EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Cumhuriyet Gazetesi

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Şub 05, 2008 11:30 pm    Mesaj konusu: Cumhuriyet Gazetesi Alıntıyla Cevap Gönder



İlhan Abi'nin Cumhuriyet'i
Necdet Şen ~ 4 Nisan 2008

Peşrev
Soru: Cumhuriyet'siz bir Türkiye düşünülebilir mi?

Cevap: Ne kadar gereksiz bir soru? Tabii ki düşünülemez.

Cumhuriyet bir anıttır. Aklımızın sigortası, devrimlerin bekçisi, yıllar yılı biriktirilip, önce yatak altlarını, sonra odayı, sonra tüm evi dolduran, yine de kıyılıp atılamayan bir kültür hazinesi.

Yanlış anlaşılmasın; fetiş olanından değil, gazete olanından söz ediyorum.

Bir zamanlar bu gazetede alelâde bir sıra neferi olarak bulunmuş olmaktan dolayı duyduğum gururu sözcüklerle anlatabileceğimi sanmıyorum. O nedenle, bir süredir "Cumhuriyet Nostaljisi" adını uygun bulduğum bir senfoni yazmakla meşgulüm. Belki oratoryo da olabilir. Ya da saz semaisi. Telefon alarmı da olabilir. Buna henüz tam karar veremedim. Ama ilk notası Do, bu kesin.

Tam bağımsız ve lâik Türkiye Cumhuriyeti'miz nasıl ilelebet payidar kalacaksa, kâğıda basılan ve cüz cüz indirilen kutsal bir kaynak olarak algıladığım sevgili gazetemiz Cumhuriyet de ilelebet payidar kalacak, sonsuza kadar yolumuzu aydınlatacaktır.

Çünkü Cumhuriyet, bir gazete olmanın çok ötesinde, 85 yaşını idrak etmiş bulunan çağdaş ve lâik Türkiye'nin dahilî ve haricî bedhahlar tarafından ele geçirilememiş en son (ve belki de tek) kalesidir.

Cumhuriyet'imizin sahipleri
Cumhuriyet her zaman bağımsız ve güvenilir bir gazete olmuştur ve hep öyle kalacaktır. Karanlık iftiralarla yıpratılmak istenen sayın Çapan biraderlerin, eski bir ülkücü olduğu rivayet edilen sayın Ciner'in, 28 Şubat'çı sayın emekli paşaların ve hatta sayın en büyük basın grubunun, kâh ortaklık, kâh danışmanlık, kâh yönetim kurulu üyeliği, kâh el altından maddî destek vermek suretiyle bir biçimde ortak olduğu gibi süflî söylentiler, Cumhuriyet'in tertemiz mazisine zerre kadar gölge düşürmez.

Velev ki birazcık düşürse bile, bu aynî ve nakdî yardımlardan dolayı gazetemizin şu veya bu biçimde yönlendirilmesi şu veya bu amaç için kullanılması olasılık dahilinde değildir.

Her dönemde baskıcı ve gerici iktidarlar tarafından susturulmak istenen Cumhuriyet, tüm çelmelere ve ayak oyunlarına göğüs gererek bugünlere kadar gelmiştir ve hiç kuşkusuz ebediyete kadar da yaşayacaktır.

Cumhuriyet'in uzak tarihi
Cumhuriyet'in ilk kez kimin emriyle ve nereden temin edilmiş bir matbaa makinesiyle yayın hayatına başladığı, neye hizmet etmesi emredildiği, tarihi boyunca hep böyle devrimci ve çağdaş mı olduğu, ilk güzellik yarışması ve ilk piyangoyu hangi kıymetli gazetemizin düzenlediği, 9 Mart darbe girişiminin kimin makam odasından yönetildiği gibi konu başlıkları, seneler evvelinde kalmış olmakla birlikte, yine de renkli mevzulardır.

Örneğin, durup dururken yersiz bir paranoyaya kapılarak yurt dışına kaçmış olan hassas ruhlu şair ve komünist Nazım Hikmet'in gazetemizdeki fotografının yanına 12 Temmuz 1951'de yazılan şu resim altına bakalım:

"Bu fotoğrafı sütunlarımıza geçirirken şair Eşref'in Abdülhamid'e yaptığı tavsiye aklımıza geliyor. Bu tavsiye 'resmini teksir ettirip dağıt ki millet doya doya yüzüne tükürsün' mealindedir. Biz de yukarıdaki resmi Nazım hesabına aynı gaye ile basmış bulunuyoruz. "

Bu örnekte de görüleceği gibi, tüm Babıalî bu büyük ozanımızı unutulmuşluğun girdabında terketmişken, sevgili gazetemiz onu bir vesileyle Türkiye kamuoyuna anımsatmıştır.

Ya sevgili gazetemizin ölümsüz patronu ve onursal başyazarı Nadir Nadi'nin 3 Haziran 1938 tarihinde Viyana'dan yazdığı şu satırlar:

"Hindenburg'ların, von Moltke'lerin, Rooswelt'lerin arasında en fazla nazarı dikkati celbeden üç isim var: Atatürk, Hitler ve Mussolini..."

Böylesine Atatürkçü bir cümleyi -ve benzerlerini- sevgili patronumuzun "nazi muhibbi" olduğu biçiminde yorumlayan takkesiz liboşların çıkabildiği bu ülkede, boyalı basının işi nerelere kadar vardırabileceğini ve ihanet karşısında safları sıklaştırmamızın neden kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu anlamak zor değil.

Gazetemizin ilk binasının daha önce İttihat ve Terakki cemiyetinin merkezi olmasından da manevî bir veraset anlamı çıkartılmaması gerekir. Öyle denk gelmiştir.

Cumhuriyet, bizim kimlik kartımızdı
Aah o yıllar! Buralar hep dutluktu. Gerici partileri destekleyen kara kafalı cahil kalabalık henüz sokaklarımıza doluşmadığı için, düzeyli, beyaz, biz bizeydik.

Sadece Hasan Cemal mi sevecek Cumhuriyet'i? Ben de çok sevmiştim. Aşıktım hatta. Çınarlarında kolon vurdum, koridorlarında sabahladım, göz nuru tükettim tam yedi buçuk yıl.

Ama gün oldu, ayrı düştük.

Söylemekten hicap duyuyorum, değersiz şahsıma yönelik yapılan en okkalı hakaretler ben ayrıldıktan sonra Cumhuriyet'in sayfalarında yayınlanmış olsa da gazeteme olan sevgimde bir dirhem eksilme olmadı.

Ailemden ve öğretmenlerimden sonra belki de kişiliğimin oluşmasında en büyük paya sahiptir Cumhuriyet. Eğri ile doğruyu, çağdaş ile yobazı, devrimi ve karşı devrimi, menemeni, köy enstitülerini, halkevlerini, öztürkçeyi ben hep o gazeteden öğrendim.

Çocuktum ufacıktım, memlekette "devrim" diye bir kelime hasıl olmuştu. Ne anlama geldiğini bilmiyorduk. Aydınlanmanın Bilgesi, gazetedeki penceresinde "aslanım Deniz, kaplanım Mahir" diye yazılar yazar, kırlardan şehirlere inecek, tersaneleri, kışlaları, fabrikaları zapturapt altına alıp, ehil ellere teslim edecek devrimcileri arı Türkçesiyle destekler, yol gösterir, boy boylar, soy soylardı.

Neyin ne olduğunu kendi başıma bilecek değildim ya, çocuktum ufacıktım, işin doğrusunu öğreneyim diye her Allah'ın günü İlhan Abi'nin Pencere'sini okurdum.

İyi ki okumuşum, kafam bilinçle doldu, aydınlandım, devrimleri korumak için önemsiz bir sıra neferi olmanın erdemini kavradım. Hatta bir ara (okuduklarımı yanlış algılamış olmalıyım ki) silahlanıp dağa çıkmaya heveslendim. Ne var ki, ben çıkacak uygun bir dağ bulana kadar Denizler ve Mahirler sıram sıram biçildiler, elimde Cumhuriyet gazetemle ortalıkta öylece kalıverdim.

Neyse ki İlhan Abi ve gazete kale gibi ayaktaydı. Bilinç düzeyimi daha da geliştirmek için okumaya devam ettim.

"Morison Süleyman" diye biri vardı bir yerlerde. Ne utanmaz herifti o öyle? Memleketi satıyordu. Neyse ki Aydınlanmanın Bilgesi erişilmez belâgatiyle ona haddini bildiriyordu da gazımızı alıyordu azıcık.

Bir de faşolar vardı. Sarkık bıyıklı, canî ruhlu tosuncuklar. Katildi hepsi. Aydınlanmanın Bilgesi'ni okudum, onlardan da topyekün ikrah ettim. Dost kim düşman kim bir bir belledim, hayatın sırrını cüz cüz öğrenip sorana da sormayana da tepesine bine bine öğrettim.

Sanat ne içindir?
Okuduklarımdan vazife çıkarmıştım kendime; madem ki bilinçlenmiştim, bu bilinci topluma yaymalıydım. Ama nasıl? Öyle tek tek uğraşmak biraz zor geldi. Düşündüm düşündüm, karikatür çizmeye karar verdim. Komprador burjuvaziyi çizgilerimle hicvedecektim, yıkılacaktı.

Önceki yıllardan kalma takvimlerin arkalarına elinde ingiliz anahtarı tutan tulumlu ve üçgen vücutlu işçiler ve püro içen göbekli patronlar çizmeye başladım. Çok yakındı bozuk düzenin yerle bir olması.

O zamanlar Google olmadığı için, herhangi bir yere "komprador ne?", "devrimci kim?", "çağdaşlık bize babamızdan miras mı kaldı?" gibi sorular girip aratamıyorduk. Cumhuriyet'te ne yazıyorsa oydu vehbinin kerrakesi.

Eminim bilmiyorsunuzdur, size de öğreteyim: İlerici, boğaz köprüsüne, sahil yoluna, televizyona, özel kanallara, internete, serbest piyasaya, avrupa birliğine karşı çıkan, halkın daima gericilere oy verdiğini, o nedenle de halka değil, orduya güvenmek gerektiğini bilen çağdaş insana denir; gerici ise avrupa birliğine girmek veya gayrısafi milli hasılayı isviçre düzeyine çıkarmak gibi kör saplantıları olan liboşlar ile onların işbirlikçisi çember sakallılar ve çarşaflılardır.

Yanıyor mu Ziverbey Köşkü'nün lâmbası vay!
Çocuktum ufacıktım, devrimciydim. Denizler Mahirler yoktu ama evelallah ben vardım. Memleketin tersanelerine girilmişti. Ya şimdi ne yapacaktım?

74 affı önümüzü bir kez daha açtı. Gene devrim rüyası. Zalim saldırıyordu ama arkamızda da kale gibi bir gazete ve kapı gibi akıl hocalarımız vardı. Parkamızın yan cebinden uç vermiş "Cumh" logosuyla hedef tahtası gibi dolanıyor olmaktan zerre kadar yüksünmeden, devrim için yürüyorduk. Bir yandan da patır patır dökülüyorduk çatapat sesleri eşliğinde.

Nedir ki bizim telefatımızın kıymeti harbiyesi? Harbiye marşı eşliğinde sayısal hesap. İlhan Abi bile zamanında metruk bir köşkte ağırlanmış, herkesin yediği tabldottan ona da tattırılmamış mıydı bir çimdik? Bir de iftira dolu bir itirafname imzalatılmamış mıydı falaka zoruna? Neymiş, madanoğlu cuntasıymış da, 9 mart darbesiymiş de, baasçı rejim hevesleriymiş de, cuntanın 2 numaralı ismi (hafazanallah) meğer kimmiş de, falan filan, bunun gibi kuyruklu yalanlar işte. Aleyhte propaganda. Kim inanır? Akrostiş ve benzeri cinlikler ne için var?

İlhan Abi sütten çıkmış ak kaşıktı. Çünkü işkence görmüştü.

Oysa darbenin ertesi günü (13 Mart 1971) gazetemizde attığımız 5 sütunluk "Devrimci Ordu" manşetinin mürekkebi kurumamıştı daha.

Söylemeye utanıyorum, ama galiba keleğe gelmiştik.

Bir sonraki darbe
Yolumuzdan dönecek miydik? Hayır. "İki, üç, daha fazla Vietnam, Ernesto'ya bin selâm!"

Derken 12 Eylül, tank sesleri, filistin askıları, infazlar... Genç kuşak neredeyse topyekün zindanda, ama gazetemiz kale gibi dimdik ayakta. Metris'te, Ulucanlar'da, Diyarbekir kâbushanesinde yatanlar, adları belirsiz sıra neferleri. Aslanım Falanca ile Kaplanım Filanca'ya "vah vah" demekten daha fazlasının elden gelmediği zor zamanlar.

Yapacak çok iş yürüyecek çok yol var. Safları sıklaştırmalı. Bütçemiz elverdiğince, bir yerine iki-üç-dört Cumhuriyet almalı eve, Türkiye kurtulsun, ilelebet payidar kalsın diye. Zalimin zulmü varsa bizim de iman dolu göğsümüz gibi serhaddimiz var. Doğru tarafı tutuyor olmanın dayanılmaz hafifliği...

Gel de sen bunu hiç bir örgüte üye olmamış, hiç bir duvara slogan yazmamış, hiç zindan görmemiş, hiç silahlı çatışmaya girmemiş, sadece karikatür çizmekle yetinmiş pasifist apartman çocuğuna anlat. Suçluluk duygusu diz boyu:

"Devrim yolunda bir cop bile yiyemedik yahu! Utanıyorum. Naapsak?"

Evet, ne yapsak? Bizim gençliğimizde, her gelin kızın, her muhabirin ve yazar çizerin rüyası Cumhuriyet'te çalışmaktı. İlhan Abi o zamanlar 83 yaşında değildi, ama manevî dokunulmazlığı aynen bugünkü gibiydi. Gazetenin bir parçası olmak ne büyük bir sükseydi, bilen bilir.

Olundu da. Ve hayretle görüldü ki, Aydınlanmanın Bilgesi biz sıra neferlerinin çalıştığı alt katlara sadece toplu sözleşme dönemlerinde iniyor ve bilge bir edayla "sendikaya destek verirseniz gazete batar" diyor, sonra çıkıyor gene inziva odasına, tefekküre dalıyor.

Tehlike büyük! Adı her dönemde farklı olsa da mutlaka bir düşman var ve vatanın bağrına dayamış hançerini. Ne var ki biz tehlikenin farkında değiliz. Eğer hakkımız olan zammı alırsak, Cumhuriyet vapuru bu ağırlığı taşıyamaz ve yavaş yavaş sulara gömülür. O zaman da devrimler bekçisiz, dolma pirinçsiz, halk bilinçsiz kalır, gider gerici partilere verir oyunu. Karşı Devrim galebe çalar. Kim alabilir ki böyle bir ihanetin vebalini üzerine?

Büyük Tepişme
Bizi "zam istemeyin, gazete batar" diye korkutan Aydınlanma Bilgesi, sonra ne yaptı, hatırlayan var mı?

Gazeteyi batırdı.

Soylu bir gerekçesi vardı tabii ki: Gazetedeki tek adam olmasının önündeki entel-liboş engelini bertaraf etmesi gerekiyordu.

Ne yaptı? Darbe demeyelim, haksızlık olur, bastı istifayı ve ardısıra gelen 80 küsur takipçisiyle birlikte gazeteyi terketti. Yok hayır kaval falan çalmadı. Yaydığı ışıltı yetiyordu herkesi peşine takmaya. Bir tek biz, kör-budala-entel taifesi, bu ışığı göremedik ve bir süre sonra maaş bile ödeyemeyecek olan batık gazetede çalışmaya devam ettik.

"Ne diyecek?" diye ağzının içine baktığımız İlhan Abi fazla bekletmedi bizi, dilimize "Cumhuriyet okumuyorum, çünkü Cumhuriyet okuruyum" diye bilgelik dolu bir slogan kazandırdı. Arzuladığı gibi gelişti olaylar ve gazetenin tirajı bir haftada 110 bin cıvarından 35 bin cıvarına indi. Sene 1991, buralar hâlâ dutluk, iki ay gibi kısa bir sürede baş tarafından sulara gömüldü yaralı Cumhuriyet vapuru.

Gazetenin santraline bile haciz geldi o dönemde ihtilâlci arkadaşlarımızın kıdem tazminatları ödenebilsin diye. Biz geride kalanlar (=gericiler), gazeteyi yaşatabilmek için duman işaretleriyle haberleştik ve hayatta kalabilmek için fotosentez yaptık bir süre.

"Kitleyi bilinçlendirmeli!"
Birkaç ay sonra mağlup ve küskün bir biçimde gazeteyi terkeden Hasan Cemal ve şakirtlerinin yerine muzaffer bir komutan edasıyla geldi yerleşti İlhan Abi. O tertemiz kalbiyle umdu ki gazetenin satış rakamları bir anda gene yüz binlere çıkacak. Hesap açıktı; onlar gidince 70-80 bin kişi gazeteyi bırakıyorsa, geri döndüklerinde bu giden okur bir ıslıkla geri gelecek. Ama hayret! Sonuç parmak hesabındaki gibi olmadı. Kıpırdamadı tiraj. Giden dönmedi.

Taa ki Uğur Mumcu dehşet verici bir biçimde öldürülünceye kadar.

Yüzbinler katıldı cenazeye. Belki milyon.

Hiç hoşlanmaz İlhan Abi televizyona çıkmaktan. Ama kalabalık da kalabalık hani. İnsan duygulanıveriyor. "Dolmayı pirinçlendirmeli, kitleyi bilinçlendirmeli" demiyor muyduk? Çıktı İlhan Abi kürsüye, kaptı mikrofonu, verdi coşkuyu, verdi coşkuyu. "Gazetenize sahip çıkın" dedi.

Kitle algıladı mesajı. Bir süre için de olsa bilinçlenir gibi oldu, gazetenin tirajı şahlandı. Deyim yerindeyse, mayalı hamur gibi kabardı kabardııı...

Ve söndü. Gene eski haline geldi tiraj. Bilinç aşısı bu kez de tutmamıştı. Halk "ille de cahil kalıcam" diye diretiyordu.

Kim ne derse desin, İlhan Abi çekirdekten devrimcidir. O da her devrimci gibi, gazetenin yönetim kurulu başkanlığına (bazı müfterilerin "daha önce Kemal Horzum ve Banker Kastelli'nin falan avukatlığını yaptı" ve "hileli iflas konusunda uzmandır" diye kara çalmaya kalkıştığı) değerli bir kişiyi getirdi.

Halbuki ortada ne kumpas vardı ne de desise. Gidişat kitabına uygun olarak rayına oturtulmuştu. Başka bir şirket kurdurulup gazetenin tüm mal varlığı o şirkete aktarılmış ve böylece bu şanlı gazayı desteklemeyen tüm karşı devrimcilerin kıdem tazminatları devrim adına ve teferruat kabilinden, bir gecede buharlaşıp uçuvermişti.

