EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kaba Softa! Ham Yobaz! /Necip FazIl

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ksm 30, 2008 7:20 pm    Mesaj konusu: Kaba Softa! Ham Yobaz! /Necip FazIl Alıntıyla Cevap Gönder

Kaba Softa Ham Yobaz
Necip Fazıl Kısakürek



Dış görünüşle fazla alâkam yok ama, din yobazının fiziği de çarpıyor gözüme;

Kazma gibi dişler.. Şu kefereye bu lafları söyleten bir kıyafet..

Gözlerinde bir nefret.. Bir katran fıskiyesi gibi..

Ezberci, bilgisiz, hissiz..

Öyleleri vardır ki, sırmalı belediye elbisesini giyer, ötelere ait büyük bir hissizlik içinde, başına geçecek ölü aramaya koyulur..

Bu gençlik varken düşünmemek gerekir ama, vasiyetime yazacağım geliyor; “cenazemi böyle biri kaldırmasın!..” diye

Yobaz, zarâfet ve estetikten tamamiyle uzaktır!..

ZARÂFET VE ESTETİK..

Burada duracağız efendim!..

Zarâfet büyük şey.. Avlayacaksınız!.. İslam’a av getireceksiniz!..

Ve onları tam müslüman kılacaksınız!..

Sizi sevecek ki, dediğinizi sevsin!..

Dediğinizi sevecek ki hidayete ersin!..

Hidayete erecek ki, ebedî hayatı bulsun!..


Zarafet, zevk ve estetik.. Plastik dünya fikri..

Dış dünyayı güzelleştirme davası..

Bu işte son derece yayayız..

Sahabilerdir bizim tek modelimiz.. Ve ondan ancak 1-2 asır sonrası..

Ötesi felaket..

Dörtyüz senenin hesabını isteyecek bir nesil arıyoruz!..

İslam’ı zerafet, estetik, zevk, dışarıyı da süslemekle temsil etmek..

Eski bir ölçü vardır: “Dışını imar eden batınını tahrip eder, dış mâmurluğu bâtın haraplığından ileri gelir..” YANLIŞ!

Doğrusu:

Batınını öyle imar edeceksin ki, dışında kıymet kalmayacak.. Dışını da öyle bezeyeceksin ki, bâtının süslü perdesi olacak..

Zarafet, güzellik..

Niçin Allah Resûlüne, Sevgilisine bakmazlar?. Dünyanın, bütün insanlığın zirvesi, son noktası olan o mukaddes insan, zerafette, güzellikte de insanlığın zirve noktası..

Bir gün yolda yürürken bir kirli nesne gördü, bir tükürük.. Yürüyemedi.. Sahabiler koştular ve pisliği temizlediler..

Şu zarif şu latif bünyeye bakın!..

Bir gün mescidde ağırca bir hava gördükleri zaman:

“Niçin bugün yıkanmadınız?..” diye hitap ettiler..

Zarafet, İslam’ı güzel gösterme sanatı.. Kılığından, edasına, herşeyine kadar..


İmam-ı Âzam’a sorarlar:

“Niçin bu kadar güzel kılık?..” Çok güzel giyinirdi.. Bir Ayet-i Kerime okur: “Sana verdiğim nimetleri tahdis et, dile getir!”

Bakın demek ki O kılığına tâbi değil.. Kılığı O’na tâbi..

Nitekim İslamiyette bir servet ölçüsü var. Hakiki servet sahibi, paranın sahip olduğu değil, paraya sahip ve hakim olandır.. Çünkü zenginlerin çoğuna para sahiptir, onlar paraya sahip değildir. İşte bu manada zevk ve güzellik..

Batıda bilseniz bir papazı ne kadar ince şartlarla yetiştiriyorlar.. İnsana inanç hissi vermek için, her bahisten anlıyor. Bir gün ben Fransa’da bir toplantıda bir papaz gördüm. Biri piyanoda Bethofen’i çalıyordu,

Yerinden kalkan papaz, piyanisti nazikçe durdurup “yanlış çalıyorsunuz!” dedi ve adamın şaşkın bakışları içinde piyanonun başına geçerek doğrusunu çalmaya başladı..

Bir asker strateji kaidelerinden bahsediyordu: “Onun hakikati şudur” dedi ve anlattı.. Hayret etti herkes papazın kültürüne..

Batı, bir çirkini hudutsuz güzelleştirmek çabasında..

Biz ise, hudutsuz bir güzeli çirkinleştirmek yolundayız!..

En zayıf olduğumuz noktalardan biri..

Biz İslam’ı şahıslarımızda kabalaştırıyoruz..

Halbuki İslam, zarafet, incelik ve güzellik ölçülerinde de sonsuz ileri..

Varlığın Tâcı, bu bakımlardan da kâinatın en erişilmez insanı..

Mücessem nezahat, nezaket, nezafet, zarafet timsali..

Halbuki bizde asırlar boyu birbirini takip eden ham din temsilcilerinin kabalıkları.. Saymakla bitmez..

Ne gün, kılığımızdan, oturuşumuzdan, kalkışımızdan her tavır ve hareketimize kadar, insanı anlamanın biricik şartı olan zarafet, nezaket, incelik ve güzellik ölçülerini heykelleştireceğiz?..

Hadis meali: “Sevdiriniz, soğutmayınız; müjdeleyiniz, korkutmayınız; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”

ZARAFET VE ESTETİK o kadar müthiştir ki,

Dedik:

Müslüman, kılığına, başına, saçının taranışına, bir odaya girişine,

yemek yeyişine ve bir sandalyeye oturuşuna kadar,

Herkese nümûne olmalıdır!..

İslam’ın nümûnesi!..

Mes’ûliyet budur!..

İslam’a karşı, Allah’ın Resûlüne karşı..

Ne yazık, bundan uzağız!..

Yobaz yüzünden..

Bir de Japon misali vardır ki, dehşettir!..

Abdulhamîd Han’ın davetiyle muhafazakâr bir Japon heyeti..

Gaye; bu heyete din telkin etmek..

Kendilerine saray arabası tahsis ediliyor, tarihi yerleri gezmek için..

Yanlarına da din adamı zannedilen biri veriliyor..

Yolda giderken hoca, sağ eliyle sokağa sümkürüyor ve elini eteğine siliyor..

Japon derhal arabayı durduruyor ve “ben böyle birinden din telkini kabul etmem!” diyor. Ve gidiyor memleketine.. Ve Abdulhamîd de bu adama en büyük cezayı veriyor.. Çünkü Osmanlı padişahları içinde en derin müslüman olan Abdulhamîd, dünyanın en zarif insanıydı..


