitasyon adlı yaşlı bakımevinde meydana gelen olayda, saldırgan ile bir polis görevlisinin de yaralılar arasında bulunduğunu belirtti. netgazete

Camiye domuz başlı saldırı ve tehdit notu
19/03/2009
Prag'da camiye kesik domuz başıyla saldırı yapıldı. "İslamı durdurun" diye bir not bırakıldı

PRAG - Çek Cumhuriyeti'nde bir cami dışındaki çite kesik domuz başı yerleştirildi. Polis sözcüsü Jan Mikulovski, başkent Prag'ın dışında yer alan Kyje kasabasında meydana gelen olayda, kesik domuz başının yerleştirildiği çitte, "İslam'ı durdurun" yazılı bir not da bulunduğunu söyledi.

Caminin girişiyle duvarına zarar verildiği, polisin olayla ilgili soruşturma başlattığı belirtildi. Ülkedeki radikal Ulusal Parti, internet sitesinde kesik domuz başının görüntülerini yayımlarken, İslam topluluğunun sözcüsü, mahkemeye başvurmayı düşündüklerini söyledi.
Radikal

Afgan hükümeti: Amerikan operasyonunda 17 sivil öldü

08 Ocak 2009 Afgan hükümeti, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin ülkenin doğusunda önceki gün düzenlediği bir operasyonda 17 sivilin öldüğünü bildirdi.
Devlet başkanlığı sarayından yapılan açıklamada, Lagman vilayetinde önceki gün düzenlenen operasyonda militanlarla birlikte, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 17 sivilin öldüğü belirtildi.
Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai de sivillerin öldüğü operasyonu kınayarak, Afgan hükümetinin buna ilişkin tutumunu her zaman açıkça ifade ettiğini ve terörle mücadele amacından uzaklaştırarak başarılarını tehlikeye atan bu tür olayların sona ermesini istediklerini kaydetti.
Karzai, sivilleri "canlı kalkan" olarak kullanan militanları da kınadı.
Amerikan ordusu, operasyonda 32 militanın öldüğünü bildirmişti.
Afganistan'da geçen ekimden bu yana düzenlenen operasyonlarda 700'e yakın sivilin öldüğü belirtiliyor
netgazete

"Biz iskence aleti değiliz"
Şarkıları Guantamano’da işkence yöntemi olarak kullanılan rock grupları bu durumu protesto etmek için konserlerinde sessizlik eylemi yapacak

Rock grupları sonunda ABD ordusuna isyan etti. Şarkıları Guantamano, Irak ve Afganistan’daki hapishanelerde 24 saat yüksek sesle çalınarak işkence amaçlı kullanılan müzisyenler, protestoya hazırlanıyor. Rage Against the Machine’in üyesi Tom Morello ve Massive Attack, konserlerinden önce ‘sessizlik eylemi’ yapacak. Morello, “Asıl Başkan Bush’un o odalardan birisine atılması lazım” dedi. Diğer grupların da protestoya takılması beklenirken, Guantanamo komutanı Koramiral David Thomas artık bu yöntemin kullanılmadığını açıkladı. Rage Against the Machine, bir konsere Afgan tutuklular gibi giyinip çıkmıştı.

Şarkıyı dinleyen intihar ediyor

MÜZİKLİ işkence yöntemi en çok Afganistan’da uygulanıyor. Müziğin yasak olduğu ülkede tutuklular, şarkılara alışamıyor. Aralıksız dinletilen şarkıların sesi sonuna kadar açılıyor. Sonunda tutuklu Afgan mahkûm kafasını duvara vurarak intihar ediyor.

Eminem de var Metallica da

ŞARKILARI en çok kullanılanlar arasında Aerosmith, Britney Spears, Christina Aguilera, Don McLean, Lil’ Kim, Limp Bizkit, Meat Loaf, Rage Against the Machine, Red Hot Chili Peppers ve Tupac Shakur gibi isimler var. Hapishanelerdeki en popüler şarkılar ise şöyle:

Enter Sandman (Metallica)

Bodies (Drowning Pool)

Shoot to Thrill (AC/DC)

Hell’s Bells (AC/DC)

Born in the USA (Bruce Springsteen)

Babylon (David Gray)

White America (Eminem)

Susam Sokağı cıngılı
DIŞ HABERLER AKŞAM
11.12.2008


Belçikalı bir kadın 5 çocuğunu kesti

BELÇİKA’nın Nivelles bölgesinde yaşayan Genevieve Lhermitte (42), kocası evde yokken yaşları 3 ve 14 arasında değişen 5 çocuğunu boğazını keserek öldürerek, intihar etmeyi denedi. Kocasının yasak aşkı olduğuna inandığı için böyle bir katliam yaptığını anlattı. Dava avukatı, Genevieve’nin kliniğe yatırılmasını talep ederken, kadının boşandığı kocası Bouchaib Moqadem sessiz kalmayı tercih etti.
DIŞ HABERLER
11.12.2008

Fransa'da cami kundaklandı, Kur'an-ı Kerim yakıldı

20 Aralık 2008 Fransa'nın güneydoğusundaki Lyon kenti yakınlarında bir caminin kundaklanması sonucu Kur'an-ı Kerim ve çeşitli dini kitap kopyalarının tahrip edildiği bildirildi.
İçişleri Bakanı Michele Alliot-Marie olayla ilgili yaptığı açıklamada, polisin suçluları yakalamak için olağan gücüyle çalışacağını bildirdi.
Lyon'daki Saint-Priest banliyösünde bulunan caminin girişinde başlayan yangın büyümeden söndürülürken, olay sonucu camide, duman ve alevler nedeniyle maddi hasarın meydana geldiği açıklandı.
Caminin tümünün yakılmaya çalışıldığının belirtildiği olayla ilgili halka, son günlerde Müslüman ibadethanelerde artan saldırılar nedeniyle dikkatli olmaları uyarısında bulunuldu.
netgazete

Avrupa sınırlarında 1500 göçmen öldü

İtalyan gönüllü yardımlaşma derneği Fortress Europe, geçen yıl en az 1502 göçmenin Avrupa Birliği sınırlarında hayatını kaybettiğini bildirdi. Bir çoğu kara sularda can verdi:
Uygar Batı'nın 'Can alıcı' eseridir

10 Ocak 2009

Öte yandan İtalya kıyılarına doğru göçmen akışı durmak bilmiyor. Küçük Lampedusa adasına bugün 500’ü aşkın göçmen daha ulaştı.

Her yıl Avrupa yolunda hayatını kaybeden göçmenleri kayda alan Fortress Europe derneği, 2008 yılında Avrupa Birliği sınırlarında en az 1502 göçmenin hayatını kaybettiğini bildirdi.

2007 yılına kıyasla yüzde 23’lük bir düşüş olduğunu ancak halen de çok yüksek bir rakam olduğunu ifade eden dernek, bu bilgileri İspanyol, İtalyan, Yunan ve Malta medyasından yayınlanan haberlerden derlediklerini belirtti.

Ölümlerin özellikle İtalya’nın güneyindeki Sicilya kanalında artış yaşadığı gözleniyor. 2007 yılında 556 göçmen burada hayatını kaybederken bu sayı 2008’de 642’ye yükseldi. Sicilya kıyıları son yıllarda göçmenlerin Avrupa’ya doğru yolculuklarının temel geçiş yollarından biri haline geldi.

EGE’DE 181 BİR GÖÇMEN HAYATINI KAYBETTİ

Fortress Europe Sicilya’nın güneyindeki küçük Lampedusa adasına gelen göçmenlerin sayısının geçen yıl yüzde 80 arttığını kaydetti.

2008 yılında ayrıca Cebelitarık Boğazı’nda 216 göçmen hayatını kaybederken, Kanarya Adaları açıklarında 136, Ege Denizi’nde (Türkiye ve Yunanistan arası) 181 göçmen yaşamını yitirdi. Kuzey Afrika çöllerine ya da gizlendikleri kamyonlarda, Adriyatik’teki feribotlarda veya sınırlarda polis kurşunlarıyla ölen göçmenlerin sayısı ise 267 olarak tespit edildi.

Fortress Europe derneğinin tahminlerine göre 1988 yılından bu yana Avrupa sınırlarında, en az 13 bin 351 göçmen hayatını kaybetti. Bunların 5 bin 131’i denizde kayboldu.

Özellikle Yunanistan, İtalya ve İspanya’daki göçmen karşılama merkezleri tıkanmış durumda. Bu ülkeler Avrupa Birliği’nden daha fazla yardım istiyor. Derneğe göre göçmen sorununa uzun vadeli tek kalıcı çözüm, bu yeni göçmenlerin çoğunluğunun geldiği Afrika ülkelerinin kalkındırılmasından geçiyor.
haber7

Belçika'da kreşte yaralanan 11 çocuğun durumu ağır! Bıçaklı saldırganın sabıkasız, akıl sağlığının yerinde olduğu ve alkol almadığı belirlendi
Savcılık ve adli makamların açıklamalarına göre, 20 yaşı ndaki Belçikalı saldırgan, kreşte bir bebek ve bir görevli kadını öldürdü, 11 ç ocuk ve 2 görevliyi yaraladı. Yaralı çocuklardan biri de kaldırıldığı hastanede can verdi. Saldırganın bölgede ikamet kaydı bulunan bir Flaman olduğu, olay sırasında kreşte 0-3 yaş arası 18 çocuk ve 6 görevli bulunduğu, bunların büyük kısmının ağır yaralar aldıkları ifade edildi. Tutuklanmasına karar verilen saldırganın polis ve adaletle işbirliğini reddettiği, susma hakkını kullandığı belirtiliyor. 24.01.2009 BRÜKSEL
netgazete

Çocuk pornosunun beyni başpapaz çıktı

Yunanistan'da polisin düzenlediği operasyon sonucu bir çocuk pornosu şebekesi dağıtıldı. Şebekenin beyni olan bir başpapaz gözaltına alındı. İki mühendis, bir doktor ve bir iş adamı da gözaltında...

27 Ocak 2009

Yunan basın-yayın organları, polisin Interpol ile ortaklaşa düzenlediği operasyonda, şebekenin ''beyni'' olduğu sanılan Sparti kenti Başpapazı Fotis Makristathis'in yanı sıra iki mühendis, bir doktor ve bir iş adamının gözaltına alındığını duyurdular.

Haberlere göre, Atina, Selanik, Kumçiftliği (Orestiyada) ve Preveza kentleri ile Midilli ve Mikonos adalarında, çocuk pornosu içerikli internet sitesine giriş yapan 137 kişi izin sürüldü, 35'inin kimlikleri belirlendi. Operasyonda 28 hard disk, 8 bilgisayar, çok sayıda CD ve DVD'ye de el konuldu.
haber7

Mumbai sanığına FBI'dan seks işkencesi

Hindistan'ın Mumbai kentinde 173 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırının zanlısı olarak tutuklanan bir kişi kadın FBI ajanı tarafından seks işkencesi gördüğünü iddia etti.
11 Şubat 2009

Avukatı Ejaz Naqvi aracılığıyla açıklama yapan Mumbai saldırısı zanlısı, kadın FBI ajanının kendisine zorla seks işkencesi yaptığını söyledi. Zanlı kendisinin inançlı bir Müslümün olduğu için böyle bir işkenceye maruz bırakıldığını belirtti.

Zanlı Ensari'nin iddiasına göre kadın FBI ajanı, onu çıplak striptiz yapmaya zorladı, gece boyunca sürekli cinsel tacizde bulundu ve vücudunun çeşitli bölgelerini ısırdı. Ensari ayrıca gece boyunca kendisine porno filmleri izlettirildiğini de belirti.

Ensari'nin bu açıklamasından sonra Hindistan'da bir mahkeme iddiaları araştırmak için zanlıyı adli tıpa sevk etti.
haber7

Rahipler Bizi Sekse Zorluyordu
22 Şubat 2009
Hindistan'da görev yapan bir rahibe, Katolik Kilisesi içinde yaşanan seks skandallarını, yazdığı otobiyografisinde anlattı.

Hindistan'da görev yapan bir rahibenin anılarında yola çıkarak yazdığı kitap büyük yankı uyandıracak.

Hindistan’ın güneyindeki Kerala’da yaşayan ve geçen yıl istifa eden bir rahibe, 30 yılını geçirdiği bölgedeki Katolik Kilisesi içinde yaşanan seks skandallarını, yazdığı otobiyografisinde anlattı.

Rahibe Jesme’nin yazdığı "In Amen - Bir Rahibenin Anıları" adlı kitaba göre, rahipler yeni gelen rahibeleri sekse zorluyordu.

Jesme, "Bu kitabı tartışma yaratmak için yazmadım. Başıma neler geldiğini ifade etmek için yazdım" dedi. Rahibelerin bir ara kendisine de lezbiyen ilişki teklif ettiklerini yazan Jesme, birçok rahibenin hamile kalma tehlikesi bulunmadığı için bu tür seksi tercih ettiğini belirtiyor.

Jesme, kitabında, yanında kaldığı bir rahibin bahçede dolaşırken ağaçların arkasında birbirine sarılmış çiftleri gösterdikten sonra kendisini eve götürüp soyunduğunu ve onun da soyunmasını istediğini yazıyor. Üstlerinin seks emirlerine karşı gelenleri şiddetli cezalar bekliyor.
aktifhaber

11 yaşında, babasının hamile sevgilisini öldürdü

24 Şubat 2009 Amerika'nın Pennsylvania eyaletinde 11 yaşındaki Jordan Brown, babasının sevgilisi Marie Houk adındaki 8 aylık hamile kadını öldürdü. Cinayeti babasının av tüfeğiyle işleyen Brown, olaydan sonra hiçbir şey olmamış gibi okuluna gitti. Houk'un, silah sesinden korkan 4 yaşındaki kızının bahçeye çıkıp ağlaması üzerine olay yerine gelen komşular, genç kadının cansız bedeniyle karşılaştı.
Pennsylvania polisi, yaptığı soruşturma sonucu, katilin Houk'un arkadaşının 11 yaşındaki oğlu olduğu ortaya çıktı. Suçunu itiraf eden Brown, hamile bir kadını kasten öldürmekten yargılanacak.
netgazete

Eşcinsel içerik, okul ile velileri mahkemelik etti

08 Mart 2009 Londra'da bir iköğretim okulunda verilen cinsel içerikli dersler okul görevlilerini ve velileri karşı karşıya getirdi. Çünkü, ders kitabında eşcinsel ve ensest ilişkilerden bahsediliyordu ve çocuğunun bu dersleri görmesini istemeyen 30'dan fazla anne baba, çocuklarını okula göndermeme kararı aldı. Daily Mail Gazetesinin haberine göre, yasal olarak öğrencilerin 19 günden fazla devamsızlık hakkı olmadığı için okul yönetimi aileleri mahkemeye verdi. Şimdi mahkeme kararını bekleyen George Tomlinson Okulu velileri ise, müfredattan dolayı okul yönetimini suçluyor.
Muhasabecilik yapan 41 yaşındaki veli Pervez Latif ; "Biz Müslüman ve Hristiyan veliler olarak çocuklarımızın böyle sapık ilişkileri öğrenmesini istemiyoruz. Çocuklarımdan Salah 10, Abdürrahim 9 yaşında. Onlara eşcinsel ve ensest ilişkilerden bahseden peri masalları anlatılıyor, bana soruyorlar ve onlara anlatamıyorum. Şimdi de suçlu ilan edildik ve mahkeme kararı ile karşı karşıya geldik. Durum düzelmezse çocuklarımı okuldan alacağım. " açıklamasını yaparken, diğer bir veli 40 yaşındaki Sarah Saeed ise, "Bir haftadır sekiz yaşındaki kızımı okula göndermiyorum. Henüz böyle şeyleri öğrenmek için yaşı uygun değil. Eğer mahkemeden aleyhimize bir karar çıkarsa, kızımı okuldan alacağım." dedi.
Yasalara göre, anne babaların çocuklarını cinsel içerikli derslerden alma hakları varken okul yönetiminin neden böyle bir tavır aldığı ise anlaşılamıyor.
netgazete

14 aylık bebeğini yakan Amerikalıya 50 yıl hapis

12 Mart 2009 ABD'nin Boston kentinde, 14 aylık kızı ile kızının 66 yaşındaki bakıcısını yakan Dung Van Tran adlı ki şi 50 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Boston Herald gazetesinin internet sitesinde verilen habere göre, Suffolk Yüksek Mahkemesi, kundakçılık, haneye tecavüz, saldırı ve adam öldürmeye teşebbüsten suçlu bulunan Tran'i 50 yıl hapis cezasına mahkum etti.
Tran'in, Ocak 2007'de ayrı yaşadığı karısının evine giderek, kızının, kızının bakıcısının ve kendi üzerine benzin döktüğü ve daha sonra ateşe verdiği bildirildi.
Bebek ile bakıcısında 3. derecede yanıklar olduğu, vücudunun yüzde 30'u yanan bebeğe deri nakli gerektiği, bakıcının ise hastanede 2 ay tedavi gördüğü belirtildi.
netgaqzete

Irak'ta işgalci ABD ordusu, 12 yaşındaki bir kız çocuğunu daha vurarak öldürdü

17 Mart 2009 Irak'ta işgalciABD ordusu, 12 yaşındaki bir kız çocuğunu daha vurarak öldürdü. Olay, Irak'ın kuzeyindeki bir polis karakolu önünde meydana geldi.

İtalya'nın gözde tatil beldesi Sicilya'da korku saçan aç sokak köpekleri, bir Alman turisti parçaladı

18 Mart 2009 İtalya'nın gözde tatil beldesi Sicilya'da sokak köpekleri korku saçıyor. Pazar günü Ragusa bölgesinde 10 yaşındaki bir çocuğu öldüren köpekler önceki gün de bir Alman turiste saldırdı.

24 yaşındaki kadın, köpeklerin saldırısıyla ağır yaralandı. Olay yerine gelen sağlık ekiplerinin ilk müdahaleyi yaptığı kadın hastanede yoğun bakıma alındı.

Turist kadının yüzünün ağır yaralandığı, estetik ameliyata ihtiyaç olduğu belirtildi. Sağlık ekibi yetkilileri "Kadının hayati tehlikesi bulunuyor. Yaraları çok derin" diye konuştu. Aynı gün polis ekibine de saldıran köpeklerin bazıları yakalandı, bazıları da polis tarafından öldürüldü.
netgazete

Biri 5, diğeri 17 yaşındaki kız kardeşlerini öldürdü, 9'undakine saldırdığı sırada vurularak öldürüldü

29 Mart 2009 ABD'nin Boston kentinde 5 yaşındaki kız kardeşini doğum gününde başını keserek öldüren adam, 17 yaşındaki kız kardeşini de bıçaklayarak öldürdükten sonra, 9 yaşındaki diğer kız kardeşine b ıçakla saldırdığı sırada polis tarafından vurularak öldürüldü. netgazete

Üç erkeğe bilerek AIDS bulaştıran Alman pop yıldızı tutuklandı

15 Nisan 2009 Almanya'nın tanınmış pop gruplarından No Angels'in üyesi Nadja Benaissa, AIDS'e yol açan HIV virüsünü bilerek çevresindekilere bulaştırdığı gerekçesiyle tutuklandı. 26 yaşındaki şarkıcı Frankfurt'ta bir diskotekte vereceği konser öncesi gözaltına alındı. Sabah gazetesinin haberine göre; Nadja Benaissa hakkında tutuklama kararını alan Darmstadt Savcılığı "Zanlının HIV virüsü taşıdığını bilmesine rağmen, 2004 ve 2006 yıllarında üç erkekle korunmasız cinsel ilişkiye girdiğini" duyurdu. Savcılık, şarkıcının partnerlerini uyarmadığını, söz konusu üç kişiden birine virüsün bulaştığının kesinleştiğini açıkladı. netgazete

MAHKEMEDE İĞRENÇ İTİRAF

21 Nisan 2009
Almanya'da anestezi uzmanı sapık bir doktor mahkemede iğrenç bir itirafta bulundu. Almanya şokta.
49 yaşındaki doktor Joachim S. tedavi sırasında 13 kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğunu kabul etti.

Almanya'nın Amber kentinde devlet hastanesinde çalışan başhekim doktor Joachim S, mesleğini icra ederken 3 yıl içinde 13 kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğunu söyledi. Sapık doktor yılda 600 kadar çocuğun tedavi için kendisine başvurduğunu da belirtti.

Yaşları 9 ile 12 arasında değişen kız çocuklarına devlet hastanesindeki muayenehanesinde cinsel tacizde bulunduğunu itiraf eden Joachim S, Amber Devlet hastanesinde 17 yıl görev yaptığını söyledi.

Sapık doktorun bilgisayarında çocuk pornosu fotoğrafları bulununca, muayenehanesine gizli kamera konuldu. Tedavi gerekçesiyle çocukların çırılçıplak soyunmasını sağladığı ve cinsel tacizde bulunduğu anlaşılınca gözaltına alındı.

Doktor Joachim S bir yıldan fazladır gözaltında tutuluyor.
haber10

Anne baba, 3 çocuğunu pizzacıda bırakıp kaçtı
İtalya'nın kuzeybatısındaki Aosta kentindeki bir pizza restoranının garsonları, müşterilerinin, 8 aylık, 2 yaşında ve 4 yaşındaki çocuklarını masada yalnız başına bırakarak sigara içmek için dışarıya çıktıktan sonra bir daha dönmediğini fark edince polise haber verdi. Çocukların anne ve babasının kimliklerinin, restoranın yanında park ettikleri aracın içindeki belgelerden tespit eden polis 26 yaşındaki Ina Caterina Remhof ve 24 yaşındaki Sascha Schmidt'in uyuşturucu alışkanlıklarının bulunduğunu ve valizsiz seyahat ettiklerini bildirdi. 22.04.2009 AOSTA netgazete

Çivi tabancası ile kafasına 27 defa ateş edildi


24 Nisan 2009 Avustralya polisi geçtiğimiz Ekim ayında Sydney'de öldürülen 27 yaşındaki adamın çekilen röntgen filminde ilginç bir detaya rastladı. Talihsiz adamın kafasında 27 adet çivi bulundu.
Avustralya'da işlenen bir cinayetin sır perdesini aralamaya çalışan Sydney polisi, ilginç bir detaya rastladı. Geçtiğimiz Ekim ayında bir öğrenci tarafından bataklık bir arazide bulunan Chen Liu (27) isimli şahsın kafasında 27 adet çivi bulunduğu ortaya çıktı. Söz konusu çivilerin inşaat şantiyelerinde kullanılan türde çivi tabancaları ile birlikte kullanıldığını ifade eden dedektif Mark Newham, soruşturmanın bu yönde genişletilerek sürdürüleceğini bildirdi.
Öte yandan benzer tarzda bir çivi tabancasının 85 milimetre uzunluğa kadar çivileri çakabildiği belirtildi. netgazete

İşte CIA'nın en korkunç işkencesi
Bush döneminde terör zanlılarına uygulanan işkence yöntemlerinin üzerindeki perdenin kalkmasıyla tüyler ürperten ayrıntılar da ortaya çıkmaya başladı. İşte son skandal!
Mayıs 2009
CIA’nın terör zanlılarına uyguladığı işkence yöntemlerinden en korkunç olanı ‘waterboarding’in mimarı olan iki psikoloğa, ‘hizmetleri’ karşılığında günlük 1000 dolar para ödendiği ortaya çıktı.

ABC televizyonunun Bush ve Obama yönetimlerindeki yetkililere dayandırarak verdiği haberinde, CIA’nın zanlılarda boğulma hissi uyandıran ‘su işkencesi’ yönteminin, iki emekli ordu psikologu tarafından tasarlanıp uygulandığı, bu kişilere günlük 1000 dolar ödendiği belirtildi. Psikologlar Bruce Jessen ile Jim Mitchell’in Washington’da gözlerden uzak bir ofiste görev yaptığını belirten ABC, temas kurulmasına karşın bu kişilerin, CIA ile gizlilik anlaşması nedeniyle açıklama yapmaktan kaçındıklarını belirtti.

CIA İŞKENCEDE ORDUYU GEÇTİ

Bush döneminin işkence sicilinin ortaya çıkmasında büyük payı olan Amerikan Sivil haklar Birliği’nden Jameel Jaffer, ‘Bu psikologların CIA’ın işkence programının geliştirilmesinde önemli rolleri olduğu açık’ dedi. İki psikologun, daha önce ABD ordusunda çalıştıkları ve pilotlara, düşman eline geçmeleri halinde işkencelere nasıl dayanacakları konusunda eğitim verdikleri belirtildi. İkilinin, daha sonra CIA tarafından işe alındıkları ve uygulanan işkence taktiklerinin büyük ölçüde bu şahıslar tarafından geliştirildiği kaydedildi.

Obama da işkence dedi

Obama’nın açıkça ‘işkence’ olarak nitelendirdiği waterboarding tekniği, El Kaide zanlısı Ebu Zübeyde’ye 83, 11 Eylül saldırılarıyla bağlantılı olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed’e ise 183 defa uygulandı.
Star gazetesi

Alman gazetesi: 'Mardin'i tartışırsak AB üyesiz kalır'
Der Tagesspiegel, Türkiye’nin AB üyeliği için ehil olup olmadığının defalarca tartışılabileceğini ancak Bilge köyündeki katliamın bununla bir ilgisinin bulunmadığını vurgularken “Şimdi Avusturya'da çocuklara tecavüz edenler olduğu için bu ülke AB'den mi çıkarılsın? Acaba Avrupa'da meydana gelen çocuk tecavüzleri ve okullardaki kanlı baskınlar Avrupai katliamlar, kan davası gibi katliamlar da Avrupai olmayan katliamlar olarak mı değerlendiriliyor?” diye yazdı. 10.05.2009 BERLİN netgazete

Tuvalete giden kız öğrenciyi, koridorda bıçakladı
Almanya'da Köln polis sözcüsü Volfgang Beides, Bonn şehrine bağlı Sankt Augustin'de Albert Einstein okulunda 17 yaşındaki kız öğrencinin tuvalete gitmek üzere sınıftan çıktığı sırada, koridorda maskeli ve Ukrayna asıllı 16 yaşındaki öğrenciyle karşılaştığını, saldırganın önce kızla boğuştuğunu, sonra da bir bıçak darbesi indirerek kaçtığını bildirdi. Saldırganın çantasından gaz tabancası, molotof kokteyli ve içerisinde benzin kokusu olan şişeler bulunduğu tespit edildi. Çantada bir de mektup bulundu. Saldırganın evinde de, bazı benzin türü yanıcı maddeler bulundu. Araştırmalar devam ediyor. 11.05.2009 SANKT AUGUSTIN netgazete

Öz oğlunun gözünü çıkarıp yedi!

Korkunç olay ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Bakersfield semtinde meydana geldi. 34 yaşındaki Andel Vidal Mendoza, oğlunun bir gözünü yedi, diğerini de kör etti!

Korkunç olay ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Bakersfield semtinde meydana geldi. 34 yaşındaki Andel Vidal Mendoza, oğlunun bir gözünü yedi, diğerini de kör etti!

OĞLUNUN GÖZÜNÜ ÇIKARDI
Ayakları sakat olan ve tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren Andel Vidal Mendoza, 28 Nisan'da PCP adlı uyuşturucudan aldıktan sonra oğluna saldırdı. Oğlunun tek gözünü çıkardıktan sonra, diğerini de kör etti.

Ardından çocuğunu o vaziyette evinde bıraktıktan sonra tatil evlerine gitti. Orada da kendi bacağını testereyle kesmeye çalıştı.

BABAM GÖZÜMÜ YEDİ
Komşuların ihbarı üzerine Mendoza'nın evine gelen polis ekibi çocuğu evin tabanında çıplak halde buldu. Ancak polisler çocuğun çıkarılan gözünü bulamadı.

Öz babası tarafından saldırıya uğrayan çocuğun kaldırıldığı hastanede kalan tek gözünün de iyileştirilemeyeceğini açıkladı. 4 yaşındaki talihsiz Angelo ise polise "babam gözümü yedi" diye konuştu.

ANNE DE YARGILANACAK
Olay esnasında annenin evde olmadığı belirlendi. Ancak 23 yaşındaki anne de babayla birlikte yargılanacak. Çünkü her ikisi de daha önceden uyuşturucu kullanıp suç işlemekten sabıkalı...

Baba, çocuğa eziyet ve işkence suçlarından Mendoza Bakersfield hapishanesine konuldu ve 1 milyon dolar para cezasına çarptırıldı.
www.turuncutime.com

Kilisede tecavüz skandalı

DUBLIN - İrlanda'da Katolik Kilisesi'nin idaresindeki bir kurumda, yaklaşık 60 yıl boyunca yardıma muhtaç çocuklar tecavüze uğradı, dövüldü, küçük düşürüldü. Bu iddialar, dokuz yıllık araştırmalar sonucunda hazırlanan bir raporda yer alıyor. Bugün yayımlanan raporda, kilisenin idaresindeki okullar ve diğer kurumlarda 1930 ile 1990'lı yıllar arasından vakalar aktarılıyor.

Raporda, bugün artık birer yetişkin olan ve zamanında tacize uğrayan binlerce kişinin ifadelerine yer veriliyor. Okuldan kaytardıkları, adi suç işledikleri ya da gayrı meşru ilişkiler sonucunda doğdukları için bu kurumlara gönderilen binlerce çocuğun nasıl taciz edildiklerini anlatan raporu sunan Yargıç Sean Ryan, "Adaletin yerini bulması zaman aldı" diyor. Raporda, binlerce çocuğun "bir sonraki dayağın nereden geleceğini bilmeden her günlerini terör içinde yaşadıkları" ifadesine yer veriliyor.

Tacizin boyutları ayrıntılarıyla ortaya konsa da, çocukları istismar edenlerin cezalandırılması öngörülmüyor. Mağdurlar ise adaletin yerini bulması, suçluların cezalandırılmasını istiyor. İrlanda Katolik Kilisesi'nin lideri Kardinal Sean Brady, yaşanan olaylar nedeniyle çok üzgün olduğunu ve utanç duyduğunu açıkladı. Söz konusu yetimhaneler, atölyeler ve ıslahevleri 1990'lı yıllarda kapatılmışlardı. İrlanda'nın eski başbakanı Bertie Ahern'in 1999 yılında taciz mağdurlarından özür dilemesi üzerine, konuyla ilgili soruşturma başlatılmıştı.
akşam

14 Haziran 2009 Pazar
ONLAR DÜŞMANIMIZDI PİŞMAN DEĞİLİM!

Dünyanın kanını donduran Ebu Gureyb’teki işkence skandalının baş aktörü ABD’li kadın asker Lynndie England açıklamalarıyla ABD'nin askerlerine Haçlı Savaşı ruhunu aşıladığını doğruladı.

...Amerikalı askerlerin Ebu Garib cezaevinde yaptıkları işkenceler Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci, Seymour Hersh tarafından ortaya çıkarıldığında dünya büyük bir şok yaşadı. Zira fotoğraflardaki ayrıntıar insanı dehşete düşürüyordu.

Amerikalı askerler şimdiye kadar görülmemiş iğrençlikte işkenceleri Iraklılara yaparken bu rezilliklerini de kaydetmişlerdi.

Tortured adlı otobiyografi kitabı yayımlanan England, Ebu Garib’le ilgil tek bir pişmanlık ifadesi kullanmazken, yaptığı insanlık dışı muameleleri, ‘Neden pişman olacakmışım? Onlar düşmanlarımızdı’ sözüyle savundu.

Amerikalı asker, elinde, Ebu Garib’te çekilmilş 800 ‘hatıra fotoğrafının’ daha olduğunu itiraf etti. England’ın, çıplak Iraklı bir mahkumu, boynundaki tasmayla sürüklerken çekilen fotoğrafı Ebu Garib vahşetinin sembolü olmuştu.

ABD'li bu askerin açıklaması bile Haçlı ABD nin hangi amaç ve gayelerle İslam Topraklarnda olduğunu gösteriyor.Esir alınmış bir Iraklı'ya karşı fotoğraf ile kesin olarak kanıtlanmış işkenceyi "onlar düşmanımızdı"şeklinde savunan bu ABD li kadın askerin kendini bu şekilde alçakça savunması Irak ve diğer bölgelerde ki direnişçilerin haklılıklarını göstermeye yetiyor.

Geçtiğimiz günlerde de RUMSFELD'in verdiği bir birifingde "Hristiyan Askerler İleri" şeklindeki bir ifade ile üst rütbeli ABD'li Askerlere Pentagonda birifing verdiği medyaya yansımış ve bu skandalla birlikte Ebu Gureyb işkencehanesinin fotoğraflara yansıyan kadın Askerinin şerefsizce açıklamaları herşeyi apaçık anlatmaktadır. Rumsfeld ile bu işkenceci ABD askerinin eylem ve açıklmalarını yanyana koyduğumuzda ise karşımıza sistemli bir şekilde müslümanları yoketme ve sindirme operasyonlarının hedefinin İslam ve Müslümanlar olduğu ortaya çıkmaktadır.

http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/06/hedefte-ki-adam-konustu.html

CIA’den mahkumlara Nazi usulü işkence! Amerikalı doktorlar terör zanlıları üzerinde deney yapmış

04 Eylül 2009 Guantanamo, Ebu Garib, Bagram gibi Amerikan tutuklu kamplarındaki mahkumların denek olarak kullanıldığı iddiası ortalığı karıştırdı. İşkence olaylarında sağlık personelinin rolünü araştıran ve kar amacı taşımayan İnsan Hakları için Doktorlar örgütü, tutuklu bulunan terör zanlılarına rızaları dışında deney yapıldığını belirterek doktorları suçladı. Star gazetesinin haberine göre; örgüt, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) için çalışan sağlık görevlilerinin, “CIA’in gizli işkence programı” olarak adlandırdığı sürecin her aşamasında yer aldığını ve işkence yöntemlerinde tahmin edilenden daha fazla rolleri olduğunu öne sürdü. Sağlık personelinin terör suçlularına yönelik sorgularda kullandığı tekniklerin insanlar üzerinde deney yapmak anlamına geldiğini belirten örgüt, doktorların işkenceye yardım ettiğini ortaya koydu.

CIA: SORGU YÖNTEMLERİ AÇIKLANMASIN
CIA, terör zanlılarının tutuklanması ve sorgulanmasına ilişkin programının ayrıntılarını ortaya koyan yeni belgelerin açıklanmasına, bir kez daha, ‘ulusal güvenliğe ciddi zarar verebileceği’ gerekçesiyle karşı çıktı.
netgazete

Seviglisine kızan psikopatın intikamıDiğer DÜNYA haberlerini okumak için tıklayınız...
ABD'nin Kaliforniya eyaletinde sevgilisinin 2 yaşındaki oğlunu işkence ederek öldüren Jose Maurice Castaneda, afsız ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
11 09 2009 haber7

24 Kasım 2009
Avrupa'nın Göbeğinde Irkçılık
Her defasında medeniyet havariliği yapan Avrupa'da Çek Cumhuriyetin'de Roman kadınları yasa dışı olarak kısırlaşatırılmış,

Çek Cumhuriyeti hükümeti, ülkedeki Roman kadınların yasa dışı olarak kısırlaştırılmasından üzüntü duyduğunu açıklarken, insan hakları örgütü ise tazminat ödenmesi gerektiğini savundu.

Çek Cumhuriyeti İnsan Hakları Bakanı Michael Kocab, ilerde de bu tip şeylerin tekrarlanmamasına yönelik tedbirlerin alınması gerektiğini, sağlık kuruluşlarının kısırlaştırma işleminden önce kadına bu konuda bilgi vermesi gerektiğini söyledi. Zorunlu kısırlaştırma işleminin Roman nüfusu arasındaki yüksek doğum oranını düşürmek amacıyla yapıldığı iddia ediliyor. Bu işlemin Çekoslovakya’da 1990’da komünist rejimin çöküşünden sonra resmi olarak sona erdiği kaydedilirken, insan hakları grupları bu konuda 2003 yılı gibi yakın döneme ait kayıtlara rastlandığına dikkat çekiyor.

Çek İnsan Hakları Derneği de hükümetin üzüntülerini ifade etmesinin yeterli olmadığını açıklayarak, böyle bir işleme tabi tutulan kadınlara tazminat ödenmesini istedi. Hükümetin insan hakları komisyonunda görevli Jan Litomisky ise kişilerin hatalarını üstlenmek istemediği için hükümetin bu kadınlardan özür dilemediğini, sorumluluğun kısırlaştırma işlemini yapan doktorlarda olduğunu söyledi. Çek Cumhuriyeti, kısırlaştırılan kadınlarla ilgili bir istatistik tutmadı, ancak yalnızca ülkenin doğusunda yer alan Ostrava’da yaklaşık 80 Roman kadının rızası dışında kısırlaştırıldığı ifade ediliyor. Konuyla ilgili şikayetler üzerine resmi soruşturma başlatılmış, 2005’te yayımlanan bir raporda, bu sorunun varlığı kabul edilmiş ve 1973 ile 1991 yılları arasında böyle bir işleme tabi tutulan kadınlara tazminat ödenmesi tavsiyesi yer almıştı. Roman topluluk arasındaki doğum oranını kontrol etmek üzere bunun bir asimilasyon politikası olduğu öne sürülürken, kısırlaştırılan çoğu Roman kadına para teklif edildiği, ameliyatın sonucunun ne olduğunu bilmeden işleme rıza gösterdiklerine ilişkin kağıtlar imzalatıldığı, çoğunun kısırlaştırma sözcüğünün anlamını bile bilmediği belirtiliyor.

İnsan hakları grupları, o dönem kısırlaştırmanın doğum kontrol amacıyla kullanıldığını, Ostrava hastanesi doktorları ise bu işlemlerin tıbbi nedenlerle yapıldığını savunuyor.
aktifhaber

06 Ocak 2010
Norveç'te Türk Ailesine Vahşet!
Norveç'in başkenti Oslo'da kalp krizi geçiren annelerine ambulans isteyen Türk çift ambulans beklerken, başlarına gelmeyen kalmadı...

Türk aile sadece ambulans istiyordu. Canan Uçarlı'nın annesi fenalaşmıştı. Eşi Ferdai Uçarlı ile ambülans istemişti ancak onların bu isteklerine Norveç polisi böyle cevap verdi.

Anne Döndü Tulum, pazar günü kalp krizi geçirdi. Damadı ambülansı arayarak yardım istedi. Ancak ambülans bir türlü gelmiyordu. Kızı Canan Uçarlı ve damadı Ferdai Uçarlı defalarca ambülansı aramalarını sürdürdü. Tek amaçları aniden fenalşan annelerini hemen tedavi edecek bir yer bulmaktı. Ancak evlerine ambülans yerine 7 kişilik bir polis ekibi geldi.

Polise ambülansı soran Damat Fedai Uçarlı ile polis arasında tartışma çıktı. Polis, Fedai Uçarlı'yı soğuk kış gününde yere yatırdı.Canan uçarlı da polisin sert muamelesiyle karşılaştı.Hasta annelerine ambülans bekleyen Türk çift polisten gördükleri muameleye inanamadı.

Polisin uyguladığı şiddet bir yana Uçarlı çiftinin annesi ambulansın geç gelmesi sonucu hayatını kaybetti.Türkiye'nin Oslo Büyükelçiliği, olayla ilgili harekete geçti ve soruşturma başlatılması için konuyu Norveç makamlarına iletti.
aktifhaber

Guantanamo'nun En Genç Esirine Ne Oldu?
19 Ağustos 2010,

15 yaşında ABD'nin Gulag'ı olan Guantanamo zindanlarına düşen Ömer Kadir, bugün 23 yaşında. Kadir, 2. Dünya savaşından bu yana askeri mahkemede yargılanan ilk çocuk esir.

Lale Gençalp'in haberi:

Adı Ömer Kadir (Omar Ahmed Khadr)... 19 Eylül 1986'da Mısır asıllı Kanadalı Khadr ailesinin 5. çocuğu olarak Toronto'da doğdu.

2002 yılında gözaltına alındığı Afganistan'dan Guantanamo'ya getirildiğinde 15 yaşındaydı. Guantanamo'da kalan tek batı ülkesi vatandaşı olan Khadr şu an 23 yaşında.

4 saatlik bir çatışmada bir ABD askerini öldürmek, patlayıcı tuzaklar kurmak, El Kaide kampında terör eğitimi görmek ve El Kaide lideri Usame bin Ladin'e bağlı bomba üreten bir şebekede yer almakla suçlanıyor...

Savcılık El Kaide üyesi olarak tanımladığı Khadr'ın Çavuş Christopher Speer'i bir el bombası atarak öldürdüğünü öne sürüyor.

Ömer Khadr'e işkence yapılırken...

2002 yılında yaşanan olayda, Khadr'ın çıkan çatışmada iki kez sırtından vurulmuş ve sol gözünü kaybetmişti. Ancak bazı yetkililer Khadr'ın gördüğü işkenceler sonucu gözünü yitirdiğini söylüyor.

'İfadesi baskı altında alındı'

15 yaşında tutuklanan zanlının ömür boyu hapis cezası alabileceğini belirten avukatları,"davanın temelini teşkil eden itirafların işkence ve tecavüz tehdidiyle alındığını" savunuyor.

Amerikalı askerî savunma avukatı Jon Jackson, Kadr'ın mahkeme tarafından 'itiraf' olarak nitelendirilen ifadelerinin Afganistan'da, toplu tecavüz ve ölüm tehdidi altında, insani olmayan uygulamalarla alındığını belirterek, "işkence ve tecavüz tehdidi altında alınan ifadenin dava için temel alınmaması gerektiğini, uğrunda mücadele edilen temel değerlerin arkasında durulduğunun gösterilmesi gerektiğini" dile getirmişti.

15 yaşında Guantanamo zindanına girdi. Bugün ise 23 yaşında…

Dava sürecinin başlamasına bir gün kala askerî hakim Patrick Parrish ise, Afganistan'da yaptığı itirafın kendisine karşı delil olarak kullanılabileceğini açıklamıştı.

Duruşma öncesinde Bagram üssündeki tutuklu kampında görevli askerlerin de dinlendiği ön sorgulamalarda hazır bulunan gazeteci Spencer Ackermann, Kadir'in kafasına bir kapşon geçirildiğini, ayrıca askeri jargonda 'sık uçan yolcu programı'na dahil olduğunun resmi belgelerde sabit olduğunu belirtmişti.

'Sık uçan yolcu programı', sorgulama öncesinde tutukluyu uykusuz ve hâlsiz bırakmak için hücresinin üç saatte bir değiştirilmesi anlamına geliyor.

30 yıl hapis teklifini reddetti

Khadr suçlamaları kabul etmesi karşılığında 25'i Kanada'da olmak üzere 30 yıl hapis cezası çekmesini öngören bir teklifi reddetti.

Khadr suçlu bulunursa müebbet hapis cezası ile karşı karşıya...

Guantanamo'daki 176 zanlının en genci olan Khadr'ın davasının, Ocak 2010'da Guantanamo'nun kapatılacağını söyleyen Barack Obama yönetimi dönemindeki ilk tartışmalı mahkeme olacağı öngörülmüştü.

Ve Khadr geçtiğimiz günlerde yargı önüne çıktı. Ancak Omar Khadr'ın dava süreci kısa sürdü... 2. Dünya savaşından bu yana askeri mahkemede yargılanan ilk çocuk mahkum olan Khadr'ın savunmasını üstlenen Yarbay Jon Jackson, ilk duruşmada yaptığı açılış konuşması sırasında fenalaştı. Kısa süre önce bir ameliyat geçiren Jackson'un tedavi için ABD'ye döndüğü, duruşmaların süresiz olarak ertelendiği bildirildi.

İnsan hakları örgütleri ve birçok farklı kesimin eleştiri ve protestolarına neden olan Amerika'nın Guantanamo Körfezi Askeri Üssü, 2002 yılından itibaren askeri hapishane olarak kullanılıyor.

2001'de başlayan Afganistan saldırısının ardından, Guantanamo, Gitmo veya Kamp X-Ray olarak da anılan hapishaneye, başta Afganistan olmak üzere çeşitli ülkelerde ele geçirilen, El-Kaide ve Taliban ile ilgisi olduğundan şüphelenilen kişiler getirildi. O zamana kadar sadece Haitili mültecilerin barındığı 'X-Ray' adlı kampa yerleştirildiler.

Sayıları giderek 700'ü geçti. ABD ordusu çareyi, esirleri ülkelerine göndermek yerine yeni kamplar inşa etmekte buldu. Bugün bu esirlerin yüzde 5'i salıverilmiş durumda. 33 farklı ülkeden gelen, geri kalan 240 kadar mahkum ise üç kampta tutulmaya devam ediliyor: Kamp Delta, Kamp 5 ve Kamp 6.

Esirlerin içinde bulundukları şartlara daha iyi uyum sağlamaları için bir "simülasyon programı" uygulandığı söyleniyor. Eğitim programlarına katılan, resim yapan, film izleyen, kitap okuyan, dil kurslarında bulunan, kavga etmeyen esirler Kamp Delta'da tutuluyor. 7 saat süreyle açık havada, kendi koğuşlarındaki mahkumlarla güneş görme hakları var.

Reddedenler ise ayaklarında prangalarla Kamp 5 ve Kamp 6'ya gönderiliyorlar.

Obama yönetimi tarafından Ocak 2010'da kapatılacağı belirtilen Guantanamo Kampı insan hakları örgütleri tarafından yoğun olarak protesto ediliyor. Bu örgütler esirlerin işkence gördüğü veya kötü şart ve uygulamalara maruz kaldığını belirtip, buradaki tutuklularının yasal durumlarının belirsizliğine işaret ediyorlar. Zira Guantanamo'da tutulanlar, ne savaş suçlusu ne de adi suçlu olarak tanımlanıyor. ABD yasal sistemine başvuramadıkları gibi ABD yasal sisteminden herhangi bir gözden geçirme de talep edemiyorlar.

Guantanamo kampındaki yasadışı uygulamalara dair Avrupa Parlamentosu da bir rapor hazırlamıştır. Daha güncel olarak, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve BM çıkardıkları raporlarda durumu bir "insan hakları skandalı" olarak tanımlamışlardır.

(SABAH)

İsveç'te keskin nişancı, 2 kadını daha yaraladı
16:30 - İsveç'in Malmö kentinde bir apartmanın giriş katında oturan 26 ile 34 yaşlarındaki iki kadın, dün akşam dairelerinin camlarına açılan ateş sonucunda yaralandı. Kadınlardan birinin eline isabet eden kurşunla yaralandığı belirtilirken, bir kurşunun da diğer kadının sırtını sıyırdığı açıklandı. 22.10.2010 STOCKHOLM
netgazete

'Pfizer Nijerya üzerinde baskı kurmaya çalıştı'

10 ARALIK 2010
Guardian'a göre, Wikileaks'in sızdırdığı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na ait gizli bir yazışma, dünyanın en büyük ilaç şirketi Pfizer'in, hakkındaki davayı geri çekmesi için Nijerya Başsavcısı üzerinde baskı kurmaya çalıştığına işaret ediyor.

Gazeteye göre, 1996'da Nijerya'nın kuzeyindeki Kano eyaletinde 10 binden fazla çocuğun öldüğü menenjit salgını sırasında Pfizer uzmanları bir kasaba hastanesinde 200 çocuk üzerinde ilaç denedi.
Çocukların yarısına o dönem Amerika'da kullanılan en iyi menenjit ilacı olarak kabul edilen "Ceftriaxone", yarısına da "Trovan" adlı yeni bir ilaç verildi.
Trovan verilen çocuklardan beşi, Ceftriaxone verilen çocuklardan da altısı öldü. Gazeteye göre salgında ölüm oranının yüzde 20'ye kadar çıktığı dikkate alınınca bu, şirket için iyi bir sonuçtu.
Tartışmalı ilaç
Ancak, sonradan, Pfizer'in ailelerden kurallara uygun olarak izin almadığı ve denemeyle ilgili belgelere ilişkin soru işaretleri olduğu iddiaları ortaya atıldı. Hem Kano eyaleti hem de federal hükümet şirkete dava açtı.
Çocukların ilaçtan değil, menenjitten öldüğünde ısrar eden Pfizer, geçen Nisan'da Kano eyaletiyle dostane çözüme vardı. 75 milyon dolar karşılığında dava geri çekildi.
Ancak Guardian'a göre, federal davada para ödemek istemeyen şirket, davayı geri çekmesini sağlamak için, Başsavcı aleyhinde bilgi toplayacak kişiler tuttu. Bu kişilerin sağladığı, Başsavcı'nın yolsuzluk yaptığına dair bilgiler yerel basına sızdırıldı.
Ekim 2009'da altı milyar dolarlık dava geri çekildi. Gazete, başsavcının baskıya boyun eğdiğine dair bir işaret olmadığını ancak Nijerya ile Pfizer arasında gizlilik anlaşması imzalandığı için davanın geri çekilme nedeninin bilinmediğini aktarıyor. BBC

Ekrem Şahin'in Cenazesi Türkiye'de

İki yıllık cezasını çekerken gardiyanların dövmesi sonucu yaşamını yitiren 23 yaşındaki Türk genci Ekrem Şahin'in cenazesi Türkiye'ye getirildi.22 Ocak 2011 aktifhaber

ABD Askerleri Keyif İçin Sivil Öldürüyor
Haber 365
25.03.2011



Afganistan’da masum sivilleri öldüren Amerikalı askerlerin peşine düşen saygın Alman haber dergisi Der Spiegel, 5 aylık bir araştırmanın sonucunda şok edici gerçekleri gözler önüne serdi.

Derginin pazar günkü sayısında “ölüm timi” adı verilen askerlerin “spor olsun diye” masum sivilleri öldürdükleri ve onların cesetleriyle de fotoğraf çektirdikleri ortaya çıktı. Spiegel, ABD’nin yayıyını engellemeye çalıştığı fotoğraflardan üçünü yayınlandı. Fotoğraflardaki askerlerin Kandahar’da görev yapan US Stryker tank biriminden oldukları belirtildi.

ABD: Değerlerimize aykırı

Dergi ellerinde “ölüm timi” tarafından çekilmiş dört bin fotoğraf ve videolar bulunduğunu açıkladı. Ancak bunları nasıl elde ettiği konusunda bir açıklama yapmadı.

Katliamları gösteren fotoğrafların kamuoyunda öfke yaratacağı için engellemek isteyen Pentagon, dün resmi bir açıklamayla özür diledi. Açıklamada,

“Fotoğraflar, ABD ordusunun standart ve değerlerine zıt olan eylemleri göstermektedir. Fotoğrafların neden olduğu üzüntüden dolayı özür diliyoruz”

denildi.

Ebu Garib’den daha beter

Fotoğraflardaki askerlerin onbaşı Jeremy Morlock, Andrew Holmes olduğu belirtildi.

“Ölüm timi”ne ait askerlerin, geçmişte, sivilleri kasten öldürdüğüne dair bilgiler ortaya çıkarılmıştı. Birliğe ait 12 asker üç sivili öldürmekten yargılanıyor.

Fotoğrafların, Irak ’taki Ebu Garip hapishanesinde ABD’li askerlerin yaptığı işkencelerden bile daha fazla ses getireceği belirtildi.
Açık İstihbarat

Fildişi Sahili'nde iç savaş

Batı Afrika'nın önemli ülkelerinden Fildişi Sahili'nde Kasım 2010 seçimleri sonrası başlayan iç savaş yüzlerce sivilin ölümüne yol açtı. 1 milyon kişi de çatışmalar nedeniyle komşu ülkelere sığındı.

02 Nisan 2011
Anadolu Haber


Fildişi Sahili'nde Kasım 2010'da yapılan seçimlerin ardından iktidarı bırakmak istemeyen Laurent Ghabgo'ya bağlı güçler ile seçilen Alassana Quattara'ya bağlı güçler arasında iç savaş başladı.

Fildişi Sahili'nin kısa tarihi
19. yy ortalarından itibaren Fransız Kolonisi olan ve 1960'da bağımsızlığına kavuşan Fildişi Sahili, diğer Afrika ülkeleri gibi koloni zamanında ülkeye yerleşmiş ve yüksek pozisyonlara sahip Fransız bir yönetici kesimine sahip. Ülke ekonomisinde Lübnanlıların da önemli bir yeri var.

Fildişi Sahili, Fransızca konuşan Batı Afrika ülkeleri arasında sahip olduğu güçlü ekonomiyle Batı Afrika’nın finans ve ticaret merkezi konumunda. 18 milyon nüfuslu ülkenin başlıca ticaret ve sanayi merkezi olan Abican 3 milyon kişinin yaşadığı bir kent. Fildişi Sahili dünyanın en büyük kakao üreticisi ve dünya üretiminin yüzde 40'ı buradan sağlanıyor. Ülke Afrika’nın da en büyük kahve üreticisi.

Bağımsızlığa rağmen, ülkenin zenginliği, ticari önemi, koloni geçmişi ve demografik yapısı siyaseti hep olumsuz etkiledi. 1990'da çok partili sisteme geçen Fildişi Sahili'nde 1995 yılında Henri Konan Bédié devlet başkanı olara seçildi ve hemen yüzlerce muhalifi hapise attırdı. Ordudan da muhalifleri atmaya kalkınca ordu 1999'da darbe yaptı ve Robert Guéï adlı general başa geldi. Yeni yönetimde de suç ve yozlaşma hakim olunca, bu durum ekonomik faaliyetlerde ciddi bir düşüşü de beraberinde getirdi.

2000'deki seçimde bu kez Ghabgo seçildi ancak bu seçimlerde de 180 sivilin öldüğü ayaklanmalar oldu. 2002 yılında, ekonomik gerekçelerle Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Kuzey bölgesi mevcut yönetime karşı bir isyan hareketi başlattı. İsyanın, Robert Guéï'nin darbe girişimi olduğu düşünüldü. Müslüman kuzey ile Hıristiyan güney arasındaki bir içsavaş başladı ve güneydeki resmi yönetimle dayanışma anlaşması bulunan Fransa, isyancıların güneye inmesini engelledi. Bu olaylar ülkeyi coğrafi olarak da ikiye böldü. Bugün ülkenin kuzeyi müslüman, fakir ve altyapısız iken güney Hristiyan, zengin ve gelişmiş kentlere sahip.

2004 yılında ise Fildişi Sahili Devlet Başkanı Laurent Ghabgo'nun Fransa’nın kendisine karşı bir darbe girişimi başlattığını öne sürerek halkı Fransızlara karşı kışkırtmasıyla olaylar tekrar başladı. Fransız askerleri Fransızlara karşı halk gösterilerinin başlamasıyla halka ateş açarken halk da daha büyük bir öfkeyle Fransızlara saldırmaya başladı. Bunun üzerine Fransa, Fildişi Sahili'ne karşı askeri harekata başladı ve Fildişi Sahili Hava Kuvvetleri'nin uçaklarını vurdu. BM'nin devreye girmesiyle ülkede bir barış gücü görevlendirdi.

Kasım 2010 seçimleri
Ghabgo'nun başbakanlık süresi Ekim 2005'de dolmasına rağmen seçimler Kasım 2010'a kadar ertelendi. Kasım 2010'da BM gözetimindeki seçimlerde ise Ghabgo'nun beklentisinin aksine uzun süredir rakibi olan Alassana Quattara seçildi. 2000 yılından beri iktidarda olan Ghabgo iktidarı devretmek istemeyince bu kez ülkede iç savaş başladı. İç savaşta şu anada kadar 500'den fazla sivil öldü. 1 milyondan fazla kişi de çatışmalardan kaçarak komşu ülkelere sığındı.

BM, Ghabgo'yu sivillere karşı gaddarlıkla itham ederken Avrupa ülkeleri Fildişi Sahili'ne ekonomik yaptırımda bulunarak ticari anlaşmaları tek yönlü feshettiler. Ghabgo ise buna yanıt olarak ABD ve Fransa'ya kakao satışını durdurdu. Fransa ABD ile birlikte BM'nin Quattara'yı devlet başkanı olarak tanımasını sağladı. Çarşamba gününden itibaren Quattara önderliğindeki muhaliflerin ABD, Fransa ve Afrika Birliği’nin desteğiyle Gbagbo’nın etkili olduğu birçok şehri ele geçirdiği belirtiliyor.

(soL)

02 Ağu 2011
“NATO Libya’da 30.000 sivili Öldürdü”
Milli Birlik Ruhu
02.08.2011



Temsilciler Meclisi üyesi, Michele Bachmann, Obama’nın Muammer kaddafi’ye karşı başlatılan askeri saldırıya katılma kararı hakkındaki görüşlerini açıkladı.

Fox News’den Chris Wallace ile konuşan Bachmann, NATO’nun hava saldırılarında Libya’da 30.000 sivili öldürdüğünü anlattı.

“Halkın Başkan Obama’nın bu aptalca kararına öfkelenmesi gerekirdi.” Diyen Bachmann, Obama’nın Libya’ya insani amaçlar için gitmek istediğini söylediğini de hatırlattı. Bachmann, “10.000 ile 30.000 arasındaki sivilin NATO saldırılarında öldürüldüğünü öğrenidik” dedi.

Bunun üzerine Fox news muhabiri Wallance, “NATO saldırılarında 10.000 ile 30.000 arasında insan mı öldürüldü ?” diye sordu.

Temsilciler Meclisi üyesi, Michele Bachmann, evvelki gece kendisine Tripoli Büyükelçisinden bir haberin geldiğini söyleyen Bachmann, Elçinin Libya’da NATO saldırılarında 10.000 ile 30.000 arasında insanın ölmüş olabileceğinden bahsettiğini anlattı.

Muhabir “ölenlerin Libyalı olduğunu mu söylüyorsunuz?” diye sorduğunda, ABD Temsilciler Meclisi üyesi, Michele Bachmann bu soruya da “evet” diyerek cevap verdi.
Kaynak: Fox News

Macaristan'da palayla aile katliamı: 4 ölü
6 NİSAN 2012 -

Macaristan'da 23 yaşındaki bir gencin, ailesinden dört kişiyi palayla öldürdüğü bildiriliyor.
İlkyardım ekiplerine göre olay başkent Budapeşte'ye 60 km mesafedeki Kulç köyünde meydana geldi.

Adı Yutaş Çanad Horvat olarak verilen zanlının babası, dedesi, babaannesi ve ağabeyini öldürdüğü sanılıyor.
Annesi, kızkardeşi ve bir akrabasını da yaralayan saldırgan, kaçmaya çalışırken polis tarafından yakalandı.

BBCT

Kanada'da yeni ceset parçaları bulundu
6 HAZİRAN 2012



Kanada'nın Vancouver kentinde iki okulda ceset parçaları bulundu.
Bulunan vücut parçalarının sevgilisini öldürüp parçalara ayırmakla suçlanan porno yıldızının davası ile ilgili olabileceğine inanılıyor.

Kanada polisi, okullarda içinde insan eli ve ayağı bulunan paketler ele geçirdiklerini açıkladı.
Ancak polis bulunan vücut parçalarının şüpheli Luka Rocco Magnotta'nın davası ile ilgili olup olmadığı hakkında yorum yapmadı.
29 yaşındaki porno film oyuncusu Pazartesi günü bir internet kafede tutuklanıp, Salı günü Berlin'de mahkemeye çıkmıştı.
Kanadalı yetkililer Magnotta'nın ülkesine iadesi için işlemleri başlattı.
Magnotta iade kararı çıkması durumunda itirazda bulunmayacağını söyledi.
Magnotta 33 yaşındaki Çinli öğrenci Jun Lin'i öldürmek ve daha sonra cesedini parçalara ayırıp bu parçaları Kanada'nın çeşitli siyasi partilerinin merkezlerine göndermekle suçlanıyor.
BBCT


En son Ekim tarafından Çrş Oca 06, 2010 9:33 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Hzr 26, 2009 9:45 pm    Mesaj konusu: ABD'den kalıcı yıkım: Irak Amerikanlaştı Alıntıyla Cevap Gönder

BAŞÖRTÜNÜ ÇIKAR YOKSA...

23 Temmuz 2009 13:25
Almanya’da geçen ay mahkeme salonunda başörtüsü nedeniyle öldürülen Merve’nin erkek kardeşi olayın iç yüzünü ortaya koydu. İşte yaşananların perde arkası...
Başörtüsü taktığı için faşist bir Alman tarafından öldürülen Merve eş-Şerbi’nin erkek kardeşi katilin kız kardeşinden kendisinden uzak durması karşılığında başörtüsünü çıkarmasını talep ettiğini kız kardeşinin ise bunu kabul etmediğini ortaya koydu.

Bu açıklama, Second Life Sanal Adası’nda İslam Online.net sitesinin düzenlediği ve geçtiğimiz Salı günü sona eren "Başörtü Şehidi Merve eş-Şerbini ile Dayanışma Haftası"nda geldi.

Mühendis Tarık eş-Şerbini Second Life ziyaretçilerine olayın detaylarını anlattı. Merve’nin kardeşi eş-Şerbini olayı şu sözlerle özetleti: "Hikaye 2008 yılının Ağustos ayında başladı. 28 yaşındaki katil kız kardeşimin evinin yanındaki apartmanda oturuyordu. Bir gün kardeşimin oğlu Mustafa’yı yan taraftaki parkta oynar buldu ve onu azarlayarak kaldırıp yerine kız kardeşinin oğlunu oturttu. Merve kendisiyle konuşunca da ona sen Müslüman ve teröristsin, Almanya’da sana yer yok, aslında Müslümanların burada yaşamamaları gerekir, çıkar başındakini dedi."

Sonra devam etti; "Merve polise sadece olayı bildirmeye gitmişti ancak olay, bir mahkeme celsesine ve suçlunun para cezasına çarptırılmasına dönüştü. Katil tazminattan muaf olmak için hükme itiraz etti ve mahkeme celsesinin olduğu gün olay oldu."

Kurbanın kardeşi katilin Merve’den olay öncesi kendisini rahat bırakma karşılığında başörtüsünü çıkarmasını istediğini ancak kardeşinin başörtüsünü çıkarmayarak dava açtığını belirtti.

Eş-Şerbini başından beri olayı hafife alıp kötü niyetli bir yaklaşım sergileyen Almanya makamlarının konumunu da kınayarak şöyle sordu; “Alman makamları neden bize cani mahkeme salonuna bıçakla girmeden önce alınmayan güvenlik önlemleri hakkında bilgi vermeyi reddediyor? Neden polis olaydan sonra Merve’nin kocasını öldürmeye kalktı?”

Kurbanın kardeşi Mısır ve Arap basınından kendisine ve ailesine olayın gerçek yüzünü Avrupa; özellikle de Alman basınının olayı gizlediğinin ortaya çıkması için Avrupa’ya göstermede yardımcı olmasını istedi.

Eş- Şerbini ayrıca tüm Avrupalıları ülkelerindeki Müslümanların varlığını gözetmeye, aralarındaki Müslüman varlığı anlamaya çalışmaya çağırarak İslam’ın terör olmadığını, başörtünün de tüm dinler arasında ortak bir şey olduğunu, bu nedenle saldırmanın doğru olmayacağını ifade etti.

Merve Eş-şirbini ile dayanışma haftası faaliyetlerinin sonunda İslamonline.net adası, şehit “Merve” için Müslümanların ve Gayri-Müslim’lerin katıldığı sanal bir cenaze töreni düzenledi. Ardından başörtü şehidi için sanal Mekke’de çeşitli uyruklardan ziyaretçilerin katılımıyla gıyabi cenaze namazı kılındı. Ayrıca İslamonline.net binasında Merve ve Avrupa’daki diğer İslamofobia kurbanlarını anma töreni düzenlendi.

Geçen Haziran ayında radikal Alman mahkeme celsesi esnasında Merve’yi vücudunun farklı 18 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Eşi Merve’yi korumak için müdahale ettiğinde cani onu da bıçakladı. Polis salona girdiğinde o da Merve’nin eşini Arap çehresinden ötürü hemen terörist; ateş eden taraf zannederek katil yerine ona ateş etti.
haber10

60 çocuk yuvası açan gurbetçi Arzu'yu öldürdüler

14:50 - Hollanda'nın başkenti Amsterdam kentinde 60'a yakın kreşin sahibi olan Türk iş kadını Arzu Erbaş Çakmakçı (33), Geuzenveld semtindeki "Moedersschoot" adlı çocuk yuvasına gelerek arabasını sokağa park ettiği sırada bıçaklı saldırıya uğradı. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Erbaş, kısa süre içinde yaşamını yitirdi. Polis, olayın meydana geliş nedenini bilmediklerini, kaçan saldırganın yakalanabilmesi için geniş çaplı araştırma ve soruşturma başlatıldığını açıkladı. Arzu Çakmakçı Erbaş, Amsterdam'da kendisine ait ilk çocuk yuvasını 2002, ikincisini 2006 yılında açmıştı. Hollanda'da, iş dünyasında elde ettiği başarılarla birçok ekonomi dergisine konu olan Çakmakçı, geçen yıl Hollanda Kraliyet Ailesi'nin onur konuğu olarak dünya basınında konu olmuştu. 11.08.2009 AMSTERDAM netgazete

Avusturya'da öldürülen Türk, Burdur'da gömüldü
17:45 - Avusturya'nın başkenti Viyana'da, Avusturyalı komşusu tarafından bıçaklanarak öldürülen emekli işçinin cenazesi, memleketi olan Burdur'un Gölhisar ilçesine bağlı Yusufça beldesinde toprağa verildi. 11.12.2009 GÖLHİSAR netgazete

İngilizler 15 Bin Askerimizi Kör Etti!
05 Temmuz 2009 13:48

MHP'li Oktay Vural'ın soru önergesiyle ortaya çıkan, İngilizlerin 15 bin Osmanlı askerine uyguladıkları inanılmaz işkenceler...
İlişkili HaberlerTüm Haberler
İngilizlerin Bilmediğimiz PlanlarıORG. BAŞBUĞ: CEZASINI VERİRİMErdoğan'ı En Yakın'ı Böyle VurduBaşbuğ Ekibini Tasfiye Eder Mi?Asıl Hedef Genelkurmay Başkanı

Tarihçi Cezmi Yurtsever, Mısır'da 1. Dünya Savaşı'nda esir düşen Türk askerlerinden 15 bininin esir kamplarında krizol katkılı banyolarda gözlerinin kör edilmesi olayının unutturulmak istendiğini savundu.

Yurtsever, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün MHP'li Oktay Vural'ın bu konudaki soru önergesine verdiği "Genelkurmay rapor ve arşivlerinde yapılan araştırmalarda İngilizlerce kasti olarak bir kör etme olayının gerçekleştirilmediği" yönündeki cevabının inandırıcılıktan uzak olduğunu kaydetti.

Yurtsever, daha önce gündeme getirdiği ve "Gözlerim Eyvah" isimli kitaba konu olan tarihi olayın aydınlatılması için Osmanlı arşivlerinde yaptığı çalışmaları yeniden gündeme getirdi. Yurtsever, Mısır'daki esir kamplarında krizol banyosuna sokularak gözleri kör edilen 15 bin Türk askeri ile ilgili olarak konunun 27 Mayıs 1921 tarihli TBMM oturumuna Edirne Milletvekilleri Faik ve Mehmet Şeref Beylerin getirdiğini hatırlattı. Osmanlıca tutanak belgelerin asıllarının Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'nde bulunduğunu kaydeden Yurtsever, bu konudaki araştırma belgelerini 2008 yılı Eylül ayı içinde Tarih Kurumu kütüphanesinden aldığını hatırlattı. Yurtsever, "Konuyu gündeme getiren milletvekilleri kör edilen esir Türk askerleri ile ilgili yazışma belgelerinin Hariciye Nezareti arşivinde bulunduğunu da açıkladılar. Ve görüşleri tutanak belgelerine şu sözlerle yansıdı: Mısır'da bililtizam (gerek görülerek) İngilizin tadhiratı fenniye (fenni temizlik) bahanesiyle miktarı muayyeninden fazla (yeteri kadarından fazla) krizol banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri on beş bin evladın üzerinde irtikab edilen (uygulanan) bu cinayetin müteammit failleri (cinayetleri gerçekleştiren) olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin tecrim edilmesini de ilave eyleriz. 27 Mayıs 1337 (1921). Edirne Mebusu -Mehmed Şeref, Edirne Mebusu-Faik..."

Yurtsever, konuyla ilgili belgelerin Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti dosyaları içinde olduğunu hatırlatarak, olayı aydınlatacak belgeleri Genelkurmay Arşivi ve ATASE bölümünde aramanın gerekmediğini kaydetti. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün yaptığı açıklamaların inandırıcı olmadığını kaydeden Yurtsever daha sonra şunları aktardı: "Konu ile ilgili fotoğraflar da Avustralya Devlet Arşivi savaş fotoğrafları katalogunda bulunuyor. Olayın muhatabı bulunan İngiltere ve ABD arşivlerinde de olayı aydınlatacak belgelere ulaştım. 15 bin Türk askerinin krizol katkılı banyolarda gözlerinin kör edilmesi olayı doğrudur. Elde ettiğim bütün belge ve fotoğrafları internet sitemde yayınlıyorum."

Türk ve yabancı tarihçilerin ortak bir komisyon kurup ortaya çıkan gerçekleri dünya kamuoyuna açıklamaları gerektiğine dikkat çeken Yurtsever, bu yönde adım atacak kuruluşun ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan olduğunu kaydetti. Yurtsever, şöyle devam etti: "Elde ettiğim belge ve bilgileri "Gözlerim Eyvah" adı altında kitap olarak yayınlayıp kamuoyunun bilgisine sundum. Ancak uygun görülmesi halinde olayı araştıracak komisyonda bağımsız bir tarihçi olarak görev almak isterim. Çünkü Türk askerlerine yapılan uygulama dünya tarihinde eşi olmayan bir savaş suçudur. Ve sorumluların mutlaka özür dilemesi gerekir."

MİLETVEKİLİ VURAL KONUYU TBMM TAŞIMIŞTI

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, bir süre önce verdiği soru önergesiyle, 1. Dünya Savaşı'nda İngilizlere esir düşen ve Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarındaki Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedilen 15 bin Türk askerinin, dezenfekte bahanesiyle sokuldukları yüksek miktarda krizol içeren havuzda kör edildiklerini iddiasını meclis gündemine taşımıştı. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Vural'a verdiği yanıtta, İngilizlere esir düşen Türk askerlerinin kasten kör edildikleri iddialarına ilişkin, ATASE (Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) kütüphanesindeki iki kitabın ve ATASE arşivindeki belgelerin incelendiğini bildirdi. Bu belgelerden birinde İzmir'e gelen askerler arasında 303 askerin kör olarak döndüklerinin belirtildiğini anlatan Gönül, "Rapor, arşiv ve söz konusu eserlerde yapılan araştırmalar sonucunda, İngilizlerce kasti olarak bir kör etme olayının gerçekleştirilmediği, ancak özellikle İngilizlere esir düşen Türklerden binlercesinin kör döndükleri, bu olaylardan bazılarının yanlış ilaç verilmesi sonucunda meydana geldiği belirtilmektedir." dedi.

aktifhaber

ABD'den kalıcı yıkım: Irak Amerikanlaştı

26 Haziran 2009 Amerikan askerleri Irak'ın kentlerinden 30 Hazirana kadar çekilmiş olacak, ancak bazı Iraklılara göre "Amerikan esintisi" ülkede kalmaya devam edecek.
Bağdat'taki Şanbender kahvehanesinde Iraklı Cafer Bayırga (25), hemşehrilerinin "ikilemde olduğunu" belirtiyor. Bayırga'ya göre Iraklılar hem Amerikalılardan nefret ediyor, hem de ABD'de yaşamanın hayalini kuruyor.
Diplomat olma yolunda ilerleyen Bayırga, "Bir Amerikan askeri öldüğünde seviniyoruz, ancak ABD'ye gidip orada yaşamanın hayalini kuruyoruz, çünkü onların yaşam tarzından etkileniyoruz" diyor.
Bağdat Üniversitesinde öğrenim gören Şeyma Ali (20) ise, "Stil değişti, daha hafif makyaj yapıyoruz, kıyafetler daha rahat, hatta yürüme şekli bile değişti" diye anlatıyor.
Ali'nin arkadaşı kot etekli Merve de (21), Arapça alt yazılı Amerikan filmleri ve dizilerine hayranlık duyduğunu ifade ediyor. Merve, en çok Seinfeld ve Friends dizilerini, "Ophrah Winfrey Show" ve "Doctor Show" programlarını sevdiğini söylüyor.
Biyoloji öğrencisi Şemsi Haytam (20), "Arap filmleri sıkıcı, Amerikalılarınkilerse merak uyandırıcı. Özgürlük ortamı var. ABD, yaşamak istediğim bir ülke" derken, tüccar mahallesi Kerrada'da Beşir Adnan (29), Iraklıların Amerikan filmlerine olan hayranlığını doğruluyor. Adnan, "Her ay, 200 Arap, 50 Avrupa DVD'si satıyoruz. Sattığımız Amerikan DVD'sinin sayısıysa 650. ABD'de ilk 10'da ne varsa aynı anda bizde de oluyor" diye anlatıyor.
Irak'ta Arap filmleri yerini Amerikan filmlerine bıraksa da Irak müziği hala revaçta. Müzik dükkanının sahibi Dia Nimnim, "Burada daimi yıldız Hü ssam el Rassam" diyor. Rassam, şarkılarında ölümlerden, yıkımdan ve Şii ile Sünnilerin kaybettikleri dostluğu yeniden bulmalarından bahseden bir şarkıcı.
Ancak Rassam'ın da ne kadar kalıcı olduğu şüpheli, çünkü Nimnim, "çok genç olanların rap CD'si aldığını" belirtiyor.
"Havla Fashion" adlı butiğin sahibi ise kıyafetlerde Amerikan ya da Türk dizilerinden etkilenildiğini, kadınların, oyuncuların giydiği pantolonların aynısından satın aldıklarını ifade ediyor.
Sokaklarda "Amerikan askerlerinin esintisine" rastlanmadığını söyleyenler de var. Ancak tüccar Um Nur'un (40) sözleri şüphe uyandırıyor:
"10 yıldır onları sadece üniformalı gördük. Onlar etkilediği için diye değil, sevdiğimiz için kamuflaj giyiyoruz."
Sadr kentinde de durum farklı değil. Fotoğrafçı Ali (30) "İlk kez kısa pantolon giydiğimde Mehdi Ordusu'ndan bir arkadaşım bana nutuk attı. 6 ay sonra onun da üzerinde aynısından vardı" diye anlatıyor.
ABD Başkanı Barack Obama'ya benzediği için Obama Hüseyin adı takılmış kuaför Hüseyin (22), müşterilerinin dergilerde gördükleri "Spiky" ya da "Spiral" kesimlerden istediğini söylüyor.
Amerikan birlikleri Irak kentlerinden en geç 30 Haziranda çekilmiş olacak. 2003'ten 1 Haziran 2009'a kadar 100 bin 867 sivilin öldüğü Irak'tan ABD'nin tamamen çekilmesi ise 2011 sonunu bulacak. Artık askerlerin yerini "Amerikan tarzının" aldığı kentlerin sokaklarında 750 bin Iraklı asker ve polis görev yapacak.

netgazete

05 Temmuz 2009 Pazar
ABD'nin Kanlı Tarihi

Kızılderililerin kanları üstüne kurulan Amerika Birleşik Devletleri, kuruluş yıldönümünde yine vahşetleri ile anılmaya devam ediyor.