Helâli hoş olsun. Nedir ki? Memleket tehdit altındayken üç beş akçenin lâfı mı olur?

Kimdir en büyük Devrimci?
Allahın hikmeti midir nedir bilinmez, tam da o sıralarda, Babıalî'nin amiral gemisinde Aydınlanmanın Bilgesi ile yapılmış tarihsel bir belge değerinde bir söyleşi okuduk.

Devrimciye ne sorulur? Tabii ki beğendiği devrimcilerin adları. Gazeteci soruyor "sizce devrimci kim?" diye.

Hadi tahmin edin bakalım, kim?

Mustafa Kemal mi? Hayır. Mustafa Suphi mi? Hayır. Aslanım Deniz mi? Hayır. Kaplanım Mahir mi? Hayır. Spartaküs mü? Hayır. Fidel mi? Hayır. Che mi? Hayır. Lenin mi? Hayır. Stalin mi? Hayır. Madanoğlu mu? Hayır.

Kim peki?

Süleyman Demirel ve Erdal İnönü.

Şaka gibi görünüyor, ama değil. İnce zekâ. Bizde bulunmayan şey.

Çünkü biliyor Aydınlanmanın Bilgesi, devrimciliğin ölçüsü, başbakan ve onun yardımcısı olmaktan ve de örtülü ödeneği canının istediğine dağıtmaktan geçer.

Ama o zinhar tenezzül etmiyor dünya malına. Neye inanıyorsa onu söylüyor devrimci tabiatı gereği. Nasıl ki "entellektüel" denince Yalçın Küçük'ün aklına Fatma Girik ile Türkân Şoray geliyorsa, İlhan Abi'nin aklına da o an "devrimci" dendiğinde bu iki anıtlaşmış isim geliyor.

Daha yeni komaya girip dirilmiş ve henüz yoğun bakımda olan bir gazetenin komutanının kimi devrimci bulduğu konusunu tartışmak, bizim gibi "agu" demeyi bile Cumhuriyet okuyarak öğrenmiş olan çoluk çocuk takımına düşmez tabii ki.

Cumhuriyet'in bugünü
Bu tarihten sonra olan biteni sadece orta yaşlı ve müstafî basın mensupları değil, yeni yetme kuşak da hatırlayabilecek durumda.

Ne karanlık bir şer odağı olduğunu onyıllar boyunca Cumhuriyet okuyarak ezber ettiğimiz MHP'nin yeni genel başkanına, yani o zamanki hükümetin başbakan yardımcısına, ben diyeyim bağışlayıcı, siz deyin bilge bir tavırla övgüler düzmenin ardında yatan inceliğe hiç bir sıradan insan akıl sır erdiremez. Vardır elbet bir bildiği İlhan Abi'nin, biz anlamaktan acizizdir.

Yok, hayır, asla ve kesinlikle örtülü ödenek falan değildir sebep. Güç simsarlığı da olamaz. Muz cumhuriyeti mi burası? Siz ihtimal verebilir misiniz böyle bilge bir insanın sırf gazetem yayında kalsın diye bir zamanlar sövdüğü politikacılardan herhangi bir şey talep edebileceğini?

Gülünç bir iddia olmaz mı bu? Ya da acıklı?

Hayatının yedi buçuk yılını Cumhuriyet gazetesinde çizgi roman yapıp eden ve kıdem tazminatı ile sigorta hakkı gibi değersiz şeyler uğruna utanıp sıkılmadan gazetesini dava eden, maalesef kazanan, ama sigorta işlemleri için gittiği Sosyal Sigortalar Kurumu'nda çalıştığı yıllara ait primlerin hiç bir zaman yatırılmamış olduğunu, gazeteyi çıkaran eski şirket tasfiye edilip mal varlığı yeni bir şirkete devredildiği için de yapacak hiç bir şeyin kalmadığını öğrenip, kendi primlerini paşa paşa kendisi yatırmış biri olarak, bu hakirin Cumhuriyet gazetesi konusunda yapacağı her türlü yorum, doğal olarak öznel, önyargılı, hatta düpedüz iftira niteliğinde olacaktır. Bu tarz takkesiz ve bidon kafalı iddiaları ciddiye almaya değmez.

Ama gene de üşenmeyip şunca satırı karalamış birisi olarak, en azından lâkırdıyı eksik bırakmamak adına kendi kendime şu soruyu sorup gene kendim yanıtlayayım:

Soru: Sayın Şen, Cumhuriyet gazetesindeki değişimi nasıl yorumluyorsunuz?

Cevap: Değişim mi? Ne değişimi?

Bu hakirin Cumhuriyet'te gözlemleyebildiği tek değişim, yayın hayatının on yıllık bir döneminde kısmen de olsa çok sesliliği deneyen bir gazetenin tekrar eski haline rücu etmiş olmasıdır.

Bakla
İnanmak istemeyen gene inanmayabilir; Ben (de) Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim. Biz, bir avuç ehemmiyetsiz ecir, sosyalizmle kemalizm arasındaki farkı pek anlayamadan, inançla, özveriyle, "benim gazetem" diyerek çalışmıştık orada. 16 yıl önceki o bilinen şirket içi kapışma olmasa, belki hâlâ emeğimizin karşılığını alıp almadığımızı sorgulamadan, hatta İlhan Abi'mizin nasıl bir adam olduğuna kafa yormadan, iyi bir şey yaptığımıza inanarak çalışıyor olacaktık. Ne var ki "Cumhuriyet hariç her şey değişir" kozmik yasası uyarınca, gün oldu biz değiştik. Daha doğrusu hayatı ve Cumhuriyet'i algılayış biçimimiz değişti.

O halimizle sindiremedi bizi Cumhuriyet. Onca yıl emek verdiğimiz gazetemiz, daha sonra bizi en çok aşağılayan, en çok hedef gösteren gazete oldu.

Bir zamanlar hepimizin Cumhuriyet'i idi; şimdiyse sadece İlhan Abi'nin Cumhuriyet'i.

* * *
Not: Yazının daha kısa bir hali, Star gazetesinin 31.03.2008 tarihli Açık Görüş ekinde yayınlandı.

Dilin Kemiği ~ Necdet Şen
http://www.derkenar.com/dilinkemigi/ilhan-abinin-cumhuriyeti.asp

İlhan Selçuk Tescilli Amerikancıdır
05 Şubat 2008
"Bu ülkede, üstelik ta 9 Mart cuntacılık günlerinden beri Amerikancılığa postu serenlerin başında gelir, İlhan Selçuk! Rol icabı “Amerikan Karşıtı”dır"
Tamer Korkmaz/Yenişafak


MHP, “Gizli Amerikancı İlhan Bey”in uykularını kaçırıyor!
MHP, 'ulusalcı-laikçi' takımının hayallerini yıkmış! Cumhuriyet'in patronu İlhan Selçuk, altı ay kadar önce öve öve bitiremediği MHP'ye “türbana özgürlük istiyor” diye bugünlerde ateş püskürtmekte…
* * *
İlhan Bey, 22 Temmuz seçimi öncesinde (26 Haziran 2007) MHP için şunları yazmıştı:
“AKP iktidarına en sert muhalefeti MHP sözcülerinin yaptığı bir gerçek…
İslamcılar Amerikancılaşıp Türkiye Cumhuriyeti'ni yutmak üzere seferber olunca sentez mentez kalmadı…
ABD'nin güdümünde Ilımlı İslam devleti amacına dönük olanlarla bunların kuyruğuna takılan entel liboş takımı MHP'den hoşnut değiller. Milliyetçilik yükseliyor diyorlar…
Bir ülke ki midesiyle düşünen erbab-ı siyaset ve medya tayfası dincilikten yakınmaz, milliyetçilikten ürker. MHP bu tayfanın uykusunu kaçırıyor…”
* * *
İlhan Selçuk bu satırları yazdığı günlerde “kurnaz tilki” pozisyonunda konuşlanmıştı…
MHP ile hiç ilgisi olmadığı halde Ziverbey günlerini bile unutacağını söyleyerek uçuşa geçmişti…
Rüyasında “CHP-MHP koalisyonu” görüyordu!
Finalde, 22 Temmuz Sandığı İlhan Bey'in gezegenimize dönmesine yardımcı oldu…
Şimdilerde bakıyoruz İlhan Bey MHP'ye yönelik övgülerini bir bir geri alıyor…
Şu “şaşkın tüfek” satırlara bakar mısınız:
“Aaaa, o da ne? Meğer MHP de türbancıymış. Doğrusu şaşırdım kaldım. MHP lideri nutuk kürsüsünden seçimlerde AKP liderine ip atmıştı. Meğer Sayın Bahçeli AKP'ye attığı ipe kendisi tutunacakmış…
Seçimlerden sonra RTE'nin AKP'sine en büyük destek MHP'den geliyor. Nasıl? MHP düpedüz AKP'ye kuyrukçuluk yapıyor…
MHP eski usul Amerikancılığa postu sererek AKP'nin yanında yerini aldı, türbancılığa soyundu…
MHP, milliyetçi falan değilmiş; mandacılığa teşne…”
* * *
Şimdi de İlhan Bey'in uykusunu kaçırıyor, MHP!
Bahçeli'nin türban konusundaki görüşleri son dönemde veya 22 Temmuz'dan sonra değişikliğe uğramış değil ki!
Eskiden de böyleydi…
Erdoğan'ın türban konusunda adım attığı Madrid konuşmasından yaklaşık bir ay öncesinde MHP lideri bir grup gazeteciyle bir araya geldiğinde de üniversitedeki yasağa karşı olduklarını vurgulamıştı…
Dahası somut bir çözümden söz etmişti…
Türban yasağına karşı ilkeli ve demokratik bir duruş sergiliyor, MHP…
Devlet Bahçeli, 22 Temmuz'dan hemen sonra Çankaya oylamasına katılacaklarını açıklayarak rejim krizine oynayanların hesaplarını bozmuştu…
MHP, hem “Cumhurbaşkanlığı seçiminde” hem de “türbana özgürlük” konusunda belirleyici oldu…
MHP'nin bu örnek demokrasi adımlarının elbette kendisine bir siyasi getirisi olacaktır…
Bununla birlikte, Bahçeli'nin söz konusu tavrı “oy hesabı”na dayanmıyor!
* * *
İlhan Selçuk, o övgüleri sıraladığı günlerde MHP'ye karşı kesinlikle samimi değildi…
Sandıktan çıkması mümkün olmayan “CHP-MHP koalisyonu” eski statükoyu devam ettirmek isteyen “İyi saatte olsunlar” takımının, daha doğrusu hakimiyetlerini kaybetmiş bulunan Amerikancı kalıntıların projesi idi…
Bahçeli'nin değil! MHP lideri, partisine yakıştırılan bu “hayali koalisyona” itibar etmedi…
“Türkiye'yi provokasyonlarla karıştırmak isteyenlere” hayati bir karşı duruş sergiledi, Bahçeli!
* * *
İlhan Selçuk, MHP'den “milliyetçilik brövesini sökmüş” üstüne bir de “mandacılıkla” suçluyor…
Bu ülkede, üstelik ta 9 Mart cuntacılık günlerinden beri Amerikancılığa postu serenlerin başında gelir, İlhan Selçuk!
Rol icabı “Amerikan Karşıtı”dır: “Ulusalcı” antetlidir ama “milli” değildir…
Mesela, “Sam Amca, Ankara'da yeniden egemen olsun” diye çetecilik yapan Ergenekon'culara tek kelime olumsuz laf etmez, İlhan Bey!
yeni şafak

Cumhuriyet Gazetesi'ne Belediye Kıyağı
13 Nisan 2008

Cumhuriyet'in yeni binası, Çankaya Belediyesi tarafından restore edildi. CHP'li Eryılmaz, Cumhuriyet okurlarının “teşekkür telefonları”na, “Rica ederim, işimiz!” cevabını veriyor.

Vakit Gazetesi de bir Cumhuriyet okuru gibi davranarak, CHP'li Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz'ı aradı. Vakit'ten arayan kişiyi Cumhuriyet okuru zanneden Eryılmaz: “Rica ederim, işimiz!..” cevabını verdi.

İşte Vakit Gazetesi'ndeki haberin orjinal hali...

Cumhuriyet'e hizmet görevimiz

Ergenekon Soruşturması ile gündemde olan Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara'daki yeni binasının Çankaya Belediyesi tarafından restore ettirildiği bizzat CHP'li Başkanı tarafından doğrulandı. CHP'li Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, kanunen suç olan bu “özel hizmetini” duyan Cumhuriyet okurlarının “teşekkür telefonları”na, “Rica ederim, işimiz!” cevabını veriyor.

HAYLİ PAHALI BİR İŞ

Cumhuriyet Gazetesi için tutulan trilyonluk binayı Belediye'nin de işlerini yapan Özgiray İnşaat restore ediyor. Özgiray İnşaat, Çankaya Belediyesi'nin en son Ayrancı Pazarı'nı yapmıştı.

Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara Temsilciliği için kiraladığı bina, başkentin en pahalı semti olan Çankaya'da Ahmet Rasim Sokak 14 numarada bulunuyor. Daha önce Özbekistan Büyükelçiliği'nin kullandığı 3 katlı binanın baştan sona yenilenmesi çalışmaları sürüyor. Restorasyon çalışması ile telefon hatları, elektrik ve kalorifer tesisatları baştan sona yenileniyor. Asansör yapılıyor. İçi yeniden dizayn ediliyor. İnşaat çalışmalarının tamamlanmasının ardından alçı, boya yapılacak. Mart ayında başlayan restorasyon çalışmasının önümüzdeki ayın başında bitmesiyle Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara Temsilciliği bu binaya taşınacak.

ŞU ANKİ BİNA DA AYDIN DOĞAN'A AİT

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği şu anda Atatürk Bulvarı'ndaki bir binada bulunuyor. Bu bina da Aydın Doğan'a ait. Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alınarak sorgulanmasında, yaptığı bir telefon görüşmesinin sorulması üzerine bu konu hakkında şu bilgileri vermişti: “Gazetenin Ankara'nın Çankaya ilçesinde Ankara Temsilciliği için yeni kiraladığımız binanın restorasyonu ve eski binadan taşınma masrafları için sponsorlar üzerine yaptığımız görüşmedir. Şu an bulunduğumuz binanın sahibi Aydın Doğan'dır. Aydın Doğan taşınmamız karşılığında, taşınmadan kaynaklanan giderlerimiz konusunda bize yardımcı olacaktı. Yine yeni taşınacağımız bina Çankaya Belediyesi sınırlarında olduğundan Çankaya Belediyesi'nin restorasyonda desteği olacaktı.”

KİRASINI DOĞAN MI ÖDEYECEK?

Binanın ne kadara kiralandığı sır gibi saklanıyor. Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği'nde İdari İşler görevlisi Ali Yazan'a “Binanın kaça kiralandığı, kirasını kimin ödeyeceği, restore işini Çankaya Belediyesi'nin mi yaptırdığı” konularını sorduk. Ancak bir cevap alamadık. Çevre sakinleri böyle bir binanın aylık kirasının en az 15 bin YTL olacağını söylüyor. Selçuk'un ifadelerine göre, Çankaya Belediyesi'nin restore ettirdiği yeni binanın kirasının ödenmesine de Aydın Doğan destek verecek.

BAŞKAN'DAN “RİCA EDERİM, İŞİMİZ” CEVABI

Çankaya Belediyesi'nin CHP'li Başkanı Muzaffer Eryılmaz, kanunen suç olan bu “özel hizmetini” duyan Cumhuriyet okurlarının “teşekkür telefonları”na, “Rica ederim, işimiz!” cevabını veriyor. İnanması hayli güç olan bu bilgiyi teyit için, biz de, CHP'li Başkan'ı arayarak, “Sayın Başkan her gün işyerimize Cumhuriyet Gazetesi alıyoruz. Cumhuriyet Gazetesi'nin yeni binasının restore edilmesine maddi katkılarınızdan ötürü teşekkür ederiz” dedik. Başkan da bizi Cumhuriyet okurlarından biri zannederek aynı cevabı verdi: “Rica ederim, işimiz!..”

BAŞKAN: SORULARINIZI CEVAPLAMAK İSTEMİYORUM

Konu hakkında Vakit olarak görüşmek istediğimizde ise Eryılmaz, girişimlerimizi cevapsız bıraktı. Danışmanları aracılığı ile “Cumhuriyet'in yeni binasını belediye olarak siz mi restore ettiriyorsunuz? Bu yasal mı?” şeklindeki sorularımızı ilettiğimiz CHP'li Başkan, sessiz kalmayı tercih etti. Cep telefonundan ulaştığımızda ise konuyu bildiğini belirttikten sonra “Gazetenize bu konuda bir açıklamada bulunmayacağım. Başka konularda da bulunmayacağım. Sorularınızı cevaplamak istemiyorum” dedi. Cumhuriyet Gazetesi yetkilileri ise, konuyla ilgili sorularımızı cevapsız bıraktı.

GAZETENİN DAĞITIMINI DA YAPIYOR

CHP'li Çankaya Belediyesi'nin daha önce de hem de kendi personeli ile bedava Cumhuriyet gazetesi dağıttığı ortaya çıkmıştı. Vakit, 21 Ağustos 2006 tarihli sayısında, CHP'li Belediyenin, gazetenin Ankara temsilciliğinden aldığı Cumhuriyet gazetelerini Ahlatlıbel Spor Tesisleri'nde bedava dağıttığını kare kare fotoğraflamıştı.

FİRMA: “BU İŞİN FİYATI YOK!”