İslam’da zarafet hiçbir dinin ulaşamayacağı seviyede olduğu halde,

İşte böyle ihanet etmişizdir dine!..

Yobaz yüzünden!..

Asam Hazretlerinin huzuruna bir kadın gidiyor, dertli bir kadın..

Yana yakıla derdini anlatırken, kadından ihtiyatsızca kötü bir ses çıkıyor.. Ve kadın, hayata geldiğine pişman...

Bakınız;

Eğiliyor Asam Hz. Leri ve; “Hanım! Bağır! Yüksek sesle konuş!..Ben sağırım bilmez misin?..” işte zarafet!.. Ve bu yüzden ismi “sağır” manâsına gelen “Asam” oluyor.

Bakın! Şu çirkinliği örtme, göstermeme inceliğine bakın! İşte zarafet!..


Din yobazında bazı farikalardan sonra en büyük farika, ayırıcı unsur, aşksızlık ve hikmetsizliktir!.. Aşk yok..

Yunus diyor ki; Ben Yunus’u bîçareyim// Baştan ayağı yâreyim// Dost elinden âvareyim// Gel gör beni aşk neyledi.

İşte, bunu anlamayan yobaz!

Aşkın olmadığı yerde ne var ki?

Allah bir aşk içinde yarattı dünyayı..

Allah mahlûkunu sevdi ve mahlûkuna kendisini sevdirdi..

Yalnız mübalağa olmasın, Allah’ı mübalağa ile sevmek bile şeriate uymaz.. Çünkü insan yanar, ibadet yanar.

Evet yobazda ne aşk vardır, ne korku..

Dikkat edin, yobaz korkmaz korkutur..

Bu tipler, insanın ayıbını tecessüs eder, leke bulmaya çalışır, leke nişanlarını alınlara yapıştırır..

Bu hal İslamiyete tam uzak..

YOBAZ (*)
Serhat Oğuz
27.02.2016



Mücadelenin "YOBAZ" tipiyle gerçek insan soyu arasında olduğunu biliyoruz.
YOBAZ, insanın tersine dönmüş ahmak hali...
Bu tipin her kesimin kılcal damarlarına sızmış olduğu tartışmasız kabulü gereken bir gerçek...

YOBAZ tarih sahnesine ilk, müslüman kılığında çıktı ve daha sonra kendi karşıtı olan KÜFÜR YOBAZINI üretti...

Ogün bugündür bu iki yobaz tipi İSLAM'ın aleyhine olarak yapmadıkları ihanet kalmadı; biri içten, diğeri de dıştan tüm güçleriyle İSLAM'a tosladılar..
Tabi ki bilindiği üzere bunların en tehlikelisi de müslüman görünümlü YOBAZ tipi...
Bu YOBAZ tipi tarih sahnesine ilk çıktığında iktidardaydı. İktidar gücü elinde olduğundan İslam'ın içten çürümesini çok rahat sağladı.
İçinde bulunduğumuz belki de tarihin sonu arefesinde de yine iktidarda.
Ama, bu sefer iktidar gücünü kendisini yok edecek gerçek İslam Ruhunun önünü kesmek için kullanıyor...
YALAN üzerine tarih sahnesine çıktığı günden bugüne onun bu vasfı hiç değişmedi..
Bütün yalancılar gibi, pişkinlik onun yalana bağlı temel karakteri oldu.
2002 kasım Ayından beri ortaya koyduğu icraatlarına kısaca baktığımızda mesele zaten kendiliğinden açık seçik ortaya çıkıyor...
Dış politikadaki mevcut konumlanma -dikkat edin uygulamadaki yanlışlık demiyorum, çünkü bunların hür iradeleriyle uyguladıkları hiç bir şey olmadı; ne görev üstlendilerse onu ifa ettiler-,bu gün herkesle kavgalı ve herkesin problemi problem olarak ANADOLU'nun sırtına binmiş, "ihanet" şeklinde ortaya çıkmış durumda..
Yalan ve pişkinlikle götürülen bir sürecin artık sürdürülemez özelliğiyle bitmiş ve herkesin sırtının duvara dayanmış olduğunu takip ediyoruz...
Bu sürecin sonunda millete kalan ise, kin , düşmanlık, bölünme ve gelecek endişesi...Bu endişenin tetikleyeceği güvenlik sorunu önümüzdeki safhanın temel belirleyicisi olacak.
Amerika Irak'a saldırıp 20. yüzyılın en büyük vatan sever liderini katlederken bu yobaz tipi Saddam düşmanı olarak sömürgeci düşmanın kuyruk sokumunda pişkin pişkin sırıtıyordu...
İşgalin neticesi olarak ortaya çıkan harap olmuş şehirle ve katledilen insanlar karşısında ise, aynı pişkinlikle Amerikan karşıtı(!) görünümüne bürünerek, bu seferde gerçekten istilaya karşı çıkanların tepkilerini şahsında toplama gayretiyle manipüle-yönlendirme faaliyeti içinde düşmanı meşrulaştırdı...
Suriye'de de aynı yalanın ve pişkinliğin en dik alasını sergiledi...
Libya'da yaptıkları ise diğerlerinden daha beter olarak tarihin kara sayfalarına yazıldı...
Fiili olarak -buraya dikkat edin- hiç kimse işgale karşı çıkmazsa bu yalancı ve pişkin müslüman kılığına bürünmüş YOBAZ işgal karşıtıdır(!) ve "antiemperyalist"tir...
Ama ne zaman ki birileri gerçekten düşmanın saldırdığı şiddette düşmana karşı çıkmaya başlasın, bu hemen 50 bin tane kulp takarak düşmana karşı çıkan direnişin karşısında saf tutar...
İktidar elinde olduğundan da bu ihanetini algı yönetiminde uzmanlaşmış adamları eliyle halka halka tüm toplum katmanlarına sirayet ettirebilmiştir.
Zaten birbiriyle kavga etmeye hazır insan veya kitleler bu yobazın operasyonlarına maruz kalabileceğini bir an bile düşünmeden çoğu zaman hak suretinde onun ortaya attığı yemler üzerinden didişmeye başlayarak düşman karşısında direnen güçlere gerçek manada destek veremezler-veremediler...
İster iç, isterseniz dış gelişmeler açısından, nereden bakarsanız bakın İnsanlık düşmanı bu YOBAZ TİPLERİNDEN kurtulmanın tek yolu ellerindeki İKTİDAR GÜCÜNÜ çekip almaktan geçmekte.
Gerçek bir DEVRİMİ şart koşan böyle bir durumu ortaya çıkarmak için atılması gereken ve bugünlerde unutulan-unutturulan ilk adım, topluluğu dağıtan veya "topluluk" olmayı engelleyen Bu YOBAZ tipinin işini kolaylaştırıcı ve ekmeğine yağ sürücü alışkanlık ve reaksiyonlardan kurtulmak ve uzak durmak...
Belli bir güç ifadesine bürünmek için "topluluk" olma şuurunda hareket etmeye niyetli olanların bu dönemde komplekslerinden kurtulmuş veya onlara gem vurmuş olarak YAPICI ve UZLAŞTIRICI karaktere sahip olmalarından başka bir çare gözükmüyor...
Çünkü İktidar imkanlarını iktidarının devamı için merhametsiz ve gayet hoyratça kullanan insanlık düşmanı YOBAZ'ın temel karakter özelliği YIKICI ve DAĞITICI olması...
Yapıcı ve uzlaştırıcı olmak gerektiğini idrak eden bir zihnin bu dönemde üstündeki bütün kiri pası atarak, örneklik bir GAYRET sergileyeceğine de inancımız tamdır..
Bu, hadisenin "bizcesi"...
* Başlık tarafımızdan konulmuştur. (EF)