Resmi olarak 4 Temmuz 1776 tarihinde Kızılderililerin kanları üstüne kurulan Amerika Birleşik Devletleri, kuruluş yıldönümünde yine vahşetleri ile anılmaya devam ediyor. 1492'de keşfedilen Amerika Kıtası, bu tarihten itibaren insanlık tarihinin en büyük cinayetlerine sahne olmuştu. Avrupa'nın vahşi devletleri olan İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, buradaki yerli halkları akıl almaz şekillerde katletmiş ve soykırıma tabi tutmuşlardı. Amerika'nın yerlisi olan Kızılderililer ve Afrika'dan köle olarak getirdikleri siyah derililerin kanları üstüne kurulan Amerika bugün de aynı vahşetlerini dünyanın tüm coğrafyalarında devam ettiriyor.

Vahşi Amerika'nın katliamlarından bazıları

Amerika'nın işkencelerini belgeleyen Carol Richardson'un 'What does god require? Working to close the 'school of assassins' adlı eserinde yer alan Amerika'nın katliamları ve işkenceleri bu vahşi devletin kuruluş yıldönümünde bir daha akıllara geldi. İşte o katliamlardan bazıları:

- 1898'de Meksika'yı işgal etti, aynı yıl Küba'ya girdi.

- 1921 yılında Nikaragua'yı işgal etti. Anti-emperyalist direnişin başını çeken Sandino ve 300 kişiyi katletti. 40 yıldan fazla sürecek bir terör devrini başlattı. Sabotaj ve suikastlar düzenledi.

- 1945'te Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak bir anda 250 bin kişiyi vahşice öldürdü.

- 1950-53 yılları arasında yüz binlerce Koreliyi katletti.

- 1954'de binlerce Guatemalalıyı öldürdü.

- 1955'de Endonezya, Laos ve Kamboçya'da çok sayıda CIA operasyonu düzenledi.

- 1950-59: Küba'da 60 bin kişi, ABD destekli Batista birliklerince katledildi.

- 1961'de Küba'ya karşı Domuzlar Körfezi çıkarmasını örgütledi.

- 1965'de Dominik'e paraşütçülerini indirdi ve 10 bin Dominikliyi katletti.

- 1973'de Şili'de CIA'nın düzenlediği darbe ile 30 bin kişi katledildi.

- 1975'de Vietnam'dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve sakat bıraktı. ABD'nin saldırıları sonucunda Vietnam'da milyonlarca insan yaşadıkları yerlerden sürüldü, on binlerce kadına tecavüz edildi, yüz binlerce insan sakat bırakıldı ve milyonlarca insan işkenceden geçirildi.

- 1970-75 yılları arasında Kamboçya ve Laos'ta ABD, 1 milyon insanı katletti.

- 1983'de Lübnan'a müdahale etti. 14 bin deniz piyadesinin katıldığı operasyonda binlerce Lübnanlı katledildi.

HEP "ÖZGÜRLÜK" YALANININ ARKASINA SIĞINDI

- Yine 1983'de Lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. Amerikan 6. Filosu'na ait savaş gemileri Lübnan'a günlerce bomba yağdırdı.

- 1986'da uluslararası haydutluk örneği sergileyerek Libya'yı bombaladı, bine yakın sivili katletti. Ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasına başvurdu.

- 1989'da Panama'ya asker çıkarttı ve 5 bin Panamalıyı katletti.

- 1991'de Irak'ın Kuveyt'e girişini bahane ederek diğer emperyalist güçleri de ardına takarak Irak halkına karşı bomba yağdırdı. ABD uçakları bu ilk Körfez Savaşı esnasında Irak halkının üzerine 12 bin sorti yaptılar.

- Somali'deki durumu bahane ederek yine diğer emperyalist güçleri de peşine takarak ülkeyi işgale girişti.

- Latin Amerika'da ABD'nin bulaşmadığı savaş, katliam, insan hakları ihlali yok gibi. Nikaragua'dan kaçan işkenceci, halk düşmanı örgütleri destekledi ve Nikaragua halkının üstüne saldırttı.

- Birçok Latin Amerika ülkesinde de Ulusal Muhafızlar adı altında Ölüm Mangaları'nı örgütledi, eğitti, finanse etti, silahlandırdı ve halkın üzerine saldırttı.
- ABD son olarak Irak ve Afganistan'da yüz binlerce Müslümanı şehid etti, kadınların namuslarına el uzattı ve hapishanelerde on binlerce Müslümana sistematik işkenceler yaptı

Anadolu haber

Irkçı Almanın öldürdüğü Merve'yi onbinler uğurladı

21:40 - Almanya'da mahkemede hakim ve polislerin gözleri önünde ırkçı bir Alman tarafindan mahkemede 18 yerinden bıçaklanarak öldürülen Merve Şirbini'nin Mısır'ın İskenderiye şehrindeki cenazesine binlerce Mısırlı katıldı. Öldürüldüğünde üç aylık hamile olan Merve Şirbini'nin ailesi, arkadaşları ve korkunç cinayeti protesto eden binlerce Mısırlı, 32 yaşındaki kadının tabutunu camiye kadar taşıdı, ırkçılığa karşı sloganlar attı. 08.07.2009 İSKENDERİYE netgazete

İngiliz askerleri, Michael Jackson gibi yürüyemeyen Iraklı'ya işkence etmiş

14 Temmuz 2009 2003 yılında Iraklı Baha Musa’nın İngiliz askerleri tarafından işkenceyle öldürülmesiyle ilgili olarak dün kamu soruşturması başladı. Musa’ya yapılan işkenceler arasında “Michael Jackson gibi ay yürüşüyü yapmak” olduğu da ortaya çıktı.
Hürriyet gazetesinin haberine göre; 26 yaşında İngiliz askerleri tarafından gözaltına alınan ve Basra’daki askeri üste hayatını kaybeden Iraklı Baha Musa’ya yapılan işkencelerin arasında, ‘Michael Jackson gibi yürütülmek’ olduğu da ortaya çıktı. Dün, 2003’teki olayla ilgili soruşturma başlatan İngiliz hükümeti “Savaş boyunca Irak’ta görev yapan 120 bin askerimiz büyük kahramanlıklar gösterdi ancak bazı yanlışlar da yaptık” diyor.
Gözaltındaki Iraklılar, Basra’daki bir İngiliz üssünde kafalarına çuval geçirildiğini, kaynar suyla haşlandıklarını, sürekli dayak yediklerini ve içi dışkı dolu bir odada süründürüldüklerini, üzerlerine işendiğini anlatmışlardı. Ancak Musa’ya işkence yapıldığı sırada ona zorla ‘ay yürüyüşü yaptırıldığını’ yeni başlatılan soruşturmayla gün ışığına çıktı. Burnu ve kaburga kemikleri kırılan Musa’nın vücudundaa 93 ayrı yaralama belirlenmişti.

netgazete

Sevgilisinin 5 yaşındaki kızını, çocuk pornocularına satmaya kalktı

22 Temmuz 2009 ABD'nin Teksas eyaletinde bir kişi, kız arkadaşının 5 yaşındaki kızını çocuk pornocularına satma girişiminden dolayı 30 yıl hapse mahkum oldu. netgazete

Türk Öğrenciler ABD'de Sokakta Kaldı
24 Temmuz 2009 17:15
ABD'ye "Work and Travel" (Çalış ve Gez) programları kapsamında gelen Türk öğrencilerin sokakta kaldı...


ABD'ye "Work and Travel" (Çalış ve Gez) programları kapsamında gelen Türk öğrencilerin birçoğu firmaların iş bulma sözlerini yerine getirmemesi sonucu sokakta kaldı.

Konuya el atan Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) Başkanı Kaya Boztepe, "Türk öğrencilere ABD'de 21'inci yüzyılda köle muamelesi yapılıyor" dedi. Türkiye'deki çeşitli şirketlere para ödeyerek ABD'ye çalışma ve gezme amacıyla gelen öğrenciler verilen iş bulma sözleri tutulmayınca sokakta kaldılar.
Konuyla ilgili konuşan TADF Başkanı Kaya Boztepe şunları söyledi:
"Olay tam bir dram. Türkiye'deki aracı şirketler iş bulma vaadiyle Türk gençlerini buraya getirip ortada bırakıyorlar. Havaalanında karşılanması gereken öğrenciler karşılanmıyor, sokaklarda yatmak zorunda kalıyorlar. İş bulma vaatleri ise boş çıkıyor. Öğrenciler ellerine tutuşturulan adreslere ulaşınca 'burada iş yok' cevabını alıyorlar. Ben geçtiğimiz hafta Virginia eyaletinde tesadüfen "Work and Travel' programı kapsamında buraya gelen öğrencilerle tanıştım. Durumları içler acısıydı. İş bulmuş olanlar haftanın 7 günü, günde 16 saat asgari ücretin çok daha altında bir ücretle adeta Kunta Kinte gibi çalıştırılıyorlar. Türk öğrencilere ABD'de köle muamelesi yapılıyor. İş bulamayanlar ise sokakta. Bunlardan bir kısmını New York'a getirip iş ve ev bulduk. Ama bunların sayısına her geçen gün yenileri ekleniyor. Bu olaya bir çeki-düzen vermek gerekiyor."
aktifhaber

Haham Mafyasının Türkiye Kolu
25 Temmuz 2009 17:02

Hahamların organ mafyası kimi organları Türkiye'den temin ettikleri ortaya çıktı. Amerika'da tarihin en büyük yolsuzluk operasyonu Türkiye'ye de uzandı.

Yasadışı organ ticareti yapan hahamların kimi organları Türkiye'den temin ettikleri, balkan ülkelerinde de ameliyatı gerçekleştirdikleri ortaya çıktı. Yılda 3 milyon dolarlık vurgunu ortaya çıkartan gizli tanığın ise tutuklanan hahamın oğlu olduğu ortaya çıktı

Amerika'nın New Jersey Eyaletinde önceki gün yapılan tarihi yolsuzluk operasyonunda 3 belediye başkanı 5 din adamı olmak üzere 44 toplum lideri tutuklanmıştı. 300 FBI mensubunun katıldığı eş zamanlı operasyonların Türkiye'ye kadar uzandığı ortaya çıktı.

Yasadışı organ ticareti yapan hahamların organları Türkiye, Kuzey Afrika ülkelerinden 10 bin dolar gibi bir paraya aldıkları ve 160-180 bin dolara pazarladıkları ortaya çıktı.

Ameliyatların ise Balkan ülkelerinden birinde yapıldığı belirlendi. Bu arada şebekelerin çökertilmesinde büyük rol oynayan "gizli tanığın" Hahamın oğlu olduğu ortaya çıktı.

Haaretz gazetesinin haberine göre Solomon Dwek isimli hahamın oğlu dada dönü kadar çok dindar bir kişilikti. New Jersey'de yaptığı emlakçılık işinde babası Yitzak yolsuzluk yapıp işi batırınca oğılu işsiz kaldı. Yolsuzluklardan geleceği tehlikeye giren Solomon çareyi FBI'a gitmekte buldu. Üç yıl boyunca cemaatin yasadışı işlerini tet tek takip etti ve verdiği ifadeler sonucunda babasını parmaklıklar ardına tıktırdı.
aktifhaber

BEBEĞİNİ KARNINDA ÖLDÜRDÜ

11 Ağustos 2009 09:58
Öğretmen olmak için eğitim alıyordu ama o henüz daha doğmamış bebeğini karnında öldürdü.
Bu inanılmaz olay Almanya'yı şoke etmişti, mahkeme başlayınca yeniden gündeme geldi. Geçtiğimiz mart ayında ikizlerini doğum sırasında öldürmek suçundan tutuklanan 21 yaşındaki Franziska S.'nin mahkemesi başladı.

Çocuk istemeyen 21 yaşındaki Franziska S. 24 mart gecesi doğum sancıları tutunca banyoya gitti. Küvette doğum yapan İlk bebeğini doğuran vahşi kadın, gözünü kırpmadan talihsiz yavruyu acımadan boğarak öldürdü. Daha sonra bebeğin cesedini yastık kılıfının içine koyarak saklamaya çalışırken, ikinci bir bebeğin geldiğini gördü. Karnındaki bebeği yumruklayarak öldürmeye çalışan kadın daha sonra sancılara dayanamayak bağırmaya başladı.

Uykudan uyanan baba ilk yardımı arayarak acil yardım istedi. Genç kadın hastaneye kaldırıldığında ikinci bebek de karnında can vermişti. Alman polisi ikizlerini öldürmek suçundan 21 yaşındaki Franziska hakkında dava açtı. Şimdi kadının mahkeme sonucunda nasıl bir ceza alacağı merakla bekleniyor.
aktifhaber

Belçika'da Bir Türk Öldürüldü
13 Ağustos 2009 19:40

Korkunç cinayet: Belçika'da bir Türk öldürüldü, karısı yaralandı....

Belçika'da bir Türk, evine giren kimliği belirsiz şahıslar tarafından öldürüldü ve karısı yaralandı.

Flaman kesimindeki Gent kentinde, yabancıların yoğun yerleşim alanı olarak bilinen Wondelgem bölgesindeki olayın dün gece cereyan ettiği bildirildi.

Gent Savcısı Isabelle De Tandt tarafından yapılan açıklamaya göre, Afyon'un Sandıklı nüfusuna kayıtlı Mustafa Çiçek (32) ve eşi Sultan Akyıl (25), gece Türkiye'den evlerine döndüklerinde, evde bulunan iki maskeli şahsın silahlı saldırısına uğradılar.

Sırtından Vurulan Çiçek yaşamını yitirirken, hamile olduğu bildirilen karısı elinden ve kolundan hafif yaralandı. Savcı, kuyumcu olarak çalışan ve sabıkası bulunmayan Çiçek'in evinde hırsızlık izi tespit edilmediğini, olayla ilgili olarak iki kişinin arandığını, yaralı olan eşinin ifadesine başvurulduğunu duyurdu.
Aranan şahısların kimliği ve tabiyeti açıklanmadı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
aktifhaber

Belçika zindanında ölen Türk'e, Sivas'ta otopsi!
14:30 - Belçika'nın Jamioulx hapishanesinde dövülerek öldürüldüğü bildirilen gurbetçi Mikail Tekin'in cenazesine, toprağa verilmeden önce Sivas'ta da otopsi yapılması kararı alındı. Gerekli bürokratik işlemlerden sonra Tekin'in cenazesinin CÜ Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi morgunda yapılacak otopsinin ardından yetişmesi durumunda bugün ikindi namazının ardından toprağa verilmesinin planlandığı bildirildi. 13.08.2009 SİVAS
netgazete

Mikail'in katil zanlısı Belçikalı gardiyana ceza yok
12:35 - Belçika'nın Jamioulx hapishanesinde geçen cumartesi günü hayatını kaybeden Mikail Tekin olayına tepkiler devam ederken, Savcılık tarafından sorgulanan 3 gardiyanın serbest bırakıldığı, herhangi bir suçlamaya veya disiplin cezasına hedef olmadıkları bildirildi. Cenazesi, memleketi Sivas'ta toprağa verilmek üzere Türkiye'ye götürülen Tekin'in ailesi adli süreç başlatırken, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül'ün Belçika Parlamentosu'na gönderdiği ve olayla ilgili bilgi istediği mektubun Brüksel'e ulaştığı belirtiliyor
netgazete

İnsanlık Dışı Görüntüler
28 Mayıs 2009 16:08

Amerikan askerleri Ebu Gureyb'teki mahkumlara akıl almaz işkenceler yapmışlar. Tecavüz görüntülerinin ortaya çıkmasını ise ABD Başkanı Obama engellemiş...
İlişkili HaberlerTüm Haberler
ABD Askeri Arkadaşlarını VurduIrak İşgalinde Haçlı MantığıIrak'ta Enerji Sorunu Büyüyor

Amerikalı emekli bir general, Iraklı mahpuslara işkence ve tecavüz görüntülerinin yer aldığı fotoğrafların, ABD Başkanı Barack Obama'nın yayımlanmasını istemediği fotoğraflar arasında bulunduğunu belirtti.

İhlal iddiaları üzerine Irak'taki Ebu Garib tutukevinde soruşturma yürüten emekli Tümgeneral Antonio Taguba, İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan makalesinde, "tüyler ürpertici" olarak nitelediği bu fotoğrafların yayımlanmaması yönündeki Obama'nın kararına kendisinin de katıldığını ifade etti.

Taguba, "adli amaç dışında yayımlanmalarının amacının ne olduğuna emin değilim ve yayımlanmaları, dış politikamızın tek koruyucuları olan askerleri en çok ihtiyacımız olduğu dönemde tehlikeye atacaktır" dedi.

Gazete, Ebu Garib'teki işkence ve kötü muamele uygulamalarının Taguba'nın 2004'teki raporunda da yer aldığını, ancak asıl konunun, ortaya çıkan, ancak bugüne kadar hiç yayımlanmamış fotoğrafların bulunması olduğunu vurguladı.

Böylece Taguba da gazeteye yayımlanmamış fotoğrafların varlığını doğruladı. Irak'taki Ebu Garib cezaevinde mahpuslara kötü muameleyi gösteren yeni fotoğraflarda, önceden belgelenenlerden çok daha ağır ihlallerin yer aldığını belirten Telegraph gazetesi, Obama yönetimine dün gece elektronik posta yoluyla açıklama için yaptıkları başvuruya henüz yanıt alamadıklarını duyurdu.

TECAVÜZÜN FOTOĞRAFINI DA ÇEKMİŞLER

Ebu Garib skandalı Amerikalı askerlerinin çektiği fotoğrafların 2004'te ortaya çıkmasıyla patlak vermişti.

Gazeteye göre, yeni fotoğraflardan en az birinde bir Amerikan askerinin bir kadın mahpusa tecavüzü, bir diğerinde bir erkek mahkuma tecavüz, bir diğerinde daha bir kadın mahpusun vücudunun üst tarafındaki kıyafetlerin zorla çıkarılması, başka fotoğraflarda da mahpuslara cop, tel gibi cisimlerle tecavüz görüntüleri yer alıyor.

The Telegraph gazetesi, yeni fotoğrafların 2001-2005 yılları arasında Ebu Garib ve diğer 6 tutukevindeki 400 ihlal vakasıyla ilgili olduğunu belirtti.

Amerikan Federal Temyiz Mahkemesi hakimleri, Amerikalı personelin ihlalleriyle ilgili fotoğrafların yayımlaması yönünde karar vermişti. Amerikan Medeni Haklar Birliği (ACLU) tarafından Adalet Bakanlığı aleyhine açılan davaların art arda kaybedilmesi üzerine de, Pentagon fotoğrafları 28 Mayıs'ta yayımlama yönünde karar almıştı.

Ancak Barack Obama'nın daha önce söz vermesine rağmen iki hafta önce, Irak ve Afganistan'daki Amerikalı personelin zanlılara yaptıkları kötü muameleyi gösteren fotoğrafların yayımlanmasına karşı çıktığı ve hukuk danışmanlarına, fotoğrafların yayımlanmasının ABD askerlerini tehlikeye atacağını söylediğini bildirilmişti.

KÖTÜ MUAMELE MÜNFERİT DEĞİL

Obama'nın fotoğrafların özellikle bu zamanda yayımlanmasının, Amerikan güçlerini tehlikeye atmanın yanı sıra Irak ve Afganistan gibi yerlerde ABD'nin işini daha da zorlaştıracağına inandığı kaydedilmişti.

Barack Obama yönetimi Nisan ayında fotoğrafların yayımlanacağını ve ACLU'nun başvurusu lehine karar alan mahkemeye karşı yüksek mahkemeye gitmeye gerek olmadığını bildirmişti. Obama'nın üst düzey askeri yetkililerle görüşmesinden sonra fikrini değiştirdiği yorumları yapılıyor.

Fotoğrafların yayımlanmasını sağlamak için yıllardır uğraşan Medeni Haklar Birliği, fotoğrafların, mahpuslara kötü muamelenin Irak'ta ve diğer bazı yerlerde bilinenin çok ötesinde olduğunu gösterdiğini kaydetmişti. Birliğin avukatları, bu fotoğrafların, ABD personelinin zanlılara kötü muamelesinin münferit değil, yaygın olduğunun kanıtı olduğunu söylemişlerdi.

aktifhaber

Hollanda'da bir Türk vatandaşı daha öldürüldü
18:20 - Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da çocuk yuvası sahibi Türk iş kadını Arzu Çakmakçı Erbaş'ın öldürülmesinin ardından, aynı semtte önceki gün akşam evinde ölü olarak bulunan kişinin, Ufuk Kayakuşu adında bir Türk vatandaşı olduğu öğrenildi. Polis, bu cinayetin Arzu Erbaş cinayetiyle bağlantılı olduğunu sanmadığını, ancak soruşturmanın olarak sürdürüldüğünü kaydetti. Ufuk Kayakuşu bir hafta önce otomobiliyle Türkiye'den döndü. Cesedinin bulunduğu günün akşamı aynı saatlerde de eşi ve çocukları uçakla Türkiye'den gelmişti. 14.08.2009 AMSTERDAM
netgazete

Hollanda'da üçüncü Türk bıçaklanarak öldürüldü
23:25 - Pazar akşamı meydana gelen saldırıda hayatını kaybeden 2 çocuk babası Rasim Soy'un, kalbinden aldığı bıçak darbesiyle olay yerinde öldüğü açıklandı. Türk olan ve olay yerinde yakalanan saldırganın kimliği hakkında polis açıklama yapmazken, yarın cenaze namazı kılınacak olan Rasim Soy'un akşam saatlerinde Türkiye'ye gönderilmesi bekleniyor. Aile yakınları Soy'un yaşadığı Zaandam şehrinde bulunuyor. Cinayet ise Utrecht şehri yakınlarındaki Bussen kasabasında meydana geldi. Soy'un cenaze töreni Sultanahmet Camii'nde yapılacak. 18.08.2009 UTRECHT
netgazete

FRANSA'DA CAMİYE ÇİRKİN SALDIRI

19 Ağustos 2009 20:40
Fransa'nın Tolouse şehrinde bulunan camiinin kapısına kesik domuz başı konuldu.
Fransa'nın doğusundaki Tolouse şehrinde Faslılara ait camiye saldırıda bulunan kimliği belirsiz kişiler caminin kapısına domuz kafası astı.

Caminin pencerelerine domuz ayakları koyan saldırganlar duvarlara hakaret ve tehdit içeren yazılar yazdı ve Nazi işareti olan gamalı haçlar çizdi.

Dün gece yapılan saldırıyı bugün sabah namazı için camiye gelen cemaat fark etti. Tolouse'da 20 yıldır hizmet veren caminin yetkilileri ise bugüne kadar şehirde kimse ile problem yaşamadıklarını vurguladı.

Yaklaşık 5 milyon Müslümanın yaşadığı Fransa'da Ramazan ayının yaklaştığı günlerde yaşanan olay büyük tepkiye neden oldu. Aileden sorumlu Devlet Sekreteri Nadine Morano saldırıyı şiddetle kınadığını belirten bir açıklama yaptı. Morano, olayın aydınlatılması ve suçluların en kısa sürede bulunmasını arzu ettiğini belirtti. Sabah saatlerinde camide incelemelerde bulunan Nancy Savcısı Raymond Morey soruşturma başlattı. Savcı basına yaptığı açıklamada "Çok ciddi bir saldırıyla karşı karşıyayız. Olayın faillerini bulmak için gerekli tüm çalışmaları yapacağız'' sözünü verdi.

dunyabulteni

Köpeğin üstüne benzin döküp ateşe verdiler
01:15 - Fransa’da akıllara durgunluk verecek bir vahşet yaşandı. Kuzey Batı Fransa’da bulunan Pyrenees kasabasında Mambo adlı bir köpek üstüne benzin döküldükten sonra yakıldı. Talihsiz köpek alev aldıktan sonra acılar içinde kıvranırken 17 yaşında bir adam ve 22 yaşındaki bir kadın tarafından bulundu. 25.08.2009 PARİS netgazete

İngiltere'deki ırkçılar, imam kaçırıp tehdit etti

İngiltere'de bir grup ırkçı, 35 yaşındaki Nur Ramcanally cami hocasını evinden bıçak zoruyla çıkarıp tehdit ettiler. Olayla ilgili incelemenin sürdürüldüğü İngilz polisi tarafından açıklandı.

27 Ağustos 2009 15:56

İngiltere'de bir grup ırkçı, Essex şehrinde imamlık yapan bir kişiyi kaçırarak tehdit etti.

35 yaşındaki Nur Ramcanally isimli cami hocasının şikayetini incelemeye başlayan polis, olayı ırkçılık olarak ele aldıklarını açıkladı. Camide ibadete son verilmesi için evinden kaçırıldığını ve tehdit edildiğini belirten Nur Ramjanally, kendisi ve ailesinin başına kötü bir olay geleceğinden dolayı korktuğunu söyledi.

The Guardian gazetesine konuşan imam, "O sırada evdeydim ve kapı zili çaldı. Kapıyı açar açmaz belimden tutarak beni zorla dışarı çıkardılar. İki beyaz tenli kişiydi; karnıma bıçak dayadılar ve 'Ne diyorsak onu yapacaksın yoksa canını yakarız' dediler." dedi.

Kendisinin siyah bir aracın bagajına konulduğunu anlatan imam, 10 dakika uzaklıkla bir yere götürüldüğünü ve orda tehdit edildiğini söyledi. Kendisini kaçıran kişilerin, "Biz bu bölgede sizin dininizi istemiyoruz. Eğer bunu durdurmazsanız seni tekrar görmeye geleceğiz." dediklerini anlatan imam, akıbeti hakkında endişe duyduğunu ifade etti.

Olayla ilgili açıklamada bulunan Essex Polis Teşkilatı, daha öncede benzer olayların yaşandığını ve olayla ilgili incelemenin sürdürüldüğünü açıkladı.

Polis Teşkilatı'ndan Simon Williams, "Bu tür olayları çok ciddiye alıyoruz ve ciddi bir şekilde üzerine gidiyoruz. Bütün toplumun kendi inancını istediği gibi yerine getirmesi için elimizden geleni yapıyoruz." dedi.

haber7

İngiliz çocuk tacizcisi suçüstü yakalandı

Çatalca'da, 12-14 yaş arasındaki onlarca erkek çocuğunu kandırıp cinsel istismarda bulunup çocukların fotoğraf ve video görüntülerini çeken 75 yaşındaki İngiliz ormanda suçüstü yakalandı

08 09 2009 16:20

Çatalca'da, 12-14 yaş arasındaki onlarca erkek çocuğunu kandırıp cinsel istismarda bulunup çocukların fotoğraf ve video görüntülerini çeken 75 yaşındaki İngiliz vatandaşı ormanlık alanda çıplak iki çocukla birlikte suçüstü yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, Çatalca'daki Mareşal Fevzi Çakmak Mesire alanında yaşlı bir adamın çıplak iki erkek çocuğunun fotoğraflarını çektiğini ihbarını alan Çatalca İlçe Emniyet Müdürlüğü yetkilileri olay yerine gitti. Ormanda tamamen çıplak durumda bulunan 16 yaşındaki A.C. ve 13 yaşındaki G.B. 'yi elindeki video kamera ile görüntüleyen yaşlı bir adam gören polis ekipleri gözlerine inanamadı. Şahsın kimlik bilgilerini kontrol eden polis, yaşlı adamın 75 yaşında Jeremy Adrian Ambrose Kerrich isimli bir İngiliz vatandaşı olduğunu tespit etti. Polisi karşısında görünce şaşkına dönen Kerrich'in memurların olayı görmezden gelmeleri için 500 TL de rüşvet teklif ettiği öğrenildi.

Kerrich'in yapılan üst aramasında bir adet fotoğraf makinesi ile 9 adet hafıza kartı ele geçirilen polis ekipleri, zanlıyı polis merkezine götürdü. İşlemlerin ardından zanlı ve mağdur çocuklar, Çocukları Koruma Şube Müdürlüğü'ne getirildi. Poliste susma hakkını kullanan zanlı Kerrich'in Beyoğlu'ndaki evinde yapılan aramalarda ise 3 adet laptop bilgisayar, 2 adet fotoğraf makinesi, 5 adet flaş bellek, 2 adet cep telefonu, 3 adet bilgisayar hard diski, 4 adet harici bilgisayar hard diski ele geçirilerek el konuldu.

Şişli'de yabancı dil eğitimi veren bir dershanenin ortağı olduğu öğrenilen Kerrich'in borsadan da ayda 14 ila 15 bin TL arasında gelirinin olduğu öğrenildi. Kerrich'in üzerinde ele geçirilen hafıza kartlarında ve video kamerasındaki kayıtları inceleyen polis ekipleri, olayın sadece A.C. ve G.B. ile sınırlı olmadığını belirterek onlarca çocuğun bu şekilde Kerrich tarafından cinsel istismara uğradığını ve fotoğraflandığını belirledi. Zanlının evinde ele geçirilen malzemelerin bilişim suçları ekiplerince incelenmesinin ardından olayın gerçek boyutlarının ortaya çıkacağı ifade edildi. Kerrich'in kurbanlarını fakir mahallelerde gelir durumu çok düşük ve genellikle çok çocuklu ailelerden seçtiği, bu çocuklarla bir şekilde samimiyet kuran Kerrich'in daha sonra çocukları para vaadiyle kandırdığı ortaya çıktı. Yakalandığı yerde olay yerine lüks bir otomobili olmasına rağmen kiralık bir otomobil ile geldiği tespit edilen Kerrich'in Türkiye'de 10 yıldır ikamet tezkeresi ile oturduğu belirlendi.

haber7

ABD'nin İşgali Afganistan'ın Kâbusu oldu

11 Eylül sonrası Usame bin Ladin’i ele geçirme operasyonları adına tüm bu ülkeye giren Amerika, Afganistan’da adeta katliam yapıyor.

08 09 2009 17:59

Amerika ve beraberindeki koalisyon güçleri 11 Eylül sonrası başlattıkları Afganistan Operasyonunda 9'uncu yılı geride bırakırken, bölgede hergün yeni bir insan hakları ihlali haberi geliyor.

Son olarak Afganistan'ın kuzeyindeki Kunduz'da NATO güçleri, Taliban'ın kaçırdığı bildirilen petrol tankerlerini vurdu. Havaya uçan tankerin etrafında toplanan kalabalıktan yaklaşık 90 kişi yaşamını yitirdi.

NATO güçleri de hava saldırısında kaçırılan petrol tankerlerinin hedef alındığını doğrularken, "çok sayıda isyancının" öldürüldüğünü öne sürdü.

Başta Afganistan ve Irak olmak üzere pek öok bölgede hareketli bir askeri yapıya sahip olan Amerika ve uyguladığı politika, insan haklarını ihlal ediyor.

Irak ve Afganistan’da gizli hapishanelerde binlerce kişi kötü koşullarda tutulmaya devam ediyor. Söz konusu hapishanelerde onlarca kişi yaşamını yitirirken olaylarda sorumlu olan tek bir Amerikan askeri dahi cezalandırılmadı.

Bu durum Amerikan Başkanı Barack Obama’nın iktidara geldiği dönemde verdiği sözlere aykırı bir durum teşkil ediyor. Zira Obama, yeni dönemi 'mutlak şeffaflık' üzerine kurma amacında olduklarını açıklamıştı.

Uluslararası bağımsız gözlemcilere göre Amerikan askerlerinin bölgede (Afganistan- Irak vb.) kalması, söz konusu bölgelerdeki nüfusun yaşam güvenliğini de tehdit eder noktada. Yine aynı durum söz konusu ülkelerdeki devlet yapılanmalarının da işleyişine engel teşkil ediyor.

Amerika daha çok suç işlemeye başladı

Afganistan Irak gibi bölgelere Özgürlük Vaadi ile giren Amerika bu hedefinden giderek uzaklaşırken, Amerikan askerlerinin de giderek daha çok suç işlemeye başladıkları resmi raporlarca ortaya konuyor. Birleşmiş Milletler Raporu’na göre 2008’de Afganistan’da Amerikan ordusu tarafından 2 bin 118 sivil öldürüldü. Bu sayı 2007’ye göre yüzde 40’lık bir artışı ifade ediyor. Gözaltılar, kötü muameleler, tecavüz olaylarına hergün bir yenisi ekleniyor. Ancak yine benzer raporların ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, söz konusu suçlara karışan hiçbir Amerikan askerinin cezalandırılmadığı yönünde.

Ekolojik denge altüst oldu

Yoğun savaş durumunun tahrip ettiği bir başka alan ise doğa... Yüzbinlerce asker, savaş araçları, kimyasal silahlar, doğanın da dengesini altüst etmiş durumda.

Yapılan kimi araştırmalara göre, Amerikan ordusu ve koalisyon güçlerine ait savaş araçlarının bölgede bulunması ekolojik dengeyi sarsmış durumda.

Çöllerden geçen araçlar kumların taranmasına neden oldu. Askeri hareketliliğin olduğu bölgelerde kum fırtınaları daha sık ve şiddetli olmaya başladı. Bir çocuk ve yaşlı kum fırtınaları sonucu hastalandı.

Bölgede alerji olan sivillerin sayısı da giderek artıyor.

Hak ihlalleri üç elden yürütülüyor

ABD’nin Afganistan’ı işgali sonrasında burada yaşanan hak ihlalleri üç elden yürütülmekteydi. Bunlardan birincisi, savaş sırasında bizzat Kuzey İttifakı mensuplarının yaptıkları ihlallerdir. Diğeri ülkedeki ABD ordusu tarafından özellikle savaş esirlerine yönelik işlenen ihlaller ve sonuncusu da Afganistan hükümetince yapılan ihlallerdir.

ABD’nin 7 Ekim 2001 tarihinde hava operasyonuyla başlattığı ‘sınırsız özgürlük savaşı’, içinde büyük insan hakları ihlallerini ve hatta insani trajedileri barındırmakta. ABD ülkenin büyük bölümünü havadan bombalarken kara operasyonunu yürüten Kuzey İttifakı’na mensup güçler de Taliban ve ülkedeki yabancı savaşçılara karşı tamamıyla bir yok etme psikolojisiyle hareket etti. Yakalanan kişiler Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olarak alçaltıcı muamelelere maruz bırakıldıktan sonra acımasızca öldürüldü. Afganistan’da savaş sırasında meydana gelen insan hakları ihlalleriyle ilgili halen ciddi bir soruşturma açılmış değil.

Afganistan’da Taliban yönetimini yıkmaya yönelik başlayan savaş, sayısız insan hakları ihlalleriyle doludur. Taliban’a karşı intikam hisleri özellikle kuzeydeki Kunduz kentinde zirveye çıkmış durumda.

“Kunduz’da Linç Furyası” diye geçen olaylarda Taliban milisleri hiçbir canlıya reva görülmeyecek türden işkencelerle öldürüldü. İttifak, Kunduz'da ev ev dolaşarak Taliban üyesi aramakta ve şüpheli kişileri hiçbir delil olmaksızın tutuklamakta... Tutuklananların çoğunun akıbetinin ne olduğu hakkında ise kimsenin bir bilgisi yok.

Kunduz’da yakalanan esirlerin Mezar-ı Şerif yakınlarındaki Cenk Kalesi’ne götürülürken yaşadıkları bununla da kalmadı. Cenk Kalesi 25 Kasım 2001’de konteynırlarda bulunan diğer tutukluların da son durağı olacaktı. İnsan hakları örgütlerini ayağa kaldıran olaylarda Cenk Kalesi’ne götürülen 480 tutukludan 400’ü ağır bombardıman sonucu kıstırıldıkları kalede öldürüldüler.

Afganistan’da ABD tarafından yapılan insan hakları ihlalleri, haksız tutuklamalar, sivillere ait yerleşim yerlerinin bombalanması, belirsiz gözaltı süreleri, CIA ajanlarının gözaltına alınan kişilere karşı uyguladığı işkenceler ve savaşın başından bu yana yüzlerce Afgan tutuklunun yargılanmaksızın ABD’nin Guantanamo üssünde tutulması olarak sıralanabilir.

Hiçbir Amerikalı asker yargılanmadı

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), “Afganistan’da Güvenlik” başlıklı bildirgesinde Amerikan güçlerinin, Irak işgali başlamadan önce de Afganistan’daki cezaevlerinde tutukluların öldürülmesi ve işkence olaylarına karıştıklarını açıklayarak, bu konuda bağımsız bir soruşturma komisyonunun kurulmasını istedi. Örgüt, yayımladığı bildiride, Amerikan ordusunun 2001'den bu yana Afganistan’daki cezaevlerinde ölen kişilerien Amerikan askerlerince “öldürüldüğüne” dikkat çekti. Örgüt, bildirisinde Amerikan askeri üst düzey yetkilileri tarafından işlenen bu suçların cezalandırılmadığını belirterek hiçbir Amerikan askerinin cinayetle suçlanmadığını kaydetti.

Uluslararası Af Örgütü de ABD’nin tutsakların temel haklarını çiğnediğini yayımladığı raporda açıkça belirtti. Raporda, Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da ve Guantanamo Üssü’nde tuttuğu tutsaklara işkence ve kötü muamelenin önlenmesi konusundaki yükümlülüklerine uymadığı belirtildi. Raporda ABD, tutsaklara kötü muameleye göz yummak ve müsamaha göstermekle suçlandı. Af Örgütü’ne göre Washington icraatlara bir savaş anlayışıyla girişiyor ancak savaş koşullarını düzenleyen hukuki kuralları yok sayıyor. Örgüt, Amerikalı yetkililerden işkence uygulamalarının kınanmasını ve bu gibi olayların tekrarının önlenmesi için gerekli yasaların çıkarılmasını istedi.

Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü Asya Yöneticisi Brad Adams, askerlerin Afganlı tutuklulara gaddarca insanlık dışı muamele ettiğini ve işkence yaptığını belirtti. Afganistan İnsan Hakları Komisyonu da bu tür işkence vakalarının kendilerine yansıdığını vurguladı. Komisyon Başkanı Simar Samar, Amerikan ordusunun bazı durumlarda hukuku hiçe saydığını söyledi.

İşkence vakalarının ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söyleyen Samar, birçok Afganlı’nın şiddet uygulandığı gerekçesiyle kendilerine başvurduğunu ifade etti.

'Özgürlük' adına düğün evini vurdular

ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü terör operasyonları da çoğu zaman masum sivilleri hedef almış durumda. Örneğin bunlardan birinde 1 Temmuz 2002’de Amerikan uçakları bir düğün evini vurarak 50’den fazla sivilin ölümüne, 120 kadar sivilin de yaralanmasına neden oldu. Konuyla ilgili olarak hazırlanan BM raporunda, olayla ilgili delillerin yok edildiği iddia edilirken ilgili BM raporunu ele geçirdiğini yazan İngiliz The Times gazetesi, rapora göre, ABD’nin olayda insan haklarını ihlal ederek feci olaydan sonra ilgili delilleri ortadan kaldırdığını beyan etti.
Afganistan’ın yüzde 80’i mayın döşeli

Amerika'ya 3 somut öneri

Uluslararası Af Örgütü, uluslararası topluluğun temsilcileri, Afganistan’da gittikçe kötüye giden durumu tartışmak için Lahey’de toplanmadan önce, Afgan halkının insan haklarını geliştirmek için derhal atılması gereken üç somut açıkladı.

Örgüt: “Washington’un yeni söylemi ve stratejisi insan haklarının ilerlemesinde yeni bir potansiyel sunarken, Afgan halkı, Afgan hükümeti ve başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere uluslararası destekçilerden verilen vaatleri değil başarılı bir performansı hak ve talep etmektedir” dedi.

Uluslararası Af Örgütü uzun zamandır uluslararası topluluğu, kısa vadeli askeri ya da siyasal hedefler yerine Afgan halkının refahına odaklanan ölçütleri benimsemeye çağırmaktadır. Bu bilginin ışığında, Uluslararası Af Örgütü hepsi hızlı bir şekilde uygulanabilecek aşağıdaki üç adımın atılmasını tavsiye etmektedir.

Şu an Afganistan’da çoğu NATO tarafından temin edilen Uluslararası Güvenlik Yardımı Güçleri ve bir kısmı da ABD liderliğindeki Sürekli Özgürlük Operasyonu kapsamında olmak üzere, terörle mücadele güçleri himayesinde bulunan 40 ülkenin askeri personeli var.

Cafesiyaset

Ahmet VAROL
Vakit
''En İyisi Ölüsü''
10 09 2009

Ünlü “İsrailli” müzisyen ve yazar Gilad Atzmon bir yazısında kendilerinin “iyi bir Arap ölü Araptır” zihniyeti üzere eğitildiklerini dile getiriyor ve İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği son katliamın iyi tahlil edilebilmesi için işte bu zihniyetin iyi tanınması gerektiğini vurguluyordu.

Biz bu sözün işgalci Siyonistlerin askerlerine ezberletilen bir slogan olduğunu, askerlerin bir Filistinliyi öldürmede hiç tereddüt etmemesi için bu sloganın kafalarına yerleştirildiğini sanıyorduk. Demek ki sadece askerlere değil ilkokul çağındaki Yahudi çocuklara da öğretiliyormuş ve “sivil” bildiğimiz “İsrail toplumu” bu anlayış üzere yetiştiriliyormuş. Bunu da Atzmon’un itirafıyla öğrendik.

Bu slogan sadece Siyonist saldırganlığın temel felsefesini oluşturan prensiplerden biri midir? Dünden bugüne değişmeyen haçlı saldırganlığının temel felsefesinde de bu prensip yer almıyor mu? Afganistan’da düğün konvoylarının ve son olarak da petrol tankerinin etrafına toplanan kalabalığın hedef alınmasının “yanlışlık” değil kasıtlı ve sistemli saldırı olduğunu anlayabilmek için de temelinde “en iyisi ölüsü” prensibinin yer aldığı zihniyeti iyi tahlil etmek gerekir.

Yıllardan beri yatağa bağımlı halde ve hayat ile ölüm arasında dünya varlığını sürdüren, bir türlü ölemeyen Ariel Şaron bir zamanlar askerlerine Filistinli çocukları tereddüt etmeden öldürmelerini tavsiye etmiş ve öldürülmemeleri halinde büyüdüklerinde onların da karşılarında birer savaşçı olacaklarına dikkat çekmişti. Bu tavrın temelinde de aynı zihniyet var. Batı Yaka’da doğum için hastaneye giden yüzlerce kadının askeri geçiş noktalarında bekletilmesi ve buralarda sağlıksız ortamda doğum yapmaya zorlanmalarının sebebi de kuvvetli ihtimalle aynı amaçtır. Büyüdüklerinde savaşçı olmamaları için kötü şartlarda doğuma yani doğar doğmaz ölmeye zorlanmaları.
Savaşları incelediğimizde iki ana stratejinin karşımıza çıktığını görürüz. Birincisi; düşmanı mağlup etme ve bu yolla kontrolü onun elinden alma. İkincisi; düşman tarafından mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı tamamen yok etme, sağ kalanları da aşağılanmış bir şekilde, zillet içinde yaşamayı kabule zorlama. Kudüs’te bunun iki örneği de yaşanmıştır. Hz. Ömer (r.a.) burayı fethettiğinde, düşman şehri teslim ettikten sonra kimseye dokunmamış, mallarının ve canlarının korunacağına dair kendilerine yazılı eman vermiş, Hıristiyanların kiliselerinde namaz kılmasını teklif etmelerine rağmen daha sonra oranın camiye çevrilebileceği endişesini dile getirerek açık alanda namaz kılmayı tercih etmiştir. Haçlılar bu şehri ele geçirdiklerinde ise şehirdeki Müslümanlardan saklanabilenlerin dışında herkesi öldürmüşlerdir. Yetmiş bin kişi katledilmiştir. Haçlı subaylarının anılarında atlarının topuklarına kadar kana gömüldüğü, şehir caddelerinin cesetlerle dolduğu dile getirilir. Aynı örneği Endülüs’te de görüyoruz. Bunun daha pek çok örneğini zikretmek mümkün, ama sözü fazla uzatmaya gerek yok.

Günümüzdeki haçlı zihniyetinin ve Siyonist saldırganlığın az masrafla çok insan katletme amaçlı araçlar geliştirmeleri de düşmanı toptan yok etme stratejisini ortaya koyuyor. Onların “düşman” tanımını da en net şekilde bir önceki ABD başkanı Bush’un yapmış olduğunu da bu arada hatırlatalım. “Ya bizdensiniz ya da düşmanımızsınız!”
Siyonistlerin 2006 saldırısından sonra Beyrut’u ziyaretimizde bize rehberlik eden arkadaşın sözünü ettiği ilginç bir bomba türü vardı. Siyonist saldırganların kullandığı bu bomba evlerin duvarlarını delip içeri giriyor ve içeride patlıyor. Üstelik misket bombası gibi evin bütün odalarına yayılarak içerdekilerden bir tek kişiyi ihmal etmeksizin herkesi katletmeyi hedefliyor. Duvara çarpıp patlayarak zayi olmasın mutlaka atıldığı evde ikamet edenleri toptan yok etsin diye böyle bir bomba türü geliştirilmiş. Vurulan bazı evleri görmüştük. Duvarında boru gibi bir delik açmış. Duvarda başka hiçbir şey olmamış; ama bomba içeri girerek patlamış ve zikrettiğimiz özelliğinden dolayı içeride bulunanlardan bir tek kişiyi bile ihmal etmemiş.

Afganistan’daki son Kunduz katliamının en önemli amaçlarından biri de son zamanlarda işgalcilere ağır darbe vuran direnişçilerden intikam alınmasıdır. Direnişçilere göre düşman işgalciler, işgalcilere göre ise Afganistan halkının tümüdür. İşgalci, silahlı direnişçiler karşısında köşeye sıkışınca silahsız, savunmasız insanları topluca katletmek suretiyle hem intikam alıyor; hem de direnişçilere mesaj veriyor; “Siz bizim askerlerimizi yok etmeye kalkarsanız biz sizin tüm halkınızı yok etmekten çekinmeyiz” diye. İşte Afganistan’da ve Filistin’de böylesine vahşi bir zihniyetle savaşılıyor.

Ahmet Varol - Vakit
www.vahdet.com.tr

18 Şubat 2010 14:34
Bebeğini Köprüden Attı!
ABD'nin New Jersey eyaletinde bir baba bebeğini köprüden nehre attı. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Şemseddin Abdurrahim adlı 21 yaşındaki adam, boşanma sürecinde olduğu eşi mahkemedeyken, eşinin annesinin evine gitti ve zor kullanarak bebeğini anneannesinden aldı.

Anneannenin şikayeti üzerine olaydan dört saat sonra yakalanan zanlı, polise bebeğini nehre attığını itiraf etti ve tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderildi.
aktifhaber

21 Şubat 2010
İslam'ın Tarihine Bile Düşmanlar!
İsviçre'nin minare yasağını destekleyen Nicolas Sarkozy hükümeti şimdi de İslam'ın “Altın Çağı” olarak adlandırılan 11 ve 12'nci yüzyılı kitaplardan sildi... t

Fransa'da daha önceki icraatlarında İslam karşıtı bir tutum takınan, İsviçre'nin minare yasağını destekleyen Nicolas Sarkozy hükümeti şimdi de İslam'ın “Altın Çağı” olarak adlandırılan 11 ve 12'nci yüzyıla taktı.

Eğitim Bakanlığı lise tarih kitaplarından İslam uygarlığının altın yıllarının anlatıldığı “12’nci yüzyılda Akdeniz: Uygarlıkların buluşma noktası” bölümünün yerine “Ortaçağ Hristiyanlığında köy hayatı” konusunun koyulacağını söyledi.

Fransız liselerinde okutulan tarih kitaplarında bugüne kadar 12’nci yüzyılda Avrupa’da etkin olan İslam uygarlığı detaylarıyla anlatılıyor ve Avrupa’nın farklı kültürlerle ilişkisi üzerinde duruluyordu. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı, tarih derslerinde gelecek yıldan itibaren Endülüs’ün, İslam medeniyetinin, bilim ve sanat dünyasının anlatıldığı “12nci yüzyılda Akdeniz: Uygarlıkların Buluşma Noktası” adlı bölümün yerine, “Ortaçağ Hristiyanlığında köy hayatı” isimli bölümün kitaplara konulması kararını verdi.

“Constantinople’den İstanbul’a”
Yani çocukların Avrupa’da Rönesans’in temellerini atan ve özellikle İspanya’da uzun süre etkili olan İslam uygarlığıyla ilgili (Altın Çağ) bilgilenmeleri engellenecek. Eğitim Bakanlığı yetkilileri Rue89 sitesinde çıkan haberin ardından kitapların henüz hazırlık aşamasında olduğunu ve hiçbir şeyin kesinleşmediğini söyledi. Yetkililer kitaplarda “Constantinapole’den İstanbul’a” başlıklı bir bölüm olduğunu ve farklı uygarlıkların öneminin burada anlatılacağını savundu. Ancak ders programına göre bu bölüme derslerde yalnızca 1 saat ayrılıyor. Yeni kitapların kullanımı eylül ayında başlayacak.
aktifhaber

Müslüman Katilleri 18 ay'da Serbest!
28 Temmuz 2010, 10:29Anadolu Haber
İngiltere'de geçen yıl, sırf zevk için yaşlı bir Müslüman adamı öldüren katillier 18 ayda serbest kalacak.

İngiltere’de mahkeme, geçen yıl, sırf zevk için yaşlılara saldıran bir çetenin kurbanı olan Ekram Haque’ın (67) katilleri 18 ayda serbest kalacak şekide karar verdi.
Haque, torununun gözü önünde dövülmüş ve bir hafta sonra hastanede ölmüştü. Mahkeme yaşlı adamın dayak nedeniyle değil, olay sırasında düşüp başını çarptığı için öldüğüne karar verdi. Yaşlı adamı cami çıkışında döven iki saldırgan bu sayede kısaltılmış hapis cezaları aldı.

size=24]Amerika katliamlarına Pakistan’da ara vermedi[/size]
16 AĞUSTOS 2010

ABD, 21. Yüzyılın en büyük doğal felaketiyle boğuşan Pakistan'ı füzelerle vurdu.

Pakistan'ın, kuzey batıdaki Veziristan bölgesine ABD'nin insansız uçağı ile düzenlenen saldırıda en az 12 kişinin öldüğü bildirildi. Pakistan televizyonlarının bölgedeki güvenlik kaynaklarına dayanarak verdiği habere göre, Afganistan sınırı yakınlarındaki Miranşah bölgesinin 20 kilometre doğusunda bir eve düzenlenen füze saldırısında ilk belirlemelere göre 12 kişi öldü. Saldırı nedeniyle halk arasında korku ve panik yaşandığı, ölenlerin arasında kadın ve çocukların da bulunduğu kaydedildi.

Dawn News televizyonuna telefon ile bağlanan bir köylü, saldırının teravih namazı sırasında olduğunu söyledi. Bir güvenlik görevlisi de ölü sayısının artabileceğini belirtti.

ABD'nin insansız uçaklarının, 2008 yılından beri Pakistan topraklarında düzenlediği 110 saldırıda 1000'den fazla kişinin öldüğü ifade ediliyor. Kuzey Veziristan'ın Miranşah bölgesi Taliban ve El-kaide gerillalarının Pakistan topraklarındaki önemli merkezlerinden biri olarak tanımlanıyor. Millî Gazete

Müslüman Mezarlığına Saldırı

24 Eylül 2010
Fransa'nın doğusundaki Strasbourg kentinde bir Müslüman mezarlığı saldırıya uğradı.
Strasbourg'un Meinau banliyösündeki Müslümanlara ait yaklaşık 30 mezar taşı, kimliği belirlenemeyen saldırganlar tarafında tahrip edildi. Üç mezar taşının üzerine de Nazi sembolü gamalı haç çizildi.
Yılbaşından bu yana yine aynı kentte Müslüman mezarlıklarına 3 kez daha saldırı düzenlenmişti. aktifhaber

ABD'den Korkunç Deney İtirafı
03 Ekim 2010

ABD yönetimi, 1940’lı yıllarda Guatemala’da yapılan penisilin deneyleri sırasında, tutuklular ile akıl hastalarına bilinçli olarak frengi ve belsoğukluğu hastalıklarını bulaştırdığı için özür diledi.
ABD yönetimi, 1940’lı yıllarda Guatemala’da yapılan penisilin deneyleri sırasında, tutuklular ile akıl hastalarına bilinçli olarak frengi ve belsoğukluğu hastalıklarını bulaştırdığı için özür diledi.

Skandal, ABD’deki Wellesley Üniversitesi’nden tarihçi Profesör Susan Reverby’ın, 1932-1972 yılları arasında Alabama’da yapılan etik dışı deneylerin başındaki Dr. John Cutler’ın arşivlerini derlerken ortaya çıkardığı belgelerle gün ışığına çıktı. Belgelere göre, 1940’lı yıllarda Amerikalı bilimadamları penisilinin frengiyi tedavi edip etmediğini gözlemleyebilmek adına Guatemala’da gerçekleştirdikleri deneylerde 696 akıl hastası ve mahkûma, bilgileri ve izinleri olmadan frengi bulaştırdı. Hatta hapishanedeki mahkûmlar arasında hastalığın daha çok yayılabilmesi için, hastaneye giden fahişelere de frengi ve belsoğukluğu mikrobu enjekte edildi.

“Denek”lerden kendilerine bulaştırılan hastalıkları saklanırken, daha sonra bu insanlardan kaçının penisilin tedavisine cevap verdiği ve hastalık bulaştırılan kaç kişinin tedavi edildiği tam olarak bilinmiyor. Yalnızca, tedavi uygulananlardan 3’te 2’sinin iyileştiği biliniyor.

Bu sağlık skandalının ortaya çıkmasının ardından ABD Başkanı Barack Obama, Guatemala Devlet Başkanı Alvaro Colom’u arayarak, “derin bir pişmanlık” duyduğunu ve “tüm etkilenenlerden özür dilediğini” söyledi. Daha sonra kamuoyuna bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Sağlık Bakanı Kathleen Sebelius, gerçekleştirilen bu deneylerin “etik olmadığını” belirterek Guatemala’dan özür dilediler.

‘Hükümet biliyordu’

İngiliz haber kanalı BBC’ye konuşan Guatemala Devlet Başkanı Colom ise, olayı bir “insanlık suçu” olarak nitelendirdi. Colom, “Benzer olaylar dünyanın bir çok ülkesinde yaşandı, fakat tabii ki Guatemala Başkanı olarak, ben bu olayın bu topraklar üzerinde yaşanmamış olmasını ümit ederdim” dedi.

Öte yandan Profesör Susan Reverby, fonunu Amerika Ulusal Sağlık Kurumu’nun sağladığı deneylerden zamanın Guatemala hükümetinin de haberi olduğunu söyledi.

Amerikalı yetkililer, Guatemala’ya bir tazminat ödenip ödenmeyeceği konusunda ise net bir açıklama yapmadı. Yetkililer, konuyla ilgili araştırmalarının devam ettiğini ve eğer bu deneylere maruz kalanlardan halen hayatta kalan biri varsa, tazminat konusunda bir değerlendirme yapılacağını açıkladılar.

Deneyler sırasında Guatemalalılara bulaştırılan frengi, kalp rahatsızlıkları, körlük, ruh sağlığının bozulması gibi sonuçlara yol açabiliyor, hatta ölüme neden olabiliyor.

Guatemala Devlet Başkanı Colom, Obama ile telefonda görüştü.

Siyahi işçileri de denek yapmışlardı

Guatemala’da yaşanan bu sağlık skandalı Amerika’nın ilk vukuatı değil. 1932 ile 1972 yılları arasında, Amerika’nın Alabama eyaletinin, Tuskegee kasabasındaki 400 kadar frengi hastası siyahi çiftlik işçisine, tedavi uygulanmayıp düzenli olarak kanları alınarak hastalığın doğal ilerleme süreci gözlemlendi. Amerika Halk Sağlık Merkezi, frengi hastası siyahilere kanlarında zararlı bir madde olduğu ve bunu tedavi edeceklerini söyledi, ama hastalar tedavi edilmeye çalışılmazken, kendilerinden hastalıklarının ne olduğu da gizlendi.

1950’li yıllarda, frengiyi tedavi ettiği bilinen penisilinin Yaygın olarak kullanılmaya başlanmasına rağmen, hastalar tedavi edilmeyerek, hastalık sürecinin takibine devam edildi ve 100 kadar “denek” hayatını kaybetti. Birçoğu da hastalığı eşlerine ve Yenidoğan çocuklarına bulaştırdı. Alabama’da yapılan çalışmalar, sadece zencileri kapsadığı, hastalardan frengi oldukları gizlendiği ve 1950’li yıllarda hastalığın tedavisi bulunduğu halde deneylere devam edildiği gerekçeleriyle eleştirilmişti. Bill Clinton, ABD Başkanlığı döneminde ortaya çıkan skandallardan ötürü, Alabamalılardan özür dilemişti.
aktifhaber

Cameron'dan Tarihi İtiraf: "Bugün dünyada yaşanmakta olan birçok sorunun sorumlusu İngiltere'dir"
06.04.2011

İngiltere'nin Başbakanı David Cameron'dan ilginç bir itiraf geldi.

İngiltere Başbakanı David Cameron, bugün dünyada yaşanmakta olan birçok sorunun arkasında İngiltere’nin yattığını söyledi.

Daily Telegraph’ın haberine göre, resmi bir ziyaret için Pakistan’da bulunan Cameron, Pakistan’la Hindistan’ın iki kez savaşmasına yol açan ve halen de iki ülke arasındaki başlıca çatışma konusu olan Keşmir sorununun altında İngiltere’nin yattığını belirtti.

Cameron, Londra’nın Keşmir sorununun çözümünde nasıl bir katkı sağlayabileceği yolundaki bir soru üzerine, "İngiltere’nin bu konuda öncü rol oynamasını istemiyorum. Çünkü dünyadaki birçok sorunda olduğu gibi bu sorunun yaratılmasında da başlıca sorumlu biziz" dedi. TRT


En son Ekim tarafından Pzr Şub 21, 2010 8:02 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Eyl 17, 2009 3:50 am    Mesaj konusu: Dr. Afiye Sıddiki'ye Özgürlük! Alıntıyla Cevap Gönder

Dr. Afiye Sıddiki'ye Özgürlük!
29 Eylül 2010
Anadolu Haber

Amerika'da 86 yıl hepis cezasına çarptırılan Pakistanlı Afiye Sıddıki'nin serbest bırakılması için Mazlumder ABD elçiliği önündeydi.

11 Eylül Saldırıları sonrasında ailesiyle görüşmek için gittiği Pakistan’da kaçırılan, Pakistan ve ABD istihbarat örgütlerince işkence edilen Afiye SIDDIKİ Manhattan'daki ABD Bölge Mahkemesi'nde görülen davada 86 yıl hapse mahkum edildi.

38 Yaşındaki tıp doktoru Afiye Sıddiki''nin serbest bırakılması için MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk ÜNSAL, MAZLUMDER Üye ve gönüllülerinin katılımı ile ABD Elçiliğinde bir açıklama yapıldı.

Açıklamayı MAZLUMDER Genel Merkezi adına Ankara Şube Başkanı Üstün BOL okudu.

Basın Açıklaması Metni:

DR. AFİYE SIDDIKİ’nin Şahsında Pakistan ve ABD Hukuku Katlediyor!

Doktor Afiye SIDDIKİ, diğer adıyla 650 numaralı mahkum geçtiğimiz günlerde Manhattan'daki ABD Bölge Mahkemesi'nde görülen davada 86 yıl hapse mahkûm edildi.

38 Yaşındaki Afiye SIDDIKİ'nin mahkûmiyet gerekçesinde ele geçirdiği bir tüfekle ''Amerikalılara ölüm'' diye bağırdıktan sonra Amerikalı yetkilileri vurmaya çalıştığı belirtilmektedir. Amerikan askerlerinin ifadelerine dayanarak ve herhangi bir somut delile dayanmadan verilen bu karar hukuk tarihine benzerlerini sıklıkla gördüğümüz bir“Amerikan komedisi” olarak geçecektir.

Doktor Afiye SIDDIKİ, 2003 yılında ailesini ziyaret etmek için gittiği Pakistan’da kaybolmuş, kayıp olduğu bu süre içerisinde Pakistan istihbarat birimlerince işkence edilerek sorgulanmış, ardından da Amerikan istihbarat birimlerine servis edilmiştir.

Amerikan istihbarat servislerince gizli bir hapishanede 2008 yılına kadar işkence edilmiş, aynı hapishaneyi paylaşan başka bir mahkûmun hapishaneden kurtulduktan sonra anılarında Dr. SIDDIKİ’den bahsetmesi ile Amerika’ya başka bir cezaevine nakledilmiştir. Pakistan’da kaçırıldığı sırada yanında en büyüğü dört yaşında olan üç çocuğu da bulunan Dr. SIDDIKİ yıllarca işkence altında tutulduğu hapishanede akli dengesini kaybetmiştir.

Vatandaşı olduğu Pakistan devletinin SIDDIKİ’yi sahiplenmemesi, haklarını aramaması, ülkesine iade edilmesini talep etmemesi, Pakistan Dış İşleri Bakanlığının ümitsizliğe uğradığını ve hüzünlü olduğunu belirten açıklaması ve efendisiyle arasını bozmamak için yurttaşlarını feda etmesi Pakistan tarihine kirli bir leke olarak kazınacak, işbirlikçi yönetimlerin katillerle giriştiği bu dayanışma vicdanlarda karşılığını bulacaktır.

Uluslararası insan hakları örgütlerinin söz konusu batı olduğunda takındığı ikiyüzlü tavır da elbette kayıt altına alınmıştır.

Küresel Amerikan politikalarına kurban edilmeye çalışılan, akli dengesi bozulan, üç çocuk annesi olan Dr. SIDDIKİ’nin serbest bırakılmasını, kendisinin veya ailesinin seçeceği bağımsız bir ülkeye gidebilmesinin sağlanmasını istiyoruz.

Amerikan savcısının hiçbir somut delil bulunmamasına rağmen seksen altı yıllık cezayı az bulması ve SIDDIKİ'nin ömür boyu hapis cezasını hak eden soğukkanlı bir radikal olduğu şeklindeki beyanatlarını Amerikan barbarlığının ulaştığı noktayı göstermesi açısından kamuoyunun takdirine sunuyoruz.

MAZLUMDER Genel Merkezi

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İşe yaramazlık kabusu; Telecom intiharları

Yeni kapitalizmin insan tahribatını France Telecom'daki intiharlar üzerinden görebiliriz.
Günümüzün esnek ve parçalı iş dünyasında hızla aşağıya kayan insanların sığınağı intihar oluyor
Kısa vadeye odaklı kar gözeten ekonomik yapı insana uzun ve emniyetli bir yer açmıyor.

İnsan, üretim ve hayat bütünlüğünü ayrıştıran esnek istihdam ve belirsizlik son 18 ayda France Telecom'da 23 çalışanın intiharına neden oldu..
Avrupa'da işsizlik son yirmi altı yılın zirvesinde temmuz ayında %9.5'a, işsizlerin sayısı da 15 milyon 100 bine ulaştı. ABD'de ise işsizlik %9.7 olarak açıklandı, işsiz sayısı ise 14.9 milyon kişi.
Fransa'da temmuz ayında işsizlik oranı %9.6'dan %9.8'e çıktı.
2002 yılından beri çalışan sayısını azaltarak küçülme ve özelleştirilme kapsamında yeniden yapılandırılan France Telecom'dan 40 bin kişi işten çıkarıldı.

İş kaybetme korku ve baskısına dayanamayanlar arkadaşlarının gözleri önünde karnına bıçak saplayarak ya da Paris'teki France Telecom'un dördüncü katından atlayarak kendilerini öldürüyor.
Yeni kapitalizmin mağlupları, kaybedenleri olmak istemeyenler, kaygan iş hayatına da katlanamıyor

Avrupa ve ABD'de milyonlarca vasıflı insan 'işe yaramazlık' kabusuyla yaşıyor.
Fransa'daki bu salgın intiharlar Batı kapitalizminin girdiği krizle ilgili oluşan sosyal çöküntünün habercileri.
Kapitalist devletin işsizleri 'sosyal parazitler' olarak gören anlayışının farkında olanlar yeni bir başlangıç yapamayacağını biliyorlar.
Miatları dolan tüketim ürünlerinden bir farklarının kalmadığını da.
'İş', günümüzde karşılıklı güven, bağlılık ve sorumluluğu içermiyor
Dolayısıyla ahlaki referansların olmadığı bu' yeni iş tanımıyla' yeni kapitalizm de hareket ve esneklik kazanıyor
Bağımsızlığını, özerkliğini kaybetmiş, 'savunmasız emek' belirsizliğe teslim.
Liyakat, sadakat, tecrübe eski zaman değerleri olarak horlanıyor.
Deneyimlerin rehberliğini işaret ettiği zaman artık bugün değil.
Batı kapitalizminde sadece emekçiler değil orta sınıflar ve profesyoneller de büyük korku altındalar.
Daha ucuz, daha çok risk alabilen, daha kaygan iş gücünün her an yerlerine geçeceğinden haberdarlar.
İngiltere ve ABD'de esnek şirket yönetimi ve istihdamı tamamen 'yeni yeteneklere' göre uyarlanıyor.
Yani belirgin ve oturmuş bir yönetim anlayışı devri kapandı,
Nitekim kimsenin bir değere bağlanmasına izin verilmiyor, hızla hareket eden sadakatsizlik, kazanan oluyor.
Geçmişini terk edebilenler tercih ediliyor.
İş kaybetme kaygısının sosyal boyutunda ise kaybedilmiş öz saygı, işe yaramazlık duygusu, mutsuz aileler, iş yerinde amansız rekabet, toplumsal alanda güvensizlik yer alıyor.
Temmuz ayında Marsilya'da canına kıyan France Telecom çalışanı bıraktığı notta 'France Telecom'da çalıştığım için kendimi öldürüyorum, tek neden budur' demişti.
Sendikalar, France Telecom'u, çalışanlarına en çok baskı uygulayan ikinci şirket olarak niteliyor.
Zayıflayan iş ve toplumsal bağlarla insana biçilen rol bitiyor.

Akşam


Facebook intiharı!

İngiltere’nin güneybatısındaki Gloucester kentinde 15 yaşında bir kız öğrenci, Facebook sayfasında uğradığı hakaretlere dayanamayarak intihar etti

İSTANBUL - Deutsche Welle'nin haberine göre, anne ve babası, bir köprüden atlayarak yaşamına son veren “Holly'nin Facebook, Bebo ve MySpace gibi sosyal ağlara üye olduğunu, bu sitelerde yüz yüze kaldığı baskının üstesinden gelemediğini” açıkladı.

Arkadaşları, “bir grup kızın Holly Grogan'a Facebook sayfasında sürekli hakaret mesajları yazdığını, Holly'nin okulda da sık sık taciz edildiğini, bütün bunların sonucu olarak öz güveninin erezyona uğradığını” söylediler.

İngiltere'de geçen Ağustos ayında 18 yaşında bir genç, aynı okuldan tanıdığı bir kişiyi Facebook'ta ölümle tehdit ettiği gerekçesiyle üç ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Akşam

Caniler kediyi baştan aşağı bantlayıp sokağa attı
01:45 - Savunmasız ve zavallı bir kedi, Filedelfiya sokaklarında başından ayağına kadar bantlanmış şekilde bulundu. Gri kırçıllı dişi kedi çok güçlü bir yapıştırıcı bantla baştan aşağı bağlanmış şekilde çaresiz beklerken, civarda dolaşan bir kadın tarafından bulundu. Neye 26.09.2009 FİLEDELFİYA
netgazete

İngiltere'de 4 günde 2 Türk öldürüldü
07 Ekim 2009
İngiltere'nin başkenti Londra'da, 4 gün arayla 2 Türk genci öldürüldü. İngiliz televizyon kanalı SKY, 2 cinayetin birbiriyle ilgisi olduğuna dikkati çekerken, polis yetkililerinden henüz konuya ilişkin bir açıklama gelmedi.
Oktay Erbaşlı (23) isimli gencin cuma akşamı otomobiliyle trafik ışıklarında beklediği sırada kimliği belirlenemeyen motosikletli bir kişi tarafından öldürülmesinin ardından, pazartesi gecesi de Cem Düzgün (21) isimli genç silahla vuruldu. Düzgün, olayın ardından yakındaki hastaneden gelen sağlık görevlilerinin müdahalesine karşın kurtarılamadı.

Son 2 gündür İngiliz medyasında geniş yer bulan Erbaşlı'nın ölümü, ''Türk uyuşturucu mafyasının anlaşmazlığı'' olarak değerlendirilirken, karşıt sokak çetelerinden misilleme yapılacağı yönünde kaygı verici yorumlar da haberlerde yer aldı. Oktay Erbaşlı'nın öldürülmesinden 4 gün sonra, yine bir Türk gencinin öldürülmesi, Londra'daki Türk toplumu arasındaki kaygıyı da artırdı.

Erbaşlı, Türk bölgelerinden olan Tottenham'da, Cem Düzgün ise yine Türkler'in yoğun olarak yaşadığı bölgelerden biri olan Hackney'de silahla ateş edilerek öldürüldü.
haber7

Builgaristan'da 2 camiyi kundaklama girişimi
07 Ekim 2009 Bulgaristan'da Blagoevgrad ve Nikopol kentlerinde iki cami, kimliği tespit dilemeyen kişi veya kişilerce yakılmak istendi
Bulgaristan Başmüftülüğünden yapılan açıklamada, Blagoevgrad'daki camiye iki gün önce saldırı düzenlendiğini ve saldırganların çıkarttığı yangın sonucu caminin tavanının kısmen yandığı bildirildi.

Açıklamada, ülkenin kuzeyindeki Nikopol'deki caminin de dün gece yine kimliği belirlenemeyen kişi veya kişiler tarafından yakılmak istendiği belirtildi.

Başmüftülük, ülkede yaşayan Müslümanların kutsal saydığı değerlere karşı özellikle son dönemde taciz ve saldırıların arttığına dikkat çekerek, İçişleri Bakanlığının zaman kaybetmeden saldırganları yakalamasını istedi.

