EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Örtünün musîkisini dinlemek/Gülçin Şenel

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 23, 2009 11:24 pm    Mesaj konusu: Örtünün musîkisini dinlemek/Gülçin Şenel Alıntıyla Cevap Gönder

ÖRTÜNÜN MUSÎKİSİNİ DİNLEMEK -Yahut Başörtüsü Yasakçılarının Ruhunu Okumak-
Gülçin Şenel

Örtü, Perde, Sır…
Mevlana Hazretleri der ki: “İnsan görmediği ve işitmediği ve anlamadığı şeyin tâlib ve âşığıdır; ve gece ve gündüz onu arar durur.” (1)


22/03/2009

Bilinmeyenin peşinden koşarken insanlık, ne şiirler söylemiş, ne şarkılar bestelemiş, ne kıtalar fethetmiş. Yahut şöyle söylemeli; her peşinden koştuğumuz şey, başka birşeye perde olmuş. Bilinenler aracılığıyla, yani bedahetlerle, bilinmeyene köprü kurarken aklımız, elimizde sadece bir “bilinmeyen” ve “meçhul” olan kalmış. Üstad Necib Fazıl, "perdeler hep perdeler / perdeler heryerdeler" diye yazar nefis şiirinde. Kainattaki herşeyi sır perdesiyle örtülü gören Necib Fazıl, bize sırrın önünde aklımızın düğmelerini iliklemeyi öğretmiştir. "Sırra açık müphemlik" diye yazar Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, "görünen şey görünmeyenin ifadesidir".

“Eski anatomistler, işitme sinirinin beynin derinlerinde üç yahut daha fazla yola ayrıldığından söz ederlerdi. Bu yüzden, kulağın üç farklı seviyede işitebilecek bir yapıda olduğunu tahmin ediyorlardı. Bir yolun yeryüzündeki dünyevî konuşmaları işittiği söylenirdi. İkinci bir yol öğrenmeyi ve sanatı anlıyordu. Üçüncü yol ise ruhun kendisi burada, yani yeryüzündeyken, yüce rehberliği işitebilsin ve bilgi alabilsin diye vardı.”

Örtünün musikîsini dinlemek de böyle birşey olsa gerek. Ruh kulaklarını açanlar, mücerret mânâda örtünün söylediklerini duyabilir ve kadının örtüsüyle terennüm ettiği musikîyi dinleyebilirler ancak; ebediyet şarkısını… En azından, Jungçu bir psikanalistin duyabildiği kadar:

“Peçe, bir Tanrıça’nın mukaddes yolculuğunda seyahat ederken, tanınmamak yahut niyetinden caydırılmamak istediğinde giydiği başlıca giysidir. Yunanistan’daki sayısız heykel ve kabartma Eleusinian ayinlerinde olgunlaşan kişinin peçeler giyip olgunlaşmanın bir sonraki adımını beklediğini göstermektedir. Bu peçe takmak neyin sembolüdür? Gizlemeyle kılık değiştirme arasındaki farka işaret eder. Bu sembol, mahremiyeti korumakla, içine kapanmakla, gizemli tabiatını açığa vurmamakla ilgilidir. Vahşi tabiatın erosunu ve mysterium’unu (sır!) korumakla ilgilidir.

Birşeyin üstüne peçe örtmek, onun etkisini yahut duygularını güçlendirir. Bu, dört bir yandaki kadınlar arasında iyi bilinir. Büyükannemin kullandığı bir deyiş vardı: “Tasa peçe takmak”. Bu, ekmeği kabartmak için bir tas yoğrulmuş hamur üstüne beyaz bir bez sermeyi anlatır. Ekmek için peçe ile psişe için peçe aynı amaca hizmet eder. İniş sırasında kadınların ruhlarında güçlü bir mayalanma olur. Güçlü bir fermantasyon süregider. Peçenin ardından bütün insanlar sis varlıkları gibi görünür; bütün olaylar, bütün nesneler bir şafaktaymış, bir düşteymiş gibi renklenir.