Kaynak: https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=233039090376956&id=100010126000998

Bize Bakıp Müslüman Olur muydunuz?
Sedat Laçiner
22 Ağustos 2015



İslamiyet’in hızla yayılmasında ilk Müslümanların örnek kişilikleri oldukça etkili olmuştur...

Hz. Peygamber ve arkadaşlarının samimiyeti, yüce ahlakı, adaleti, temizliği, diğergamlığı, insanlara saygı ve sevgisi, ilim ve irfana verdikleri önem ve diğer pek çok meziyet davranışlarına yansımıştır ve insanların dine girmelerinde pratiğe dökülen kuralların büyük etkisi olmuştur…

Aynı şekilde Balkanlar’da İslam’ın yayılmasında Osmanlı Türklerinin dini yaşama şekli büyük role sahiptir. Balkan halkları İslam’a zorla değil, görerek ve benimseyerek girmişlerdir…

Oysa günümüz Müslümanlarına bakarak İslam’a girebilmek kolay değildir…

(..)

Ne yazık ki çağımızın İslam coğrafyası Afganistan’dan Nijerya’ya, Mısır’dan Pakistan’a, Yemen’den Özbekistan’a kadar insan haklarının en çok ihlal edildiği, adaletsizliğin ve zorbalığın zirve yaptığı, ahlaksızlığın kol gezdiği, cehaletin alkışlandığı, aşırılığın hızla yayıldığı topraklardır…

EĞER MÜSLÜMANLARLA TANIŞSAYDIM…

Yusuf İslam (Cat Stevens), İslam ile Kuran-ı Kerim sayesinde tanıştığını, dini yazılı kaynağından öğrenerek Müslüman olduğunu söylüyor ve ekliyor, “eğer Müslüman olmadan önce Müslümanlar ile tanışsaydım belki de İslam’a giremezdim” diyor.

Evet, bugünün Müslümanları dinleri için olumsuz referanslar oluşturuyor. Özellikle gelişmiş ülke insanları Müslümanların sosyal, siyasal ve iktisadi halleri nedeniyle İslam’ın gerçek yüzünü görmekte dahi zorlanıyorlar. Başka bir deyişle, İslam’ın önündeki en büyük engel Müslümanların ta kendisi…

Peki, Afganistan, İran veya Yemen böyle de Türkiye çok mu farklı?…

Onbinlerce caminin yükseldiği, şekli olarak İslami sembollerin hayatımızda daha yoğun bir şekilde belirdiği Türkiye, bu haliyle insanları İslam’a davet eden, insanları çeken bir merkez olmayı başarıyor mu?

Sizler yaşadığınız İslam’a bakarak bu dine girer miydiniz?

MANEVİ BUHRANLAR ÇAĞI

Dünya, her anlamda büyük bir manevi buhran içinde ve modern insan ruhunu kurtarmak için yeni arayışlar peşinde… Aile çözüşüyor, atomize olan insan ilişkileri insanları kalabalıklar içinde daha bir yalnızlaştırıyor. Kimim, hayatın anlamı nedir gibi soruları her geçen gün daha bir can yakıcı hale geliyor… Şiddet en gelişmiş ülkelerde dahi bir salgın hastalık halini alıyor.

Peki, Türkiye bu gidişatta bir istisna olabiliyor mu?

Alternatif bir medeniyet önerimiz var mı?

Rakamlar, ne yazık ki alternatif olmak bir yana bizim de sürüklenip gittiğimizi gösteriyor…

SUÇ BATAĞINA GİRİYORUZ

Her yıl dünyada 500 binden fazla insan cinayete kurban gidiyor. Yani, her gün 1.300’den fazla insan öldürülüyor. Sadece ABD’de yılda 16 bin 500, günde ise 45 kişi öldürülüyor. FBIistatistiklerine göre Amerika’da her yıl en az 1 milyon kişi dövülüyor veya yaralanıyor, yaklaşık yarım milyon kişi soyuluyor, 90 binden fazla kadın ise tecavüze uğruyor. Eurostat verilerine göre ise Türkiye’de her yıl 5 bine yakın insan öldürülüyor. Bu da günde 15 kişiye denk geliyor. Türkiye’de sadece geçtiğimiz 6 ayda kaçırılan insan sayısı 8.150 kişi, bunun 4 binden fazlası çocuk… Hırsızlık, gasp, bireye şiddet ve diğer suç türleri de son 15-20 yıldır ciddi bir yükseliş içinde.

Dünya hapishanelerini dolduran insan sayısı ise 10,2 milyon. ABD hapishanelerinde 2,5 milyona yakın insan yaşıyor. Türkiye’de ise cezaevlerini yaklaşık 140 bin kişi dolduruyor ve sayı her geçen gün artıyor.

Başka bir deyişle, yaşadığımız her bir dakikada yeryüzü biraz daha kana ve şiddete bulanıyor. Geçen yüzyıllar içinde artık medenileşti, olgunlaştı sandığımız insanlık modernleştikçe ve zenginleştikçe suça daha fazla meylediyor.