Başmüftülüğün açıklamasında, son bir yılda Bulgaristan'da cami ve Müslüman mezarlarına karşı toplam 110 saldırı yapıldığı belirtilerek, bazı belir
haber7

Müslüman mezarlığına ırkçı saldırı
[img]http://image.haber7.com/haber/haber7/photos/949020081208102635424.jpg [/img]
22 Ekim 2009 Fransa'nın kuzeybatısındaki Manche bölgesinde bulunan Montjoie-Saint-Martin kasabasındaki belediye mezarlığında, Müslümanlara ayrılan bölümde 8 mezar taşı tahrip edildi.
İkinci Dünya Savaşı'na Fransız ordusundaki birliklerde katılan 8 Faslıya ait olduğu belirtilen mezar taşlarının üzerine, ırkçı Nazi sembollerinin çizildiği bildirildi.
haber7

Fransa'yı karıştıran dava

27 Ekim 2009 Fransa'nın kuzeyindeki Roubaix kasabasında, 2007 yılı ağustos ayında evinin önünden kaçırdığı 5 yaşındaki Türk çocuğu Enis'e tecavüz eden sapık Francis Evrard (63), hakim karşısına çıktı. Duruşmada suçlamaları kabul eden Evrard, ilginç açıklamalar yaptı. Geçmişte tacize maruz kaldığı ortaya çıkan sapık, "Çocuklara neden bunu yaptığımı size gerçekten açıklayamam. İçimde bir şey beni buna yöneltiyor" dedi. Akşam gazetesinin haberine göre; küçük çocuğun ailesi, sapığın talebini ciddiye bile almadıklarını söyledi. İlki 1975 yılında olmak üzere üç kez çocuk tacizi ve tecavüzden hüküm giyen Evrard, son olarak 1989'da 27 yıl ceza almıştı. Ancak odasındaki çocuk resimlerine rağmen geçen temmuz ayında "iyi halden" salıverilmişti. netgazete

'300 BİN MÜSLÜMAN ÖLECEK'
28 Ekim 2009 09:32

Lahey’de yargılanan eski Sırp lider Karadziç’in gizlice banda alınan bir telefon konuşmasında, Saraybosna’da 300 bin Müslüman’ın yeryüzünden yok edileceği yolundaki sözleri savcı tarafından mahkemeye aktarıldı
Bosnalı Sırpların eski siyasi lideri Radovan Karadziç’in önceki gün Lahey’deki uluslararası mahkemede başlayan davasına dün devam edildi. Savaş suçu işlemekle suçlanan Karadziç, önceki gün gibi dünkü duruşmaya da gelmedi. 1991-1995 Bosna Savaşı’nda Karadziç’in etnik temizlik yapanların “baş komutanı” olduğunu belirten Savcı Alan Tieger, duruşmada Boşnak katliamıyla ilgili gizlice kaydedilen, tüyleri ürperten konuşmaları dinletti.

Savcı Tiger, 1991’da kaydedilen telefon konuşmasında Karadziç, şu korkunç ifadeleri kullanıyor: “Şunu bilmeliler ki, orada Saraybosna çevresinde 20 bin silahlı Sırp var... Burası 300 bin Müslüman’ın öleceği bir karakazan olacak. Onlar kaybolacaklardır. Onlar yeryüzünden kaybolacaklardır.”

Savcı Tiger, Bosna Sırp Parlamentosu’nda ise Karadziç’in, Zepa ve Srebrenitsa’nın yeniden ele geçirilmesi için emri imzalarken, “Artık zamanı geldi” dediğini aktarıyor. 1991 Ekim’inde ise neler planlandığı konusuyla ilgili olarak da Karadziç’in, Avrupa’ya kendini .... etsin ve iş bitene kadar geri dönmesin” şeklindeki çirkin sözlerini de mahkemeye dinleten Savcı Tiger, binlerce Müslüman’ın katili diye nitelediği Radovan Karadziç’in etnik temizliğin sorumlusu olduğunu kaydetti. BM mahkemesi, Karadziç’in 1 Temmuz 1991 ile 30 Kasım 1995 arasında Bosna-Hersek’in çeşitli kesimlerinde denetimini genişletmek üzere terör ve etnik temizlik taktikleri kullandığını belirtiyor. Bosnalı Sırp güçleri 1 Nisan 1992’den 30 Kasım 1995’e kadar 44 ay Saraybosna’yı kuşatmış, 11-18 Temmuz 1995’te de Srebrenitsa’da binlerce yetişkin ve genç erkeği katlederek soykırım yapmıştı.

Müebbet cezası alabilir

1996’da kamuoyunun gözü önünden kaybolan Karadziç’in, 2003’te akrabalarınınkiler dahil mal varlıkları, hesapları dondurulmuştu. Yıllarca savaş suçlusu olarak aranan Karadziç, “Dragan Dabiç” takma adıyla yaşarken 21 Temmuz 2008’de Belgrad’da yakalanarak, savaş suçları mahkemesinde yargılanmak üzere Lahey’e götürülmüştü.

Hakkındaki suçlamaları reddeden 64 yaşındaki Karadziç’in davasının iki yıl sürmesi bekleniyor. Eski Sırp lider, suçlu bulunursa müebbet hapisle cezalandırılacak.

‘Zamanı geldi’

Radovan Karadziç’in Bosna Sırp parlamento-sunda da Srebrenitsa ve Zepa’yı yeniden ele geçirmek için verdiği emri imzalarken, “Artık zamanı geldi” dediği ortaya çıktı.

Milliyet

ABD’de şeriat isteyen imama FBI yargısız infaz yaptı30 Ekim 2009
ABD’nin Michigan Eyaleti’nde şehid edilen imam Lokman Emin Abddullah için, FBI ajanlarıyla çatışmaya girdiği öne sürüldü.

FBI ajanları, imam Lokman Emin Abdullah’ı tutuklamak için Dearborn’daki bir depoya gitti. İmam Abdullah, teslim olmayı reddetti ve FBI ajanları tarafından vuruldu.

Mahkemeye sunulan belgelerde, imam olan Abdullah’ın ABD’de İslam devleti kurmak isteyen Sünni radikal bir grubun başı olduğu belirtiliyor. FBI görevlisi Gary Leone, Abdullah’ın düzenli olarak devlete ve güvenlik güçlerine karşı vaaz verdiğini söyledi. Söz konusu grubun çoğunun siyah olduğu ve Amerikan hapishanelerinde İslam dinine geçtiklerini kaydetti.

haber101

30 Ekim 2009 16:11
Sokak Ortasında İnfaz!
Gün ortasında yaşanan mafya hesaplaşması tüyleri ürpertti. Polis, Mayıs'ta işlenen cinayetin zanlısını bulamayınca görüntüleri yaymaya karar verdi.

İtalya'da mafyanın hesaplaşması gün ortasında sokağa taşınınca ortaya tüyler ürpertici görüntüler çıktı. Bir tetikçi bardan çıkardığı adamı gündüz vakti kaldırıma yatırarak üç el ateş etti. Sonra da gayet soğukkanlı bir şekilde arkasını dönüp gitti. Görüntüler ise güvenlik kameralarına takıldı.

Ölen adam 53 yaşındaki Mariano Bacio olarak teşhis edildi. İddiaya göre Bacio'nun rakip çetenin bölgesinde uyuşturucu satan başka bir çeteyle ilişkisi varmış.

Cinayet aslında Mayıs ayında işlenmiş. Fakat polis kamera görüntülerine rağmen katili yakalayamayınca çareyi görüntüleri yayınlamakta bulmuş.

Mafya karşıtı büro, "Videoyu mümkün olduğu kadar geniş bir kesime yaymaya karar verdik. Katil ile ilgili bize bilgi sağlayabilecek herkese ulaşmaya çalışıyoruz" açıklamasını yaptı.

İtalya'daki mafyalarla ilgili Gomorrah kitabında Camorra çetesini ifşa eden araştırmacı gazeteci Roberto Saviano ise "Bir şehir savaştaysa, insanlar etraflarında olup bitenlere dikkat etmiyor. Bu video İtalya'nın bazı bölgelerinde hayatın yaşamaya değer olmadğını gösteriyor" yorumunu yaptı.

aktifhaber

Tecavüzcünün evinden 6 ceset çıktı
31 Ekim 2009 ABD'nin Ohio eyaletinde tecavüzden hüküm giymiş bir kişiyi tutuklamak için zanlının evine baskın düzenleyen polis, evde yaptığı aramada zanlı yerine 6 ceset buldu.
ABD'de tecavüzden hüküm giymiş Anthony Sowell'in evinde 6 kişinin cesedinin bulunduğu bildirildi.

Polis yetkilisi Thomas Stacho, polisin yeni tecavüz suçlamaları nedeniyle Sowell'ı Ohio eyaletindeki evinde tutuklamaya gittiğini, ancak sanığın kaçtığını belirterek, evde yapılan aramada 6 kişinin cesedinin bulunduğunu söyledi.

Stacho, 15 yıl hapis yattıktan sonra tahliye edilen Sowell'in Ohio'nun Cleveland kentinin doğu yakasında gezerken polisler tarafından yakalandıktan sonra sorguya alındığını ifade etti.

Stacho, Sowell'ın başlangıçta yetkililere aranan kişi olmadığını söylediğini, ancak görevlilerin parmak izi kontrolüne başlaması üzerine kimliğini itiraf ettiğini kaydetti.

Cuyahoga bölgesi yetkilisi Frank Miller, önceki gün bulunan ilk 3 cesetten ikisinin siyah kadınlara ait olduğunu, üçüncü cesedin cinsiyetinin belirlenemediğini kaydetti.

haber7

Bilimadamlarını endişelendiren vaka
31 Ekim 2009 Domuz gribinden 4 kişinin hayatını kaybettiği Almanya'da domuz gribinden 48 yaşında bir kadın daha yaşamını yitirdi. Sözkonusu kişide domuz gribinin belirtilerine rastlanmaması, endişelere yolaçtı.
Almanya'da domuz gribinden ölen son hastanın Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti'nde Rhein-Sieg bölgesinden olduğu açıklandı. Bonn Üniversite Kliniği yetkilileri, 48 yaşındaki kadında hastalığın belirtilerine rastlanmadığını açıkladı. Yetkililer kadının virüsü nereden kaptığının da bilinmediğini belirtti.

Augsburg'dan da ölüm haberi geldi

Bu arada Almanya'nın güneyindeki Augsburg kentinde bir kişinin daha domuz gribinden öldüğü iddia edildi. Gazetelerde yer alan bu iddia yetkililerce doğrulanmadı. Augburger Allgemeine gazetesine demeç veren klinik sözcüsü, ölüm haberini doğruladı ancak hastanın domuz gribinden ölüp ölmediği konusunda açıklama yapmadı. 16 yaşındaki gencin bedensel engelli olduğu kaydedildi. Robert Koch Enstitüsü, hastalıktan son günlerde iki kişinin yaşamını yitirdiğini, böylece domuz gribinden ölenlerin toplam sayısının beşe yükseldiğini ifade etti.

Bonn'daki hastanın yanı sıra dün Saar eyaletinde de beş yaşında bir çocuk hayatını yitirdi. Kohlhof Çocuk Kliniği'nde tedavi gören çocuğa domuz gribi teşhisinin konulduğu ancak ölüm sebebinin zatürre olduğu belirtildi.

Grip daha da yayılacak

Bonn'daki Üniversite Kliniği'nin yetkilisi Martin Exner Almanya'ya domuz gribinin önümüzdeki günlerde daha da yayılacağı uyarısında bulundu. Exner havaların soğumasıyla hastaların sayısının artacağını belirtti. Robert Koch Enstitüsü ise vatandaşlara domuz gribi aşısı olma çağrısında bulundu. Enstitü yetkilileri, hastalığın hızla yayılabileceğini kaydederek, vatandaşlardan temizlik kurallarına mutlaka dikkat etmesini ve aşı olmasını istedi.

Almanya'nın sesi

02 Kasım 2009 11:43
ABD Özgürlük Götürecekti!
Irak'ta, ekim ayında meydana gelen şiddet olaylarında 343 sivil hayatını kaybederken, 2003'ten bu yana toplam sivil can kaybı sayısı da 100 bine yaklaştı.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerABD Askeri Arkadaşlarını VurduIrak'ta ABD Helikopterinden SaldırıABD Saldırganları Serbest BıraktıIrak'tan Çekiliş İçin Türkiye İle GörüşüyorAmaç İslamı Ortadan Kaldırmaktı


Güvenlik kaynaklarına göre, ABD'nin 2003'te başlattığı Irak savaşından bu yana en düşük can kaybı eylül ayında meydana gelmiş, 125 sivil yaşamını yitirmişti. Geçen aysa bu sayı hızlı bir artış gösterip 343'e yükseldi. Bu can kayıplarının yarısı, 25 Ekimde Adalet Bakanlığı ile diğer kamu binalarına düzenlenen saldırılarda meydana geldi.

Irak'taki can kayıplarını veren "www.iraqbodycount.org" sitesine göreyse Amerikan güçlerinin Saddam Hüseyin'i devirdiği son 6 yılda Irak'taki toplam sivil kayıp sayısı 100 bine yaklaştı.

Bu arada ekim ayında hayatını kaybeden Amerikan askeri sayısı 2 oldu.
aqktifhaber

Alman oyuncu anne ve kızına tecavüz etmiş
05 Kasım 2009 Alman oyuncu Sebastian Münster, 8 yıl önce bir kıza ve annesine tecavüz ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
Bild gazetesinde çıkan habere göre Münster, tecavüz etmek, adam yaralamak, soygun, kişileri zorla alıkoymak ve uyuşturucuya karşı mücadele yasasını ihlal etmekle suçlanıyor.

Münster'in 27 Aralık 2001 tarihinde bir diskotekte 18 yaşındaki bir kızın cüzdanını ve evinin anahtarlarını çaldığı, 50 yaşındaki annesiyle birlikte yaşayan kızın evine gittiği, burada başına kayak maskesi geçirerek kızı ve annesini bağladığı, önce bıçakla kendilerini tehdit ederek para istediği, daha sonra da onlara tecavüz ettiği iddia ediliyor.

Bağladığı kızın iplerinden kurtulması üzerine Münster'in evden kaçtığı, kaçarken de ayakkabılarını ve aldığı parayı olay yerinde bıraktığı belirtilen haberde, bu olayın 8 yıl boyunca çözülemediğini, ancak bu yılın mayıs ayında uyuşturucu alan Münster'in Bonn kentinde bir hayat kadınına saldırması sonucunda olayın aydınlatıldığı ifade edildi.

Son olaydan sonra gözaltına alınan Münster'den DNA örneği alındığı ve bu örneğin 8 yıl önceki olayda olay yerinde bulunan DNA izleriyle örtüştüğü kaydedildi.

Çeşitli televizyon filmlerinde Anke Engelke ve Sky du Mont ile birlikte rol alan Münster'in, çalıştığı Wiesbaden Hessen Devlet Tiyatrosunda yakalandığı bildirildi.
aktifhaber

50 BM askerine cinsel tacizden ceza
05 Kasım 2009 Birleşmiş Milletler, son 3 yılda en az 50 mavi berelinin, BM barış gücü görevleri sırasında cinsel taciz suçu işlemekten cezalandırıldığını açıkladı.
BM, kendi ülkelerince bu kişilere askeri rütbe indiriminden 8 aya kadar hapis cezaları verildiğini belirtti.

Veriler, çatışma bölgelerinde tecavüz ve diğer taciz suçlarını işleyenlere hükümetlerin verdiği cezalarla ilgili medyanın bilgi istemesi üzerine açıklandı.

aktifhaber

Sapığın bahçesinde 11 kadın cesedi
14.11.2009
ABD'nin Ohio eyaleti Cleveland kentindeki bir ev, 1953'te İngiltere'de ortaya çıkan eski savaş gazisi askerin cinayetlerini hatırlatıyor.

Federal Soruşturma Bürosu FBI'ın ajanlarının ortaya çıkardığına göre, Cleveland'daki evin sahibi eski deniz piyadesi Anthony Sowell'ın (50) 2 gün önce belirlendiği gibi 6 kadını değil, 11 zenci kadını tuzağına düşürerek öldürdüğü belirlendi.

Kadınların cesetleri evin bahçesine gömülmüş durumda bulundu. 10 maktulün kimlikleri de belli oldu. Kadınların yalnız ve genellikle umutsuz görünen kişiler oldukları ve içkiyle aldatılarak boğuldukları anlaşıldı.

6 milyon dolar kefalet senedi belirlenen Sowell, Jaqonya'da da görev almış eski bir deniz piyadesi askeri.

FBI, emekli ''sapık'' askerin evinde ve bahçesinde röntgen cihazı ve termal arama aygıtıyla turuncu işaretlenmiş yerlerde arama yaptı.

1953-RILLINGTON

İngiltere'de 1953'te başkent Londra'nın Rillington Caddesi 10 numaralı evde ortaya çıkarılan cinayetler, Cleveland'dakine benziyor. Burada, 1. Dünya Savaşı'nda askerliğinden sonra sonra katıldığı 2. Dünya Savaşı'nda anestezi uzmanı çavuş olarak görev yapan John Reginald Halliday Christie, 8 kadını bayıltarak öldürdü. 1898 doğumlu Christie, 8 kadını aldatarak evinde öldürmüş ve onları evinin duvarlarına gömmüştü. Nekrofil (ölüseven) John Christie'yi İngiliz aktörü ve yönetmeni Richard Attenborough 1971'de oynadı. Filmde büyük İngiliz aktör John Hurt, katil Christie'nin yalan ifadesiyle suçsuz yere idam edilen, Galli delikanlı Timothy Evans'ı oynadı. Anestezi uzmanı katil Christie de 1953'de idam edildi.

sabah

Afrika'yı Batı'nın hırsları bitirdi

18 Kasım 2009, 02:04 Anadolu Haber

Afrika'daki açlığın temelinde Batılıların sömürgeci hırsları yatıyor

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un dünya kamuoyunun dikkatini dünyadaki 1 milyar aç insana çekmek için Roma'da yapılan Dünya Gıda Güvenliği zirvesi öncesinde 24 saat oruç tutması ve akabinde de yılda 6 milyon çocuğun açlıktan öldüğünü açıklaması, gözlerin dünyanın en fakir kıtası olan Afrika’ya çevrilmesine neden oldu. Bilindiği gibi Afrika’daki sorunların geçmişi sömürgeci Batı’nın Afrika’ya saldırdığı 15. yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. Batılı devletler, 150 milyondan fazla Afrikalıyı köleleştirirken, kıtanın yeraltı ve yerüstü kaynakları da büyük ölçüde sömürgeleştirmişlerdi.

AFRİKADAKİ AÇLIĞIN TEMELİNDE BATILI SÖMÜRGECİLER VAR

Yeryüzünün en verimli topraklarına sahip olan Afrikalıların bugün açlıkla imtihan edilmesinin altında Batılıların bitmek tükenmek bilmeyen sömürgeci hırsları yatıyor. Bir tarafta sömürgecilerin kışkırtmaları ve oyunları sonucunda en vahşi silahlara milyarlarca dolar ayıran Afrikalı devletler ve diğer tarafta ise hayatta kalacak kadar yiyecek bulamadığı için çocukların açlıktan öldüğü Afrika. 15. yüzyılda Portekizli denizcilerin kıtaya ayak basmaları ile Batılıların eline düşen Afrika, türlü oyunlarla sömürgecilerinin ellerinde oyuncak oldu. Batılı sömürgeciler ele geçirdikleri bu zengin ülkeyi daha kolay yönetebilmek için daima azınlıkları ve muhalefetleri desteklediler ve insanlık tarihinin en büyük zulümlerini yaparak büyük soykırımlar yaptılar. Birçok Afrika ülkesinin sınırları, sömürgeci devletler tarafından masa başında cetvelle çizildi. Sömürgecilerin bu zengin kıtayı daha rahat bir şekilde sömürmek için tercih ettikleri bu yol bile Afrika’da yıllarca süren iç çatışmalara ve sınır savaşlarına sebep olarak Afrika'daki açlığı ve yoksulluğu artırdı.

AFRİKA NE DURUMDA?

BM Tarım ve Gıda Örgütü tarafından hazırlanan rapora göre, dünyada 852 milyon kişi kronik açlık sorunu ile karşı karşıya bulunuyor. Her yıl altı milyon çocuk açlık nedeniyle hayatını kaybediyor. Dünyanın en fakir kıtası olan Afrika’da ise 40 milyonun üzerinde kişi kronik açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Bugün her üç Afrikalıdan biri yetersiz besleniyor. Nüfusun yarısı günde bir dolardan daha az bir gelirle hayatını devam ettiriyor. Kötü beslenme ve açlık Afrika’nın artık kronik problemleri arasında yer alıyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün verdiği bilgilere göre her yıl Sahra-altı Afrika’daki nüfusun %50’si açlık problemi ile karşı karşıya kalıyor. Örgüt’ün açıklamasına göre 2001 yılında acil gıda yardımına ihtiyaç duyan 18 Afrika ülkesi mevcut iken bugün bu sayı 23’e çıkmış bulunuyor.

SÖMÜRGECİLER AFRİKA TARIMINI BİTİRDİLER

Son günlerde Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar (GDO) ile gündemimize yeniden giren tarım, Afrika için ise çok daha büyük bir problem. Çünkü sömürgeciler tarafından uygulanan tarım politikaları halkın hem arazilerini kaybetmesine, hem de verimli toprakların yok olmasına neden oldu. Bu problemin uzantısı olan yeni sorunlar Afrika kıtasını sefalete sürükledi. Batılıların son olarak Sudan’da görüldüğü gibi özellikle kışkırttığı kabileler arası mücadeleler, iç savaşlar ve silahlı çatışmalara kötü yönetimler de eklenince Afrika, açlık problemi ile tek başına baş edemez duruma geldi. Afrika’daki iç savaşlar, çatışmalar, mültecilik, iç göç kargaşaları, kuraklık, sel, kasırga gibi doğal afetler ya da gıda ithal etmek için yeterli fonun bulunamaması açlığın temel nedenlerini oluşturuyor.

MİSYONERLER, AFRİKA’DAKİ AÇLIĞI SİLAH OLARAK KULLANIYORLAR

Diğer taraftan Batı emperyalizminin mızrak ucu olan Misyonerlik çalışmaları da Afrika’nın bugün aç kalmasının nedenlerinden biri olarak görülüyor. Her yıl milyarlarca dolar parayı Afrika'yı Hıristiyanlaştırmak için harcayan Batılılar İslam ile tanışmayan ve yerel dinlere sahip olan Afrikalılar arasında tahrif edilmiş dinlerini hızla yaydılar. Göz alıcı maddi imkânlardan faydalanmak isteyen Afrikalılar ise bu ahlaksız saldırıya karşı duramadılar. 1900'lü yıllarında başlarında Afrika'nın nüfusunun sadece %7'si Hıristiyanken 100 yıl içerisinde bu rakam inanılmaz bir artışla %55'lere kadar geldi. Papua Yeni Gine gibi ülkelerde ise bu rakam %1'lerden %95'lere kadar çıktı. Papalar hemen her fırsatta Afrika'yı ziyaret ediyor ve tüm misyonerlik çalışmalarına destek veriyorlar. Diğer taraftan Afrika'da dinlerini yaymak isteyen Misyonerler şekilden şekle de giriyorlar. Bu amaçla çok evliliğe dahi izin veren Misyonerler, İslam'ı da kendilerince kullanıyorlar. Müslümanların güçlü olduğu bazı bölgelerde kiliselere hilal logoları asıyor ve minareye benzer detayları kullanıyorlar. Bu misyoner örgütleri Afrika’nın yeniden ayağa kalmasına zerre kadar yatırım yapmazken Misyonerlik çalışmalarının devamı için her türlü fedakârlığı yapmaya devam ediyorlar.

AFRİKALI 184 MİLYON İNSANI RESMEN KÖLELEŞTİRDİLER

Yüzlerce yıl süren köleci uygulamalar da Afrika’nın bugün karşılaştığı açlığın nedenlerini açıklıyor. Köleliği sistemleştiren, ciddi ve sıradan bir ticaret haline getiren Batılıların çeşitli kaynaklara göre, sadece ABD`ye Afrika`dan getirdikleri tespit edilebilen köle sayısı 16. yüzyılda 125 bin, 17. yüzyılda 1 milyon 280 bin, 18. yüzyılda 6 milyon 265 bindi. Bu rakamlar köle ticaretinin ne kadar hızla geliştiğini ve bol kazançlı bir sektör hâline geldiğini gösteriyor. 1800 yılında ABD’nin iki eyaletindeki toplam köle sayısı 395 bin olarak kaydedilmişti. Araştırmacı Alain Coutte`un 18 Şubat 2006 tarihinde Paris`te düzenlenen konferansta açıkladığı rakamlar ibret verici. Araştırmacıya göre Atlantik hattında 15. ile 19. yüzyıllar arasında yapılan köle ticaretinden mağdur olan Afrikalı sayısı 60 ilâ 184 milyon arasında. Köle ticaretinde ülkelere göre pazar payı ise: İngiltere: 41,3 %, Portekiz: 29,3% Fransa : 19,2 %. Hollanda : 5,7% İspanya : 3,2% Danimarka : 1,2%

AFRİKA’YI KENDİ SAVAŞLARINDA SİLAH OLARAK KULLANDILAR

Batılı ülkeler Afrikayı sömürgeleştirdikten sonra Afrikalıları da köle olarak savaşlarda kullandı. Gazeteci Mustafa Yılmaz’ın verdiği bilgilere göre sadece Fransa Birinci Dünya Savaşı`nda 900 bin Afrikalının ölümüne sebep oldu. Aynı Fransa 1830 yılında Cezayir`i işgal etti. 132 yıllık işgalde yüz binlerce Müslüman katledildi. Sadece 1954-1962 yılları arasında şehit edilen Cezayirli sayısı 1.5 milyonu buldu. Yine bir başka Batı ülkesi İtalya`nın Libya`da 1911`den 1940`lı yıllara kadar uyguladığı imha operasyonları ve çölün ortasına kurduğu toplama kamplarında yüz binlerce Afrikalı Müslüman hayatını kaybetti. Aynı İtalya`nın sicilinde 200 bin Etiyopyalının kanı da var. I. Dünya Savaşı`nın ardından Ruanda yönetimi yenilen Almanlardan Belçikalılara verildi. Belçika`nın sömürgesi altındaki Ruanda ve Kongo`da 10 milyondan fazla insanı soykırıma uğradığı bilinmektedir. 1876`da Hindistan`da 25 milyon insanın ölümünden sorumlu olan İngiltere`nin de bir başka Afrika ülkesi Kenya`daki 1952 ayaklanmasını bir soykırımla bastırdığı da sicilinde yazılıdır. Tarihleri soykırımlarla dolu



PAPA: AVRUPA, AFRİKA’YI ÇÖPLÜĞE ÇEVİRDİ

Katolik Hıristiyan dünyasının lideri Papa 16. Benedict de Afrika’nın diktatörlükler, yolsuzluklar, açlık ve AIDS’le birlikte anılmasında Batı’nın rolü olduğunu itiraf etmişti. Papa, Afrika Katolik Kilisesi Piskoposlar Meclisi`nin açılışında yaptığı konuşmada, Avrupa`nın materyalizmi ve kötü ahlakının dünyanın en fakir kıtasını adeta `zehirli maddelerin çöplüğüne` çevirdiğini söylemişti. Papa, bu yılın başında ziyaret ettiği Afrika`yı, `akciğeri materyalizm ve dinsel tutuculuğun saldırısına uğramış bir bedene` benzetmişti.

“SÖMÜRGCİLİK BİTMEDİ, DEVAM EDİYOR”

16. Benedict, `Sözde birinci dünya ülkeleri kendi manevi çöküşüne yol açan bozulmuş ahlaki değerlerini şimdiye kadar başka kıtalara ihraç etti, başta da Afrika`ya. Bu anlamda, siyasi düzeyde biten sömürgecilik, gerçekte asla tamamen sona ermemiştir” demişti. Misyonerler vasıtasıyla Sömürgecilerin Afrika’yı ele geçirmesini sağlayan Papalığın en üst düzey liderinin bu itirafları anlamlı bulunmuştu. Libya lideri ve Afrika Birliği’nin dönem başkanı Muammer el Kaddafi de sömürgecilerin Afrika`ya verdikleri zararın artık tazmin edilmesi gerektiğini söylemiş ve “Afrika`da siyasal sorun yok, yalnızca açlık var. Afrika`nın kaynakları yağmalandı” demişti.



BATILILAR DÜNYAYI İSTİLA ETTİLER

Avrupa ülkelerinin sömürgeci uygulamalarına maruz kalmış bölgeler, bugün 3. dünya veya gelişmemiş olarak bilinen yerlerdir. Kaynakları sonuna kadar tüketilen bu bölgeler sömürgeciliğin görüntü olarak bitmesinden sonra ise bir türlü ayağa kalkamadılar. Diğer taraftan yazar David A. Stannard`ın `Amerika`nın Soykırım Tarihi` adlı kitabının sunum yazısında ise Sömürgecilerin başta Afrika olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında yaptıkları şöyle anlatılıyor; “Batılı devletler son 500 yıl içinde sadece Amerika`da 150 milyondan fazla insanı katlettiler; yüzlerce ırkı yok ettiler; kendilerine ait olmayan toprakları gasp ettiler. Tarihin hiçbir döneminde bununla kıyas edilebilecek ikinci bir katliam olmadı. Peki, Vietnam`da ve Irak`ta süregelen katliamların arkasındaki mantıkla, Kızılderililerin yok edilmesinin arkasındaki mantığın aynı olduğunu da duysanız gene de şaşırmaz mısınız? Bu soykırımı İspanyollar başlattı. Portekizliler, İngilizler ve Amerikalılar sürdürdü… Kuzey Amerika`da yerlilerin yüzde 95`i katledildi… Beyaz adamdan önce Amerika`da 90 milyon - 112 milyon arası insan vardı. Bu tarihlerde, Avrupa nüfusu 60 - 70 milyon, Afrika nüfusu 40 - 70 milyon arasındaydı. Beyaz adamın yaptığını anlamak için şöyle düşünebiliriz; bugün dünyada hiç Avrupalı ve hiç zenci olmasaydı ancak bu kadar büyük bir soykırım yapılmış olurdu.”

Vakit-MUSTAFA R. ÖZGÜR’ün haberi…
Bu haber

20 Kasım 2009 14:55
Şimdi De İnsan Yağı Ticareti
Kozmetik sektöründe tüyleri diken diken eden şüphe.. İnsanları öldüren ve cesetlerden elde ettikleri yağları karaborsada satan çete ortaya çıkarıldı.

Peru’da insanları öldüren ve cesetlerden elde ettikleri yağları kozmetik sektöründe kullanılması için karaborsada satan bir çete ortaya çıkarıldı.

YAĞ İÇİN İNSAN ÖLDÜRDÜLER

Peru’da adam kaçırmalarla ilgili emniyet birimi müdürü Albay Jorge Mejia, yakalanan 3 zanlının 5 kişiyi öldürdüklerini itiraf ettiklerini, ancak çetenin daha fazla cinayete karışmış olmasından şüphelendiklerini söyledi.

Mejia, zanlılardan ikisinin sıvı insan yağı dolu şişeler taşırken yakalandığını ve polise bunların piyasa değerinin galon başına 60 bin dolar (litresi 15 bin dolar) olduğunu söylediklerini aktardı.

LİTRESİ 15 BİN DOLAR

İnsan yağının Peru’nun başkenti Lima’da aracılara satıldığını belirten Mejia, polisin bunların daha sonra da Avrupa’daki kozmetik şirketlerine satıldığından şüphelendiğini, ancak bu yönde herhangi bir satış işlemi olduğunu teyit edemeyeceklerini kaydetti.

Mejia, polisin 4 ay kadar önce insan yağı satıldığına dair bir ipucunu değerlendirerek harekete geçtiğini ve çeteye sızdığını, daha sonra ede edilen örnekten bunun insan yağı olduğunun doğrulandığını söyledi.

ŞİŞE İÇİNDE 1 LİTRE İNSAN YAĞI

3 Kasım’da çete üyeleri Serapio Marcos Veramendi ve Enedina Estela’nın Lima’da bir otobüs durağında şişe içinde 1 litre insan yağıyla yakalandıklarını anlatan Meija, bu zanlıların verdikleri ifadelerin ardından 3 gün sonra diğer zanlı Segundo Castillejos’a ulaşıldığını anlattı.

Çetenin altı üyesinin aranmakta olduğunu kaydeden Mejia, bunlar arasında çetenin lideri Hilario Cudena’nın da bulunduğunu belirtti.

Polis, basın toplantısında gazetecilere zanlılardan ele geçirdiği iki şişe yağ ile 27 yaşındaki bir kurbanın resmini gösterdi. Polisin insan yağını alan satıcının peşinde olduğu belirtildi.

O EYALETTE 60 KİŞİ KAYIP

Resmi polis kayıtlarına göre, çetenin faaliyet gösterdiği Huanuco eyaletinde yaklaşık 60 kişinin kayıp olduğu biliniyor.

Tıbbi uzmanlar ise insan yağı konusunda uluslararası alanda bir karaborsa piyasa olduğu konusunda şüphelerini ifade ediyor.

Yale Üniversitesi’nden dermatoloji profesörü Lisa Donofrio, cildin esnekliğini muhafaza etmeye yönelik "insan yağı ekstresi" için belki küçük bir pazar olabileceğini, ancak bu tip yaklaşımların bilimsel olarak tümüyle saçmalık olduğunu söyledi.

Uzmanlar, ayrıca insan yağının kırışıklık karşıtı tedavilerde kullanıldığını, ancak bunun da her zaman tedavi olan kişinin kendisinden elde edildiğini hatırlatıyorlar.

New York’taki Cornell Weill Medical College’da görevli doktor Neil Sadick, tedavide başka birinin yağının kullanılmasının insan yaşamını tehdit eden sonuçlara yol açabileceğini vurgularken, Virginia Üniversitesi’nden plastik cerrahı Adam Katz da birçok insanın yağ bağışlamaya istekli olduğunu, bu konuda karaborsa oluşması için bir neden bulunmadığını belirtti.
aktifhaber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İşkence fotoğraflarına Obama'dan sansür

Amerikan yapımı işkencenin fotoğraf albümünün kapağı kapatılıyor.
İşkenceye, sofistike metotları katan ve fotoğrafa kayıt eden sapkın zihniyetin teşhiri engellenecek.
Amerika'nın özel güvenlik şirketlerinden devşirilmiş paralı askerlerinin Irak ve Afganistan'da yaptıkları işkence fotoğraflarına yayın yasağı istendi.
Bu sansür bizzat ABD Hükümeti tarafından Yüksek Mahkeme'sine gönderilen mektupla talep edildi.
Obama'ya aldığı Nobel Ödülü'nü hak ettiren bu isteğin gerekçesi de 'Amerikan toprakları dışındaki silahlı kuvvet mensuplarını ve yurttaşlarını tehlikeye atabileceği' görüşü oldu.
11 Eylül 2001-22 Ocak 2009 arası çekilen fotoğraflar ABD'nin Amerikan toprakları dışında tutuklulara uyguladığı işkenceleri gösteriyor.
Savaş tarihinin gelişmiş barbarizminin digital görüntülerinde siviller de yer alıyor.
Halbuki savaş suçları ve insan hakları ihlallerinin nasıl bir insanlık utancına dönüştüğünden Amerikan kamuoyu vicdanının da nasiplenmesi gerekiyor.
4 milyon Vietnamlı'nın öldüğü Vietnam savaşından 37 yıl sonra Amerikalılar hala 100 bin Vietnamlı'nın öldüğünü sanıyorlar.
Amerikalıların dünya algısı, üreten dev medya ve iletişim teknolojileri militer hamaratlardır.
Steril ve kayıtsız Amerikan kamuoyuna, ordularının ülke sınırları dışındaki savaşları, küresel medya devleri CNN ve Fox tarafından iletilir.
Ağır gerçeklik kaybına uğramış görüntüler bir savaş oyunu simülasyonunu aşamadığından vicdanlara değmez..
1. Körfez Savaşı'nda insanların merhametinin ses verdiği 'petrole bulanmış kuş görüntüsü' bile kurgu çıktı.
Amerikan medyasının 'savaşları aklama' misyonuna Hollywood prodüksiyonları da dahildir...
Savaş, katliam, soykırım görüntüleri ya bir film anlatısı ya da playstationda oyun formülasyonunda sunularak eğlence sektörünün karlılığı olurlar.
Toplumsal hafıza seyirlik ve eğlencelik tüketim malzemesine dönüşen 'gerçekle' ancak böyle karşılaşır.
Gerçekliğin hafifletilmiş, ayıklanmış, ahlaki yüklerden arındırılmış formunun zaten temsil niteliği de erimiştir.
Dünyada gerçek acının bittiğine dair kuvvetli bir inançları oluşturulmuştur.
Felluce'nin savaş oyununu hazırlayan Atomic Games firması, oyunun yapımında Irak'ta görev almış askerlerin yardımına başvurdu.
Ve uydudan çekilmiş fotoğraflar da oyunun tasarımına eklendi.
Savaşların gerçek acıları ve kayıpları üzerinden oyun ile film üreten kapitalist süreç toplumsal zihninde de savaş düşselleştirir...
Felluce katliamında ölen binlerce insanın, yüz binlerce mültecinin gerçekliğinin bonus veren bir oyuna indirgenerek kamusal hazza servis edilecek olması insanın kanını donduruyor.
Bu arada işkence fotoğraflarının yayın hakkını mahkeme kararıyla almış olan Yurttaş Özgürlüklerini Koruma Derneği (ACLU) ise hükümetin engelleme isteği üzerine 'Bu fotoğraflar tarih arşivimizin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bunlar Irak ve Afganistan'da tutuklulara yapılan kötü muamelelerin sorumlularıyla ilgili tartışma için çok önemli' dediler.
Böyle bir tartışmanın kolay kolay açılmayacağına şimdiden hemfikir olabiliriz.
Digitalize işkence yapma simülasyonları içeren playstation oyununun yakın bir tarihte piyasaya çıkacağına da...

Akşam gazetesi

Fransa'da 157 kadın şiddet yüzünden öldü
18:20 - Fransa'da Ulusal Suç İzleme Merkezi, kadınlara yönelik şiddetin giderek arttığı uyarısında bulundu ve geçen yıl 157 kadının eşlerinin uyguladığı şiddet yüzünden hayatını kaybettiğini açıkladı. Merkezin yayımladığı raporda, son iki yıl içinde Fransa'da 675 bin kadının şiddete uğradığı, bunların sadece yüzde 10'unun kocaları aleyhine şikayette bulunduğu bildirildi. 25.11.2009 PARİS netgazete

26 Kasım 2009 18:57
Hırsızı Diri Diri Gömdüler

Küçük hırsızlıklar yaptığı iddia edilen çalışanı, iş sahibi iki kardeş diri diri gömdü..

Ukrayna'nın Nikolayevsk bölgesinde iki kardeşin, küçük hırsızlıklar yaptığını iddia ettikleri çalışanını diri diri gömdüğü bildirildi.

Rusya'nın saygın internet haber portallarından "Newsru"da çıkan haberde, polisin gözaltına aldığı iki kardeşin, küçük hırsızlıklar yaptığını ileri sürdükleri işçiyi önce feci şekilde dövdüğü, ardından da diri diri toprağa gömdüğü kaydedildi.

Haberde, canlı gömülen işçinin cesedinin ertesi gün köylüler tarafından bulunması üzerine harekete geçen polisin iki kardeşi çok kısa sürede ele geçirdiği belirtilerek, yapılan soruşturmada kurbanın, gözaltına alınan kardeşlerden birinin yanında 2008 yılında işçi olarak çalıştığının ortaya çıktığı kaydedildi.

Öldürülen işçiye çalışmasının karşılığında yemek ve elbise verildiğini ve kalacak yer sağlandığını belirten polis, ancak bu işçinin paraya ihtiyacı bulunduğu ve bu yüzden bazen küçük çapta hırsızlıklar yaptığını, bunu tespit eden zanlıların onu feci şekilde dövdükten sonra 3 kilometre uzaklıktaki bir çukura attığını, özür dilemesine ve yalvarmasına rağmen işçinin üzerini toprakla örttüğünü bildirdi.
aktifhaber

29 Kasım 2009
İnsan organları, yumurtaları, hücreleri, genleri ve diğer tüm vücut parçaları tüm dünyada ticari mallar gibi alınıp satılıyor

Mine Akverdinin haberi

İnsan vücudunun her bir parçasının satılması halinde değeri 45 milyon dolar!

Bundan iki ay önce Afyon'un Kışlacık Köyü'nden gelen akıl almaz haber, tüm Türkiye'yi sarsmıştı. Zira Kışlacık Köyü sakinlerinin pek çoğu böbreklerini peynir ekmek gibi organ mafyasına satmıştı. Organ ticareti yıllardır yapılıyor; böbrekler, karaciğerler, çaresizlik içinde hastalara yüksek meblağya satılıyor. Dönen para o kadar büyük ki, bunun için cinayetler bile işleniyor. Kandırıp organları çalınan insanlar, kaçırılıp organları için öldürülen çocuklara dair haberler sık sık karşımıza çıkıyor. Bunun en son örneği de geçen hafta basına yansıdı. Peru'da yakalanan bir çetenin insanları kaçırıp öldürerek yağlarını aldıkları ve bu yağları kozmetik sektörüne sattıkları ortaya çıktı. Bu son olay işin artık 'organ ticareti'nden de öte bir noktaya vardığını açıkça ortaya koyuyor. Artık sadece organ değil insan vücudundaki her bir parça, farklı farklı sektörler için alınıp satılıyor. İnsan vücudundaki yağların, sıvıların, dokuların, mikrop öldürmeye yarayan antikorların ve hatta DNA'ların bile pazarı var!
Londra Üniversitesi'nde Tıp Etiği Profesörü olan Donna Dickenson, geçen yıl yayınladığı 'Body Shopping: The Economy Fuelled by Flesh and Blood (Vücut Alışverişi: Et ve Kanla Beslenen Ekonomi)' adlı kitabında artık bir 'insan parçaları ticareti'nin sözkonusu olduğunu söylüyor. Dickenson'un verdiği bilgilere göre bugün deri parçasından yumurta ve embriyoya, göz retinasından kana ve hatta vücut yağlarına kadar insan vücudunun her bir parçası uluslararası dev bir pazarda alınıp satılıyor. Son zamanlarda genler bile kapışılıyor.
'Bugün genç ve beyaz bir Avrupalı kadından alınan sağlıklı bir yumurta altından daha değerli' diyen Dickenson'un sözlerine bakılırsa her birimiz etimiz, kemiğimiz ve hücrelerimizle birer altın madeni gibiyiz.

YAĞA BİLE TALEP VAR

'Kanunların ve etik değerlerin, bu pazarı engellemesi mümkün değil' diyor Prof. Donna Dickenson. Çünkü ülkeler vücut parçaları ticaretine kanuni yasaklar koysa da bu işi yapmak için bir pasaport yeterli. Örneğin yumurtaların satılması veya bağışlanması Almanya, İtalya, Türkiye gibi ülkelerde yasak olsa bile bu ülkelerde yaşayan kadınların yumurta satışının serbest olduğu İngiltere ya da İspanya gibi ülkelere gidip satış yapması pekala mümkün. Zira bu ülkelerde birçok genç kadın, okul masraflarını yumurtalarını satarak karşılıyor.

İnsan vücut parçalarının ticaretinin yasak olduğu ABD'de de yasal olmayan büyük bir pazar mevcut. Hatta ABD sınırları içerisinde belirlenmiş bir fiyat listesi bile var. Tabii rakamlar ülkeden ülkeye değişim gösteriyor. Dünya çapında yılda yapılan 65 bin 700 nakil ameliyatıyla en çok rabet edilen organ olan böbrek, Güney Afrika'da 700, Hindistan'da 1200, Filipinler'de 2000, Moldova'da 2700, Mısır'da 2700, Türkiye'de 10-15 bin, Çin'de 20 bin, ABD'de ise 30-90 bin dolara satılıyor. Ama en popüler insan parçaları böbrek, karaciğer ve kalp olsa da, Dickenson'a göre vücuttaki her bir zerreciğin bile alıcısı var. Örneğin kemik tozu diş operasyonlarında, deri parçaları yanık vakalarında, plasentalar kozmetik ürünlerinde kullanılıyor. İnsan vücudundaki yağlar bile değerli çünkü yağlara da kozmetik endüstrisinde, dudak ve göğüs şişirme gibi operasyonlarda dolgu malzemesi olarak ihtiyaç duyuluyor. Öte yandan Rusya'da da akıl almaz bir başka pazar göze çarpıyor. Buradaki son derece fakir Ukraynalı kadınlar, kürtaj olmak suretiyle rahimlerinde büyümeye başlayan fetüslerini satıyor. Çünkü fetüslerden elde edilen maddeler kozmetik endüstrisinde gençleştirici tedaviler için kullanılıyor!
Çin'de ise bu pazarı bizzat hükümet elinde tutuyor. Çin hükümeti hapishanelerinde idam edilen mahkumların vücut parçalarını satıp buradan elde edilen parayı sağlık ve savunma sisteminin bütçesine aktarıyor.

GENLER KAPIŞILIYOR!

Prof. Donna Dickenson'un kitabında yer verdiği en son gelişme ise genlerin özelleştirilmesi. Buna göre vücuttaki her türlü dokuları, sıvıları, zarları tıbbi, kozmetik, genetik gibi alanlarda kullanmak üzere değerlendiren laboratuarlar ve biyoteknoloji şirketleri şimdilerde keşfettikleri genlerin patentini alma konusunda da birbiriyle yarışıyor. Öyle ki her beş genden birinin patenti alınmış durumda. Kitapta yer alan bir çarpıcı gerçek de vücut parçalarınız sizin vücudunuzdan ayrıldıktan sonra üzerinde hiçbir hak iddia etme şansınızın olmaması. Yani bir operasyonla vücudunuzdan alınan ve normalde tıbbi atık olarak çöpe gitmesi gereken parçalar, dokular, hücrelerin sizin ruhunuz bile duymadan büyük paralara satılması, farklı alanlarda değerlendirilmesi, ilaçlarda, kozmetiklerde kullanılıp tüm dünyaya satılması içten bile değil.

Ama bundan daha kötüsü, milyarlarca dolarlık bir pazar haline gelen 'vücut parçaları ticareti' sebebiyle her an öldürülüp parça parça satılabileceğiniz tehlikesi. Zira onca organ, kemik, doku, hücre, zar, sıvı derken insan vücudunun kullanılabilir parçalarının ayrı ayrı satılması halinde toplam değeri 45 milyon doları buluyor. Yani ölümüz, dirimizden daha çok para ediyor!

NERENİZ KAÇ PARA EDİYOR?
ABD pazarında vücut parçalarının fiyat listesi şöyle:
l Akciğer 115 bin dolar
l Karaciğer 40 bin dolar
l Böbrek 30-90 bin dolar
l Kalp 57 bin dolar
l İnsan yağının litresi 15 bin dolar
l Yumurtalık 20 bin dolar
l Kornea 5 bin dolar
l Bir bacak 1000 dolar,
l Bir ayak 400 dolar
l Bir kol 850 dolar
l Bir omuz 650 dolar
l Eller 350-850 dolar
l İçi boşaltılmış gövde 5-10 bin dolar
l İskelet 7 bin dolar
l Bütün bir kafa 900 dolar
l Tek başına beyin 500-600 dolar
l En pahalı parça olan kemik iliğinin gramı 23 bin, kilosu ise 23 milyon dolar.
l Her hücrede bulunan DNA'ların gramı 1.3 milyon dolar
l Vücuttan alınabildiği takdirde antikorlar da 7.3 milyon dolar

Akşam

Şişman diye kızına yemek vermeyip, öldürdü
06:45 - ABD'de bir anne, çocuğunun çok şişmanlamasından korktuğu için ona yemek yedirmedi ve ölümüne sebebiyet verdi. Seattle'da gerçekleşen olayda, Brittainy Labberton adlı kadın, beş aylık kızına şişmanlar gerekçesiyle yemek yedirmedi. Gözaltına alınan anne "Kocam çok şişmandı, kızımın da onun gibi şişman olmasından korktum." diyerek kendini savundu. 30.01.2010 SEATTLE netgazete

19 ŞUBAT 2010, CUMA
Sinemada genç kıza tecavüz !

Sinemada genç kıza tecavüz etti ve hiçbir şey olmamış gibi eşinin yanına giderek film izlemeye devam etti.

ABD'nin Ohio eyaletinde yaşayan Samson Ojo, eşi ve çocuğuyla gittiği sinemada bir kadına tecavüz etti.

Ojo tarafından tecavüze uğradığını iddia eden 21 yaşındaki kadın, salona girmeden önce bir erkek tarafından tepeden tırnağa süzüldüğünü fark etti. Film başladıktan sonra genç kız tuvalete gitti. Bu sırada Samson Ojo da onu takip ederek, arkasından gitti. Genç kızla tanışmaya ve cep numarasını almaya çalışan Ojo, kızı o sırada boş olan bir sinema salonuna zorla sokarak tecavüz etti. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi eşi ve çocuğunun yanına giderek film izlemeye devam etti.

Genç kızın şikayeti üzerine gözaltına alınan Ojo'nun tutuksuz yargılanması için 1 milyon dolar kefalet belirlendi.

Akşam

10 MART 2010, ÇARŞAMBA
Facebook kıskançlığı katil etti!

Eski kızarkadaşının facebook profilinde başka bir adamla olan fotoğraflarını görünce..

27 yaşındaki Camille Mathurasingh, geçtiğimiz Nisan ayında Londra'daki evinde ölü bulunmuştu.

Camille'in katilinin eski erkek arkadaşı olduğu ortaya çıktı.

Camille'in facebook profilinde, yeni sevgilisi Besim Haxhia ile olan fotoğraflarını gören 25 yaşındaki kıskanç Paul Bristol, genç kızı 20 kez bıçaklayarak öldürdü.

Cinayetin ardından kendisini de kesen Bristol, bundan sonra da Camille'in aracıyla kaza yapmıştı.

facebook'ta fotoğrafları gören Bristol'ün Trinidad ve Tobago'da çalıştığı, uçağa binerek tam 6500 kilometre yol yaptıktan sonra, İngiltere, Londra'ya gelip, eski sevgilisini öldürdüğü öğrenildi.

Mahkemeye çıkarılan Paul Bristol, 22 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Akşam

6 bebeğini öldürmekle suçlanan kadın yargılanıyor

16 Mart 2010 - Fransa'da yeni doğan 6 bebeğini öldürmekle suçlanan Celine Lesage (38) adlı kadının yargılanmasına başlandı.
Atlantik kıyısına yakın Valognes kasabasında başlayan davada suçlu bulunması durumunda Lesage, ömür boyu hapse çarptırılacak.
Hamileliklerini gizleyen ve 6 bebeğini de doğumlarından hemen sonra öldüren kadın, plastik torbalara koyduğu bebeklerinin cesetlerini oturduğu apartmanın bodrumunda sakladı. netgazete

Fransa’nın 8 Mayıs Cezayir katliamı
Ahmet POLAT
ahmetpolat@avazturk.com

09 Mayıs 2010Pazar
2. Dünya Savaşı’nın bitmesi nedeniyle yapılan kutlamalar ile başlayan ve Setefi Katliamı olarak tarihe geçen olaylar kısa bir zaman diliminde 45 bin civarında Müslüman Cezayirlinin Fransızlar tarafından katledilmesi ile sonuçlandı.

2. dünya savaşında Fransızların, Cezayirlilerin kendi saflarında Almanlara karşı savaşmaları halinde kendilerine özgürlük verileceği vaatleri üzerine, savaşın bitmesiyle Cezayir halkı bayraklarını çıkararak sokaklara döküldü.

Fransız ordusu göstericileri sindirmek amacıyla topluluk üzerine her fırsatta ateş açtı. Cezayir bağımsızlığını kazanıncaya kadar da Fransızlar mücahitleri yakalayıp uçaklara doldurduktan sonra havadan atmak da dahil olmak üzere her türlü zulmü yapmaya cüret etti. Cezayir bağımsızlığını kazanıncaya kadar devam eden karışıklıklarda bir buçuk milyon Müslüman hayatını kaybetti. Bu mücadele sırasında Cezayir’de yaşayanların yüzde on beşi Fransızlar tarafından öldürüldü. 7.5 yıl devam eden savaşın sonunda Fransa Cezayir’in bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.

Ermeni meselesine siyaseten sahip çıkan ve soykırım olmadığını söyleyenlere hapis cezasını uygun gören Fransızlar, soykırım anıtı ile Türklere olan bakışını her fırsatta ortaya koydu. Türkiye aleyhindeki her kampanyada etkin ve öncü rol alan Fransızların kendi tarihlerindeki lekelerini her fırsatta hatırlatmak gerekiyor.

Cezayir geçici hükümetinin Kahire de ilan edilmesinden sonra B.M. nezninde yapılan oylamada Türkiye maalesef Cezayir aleyhinde oy kullandı. 2 NATO ülkesinin karşı karşıya gelmemesi mazeretinin arkasına sığınmak ne kadar içimizdeki ezikliği telafi eder? Biraz düşünmek lazım.

Ankara”daki Cezayir sokağının adının Fransız sokağı olarak değiştirilmesi de birçok eleştirilere sebep olmuştu.

Sömürgelerinde Müslümanlara katliamlar ve işkenceler yapan, bunu milli ve dini bir görev olarak addedenlerin topluluğuna girmek için yapılan çabaların ne kadar beyhude olduğu da gün gibi ortada duruyor.
Avaztürk

brahim Karagül
Bu korkunç bir şey! Gerçek olabilir mi?

Günlerdir çok ağır felaketlerle yüzleşen Pakistan'da, belki daha da ağır ve utanç verici bazı şeyler oluyor. 16 milyon insanı etkileyen, iki bine yakın insanın ölümüne yol açan, on binlerce insanı evsiz bırakan, salgın hastalıkların yayılmasına yol açan sel felaketi daha şimdiden siyasi krize yol açmış durumda.

Bazı partiler, Federal yönetime karşı halka ayaklanma çağrıları yapıyor. Fransız devrimi benzeri isyan istiyor. Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari'ye karşı "vatansever ordu mensupları"nın yönetime el koymasını istiyor. Sel, ülkeyi vurduğunda Pakistan Devlet Başkanı yurt dışı ziyaretini yarıda kesip ülkesine dönmemişti bile!

Ama acı ve utanç verici olan bu değil. Sel suları evleri, köyleri, kasabaları yutarken Amerikan ordusu Yakubabad'daki Şahbaz Askeri Üssü'nün yardım faaliyetleri için kullanılmasına izin vermedi. Bir ülkenin, kendi topraklarındaki askeri üssü, o ülke için ulusal matem günlerinin yaşandığı bir dönemde yardım uçaklarının inişine yasaklanıyor.

Bu üs, eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref tarafından ABD'ye tahsis edilmişti. Terörle mücadelenin yürütüldüğü, insansız hava araçlarının bulunduğu, ABD özel timlerinin Pakistan içinde operasyonlarının yönetildiği üslerden biri bu.

Bu kadar mı? Sıkı durun çok daha beteri var!

Sel suları Sindh eyaletinin Yakubabad bölgesini kaplarken, her şeyi yıkıp geçerken, Amerikan üssünün korunması için Pakistan halkı ölüme gönderilmiş. Asya İnsan Hakları Komisyonu'nun raporuna göre, ABD üssüne yönelen sel suları başka yönlere, yerleşim bölgelerine yönlendirilmiş. Ve yüzlerce ev bu şekilde yıkılmış, 800 bin kişi bu şekilde mağdur olmuş.

ABD savaş uçaklarını, askerlerini, üssünü korumak için Pakistan halkı ölüme, felakete terk edilmiş. 13-14 Ağustos gecesi, ABD askerlerinin sel sularından korunması için büyük çaba sarfedilmiş, üsse yönelen sular yerleşim birimlerine, insanların üzerine gönderilmiş!

Hangi yönetim böyle bir durumu kendi insanlarına açıklayabilir? Hangi ülke, kendi topraklarında kendi insanlarını avlayan böyle bir üsse izin verir? Hangi vicdan, bu katliam merkezindeki ABD uçaklarını korumak için kendi halkını mezara gönderir!

Pakistan Hava Kuvvetleri, iddiayı yalanladı. Üssün kendi yönetimlerinde olduğunu açıkladı. Hatta bazı gazetecileri götürüp üssü gezdirdi. Ancak kimse ikna olmadı. Sel suları bütün bölgeyi, Yakubabad'ın her yerini yerle bir ederken askeri üs neden hiç zarar görmedi. Neden üsse su gitmedi?

Bu ülkenin yaşadığı felaket, iç savaşa hazırlık niyeti taşıyan ülke içindeki ABD üsleri ve askeri operasyonları Pakistan halkını iyice bunaltmışken, bir de bu tür gelişmelerin yaşanması ülkeyi tam siyasi krize sürüklüyor..

Bu olayın üstesinden gelinemezse, tam bir çıkmaza sürüklenen Pakistan'da çok büyük gelişmeler olabilir. ABD üsleri o ülkede kaldıkça, bu üslerden operasyon yapılmaya devam edildikçe ya Pakistan iç savaşa sürüklenecek ya da askeri darbe olacak...

(..)

Yenisafak


İngiliz Polis Masum Kadını Karakolda Dövdü

-BU GÖRÜNTÜLER İNGİLİZLERİ FENA KIZDIRDI
05 Eylül 2010
İngiltere?de, eski asker olan bir polis memuru, masum bir kadını karakolda feci şekilde darp etti.Güvenlik kameralarının saniye saniye görüntülediği olay,İngilizlerin büyük tepkisine yol açtı.

57 yaşındaki Pamela Somerville?yi suçsuz olduğu halde gözaltına alarak karakolda darp eden polis memuru Mark Andrews (37), Oxford Magistrates mahkemesinde dün hakim karşısına çıkarıldı.

Mahkemede kendisine yöneltilen suçlamaları reddeden Andrews?un, Perşembe günü tekrar hakim karşısına çıkarılacağı ve 12 ay hapis cezasına çarptırılabileceği belirtiliyor.

GÖRÜNTÜLER TÜYLER ÜRPETİCİ

Wiltshire bölgesinin pazar kasabasndaki bir polis karakolunda görevli polis memuru Mark Andrews?un Pamela Somerville adlı yaşlı yaşlı kadına yaptığı işkence, karakolun güvenlik kameraları tarafından saniye saniye görüntüledi.

İngiliz kamuoyunun büyük tepkisine yol açan görüntülerde, dayakçı polis memuru Andrews, kendisinde oldukça kısa ve elleri kelepçeli olan yaşlı kadını önce yerlerde sürüklüyor, ardından da tekme- tokat döverek nezarete atıyor.

Aldığı darbelerin etkisiyle kendisinde geçen yaşlı kadın,bir süre sonra kendisine geliyor.Gözüne aldığı darbeler sonucu kaşı patlıyor ve çok kan kaybettiği için nezaret kan gölüne dönüyor.Bu sırada durumun ciddiyetini anlayan bir polis doktoru, yaşlı kadına müdahale ediyor ve kanamasını durdurmaya çalışıyor.Ambulansla hastaneye kaldırılan yaşlı kadın, buradaki tedavisinina ardından yine polis merkezine getiriliyor.

SUÇSUZUM DEDİ, GÖZALTINA ALINDI

Piyasa konjonktür araştırmacısı Pamela Somerville, ?Eşimle şiddetli bir tartışmanın ardından dışarıya çıktım ve biraz müzik dinlemek için aramaba bindim. Daha da sonra uyuya kalmışım. Gece soğuk olduğu için klimayı da açık unutmuşum...Sabah uyandığımda motor çalışmıyordu ve akü bitmiştir diye düşündüm. Bu sırada bir bayan polis memurunun bana doğru geldiğini gördüm ve takviye kablosu olup olmadığını sordum?dedi.

Bunun üzerine kadın polis memurunun telsizle yardım istediğini ve kısa bir süre sonra iki polis otosunun hızla geldiğini belirten Somerville, ?Telsiz çağrısı üzerine gelen polislere de ?takviye kablonuz var mı? diye sordum, ancak polis memuru Mark Andrews, bana çenemi kapatmamı söyleyerek hakaret etti. Israrla suçsuz olduğumu söyledim fakat polis memuru, sert bir hamleyle ellerimi arkaya dolayarak kelepçeledi ve sonra da polis merkezine götürdüler? diye ifade etti.

Polisin kendisini alkol muayenesinden kaçmakla suçladığını söyleyen Somerville, ?Alkol testi yaptırmak istemediğimi iddia ediyorlar. Alkol ya da uyuşturucu almamıştım ve gerek duymuş olsalardı nubu büyük bir zevkle kabul ederdim? dedi.

Somerville, ?Ellerimi kelepçeleyen polis memuru, bana sürekli küfür ediyordu ve şiddet uyguluyordu.Karakola geldiğimizde ise beni önce beton zemine fırlattı.Yerdeyken de defalarca tekme attı.Beni sürekli biryerden başka bir yere savuruyordu. Sonunda ağlayarak yalvardım ve durmasını istedim.Her tarafım kan içindeydi. Bir polis memuru gelip kanamayı durdurmak istedi. Sonra da hastaneye götürmeleri gerektiğini söyledi.Hastanade kanamayı durdurdular ama sol gözümün çok hasar gördüğünü söylediler. Katarak ameliyatı olmam gerekiyormuş? diye anlattı.
aktifhaber

12 EYLÜL 2010, PAZAR
Rahip taciziyle 13 kişi intihar etti

Belçika'da kiliselerde cinsel taciz skandalıyla ilgili hazırlanan rapor çarpıcı veriler ortaya koydu. Katolik din adamlarının onlarca yıldır karıştığı cinsel taciz vakalarını inceleyen komisyon, 488 şikayet başvurusu aldı. Din adamlarının cinsel tacizine uğrayan en az 13 kişinin intihar ettiği tespit edildi. Cinsel istismara uğrayanların üçte ikisinin erkek ve çoğunun 15 yaşından küçük olduğu belirlendi. Kilise bünyesinde kurulan komisyona şikayette bulunanlar arasında 2 yaşından beri cinsel tacize uğradığını anlatan bir kişi dahi var. Belçika'daki Katolik kilisesi, komisyonun çalışmalarına bundan sonra nasıl devam edeceğini pazartesi günü açıklayacak. Akşam

İsveç'te başörtülü kıza saldırı
1 Ekim 2010
Saldırı haberi, gazetelerin yanı sıra ulusal televizyon kanallarında geniş yer buldu.

Yabancı ve Müslüman düşmanı SD (İsveçli Demokratlar) ile Skåne Parti`nin yüksek oy aldığı bölgelerden Malmö çevresindeki Müslüman karşıtı tutum, mercek altına alınmaya başlandı.
Lund polisine intikal eden olay geçtiğimiz pazartesi günü meydana geldi. Edinilen bilgiye göre olay şöyle gelişti; İsmi açıklanmayan Müslüman kız, okula giderken yolda yaşıtı olan 2 genç erkek, başörtülü kıza yaklaşıp sataşmaya, elbiselerini çekiştirmeye başladı. Daha sonra bu gençler kızın kazağını açıp karnını anahtarlarla çizdi. Daha sonra kızın pantolonunu çıkarmaya çalışan saldırganlar, kızın başörtüsü de çıkardılar. Kendisini korumaya çalışan kız ayağı takılıp düştü ve yerdeyken de bu iki genç tarafından tekmelerle şiddetle dövüldü, kızın vücudundan kanlar gelmeye başlayınca dövmeyi bırakıp kaçtılar.

Hastaneye kaldırılan genç kızın şok içinde olduğu öğrenilirken, Lund Polis Şefi Stephan Söderholm; gençlerin bu saldırıyı kızın başörtüsünden dolayı yaptıklarını tespit ettiklerini ve bu durum çok ciddi olduğunu, buna okulun ciddiyetle ele alması gerektiğini açıkladı.

Okul genel müdürü, konuyla ilgili basına yaptığı açıklamada; saldırıya uğrayan genç kız ve ailesiyle sürekli olarak irtibat halinde olduklarını ve bu olayın yeni olmadığını, başka gençlerin de aynı kız çocuğuna başörtüsünden dolayı rahatsızlık verdiklerini belirterek, mobninge karşı okullarında çalışmalar başlatacaklarını ekledi.

Saldırıda bulunan 13 yaşlarındaki gençlerin reşit olmadığı için polisin ve adli makamların henüz bir işlem yapamadığı ama bu iki genci Sosyal Büroya bildirdikleri öğrenildi.
haber10

İngiliz Ordusundan Korkunç İddia
27 Ekim 2010
Kıbrıs’ta 1960’lı yıllarda ölü doğan 300 İngiliz bebeğin sırrı çözülüyor. Emekli asker Pitcher “Baba olamamamız için ordu, ölüm kokteyli içeren aşı yaptı” dedi
Esrarengiz bebek ölümleri ile ilgili korkunç iddia İngiltere’de büyük yankı yarattı. Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, Kıbrıs’ta 1960’lı yıllarda görev yapan askeri personelin bebekleri ya ölü doğdu ya da bir gün yaşadı. 300’e yakın bebeğin, İngiliz askeri üslerinde görevli babalarına ordu tarafından yapılan bir dizi aşı kokteyli nedeniyle öldüğü iddia ediliyor. İngiliz Savunma Bakanlığı 50 yıl sonra ortaya atılan korkunç suçlama ile ilgili 3 aydır araştırma yapıyor.

ASKERİN AŞI OLMASI MECBURİYDİ

Gazetenin haberine göre konu, o yıllarda Kıbrıs’ta Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde görev yapan 71 yaşındaki emekli asker Mike Pitcher’ın konuyu milletvekili Liberal Demokrat Norman Lamb’e aktarmasıyla gündeme yeniden geldi. Eşinin 1962 yılında Kıbrıs’ta ölü bir kız bebek dünyaya getirdiğini söyleyen Pitcher, “Aşı mecburiydi. Humma ve tifo adı altında 7 ayrı aşı yaptılar. Hemen ardından karım ölü bebek doğurdu. O dönemde diğer asker arkadaşlarımın bebekleri de ölü doğdu” dedi. aktifhaber

Irkçı sniper yakalandı
7 Kasım 2010
İsveç'in Malmö kentinde göçmenlerin korkulu rüyası haline gelen ırkçı sniper yakalandı.

İsveç'in Malmö kentinde göçmenleri hedef alan kimliği belirlenemeyen bir keskin nişancı (Sniper) bugün yakalandı. Bir yıl içinde 15 göçmeni vuran kişiyü vuran ırkçı sniper uzun süren bir operasyon sonucu ele geçirildi.

38 yaşında olduğu tesbit edilen ırkçı sniper'ın ismi açıklanmazken Malmö'deki göçmenlerin rahat bir nefes aldığı belirtildi.

Saldırganın yakalanmasıyla Malmö halkı derin bir nefes alırken saldırganın 1 kişiyi öldürmek ve 8 kişiyi de öldürmeye teşebbüs etmekle suçlandığı belirtiliyor.

Dünya Bülteni

Korkunç suça, korkunç gerekçe!
10.11.2010

Dört yaşındaki kızını öldüren anne, kızının internette seks kölesi olarak satılmasını engellemek için bunu yaptığını öne sürdü.

ABD'de dört yaşındaki kızını öldüren anne, kızının internette seks kölesi olarak satılmasını engellemek için bunu yaptığını öne sürdü.
Marci West, dört yaşındaki kızı Magdalene'e önce uyku hapı verdi ve daha sonra küçük kızını boğazını keserek öldürdü. Bununla da kalmayıp kızının kanıyla banyo duvarına ilahi sözleri yazdı. gazeteport

Shell, Nijerya'yı sömürgesi haline getirmiş

Wikileaks belgelerini yay


En son Ekim tarafından Sal Mar 16, 2010 2:57 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Mar 10, 2010 12:28 am    Mesaj konusu: Deprem değil; Vahşi kapitalizm Alıntıyla Cevap Gönder

Peren Birsaygılı
Deprem değil; Vahşi kapitalizm

İspanyol Katolik rahip Bartolome de Las Casas, 1508 senesinde Haiti’ye vardığında ada üzerinde sadece 60 bin insanın yaşadığını gördü. Ve bu gördüğünün 1494-1508 seneleri arasında “beyaz adam” tarafından vahşice katledilen 3 milyon insandan geri kalan olduğunu öğrendiğinde büyük bir sarsıntı yaşadı.


Bartolome de Las Casas vicdan sahibi bir insandı. Seyahat ettiği yerlerde yüzüne tokat gibi çarpan bu gerçekleri kaleme aldı. Ve ada yerlilerin huzur içinde yaşarken uğradıkları vahşeti tüm çıplaklığıyla aktardı. Ona göre “beyaz adam” doymak bilmeyen bir canavarı andırıyordu. Ne kadar alırsa alsın, daha fazlasına sahip olmak istiyordu. Haiti yerlilerinin verecek bir canı kalmıştı. Beyaz adam onu da istemişti. Ve almıştı…



Bartolome de Las Casas’ın Haiti yerlileri ve Kızılderili katliamı üzerine kaleme aldıkları gelecek nesiller üzerinde de büyük etki uyandırdı. Ve yazdıkları, dünyanın farklı coğrafyalarındaki pek çok insan tarafından okundu.

[img]Sömürgeciliğin Kanlı Tarihi: Haiti[/img]



Haiti de, Bartolome de Las Casas’ın adaya ayak basmasından bu yana, beyaz adamın daima iştahını kabartan toprakların başında geliyordu.

Üstelik bugün olduğu gibi, o zamanlar da Rahip de Las Casas gibi düşünmeyen pek çokları vardı. Zira Haiti’deki sömürünün henüz ilk yıllarında, Juan Gines de Sepulveda adında İspanyol bir ilahiyatçı ortaya çıktı. Ve meslektaşının aksine yaşanan tüm bu vahşeti “kitabına” uydurma konusunda üstün gayret gösterdi. Ona göre “beyaz adam” dört nedenden dolayı haklıydı. Bunlardan ilki, Haiti yerlilerinin tahakküm altına alınmaya muhtaç vahşiler oluşuydu. İkincisi, sözde ilahi hukuka ve adalete karşı geldikleri için dışarıdan müdahaleyi hak ediyorlardı. Üçüncüsü, puta tapanlar tarafından kurban edilen insanlar kurtarılmalıydı. Dördüncüsü ise, toprakların gasp edilmesi yoluyla tanrının kelâmı burada hakim kılınmalıydı.

Ve Haiti’nin acılarla dolu tarihi, Juan Gines de Sepulveda ve onun gibilerin sözlerinin lanetinden adeta yakasını kurtaramadı bir türlü…

Köle gemileri vardı…

Ve Haiti yerlileri köle gemilerine doldurulup satılıyordu. Bu gemilerde yaşananlar tam bir insanlık dramıydı… Gemilerdeki cellatların kullandığı sivri demirli çizmeler, türlü türlü işkence aletleri, zavallıların bedenlerini yarmak için yapılmış kalın demir çubuklar ve onları birbirine zincirlemek için gemiye yüklenmiş tonlarca zincir…

1.5 milyon yerlinin Atlantis okyanusuna gömüldüğü anlatan Bartolome de Las Casas, korkunç bir gerçekten daha söz ediyordu. Bu da; Kan kokusunu alan köpekbalıklarının bu gemilerin peşini hiç bırakmıyor oluşuydu. İçgüdüsel olarak yemek bulmaya şartlanmış köpekbalıkları sürekli gemileri takip ediyorlardı.

Latin Amerika’nın ilk bağımsız ülkesi

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, son kitabı Aynalar’da Haiti halkının özgürlük mücadelesine büyük yer ayırıyor.

İnsanların, özellikle de Latin Amerikan halkının mustarip olduğunu “unutkanlık”la savaşmak için yazdığını söyleyen Galeano’nun bu son kitabı da, diğer kitaplarında olduğu gibi, yine vurucu bir üslupla kaleme alınmış eşsiz bir muhalif tarih kitabı…

Galeano, kitapta önce Haiti’nin sömürülüş öyküsünü, ardından ise Haiti halkının gösterdiği büyük özgürlük mücadelesini anlatıyor.

Ve pek çoğumuz tarafından unutulmuş, hatta bir çoğumuzun haberdar dahi olmadığını önemli bir gerçeğin altını çiziyor.

Bu gerçek; Haiti’nin bulunduğu yarımkürenin ilk büyük sosyal devrimini gerçekleştiren ülke oluşu. Ancak Fransız sömürgesi altında köle haline getirilen 400 bin Afrikalının, şeker ve kahve ekimindeki 30 bin köle sahibine karşı ayaklanarak, Napolyon’un en yüksek rütbeli generalini büyük bir yenilgiye uğrattıkları gerçeği, tarihin tozlu sayfalarında kalmış, unutulmuş-unutturulmuş bir bilgi adeta.

Eduorda Galeona, köleleştirilmiş olan Haiti halkının kazandığı bu büyük zaferi ve ardından 1804 senesinde gelen bağımsızlığı, sömürge ordusuna indirilen esaslı bir şamar olarak tarif ediyor.

Ancak kan gölünün ortasında doğan bu yeni ulusa, dünyanın beyaz sahipleri tarafından her daim ödetilmekte olan bir bedel olduğunun da altını çizmeyi ihmal etmiyor; Aşağılanma…

Kapitalizmin Laneti ve Haiti



1804 senesinde kazanılan bağımsızlık, Amerika’nın 1915 senesinde düpedüz işgal etmesiyle son buldu. Haitili Vatanseverlerin lideri Charlemagne Péralte bir kapının üzerine çivilenerek çarmıha gerildi. Binlerce insan kıyımdan geçti. İşgalci Amerikan hükümeti adına açıklama yapan zamanın Dışişleri Bakanı Robert Lansing’in sözleri gerçekten de manidardı. Zira Lansing de tıpkı Juan Gines de Sepulveda gibi , “Haiti halkının vahşi yaşama yönelik doğuştan gelen eğiliminden ve Medeniyete yönelik fiziki yetersizliğinden dolayı kendi kendini yönetme kapasitesine sahip olmadığını” söylüyordu.