1960’larda kadınlar kendilerine saçlarıyla peçe örttüler. Yüzlerini peçelemenin bir yolu olarak, sanki dünya çok fazla yarılıp açılmış, çok fazla çıplakmış gibi, sanki saçları nazik benliklerini ayrı tutup koruyabilirmiş gibi saçlarını uzatıp ütülediler ve onu bir perde gibi taşıdılar. Peçelerle yapılan bir Ortadoğu dansı vardır ve elbette modern müslüman kadınlar da peçe takarlar. Doğu Avrupa’daki Babuşka (başörtüsü) ile Orta ve Güney Amerika’daki kadınların başlarına taktıkları trajes de peçenin yadigarlarıdır. Doğu Hindistan’daki kadınlar peçeyi tabiî bir parçalarıymış gibi giyerler, Afrikalı kadınlar da öyle.

Dünyayı gözümün önüne getirdiğimde, giyecek peçeleri olmayan modern kadınlar için bir parça içim burkuldu. Çünkü özgür bir kadın olmak ve peçeyi kendi isteğiyle kullanmak Gizemli Kadının gücünü elde tutmaktır. Bu şekilde peçelerle örtülü bir kadını seyretmek güçlü bir deneyimdir.

Peçeli olanın çarpıcı bir ilahîliği vardır. Öyle bir huşu esinler ki, karşısına çıkan herkes donakalır; onun görüntüsüne duydukları derin saygıyla o kadar çarpılırlar ki, onun yanından ayrılmaları gerekir. Masaldaki kız yolculuğuna çıkmak üzereyken peçe takmıştır, bu yüzden de dokunulmazdır. Kimse onun izni olmadan peçesini kaldırmaya cesaret edemez. İblis’in bütün işgalciliğine rağmen, birkez daha korunmuştur.” (2)

Kadını tabiate benzeten filozof da aynı düşünceyi dile getirir: “Tabiat kendini gizlemeyi sever.” Örtünün fikir ve hikmet planındaki binbir mânâ ve tecellisinden bahsetmek için, “hicab” kelimesindeki utanma-haya ve örtü-perde-sır mânâları bile yeter ki; Allah’ın kadının örtünmesini emretmesindeki bir hikmet de, işte bu mânâların tecellisi olsa gerek. O ki, güzel isimlerinden biri de El-Bâtın...

Dilerseniz Eflatun’a kadar seyahat edebilirsiniz örtünün mânâlarını okumak, kainattaki herşeyin görünen örtüsü altındaki görünmeyen mânâlarını “duyabilmek” için. Ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok; Üstad Necib Fazıl ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “başbaşa” sohbetlerine kulak vermek kâfi:

-“Mücerret mânâsıyla örtü ve perde, vardıkça varılacak olan ruh ve hakikatin kisvesidir; ve umumî mânâsıyla insandaki örtünme ve giyinme duygusu, kaba ihtiyaçtan öte, ruhumuzun ince yönüne hitâbeden bir hayâ mevzuu olarak o sırra bağlı!..”

-“Efendim, hayâ ve örtü…”

-“Hayâ; hicâb… Hic­âb; örtü… Hayâdan bahsederken bilmeli ki, o, bizzat örtü ve örtünmenin aynıdır; ve âlemde herşey örtü ve peçeye bürülüyken, insanda örtü sırrı ve örtünme sırrı öyle bir bedahet ki, kendisine aykırı oluşlar bile, tersinden onun hakikatini ve ona ihtiyacı delillendiriyor!..”