İşin üzücü tarafı ise Müslüman ülkelerin bu gelişmede istisna olamaması. Hatta İslam ülkeleri modern dünyanın hastalıkları ile eski dünyanın hastalıklarını birlikte yaşıyor, katmerli bir şekilde suç ve günah batağına sürükleniyor…

BATI İLE YARIŞIYORUZ

Geçmişte İslam dünyasının olumlu yönleri anlatılırken “Paris’te bir gecede işlenen suç sayısı tüm İslam dünyasından daha fazla” denirdi. Belki de bundan dolayı “Huzur İslam’da” ifadesi İslami kesimde yaygın bir slogan haline gelmişti... Oysa 21. yüzyılda Müslüman toplumlarda da suç oranının hızla arttığını ve Batı dünyasıyla yarışır hale geldiğini görüyoruz.

Bu tabloda Türkiye ve çevresinin durumu da endişe verici bir noktada...

Son 25 yılda maddi alanda çok önemli atılımlar yapan Türkiye, zenginleştikçe, şehirleştikçe ve modernleştikçe suça daha çok bulaşmış.

Örneğin cinayet sayısı ve hapishane nüfusunda bundan 25 yıl önce Batı Avrupa’dan çok daha iyi durumda olan Türkiye, bugün suç konusunda Avrupa’nın en sorunlu ülkeleri arasında. Örneğin Fransa ve Almanya hapishanelerindeki kişi sayısını üst üste koyup topladığınızda bile Türkiye hapishanelerine yetişemiyorsunuz.

Almanya’da 64 bin, Fransa’da ise sadece 62 bin kişi hapishanelerde, Türkiye’de ise bu rakam 165 bini buluyor.

Müslüman dünyaya baktığımızda 1 milyondan fazla kişinin hapishanelerde olduğunu görüyoruz. Örneğin İran’da 217.000, Fas’ta 72.000, Suudi Arabistan’da 47.000, Kazakistan’da 48.000 ve Cezayir’de 60.000 kişi hapislerde.

Nüfusa oranladığınızda da Müslüman ülkelerin pek çoğunun üst sıralarda yer aldığını görüyoruz.

İran hapishanelerindeki insan sayısı İngiltere, Fransa ve Almanya hapishanelerinin toplamını bile geçiyor. Irak’ta ve Suriye’de ise insanları hapsetmeye bile gerek görmüyorlar…

Batı ile Müslüman ülkelerin suç rakamlarını karşılaştırdığımızda ne yazık ki Müslüman dünyası eskiden olduğu gibi daha iyi bir durumda çıkmıyor.

Somut olmayan veriler açısından baktığımızda da tablo iç açıcı değil.

Örneğin iş ahlakı açısından karşılaştırdığımızda Almanya mı daha iyi bir durumda, yoksa Türkiye mi?

Bir Fransızın sattığı malda mı kandırılma oranınız daha yüksek, yoksa bir Mısırlı’nın sattığı malda mı? Ticaret ortağı olacak olsanız bir İranlıya mı daha çok güvenirsiniz, yoksa bir Norveçliye mi?

Örneklerimizi hayatın olumlu yönlerine kaydırdığımızda da Müslüman dünyası ne yazık ki örnek olamıyor... Mesela eğitim düzeyinde, yönetime katılımda, kamu hizmetlerine eşit ulaşımda veya adalette de tablo iç açıcı değil. Örnek verecek olur isek bir İran, bir Yemen veya bir Türk mahkemesi mi kendi vatandaşlarına daha adil davranıyor, yoksa bir İngiliz mahkemesi mi? Bu sorulara kompleksiz yaklaşan her insaf sahibinin cevabı iç aşağı beş yukarı aynıdır sanırım...

HIZLA ÇÖZÜLÜYORUZ

Genel olarak Müslüman ülkelerin ve Türkiye'nin toplumsal avantajı sayılan aile kurumu da hızla çözülüyor. Bir yandan evlenme yaşı yükseliyor, diğer taraftan boşanmalar neredeyse istisnasız her yıl artıyor. 1990 yılında sadece 25 bin 712 olan boşanma sayısı 2004 yılında neredeyse 4 misli artarak 91 bine ulaştı. 2013 yılına gelindiğinde ise sadece 1 yılda boşanan çift sayısı % 500'lük artışla 125 bin 305'e ulaştı.

Bu rakamlar bize Türk toplumunun en güçlü yönü olan ve her türlü krize dayanmasını sağlayan ailenin hızla çözüldüğünü, aile sayesinde kazandığımız fedakarlık, vefa ve işbirliği gibi değerleri yitirmekte olduğumuzun da ipuçlarını veriyor.

Sağlıklı toplum ve sağlıklı birey değerlendirmesinde önemli bir veri sayılan intihar sayılarında da Türkiye toplumu inanılmaz bir patlama yaşıyor. 1995'de 1 yılda intihar eden kişi sayısı 1.530 iken bu rakam 2013 yılında neredeyse % 100 oranında bir artışla 3 bin 189'a yükselmiş durumda. Bu ülkede her gün ortalama 9 kişi intihar ediyor... İntihardaki artışta ekonomik krizler ve bireyin içine düştüğü ruhsal bunalımlar büyük etkenler sayılırken genel olarak ailedeki çözülmenin önemi de sayılıyor...

Kısacası geleneksel ve Müslüman toplumun insan ilişkilerinde sunduğu pek çok avantaj ya kayboldu, ya da hızla kayboluyor.


DİN, MEŞRULAŞTIRIC BİR METAYA DÖNÜYOR

Müslümanların yıkılan geleneksel toplum yerine modern ve alternatif bir toplum inşa edemediklerini, yeni toplumun Batı’nın hastalıkları ile Doğu’nun hastalıklarının bir karışımı olarak ortaya çıktığını görüyoruz.

Başka bir deyişle, Müslümanlar modernleştikçe ve zenginleştikçe belki İslami sembollerle donanıyor, ancak dinin gerçek değerleri ile kendisini zenginleştiremiyor... En kötüsü dinin ahlakı güzelleştiren yönleri her geçen gün köreliyor ve güzel ahlakı alınmış bir din mümkün hale geliyor…

Din, modern yaşamda hayatı kolaylaştıran değil, yapılıp edilenleri meşrulaştıran bir araca, bir metaya dönüşüyor. Hal böyle olunca ‘ahlaksız dindarlık’ veya ‘suçlu dindarlık’ dahi pratikte karşımıza çıkabiliyor.

KENDİNİZE BAKIP, MÜSLÜMAN OLUR MUYDUNUZ?