Cumhuriyet'in Ankara Temsilciliği için kiralanan binayı restore eden firma yetkililerinin, binayı komple restore işi için kimle kaça anlaştıkları konusundaki sorularımız karşısında yaptıkları açıklamalar da Çankaya Belediyesi'nin bu işteki rolünü ortaya koydu. Firma yetkilileri “Tanıdık olduğu için, Cumhuriyet Gazetesi olduğu için, bu işin fiyatı yok” dediler. Yetkililer, Çankaya Belediyesi'nin, hafriyatların taşınmasında kendilerine yardım ettiğini de söylediler.
aktifhaber

Kürt meselesinde nereden nereye?
04 Ağustos 2009
Nuh Gönültaş/Bugün
Genç Türkiye Cumhuriyeti Kürtler'i nasıl görüyordu?
Bugün gelinen noktaya nereden gelindiğini göstermesi açısından 1930 Ağrı İsyanı'ndan sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazanlara göz atmakta fayda var. O yıllarda Mahmut Esat Bozkurt -ki kendisi Cumhuriyet'in ilk Adliye Vekili'dir- "Çiğ eti bulgurla karıştırıp yiyen Kürtler'in Afrika yamyamlarından farkı yok" demişti.
Benzeri sözleri Cumhuriyet yazarı Yusuf Mazhar 1930 Ağrı İsyanı'nın bastırılmasının akabinde bölgeye yaptığı geziden sonra gazetesine yazmıştı.
İşte o yazıdan ibret-i alem için bir bölümü aşağıya alıntılıyorum ki, Kürt meselesi konusunda nereden nereye gelindiğini görelim anlayalım, bu sorunun çözümünü istemeyenlerin ne menem adamlar olduklarını öğrenelim.
Yusuf Mazhar, 1930 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde Kürtler için şunları yazıyor:
"Bunlar tarihin şehadeti ile sabittir ki, Amerika'nın kırmızı derililerinden fazla kabiliyetli oldukları halde ziyadesiyle hunhar ve gaddardırlar. Dessas ve bedevi hislerden, medeni temayüllerden tamamıyla mahrumdurlar.
Bunlar asırlardan beri ırkımızın başına bela kesilmişlerdir...
Ruslar'ın idaresi altında bir kısım insani ve medeni haklardan mahrum tutularak dağlardan inmelerine müsaade olunmayan bu mahlûkat hakikaten medeni haklardan istifadeye şayan değildir. Siyasi ve medeni teşkilata istinat eden buradaki Türk köylüleri hükümet ve idare nüfusunun zaafa uğraması üzerine başkaldıran vahşi Kürt aşiretlerinin önünden ya kaçmışlar yahut Kürtleşmişler, yalnız köylerinin isimlerini bırakmışlar.
Bunlar ayrık otu gibi sardıkları toprakta intişar eder fakat bastıkları yere zarar verir mahlûklardır.
Birçok yerlere hastalık sirayet eder gibi sonradan yerleşmiş ve asli ahalisini aşiret teşkilatındaki kuvvet sayesinde körletmişlerdir. Bu Kürtler zahireyi değirmende öğütmeyi bilmezler.
Bunlarda istiklal ve hürriyet hisleri temelinden meskût, ruhları izzeti nefisten mütecerriddir.
Bana bu sözleri söyleyen Kürt delikanlısı buralar Ruslar'ın işgaline uğrayınca hicret ederek 14 yaşından 19 yaşına kadar Gaziantep'te yaşamış olduğu cihetle biraz insanı andırıyordu. Yoksa bunlar meramlarını maksatlarını en basit mantıki kıyaslarla yahut en adi misallerle ifadeye kadir değildirler.
Bu Kürt kitlesindeki karanlık ruhu kaba hissiyatı hunhar temayülatı kırmak mümkün olmadığına kâniyim.
Bunu uzun bir tekâmülden beklemek bunların zaman zaman böyle isyanlar çıkararak yahut memlekette asayişi bozarak veyahut hırsızlık ederek hükümetin daima meşgul olmasına halkın mütemadiyen mutarrız olmasına sebep olur."

Perinçek'ten Cumhuriyet'e Mesaj
Osman Yıldırım'ın ifadesinin Cumhuriyet'te oluş tarzını beğenmeyen Perinçek, Cumhuriyet gazetesine açık mektup gönderdi..
17 Kasım 2009
Osman Yıldırım'ın sözlerinin Cumhuriyet Gazetesi'nde, “Saldırı işini Küçük verdi” başlığı ile çıktığını hatırlatttı, “Cumhuriyet'in tutumu utanç vericidir” dedi.

Ergenekon Terör Örgütü'nün yöneticisi olduğu iddiasıyla tutuklanan İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek, Cumhuriyet Gazetesi'ne ateş püskürdü. Perinçek, Danıştay ve Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırılara ilişkin dava ile birleştirilen birinci ''Ergenekon Terör Örgütü'' davasının 121. duruşmasında tutuklu sanıklarından Osman Yıldırım'ın, ''Cumhuriyet gazetesine yapılan eylemlerde işi veren Veli Küçük'tür, bombaları veren Muzaffer Tekin'dir'' şeklindeki sözlerinin Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmasından rahatsız oldu ve Cumhuriyet gazetesi yöneticilerine bir açık mektup gönderdi.

“CUMHURİYET'İN TUTUMU UTANÇ VERİCİ”

Perinçek'in, halen Cumhuriyet Gazetesi'ni yayınlayan Cumhuriyet Vakfı Başkan Yardımcısı olan Alev Coşkun'a gönderdiği açık mektubunda, Osman Yıldırım'ın sözlerinin Cumhuriyet Gazetesi'nde, “Saldırı işini Küçük verdi” başlığı ile çıktığını hatırlatarak, “Cumhuriyet'in tutumu utanç vericidir” dedi.

“İLHAN SELÇUK, OBAMA'DAN MEDET UMUYOR”

Doğu Perinçek, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ümit Zileli'nin, tutuklandığı zaman kendisi için yazdığı dayanışma yazısının ilk basımdan sonra gazeteden çıkarıldığını, Cumhuriyet'in avukatlarının ilk duruşmalarda F. Savcıları ile aynı tavrı paylaştıklarını, Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk'un da, Amerikan Başkanı Barack Obama'dan medet uman tavrın başını çektiğini yazdı. Doğu Perinçek, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcılarını “Beşiktaş Terör Örgütü”nün içinde olmakla itham etti.

İŞTE O MEKTUP
Doğu Perinçek'in, İP'in yayın organı olan Aydınlık Dergisi'nde yayımlanan ve “Cumhuriyet Yöneticileri! Tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı mektubu şöyle:

“11 Kasım 2009

Sayın Alev Coşkun, Aziz Dostum,

Bugün Cumhuriyet'i açtım. İki yıldır aynı uygulama. Artık size yazmaya karar verdim. Cumhuriyet gazetesinin Ergenekon haberleri, Fethullahçı Gladyo'nun istediği yöndedir. Başlıklar, vurgular, aylardır hep bu yönde.Bugünkü altı sütun başlık: “Saldırı işini Küçük verdi.”

İrticayı aklamak için tam da F. Savcılarının ısmarladığı başlık!

Beşiktaş Terör Örgütü, yandaş medyaya bu başlığı attırdı!

(…) İyice bir düşünmeli Cumhuriyet yöneticileri:

Tehlikenin farkında mısınız?

“YALNIZ BUGÜN DEĞİL BAŞINDAN BERİ BÖYLE…”

(…) Cumhuriyet, Danıştay cinayetinin Ulusalcı, Cumhuriyetçi kesim üzerine yıkılması tertibine katkıda bulunuyor. Yalnız bugün değil. Başından beri böyle.

Bu tertibin en başına dönelim. Cumhuriyet Haber Merkezi, İlhan Selçuk ve biz gözaltına alındıktan sonra bile ısrarla “Ergenekon Terör Örgütü” diye yazıyordu, tıpkı Zaman gazetesi, tıpkı Samanyolu TV, tıpkı Vakit vb gibi.

İlhan Selçuk, istediği kadar “Ergenekon Tertibi” diye yazsın, onun söylemi köşesinde kaldı.

Cumhuriyet Haber Merkezi, tertip gerçeğini değil, Ergenekon tertipçisi Fethullahçı Gladyo'nun senaryosunu benimsedi.

Bunlar hakikattir!

Gazeteleri incelerseniz, görürsünüz, görmüş olmalısınız.

Cumhuriyet'in Ulusalcıları, bu tavra niçin göz yumuyor?

Tertibin kendi üzerine gelmesini önlemenin veya Mustafa Balbay kardeşimizi “kurtarmanın” bu yöntemle mi olacağını sanıyorlar?

Bu beklentinin zavallılığı bir yana hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını da yine tecrübeyle öğrenirler.

(…) Kurtuluş Savaşı'nda İngiliz'in istediği başlıkları atarak, İngiliz'den kurtulmak gibi bir tavır bu!


ÜMİT ZİLELİ'NİN DAYANIŞMA YAZISINI ÇIKARTTINIZ!

(…) Ümit Zileli'nin tutuklandığım zaman benim için yazdığı dayanışma yazısı da ilk basımdan sonra gazeteden çıkarıldı. Biz Tekirdağ Cezaevi'nde okuduk, İstanbul ve Ankara basımında yoktu.

Bilmiyorum, İlhan Selçuk'un oluruyla mı?

Cumhuriyet'in avukatları ilk duruşmalarda F. Savcıları ile aynı tavrı paylaştılar. Gazete yönetiminin bilgisi dışında olabilir mi?

Cumhuriyet Haber Merkezi'ni kimler yönetiyorsa, tanımıyorum, Genel Yayın Yönetmeni kuşkusuz bu uygulamanın içinde, başka türlü olmaz. Onu da pek tanımam.

Ben sizi ve Sayın İlhan Selçuk'u tanırım.

Fethullahçı Gladyo, tertibi dizginsiz yürütüyor ve Cumhuriyet'ten “uzlaşma” mesajları.

CUMHURİYETİ OBAMA MI KURTARACAK?

Kahpelere ve tertipçilere boyun eğerek mi Cumhuriyet kurtarılacak?

Obama'nın Cumhuriyet'i olmaz mı o zaman?

Nitekim Obama geldiği zaman Anıtkabir merdivenlerine mendil açıldı. Obama neredeyse “Atatürkçü” ilan edildi. Herkes gördü. Ne yazık ki, Obama'dan medet uman o tavrın başını İlhan Selçuk çekti.

Bu eski bir hastalık! ABD ile işbirliği yaparak “irticaya karşı mücadele” umudu!

Bu mektubu Sayın İlhan Selçuk'un okumasını da isterim. Sağlık durumunu tam bilemediğim için, ona yazmadım.

Bu Obama beklentilerini temizlemeden hiçbirimizin hiçbir yere gitmeye hakkı yok.

İRTİCA MEDYASIYLA PAYLAŞILANLAR

Şu an televizyonlarda irtica gazetelerinin Ergenekon duruşması başlıkları veriliyor.

Cumhuriyet, Zaman, Vakit, Star, Bugün vb. aynı başlıkları atmış! AYNI!

(…) Cumhuriyet'in tutumu açık belirteyim utanç vericidir.

(…) Yazdıklarımı Sayın İlhan Selçuk başta olmak üzere, herkese okuyabilir, örneğini verebilirsiniz. İlhan Selçuk Ağabeye bir an önce iyileşmesi dileğimi ve saygılarımı da bildirmenizi rica ederim. Candan dostluk ve saygıyla.”
Kaynak: Vakit

Her devrin Cumhuriyet'i

INTER-TURK FORUMU
Yazar adı değmez at 06. Ocak 2005 09:58:14:

Su makaleye cevap olarak: Tayyip'in alın yazısı : İHANET ! yazar Cumhuriyet at 06. Ocak 2005 09:46:59:

Her devrin Cumhuriyet'i

Sayı: 491 | Cemal A. Kalyoncu -

80 yaşını geride bırakacak olan ve bugün Türkiye'nin önde gelen medya patronlarının ortaklığı bulunan Cumhuriyet Gazetesi, 1991'de yaşadığı üçüncü ve en önemli 'iç depremden' sonra bir daha kendine gelemedi. Dünyayı iyi algılamasını etkileyen "marjinal ve statükocu" yapısı, gazetenin önündeki en büyük engel olarak görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, sıra toplumsal devrimlere gelmişti. Atatürk, devrimlerini destekleyecek bir iletişim aracından yanaydı. İstanbul"da mütareke döneminde bile İleri ve Akşam gibi Ankara Hükümeti"ni destekleyen yayınlar çıkmaktaydı. Fakat Atatürk kendisine daha fazla teslim olmuş, gözü kapalı istediklerini yapacak bir yayın arıyordu.

1879 Muğla/Fethiye doğumlu Yunus Nadi adlı milletvekilliği de yapmış iyi eğitimli gazeteci, her dediğini gözü kapalı destekleyen bir kişi olarak Mustafa Kemal"in gözüne girmişti. Arşivciliği ile de bilinen ünlü komünistlerden Rasih Nuri İleri"nin, amcası Celal Nuri"den dinlediğine göre Yunus Nadi, rejime şartsız bağlılığı sayesinde matbaa sahibi olmuş, servet edinmiş, Atatürk"ün oluşturmaya çalıştığı Türk burjuvazisinin prototiplerinden biri haline gelmişti. Dolayısıyla Atatürk için Yunus Nadi daha önemli bir isimdi. Yeni Gün"ü çıkarmasında bu özelliğinin de etkisi vardı. 1924 senesinde Atatürk yeni bir gazete çıkarmak istediğinde de aklına zaten Yeni Gün"ü çıkarmakta olan Yunus Nadi geldi. Bu fikrinde yanılmadı da. Bazı konulardaki görüşlerini Yunus Nadi imzasıyla kamuoyuna duyuracaktı ilerleyen dönemlerde.

Sonuçta Atatürk, İstanbul"da, Cağaloğlu"ndaki İttihat ve Terakki"nin merkezi olan Kırmızı Konak"ı vererek burada Cumhuriyet adını koyduğu gazeteyi çıkarmasını istedi Yunus Nadi"den. Ve 7 Mayıs 1924 tarihinde Cumhuriyet yayın hayatına başladı. İlk nüshasında gazetenin ilkelerini de belirlemişti Yunus Nadi: "...gazetemiz ne hükümet gazetesi, ne de bir parti gazetesidir. Cumhuriyet sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur. Memlekette her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için gazetemiz bütün varlığı ile çalışacaktır. Memlekette halkın halk tarafından, halk için idaresi bizim idealimizdir. Ve biz yalnız bu idealin esiriyiz, başka hiç bir kuvvetin değil." Bu ilkelerden, ilerleyen dönemlerde sapmalar olacaktı. Partizanlık ve gazetenin bir yöneticisinin darbecilerle birlikte hareket etmesi gibi.

"Yunus Nazi" dönemi

Cumhuriyet Gazetesi, 1930"lara kadar ağırlıklı olarak rejimin yerleşmesi ve devrimlerin benimsenmesi üzerine bir politika izler. Bu dönemde, alışverişlerde indirim sağlayacak bir kupon vererek ilk promosyonu gerçekleştirir. 1929 Şubat ayında da Türkiye"deki ilk güzellik yarışmasını bizzat düzenler. İlk ansiklopediyi de Cumhuriyet verir. Cumhuriyet bu yıllarda Yunus Nadi"nin Atatürk"ten aldığı rüzgara göre yoluna devam ediyordu. 1930"ların sonuna doğru Almanların ayak sesleri duyulmaya başlandığında bu sefer Cumhuriyet Gazetesi, Alman taraftarı yazılar yayınlamaya başlar. Yunus Nadi"ye "Yunus Nazi" denmesine de yol açacak bu tür yazıların ilki Yunus Nadi"nin en büyük oğlu Nadir Nadi"nin "Hitler Viyanası"ndan Röportajlar" dizisiydi. Ve bundan sonra II. Dünya savaşı bitene kadar Cumhuriyet"in Nazi yanlısı yayınları sürer. Kimilerine göre Almanya"dan destek gören bir grup vardı Türkiye"de. Yunus Nadi için de bu durumu gündeme getirenler oldu. Cumhuriyet Olayı kitabının yazarı Emin Karaca"dan dinleyelim: "İsmet İnönü"yü Ankara Garı"nda karşılamaya gelen Nadir Nadi"ye İnönü aynen şöyle diyor. "Ticari maksatlar uğruna siyasi yazı yazılmasına müsaade edemem!. Yunus Nadi "Yok böyle bir şey!" dese de Milli Şef sinirlidir: "Kat"iyyen müsaade edemem!" Ve İnönü Yunus Nadi"nin elini sıkmadan çıkış kapısına doğru ilerliyor."

Yunus Nadi'nin Almanlar'dan destek gördüğü hep tartışılır. Ama gerçek olan Almanların Türklere yönelik böyle bir listenin var olduğudur. Rasih Nuri İleri, Türkiye"de her zaman tartışılan Almanya"dan yardım alanlar konusunda şu açıklamayı yapıyor: "Almanya"dan yardım konusunda çok önemli bir ifşaat... Naim Dikel Bey -ki çok önemli bir Alman şirketinin temsilcisi idi- öldüğü vakit karısı Fatma Hanımefendi, kasasında, altın-mark olarak hangi Türk büyüklerine ne kadar parasal yardım yapıldığının listesini bulmuştu. Ve içinde dostlarından birçok kişi bulunduğu için listeyi yakmıştır."

- Listeye dair bir şey biliyor musunuz?

"Olayı biliyorum. Taha Toros da bilir, ben de bilirim. Fatma Hanımefendi ile uzaktan hısımlığımız vardı."

Savaşın bittiği 8 Mayıs 1945"te Cumhuriyet"in konu ile ilgili başlığı "İnsanlığa geçmiş olsun"dur. Gazete hemen Alman yanlılığından çark etmiştir. Emin Karaca"nın söylediği gibi "bu sefer birinci sayfasından, harbi çıkaranları lanetliyor." Bazı kişilere göre Cumhuriyet"in Alman taraftarlığı söz konusu değildir, ama böyle diyenler için Cumhuriyet"in eski nüshaları en azından gazetenin arşivinde mevcuttur demek yerindedir sanırım.

Yunus Nadi 28 Haziran 1945"te vefat edince, gazetenin yönetimi en büyük oğlu Nadir Nadi"ye geçer. Ama, annesi Nazime Hanım her zaman en tepedeki kişi olarak bundan sonraki süreci gözetleyecektir.

Nadir Nadi 1950 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden Bağımsız Muğla Milletvekili seçilince gazete de dolayısıyla DP"li olur. Cumhuriyet, ülkeden kaçan Nazım Hikmet"in fotoğrafını "tükürülmesi" için yayınlar, yani tamamen antikomünist bir yayın izler bu süreçte.

Fakat Nadir Nadi, 1954 seçimlerinde Meclis"e girmeyince, Cumhuriyet Gazetesi"nin DP"ye giderek azalan desteği de 1957"den sonra eleştiriye dönüşür. DP de diğer muhalif basına olduğu gibi kağıt baskısından denetim baskısına kadar hepsini uygular Cumhuriyet"e.

Sola demir atma zamanı

1960"ların ilk yıllarına kadar Cumhuriyet Gazetesi bir sayfasında sağ bir sayfasında sol görüşlü yazarların yazı yazabildiği bir gazete iken bu tarihten sonra dünyada esen sol rüzgarın etkisinde kalır. Belki bunun neticesinde Nadir Nadi, 1962 senesinde sol yazıları ile bilinen ve henüz 36 yaşında olan İlhan Selçuk"u gazeteye alır, ona bir "Pencere" açar. 1957"den 65"e kadar gazetenin yazı işleri müdürlerinden biri olan Vecdi Kızıldemir"e göre İlhan Selçuk"a gelene kadar Vala Nurettinler, Cevat Fehmiler, Yaşar Kemaller zaten solcu idi. Dolayısıyla gazete sola İlhan Selçuk"la kaymamıştır.