Ve 1934 senesine kadar bilfiil süren bu acımasız işgal büyük bir laneti de beraberinde getirdi.

Dün köle gemilerinde satılan, türlü işkencelere maruz bırakıldıktan sonra köpek balıklarına yem edilen insanlar, bugün kapitalizmin kölesi haline getirildi.

Adanın kaynaklarını kontrol etmek için yüzyıllardır süregelen paylaşım kavgası, Haiti’yi dünyanın en fakir ülkesi haline getirdi. Ve Amerika 1915 senesinde Haiti’yi işgal ettiğinden beri olumluya yönelik devam eden tüm uğraşlar, Amerikan hükümetleri ve onun müttefiklerince engellenerek, ada halkı mutlak bir sefalete maruz bırakıldı.

Haiti, son yıllarda artık rafine hale gelmiş bir işgal ve sömürü ile mücadele ediyor. IMF anlaşmaları yüzünden, yoksulluk inanılmaz oranlarda artmış bulunmakta. Özellikle çok uluslu şirketler için adeta bir ucuz emek cenneti olan Haiti’de asgari ücret 40 dolar ve bu Latin Amerika’nın en düşük asgari ücreti…

Deprem ve 230 bin ölü: Bu manzara kimin eseri?

Haiti, 12 Ocak günü büyük bir depremle sarsıldı.

Ve ortaya çıkan manzara içler acısıydı.

Binlerce derme çatma ev bir gecede yok oldu.

Yerle bir olmuş evler, üst üste yığılmış cesetlerden yapılmış barikatlar ve 7000 insanın biranda gömüldüğü toplu mezarlar…

Yoksulluk, açlık ve sefalet, depremle birlikte tüm gözlerin üzerine çevrildiği Haiti’nin kara yazgısı olarak tekrar kazındı hafızalarımıza…

Peki bu manzara kimin eseriydi?

Haiti’nin büyük depreme neden olabilecek fay hatları üzerinde olduğu biliniyorken, neden adada depreme dair alınmış en ufak bir önlem yoktu?

Oysa Haiti’de bu zamana kadar ciddi depremler olmuştu ve her 50-60 senede bir ciddi depremler olmak ihtimalinin yüksek olduğu bilimsel olarak defalarca kanıtlanmıştı.

Peki, bugün depremin ardından timsah gözyaşı döken sömürgeci ülkeler ve depremi fırsat bilerek adayı tekrar işgal eden Amerika, olası bir felaketi önlemek için en ufak bir önlem almışlar mıydı?

Elbette hayır!

Zira insan hayatının en ufak bir önemi dahi yoktu.

Ve ortaya çıkan bu korkunç manzara bir gerçeği daha gözler önüne seriyordu…

Deprem falan değil; Öldüren, vuran, katleden, yerle bir eden sadece vahşi kapitalizmdi…

perenbirsaygili@gmail.com
haber10

KANADA'DAN FOK KATLİAMINA İZİN

16 Mart 2010 23:20
Dünya genelindeki yoğun protestolara rağmen geçen yıl 338 bin 200 fokun avlanmasına izin veren Kanada, bu yıl kontenjanı 50 bin artırdı ve avlanacak fok sayısını 388 bin 200 olarak açıkladı.
Kanada Federal Balıkçılık Bakanı Gail Shea, yaptığı açıklamada, kotanın artırılmasına gerekçe olarak, yine bölgedeki fok sayısının artmasını gösterdi.

Her yıl avlanabilecek fok sayısının 300 bin ila 600 bin arttığını iddia eden Bakan Shea, 1970'lerde 2 milyon civarında olan fok nüfusunun, bu yıl 7 milyon 200 bine ulaştığını söyledi.

Shea, bakanlığına bağlı ekiplerin avlanma bölgelerinde sürekli denetim ve kontrol yapacaklarını, belirlenen kurallara aykırı hareket edenlerin derhal bölgeden çıkarılacaklarını belirtti.

-AVCILAR İSTEKSİZ OLUNCA DEVLET TEŞVİK AÇIKLADI

Öte yandan, bakanlığın avlanma kotasını artırmasına karşın, avcıların bu yılki av için çok da istekli olmadıkları haberleri geliyor.

Avrupa Birliği'nin üye ülkelere fok yasağı koyması ve dünyada artan tepkiler nedeniyle, müşteri bulmakta zorlanacaklarını düşünen avcıların, av izni için henüz başvurmadıkları öğrenildi.

Avcıların isteksizliği üzerine başka bir açıklama yapan Balıkçılık Bakanı Gail Shea, avlanacak foklardan 20 bininin 3 ayrı projede kullanılmak üzere devlet tarafından satın alınacağını duyurdu.

Uzmanlar, av bölgesindeki buzulların durumunun da iyi olmadığına dikkati çekerek, avcıların erime yüzünden ciddi sorunlarla karşılaşabilecekleri uyarısında bulunuyorlar.

Yavru foklar, vahşice öldürülerek avlanıyorlar.
haber10

CEZAYİR, FRANSA'DAN ÖZÜR BEKLİYOR
[img]http://www.haber10.com/images/news/197126.jpg [/img]
19 Mart 2010 23:15
Cezayir'de iktidardaki Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) Genel Sekreteri ve Devlet Bakanı Abdülaziz Belkadem, Fransız devletinden sömürge dönemindeki suçlarından ötürü özür beklediklerini söyledi.
Partisinin 9. kongresinin açılışında konuşan Belkadem, "Fransa'nın, sömürgecilik döneminde işlediği suçları kabul ederek Cezayir halkından özür dilemesini istiyoruz" dedi.

Belkadem, "Cezayir halkının amansız mücadelesinin sömürgeciliği tarihe gömdüğünü" belirterek, Fransa'nın yaptıklarından pişmanlık duymasının önemine işaret etti.

Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, 2007 yılının Aralık ayında Cezayir'i ziyareti sırasında, sömürgecilik düzeninin "haksızlık" olduğunu söylemiş, ancak pişmanlıktan söz etmeye yanaşmamış ve böyle bir şeyin, "kendinden nefret" ve "ülkeyi karalama" anlamına geleceğini iddia etmişti.
haber10

Serdar Akinan
Kırmızı halıdan kan damlarken



“And Oscar goes to...” Her yıl bu cümle nasıl da aklımızı başımızdan alır değil mi? Oturup ekranların karşısına o ışıltılı dünyayı izleriz.
Hiç yabancı değilizdir o pırıltılara... Birbiri ardına o kırmızı halıdan süzüle süzüle geçen starlar, yıllardır bizi güldürür, düşündürür, heyecanlandırır, ağlatır, korkutur...
Severiz Hollywood’u... Hele bizim kuşak.
İsim isim retrospektif olarak ne yaptıklarına hakimizdir.
Hollywood bir yandan da bir savaş makinesidir. Propaganda savaşlarının, tarihteki en başarılı aygıtı şüphesiz Hollywood’dur.
Yıllar yıllar önce tek kanallı zamanlarda pazar sabahları kardeşimle o siyah-beyaz ekranın karşısına geçip western izledik. Kovboy olmak o kadar kahramanca bir şeydi ki aldığım en kıymetli hediye oyuncak bir kovboy tabancası olmuştu. Mahallede oynanan oyunlarda hiç Kızılderili olmak istemezdim.
Apaçilerin mazlum olduğunu çok sonra hayretle öğrendim. İnanamadım...Asıl sinsi onlar değilmiş.
Holywood’un gücünü o zaman anlamıştım.
Yıllar yılar sonra Avatar’ı izlerken çok mutlu oldum. James Cameron’un filme serpiştirdiği tüm o sembollerle Batı adına özür dilediğini düşündüm.
“Onun için kıymetli olanın üzerinde oturanı düşman gören bir kültürü” yermesi dahası finalde yenmesi şaşırtıcı gelmişti.
Üstüne üstlük yenilenin emperyalist bir devletten çok şirket olması küreselleşmeye de sağlam bir göndermeydi.
Bu epik masalın; hem kullandığı teknolojiden, hem fütürist bir sosyolojik okuma yapmasından, hem de hazır Obama da Nobel almışken (!) tam bir günah çıkarma enstrümanı olacağını düşünüyordum.
Yanılmışım.
Ödülü Çavuş James aldı...Ortadoğu’ya ilahi barışı getiren psikopat kovboylardan biri...
The Hurt Locker tam altı dalda Oscarları topladı.
Kimilerine göre hak etti.
Bir açıdan evet...
“Onlar bizim için varlar, biz de onlar için buradayız...” Yönetmen Bigelow’un bu sözleri salondaki herkesi bağladı ve tabii ki alkış koptu.
O anda aklıma filmden kareler geldi...
Yönetmen “yerel halk”ı uzun namlulu silahın dürbününden gösteriyordu.
Bunu o kadar ustaca yapıyordu ki... Bomba uzmanı Çavuş James (Jeremy Renner) patlayıcılarla uğraşırken çevre emniyeti alan arkadaşları cami mineralerinden veya camlardan bakan meraklı Iraklıları uzun namlulu silahlarının dürbünlerinden takip ediyordu. Sonraki karelerde uzaktaki Iraklı hep bir dürbündeki hedef algısı yaratacak bir çekim ve kurguyla sunuluyordu.
Yönetmenin, Irak’ta öldürülen on binlerce çocuğun kanını ise karnına patlayıcı doldurulan Iraklı çocuğu “havaya uçurmamayı tercih ederek” yıkamaya çalışması mide bulandırıcıydı.
Elbette, bu propaganda aygıtına zamanında kafa tutanlar da oldu.
Godfather filmindeki rolüyle Oscar kazanan Marlon Brando, “Kızılderili soykırımını protesto etmek için” ödülü almamıştı.
Buradan saygılarımızı sunalım babaya...
Hollywood’u da unutmayalım...
Önümüzdeki yıllarda da, kırmızı halı geçişinden başlayarak Oscar ödüllerini bir bağımlı gibi izleyeceğiz maalesef...
Ama şunu da göz ardı etmeden...
O halıdan kan damlıyor...
Apaçilerin, Iraklıların ve katledilen masum milyonların kanı...
http://www.aksam.com.tr/2010/03/19/yazar/16675/serdar_akinan/kirmizi_halidan_kan_damlarken.html

Çok sayıda masum Afgan öldürdük'
05 Nisan 2010, 02:43Bahadır Serhad
ABD'li general McCrystal, askerlerinin Afganistan'da çok sayıda masum sivili öldürdüklerini itiraf etti.

Afganistan'da uluslar arası gücün ABD'li komutanı General Stanley McChrystal, ülkedeki Nato ve ABD ordusuna bağlı askerlerin çok sayıda sivil Afgan'ı öldürdüğünü kabul ederek, katliamlara en üst düzey teyiti de yapmış oldu.

McChrystal, askeri yetkililerle yaptığı görüşmede, tehdit oluşturduğu zannıyla çok sayıda sivili askerler tarafından öldürüldüğünü söyledi.

New York Times gazetesi de 9 ayı aşkın süredir uluslar arası gücün başında bulunan McChrystal'in sivil ölümlerinin önüne geçemeyen bir kişi olduğunu söyledi.

McChrystal, amacının askerleri eleştirmek olmadığını vurgularken, kontrol noktalarında ya da devriyeler sırasında militan oldukları şüphesiyle öldürülen Afganların büyük bölümünün masum siviller olduğunun anlaşıldığını söyledi.

Geçtiğimiz yılda Alman askerlerinin büyük sivil Afgan katliamını gerçekleştirdikleri Kunduz'dan da benzeri itiraflar dile getirilmişti.

ABD'li askerler 2'si gazeteci 10 kişiyi böyle taradı

Irak'taki Amerikan güçlerine bağlı Apache helikopterlerinden açılan ateşle, aralarında iki Reuters muhabirinin de bulunduğu 10 kadar kişinin 2007 yılında öldürülmesinin görüntüleri yayımlandı. netgazete

Pentagon’un Savaş Cinayetleri
Pepe Escobar*

“Birçok insana çılgınca ateş ettik ve öldürdük, kanaatime göre, bu insanların hiçbiri gerçek tehdit gücü oluşturmuyordu.”

New York Times’da yazdığına göre bu sözleri söyleyen kişi, iki haftada bir hayalî” town hall”de toplanan üst düzey ABD’li komutanların bir toplantısında, ABD’nin Afganistan’daki en üst düzey komutanı Stanley McChrystal’den başkası değil.

McChrystal konuşmasına; “kanaatime göre, burada bulunduğum 9 ay süresince, yaralanma ve hadiselerin olduğu birçok olayda, intihar bombacısı veya silah olduğu şüphesiyle davrandığımız araçların içinde aileler vardı. İçinde aile olmayan, sadece eylemcidir dediğimiz, bir tek hadise bile yok.” Sözlerini de ilave etti.

Afganistan’daki kontrol noktalarında gerçekte neler olduğunu, kayıtlara geçecek şekilde itirafı, ayrıca sürekli füzeler gönderilen Afgan düğün törenleri üzerindeki patlamaları da izahıyla, Başkan Obama’nın “iyi savaşı”nı idareden sorumlu savaş kahramanı işte bu adam.

Obama’nın Afganistan üzerine eğilmeye başladığı 2009 yazından beri, ABD ve ANTO askerleri, kontrol noktalarında veya konvoylarda, 30 Afgan’ı öldürdü, 80 Afgan’ı ise yaraladı, üstelik bunlar resmî açıklamalar.

McChrystal’in sözcüsü Tadd Shoilts, generalin, esas olarak askerlerine “mertçe kendilerini tutmalarını” söylüyor dedi. Pentagon’daki genel kanı, bunun ne demek olduğunu görebildiği için; Orta Doğu’dan, Orta Asya’ya, komşularına zarara verecek “iç karışıklıklar” olarak tanımladı. Sivil hedeflere yönelik savaş suçu işlenmesinde, askerî gücün kullanılması Pentagon’u ciddî mânâda meşgul etti.

“Şu Ölü Piçlere Bak!”

Afganistan ve Irak savaşları arasındaki doğrudan bağlantı ve en çok rağbette olan şeyin, yani askerî gücün her ikisinde de “çılgınca bir şekilde sayısız insana ateş etmesi” küçük, bağımsız Wikileads web sitesi tarafından tamamen ispat edildi

Şimdiye kadar gizli kalmış olan, Yeni Bağdat’ın güney doğusundaki bir semtinde, 12 Temmuz 2007 tarihinde bir Apaçi helikopteriyle havadan gerçekleştirilmiş ve 30 kişinin öldüğü kitle katliamına dair bir video görüntüsünü, Wikileads deşifre etti ve bu Pazartesi yayınladı. Site, videonun ve diğer belgelerin kendilerine, ordu içindeki suistimalleri deşifre etmek isteyenler tarafından sunulduğunu açıkladı.

Sitebu habere “Colleteral Murder- Kazara Katil” adını verdi. ( bakınız: www.collateralmurder.com). Bu kesinlikle- Amerikalıların kendiliğinden kahraman, Iraklıların ise yüzsüz hayaletler olduğu- Akademi Ödülü (Oscar) kazanmış The Hurt Locker- Ölümcül Tuzak” filmi değil. Bu, video oyunu katilleri olarak Amerikan askerlerinin ve cesedler olarak Iraklıların olduğu, gerçek hayat. Bunlar, uzaktan ateşlemeli bir roket gönderirken, telefotolu lenslerde bir yanlışlık yapan, kibar kahramanlar.

Video kendiliğinden konuşuyor. Yukarıdan açılan ateşe maruz kalanlar arasında, iki Bağdatlı çocuk gibi (cidd3i şekilde yaralandılar) Reuters’ın 22 yaşındaki fotoğrafçısı Namir Nur Elden ve şoförü 40 yaşındaki şoförü Said Çımak (ikisi de öldü) vardı.

Reuters, 2007 yılından beri, haberalma özgürlüğü çerçevesinde, bu videoyu elde etmeye çalışmaktaydı. Reuters’ın baş haber editörü David Schlesinger Pazartesi günü şunları söyleyerek bir açıklamada bulundu: “Bu video, savaş gazeteciliğinin içerdiği tehlikeleri ve trajedilerle sonuçlanabilecek olayları gösteren bir delildir.” Reuters’ın baş editörü konuşmasında, videodaki bütün görüntülerin, Pentagon’un yönettiği örtülü operasyon işaretlerine rağmen, Pentagonu eleştirmeden bu sözleri sarfetti. Aynı zamanda, ordu sözcüsü Albay Scott Bleichwehl, açıkçası koalisyon güçlerinin düşman güçlere karşı savaşmakla meşgul olduklarında bir sorun yok, dedi.

Irak ve Afganistan’da devam eden saçmalık ve trajedinin ve savaş suçlarından ceza almış bir Pentagon serisinin bir belgesi olarak bu video kendisi gibi, 2001 yılından beri yayınlamış en gürültülü herhangi bir savaş karşıtı yayındır. Ve hayır, bu 2011
Oskarlarında, En İyi Atış Belgeseli ödülü için yarışıyor olmayacaktır.

“Vayy, Şu ölü Piçlere bak!”
“Harika”
“İyi atıştı”
“Teşekkürler.”

Hotel yirmialtı’dan; Çılgın at onsekiz’e:
“Heyy, şu ölü piçlere bak!”

*Brezilyalı ünlü gazeteci ve yazar.

Bu makale Fazıl Duygun tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.

Türkler`i pişirip yediler!
15 Nisan 2010, 00:13Anadolu Haber
Tarih Felsefecisi ve araştırmacı Güven Aykan, 1.Haçlı Seferi sırasında Fransızların Türkleri katlettikten sonra pişirip yediklerini orjinal belgelere dayandırdı.

Fransız Bilimsel Araştırmaları Merkezi`nde (CNRS) koruma altında tutulduğunu söylediği belgelerle Fransızların soykırım yaptığını söyleyen Güven Aykan`Belgelerle İnanılmaz Vahşet ve Fransızların Gizlediği Soykırım` başlıklı kitabına konu ettiği iddialarının orjinal belgelere dayandığını belirtti.

Kitapta, Fransız askerlerinin Türkleri öldürdükten sonra etlerini yedikleri tarihsel olaylara da kaynaklar belirtilerek yer veriliyor.

KİTAPTAN KORKUNÇ BÖLÜMLER

``21 Ekim 1097`de Suriye`nin en büyük şehri olan Antakya Kalesi`nin tepesinden haykırışlar yükselir: `

-Geliyorlar!

`Antakya önlerinde açlıktan şikâyet eden Fransızlara, Hıristiyan din adamı Pierre I`Ermit şu tavsiyede bulunur: `Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!``

"Türklerin derileri yüzüldü, bağırsakları çıkarıldı. Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı. Doyasıya yediler, ama ekmeksiz olarak. Bu olayları gören zincire vurulmuş Türkler ise çok korktular, et kokusundan hep duvarlara dayandılar. Çayırlarda artık Türk ölüsü bulunmayınca: Mezarlıklara vardılar, ölüleri çıkardılar

"Bohémond, birkaç Türk getirilmesini emretti. Bunları hemen öldürttü. Büyük bir ateş yaktırarak, cesetlerini şişlere geçirtip pişirdikten sonra, akraba ve yakınlarını bu Türk etlerini yemeleri için kurulacak sofralara getirilmelerini emretti."

20 Mayıs 2010
Genç Kadının Peçesini Yırttılar
Geçtiğimiz yıl İstanbul'da CHP'lilerin çarşaf giymiş bir CHP üyesi yaşlı bir kadının çarşafını yırtarak aşağılamalarına benzer bir olay da Fransa'da yaşandı.

Fransa'da Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin “burka yasaklanacak” sözleriyle ülkede başlayan gerilim sokak kavgasına dönüştü. Bir alışveriş mağazasında 60 yaşındaki Fransız kadın bir avukat, Müslüman bir kadının burkasını yüzünden çekerek yırttı. 26 yaşında ve sonradan Müslüman olmuş kadına hakaretler de yağdıran Fransız avukatın “Defol git ülkene” dediği belirtildi. Hakarete uğrayan Müslüman kadının ise yaşlı avukatı yumrukladığı iddia edildi.

IRKÇI VE DİNİ AŞAĞILAMALARDA BULUNDU
Nantes kentinin Trignac kasabasında meydana gelen olaydan sonra her iki taraf da birbirinden şikayetçi olurken, bir polis memuru, avukatın burka giyen kadından rahatsızlığını dile getirdiğini ve tartışmanın bu şekilde başladığını söyledi. Polis, Müslüman kadının kendisine ırkçı ve dini ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle şikayette bulunduğunu, burkayı yırtan yaşlı avukatın ise kendisine saldırıldığına ilişkin şikayette bulunduğunu söyledi.

MÜSLÜMANLARI VAMPİRE BENZETTİ
Öte yandan, yaşlı Fransız avukatın kavga sırasında Müslüman kadınları Fransız televizyonlarında yayınlanan bir dizide şeytana benzetilen kötü karakterindeki “Belphegor” benzettiği de kaydedildi. Belphegor, insanlardan nefret eden, uzun ve keskin tırnakları ile kafasındaki boynuz olan bir vampir olarak tasvir ediliyor.

Fransa'da yaşanan bu olay, geçtiğimiz yılki yerel seçimler öncesi İstanbul'da çarşaf giyen bir CHP üyesinin CHP'lilerce tekme tokat dövülmesi ve çarşafının yırtılmasını akıllara getirdi.
Vakit


Entellektüel Soykırım: 3 Bin Bilim Adamını Kim Öldürdü?
İbrahim Karagül

Karanlıklara gönülmüş, özenle gizlenmiş, unutturulmuş bazı gerçekleri hatırlatmak, açığa çıkarmak, tüm çarpıcılığı ile ortaya sermek en yalın insani sorumluluklarımızdan biridir. Unutkanlığın bu kadar yaygın olduğu, hafızaların hemen siliniverdiği, en acı insan hikayelerinin birkaç gün içinde kanıksandığı zamanlarda bunu yapabilmek bizi dengede tutan, diri tutan belki de tek gerçektir.

13 Aralık 2007'de, aslında pek kimsenin umursamadığı çok acı bir olayı burada tartışmıştık. Savaşların işgallerin, enerji kavgalarının, iktidar mücadelelerinin ötesinde bir ülkenin hafızasının silinmesi amacıyla yürütülen sistematik bir soykırımı ele almış o ülkenin "beyin ölümü"nün nasıl gerçekleştirildiğine dikkat çekmeye çalışmıştık. "Irak'ta 550 bilim adamı öldürüldü!" sorusuydu sorulan. Herkesin sustuğu, önemsemediği böyle bir olayın, Türkiye ya da bir başka ülkede yaşanmasının nasıl bir travma olabileceğini hayal edebiliyor muyduk?

CIA mensubu John Kiriakou, o günlerde, "Onlara öyle işkence yaptık ki Allah'ı gördüler" şeklinde tüyler ürperten cümleleri rahatlıkla söylerken, hiçbir ciddi karşılık bulmazken, hala insan gibi yaşamaya devam edebilirken susmak mümkün müydü? Irak'ta yayınlanan bir gazete, 10 Eylül 2007 tarihli nüshasında o CIA mensubunun itiraflarından çok daha dehşet verici gerçeği suratımıza çarptı. Yüzlerce aydının, akademisyenin, din adamının, bilim adamının nasıl öldürüldüğünü, kaçırıldığını, yok edildiğini...

Gazeteye göre beş yüz elli civarında bilim adamı öldürüldü. Yine gazeteye göre, bu ölümlerden İsrail istihbarat servis Mossad ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon sorumluydu. Ölümler, tıpkı işkenceler gibi, sistematik bir şekilde gerçekleşti. Bazıları nükleer fizikçi olan bu insanlar, ABD ve İsrail'le işbirliği yapmadığı için ya da aynı ülkeler için tehdit görüldüğünden öldürüldü. 350 bilim adamı ve 200 profesörün bir ülkede öldürülmesi nasıl bir travmaya neden olur, diye sormuştuk. Dünyada böyle bir olay daha önce yaşanmış mıydı? Bu tür bir aydın soykırımı yaşanmış mıydı?

Biraz daha geriye gidelim: 15 Mart 2006... O zaman sayı bu kadar değildi. Buraya şu notları düşmüştük.

"Prof. Dr. İmad Sarsam. Arap Tıp Birliği üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Muhammed A.F. er-Rawi. Irak Fizikçiler Birliği üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Mecid Hüseyin Ali. Bağdat Üniversitesi öğretim üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Vecih Mahcub. Fizik eğitimi üzerine 8 kitabı var. Öldürüldü! Prof. Dr. Sabri Mustafa el-Beyati. Bağdat Üniversitesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Mustafa el Mashadani. Bağdat Üniversitesi, dinler tarihi. Öldürüldü! Prof. Dr. Halid M. Al Canabi. Babil Üniversitesi İslam tarihi öğretim üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Abdulcabbar Mustafa. Musul Üniversitesi, siyaset bilimci. Öldürüldü! Prof. Dr. Esad Salim Shrieda. Basra Üniversitesi Mühendislik bölümü dekanı. Öldürüldü! Prof. Dr. Abdullatif el-Mayah. Mustansiriye Üniversitesi Ekonomi bölümü öğretim üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Leyla Abdullah es Saad. Musul Üniversitesi Hukuk fakültesi dekanı. Öldürüldü! Prof. Dr. Mohammed Munim al- İzmirli, Prof. Dr. Hazim Abdülhadi, Prof. Dr. Abdul Sameia el Cenabi, Prof. Dr. Alim Abdülhamid, Prof. Dr. Muhammed Tuki Hüseyin el-Talakani, Prof. Dr. Ali Abdul Hüseyin Kamil, Prof. Dr Muhammed Er Ravi, Prof. Sabri Mustafa El Beyati ve daha niceleri...

Bazıları fizikçi, bazıları tarihçi, bazıları hukukçu, bazıları edebiyatçı, bazıları tıpçı, bazıları sanat tarihçisi, bazıları ilahiyatçı... Onlarca insan, eğitimci, bilim adamı. Hepsi öldürüldü, öldürülüyor! Bazıları kafasına sıkılan tek kurşunla, bazıları işkence ile. Bazıları evlerinde, bazıları fakültelerinde, bazıları sokakta, bazıları Ebu Gureyb gibi işkence merkezlerinde, bazıları ise bilinmeyen yerlerde...

En az 250 bilim adamı bu şekilde öldürüldü. Yüzlerce bilim adamı, aydın kaçırıldı, kayboldu, akıbetleri bilinmiyor. Binlercesi ölüm korkusuyla Irak'tan kaçtı, kaçmaya çalışıyor. BM rakamlarına göre Irak yüksek eğitim kurumlarının yüzde 84'ü yakıldı, soyuldu, yıkıldı. Peki kim-kimler yaptı bunu? Hangi güçler bir ülkenin hafızasını bu şekilde silmek ister, ne amaçla yapar bunu?

Iraklı yazar Layla Anvar'ın, konuyla ilgili dikkatli yazısını okurken ürpermemek elde değil. Özetleyelim:

İlk zamanlar, suikastleri, "Irak halkından intikam almak" için Baasçıların ve El Kaide'nin yaptığı söyleniyordu. Irak yönetiminin resmi tezi buydu. 150 bin paralı asker ve istihbaratçının kol gezdiği ülkede oklar ABD istihbaratının işaret ediyordu. Anvar'ın araştırmasına göre Irak'ta 3 bin civarında aydın, bilim adamı, araştırmacı, doktor öldürüldü. Binlercesi ülkeden kaçtı, çok sayıda insan kayıp... 2003 yılında, yani işgal yılında Irak'ta 45 bin bilim adamı var. Bugün bu 45 bin kişiden kimse kalmadı. Bazıları öldürüldü, bazıları ülkeden kaçtı ya da kaçırıldı. Peki bu sistematik soykırımda kimlerin parmağı var? Layla Anvar'ın tespitleriyle bakalım.

1- 1980'lerde üç Iraklı bilim adamı suikaste uğradı. Bu nükleer ilimcilerden biri Paris'te otel odasında öldürüldü. O tarihlerde Irak nükleer çalışmalar konusunda ciddi girişimler ve çalışmalar yapıyordu. 1982'de İsrail Irak'ın Osirak nükleer tesislerini bombaladı.

2- 1991 savaşından sonra Irak ambargo altındaydı. Görünüşte Birleşmiş Milletler denetiminde. Bütün bilim adamları listelenmişti. 12 yıl boyunca bu kişilerin büyük bölümü ABD tarafından sorgulandı. BM verileri, ABD'nin kullanımındaydı. Daha o tarihlerde, sonradan öldürülen bilim adamlarıyla ilgili bütün bilgiler, ABD'nin eline geçmişti. Burada BM'nin oldukça kirli bir rolü olduğunu söylemek mümkün.

3- 2003 işgalinden hemen sonra Irak'ta ordu ve istihbarat tamamen değiştirildi. Bunun ardından bilim adamları hedef olmaya başladı. Bazı Kürt gruplarla Şii gruplar bu amaç için kullanıldı. Kim için? Tabi CIA ve Mossad için... ABD Kongresine sunulan bir raporda, o dönemde 300 bilim adamının, 200 üniversite hocasının öldürüldüğü bildiriliyordu. Dava Partisi, o dönemde, bu ölümlerin CIA ve Mossad tarafından yürütüldüğünü açıkladı.

4- İşgalden sonra Irak'ın savaş pilotları da birer birer öldürüldü. Kaynaklar, pilotlardan sadece bir tanesinin hayatta kaldığını gösteriyor. Anvar, pilotların İran istihbaratı tarafından öldürüldüğünü söylüyor.

5- Suikastlerle ilgili bir başka işaret; dönemin İçişleri Bakanı ve silahlı adamlarını gösteriyor. Akademisyenlerin, doktorların, bilim adamlarının evleri bu maskeli kişilerce basılıp öldürüldüğü, kaçırıldığı, işkence altına alınıp ortadan kaldırıldığı belirtiliyor.

6- Samarra'da bazı suikastlerde el Kaide izleri olduğu, buradaki el Kaide yapılanmasının İran ve ABD istihbaratıyla bağlantıları olduğu ifade ediliyor.

7- Anvar, yazısında değişik araştırmalara, listelere, sayılara yer veriyor. Uzmanlık alanlarına göre suikaste uğrayanları alt alta sıralıyor. Öldürülenlerin yüzde 62'si master ve doktora eğitimi almış insanlar. Burada binlerden söz ediyoruz.

8- Bugünkü Irak Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 bin doktor ölüm korkusuyla ülkeden kaçmış, 2 bin doktor öldürülmüş.

9- Bütün bunlara rağmen, binlerce eğitimli insanı sistemli şekilde yok eden operasyonu kimlerin yaptığı hala bilinmiyor. Şüpheliler arasında; CIA, Mossad, bazı Kürt gruplar, bazı Şii gruplar var.

Ancak, işgali planlayanların, 1991'den beri hazırladıkları listede adı geçen bilim adamlarını birer birer ortadan kaldırdığı, bunun için Irak içinde çok farklı kesimleri kullandığı artık bilinen bir gerçek.

Kaynak:YeniŞafak Gazetesi


Pagan Medeniyeti
İlhan AKKURT
ilhanakkurt@gmail.com
26 Temmuz 2010

Eski Roma ve onun kültür temeli olan eski Yunan, insanlık tarihinde aklın ve maddeci anlayışın üstün tutulduğu bir medeniyeti temsil eder. Temelde güçlünün üstün tutulduğu bu medeniyette hayatın gayesi, mermer saraylarda keyfince zevk ve sefa içinde bir hayat sürmeye dayanırdı. Zenginliği, generalleri, felsefecileri, arenalarda gladyatörleri ve festivalleriyle ünlüydü. Bir de bir sürü fitne ve fesat üreten yüzlerce tanrıları vardı. Tabi gücün doğurduğu hâkimiyet ve köleleştirilen insanlarda. Övündükleri senato, meclis ve güçlüyü üstün tutan hukuk kuralları da vardı. Üstün güçleriyle diledikleri ülkeyi işgal eder, sömürge haline getirirlerdi ve insanları köleleştirirlerdi. Bir dönem dünyanın tek hâkimi ve en büyük medeniyetiydiler. Hiçbir ilahi din etkisinin bulunmadığı insan aklının ve egoizmin önünü açan, hiçbir ahlak kuralı tanımayan tam bir Pagan medeniyetiydi. O da gün geldi, önce kendi kokuşmuşluğu içinde eridi gitti ve paganizme tepki olarak, yerini ilahi ahlak aldı.

İlahi dinlerin ahlak kuralları altında uzunca bir dönem bastırılan bu pagan anlayış, 18 yüzyıldan sonra yavaş yavaş, kendi bölgesi olan batı dünyasında Kapitalist sistem adı altında tekrar organize oldu. İlahi ahlak kurallarının maddi güç biriktirmeye karşı ifadesi olan “Tek lokma tek hırka” anlayışı terk edilerek yerini, egoizmin emrinde bütün dünyayı ele geçirme anlayışı aldı. Bunun sonucunda harekete geçen batı dünyası, dünyayı paylaşma hırsıyla birbirlerine girdi ve sebep oldukları dünya savaşlarıyla geçmişe rahmet okuttular. Kurdukları sistemi insanların mutluluğu için tek doğru olarak sundular ve insanın doymak bilmez hırslarının önünü açtılar. İlk bakışta insan aklının ürünü gibi görünen bu medeniyet, aslında insan egosunun bir ürünüdür. Çünkü bu medeniyette akıl, egonun emrinde olan bir akıldır.

Kime kul olduk

Hayatın gayesini bin bir çeşit zevkten yararlanmak üzerine kurmuş bir medeniyetin büyüsüne kapılan çağımız insanına, tüketimi körüklemek adına, içinde oturulan villalar, binilen arabalar, giyilen markalar ve yaşanılan eğlence ortamları adeta kutsallaştırılmış mabetler gibi sunuldu. Huzurun ve mutluluğun tek kaynağı olarak sunulan bu mabetlerde insan, adeta kendini eski Yunan- Pagan tanrılarına eş görür hale getirildi. Sanatçılar, sporcular, müzikçiler ve artistlerden insanlara pagan idoller yaratıldı. Önceleri ilahi dinlerin mabetlerinde Tanrısına taparak huzuru arayan insan, şimdi bu çağdaş pagan mabetlerinde yetişen pagan tanrılarına taparak huzuru ve mutluluğu aramaktadır. Vicdanlara hâkim olan dinlerin tek Tanrısı unutturuldu, yerine yüzlerce Pagan tanrısı kondu. Roma arenalarının yerini stadyumlar aldı, antik tiyatrolarda tekrar konserler başladı. Pagan tanrılar Olympos Dağında boş boş oturup vakit geçiremez, kendilerine eğlence ve macera arar. Ya en büyük olmak için bir birlerinin ayağını kaydırmaya çalışırlar, ya da gönül eğlendirmek için bir birlerinin sevgililerini ayartırlar. Bazıları da macera arar, zavallı insanlara yardım için ışığı çalıp verir. Günümüzde ayni hayat tarzları televole kültürü olarak ekranlarda boy göstermektedir.

İnsanı bağlayan her türlü vatan, millet, İman, aile ve ahlak bağları kırıldı. Tam bir hürriyet ve özgürlük ortamı sağlandı ve artık bir kuş gibi hürüz. Bir yuvaya bağlanmak, çocuk büyütmek vs. gibi bağlarla bağlanmakla hayattan zevk alınamaz. Bu bağlar varken bir o parti, bir bu festival gezilemez. Sosyal insan, entel insan yetişmiştir ama bu iki insan bir yuvada birlikteliği sürdüremez. Ne de olsa bir çiçekle bahar geçmez. Zaten gerçek sevgi öldürülmüş, bunun yerini mevki makam ve şöhrete bağlılık almıştır. Yuva kurmak fedakârlık, paylaşma; işbirliği ve tahammül gerektirir. Bunlarla vakit kaybedecek zaman değildir. Kadınlar cazibeleriyle Pagan Sokak Festivallerinde güzellik tanrıçası olmaya layıktır. Tıpkı Roma paganları gibi her güne bir festival icat edildi. İnsanlar mutluluğu yuvasında yakalamak yerine festival festival koşturuldu.

Bu tanrılaşmış Pagan Medeniyetinde, zevk sefa içinde, saraylarda yaşayanların en nefret ettikleri şey, bu saltanatlarını kaybetmeleridir. Yoksulluk, zayıflık, güçsüzlük en büyük korkularıdır ve birine muhtaç olmaktansa ölümü seçmek daha iyidir. Çünkü dost görünenler bu duruma düşenin elinden tutmaz. Böyleleriyle muhatap bile olunmaz, insanlara zayıfın elinden tutmamak öğretilmemiştir. Zayıf olan tıpkı hayvanlar âlemindeki gibi bir kenara çekilip ölümü beklemelidir. Kimseye ayak bağı olmaya hakkı yoktur. Zayıf insanlarla ancak işlerini gördürmek için muhatap olunur ve eski Roma’daki köle isyanları gibi daima bunların isyanından korkulur. Ancak insanlık tarihinde egoizmin zirve yaptığı her dönemde olduğu gibi, bu son dönem pagan medeniyeti de kendi kokuşmuşlu içinde antitezini doğuracak ve yoksuların elinden tutacak, paylaşmayı, dostluğu ve gücün yerini hakkın alacağı, insani yozlaşmanın önüne geçecek çalışmalar kabul görecektir. Doymak bilmez egosuna tapıp, ona tanrı gibi hizmet edenler olduğu gibi, aklını egosunun önüne geçirebilenlerde vardır. Mutluluk diye sunulan bir sürü şeyin peşinde boşa koşturulan insanların önüne geçip kollarını açarak “durun kalabalıllar bu yol çıkmaz sokak” diye haykıracak gönül erleri ve bu haykırışın sesine kulak veren vicdan sahipleri çıkacaktır.

habertaraf

05 EYLÜL 2010
'Güzel kızın' yüzüne asit döktüler

ABD'de bir saldırgan yanına yaklaştığı kadına, 'Hey güzel kız, bunu içmek ister misin?' diye sorup, kadının yüzüne asit türü bir sıvı fırlattı. Olay, 28 yaşındaki Bethany Storro'nun Washington eyaletindeki Vancouver şehrinde bulunan Starbucks'a girmesi esnasında gerçekleşti. Portland'daki bir hastanenin yanık ünitesine kaldırılan Storro hemen ameliyata alındı. 25-35 yaşlarında Afrika kökenli Amerikalı bir kadın olan saldırgan her yerde aranıyor. Akşam

ABD saldırılarında harap olan aileler
26 Eylül 2010
"ABD’nin bu şekilde Pakistan'a saldırmaya gelmesi ve sebep olduğu ölümlerden dolayı Pakistan'ın onları sorgulama yetkisi bile bulunmaması karşısında şok olmuş bir vaziyetteyim."

ABD'nin Pakistan'ı insansız uçaklarla düzenlediği saldırılarda yüzlerce sivil öldü ve onlarca ailede harap oldu.

Muhammed Aşgar ve 30'a yakın arkadaşı da bu insafsız saldırılarda hayatı kaybetti. Şimdi ABD'nin insasız uçaklarla düzenlediği saldırılarda kayınbiraderi Aşgar'ı şehid veren Haydarla konuyla ilgili yaptığımız özel röportajı yayımlıyoruz:

Soru:Lütfen bize kendinizi tanıtır mısınız?

Haydar: Bismillahirahmanirrahim. İsmim Haydar. Kayınbiraderim Muhammed Aşgar, Peşaver’de yaşıyor ve orada bir döviz bürosunda çalışıyordu.

Soru: İnsansız hava saldırısı nerede gerçekleşti?

Haydar: Kuzey Veziristan'nın Miranşah şehrinin Ahmadkheel semtinde gerçekleşti. Orada misafir olduğu için, adet olduğu üzere, civarda oturan bir çok insan ona hoş geldin demek için toplandılar. Herkes akşam namazını kılmak için biraraya geldiğinde oda cemaatle oturuyordu. İnsansız hava saldırısı namazın tam ortasında gerçekleşti ve tüm cemaat şehit oldu.

Soru: Bu cematin arasında hiç Taliban ya da El Kaide üyesi var mıydı, yoksa hepsi sivil insanlar mıydı?

Haydar: Burada toplanan insanların hepsi, yeni gelen bu misafirlere hoş geldin demek için gelmiş olan yerli insanlardı. Bu insanlar misafirperverlikleriyle meşhurlar ve ziyarete gelen birilerine hoş geldin demek için toplanmamak onlar için düşünülemez. Toplamda 31 kişi öldürüldü. Bu insansız hava saldırısı o kadar güçlüydüki kimse sadece yaralı olarak bile kurtulamadı.

Soru: Bu olayın gerçekleştiğini nasıl öğrendiniz?

Haydar: Bizim bulunduğumuz bölgeyle Veziristan’ın arası 8 saatlik bir mesafe. Bu saldırı gece gerçekleşti ve ertesi sabah bizim bundan haberimiz oldu. Bu olaya tanıklık eden insanlar bize haber vermeye geldiler ve bu olayın kötü sonucu olarak gördükleri kalıntı ve hasarı bize tarif ettiler. Söylediklerine göre saldırı okadar şiddetliydi ki; geriye kalan cesetler birbirinden ayırt edilemiyordu bile. Ve hatta kemikleri bile parçalanıp birbirinden ayrılmıştı. Cesetler tamamen tanınmaz bir vaziyetteydi. Benim kayınbiraderimin tabutu sıkı bir şekilde mühürlenmişti ve bizim onu açarak görmemize izin verilmedi. Tabut gömülmek için götürülmeden önce 30 dakika bizimle kaldı.

Soru: ABD/Pakistan hükümetinin bunu neden yaptığını düşünüyorsunuz ve bununla ne elde etmeyi ümit ediyorlar sizce?

Haydar: Hiç bilmiyoruz. Pakistan hükümetinin, ABD’nin bizim bölgemize saldırılarına ne kadar yetki verdiğini bilmiyoruz, taa ki ABD’ye Pakistan hükümeti tarafından bu saldırıları düzenlemesi için serbestlik lisansı verilene kadar bilmiyoruz bunu. Bu saldırılar sonucu şimdiye kadar 1400-1600 insan hayatını kaybetti. Bu sivil ölümleri için kimse sorumluluğu üstlenmedi. Doğru istatistikleri gazetecilere veya yetkililere sorun, bizim bildiğimiz 1400-1600 arası sivil, kadın ve çocuğun öldürüldüğü. Bütün bunların arasında 11 ya da 12 "militan" varsa onlar şanslı sayılırlar. Bu saldırılar okadar yaygın bir arenada gerçekleşiyor ki; benim Peşaver’de yaşayan kayınbirederim bile bunun bir kurbanı oldu. Kime başvurabilirim? Nereye gidebilirim? Onun ölümünden kimin sorumlu olduğunu ve nereye nasıl başvuracağımı bile bilmiyorum.

ABD’nin bu şekilde Pakistan'a saldırmaya gelmesi ve sebep olmakta olduğu ölümler karşısında Pakistan'ın onları sorgulama yetkisi bile bulunmaması karşısında şok olmuş bir vaziyetteyim. Bütün bu bölgelerdeki siviller son derece korkmuş ve endişeli bir haldeler. Ne gündüzleri çalışabiliyorlar ne de geceleri uyuyabiliyor. En ufak bir uçak sesi duyar duymaz panik içinde evlerini ve binalarını terk ederek sığınacakları güvenli bir yer bulmaya çalışıyorlar. Bütün bir toplum korku halinde ve bu faciaların nasıl dayanılmaz bir şey olduğunu anlatamam size. Bu saldırıların sonucu olarak her ev sahibi en az nüfusunun yarısını şehit vermiş durumda. Bu mevzuyla ilgili ABD ve Pakistan hükümetlerinin arasındaki anlayışın ne olduğunu ben anlayabimiş değilim.

Timetürk

40 Müslüman Diri Diri Yakılacaktı
01 Kasım 2010
Atina'da yayımlanan Elefterotipiya gazetesi, "bir grup fanatik Yunanlının, başkent Atina'da 40 Bangladeşli göçmeni cami olarak kullandıkları bir eve kapatarak, yakma girişiminde bulunduğunu" yazdı.
Haberde, aşırı sağcı Altın Şafak örgütü üyesi oldukları belirtilen öfkeli bir grubun, Amerikis meydanındaki bir apartmanın bodrum katında, içinde 40 göçmenin bulunduğu evin kapı ve pencerelerini kapatıp, içeri yanıcı madde attığı, çıkan yangının göçmenler tarafından söndürüldüğü, yaralanan iki kişinin hastaneye kaldırıldığı belirtildi.

Haberde, Cumartesi akşamı meydana gelen olayla ilgili "polisin önceden haberdar edildiği, bölgeye çok sayıda polis ve çevik kuvvet mensubunun sevk edilmesine rağmen olayın engellenemediği" iddiasına yer erildi.

Yunanistan Müslümanları Birliği Başkanı Naim Elgandur, Elefterotipiya gazetesine yaptığı açıklamada, "fanatiklerin 40 kişiyi camiye kilitledikten sonra gaz dökerek burayı ateşe verdiklerini" ifade ederek, "Trajik olan; içeride kalanlar olay sırasında polislerin de orada bulunduğunu söylüyorlar" dedi.

Yunanistan'da ırkçılığa karşı mücadele veren "Irkçılığı Sınırdışı Edin" isimli örgütün Başkanı Thanasis Kurkulas da "saat 21.00 sularında, caminin önünde ırkçı sloganlar atan bir grubun toplandığını haber aldıktan sonra polisi aradığını" belirtti.

Kurkulas, "Polis bana olayla ilgili haberlerinin olduğunu söyledi. Ancak görgü tanıklarının ifadelerine göre, saat 23.00 sularında olay yerinden 50 metre uzaklıkta polis ekipleri bulunmasına rağmen, aşırı sağcı gruplar 'Yabancılar Yunanistan'dan dışarı', 'Hiçbir zaman, hiçbir yerde cami olmayacak' şeklinde sloganlar atarak, etrafta dolaşıyordu" diye konuştu.

Elefterotipiya gazetesine göre, polis ise ihbar üzerine olay yerine gittiğini, ancak buraya ulaştığında caminin girişinde Mısırlı ve Afganistanlı iki yaralıyı bulduğunu kaydetti. aktifhaber

Kendi fotoğrafını gören polise başvursun!

18 Aralık 2010 ABD'nin Los Angeles şehrinde 1985-1998 ve 2002-2007 yılları arasında çoğu siyah tenli 10 kadını ve bir adamı öldürdükten sonra 25 yıl kaçan 57 yaşındaki seri katil Lonnie David Franklin Jr'ın temmuz ayında yakalandıktan sonra evinde yapılan aramada çok sayıda kadın fotoğrafı bulundu. Los Angeles polisi tecavüz ettiği kadınları öldüren ve cinayetlere ara verdikten sonra tekrar başlaması sebebiyle Amerikan kamuoyunda "Grim Sleeper" (Uyuyan Felaket) olarak tanınan Lonnie David Franklin Jr'ı, tüm aramalara rağmen yıllarca bulunamadı. Dosyayı kapatmayan polis, Franklin'i temmuz ayında bir pizzada bıraktığı DNA izleri sayesinde yakalamayı başardı.

1000'E YAKIN FOTOĞRAF BULUNDU
Eski bir temizlik görevlisi olan ve komşuları tarafından "son derece nazik ve harika biri" olarak tanınan Lonnie David Franklin Jr, dev megapolün en yoksul semtlerinin bulunduğu güney kesimlerindeki evinde polis tarafından tutuklandı. Lonnie David Franklin Jr'ın evine yapılan aramalarda, gizli bir yere saklanmış çoğu çıplak yaklaşık 1000'e yakın çıplak kadın fotoğrafları ve videolar bulundu. Savcılık, Franklin Jr'ın 10 kadının ölümünden yargılanacağını açıklarken, Los Angeles Polis Departmanı, 'Uyuyan Felaket'in evinde bulunan 180 fotoğrafı kamuoyu ile paylaştı. Bu kişilerin kendilerine ulaşmasını isteyen polis, böylece fotoğraftaki kişilerin kayıp mı hayatta mı olduğunu öğrenmeye çalışıyor. netgazete

Gardiyan dayağı Türkü komalık etti
14 Ocak 2011
Danimarka'da iki yıllık hapis cezasını çeken 23 yaşındaki Ekrem Şahin adlı Türk vatandaşı gardiyanların uyguladığı şiddet sonucu komalık oldu.

Şahin yaşasa bile yaşamını özürlü geçirecek. Danimarka'da iki yıllık hapis cezasını çeken 23 yaşındaki Ekrem Şahin adlı Türk vatandaşı, gardiyanların uyguladığı şiddet sonucu komalık oldu. Hapishaneden çıkmasına 6 ay kalan Şahin, kalbi 10 dakika durduğu için yaşam mücadelesini kazansa bile geri kalan yaşamını özürlü olarak devam ettirecek.

Kolding şehrinde yaşayan anne Nermin Kalkan ve baba Ömer Şahin çaresizce oğullarının yaşam mücadelesini kazanmasını beklerken, Ekrem Şahin’i komalık eden gardiyanların peşini bırakmayacaklarını ifade etti.

Kolding hapishanesi yetkilileri, salı günü polisi arayarak bir mahkumla problem yaşadıklarını ifade etti. Polisle birlikte hapishaneye ambulans da geldi. Sağlık görevlileri Ekrem Şahin’in kalbinin durduğunu tespit etti.

10 dakikalık bir mücadeleden sonra Ekrem Şahin’in kalbi yeniden çalıştırılırken, Odense Üniversiştesi Hastanesi’ne nakledildi. Anne Nermin Kalkan, oğlunun komalık hale getirildiğini olaydan yaklaşık 6 saat sonra bilinmeyen bir numaradan gelen telefonla öğrenmiş. Kalkan, "Telefondaki kişi oğluma gardiyanlar tarafından şiddet uygulandığını, komalık hale getirilip kalbinin durduğunu söyledi. Arayan kişi büyük ihtimalle hapishaneden bir arkadaşıydı." açıklamasını yaptı.

Anne Nermin Kalkan oğlunun durumuyla ilk bilgileri hapishanede ilk müdahaleyi yapan doktordan almış. Doktorun "Gardiyanlar darp edip bırakıp gittikten sonra oğlunuz baygınlık geçirmiş. Kalbinin durduğunu gördüklerinde müdahale etmişler." sözleriyle şoke olan Nermin Kalkan, 10 gardiyanın bir mahkumu baygınlık geçirinceye kadar dövmesini asla kabullenmeyeceklerini ifade etti.

Hastanede oğlunun başından ayrılmayan acılı anne ve baba doktorlardan gelecek iyi bir haber beklerken, olayın üstünü kapatmaya çalışan hapishane ve polise ateş püskürüyor. Polisin ‘adi ve basit bir olay’ yaklaşımına şiddetle karşı çıkan anne Nermin Kalkan, "10 gardiyan bir kişiyi bayıltana kadar nasıl döver?" diye soruyor.

İki kulak altında darp izleri bulunan genç, şuuru kapalı bir şekilde yatıyor. Ailesi, sırtüstü yattığı için sırtında darp izi olup olmadığı konusunda bilgilerinin olmadığını söylüyor. Doktorlar ise, Ekrem Şahin’in yaşam mücadelesini kazansa bile geri kalan hayatını özürlü devam ettireceğini ifade ediyor.

Hastane doktorlarından Sören Jensen, Ekrem Şahin’in kalbinin ne kadar durduğu konusunda net bilgilerinin olmadığını söyleyerek aileye şu bilgiyi vermiş: "Şayet 10 dakikadan fazla kalbi durmuşsa yaşasa bile yüzde 90 sakat kalır ve hafıza kaybı yaşar. Ayrıca basit bir şiddetle bir kişinin kalbi durmaz. Gardiyanlar çok farklı bir şiddet uygulamış." Ekrem Şahin’in komalık olmaya götüren olayla ilgili gardiyanlar, "Başka bir hapishaneye nakledilmesine karşı çıkıp, olay çıkardı." savunmasını yaptı. haber10

Kumandan Çakal Carlos'a Fransız Cezaevinde İşkence



Büyük Devrimci Kumandan Çakal Carlos'u mahkemeye götürümek için yasadışı bir şekilde gelen Başkanlık Muhafızları, mahkemeye götürürken Carlosu darb etmiş kafasını duvarlara vurmuşlar ve üzerindeki elbiseleri çıkartıp sıfır derecede metal bir kutuya koyup mahkemeye zorla götürmüşler.

08 ubat 2011
Anadolu Haber

-"Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı...

-... Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı..."


İşte Çakal Carlos'un, Av. Güven Yılmaz ile yaptığı Tele-Röportaj.

Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, “iyiyim, ya siz?” diyor.)

Ben pek iyi değilim. Fransız devlet başkanlığı muhafızları tarafından saldırıya uğradım. Fransa devlet başkanlığı sarayı muhafızları tarafından yâni. Geçen Salı günü [1 Şubat 2011] cezaevine gelip beni dövdüler, yumrukladılar. Çok tuhaf, çok garib, değil mi? Bununla ilgili konuşacağım bugün.

Fransa’da hükümet ve resmî kurumlar, kendilerinde tüm dünyaya müdahale etme hakkı görürler. Türkiye de, en favori hedeflerinden biridir kuşkusuz. Evet, Türkiye’deki durum ideal olmayabilir. Farklılıklar hoş karşılanmayabilir, bu nevî insanlara iyi muamele edilmeyebilir, polis barbarca davranabilir, hükümete bağlı servisler veya bunların ajanları tarafından işkence ve suikastler yapılabilir, vesaire. Özellikle geçmişte böyle de olmuştur. Ancak, Fransa’nın durumu hiç de Türkiye’den daha iyi değil.

Kaldı ki Türkiye, dünyaya ders vermeye yeltenmiyor. Asla böyle birşey yapmadı ve yapmıyor. Fakat herşeye rağmen, geçmişte insan hakları ihlalleri bakımından kötü örnek olarak gösterilen bu ülke, yakın gelecekte hem komşusu ülkeler hem de dünyanın kalanı için bu defa olumlu bir örnek olarak gösterilecektir.

Söylemek istediğim şey şudur: Ben 61 yaşında bir adamım, yaşlı bir fedaîyim, zamanında komünist olarak fiilî mücadele vermiş artık yaşlı bir insanım. Ve, geçtiğimiz Salı günü Paris’teki tarihî Adalet Sarayı’na ifade vermek üzere götürüldüm. Ama bakınız nasıl:

İlgili hâkime ifade vereceğim hususu, 24 Aralık 2010 günü bana tebliğ edildi. Bilâhare avukatlarımın da haberdar edildiği ve ifade vereceğim gün orada hazır bulunup beni beklediği bir hâdise.

Neyse, Salı günü saat 12.30 gibi, kaldığım cezaevinde aşağıya indim. Giyiniktim tabiî. Öğle vakti olmasına rağmen hava çok soğuktu, üstelik sıfırın altında bir soğukluk sözkonusuydu ki, Fransa’da, Paris bölgesinde çok da sık rastlanan bir sıcaklık derecesi değildir.

Paris’e Adalet Sarayı’na götürülmek üzere bulunduğum cezaevinden çıkış işlemlerim yapılırken, gözümle ilk defa gördüğüm çok değişik bir ünüforma giymiş bazı genç adamlar sardı çevremi. Televizyonda rastladığım ve helikopter harekâtlarında kullanılan komandolara benziyorlardı. Tam olarak kim olduklarını, jandarmaya mı yoksa başka bir birliğe mi mensub olduklarını o ân bilmiyordum. Cezaevi muhafızı falan değillerdi. Çok tuhaftılar. Savaş pilotlarının giydiklerine benzer ünüformalar giydiklerini bile söyleyebilirim.

Sonra öğrendim tabiî kim olduklarını, Başkanlık Sarayı’nı korumaktan sorumlu Cumhuriyet Muhafızlarındandılar.

Herneyse... Bu özel muhafızlar, cezaevinden çıkartmadan önce beni küçük bir odaya soktular. Beni hedefleyen bir düşmanlık havası seziyordum artık. Güvenlik gerekçesiyle çırılçıplak bırakıldım, sadece kelepçeler vardı üzerimde. Neticede bir mahkumum, hâlâ cezaevindeyim, tüm bunlar gereksiz ama bunu da yaptılar. İşte bahsettiğim o acaib ünüformalı ve çok genç muhafızlardan bir tanesi, o esnâda bana karşı saldırganca davranmaya başladı. Dediğim gibi, o ân tamamen çıplağım. Bağırarak şöyle dedi bana: “Giyinebilirsin ama sana şu elbiseni vermeyeceğiz, bu elbiseni vermeyeceğiz, kemerini vermeyeceğiz,” falan. Hem de öyle bir dille söylüyor ki, insanda biraz saygı olur değil mi? Oğlum bile değil, torunum olacak yaşta üstelik. Bunun üzerine ben de, “Artık yeter, bu komedi nedir, zaten çırılçıplağım, üstüne üstlük kelepçeliyim” dedim ve giyinmeye başladım. O soğukta giymeme izin verdikleri tek şey, sadece bir tişört ve altıma da bir külot! Bu arada, diğer giysilerimi alıp o küçük odanın dışına götürdüler. Şimdi bunu niçin yapıyor ve öbür elbiselerimi dışarıya götürüyorlar?

Kelepçelerimden de bahsetmeliyim. O küçük odada ellerimi bir de arkadan ve ters biçimde kelepçelediler. Öyle bir kelepçelediler ki, kelepçenin sol elime isabet eden tarafı, tamamen etimin içine girecek şiddette ve ziyadesiyle acıtıcı şekilde sıkıydı.

Neyse, beni odanın dışına ittiler ve cezaevi dışına gitmekte kullanılan koridora çıktık. Orada bazı gardiyanlar ve cezaevi memurlar da vardı. Olan bitenler karşısında onlar da şaşırdılar, şok oldular. Beni odadan çıkaran muhafız, tutup beni itti ve kafamı duvara vurdu. Ben de ona “Fransız ordusunun çocuğusun, giydiğin ünüformaya saygılı olmalısın ve elleri arkadan kelepçeli bir mahkuma karşı böyle korkakça davranmamalısın!” tarzında bir cevab verdim, rahatsız edici sözlerdi belki ama doğruydu neticede. Bunun üzerine yine üzerime saldırdı ve duvara fırlattı beni, kafama arkaya itmeye çalışarak -artık sayısını hatırlayamıyorum- defalarca yumrukladı. Bir yandan vururken bir yandan da kafasını iyice yaklaştırarak çok alçak bir sesle ve üç defa şunu fısıldadı: “Obama, Obama, Obama!” Amerikan başkanının ismi yâni. Ben böyle dövülürken, başlarındaki komutan da kulağındaki kulaklıkla birileriyle konuşuyor ve talimat alıyordu.

Ne olup bittiğini anladım tabiî. Bunlar, psikolojik savaş çerçevesinde, “zehirleme” denilen ve kişiyi zihnî karmaşaya, şoka sokmayı hedefleyen işler. Eğer bir hâdiseye dahil veya şâhid olan birisini yoketmek, öldürmek, ortadan kaldırmak istiyorsanız, bunu böylece yaparsınız. Fakat bir kişiye yaşadıklarını söyletmek istiyorsanız, onu psikolojik olarak buna hazırlarsınız, şok etmeye ve mâneviyatını bozmaya çalışıp kafasını allak bullak edersiniz; psikolojik savaş icabı böyle yapmak zorundasınız. Bu bakımdan, “Obama, Obama, Obama!” değil de, “Castro, Castro, Castro!” yahud “Chavez, Chavez, Chavez!” de diyebilirlerdi. Hattâ, “ça, ça, ça!” veya “rumba, rumba, rumba!” demeleri de mümkündü. Bu, amacı dolayısıyla, hiç de saçmasapan bir iş değildir. Yoksa, amacı gözönünde tutulmazsa, tek başına “Obama” muhabbeti tam anlamıyla saçmalık tabiî.

Başıma gelenlere oradaki herkes, yâni normal cezaevi görevlileri de şâhid oldu, doğrusu tam anlamıyla da şok oldular. Hâliyle, “Obama, Obama, Obama!” sözünü sadece ben duydum. Psikolojik savaş nedir, bu çerçevede neler yapılır genel olarak bilirim. Bu açıdan, hâdiseyi hemen çözdüm. Emin olduğum diğer bir şey de, bunun önceden plânlanmış ve organize edilmiş bir eylem olduğudur.

Bilâhare, gelenlerin Cumhuriyet Muhafızı olduklarını da öğrendim. Peki Cumhuriyet Muhafızlarının benimle ne işi olabilir ki? Beni Paris’e götürmek üzere niçin başkaları değil de onlar geliyor? Kaldığım cezaevinin kendi görevlileri varken üstelik? Ki bu olan bitenden cezaevi gardiyanlarının memnun kalmadığı besbelliydi. Zaten genelde hepsiyle iyi ilişkilerim vardır. Nihayetinde kibar bir insanım. Yanlış bir şey sözkonusu olduğunda bazen sert konuşmak zorunda kalsam dahi, gardiyanlarla münasebetlerim çoğunlukla sıcaktır. Hiçbir şiddet ve patırtıya yolaçmaksızın, etrafta rahatça dolaşırım. Nitekim, gardiyanların cezaevi sâkinlerine yahud cezaevi sâkinlerinin gardiyanlara saldırmasını hiç de doğru bulmam. Unutmamamız gereken şey, düşmanımızın fakir gardiyanlar değil, onların yukarıdaki patronları olduğudur. İşlerini yaptıkları ve bizi rahatsız etmedikleri müddetçe, mesele yoktur elbette.

Neyse, sözünü ettiğim hâdise akabinde normal gardiyanlar etrafta belirince, mahut muhafızlar bana saldırmayı bıraktılar.

Yarı çıplak vaziyette ve sıcaklığın sıfırın altında olduğu böyle bir soğuk havada, küçük bir kamyon diyebileceğim özel bir araca sokularak Paris’e doğru yola çıkarıldım. Beni bu araçta bulunan her tarafı metal bir kutuya soktular ki, ellerim arkada olduğu hâlde ve oturamayacak şekilde bir köşesine kıvrılmak zorunda bırakıldım. Havanın dışarıdaki soğuğu yetmiyormuş gibi, bir de içerideki klimayı en soğuk derecesine getirdiler. Kasden yapılan birşey tabiî.

Beni o dondurucu soğukta 60 km ötedeki Paris’e götürdüler ama direkt değil de yan yollardan giderek. Birkaç saniyede bir âniden sağa sola saparak, bazen geri geri giderek ve üstelik âdet olduğu üzere herhangi bir siren de çalmadan. Bu sırada cehennemi andıran bir ortamda, kafam o çok küçük metal kutunun duvarlarına çarparak, ellerim arkadan kelepçeli ve üstelik etimi kanatır şiddette sıkılı vaziyette, sırtım ağrıyarak, vücudum sıkışıp kıvrılmış bir hâlde, işte böylesine berbat bir durumda yarım saat yolculuk ettim. Hâdisenin sıcaklığı içinde hemen hissedemesem de, yolculuğun sonunda fecî biçimde dövülmüş bir hâle getirildim. Adrenalinimin yükselişi ve düşüşü hasebiyle, Salı günü gerçekleşen bu hâdisenin asıl sonuçlarını aradan bir iki gün geçtikten sonra şimdi daha fazla hissediyorum. Belli bölgeler daha fazla olmak üzere hemen her tarafım çok fena ağrıyor şu ân.

Nihayet, Adalet Sarayı’na vardık. Burası da yazın bile güneş görmeyen ve her zaman soğuk olan bir yer yine. Orada bizi Adalet Sarayı’nın gardiyanları karşıladı. Mahkemeye getirilen mahkumların duruşma veya ifade vermek için beklerken birkaç saat kalacakları küçük bir cezaevine benzer bir bölüm vardır ki, bizi karşılayan gardiyanlar da işte bu gelen mahkumlardan sorumludurlar. Beni gören oradaki gardiyanlar da aynı şoku yaşadılar. Hattâ Venezüella’nın komşusu Karayibler’den gardiyanlar vardı gide gele tanışık olduğumuz. O ve diğer gardiyanlar hemen yanıma gelip, “Carlos, neler oldu böyle, lütfen gel, hemen giydirelim seni!” falan diye yardımcı olmaya çalıştılar ama nasıl giyinebilirdim ki? Ellerim arkadan kelepçeli ne de olsa.

Ve belki asıl acı olan şey, ki farkında değildim, ben tüm bu hengâmede oradan oraya sürüklenirken külodumun kenarından tenasül uzvum çıkmış ve Adalet Sarayı’na getirildiğimde tenasül uzvum sallanarak o soğukta yürütülüp durmuşum! Farkettiğimdeyse, -ellerim arkadan kelepçeli olduğundan- kendim yapamayacağım için gardiyanlara söyledim onu içeri sokmalarını ama, onlar da dokunmak istemediklerinden yalnızca pantolonumla üzerini dışarıdan kapayıp içeriye sokmaya çalıştılar ve başardılar.

Kelimenin tam anlamıyla inanılmaz bir durumdu ve sanki bir Charlie Chaplin filmi oynatılıyordu orada. Yerin altındaki bu kısımdan çok uzun bir yürüyüşle o soğuk Adalet Sarayı’nın üçüncü veya dördüncü katına, yâni son katına kadar götürüldüm ve ifade vereceğim yere vardım. Hâkimin tabiî bunlarla ilgisi yok, o da çok şaşırdı ve şok oldu. Avukatlarımdan ikisi, eşim Isabelle Coutant-Peyre ve bir diğer avukat daha orada beni bekliyordu. Sağ bileğim nisbeten iyiydi ancak sol bileğimde sıkı kelepçeden dolayı uzunluğuna yarım santim derinliğinde bir kesik oluşmuştu.

İfade vermeye başlamadan önce nihayet orada giyinebildim ve sorgu başlamadan önce de maruz kaldığım tüm bu kanundışı uygulamayı hâkim önünde tutanakla kayıd altına aldık, ben ve hâkim imzaladık. Oraya nasıl getirildiğim, ne hâlde getirildiğim, bileğimin ve darbelere maruz kalan vücudumun durumu üzerinde konuştuk ve bunları zabta geçirdik.

Netice olarak, Fransa’da tüm bu bana karşı yapılanları dünyanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum: Bu yapılanlar direkt yukarıdan talimat alınarak yapıldı. Cumhuriyet Muhafızları bir yandan beni döverken bir yandan da başlarındaki komutanın kulaklığından aldığı emirleri uyguluyorlardı. Muhafızlar beni döverken, başlarındaki bu komutan kulaklığı marifetiyle üstleriyle konuşuyordu ama o patırtı arasında ve üstelik kodlanmış kelimeler kullandığı için neler konuştuğunu anlayamadım tabiî ki. Bir diğer ifadeyle, tek bir askerin kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdiği bir saldırı değildir bu.

Bu arada, cezaevi kliniğinin doktoruyla da görüştüm ve muayene edip vücudumdaki hasarla ilgili bir rapor verdi bana.

Şimdi bu saldırı hakkında hukukî işlemlere de başlayacağız ve dava açacağız. Yalnızca aldığı emirleri uygulayan o zavallı asker aleyhine değil, asıl ona bu emirleri verenler aleyhine. Hiç şübhem yok ki, uğradığım bu saldırıdan Venezüella da sorumludur. Şayet Venezüella bürokrasisinden bir ışık almamış olmasalardı, bu kadar pervasız biçimde ve şâhidler önünde böylesine bir cüretle saldıramazlardı. Venezüella’daki herkesin bilmesi gereken ve asla üstü örtülemeyecek bir hâdisedir bu. Başkan Chavez’in de tüm bu olan bitenlerden haberdar edilmesi gerekiyor.

Sizlerden ricam, oradaki Venezüella Büyükelçiliği’ni durumum hakkında bilgilendirmeniz ve Fransız Büyükelçisine de sadece avukatlarım tarafından değil, sağdan veya soldan, cumhuriyetçi veya İslâmcı, her kesimden şahsiyetler tarafından imzalanmış bir protesto deklarasyonu teslim etmeniz ve şunu sormanızdır: Bir siyasî mahkuma, bir fedaî kumandanına nasıl olup da cezaevinde böyle saldırıda bulunabiliyorsunuz? Böyle bir saldırı Fransa’da yalnızca benim başıma gelmiş ve bundan sonra da gelebilecek bir şey değildir. Bu bakımdan hassasiyetle üzerinde durulmalıdır.

5 Şubat 2011
İngilizceden Tercüme:Hayreddin Soykan

Nato ve Afgan askerleri 64 sivili öldürdü
Afganistan'da bir yerel yetkili, dört günde 64 sivilin öldürüldüğünü söyledi

20 Şubat 2011
Anadolu Haber

NATO ve Afgan askerlerinin düzenlediği ortak operasyonlarda 64 sivilin öldüğü ileri sürüldü.

Afganistan'ın doğusundaki Kunar vilayetinin Valisi Fazlullah Vahidi, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, NATO ve Afgan güçlerinin Gazi Abad bölgesinde dört gündür düzenledikleri kara ve hava saldırılarında, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 64 sivili öldürdüğünü söyledi.

Barbekü cinayetine 20 yıl
26/02/2011
Fransa'da karısını öldürüp barbeküde yakan kişiye 20 yıl hapis cezası verildi
Fransa’da karısını öldürüp, cesedini bahçesindeki barbeküde yakan kişi, 20 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.
Savcılık, yedi çocuğu olan 43 yaşındaki Benoit Piet için 30 yıl hapis istemişti.
Radikal

Afganistan'da işgalci haçlı ordusu NATO 2 çocuk daha öldürdü
15 Mart 2011 Salı 19:19
Afganistan'ın Kunar vilayetinde işgalci haçlı ordusu NATO tarafından düzenlenen hava saldırısında iki çocuk hayatını kaybetti. Aynı eyalette birkaç hafta önce, bir NATO saldırısında, dokuz çocuk odun toplarken öldürülmüştü. haber1001

Afganistan'da İşgalci Haçlı Ordusu NATO 1 Kız Çocuğu Daha Öldürdü
12 Mayıs 2011
Afganistan'daki İşgalci Haçlı Ordusu NATO ve Afgan birliklerinin ülkenin doğusundaki Nangarhar vilayetinde dün gece düzenlediği baskında, bir polisle bir kız çocuğunun "yanlışlıkla" öldürüldüğü bildirildi. haber1001



Mogadişu'da Gizli Gözaltı Merkezi

Merkezi İngiltere'de olan insan hakları örgütü Reprieve, Somali'nin başkenti Mogadişu'da, yeraltında gizli bir gözaltı merkezi bunduğunu bildirdi.
10 Eyll 2011
Anadolu Haber
Merkezi İngiltere'de olan insan hakları örgütü Reprieve, Somali'nin başkenti Mogadişu'da, yeraltında gizli bir gözaltı merkezi bunduğunu bildirdi.

İnsan Hakları Örgütü Reprieve, Amerikalılar tarafından kullanıldığını belirttiği gizli gözaltı merkezinin varlığı hakkında, çeşitli kaynaklardan bilgi alındığını kaydediyor.

Örgüt 18 ay önce Nairobi'den bir sokakta yürürken ele geçirilen ve Mogadişu'daki gizli gözaltı merkezine nakledilen bir Kenyalı'nın izini sürdü.

"Ahmed" olarak adlandırılan Kenyalı şahıs, bu gözaltı merkezinde herhangi bir avukatla görüştürülmeksizin ve gün ışığına çıkarılmaksızın alıkondu.

Reprieve, yeraltındaki merkezde 14 yaşındaki gençlerin de alıkonduğunu belirtiyor.

Somali Başbakanı Abdiveli Muhammed Ali, BBC'ye yaptığı açıklamada böyle bir merkezden haberdar olmadığını söyledi.

Oysa benzer bir haber Temmuz ayında Kenya'nın Ulus gazetesinde de yer almış, Amerikan istihbaratının Mogadişu'da bir tesisi olduğu bildirilmişti.

BBC Afrika Editörü Martin Plaut, son yıllarda Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA'in dış ülkelerde "kara tesisler" olarak tanımlanan merkezler açtığı yolunda haberler geldiğini belirtiyor.

Bu merkezlerde tutukluların süresiz alıkonduğu ve bilgi alabilmek için işkence uygulandığı bildiriliyordu.

Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia Amerikan donanma üssünde bu tür gözaltı merkezlerinden birinin bulunduğu, ayrıca Cibuti'de ve Batılı ülkelerle arası açılmadan önce Libya'da da benzer gizli merkezlerin yer aldığı belirtiliyordu.

BBC

Sarkozy'e En Güzel Cevap Cezayir'den: Önce Aynaya Bak

Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin "Türkiye tarihi ile yüzleşmeli" sözü, Cezayir'de de sert tepki gördü. Fransız askerlerinin sömürgecilik döneminde milyonlarca Cezayirliyi katlettiği hatırlatılarak, "Fransa'nın Türkiye'ye verecek dersi yok, önce aynaya baksın" denildi.
Haberi Paylaş

Cinayet, tecavüz ve işkence... Bu üç kelime Fransız askelerinin bir zamanlar Cezayir'de yaptıklarının özetini veriyor. Diğer bir deyişle, bu durum Fransa'nın yüzleşmekten kaçtığı kara lekesini ifade ediyor.