Son söz olarak, gündelik telaşlar içerisinde hayata dair çok önemli gelişmeleri kaçırıyoruz...

Zemin ayaklarımızın altından kayıp giderken bizler bazen sadece ufka bakıyor, maddi anlamda ileri doğru gitmeyi gelişme sayıyoruz. Oysa hiç fark etmeden yeni nesiller yeni ilişki ağları, yeni değerler ve yeni bir ahlak inşa ediyorlar.

Ne yazık ki yeni de eskiden daha iyi değil, hatta pekçok açıdan eskiyi aratır bir mahiyette…

Çok geç olmadan değişimin farkına varmak ve yabani şekilde, adeta çalılar gibi büyüyen değerler sistemimize artık el atmamız gerekiyor.

Bina yaparak, camiler dikerek, imam hatip liselerinin sayılarını arttırarak, konuşmalarımıza daha fazla İslami kelime ekleyerek daha iyi bir toplum olamayız. Öz yoksa kabın insana hiçbir yararı olmaz...

Dinin özü ise ahlaktır, saygıdır ve sevgidir. Bu değerlerini kaybetmiş bir medeniyet başkasına örnek olmak bir yana uzun süre ayakta dahi duramaz...

Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak, kendinize bakarak Müslüman olur muydunuz?

Bıraktım dini, din değiştirmeyi, siz kendinize bakarak kendinizi örnek alır mıydınız? Kendinizi gelecek nesillere örnek insan olarak sunar mıydınız?

-------------

NOT: Bu yazı ilk olarak 21 Temmuz 2014 günü yayımlanmıştır.
www.facebook.com/lacinersedat
twitter.com/sedatlaciner
Kaynak: haberdar.com


Haşmet BABAOĞLU
Sabah
Yobazlık... Her yerde, herkeste!
06 Haziran 2009

Sonunda Yiğit Bulut da anladı!
Yobazlığın sağı solu yok.
Çoğu zaman irticacı kadar yobaz laik de; çoğu zaman gelenekçi kadar yobaz yenilikçi de!
Kendini bilimden yana görenin yobazlığı bazen en hurafeciden bile daha sert, daha kuru, daha insafsız!
Yobazın milliyetçisi, enternasyonalisti; liberali, muhafazakârı, sosyalisti, Kemalisti yok!
Hepsi bir anda ve nasıl da kolayca yobazlığa dönüşebiliyor!
Hepsi çevresini dikenli tellerle örüyor, hepsi dışlayıcı, hatta yok edici.
Ve ne yazık ki, hiçbir teori, hiçbir inanç yobazlığa karşı doğal bağışıklık sağlamıyor.


***

Yiğit Bulut!
Bir bakmışsınız, Barzani'yi kulağından yakaladığı gibi Türkiye'ye getirmeye kalkan...
Bir bakmışsınız, IMF'nin kapatılmasını isteyen...
Ama her sabah televizyonda en şık haliyle ulusal ve uluslararası para piyasalarını yorumlayıp tüyolar vermeyi ihmal etmeyen ekonomi uzmanı...
Yiğit Bulut!
Birbirine muhalif gibi görünen ve çok tartışmalı tezleri doğruluklarına inandığı için içtenlikle ve asla geri adım atmadan savunan köşe yazarı...
Geçen hafta gazetesi Vatan'da üç yazı yazdı Bulut.
Darwinci Evrim Teorisi'ne ve evrime inananlara da inanmadığını dile getirdi.
Vay sen misin bunu yapan!

***

O güne kadar Yiğit Bulut'un her dediğine yobazca inananlar, şimdi sırf Yiğit Bulut evrime inanmadığı için, ona inanmamaya başladılar.
Bir anda kendini aydın sanan kara cehaletin, nerede pozisyon alırsa alsın mutlaka yobazca pozisyon alan siyasal hoyratlığın saldırısı başladı.
Geçen günkü yazısında şaşkınlıklar içindeydi Bulut! (Bkz. Vatan.03/06/09) Okumuş yazmış okur kitlesinden gelen tepkiler karşısında şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu belli ki!
Onu "milliyetçi" olarak tanıyıp benimseyen okurları "milliyetçi çizgide biri okyanus ötesinde icat edilen Darwin karşıtı çizgiyle nasıl buluşur" diye soruyordu. Bu düzeyde saçmalamaya kadar gidebiliyordu işte insanlar!
Çoğunluk ise Einstein'ın "itici güç" kavramını kullandığı için onu "mürteci" ilan etmişti bile!

***

Nedir yobazlık? Nedir bağnazlık?
Bir zamanlar Ahmet İnam çok güzel tanımlamıştı:" Yobazlar dünyayı boydan boya ikiye ayırırlar. Bizimkiler ve onlar..."
Bir de...
En büyük yanılgımız okumanın, öğrenmenin yobazlığa engel olduğunu sanmak, yobazların cahiller olduğunu sanmamızdır.
Okur yobazlar, bol bol yazan yobazlar vardır.
Ama sürekli kendilerini haklı kılmak için okur, yazar yobazlar.
Bir de...
Bana sorarsanız...
Vazgeçtim gündüzlerinden...
Gece kafayı yastığa koyunca hemen uyumayıp kendilerine "nereden geldik, nereye gidiyoruz?" diye sorsalar...
Biraz kuşkulanıp sorgulasalar bildiklerini, öğrendiklerini, fikirlerini...
Düşünce ve inanç tembelliklerini biraz olsun terk etmeyi göze alsalar...
Belki o zaman yavaş yavaş kalkmaya başlar yobazlığın karanlık örtüsü!

Haşmet Babaoğlu - Sabah
hasmet.babaoglu@sabah.com.tr

Adnan İslamoğulları
Ya mevzudan mutahhar kalacağız, ya da uçkuru çözüp ilâhiyat(?) konuşacağız…

“İlim öğreniniz, ilmin içinde vakar öğreniniz… “(Hz. Ali)


İki hafta önce bir televizyon kanalında misafir edilen bir zâtın saatler boyunca nefessiz anlattıkları üzerine yazmayı düşünürken bir taraftan, tenâsül ilminin(!) zihinlerden boşaldığı bu eyyâm-ı hazırâda, nitekim bu münasebetle tam da tertemiz kalmak dâiyesiyle yazıyı süresiz tehir etmiş ve hatta ‘selâmet der-kenarest’ mazmûnunca olan bitenden bütünüyle teberrî etmek kararı vermiştim. İmdi, dün gece yine aynı ekranda arz-ı endâm edince mişârün-i ileyh, cereyân eden gulgulenin temas olunabilecek veçhesi(?)imiş ki, bir hiss-i gayret sâdır oldu ve bu his refâkatında yazmağa niyetlendim…

Ve ortalıktaki rezaletten hurûc içün gayet emniyetli bir yol; yani iki tercihimizin olduğu kanaatindeyim.