Fakat dışarıdan algılanan öyle değildir. Cumhuriyet, bundan sonraki dönemde "solcu" ve "komünist" gazete olarak anılır hep. Bundan dolayıdır ki, 1963 senesinde, Yunus Nadi"nin, Nadir Nadi ve Doğan Nadi dışındaki çocukları Leyla Uşaklıgil ve Nilüfer Nun"un eşleri Bülent Uşaklıgil ve Niyazi Nun gazetenin aşırı sola kaymasından şikayet ederek gazeteye el koyar. Ama bu olay Babıali"de çok duyulmaz. 1971 yılında damatlar gazeteye bir kez daha el koyduğunda Cumhuriyet"te deprem bu sefer bir sene sürer. Konu yine gazetenin sola kayması hatta komünizm taraftarlığıdır. Özellikle Niyazi Nun, gazeteyi sağa çekmek için mücadele verir. Bu olayda İlhan Selçuk"un 9 Mart darbecileri arasında yer alması da etkili olmuştur. Fakat bir yılın sonunda gazete yine Nadir Nadi"ye teslim edilir. Zaten 1969"dan itibaren İlhan Selçuk gazetede etkili olmaya başlamıştı. Çok çabuk etki altında kaldığı söylenen Nadir Nadi de gazetenin sola meyletmesini istiyordu.

Cuntanın sözcülüğünü yaptı

Nadir Nadi"nin, 1971 yılında 9 Mart darbesine hazırlananlar arasında yer alan İlhan Selçuk"tan haberdar olmaması mümkün değildi. Mahir Kaynak ve İlhan Selçuk"la beraber "darbeciler" birbirlerinin ev ve işyerlerinde toplantılar yapmaktaydı. Bunlardan biri de Cumhuriyet"te yapılmıştı. Gazetenin eski yazı işleri müdürü olan ve halen Cumhuriyet"te çalışan Sami Karaören anlatıyor: "Nadir Bey"in derece derece bilgisi vardı. Nadir Bey, gece toplantılarının içinde değildi ama kendisine bilgiler veriliyordu tabii."

Bu yıllarda özellikle bürokrasi ve solcu gençlik üzerinde etkili bir gazete olan Cumhuriyet, Türkiye"nin karışık döneminde de eski kimliğinden uzak yayın yapar. Bu dönemde Cumhuriyet okuyanlar ile okumayanlar, sistemin işleyişindeki bazı kışkırtmalar sonucu birbirine girer.

Gazete; iktidarlar, örfi idare ve askeri yönetimler tarafından en çok kapatma cezası alanların başında gelir. 10 Ağustos 1940"ta "Bu adamlar benimle uğraşmak istiyor" diyerek Cumhuriyet Gazetesi"ni 90 gün süreyle kapatır İsmet İnönü. Bundan önce de kapatıldığı gibi bundan sonraki dönemlerde de, başta askeri yönetimlerin bulunduğu zamanlar olmak üzere Cumhuriyet kısa veya uzun aralıklarla kapatma cezası alır. Kenan Evren döneminde de, çoğunlukla olduğu gibi yine İlhan Selçuk"un bir yazısı sebebiyle kapatılır gazete. Tarih 24 Ocak 1983"tür. 18 Şubat günü tekrar çıkmasına izin verildiğinde Nadir Nadi, başyazısında şunlardan yakınacaktır: "Biz Cumhuriyetçiler için Atatürk"ün hayatta bulunduğu dönem gazetenin en parlak, en huzurlu yılları oldu. Nedense Atatürk"ten sonra yazgımız değişti."

Bu dönemde gazetenin kadrosunda bugün liberaller olarak öne çıkacak genç isimler vardı. Hem de bunlar idari kademelerde görevliydi. Hasan Cemal bu ekibin başını çekiyordu. Hasan Cemal"i, yabancı dili ve solu biliyor olması sebebiyle İlhan Selçuk, Oktay Akbal ve Sami Karaören aldırmıştı gazetenin İstanbul"daki merkezine. Cemal, 2 Nisan 1981"de gazetenin genel yayın müdürlüğüne getirildi. Karaören, bu konuda, "Gençtir, yabancı dil biliyor, koşar, Cumhuriyet"i şey yapabilir. İşte yakışıklı makışıklı adamdır dedik. Ama Hasan Cemal tam bir ihanet içinde oldu. Ama şunu çok açık söylüyorum, vaktiyle komünistliği kimselere bırakmayanlar sonradan dönüş yapan kişiler oldular" iddiasındadır. Aileden Leyla-Bülent Uşaklıgil"in kızları Emine Hanım da müessese müdürlüğüne tayin edilir. Eski kadrosuna göre epey genç olan ekip gazeteyi liberal bir çizgiye getirmeyi kararlaştırır. Hatta Sami Karaören, liberal çizgiye gelme konusunda Hasan Cemal"in şu düşüncesini de kendilerine aktardığını söylüyor: "Hep birlikte olduğumuz bir ortamda iken Nadir Bey"e teklif etti. "Efendim" dedi "biz öyle bir gazete olalım ki Atatürk"ün aleyhinde de bir yazı çıkabilsin Cumhuriyet"te."

Liberaller uzaklaştırıldı

Bütün bunlar damla damla birikti. Osman Ulagay"ın, 1991"deki seçimden sonra yeni oluşacak hükümetin adresini, SHP"den ziyade DYP-ANAP olarak göstermesi ve İlhan Selçuk gibi isimlerin buna karşı tavır alması sonucunda Cumhuriyet Gazetesi"nin tarihindeki en önemli kriz patlak verdi. Hasan Cemal"in arkasındaki liberaller, İlhan Selçuk"un arkasındaki Kemalistlerin gazeteden ayrılması ile 5 Kasım 1991"den sonra gazetenin tek hakimi oldu. Ama gazeteden ayrılanların "Cumhuriyet okumuyoruz" kampanyası, gazetenin geleceğini tehlikeye atınca eski ekip işi bıraktı. Ve 10 Nisan 1992 tarihinden itibaren de İlhan Selçuk ekibi yine Cumhuriyet"e geri döndü.

Bu olaylar gerçekleştiğinde Cumhuriyet Gazetesi"nin tirajı 120-130 binler civarında idi. Daha sonra sürekli düşerek 60, hatta 30-40 binlere inen satış bugün 45 ile 60 bin civarında. 7 Mayıs 2004"te 80 yaşını dolduracak olan Cumhuriyet Gazetesi"nin tirajı, 27 Mayıs"tan sonra diğer gazetelerin bir hafta kapatılması sonucu 500 bine ulaşması dışında 130 binlerden yukarı çıkmadı. Ve 1991"deki son hadiseden sonra eski okurlarını kaybettiği gibi yeni okur da kazanamadı. Gazetenin 1969-1977 tarihlerinde müessese müdürlüğünü yapan Sadun Tanju"nun, Cumhuriyet Olayı kitabındaki söylediklerine kulak verince, görülüyor ki gazetenin neden gerilediği ve okur kaybettiği konusunda 10 yıl önce yazılmış bir kitap bile hâlâ yol gösterici olabiliyor: "Gazete, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişme grafiklerini izleyemiyor, geride kalıyordu. (...) Cumhuriyet, 1970"lerin başından itibaren, yayın ve politikaları ve içeriği ile ülkedeki gelişmeleri iyi izlemeliydi. Bunu yapamadı. Doğrusu yapmak istemedi. (...) ... Cumhuriyet, yeni oluşumları kendi görüş açısıyla değerlendirmiş; bir başka anlamda muhafazakarlığın kurbanı olmuştur. Bugün artık eleştiri yapmanın bile zamanı geçmiş bulunuyor."

Cumhuriyet Gazetesi, dünyadaki gelişmeleri nasıl görüp değerlendirebilirdi ki. Çünkü gazetenin başında, on yıl önce Emin Karaca"ya "...Türkiye"de bir "sivil toplum" için daha kırk fırın ekmek yemek lazımdır" diyen bir gazeteci-aydın-yazar olan İlhan Selçuk bulunmakta idi.

10 Nisan 1992"den sonra Kemalistlerin geri dönmesinden sonra gazetede yukarıda bahsedilen gelişmeler oldu. Cumhuriyet"in 90 milyara yükselen borçları ödenemez hale geldi. En büyük alacaklı ise İmar Bankası, dolayısıyla Kemal Uzan"dı. Uzan, alacakları konusunda anlaşmaya yanaşmadı, hatta icra yolunu tercih etti. Fakat Cumhuriyet, borçlarından kurtulabilmek için Yönetim Kurulu Başkanı Osman Nuri Torun"un bulduğu planı uyguladı. Bu plan 9 Aralık 1992"de yılında sonuca ulaştı ve gazetenin iflası sağlandı. Bu itirafın sahibi Cumhuriyet Gazetesi"nin 1967"den 1986 yılının başına kadar yazı işleri müdürlüğünü yapan ve halen gazetenin ikinci sayfasında yayınlanan makaleleri düzenleyen Sami Karaören. Karaören, Aksiyon"a aynen şunları söyledi: "İcralar, hacizler vardı. Fakat (O zamanki yönetim kurulu başkanı) Osman Nuri Torun, çok güzel bir şey hazırladı. Dedi ki, "Bir tek kurtuluş yolu var. İflasını sağlamak." Hakimler yardımcı oldu. İflasını sağladık. İflas edince kurtulduk. Biz, sıfır borçlu yepyeni bir Cumhuriyet kurduk. Borçlardan kurtulmuş olduk. Hâlâ daha alacağı olanlar, bulurlarsa alacaklar! Bu yeni Cumhuriyet"in borcu yok."

Sami Karaören, "Hakimler yardımcı oldu" diyerek Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi"nin 9 Aralık 1992"deki iflası hakkında şaibeli bir durumu açığa vururken, gazeteden alacaklı olanların da böylece haklarını tahsil edemediğini dile getiriyor bu açıklamasıyla.

Bundan sonra Türkocağı Caddesi, No: 39/41 Cağaloğlu adresinde bulunan 34599 ticaret sicil numaralı Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi iflas etmiş, ardından 10 Mayıs 2000 tarihinde yine Türkocağı Caddesi, No. 39/41 Cağaloğlu adresinde 437909 sicil numarası ile Yeni Gün Holding Anonim Şirketi kurularak İstanbul Ticaret Odası"na tescil ettirilmişti.

Yaşayabilmek ve Türk medyasındaki diğer gazetelerle baş başa mücadele edebilmek için holdingleşen Cumhuriyet Gazetesi, Yeni Gün Holding"in de finans sorununa çözüm bulamaması sebebiyle hâlâ sermaye arayışını sürdürüyor. Maliye eski bakanlarından Zekeriya Temizel"in gazete adına temasları sürdürdüğü iddia edilirken, Cumhuriyet, bugün Türk medyasında, nerede ise tüm medya patronlarının hissesi bulunduğu bir gazete olarak da dikkat çekiyor.

Gazetenin resmi danışmanı Emre Kongar"a göre Çapan ailesinden işadamı Günay Çapan"ın yüzde 20 ile ortak olduğu, Karamehmet ve Doğan Grubu"nun da elinde hissesini bulundurduğu Cumhuriyet Gazetesi"nde en büyük pay sahibi ise işadamı Turgay Ciner. Günay Çapan"ın ifadesiyle yüzde 60 gibi bir oranla Merkez Grubu Cumhuriyet"te söz sahibi.

Bunlara rağmen okur da para koyarak Cumhuriyet Gazetesi"ne ortak olabiliyor. Günay Çapan, Cumhuriyet"te okurların patron olmasını istediklerini, bu nedenle gazeteye ortak olabilmenin yollarını açtıklarını, fakat okurun buna ilgi göstermediğini söylüyor: "Sahip çıkmadılar. O zaman niye eleştiriyorsunuz şimdi? Cumhuriyet Gazetesi"nde hâlâ böyle bir imkan varken bunları konuşalım. Niye katılmıyoruz kardeşim!"

Fakat şu da bir gerçek ki, gazeteye kim ortak olursa olsun, destek verirse versin Cumhuriyet Gazetesi"nin yönetimi, İlhan Selçuk"un başında bulunduğu Cumhuriyet Vakfı"nın elinde. Hatta, eski Cumhuriyet çalışanlarının ifadesiyle Cumhuriyet Gazetesi"nde tek yetkili İlhan Selçuk! Patronsuz ve çalışanların çıkardığı gazete olduğunu söyleyen Cumhuriyet"te İlhan Selçuk"un istemediği bir şeyin gerçekleşmesi söz konusu değil.

Cumhuriyet Gazetesi"nin ortaklarından Günay Çapan, gazeteye zor şartlarda destek verdiği halde ortak olarak kabul görmediğini belirterek şunları anlatıyor: "Sahibi olarak ben Cumhuriyet Gazetesi"nin genel yayın politikası içerisinde, yani gazetenin yayın ilkelerini belirleyen bir noktada değilim. Cumhuriyet"in yazar ve çizerlerinin hiç bir zaman ne fikriyatına ne de zikriyatına müdahil olmadım. Gazeteci değilim, işadamıyım. Birisi gidip cami yaptırıyor. Ben de Cumhuriyet Gazetesi"ne bağış yaptım. Burası daha bir ibadet yeridir diye..."

İlhan Selçuk"un gazetede sözü geçen tek kişi olmasından mıdır bilinmez, dosyayı hazırlarken ortada bir İlhan Selçuk gölgesi dolaşmaktaydı sanki. Görüşme talebinde bulunduğumuz Mehmet Barlas, Osman Ulagay, Hasan Cemal gibi isimler konuşmak istemezken, görüşme gerçekleştirdiğimiz bazı isimler de oldukça temkinli yaklaştı konuya. Hasan Cemal"in, Cumhuriyet"le ilgili yeni bir kitap çalışması içinde olduğunu öğrendik. İlhan Selçuk"un da bir Cumhuriyet kitabı yazacağı söyleniyor uzun zamandır. Nerede ise Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olan, aralarında sadece 6 ay fark bulunan Cumhuriyet Gazetesi ile ilgili bugüne kadar yazılan tek bir kitap var. O da gazeteci-yazar Emin Karaca"nın kaleme aldığı "Cumhuriyet Olayı" adlı kitap.

Medya kuruluşları, gazeteler Türkiye"nin kara kutularıdır. Ancak böylesine önemli; bürokrasi, asker ve sivil toplum üzerinde eskiden de olsa etkileyici ve yönlendirici; yayın hayatı boyunca bazı olaylara angaje olduğu bilinen Cumhuriyet gibi bir gazete hakkında bugüne kadar sadece bir kitabın çıkmış olması da oldukça üzücü.

Cumhuriyet Olayı kitabının yazarı Emin Karaca, kitap çıktıktan sonra İlhan Selçuk"un başında bulunduğu gazetenin kendisine adeta "ambargo" uygulandığını söylerken, aileden Emine Uşaklıgil ise kitabın "eksik" bile olduğunu düşünüyor.

İlhan Selçuk gölgesi

İşte böylesine, herkesin birbiri hakkında ve olaylar üzerine konuşmakta tedirgin olduğu bir ortamda görüşmek istediğimiz bazı isimler ile randevulaşmak bile çok uzun zaman aldı. Randevu gerçekleştirdiğimizde ise nihayetinde eski çalıştıkları kurum olması ve İlhan Selçuk"un halen başında bulunması sebebiyle görüşme yapmaktan vazgeçmeyi düşündüklerini itiraf edenler oldu. Selçuk görüşme talebimize olumlu yanıt vermezken bugün Cumhuriyet"te çalışmakta olanlardan sadece Sami Karaören"le röportaj gerçekleştirebildik. Cumhuriyet"te eskiden bir şekilde çalışmış olan kişilerden aldığımız bilgilere göre gazetenin halihazırdaki yayın anlayışını "marjinal, statükocu ve Kemalist" olarak ifade etmek mümkün. Ama gazetede 1962-64 yıllarında çalışmış olan, daha sonraki dönemlerde de kitap kritikleri yazan Hilmi Yavuz"un burada bir itirazı oluyor: "Bugün çağdaş bir Kemalizm yorumu yapılacaksa eğer bu yorum İlhan Selçuk"un ve onun düşüncelerinin üretildiği Cumhuriyet Gazetesi"nin Kemalizmi değildir bana göre." 27 yıl çalıştıktan sonra 1993 senesinde Cumhuriyet"ten ayrılan Atilla Dorsay ise bakın bu konuda neler söylüyor: "Cumhuriyet okuyarak Türkiye"yi takip edemez, Türkiye"nin, hatta dünyanın nabzını tutamazsınız. Cumhuriyet"in yöneticileri sanki sadece kendi gazetelerini okuyorlar gibi geliyor bana." Hasan Cemal"le birlikte liberal kanadın iki numaralı ismi olan Vatan Gazetecisi idareci ve yazarlarından Okay Gönensin de Cumhuriyet"i okurların neden terk ettiği sorusuna şu yaklaşımı getiriyor: "Statükocu çünkü. Hâlâ 1950"li, 1960"lı yılların ideolojik takıntılarını devam ettiriyor Cumhuriyet. Hiç bir özgürlükçü açılıma izin vermiyor. Ve hâlâ Türkiye"yi dar kalıplar içinde yorumlamaya devam ediyor. Avrupa Birliği"nden kuşku, Kıbrıs"ta çözümsüzlük, her türlü demokratik gelişmenin radikal sağa yarayacağına dair korku. Bu platformda da faşizan fikirlerle yan yana geliyor."

Cumhuriyet"te değişimi gerekli görenlerin yanında bir değişimin mümkün olmadığını düşünenler de çıktı karşımıza doğal olarak. Hasan Cemal"in ekibinde yer alarak iki sene Cumhuriyet"te yazarlık yapan medya sosyoloğu ve Radikal Gazetesi Yazarı Haluk Şahin, demokrasinin sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi için haber ve fikir yelpazesinin mümkün olduğu kadar geniş olması gerektiğinin altını çizerek "Cumhuriyet"in Türk basınının şu döneminde çok önemli bir kurumu temsil ettiğini" düşünüyor. Şahin bunu söylerken, Cumhuriyet Gazetesi yöneticilerinin bazı konularda taşıdığı kaygılar noktasında "Ben Türkiye"de sivil toplumun Cumhuriyet Gazetesi"nin zannettiğinden daha güçlü olduğuna inanıyorum" diyor. Atilla Dorsay ise, statükocu ve kapalı tutumu dolayısıyla Cumhuriyet"in, bugün oynayabileceği büyük toplumsal ve siyasal rolün ancak bir kısmını oynayabildiğini dile getiriyor.

Değişim için Günay Çapan, para sıkıntısını öne sürüyor. Hilmi Yavuz, çok radikal değişiklikler yapılırsa ancak Cumhuriyet"in değişebilmesini mümkün görüyor ama bugünkü anlayışla da değişimin önünün kapandığını düşünüyor. "1991"deki liberal değişimi gerçekleştirebilseydik bugün Le Monde, Washington Post gibi bir Cumhuriyet çıkıyor olacaktı" diyen Okay Gönensin"in yorumu da Hilmi Yavuz"la aynı: Şu anda Cumhuriyet son derece dar bir grubun sözcüsü halinde çıkıyor. Bütün haberleri taraf. Değişmez bu saatten sonra artık Cumhuriyet."