Sarkozy'e En Güzel Cevap Cezayir'
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Nis 06, 2011 12:07 am    Mesaj konusu: İngiltere’nin Kenya’da yaptığı vahşet Alıntıyla Cevap Gönder

Şehid Saddam Hüseyin'in kardeşleri de idam edilecek!
15 Temmuz 2011

ABD güçlerinin dün Iraklı yetkililere teslim ettiği, aralarında şehid Irak lideri Saddam Hüseyin'in iki üvey kardeşinin de bulunduğu eski rejimin üst düzey beş mensubunun, yaklaşık bir ay içinde idam edileceği bildirildi.

ABD işbirlikçisi Irak Adalet Bakanlığı sözcüsü, Adalet Bakanı Hasan el Şammari'nin hafta başında devlet başkanlığı konseyini ziyaret ettiği, bu ziyarette idam cezalarının onayının geciktirilmemesi konusunda anlaştıklarını belirtti.

Sözcü, konseyin beş gün içinde bu cezaları onaylamasının beklendiğini, tümü farklı davalarda hüküm giyen bu kişilerin bir ay içinde idam edileceğini kaydetti.

Şehid Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in üvey kardeşlerinin Vatban İbrahim Hasan ile Sabai İbrahim el Tikriti olduğu belirtildi. haber1001

Irak'ın işgalinin gerçek sebebi: Yağma-talanmış

İngiliz Independent gazetesi tarafından ilk kez yayınlanan belgeler Irak'a düzenlenen saldırının gerçek sebebini ortaya koydu.

19 Nisan 2011
Anadolu Haber

İngiltere’nin Irak’ın işgalinde öncü rol almadan bir yıl önce, İngiliz bakanların ve dünyanın en büyük petrol şirketlerinin temsilcilerinin bir araya gelerek Irak’ın petrolünün nasıl sömürüleceğini konuştukları ortaya çıktı. Söz konusu toplantılar, İngiliz hükümetine ait belgeler tarafından da doğrulandı.

İngiliz Independent gazetesi tarafından ortaya çıkarılan ve bugün ilk kez yayınlanan belgeler, İngiltere’nin Irak Savaşı’na neden girdiğine ilişkin soruları tekrar gündeme getirdi. Dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’in savaşa girmek istemesi kabineyi bölmüş ve ancak Blair, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları olduğunu söyledikten sonra kabine savaşa girilmesini onaylamıştı.

Gazetenin ortaya çıkardığı belgeler, petrol şirketlerinin yöneticilerinin bakanlarla yaptıkları toplantıları kanıtlıyor. Ancak bu toplantılar, o dönemde hem bakanlar hem de şirketler tarafından kamuoyu karşısında yalanlanmıştı.

İngiltere savaşa girmeden kısa bir süre önce Mart 2003’te bir açıklama yapan Shell, İngiliz hükümeti ile görüşmeler yaptığını yalanlamış ve iddiaların “tamamen asılsız” olduğunu savunmuştu. BP ise Irak’ta “stratejik bir çıkarı olduğu” iddialarını yalanlamıştı. Tony Blair ise “petrol teorileri” diye tanımladığı bu iddiaların “saçma” olduğunu söylemişti.

Söz konusu belgeler, İngiltere’nin Irak Savaşı’na katılıma ilişkin yürütülmekte olan Chilcot Soruşturması’na da delil olarak sunulmadığı belirtildi.

Söz konusu belgelere göre savaştan bir yıl önce Ekim ve Kasım ayında gerçekleştirilen toplantılarda ise tablo tamamen farklı gözüküyor. Mart 2003’teki işgalden beş ay önce dönemin Ticaret Bakanı Baroness Symons, BP şirketinden bir yetkiliye, Blair’in Irak’taki rejim değişikliği için ABD’ye verdiği desteğe karşılık olarak hükümetin Irak’taki petrolden İngiliz petrol şirketlerine pay verilmesi gerektiğini düşündüğünü iletiyor.

Belgelere göre BP, Irak’taki petrol paylaşımında “dışarıda kalmaktan korktuğuna” dair endişeleri ilettiği Bakan Symons, BP adına ABD nezdinde lobi çalışması yapmayı kabul ediyor. O dönemde Washington’ın, özellikle Fransız, Amerikan ve Rus petrol şirketleriyle görüştüğü vurgulanıyor.

31 Ekim 2002’de BP, Shell ve BG (o zaman British Gas) arasındaki bir toplantıda tutulan nottan Symons’un lobi yapmayı kabul ettiği ve Noel’den önce şirketlere lobi çalışmaları hakkında bilgi vermeyi taahhüt ettiği aktarılıyor.

6 Kasım 2002’deki bir başka toplantı ise Dışişleri Bakanlığı’nın BP’yi davet etmesi üzerine gerçekleşiyor. Bu toplantıda alınan not ise şöyle: “Irak büyük bir petrol beklentisi. BP, Irak’tan pay alma konusunda çok umutsuz ve siyasi anlaşmaların kendisine bu fırsatı tanımamasından dolayı çok kızgın.”

Ekim 2002’de dışişleri bakanlığında gerçekleştirilen bir başka toplantıda ise bakanlığın Ortadoğu Dairesi Başkanı Edward Chaplin şu notu düşmüş: “Shell ve BP, uzun vadeli gelecekleri adına (Irak’ta) pay almamayı sağlayamadı. Saddam sonrası Irak’ta İngiliz şirketleri için adil bir hisse almaya kararlıyız.”

Kamuoyu önünde “Irak’ta stratejik çıkarı olmadığını” açıklayan BP’nin, diğer yandan özelde Dışişleri Bakanlığı’na “Irak, çok uzun süredir gördüklerimizden çok daha önemli” mesajı verdiği açıkça görülüyor.

Diğer yandan BP’nin de Washington’ın, Fransız şirketi TotalFinalElf’in Saddam ile olan anlaşmalarının sürmesine izin vermesi halinde şirketin dünyanın en büyük petrol şirketi olacağından endişelendiği ifade ediliyor. Bu yüzden BP, İngiliz hükümetine dünyanın en büyük ikinci petrol rezervlerine sahip olan Irak’ta pay sahibi olmak için “her türlü riski almaya hazır olduğunu” iletiyor.

Irak’ta işgalden önce 20 yıllık anlaşmalar imzalanmıştı. Bu anlaşmalar petrol tarihinin en büyük anlaşmaları olarak tarihe geçmişti. Bu anlaşmalar, Irak petrolünün yarısını, yaklaşık 60 milyon varil petrolü kapsıyordu. Bu petrol ise BP ve CNPC (Çin Ulusal Petrol Şirketi) gibi şirketler tarafından satın alınmıştı. Bugün sadece BP ve CNPC’nin kurdukları konsorsiyum, Irak’ın güneyindeki Rumeyla petrol bölgesinde yıllık 658 milyon dolar kâr elde ediyor.

Irak geçtiğimiz hafta petrol üretim seviyesini son 10 yılın en yüksek seviyesine, günlük 2,7 milyon varile yükseltmişti. Amerika’nın Irak’ın işgalinde niyetinin petrol olduğu birçok kez söylenmiş; ama Washington yönetimi amacının “demokrasi getirmek” olduğunu savunmuştu.


İŞGALDEN ÖNCE KİM NE SÖYLEDİ?

İngiliz Dışişleri Bakanlığı açıklaması (13 Kasım 2002, BP ile gerçekleştirilen toplantının ardından): “Irak büyük bir petrol beklentisi. BP, Irak’tan pay alma konusunda çok umutsuz ve siyasi anlaşmaların kendisine bu fırsatı tanımamasından dolayı çok kızgın.”

Tony Blair, (6 Şubat 2003): “Şimdi şu petrol meselesine gelelim çünkü…petrol hakkındaki komplo teorisi dürüstçe söylüyorum analiz ettiğinizde en saçma şeylerden biri. Gerçek şu ki eğer bizim endişemiz Irak’ın petrolü olsaydı ertesi gün Saddam’la bir petrol anlaşması imzalayabilirdik. Mesele petrol değil, mesele silahlar…”

BP şirketi (12 Mart 2003): “Irak’ta stratejik bir çıkarımız yok. Eğer kim olursa olsun yönetime gelen kişi savaş sonrası Batılı müdahalesini isterse, eğer bir savaş varsa, söylediğimiz tek şey bunun eşit şartlarda olmasıdır. Müdahale konusunda kesinlikle ısrarcı değiliz…”

Shell şirketi (12 Mart 2003): “(İngiliz hükümeti ile petrol görüşmeleri yaptığı iddiası reddedilerek) Irak konusunda İngiliz hükümeti temsilcileri ile ne görüştük ne de toplantı yaptık. Bu konu sadece normal toplantılarda günlük konuşmalar sırasında gündeme geldi. Hiçbir zaman “petrol anlaşması” talebinde bulunmadık…”

İngiltere’nin Kenya’da yaptığı vahşet 50 yıl sonra ortaya çıktı
05 Nisan 2011

İngiltere’nin sömürgecilik tarihindeki en dehşet verici anlardan biri olan Kenya’daki kanlı Mau Mau isyanı hakkında çok sayıda belge gün yüzüne çıktı.

İsyanı bastırmak için gösterilen çabaları anlatan belgeler, Kenya’nın bağımsızlığını ilan etmeye yaklaştığı günlerde Afrika’dan kaçırıldı ve yaklaşık 50 yıl boyunca hükümet arşivlerinde tutuldu.

Belgeler, dört yaşlı Kenyalının, İngiltere’ye başkaldırdıkları 1952 ve 1960 yıllarında işkence gördükleri iddiasıyla Dışişleri Bakanlığı’na dava açması sonucu bu yıl ortaya çıktı. Davacılar, Mau Mau isyancılarına karşı yapılan sistematik işkence kapsamında, “hadım edilme ve şiddetli cinsel saldırılar dahil olmak üzere anlatılamayacak kadar ağır işkencelere maruz kaldıkları” iddiasında bulundu.

Perşembe günü İngiltere Yüksek Mahkemesi’nde başlayacak olan dava, hükümet arşivlerindeki yer alan 300 kutu belgenin gün yüzüne çıkmasını sağladı. 1963 yılında Afrika’dan kaçırılan belgeler, Kenya’nın bağımsızlığını kazanmasından birkaç önce İngiltere’ye getirilmişti.

Milliyet
Vahşet,n diğer fotoğrafları için: http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakikaGaleri&ArticleID=1373532&PAGE=7

14 Bin Iraklı Kayıp
25.04.2011
Irak İnsan Hakları Bakanlığı, ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana geçen 8 yılda, 14 bin 25 kayıp başvurusu yapıldığını duyurdu.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ın işgalinden bu yana 8 yıl geçti...
Güvenlik sorununun giderek giderek büyüdüğü ülkede, 14 binden fazla kişi hâlâ kayıp.

Irak İnsan Hakları Bakanlığı, 2003’ten bu yana 14 bin 25 kayıp başvurusu aldıklarını duyurdu.

Şu ana dek bu kayıplardan yalnızca 7’sinin cesedine ulaşıldığı açıklandı.

Kayıpların akıbetinin araştırılması için yeni bir komite kuruldu.15 gün boyunca kayıp aileleri bu komisyona başvurarak, yakınlarının aranmasını isteyebilecek.
TRT

Bahçede 5 Ceset, Baba Kayıp

İsviçreli kayıp ikizler aylardır aranırken Fransa'dan da bir aile dramı haberi geldi.

25.04.2011

Fransa, eşi ve 4 çocuğunu öldürdüğü sanılan ve ortadan kaybolan işadamı babayı bulabilmek için seferber oldu.
Komşularının haftalardır 6 kişilik aileden ses çıkmadığı ihbarı üzerine Nant polisi, 2 katlı evin bahçesinde önce parçalanmış gömülü cesetler buldu. Cesetlerin anne ve yaşları 13 ile 20 arasında değişen 4 çocuğa ait olduğu belirlendi. Yapılan kazılarda, ayrıca, ailenin iki köpeğinin cesedi bulundu.

Maddi sorunları olmayan ailenin sessiz ve saygılı olarak nitelenen babasının, Nis bölgesinde görüldüğü belirtiliyor. Babanın, arkadaşları ile çocukların okuluna, tayin nedeniyle Avustralya’ya göç edeceklerine dair mektuplar gönderdiği belirtiliyor.

Kayıp İkizler Bulunamıyor
Diğer yandan Fransa polisi yaklaşık iki buçuk aydır kayıp ikizleri bulabilmek için İsviçreli ve İtalyan meslektaşları ile yoğun mesai içinde. Ancak 6 yaşındaki İsviçreli ikizler Alessia ve Livia’nın izine hâlâ ulaşılamadı.

İkizleri, ayrı olduğu eşinin evinden kaçıran babaları, bir hafta sonra İtalya’da bir trenin önüne atlayarak intihar etmişti. İntihar etmeden önce karısına gönderdiği mektupta da kızların öldüğünü yazmıştı.

En son babalarıyla birlikte Marsilya’dan Korsika’ya giden bir gemide görülen ikizleri arama çalışmaları sürüyor.
TRT

ABD'nin Usame Saldırısı için söylediği yalanları bir bir ortaya çıkıyor

07 Mayıs 201

Haçlı ABD timlerinin gerçekleştirdiği Ladin ve oğlu dahil 5 kişinin öldürüldüğü 'Geronimo Saldırısı'na dair Saldırgan ABD'nin söylediği yalanlar bir bir ortaya çıkıyor.

Haçlı emperyalist ABD'nin başı Obama'nın kamuoyuna açıkladığı senaryoyu yalanlayan yeni bir ayrıntının ortaya çıktı.

25 DAKİKA GÖRÜNTÜ ALINAMAMIŞ

Obama ile ekibinin, saldırıyı Beyaz Saray'da naklen izlediklerine ilişkin, fotoğraflara da desteklenen haberi tekzip eden açıklama, terör örgütü CIA'nın Başı Leon Panetta tarafından gündeme getirildi. Daily Telegraph gazetesi, "Peki Başkan Obama ne izliyordu?" başlıklı haberinde, Panetta'nın, operasyon sırasında komandoların miğferlerine monte edilmiş kameralarla bağlantının 25 dakika süreyle kesildiği sözlerini aktardı.

Gazete, bu açıklamanın baskın sırasında ne olup bittiği konusunda Beyaz Saray'dan verilen bilgilere ilişkin yeni soru işaretleri yarattığının altını çizdi.
Haçlı saldırganlığın ini Beyaz Saray, hafta başında Ladin'in silahlı olduğu, eşini canlı kalkan olarak kullandığı ve eşinin öldüğü iddialarından da geri adım atmıştı.

PENTAGON'UN AÇIKLAMALARI YALANLANDI

Usame Bin Ladin'in şehid edildiği haçlı saldırısının ertesi günü tüm dünyada, haçı terör örgütü ABD'nin silahlı kanadı Pentagon tarafından verilen brifing konuşuldu. Pentagon militanları "saldırı film gibi gerçekleşti" demişlerdi. 'Geronimo Saldırısı'nda düşen helikopter, dakikalarca süren çatışma, Ladin'in canlı kalkan olarak kullandığı ölen eşi, El Kaide liderinin silahla direnmesi ve CIA'nın Başı'nın saldırıyı saniye saniye bir askerin miğferindeki kameradan izlemesi gibi balonlar saldırının üzerinden saatler geçtikçe aksi yönünde açıklamalarla bir bir söndü.İlk açıklama Ladin'in eşinin ölmediği; Ladin'e siper olmak isterken askerler tarafından vurulduğu oldu.

Ardından El Kaide liderinin silahsız olduğu itiraf edildi.

NEW YORK TIMES: SADECE 1 KİŞİ SİLAHLA DİRENDİ

New York Times'ın Terör örgütünün ini Beyaz Saray kaynaklarına dayandırdığı haberde saldırılan evde sadece tek bir kişinin tabancayla direndiği, onun dışında kimsenin askerlere tek bir kurşun atmadığı belirtildi. Böylece haçlı askerlerin, oda oda dolaşıp silahsız sivilleri öldürdükleri ortaya çıktı. Aynı şekilde Black Hawk helikopterin de evin çatısından açılan ateşten değil teknik arıza nedeniyle düştüğü açıklandı. Ladin'in ise, "Silahına uzanmayı düşündüğü için"(!) öldürüldüğü iddia edildi.

SALDIRIYA UĞRAYAN YER VİLLA DEĞİL, BAKIMSIZ BİR EV

Ladin'in 6 yıl yaşadığı söylenen evin de 1 milyon dolar değerinde bir villa değil, duvarları rutubet içinde, boyaları dökülmüş, havalandırması yetersiz bir izbe ev olduğu ortaya çıktı.

YENİ SİMÜLSAYON

Saldırıya dair ortaya çıkan yeni gerçekler üzerine daha öce hazırlanan simülasyonun yerine bir yenisi hazırlandı.

Bu simülasyonda saldırgan askerlerin 1'i kadın 3 kişiyi keyfi olarak öldürmesi ve ardından Usame Bin Ladin'in bulunduğu odaya girerek önce eşini bacağından vurmaları ardından da Ladin'i vurmaları simule edilmiş.

Görüntüleri hazırlayan televizyon kanalı, ilk etapta ölüdürlen erkeklerden ikisinin silahlı olup, saldırıda bulunmadıklarını buna rağmen yanlarındaki kadın ile birlikte keyfi olarak öldürüldüklerini, Ladin'in oğlunun ise 3 kişinin öldürülmesinin ardından merdivenlerde sebepsiz oalarak öldürüldüğünü belirtti. haber1001

NATO Gemileri Kızılay Binasını Vurdu
13 Mayıs 2011
Libya devlet televizyonu, NATO savaş gemilerinin Misrata'yı bombalarken Kızılay binasını vurduğunu duyurdu.
El Libya televizyonunun, ayrıntılı bilgi vermediği haberinde, ''Barbarca NATO deniz bombardımanı Misrata'da Kızılay merkezini hedef aldı'' denildi.

"NATO HAVA SALDIRISINDA 11 İMAM ÖLDÜ"

Libya hükümeti, doğudaki Brega şehrindeki NATO hava saldırısında, 11 imamın uykusunda öldüğünü bildirdi.

Hükümet sözcüsü Musa İbrahim, ölenlerin, ülkedeki çatışmaların sona ermesi için dua etmek için bir araya gelen büyük bir imam grubunun arasında bulunduğunu söyledi.
İbrahim, saldırıda 50 kişinin de yaralandığını, bunlardan beşinin durumunun ağır olduğunu bildirdi. aktifhaber

NATO ve BM'nin Srebrenitza'ya 7 büyük ihaneti
9 Temmuz 2011

Son dönemlerde Libya'da, Afganistan'da, Irak'da demokrasi havarisi kesilen BM, NATO gibi kuruluşların Srebrenitza'da sergiledikleri iki yüzlü politakalar hafızalardaki yerini koruyor

Sırp kasaplarının yaklaşık 16 yıl önce katlettiği Müslüman Boşnaklar, katliamın yıldönümü nedeniyle bir kez daha gündeme geldiler. Öncelikle Bosna'da ve Türkiye'de katliamı anma için çeşitli etkinlikler düzenleniyor.

Katliamın yıldönümü nedeniyle gözler bir kez daha o günlerde yaşananlara çevrildi. Özellikle son dönemlerde Libya'da, Afganistan'da, Irak'da demokrasi havarisi kesilen BM, NATO gibi kuruluşların o günlerde sergiledikleri taraflı ve ihmalkar tavırları hafızalardaki yerini hala koruyor.

Yazar Mehmet Koçak'ın 2010 yılında kaleme aldığı "İnsanlık Tarihinde Kara Bir Leke: Srebrenica Katliamı" kitabı o günlerde bu uluslararası kuruluşların iki yüzlülüğünü açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Bosnalı Müslümanlara karşı "büyük ihanet" başlıkları altında topladığı iki yüzlülüğün delillerini Koçak şöyle sıralıyor: "BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların Srebrenitza Müslüman Boşnaklarına en büyük ihaneti; BM Güvenlik Konseyi kararıyla "Güvenli Bölge" ilan edildiği halde Srebrenitza'ya Sırp güçlerin girişine engel olunmamasıdır.

"Sizi biz koruyacağız, silaha ihtiyacınız yok" diyerek ellerindeki silahların toplanıp savunmasız bırakılması da ikinci büyük ihanettir.

Üçüncü büyük ihanet ise; Srebrenitzalı 50 Müslümandan oluşan bir grup, Dayton Antlaşması sonrası yakılıp yıkılan evlerine dönmek için Rebrenica'ya gittiklerinde Sırplar tarafından tehdit edildiklerini mülklerini kendilerine devretmeyi kabul etmedikleri şikayetlerinin uluslararası kuruluşlar tarafından değerlendirilmemesi ve kendilerine yardımcı olunmamasıdır.

Dördüncü büyük ihanet; acı hatıralarla dolu Srebrenitza'ya Sırp Cumhuriyet'nin yetki alanı dışında özel statü verilmesi, ayrıca yakılıp yıkılan Srebrenitza'nın yeniden inşası için yardım ve destek talebinin kabul bulmamasıdır.

Beşinci büyük ihanet; savaşta kuşatma altındaki Srebrenitza’nın BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan ICTY tarafından yaşananları soykırım olduğuna hükmettiği halde; "Soykırımdan Sırbistan Karadağ Devleti'nin sorumlu tutulamayacağı" kararına varması.

Altıncı ihanet; "Srebrenitza Anaları Derneği" soykırımda ihmali bulunan BM ve Hollanda hükümetleri aleyhinde açtığı davanın BM'nin dokunulmazlığı bahane edilerek reddedilmesi ve Hollanda hükümet aleyhine açılan davaya takipsizlik vermesi.

Yedinci büyük ihanet ise; Müslüman Boşnak nüfusu yok ederek "Büyük Sırbistan"ı kurma planının mimarı katil Radovan Karadziç'in ancak 13 yıl sonra yakalanması ve yardımcısı General Ratko Mladiç'in ise 14 yıl sonra yakalanması.

Dünya Bülteni

Adadan ölü taklidi yaparak kurtuldu
23 Temmuz 2011
Norveç’teki saldırıdan bir kişi ölü taklidi yaparak kurtulmuş

Norveç'in başkenti Oslo yakınlarındaki Utoya adasında dün düzenlenen ve en az 85 kişinin öldüğü silahlı saldırıda omuzundan vurulan bir kişinin ölü taklidi yaparak kurtulduğu ortaya çıktı. Adrian Procon adlı kişinin ölü taklidi yaparak sağ kaldığı saldırıda bazı gençler ise denize atlayarak kurtuldu.

Adrian Procon adlı kişi telefondan Skynews'e yaptığı açıklamada, Oslo'daki bombalı saldırının ardından kampta bir acil durum odası oluşturduklarını söyledi. bir polis memurunun da adaya geldiğini duyduklarında çok sevindiklerini belirten Procon, "Birden silah sesleri duymaya başladım ve ilk başta ne olduğunu anlayamadım. Ardından etrafımdakilerin koşmaya ve teker teker yere düşmeye başladıklarını gördüm." dedi.

Norveç'te böyle bir olay yaşandığına hala inanamadığını söyleyen Procon, arkadaşlarıyla birlikte ormanın içine kaçtığını bazılarının ise denizin soğuk sularına atladığını anlattı. Yüzlerce metre açıldıklarını belirten Procon, daha fazla gidemeyeceğini anlayınca geri döndüğünü belirten Procon, "Ben geri dönerken o (saldırgan) sahile geldi ve yüzmeye çalışan kişilere ateş etmeye başladı. Makineli tüfek gibi bir şeyle ateş ediyordu. Ateş ederken de hepimizin ölmesi gerektiği şeklinde bağırıyordu" dedi.

Sahile yaklaştığı sırada saldırganın kendisine silah doğrulttuğunu belirten Procon, saldırgana "Lütfen" diye bağırdığını belirtti. Procon, ardından yaşananları ise şöyle anlattı: "Bana bir sempati mi duydu bilmiyorum veya bir grup yerine sadece bir kişiyi öldürmek mi istemedi bilmiyorum ama o sırada bana baktı."

Ancak 20 kadar kişiyle suyun kenarında bekledikleri sırada saldırganın geri döndüğünü belirten Procon, "Rastgele ateş etmeye başladı, insanlar yere düşüyordu ve ben de cesetlerin arasına saklandım. Yanıma bir metre kadar yaklaştı ve durdu. Nefesini ve botlarını hissedebiliyordum ve sağ arka tarafımdan vurulmuştum. Benim yarım büyüklüğünde bir kayanın üzerinde duruyordum, bacaklarım hala suyun içerisindeydi. Yüzükoyun yatıyordum ve yana yanıma yaklaşarak ölü olup olmadığımı görmek için bir el ateş etti. Hiç kımıldamadım ve beni ölü sandı"

Procon, kayanın üzerinde yarım saat yattığını anlattı.

Saldırının düzenlendiği kampta yaşları 14-18 arasında değişen 600 kişinin olduğu sanılıyor.

ADANIN HAVADAN GÖRÜNTÜSÜ

Öte yandan Skynews adanın havadan çekilmiş görüntülerini yayınladı. Görüntülerde yerde yatan cesetler, denize kaçarak kurtulanlar ve adaya gelen polisler görülüyor. Ayrıca kayalıklarda öldürülmüş kişilerin cesetleri de görülüyor.

Dünya Bülteni





Gardiyanlar üzerine oturup öldürmüş!
09 Ağustos 2011 Salı 00:02
Ekrem Şahin Danimarka'da gardiyanlar tarafından öldürülmüş...

Ekrem Şahin'in elleri kelepçeli vaziyette yerde yüzü koyun yatarken, üzerine gardiyanların oturarak nefes almasını önledikleri, polisin de bunu kamuoyundan sakladığı ortaya çıktı. 13 Ağustos günü Ekrem Şahin'in öldürülmesi Kopenhag'da düzenlenen yürüyüşte protesto edilecek.

Danimarka'nın Kolding şehri cezaevinde iken gardiyanların uyguladığı şiddet yüzünden komalık olan ve daha sonra kaldırıldığı hastanede ölen 23 yaşındaki Ekrem Şahin'in gardiyanlar tarafından öldürüldüğü kesinleşti. Ekrem Şahin davasıyla ilgili yayınlarına devam eden TV 2 kanalının, alarm merkezinden ele geçirdiği belgelerde, elleri arkadan kelepçeli vaziyette yere yatırılan ve daha sonra TARP adı verilen ayak bağı ile etkisiz hale getirilmeye çalışılan Ekrem Şahin'in üzerine gardiyanların oturarak nefes almasını önledikleri ortaya çıktı. TV haber programında yayınlanan belgelere göre alarm merkezine telefon eden bir gardiyan elleri kelepçeli vaziyette yerde yatan Ekrem Şahin'in üzerinde oturduklarını söylüyor. Ancak alarm merkrezi ile yapılan konuşmalar, polisin soruşturmasında ve otopsi raporlarında yer almıyor. Belgeleri inceledikten sonra televizyon kanalına konuşan gerek Danimarkalı uzmanlar gerekse FBI uzmanları Ekrem Şahin'in ölümünün tek nedeni olarak, elleri kelepçeli ve ayakları TARP usülü bağlı vaziyette üzerine oturularak nefes almasının engellenmiş olmasını gösteriyorlar.

Anne isyan etti

Anne Nermin Kalkan, oğlu ili ilgili gerçeklerin raporlarda yer almamasına isyan ederek ömadem alarm merkezinin kayıtlarında gardiyanların oğlumun üzerine oturdukları yer alıyor da neden soruşturma ve otopsi raporlarında yer almıyor? Soruşturmayı yürüten polis neden raporunda bundan hiç bahsetmiyor? Demek ki polis de gardiyanları korumaya ve suçlarını örtbas etmeye çalışıyor. Soruşturmayı yürüten polisin de ceza alması gerekir. Biz polise güvenip bu işin peşini bıraksaydık gerçekler hiç bir zaman ortaya çıkmayacaktı. Alma bırakmadık. Bizi yıldıramadılar ve şimdi gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Başta oğlumun ölümüne neden olan gardiyanlar olmak üzere, soruşturmayı yürüten ve gerçekleri gizleyen polisler, ayrıca öölümü normal kalp durması sonucu gerçekleşmiştirö diyen otopsi dortorları ve olayda gardiyanları suçsuz ilan eden Kolding şehir mahkemesi hakimlerinin cezalandırılmaları için mücedelemizi bırakmayacağımödedi. Anne Nermin Kalkan ortaya çıkan delillerle Türk makamlarının da gerekli girişimlerde bulunmalarını beklediğini söyledi.

Polis suçlu

Adli Tıp Jylland bölgesi başkanı Dr. Jørgen Lange Thomsen, otopsi raporunun yeniden gözden geçirileceğini ve yeni bilgiler doğrultusunda yeni bir rapor hazırlanacağını belirterek öbiz otopsi raporunu hazırlarken, polisin bize verdiği bilgileri de gözönüne alarak hazırlıyoruz. Polis bize, gardiyanlar ile alarm merkezi arasında geçen konuşmadan bahsetmedi. Bize verilen bilgilerde o konuşma yer almıyor. Bu durumda ölüm nedeni ile ilgili yeni rapor hazırlamamız gerekiyorödedi. Gardianlar Eğitim Müdürü Jørgen Balder, gardiyanların elleri kelepçeli bir tutuklunun üzerine oturmalarının yasak olduğunu belirterek, polisin soruşturmayı yürütürken gardiyanlara bu konuda bir soru yöneltmediğini söyledi.

Davayı takip ediyoruz

Ailenin Savunma Avukatı Björn Elmquist ortaya çıkan delillerin çok vahim olduğunu belirterek hem polisin raporunda hem de otopsi raporunda gerçeklerin saklandığını belirterek, suçlular hakkında gerekli davaların açılacağını söyledi. Parlamento Hukuk Komisyonu Başkanı Danimarka Halk Partili Peter skaarup, gelişmeler üzerine davayı takibe aldıklarını belirterek "Halkımızın resmi görevlilere güven duyması gerekir. Ancak bu dava bize, resmi görevlilere güven duyulamayacağını gösteriyor. Onun için davayı çok yakından takip ediyoruz. Hatası olanlar cezalandırılacaklardır" dedi.
haber5

Amerika'da beş gün su verilmeyen çocuk öldü
08:00 - Amerika'da, ailesinin ceza olarak beş gün boyunca su vermediği, Jonathan James adlı 10 yaşındaki çocuk hayatını kaybetti. Gözaltına alınan baba ve üvey annesi, 99 yıl hapis cezası talebi ile yargılanacak. 29.08.2011 DALLAS netgazete

ABD'deki tıbbi deneylerde '83 Guatemalalı öldürülmüş'
30 AĞUSTOS 2011

Amerika Birleşik Devletleri'nde Başkan Obama tarafından oluşturulan Biyoetik Komisyonu, 1940'lı yıllarda yapılan bir dizi tıbbi araştırmada denek olarak kullanılan en az 83 Guatemalının öldüğü yolundaki iddiaları inceliyor.
İlgili Konular
Bilim ve Teknoloji, İnsan Hakları, Amerika Birleşik Devletleri
Deneklerin frengi ve bel soğukluğu hastalıklarıyla ilgili araştırmalara katıldıkları ve deneyler sırasında kendilerine özel olarak bu hastalığın bulaştırıldığı belirtiliyor.
ABD'li bilim adamları, penisilinin bu hastalıklar üzerindeki etkisini ölçmek için, yüzlerce Guatemalalı tutuklu ve hükümlüye, zihinsel hastalıkları olanlara ve öksüz çocuklara hastalık bulaştırmış.
Deneklerden hiçbirinin kendilerine hastalık bulaştırılması konusunda rıza vermedikleri ifade ediliyor.
Olayı soruşturan komisyonun başkanı Amy Gutmann, araştırma için "tıp tarihinin utanç dolu bir parçası" dedi.
Başkan Barack Obama tarafından oluşturulan ve Biyoetik konusunda çalışmalar yapan komisyonun ilk raporunun Eylül ayı içinde yayımlanması bekleniyor.
Barack Obama'nın Guatemala Cumhurbaşkanı Alvaro Colom'dan deneklere hastalık bulaştırılmış olması konusunda özür dilediği ve bu pratiğin Amerikan değerlerine aykırı olduğunu kabul ettiği de bildiriliyor.
2011 yılı ilk aylarında söz konusu araştırmalarda kendilerine hastalık bulaştırılan bir grup Guatemalalı ve yakınları olayla ilgili olarak Amerikan hükümeti aleyhinde dava açacaklarını duyurmuştu.
BBC

Organlar Çalınıyor BM Göz Yumuyor
02 Eylül 2011



Somalili çocukların organları çalınıyor! Her uçak en az dört “organ çantası” ile kalkıyor, BM seyrediyor.



Tarih 19 Ağustos... Saat 10: 10 ile 10: 15 arası... Bu fotoğraflar Somalili mültecilerin yaşadığı BM kamplarında çekildi. Havalimanında titizlikle korunan 4 soğutucu çantanın içinde ne vardı? Araçların arkasına gizlenen çantaların fotoğraflandığını gören BM çalışanları panikliyor.

Dadaab kampında çadırlar arasında dolaşırken bir babanın “Çocuğumu hastaneye gönderemem, zaten birini gönderdim cesedi çıktı, diğerine kıyamam” sözleri adeta beynimde şimşeklerin çakmasına neden olmuştu.

Yapılacak iş hastaneleri ziyaret etmekti. Öyle de yaptım. İlk durak Degahley'deki MSF'nin (Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü) hastanesinden işe başladım. Kapı etten duvar. Bir dayak yemediğim kalıyor. MSF'nin merkezine yöneliyorum. Tüyleri yeni bitmiş bir delikanlıya hastaneyi ziyaret etmek istediğimi ancak muvaffak olamadığımı anlatıyorum. Onun tepkisi hastanedekilere rahmet okutturacak cinsten; “Bana bak biz burada oyun oynamıyoruz. Safari de yapmıyoruz. Ciddi işler yapıyoruz. Öyle her aklı esen hastaneye giremez.” “Yanımdaki doktor girsin” teklifimi de reddediyor, BM'yi adres gösteriyor. Bizim hastanede neyi görmemizden endişe ediyordu. Dünyanın neresinde bir doktor ya da gazetecinin hastaneye girmesi kimi ne şekilde rahatsız edebilirdi. Bu defa BM temsilcisine bir haber uçuruyoruz. Biz hastaneleri ziyaret etmek istiyoruz. Eğer giremezsek...

ÇANTALARI SAKLADILAR

Bir gün sonra 12.00'de Hagadera'daki hastanedeyiz. Bildiğiniz görüntüler. Paspaslı amcalar işbaşında. Morgu görme talebimiz reddediliyor. 15 dakika sonra kapının önündeyiz. Bu defa BM'nin hastanelerindeki bu tip olayları araştırmaya başlıyorum. Sağolsun Google bu konuda oldukça cömert ve müzevir... Sıralamaya başlıyor. “Kosova'da organ kaçakçılığı, BM soruşturma izni vermiyor”, “Irak'ta organ kaçakçılığı arttı”, “Haiti'de BM görevlilerinin organ kaçakçılığı yaptığı anlaşıldı”, “Somali'de 1993 yılında Mogadişu havalimanına inen 18 doktor organ kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle kurşunlanarak öldürüldü”, “Pakistan'da BM görevlileri saldırıya uğradı”.... örnekler birbirini takip ediyor.

Bulunduğum yerin çok yakınında BM'ye ait bir havalimanı var. Uçakların biri iniyor diğeri kalkıyor. Kamptaki mevzumuz yine aynı konu. O arada Avrupa Birliği İnsani Yardım uçağı kampın üzerinde alçalmaya başlıyor. Ardından bir başka uçak daha. Kamptakilerden biri, “İşte uçak iniyor. Gidin havalimanına bakın kargo uçağı değil” diyor.

Gidelim bakalım... Uçağın inişi ile birlikte 6 arazi aracı uçağın kuyruk kısmına yanaşıyor. Ömrümün çoğu havalimanlarında geçti. Çalışan bir uçağın motor kısmına aracın park ettiğini görmedim. Elimdeki iki fotoğraf makinesini de hazır hale getiriyorum. Araçların kapılarının açılıp yolcuların uçağa binme hazırlıkları ile birlikte an be an fotoğraflamaya başlıyorum. Tarih 19/08/2011 saat 10:10 ile 10:15. Ellerde kırmızı, mavi çantalar. Hepsi de soğutucu çantalar. Köy minibüsü olsa diyeceğim ki içinde soğuk su, kola falan var. Ama uçakta hepsinden istemediğin kadar zaten var. Aşı da olamaz. Zira aşılar bu çantalarla taşınmıyor. (Fotoğrafları ilgili yerlere gösterip onay aldığım için bu kadar net yazabiliyorum) Fark edilmem uzun sürmüyor. Perdeleme başlıyor. İki çanta araçlardan birinin arkasına gizleniyor. Diğerleri ise kalabalığın arasında kayboluyor. Arka tarafa dolaşıyorum. Tel örgülerin, çalıların arasından üç dört kare fotoğraf alıyorum. UN'nin aracı ile adeta saklambaç oynamaya başlıyoruz. El kol hareketleri işin tadını kaçırıyor. Araca biniyorum. Bu defa tel örgünün bir tarafından onlar bir tarafından biz parelel şekilde hareket ediyoruz. Şoför durumu fark edince onlar havalimanının içinden çıkamadan kaçmaya başlıyor. Makinelerdeki disketleri çıkarıp aracın muhtelif yerlerine gizliyoruz. Dadaab'ın tozlu sokaklarında izimizi kaybettirmeyi başarıyoruz.

KORKUDAN KONUŞAMIYORLAR

Akşam saatlerinde kamplara haber gönderiyorum. Böyle bir fotoğraf aldık, endişelerimiz var. Sizlere birtakım sorular sormak istiyorum diyorum. Sabah birkaç kişi geliyor. Fotoğraf ve görüntü almamak kaydıyla konuşmaya razı oluyorlar. Ş.Y., “Hastanenin morgunda bir yakınımızın cenazesini gördüm. Göğüs kafesinden göbeğine kadar, göbeğinden de iki yana 15-20 santimlik yarık vardı. Doktorlara sordum, 'doku örneği aldık' dediler. Sonra cesedi kefenleyip verdiler” diyor. Bir başka kişi ise “cenazelerimizi biz yıkamak istiyoruz vermiyorlar. Adeta paketleyip teslim ediyorlar” diyor. Morgdan fotoğraf alabilir misiniz? teklifime ise korku dolu bir cevap veriyorlar. “Maalesef yapamayız. Bu işin açığa çıkması halinde burada en iyi ihtimalle barındırılmayacaklarını söylüyorlar. Hasteneden bir doktora ulaşıyorum, o da konuşamayacağını belirterek, “Ben bir şey görmedim, duymadım bilmiyorum. Başkaları ile konuş” diyor. Başkaları ile de konuşuyorum. Hepsi aynı cümleleri kuruyor.

Şimdi birilerinin Nairobi-Dadaab arasında günde birkaç sefer yapan küçük uçakların ne taşıdığını incelemesi ve yolcuların profilini ve nerelerde çalıştıklarını ortaya dökmesi gerekiyor. Yoksa cevap bekleyen soruların ve BM'ye yönelik ithamların ardı arkası kesilmeyecek!

BM havaalanına her gün, organ taşıdığı tahmin edilen özel jetlerin biri iniyor biri kalkıyor...

İŞTE CEVAP BEKLEYEN SORULAR

> Kamplarda görünmeyen bu kadar insan üstelik de günde birkaç küçük uçağın geldiği havalimanını hangi amaçla kullanıyor?

> Soğutucu özelliği olan çantalarla organ değilse ne taşınıyor? Ya da içinde bir şey olmayan çanta niye gizleniyor?

> Çantaların fotoğraflanması kimi niye rahatsız ediyor?

> Hastanelere giden cesetlerden hangi amaçla doku örneği alınıyor. Bu örnekler nerede kullanılıyor?

> Bir doktor ya da gazetecinin hastaneye girmesi niye engelleniyor?

> 21 yıldır var olan üstelik de dünyanın en büyük mülteci kampı olarak bilinen bir mekandaki sağlık istatistikleri niye yayınlanmıyor?

> Cenazeler niye kefenlenmeden sahiplerine teslim edilmiyor?

> Hastaneler neden bazı doktor örgütlerinin haricinde başka doktorlar tarafından işletilemiyor?

> Neden BM'nin girdiği her bölgede bu tip olaylar oluyor ve her seferinde soruşturulmasına izin verilmiyor?

> Kargo uçağı inmesi gereken alana neden küçük uçaklar iniyor?

> Neden UNICEF çocuk ölümlerini mercek altına almıyor?

> Bugüne kadar hastanelere giden ve tedavi edildikten sonra taburcu edilen kaç hasta var? Kaç hasta hayatını kaybetti? Ne gibi operasyonlar yapıldı?

> Neden kriz bölgesi Somali olmasına rağmen açlıktan ölmek üzere olan insanlar 300-550 kilometre arası yolu yürüyerek Kenya'daki bu kamplara ulaşmak zorunda?

> Dünyanın her yerinde savaşta dahil olmak üzere doktorlar dokunulmazlık zırhına sahipken bu insanlar neden Somali yerine Kenya'da faaliyet gösteriyorlar.

> Havalimanındaki o araçlar hangi örgütlere ait?

Kaynak: Türkiye



ABD'nin suikast ordusu: JSOC

Özel birlik JSOC, suikast ve adam kaçırma gibi operasyonlarda CIA'i solladı. 10 yılda asker sayısı 25 bine çıkan JSOC, binlerce kişiyi öldürdü.

04 Eyll 2011
Anadolu Haber
Amerikan istihbarat servisi CIA, başta Afganistan olmak üzere sıcak bölgelerde insansız uçaklarla düzenlediği saldırılarla gündeme gelirken ABD’de yayımlanan bir kitap, ABD’nin 11 Eylül’den bu yana hızla büyüyen bir başka ‘gizli suikast’ ordusunu afişe etti.

Washington Post muhabirleri Dana Priest ve William M. Arkin’in ‘Top Secret America: The Rise of the New American Security State’ adlı kitap Ortak Özel Operasyonlar Komutanlığı’nın (JSOC) 1980’de kurulduktan sonra 11 Eylül’ün ardından nasıl büyüdüğünü anlatıyor. Kitaba göre son 10 yılda JSOC’un asker sayısı 1800’den 25 bine çıktı.

Mayısta Pakistan’da kaide lideri Usame Bin Ladin’i öldüren özel SEAL birliğinin bağlı olduğu JSOC suikast, zanlıların yakalanıp sorgulanması ve istihbarat toplanması gibi gizli operasyonlar yürütmede CIA’i 10’a katladı.

Ölüm emri Beyaz Saray’dan

JSOC eski Başkan George W. Bush ve halefi Barack Obama’nın emriyle Irak ve Afganistan’ın yanı sıra ABD’nin resmen savaşta olmadığı Yemen, Suriye, Pakistan, Somali, Filipinler ve Nijerya gibi ülkelerde operasyonlar yürüttü. Beyaz Saray JSOC’a nadiren kara listedeki kişileri yakalamayıp doğrudan öldürme yani suikast yetkisi veriyor. JSOC ölüm listesini CIA’den bağımsız hazırlıyor.

Timler gizli merkezlerde insanlara işkence etmek, aç bırakmak ya da aranan kişileri teslim olmaya zorlamak için eş ve çocuklarını kaçırmak gibi taktiklere başvuruyor. JSOC sadece Afganistan’da 2008’de 550 hedefi vurup bin kişiyi öldürdü. 2009’da 464 operasyonla 500 kişi öldürüldü. Irak’ta 2005’te ayda 300 civarında baskın düzenlendi.

Doğrudan başkan ya da savunma bakanından emir alan JSOC’un istihbarat birimi, cihatçı sitelere saldıran sanal savaşçıları, insansız saldırı uçakları ve keşif uçakları var. Üniforma giymeyen timler ‘Kuzey Virginia Gizli Ordusu’, ‘Yeşil Görev Gücü’, ‘Görev Gücü 11’, ‘Görev Gücü 121’ gibi takma isimler alıyor.

CIA’in yapamadıkları

JSOC’tan bir yetkili “Karanlık bir meseleyiz. Evreni idare eden bir gücüz ama görünemeyiz. CIA’in bizim yaptığız şeyleri yapmaya gücü ve yetkisi yok” ifadelerini kullandı. JSOC’un ilk görevi 1980’de Tahran’da Amerikan elçiliğindeki rehineleri kurtarma amacıyla düzenlenen ‘Şahin Pençesi Operasyonu’ydu. Operasyon, ekibi taşıyan helikopterin çöle düşüp sekiz kişilik ekibin ölmesiyle fiyaskoyla sonuçlanmıştı.

Radikal

Afgan hapishanelerine sistematik işkence
6 EYLÜL 2011
İşgalci Haçlı Ordusu NATO'nun Afganistan'daki Uluslararası işgal Kuvveti (ISAF), yaygın şekilde işkence yapıldığı yolundaki haberler üzerine, sanki bu işkencelerden haberi yokmuş gibi gözaltına alınan kişilerin bazı Afgan hapishanelerine naklini durdurdu.

BBC'ye ulaşan bilgilere göre, bu uygulama 8 vilayette askıya alındı; ayrıca ülkenin terörle mücadele birimi de karar kapsamına alındı.

Henüz yayımlanmamış bir BM raporunda, işigalci haçlı ordusu NATO güçlerince teslim edilen tutukluların sistemli şekilde tacize uğradığı, hortumla dövüldükleri, cinsel tecavüzle tehdit edildikleri, kimi kez de zanlılara elektrik akımı verildiği belirtiliyor.
Sözü edilen olaylardan birinde, 19 yaşındaki bir tutuklunun iki hafta boyunca süreyle dövüldüğü, söz konusu kişinin sonunda şiddetli kanama ardından öldüğü kaydediliyor.
Bu kişilerin birçoğunun, isyancı oldukları gerekçesiyle hapishanelerde alıkonulduğu ve bir suçlama getirilmeden hapsedildikleri belirtiliyor.

haber1001

Çocuk ölümlerinde Amerika'nın utancı
17 EKİM 2011
Natalia Antelava
BBC



ABD'de her beş saatte bir çocuk, taciz ya da ihmal sonucu can veriyor.

Amerika Birleşik Devletleri, Yaşam, İnsan Hakları
Hükümetin açıkladığı son rakamlar, 2009 yılında tahmini olarak 1770 çocuğun kötü muamele sonucu öldüğünü ortaya koydu.

Yakınlarda Kongre'ye sunulan bir raporda ölen çocuk sayısının 2500'e yakın olduğu belirtilmişti.

Bütün bu veriler ABD'nin sanayileşmiş ülkeler arasında çocuk tacizi olaylarında başı çektiğini ortaya koyuyor. Sanayileşmiş ülkelerde her hafta 15 yaşından küçük 66 çocuk fiziksel taciz veya ihmal sonucu ölüyor. Sadece ABD'de ölen çocuk sayısıysa 27.

Nüfus yoğunluğu dikkate alınınca bile, UNICEF'in 2011 rakamlarına göre, kötü muamele sonucu meydana gelen çocuk ölümlerinde ABD, Meksika'yla aynı düzeyde.

Emma Thompson

Çocuklara yönelik taciz olaylarının en yoğun olduğu Texas eyaletinde Dallas Çocuk Hastanesi, her geçen gün artan sayıda tacize uğramış ve şiddet görmüş çocuk vakasıyla başetmeye çalışıyor.

Emma Thompson da bu çocuklardan biriydi. 2009 Yılında 4 yaşında dövülerek öldürülmüştü. Emma'nın kaburgalarının kırık olduğu, dudağının yırtıldığı, vücudunun birçok yerinde morarmalar olduğu ve kafatasında çatlaklar görüldüğü belirtilmişti.

Emma'nın annesi ve annesinin erkek arkadaşı, taciz suçlamasıyla hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Emma'nın babası, aslında kızının, çevresindeki herkesin ihmali sonucu öldüğünü düşünüyor.

Emma Thompson gibi daha yüzlerce çocuk, devletin çocukları koruma sistemindeki açıklar yüzünden yaşamını yitirdi.
Kimiler suçu, aşırı iş yükü altında bunalan denetçilere atıyor; yönetimdeki yetersizlikleri suçluyor. Kimileri de federal yönetimin aile bütünlüğünü koruma girişimlerinin sorunlara yol açtığına inanıyor.

Ancak ABD'de taciz ve ihmal sonucu ölen çocuk sayısının en yüksek olduğu Texas eyaletinde, çocukların güvenliğinden sorumlu yetkililer, bu tür olayların karmaşık ve değerlendirmesi güç vakalar olduğuna, özellikle çocukların yakınlarının, gerçekte olan bitenleri gizlemesi yüzünden olayların daha da çetrefilli hale geldiğine işaret ediyorlar.

Şiddet döngüsü

Çocuk tacizi olayları, mağdurların ailelerinin yaşamında çok büyük yaralar açıyor ama yaşananların korkunç etkileri, yakınların ve arkadaşların ötesine de uzanıyor.

Teksas Çocuk Koruma Birliği'nin araştırmasına göre, tacize uğrayan çocukların başkalarına yönelik suç işlemesi olasılığı yüzde 74 daha fazla. Bu insanların kendi çocuklarına kötü muamele etmesi olasılığı da 6 kat fazla.

İşte bu nedenle uzmanlar, çocukların tacizden korunmasında topluma olduğu kadar, Amerikan hükümetine de görev düştüğünü vurguluyor ve "her bir yurttaşın bu şiddet döngüsünün kırılmasına yardımcı olma sorumluluğu var." diyorlar.
BBC

‘İngiltere sınır kapılarında yüzlerce çocuk gözaltına alınıyor’
17 EKİM 2011



The Children’s Society adlı vakıf, bu yılın Mayıs ve Ağustos ayları arasında 18 yaşından küçük 697 çocuğun Dover limanı ile Heathrow, Gatwick ve Stansted’in de aralarında bulunduğu havaalanlarında belge denetimleri yapılırken, 24 saate dek varan sürelerle gözaltında tutulduğunu bildirdi.

The Children’s Society bu sayıları “korkunç ve aşırı” olarak nitelerken; gözaltına alınan çocukların dörtte birinden fazlasının yalnız seyahat etmekte oldukları kaydedildi.

İngiltere hükümeti 2010 Temmuz’unda 2011 Mayıs’ına dek çocukların gözaltı merkezlerinde alıkonmasına son verileceğini açıklamıştı. Ancak bu uygulamanın liman ve havaalanlarını kapsamayacağını belirtilmişti.

Başbakan Yardımcısı Nick Cleg de, çocukların Bedfordshire’daki Yarl’s Wood göçmen merkezinde alıkonması uygulamasına son verileceğini açıklamıştı.

BBC‘nin iç haberler muhabiri Danny Shaw, ortaya çıkarılan sayıların, Birleşik Krallığın çeşitli sınır kapılarında binlerce çocuğun gözaltında tutulduğu anlamına geldiğini kaydediyor.

The Children’s Society vakfının genel başkanı Bob Reitemeier, “Güney Doğu İngiltere’de aşırı sayıda çocuğun alıkonması bizi dehşete düşürdü. Hükümetin gözaltına alınan çocuk sayısını asgari düzeyde tutmamasından büyük düş kırıklığına uğradık.” dedi.

İngiltere sınır yetkilileri sözcüsü ise, her zaman İngiltere’ye girmek için gereken belgelere sahip olmayan aileleri gözaltına tutma yetkisine sahip olduklarını, ailelerin bir sonraki uçakla geri gönderilmelerinin mümkün olmadığı durumlarda ailelerin alıkonduğunu belirtti.

Bağımsız İzleme Kurulu, yakınlarda yaptığı bir açıklamada, Heathrow havaalanındaki gözaltı alanlarının “onur kırıcı olduğunu” belirtmişti.

BBC

ABD'de gelir eşitsizliği 'hızla tırmandı'
27 EKİM 2011



ABD'de Demokrat ve Cumhuriyetçi kanattan yetkililerin birlikte hazırladığı raporda, 1979-2007 yılları arasında gelir dağılımındaki eşitsizliğin keskin biçimde arttığı gözlemlendi.

Kongre Bütçe Ofisi, sözkonusu dönemde ABD'nin en zengin yüzde 1'lik kesiminin milli gelirdeki payının üç kat arttığını söylüyor.

Bunun yanısıra sonuçları yeni yayımlanan bir ankette, Amerikalıların gelecekten endişe duyduğu ve büyük çoğunluğun ülkenin ''yanlış yolda yürüdüğünü'' düşündüğü ortaya çıktı.

Öte yandan Wall Street İşgalcileri hareketinin Atlanta ve Oakland kentlerinde çadırlarda kamp kuran eylemcilerine karşı polis göz yaşartıcı gaz kullandı ve çok sayıda kişi göz altına alındı.

Georgia eyaletinde yer alan Atlanta'da yaklaşık 50 kişi, California'da bulunan Oakland'da ise 85 dolayında eylemci göz altına alındı.

Oakland Valisi Jean Quan, kent meydanının protestoya açık olduğunu, fakat çadırlarla kamp kurulamayacağını söylüyor.

Wall Street İşgalcileri hareketi, büyük şirketlerin aç gözlülüğüne ve ABD'deki gelir uçurumuna karşı birlik oluşturduklarını söylüyorlar.

Kongre Bütçe Ofisi'nin açıkladığı verilere göre, 1979-2007 yılları arasında ABD'deki en zengin yüzde 1'lik kesimin vergi sonrası net geliri yüzde 275 oranında artarken, en alttaki yüzde 20'lik kesimin gelir artışı sadece yüzde 18 olarak kaldı.
Aynı raporda, küresel mali krizin hemen öncesine rastlayan 2005-2007 yılları arasındaki dönemde, en zengin yüzde 20'lik kesimin vergi sonrası gelirinin, geriye kalan yüzde 80'in toplam gelirini aştığı belirtiliyor.

Temsilciler Meclisi'nin Demokrat üyesi Sander Levin, ''Bu bulgular Amerikalıların zaten bildiği bir gerçeğin teyididir.'' dedi.

New York Times gazetesi ve CBS televizyonu tarafından yaptırılan ankette, sorulara yanıt verenlerin neredeyse yüzde 50'si Wall Street İşgalcileri'nin ABD'deki genel hissiyatı yansıttığını söylüyor.

Anket, Amerikalıların üçte ikisinin daha eşitlikçi bir gelir dağılımı istediğini ortaya koydu.
BBC

Haçlı İşgalinden Sonra Irak'ta Dört Milyon Çocuk Yetim Kaldı
28 Ekim 2011


DÜNYA BÜLTENİ'nin haberi:

ABDnin işgalinden bu yana Irakta yaklaşık 4 milyon çocuk yetim kaldı, birçoğu hayatta kalabilmek ve ailesinin kalan fertlerine de bakabilmek için çalışmak zorunda kalıyor

FacebookDiggDel.icio.usredditMixxStumbleUponGoogleYahooTwitterFriendFeedMyspace

Amerika Birleşik Devletlerinin işgalinden bu yana Irak’ta ölen anne babalardan geriye 4 milyon yetim ve öksüz kaldı. Çok azı yetimhanelerde kalma imkanı bulurken, milyonlarcası hayatta kalabilmek ve ailesinden kalan fertlerin karnını doyurabilmek için çalışmak zorunda kalıyor.

Bağdat’ta bulunan ve hayırseverlerin yardımlarıyla ayakta duran özel yetimhanelerden biri olan ‘Safe Home for Orphans’ın müdürü Husam Hassan, Alman birinci televizyonu ARD’ye konuşarak, Irak’taki işgalden en çok çocukların zarar gördüğünü, yüzlercesinin okula gitmediğini, sokaklarda yaşadığını ya da uyuşturucu mübtelası olduklarını söyledi. Hassan, binlerce öksüz ve yetim çocuğun da ailelerinden kalan fertleri geçindirmek için çalıştıklarını belirtti.

Iraklı yetim çocuklar babalarının yerine aile geçimini sağlamak için ağır şartlarda ve az ücret karşılığında çalışmak zorunda kalıyor. Bir ailenin asgari geçimi için 300 Dolara ihtiyaç duyulurken, çalışan çocukların aldığı ücretler ise ortalama 100 Doları geçmiyor.
haber1001

Çavuş Gibbs: Anı için Afganların parmaklarını kestim
01/11/2011

Amerikan ordusundan beş askerin Afganistan'da sivilleri 'eğlence için' öldürmekle suçlandığı dava, orduda Ebu Gureyb skandalından bu yana en ciddi skandal olarak nitelenen cinayetlerin ayrıntılarını ortaya çıkardı

Afganistan'da görev yaparken üç Afgan sivili öldürmekle suçlanan çavuş, ölenlerin cesetlerinden anı olarak saklamak üzere parmak kestiğini itiraf etti. Çavuş Calvin Gibbs, bununla birlikte bu kişilerin öldürülmesinde rol oynamadığını savundu.

SUÇLAMALARI REDDETTİ

26 yaşındaki çavuş kendisine yöneltilen 16 suçlamayı da reddetti. Gibbs, yargılanan beş sanığın elebaşı olmakla suçlanıyor.

Seattle yakınlarında yapılan duruşmada, avukatı, Gibbs'in üç kurbanının parmaklarını kesip bunları savaş anısı olarak sakladığını ve başkalarına hediye ettiğini kabul etti.

Ancak avukat Phil Stackhouse, Gibbs'in bu üç kişinin çatışma sırasında meşru gerekçelerle öldürüldüğünü düşündüğünü, davadaki diğer sanıkların onu bir komplonun içine sürüklediğini öne sürdü.

Mart ayında, bir grup askerin Afgan sivillerin cesetleriyle poz verdiği fotoğraflar ortaya çıkmış; bu kişileri öldürür öldürmez kamera karşısına geçtikleri öne sürülmüştü.

Alman Der Spiegel dergisinde yayınlanan fotoğraflarda, askerlerin bir cesedin başını ellerinde tutup gülümsediği görülüyordu. Bu fotoğraflar mahkemeye delil olarak sunuldu.

'CİNAYET TİMİ' SUÇLAMALARI

Askeri savcı Yüzbaşı Dan Mazzone ise Gibbs'in sırf öldürme isteğini tatmin için cinayet işlediğini savundu. Buna göre, Gibbs Kandahar yakınında görevli takımın liderliğini, 2009'da liderlerinin çatışmada yaralanması ardından üstlendi ve saldırılar 'intikam' adı altında başladı.

İddialara göre, askerler iki ayrı vakada karşılaştıkları sivilleri yanlarına çağırıp üzerlerine el bombası atarak sonucu izledi.

'BU TAKIM KONTROLDEN ÇIKMIŞ'

Mazzone, Gibbs'in ayrıca birlikte uyuşturucu kullanıldığını ihbar eden bir askere saldırılmasına da öncülük ettiğini, bu askeri tehdit ettiğini anlattı. Soruşturmalar da 18 ay önce uyuşturucu suçlamaları üzerine başlamıştı. Savcı Mazzone, "Bu takım tamamen kontrolden çıkmış. Gibbs burada zayıf liderler görüyor; bir fırsat seziyor ve çizgiyi aşmaya istekli askerler buluyor" dedi.

'SİVİLLERE SALDIRGAN GÖRÜNÜMÜ VERİYORLARDI'

Basında 'cinayet timi' diye nitelenen takımın üç mensubu suçlamaları kabul etti ve ifadelerinde sivilleri öldürme fikrinin Gibbs'ten çıktığını; daha sonra olay yerini çatışma sırasında öldürülmüşler görünümü vermek üzere düzenlediklerini söyledi. Buna göre, askerler çalıntı silahları sivillerin yanına bırakıp onlara saldırgan görünümü veriyorlardı.

Çavuş Gibbs, 2010'un Ocak ayında Kandahar'da silahsız bir çiftçi olan ilk kurbanın ölümüne yol açan el bombasını sağlamakla; Şubat ve Mayıs aylarında da iki kişiyi silahla ya da el bombasıyla öldürmekle suçlanıyor.

Gibbs, beş üyeli askeri mahkeme tarafından suçlu bulunursa, af olanağı olmaksızın müebbet hapis cezasına çarptırılabilir. Duruşmanın bir hafta sürmesi bekleniyor.

Amerikan Savunma Bakanlığı, suçlamaların ve fotoğrafların utanç verici olduğunu kaydediyor.

Ancak suçlamalar Irak'taki Ebu Gureyb cezaevinde ortaya çıkan kötü muamele skandalından bu yana askerler arasında disiplin bozukluğuna ilişkin en ciddi skandal olarak niteleniyor.
BBC

Bıçaklama Anı Kamerada
08 Kasım 2011
Amerika’da 16 yaşında bir gencin, otobüste bulunan diğer yolcuyu bıçaklama anı kameralar tarafından saniye saniye kaydedildi.



Boston’da 16 yaşında bir genç, otobüste 47 yaşında bir adamı kendini taciz ettiğini iddia ederek bıçakladı. 1 yıl önce yaşanan olayın ortaya çıkan güvenlik kamerası görüntülerinde gencin, adamı defalarca bıçaklayarak yaraladığı görülüyor. Güvenlik kamerasına yansıyan görüntülerde otobüste bulunan yolcuların olayı gülerek izlediği de kameralara yansıyan görüntüler arasında. TRT

ABD Bu İddiayla ÇalkalanıyorAmerikan basınında yer alan bir haber asker ailelerini tedirgin etti. İddiaya göre ABD, Afganistan’da ölen askerlerin ceset parçalarını yakıp çöpe attı.
Haberi Paylaş

ABD Ordusu, Afganistan'da ölen askerlerin cesetlerini yakıp küllerini çöplüğe atmış
11 Kasım 2011



Olay Delaware eyaletindeki Dover Hava Kuvvetleri Üssü gerçekleşti. Askeri morg, Afganistan’dan gönderilen askerlerin kimlikleri ile ölüm nedenlerinin belirlenmesinden ve cenazelerin gömülmek için hazırlanmasından sorumlu olarak biliniyor.

Hava kuvvetleri yetkililerinin yaptığı soruşturmalar 2003-2008 yılları arasında ceset parçalarının burada yakılarak küllerinin Virginia’daki çöp alanına atıldığını ortaya çıkardı.

Üstelik bu uygulamadan ölen askerlerin ailelerine de bilgi verilmediği belirlendi. Amerikan Hava Kuvvetleri yetkilileri Washington Post’un yayınladığı soruşturma raporlarını doğruladı.

Hava Kuvvetleri Personel Müdürü Tuğgeneral Darrell G. Jones, “O dönem ceset parçaları yakılıyor. Ardından asker bir taşeron tarafından atık gömme alanına naklediliyordu. Bu konudaki uygulamalarımız artık iyileşti” dedi.

2006’da Irak’ta ölen kocasına ait parçaların çöpe atıldığını öğrenen Gari-Lynn Smith adlı Amerikalı kadın ise “şaşırdım ve iğrendim” dedi. Gari-Lynn Smith çöpe atma işleminden bu bahar haberdar edildiğini söyleyerek “Kocamın ölümüyle ilgili içimi rahatlatan tek şey onun Dover’a götürülüp onurlu, sevgi ve saygı dolu bir şekilde defnedileceğini bilmekti.
Onun çöplüğe atıldığını söylediklerinde yıkıldım” diye konuştu. Çöplük alanı işleten firma yetkilileri ise askeri yetkililerin “atığın mahiyetinden” kendilerini haberdar etmediğini dile getirdi.
haber1001

Amerikalı Cani Askere Hapis Cezası
11 Kasım 2011
Afganistan'da 3 sivili zevk için öldürüp parmaklarını kesen cani Amerikan askeri ömür boyu hapse mahkum oldu. Çavuş Calvin Gibbs ve emrindeki 5 asker, cinayet, komplo kurmak ve diğer birçok suçtan yargılanıyordu.

Çavus Gibbs ve emrindekiler Afganistan'da adeta bir ölüm timi gibi çalıştı.

Afgan sivillere defalarca ateş açan askerler, 3 sivili öldürmek, cesetlerin yanına silah bırakmak ve parmaklarını kesip savaş hatırası olarak saklamak gibi canice davranışlar sergiledi.
Sanık beş askerden üçü suçlarını kabul ederken, diğer iki sanık da Gibbs aleyhine tanıklık yapmayı kabul etti.
Dava sonunda Çavuş Gibbs, ömür boyu hapis cezası aldı. Gibbs'in 9 yıl sonra şartlı tahliyesi gündeme gelebilecek.
TRT

Satanist ayin: Bir genci 300 kez bıçakladılar
11 Kasım 2011

Amerika’nın Milweukee kentinde yaşanan olayda Rebecca Chandler (22), internetten tanıştığı adı açıklanmayan adamla birlikte olduklarını, bıçaklamanın adamın rızasıyla gerçekleştiğini öne sürdü. “Bıçak yaralarının çoğundan ev arkadaşım sorumlu” diyen Chandler, polise 20 yaşındaki ev arkadaşı Raven Larrabee’nin satanist olduğunu söyledi. Vücuduna 300 bıçak darbesi alan gencin ise ağır yaralı bir halde evden kaçmayı başardığı ve tedavi altına alındığı belirtildi.

GAZETE HABERTURK

İngiltere'de 19. yüzyılı andıran 'maaş eşitsizliği'
22 KASIM 2011



İngiltere'de yayınlanan bir raporda, ülkedeki şirketlerde çalışan üst düzey yöneticilerin maaşlarıyla diğer çalışanların maaşları arasında büyümekte olan farka dikkat çekildi.

İngiltere Yüksek Maaş Komisyonu isimli bağımsız araştırma kurulu tarafından hazırlanan raporda ülkedeki üst düzey yöneticilerin maaşlarının 1980 yılındaki maaşlarına göre kırk kat artmış olduğu ortaya kondu.

Rapora göre, kimi yöneticiler için maaş artışı daha da yüksek oranda gerçekleşti.

Örneğin, dünyanın önde gelen bankalarından Barclays Bank'te 1980 yılında genel müdür maaşı, ülkedeki tüm çalışanların maaş ortalamasının 13 katıyken, aynı bankadaki genel müdürün bugünkü maaşı İngilizlerin ortalama maaşının 169 katı.

Raporu hazırlayan komisyonun başkanlığını yürüten Deborah Hargreaves maaşlar arasında artan dengesizliğin dünyanın dört bir yanında bu konuyla ilgili rahatsızlığa ve tartışmalara yol açtığını belirtiyor.

Hargreaves'e göre yaşanmakta olan mali krizle birlikte "daha sorumlu şekilde işleyen bir kapitalizm" talebinin giderek artan sayıda insan tarafından paylaşıldığını söylüyor ve bu konuda yapılan eylemlere dikkat çekiyor.

"19. yüzyıl kadar adaletsiz"

İngiltere'deki gelir dağılımı adaletsizliği konusunda faaliyet yürüten örgütler ülkedeki durumu, kapitalizmin en sert toplumsal etkilerinin yaşandığı 19. yüzyıldan bu yana karşılaşılan en büyük toplumsal eşitsizlik olarak tanımlıyorlar.

Küresel alanda rekabet eden şirketler piyasadaki en iyi yöneticilere ihtiyaç duyduklarını ve bu sebeple kendilerine yüksek maaşlar ödenmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar.

Ancak uzmanlar, mali tasarruf paketleriyle zor günler geçiren İngiliz kamuoyunun büyük çoğunluğunun adalet duygusunun zedelendiğini ve bu durumun göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
BBC

Romanya’daki CIA hapishaneleri
8 Aralık 2011
AP haber ajansı, CIA'in Romanya'daki hapishanesi hakkında uzun yıllar gizli kalan bilgileri ortaya çıkardı.


Uzun yıllardan beri gizli tutulmaya çalışılan CIA hapishanesi, Romanya’nın başkenti Bükreş’in kuzeyinde, yoğun yerleşim birimlerinin bulunduğu bir mahallede bulunuyor.

CIA, yıllar boyunca “Parlak Işık” adını verdiği bir hükümet binasını, aralarında 11 Eylül’ü planlayan El Kaide militanı Halid Şeyh Muhammed’in de bulunduğu önemli mahkumların tutulması için kullandı.

Parlak Işık binasının yeri ve içindeki faaliyetler hakkında bilgisi olan ABD’li eski bir istihbarat yetkilisine göre, mahkumlar 2006 yılında Guantanamo Körfezi’ndeki hapishaneye aktarılmadan önce burada kaldılar.

Romanya’daki hapishanenin varlığı uzun zamandan beri biliniyor olmasına rağmen, hiçbir zaman kamuya açıklanmadı. AP ve Alman televizyon kanalı ARD, gizli hapishanenin yerini tespit ederek burada uygulanan sert soruşturma taktikleri hakkında bilgi edindi.

Romanya’daki hapishane, CIA’in Tayland, Litvanya ve Polonya’da kontrol ettiği ve işlettiği sözde “kara mekan” ağının bir parçasıydı.

Litvanya’daki kırsal bölgede bulunan veya Polonya’daki askeri bir tesisin içinde yer alan hapishanelerin aksine, CIA’in Romanya’daki hapishanesi yerleşim birimlerinden uzak değil. Tersine, büyük bir bulvardan birkaç sokak ötede.

AJANLAR ARKA KAPIDAN GİRİYORDU

Hapishane binası, ORNISS olarak bilinen Gizli Bilgi Ulusal Kayıt Bürosu olarak kullanılıyor. NATO ve Avrupa Birliği’nden (AB) gelen gizli bilgiler burada toplanıyor. Eski istihbarat yetkilileri, binanın yerini belirttikleri gibi fotoğraflarını da doğruladı.

ORNISS yetkililerinden Adrian Camarasan ile Kasım ayında yapılan röportajda, Camasaran binadaki bodrum katının “Romanya’daki en güvenli odalara sahip olduğunu” söyledi. Ama ABD’nin burada bir hapishane işletmediğini belirtti.

Adını açıklamak istemeyen ABD’li yetkililerin verdiği bilgiye göre, Romanya’daki hapishane, CIA’in Polonya'daki “kara mekanı” boşaltmaya karar vermesinin ardından 2003’ün sonbaharında açıldı.

Gözaltına alınan kişiler, gözlerden uzak bir şekilde kolayca hapishaneye getiriliyordu. Bükreş’e uçakla ulaşıp minibüsle hapishaneye aktarılıyordu. CIA ajanları ise hapishaneye arkadaki bir kapıdan giriyordu.

PREFABRİK HÜCRELER

Mahkumlar, altı prefabrik hücre içeren bodrum katına indiriliyordu. CIA, hapishane hakkında yorum yapmayı reddetti.

Mahkumlar, hapishaneye getirildikleri ilk ay içinde uykudan mahrum bırakıldı, kafaları suya sokuldu, tokat atıldı veya acı verici pozisyonlarda durmaya zorlandılar.

ABD’li eski yetkililer, hapishanenin devlet binası olmasından dolayı mükemmel bir gizliliğe sahip olduğunu belirtti. Binanın devlet binası olduğunun bilinmesi, yüksek güvenlik önlemlerini de gereksiz kıldı.

“BU KONUDA BİLGİMİZ YOK”

İnsan hakları savunucuları, sorgulama için işkenceye başvurulan hapishanelere ev sahipliği yapan Doğu Avrupa ülkelerine, bu konuyu araştırmaları çağrısı yapıyor.

AP’ye Eylül ayında demeç veren Romanya Devlet Başkanı Traian Basescu, “Eleştirilerin farkındayız, ancak bu konuda bir bilgimiz yok” dedi.

Ancak uluslararası kurumlar, gazeteciler ve insan hakları grupları bu konuyu araştırmaya devam ediyor. Avrupa Konseyi’ne CIA hapishaneleri hakkında rapor sunan İsviçre parlamentosu üyesi Dick Marty, “En azından Bükreş’te neler olduğunu biraz öğreniyoruz” dedi.
Hürriyet

ABD Çatışmalarda Ölen 234 Askerini Çöpe Atmış

Washington Post'un haberine göre, ABD Hava Kuvvetlerinin, çatışmalarda ölen 234 askerin vücut parçalarını çöplük alanına gömdüğü ankaşılmış.

09 Aralk 2011

Pentagon, ABD'nin yurt dışı saldırılarında ölen askerlerinin birçoğunun cesedinin getirildiği yer olan Dover Hava Üssü’nün ölüleri yakma yöntemlerini denetimden geçirmişti.

Washington Post, cesetlerin törenle küle çevrilerek gömülmesi için orduya izin veren ailelere, gerçekte nasıl bir uygulama yapıldığı hakkında hiçbir zaman bilgi verilmediğini ifade etti.

BİNLERCE CESET İNCELENMELİ

Gazete, yetkililerin verdiği bilgiler doğrultusunda, Virginia eyaletindeki çöplüğe atılan vücut parçalarının bulunabilmesi için 2001’den bu yana Dover Hava Üssü’ne gönderilen 6,300 askerin kayıtlarının incelenmesi gerektiğini belirtti.