Bize, ahval-i dinîyyemize musallat olan kimselere ya seksen yaşındaki pîr-fâni bir insanın olgunluğunu kuşanıp mukabele edeceğiz, yahut, uçkuru çözüp ilâhiyat(?) konuşacağız.

İmdi bu proğramı bütünüyle tahlil edecek değiliz. Zirâ ki, mevzudan mutahhar kalmak azmindeyiz…

Yalnız, proğramın tamamına hâkim olan bir illetten yani cehâletten bahis buyurmak bir farz-ı kifâye olarak omuzlarımıza yüktür ve bu yükü indirmek iktizâ etmektedir…

Cehâlet cüppe giyer ve sarık sararsa’nın hikayesi eski ve eskiliğince de trajiktir aslında. Tarihimiz, bahse konu trajedinin, üzeri bir türlü küllenmek bilmeyen ateşleri ile doludur. En ufak bir nefes bulmasın; derhal harlayıp, etrafını yakmağa başlayan bir ateştir Cehâlet; yakar.. kavurur.. tüketir... Zihin gibi, dimağ gibi, akıl gibi vâdileri çöllere çevirir, gönülleri tahrib eder…

Cehâletin kendine göre bir dünyası, kendine göre bir tabiatı varıdır. Her şeyleri kendisine özgüdür. Yağmur ona göre yağar, güneş ona göre doğar, şimşek ona göre çakar. Seller, fırtınalar, heyelanlar onun istediği gibi tecellî eder ve yanardağlar onun belirlediği sebeplere istinâden infilâk ederler. Hele hele depremler; tamamen onun uygun gördüğü hedeflere yönelir, onun tespit ettiği marazlardan dolayı yer yarılır da tüm marazlar yerin dibine gömülür. Cehâlete göre aksi mümkün değildir, çünkü cahiller öyle buyurmuştur. Tarih onun istediği gibi gelişmiş, onun istediği ve beklediği gibi şekillenmiştir; kezâ tarihe dair insanlar da onun belirledikleri gibidir...

Hatta din bile ona göredir. Böyle olunca da, Allah’ın, kitabın, peygamberin ve ümmetin de ona göre olması veya olması gerektiği eşyanın tabiatı gibidir ona göre. Cennet ve cehennemin imar planları, kat planları bile vardır ellerinde.. “Sorulan sorandan daha bilgili değildir” hadisi muâllak taşı gibi havadadır, çünkü cehâlet gayba dair de tüm soruları cevaplar. Cennetin ve cehennemin rezervasyon müdürü gibidir cehâlet, istediğini alır, istediği kadar yakar, istediği zaman âzâd eder. Cennetteki tüm köşklerin yapı malzemelerini bilir, ne kadarı inciden, ne kadarı altundan, elmastan, yakuttan hepsini bilir. Kaç odalıdır, ebeveyn banyosu kaç tanedir bu tür bilgilerin tümüyle mücehhezdir..

Bu tür proğramaların yani mizansenin bildik safahâtı... İki televizyon proğramcısı hocaya musallat olur ve ne soracağını dahi takdir etmekten aciz, meşruhat bekler. Zira, aradığı bir cevap değildir zaten ve her şey tuhaf bir memûr kılınış psikozu tahtında cereyan etmektedir. Proğramcının birisi mütemâdiyen kahkahalarla güler, masaya yatarak kahkahalar atar.. Bakışlarında alabildiğine bir tahfif, alabildiğine bir alay, alabildiğine bir belgeselci tecessüsü vardır ki, sanki aborjinlerin günlük hayatını izlemektedir; haksız da sayılmaz, lakin taaccüp eden, tahfif eden, tecessüs eden bâri müselmân olsadır…

“Damacana ile halvet olmanın kitaptaki karşılığı nedir?” gibi bir sual kendisine tevdî olunduğunda, bundan hiç rahatsız olmaz hocaefendi, bunu bir hafiflik olarak telâkkî etmez, “Ne münâsebet bu nasıl bir sualdir?” demez ve cevap verir, kitaptaki yeri hazırdır: “Damacanayla seks küçük bir günahtır"…

Suallerin kâhir ekseriyetinin tenâsül hayatına müteveccih olması hiçbir rahatsızlık sebebi değildir çünkü…

Cehâlet bir silsiledir, kadîm zamanlardan beridir tevarüs eder durur, araya girmeye kalkmayınız; din dairesinin dışındasınızdır bir iki küçük hamle ile.

Acının, yoksulluğun, sefâletin, hastalığın ve dahi ahmaklığın üzerine binâ eder kendisini; kat kat yükselir, yayılır. Öyle bir sarar ki tüm toplumu; sağlıklılar hasta telâkki edilir olur.

Cehâlet kendi iktidarını putlaştırır, mutlaktır, tartışılamazdır kendi dairesi ve ordusu içinde. Ve inanmak öylesine güçlü bir duygudur ki, inandım derken pek çok insan, incitir ve inkâr eder de inandığını zannettiğini, farkında değildir, çünkü kurtuluşun bileti tutuşturulmuştur eline; ehlince...

Akl-ı selim; ‘Pes! Bu kadarı da olmaz’ der, ama olmuştur, olmağa da devam eder.

Akl-ı selim’in elinden alınır hakları, kendini ifade edeceği zemin altından kayıverir. ‘Hayır’ diyecek olur; akl-ı selim; ‘bu duyduklarınız hilâf-ı hakikattir ve cehâletin ürünüdür’; boğazına tıkarlar sözlerini ve hukukun rağmına su-i misaller emsâl gösterilir; çünkü o kadar çokturlar ki, etrafınızı sarmıştırlar, kaçamazsınız!..

‘Dervişlik baştadır / tâcda değil’ demişti ya Yûnus; irtifâ kazanmış(!) ve nicedir tâca yükselmiştir(!) dervişlik ve dervişler; ‘Şekli sevenler sineğin bala yoğurda yapıştığı gibi yapışıp kalırlar’ dediği gibi Mevlâna’nın, yapışıp kalmışlardır şekillerine nicedir...