12 Mart 1971 Muhtırası"ndan önce gerçekleştirilecek olan 9 Mart Cuntası"nda Milli İstihbarat Teşkilatı adına görev yapan ve İlhan Selçuk"la bu dönemde tanışan Mahir Kaynak ise konuyu farklı bir düzleme taşıyor: "Türkiye demokratik rejimi seçtiğinde Cumhuriyet Gazetesi asker-sivil-bürokratların sözcüsü konumunda idi. Ve çok da güçlü idi. Gücünün azalması, aslında gazetenin kötü yönetilmesinden kaynaklanmıyor. Asker-sivil-bürokratların güç kaybına uğramasından kaynaklanıyor. Çünkü bir yandan halk siyasete daha çok katıldı ama asıl önemlisi, bugüne kadar gelen süreç içerisinde devletin ekonomik kaynakları sınırlandı, elinden alındı. Dolayısıyla bunlar da etkisiz hale geldiler. Hele şu son zamanlarda özelleştirme sonucu bu gücü tamamen kaybettiler. O bakımdan Türkiye"de neden CHP veya asker-sivil-bürokratları temsil eden görüş kaybediyor, liderleri mi kötü, iyi yönetilemiyorlar mı sorularının cevabı "Hayır" onunla ilgili değildir. Sebep o gücü destekleyen maddi temelin ortadan kalkmasıdır. Ve kimse bunu düzeltemez. Yani Cumhuriyet"e daha başka yöneticiler de getirseniz politikaları değişmezse yeniden güç sahibi olmaları mümkün değil."

YENİ GÜN HOLDİNG A.Ş. Yönetim Kurulu Üyeleri:

Erol Erkut, İlhan Selçuk, İbrahim Yıldız, Akın Atalay, Alev Coşkun, Günay Çapan

Firmanın İş Konusu: Esas itibari ile görüntülü, sesli, basılı ve elektronik iletişim araçları ile yayıncılık faaliyetleri göstermek üzere kurulmuş ya da kurulacak şirketlerin sermaye ve yönetimine katılarak bunların yatırım....ve ana sözleşmesinde yazılı olan diğer işler.

BÜTÜN MEDYA PATRONLARI ORTAK

İlhan Selçuk"un Emre Kongar"a verdiği bilgiler ışığında Cumhuriyet Gazetesi:
* Vakıf, holding içinde değişmez ve imtiyazlı olarak yüzde 10 hisseye sahiptir.
* Holding, Cumhuriyet Gazetesi"ni yayınlayan Yeni Gün Haber Ajansı"nın mali işlerini koordine eder, hiç bir şekilde yayın politikasına karışmaz.
* Cumhuriyet Gazetesi"nin yayın ilkelerinin uygulamasını yayın kurulu yapar. Yayın kurulu, vakıf tarafından atanmıştır ve bu konudaki tek yetkilidir.
* Holding"in yüzde 10"u vakfa ait olan imtiyazlı hisselerinin dışındaki dağılımda, bir ikinci yüzde 10 da Cumhuriyet okurlarına aittir. Bu kişilerin sayısı 240"tır.
* Holding hisselerinin yüzde 20"lik bir bölümü Kasım 2000 tarihinde Günay Çapan"a satılmıştır.
* Son günlerde ikinci bir yüzde 20 hisse de Park Grubu"na satılmıştır.

Şimdi resmi bilgiler içinde yer almayan ve bazıları muhtemel gelişmelere ilişkin olan üç bilgi daha vereyim:
* Doğan grubu da holdingde üç yüz bin dolarlık hisse almak istemiş, bunun elli bin dolarını ödemiş, sonradan hisselerini bu miktarla sınırlı tutma eğilimi göstermiştir.
* Günay Çapan hisselerini devretme eğilimindedir.
* Holding yeni ortaklar aramakta ve çeşitli sermaye gruplarıyla temaslarını sürdürmektedir. Temas sürdürülen gruplar ve kişiler arasında Çukurova grubuna mensup olanlar da vardır.
Kaynak: http://www.kongar.org/medyanotu/249_Medya_Yeniden_Yapilanabilecek_mi_VII.php

Gürbüz Çapan Cüneyt Özdemir'e konuştu: "Cumhuriyet'in ortağıyım, ama fikirlerine katılmıyorum"
07 Nisan 2010
CNN Türk ekranlarında yayınlanan 5N 1K'da Cüneyt Özdemir'in konuğu eski belediye başkanı ve Ergenekon davası sanıklarından Gürbüz Çapan'dı. Çapan aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinin de ortaklarından. Çapan kısa süre öncesine cezaevinde tutuklu olarak yargılanıyordu.
Gazeteciler.Com'un haberine göre, Ergenekon davası ve yaşadıkları üzerine çarpıcı açıklamalar yapan Gürbüz Çapan ortağı olduğu Cumhuriyet gazetesi için de hayli ilginç değerlendirmeler yaptı. Çapan, Cumhuriyet'in fikirlerine katılmıyorum dedi. Haliyle Cüneyt Özdemir bu tuhaf durumu sorgulamak istedi. Ancak Çapan ne demek istediğini anlatamadı.

CUMHURİYET'İN SAHİBİYİM AMA FİKİRLERİNE KATILMIYORUM!

Cüneyt Özdemir: Siz bir dönem Cumhuriyet gazetesine de destek oldunuz. Pişman mısınız?

Gürbüz Çapan: Hala da ortağım. Pişman değilim. Cumhuriyet'i de rejimi de korumak da bizim görevimiz. Cumhuriyet gazetesinin fikirlerine katılmıyorum.

Cüneyt Özdemir: Ama sahibisiniz. Ortağısınız.

Gürbüz Çapan: Katılmıyorum evet. Ya düzelebilir, uğraşıyoruz. Ya ben babamla aynı düşünmek mi zorundayım.

Cüneyt Özdemir: Peki Taraf için de aynı şeyleri söylebilir misiniz?

Gürbüz Çapan: Tabi ki söylerim ben herkes için bunları düşünüyorum. 28 Şubat'da Ahmet Hakan'la Mustafa benim evimde de kaldılar. Ne var ki bunda. netgazete

Faraç Cumhuriyet'i Ve CHP'yi Topa Tuttu

28 Aralık 2010

Mehmet Faraç CNN Türk’te canlı yayında Cumhuriyet'te kovulma sürecini anlattı. Hem Cumhuriyet'e hem CHP'ye ağır eleştiride bulundu.
Cumhuriyet gazetesi 26 yıldır çalışanı köşe yazarı ve Yurt Haberler Müdürü Mehmet Faraç'la yollarını ayırdı.

Mehmet Faraç, CNN Türk Cüneyt Özdemir’in sunduğu BeşN BirK” programında Cumhuriyet gazetesinde kovulma sürecinin perde arkasını anlattı.

CHP Parti Meclisi üyesi olarak siyasete giren, parti içindeki kutuplaşmada Önder Sav'ın yanında yer alarak dikkat çeken Faraç yeni seçilen Parti Meclisi'nde yer bulamamıştı. Cumhuriyet'deki köşesinde yayınlanmayan Faraç, gazete yönetimi tarafından kovularak yine dikkatleri üstüne çekmişti.

Faraç, Cumhuriyet Gazetesi tarafından kendisi için yapılan açıklamayı da 'yalan söylüyorlar' diyerek tepki gösterdi.

Faraç, gazeteden kovulmasının nedenini siyasi sebeplere dayandığını, CHP'deki dönüşüme parelel bir değişimin gazeteye dayatıldığını söylerken, Kemalist duruşu nedeniyle bu sürecin kurbanı olduğunu iddia etti.

İşte Farç’ın Canlı Yayındaki Açıklamalar: http://www.aktifhaber.com/farac-cumhuriyeti-ve-chpyi-topa-tuttu-373200h.htm

Cumhuriyet'teki o sayfa: Kemalist Türkiye'den faşist İtalya'ya selam!
Doğan Akın
03.04.2012



Başbakan Tayyip Erdoğan'ın partisinin gru


En son admin tarafından Çrş Nis 16, 2008 12:21 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Mar 29, 2008 9:18 pm    Mesaj konusu: ilhan Selçuk TIrstI MI? Alıntıyla Cevap Gönder

İlhan Selçuk Öldü
23 Haziran 2010
Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'un, Hacıbektaş ilçesindeki "Çilehane" olarak bilinen mevkide mezar alanı olmadığı gerekçesiyle defnedilmesinin kanunsuz olacağı belirtiliyor .

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'un, Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesindeki "Çilehane" olarak bilinen mevkide mezar alanı olmadığı gerekçesiyle defnedilmesinin kanunsuz olacağı belirtiliyor. İlhan Selçuk'un ağabeyi karikatürist Turhan Selçuk da, 14 Mart 2010'da Hacıbektaş'ta SİT alanına defnedilmiş ve defin için resmi izin alınmamıştı.

HACIBEKTAŞ BELEDİYESİ SİT ALANINDA İŞGALCİ!
Hacıbektaş Belediyesi'nin, Türkiye'nin tanınmış kişilerinin defin yapılabilmesi için 2006 yılında belediyenin Meclis Kararı aldığı, söz konusu karardan sonra 3. Derece Arkeolojik SİT alanına defin yapıldığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, Hacıbektaş Belediyesi'ne defin yapma ruhsatı vermediği belirtiliyor.

SELMANPAKOĞLU: RESMİ İZNE GEREK YOK
Gazetemize konuşan Hacıbektaş Belediyesi Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, belediyeye ait olmayan 3. Derece SİT alanını kullandıklarını doğruluyor.

Selmanpakoğlu, vatandaşların defninin yapıldığı mezarlığını bitişiğinin genişletildiğini ve genişletilen alanda özel kişilerinin defnedildiğini söyledi. Sekmanpakoğlu, "Turhan Selçuk vasiyeti üzerine defnedildi, İlhan Selçuk da, vasiyeti üzerine Hacıbektaş'a gömülecek, ancak defin yapılacak yer, 3. derece SİT alanı. Defin için Bakanlar Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin alındı mı? Sadece vasiyet yeterli mi?" şeklindeki sorumuza, "Resmi izin almamızı gerektiren şeyler olduğunu sanmıyorum. Mezarlığın bitişiğidir. İlhan Selçuk için yapılması gereken her şey hazırlandı. Dava konusu olursa, o zaman da bakılır. Belediye Meclisimizin aldığı karar var. Bu kararımıza kimse itiraz etmedi" şeklinde cevap verdi.

DANIŞTAY VE YARGITAY, BAKANLAR KURULU KARARINI BİLE YOK SAYDI!
Devlet eski bakanlarından 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ağabeyi Yusuf Bozkurt Özal'ın, Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesine bile karşı çıkılmış, Danıştay ve Yargıtay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı mahkûm etmişti.

Danıştay 10. Dairesi, 'Yusuf Bozkurt Özal'ın belediye mezarlığı dışında ayrı bir yere gömülmesine izin veren' Bakanlar Kurulu kararını oybirliğiyle iptal etmiş ve söz konusu definin, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu savunmuştu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da, Danıştay 10. Dairesi'nin kararını oybirliğiyle onamıştı.

ERDOĞAN'A TAZMİNAT ÖDEMESİNE YA DA İLANLA KINANMASINA KARAR VERDİ
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Danıştay kararının gereğini yerine getirmediği iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aleyhine açılan tazminat davasını reddeden mahkeme kararını bozmuş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da, Danıştay kararını yerine getirmediği için Başbakan Erdoğan'ın tazminat ödemesine ya da ilanla kınanmasına karar vermişti.

Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi; Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi, Hafize Özal, Prof. Dr. Esat Coşan Hocaefendi'nin babası Halil Necati Coşan ve Yusuf Bozkurt Özal'ın; Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesine bile karşı çıkmış ve söz konusu definleri laik devlet altına dinamit koymakla tanımlamıştı.

Kaynak:Vakit

TURHAN SELÇUK ÖLDÜ

11 Mart 2010 09:35
Karikatürist Turhan Selçuk tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Cumhuriyet Gazetesi’nde yıllardır ‘Söz Çizginin’ başlığıyla karikatürleri yayımlanan Turan Selçuk aynı zamanda oluşturduğu karakterlerde din,başörtüsü ve tanrı kavramlarını konu edinerek yıllarca milletin değerleriyle dalga geçmiş ve halkın büyük tepkisine neden olmuştu.
haber10.

12 Mart 2010
Girit'li Selçuk Nasıl Alevi Oldu?
Turhan Selçuk'un vasiyeti şok etti. Babadan Girit'li anadan Yahudi olan Selçuk, Alevilerin hiç bir ritüelini yerine getirmediği halde neden Hacıbektaş'ı istedi?...

Hasan Karakaya/Vakit

TURHAN SELÇUK’UN VASİYETİ!

Anlayamadığım, kavrayamadığım ve cevabını bir türlü bulamadığım tek konu, keşke “silâh muamması” olsaydı... Ama ben, dün ölen Cumhuriyet çizeri Turhan Selçuk’un, “Hacıbektaş’a gömülme” vasiyetini de hâlâ anlayabilmiş değilim...
Niye Hacıbektaş, niye Çilehane?..
Turhan Selçuk, bir “Alevi” midir ki, “illâ da Hacıbektaş’a gömülmeyi” vasiyet etsin?..

Dün, AA’an geçen haber şöyleydi:
“İstanbul'da 88 yaşında ölen karikatürist Turhan Selçuk'un cenazesinin vasiyeti üzerine Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde toprağa verileceği bildirildi.
Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, Turhan Selçuk'un cenazesinin vasiyeti üzerine Hacıbektaş'ın Çilehane bölgesinde defnedileceğini söyledi.
Belediye olarak hazırlıklara başladıklarını belirten Selmanpakoğlu, 'Merhum Turhan Selçuk, yıllardır cenazesinin Hacıbektaş'a defnedilmesini istiyordu. Öyle sanıyorum ki geçtiğimiz yıl da bu isteğini noter tarafından kayıt altına aldırarak vasiyet bırakmış. Vasiyetinde Hacıbektaş'a defnedilmek istediğini dile getirmiş. Biz de bu konuyla ilgili tüm hazırlıklarımızı yapıyoruz' dedi.
Turhan Selçuk için cumartesi günü İstanbul'da tören düzenlenecek. Selçuk'un cenazesi, pazar günü Hacıbektaş'ta düzenlenecek törenin ardından Çilehane bölgesinde toprağa verilecek.”

ÖZÜNDEN Mİ, GÖZÜNDEN Mİ?

Dedim ya; Turhan Selçuk, bir “Alevi” midir ki; “Hacıbektaş’a gömülmeyi” vasiyet etsin ve bu vasiyetini de “noter”de tescilletsin?..
Benim bildiğime göre;
“İki tip Alevi” vardır:
Ya “özünden” Alevi olacaksın,
Ya da “gözünden!”
Şahsen ben;
Turhan Selçuk’un “özünden” de, “gözünden” de “Alevi” olduğuna dair bilgiye sahip değilim...
Dahası; “bütün Alevilerin yaptığı” gibi; Deliklitaş’ı geçip “günahlarından arındığı”nı hiç görmedim, duymadım, gazetelerde de böyle bir haber okumadım.
Ve yine; Turhan Selçuk’un, Alevilerce “kutsal” sayılan “Arslanlı Çeşme”den su içtiğini de hiç hatırlamıyorum!..
Peki; Deliklitaş’tan geçmeyen, Arslanlı Çeşme’den su içmeyen bir adam nasıl bir “Alevi”dir ve nasıl “Hacıbektaş’a gömülmeyi” vasiyet eder?..
Turhan Selçuk’u bilmem ama onu “Çilehane”ye gömecek olanlar, “Alevi dedeleri” tarafından “düşük” ilân edilirse hiç şaşmam!..
Bugün değilse, ileride “düşük” ilân edilebilirler!..


GİRİT’TE ALEVî YAŞAR MI?


En başta dedik ya;
Ya “özünden” Alevi olacaksın, ya da “gözünden” Alevi olacaksın ki, cenazen “cemevi”nden kaldırılsın!..
Peki, Turhan Selçuk Alevi mi?..
Hem, bu nasıl “Alevi” ki, bütün ömrü boyunca “dini değerler”le savaştı?.. “Dindar” insanları hep aşağıladı, hep horladı ve onlara sürekli hakaret etti!..


Özellikle de “Sünni”leri hedef aldı...
Onları; “Başında takke, sırtında cübbe, belinde kuşak, elinde tesbih, ayağında takunya ve kapkara sakallı” olarak karikatürize etti!..
Sadece “hınç” duymadı!..
“Linç” uyguladı “dindar”lara!..
En sonunda;
“Başörtülü hanımlar”a da hakaret edip, onların örtülerini bir “domuz”un başına da geçirdi ya, varın anlayın “dindarlara düşmanlığı”nın derecesini!..


Peki, bu düşmanlığının temelinde acaba “Alevi” olması mı yatıyordu, yoksa “daha başka bir sebep” mi vardı?..
Turhan Selçuk’u pek tanımam... Tek bildiğim, onun “İlhan Selçuk’un ağabeyi” olduğudur... Turhan Selçuk 88 yaşında, İlhan Selçuk ise 85 yaşındadır!..


Yani “kardeş”tirler, “karındaş”tırlar!..
O halde, “aile”lerine bir bakalım...
Hatırlarsınız; İlhan Selçuk’un, “Ergenekon’un yöneticisi” olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığı günlerde; Chronicle adlı internet sitesinde, Pelin Özer’in bir yazısından bahsetmiştim... Pelin Özer, “Yedi Kollu Şamdan’ın Işığında Milas” başlıklı ve “Milas’ın her yönünü” anlattığı 7 sayfalık yazısında “İlhan Selçuk ve eşi”nden de bahsediyordu...
İki satırlık yazı, aynen şöyleydi:
“Milaslı İlhan Selçuk, baba tarafından Girit göçmenidir... Selçuk’un eşi Handan Selçuk; Şivekâr ve Hamdi Namık Gör’ün kızıdır...
Gör çifti, Giritli ve Yahudi kökenlidir!”
Bildiğim kadarıyla, “Yahudi”ler, “kendilerinden olmayan”lara kız vermezler!.. Tabiî, bunun “istisna”ları da vardır ama, istisnalar kaideyi bozmaz!..
Demem o ki;
İlhan Selçuk, bir “Yahudi ile evli” iken, ağabeyi Turhan Selçuk, acaba nasıl “Alevi” olabiliyor?..
Girit’te “Alevi” de var mı acaba?..
Çok eski zamanlarda “Bektaşiler” yaşarmış ama Yunan milliyetçiler köklerini kurutmuşlar... Acaba; Selçuk’ların ailesi bu katliamlardan kurtulanlar mı?..
Yine soru... Hep soru!..
Kusura bakmayın, “kıt akıllı” olduğum için hep soru soruyorum!.. Çünkü, soruların cevabını bulacak kadar “zeki” değilim!..
N’apayım, Yaradan böyle yaratmış!..
Alın işte, “soru”lar yine ortada kaldı...

İlhan Selçuk Tırstı Mı?
27 Mart 2008 11:05

Engin Ardıç dayanamayıp sordu: "Seksen üç yaşına gelmiş adam bunlarla mı uğraşır, diyen yok."