-“Efendim, aslında mücerret estetik gözüyle de mesele açık ama, Batıcılık adına…”

-“Anlaşılmıyor mu ki, diyeceğim ama, besbelli ki anlaşılmıyor işte… Bugün bütün dünyada, kaybedilmiş idealler ve onun neticesi ruhî nizâm buhranı yüzünden, ulvî mânâda insan hayatının varoluş gayesi üzerine düşünmenin yerini hiçlikte tutmayı ve yutulmayı mefkûreleştirmek, sadece ahmaklıktır; ve öyle bir ahmaklık ki, herşeyden önce örtü ve örtünmenin, nizâm sırrı ve sır nizâmı olduğunu bilmezler!.. oysa… Kelimenin kök delâletinde bile görünen odur ki, nizâm, “fikir” ve “güzel” demektir; ve fikir ve güzel, herşey gibi, hakikatin hakikati olarak İslâm nizâmında!”

-“Yani, başörtüsü, kadını fikirleştiren bir unsur, değil mi efendim?”

-“Örtü ve örtünmeyi, bir tecrit ve tecrit mevzuu olarak muhteşem muamma haysiyeti diye işaretledikten sonra, bütün bu mânâlara bir “alem” ve “remz” olan başörtüsünü, kadını fikirleştiren bir unsur olarak takdim etmekten daha tabiî ne olabilir?.. Ve derisi yüzülmüş cılk et ve bütün tılsım nahiyeleri galiz bir maddecik hâlinde, sadece gaseyan ettirmeye memur bir cifeden ibaret kadının, bir fikir ve tecrit mevzuu olan kadına nisbeti, bir bardak suyun okyanusa nisbetinden farksızdır!..”

-“Üstadım sizin o harikulade sözünüz: Mahfaza içinde mahfaza, perde ardında perde, binbir mefkûreleştirme vasıtasının sakladığı sonsuz bir kıymet gibi erkek ruhuna nakşedilmiş, çözülmesi gereken bir şifre, bir bilmece, bir sır olan kadın!”

-“Ya, ya, ya!.. Onu şöyle bir cümle ile bütünleyebilirsin: Öbür yanda da, bunu böylece idrak etmiş ve kadında kâinat muhasebesini hülâsalandırmış erkek ki, kadın gözünde mefkûreleştirilmesi gereken!.. Birbirinin şahsiyet aynasında kendini seyreden sahici insan cemiyetindeki şu nizâm şiirine bakın!.. Ve günün yırtık pırtık ve erkekten dönme kadınlarıyla, pestile dönmüş güdük ve kavruk kafalı erkeklerine!.. Bütün dava, o cemiyetle bu cemiyet arasında bir tercih meselesi!..” (3)



Başörtüsü ve Hürriyet

Salih Mirzabeyoğlu’nun Tilki Günlüğü isimli eserinden “başörtüsü” kelimesini takib edersek, “icaz”dan “hürriyet”e doğru bir yolculuğa çıkarız ki, başörtüsünün niçin İslâm’ın “hürriyet remzi” olduğunu, kâinatın dili-lûgatı da söyler bize:

“Tablo: Başörtüsü

İcaz... İcazet... İzin... Müsade... Şehâdetname... Diploma... “Olur!” demek... Destur vermek... Revâ görmek... İlmî ehliyet... Veciz bir tarzda... Kısa ifadelerle çok şey anlatmak hâlinde olan... Mucizeli olmak... Başkalarını acze düşürecek derecede olmak... Âciz bırakmak... Şaşırtmak... Hayran etmek... Mucize derecesinde düzgün söz söylemek... Güzel söz söylemekle insanların muktedir olamadıkları derece... Çok mânâya gelen kısa cümlenin hâli... Bilinen ve açık olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde sanatı... Kabir... İstikbâl... Lisan... Her nesnenin dibi, kökü ve sonu... Küçük gömlek... Devenin göğsünde olan nişan ve alâmet... Hürriyet...” (4)