Bir tarafta, ‘Kraliyet Muhafızları’ marka kol düğmeleri üzerine gelişen diyaloglar, fora edilen ve yerine ikâme edilen özel yapım fesler, şık yüzükler, bakımlı eller, pahalı kumaştan cüppe ve gömlekler, İmam-ı Âzâm’ın dört bin dinarlık elbisesine yapılan atıflar, diğer tarafta İslâm düşünce tarihine dair bir tek mütefekkir ismi, İslâm düşünce dünyasından dair bir tek mehaz, bir tek iktibas, İslâm coğrafyasının bir tek problemine dair bir cümle, bir kelâm, İslâm ahlâkına, İslâm’ın değerlerine bir tek referanstan yoksun saatler süren bir mugâlata…

Akl-ı selîmin işi çoktur, işi zordur ves-selâm!...

İslâm, hocaefendi, ilim, vakar gibi kavramlar bu kadar hafifliği kaldırmaz, kaldırmamalı, kaldıramamalı…

“İlim öğreniniz, ilmin içinde vakar öğreniniz…”(Hz. Ali)

Neredesin ey vakar?!

Neredesin ey akl-ı selim?!

haber10

Kuran kursunda dayaktan ölen çocuğun defterine neler yazdığı ortaya çıktı
28 Nis, 2017



Kuran kursunda dayaktan ölen çocuk defterine, “Sevgili Allah lütfen anne ve babamın beni başka bir okula göndermelerini sağla” diye yazdığı ortaya çıktı.
Malezya’daki bir Kuran kursunun müdür yardımcısı tarafından dövüldüğü iddia edilen 11 yaşındaki çocuk, bacaklarının kesilmesinin ardından hastanede hayatını kaybetti. Polis, Johor eyaletinde yaşanan olayda ölen çocuğun kursun müdür yardımcısı tarafından hortumla dövülen çocukların arasında olduğunu söyledi.
Malezya medyasında yer alan çocuğun günlüğünde de, okuldaki sistematik dayak anlatılıyor.
Komaya giren çocuğun ölmeden önce sağ kolunun da kesilmesini beklediği kaydedildi.
Ölen çocuk ve 14 sınıf arkadaşının 24 Mart’ta okul binasında gürültü yaptıkları gerekçesiyle bir su hortumuyla dövüldüklerine inanılıyor.
Çocuğun günlüğünde, ülkenin güneyindeki Kota Tinggi’de bulunan okulda bir kişinin hata yapması durumunda tüm bir sınıfın ceza gördüğü anlatılıyor.
Günlükte ayrıca çocukların, sabaha karşı üçte namaza kaldırılmadan önce, biraz uyuyabilmek için ilk dayak yiyen olmaya gönüllü oldukları anlatılıyor.
BBC Türkçe’nin Malay Mail adlı internet gazetesinden aktardığı habere göre, ölen çocuk günlükte “Sevgili Allah, lütfen anne ve babamın beni başka bir okula göndermelerini sağla çünkü artık buna dayanamıyorum” diye yazdı.

DAHA SIKI DENETİM ÇAĞRISI

Çocukları dövmekle suçlanan müdür yardımcısının gözaltına alındığı ve güvenlik kamerası görüntülerini incelendiği kaydedildi.
Çocuğun ölümü, özel Kuran kurslarının daha sıkı denetlenmesi çağrılarını beraberinde getirdi.

Ulusal Hafız Okulları Birliği Federasyonu (PINTA) güvenlik kamerası görüntülerinde çocuğun ayak tabanlarına hortumla vurulduğunun görüldüğünü açıkladı.

Ancak PINTA’nın Başkanı Mohd Zahid Mahmood, yetkili makamların soruşturmalarını tamamlanmasının beklenmesi gerektiğini vurguladı.
Kursun müdürü ise, devam eden polis soruşturmasını gerekçe göstererek açıklama yapmayı reddetti.
Odatv.com

Ahmet Hakan: Bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça Türkiye'de ateizm yükseliyor!
25 Eylül 2017



"Kısacası; sinir bozucu, mide bulandırıcı türden bin türlü şerefsizlik..."

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, ilahiyatçı İhsan Şenocak'ın "kızlar'ın pantolon giymesinin, kaşlarını aldırmasının, üniversiteye gitmesinin günah olduğu" yolundaki iddiasına tepki gösterdi. Hakan, "Ve bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça Türkiye’de maalesef deizm ve ateizm yükseliyor! Uyanın ey ehli iman! Bu İhsan Şenocak türü adamlar yüzünden. Din elden gidiyor din!" ifadesini kullandı.

Ahmet Hakan'ın "İşleri güçleri kızlar ve kızların giydiği pantolonlar" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

İhsan Şenocak adlı bir hoca.

Çıkmış vaaz kürsüsüne...

Üniversiteye giden kızlara ve o kızların babalarına...

Hayâsızca saldırıyor.

*

Mesela...

Sırf pantolon giydiler diye... Üniversitede okuyan tertemiz genç kızların namuslarına ve şereflerine dil uzatıyor.

*

Mesela...

Üniversite amfilerini alenen ve resmen “kızların soyulup atıldıkları yerler” olarak tanımlıyor.

*

Mesela...

Üniversiteye giden kızların babalarını, “kızlarını soyup amfilere atan adamlar” diye nitelendiriyor.

*

Kısacası...

Sinir bozucu, mide bulandırıcı türden bin türlü şerefsizlik...

*

Bu İhsan Şenocak denilen adam...

- Sakalının etrafını bir güzel kıllardan arındırıp cillop gibi yaparken kadınların kaş aldırmalarının şeytani olduğunu söylüyor.

- Kuran kurslarında erkek çocuklarına edilen tecavüzler konusunda tek bir harf bile etmeyip kendisine tek konu olarak kızların pantolonunu seçiyor.

- Kendi kılık kıyafetine saygı beklerken başkalarının kılık kıyafetine onursuzca ve adice saldırıyor.

*

Ve bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça...

Türkiye’de maalesef deizm ve ateizm yükseliyor!

*

Uyanın ey ehli iman!

Bu İhsan Şenocak türü adamlar yüzünden...

Din elden gidiyor din!

T24

Cemaat yurdundaki vicdansızlık ses kayıtlarında ortaya çıktı
26 Eylül 2017



Süleymancılara ait Kütahya Özel İkizhöyük Orta Öğretim Erkek Yurdu'nda 12 yaşındaki çocuğun kolunu kıyma makinesine kaptırmasına ilişkin hazırlanan bilirkişi raporunda yurt yöneticilerinin ses kayıtlarına yer verildi. Ses kayıtlarında mağdur Nurettin Ekşi'nin henüz eli kıyma makinesindeyken tehdit edilmeye başlandığı görülüyor.