Engin Ardıç / Sabah
Abiniz ufaktan tırsmış gibi sanki
Omurgasıyla, eklem yerleriyle, böbreğiyle dalağıyla falan dimdik ayakta olduğunu söylediler hınk deyicileri, ama bana pek öyle gelmedi...
Sanki bir şeyler "kırılmış" içinde.
Pabuç fiyatlarının sandığından daha yüksek olduğunu görünce şaşırmış gibi bir hali var.
"Konuşmayacağım" deyip sonra da üç gündür bülbül gibi şakımayı hadi bir taktik olarak kabul edelim ama, işin ciddi olduğunu da anlamış gibi görünüyor.
Bu sefer pek öyle James Watt'ın buhar makinesine binip kaçmak yok.
Öyle olmasaydı, "ortalığı yatıştırmak başbakana düşer" diye alttan almazdı.
Aydın Doğan'ın adamlarına düşmez mi mesela? Vahşi saldırıya devam mı etsinler?
Yatışır gibi görünüp saldırıyı sürdürmek "omurgalı" bir davranış mı yoksa?
"Sivil toplum bilmemnelerinden itidal çağrısı" yaza yaza geçir babam geçir, ha?
Alttan alırmış gibi gösterip mi dikleniyor, yoksa diklenmeyi sürdürürmüş gibi yapıp mı geri basıyor?... Tilki değilim ki bileyim!
Ne yatışması yahu? Hani gerilim tırmanacaktı? Plan ve program bunun üzerine kurulmamış mıydı?
Hani herkes "hesaplaşmaya hazır" olacaktı?
Karşı tarafın da fatura yazmaya elinin kalem tuttuğunu görünce bir daha düşünecekmiş gibi görünüyor.
Karşısına aldığı adamın, Adnan Menderes gibi sıkıyı görünce ağlayıp zırlamaya koyulan bir adam olmadığını anladı.
Süleyman Demirel gibi şapkasını alıp gidecek bir adam da hiç mi hiç olmadığını gördü (ayrıca bunun şapkası yok, şapka sevmez!)
Durup dinlenmesi, nefes alması ve yeni dümenler bulması gerekiyor.
Belki kapatma davasının sonunu bekleyecek, belki Ergenekon'dan hamle umacak...
Belki de Ergenekon "işinin" daha fazla büyümemesi için dua edecek...
Bu arada bir sürü basın hokkabazı da yangına körükle gitmeyi sürdürsün, onların derdi satış, abinin öyle bir sorunu yok. Abi gazete satmaz, abi devlet kurtarır.
Bu kez devlet onu kurtarabilirse ne devlet!
Seksen üç yaşına gelmiş adama yapılır mı bu?...
Seksen üç yaşına gelmiş adam bunlarla mı uğraşır, diyen yok.
Ne bileyim abi, ben yurtdışındaydım, yeni geldim. Aklım ermez.
sabah

Silahçıoğlu Paşa'ya Sansür mü?
14 Nisan 2008 11:30
Cumhuriyet Gazetesi'nde yazılar kaleme alan Doğu Silahçıoğlu Paşa'nın köşesi "o yazıdan" beri boş. Peki büroya gelen Silahçıoğlu Paşa niye yazı yazmıyor, o yazıda ne yazmıştı?

Silahçıoğlu'nun köşesi 29 gündür boş

Emekli Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu 15 gün arayla yazdığı Cumhuriyet gazetesindeki 'Olaylar ve Görüşler' köşesine 29 gündür yazmıyor. Silahçıoğlu son olarak 15 martta yazdığı "Yönetim Açmazındaki Türkiye" yazısından sonra köşesinde bugüne kadar hiç yazı yazmadı.

Doğu Silahçıoğlu'nun Cumhuriyet gazetesinde 3 Şubat 2008'de yazdığı "Çıkış Yolu" başlıklı yazıda"'Laik Cumhuriyeti savunmaya kararlı her yurttaş, hükümetin antidemokratik uygulamaları karşısında, toplumsal tepkisini olanca gücüyle ortaya koymalı; anayasal kurum ve kuruluşların da desteğinde, halkın geniş katılımıyla bir 'ulusal cephe' oluşturulmalı ve AKP hükümeti en kısa sürede iktidardan uzaklaştırılmalıdır!..." demişti.

Silahçıoğlu 'Atatürk Cumhuriyeti' yandaşlarının genel seçimler sonrasında siyasal iktidarı ele geçirebilmeleri ve yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalmayı sağlayabilecek önlemler geliştirmeleri gerektiğini söyledi. Silahçıoğlu'nun bu konuşması Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklu bulunan Ümit Sayın'ın Kemal Alemdaroğlu ile yaptığı telefon görüşmlerinde gündeme gelmiş, bu konuşmanın içeriği basına yansımıştı.

Silahçıoğlu 15 mart günü köşesinde yazdığı yazıda Irak'ta çıkmaza saplanan, Afganistan'da sonuç alamayan, İran'la gerginlik yaşayan ABD'nin Türkiye'den yeni beklentileri olduğunun ortaya çıktığını, hükümetin bugün siyasal rejimin dinsel yaklaşımlarla şekillendirilmesi yolunda anayasa değişikliğiyle bağlantılı uygulamalarla kalıcı kılma çabasında olduğunu yazdı. Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk'un 21 martta gözaltına alınmasından sonra köşesinde herhangi bir yazı yazmayan Silahçıoğlu'nun gazetedeki odasını kullandığını ama yazıları neden yazmadığı merak konusu.

Haber: Nevzat Çiçek/Taraf

İlhan Selçuk ve tombul karnaval kadınları
Nazmiye YILMAZ
03 Ağustos 2008
Yeni Şafak

Tahminim şuydu. Dışarı çıktığında ilk iş olarak sabahın köründe, 'yakışıksız bir şekilde' gözaltına alınmasının hesabını soracaktı. Kalemini tüm şiddet ve celadetiyle konuşturacaktı.

Üstelik bunu sadece 'gözaltı saati' değil, kendisine yöneltilen o 'yenilmez yutulmaz' iddialar için de yapacaktı.

Ama yapmadı!

Uhulet ve suhuleti seçti.

Suskunluğunu ünlü isimlerin evine, kameralar eşliğinde düzenlediği 'geçmiş olsun' turlarında da, onlarca mikrofon burnuna dayandığında da sürdürdü.

Yanılmıyorsam sadece “İçeride iyi davrandılar bana” benzeri birkaç lakırdı duyuldu ağzından, hepsi o kadar…

Oysa o içerideyken, dışarıda ne vaveylalar kopmuştu!

Kanal kanal dolaşıp “Bizi de içeri alın” diye yakaranlar,

köşelerden pıtrak misali fırlayan 'damardan şırınga' yazılar,

neredeyse nümayişe dönen destek eylemleri…

Söylemek istediğim, sınırsız destek günlerce tavanlarda gezdi.

Ama o derin bir sessizliği seçti.

Beni şaşırttı!

Üstelik hala şaşırtmaya devam ediyor.

Aslına bakarsanız şaşkınlığımın nedeni bu kez farklı!

Ergenekon iddianamesinin arama motoruna 'İlhan Selçuk' yazıp 'enter' tuşuna basın, görün…

Karşınıza sadece, içinde 'İyi darbe kötü darbe, çatışma, kargaşa, müdahale' kelimeleri geçen, kimyanızı bozacak metin tomarları çıkmıyor, 'Brezilyalı karnaval kadınları' da arz-ı endam ediyor.

Abartmıyorum!

Müsaadenizle izah edeyim.

Mesela bir bölümde İlhan Selçuk, konuya tahmin edilebilir şu cümlelerle dalıyor.

“Şöyle olacak galiba. Anayasa Mahkemesi, son olarak kendisi tavsiye edilmeden, bu AKP hakkında partinin kapatılması kararı verirse o zaman ortalık büsbütün karışır. Anayasa Mahkemesi'nin yetkisi var. Ondan sonra…” ama ondan sonrası başka türlü geliyor.

Çünkü İlhan Selçuk gözünü ekrandan alamıyor.

Konuşması şöyle sürüyor;

“Ondan sonra… ya bu moda kanalında deminden beri şeye bakıyorum, Brezilya Karnavalı.!... Yav ne müthiş olay yav! Şu iyice görünen kadınlar! Brezilya Karnavalı müthiş bir vaziyete gelmiş! Bazı kadınlar fazla şişmanlamış yav! Yarım saattir seyrediyorum, hep şişmanlar! Şimdi, bir taze çıktı, dur bakayım, bu fena değil!... Böyle kala kaldım, sürekli gösteriyorlar!... Yav, bu Brezilyalı kadınların tenleri de esmer filan ama pırıl pırıl!...Vay canına, nasıl dans ediyorlar, inanılmaz bir gösteri!... Bu Fasion Kanalı da, giysilere bakın diyor. Yav, giysiye kim bakar!”.

Durum böyle…

Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karar ile ortalığın karışacağını ve güzel günler göreceğini hayal eden Selçuk, aynı anda Brezilyalı karnaval kadınlarını gözü ile tartmayı başarıyor!

Karnaval kadınlarının tombullaştıklarına kanaat getirse de notunu cömertçe veriyor, “müthiş bir olay yav” diyerek…

Hayır, eleştirmiyorum, benimkisi şaşkınlık hali!

Memleket için felaket senaryosu yazarken, aynı saniyede karnaval kadınlarını tartmak… şaşkınlığım bu yüzden!

Mesele sadece demokrasi hazımsızlığı, darbe kışkırtıcılığı, postal sevgisi, sandık kaygısı olsa anlarım!

Zira bu beyefendinin “Balbay gemi azıya aldı. Buna bir şey düşünmek lazım. Yok efendim konaklar alıyor, otomobiller alıyor, şarap içiyor.” çıkışına da, “Aptal Aydın Doğan'la aptal Turgay Ciner ve aptal Karamehmet birbirleriyle uğraşırken adamlar aldılar ele şimdi. İşte Sabah grubu da bir adama geçti o da Tayyip Erdoğan'ın adamı.”serzenişine de benzemiyor.

Elbette elmalarla armutları toplamıyorum!

Sadece 83 yaş, kalp rahatsızlığı, karnaval kadınları, ordu, darbe, kargaşa kelimelerini yan yana getiriyorum.

Yani hepsi biraz fazla değil mi?

Fazla olan sadece karnaval kadınlarının kiloları olamaz değil mi?


Şaka değil, ciddi bir itham
Taha Kıvanç
14 Nisan 2008
tahakivanc@hotmail.com

Aman efendim ne kadar da şakacılar! Tek başına konuyu ele almış olsa, adı burada anılmaya değmez birinin yazdıklarına temas etmezdim; ancak yazısının içinde iki Cumhuriyet yayın sorumlusunun (İbrahim Yıldız ile Akın Atalay) adlarını da geçiriyor. Onlara da sorduğunu söyleyerek...

Yazılanı okuyunca, “Washington'dan, daha doğrusu ABD'nin en derinini temsil eden Dick Cheney'den medet ummak Cumhuriyet gazetesi çevreleri tarafından böyle hafife alınıyor demek ki” diye düşünmeden edemedim.

Yazık.

Gazetelere yansıyan iddia her yerde konuşuluyor, Cumhuriyet yazı işlerinin dikkatini çekmemesi imkânsız bir konu bu: İlhan Selçuk “Ak Parti'yi desteklemekten vazgeç” diye özetlenebilecek bir girişimde bulunmuş ABD yönetimine. Önce Bush'la temas yolunu aramışlar, sonra Cheney ile... Sonunda, birisi ne yapıp edip Cheney'in ofisinden birkaç kişiyle onun namına görüşmüş...

İlhan Selçuk'un “Sizin işinize Ak Parti yaramaz, Ulusalcılarla iş tutun” mesajı iletilmiş Cheney'in adamlarına...

İletilmiş mi, iletilmemiş mi? Bush ve Cheney ile görüşmek istenmiş mi istenmemiş mi? Konuyla ilgili haberleri gazetelerde okuyan birazcık merak sahibi insan bu soruların cevabını öğrenmek ister. Eğer Cumhuriyet'te çalışıyor veya CMOK mensubu olsaydım daha fazla merak eder, cevabını öğrenmeyi daha fazla isterdim.

Cumhuriyetçiler ise dalga geçmeyi yeğliyorlar. Yok, İlhan Abi Putin'le konuşmuş... Yok Sarkozy'i de aramış, ona da mesaj göndermiş... Şakaya boğarak işin vahametini gözlerden saklamaya çalışıyorlar. Oysa kendilerinden beklenen çok basit: “İlhan Selçuk'a sorduk, kendisi hiçbir zaman böyle bir ilişki için kimseyi görevlendirmediğini söyledi” açıklaması... Emin olun böyle bir açıklama beni en az samimi Cumhuriyet okurları kadar mutlu eder. Gazetenin önemli bir isminin dünyayı karıştıran bir kadronun en bilinen ismine Türkiye'yi karıştırmaya yol açacak bir mesaj göndermesi ayıbına neden sevineyim ki?

Tabii eğer böyle bir mesaj gönderildiyse, gönderme tarihi de beni ilgilendiriyor. Gri beyin hücrelerimin bu defa da doğru sonuç verip vermediğini ölçme bakımından önemli bu ayrıntı...

'Gri beyin hücreleri', Agatha Cristie'nin polisiye romanlarının baş kahramanı Hercule Poirot'nun sık kullandığı bir deyimdir. Herkes her şeyi görür, her ayrıntıyı bilir de, katilin kim olduğunu 'gri beyin hücrelerini' kullanan Hercule Poirot bulur. Görünenleri ve ayrıntıları muhakemesinden geçirerek...

İstanbul ile Washington arasında “Onları bırak, bizimkileri destekle” yollu bir telefon trafiği kurulduğunu gazetelerde okuyunca, zamanında yazdıkları aklıma geliverdi. Cumhuriyet yazarı, o yazılarında, lâfı hiç eğip bükmeye kalkışmadan, aynı yaklaşımı sergiliyordu. Okuyunca “ABD Türkiye'de darbe mi yaptırsın istiyor?” diye düşünmüştüm

Yazdıklarını yeniden okumakta hiçbir mahzur yok.

18 Kasım 2006 tarihinde şunu yazmıştı İlhan Bey: “Artık çok iyi biliniyor ki dinci ya da takıyyeci AKP iktidarı Ortadoğu'da bir Amerikan marifeti... / Ancak Bush 'AKP operasyonu'ndan beklediğini alamadı!.. Amerika bugün terör örgütü PKK'yi Türkiye'ye karşı kullanıyor... / Türkiye'de 'huzursuzluk' ve 'istikrarsızlık' doruğa tırmanıyor... / Bush yönetimi ne yapmalı?..”

Aynı yazıda ne yapılması gerektiği ayrıntısı da vardı: “Bir yandan Ilımlı İslâm Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK'yi kullanarak Türkiye'yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... / AKP'nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... / ABD'nin Ortadoğu tasarımında 'revizyon'a, Türkiye'de ise yeni bir iktidara gerek var!..”

Ertesi gün “Bush'un Türkiye siyaseti değişmeli” başlığını taşıyan bir yazı daha yazdı: “Bush, Ortadoğu'da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye'den başlaması aklın yoludur... / (..) Ortadoğu cehennem... / Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush'un Türkiye'de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk'ün lâik Cumhuriyetini Ortadoğu'da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor...”

Gri beyin hücreleri, ya o dönemde zihninde yeni yeni belirmeye başlayan “Bu iş ancak Washington yardımıyla olur” görüşünü başkalarıyla da paylaşmak için yazılmış birer tartışma metni olarak, ya da düpedüz
Yeni Şafak

Medya Grup Başkanları İlhan Selçuk
28 Temmuz 2008 14:21
İlhan Selçuk'a Ergenekon'un medya yapılanmasında tepe yöneticiliği düşünülüyordu.

İlhan Selçuk'un 14 Şubat 2008 günü İ.Y. isimli bir şahısla yaptığı telefon konuşması da iddianameye girdi. İlhan Selçuk, Ergenekon tarafından oluşturulacak medya yapılanmasının koordinatörlüğünü üstlenmesi konusunda gördüğü baskıyı anlattığı konuşmasında, dört televizyon kuruluşunun adını veriyor.

Teknik takibe takılan konuşmada, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek'in başında buluduğu Avrasya TV, Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal'ın başında bulunduğu Kanal B, Doğu Perinçek'in başında bulunduğu Ulusal Kanal ve Tuncay Özkan'ın başında bulunduğu Halk TV'nin birleştirilerek İlhan Selçuk'un koordinatörlüğüne verilmesi fikrine İlhan Selçuk sıcak bakmıyor.

Konuşmada Ergenekon sorşturmasında çok merak edilen ve kimliği netleşmeyen 'Doğu' ismi de iki kez geçiyor.

İ.SELÇUK: "Bizi işte bi şeyin başına geçirmek istiyorlar. Özellikle Kemal Alemdaroğlu çok ısrar etti. Yani baktığın zaman şeyi birleştirelim üzerine şey yapıp. 4 tane televizyon var bu hikayenin içinde. İşte biri o Ankara daki Türk Metalin TV si var, Avrasya Evet, B kanal var. Burda da Doğu Perinçek kanalı ile bizim Tuncay Özkan kanalı var. 4 tane kanal işte ne yapılabilir şu bu falan filan bi şeyler. Yani ortak bildiriler yaymak, bir bütün bu kanal sahipleri arasında bir, efenim birisi Metal in başında birisi işte İŞÇİ partisinin başında Tuncay Özkan işte Halk Partisi'ne girdi girecek bir hareketin başında. Öbürü de rektör Ankara'da. O da doğru dürüst bir adam işte sen birleştirirsin bunları gibi olmayacak şeyler öneriyorlar bana. Bir de şey var bilemiyorsun ki yani. Doğu, yarın öbür gün ne yapar bilebiliyor musun?"

İ.Y: "Evet Doğu'ya güvenilmez ama"

İ.SELÇUK: "Öbürleri daha iyi filan. Zaten kendileri geliyorlar şu bu. Şeyi pek fazla tanımıyorum ama onu da şey tanıyor Kemal, eski rektör falan, öbür rektör falan tanıyorlar. Neyse yani, senin anlıyacağın böyle bir gece geçirdik."
aktifhaber

Cumhuriyet'ten "Darbe&Selçuk" Açıklaması
11 Nisan 2008 15:12
İlhan Selçuk'un telefon kayıtları medyada boy boy yer almaya başlayınca Cumhuriyet Gazetesi bir açıklama yayınladı. İşte sert üslupla kaleme alınmış o açıklama...

Cumhuriyet Gazetesi'nde yeralan açıklama şöyle:

Cumhuriyet'ten açıklama...

İlhan Selçuk'un serbest bırakılmasının ardından, bazı basın yayın organlarında ve kimi köşe yazarlarının sütunlarında, belli odaklar tarafından servis edilen bilgi ve belgeler gündeme getirilerek soruşturma ve yargı süreci yönlendirilmeye, kamuoyu belli bir yönde oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ağır sağlık sorunlarıyla uğraşırken bir yandan da, kendisiyle ilgili bu çirkin oyunu izleyen başyazarımızın en kısa zamanda sağlığına kavuşarak, bu art niyetli yazı ve yorumlara bizzat yanıt vereceğini biliyoruz.