Dahası, çok ağır yaralanmalar aldıkları ve ileri derecede yandıkları için DNA örneği alınamayan 1,762 cesedinde çöplüğe atıldığı ifade edildi. Savunma yetkilileri bu konuda henüz bir açıklama yapmadı.
haber1001

10-20 bin çocuğa cinsel taciz!
17 Aralık 2011

Hristiyanların en büyük ve en katı mezhebi bu raporla sarsılıyor: Tam 65 yıl boyunca 10-20 bin çocuğa cinsel taciz!

Hollanda'da Den Haag'ta oluşturulan bağımsız bir komisyon, Katolik Kilisesi'ne bağlı kurumlarda on binlerce çocuğun cinsel tacize uğradığını açıkladı.

Kiliseye ait okullar, dini eğitim kurumları ve yetimhanelerde 1945'ten itibaren taciz vakalarını araştıran komisyon, bu olayların 2010 yılına dek sürdüğünü bildirdi.

"TECAVÜZE DEK VARDI"
Komisyon, 10 bin ile 20 bin arasında çocuğun uğradığı istismarı "hafif, ciddi ve çok ciddi cinsel taciz" olarak niteledi. Bunların tecavüze dek vardığını kaydetti.
Çalışmada, kilise yetkililerinin meseleye el koymayı başaramadığı, mağdurlara yardım eli uzatmadığı belirtildi.

Hollanda Katolik Kilisesi, rahiplerin ya da diğer kilise mensuplarının tacizine uğramış kişiler için bir tazminat fonu oluşturacağını duyurdu.
Bağımsız komisyon kilisenin olayları örtbas etmeye ve suskun kalmaya yönelik bir kültürü olduğunu bildirdi.
Katolik Kilisesi, ülkede küçük yaşta çocukların kaldığı son bakımevi ve yetimhaneleri 1981'de kapatmıştı. Ancak tacizin yakın zamana dek başka yerlerde sürdüğü anlaşılıyor.

"SORUN KATOLİK KURUMLARDA DEĞİL, HOLLANDA TOPLUMUNDA"
Bununla birlikte raporda, Katolik kurumlarındaki sübyancılık ve tacizin başka kurumlardakine göre daha yaygın olmadığı; bu eğilimin "Hollanda toplumunun genelinde yaygın" olduğu belirtildi.
Araştırma 2010 yılında, Belçika, İrlanda, Almanya, Avustralya, Kanada ve ABD gibi ülkelerdeki Katolik kiliselerinde ortaya çıkan taciz vakaları ardından, Hollanda Dini Kurumlar Birliği (KNR) ve Piskoposlar Birliği'nin talebi üzerine açılmıştı.

"ÖRTBAS EDİLDİ"
Raporda, kilisenin itibarını muhafaza etmek uğruna sübyancı rahiplerin kollanmasının mazlum durumdakilerin gözetilmesi ve korunması ilkelerine aykırı olduğu vurgulandı.
Komisyona başkanlık eden, geçmişte eğitim bakanlığı yapmış Protestan siyasetçi Wim Deetman, "Dini kurumlar bu vakalarla karşı karşıyaydı. İnsanların bundan bihaber olduğu, yöneticilerin bunu bilmediği iddiası savunulamaz" dedi.
Vakaların büyük bir bölümünün dokunma, okşama gibi hafif-orta düzey taciz sınıfında olduğu kaydedilse de tecavüz vakaları sayısının da bir kaç bini bulduğu tahmin ediliyor.

Üyeleri arasında eski bir yargıç, akademisyenler ve bir psikologun da olduğu altı kişilik komisyon elindeki şikayetlerden 800 tacizcinin adından oluşan bir liste çıkardığını, bu kişilerin 105'inin hala sağ olduğunu kaydetti.
Kilisenin daha sonra düzenleyeceği basın toplantısında, bu kişiler konusunda nasıl bir tutum izleyeceği merak konusu.

3 NUMARALI ÖLÜMCÜL GÜNAH: LUXURIA
Katolik Kilisesi, ruhani lideri Roma Başpiskoposu (Papa) olan en fazla cemaate sahip Hristiyan mezhebi. Dünyada 1.2 milyar mensubu bulunduğu tahmin edilen Katolik Kilisesi, katı kuralları ve Papa'ya verdiği ayrıcalıklarla diğer Hristiyan mezheplerinden ayrılıyor.
Katolik Kilisesi'nin kuralları arasında "sadece erkeklerin papaz olması, bu papazların evlenememesi ve hiçbir cinsel ilişkide bulunamaması" en katı kurallardan birini oluşturuyor.
Luxuria, yani "şehvet düşkünlüğü" Katolik Kilisesi'nin insanların hayatı boyunca sakınması gerektiğini söylediği 7 ölümcül günahtan da biri.
haberzoom

İsrail'in Guantanamo'dan farkı yok
İsrail'in serbest bıraktığı Filistinli tutuklu Harun Mansur Nasruddin, İsrail'deki cezaevlerinin Ebu Garib veya Guantanamo'dan farklı olmadığını ileri sürdü.İsrail hapishanelerinde 20 yıl tutuklu kaldıktan sonra İsrail ve Hamas arasında gerçekleşen esir takası antlaşması üzerine serbest bırakılan ve anlaşma gereği Türkiye'ye gönderilen Nasruddin, AA muhabirinin sorularını yanıtladı. Nasruddin, insanın kendi ülkesinin topraklarında başka bir ülke tarafından tutuklu kalmasının ço
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Tem 25, 2012 12:52 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Arl 19, 2011 12:20 am    Mesaj konusu: NATO'nun Libya'da yaptığı sivil katliamı gün yüzüne çıkıyor Alıntıyla Cevap Gönder

Bir Fransız Soykırımı : Vendee
26 Aralık 2011



Fransız Profesör Reynald Secher kitabında Vendee savaşını tarihin ilk soykırımı olarak nitelendiriyor.

1789 Fransız İhtilali’yle Kral ve din adamlarının baskılarından kurtulacağını düşünen Vendee Bölgesi halkı devrime büyük bir umutla sarılır ve destekler.

Ancak bu 'yurtseverlik' ek vergiler ve yeni yönetimin bölge halkı üzerinde baskı kurmaya çalışmasıyla 'ödüllendirilir'.
Bunun üzerine Vendee halkı isyan eder, Ulusal Birliklerle çatışmaya girer.

Ulusal yönetim, Fransız devriminin vaat ettiği insan hakları, adalet gibi kavramları hiçe sayarak devrimin tehlikeye girdiği gerekçesiyle Fransız tarihine kara bir leke olarak geçecek olan 1 Ekim 1793 tarihli yasayı çıkarır: Eşkıya olarak nitelendirilen Vendee halkı çocuk, kadın demeden "imha" edilecektir.

Karar uyarınca General Lazare Hoche’ a Vendee Bölgesinde yaşayan halkın “kadın, erkek ve çocuklar” dahil tümüyle katledilmesi için tam yetki verilir.
Reynald Secher: Bu Bir Soykırımdır
Fransız ordusu kendi vatandaşlarından oluşan bölge halkına eşine az rastlanan bir katliam uygular, bölge nüfusunun en az %14 ü katledilir.

Secher'e göre en az 117,257 kişinin katledildiği bu olay Birleşmiş Milletlerin soykırım tanımına uymaktadır.
Fransa'nın Türkiye'ye Verecek Dersi Yok

Eğer Türkiye Vendee Katliamını Soykırım Olarak Tanırsa Ne Dersiniz?

Türkiye böyle bir karar alır da bize ceza vermeye kalksa ne dersiniz diye sormuştu iktidardaki UMP'li Michel Diefenbacher oylamalar sırasında.
TRT

NATO'nun Libya'da yaptığı sivil katliamı gün yüzüne çıkıyor
18 Aralık 2011

New York Times'ın haberine göre, Haçlı ordusu NATO’nun Libya’da yedi ay süren hava saldırılarında Çok sayıda sivil ölürken, işgalci Haçlı ittifakı bu kayıpları kabul etmeyi veya soruşturmayı reddetmiş.

Haçlı ordusu NATO’ya göre, 31 Ekim’de sona eren ve sivilleri Kaddafi güçlerinden korumayı amaçlayan hava saldırıları neredeyse kusursuzdu. Haçlı ordusu NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen geçen ay, bu saldırıların "dikkatli bir şekilde, sivil kayıp olmadığına dair onay alınarak" gerçekleştirdiklerini iddia etmişti.

Ancak New York Times’ın bombardımanlardan hayatta kalanlar, doktorlar, görgü tanıkları, tıbbi raporlar, ölüm belgeleri ve fotoğraflara dayanarak yaptığı araştırma, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda sivilin Haçlı ordusu NATO saldırılarına kurban gittiğini gösterdi. Kurbanların çoğu uykularında bombalara hedef oldu.

NT gazetesinin hazırladığı ve 9 ayrı saldırıda ölen sivilleri gösteren 27 sayfalık raporun yayımlanmasının iki hafta sonrasında, Haçlı ordusu NATO tavrını değiştirdi.

Haçlı ordusu NATO sözcülerinden Oana Lungescu, “yaşanmış olabilecek sivil kayıplardan üzüntü duyduklarını ve doğru olanı yapmak için Libyalı yetkililerle çalıştıklarını” belirtti. Ancak Haçlı ordusu NATO, bu konuda soruşturma yapılması sorumluluğunu, iktidara gelmesi hava saldırıları sayesinde mümkün olan Libya’daki işbirlikçi geçici hükümete yükledi.

Libya’nın bu işbirlikçi liderleri ise bugüne kadar Haçlı ordusu NATO’nun hatalarına hiç değinmedi.

Haçlı ordusu NATO’nun kendi saldırılarında yaralanan sivillere yönelik ilgisizliği, bu kişilerin gerekli tedaviyi görmelerini de engelledi. Bu kişiler arasında sağ gözüne şarapnel isabet eden bir çocuk, sol bacağı kesilen bir kadın, sol ayağı ezilen Kuzey Koreli bir doktor ve kafatası çatlayan karısı da var.

NT, aralarında başkent Trablus, yoğun çatışmaların yaşandığı Zintan, Misrata, Sirt, Brega ve Ecdebiye kentlerinin de bulunduğu yerlerde, sığınak, bina ve araçların oluşturduğu 150 hedefi inceledi.

Belli saldırılarda sivil altyapıya önemli hasar veren Haçlı ordusu NATO, hala patlamayan bombalarının koordinatları hakkında Libya’ya bilgi vermedi. Dahası, Haçlı ordusu NATO’nun bombalamadığını belirttiği bir binanın kalıntılarında müttefik uçaklarının mühimmatı bulundu.

Haçlı ordusu NATO, bu lakayt tavrını İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Civic örgütüyle düzenlediği ve önüne hatalarını gösteren belgeler sunulduğunda bile değiştirmedi. Civic Genel Direktörü Sarah Holewinski, “Afganistan’da çıkarılan derslerin Libya’da uygulanamadığını” ifade etti.

Haçlı ordusu NATO uçakları, yedi ay içinde 9,700 sorti yaparak 5,900 hedefi yok etti.

Haçlı ordusu NATO saldırısı başladığı ilk günlerde sivil kayıplar baş gösterdi. Bunlar arasında belki de en öne çıkanı gizli bir isyancı zırhlı araç konvoyunun çölde vurulmasıydı. 7 Nisan günü, Brega’dan yaklaşık 32 km uzaklıktaki bir tepede, Haçlı ordusu NATO’nun lazer güdümlü füzeleri, konvoyu vurdu. Çok sayıda isyancı hayatını kaybetti. Uçaklar saldırılarına, olay yerine ambulanslar geldiğinde bile devam etti.

Olay yerine giden çoban Abdül Rahman Ali Süleyman, iki kuzeniyle bombalara hedef oldu. Süleyman, “Bir kuzenim ikiye bölündü, diğeri göğsüne şarapnel yedi ve öldü” dedi. Haçlı ordusu NATO, bu olay hakkında değerlendirme yapmayı reddetti.

Mustafa Naci Morabit, isyancıların giderek yaklaşması üzerine Temmuz ayında Zintan’daki evini ailesiyle terk etti. 2 Ağustos’ta, tehlikenin geçtiğini düşünerek geri döndüler. İki gün sonra sabahın erken saatlerinde evleri üzerinde bir bomba patladı. Morabit, eşini ve üç çocuğundan ikisini kaybetti, kendisi ve annesi ağır yaralandı.

Morabit’in harabeye dönen evi, Haçlı ordusu NATO’nun sadece yanlış hedefi vurduğunu değil, zamanlamasında da hata olduğunu gösterdi. Morabit, “Madem uzmanlar bu kadar dikkatliler, neden bu kadar korkunç bir hata yaptılar?” dedi.

Haçlı ordusu NATO, dört gün sonra yine sivillerin kaldığı iki binayı 200 kiloluk GBU-12 lazer güdümlü bombayla vurdu. Ali Hamid Gafez’e ait evde beş kadın ve yedi çocuk öldü, çok sayıda kişi yaralandı. Birkaç dakika sonra, kurbanları kurtarmak için enkazı kazan sivilleri ikinci bomba vurdu. 18 kişi hayatını kaybetti.

Zintan hastanesi ölü sayısını 34 olarak duyurdu. Cerrah Mustafa Ekhial, Haçlı ordusu NATO bombalarının savaş boyunca tanık olduğu en ağır yaralanmalara neden olduğunu belirtti.
haber1001

Nişanlısını Canlı Canlı Gömmüş
19 Aralık 2011


İngiltere'de jüri, nişanlısı Michelina Lewandowska'yı canlı canlı toprağa gömen Marchin Kasprzak'ı cinayete teşebbüsten suçlu buldu.

Mahkeme, 25 yaşındaki Kasprzak ile ilgili cezanın Ocak ayında açıklanacağını kaydetti.
Polonya asıllı 27 yaşındaki Lewandowska, ay başında mahkemede verdiği ifadede, evdeyken nişanlısının kendisine şok tabancasıyla saldırdığını, daha sonra ellerini ve ayaklarını bantlayarak bir karton kutuya koyduğunu söylemişti.
Kutunun içinde canlı canlı toprak altına gömülen Lewandowska, bacaklarını ve vücudunu saran bantları nişan yüzüğüyle kesmiş ve yaklaşık 10 santimetre toprak altına gömülen kutudan çıkmayı başarmıştı.
TRT

İşgalci ABD askerlerinin öldürdükleri Afganistanlıların üstlerine 'işeme' görüntüleri ortaya çıktı

12 OCAK 2012

İşgalci Amerikan ordusu, "Afganistan'da Amerikalı askerlerin öldürdükleri Taliban savaşçıları üzerine işediğini" gösteren görüntüler nedeniyle yoğun tepkiye hedef oldu.

Afganistan'ın işbirlikçi Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, görüntüleri sert dille kınayarak Washington yönetiminden sorumlu askerleri en sert şekilde cezalandırmasını istedi.

Afganistan'işgal eden haçlı ordusu NATO gücü ISAF'ın açıklaması da görüntülerin gerçek olduğu görüşünü yansıtıyor.

Görüntülerde deniz piyadelerinin üniformaları içinde dört erkek, yerde cansız yatan üç adamın üzerine işerken görülüyor.

Yerde yatan esmer tenli kişiler yalınayak ve bol giysiler içinde. Aralarından birinin üzeri kanla kaplı görünüyor.

Kayıtta yatanların üzerine işeyenlerden birinin İngilizce olarak "İyi günler dostum!" dediği duyuluyor.

Amerikan Savunma Bakanlığı sözcüsü de, kayıttaki görüntülerin son derece rahatsız edici olduğunu ve sergilenen davranışın kabul edilemeyeceğini belirtti.

Olayın ne zaman filme çekildiği ve internet kimler tarafından konduğu da bilinmiyor. Ancak görüntüdeki kişiler, kameranın varlığından haberdar görünüyor hatta kamera gerisindeki kişiye gülümsüyorlar.

Görüntüler, pek çok çevrede infiale yol açtı.

Afganistan'da bir Taliban sözcüsü BBC'ye yapılanı kınadıklarını söylerken, "bu insanlığa sığmayan bir davranış. Bu hakkında konuşulmayacak kadar utanç verici çılgınca bir eylem" dedi.

Taliban sözcüsü, bu olayın "Afgan halkına karşı haçlı işgalciler tarafından son 10 yılda işlenen suçların en küçüklerinden biri küçük biri" olduğunu söyledi.

Afgan milletvekili Fevziye Kofi, Taliban hakkındaki görüşleri ne olursa olsun, bu görüntülerin tüm Afganları sarsacağını vurguladı.
"Burada söz konusu olan bir insan, insana saygı" dedi.

ABD'de Müslüman haklarını savunan İslam Amerikan İlişkileri Konseyi (CAIR), video kaydını "iğrençlik ve ahlaksızlık" diye niteledi.

Bu işgalci Amerikan ordusunun icanavarlıklarla ilgili ilk skandal değil.

Geçen yıl Mart ayında işgalci ABD askerlerinin öldürdükleri Afganlarla çektikleri iğrenç fotoğraflar ortaya çıkmıştı.
Bu askerlerden beşi hakkında 'zevk için' cinayet işledikleri gerekçesiyle dava açıldı. Kasım ayında bu grubun elebaşı olarak gösterilen askerin öldürdüğü kişilerin parmaklarını da kesip 'anı olarak aldığı' ortaya çıktı.

İşgalci ABD'nin 2004'te Irak'taki Ebu Gureyb cezaevinde ortaya çıkan tutsaklara kötü muamele ve cinsel taciz skandalları da hafızalardaki tazeliğini sürdürüyor.

İşgalci ABD'nin Afganistan'da çoğu Kandahar ve Helmand eyaletlerinde konuşlanmış toplam asker sayısı 90 bin.
haber1001

Guantanamo Körfezi utancı
Anthony D.Romero
14 Ocak 2012



Tanınmış Amerikalı muhaliflerden Anthony D.Romero’dan, Guantamalo Hapishanesini sorgulayan bir yazı…

Amerikan tarihinin en utanç verici uygulamalarından birine son vermek için, hükümetin bütün birimleri harekete geçmelidir.

Bu hafta, Guantanamo Hapishanesi’ne ilk mahkumların getirilişinin onuncu yıldönümü. Guantanamo, Amerikan tarihinin en uzun süreli savaş hapishanesi olmasıyla da gündeme damgasını vuruyor. Ve her bakımdan büyük bir hata olan bu utanç verici olay, Amerikan tarihinden kolay kolay silinemeyecek.

Başkan Obama, henüz başkan seçilmesinin ikinci gününde, hapishaneyi kapatarak, temel hukuk değerlerinin iyileştirilmesi yönünde bir yasaya imza atmış olmasına rağmen, Guantanamo Hapishanesini kapatmadı. Obama’nın yeni yılın ilk akşamında imzaladığı Ulusal Güvenlik Yetki Yasası Sözleşmesi, askeri göz altına almaları sürekli bir yasa maddesi haline getiren çok kapsamlı koşulları içeriyor. Ve buna uzak savaş bölgelerinden getirilen tutuklular da dahil.

Guantanamo, terör şüphelilerinin sorgusuz sualsiz ve zaman sınırı olmadan tutulabildikleri “ yasadışı bir ada” haline getirildi. Hücrelerinden bu zamana değin hemen hemen 800 kişi geldi geçti. Ve bugün halen 171 kişi burada tutulmakta.

Amerikan Sivil Haklar Birliği (ACLU) aracılığıyla ortaya çıkan belgelerin kanıtladığına göre, Guantanamo acımasız sorgulama metotları için korkunç bir laboratuar oldu. Mahkumlar, dayağa uykusuzluğa, stres durumlarına, aşırı sıcak veya soğuğa ve uzun süreli izolasyonlara maruz bırakılıyorlardı.

Amerikan hükümetine göre, Guantanamo’ya gönderilenler savaş alanlarında yakalanmış teröristlerdi ve düşman oldukları için hiçbir yasal hakları yoktu. Aslında bunların pek azı Amerikan güçleri tarafından yakalanmışlardı. Çoğu Afgan ve Pakistanlı aşiretler ya da subaylar tarafından yakalanarak büyük paralar karşılığında Amerikan askerlerine satılmışlardı.

Amerikan halkı bu korkunç hataların bedelini ödemeye devam ediyor. 11 Eylül’ün üzerinden on yılı aşkın bir zaman geçmesine ve Amerika’da yasal gözaltı süresi dokuz sene olmasına rağmen, saldırı suçlusu olduğu iddia edilenlerin adalet önüne çıkarılmamalarının esas nedeni işkence. Üstelik askeri komisyon önünde sadece altı Guantanamo’lu mahkum suçlu bulundu.Ve insan hakları savunucusu olarak ün yapmaya çalışan Amerika, Guantanamo Hapishanesi nedeniyle çok derin bir yara aldı. Müttefiklerimiz, haksız askeri operasyonlarda kullanılacak gizli bilgileri paylaşmayı ve eğer askeri sorgulamaya alınacaklarsa, terör suçlusu zanlılarını iade etmeyi reddettiler.

Hükümetin tüm birimleri Guantanamo mirasını taşımakta sorumluluk sahibi. Kongre, doğru olanı yapmaktansa siyasi çıkar sağlamayı tercih ediyor ve Guantanamo mahkumlarının tahliyelerini, tahliye olmaları kesin olanların duruşmaya getirilmelerini önlemek ya da duruşmayı federal mahkemelerde davaları sürenlerin aleyhine çevirmek için kesenin ağzını açıyor.

Guantanamo, başlarda Başkan Obama’nın sorunu değildi ancak artık sorunlarından birisi halini aldı. Bir sene içinde Guantanamo’yu kapatacağına dair söz vermesine rağmen, sözünü yerine getiremedi. Guantanamo mahkumlarını tahliyesini sağlamak veya en azından duruşmaya getirilmeleri için lojistik bir plan yapılarak, kongrenin de desteğinin alınması gerekiyor. Obama da, kendisinden önceki başkan Bush gibi, savaş alanlarının dışında yakalanan terör suçlarını, sorgusuz sualsiz göz altına alma yetkisini kendisinde gördü. Mahkemelerde gözaltı yetkileri için kesin sınırlar koymayı red ettiler.

Ancak mahkeme cevaplanmamış iki kritik soru bıraktı; Kimler tutuklanabilir ve nasıl bir süreç işlemesi gerekiyor. Anlaşıldı ki, hiçbir yargıcın gücü Guantanamo tutuklularını serbest bırakmaya yetmiyor. Zira Guantanamo’da işkence gören insanlar kanun önünde birer birey değillerdi, yani mağduriyetlerinin giderilmesi için dava açamazlardı ve üst düzey hükümet yetkilileri kendi vatandaşları olmayanların işkenceye tabi tutulmasının anayasaya aykırı olduğunu bilemezlerdi!

Tüm hükümet birimlerinin artık taşın altına ellerini koymaları ve görevlerini yapmaları gerekiyor. Ve Anayasa Mahkemesi’nin en ivedi işi, savaş halindeki gözaltıların sınırlarını belirlemek olmalı. Gözaltındaki kişinin suçunun tespiti için mahkemeye çıkarılmasını temin eden gerekli yaptırımlar yerine getirilmelidir. Kongre, öncelikle askerin oybirliği ile tahliye edilmesini istediğini 89 kişinin transfer ve tahliyelerindeki gereksiz kısıtlamayı kaldırmalıdır.

Başkan Obama, daha önce gösterdiği cesareti tekrar gösterip, diğer 82 kişinin de federal mahkemelerce serbest bırakılmasını sağlamalıdır.

Ve sonra da Guantanamo kapanmalıdır.

Haber10 için El Cezire’den tercüme eden Peren Birsaygılı Mut

Danimarka'da ırkçı bir grubun saldırısına uğrayan Türk genci dövülerek öldürüldü
21 Ocak 2012



Olay önceki gece Cem Aydın'ın (21) oturduğu Kopenhag Frederiksberg semtinde meydana geldi. Kong Georgs Vej sokağındaki evinin yakınlarında 8-10 kişilik bir grubun saldırısına uğrayan Aydın beyzbol sopası ile feci biçimde dövüldü.

Yerde yatan Aydın'ın üzerinde zıpladıkları belirtilen ve görgü tanıklarınca Danimarkalı oldukları söylenen grup olay yerinden kaçarken, Rigshhospital Hastaesi'ne kaldırılan Cem Aydın respiratöre (yaşam ünitesi) bağlandı. Doktorlar komaya giren Aydın'a bağlanan respiratörün kapatılmasını ailesinden istedi. Önce buna izin vermeyen aile daha sonra ikna oldu.

Aydın dün saat 20.30 sıralarında respiratörün kapatılması üzerine yaşama gözlerini yumdu. Kopenhag emniyeti cinayet masasından Hans Erik Raben "Olayı aydınlatmak için araştırıyoruz. Irkçılık ve kız meselesi dahil 3-4 değişik teori üzerinde çalışıyoruz" dedi. Üniversiteye hazırlanan Cem Aydın'ın doktor olan ağabeyinin dün doğum günüydü. Kopenhag' da geçen ay da bir Türk genci ırkçılar tarafından dövülerek hastanelik edilmişti.
http://www.haberinvakti.com/

Bir caninin seyir defteri!
"Facebook’ta tanıştık, buluştuk, seviştik, zevk için öldürdüm"
21 Ocak 2012
Almanya'nın Coburg Bölgesi'nde yaşayan 21 yaşındaki Jerry J., 16 yaşında Linda isimli genç kızı öldürdüğü gerekçesiyle dün hakim karşısına çıktı. Jerry J. Facebook'ta tanıştığı kurbanını nasıl öldürdüğünü büyük bir soğukkanlılıkla anlattı. Jerry J. "Linda'yla 8 Nisan 2011 tarihinde Facebook'tan tanıştık. Tanıştığımızda saat 14.30'du. 18.30'da buluştuk. 21.15'de seviştik. 21.39'da zevk için onu öldürdüm" dedi.
ÇEKİÇLE KAFASINA VURDU
Hakimi bile dehşete düşüren sapık, seviştikten sonra genç kızın kafasına 13 kez çekiçle vurduğunu, ölmediğini anlayınca defalarca bıçakladığı itiraf etti.
habertürk

ABD'nin işgal ve soykırım sicili



1898: Meksika'yı işgal etti, aynı yıl Küba'ya girdi..

1921: Nikaragua'yi isgal etti, Sandino ve 300 kişiyi katletti.

1945: Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası attı, 250.000 kişiyi katletti. 1

950-53: Yüz binlerce Koreli'yi katletti.

1954: Binlerce Guatemalalı'yı katletti.

1955: Endonezya, Laos, Kambocya'da çok sayıda CIA operasyonu düzenlendi.

1950-59: Küba'da 60.000 kişi ABD destekli Batista birliklerince katledildi.

1975: Vietnam'dan kovuldugunda ardında 170.000 ölü, 80.000 sakat, onbinlerce tecavüz olayı bıraktı.

1970-75'te Kamboçya ve Laos'ta 1.000.000 kişiyi katletti.

1983: Lübnan'da 14.000 deniz piyadesi binlerce kişiyi katletti ve aynı yıl Grenada'da yüzlerce kişiyi katletti.

1989: Panama'ya asker çıkarttı, 5.000 Panamalı'nın ölümüne sebep oldu.

1991: Irak'a saldırdı ve100.000'nin üzerinde Iraklı'nın öldü.

2003: Irak'ı işgal etti. Ve akan kan hâlâ durdurulamıyor.

80 milyon Kızılderiliden geriye 10 milyon kaldı Amerika'nın yerlileri olan Kızılderililer, sömürgeciler kıtaya varmadan önce o topraklarda yaşamaktaydılar. “Beyaz adamlar” Yeni Dünya'ya vardıklarında dünyada toplam 400 milyon insan yaşıyordu. Bu insanların beşte biri ise bu kıtadaydı. Bugün Amerika'da çok az sayıda yerli yaşıyor.

Yani 80 milyon Kızılderili'den 70 milyonu öldürülmek ve köle olarak satılmak suretiyle Amerika'dan silindi. Avrupalılar Amerikalı Kızılderilileri köle olarak satmak için gemilerle Avrupa'ya taşırlarken bir yandan da Afrikalıları aynı amaçla Amerika'ya taşıyorlardı.

KIZ ÇOCUĞU



Kapıları çalan benim

kapıları birer birer.

Gözünüze görünemem

göze görünmez ölüler.

Hiroşima‘da öleli

oluyor bir on yıl kadar.

Yedi yaşında bir kızım,

büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,

gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için

hiçbir şey istediğim yok.

Şeker bile yiyemez ki

kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,

teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin,

şeker de yiyebilsinler.

Nazım Hikmet Ran

İki Filistinli Tutuklu 22 Aydır "İdari Gözaltı"ndalar
03 Mayıs 2012


İki Filistinli tutuklu, salıverilmeleri için İsrail mahkemesine başvurdu.

22 aydır İsrail cezaevinde tutulan Filistinli tutuklular Bilal Diyab ve Tahir Helale, İsrail Yüksek Mahkemesi'ne hayatlarına artık aileleriyle devam etmek istediklerini söyledi.
Filistinliler, gerekçesiz bir şekilde kendilerini sözde "idari gözaltı" ile alıkoyan İsrailli yetkilileri protesto etti.
İsrail'deki bin 550 tutuklu arasında yer alan Diyab ve Helale'nin sağlık durumunun son derece kritik olduğu belirtiliyor
TRT

Fransa'da Sabah Namazına Giden Müslümanlar Saldırıya Uğradı
13 Mayıs 2012

medyaturk.fr/'nin haberine göre hadise şöyle gerçekleşti:

Geçtiğimiz hafta Cumartesi günü Sabah namazı için caminin yolunu tutan iki yaşlı adam kendilerini aşırı sağcı olarak tanıtan iki şahsın saldırısına uğradı.

Picardie Bölgesi’ndeki Amiens şehrinde yaşayan 70 ve 71 yaşındaki kişiler camiye Sabah namazı kılmak için gittikleri sırada iki şahıs tarafından dayak yedikleri ve saldırıya uğradıklarını açıkladılar.

Amiens’in kuzey mahallesindeki bir caminin cemaati olan iki kişi sabah 5 sularında kendilerine saldıran kişilerin kısa saçlı olduklarını ve kendilerini aşırı sağcı olarak tanıttıklarını bildirdi.

Fransa İslam Konseyi’nden alınan bilgilere göre saldırıya uğrayanlar şikâyette bulundu ve soruşturma başlatıldı.

Konsey Amiens’da yaşayan Müslüman toplumuna karşı yapılan bu saldırıyı kınadı. Saldırganların hemen bulunmasını için çağrıda bulunan Fransa İslam Konseyi’nin başkanı Başkanı Mohammed Moussaoui savunmasız iki kişiye yapılan bu çirkef saldırıyı yapanların acil şekilde bulunmasını ve cezalandırılmasını bir basın açıklamasında dile getirdi. Kendisi kamu görevlilerine ve bu hizmetle ilgili olanlara saldırganların tespit edilmesi için gerekenin yapılması için çağrıda bulundu ve en ağır cezayı almaları isteğinde bunundu.

İslamofob saldırılara bir yenisi eklendi

Fransa’da İslamofobi Gözlemevi’nin yaptığı araştırmaya göre sadece 2011 yılında Fransa’da yaşanan İslamofob olayların sayısı 155 olarak bildirilmişti. Bu rakamlar 2010 yılındakilerle karşılaştırıldığında ise İslamofobi saldırıların sayısının %34 oranında arttığı görülüyor.

2011’deki 155 olayın 38’inin kundaklama, kundaklama girişimi ya da tahribat gibi saldırılar olduğu açıklanırken geride kalan 117’sinin de tehdit, hakaret, küfür ya da ırkçı ifadeler içeren mesajların ibadet yerlerinin duvarlarına yazılması çerçevesinde oluştuğu dile getirildi.

ABD'nin insansız uçaklarla yaptığı katliamların istihbaratı İngiltere'den mi geliyor?
25 MAYIS 2012

Times gazetesinin ilk sayfadan yer verdiği özel habere göre İngiltere, 2004'ten bu yana Pakistan'da ve Yemen'de insansız uçaklarla düzenlenen yüzlerce saldırılarda ABD'ye istihbarat sağlayıp sağlamadığını açıklamak durumunda kalabilir.

Gazetenin edindiği bilgiye göre İngiltere hükümeti, Yüksek Mahkeme'de Temmuz ayında başlaması beklenen davaya hazırlanmak için üst düzey üç avukatı görevlendirdi.

Dava, kimi bakanları savaş suçu işledikleri iddialarıyla karşı karşıya bırakabilir.

İngiltere hükümeti istihbarat ve güvenlik birimlerinin öldürücü olarak değerlendirilen bu tür müdahalelere karıştıkları iddialarını resmi olarak reddediyor.

"İngiltere Kraliyet Silahlı Kuvvetler Enstitüsü RUSI'nin direktörü Michael Clarke, iki ülke arasındaki yakın ilişki gözönüne alındığında, İngiliz Amerikalı meslektaşlarına istihbarat sağlamamış olmasının kendisini şaşırtacağını kaydetti.

"Dava, geçen yıl Amerikan füze saldırısında babası öldürülen Pakistanlı bir genç adına insan hakları avukatları tarafından açıldı.

"Nur Han, insansız uçakla düzenlenen saldırılarda yakınlarını kaybettiği söyleyen yüzlerce kişiden sadece biri." diyor Times.
haber1001

iPhone'unu kırdı diye sevgilisini öldürdü
ABD'de 25 yaşındaki bir kadın, kazara iPhone'unu kıran sevgilisini vahşi şekilde öldürdü. New York'un Bronx semtinde çarşamba günü meydana gelen olayda telefonunun kırılmasına çok sinirlenen Jasmine Diaz isimli kadın, jipini Morris caddesinde Frankie Hernandez'in üzerine sürerek onu feci şekilde öldürdü. 07.06.2012 İSTANBUL netgazete

Çatı katında kiracı dehşeti: 5 ölü
05.07.2012
Almanya'nın Baden Württemberg eyaletine bağlı Karlsruhe kentinde sabah saatlerinde meydana gelen rehin alma olayı, 5 kişinin ölümüyle sonuçlandı. İcralık olan bir daireyi boşaltmaya gelen haciz memuru, çilingir ve evin yeni sahibi kiracı tarafından rehin alındı. Şahıs tüm çabalara rağmen ikna olmayınca polis özel timi eve operasyon düzenledi.
Polisler, eve girdiğinde rehineler ile evi terk etmek istemeyen şahsın cansız bedenleri ile karşılaştı. 4 rehineyi öldüren şahsın halıyı ateşe verip ardından intihar ettiği açıklandı. Evde çok sayıda silah ele geçirildi. Olayda hayatını kaybeden çilingirin Türk asıllı 33 yaşındaki Mustafa Güler ve bir hafta sonra baba olacağı öğrenildi.
Yeni Şafak

İsrail'in Guantanamo'dan farkı yok
İsrail'in serbest bıraktığı Filistinli tutuklu Harun Mansur Nasruddin, İsrail'deki cezaevlerinin Ebu Garib veya Guantanamo'dan farklı olmadığını ileri sürdü.İsrail hapishanelerinde 20 yıl tutuklu kaldıktan sonra İsrail ve Hamas arasında gerçekleşen esir takası antlaşması üzerine serbest bırakılan ve anlaşma gereği Türkiye'ye gönderilen Nasruddin, AA muhabirinin sorularını yanıtladı. Nasruddin, insanın kendi ülkesinin topraklarında başka bir ülke tarafından tutuklu kalmasının çok zor olduğunu ifade etti. Hapishanede bazen küçük bir ameliyat için senelerce beklediklerini anlatan Nasruddin, bazı arkadaşlarının tedavi beklerken öldüklerini belirtti. 24.07.2012 FİLİSTİN
netgazete

Kralı 2. Leopold “vahşi yamyamları Hıristiyanlıkla tanıştırdı": Sonuç
10 milyon ölü


Belçika’nın 1835 ile 1909 seneleri arasında yaşayan kralı İkinci Leopold bir sömürge imparatorluğu kurma hayaline kapılıp adamlarına Kongo’yu işgal ettirmiş ve bu hevesi yüzünden en az on milyon Afrikalı işkence ve kötü muamelelerden dolayı hayatını kaybetmişti.

Afrikalılara 1880′li yıllarda on yıl boyunca yaptıklarını “vahşi yamyamları Hıristiyanlıkla tanıştırdığı” şeklinde yorumlayan Leopold’ün cinayetleri, 1897′de genç bir memur tarafından ortaya çıkarıldı. Memurun olup bitenlerden şüphelenip Kongo’da meydana gelenleri yansıtmasına rağmen, Belçika’da ve Leopold ile işbirliği yapan diğer ülkelerde tık çıkmadı ve cinayetlere o zaman hiçbir tepki gelmedi.

Uygarlaştıracağı toprakları en sonunda buldu: Kongo

Afrika’nın ortasındaki bu bölgeyi işgal etmeye çalıştı ama parlamento arzusuna sıcak bakmayınca farklı bir formül geliştirdi. Hazinesinden borç alarak bir yardım cemiyeti gibi görünen “Uluslararası Afrika Derneği”ni kurdu, dönemin en ünlü kâşiflerinden Stanley’i Kongo’ya gönderdi, kendi başına bir sömürge yönetimini kurdurdu ve 1885′te toplanan Berlin Konferansı’nda büyük güçler tarafından “Kongo’nun Hakimi” olarak kabul edildi.

İnsanlara Limon Muamelesi

Artık insanlık tarihi boyunca yapılan en arsız ve acımasız soykırımlardan birinin mimarıydı ve bir Belçika başbakanının da dediği gibi “İnsanlara limon muamelesi yaptı, suları bitinceye kadar sıktı ve sonra bir kenara fırlattı.”

Leopold, Afrika’ya hiç gitmedi ama Kongo’yu dev bir toplama kampı haline getirdi. Kongo’da terör estiren adamları, yerlilerin kellelerini bahçelerinde heykel olarak sergiliyor, Naziler’in benzer hareketlerinin ilk örnekleri, Kongo’da yaşanıyordu.

Kongo’da, sadece 1890 ile 1905 yılları arasında, yaklaşık on milyon yerli öldürüldü. Leopold’ün adamları köle olmak istemeyen çocukların ellerini kesiyor, kestikleri elleri tütsüleyip saklıyordu ve pazar günleri çalışmak istemeyen 60 yerli, Bir Belçikalı görevli tarafından herkesin gözü önünde vuruluyordu.

Leopold, lastik ve fildişi ticareti için zorla çalıştırılan milyonlarca kişinin dışında boş duran çocukları da çalıştırmak için üç ayrı koloni kurdu ve ordusunu güçlendirmeye uğraştı. Bütün bunlar uluslararası camiada ses getirmiyor ama başı özel zevkleri yüzünden derde giriyordu. Mesela, İngiltere’den getirttiği ve yaşları on ila on beş arasında olan bakireler yüzünden İngiliz mahkemelerinde adı geçiyor ama zamanın anlı şanlı kâşifleri ve gazetecileri tarafından “Kongo’ya medeniyet götürdüğü” iddialarıyla yere göğe sığdırılamıyordu.

Belçika Kralı’nın bu zorba rejimi, bir denizcilik şirketinde çalışan yarı Fransız yarı İngiliz olan Edmund Dene Morel sayesinde sona erdi. Morel, Kongo’da olup bitenlerden şüphelenmiş ve araştırmaya başlayınca patronları tarafından başka yere gönderilmeye çalışılması üzerine istifa ederek gazeteciliğe başlamıştı.
Bir Gazeteci Duyurdu

Gazetelerde 1900′lü yılların başından itibaren çıkmaya başlayan yazıları Avrupa’nın gözünü açtı ve Morel, destek sağlamak için üç yıl boyunca pek çok ülkeyi dolaşıp dünya tarihinin ilk sivil toplum protestosunu başlattı. Leopold’ün yaptıklarını manşetlere taşıdı, yakılan köyler ile sakat edilmiş Kongoluların resimlerini yayınlattı, Mark Twain ve Sir Arthur Canon Doyle gibi o zamanın tanınmış yazarlarının desteklerini sağlayıp Leopold’ü kınayan yürüyüşler düzenledi.

Leopold, bu protestolar sayesinde 1908′de ellerini Kongo’dan çekmek zorunda kaldı ve bir yol sonra da ölüp gitti.
Kaynak: Osmanli Hanedan Vakfi

Avusturya”da polis Vahşeti!...
30.11.2012

TÜRK GENCİNİ KARAKOLDA ÖLDÜRESİYE DÖVDÜLER: SUÇU EHLİYETİNİ EVDE UNUTMAK..

Avusturya’nın başkenti Viyana’da polis dehşeti yaşandı. Ehliyetini evde unutan Mithat Ünal adlı Türk vatandaşını karakola götürerek öldüresiye dövdüler.
Hastahaneye bile kendi imkanlarıyla giden 36 yaşındaki Nevşehirli Mithat Ünal’ın yediği dayak sonucu göğüs kafesi kırıldı, sol omzu çıktı. Sırtında ve vücudunun değişik yerlerinde darp sonucu çürükler oluşan talihsiz vatandaşımızın sol ayak topuğunda da ezilme tespit edildi.
http://dugun.avusturya.tv/

Beş Amerikalı kadından biri cinsel saldırı kurbanı
15 ARALIK 2011

ABD'de kadınların yaklaşık yüzde 20'si yaşamlarının bir noktasında tecavüze ya da tecavüz girişimine hedef oluyor.

Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi'nce yapılan araştırmada kadınların yüzde 25'inin de eşlerinin veya birlikte yaşadıkları kişilerin saldırısına uğradıkları belirlendi.

Amerika'da kadın ve erkeklere yönelik cinsel şiddetin boyutlarının incelendiği ulusal çaptaki ilk araştırmaya göre, dakikada 24'den fazla insan tecavüze, şiddete veya ısrarlı izlemeye maruz kalıyor. Bu nitelikte 12 milyon suç duyurusu yapıldığını belirten merkez, "Cinsel Partner ve Cinsel Şiddet Araştırması"nın sonuçlarını, "son derece hayret uyandırıcı" diye niteledi.

Araştırmaya göre, önceki bir yıl içinde Amerika'da 1 milyonu aşkın kadın tecavüze uğradığını bildirdi.

6 milyonu aşkın kadın ve erkek ısrarla takip edildiklerini anlattılar. 12 milyonu aşkın kadın ve erkek, geride kalan bir yıl içinde, cinsel partnerlerinin tecavüz, fiziki şiddet ve ısrarlı takibine hedef olduklarını bildirdiler.

Amerikan Ulusal Yaralanmayı Önleme ve Kontrol Merkezi'nden Dr. Linda Degutis, "Cinsel şiddete maruz kalan, ısrarla takip edilen ve cinsel partnerlerinden şiddet gören insanlar, bunun etkilerini ömürleri boyunca yaşıyor." dedi.

En büyük tehlike gençlik yıllarında

Saldırıya uğrayanların çoğu tecavüz veya başka türde cinsel saldırıya gençlik yıllarında hedef olduklarını anlattı. Tecavüz mağdurlarının yüzde 80'ine yakını 25 yaşından önce bu saldırıya uğradığını belirtti.

Dr. Degutis 18 yaşından küçükken tecavüze uğrayan kadınların yüzde 35'inin, yetişkin yaşlarında da tecavüz kurbanı olduklarını açıkladı.

Tecavüz kurbanlarında güvenliğin yetersizliği korkusu, travma sonra stres bulgularının arttığı ve astım, iritabl bağırsak sendromu, diyabet, sık sık tekrarlanan baş ağrısı, sürekli ağrılar ve uykusuzluk gibi klinik belirtiler görüldüğünü söyledi.

Erkeklere yönelik tecavüz ve diğer cinsel saldırıların etkilerinin de incelendiği araştırmada, tahminen her 71 erkekten birinin hayatlarının bir noktasında tecavüze uğradığı ortaya çıktı.

Erkek mağdurların yaklaşık 53'üne yakını, ilk kez 25 yaşından önce bir şekilde, cinsel partnerlerinin şiddet içeren davranışlarına hedef olduklarını anlattı. Erkek tecavüz kurbanlarının yüzde 25 kadarına, 10 yaşında veya daha da küçükken tecavüz edildiği belirlendi.
BBCT

Connecticut'ta ilkokul baskını: En az 27 çocuk öldürüldü
14 ARALIK 2012



ABD'nin Connecticut eyaletindeki bir ilköğretim okulunda silahlı saldırı sonucu en az 27 kişi öldü.
Ölenlerin arasında çok sayıda çocuk da var.
İlgili Konular
Amerika Birleşik Devletleri
Amerikan medyasındaki haberlere göre, Newtown kentinde, Sandy Hook ilköğretim okulundaki olay yerel saatle 9.40 (TSİ 16.40) civarında meydana geldi.
Haberlerde, saldırganın da öldüğü söyleniyor.
Olayın ardından bölgedeki tüm okullar güvenlik nedeniyle kapatıldı.
Hastaneye kaldırılan 3 yaralının durumunun ağır olduğu belirtildi.
Yerel gazete Hartford Courantnewspaper, okulun ana ofisindeki bir kişinin polisi arayarak "silah sesleri duyduğunu bildirdiğini" aktardı.
CNN televizyonuna konuşan bir tanık, "100 mermi atıldığını" söyledi.
BBCT

ABD'de korkutan ihbar
16.12.2012
ABD'nin İndiana eyaletinde, evinde 47 silah ve cephanelik bulunduran kişinin, ''bir ilkokuldaki kişileri öldürme tehdidi'' iddiasıyla gözaltına alındığı bildirildi.

Cedar Lake güvenlik yetkilileri, 60 yaşındaki Von I. Meyer'i, evinin yakınındaki Jane Ball İlkokulu'nu basarak ''vurabileceği kadar kişiyi öldüreceği'' ve ''karısını yakacağı'' tehdidinde bulunduğu iddiasıyla gözaltına aldıklarını belirtti.

Yetkililer, Meyer'in evinde bulunan 47 silah ve cephanenin değerinin 100 bin dolardan fazla olduğunu ve ''cinayet tehdidi'' suçlamasıyla savcılar tarafından mahkemeye sevk edileceğini söyledi.

ABD'nin Connecticut eyaletine bağlı Newtown kasabasındaki Sandy Hook İlkokulu'nda cuma günü 20'si çocuk 28 kişinin öldürülmesinin ardından güvenlik önlemlerinin arttığı belirtiliyor.
Sabah

ABD'de silahlı saldırı : 3 ölü!
22.12.2012



ABD'de 3 kişiyi öldürdükten sonra polisle çatışmaya giren saldırgan ölü ele geçirildi.

ABD'nin Connecticut eyaletindeki Sandy Hook ilkokulunda çoğu çocuk 26 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırının şoku geçmeden ABD yeni bir saldırıyla sarsıldı.

ABD'nin Pensilvanya eyaletinde silahlı bir saldırgan biri kadın 3 kişiyi öldürdü. Saldırgan daha sonra polisle girdiği çatışmada 3 polisi yaraladıktan sonra ölü ele geçirildi.

Saldırganın, önce kilisede Noel için hazırlık yapan bir kadını öldürdüğünü belirten yetkililer, daha sonra otoyola çıkarak 2 kişiyi daha öldürdüğünü belirtti.
net gazete

ABD: 350 kadına 'çıplak fotoğraflı şantaj
31 OCAK 2013
350'den fazla kadını kamera karşısında soyunmaya ikna edip çıplak fotoğraflarını çekerek şantaj yapan bir kişi ABD'de tutuklandı.
BBC

Liverpool'da cinayetle sonuçlanan iddia
15 NİSAN 2013



İngiltere'nin Liverpool kentinde, ikisi 14, biri 17 yaşındaki üç genç evsiz bir adamı iddia üzerine döverek öldürmeleri nedeniyle hapis cezasına çarptırıldı.

Geçen yıl, 17 Ağustos'ta yaşanan olayda dövülen 53 yaşındaki evsiz Kevin Benett, altı gün komada kaldıktan sonra ölmüştü.

17 yaşındaki Connor Doran, 14 yaşındaki erkek kardeşi Brandon Doran ve yine 14 yaşındaki Simon Evans sabaha karşı, bir süpermarketin arkasında uyuyan Bennet'e saldırdı.

Saldırıdan önce, Connor Doran'ın Evans'a 'Bahse girerim bunu yapamazsın' diyerek iddialaştığı, Evans'ın da saldırıdan sona, "Tekmelemeye başladım ve öldü" dediği belirtildi.

Brandon Doran'ın ise saldırı sırasında gözcülük yaptığı açıklandı.
Cinayet suçlamasını reddeden üç genç, bir ay süren yargılamadan sonra suçlu bulunmuştu.

Bugünkü ceza duruşmasında Connor Doran en az 12 yıl, Evans sekiz yıl, Brandon Doran ise altı yıl ceza aldı.

Çocuklarının olay sırasında başka bir yerde olduğunu söyleyen Doran kardeşlerin annesi Linda Doran ise, mahkemeyi yanıltmaya çalışmaktan 30 ay hapis cezası aldı.

Linda Doran'ın 23 yaşındaki büyük oğlu Ryan Doran'ın da, geçen Ekim'de cinayetten ömür boyu hapse çarptırıldığı belirtiliyor.
BBCT

Arkeologlar ABD'de yamyamlık vakası yaşandığını ortaya çıkardı
Hürriyet Planet
3 Mayıs 2013



ABD’nin Virginia eyaletinde arkeologların bulduğu genç bir kıza ait kalıntılar, buraya gelen ilk koloniler arasında yamyamlık vakalarının yaşandığını ortaya çıkardı.

Araştırmacılar 14 yaşında bir kıza ait olduğu anlaşılan kalıntılardan, kızın beyninin çıkarıldığı ve etlerinin parçalandığı sonucuna vardı. Çarşamba günü Smitshonian Dergisi'nde yayınlanan makalede, 14 yaşında İngiliz bir kıza ait olduğu tahmin edilen kafatasının alın kısmında bazı kesikler ve arka kısmında darbe izleri olduğu belirtiliyor.

Tarihçi James Horn, araştırmacılar tarafından Maria olarak adlandırılan İngiliz kızın 1609 yılı yazında İngiltere'den yola çıkan altı erzak gemisiyle Virginia'ya geldiğini iddia ediyor. Genç kızdan geriye kalan kemiklerde bulunan izotoplardan yüksek proteinle beslendiği dolayısıyla hizmetçi ya da düşük gelir sahibi bir aileye mensup olmadığı anlaşılıyor.

Yamyamlığın sebebi olarak 1609 -1610 yılları arasında yaşanan ağır kış koşullarında yemek bulmakta güçlük çekilmesi olduğu düşünülüyor. Dr. Horn’a göre 1609 Virginia'sının zorlu kış şartlarına gelen İngilizler açlıktan kıyafet ve ayakkabılarının derilerini, sahip oldukları atları ve köpekleri keserek yemek zorunda kaldılar.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts May 30, 2016 11:59 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Arl 26, 2012 8:32 pm    Mesaj konusu: “En sevdiğim işi yapıyorum, adam öldürmek” Alıntıyla Cevap Gönder

Avrupa'da Hristiyan ailelere zorla verilen Müslüman Türk çocuklar
13 Şubat 2013



TRT'nin haberine göre;Hristiyan ailelere verilen Avrupa'da yaşayan Türk ailelerinin çocuklarının dramında önemli bir adım atılıyor.

Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, 17 Nisan'da Almanya'ya giderek incelemelerde bulunacak, ailelerle görüşecek.

Avrupa'da Türk ailelerden alınan en az 5 bin çocuk olduğu ifade ediliyor. Bu durum büyük bir drama neden oluyor.

TRT Haber'in özel yayında gündeme taşıdığı Hristiyan ailelere verilen Avrupa'da yaşayan Türk ailelerinin çocuklarının dramında önemli bir adım atılıyor.

Avrupa ülkelerinde inceleme

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bu gerçeği yerinde inceleme kararı aldı.

"Türkçe konuşmayı, anadilinde konuşmayı dahi unutmuş çocuklarla karşı karşıya kaldık" diyen TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, Avrupa'da ypılacak incelemeyle ilgili bilgi verdi.

Üstün, "Heyetler halinde Almanya'ya Avusturya'ya, Hollanda'ya Norveç'e gidilecek. Ailelerle yerinde görüşülecek. Çocuklarla görüşülecek, ilgili kurumlarla görüşülecek ve ondan sonra biz bir rapor hazırlayacağız. Bu raporu da hem Türkiye'deki hem de Avrupa'daki ilgili kurumlarla paylaşacağız" dedi.

Komisyon ilk ziyaretini 17 Nisan'da Almanya'ya yapacak.

Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün, 17 Nisan'daki Almanya ziyaretlerinde, Neo-nazi cinayetlerine ilişkin Münih'te başlayacak davayı da yakından takip edeceklerini bildirdi.
haber1001

“En sevdiğim işi yapıyorum, adam öldürmek”
26 ARALIK 2012



BBC'nin haberi:

ABD: İtfaiye erlerine tuzak kuran saldırgan not bırakmış

ABD’nin New York eyaletinde iki itfaiye görevlisine tuzak kurup öldürdüğü iddia edilen saldırganın, planlarını anlattığı bir not bıraktığı ortaya çıktı.
Polisin kimliğini William Spengler olarak açıkladığı saldırganın bıraktığı notta, “En sevdiğim işi yapıyorum, adam öldürmek” yazdığı belirtildi.

Spengler’ın daha sonra Ontario Gölü yakınlarındaki bir arazide intihar ettiği açıklandı.

Spengler’ın ateşe verdiği evinde ceset kalıntıları bulunduğu, parçaların 67 yaşındaki kız kardeşi Cherul’e ait olabileceği ifade edildi.

İtfaiye görevlileri, Pazartesi günü Spengler’ın yangın ihbarı üzerine New York’un Webster kasabasına gelmiş, burada açılan ateşte hayatlarını kaybetmişti.

Polis yetkilileri Salı günü yaptıkları basın açıklamasında, 62 yaşındaki Spengler’ın üç silahının bulunduğunu ve mahalleyi ateşe vermeyi planladığını söyledi.

Çıkan yangında bölgedeki yedi ev alev almış, iki itfaiye eri ve bir polis yaralanmıştı.

Polis şefi Gerald Pickering, kendi silahıyla intihar eden Spengler’ın, 38 kalibrelik tabanca, 12 gauge tüfek ve 223 kalibrelik Bushmaster tüfeği kullandığını söyledi.

Spengler’ın kullandığı tüfek, 14 Aralık’ta 26 çocuk ve öğretmenin öldürüldüğü Connecticut saldırısında kullanılan tüfekle aynı özelliklere sahip.

Polis şefi, saldırganın bıraktığı 2-3 sayfalık notta, “Daha kaç tane komşumun evini yakabileceğimi görmem lazım ve böylece en sevdiğim işe, öldürmeye hazırlanmalıyım” yazdığını aktardı.

Spengler, anneannesini çekiçle öldürmek suçundan 17 yıl hapis yatmış, 1998’de şartlı tahliye edilmişti.

Sabıkalı olduğu gerekçesiyle silah sahibi olma hakkı yoktu.
Polis, Spengler’ın yangın çıkararak itfaiye görevlilerine tuzak kurduğunu belirtiyor.

Spengler’ın çıkardığı yangında 19 yaşındaki Tomasz Kaczowka ile 43 yaşındaki Mike Chiapperini adlı iki itfaiye eri hayatını kaybederken kardeşi Cheryl’in ise kayıp olduğu belirtildi.

Polis, Spengler’ın ‘akli dengesinin yerinde olmadığını’ ifade etti.

ABD'yi sarsan tecavüzü Anonymous çözdü
ntvmsnbc
04 Ocak. 2013 Cuma



Küresel siber korsanlık örgütü Anonymous, ABD’nin küçük bir kasabasında 16 yaşındaki bir kıza tecavüz eden bir grup gencin, tecavüzü anlattıkları videoyu internete sızdırdı. ABD medyasında bomba etkisi yaratan video, içerdiği ağır ifadelerle tüyler ürpertirken, uzmanlar bu tür olayların nasıl önlenebileceğini tartışmaya başladı.

Tecavüzün gerçekleştiği odanın yanındaki odada çekildiği iddia edilen videoda konuşan Michael Nodianos.

Sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri haline gelen olayın ortaya çıkmasını sağlayan ise küresel siber korsanlık örgütü Anonymous. Anonymous’un ABD’deki bir kolu tarafından internete sızdırılan video, tecavüzle bağlantısı olan Michael Nodianos’un çok ağır ifadeleriyle dolu.

Nodianos, 16 yaşındaki kızın baygın bir halde tecavüze uğradığını gülerek anlatırken, ‘Mike Tyson'dan bile hızlı yaptılar... Pulp Fiction’daki sahneden bile beterdi...” gibi sözler kullanıyor. Dahası, kızın şiddet gördüğü ve üzerine idrar yapıldığı gibi dinleyenlerin tüylerini diken diken sözler sarf ediyor.

Seri katilin yakalanması için bir milyon dolar ödül konuldu
11 Şubat 2013



ABD'nin California eyaleti yetkilileri, 4 gün arayla 3 kişiyi öldüren eski polis memuru Christopher Jordan Dorner’ın (33) yakalanmasını sağlayacak bilgiyi veren kişiye 1 milyon dolar ödül verileceğini duyurdu.

Ödülün eyalet düzeyindeki kolluk güçleri ile isminin açıklanmasını istemeyen bir bağışcı tarafından temin edildiği bildirildi. Daha önce Dorner’ın yakalanması için verilecek ödül miktarının 500 bin dolar olarak açıklanacağı düşünülüyordu.

İşinden kovulmasına sebep olduğunu iddia ettiği 3 kişiyi 4 gün arayla öldüren Dorner, eski polis olmasının yanı sıra Amerikan donanmasında da görev yapmış eski bir asker. Katilin peşine düşen polis ekipleri, Dorner'ın içinde olduğunu düşündükleri bir araca ateş açmış, olayla ilgisi olmayan 2 kişi hayatını kaybetmişti.

Yetkililerin silahlı ve tehlikeli olduğu konusunda halkı uyardığı Dorner, 2008 yılında bir meslektaşına şiddet uygulamak suçlamasıyla işinden atılmıştı. İntikam yemini eden Dorner, olay sonrası işini kaybetmesine sebep olanları öldüreceğini açıklamıştı. İşinden kovulmasından yaklaşık 4 yıl sonra harekete geçen Dorner, 3 Şubat’ta davasına bakan avukatını ve nişanlısını öldürdü. Bu olaydan 4 gün sonra ise ikinci eylemini gerçekleştiren Dorner, aynı gün içinde farklı yerlerde 4 polis memuruna daha saldırdı. Dorner'ın saldırısından bir polis memuru yara almadan kurtulurken biri hayatını kaybetti, diğer ikisi ise yaraladı. Yaralı polislerden birinin durumu ciddiyetini koruyor. Dorner, Facebook'taki hesabına "Ben adımı geri kazanıncaya ve adalet yerini buluncaya kadar ölümlerin sonu gelmeyecek" diye yazmıştı.
TRT

ABD'nin Hiroşima'ya Demokrasi götürmesi'nin 68. yılı
6 AĞUSTOS 2013



BBC'nin haberine göre; Japonya'da, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri tarafından Hiroşima şehrine atılan atom bombası sonucunda hayatını kaybedenler 68'inci yıldönümünde anılıyor.

Başbakan Şinzo Abe, düzenlenen tören de yaptığı konuşmada, 'nükleer malzemelerden arınmış bir dünya için' elinden gelen tüm çabayı gösterme sözü verdi.

Uzak Doğu-Okyanusya, Asya, Amerika Birleşik Devletleri
Abe, atom bombasının yarattığı felaketin tekrarlanmaması için Japonya'nın nükleer silah üretmeme, nükleer silah bulundurmama ve Japonya topraklarına nükleer silah sokmama prensiplerini koruyacağını belirtti.

Yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı anma töreninde Başbakan Abe, "Biz Japonlar savaşta atom bombasıyla vurulan tek ulusuz. Nükleer silahlardan arınmış bir dünya hedefine ulaşılması için bizim çaba gösterme sorumluluğumuz var" dedi.

Amerikan Hava Kuvvetleri'nden bir savaş uçağından atılan atom bombası büyük bölümü patlama anından olmak üzere 140 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştu.

1945 yılında savaşın son günlerinde Hiroşima'ya düzenlenen saldırıyı üç gün sonra Nagazaki'ye atılan atom bombası izledi.

Art arda iki nükleer saldırıya hedef olan Japonya teslim olduğunu açıklamıştı.

Hiroşima ve Nagazaki'de ölenlerin sayısının 360 bini geçtiği tahmin ediliyor. Saldırıların ardından ortaya çıkan radyoaktivitenin neden olduğu sağlık sorunları bugün hâlâ pek çok kişiyi etkiliyor.
haber1001

Nur Bacı'nın Mektubu (*):

"Halkıma, Ramadi'nin, Halidiye'nin ve Felluce'nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara...

Bu size, Amerikan-siyonist hapishanesi Ebu Garib'ten kardeşiniz Nur'un mektubudur.

İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.

Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalılar'ın bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim...

Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait.

Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allahım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları'na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor.

Ey kardeşlerim;

Amerikalılar'ın elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, neler acılar yaşadığımızı, Allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim.

Kardeşlerim;

Allah'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalılar'ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım...

Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin...

Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler!

Amerikalılar'ın bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz?

Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz.

Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılar'a ve Siyonistler'e mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz?

Allah'ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz?

Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze?

Amerikalılar, Ebu Garib'te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, Allah adına, Ebu Garib Hapishanesi'ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistler'in hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat.

Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok!

Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi!

Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!!

Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!

Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!

Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar'ı ve onların piçlerini öldürün!

Allah rızası için! Size yalvarıyoruz...."

Bacınız Nur.
(10 Nisan 2004)

(*) BANU AVAR DÜNYA DÜZENİ VE BİLİNMEYEN GERÇEKLER

New York'ta bebek arabasında bebek öldürüldü
3 EYLÜL 2013



Amerika Birleşik Devletleri'nde New York polisi bebek arabasında bulunan bir bebeği silahla vurup öldüren bir adamı arıyor.

Bir yaşındaki Antiq Hennis, Pazar gecesi şehrin Brooklyn bölgesinde bulunan Brownsville semtinde sokakta öldürüldü.

Ailesiyle beraber hastaneye götürülen çocuk yüzünün sol tarafına aldığı kurşun yarasından burada ölü ilan edildi.

New York Post gazetesine konuşan görgü tanığı Gina Gamboa, "3 veya 4 el silah sesi duydum. Bebek arabasının yanında bir adam 'Oğlum vuruldu! Oğlum vuruldu!' diye bağırıyordu. Çılgına dönmüştü." dedi.

New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg cinayetin "aile, toplum ve şehir için trajedi" olduğunu söyledi.
Amerika'da daha önce de bebek arabasında bulunan bir bebek öldürülmüştü.

Cuma günü Georgia eyaletinde 18 yaşında bir adam, annesi cüzdanını teslim etmeyen 13 aylık Antonio Santiago'yu öldürmekten suçlu bulundu.
BBCT

Suriye’deki kimyasal saldırı ABD eliyle mi planlandı?
Yossef Bodansky (*), GIS/Defense & Foreign Affairs
28 Ağustos 2013
Çeviri: Erkan GÜÇİZ



Suriye’deki kimyasal saldırıda batı parmağı..

21 Ağustos’ta Şam’daki kimyasal saldırının, Suriyeli muhalifler tarafından önceden planlanan tahrikle yapıldığını gösteren kanıtların sayısı gittikçe artıyor.

Barack Obama ve Beyaz Saray’ın “dehşet”le izlediği bu tahrik hakkında, önceden ne kadar bilgi sahibi olduğu derin ve detaylı bir şekilde araştırılmalı.

Batı destekli muhalif güçler, 13-14 Ağustos’ta Türkiye’de bir gayrinizami saldırı hareketinin hazırlıklarına başladılar. Katar, Türkiye ve ABD [“Mukhabarat Amriki”] üst düzey istihbarat temsilcilerinin ilk toplantısı Antakya’da, Özgür Suriye Ordusu ve destekçileri tarafından komuta ve kumanda merkezi olarak kullanılan Türk Silahlı Kuvvetlerine ait eski bir askeri garnizonda yapıldı. İstanbul’dan gelen en üst düzey muhalif komutanlar, bölge sorumlusu komutanları, yakın zamanda çatışmaların şiddetlenmesiyle “savaş ortamını değiştirecek bir gelişme” yüzünden ABD’nin önderliğinde Suriye’nin bombardımana tabi tutulacağı konusunda bilgilendirdi.

Üst düzey komutanlar, ABD bombardımanından faydalanarak Şam’a yürüyecekti ve Beşar El-Esad hükümetini devirmek için muhaliflerin kuvvetlerini acilen hazırlamaları gerektiği konuşuldu. Katar ve Türk istihbarat yetkilileri, Suriyeli bölgesel komutanlara bu saldırıda bol miktarda silah sağlayacakları garantisi verdiler.

21-23 Ağustos’ta Hatay’daki bütün mülteci kamplarında şimdiye kadar görülmemiş bir silah dağıtımı yapıldı. Çoğu uçaksavar silahları, omuzdan atılan füzeler ve hafif silah ve makineli tüfek cephanesi olmak üzere yalnız Reyhanlı bölgesindeki muhalif güçler 400 tondan fazla silah aldı. Silahlar, Katar ve Türk istihbaratının kontrolündeki depolardan, ABD istihbaratının sıkı denetimi altında dağıtıldı.

20’den fazla TIR’a yüklenen silahlar Suriye’nin kuzeyine geçti ve değişik silah depolarına dağıtıldı. Yüzlerce tonluk gelişmiş güdümlü tanksavar füzeleri ve roketleri 24-25 Ağustos’ta gönderildi. Hatay’daki muhalif yetkililer, bunun için, iki yıl önce başlayan savaş süresince aldıkları “en büyük” sevkiyat dediler. Hatay’dan giden silahlar, bölgedeki en büyük isyancı grup olan El-Kaide bağlantılı cihatçılar da dâhil olmak üzere İdlip-Halep bölgesindeki bütün isyancı güçlere ulaştı.

Pek çok üst düzey Suriyeli muhalif ve onları destekleyen Arap ülkelerinden yetkililer, bu silah sevkiyatının ABD ve Batılı müttefiklerinin yakın zamanda Suriye’yi bombalamalarıyla doğacak fırsatta kullanılacağını vurguladılar. En son strateji ve koordinasyon toplantısı 26 Ağustos’ta yapıldı. İstanbul’daki koordinasyon toplantısına ABD Büyükelçisi Robert Ford da katıldı.

Daha önemlisi Antakya garnizonunda yapılan harekât koordinasyon toplantıları idi. Üst düzey Türk, Katar ve ABD istihbarat yetkilileri ve Suriye muhalifleri bu toplantılardaydılar. Suriyelilere bombardımanın birkaç gün sonra başlayacağı söylendi. Toplantıya katılan bir Suriyeli, “Esad’ı kimyasal silah kullanmaktan vazgeçirmek için eylemlerin gelecek hafta bile başlayabileceği muhaliflere açıkça söylendi” dedi. Toplantıda bulunan bir başka Suriyeli, “ABD bombardımanının 29 Ağustos’ta başlayacağından emindim” dedi. Bu toplantıya katılan pek çok Suriyeli ve Arap, Obama resmi olarak hâlâ kararsız görünse de bombardımanın başlayacağı güvencesini vurguladılar.

Bu toplantılardan gelen izlenimler, ABD istihbaratının, dolayısıyla Beyaz Saray’ın bu konuda daha önceden ne derecede bilgi sahibi olduğu sorusunu çıkarıyor ortaya. Konuştuğumuz hem Suriyeli hem Arap tüm kaynaklar Türkiye’deki toplantı ve bilgilendirmelerde “Mukhabarat Amriki” yetkililerinin de bulunduğunu vurguladılar. Dolayısıyla, beklentinin, “savaş ortamını değiştirecek bir gelişme” olduğunu bilmekteydiler. Muhalifler ve destekçileri, ABD öncülüğünde bir askerî müdahaleyi TAHRİK EDECEK etkileyici bir olay bekliyorlardı..

ABD istihbaratının sıkı kontrolündeki silah depoları açılmış ve bin tona yakın yüksek nitelikli silah muhaliflere dağıtılmıştı. Bu, ABD istihbaratının böylesine bir tahrik beklediğinin kanıtıdır. Tahrik, bombardıman ve ardından muhalifler için fırsat beklenmekteydi.

Sonuç olarak Obama ve Beyaz Saray, kimyasal tahrikten habersiz olsalar bile, bilmeleri yahut en azından şüphelenmeleri gerekirdi ki, muhaliflerin beklediği “savaş ortamını değiştirecek bir gelişme”, ABD bombardımanını gerektirecek bir kimyasal facia olabilirdi.

Bu arada Şam’dan kimyasal saldırı hakkında gelen ek veriler Washington’un olayı açıklama şekline olan şüpheleri arttırıyor. Saldırının hemen ardından Sınır Tanımayan Doktorlar’ın (MSF: médecins sans frontières) Şam civarında üç hastanede kimyasal saldırıdan etkilenmiş 3600’den fazla Suriyelinin tedavi edildiğini; bunlardan 355’inin öldüğünü açıkladı. MSF, tedavi edilenlerin çoğu üzerinde testler yapmıştı.

MSF direktörü Bart Janssens bulguları şöyle özetledi: “MSF ne bilimsel olarak bu arazın sebeplerini belirleyebilir ne de saldırıdan kimin sorumlu olduğunu. Yalnız hastaların anlattığı araz ve olayların hızla yayılışı, çok kısa bir zamanda çok büyük sayıda hastanın gelmesi, onların yaşadıkları bölge ve sağlık ve ilk yardım elemanlarına bulaşanlar toplu olarak bu kişilerin bir sinir gazına maruz kaldıklarının kuvvetli bir göstergesi.” Kısacası, MSF 3600 hastayı da test ettikten sonra ölüm sebebinin sarin gazı olduğunu doğrulayamadı. MSF’e göre sebep sarin tipi sinir gazı, konsantre edilmiş biber gazı, hatta yüksek derecede konsantre edilmiş böcek ilaçlarından biri olabilir. Üstelik muhaliflerin saldırı esnasında pis bir koku olduğunu söylemeleri bunun cihatçıların kullandığı “ev yapısı sarin”den (askerî maksatla kullanılan sarin kokusuzdur) veya böcek ilacından türetilmiş kimyasallardan geldiğini akla getiriyor.

Bu aşamada, Obama ve Beyaz Saray’ın önümüzde salladığı kanıtlar sorgulamaya değer.

Mesela Beyrut’taki küçük bir olay büyük soru işaretleri doğuruyor: Kimyasal saldırıdan bir gün sonra “Mukhabarat Amriki” adına çalışan tetikçiler, kimyasal saldırıda yaralandığını söyleyen Suriyeli bir adamı Beyrut’a tedaviye gitmesi için ömrü boyu ona yetecek bir meblağ karşılığı razı ettiler. Adam, ambulansla Beyrut’un Jib Janine semtinde Farhat Hastanesine taşındı. Beyaz Saray, yandaş medyaya “Lübnan Kızıl Haç’ı, test sonuçlarında bu kişinin kanında sarin gazı izi olduğunu açıkladı” haberini sızdırdı. Fakat bu, Lübnan istihbaratının ve Kızıl Haç yetkililerinin duymadıkları bir şey idi. Üst düzey istihbarat yetkililerine göre, “Kızıl Haç Direktörü George Kettaneh, Suriyeli hastanın, doktorların, kanında zehirli gaz izi testleri yapmasına fırsat kalmadan hastaneden ayrıldığını” söyledi. Anlaşılan hasta, artık bulantısı olmadığını ve artık tedaviye ihtiyacı olmadığını söylemişti. Lübnan güvenlik güçleri hâlâ bu Suriyeli hastayı arıyor.

24 Ağustos’ta Suriye Komandoları, kimyasal saldırı suçluları olabilecekler hakkında bir istihbarat üzerine Şam banliyösü Jobar’da asilerin kazdığı tünellere baskın düzenledi. Şiddetli çatışmada zehirli madde bidonları isabet aldı ve pek çok Suriyeli asker solunum zorluğu çekti, bir kısmının durumu ağır..

Komandolar ele geçirdikleri bir muhalif deposunda “ev yapısı sarin” üretmekte kullanılan fıçılar dolusu kimyasal madde, laboratuvar gereçleri ve çok sayıda gaz maskeleri buldular. Suriyeli Komandolar ayrıca ev yapısı patlayıcılar, roketle atılan el bombaları (RPG: Rocket Propelled Grenade) ve havan bombaları ele geçirdi. Aynı gün, Şam’ın Guta bölgesinde, en azından dört Hizbullah savaşçısı da, Suriyeli Komandoların Jobar’da tünelleri ararken kimyasal saldırıyla karşılaştıkları saatlerde, kimyasal saldırıya uğradılar.

Suriyeli Komandolar ve Hizbullah, her ikisi de kimyasal saldırıyı yapanlar hakkında istihbarata dayanarak hareket ediyorlardı. Şam, Moskova’ya Suriyeli askerlerin bir tür sinir gazına maruz kaldıklarını söyledi; kan, doku ve toprak örnekleri ve ele geçirilen malzemeler Rusya’ya gönderdi.