Kütahya’da yaşayan 12 yaşındaki Nurettin Ekşi 22 Ağustos 2015’te yurtta kalan 15 yaşındaki ağabeyi Serkan’ı ziyarete geldi. Yurt Müdürü Mehmet Kalkan’a başvunan Nurettin Ekşi, ağabeyi ile çarşıya çıkmak için izin istedi. Kalkan da yurtta yapılacak işlerin olduğunu belirterek, iki kardeşi mutfağa gönderdi. Serkan Ekşi, aşçı Bünyamin Dağ’ın yönlendirmesiyle bulaşıkları yıkarken; Nurettin de etleri kıyma makinesine koymaya başladı. Bu sırada Ekşi’nin kıyma makinesine kaptırdığı kolu, dirseğinden koptu.

O BİR ÇOCUK

Hürriyet'ten İsmail Saymaz'ın haberine göre Kalkan ve Dağ hakkında ‘taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma’ suçlamasıyla Kütahya 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Görevlendirilen bilirkişi heyeti, raporunu hazırlayarak mahkemeye sundu. Raporda, ağabey Serkan Ekşi’ye mutfakta bıçakla etleri kemikten sıyırma ve aşçı yardımcılığı gibi tehlikeli işlerin sigortasız şekilde yaptırıldığı ifade edildi.

18 yaşından büyüklerin çalışabileceği işlerde 15 yaşından küçük olanların çalıştırılamayacağı belirtilerek, “Bu yasağı hiçe sayan bir yönetim anlayışının sergilendiği görülmektedir” denildi. Nurettin’in 12 yaşında olduğu anlatılarak, “Zaten ne genç, ne de çocuk işçi olarak, hiçbir şekilde çalıştırılamayacak küçük bir yaştadır” denildi. Bu vakanın iş kazasına girmeyeceği vurgulanarak, “Mağdur yurdun sigortalı görev yapan bir çalışanı değildir. Yurtta bile kalmayan, abisini ziyarete gelen bir çocuktur” denildi.

YALAN SENARYOLARI

Kazadan sonra daha ambulans ve polis gelmeden ağabey Serkan Ekşi tarafından çekilen ses kaydı da bilirkişi raporuna girdi. Bu kayıtta, Dablak Kız Öğrenci Yurdu Müdürü Ahmet Altınok’un kaza için çocuğu suçlayan bir senorya kurguladığı anlaşılıyor.

Aşçı Dağ’a “Hayır, kıyma makinesini sen çalıştırıyordun” diyor. Dağ da, “Ben çalıştırıyordum, he” diye yanıt veriyor. Altınok ise “Sen kıyma çekiyordun, o (Nurettin) elini kıymaya kaptırıverdi” diye ekliyor. Ardından Serkan Ekşi’yi de “Sen de öyle dersin, tamam mı Serkan? Şimdi bak senin de başın belaya girmesin” diye tembihte bulunuyor. Bir diğer kayıtta Mehmet Öztürk adlı kişi, Ekşi’ye “Ben sözümü tuttum, hastaneye getirdim, sıra sende” diyerek yurt lehinde ifade vermesi için baskı yapıyor.

Raporda şöyle deniliyor:

HEM SUÇ, HEM ÜZÜCÜ

“Kolunu kıyma makinesine kaptırmak suretiyle hayati tehlike taşıyan bir yaralının hastaneye götürülmesi insaniyet adına herkes için acil şekilde yerine getirilmesi gereken bir görevken, sanıklar tarafından bu işin bile koşul karşılığında yerine getirildiği anlaşılmaktadır ki bu durum hem çok üzücü, hem de suç içermektedir.”

GERÇEK DIŞI BİLGİLER

Ayrıca iki sanığın gerçek dışı bilgi verdiği ifade edildi. Raporda, kıyma makinesinde acil stop butonu ve kaçak akım rölesinin olmayışı ağır ihmaller arasında sayıldı. Kalkan ve Dağ’ın asli kusurlu oldukları saptandı.

Cumhuriyet

Kuran kursunda çocuklar, dayaktan kaçtı: Hoca sopayla, boruyla dövüyor!
27 Ekim 2017



Çocuklar Kuran kursundan kaçarak 8 kilometre uzaklıktaki ilçe jandarma komutanlığına sığındı

Trabzon’un Of ilçesinedeki Ballıca Kuran Kursu hocası H.T’nin kendilerini dövdüğünü iddia eden çocuklar Kuran kursundan kaçarak ilçe jandarma komutanlığına sığındı. Çocuklar ifadelerinde Kuran okuma hocası H.T’nin ezberde yanlış yaptıkları gerekçesiyle kendilerini sopa ve boru ile dövdüğünü söyledi.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre Trabzon’un Of ilçesine bağlı Ballıca Mahallesi’ndeki Ballıca Kuran Kursu’nda hocaları H.T’nin kendilerini dövdüğünü iddia eden M.Ç. (13) S.O. (14) ve H.A. (15) 24 Ekim Salı günü, sabaha karşı Kuran kursundan kaçarak 8 kilometre uzaklıktaki ilçe jandarma komutanlığına sığındı. Çocuklar ifadelerinde Kuran okuma hocası H.T’nin ezberde yanlış yaptıkları gerekçesiyle kendilerini sopa ve boru ile dövdüğünü, sabaha kadar ödev verilen bölümleri ezberleyememeleri halinde kendilerini “dayaktan öldüreceğini” söylediğini, korktukları için saat 04.00’te Kuran kursu yurdundan kaçtıklarını, ilçede rastladıkları Of Belediyesi zabıta görevlisinin kendilerini jandarma ilçe komutanlığına getirdiğini anlattı.

Koruma altındalar

Öğrenciler, Kuran kursunda sürekli dayak ve baskı olduğunu, ailelerinin gönderdiği küçük miktarlarda harçlıkların 50 lirasının her seferinde ceza olarak alındığını, işkence haline dönüşen bu ortamda kalmak istemediklerini söyledi. Yapılan ilk muayenede çocukların vücudun çeşitli yerlerinde darp izlerine rastlandığı öğrenildi. Çocuklar koruma altına alınırken, Of Cumhuriyet Savcılığı tarafından adli, Of Müftülüğü tarafından da idari soruşturma başlatıldı.
T24
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com