Bir Hatırlatma

Başörtüsünün önce üniversitelerde, sonra İmam Hatipler’de, sonra daha da genişleyerek “kamusal alan”da yasaklanışının tarihî geçmişi 1980’li yıllardan başlamaz. Yahut 1980’li yıllarda yapılan mücadele neticesinde serbest bırakılıp, 28 Şubat Kararları ile 1999’da yeniden yasaklanmasıyla da başlamaz. Bu yasak aslında “Kurtuluş Savaşı” sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin “kendini ifade etmek için” yasakladığı “kılık kıyafet devrimi” ile başlar. Kurtuluş Savaşı’nın şehid anaları, şehid zevceleri ve şehid kızları, bu yasakla işte o zaman yüzleşirler. Mustafa Kemal şöyle çizer hududları:

“Uygarım diyen ve gerçekten de öyle olan Türk halkı, başından aşağıya dış görünüşüyle dahi uygar ve gelişmiş olduğunu fiilen göstermek zorundadır. Bu yolda ilerlemek istemeyenleri, direnenleri KURBAN ETMEKTEN başka çare olmayacaktır.” (Nutuk’tan)

İlk kurbanları verir “Türk halkı”; İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Said, Esad Erbili ve daha nice isimsiz kahraman. İstiklal mahkemelerinde yargılanıp asılanlar, işte sözü edilen o “kurban”lardır.

Meseleyi açıkça görebilmek için bu hatırlatmayı lüzumlu görürüz. Çünkü Kubilay’ı hatırlatarak veya Menemen vakıasını yadederek, yüzümüze kanlı ellerini sallayıp tehditler savuranlar “başörtüsü yasağı”nın o zamanlardan, cumhuriyetin ilk yıllarından başladığını çok iyi biliyorlar.

Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nde başbakan olan adamın başörtülü kızı, kendi ülkesinde okuyamıyorsa; eşi Çankaya Köşkü’ne alınmıyorsa, bu yasağın başka bir izahı var mıdır? Demokrasi mi? İnsan Hakkı mı? Din ve vicdan özgürlüğü mü?

Açıkça konuşalım öyleyse; başörtülü kızlar, üniversitede okuma hakları ellerinden alınmış “mağdur”lar değil, 80 yıllık bir “yasağın”, bir “düşmanlığın”, bir “kavganın”, “mağrur” direnişçileri ve kahramanlarıdır.

Niçin Başörtüsü?

Gelgelelim, Türkiye’deki örtü düşmanlığı gözleri kör, kulakları sağır, düşünceleri donuk, kalpleri kara bir insanlık soytarısı biçiminde tezahür ettiğinden, hikmet planında söylediklerimizin onlara hitab etmediği açıktır. Çünkü onlar düşünmezler; onlar görmezler, onlar duymazlar, onlar ki, yaşamazlar... Onlara cevabımız anlayacakları dilden olacak elbette. Çünkü başörtüsü İslâm’ın “hürriyet sembolüdür” ve bu mânâda başörtüsü düşmanlığı yapmak İslâm’a ve müslümanlığa karşı alınmış bir tavırdır. İslâm tarihinde sayısız örneklerini bulabileceğiniz gibi “başörtüsü düşmanlığı” her zaman savaş sebebi olmuş; ardından bir fetih ve zafer gelmiştir.

Evet, müslüman kadının örtüsü semboldür. İnancımızın, düşünme ve yaşayış biçimimizin, nerede durduğumuzun sembolüdür. Kiminin kulağına ebediyet şarkısını söyler, kiminin kulağına “zafer türküsünü”, “fetih marşını”. Nerede durulduğu önemlidir; başörtüsü düşmanlığı yapanlar elbette “ebediyet şarkısını” duyacak kulaktan mahrumdur.

Müslüman kadın niçin mi örtünmektedir? Söyleyelim...

Biz, İlahî Kanun’la uyum içine girmek için, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan “insan”ın temsilcisi olma haysiyetini taşımak için örtünüyoruz, bu bir!