Beşar El-Esad’ı desteklemeyen ve hatta onun yeminli düşmanı olan pek çok Suriyeli lider Şam’daki 21 Ağustos kimyasal saldırısının sorumlusunun, ABD ve müttefiklerini Esad’ın Suriye’sini bombalamaya tahrik etmek isteyen muhalifler olduğuna inanmış durumdalar. Bu muhalifler arasında söyledikleri en açık ve anlamlı olan da Suriye Hükümeti ile savaş halindeki Batı Kürdistan Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanı Saleh Muslim.

Muslim, Esad’ın iç savaşı kazanmaktayken kimyasal silah kullanmasının mantığa aykırı olduğunu açıkladı.
27 Ağustos’ta Muslim, Reuters’e, “Suriye rejiminin kimyasal silahları var fakat Şam’da, kimyasal silahları soruşturmakta olan Birleşmiş Milletler komitesinin beş kilometre ötesinde bunları kullanmaları düşünülemez. Bunu yapacak kadar aptal değiller” dedi. Ona göre saldırı, “uluslararası tepkiyi tahrik edecek, Esad’a karşı kurulmuş bir komplo” idi. Muslim, “Suriye rejimini suçlamak, onları suçlu göstermek isteyen ve sonra da ne olacağını görmek isteyenler kimyasal saldırıdan sorumludur” demişti..

Muslima’e göre, ABD, Esad karşıtı politikasını yürütmek için bu saldırıyı kullanmış olabilirdi ve eğer BM denetçileri daha sonra, asilerin bunun arkasında olduğunu gösteren kanıtlar bulurlarsa “olay bir şekilde unutturulurdu”. Muslim, “Kimi cezalandırılacaksınız? Katar Emiri’ni veya Suudi Arabistan Kralı’nı veyaTürkiye’nin Erdoğan’ını cezalandıracaklar?” diye sormuştu..

Yanıt bekleyen birçok soru var: “Mukhabarat Amriki”nin muhaliflerin eylemleriyle olan ilişkilerine bakarsak, nasıl olur da ABD istihbaratı muhaliflerin Şam’da kimyasal silah kullanmayı planladığını daha önceden bilmiyordu?!
Ve eğer biliyorlarsa ve Beyaz Saray’ı uyardılarsa neden Esad yönetimini suçlamakta bu kadar telaşlılar? Üstelik Obama yönetimi ABD askerî müdahalesini tahrik etmek için 1300 suçsuz sivili kasten öldüren muhalifleri desteklemeye ve güçlendirmeye nasıl devam ediyor?!


* İsrail doğumlu Amerikalı politika uzmanı olan Yossef Bodansky 1988-2004 yıllarında Amerikan Temsilciler Meclisi, Terörizm ve Gayrinizami Savaş komisyonu başkanlığı yaptı.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Birliği’nin Araştırma Direktörü olan Yossef Bodansky aynı zamanda John Hopkins Üniversitesi’nde konuk eğitmen olarak görev aldı. 1980’li yıllarda Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığında görevli uzman danışman idi.


Kaynak:
http://www.worldtribune.com/2013/08/28/ ... on-attack/

Yazıyı okunabilir hale getiren Sayın Banu Avar’a şükranlarımla…

Erkan Güçiz
erkanguciz@gmail.com

http://www.guncelmeydan.com/pano/suriye-deki-kimyasal-saldiri-abd-eliyle-mi-planlandi-ceviri-erkan-guciz-t35525.html

Annesini 79 kez bıçakladı!
05 Eylül 2013
Colorada eyaletinde İsabella Yun-Mi Guzman isimli genç kız, annesini öldürmekten dolayı birinci dereceden cinayetle yargılanıyor. Guzman'ın savunmasını hiçbir avukat kabul etmedi

ABD’nin orta bölgesi Colorado’nun Arapahoe bölgesinde, aralarında çıkan tartışma sonucu çılgına dönen 18 yaşındaki Guzman, mutfak bıçağıyla 47 yaşındaki annesi Yun-Mi Hoy’a saldırmıştı. Anne Hoy, yüzünden ve boğazından aldığı 79 bıçak darbesiyle ölmüştü. Eyalet polisi tarafından tutuklanan Guzman, birinci dereceden cinayet suçlamasıyla yargılanıyor.
haberay.net/

Londra'da 3 kadın, 30 yıllık esaretten sonra kurtarıldı
22/11/2013



Londra'da, yaklaşık 30 yıldır bir evde alıkonulan ve kendilerini zorla eve kapatan çift tarafından 'köle' olarak kullanıldığı belirtilen üç kadının kurtarıldığı bildiriliyor.

Londra'da 3 kadın, 30 yıllık esaretten sonra kurtarıldı30 yıldır köle gibi kullanılan 3 kadının,rehin tutuldukları evden kurtarılmasıyla ilgili açıklamayı Scotland Yard dedektiflerinden Kevin Hyland yaptı.

Londra polisi, yaklaşık 30 yıldır bir evde alıkonulan üç kadının perşembe günü kurtarıldığını açıkladı. Kadın kurbanları köle olarak kullandığı öne sürülen 67 yaşındaki ev sahibi ile aynı yaştaki karısının gözaltına alındığı bildirildi.

Kurbanların, 67 yaşında bir Malezyalı, 57 yaşında bir İrlandalı ve 30 yaşında bir İngiliz olduğu açıklandı. Üç kadının da büyük travma geçirdiği bildiriliyor. Polis, kurtarılan kadınların güvenli bir yere götürüldüğünü duyurdu. Kurtarılan kadınların yaklaşık 30 yıldır çift tarafından alıkonulduğu öne sürülüyor.

Kadınların, kölelik ve zorla evlendirme vakalarıyla mücadele eden Freedom Charity Örgütü'nün çabaları sonucu kurtarıldığı bildiriliyor. Polis yetkilileri, kadınlardan birinin televizyonda, örgüte dair bir haber izlediğini ve örgütü telefonla aradığını bildirdi. Bunun üzerine harekete geçen Londra polisinin örgütün de yardımlarıyla kadınları operasyonla esir tutuldukları evden kurtardığı bildirildi.

İngiltere 'de meydana gelen vakanın benzeri kısa süre önce ABD 'nin Cleveland eyaletinde de ortaya çıkarılmıştı. Ariel Castro'nun on yıl boyunca evinde esir tutup, tecavüz ettiği üç kadın kurtarılmış, Castro tutuklanmıştı. Ariel Castro, mahkum edildikten bir ay sonra hücresinde ölü bulunmuştu.
Deutsche Welle

AB'de 'kadınların üçte biri şiddet mağduru'
Bethany Bell
BBC, Viyana
5 MART 2014



Avrupa Birliği'nde kadınların yaklaşık üçte birinin 15 yaşından sonra fiziksel ya da cinsel şiddete hedef olduğu bildirildi.

Avrupa Birliği Temel Haklar Kurumu'nca yapılan bir araştırmaya göre, bu 62 milyon kadının şiddet mağduru olduğu anlamına geliyor.

42 bin kadınla yapılan mülakatlara dayanarak hazırlanan bu raporun, konuyla ilgili olarak hazırlanmış en büyük çalışma olduğu belirtiliyor.

Raporda, Avrupa Birliği ülkelerinden, ev içi şiddeti, özel bir sorun olarak değil, bir toplumsal sorun olarak ele almaları isteniyor ve cinsel tacizle ilgili yasaların gözden geçirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Avrupa Birliği Temel Haklar Kurumu'nun araştırmasında, kadınlara, evlerinde ve işyerlerinde yaşadıkları fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet olayları, takipçilik ve cinsel taciz mağduru olup olmadıkları, çocukluk yıllarında şiddete uğrayıp uğramadıkları soruldu.

Yapılan araştırma, her 10 kadından birinin 15 yaşından bu yana bir tür cinsel taciz kurbanı olduğunu; her 20 kadından birinin tecavüze uğradığını ortaya çıkardı.

Kadınların % 22'sinin, birlikte yaşadıkları kişinin fiziksel ve cinsel şiddetine hedef olduğu, ancak bu kadınların % 67'sinin en ağır ev içi şiddet olaylarını bile polise bildirmediği saptandı.

Rapor, yoğun alkol kullanımıyla ev içi şiddet arasında bağlantı olduğunu da vurguluyor.

Tacizlerin en büyük hedefi genç ve kadınlar

Araştırma kapsamına alınan kadınların % 18 kadarı 15 yaşından beri takip edilmekten mağdur olduklarını, % 55'i de, çoğunlukla çalıştıkları yerlerde cinsel tacize uğradıklarını anlattılar.

Avrupa Birliği Temel Haklar Kurumu raporu, genç kadınların özellikle saldırılara hedef olan kitleyi oluşturduğunu kaydetti.

AB içinde, kadınlara yönelik ve polise bildirilen fiziksel ve cinsel tacizin en yüksek olduğu ülkelerin başını, Danimarka (% 52), Finlandiya (% 47) ve İsveç (% 46) gibi, cinsiyet eşitliği uygulamalarıyla övülen ülkeler çekiyor.

İngiltere ve Fransa % 44 ile 5. sırada yer alırken, Polonya % 19 ile en düşük oranda şiddet olayının yaşandığı ülke olarak sonuncu sırada anılıyor.

Araştırma, kimi ülkelerde, bu sorunun açığa çıkarılmasına iyi gözle bakılmadığının da altını çiziyor.

Temel Haklar Kurumu Başkanı Morten Kjaerum, "Görünen o ki, yaygın bir taciz uygulaması birçok kadını etkiliyor. Ama birçok olay yetkililere duyurulmuyor. Bu araştırma kadınlara yönelik şiddetin tüm AB üyesi ülkelerde önemli bir insan hakkı ihlali olduğunu ortaya koydu. Bu sorun her gün toplumları etkiliyor; dolayısıyla AB ülkeleri sorunla mücadele için harekete geçmeli." dedi.

Raporda sorunla mücadele için yürütülen kampanyaların kadınlar kadar, erkekleri de kapsaması gerektiği vurgulandı.
BBCT

Lağım çukurunda 800 bebek cesedi
04.06.2014



İrlanda'da lağım çukurunda bulunan 800 bebek cesedi ülkeyi karıştırdı. Dünyayı ayağa kaldıracak bu skandaldaki bebeklerin gayri meşru ilişkilerden olduğu ortaya çıktı.

Yaklaşık yarım yüzyıl önce kapatılan manastıra ait lağım çukurunda 800 bebek cesedi bulundu. Tuam'daki eski manastır 1925 ile 1961 yılları arasında rahibeler tarafından yönetiliyordu.

Söz konusu dönemde evlilik dışında hamile kalan bir kadın doğum yapmak için bu manastıra yönlendiriliyordu. Doğumu burada yapan bekar anneler bebeklerini rahibelere teslim ediyordu.

Ortaya çıkan tarihi belgelere göre bu bebekler ağır bir şekilde gözardı edilmişti. Zar zor karınları doyurulan bebekler neredeyse yaşamak için savaşıyordu.

ZENGİN AİLELERE SATILIYORLARDI

Skandalın en tepki çeken kısımlarından biri de bakımsızlık sebebiyle bebeklerin kızamık, tüberküloz veya zatüree gibi dönemin en zor hastalıklarına yakalandıktan sonra ölüme terk edilmiş olması. Bir de içlerinden sadece sağlıklı olanlara yaşama şansı tanınanların da çocuksuz ve zengin ailelere satılması.

Ülkeyi derinden sarsan olayı yaşayan bu bebeklerin anneleri The Home adı verilen kurum için bir soruşturma başlatılmasını istiyor. Katolik kilisesi ise 800 çocuğun adının yer aldığı bir anıt dikeceklerini açıkladı.
http://dunya.milliyet.com.tr/lagim-cukurunda-800-bebek-cesedi/dunya/detay/1892523/default.htm

Ferguson'da Michael Brown'un cenazesine binlerce kişi katıldı
25 AĞUSTOS 2014



ABD'nin Missouri eyaletinin Ferguson kentinde polis tarafından öldürülen silahsız siyah genç Michael Brown'un cenaze törenine binlerce kişi katıldı.
BBC'ye konuşan bir katılımcı, "Brown'un ailesini tanımıyoruz. Ancak yaşadıkları acıyı paylaşıyoruz. Yaşadıkları anlamsız şiddeti kınıyoruz" dedi.
BBCT

ABD'de kan donduran aile katliamı
19 Eylül 2014



ABD'nin Florida eyaletine bağlı Bell kasabasında, 51 yaşındaki Don Spirit, aile katliamı gerçekleştirdi.

Spirit, aralarında 3 aylık bebeğin de bulunduğu 6 torununu ve torunlarının annesi kızını öldürdükten sonra intihar etti. Don Spirit'in 2003 yılında da, bir av sırasında öz oğlunu vurarak öldürdüğü, ancak olayın cinayet değil kaza olarak işlem görmesinin ardından, 3 yıl hapis yattıktan sonra çıktığı belirtildi.
Yaklaşık 350 kişinin yaşadığı kasabada meydana gelen aile katliamının nedeni ve kurbanların kimlikleri henüz açıklanmadı.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/121001/ABD_de_kan_donduran_aile_katliami.html

İtiraf etti: Arkadaşımı öldürüp yedim
30 Eylül 2014



Yamyamlık ile suçlanan Kanadalı Luka Magnotta işlediği vahşi cinayeti ve yamyamlık suçunu itiraf etti. Ancak 32 yaşındaki adamın ceza almaması gündemde.
Cinayet ve yamyamlıkla suçlanan 32 yaşındaki Kanadalı Luka Magnotta, suçunu itiraf etti.
Kanada’nın Montreal kentinde 33 yaşındaki Çinli Jun Lin’i öldürdüğü ve daha sonra kurbanını yediği iddiası ile yargılanan Kanadalı adam, yargılandığı 5 farklı suçun bazılarını kabul etti.
Kurbanına uyguladığı vahşetin videosunu internette yayınlayan Kanadalı adamın avukatı Luc Leclair, müvekkilinin Şizofren olduğunu ve cezai ehliyetinin olmadığını iddia etti.
Cumhuriyet

Al sana 'uygar Batı': 11 çocuk bir 43 yaşındaki bir kadına tecavüz etti
25 Ekim 2014

İngiltere'de henüz çocuk yaşta sayılabilecek 1'i kız 11 çocuk, 43 yaşındaki bir kadına tecavüz etti.

İngiltere'de yaşanan dehşet verici olayda yaşları 12 ila 19 arasında değişen 1'i kız 11 çocuk, 43 yaşında bir kadına tecavüz ettikleri iddiasıyla tutuklandı.

Mirror gazetesinde yer alan habere göre, yaşları 12 ila 19 arasında değişen 1'i kız 11 çocuk, 43 yaşında bir kadına tecavüz ettikleri iddiasıyla tutuklandı. Saldırganlardan birinin 15 yaşında bir kız çocuğu olması dikkat çekti.
haber 93

Vahşi Batı: İngiltere’de Kör ve sağır adamı tren raylarına attılar
27 Ekim 2014



Sağır ve kör bir adamı nedensiz yere tren raylarına ittiler ve yumruklayarak platforma geri çıkmasını engellediler.

İngiltere’nin Essex bölgesindeki Chemsfold Tren İstasyonu’nda sağır ve kör bir adamı nedensiz yere tren raylarına iten ve yumruklayarak platforma geri çıkmasını engelleyen Daniel Webster 22 ay, ona yardımcı olan Niall Martin ise 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.
haber93

Vahşi Batı: 10 saat sokakta yürüdü, 100 kişi taciz etti
29 Ekim 2014



15ABD'de sokaklarda sessizce yürüyen bir kadın, yaklaşık 100 erkek tarafından sözlü tacize uğradı.

Sokakta sözlü tacizi sona erdirmeyi amaçlayan Hollaback grubundan bir genç kadın, ilginç bir sosyal deney yaptı. Shoshana Roberts adlı genç kadın ABD'nin en gelişmiş şehirlerinden New York'ta yürüyüşe çıktı ve ona laf atanları kaydetti. Manhattan bölgesindeki sokaklarda 10 saat boyunca sessizce yürüyen genç kadına laf atanlar kamera görüntülerine yansırken, bazıları da arkasından ıslık çaldı. Görüntülerde ıslık çalanlar ile, yanına yaklaşıp çeşitli şeyler fısıldayanlara yer verilmedi.

Üzerinde normal bir kot ve tişört bulunan kadına sürekli laf eden her ırktan ve her profilden insanlar arasında bir tanesi özellikle dikkat çekiyor. Bu adam genç kadına önce laf atıp, sonra da 5 dakika boyunca onun yanında sessizce yürüdü. Genç kadın herhangi bir cevap verseydi durum ne hale gelirdi, düşünemiyoruz.
(Radikal)

ABD’nin New York kentinde işlenen cinayet önce Cadılar Bayramı şakası zannedildi, ancak...
31 Ekim 2014

New York’un Long Island bölgesindeki apartman dairesinde bir kadının kafasını kesen adam, öldürdüğü kadının cesedini sokağa kadar sürüklemesini çevredekiler Cadılar Bayramı şakası zannetti. Kısa süre sonra yaşananların Cadılar Bayramı ile alakası olmadığını anlayan görgü tanıklarının ihbarı üzerine olay yerine gelen güvenlik görevlileri, talihsiz kadının hayatını kaybettiğini ve şüphelinin de intihar ettiğini tespit etti. Yerel polisin açıklamada, kimliği açıklanmayan ve 30’lu yaşlarında olduğu belirtilen kişinin cinayeti işledikten sonra bölgeden geçen bir banliyö treninin önüne atlayarak intihar ettiği bildirildi. İngiliz Daily Mail gazetesi, 60’lı yaşlarında olan adı açıklanmayan kurbanın oğlu tarafından öldürüldüğü iddiasına yer verdi.
Gazeteport

Babasını yakarak öldürmeye çalıştı
16 Kasım 2014
Almanya'nın Bavyera Eyaleti’ndeki Regensburg kentinde 31 yaşındaki bir kişi ailevi nedenlerle tartıştığı 65 yaşındaki babasını yakmaya kalktı. Kentin Furtmayer Caddesi’ndeki apartmanda meydana gelen olayda, Avusturya vatandaşı kişi, önce tüm evi yakma tehdidinde bulundu ve daha sonra tartıştığı babasını üzerine yanıcı bir sıvı dökerek tutuşturdu.

Olay sırasında evde bulunan 64 yaşındaki anne, hemen örtülerle eşinin üzerindeki ateşi söndürmeye çalışırken, kendisi de yanmaya başladı. Komşuların gürültüler nedeniyle çağırdığı polis, anne ve babayı yanıklar içerisinde buldu. Baba ağır yanıklarla hastaneye kaldırılırken, anne de vücudundaki yanıklar nedeniyle tedavi altına alındı. Nürnberg’de özel yanık tedavileri kliniğine kaldırılan babanın ağır yanıklara rağmen hayati tehlikeyi atlattığı bildirildi.

Olayda kendisinde de hafif yanıklar olan oğul, babasını neden yakmaya çalıştığını açıklamazken, hakkında adam öldürmeye teşebbüsten dava açılacağı bildirildi.
Cumhuriyet

CIA'nın vahşi işkencelerini anlatan rapor yayımlandı
10 Aralık 2014



Amerikan Senatosu’nun, ülkenin dış istihbarat servisi CIA hakkında hazırladığı rapor, ABD’de salı günü kamuoyuna açıklandı. Raporu, Senato’nun İstihbarat Komitesi Başkanı ve raporu hazırlayan Dianne Feinstein kamuoyuna sundu.

İnanılmaz gerekçe

Raporun yayınlanıp yayınlanmaması geçtiğimiz haftalarda büyük tartışmalara neden olmuş, özellikle önceki Bush yönetimine yakın kişiler yayınlanmaya karşı çıkmıştı.

Feinstein ise yaptığı basın açıklamasında, CIA’nın pratiklerini gösteren raporun yayınlanmasını, “değerlerimizin tekrar inşa edilmesi ve dünyanın adil bir toplum olduğumuzu görmesi için önemli bir adım” olarak değerlendirdi.

6 bin sayfalık rapor

Senatonun hazırladığı rapor toplam 6 bin sayfadan oluşuyor. Ancak Senato İstihbarat Komitesi Nisan ayında yaptığı bir toplantıda raporun sadece 524 sayfalık özet bölümünü, kısmen karartarak, kamuoyuna sunmayı kararlaştırmıştı.

Komitenin Cumhuriyetçi Partili üyeleri, raporun yayınlanmasına bütünüyle karşı çıkmıştı.

13 Aralık 2013 tarihinde onaylanan rapor, ABD gizli servisi CIA’nın son 13 yıllık terörle mücadele adı altında yürüttüğü programı, servisin kendi kaynakları ve tanıklar aracılığıyla inceledi.

CIA’dan ilk tepki

Raporun kamuoyuna duyurulmasından hemen sonra CIA Direktörü John O Brennan’dan yanıt geldi. Brennan, CIA’nın bazı başarısız teknikler uyguladığını ve hatalar yaptığını belirtirken, ABD gazetesi New York Times’ın bildirdiğine göre raporu diğer yandan öfkeli bir şekilde “eksik ve tek yanlı” olmakla suçladı.

Ulusal Kanal, CIA raporunun en önemli tespitlerini Türkiye kamuoyuyla paylaşıyor.

Rapor, CIA'nin 2001 ile 2009 arasındaki faaliyetlerini kapsıyor.

ABD Senatosu İstihbarat Komitesi bulgularını raporda 20 ayrı maddede özetlemiş.

“# 1: CIA’nın gelişmiş sorgulama yöntemleri bilgi elde etmek ya da tutukluların işbirliğini sağlamak açısından verimli yöntemler değil”

Sorgulama tutanaklarını inceleyen rapor, CIA tarafından uygulanan yöntemlerin verimli olmadığı sonucuna ulaşıyor. Örnek olarak, sorgulanan 39 ayrı tutuklunun hiçbirinden doğru bilgi edinilmediği öne sürülüyor, birçok tutuklunun ise kullanılan yöntemler nedeniyle bilgiler uydurduğu vurgulanıyor.

Rapora göre tutuklular tarafından sorgu esnasında uydurulan bu bilgilerin bazıları daha sonra CIA tarafından en önemli tehdit olarak değerlendirilmiş.

CIA yöneticilerinin kendileri de sorgulama yöntemlerinin verimliliği hakkında sık sık şüphe dile getirmiş.

“#2 CIA gelişmiş sorgulama yöntemlerini savunurken verimlilikleri hakkında doğru olmayan iddialara dayandı.”

Rapora göre Beyaz Saray’a, Adalet Bakanlığı’na, Ulusal Güvenlik Konseyi’ne, Kongre’ye ya da kamuoyuna karşı CIA, yöntemlerini sık sık bilgi elde etmenin ve terör saldırılarını engellemenin en verimli yolu olarak savundu. CIA temsilcileri bazen, söz konusu bilgilerin başka bir şekilde elde edilemeyeceğini öne sürdü.

Rapor ise bu iddiayı yerden yere vuruyor.

İstihbarat Komitesi, CIA’nın terörle mücadelede elde ettiği ve sorgulama yöntemlerine bağladığı 20 en ünlü ve bilinen başarısını incelemiş.

Bilineni tekrar öğrendiler

Rapora göre “bazı örneklerde başarı ile tutuklunun sorgulama esnasında verdiği bilgiler arasında hiçbir bağlantı yoktu”. Bazı örneklerde CIA’nın “ancak bu sorgulama ile elde edilebilir” iddiasında bulunduğu bilgiler, ya zaten bilinen bilgilerdi, ya da söz konusu sorgulama yöntemleriyle elde edilmemişti.

CIA’nın, verimliliğini kanıtlamak için başka kaynaklardan elde ettiği bilgileri de sorgulama tutanakları dahiline katması, raporun öne sürdüğü iddialardan biri.

Diğer yandan CIA’nın, sorgulama yöntemleri sayesinde engellediğini öne sürdüğü bazı terör saldırıları ise zaten gerçekleşemezdi ya da hiçbir zaman planlanma aşamasına gelmedi.

“#3: CIA’nın tutuklulara uyguladığı sorgulama yöntemleri, kurumun siyasetçilere ya da başkalarına anlattığından çok daha kötü ve gaddardı.”

Rapor, Abu Yübeyde ve başka tutukluların nasıl sorgulandıklarını anlatıyor.

“Duvarlama” (wallings)

İngilizcede sadece işkence için kullanılan, Türkçe çevirisi bulunmayan, ancak “duvarlama” olarak çevrilebilecek kelime, tutuklunun tekrar tekrar duvara çarpılmasını betimliyor. Duvarlamaya ek olarak tokat da başvurulan bir yöntem.

Suya batırma (waterboarding)

Tutuklunun kafasını uzun bir süre, boğulmanın eşiğine değin bir su kovasına ya da küvete sokmak, raporda anılan diğer bir “gelişmiş sorgulama yöntemi”. Rapor bu yöntemin bazı tutuklularda mide bulantısı ve köpük kusmadan zihin kaybına değin sonuçlara neden olduğunu belirtiyor. CIA’nın kendi raporları, Halit Şyh Muhammed isimli tutuklunun bu sorgulama esnasında “neredeyse boğulduğunu” belirtiyor.

Uykusuz bırakma

Tutukluları 180 saate değin uykusuz bırakma, diğer bir sorgulama yöntemi. Rapora göre uyuması engellenen tutuklular, genellikle ayakta, bazen elleri kafalarının arkasında bağlı olarak tutuluyor.

Uykusuz bırakılan tutuklulardan en az 5’i halüsinasyon görmüş, bunların en azından ikisinde sorgulama buna rağmen sürdürülmüş.

Tıbbi uyarılara rağmen devam

Rapor, bazı sorguların, mevcut bulunan tıbbi personelin uyarısına rağmen sürdürüldüğünü de belirtiyor. Tıbbi personel, en az bir tutukluyu uykusuzluk yöntemini sürdürebilecek şekilde tedavi etmiş.

Rektal beslenme

Raporun bulgularına göre en az beş tutuklu, herhangi bir tıbbi neden olmaksızın rektal olarak beslenmiş.

Bazı tutuklular buz dolu küvetlere yerleştirilirken bazıları, hiçbir zaman CIA’nın hapsinden kurtulamayacaklarına inandırılmış. CIA görevlilerinin tutuklulara, “dünya benim sana neler yaptığımı öğrenmemeli, bu nedenle hiç bir zaman mahkeme önüne çıkamayacaksın” ifadesini kullandığını belirtiyor.
Rapora göre bazı CIA görevlileri en az üç örnekte tutukluların ailelerini de tehdit etmiş, çocuklarına yönelik cinsel istismar imasında bulunmuş.
ulusalkanal.com.tr

Vahşi Batı: ABD'de devletin bakımevlerinde 786 çocuk iihmal, taciz ve dayaktan öldü
18 Ara 2014



El Cezire'nin haberine göre: Amerika Birleşik Devletleri’nde son altı yılda devletin koruması altındayken 786 çocuk ihmal, taciz ve dayaktan öldü. AP'nin araştırması ölenlerin çoğunun 4 yaşın altındaki çocuklar olduğunu ortaya koydu.

AP'in özel haberine göre, devlet kurumlarında ölen 786 çocuğun çoğunluğu 4 yaşının altında. Ölen çocukların büyük bir kısmı bakımevlerindeki görevlilerin taciz, ihmal, aç bırakma ve dayak gibi kötü muameleleri yüzünden hayatını kaybetti. AP, tüm verileri toplamak için 50 eyaletteki belgeleri incelediğini belirtirken, askeri kurumlardaki istatistikleri de incelediğini vurguladı.

Araştırmaya göre çocuklar, bakımevlerindeki görevlilerin ihmalkârlığı nedeniyle öldü. Ayrıca ülkede bir yılda telefonla ihbar edilen ortalama 3 milyon vakanın yüzde 40’ının yetkilier tarafından hiç araştırılmadığı belirtiliyor.
Annesine 6 ay sonra haber verdiler

Ajans haberinde, Montana’da ölen 2 aylık Mattisyn Blaz’ın durumunu ayrıntılarıyla anlattı. Blatz’ın babası bir gün eve sarhoş geldi. Eşini dövdü. Şiddet mağduru anne Jennifer Blatz görevlileri aradı. Çocuk aileden alınıp bakımevine konuldu. Baba öfke kontrol teraspisine gönderilirken, anne ve çocuğa yaklaşması yasaklandı. Çocuk bakımevinde öldü. Annesine ise öldükten 6 hafta sonra haber verildi.

AP, koruma altında ölen çocuklarla ilgili resmi kaynakların bir veri tabanı oluşturmadığını bu konuda kendi ulaştığı sayıların 786’dan daha fazla olabileceğine dikkat çekti.

Sadece 7 eyaletin son altı yılda 230 çocuk ölümünü rapor ettiği belirtilen haberde, bu ölümlerin de henüz dosyası kapatılmamış, araştırması süren ölümler olduğunu ifade etti.

Kapsamlı verilerin olmayışının konuyla iligli bilgilere ulaşımı güçleştirdiği vurgulanan haberde, çocuk ölümlerine yol açan görevlilere verilen cezaların ne olduğuna ve bu cezaların işe yarayıp yaramadığı sorularına yanıt bulmanın zor olduğu belirtildi.

'Sistem krizde'

Ülkede en son çocuklara yönelik devlet suistimalleriyle ilgili rapor 1995’te yayınlanmıştı. Rapor “Bir milletin utancı: ABD’de Çocuklara yönelik ölümcül ihmaller” başlığını taşıyordu.

Ancak AP’nin yeni raporu, son 20 yılda ülkede bu sorunun düzeltilmesi konusunda iler doğru adım atılmadığını gösteriyor.

ABD Başkanı Barack Obama’nın atadığı çocuk tacizleriyle mücadeleden sorumlu Michael Petit, Kongre’nin çocuklara yönelik devlet kurumlarındaki kötü muameleye ‘caydırıcı adımlar’ atılması gerektiğini söyledi. Petit, “Sistemin tamamı krizde” yorumunu yaptı.
haber93

Vahşi Batı: Avustralya'da bir evde 8 çocuk bıçaklanarak öldürüldü
19 Aralık 2014



Avustralya'nın Queensland eyaletinin Cairns kentindeki bir evde, yaşları 1,5 ile 15 arasında değişen sekiz çocuğun cesedi bulundu.

Queensland polisinden yapılan açıklamada, Manoora semtindeki bir evde, bıçaklanarak öldürülmüş sekiz çocuğun cesedi ile 34 yaşında bir kadının yaralı bulunduğu belirtildi. Hastaneye kaldırılan kadının durumunun iyi olduğu ve olay hakkında polise bilgi verdiği bildirildi.

Bıçaklanarak öldürülen çocukların isimleri, kim ya da kimler tarafından öldürüldükleri, aynı aileden olup olmadıkları henüz bilinmiyor.

Cairns Polis Müfettişi Bruno Asnicar, "Herkes için son derece üzücü bir haber, polislerin bile alışık olmadığı bir durum" dedi. Olayın Cairns polisine, yerel saatle 11.20'de telefonla ihbar edildiği kaydedildi.
Cumhuriyet

Belçikalı bir anne ​çocuklarını diri diri yakıp çığlık seslerini babalarına dinletti
14 Şubat 2015



Çocuklarını diri diri yakıp çığlık seslerini dinletti Belçika'da yaşanan vahşi olayda 35 yaşındaki kadın üç kız çocuğunu bir kulübeye kilitleyip ateşe verdi.

Belçika'da Lennik şehrinde 35 yaşındaki kadın üç kız çocuğunu bir kulübeye kilitleyip ateşe verdikten sonra 38 yaşındaki baba Hellmut Ulin arayıp çocukların çığlık seslerini dinletti.

"ONLARI KURTARAMAYACAKSIN"

Babalarına çocuklarının çığlıklarını dinleten gözü dönmüş kadın, kocasına "Onları kurtarmak için acele etsen de çok geç kalmış olacaksın. Onları kurtaramayacaksın" dedi.

"ON DAKİKA ÇIĞLIK ATTIKTAN SONRA SESLERİ KESİLDİ"

Telefondan sonra eve koşan baba gördükleri karşısında şok geçirdi. Baba eve vardığında 2 yaşındaki Omy, 4 yaşındaki Abbygail ve 6 yaşındaki Madyson'un yanmış cesetleriyle karşılaştığını dile getirdi. Baba Hellmut, olay yerine vardığında annelerinin bahçede sakince sigara içtiğini ve kendisine "On dakika çığlık attıktan sonra sesleri kesildi" dediğini belirtti.

Kan donduran bu durum karşısında çaresiz kalan koca, "Ona icrayla ilgili bir mektup göndermiştim. Ama onu sadece korkutmak için yaptım" dedi.
Karşı Gazete

Afganistan’da CIA-Blackwater Ortaklığı
04 Temmuz 2010

rak’ta pek çok suça karışan ve akabinde Irak’taki faaliyetlerine son vermek zorunda bırakılan güvenlik şirketi, Afganistan’da görev almak üzere CIA ile bir sözleşme imzaladı.
Fransız Le Figaro gazetesinde "La CIA emploie les mercenaires de Blackwater" adıyla yayımlanan haber-yorumda şunlara yer verildi:

Amerikan özel güvenlik şirketi yeniden bir polemiğin odağında: Irak'ta pek çok suça karışmakla itham edilen ve akabinde Irak'taki faaliyetlerine son vermek zorunda bırakılan güvenlik şirketi, Afganistan'da görev almak üzere CIA ile bir sözleşme imzaladı.

Yapılan sözleşmeyle Blackwater'ın şaşırtıcı sıçrayışına tanık olduk. Tartışılan özel güvenlik şirketi Washington Post'ta yayımlanan habere göre «Xe» adı altında CIA'le 120 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Sözleşme, şirketin 18 ay boyunca Afganistan'ın kuzeyindeki Herat ve Mezarı Şerif bölgelerinde bulunan Amerikan elçiliklerini korumasını öngörüyor.

Şirketin geçmişi hesaba katıldığında 'Xe' adının seçilmiş olması şaşırtıcı değil. Blackwater'ın isim değişikliğine büyük önem atfetmesinin nedeni, Irak'ta meydana gelen pek çok skandaldan sonra 'Blackwater' isminin zihinlerde bıraktıklarıdır ki, bilhassa Eylül 2007'de Bağdat'ta 14 sivilin ölümüne yol açan skandal bu olayların başında gelmektedir. Irak içişleri bakanı bu olaydan sonra şubat ayında 250 Blackwater görevlisini bölgeden uzaklaştırmıştı. Geçtiğimiz Mayıs ayından sonra ise Washington, mezkûr şirketin Bağdat'ta Amerikan diplomatlarını koruma görevine son verdi.

Büyük Pazar

Sözleşmenin imzalanması, Afganistan ve Irak operasyonlarına ilişkin hükümet ihalelerinin 2008'de Amerikan Kongresi tarafından oluşturulan komisyon tarafından bu ay incelenmeye başlandığı bir döneme denk geldi. 2001 ve 2008 arasında iki kat büyüyen ve büyümeye devam eden güvenlik pazarı 2008'de 200 milyon dolara ulaştı. Komisyonun Haziran 2009'da yayınlanan ilk raporuna göre bölgedeki ABD silahlı gücüne destek sağlayan 250 bine yakın sözleşmeli personelin 70 bine yakını Afganistan'da bulunuyor. Bunlardan yaklaşık 20 bini güvenlikten sorumlu. Ayrıca komisyon tarafından hazırlanan söz konusu rapora göre, bölge yolsuzluklara açık nitelikte.

Özelikle özel şirketlerle yapılan sözleşmelerde benimsenen metotlar bu yolsuzluklara zemin hazırlıyor. CIA şefi Leon Panetta Afganistan'da Xe'den hizmet satın alınmasını meşrulaştırmak için, "Size söylemek zorundayım ki savaş bölgesinde güvenlik açısından bazı ihtiyaçlarımız var ve maalesef bu ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek çok az şirket var." açıklamasında bulundu. Triple Canopy ve DynCorp International adlı güvenlik şirketleri de söz konusu ihaleye katılanlar arasında yer almıştı. 21 Haziran'da gerçekleştirilen denetim esnasında uluslararası programlardan sorumlu bir Dışişleri yetkilisi ihaleyi kazanacak şirketten bekledikleri üç kriter olarak şunları ortaya koymuştu: "Teknik donanım, geçmiş birikimler ve maliyet." Aynı yetkili ayrıca, teknik donanım kriterinin önceliği belirlediğini de vurgulamıştı. Söz konusu yetkili, Xe adını alan Blackwater'ın daha önce yol açtıkları üzücü olaylara ilişkin sorular karşısında ise zor durumda kaldı. Bunun üzerine yanında bulunan CIA başkanı sözü devralarak "Tarafımızca oluşturulan jürinin açıklamasına göre şirket işi iyi yapacak kapasiteye sahip ve geçmişte yaptıklarını düzeltmiş durumdadır." cevabını verdi.

İhale en iyi teklifi verenin

Leon Panette söz konusu güvenlik şirketinin tercih edilme nedenlerini "Xe'nin tercih edilmesinin en önemli nedeni sunduğu fiyat teklifiydi. Şirket diğerlerine göre 26 milyon dolar daha az bir maliyet çıkardı (…) Bütün bunlar hesaba katıldığında sözleşmeyi imzalamak en iyi tercihti." ifadeleriyle açıkladı. 1990'dan beri yürürlükteki bir yasaya göre "dışişleri bakanlığı teknik konulardaki yatırımlarda en düşük maliyetli politikaları izlemek zorunda". Başka bir ifadeyle, herhangi bir ihalede dosyanın kabul edilmesiyle birlikte, daha yüksek fiyattan teklif sunan firmalar daha iyi garantiler sunsa bile, en ucuz fiyattan teklifi sunan firma ihaleyi alır.

Konuyla ilgili bir raporda, Kongre tarafından seçilen komisyon istenmeyen sonuçlara gebe yasada değişikliğe gidilmesini talep etti. Bazı şirketler bu pazardan nemalanmak için öngörülen bütçeyi aşmamak adına bilinçli olarak tekliflerini düşürüyor. Daha sonra bu ise hizmet kalitesinin düşmesine neden oluyor. Komisyon, yaptığı açıklamaya destek olarak Afganistan'da yaşanan hadiselere dikkat çekiyor. Mesela 2009 başında, Kabil'deki Amerikan elçiliğinin güvenliğinden sorumlu ArmorGroup North America adlı güvenlik şirketinin çalışanlarının kötü muamele ve elçiliğin güvenliğine tehdit teşkil etmekle suçlanmaları komisyonun dikkat çektiği bu hadiseler arasında yer alıyor.
Kaynak: Ekopolitik

25 yılda 11 kadın öldüren seri katil yakalandı
ABD'nin Los Angeles kentinde 1985 ve 2007 arasında çoğu siyah 11 kadını öldürmekle suçlanan 57 yaşı ndaki bir tamirci yakalandı. Eski bir temizlik görevlisi olan ve komşuları tarafından "son derece nazik ve harika biri" olarak tanınan Lonnie David Franklin Jr, dev megapolün en yoksul semtlerinin bulunduğu güney kesimlerindeki evinde polis tarafından tutuklandı. Savcılık, zanlı hakkında hemen dava açılacağını bildirdi. 09.07.2010 LOS ANGELES netgazete

Felluce'nin tahribatı Hiroşima'dan daha ağır
25 Temmuz 2010
Fellucede kullanılan biyolojik silahların etkisi Hiroşima ve Nagazaki'de kullanılan atom bombasından daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Samet DOĞAN'ın haberi

İngiliz İndependent Gazetesi’nin haberine göre Irak’ın Felluce kentinde kullanılan kimyasal silahların etkisinin ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombalarının etkisinden daha fazla olduğu ifade edildi.

Nükleer konusunda İran’a yaptırım isteyen ABD, Felluce’de tüm sivilleri hedef alan bir dizi katliam gerçekleştirmiş, biyolojik silahlar bile kullanarak binlerce insanı öldürmüştü. Felluce’de yapılan saha çalışmasının neticelenmesi ABD’nin kullandığı nükleer silahların boyutunu ortaya koydu. Yapılan araştırmada ortaya çıkan verilere göre Fellucelilerde görülen kanser hastalığı ve gen bozukluklarının Hiroşima ve Nagazaki halkında görüleninden çok daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Felluce’de ara
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Mar 27, 2016 9:34 pm    Mesaj konusu: Hücre arkadaşını pasaklı ve sinirli diye öldürüp yedi Alıntıyla Cevap Gönder

"Obama'ya ölüm"
02 Ocak 2010
Ana Haber
Kent yollarını kapatan göstericilerin, "Obama'ya ölüm", "Yabancı kuvvetlere ölüm" sloganları attığı belirtilirken...

NATO, Afganistan'da geçtiğimiz haftasonu yabancı kuvvetlerin hava saldırısı sonucu ölen 10 kişinin "isyancı" olduğunu bildirmişti. Ama, yapılan araştırmalarda ölenlerin sivil olduğunu ortaya koydu ve halk meydanlara döküldü.

Alınan bilgilere göre, çoğu üniversite öğrencisi olan öfkeli kalabalık ABD Başkanı Barack Obama'nın kuklasını yaktı.

Kent yollarını kapatan göstericilerin, "Obama'ya ölüm", "Yabancı kuvvetlere ölüm" sloganları attığı belirtilirken, yazılı bir açıklamada da bulunan öğrencilerin hükümetten tek taraflı operasyonları engellemesini istediği, aksi takdirde, kalemi bırakıp silaha sarılacakları ve yabancı kuvvetlerle mücadele edeceklerini söylediği kaydedildi.

Göstericilerden Seyfullah Aminzai de "Ülkemize gelen bu yabancılara karşı gösteri yapıyoruz. Afganistan'a demokrasi falan getirmediler ama çocuklarımızı öğrencilerimizi öldürüyorlar" diye konuştu.

Göstericiler, Obama'nın kuklasını yaktıktan sonra dağıldı.

Afganistan'ın doğusundaki bir köye hafta sonunda yabancı güçlerin düzenlediği saldırıda 10 kişinin ölümüyle ilgili araştırma yapan cumhurbaşkanlığı heyeti, saldırıda hayatını kaybedenlerin sivil olduğu sonucuna vardı.

Cumhurbaşkanlığı heyetinin başkanı Asadullah Vefa, Kunar vilayetinin Narang bölgesindeki bir köy evinde bulunan cesetlerden 8'inin, 12 ila 14 yaşlarındaki öğrencilere ait olduğunun tespit edildiğini söyledi.

İşgalci ABD İçin Öldürdüğü Çocuk Veya Yetişkinin bedeli:1500-2000 Dolar
20 Şubat 2010
Afganistan'ın Helmand vilayetinde geçtiğimiz hafta başlatılan 'Müşterek Haçlı Saldırısı'nda sivil kayıpların sayısı 15'i bulurken, işgalci ABD sivil can kayıpları ve maddi hasarı tazmin sözü verdi.

İşte o tarife:
Ölü çocuk ve yetişkin:1500-2000 $
Uzuv kaybı-yaralanma: 600-1500 $
Araç imhası: 500-2500 $
Ekili tarlaya zarar: 50-250 $
haber101

Facebook'ta tanıştı, tecavüz edip öldürdü
İngiltere'de 33 yaşındaki bir erkek, internette sosyal iletişim ağı Facebook aracılığıyla tanıştığı 17 yaşındaki genç kızı öldürmekten ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Facebook'a koyduğu genç bir erkek fotoğrafıyla Ashleigh Hall isimli genç kızla geçen Ekim ayında tanışan, daha sonra kızı kaçırarak tecavüz ettikten sonra boğarak öldüren Peter Chapman, dün hakim önüne çıktı. 09.03.2010 LONDRA netgazete

ABD'DEN PAPA'YA YENİ SUÇLAMA
3 Nisan 2010
VATİKAN - Roma Katolik Kilisesi'nin lideri Papa 16. Benediktus'a papazların çocuklara yönelik taciz ve tecavüz skandalını örtbas ettiği yönündeki eleştiri ve suçlamalara bir yenisi daha eklendi.
ABD'de görülen bir davada, 16. Benediktus'un papalık tahtına oturmadan önce Vatikan'da Dinsel Öğretiler Kurulu (DÖK) Başkanı olarak görev yaptığı dönemde, "Arizona'daki tecavüzcü papazı kiliseden ihraç için 14 yıl beklediği" ileri sürüldü.

İtalyan basınındaki habere göre Arizona eyaletinde çocukluk dönemlerinde Papaz Michael Teta'nın tecavüzüne maruz kalan iki kişinin davasının savunan Avukat Lynne Cadigan, hadisede o yıllarda Vatikan'da DÖK başkanı olan Joseph Ratzinger'in de sorumluluğu olduğunu iddia etti.

Avukat Cadigan'ın verdiği bilgilere göre Papaz Teta'nın 1978'de 7 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğa tecavüz ettiği 1990'da Arizona'daki kilise mahkemesinde saptanmasına karşın, Vatikan'da DÖK'e gönderilen dosyayla ilgili olarak 10 yılı aşkın bir süreyle herhangi bir somut adım atılmadı.

Cadigan, Piskopos Moreno'nun tecavüzcü papazın kiliseden ihracı talebiyle DÖK Başkanı Ratzinger'e 28 Nisan 1997'de tekrar mektup yazdığını, ancak ihraç işleminin büyük bir uğraş neticesinde ancak 2004'te mümkün olduğunu kaydetti. haber10

Yemeği yakan karısını tek yumrukla öldürdü
21 Mayıs 2010
İngiliz televizyon kanalı BBC'de yöneticilik yapan 48 yaşındaki Jonathan Wicks'in karısını tek yumrukla öldürdüğü iddia edildi. Akşam'ın haberine göre; Wicks, doğum günü için kendisine yemek hazırlayan karısı Sarah'a yemekleri yaktığı için çok sinirlendi. Ardından tabakları karısına fırlatan yöneticinin daha sonra yüzüne attığı tek yumrukla karısını öldürdüğü öne sürüldü. Sarah'ın boynundaki bir damarın çatladığı ve bu şekilde hayatını kaybettiği öğrenildi. netgazete

Sayın Başbakanım
28 Mayıs 2010

İnternetten e- posta adresime gelen ekteki resimler Danimarka da her yıl düzenlenen bir etkinlik kapsamında yapılan YUNUS KATLİAMI’NIN görüntüleridir.

Bunları görmek beni çok üzdü ve çok etkilendim. Kendimi o katledilen sevimli yunusların yerine koydum. Duygusal bir empati ile o acıları ben yüreğimin derinliklerinde hissettim.

E posta mesajında bunu tanıdıklarınıza gönderin onlarda imzalasın diyordu. Milyonlarca insan imzalasa ne olacak somut bir yaptırım olmadıktan sonra.

Bir şeyler yapmak, belki de o sevimli hayvanları kurtarıp hem onların duasını almak hem de Allah’ın rızasını kazanmak için bu konuda Danimarka Başbakanı’nın uyarılması da dahil olmak üzere düşündüğüm önlemleri size yazıyorum. İnşallah ilgilenip yardımcı olursunuz.

1-Bu yazımın bir suretini Danimarka Başbakanı’na göndererek “KENDİNİZİDEN UTANIN, ÇOCUK KADAR BİLE DUYARLI VE VİCDANLI OLAMIYORSUNUZ” hatta üzerine telefon ederek de söylerseniz daha etkili olur.

2-Bunu bir imam hatip öğrencisi bir Müslüman olarak yazıyorum.Her vesile ile Kurban Bayramı’nda bizim hayvanları katlettiğimizi iddia eden Batılılar kendi vahşetlerini neden görmezden gelmektedirler.Üstelik dinimizde her hayvan kurban edilmediği gibi kurban edilecek hayvanların da özel belli standartları var, mesela yavru hayvanlar, yaralı hayvanlar, hamile hayvanlar, hasta hayvanlar,..kurban edilmezler. Kurban Bayramı haricinde de ihtiyaç olmadığı sürece zevk için hayvan öldürmek dinimizce yasaklanmıştır. Osmanlı Devleti zamanında kışın dağdaki vahşi hayvanlar aç kalmasın diye onlar için dağlara etler ve yiyecekler bırakan vakıflarımız vardı. Kuş evlerimiz vardı,…Bütün bunları güzel bir şekilde anlatan broşürleri hazırlatarak ülkemize gelen turistlere,YUNUS KATLİAMI görüntüleri resimleri ile beraber takdim etmenizi istiyorum.

3-Biz İmam Hatipliler öcü değiliz, bizler de bu ülkenin bir parçasıyız, bizleri yok sayanların, bizlerin akademik alanda, sosyal alanda, siyasal alanda kariyer yapmamızı engellemek için KATSAYI UYGULAMASI dayatanların YUNUSLARI KATLEDEN SADİST YARATIKLARDAN farkı yoktur. Yunus katliamı görüntülerini gözümün önünde canlandırdıkça İNSAN OLMAKTAN UTANDIĞIM İÇİN, O MASUM, GARİBAN VE SEVİMLİ HAYVANLARI KATLEDENLERİ İNSAN DEMEYE DİLİM VARMADI. Bu katliamı yapanlar eğer İNSAN olduklarını iddia ediyorlarsa bu yaptıkları nedeniyle VİCDAN AZABI DUYMALARI GEREKİR. Bu gerçeğin şahsınız tarafından; Danimarka Başbakanı’na ve dünya kamuoyuna açıkça ifade edilmesini istiyorum.

4-Kuranı Kerimde yerlerdeki ve göklerdeki tüm canlıların Allah’ı zikrettikleri yazmaktadır. Danimarka’da katledilen yunuslar ölürken bir bebeğin ağlaması gibi acıklı sesler çıkarmaktaymışlar. Düşünüyorum da Acaba o anda acıyla karışık tüm insanlık alemine beddua mı ediyorlar? Benim burada tüylerim diken diken olurken bu katliama bizzat tanık olan sözde çağdaş ülkenin iki ayaklı yaratıklarının kılları kıpırdamamaktadır.

İzlanda da patlayan Volkan Küllerinin oluşturduğu kara bulutların Kanada’ya yapılan FOK KATLİAMI ve Danimarka’da yapılan YUNUS katliamı sonrasında BU GARİBAN, MASUM VE SEVİMLİ HAYVANLARIN ETTİKLERİ BEDDUALAR SONUCU olduğunu düşünüyorum.

5-Danimarka Başbakanı şunu bilsin ki; Danimarkalı gençler cesaretlerini GARİBAN, MASUM VE SEVİMLİ YUNUSLARI katlederek değil, Gazze’de katledilen ÇOCUKLARIN, Afrika’da açlığa mahkum edilmiş milyonlarca insanın yardımına koşarak daha doğru ve anlamlı bir şekilde İSPAT EDEBİLİRLER. Ama bunun için öncelikle YUNUSLARI KATLETMEKTEN VAZGEÇMELİDİRLER.

Gülşen Başar
Zonguldak Anadolu İmam Hatip Lisesi 9.sınıf öğrencisi
aktifhaber

Hücre arkadaşını pasaklı ve sinirli diye öldürüp yedi
22 Haziran 2010

Fransa’nın Rouen kentinde 3 yıl önce bir cezaevinde, hücre arkadaşını öldürdükten sonra cesedinin bir bölümünü yiyen Nicolas Cocaigne, savunmasında ‘onu çok pasaklı ve sinirli olduğu için öldürdüm.

Bana, kendimi kirlenmiş hissettiriyordu” dedi. Müebbetle yargılanan Cocaigne, “Onun ruhuna sahip olmak için kalbini yedim” dedi. Tecavüz suçundan hüküm giyen Cocaigne’nin daha önce defalarce psikiyatri kliniğinde tedavi gördüğü öğrenildi.
Star gazetesi

CIA Filistin'i Karıştırdı
20 Aralık 2009
Amerika Birleşik Devletleri, Küba'daki Guantanamo Üssü'nde uyguladığı işkence yöntemlerini Filistin'e taşıdı. İşte CIA'nın ilginç bağlantıları..

Filistin'in Batı Yakası'nda HAMAS taraftarlarına işkence yapan Mahmud Abbas'ın istihbarat biriminin CIA ile ortak çalıştığı ortaya çıktı. İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre, HAMAS taraftarlarını sorgulayan ve işkence yaptığı söylenen Filistin istihbarat biriminin Batı Yakası'nda CIA ile ortak çalıştığı kaydedildi.

CIA, İKİ İSTİHBARAT BİRİMİYLE ORTAK ÇALIŞIYOR
ABD'nin yeni Başkanı Barack Obama'nın terör suçlamasıyla tutuklu bulunanlara işkence yapılmaması kararı vermesine rağmen CIA'nin HAMAS taraftarlarına işkence yaptığı söylenen Filistin istihbarat birimiyle işbirliği yapması, ABD'nin işkenceyi hala bir metot olarak kullandığını gösteriyor. İngiliz gazetesi The Guardian'ın haberine göre, Batı Yakası'nda CIA, iki Filistin istihbarat örgütüyle birlikte çalışıyor. Önleyici Güvenlik Teşkilatı (PSO) ve Genel İstihbarat Servisi (GI) ile birlikte çalışan CIA'nin, bu iki birime işkence teknikleri öğrettiği iddia edildi.

“CIA, FİLİSTİN İSTİHBARATINI KENDİ MALI GİBİ GÖRÜYOR”
İngiliz gazetesine konuşan Batılı bir diplomat, CIA'nin Filistinli bu iki istihbarat birimini kendi malı olarak gördüğünü belirtirken, bir başka diplomatik kaynak da ABD'nin Filistin istihbarat teşkilatı üzerindeki nüfuzunun çok büyük olduğunu ve bu durumu ‘teröre karşı savaş'ta önemli bir silah olarak düşündüklerini kaydetti.

YARGISIZ İNFAZLAR…
CIA'nın akıl verdiği Filistin istihbaratının Batı Yakası'nda hiçbir suçlamada bulunmaksızın HAMAS üyelerini işkenceye tabi tuttuğunun söylendiğini kaydeden gazete, HAMAS taraftarlarının çok kötü bir şekilde dövüldüğünü ve dar demir kafeslerde uzun süre uykusuz ve hareketsiz bırakıldığını belirtti. Tutukluların sivil mahkemelere çıkarılmak yerine 6 ay boyunca içeride tutulduktan sonra askeri mahkemeye çıkarıldığını kaydeden gazete, CIA'nin, Filistin istihbarat birimlerini kontrol ettiği iddiasını yalanladığını ancak ortak çalıştıklarını yalanlamadığını da kaydetti.

İŞKENCE EDİLEREK ÖLDÜRÜLDÜLER
Gazete, Batı Yakası'nda HAMAS taraftarlarına yapılan işkencenin Uluslar arası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Komitesi, Filistinli al-Hak örgütü, İsrailli B'Tselem örgütü ve hatta Filistin Yönetimi'nin İnsan Hakları Komisyonu tarafından da not edildiğini yazdı. Gazete, işkenceye tabi tutulan bazı tutukluların hayatını kaybettiğini kaydederek, 33 yaşındaki Haitham Amr'in sorgusundan dört gün sonra hayatını kaybederken, Amr'in vücudundaki darbelerin dövülerek öldürüldüğünü gösterdiğini kaydetti. Gazete, göz altındayken hayatını kaybeden bir başka kişinin ise 42 yaşındaki imam Macit al Barguti olduğunu yazdı.

ABBAS'IN BAKANINDAN İLGİNÇ SAVUNMA
Öte yandan Filistin Otoritesi İçişleri Bakanı Said Abu Ali işkence iddialarını ve göz altındayken işkence ölen bazı kişiler olduğunu kabul ederken, bu uygulamanın resmi bir politika olmadığını söylemesi dikkat çekti. Kendisini savunan Ali, bu tür uygulamaların her ülkede olabileceğini öne sürdü. Ali, CIA ile ilgili iddialar içinse, CIA'nin işkence yapan Filistinli istihbarat birimlerini bu konuda eğitmediğini , ancak Amerikalıların kendileriyle işbirliği yaptığını itiraf etti.

TARTIŞMALI GENERAL YİNE SAHNEDE
Gazete, 7500 kişilik Filistin Ulusal Güvelik Kuvvetleri'ne eğitiminin Batı Yakası'nda bulunan Amerikalı General Keith Dayton komutasında ABD, İngiliz, Kanada ve Türk subaylarınca eğitim verileceğini de yazdı. Amerikalı Dayton, iki yıl önce Gazze'de HAMAS ve El Fetih iç savaşında El Fetih'e silah ve para yardımı yaptığı iddia edilmişti. Vakit

ÖLENE KADAR FOTOĞRAFLARNA BAKACAK
2 Mayıs 2009
ABD'nin Alabama eyaletinde dört çocuğunu teker teker köprüden atarak öldüren adama, ölüm cezasının yanında ölene kadar ailesinin fotoğrafına bakma cezası verildi.
Ocak 2008'de meydana gelen korkunç olayda, Mobile kentinde yaşayan Lam Luong adındaki Vietnam göçmeni adam, biri 4 aylık, en büyüğü 2 yaşında olan ve biri 23 yaşındaki eşi Kieu Phan'in ilk evliliğinden olan 4 çocuğunu da arabaya doldurup Dauphin Island Köprüsü'ne gitti. Burada arabayı durdurup çocukları, 25 metre yükseklikteki köprüden teker teker alttan geçen nehre attı.

Cinayetten sonra polise telefon açıp çocuklarının 2 Asyalı kadın tarafından kaçırıldığını söyleyen adamın yalanı kısa süre sonra ortaya çıktı ve mart ayında çıkarıldığı mahkeme tarafından suçlu bulunarak zehirli iğneyle idama mahkum edildi.

Mahkeme kararında idam gününe kadar, soğuk kanlılıkla öldürdüğü çocuklarının fotoğraflarının, hücresinin duvarına asılması şartı da yer aldı.
haber10

Köpeğini uyandırdı diye, karısını boğarak öldürdü

Avustralya'da bir adam, köpeğini uyandıran karısını boğarak öldürmekle suçlanıyor. Melbourne mahkemesinde görülen davada Avustralyalı Anthony Sherna'nın, karısını boğduktan sonra içki içmek üzere bir meyhaneye gittiği ifade edildi. Sherna'nın, karısı Susanne Wild'in cesedini kokmaya başlayıncaya kadar beklettikten sonra evin bahçesine gömdüğü kaydediliyor. netgazete

İngiltere'de evde 3 bebek cesedi kalıntısı dehşeti

İngiltere polisi bir evde 1980’li yıllardan kalma olduğu tahmin edilen üç tane bebek kalıntısı buldu. Bebek cesedi Merseyside polisinin Pazar sabahı ihbar üstüne bir evde yaptığı baskında ulaşıldı. Polis olayla ilgili 54 ve 38 yaşlarında iki kadını ve 26 yaşındaki bir adamı gözaltına aldı. Yetkililer bebeklerin 1980’li yılların ortalarında doğmuş olduğunu ve St Helens kasabasında bulunup oradan eve getirildiğini düşünüyor 04.09.2009 MERSEYS

4 Iraklı'yı öldüren ABD askeri

Almanya'da 4 Iraklı'nın öldürülmesiyle ilgili açılan davada, ABD ordusu mensubu bir tıp öğrencisi suçlu bulundu.20 Şubat 2009 22:19

Alman yerel gazetesi Der neue Tag'daki haberde, Almanya'nın güneyinde yer alan Vilseck şehrindeki ABD askeri mahkemesince görülen davada, 26 yaşındaki öğrencinin 2007 senesinde 4 Iraklı'nın ölümünden sorumlu bulunduğu bildirildi. Mahkemenin henüz cezasına karar vermediği askerin, müebbet hapis cezası alabileceği belirtildi.

Geçtiğimiz sene de 2 ABD'li çavuş yine Vilseck'teki bir duruşmada 4 Iraklı tutukluyu Bağdat'ta bir kanal kenarında tabancalarla vurarak öldürdüklerini itiraf etmişlerdi haber7

Hollanda'da alkol komasına giren çocuk sayısı arttı
17 Nisan 2009
Hollanda'da geçen yıl alkol koması sonucu hastaneye kaldırılan çocuk yaştakilerin sayısı, bir yıl öncesine göre yüzde 13 oranında artışla 340'a yükseldi.
Hastane kayıtlarına dayanılarak yapılan araştırmaya göre, hastaneye kaldırılmak zorunda kalan çocukların yaş ortalaması 15 olarak belirlendi.
Araştırmada, hastaneye kaldırılanların yüzde 52'sinin erkek çocuklar, yüzde 48'inin kız çocuklar olduğu görüldü.
Hollanda'da 2007 yılında ise alkol yüzünden hastaneye kaldırılan çocuk sayısı 300 dolayında görülmüş ve yaş ortalaması 15,3 olarak belirlenmişti.
netgazete

Fransa'da Türkler'in camiine saldırıp hilâli söktüler
Fransa'nın Strasbourg kenti yakınlarındaki Obernai kasabasında, kimliği belirlenemeyen kişiler, Türk göçmenlerin ibadet ettiği bir camiye saldırdı. Avrupa Parlamentosu'nun da bulunduğu kentteki saldıraya karışanların, camiin camlarını kırdığı ve üzerindeki hilali söktüğü bildirildi. Jandarma, saldırıyla ilgili soruşturma başlattı. Obernai kasabasının bulunduğu Alsace bölgesinde, çok sayıda Tü rk göçmen işçi yaşıyor. 02.09.2008 PARİS
netgazete

PORNO ÇETESİ ÇÖKERTİLDİ
25 Ekim 2008
Aralarında papaz, ve bilim adamının bulunduğu porno çetesi çökertildi
2007 yılında internet üzerinde Beyaz Rusya'da bulunan ancak sunucusu ABD'de olan bir firmanın tanıtımı takibe alındı. Çocuk pornosu içerikli siteden 98 dolar karşılığı ücretsiz yararlanılabileceği belirlenen sitenin takibinde Beyaz Rusya ve Amerika emniyet güçleriyle de işbirliğine gidildi. Beyaz Rusya'nın başkenti Minsk'te düzenlenen ilk operasyonda

şirket temsilcileri yakalanarak tutuklandı. Şirket kapatılırken, firmanın site abonelerinin satın aldıkları CD, DVD ve kasetlerden elde ettiği 4 milyon dolara da el konuldu. perasyonun ‘IWest' adı altında gerçekleştirilen o İtalya ayağı 37 ilde eş zamanlı yapıldı. Operasyonlarda, 118 bilgisayar, çocuk pornosu içerikli 3 bin 634 CD, 678 DVD, 579 video kaset ele geçirildi. Gözaltına alınanlar arasında din adamlarının olduğunu da belirten, İletişim Suçları Departman Şefi Romeo Tuliozzi, “Gözaltına alınanların yaşları 26- 59 arasında değişiyor. Profesörden, yöneticiye, işçiden din adamına kadar geniş bir yelpaze sözkonusu. Hatta içlerinde rahiplerde var” dedi. haber10

İTALYA'DA İNSANLIK SKANDALI
1 Şubat 2009
İtalya'da önce dövülen daha sonra üzerine benzin dökülüp yakılan Hintli göçmen, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı
Modernliğe örnek gösterilen Avrupa'da yaşanan insanlık trajedisine bir yenisi eklenedi. İtalya'da yaşanan yüzkarası bir olay, gündeme Avrupa'nın gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi.

İtalya'da evsiz barksız Hintli bir göçmeni, üzerine benzin döküp yaktılar. Roma yakınlarındaki Nettuno garında yatıp kalkan 35 yaşındaki göçmene, bu sabahın erken saatlerinde kimliği meçhul kişiler saldırdı.

ANSA ajansının haberine göre saldırganlar dövdükleri göçmenin üzerine benzin döküp ateşe verdi. Hintli adam, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
haber10

Sicilya mafyasının lideri yakalandı
05 Kasım, 2007
İtalya'da polis, Sicilya mafyasının lideri olarak kabul edilen Salvatore Lo Piccolo'yu yakaladıklarını açıkladı.
Polis Piccolo'nun yakalanmasını önemli bir darbe olarak görüyor

Piccolo yaklaşık 25 yıldır aranıyordu.

Polis, geçen yıl patronların patronu Bernardo Provenzano'nun tutuklanması ardından şebekenin liderliğini Piccolo'nun üstlendiğine inanıyor.

Sicilya'nın en büyük kenti Palermo'da bir ev ve garaja düzenlenen baskında Piccolo'nun oğlunun da aralarında olduğu üç kişi daha gözaltına alındı.

Bu kişilerin de ülkede mafya faaliyetleri ve organize suçla ilgili olarak en çok aranan 30 kişi listesinde yer aldığı haber veriliyor.

Ülkenin en büyük organize suç örgütü Cosa Nostra'nın başına 1990'ların ilk yarısında geçen Provenzano, 40 yıl boyunca polisten kaçtıktan sonra 2006'nın Nisan ayında yakalandı.

Halen ülkenin orta kesimlerindeki Terni'de sıkı güvenlikle korunan bir cezaevinde tutuluyor.

Piccolo ile birlikte, Provenzano'nun yerini almaya aday gösterilen üç kişiden Antonino Rotolo ise 2006 Haziran'ında tutuklandı.

Lider adaylarından Matteo Messina Denaro ise halen aranıyor.

Polis, koruma olarak grup saflarına katılıp yavaş yavaş yükselen 65 yaşındaki Lo Piccolo'nun tutuklanmasını bu nedenle önemli bir ilerleme olarak görüyor.

Piccolo'nun yakalandığı haberi, Palermo'da mafya kurbanlarının anıldığı bir gün sırasında açıklandı. BBC
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Arl 19, 2017 6:11 pm    Mesaj konusu: VAHŞî BATI Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Sever: Avrupa'nın göbeğindeki dram ve Fransa'nın onuru...
19 Aralık 2017 14:24



Avrupa’da böylesi daha önce hiç görülmemişti.

Özellikle Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerinde, sokaklarda, park ve ormanlarda, metrolarda perişan bir hâlde yaşayan, dilenerek var olmaya çalışan mülteci görüntüleri çok sıradanlaştı, yaygınlaştı...

Kış gelince içler acısı durumları daha da dramatik bir hâl aldı.

Gelenlerin hâli böyleyken, bir de yolda ölümü göze alarak gelmeye çalışan binlerce mülteci var.

Avrupa Birliği mültecilerin bir bölümünü üye ülkelere belirli bir kotaya göre paylaştırmayı planlıyor. Ancak, üye ülkeler arasında görüş birliği bir türlü sağlanamıyor. Özellikle Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti kapılarını mültecilere tamamen kapattığı ve mülteci kabul etmeyi reddettiği için bir karar çıkmıyor.

Bu yüzden, AB Hükümet ve Devlet Başkanlarının 13-14 Aralık’ta gerçekleştirdikleri zirvede mültecilerle ilgili bir uzlaşma sağlanamadı ve konunun ele alınması ileri bir tarihe ertelendi.

Gelişmeler hiç de umut verici değil...

Avusturya’da yabancı düşmanı aşırı sağcı partinin koalisyon hükümetinde İçişleri ve Dışişleri gibi kilit bakanlıkları alması mülteci sorununda Viyana’nın bundan sonra daha da sertleşeceğinin habercisi.

Şimdi bu ülkelere hiç beklenmedik şekilde Fransa da ekleniyor.

Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sırasında, bir elini kalbinin üzerinde tutarak, “Mülteci kabul etmek Fransa’nın onurudur” diyen Emanuelle Macron bu sözünü unuttu ve tam aksini yapmaya başladı.

Macron, mültecileri kabul şartlarını ağırlaştırmak, sınır dışı edilmelerini kolaylaştırmak gibi sert önlemlere yöneldi.

Ve Fransız basının tepkilerine hedef oldu. Le Monde, Libération gibi gazeteler Macron’un bu tutumunun, “Utanç verici olduğunu, Fransa’nın onurunu zedelediğini” vurgulayarak ağır eleştiriler yönelttiler.

Bu arada Libération gazetesi, İtalya ile Fransa arasındaki Alp dağlarına gönderdiği bir muhabirin izlenim ve söyleşilerini manşetten yayınlayarak, durumun vahametini gözler önüne serdi.

Gazete, sayıları bin beş yüz ila iki bin arasındaki mültecinin hayatları pahasına eksi 10 derece soğukta ve bir metreye yaklaşan karların üzerinde yürüyerek Alp dağlarını aşıp Fransa’ya ulaşmaya çalıştığını fotoğraflar eşliğinde yansıttı okurlarına.

Fransız gazeteci, yol güzergâhı üzerinde bulunan Fransız köylerinde, köylülerin kıt imkânlarıyla aç, ıslanmış ve üşümüş mültecilere yiyecek, kuru giyecek yardımı yaptıklarını, sıcak suyla ayaklarını ısıttıklarını anlatıyor.

Libération bir köylünün şu sözlerine yer veriyor:

“Gece yarısı köye gelip kapımızı çalıyorlar. Aç, donmuş, tükenmiş bazen yaralı bir hâlde oluyorlar. Onları o hâlde göndermiyoruz, elimizden gelen yardımı yapıyoruz. Ama sayıları çok fazla, bizim imkânlarımız çok az.”

Fransız gazeteci bunları aktardıktan sonra, tüyler ürperten bir öngörüde bulunuyor:

“İlkbahar geldiğinde karların altından çok sayıda ceset çıkması çok muhtemel.”

Bu makale Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır.

T24
ETİKETLER
ahmet sever fransa türkiye ilkbahar

Fransa iyice insanlıktan çıktı.
01 Ağustos 2017



Bir bildiri yayımlayan Bouchart, ülkenin kuzeyinde uzun süre Jungle (Vahşi Orman) olarak adlandırılan ve geçen yıl kasım ayında dağıtılan sığınmacı kampının yeniden oluşma riskinin bulunduğunu belirterek, alınan karara uymayacağını açıkladı.

“SIĞINMACILARA SU YOK”

Danıştayın sığınmacılara su verilmesi yönündeki kararı sonrası BFM televizyonuna konuşan Bouchart, Jungle’ın yeniden oluşması ve binlerce sığınmacının yeniden şehirde birikmesi riskine dikkati çekerek, “Calais halkını korumak zorundayım ve bu nedenle sığınmacılara su verilmesi için alınacak tüm önlemleri reddediyorum.” ifadelerini kullandı.

Çok sayıda dernek, bölgede bulunan yaklaşık 400 kişilik sığınmacı grubunun içme suyu ve hijyen için gereksinimi olan suyun sağlanması yönünde çağrıda bulunmuştu.

Konunun mahkemeye taşınması üzerine Lille İdare Mahkemesi, belediye ve valiliğe içme suyu ve duş ihtiyacının sağlanabilmesi için çalışma yapmaları kararı almış, bu karara yapılan itirazı ise Danıştay dün reddetmişti.
İlk Kurşun

Avustralya'da üniversite öğrencilerinin çoğu cinsel tacize maruz kalıyor
01 Ağustos 2017



"Cinsel saldırıya uğrayan her 5 kişiden 1'i bunu üniversite binası ya da kampüs içinde yaşadığını söylüyor"

Avustralya'da İnsan Hakları Komisyonu tarafından ülke çapında yürütülen kapsamlı bir araştırma, 2016 yılında üniversite öğrencilerinin yarısından çoğunun en az bir kez cinsel tacize uğradığını ortaya çıkardı. Rapora göre öğrencilerin yüzde 7'si 2015 ya da 2016'da en az bir kez cinsel saldırıya uğradı.

Araştırmanın diğer ana bulguları da şöyle:

Şimdiye kadar Avustralya'da bu konuda yapılan en kapsamlı araştırma olan bu çalışma, şok edici sonuçlarıyla birlikte bir dönüm noktası olarak görülüyor.

Avustralya Cinsel Ayrımcılıkla Mücadele Yetkilisi Kate Jenkins raporun üniversite hayatıyla ilgili çok rahatsız edici bir tablo ortaya koyduğunu söyledi:

"Cinsel saldırı ve cinsel tacizin bu öğrencilerin akademik, sosyal hayatları ve kaldıkları yerlerdeki ilişkilerinin sıradan bir parçası olduğunu öğrenmek çok sarsıcı. Ne yazık ki bu deneyimler yıkıcı etkileri oluyor. Öğrencilerin sağlıklarını, öğrenimlerinı ve gelecekteki iş yaşamlarını etkileyebiliyor."

"Endişe verici rakamlar"

Avustralya'daki 39 üniversiteden 31 bin öğrenciyi kapsayan araştırma cinsel saldırı ve tacizin bütün üniversite ortamlarında değişen oranlarda gerçekleşebildiğini ortaya koydu.

Araştırmada "cinsel saldırı", "bir kişinin iradesi hilafına ya da onayı olmadan cinsel ilişkiye zorlanması ya da mecbur bırakılması" olarak tarif ediliyor. Kişinin başlangıçta onay verdiği halde sonra vazgeçmesi durumu da bu kapsamda değerlendiriliyor.

"Cinsel taciz" ise istenmeyen cinsel davranışlar olarak tarif ediliyor. Bu tanıma rahatsız edici bakışlar, laf atma ya da sarkıntılık gibi bir çok davranış girebiliyor.