Ancak, yapılan suçlama ve çarpıtmalar, eleştiri sınırlarını zorlayarak kabul edilemez boyutlara ulaştığından ve gizli olması gereken soruşturmaya ilişkin bazı bilgilerin, basına kasıtlı olarak sızdırılması nedeniyle bunların kamuoyu ile paylaşılması zorunlu hale gelmiştir. Nitekim, 14 gün önce gazetemiz avukatları tarafından soruşturmayı yürüten savcılara verilen bir dilekçede, bu hususlar aynen belirtilerek, gizli olması gereken bilgilerin maksatlı olarak ve bağlamından koparılmış, anlamı değiştirilmiş şekilde bazı gazetelere ve gazetecilere servis edilmesi şikâyet edilmiştir. Bu hukuksuzluğun ve saldırıların devam etmesi halinde, gazetemiz tarafından bugüne kadar ısrarlı olarak sürdürülen soruşturmanın gizliliği ilkesine uyma yönündeki tavrımızın artık devam edemeyeceği, ettirilemeyeceği, kamuoyu karşısında gerçekleri açıklamanın hakkımız olduğu belirtilmiştir.

Başyazarımız ve gazetemizle ilgili yayınlar ve çarpıtılmış bilgilere dayalı suçlamalar soruşturmanın gizliliği ihlal edilerek yoğun bir şekilde devam ettirilmektedir.

İşte gerçekler...

İlhan Selçuk'a Emniyet'teki ifadesi sırasında özgeçmişi ve telefon görüşmeleri ile ilgili sorular sorulmuştur. Bu sorulardan bazıları basında yer almıştır. Kendisine sorulan sorulardan ilk yedi tanesi kişisel haline ilişkindir (özgeçmişi, geçimini nasıl temin ettiği, daha önce ceza alıp almadığı, yakalanıp yakalan ği, daha önce ceza alıp almadığı, yakalanıp yakalan madığı, adına kayıtlı cep telefonu olup olmadığı, lakabı ya da takma adı olup olmadığı, yazmış olduğu kitaplar ve bunların isimleri ile içeriğinde nelerden bahsedildiği, üyesi olduğu dernek, parti, vakıf olup olmadığı, varsa isimlerinin ne olduğu). Sonraki yedi soru, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan kişilerden isimleri tek tek okunup, ifade metnine yazılan 71 kişiyi tanıyıp tanımadığına ilişkindir. İlhan Selçuk bu 71 kişiden 4'ünü tanıdığını (Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Emin Gürses), Veli Küçük ismini de basından bildiğini, diğer isimleri ise duymadığını, tanımadığını bildirmiştir. İfadenin bundan sonraki bölümlerinde, İlhan Selçuk'un 07 Şubat 2008 ile 17 Mart 2008 tarihleri arasında yaptığı telefon görüşmelerinin tapesi okunarak, bu görüşmelerin içeriğini anlatması, izah etmesi istenilmiştir.

***

Soruşturmayla ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, konuşmaların bütünü ifade metnine aynen monte edilmiştir. Bununla amaçlananın, ifadelerin basına sızdırılarak, İlhan Selçuk'un soruşturmayla ilgisi olmayan tüm özel yaşamının göz önüne serilmesi, kamuoyu nezdinde küçük düşürülmeye çalışılması, belli kişilerin -özellikle işadamlarının- isimlerine yer verilerek onlara da gözdağı verilmesi olduğu bugün apaçık ortaya çıkmıştır. Peki, İlhan Selçuk'tan içeriği birebir okunarak izahı istenen telefon görüşmeleri kimlerle yapılan görüşmelerdir? İma edildiği gibi darbecilerle (!) ya da soruşturma kapsamında olan kişilerle mi? İşte telefon görüşmesi yaptığı kişilerin tam listesi:

İbrahim Yıldız (altı kez): Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Mustafa Balbay (iki kez): Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi

Alev Coşkun (iki kez): Cumhuriyet Vakfı Başkan Yardımcısı

Emre Kongar (bir kez): Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu Başkan Yardımcısı

Akın Atalay (bir kez): Cumhuriyet Gazetesi Hukuk Müşaviri, Cumhuriyet Vakfı Genel Sekreteri

Server Tanilli (bir kez): Cumhuriyet Gazetesi Yazarı, Anayasa Hukuku Profesörü

Ezgi Top (bir kez): Gazetedeki sekreteri

Mehmet Benli (iki kez): Kuzeni (halasının oğlu)

Bülent Tanla (bir kez): Arkadaşı, eski CHP Genel Başkan Yardımcısı

Dr. Gürbüz Barlas ve eşi (bir kez): Arkadaşı, aile dostu

Perihan Kutlar (bir kez): Arkadaşı, aile dostu, (Dr. Gürbüz Barlas'ın baldızı)

Murteza Çelikel (bir kez): Arkadaşı, işadamı

Gazetemiz avukatlarının; telefon kayıtları içinde yer alan İlhan Selçuk'un kuzeni ve avukatı ile yaptığı görüşmelerin hiçbir şekilde dinlenemeyeceği, bu kişilerle yapılan görüşmelerin yanlışlıkla dinlenmesi halinde ise derhal imha edileceği şeklindeki yasa hükmüne dayanarak yaptığı yazılı itirazın ardından, derhal bir tutanakla yok edilmesi gereken bu kayıtlardan, özellikle kuzeni ile yaptığı konuşmanın bazı bölümleri bağlamından, bütünlüğünden koparılarak belli gazetelere ve gazetecilere sızdırılmış ve bazı gazeteciler tarafından karalama, suçlama amacıyla yayımlanmıştır. Yasaya aykırı bu dinlemelerin hesabını kim verecektir merak ediyoruz!.. Yasa gereği imha edilecek olan bu konuşmaları aktaran, kendilerini "andıç" düşmanı olarak tanımlayan bu gazeteciler, şimdi yeni bir andıçlamanın aleti durumuna düşmeyi nasıl açıklayacaklar merak ediyoruz!.. Soruşturma ile ilgisi bulunmayan konuşma içeriklerinin dosyada saklanmasının (nasıl saklandığı ortada) hesabını kim verecek merak ediyoruz!..

***

Belli güç odaklarının yönlendirmesi ile bazı gazetelerde yayımlanan ve "AKP'nin kapatılmasına ilişkin iddianamenin yazılmasında İlhan Selçuk'un da bilgisi ve hatta yönlendirmesi olduğu, iddianamenin dava açılmadan çok daha önceden İlhan Selçuk tarafından bilindiği" şeklindeki iddia ve ithamlar tamamen gerçek dışıdır. Bu yöndeki iddialara, özellikle İlhan Selçuk'un 23 Ocak 2008 tarihli köşe yazısı dayanak gösterilmektedir. Nitekim, emniyette de bu yazı kendisine aynı iddiayla sorulmuştur. Oysa, İlhan Selçuk'un bu yazısından tam 6 gün önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kamuoyuna yazılı bir açıklama yapmış ve türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına yönelik anayasa değişikliği girişiminin anayasadaki laiklik ilkesi ile çeliştiğini söyleyerek, siyasal partilerin bunun sonucunu iyi düşünmeleri gerektiğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıkça ifade etmişti. İlhan Selçuk'un 23 Ocak tarihli yazısını, AKP hakkındaki iddianameyi önceden bildiğinin kanıtı olarak kullananlara söylenecek tek söz var: Başta kendi yazdıkları gazeteler olmak üzere, Türkiye'deki bütün gazetelerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın açıklamasını nasıl verdiğini, nasıl yorumladıklarını görmek için 18-19-20-21 Ocak 2008 tarihli gazetelere baksınlar. Hatta, bu açıklamayı "kapatma tehdidi", "kapatma uyarısı" olarak yorumlayan ve -eleştirmekle birlikte- olması gerektiği gibi doğru okuyan meslektaşlarının yazılarına baksınlar. Herkesin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın mesajını doğru okuduğu bir dönemde, bu mesajı tam altı gün sonra köşesine aktaran İlhan Selçuk'a, sanki mesajı ilk aktaran oymuş gibi suçlama yöneltilmesi akıl ve mantık dışı bir durumdur. Bu iddianın sahiplerinin, akıllarınca İlhan Selçuk'u Ergenekon operasyonuna dahil edip, onun üstünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nı da AKP'ye yönelik bir darbe senaryosunun içine yerleştirmeye çalışması, ne derecede bir akıl tutulmasına yakalandıklarının somut kanıtıdır.
aktifhaber

09 Mayıs 2009 15:04
Ergenekon'un ikinci iddianamesinin eklerinde, Cumhuriyet gazetesi ile ilgili ilginç bilgiler yer alıyor. İşte Cumhuriyet'teki ilginç tiraj oyunu...

Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, gazetenin haber ve tiraj değerlendirmelerini Şener Eruygur, Levent Ersöz, ve Atilla Uğur'la birlikte yapıyormuş. Mümtaz Soysal'ın ifadesiyle tirajı 'silah' olarak nitelendiren Balbay, "Şimdi bu gazeteyi 100.000 sattırırsak gündemi bir başka türlü etkileriz." Diyor. Balbay'la defalarca görüştüğü anlaşılan Eruygur, Jandarmaya ait birimlerde Cumhuriyet'in satılması için birlik komutanlarına emir verileceğini söylüyor.

Eruygur, verilen emirlerde farklı bir taktiğin olduğunu şu cümlelerle anlatıyor: "Cumhuriyete kapıyı açarken, diğerlerine de hissettirmeden hafif hafif kısın. Adam orada cumhuriyeti görecek. Bakacak ki, Hurriyet yok Milliyet yok, neyse alacak. Yani çift taraflı olarak yönlendireceğiz."

İddianamede yer alan bilgelere göre, Ergenekon sanıkları yaptıkları her şeyi kayıt altına almış. Mesela Mustafa Balbay'ın günlüklerinde tam anlaşılamayan bir olay Levent Ersöz ve Şener Eruygur'un kamera kayıt dökümlerinde var. Bu üç ismin cumhuriyet gazetesi için özel çalışma içinde olduğu görülüyor. Kitap promosyonu için Şener Eruygur'dan yüz milyarlık bir destek isteyen Balbay bunun önemini anlatırken 'Birincisi tirajı arttırır, ikincisi iktidara karşı bir mücadele zemini gelişir." Diyor.

Mustafa Balbay, gazetenin GATA'da da satılabileceğini belirtiyor. Bu konuda fiyat indirimi yapabileceklerini teklif ediyor. Bazı üinversite ve yurtlarda indirimli gazete sattıklarını anlatıyor. Şener Eruygur hangi üniversiteler olduğunu sorunca Balbay şöyle diyor: "ODTÜ, Dil tarih coğrafya fakultesi orası fena değil. Gazi'ye giremedik." 'Bursa Uludag yok mu?' diyen Eruygur desteğini şöyle devam ettiriyor: "Biz tanığımız rektörler vasıtasıyla diğerlerine de bu konuyu anlatırız. Dolayısıyla onlarda da bir hareketlenme sağlarız."

'Erler eskisi gibi cahil değil' sözleri ile konuşmaya katılan Levent Ersöz, cumhuriyet'in askeri birliklerde satılmasının önemine dikkat çekiyor: "Şimdi bu o kadar önemli ki, bu asker 2 ay sonra tezkere alıyor. Burada ufacık bir alışkanlık kazanması, bu gazete eskiden babamın dediği gibi komünist değilmiş diyecek." Eruygur ve Ersöz, Jandarma'dan sonra diğer birliklerin de cumhuriyet alması için uyarılıcağını anlatıyor.

2003-2004 yılında Kıbrıs'ta yaşanan gelişmeler konusunda gazete haberlerinin etkisi de konuşuluyor. Balbay bunu şöyle anlatıyor: "Hep konuşuyoruz ya bu medya gücüne karşı çıkmamız gerekiyor. Mümtaz hoca (soysal) onlarla başa çıkabilmemiz için onların silahlarıyla karşı koymalıyız, onların tirajı 500.000 ise sen de çıkaracaksın, televizyonları varsa senin de olmalı diyor."

Tiraj planlarının yapıldığı toplantılarda Zaman Gazetesi'nin satışları da gündeme gelmiş. Ekip burada çirkin ifadeler kullanıyor. Askerlerden promosyon için para isteğini tekrarlayan Balbay şöyle konuşuyor: "Mesela o işe ilk başladığımızda bize İş bankası yardımcı oldu. Alparslan ışık'ın bu Fethullah Gülen ile ilgili bir kitabı vardı.

Ona vermiştik. Zamancılar İş Bankası'na öyle bir yüklendi ki İş Bankası ürktü ve geri çekti sponsorluğunu. Yani böyle bir deneyim yaşadık. Şimdi bu deneyimi dikkate alarak kitaplarda Fethullah Güleni vermedik. Onunla gazete sayfalarında zaten uğraşıyoruz. Atatürk kitapları vererek acaba Oyakbank bize sponsor olsun istiyoruz." Mustafa Balbay işi o kadar ileri götürüyor ki, 'askerden ihale alan şirketlerin bile taranıp' bu konuya dahil edilmesini istiyor.
Ülker Grubu'nun cumhuriyetin bazı eklerine sponsor olması da kayıtlara girmiş. Eruygur, 'Bizde soru işareti oldu' diyor. Balbay'ın Paşa'yı ikna için verdiği cevap bir hayli ilginç: "Bu karşıda mı, o karşıda mı deyinceye kadar çocuklar bu konularda Mustafa Kemal stratejisi uygulayacaksınız. Düşmanın yanında çekebileceğin birileri varsa çekeceksin."

Ali Akkuş / ZAMAN

Can Dündar
Milliyet Gazetesi
Amerikan salatası
07 Eylül 2009

Aziz Nesin, Yön dergisinde yazmıştı. 4 Aralık 1945 günü Tan matbaası basılmış.
5 Aralık 1945’ten itibaren İstanbul’daki restoranların menülerinden “Rus salatası” adı silinmiş.
Yerine “Amerikan salatası” yazılmış.
“Bu, ‘komünizmle mücadele’ adı altındaki bir budalalık dönemidir” demişti Nesin...
Usta yazar, o dönem sürekli polis takibi altında tutulmuş, “Rus uşağı, komünist ajan” olmakla suçlanmış, hayli hırpalanmıştı.
* * *
Aradan 65 yıl geçti; duvar yıkıldı; “düşman”ın adı değişti, ama polis aynı polis, kafa aynı kafa...
Önceki günkü Milliyet’te Ergenekon iddianamesi eklerinden bir “teknik takip raporu” yayımlandı.
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü’nün imzasını taşıyan 4 sayfalık raporda polis takibine girenlerle ilgili önemli suçlamalar var. Bir kısmının çok ciddi olduğu anlaşılıyor.
Ama arada şöyle bir cümle dikkat çekiyor:
“Amerikan Büyükelçiliği ile gizli kapaklı toplantılara katılmıştır.”
Kim?
Mustafa Balbay...
Nasıl “gizli” toplantı yapmış?
Olay şu:
Cumhuriyet’in Yazı işleri Müdürü, İlhan Selçuk ile telefonda konuşurken “Amerikan Büyükelçisi bugün dar bir yemek veriyormuş. Balbay da şu anda büyükelçinin masasında şarap içiyor. Bakalım ne çıkacak” demiş.
Bu konuşma teknik takibe takılmış. (Hatta dinleyen polis “Balbay” yerine “Albay” yazmış. Belki de örgütün askeri kanadının enselendiği sanılmış!)
İlhan Selçuk’a hem Emniyet’te hem Savcılık’ta bu toplantıyı sormuşlar. O da, “Balbay Ankara temsilcisidir. Büyükelçilerle görüşmesi normaldir” cevabı vermiş.
Sonra Savcılık aynı soruyu Balbay’a sormuş:
Balbay da o toplantıda Milliyet, Zaman, Referans gazetelerinin Ankara temsilcilerinin de bulunduğunu söyleyip neler konuşulduğunu anlatmış. Büyükelçi’den özel demeç alıp manşete taşıdıklarını söylemiş.

aktifhaber

İSPARK görevlisini darp eden Cumhuriyet yazarı Mehmet Faraç'a dava açıldı

17 Ekim 2009 Otopark ücreti nedeniyle İSPARK çalışanlarıyla tartışan, bir park görevlisini silahla darp eden Cumhuriyet Gazetesi Yurt Haberler Servis Şefi Mehmet Faraç hakkında 'yaralama ve hakaret' suçlarından dava açıldı. Şişli 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde açılan davada Faraç'ın, kamu adına cezalandırılması isteniyor. Zaman gazetesinin haberine göre; Cumhuriyet yazarı ve Yurt Haberler Servis Şefi Mehmet Faraç'ın Levent'te bir alışveriş merkezinin önünde park ücreti yüzünden resmi İSPARK görevlisine silah çekmesinin üzerinden 3 ay geçti. İddianame hazırlanarak Faraç'la ilgili yaralama, hakaret, meskun mahalde silah kullanmak gerekçesiyle dava açıldı. Duruşma tarihi ise henüz belli değil. Faraç'ın park ücreti yüzünden silah çektiği ve darp ettiği İSPARK görevlisi Hüseyin Güçlü, davanın açılmasını "Hak yerini buldu" diyerek memnuniyetle karşıladı. Güçlü, tazminat davası da açacağını dile getirdi ve şunları söyledi: "İşçi haklarını savunan bir gazeteci, işçiye silah çekmez. Olay anında öldürecekleri korkusuna kapıldım. Hakkımı sonuna kadar arayacağım."
netgazete

Hasan Cemal: "İlhan Selçuk, 1990'lardan 2003 darbe tertiplerine kadarki süreçte rol oynadı"

27 Aralık 2009 - Vatan'dan Sanem Altan'a konuşan Cemal, medyanın son durumunu değerlendirdi; eski arkadaşlarını anlattı.

“Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabınızı çıkarılı 10 yıl oldu. Ama hâlâ bazı satırlarını hatırlıyorum. Çünkü insanın içini yakacak cesarette bir özeleştiri vardı. Deniz Gezmiş'lerin idamına gitmesinde payımız var demiştiniz... Bundan çok etkilenmiştim. Size hazırlanan kitapta Ahmet Altan “Sahip olduğu ne varsa kaybetmeyi göze aldı ve kendi kaderini bir daha yazdı” demiş. Bu sizi birçoğumuzdan ayırıyor. Bunu nasıl yaptınız?

Mülkiye okuduğum dönemde sol radikal, kendine devrimci diyen bir genç adamdım. Bir yerde komünist, bir yerde solcu, bir yerde radikal. İlk girdiğim ray Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk'la beraber Devrim Dergisi'ydi. Amacımız devrimdi ama pratikte yapmak istediğimiz askeri kışkırtarak darbe yaptırıp, kendimize devrim yolunu açmaktı, buna inanıyorduk. Ciddi olarak inanıyorduk. Daha güzel bir dünyaya bu yoldan gidilebilirdi bize göre. Gençleri kışkırttık. Darbe oldu. Gençler çok kötü günler yaşadı. Asılanlar oldu. Bu benim içime işledi. “Deniz Gezmiş'lerin idama gitmesinde vicdani payımız var” diye yazdım. Bunun saklanacak bir tarafı yok.