Biz, Allah Resulü’nün, Hayber’in fethinde Hz. Aişe’nin örtüsünden yaptığı “sancak-bayrak”ın, İslâm’ın “fetih ve zafer” sembolü olduğunun şuurunda olarak örtünüyoruz, bu iki!

Biz, Medine’de, müslüman kadının başörtüsüne hakaret eden yahudiyi bir kılıç darbesiyle yere seren yiğit sahabînin “şehadet”ine “şahidlik” etmek için örtünüyoruz, bu üç!

Biz, Maraş’ta müslüman kadının örtüsüne el uzatan Fransızları temizleyerek kurtuluş savaşını başlatan Sütçü İmam’ın “imân öfkesini” ve “vatan sevgisini”, vatan hainlerine her an hatırlatmak için örtünüyoruz, bu dört!

Daha sayalım mı niçin örtündüğümüzü, yoksa kifayet eder mi?

Fransa’daki başörtü yasağına gelince… “İnsan hakları ve özgürlüklerinin kısıtlanması” yahut “din ve vicdan hürriyeti” gibi laf kalabalığından öteye geçmeyen yorumların hepsini silen süpüren Oktay Sinanoğlu’nun altını çizdiği husus yeter:

“Tüm Batı ülkelerinde olduğu gibi, söylenmeyen asıl mesele, Fransızların genellikle koyu Hıristiyan olup Haçlı kafalı Müslümanlık düşmanlığının devam etmesi. (bakma sen “laiklik” edebiyatına).”

Ya ülkemizdeki “Haçlı kafalı” İslâm düşmanlarını ne yapmalı? Başörtüsü tartışmaları başlayınca, Kubilay’ı hatırlatarak müslümanlara gözdağı vermeye yeltenenler, önce Sütçü İmam’ın vatan sevgisini hatırlasınlar deriz.

Sahi vatana ihanetin bedeli çok mu ağırdır?

Dipnotlar

1- Mevlana, Fihi Ma Fih, İz Yay., İstanbul, s. 104

2- Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Ayrıntı Yay., s. 490-491

3- Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa, İBDA Yay., 2 Basım, İstanbul, s. 333-334

4- Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, İBDA Yay., İstanbul, c. 1, s. 31-32

GÜLÇİN ŞENEL

http://www.geocities.com/gulcinsenelupto/makgulortu.htm

Nihal Bengisu Karaca: Başörtüsü mücadelesi açık ürün-ambalajlı ürün kıyaslaması için verilmedi!
01 Ekim 2017



Allah hiçbir domatesi böyle övmez

HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, başörtülü kadınların ve muhafazakâr kesimin başörtüsüz kadınlara söylediği sözlere tepki gösterdi. Karaca, "Başörtüsü mücadelesi kadınların açık ürün-ambalajlı ürün gibi kıyaslamalarla küçültülmeleri, tahkir edilmeleri için verilmedi" dedi.

Karaca'nın HaberTürk'te "Tesettürü yüceltirken kadına irtifa kaybettirmek" başlığıyla (1 Ekim 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Çok değil bundan sadece 5-6 yıl önce başörtülü kadınlar eğitim alma imkânından mahrum bırakılırken, yahut sırf başörtülü oldukları için mesleklerini icra etmeleri yasaklanırken sık sık şöyle cümleler kurulurdu: “Başörtülülere de karışmayın, başı açıklara da. Kadınların başının dışındakilere değil, başının içine bakın. Kadınları tesettürleri nedeniyle yasaklamayı, açıklıkları üzerinden tahkir etmeyi bırakalım.”

Bu ifadeler o günlerde ileri görüşlü her kesimde karşılık bulurdu. Liberali, demokratı, İslamcısı, hatta makul Kemalisti dahi, bu noktada mutabık kalırdı. Ama sistemin yasakları aşması için bundan fazlasına ihtiyaç duyduğu da ortadaydı.