Avustralyalı yetkili Kate Jenkins "Cinsel saldırıya uğrayan her beş kişiden biri bunun üniversite binası ya da kampüs içindeki bir sosyal etkinlik serasında olduğunu söylüyor" diyor ve ekliyor:

"Özellikle okul ortamı çok endişe verici. Bilhassa kadınların okulda cinsel saldırıya uğrama ihtimalinin erkeklere göre dört misli yüksek olduğu gözönüne alındığında."

ETİKETLER
avustralya üniversite öğrencisi rapor İnsan hakları komisyonu haber
BBC footer
BBCT



Fransa'da kadınlar toplu taşıma araçlarından korkuyor
19.04.2017

Fransa’da düzenlenen bir kamuoyu araştırması, kadınların toplu taşıma araçlarını kullanmaktan korktuğunu ortaya koydu.

Fransız Kentsel Düzenleneme Enstitüsü tarafından düzenlene ankete göre kadınların yüzde 56.3'ü, erkeklerin ise 26.7'si toplu taşıma araçlarını kullanma konusunda ciddi bir endişe duyuyor.

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI TERCİH EDİLMİYOR

Yine aynı ankete göre kadınların yüzde 37'si toplu taşıma araçlarında, hayatlarında en az bir kere yankesicilerin hedefi olduğu yolunda görüş belirtti. Toplu taşıma araçlarında cinsel tacize uğradığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 39 civarında.

Ankete göre Fransız kadınlarının yüzde 6.2'si şiddete maruz kalmamak için toplu taşıma araçlarını kullanmamaya özellikle itina gösteriyor.
Kadınların yüzde 35.1'i en fazla endişe duyduğu toplu taşıma aracı olarak banliyö trenlerini görürken, metrolardan korkanların oranı yüzde 30.6, belediye otobüslerinden korkanların oranı yüzde 18.7 ve tramvaylardan korkanları oranı ise yüzde 13.7.

GÜVENLİK ÖNLEMLERİ ARTIRILACAK

Le Figaro gazetesi, Paris'te yerel yönetimin kadınların güvenlik endişesini giderebilmek için toplu taşıma araçları ve duraklardaki güvenlik kamerası ile güvenlik görevlisi sayısını artırma yoluna gitmeye planladığını duyurdu.

Yine önlemler çerçevesinde mağdurlar için "alo imdat" hattı oluşturulacak.

Sputnik

Kanada'da camiye silahlı saldırı... Çok sayıda ölü var
30.01.2017

Kanada'nın Quebec eyaletindeki bir camiye düzenlenen silahlı saldırıda altı kişi hayatını kaybetti.
Quebec eyaletinin başkenti olan Quebec City'de aynı zamanda cami olarak kullanılan Quebec City İslam Kültür Merkezi, yatsı namazı sırasında kimliği henüz belirlenemeyen silahlı üç kişinin saldırısına uğradı. Polis, altı kişinin öldüğü saldırıda sekiz kişinin de yaralandığını açıkladı.

Quebec polisi, olayın ardından iki şüphelinin gözaltına alındığını duyurdu. Emniyet yetkilileri, bölgede güvenliğin sağlandığını ve "durumun kontrol altında olduğunu" açıkladı.

Görgü tanıklarının yerel basına yaptıkları açıklamalara göre, saldırı 40 kadar Müslüman'ın yatsı namazını kılmak üzere camide bulunduğu sırada meydana geldi. Olay sonrası Quebec City İslam Kültür Merkezi'ne çok sayıda ambulans ve polis ekibi sevk edildi.

TRUDEAU: YASTAYIZ
Kanada Başbakanı Justin Trudeau saldırının ardından taziye mesajı yayımladı.

Trudeau, Twitter'dan paylaştığı mesajda, "Bu gece Kanadalılar Quebec City'deki camiye düzenlenen alçakça saldırıda öldürülen insanların yasını tutuyor" ifadesini kullandı ve olayda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diledi.

Kanada Başbakanı Trudeau, daha sonra yaptığı açıklamada ise gerçekleştirilen eylemi, "Müslümanlara yönelik bir terör saldırısı" olarak tanımladı. Trudeau, "Bir ibadet mekanında Müslümanlara yönelik gerçekleşen bu terör saldırısını kınıyoruz" dedi.
Yön Haber

Sınır Tanımayan Doktorlar’dan Fransa’ya çağrı: Sığınmacılara yönelik şiddet ve tacizi durdurun
08.01.2017



Paris polisinin sığınmacılara yönelik taciz ve şiddet eylemlerinde bulunduğunu ifade eden Sınır Tanımayan Doktorlar Derneği (MSF), Fransız yetkililere çağrıda bulunarak bunun önüne geçilmesini talep etti. Sınır Tanımayan Doktorlar’dan yazılı açıklamada, sert kış koşullarına dikkat çekilerek, polisin sığınmacılara yönelik kabul edilemez uygulamalarda bulunduğu ve bu kişilerin hayatını tehlikeye attığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi: "Yetkililere, polisin Paris’te sığınmacılara yönelik taciz ve şiddet eylemlerini durdurması için gerekli önlemleri alması çağrısında bulunuyoruz." Polisin sığınmacıların çadırlarına, korunaklarına, battaniyelerine ve kartonlarına el koyduğunu aktaran MSF, sığınmacıları dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullanmasına da tepki gösterdi. Dernek üyelerinin, son olarak donma tehlikesi geçiren 8 sığınmacıya yardım ettiği belirtilen açıklamada, kış koşulları altındaki sığınmacılara gerekli barınakların sağlanması için yetkililerin seferber olması istendi.
Sputnik

Skandalın adı: Pizzagate Mağdur: Çocuklar
27 Kas, 2016



ABD, seçimin gölgesinde kalan ve ana akım medyanın görmemek için karartma uyguladığı derin bir skandalla çalkalanıyor. Skandalın ardında öyle isimler var ki insan dehşete düşüyor. Skandalın adı Pizzagate. Batı medyası sessizliğe bürünmüş durumda. Skandala karışan ünlüler ise üç maymunu oynuyor…

ABD ve Avrupa’da adeta yer yerinden oynuyor. ABD seçimlerinin gölgesinde kalan skandal yavaş yavaş gündemin ilk sıralarına tırmanıyor. Özellikle ABD’de ana akım medyanın üstünü örtmeye çalıştığı skandal, sosyal medya aracılığı ile ülke genelinde dalga dalga yayılıyor. Fakat buna rağmen Pizzagate ana akım medyada yer bulamıyor. Ortaya atılan iddialar çok ciddi. Skandalın kapısını Belçika’da kaybolan kız çocuklarıyla ilgili şikayetler araladı. Her şey, sosyal paylaşım sitesi Reddit’in pedofili organizasyonuna ilişkin belgeleri internette Trump Subreddit sayfasında servis etmesiyle başladı. ABD ve Avrupa’yı sarsan belgelere göre pedofili organizasyonunun fitilini ateşleyen, ABD Başkanlığı için yarışan Hillary Clinton’un kampanya danışmanı olan John Podesta’ydı. Wikileaks ise Podesta’nın ticaret ve yüksek bürokrasi çevresinden kimselerle Comet Ping Pong adında bir pizzacıda düzenlenecek pedofili organizasyonuna ilişkin maillerini yayınladı. Comet Ping Pong adlı pizzacının sahibi James Alefantis, bu organizasyonlarının odağındaki isimdi. Ve Alefantis’in, Clinton’un medya danışmanı John Podesta’nın kardeşi Tony Podesta ve George Soros gibi birçok ünlü politikacı ve sermaye sahibiyle bağlantısı vardı. Soros’un en büyük bağışçısı olduğu American Bridge Pac, Comet Ping Pong ile maddi ilişki içindeydi. Pizzagate diye adlandırılan, dalga dalga büyüyen skandalı aydınlatacak, yanıt bekleyen iddialar ise şöyle:
Eski ABD Başkanı Barack Obama, geçmişte pizzacıya bağışta bulundu. Pizzacıya yollanan bir e-postada Obama, özel bir parti için, Chicago’dan Washington’a 65 bin dolarlık pizza sipariş etti.
ABD Eski Başkanı Bill Clinton’ın, pedofiliyle yargılanmış Jeffrey Epstein’in sahibi olduğu Little St James Adası’na 26 kez gittiği ortaya çıktı. Seyahatlerinde Epstein’in The Lolita Express adlı uçağını kullandı.
E-postalara göre; Clintonlar, performans sanatçısı Marina Abramovic’e 10 bin dolar hibe etti. Abramovic John Podesta ile Hillary Clinton’ı, Spirit Cooking adını verdiği bir etkinliğe davet etti. Sosyal paylaşım sitelerinde kullanıcıların yoğun eleştirisine neden olan sızdırmayla ilgili ne adli mercilerden ne de emniyetten bir açıklama yapılmadı. Skandala adı karışan ünlülerse adeta üç maymunu oynuyor. Tüm dünya bu büyük skandala gözlerini dikmiş, bundan sonra olacakları merakla bekliyor. Bütün bu işaretlere rağmen ünlü oyuncu ve siyasilerin özellikle Afrika ve mültecilerle ilgili projelerde yer almalarına geniş yer ayıran Avrupa veya ABD’deki büyük yayın kuruluşları, gazeteler veya sivil toplum örgütleri Pizzagate’e karşı sessizliğe büründü. Ne büyük TV kanalları ne de insan hakları savunucuları henüz bu konuda fikir bildirmedi. Dünya yine Batı ve ABD söz konusu olduğunda bir çifte standartla karşı karşıya. Söz konusu Müslümanlar olduğunda dünyayı ayağa kaldıran Batı medyası Pizzagate skandalında sessizliğini koruyor. Amerika’da, sadece Müslüman olduğu için yaptığı icadı bomba zannedilen öğrenci Ahmed Muhammed’in başına gelenleri hatırlayalım. Ya da arama motorlarında ‘ISIS’ diye arama yaptığında polisin evini bastığı meraklı insanları. Ancak bütün sansüre rağmen skandal özellikle internet üzerinden yazılıp, tartışılıyor. Wikileaks belgeleri, Panama belgeleri, şimdi de Pizzagate skandalı… Bakalım önümüzdeki günler ne getirecek!

PİZZA KODUYLA ÇOCUK SİPARİŞİ

Henüz iddiadan ibaret olan skandalda ilk göze çarpan, iddiaların resmi kuruluşlarca örtbas edilmesi. Skandala adı karışanların aralarındaki ödeme trafiği komplo teorisinden daha ciddi bir olayla karşı karşıya olunduğu hissini uyandırıyor. Ayrıca adı geçen ünlülerin sosyal medya paylaşımları da yozlaşmanın hangi boyutlara ulaştığının işaretlerini veriyor. Sistem çok gizli bir şekilde işliyor. Yazışmalarında pizza kodları kullanılıyor. Ünlüler de parti verecekleri zaman yüksek meblağlar ödeyip peynirli pizza gibi terimlerle bu pizzacıdan maille sipariş veriyor ve iddialara göre bu çocuklar adreslere teslim ediliyor.

Hotdog: Erkek çocuk
Pizza: Kız çocuk
Peynir: Küçük kız
Makarna: Küçük erkek çocuk
Dondurma: Hayat kadını
Fındık, fıstık: İstenen kişinin ten rengi

MÜLTECİ ÇOCUKLAR KURBAN MI?

BBC, CNN, New York Times, The Guardian veya Independent gibi yüksek tirajlı gazetelerin sessizliği aslında skandalın boyutlarını ve önemini ortaya koyan bir işaret fişeği niteliği taşıyor. Peki, bu skandalla ilgili ABD yargısı hukuki süreç başlattı mı? Hayır. Avrupa’da sadece kayıp mülteci çocuk sayısı 9-10 bin. Bu da önemli bir işaret sayılıyor. Ancak ABD ve Avrupa’daki medya, ünlü oyuncu ve siyasetçilerin özellikle Afrika ve mültecilerle ilgili projelerde yer almalarına geniş yer ayırırken, skandala karşı sessiz kalıyor.
İlk Kurşun

Genç kadın, eski erkek arkadaşı tarafından yakılarak öldürüldü
30.05.2016



İtalya'da üniversite öğrencisi bir genç kadın, ayrıldığı eski erkek arkadaşı tarafından yakılarak öldürüldü.

Roma'da yaşanan olayı soruşturan yetkililerden biri, bunun bugüne kadar karşılaştığı en vahşi saldırı olduğunu söyledi.

Pazar günü, 27 yaşındaki Vincenzo Paduano, kendisinden ayrılan Roma Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Sara Di Pietrantonio'nun arabasını takip etti.

Müfettişler, güvenlik görevlisi olan adamın iki yıl boyunca kadınla ilişki içinde olduğunu, olay sırasında önce arabasını takip ettiğini, sonra da Roma'nın bir dış mahallesindeki bir caddede onu yol kenarına çekmeye zorladığını söyledi.
Şafak vaktinden önce yaşanan olayda saldırgan ilk olarak aracı ateşe verdi.
Bu saldırı ardından kaçmaya başlayan Pietrantonio'yu yaklaşık 500 metre kovalayan Paduano, yakaladığı yerde genç kadını yaktı.

Müfettişler, saldırganın genç kadının üstüne alkol döktüğünü sonra da bir çakmakla başını ateşe verdiğini söyledi.

Soruşturmada görevli emniyet yetkilisi Luigi Silipo, "Bu işte geçirdiğim 25 yıllık süre boyunca hiç bu kadar vahşi bir şey görmediğimi söyleyebilirim" dedi.

Sorgusunun başında cinayet suçlamasını reddeden Pietrantonio, sekiz saat sonra genç kadını öldürdüğünü itiraf etti.
Silipo sorguyla ilgili, "saldırganın, terk edildiği gerçeğini kabul edemediğini" söyledi.

'Yoldan geçenler durmadı'

Olayın yaşandığı yerdeki bir güvenlik kamerası, saldırı sırasında yaşanan olayların bir bölümünü kayıt altına aldı.

Kamera görüntülerinin, kadının yardım için bağırırken yanından geçen arabaların durmadığını ortaya koyduğu aktarıldı.

Olayla ilgili bir basın açıklaması yapan soruşturmanın savcısı Maria Monteleone vatandaşlara, 'böyle durumlardaki kadınlara yardım etme çağrısı' yaptı.

Savcı, 'böyle durumlarla karşılaşan vatandaşların başlarını diğer tarafa çevirmemeleri gerektiğini' belirtti.

Monteleone, çevreden geçenlerin yardım etmesi durumunda kadının hayatının kurtarılmış olabileceğini söyledi.

Kadınlara da seslenen Monteleone, 'tehditkar davranışları gizli tutmama' çağrısı yaptı.

İtalya'da kadın örgütleri uzun süredir, erkeklerin kendilerinden ayrılan kadınlara şiddet uygulaması vakalarının son bulması için zihniyet değişikliği adına mücadele yürütüyor.
BBCT

Alman çift evlerine çağırdıkları iki kadını işkence ederek öldürdü
03.05.2016



Almanya'da iki kadının ölümünü soruşturan polis, bir çift tarafından rehin alınıp işkence görerek öldürüldüklerini ortaya çıkardı.

Polis, 46 yaşındaki Wilfried W ve eski karısı 47 yaşındaki Angelika B'nin internette çöpçatan sitelerine koydukları mesajlarla kadınları evlerine çağırdıklarını söyledi.

Şüpheliler, Çarşamba günü tutuklanıp cinayetle suçlandı.

Wilfried'in iddiaları reddettiği, eski karısı Angelika'nın ise suçunu itiraf ettiği bildiriliyor.

Çiftin başka cinayetler işlemiş olabileceğinden şüphelenen dedektifler, Almanya'nın kuzeybatısındaki Hoexter'deki evin çevresinde arama başlattı.
Susanne F olarak bilinen 47 yaşındaki Alman kadının ölümünü haftalarca soruşturan polis, çiftin evinde rehin alındığı ve işkence gördüğüne inandıklarını söyledi.

Susanne F, geçen hafta tedavi gördüğü hastanede öldü. Çiftin ise, kadını hastaneden çıkarıp evlerine götürmeye çalıştığı iddia edildi.

İşkence gördüler

Salı günü basın açıklaması yapan polis, ceset parçaları şöminede bulunan genç bir kadının da Alman çift tarafından öldürüldüğüne inandıklarını söyledi.
Aşağı Saksonyalı olan 33 yaşındaki Annika W, 2014 yılı Ağustos ayında öldü. Suzanne F gibi, Annika W de 2013 yılı sonlarında internetteki çöpçatan sitesinde gördüğü mesajla Alman çifte ulaştı.

Başsavcı Ralf Meyer, basın toplantısında "Kurban defalarca yaralanmış, tüm vücuduna aldığı darbelerle ciddi fiziksel işkence görmüş. Kaloriferlere zincirlenmiş, dövülmüş, köle gibi esir alınmış" dedi.

Meyer, "Kurban, soğuk odalarda, zeminde yatmaya zorlanmış. Dolayısıyla durumu da giderek kötüleşmiş" diye konuştu. Genç kadın 1 Ağustos 2014'te öldü.

Angelika B'nin suçunu itiraf ettiği bildiriliyor. Alman kadın, yalnızca partnerinin sözlerine itaat ettiğini ve kendisinin de işkence gördüğünü söyledi.

Soruşturmanın da kadının ifadesini desteklediği belirtiliyor.
Kaynak:BBCT

İtalya’da pedofil din adamları haritası
Övgü Pınar
Roma
6 Mart 2016



İtalya’da Katolik Kilisesi içindeki pedofili vakalarını gösteren bir harita yayımlandı.
Taciz kurbanları tarafından kurulan ve pedofili vakalarının yargıya taşınması için mücadele eden “L’Abuso” (taciz) isimli dernek tarafından hazırlanan harita, İtalya’da son 10 yılda yapılan şikayetleri ve bunların sonuçlarını gösteriyor.
2005’ten bu yana yapılan şikayetlerin ve bu şikayetlerin ardından uygulanan yasal işlemlerin bir araya getirilmesiyle hazırlanan haritada, mahkum olan din adamları kırmızı; mahkeme tarafından doğrulanan ancak zaman aşımı gibi nedenlerle tacizcilerin mahkum edilemediği vakalar sarı; yurt dışında haklarında soruşturma yürütülmesine rağmen Vatikan tarafından korundukları için İtalya topraklarında yaşayan din adamları da siyah imgelerle gösteriliyor.
'Buzdağının görünen kısmı'
Veriler, İtalya’da son 10 yılda mahkemeler tarafından 120 din adamının çocuk tacizinden mahkum edildiğini, onlarcası hakkında da hukuki işlem yapıldığını ortaya koyuyor.
Ancak derneğin sözcüsü Francesco Zanardi İtalyan basınına yaptığı açıklamalarda, bu verilerin yalnızca “buzdağının görünen kısmı” olduğunu söyledi. Zanardi, “Bu harita, sorunun ne kadar yaygın olduğuyla ilgili bir fikir verse de meselenin gerçek boyutlarını bilmiyoruz” dedi.
Kendisi de çocukken bir din adamının tacizine uğrayan dernek sözcüsü, İtalya’da halen pedofil din adamlarıyla ilgili büyük bir sessizlik olduğunu, derneğin amacınınsa İtalyanları bu vakalarla ilgili sivil yargı sistemine başvurmaya ikna etmek olduğunu söyledi.
ABD’deki Katolik Kilisesi içindeki taciz vakalarının ortaya çıkarılış hikayesini anlatan Spotlight filminin en iyi film Oscar’ı kazanması ve Vatikan’da ekonomi bakanlığına eşdeğer bir pozisyonda bulunan Kardinal George Pell’in Avustralya’daki taciz vakalarını soruşturan bir komisyona ifade vermesi, Katolik Kilisesi’nin nüfuz sahibi olduğu İtalya’da pedofil din adamları konusunu gündemin ilk sıralarına taşıdı.
Papa Francesco tarafından Ekonomi Sekreterliği Başkanlığı’na atanan Avustralyalı Kardinal George Pell, hafta içinde 4 gün boyunca Avustralya’daki taciz vakaları ve bunların örtbas edilmesini soruşturan Kraliyet Komisyonu’na ifade verdi.
L’Abuso sözcüsü Zanardi de “Kardinal Pell hakkındaki soruşturmadan ve Spotlight filminin başarısından memnuniyet duyuyorum, çünkü İtalyan medyasının bu konuyu daha fazla işlemesini sağladılar. Ama hala yapılacak çok şey var” dedi.
Zanardi, Vatikan’a pedofiliyle suçlanan din adamlarının sivil yargıya teslim edilmesini zorunlu hale getirmesi çağrısı yaptı.
BBCT

Papaza çocuk fuhuşu soruşturması ve uzaklaştırma
Övgü Pınar
Roma
26 Mart 2016

İtalya'da küçük yaştaki bir çocukla para karşılığı birlikte olmakla suçlanan bir papaz Katolik Kilisesi tarafından görevden uzaklaştırıldı ve hakkında soruşturma başlatıldı.
Milano'daki Santa Marcellina kilisesinde görev yapan, aynı zamanda Katolik Kilisesi'nde prestijli bir ünvan olan "dekan" sıfatına da sahip olan papaz Don Alberto Paolo Lesmo'nun 2009-2011 arasında küçük yaştaki bir erkek çocukla para karşılığı cinsel ilişkiye girdiği öne sürülüyor.
Don Lesmo'nun bir sanal sohbet ortamında tanıştığı çocukla paranın yanı sıra uyuşturucu madde karşılığında da ilişkiye girdiği iddia ediliyor.
Savcılık iddialar üzerine Don Lesmo hakkında "çocuk fuhuşu" suçlamasıyla soruşturma başlatırken, papazın görevini kullanarak bu suçu işlediği gerekçesiyle cezasının ağırlaştırılması da istendi.
İtalya'da pedofil din adamları haritası
İtalya'da papaz, polis ve antrenöre 'pedofilil operasyonu'
Soruşturma başlatılmasının ardından Milano Başpiskoposluğu da papazın dini yetkilerini askıya aldı. Başpiskoposluk'tan yapılan açıklamada, kilise yönetiminin bu skandal karşısında "dehşet ve üzüntü" içinde olduğu belirtildi.
Papa'dan komisyon
Başpiskoposluk, soruşturmanın daha rahat ilerleyebilmesi için din adamının görevden uzaklaştırıldığını açıkladı.
Katolik Kilisesi, din adamlarının taciz ve pedofili skandallarıyla gerektiği gibi yüzleşmediği gerekçesiyle eleştirilere hedef oluyordu.
Çocuk tacizi vakaları için özür dileyen ve mücadele sözü veren Papa Francesco, bu amaçla Papalık Çocukların Korunması Komisyonu'nu kurmuştu.
Ancak komisyonun üyelerinden, kendisi de taciz kurbanı olan İrlandalı Marie Collins geçen ay yaptığı bir açıklamada, reform çabalarının Vatikan içinden direnişle karşılaştığından şikayet etmişti.
Katolik Kilisesi yönetimi halen, tacizle suçlanan din adamlarının sivil yargıya teslim edilmesini zorunlu hale getirmediği için eleştirilmeye devam ediyor.
BBCT

ABD'de demokrasi, tıkır tıkır işliyor: California polisi 5 günde 3 kişiyi vurdu
12 Eylül 2015



California polisi gelişi güzel vatandaşları öldürüyor

Amerika son zamanlarda polisin orantısız güç kullanması ve sivil vatandaşları öldürmesini konuşuyor. Bu hafta California polisi 3 kişiyi vurarak bu durumun tekrar gündeme gelmesine sebep oldu.

California polisi 45 yaşındaki Carlos Casillas'ı taşıdığı uzun boruları savurduğu sebebiyle hayati tehdite sebep olduğunu iddia ederek göğsünde vurarak öldürdü.

Araba çaldığı iddia edilen 17 yaşında ismi gizli tutulan çocuğunda ne yazıkki benzer bir kadere sahip oldu. Şüphelinin saat 14.00 sularında arabayı çarpmasının ardından polis çocuğu vurdu ve felç olmasına sebep oldu.

Freddy Centeno'nun durumu da oldukça dikkat çekici. Polis bir kadının tehdit edildiğini iddia etmesi üzerine polis olay yerine geldi. Polis Centeno'dan ellerini göstermesini istedi aancak Centeno bunu reddedip cebinden silaha benzediği iddia edilen su tabancasını çıkardı. Polis de Centeno'yu vurarak karşılık verdi.
Kaynak. Cumhuriyet

WP: 'ABD Polisi 5 ayda 385 kişiyi öldürdü'
31 Mayıs 2015



El Cezire'nin haberine göre; Siyahlara yönelik şiddetin ayaklanmalara neden olduğu ABD’de polis her gün ortalama ikiden fazla kişiyi silahla öldürüyor. Washington Post gazetesi, ABD polisinin 2015’in ilk beş ayında 385 kişiyi öldürdüğünü yazdı.

Ölenlerin çoğunun azınlıklardan olması, polis şiddetinin sistematik olduğu eleştirilerini getiriyor.

Amerikan Washington Post gazetesi, ABD polisinin 2015 yılının ilk 5 ayında 385 kişiyi öldürdüğünü yazdı. Polis bu hızla insan öldürmeye devam ederse, yıl sonunda 1000’e yakın kişi polis şiddetinden dolayı hayatını kaybedecek.

ABD'nin Federal İstihbarat Bürosu’nun (FBI) son 10 yıldaki istatistiklerine göre polis yılda ortalama 400 kişiyi öldürüyordu.

Kanunların daha düzgün uygulanabilmesi için çalışan sivil toplum kuruluşu Polis Vakfı’nın başkanı Jim Bueermann “Eğer polisin kaç kişiyi vurduğunu doğru bir şekilde takip etmezsek, bu sayıyı asla azaltamayacağız” dedi.

ABD’de polisin siyahları öldürmesi son 1 yıldır büyük gösterilerle protesto ediliyor. Washington Post da bu senenin ilk 5 ayında ölenlerin yarısının beyaz, yarısının da azınlık toplumlarından olduğunu belirtti. Silah taşımadığı halde ölenlerin üçte ikisi ya siyah, ya da Latin Amerika kökenli.
Ölenlerin yaşı 16 ila 83 arasında değişiyor. Ölen 385 kişiden 92’sinin akli dengesi yerinde değil.

Gazeteye konuşan eski polis şefleri, polis teşkilatının ölümlerin sorumluluğunu alması gerektiğini söyledi. Pek çok ölümün polisliğin iyi bir şekilde yapılamadığından gerçekleştiğini belirttiler.

Tepki çeken ölümler

Siyah Amerikalı Eric Garner 19 Temmuz'da New York'un Staten Island bölgesinde kaçak sigara sattığı iddiasıyla gözaltına alınırken, polis memuru Daniel Pantaleo tarafından boğazı sıkıldığı ve nefessiz bırakıldığı için ölmüştü.

Bir başka siyah Amerikalı, 18 yaşındaki Michael Brown, 9 Ağustos'ta St. Louis'in Ferguson bölgesinde polis memuru Darren Wilson tarafından öldürülmüştü. Kurulan jüri, polis memuru Wilson'un "kendisine verilen yetkiler dahilinde hareket ettiğine ve cezai yargılamaya gerek görülmediğine" karar vermişti. Bunun üzerine ülke çapında protesto gösterileri düzenlenmişti.

28 yaşındaki Akai Gurley, New York'un Brooklyn bölgesinde polis memuru Peter Liang tarafından 20 Kasım gecesi vurulmuş, olayın kazayla olduğu öne sürülmüştü.

Tamir Rice adlı 12 yaşındaki bir başka siyah çocuk ise Cleveland'da parkta oyuncak silahla oynarken polis tarafından vurularak öldürülmüştü.
Haber 93

Kayhan Uygur'dan güzel bir Batı analizi: Avrupa vitrinlerinde insan etleri
28 Nisan 2015



Geçen hafta sonu Batı Avrupa’da yine kaçak at eti operasyonu yapıldı. Bu konu dönem dönem gündeme gelir, birileri piyasaya tonlarca çok ucuz at eti sürer. Bu olanaktan yararlanmak isteyen hazır gıda üreticileri de fırsatı kaçırmak istemez, bunlardan kimileri kontrole takılır, kimileri de bol miktarda at etini yüzde yüz sığır eti damgalı ürünlerine katmayı başarır. Endüstri kölesi olmuş tüketiciler de bu hazır yemekleri afiyetle midelerine indirirler. Ama benim konum at eti değil.

Avrupa’daki göçmen sorunuyla 30 yıl uğraşmış biri olarak söyleyebilirim ki, kaçak at etinin bol miktarda piyasaya sürülmesi Doğu Avrupa’dan Batı’ya yeni bir göç dalgasına işaret eder. Doğu Avrupa köylüsünün ve özellikle Çingenelerin hayatında atın çok önemli bir yeri vardır. Bu bölgelerde at arabası hâlâ revaçtadır ve ülkelerini terk edip Batı’ya göçmek isteyenlerin ilk yaptıkları iş atlarını kesip satmaktır.

Bir ailenin hayatta kalabilmek için yıllar boyu varlığına alıştığı bir canlıyı kesmek zorunda kalması oldukça acıklıdır. Ama Avrupa’da Doğu’dan Batı’ya göç edenleri başka acılar da beklemektedir. Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist rejimler yıkılana kadar Doğu’dan Batı’ya gelenler çok iyi karşılanır, ayaklarının altına kırmızı halılar serilirdi. Ama bu ülkelerin hükümetleri Batı kapitalizmine biat ettikten sonra Doğu Avrupalılar ve özellikle Çingeneler yeniden aşağı ırk muamelesi görmeye başladılar. İkinci Dünya Savaşı’nda silahla gerçekleştirilemeyen ırk ayrımı bugün Batı Avrupa ülkelerinde bir realite olmuştur. Fransa’da, Hollanda’da bu insanlar her gittikleri yerden kovuluyor, Çingeneler hastalık ve bakımsızlıktan ölen bebelerini gömmeye mezarlık dahi bulamıyorlar. Her hafta Batı Avrupa havaalanlarından sınır dışı edilenleri Doğu’ya taşıyan tehcir uçakları kalkar. Doğu Avrupalılar içinde ancak doktor, mühendis gibi meslek sahipleri ya da teknisyenler, o da çok ucuza çalışmayı kabul ederlerse Batı’da barınabilirler.

Doğu’dan Batı’ya et ticareti sadece at etiyle sınırlı değildir. Bulgaristan, Romanya, Moldavya gibi ülkelerde köylere bazen konvoy halinde lüks cipler gelir. Başlarında genellikle Hollandalı bir patron, yanlarında bir Balkan ülkesinden korumalar ve yerli iş takipçileri vardır. 14-15 yaşlarındaki kızlar aileleri tarafından ayda 500 avroya kiraya verilir. Köylüler o kızları genellikle bir daha asla göremez. Onlar köledir, ailelerine vaat edilen parayı, günlük 50 avro kokain masrafını, 40 avro yardımcı bayan ücretini, ayda 500 avro ev giderini, korumanın harçlığı dışında bir de ödemeleri gereken vitrin kirasını çıkarabilmeleri için durmaksızın çalışırlar. Amsterdam, Anvers gibi uygar kentlerde kadınlar elbisesiz olarak gelip geçene teşhir edilir. Bir kısmı Türkiye’den gelen turistler de bu ‘çağdaşlığı’ ağzı açık seyreder. Bu vitrinlerin 6 saatlik kirası 250 avrodur. Vergi müfettişi, kadın etini nerdeyse çengelde pazarlayan işletmeciden devlet adına vergisini de toplar. Liberal solun ‘seks işçiliği’ olarak tanımladığı bu insanlık dışı durum aslında tabii ki köleliktir ve kanunla yasaklanmalıdır.

Doğu Avrupa göçmenlerinin yaşamı, kimse kendini kandırmasın, liberal kapitalizmin ırkçılık boyutunun da açık bir örneğidir. Batı, Doğu’yu madden ve manen tüketmiş, şimdi yok etmekle meşguldür. Batı toplumları, Slavlara ve ayrıca Ortodoks Hıristiyanlara üstünlük taslamaktadır. AB içinde ırkçı bir hiyerarşi mevcuttur ve neyse ki artık Batı’nın kendi halkı da buna tepki göstermeye başlamıştır.

kayahan.uygur@aksam.com.tr
Kaynak: Akşam

ABD'nin Virginia eyaletine bağlı Friedricksburg'da iki trafik polisi direksiyonda kalp krizi geçiren siyah bir sürücüye biber gazı sıktı
25 Mayıs 2015

Fredericksburg Emniyeti olayın görüntülerini yayınladı.

Polisin omuz kamerasındakii görüntülerde memur Shaun Jurgens'in ters yönde ilerlerken durdurulan sürücü David Washington'a doğru ilerlediği görülüyor. Ardından görüntülerdeki polis memuru aracın kapısını açıyor, Shaun Jurgens adlı polis de David washington'ın yüzüne doğru hiç uyarı yapmadan yoğun bir şekilde biber gazı sıkıyor.
Gazı sıkan Jurgens'in "Çık arabadan diye bağırdığı" David Washington'a küfür de ederken "Seni s... gazına boğacağım. Burada oyun oynamıyoruz" diyor.
Araçtan çıkarılan Washington da polislere nefes alamadığını söylüyor. Ardından hastaneye kaldırılan Washington'ın gaza boğulduğu sırada kalp krizi geçirdiği belirlendi
El Cezire

İngiliz Liderden Tarihi İtiraf: "IRAK'IN İŞGALİ YASA DIŞIYDI"
21 Temmuz 2010

İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg, öyle bir itirafta bulundu ki bu sözler dünya tarihine kara leke olarak geçecek!
İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg, 2003 yılında Irak'ın işgal edilmesini "yasa dışı" olarak nitelendirdi.

ABD'de bulunan Başbakan David Cameron'un görevine vekalet eden Liberal Demokrat Parti Lideri Clegg, parlamentoda yaptığı konuşmada, işgal döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Jack Straw'a atıfta bulunarak, "Onun arkasında bıraktığı karmaşayı çözmeye çalışmak için ulusal çıkarlar içinde çalışan iki partiyi bir araya getiren bu koalisyonda yaptığımız herşey için hesap verebilmekten mutluyum" dedi.

"IRAK'IN İŞGALİ YASA DIŞIYDI"

Clegg, "Belki de bir gün, muhtemelen onun (Straw'un) hatıratı için beklememiz gerekecek. Şimdiye değin verilmiş en feci kararda, Irak'ın yasa dışı işgalindeki rolünün hesabını verebilir" diye konuştu.

Başbakan Cameron'un bir sözcüsü ise konuya ilişkin sorular üzerine, Clegg'in koalisyon hükümetinin değil, kendi görüşünü dile getirdiğini söyledi.aktifhaber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Kapitalizmin Haiti'yle bitmeyen hesabı

Sömürgeci zihniyetin tarihi, beyaz adamla batıdan başladı ve onunla dünyaya yayıldı.

Kapitalizmin sömürgecilik tarihi, beyaz adamın dünyayı işgal tarihiydi.

Yerkürenin kaynaklarını, insan topluluklarının emeklerini ve birikimlerini yutarak palazlanan sömürücü sisteme ilk başkaldırı ise Haiti'den gelecekti...

Kapitalist sömürgeciliğin 'şeytanı' olmaya kararlı Haitili köle siyahlar, beyaz adamı ve onun kurduğu 'yamyam kölelik düzenini' yere yıktılar.

Kapitalizmin bilincinde, Haitililer 'kara büyücülerdi' artık.

Dünyanın köle deposu Haiti adasından kafasını uzatan Karayip kaplanları, ilk köle isyanını 1791'de gerçekleştirdiler.

Kanlarını ve canlarını şeker plantasyonlarında sermaye birikimine çeviren Fransız sömürgecilere 'özgürlüğün' ne olduğunu gösterdiler.

Fransız devriminin 'eşitlik, kardeşlik ve özgürlük' mottosunun gerçek sahipleri Haitili kölelerdi...

ABD'den sonra kıtanın ilk bağımsızlığını ilan eden siyahların ülkesi Haiti, oldu Karayipler'e ve Amerika'ya sıçrayan köle ayaklanmalarının vatanı olarak dünyada da 'köleliğin kaldırılmasını' sağladı.

Bedava emeğini kaybederek kapitalist birikimi zayıflayan beyaz adam ise Haiti'yi lanetleyerek tarih boyunca intikam alacaktı.

Haiti tam 125 yıl boyunca Fransa'ya tonlarca altın ödemekle cezalandırıldı, ama kapitalizmin Haiti'ye olan hıncı dinmedi.

ABD hegemonik militer elini 1904'lerden beri Haiti'nin üzerinden çekmedi, ülkeyi darbeler üssü haline getirerek akabinde bütün soğuk savaş dönemini işbirlikçi faşist diktalarla idare etti.

Papa- Doc ve Baby-Doc Duvalier'in zalim kukla yönetimleri özgürlükçü halk hareketlerini sindirdi.

Böylece Haiti sömürgecilik tarihinin tüm formlarının beslendiği plantasyona çevrilecekti.

30 küsur darbe, kanlı katliamlarla Haiti'deki kapitalizmin ayak izi derinleşti.

1990'ların Neo-liberalizminin Haiti'deki hedefi, 'Yoksulların Papazı', namı diğer başkan Aristide olacaktı.

IMF ve DB'nın Haiti taarruzuna razı gelmeyen Aristide önce derdest edilip haddi bildirilince, küresel vampirler Haiti'ye yerleşebildi.

IMF, DB, tarım ülkesi Haiti'yi tarım endüstrisiyle işgal edip halkı topraksızlaştırarak şehirlere tehcirini gerçekleştirdi.

Neo-liberal ekonominin pençelerini geçirdiği ülke yalnızca 'yoksulluk ve açlık' üretimine katıldı.

Tarım ülkesiyken gıda ithalatına yani açlığa zorlanan az gelişmiş Asya ve Afrika ülkeleri listesinin en altlarına Haiti yerleşti.

Ülke zenginliğinin %85'inin nüfusun %5'inin sahip olduğu dünyanın en yoksul ülkesi.

Deprem felaketiyle yıkılan Haiti görüntülerinde sadece felaket sonrasını değil 21. yüzyılın yoksulluğunun ve açlığının yakın resmini de görüyoruz..

Yok edilmiş devlet ve kamu kurumları, özelleştirilmiş tarım, varoşlara tıkıştırılmış halk ve simsarların tükettiği ülke zenginliğinin ardından gelen depremle ellerinde palalarla dolaşan Haitililer gıda için birbirlerini kırıyorlar.Bir ülkenin çürütülmesine yaşam mekanları, kurumları kadar toplumu da dahil...

İnsanlık yakın geleceğini ve içinde olduğu 'insanlık krizini' Haiti'den seyredebilir. Biliyoruz ki yoksulluk ve ölümün adresi şimdilik Haiti!

Halbuki Haiti'nin biraz ilerisindeki Küba'da tek bir aç çocuk bile yok.

Neoliberalizmin bereketli vasatı olan kriz, doğal felaket ve kaos hazır Haiti'de.

El değiştirecek kaynaklar ve mülkiyetler için bulunmaz fırsat ve beyaz adam tüm lojistiğiyle şimdi de yardım bahanesiyle istila ediyor.

Kapitalizm, kendi 'şeytanını' görüp ödünün patladığı Haiti'ye bitiremediği hesabı için yine geri dönüyor.
Kaynak: Akşam

HAİTİ'NİN DRAMINDA BATI'NIN PAYI
15 Ocak 2010

"Uluslararası camia", dindirmeye çalıştığı acının boyutundan büyük ölçüde sorumlu. Guardian’dan Peter Hallward Haiti depremini ve bu acının arkasındaki batının zulmünü irdeliyor.
Peter Hallward

Salı günü Haiti'nin başkentini vuran şiddette bir deprem dünya üzerindeki hangi büyük şehirde meydana gelse büyük zarar verirdi.

Ama Port-au-Prince'in bir savaş alanını andırıyor olması tesadüf değil. Haiti'nin başına gelen bu felaketin yol açtığı yıkımı okumanın en iyi yolu, insan eseri olan uzun ve çirkin bir tarihî döngünün bir başka sonucu olarak görmek. Şimdiden apaçık ortada olansa, bu etkinin, tarihi çok daha uzun bir bilinçli yoksullaştırma ve gücü eline almasını engelleme sürecinin sonucu olacağı. Haiti'yi "batı yarıkürenin en yoksul ülkesi" diye anmak âdettendir. Bu yoksulluk, dünya tarihindeki belki en vahşi kolonyal sömürü ve üstüne gelen onlarca yıllık sistematik postkolonyal zulmün mirası.

"İnsanî yardım" için koşuşturan asil "uluslararası camia", şimdi dindirmeye çalıştığı acının boyutundan büyük ölçüde sorumlu. ABD, 1915'te işgal etmesinden bu yana, Haiti halkının, eski cumhurbaşkanı Jean-Bertrand Aristide'in sözleriyle "tam sefaletten onurlu yoksulluğa" doğru kımıldanmak için attığı her ciddi siyasî adım, ABD hükümeti ve bazı müttefikleri tarafından bilinçli şekilde engellendi. 2004 yılında binlerce kişinin ölümü ve halkın büyük çoğunluğunun öfkesiyle sonuçlanan, uluslararası desteğe sahip bir darbeyle yıkılan Aristide hükümeti (% 75'lik bir oy oranıyla seçilmişti) en son kurbandı. Ardından BM, ülkede devasa ve son derece pahalı bir istikrar ve barış gücü bulundurmaya başladı.

Bugün Haiti, eldeki en sağlıklı verilere göre, halkının yaklaşık % 75'i günde 2 doların, dört buçuk milyon kişiye tekabül eden % 56'sınınsa bir doların altında bir miktarla yaşadığı bir ülke. Onlarca yıl süren neoliberal "düzenleme" ve neo-emperyal müdahaleler hükümetin, halkına yatırım yapabilme veya ekonomisini düzeltme kapasitesini elinden tamamen aldı.

Port-au-Prince'de bugün yaşanan felâketin sebebi işte bu yoksulluk ve kudretsizlik. 1970'lerin sonlarından bu yana Haiti'nin tarıma dayalı ekonomisine yapılan insafsız taarruzlar on binlerce küçük çiftçiyi kalabalık şehirlere akın etmek zorunda bıraktı. Güvenilir istatistikler bulunmamakla birlikte, başkentin yüz binlerce sakininin, standartların tamamen altındaki gecekondu tipi evlerde yaşadığı tahmin ediliyor. Bizzat bu tip yerlerde yaşayan insanların doğal ayıklanmaya uğraması, uğradıkları zararın boyutları gibi, "doğal" ya da kazara değil. Haiti Adalet ve Demokrasi Kurumu Müdürü Brian Concannon'un sözleriyle: "O insanların orada olmasının sebebi, kendilerinin veya anne-babalarının, şehirlerde sömürüye açık bir işgücü yaratılmasını amaçlayan politikalarla kırsal bölgeleri terk etmeye teşvik edilmiş olmaları; dolayısıyla tanım itibarıyla, depreme dayanıklı evler inşa edemeyecek insanlar". Bu arada şehrin; su, elektrik, yollar gibi temel altyapısı son derece yetersiz, bazı yerlerde yok bile. Hükümetin, felakete çare bulma kapasitesi sıfıra yakın.

2004 darbesinden bu yana Haiti'yi uluslararası camia yönetiyor. Şimdi Haiti'ye acil yardım göndermek için koşuşturan aynı ülkeler, son beş yıl içinde, BM'nin yetkisini askerî amaçların ötesine genişletmek yolundaki tüm önerileri veto etti. Bu "yatırım"ın bir kısmının yoksulluğu azaltmaya ya da tarımsal kalkınmaya yöneltilmesine yönelik her girişimin önü tıkandı.

2008'de Küba'yı da vuran aynı fırtınalar sadece dört kişiyi öldürdü. Küba, neoliberal "reformlar"ın en korkunç etkilerinden uzakta kalmayı başarmıştı ve hükümeti halen halkını felâketlere karşı koruma kapasitesinin elinde tutuyor. Eğer bu son krizde Haiti'ye yardım etmek niyetindeysek, bu karşılaştırmayı akılda tutmalıyız. Acil yardım göndermenin yanı sıra, Haiti halkı ve kamu kurumlarının kendi iktidarını eline alması için neler yapabileceğimiz üzerine kafa yormalıyız. Yardım konusunda samimiysek Haiti hükümetini denetlemeye, halkını pasifize etmeye ve ekonomisini sömürmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz. Ardından da, sebep olduğumuz zayiatın hiç olmazsa bir kısmını ödemeye başlamalıyız.
Zaman

Bizim “özgür kızlar”a Avrupa, ölüm kusmakta…
Mine Alpay
14 AĞUSTOS 2009
Farklı olana hep tahammülsüzdü Avrupa. Ne ki biz şark milletleri, her zaman sürüklenip gidiyorduk, onların kibar tavırları, şık kıyafetleri, valsleri peşi sıra.

Yüz yıldır delikanlılarımız, "neden bizim anne ve babalarımız da balolara katılmaz.

Batılılar gibi dans etmez ki" diye, yanıp tutuşuyordu.

Bilmez misin ay balam, benim ayaklarım gitmez o ritme.

Horon, de; halay, de; kalkıp oynayayım.

Ama kemençe ve neyden, bağlama ve kanundan gayrısı yaban gelir bana.

Yahya Kemal'den beri bizim bebeler yüzlerini çevirdikleri batının bol ışıklı avizeleri, hantal yemek masaları, mobilyalarına takılıp kaldılar.

Kadınların süslü tuvaletleri delikanlıları mest etti.

Yine de köylü bilgeler, tıpkı Jan Jarse gibi, "öyle değil çağalar, batı gördüğünüz gibi değil, köhne ve çürük" demeye görsünler.

Bir sitem, "siz ne anlarsınız medeniyetten" sızlanışları ile çekip gitmeleri az görmedi bu halk.

Şimdi bir serçe kuş gibi yere yığılan evlatlarımıza bakıyorum da; o yüz yıllık öykünenlere mesafeli duran Anadolu bilgeliğinin yürekli sesini yeniden duyuyorum.

Âmin Maalouf''un dediği gibi, Lübnan'da bin yıldır ayakta kalan Hıristiyan ailelere şarkın gösterdiği tahammülü, batının denemeye gücü olmadığını kırk yılda anlıyoruz.

Mısırlı Merve'yi mahkeme salonunda herkesin, eşinin gözleri önünde katledebilen batının acımasız ruhu; bu özgür kızlara çoktandır tahammülünün taştığını göstermekte.

Tren istasyonlarında, üniversitelerde, restoranlarda boy gösteren bu başı örtülü özgür kızlar, nicedir batılının canını sıkmakta idi.

Herkes duymakta idi; deli dana gibi öfke ile başlarını sallayıp, söylenip, küfürler savurduklarını.

Tenhada gördüğünde bıçakla doğrayacağı anın vereceği keyfi yakınları ile paylaştığını.

Mısırlı Merve'nin çığlıkları Almanya'dan Hollanda'ya ulaşmış mıdır?

Bir Türk kızının kaderi de Merve gibi acı oluyor.

Merve gibi okumuş, aydın, müteşebbis; göçmen kız, geldiği memlekette rahat durmamış.

Karadeniz'in cevval, devingen genleri ile Rize'li Arzu'nun özgürlüğü, başındaki örtü ile sınırlı kalmamış.

Bir de iş kadını olup, çocuk yuvası açmış.

Kraliçenin tanıştığı Arzu ile dergiler röportajlar yapmışlar.

Hazinelerden kıymetli ailesi ve çocukları ile başarılı sosyal hayatı ile mutlu, özgür, inançlı bir görüntü sunan Arzu'ya batının baykuşları fena halde içerliyormuş meğer.

Sen göçmen gel.

Fakir kalma.

Zengin ol.

Üstelik alkol, fuhuş, uyuşturucu batakhanesine uğramama gibi batı değerlerine sırt çevir.

Bir de başında özgürlük halesi taşıyarak, Hıristiyanlara bile, "hadi ne duruyorsunuz siz de benim gibi Hz. Meryem'in örtüsüne sahip çıkın" mesajı ver.

Yok, bu özgür kız bardağı taşırmıştır.

Katli şart olmuştur.

Arzu ile benzer bir kaderi bu kez Belçika yaşatıyor; bir göçmen kuşa.

Polisin çağırdığı Mikail Aslan, işkence ile dövülerek öldürülüyor.

Bizim bebeler de hala kibar katillerin, şık elbiselerine aldanıp; medeniyet batıda sanmakta.

Oysa tahammülsüz batı; kanlı ellerini şık eldiveninden çıkarmış, Hz. Meryem kadar masum Merve'yi, Mikail'i, Arzu'yu acımasızca katletmekte.
Millî Gazete

CIA'nin üst düzey terörizm sorgulama programının bir parçası olarak ABD'nin gizli bir hapishanesi daha ortaya çıktı
Dünya Bülteni
4 Ağustos 2008
Guantanamo'nun ortaya çıkmasıyla sarsılan dünya şimdi de Hint Okyanusu'nda bulunan Diego Garcia adasındaki gizli ABD hapishanesiyle yeniden çalkalanıyor.

Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia adasında ABD'nin kullandığı yeni bir gizli hapishane daha ortaya çıkarıldı.

Time gazatesinde, Adam Zagorin'in 1 Ağustos tarihli yazısına göre ABD'nin "Terörle Savaş" adı altında açtığı gizli hapishanelerin bir yenisi daha ortaya çıktı. Hapishane CIA'nin üst düzey terörizm sorgulama programının bir parçası.

Zagorin bazı mahkûmların okyanusun üzerindeki bir gemide tutulduklarını söyledi.

Zagorin'in bilgi aldığı kişilerin 2002 yahut 2003 yılında görüştüğü ve hapishanede kalmış olan Ebu Zübeyde, Halit Sheikh Muhammed ve Remzi bin al-Şibh olduğu düşünülüyor. Bu kişiler daha sonra Polonya'daki başka bir ABD gizli hapishanesine götürüldüler.

Mustafa Setmariam Nasar'ın eklediğine göre bu hapishane 2006'da açılması bir yana zaten dört yıldır kullanılıyormuş. Adada bulunan bulunan 14 mahkumdan biri de Guantanamo'ya götürüldü.

İnsanlık dışı işkencelerin gerçekleştiği bildiren hapishanenin varlığı daha önce de ortaya konmuştu.

Time gazetesi bundan önce 2003, 2004 ve 2006 yıllarında da benzer hapishaneleri ortaya çıkarmıştı.

Hapishanenin varlığı Avrupa Konseyi'ne Dick Marty tarafından 2007'de sunuldu. Aynı şekilde BM raportörü Manfred Novak Mart ayındaki işkence dosyasında bu hapishaneyi ortaya koymuştu.

ABD utanç tablosu hapishaneyle ilgili iddiaları reddetti.

İşgalci HaçlI ordusu NATO askerleri içinde sivillerin bulunduğu minibüsü taradı: En az 3 ölü
12 Aralık 2008
Afganistan'ı işgal eden haçlı ordusu NATO askerlerinin, içinde sivillerin bulunduğu bir minibüse ateş açtığı, içindeki 3 Afgan sivilin öldürüldüğü bildirildi.

İşgal Ordusu NATO'nun açıklamasına göre minibüsteki 3 Afgan sivil öldü, çok sayıda kişi de yaralandı.

Holbrooke Karaciç'e garanti vermiş
02 Ağustos 2008
Bosna Sırp Cumhuriyeti'nin eski dışişleri bakanı Aleksa Buha, ABD'li eski bakan Holbrooke'un soykırım suçlusu Karaciç'e garanti verdiğine tanık olduğunu savundu.

Bosna Sırp Cumhuriyeti'nin eski dışişleri bakanı Aleksa Buha, Bosna Savaşına son veren Dayton Anlaşması'nın mimarı Amerikalı Richard Holbrooke ile BM savaş suçları mahkemesine çıkarılan eski Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç arasında, Karaciç'in yargılanmayacağı konusundaki bir anlaşmaya tanık olduğunu iddia etti.

Aleksa Buha, Sırbistan radyosuna yaptığı açıklamada, "Holbrooke'un, kendisine, Karaciç'in siyasi hayattan tamamen çekilmesi durumunda BM savaş suçları mahkemesiyle ilgisinin kalmayacağı konusunda açıkça taahhütte bulunduğunu" öne sürdü.

1998'e kadar dışişleri bakanlığı görevini yapan Buha, Holbrooke'un bu sözü "Belgrad'da 18-19 temmuz 1996 gecesi düzenlenen ve dönemin Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç, dönemin Yugoslavya Dışişleri Bakanı Milan Milutinoviç ile eski Bosnalı Sırp liderlerden Momcilo Krajisnik'in de bulunduğu bir toplantıda" verdiğini ifade etti.

Karaciç, 12 yıl süren firardan sonra yakalanmış ve önceki gün Lahey'deki mahkemeye çıkarılmıştı. İlk duruşmada Karaciç, Bosna Savaşına son veren Dayton Anlaşması'nın mimarı Amerikalı Richard Holbrooke'tan kamu hayatından çekilmesi halinde mahkemeye çıkmayacağı yönünde güvence aldığını iddia etmiş, Holbrooke ise bu iddiayı yalanlamıştı. haber7

Hamile kadının karnını yararak bebeğini çaldı
21 Temmuz 2008
ABD, bir apartman boşluğunda karnı yarılarak bebeği çalınan kadının ölümünü konuşuyor. Yetkililer bebeğini evde doğurduğunu söyleyen kadını şüpheli hareketleri üzerine gözaltına aldı. Wilkinsburg bölgesinde yaşayan Andrea Curry-Demus isimli cani, 8 aylık hamile bir kadının karnını yararak bebeğini çaldı. Hamile kadını elleri ayakları ve ağzı bantlanmış bir şekilde bulan polisler olayın üzerinden birkaç saat bile geçmeden şüpheli bir doğum vakasıyla karşılaştı.
Demus adlı kadın göbek bağı henüz kesilmemiş bebekle birlikte Pittsburg'daki West Penn Hastanesi'nin acil servisine giti. Çocuğu evde tek başına dünyaya getirdiğini iddia eden Demus'u şüpheli bulan doktorlar küçük bir test yapınca bebeğin annesinin o olmadığını anladılar. Tutuklanan Curry Demus yeni doğmuş bebeği bin dolar karşılığında satın aldığını söyledi. Yetkililer bir apartman boşluğunda ölü halde bulunan anne adayının kimliğini belirlemeye çalıştıklarını kaydetti netgazete

'BM barış gücü askerleri çocuklara tecavüz ediyor'
27 Mayıs 2008
İngiltere merkezli çocuklara yardım kuruluşu Save the Children'ın hazırladığı bir rapor, çatışma ve felaket bölgelerindeki çocukların; bizzat kendilerini korumakla yükümlü görevlilerin tecavüz ve kötü muamelesine hedef olduklarını ortaya koydu.

İngiltere merkezli çocuklara yardım kuruluşu Save the Children'ın hazırladığı bir rapor, çatışma ve felaket bölgelerindeki çocukların; bizzat kendilerini korumakla yükümlü görevlilerin tecavüz ve kötü muamelesine hedef olduklarını ortaya koydu.BBC'nin haberine göre, raporda insani yardım kuruluşu çalışanları ve barışı korumakla görevli askerlerin bazılarının, aralarında 6 yaşındakilerin de bulundukları çocukları taciz ettiği belirtildi. Raporda, taciz ve kötü muamelenin; çocuklar ve ailelerinin başlarına daha kötü şeyler gelmesinden endişe ettikleri için ihbar edilmediği, suçluların da cezalandırılmadığı saptamasına da yer veriliyor. Save the Children'ın araştırması, Fildişi Sahili, Sudan'ın güneyi ve Haiti'yi kapsıyor.Rapora göre, çocuklara yönelik cinsel tacizin failleri arasında, her türlü insani yardım, barış ya da güvenlik faaliyeti yürüten örgütlerin her kademeden personeli var. Bunlara yerel görevlilerle uluslararası personel de dahil. Raporda, bu örgütlerin ya da suçlanan kişilerin isimlerine ilişkin ayrıntı yok.Raporu kaleme alan Karina Çarki, ''Bunun nedeni, çocukların, konuşmaları halinde başlarına geleceklerden korkuyor olması'' dedi. Çarki, araştırmayı yapabilmek için çocuklara gizlilik ve başlarına gelenlere ilişkin ayrıntıları daha ileri aşamalara taşımayacakları konusunda söz verdiklerini söylüyor. Fildişi Sahili'nde yaşayan 13 yaşındaki bir kız, BBC'ye verdiği demeçte, evinin yakınındaki bir tarlada, 10 Birleşmiş Milletler barış görevlisinin tecavüzüne uğradığını, tecavüzcülerin kendisini kanlar içinde bırakarak gittiğini, sürekli titrediğini, kustuğunu anlattı.Barışı koruma operasyonlarının çoğunu Birleşmiş Milletler yürütüyor. Save the Children, sorunla mücadele için Birleşmiş Mİlletler'in cinsel sömürü ve tacizle mücadele ekibiyle öneriler üzerinde çalıştıklarını açıkladı.
haber vaktim

İngiltere'de, devletin 'kontrol ve koruması' altındaki 17 aylık bir bebek feci şekilde dövülerek öldürüldü
13 Kasım 2008
İngiltere'de 17 aylık bir bebek, devletin "kontrol ve koruması" altında olmasına rağmen, annesi ve onun sevgilisi tarafından dövülerek öldürüldü.
Omurgası kırılarak öldüğü açıklanan bebeğin yaş adığı evin 8 ayda 60 kez sosyal görevliler tarafından ziyaret edildiği, buna rağmen bebeğin annesi ve onun sevgilisi tarafından kötü muameleye maruz kalmasının önlenemediği kaydedildi.
The Daily Telegraph gazetesindeki haberde, ismi açıklanmayan, "baby P" olarak adlandırılan bebeğin Ağustosta öldüğü belirtildi. Annesi ve onun sevgilisinin yanında kalmasına izin verilen bebekte daha önce çeşitli dönemlerde 50 farklı yaralanma tespit edildiği de kaydedildi.
Olayın ardından konuyla ilgili kapsamlı soruşturma açıldığı, ülke çapında çocuk koruma programlarının uygulanması konusundaki aksaklıkların da yeniden gözden geçirilmesi için ilgili kurumlara talimat verildiği bildirildi.
Bebeğin omurgasındaki kırığın, otomobil kazalarında maruz kalınan sert darbeler sonucu oluşan kırıklara benzediği, bebeğin muhtemelen bir yere fırlatılarak yaralandığı ifade ediliyor.
Uzmanlar, sakatlığın oluşmasıyla ölüm arasında geçen s ürede iki sosyal görevli ve bir avukatın bebeği gördüğüne, ancak vücudundaki bu son derece belirgin sakatlığı fark edemediğine dikkat çekti.
İngiltere'nin Çocuk ve Aileden sorumlu Bakanı Beverly Hughes'un, bu konudaki aksaklıkları inceleyen komisyonun başkanı Lord Laming'den, Çocuk Koruma Programını yeniden ele alıp, aksaklıkları gidermek için çalışmalar yapmas ını istediği belirtildi.
Lord Laming de bebeğin sakatlığının görevliler tarafından fark edilmemesinin kabul edilemez olduğunu vurgulayarak, Harringey Sosyal Servislerinin ihmali bulunup bulunmadığına bakılacağını ifade etti. netgazete

ABD Çin'e Atom Bombası Atacaktı
01 Mayıs 2008
Açıklanan gizli belgelerde ABD'nin Çin'e saldırmayı planladığı ortaya çıktı.

Bugüne kadar gizli kalan ve dün açıklanan belgelerde, dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower'ın Çin ile Tayvan arasındaki krizin kötüleşmesi halinde Amerikan Hava Kuvvetleri'nden Çin'e karşı önce konvansiyonel silah kullanmasını, bunun yeterli olmaması halinde ise atom bombası kullanmasını istediği bilgisi yer alıyor.

Belgelerde, dönemin komutanlarının Başkanın talimatlarına şaşırdığı ve siyasi yetkililerin de atom bombası kullanılmasının bölgede radyoaktif tehlikeler yaratması ve nükleer gerginliği artırması riskini gördüğü, sonuçta planın uygulanmasından vazgeçildiği belirtiliyor.

National Security Archive tarafından açıklanan belgelere göre, plan, Çin'in Tayvan'ın etrafındaki ada gruplarına ulaşımı engellemesi halinde, bugün Şiamen olarak anılan Amoy'daki havaalanlarına 10 ila 15 kilotonluk bir bombanın atılmasını öngörüyordu. aktifhaber

Bebeği Parçalayarak Öldürdüler
01 Mayıs 2008
İki Rottweiler cinsi köpek, sepetinden aldıkları beş aylık bebeği parçalayarak öldürdü.

İngiltere'nin Leicester Kenti'nde iki Rottweiler cinsi köpek, sepetinden aldıkları beş aylık bebeği parçalayarak öldürdü.

Amy Burchell (26) bebeğini uyutup sepete yatırdıktan sonra, odadan ayrıldı. Ancak Bruno ve Bess adlı yırtıcılıklarıyla bilinen Rottweiler cinsi iki köpeğinin bulunduğu terasın kapısını da açık bıraktı. İçeri giren köpekler, parçalayarak öldürdüler. Anne, ihmalde bulunarak ölüme sebebiyet vermekten yargılanıyor. aktifhaber

80'lik kadın bastonla kocasını öldürdü

Belçika'nın başkenti Brüksel'de 80 yaşındaki bir kadın, 88 yaşındaki kocasını baston darbeleriyle öldürdü.
25 Mart 2008
Polis açıklamasına göre Belçikalı kadın, önceki gece, bir rahatsızlığı nedeniyle yere düşen ve tekrar kalkamayan kocasının bu durumuna "tahammül edemedi".

Polise verdiği ifadede, kocasına "onlarca baston darbesi" vurduktan sonra yattığını bildiren kadın, dün sabah yaşlı adamı "kanlar içinde ve cansız" bulduğunu açıkladı. Savcılık, Belçikalı kadının tutuklandığını açıkladı.
haber7

İNGİLİZ ASKERLERE CİNAYET DAVASI

İngiliz askerlerinin Irak'ın güneyinde bundan dört yıl önce çıkan bir çatışma ardından gözaltına aldıkları 20 Iraklı'yı öldürdüğü iddia edildi
22.02.2008
Mecat el Kebir kasabasındaki olaydan sağ kurtulanlar arasında bulunan beş Iraklı, cesetlerin bazı uzuvlarının işgalci askerler tarafından kesildiğini debelirtiyor.
İddialar ilk kez Mayıs 2004'teki çatışmadan bir ay sonra dile getirilmişti.
Ancak sözkonusu beş Iraklı'yı temsil eden avukatlar Phil Shiner ve Martyn Day, olayın ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak kamuoyuna açıklandığını söyledi.
Londra'da bir basın toplantısı düzenleyen avukatlar, üç saat süren çatışmanın ardından gözaltına alınan Iraklılar'ın Ebu Naci'deki bir İngiliz üssünde öldürüldüğünü açıkladı.
Basın toplantısında olaydan sağ kurtulan Iraklılar'ın yazılı ifadeleri de dağıtıldı.
İfadelerde diğer mahkumların çığlıklarıyla, boğulma ve silah sesleri duyulduğu belirtiliyor.
Avukatlar tazminat talebiyle konuyu İngiliz mahkemelerine taşıyor.
İngiliz Savunma Bakanlığı tüm bu iddiaları reddediyor.
Shiner ve Day ise olayla ilgili soruşturmanın askeri polisten alınıp sivil yetkililere verilmesini talep etti.

ABD askerinin Japon kıza tecavüzü
Amerikan ordusu, Japonya'nın Okinawa adasındaki üste görev yapan personeline sıkı kısıtlamalar getirdi
20 Şubat 2008
Japonya'daki Amerikan güçlerinden yapılan açıklamada, Okinawa'da bir
donanma askerinin 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiğiyle ilgili
iddiaların ardından askerler için getirilen gece yarısından sonra sokağa
çıkma yasağının tüm personeli kapsayacak şekilde genişletildiği
belirtildi.

Kısıtlamaların, askerlerin yanı sıra üslerdeki okullarda öğretmenlik
yapan Amerikalılar ve aileleri için de geçerli olduğu ifade edildi.
Yeni kısıtlamalar, askeri personelin resmi işleri, ibadet ve üs dışında
kalanların evlerine gidip gelmesi haricinde üsten ayrılmalarını
yasaklıyor.

Amerikan donanmasına bağlı 38 yaşındaki bir asker, 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiği suçlamasıyla geçen hafta tutuklanmış, olay Japonya'da
öfkeye yol açmıştı.

Okinawa adası, 2. Dünya Savaşı'nın sonunda ABD tarafından işgal edildi,
1972'de ise Japonya'ya geri verildi. Ada, ABD ile Japonya arasındaki
güvenlik anlaşması uyarınca, Japon toprakları üzerinde bulunan 50 bin
dolayında askerin yarısından fazlasına ev sahipliği yapıyor. Ancak halk,
Amerikan askerlerinin adadaki varlığını hoş karşılamıyor. tevhidhaber

Bagram Üssü Guantanamo'yu Aratmıyor
15.01.2008
ABD'nin Afganistan'da kurduğu üsse tepkiler artıyor.

Amerika'nın Afganistan'da kurduğu Bagram Üssü'nün insanlık dışı uygulamalar açısından Guantanamo kampını aratmadığı belirtiliyor.
Bagram'daki uygulamaların kamuoyundan gizlendiği ve tutukluların kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakıldığı ileri sürülüyor.

Kamp bir yandan sessizce sürekli genişletilirken, Amerikalı yetkililer üssün kısa süreli "gözlem merkezi" olduğunu iddia ediyor.

Yıllardır avukatlarıyla görüşemeyen ve kayıtlara "düşman savaşçı" olarak geçirilen zanlılar kampta tutulmaya devam ediyor.

Militan oldukları iddiasıyla tutulan bu kişiler, mahkemeye de çıkarılmıyor.

ABD'nin Afganistan'a 2001'deki müdahalenin ardından kurduğu Bagram Üssü başkent Kabil yakınlarında bulunuyor.

Üs'te genelde "Afgan terör zanlısı" olduğu iddia edilen 600 dolayında tutuklu bulunuyor. TRT

Kürtaj Kliniğinde Vahşet
01 Aralık 2007
Yasadışı kürtaj kliniğini basan polis akıl almaz bir dehşetle karşılaştı.

Ceninler kanalizasyona akıtılıyordu

İspanya'nın Barcelona kentinde yasadışı olarak çalışan kürtaj kliniğine baskın düzenlendiğinde, buradaki bir doktor ve dört hemşirenin, cansız ceninlerden kolay kurtulmak için bir makine geliştirdiği ortaya çıktı. Makinenin ceninleri “ezerek suyunu çıkardığı ve kuru atık haline getirdiği” daha sonra borularla kanalizasyona gönderdiği öğrenildi. Polis, borularda kürtaj yaptıran annelerin DNA'larını buldu. Klinikteki doktorların, önce anne karnındaki bebeğin kalbine zehirli iğne yaparak öldürdüğü, ardından kürtajı gerçekleştirdiği belirtildi. Klinikte sekiz aylık hamile kadınların bile kürtaja alındığı belirlendi. Kliniğin sahibi tutuklandı.

CANİ DOKTOR TUTUKLANDI

Kliniğin sahibi Dr. Carlos Morin'in ağır bir ceza alması bekleniyor. İspanya'da tecavüz kurbanları hariç kürtaj yasak. Kadınlar kaçak kliniklerde kürtaj oluyor. aktifhaber

Irak'ta bir ayda 1861 sivil öldü
01.04.2007
Irak’ta mart ayındaki şiddet olaylarında 1861 sivilin öldüğü belirlendi.
Reuters ajansının, Irak hükümetinin verilerine dayanarak verdiği habere göre, şubat ayının ortalarında başkent Bağdat’ta başlatılan geniş kapsamlı güvenlik operasyonlarına rağmen ölen sivillerin sayısında yüzde 13’lük artış oldu.
Saldırı ve şiddet olaylarında geçen ay Iraklı 165 polis ile 44 askerin de öldüğü belirtildi.

Irak’ta şubat ayında ölen sivillerin sayısı ise 1645 olarak açıklanmıştı.
netgazete

Avrupa'da çocuk pornosu avı
05 Kasım, 2007
Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (Europol), 19 ülkeden 2,500 müşteriye yönelik olarak isteğe bağlı çocuk pornosu bantları hazırlayan bir şebekeyi çökerttiklerini açıkladı.

Görüntüler 19 ülkeden 2,500 müşteriye pazarlandı

Küçük kızların video görüntülerini satan bir web sitesini işleten İtalyan vatandaşı bir adamın yakalanmasının ardından soruşturma başlatan polis bu kapsamda ele geçirdiği binlerce bilgisayar, video bandı ve fotoğrafa el koydu.

Pornografik malzemelerin bir kısmı İnternet üzerinden satılıyordu.

Yetkililer, Avrupa genelinde yürütülen araştırma sonucunda sekiz ülkeden toplam 92 kişinin yakalandığını açıkladı.

Europol açıklamasına göre, çökertilen şebeke, taciz edilen çocukların görüntülerini kaydediyor ve 19 ülkeden toplam 2,500 müş
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Arl 19, 2017 6:17 pm    Mesaj konusu: Avrupa'da çocuk pornosu avı Alıntıyla Cevap Gönder

Avrupa'da çocuk pornosu avı
05 Kasım, 2007
Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (Europol), 19 ülkeden 2,500 müşteriye yönelik olarak isteğe bağlı çocuk pornosu bantları hazırlayan bir şebekeyi çökerttiklerini açıkladı.

Görüntüler 19 ülkeden 2,500 müşteriye pazarlandı

Küçük kızların video görüntülerini satan bir web sitesini işleten İtalyan vatandaşı bir adamın yakalanmasının ardından soruşturma başlatan polis bu kapsamda ele geçirdiği binlerce bilgisayar, video bandı ve fotoğrafa el koydu.

Pornografik malzemelerin bir kısmı İnternet üzerinden satılıyordu.

Yetkililer, Avrupa genelinde yürütülen araştırma sonucunda sekiz ülkeden toplam 92 kişinin yakalandığını açıkladı.

Europol açıklamasına göre, çökertilen şebeke, taciz edilen çocukların görüntülerini kaydediyor ve 19 ülkeden toplam 2,500 müşterisine pazarlıyordu.

Açıklamaya göre çocuk pornosu filmleri çoğunlukla Ukrayna, Belçika ve Hollanda'da üretiliyordu. Kurbanların çoğu ise Ukraynalı idi.

Yakalananların 40'ı ise İngiltere'de bulunuyordu.

'Koala Operasyonu'

"Koala Operasyonu" adı verilen soruşturma kapsamında binlerce bilgisayar, video kaydı ve fotoğrafa el konuldu.

Bu kişiler arasında öğretmenler, yüzme antrenörleri, hukukçular, bilgi işlem uzmanları da var.

Menno Hagemeijer / EUROPOL

Yapılan açıklamaya göre araştırma Temmuz 2006'da başlamıştı.

O tarihte Avustralya'da polis İnternet'te, iki küçük kızı taciz eden bir yetişkinin görüntülerini bulmuştu.

Çocuklar Belçika polisince teşhis edilmiş ve kızların babası olan tacizci de gözaltına alınmıştı.

Bu olay polisi, Belçika ve Hollanda'da faaliyet gösteren ama Ukrayna'da da stüdyosu olan bir İtalyan adama ulaştırdı.

2,500 müşterinin isimleri de bu kişinin bilgisayarından elde edildi.

'Sipariş üzerine'

Europol uzmanlarından Menno Hagemeijer, müşterilerin çeşitli ülkelerden ve tüm yaşam tarzlarından kişiler olduğunu belirtti.

Hagemeijer, "Bu kişiler arasında öğretmenler, yüzme antrenörleri, hukukçular, bilgi işlem uzmanları da var." dedi.

Europol uzmanı, video görüntülerinin belli çocuklara belli tacizlerin yapılmasını isteyen müşterilerce verilen siparişler üzerine hazırlandığını belirtti.

Taciz edilirken görüntülenen ve yaşları 9 ile 16 arasında değişen 23 çocuk teşhis edildi.

Açıklamaya göre, bunların 21'i Ukraynalı, diğer ikisi ise Belçikalı.

Europol yetkilileri operasyonun sürdüğünü ve yeni gözaltıların da gelebileceğini vurguladılar.
BBC

Milyonlarca çocuk pornosu görüntüsü elegeçti İspanya'nın 27 şehrinde, 51 sapık yakalandı
25 Ocak 2008
İspanya'da, internette çocuk pornosuna karşı düzenlenen operasyonda 51 kişi gözaltına alındı.
Jandarmanın 27 kenti kapsayan operasyonunda gözaltına alınan 51 kişi dışında, henüz haklarında delil toplanamayan 20 kişinin daha bulunduğu belirtildi.
Verilen bilgiye göre, Cordoba kentinden bir internet kullanıcısının yardımıyla yaklaşık 10 ay süren araştırma sonucu başlatılan operasyonda, milyonlarca çocuk pornosu görüntüleri elegeçirildi.
Anahaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BATI DÜNYASI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com