Günün sonunda başörtülü kadınların dirayeti, başörtülü olmayan kadınların kardeşlerine verdiği samimi desteğiyle bir noktaya getirilen hak mücadelesi Erdoğan’ın siyasi kararlılığıyla buluştu ve yasaklılık hali ortadan kalktı.

Ama o günlerde “başörtülüye de başı açığa da” hak ve özgürlük teminatı veren ya da verilen teminatların ardında duruyormuş gibi yapan bazı ilahiyatçılar, bazı hocalar, bazı müftüler son iki yıl içinde farklı tutumlar içindeyken görüntüleniyorlar.

Kaşlarını alan, kot pantolonunu giyen kızını üniversiteye gönderen babanın ahireti için feryat figan eden, -aslında topluluğu o genç kızlara karşı kışkırtan- bir vaiz yaptığı açıklamalarla hem rahatsız etti hem komik duruma düştü. Komik çünkü genç kadınlar son zamanlarda kaşlarını almıyor, bilakis microblading 3D yöntemiyle kaş çizdiriyorlar. Yani kaşları almak değil kalınlaştırmak moda. Kadın düşmanlarının en kötü hasletlerinden biri güncelleme yapma gereksinimi bile duymamaları.

Açık kadınlar için “soyulmuş domates” benzetmeleri yapılarak “Onları kimse almaz” deniyor sonra. Kadını sebzeyle, nihayetinde “tüketilecek”bir metayla özdeşleştirmenin “soyulmamış domatesleri” yani tesettürlü kadınları da küçülttüğü görmezden gelinerek. Erkek ya da kadının özünde insan olduğunu unutan gaflet ve dalalet orada da kalmıyor.

Gölcük Müftüsü sosyal medyada “Mağazalarda ambalajı açılmış teşhir ürünleri hep yarı fiyatına satılır. Anlayana...” diye bir paylaşım yapıyor. Bu çok “zeki” alegoriden anlamamız gereken, açılmamış ürünün yani tesettürlü kadının tam fiyata satıldığı ve bunun iyi bir şey olduğuna inanmamız gerektiği.

Bu mücadele kadınların açık ürün-ambalajlı ürün gibi kıyaslamalarla küçültülmeleri, tahkir edilmeleri için verilmedi.

Gölcük Müftüsü Mehmet Yazıcı’nın paylaşımı “Temel hak ve özgürlüklere saygısızlık nasıl yapılır?” sorusunun cevabı bağlamında ibretlikti. Nitekim KADEM bir açıklama yayınlayarak Mehmet Yazıcı’yı kınadı. Müftünün paylaşımının bütün başörtülü kadınlarda şu soruyu uyandırdığına da eminim: “Hayrola? Bir zamanlar başörtülü kadınların mücadelesi için ‘Dişiliği ile değil kişiliği ile var olmak isteyen kadınların mücadelesi’ denilirdi. Kişilikli kadınlar ne ara tezgâha düştü de yarı fiyata satılan ambalajsız ürüne kıyasla ‘daha avantajlı’ ürün mesabesine indirgendi?”

Dişilik-kişilik dikotomisinin de fazlasıyla ayrımcı ve tahkir edici olduğunu biliyorum. Sadece şunu göstermek istiyorum: Tesettürsüz kadınları küçük düşürmek ve başörtülü kadınları yüceltmek için kurgulanan her benzetme ya da teşbih eninde sonunda başörtülü kadınları da aşağı çekiyor.

Çünkü ister domates olsun, ister kabuklu ceviz, isterse ambalajlı ürün; bütün bu teşbihler kadını/insanı kendisinden faydalanılması, kullanılması ya da tüketilmesi için yaratılmış bir “ürün”e indirgiyor. Oysa hatırlamak lazım: İslam tasavvurunda insan, “yaratılmışların en şereflisi”dir. Ve Allah hiçbir domatesi böyle övmez.

T24
ETİKETLER
karaca domates mücadele liberal kadın müftü haber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com