Deniz Gezmiş'in bana lafıdır, “Marksist cunta ne zaman geliyor”, bunun esprisini yapan insanlardı. Bir yıl sonra idam sehpasında gördük onları. Bu korkunç bir duygu. İstediğimiz dünya hedef olarak güzel bir dünyaydı, ama seçtiğimiz yol geriye dönüp baktığımda eleştirilmesi gereken bir yoldu. Elde silah, askeri darbeye davet ettik, sonunda da tam tersine tüm özgürlüklerin içine eden bir zemin oluşturmuş olduk. O dönem beğen beğenme Türkiye İşçi Partisi seçim yoluyla gelen çok partili dönemi savunmak lazım diyorlardı. Ecevit de ortanın solundan bunu söylüyordu. “Halkın oyundan ayrılmayalım, seçim sandığından” diyordu. Yerin dibine batırıyorduk Ecevit'i. Kimine göre bu döneklik oldu. Askeri darbeyi kışkırtan bir hareketten dönmek döneklikse döneğiz. Bu kavga Cumhuriyet'te olan kavga. Bugün Ergenekon'a gelen çizgi de aynı.

BEN GİTTİM İLHAN SELÇUKLAR GELDİ

40 yıllık Bab-ı Âli macerasının 18'i Cumhuriyet gazetesi. Bu bölümü yazdınız, söylediniz, anlattınız. Sürekli bunu anlatan adam olarak gözükmenizi istemem ama yine soracağım izninizle. Siz Cumhuriyet kavgasını kazandınız mı, kaybetiniz mi sizce?

Yenilmedim ama kaybettim o kavgayı tabii. Çünkü gitmek zorunda kaldım, İlhan Selçuklar geri geldi. Ama ben kendi görüşlerimle devam ettim, iç huzurumla yaşadım. Fikirlerim yenilmedi yani. Onlar geldi kendi kafalarına göre yaptılar gazeteyi ama Cumhuriyet gazetesinin o döneminden Ergenekon'a kadar bir çizgi çekebiliyorsun. Ben geldiğimde 80 darbesi olalı yedi-sekiz ay olmuştu. Ben gelince “Artık bu gazetenin anlayışı şudur, iyi darbe kötü darbe ayırımı yapılmayacak, hepsi kötüdür” dedim. Bu büyük kavga yarattı. Nadir Bey “Yapmayalım” dedi. Bu büyük tepkiye yol açtı. Ben ilk kez 27 Mayıs Darbesi diye yazınca iyice ortalık karıştı. Ama 83'e, Özal'a kadar demokrasi adına çok iyi bir duruş gösterdik. Tiraj arttı. Yüzünü değiştirdik gazetenin. 87'ye kadar da öyle böyle idare ettik. Her zaman kapalı kapılar adında bir çekişme vardı, demokrasinin özüyle ilgili bir çekişmeydi bu. Hem ekonomi hem siyasette liberal çizginin savunulması, çoğulcu demokrasinin savunulması İlhan Selçuk ve arkadaşlarının çok sevmediği işlerdi. Gazetede Karl Popper adının çıkmasından hoşlanmazlardı mesela. Ben Havel'i savunmaya başlayınca masada büyük kavga etmiştik. Berlin duvarının yıkılması falan İlhan Selçuk'ta büyük hayal kırıklığı yarattı. O duvar yıkılırken bizim gazetenin duvarları da sarsıldı o zaman. Aile kavgası Cumhuriyet'te hiç bitmedi. Nadir Nadi ve kardeşleri arasındaki kavga hiç bitmedi. Bizim dönemde de eski yeni kavgası patlayınca aile kavgası da tekrar su yüzüne çıktı. Ben bu kavgayı hiç yapmak istemedim. İlhan Abi de bunu bilir. “Biz aile kavgasını tetiklersek, dengeyi bozarsak parçalanırız” demiştim. Dinlemediler. Amacım kavga hiçbir zaman olmadı ama geri de çekilmedim, savaştım.

Siz o döneminizi seviyorsunuz ama...

Kendi dönemimi çok sevdim. Ben ayrıldıktan sonraki Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değildir, İlhan Selçuk'un Cumhuriyetidir. Bir ucu Ergenekon'a açılan bir Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değildir. Hayatımın en güzel yılları Cumhuriyet'te geçti. İlhan Selçuk'un sizin ailenizde de önemli bir yeri vardı. Benim hayatım için de çok önemliydi. Abim yoktu ama İlhan Selçuk benim abimdi. Her şeyi paylaştığım, özel hayatımı bile paylaştığım, elimden tutun biriydi. Ama şimdi küsüz, kırgınız birbirimize. İlhan Abi benden daha katı. O daha küs ve kırgın. İdeolojik farklılık yüzünden, ikimiz de birbirimizi bir türlü affedemiyoruz.

İLHAN SELÇİK HEP DARBELERDE VAR

""Benim Cumhuriyet'te İlhan Selçuk ve arkadaşlarıyla verdiğim kavganın ne anlama geldiği Balbay günlükleriyle ve Ergenekon'la ortaya çıktı” diye yazdınız.

Basit, gazetecilerin iktidar kavgası değildi bu tabii ki, demokrasi kavgasıydı, 1992'den itibaren İlhan Selçuk'un yazılarını düzenli bir şekilde takip eder oradan bir çizgi çizerseniz 2003'teki Şener Eruygurların içinde bulundukları darbe tertiplerine bağlanır. Balbay'ın günlüklerini, darbe günlüklerini ve İlhan Selçuk'un yazılarını beraber okursanız, nasıl ki Aytaç Yalman'ı, Şener Eruygur'u emekli olur olmaz alıp, Cumhuriyet'in vakfının danışma kurulu üyesi yaptı, her şeyi yerli yerine oturuyor. Balbay'ın tutuklu kalmasına gerek yok, paşalar dışarıdayken üstelik, buna içim elvermiyor. Ergenekon sürecinde birçok hukuki aksama da bulabilirsiniz ancak askeri hukukun içine çekecek bir süreçtir bu, “Erdoğan tarafından icat edilmiştir, ona karşı olanlar tutuklanıyor” derseniz bu ahmakça ve işi saptırma çabasıdır. Benim vicdanımda gayet nettir durum, İlhan Selçuk 90'ların başından 2003 darbe tertiplerine kadar olan süreçte gayet önemli rol oynamıştır. Bu davalar beraatle bile sonuçlansa, görünen şeyler açıktır. Kim inanıyor ki yapmadık etmedik demelerine. Biz de aynısını yaşadık, 9 Martçılar mahkemeye çıktı, beraat etti, çünkü ucu hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur ve Genelkurmay Başkanı Faik Gürler'e dayanıyordu.
vatan

11 Nisan 2010 22:51
Balbay Ve İlhan Selçuk Savaşı!
Mustafa Balbay, Cumhuriyet Gazetesi'nden alınmasına büyük tepki gösterdi. Cumhuriyet'e ateş püskürdü

Mustafa Balbay, İkinci Ergenekon davasında birlikte yargılandığı tutuksuz Fatma Sibel Yüksek'e İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda konuştu.

Cumhuriyet gazetesi yönetiminin Ankara Temsilciliği görevinden alınmasına ilişkin konuyu kendisiyle konuştuğunu kaydeden Mustafa Balbay, “Görevden almayı düşündüklerini söylediler. Fikrimi sordular. Ama ben böyle bir kararın yanlış olacağını beni yaralayacağını söyledim. Çünkü ben burada aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinin temsilcisi olduğum için de yargılanıyorum. Hakkımdaki bütün iddialar ve sorulan sorular gazeteci olarak bu sıfatım üzerinden soruluyor. Bunları gazete yönetimine söyledim. Böyle düşünmeme rağmen görevden almışlarsa bilemiyorum. Bu kararda benim mutabakatım yok” dedi.

“EMRE TASMAYI GEÇİRMİŞ İLHAN SELÇUK'A DOLAŞTIRIYOR FİNO KÖPEĞİ GİBİ”

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan iddianamelerde, Ergenekon Terör Örgütü'nün sanıkları, Cumhuriyet Gazetesi'nin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk ile Mustafa Balbay'ın birbirine olan samimiyetsizliği açıkça yer alıyor.

Mustafa Balbay, İlhan Selçuk'a ağır ithamlarda bulunmuş. Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nda yapılan aramada elde edilen doküman ve ajandaların incelemesinde; Mustafa Balbay yazılı 2005 tarihli siyah ajanda içerisinde; “11 Mart Sayfasında: Emre tasmayı geçirmiş İlhan Selçuk'a, dolaştırıyor fino köpeği gibi” yazdığı belirtiliyor.

“BU BALBAY ÇOK OLDU”

İlhan Selçuk da, Mustafa Balbay hakkında ağır ithamlarda bulunmuş. Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan birinci iddianamede, İlhan Selçuk'un, 14 Şubat 2008 tarihinde; Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız'ı aradığı ve Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ı şikayet ederek, “Bu Balbay gemi azıya aldı, buna bir şey düşünmek lazım... Yok efendim konaklar alıyor, yok otomobiller alıyor” dediği yer alıyor. Mustafa Balbay, Ergenekon davası kapsamında 402 gündür tutuklu olarak yargılanıyor.

Kaynak:Vakit

Etiketler: chp içki laiklik yolsuzluk deniz baykal ihale Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Cumhuriyet Gazetesi darbe ilhan selçuk abi

Taha Kıvanç
Yeni Şafak Gazetesi
Gazetesini bana soran Cumhuriyet okuruna cevabımdır
24 Nisan 2010

Şu mesajı birlikte okuyalım: "Lise öğretmenliğinden emekliyim. Yıllardan beri yalnızca Cumhuriyet yazarlarını okurum. Tek istisna sizsiniz; sizi de internetten dikkatlice izlemeye çalışıyorum. İki ay önce Cumhuriyet'te değişim beklediğinizi yazmıştınız. Galiba gerçekleşiyor. Önsezi miydi bu, bilgi mi? Lütfen beni aydınlatınız."

İki ay önce, 26 Şubat'ta burada okuduğunuz "Değişim Cumhuriyet'te başlarsa şaşırmayasınız diye..." başlıklı yazının girişi şuydu: "Akıllar medyada belli bir gruba takılmış görünüyor; bana yönelik sorular da hep Doğan Grubu'nda değişim umuduyla ilgili. Oysa o gruptan fazla umutlu değilim; dikkatimi Cumhuriyet gazetesi üzerinde yoğunlaştırmayı yeğliyorum."

Gerçi yazıda Cumhuriyet'te çıkmış derin odaklarla irtibatı bilinen birine ait yazı ön planda, ancak değişimi zorlayan kişiyi hiç tereddüt etmeden belirlemişim: İlhan Selçuk... "Zamanın ruhunu yakalama yönünde istikrarlı düzelme umudunu ona bağladım ben" cümlesiyle İlhan Bey'i değişimin motor gücü olarak da ilân etmişim...

Okur "Nereden bildin?" diye bundan dolayı soruyor...

Değişim süreci başladı, taşlar yerli yerine oturduğunda bugün isimleri geçenlerin bazısı ortada olmayabilir. Süreç sona erdiğinde bugünkünden çok farklı bir Cumhuriyet ile karşılaşabiliriz...

Herkesin kendi kafasında canlandırdığı 'ütopik' bir Cumhuriyet var: Kimi için bir kimlik gösterisidir, kimi için de 'bütün fenalıkların atası' görünebilir... Oysa sonuçta belli bir maliyeti olan, bayide satılan, reklâmlarla ayakta duran bir ticari işletmedir o da...

Medya dünyasından Aydın Doğan ve Turgay Ciner'in zaman zaman aktardıkları para desteği sayesinde sıkıntılarını aşabilen bir ticari işletme... Gürbüz Çapan'ın verdiği destek, kardeşine, Cumhuriyet'i çıkaran şirkette yönetim kurulu üyeliği sağlamıştı. Çok, çok uzun yıllardan beri, Cumhuriyet ne zaman maddi müzayakaya girse İnan Kıraç ve Bülent Eczacıbaşı gibi işadamları da yardımına koşar...

Bu özelliğiyle başka gazetelerden ayrılır Cumhuriyet...

Cumhuriyet Vakfı bir ara bir danışma kurulu oluşturmuş ve buraya emekli paşaları davet etmişti. Gazete Ankara temsilcisinin mutad ziyaretlerinden birinde, Org. Yaşar Büyükanıt'ın bu yüzden serzenişte bulunduğu Ergenekon'un ikinci iddianamesinde yer almıştı. Büyükanıt şunları söylemiş: "Vakıf danışma kuruluna askerleri de almışsınız. Atilla Kıyat var, Çevik Bir, Kemal Yavuz değil mi? Ama fazla asker almayın, bu sefer size militarist derler. Bize düşen bir şey olursa lütfen söyleyin... Elimizden geleni yapmaya çalışırız.."

Aslında Cumhuriyet'in danışma kurulunda 'Or' rütbeli iki general daha vardı: Şener Eruygur ve Aytaç Yalman...

Okurun son zamanlardaki gelişmeden şaşkınlık duymasının sebebi de bu eski görüntü; "Nereden nereye?" diye düşünmez misiniz siz olsanız?

Kusura bakmayın, ama ben düşünmem: İlhan Selçuk kendisine gelen resmi bir davet üzerine gittiği ABD'de karşılaştığı muameleden olağanüstü etkilenmiş ve yaşadıklarını 'Güzel Amerikalı' adını verdiği bir anı kitabında toplamıştı. İlhan Bey'in hemen bütün kitapları defalarca basıldığı halde Amerika izlenimlerinden oluşan 'Güzel Amerikalı' tek baskıyla yetinmek zorunda kalmıştır...

Yere ve zamana göre tavır alabilen biri olmuştur benim gözümde Cumhuriyet'in her şeyi konumundaki İlhan Selçuk... Son seçimden önce köşesinden hem de kimbilir kaç kez Washington'a, "Bunlardan vazgeç, Kemalistleri müttefik seç" diye münacaat ettiği halde sözünü geçiremedi. O da ne yapsın?

Sadece Ankara Temsilciliği koltuğunu önce boşaltıp sonra Reha Muhtar'ın "Benim yanımda yetişti" diye övdüğü genç bir isimle doldurmadı, üç yeni yazarla da anlaştı Cumhuriyet yönetimi...

Yeni gelenlerle kan uyuşmazlığı sebebiyle eski yazarlarından bazısı kepenk kapattılar...

En akıllı manevra budur işte: Eski yazarlarından kurtulmak istiyorsan onları tavır almaya sevk edecek yeni yüz/leri devreye sokarsın; tepki veren eskiler ortalıktan çekilince yeni isimlerle donatırsın gazeteni... Aydın Doğan'ın hiç aklına gelmeyen bu manevrayı Cumhuriyet yönetimi 1971'den beri defalarca yaşayarak gelenekselleştirdi.

Ayrılanlar Sözcü'ye mi gider? Herhalde... Cemaat'in aklına bir kez daha hayranlık duymama sebep olan bir proje 'Sözcü'... Öğrenciliği Cemaat evlerinde geçmiş sahibi görünen delikanlıya buradan şapka çıkarıyorum. Bulundukları yerde 'ileri giden' yazarlar için bir sığınak gibi 'Sözcü' gazetesi; 150 bin civarında satışıyla para bile kazandırıyor olmalı.

Muhalefetini de yakın kontrol altında tutacaksın, neme lâzım!

"Gazetemde ne oluyor?" diye bana soran Cumhuriyet okuruna kısa cevabım şu: Esas bundan sonra olacakları izle; asla pişman olmayacaksın...

Cumhuriyet'in yeni patronu belli oldu

07 Temmuz 2010 İlhan Selçuk'un ölümünden sonra Cumhuriyet Vakfı başkanlığına 53 yıllık gazeteci Orhan Erinç seçildi. Başkanlığa tek aday olan Erinç, oybirliğiyle seçildi. Vakıf başkan vekilliğine Alev Coşkun, genel sekreterliğine Şükran Soner, saymanlığa da İbrahim Yıldız getirildi. Vakıf yönetimi, ayrıca Cüneyt Arcayürek ve Ali Sirmen'in yayın kurulu üyeliklerine seçilmesine karar verdi. netgazete

Cumhuriyet Arınç'a İtibar Kazandırmakta Israrlı
Açık İstihbarat Özel
13.08.2010

"Ergenekon davalarını keyifle haber yapamıyoruz" diye hayıflanarak yayın çizgisini değiştirmeye karar veren Cumhuriyet gazetesi, bu yolda "ince adımlar" atmayı sürdürüyor.

Kontrollü bir kadro değişikliğinden sonra "tarafsız" manşetler atmaya başlayan "Yeni Cumhuriyet"in, özellikle Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hakkında özenli ve diyalog kurmaya çalışan haberler yapması dikkatlerden kaçmıyor.

"Ergenekon" davasından tutuklu Mustafa Balbay'ın görevden alınmasından sonra Ankara Temsilciliği'ne getirilen Utku Çakırözer'in ilk icraatı, Bülent Arınç ile röportaj yapmak olmuştu. Sesini duyuracağı bir medya sıkıntısı çekmediği kesin olan Arınç'la yapılan bu röportajı Yeni Cumhuriyet tam sayfa yayımladı.

Cumhuriyet'in Arınç'a bu dikkat çekici özen ve sempatiyi esirgememesi, "tarafsızlık" adı altında "Ergenekon" kıskacından uzaklaşıp yeni sistemle uzlaşmak, bunu yaparken de AKP içindeki dengelere oynamak ve ikitidar savaşlarındaki pozisyonunu belirlemeye başlamak şeklinde yorumlanabilir.

Ancak, Cumhuriyet'in Arınç'a yönelik bu ilgisinde daha küçük bir sebep olsa da "basından sorumlu Devlet Bakanı" sıfatının etksisini de görmek gerekiyor.

Cumhuriyet, Bülent Arınç'a olan sebebi kendisinde saklı ilgisini bugün okuyucuyu tamamen yanıltmaya çalışan ve yanlış yönlendiren bir haberle sürdürdü.

Arınç'ın NTV canlı yayınında söylediği "Balbay ve Özkan'ın feryadına kulak vermek gerekir" sözlerini manşete taşıyan gazete, sadece basından değil, aynı zamanda psikolojik savaştan da sorumlu olan Başbakan Yardımcısı'nın bu sözleri

"Balbay ve Özkan tutukluyken Balyoz sanıklarının salıverilmesi yanlıştır"

anlamında kullandığını görmezden geldi.

Oysa Arınç'ın bu sözleri sarfetmedeki amacı, Balbay ve Özkan'ın haksız tutukluluğuna karşı çıkmak değil, Balyoz sanıklarının serbest bırakılmasını eleştirmekti.

Nitekim, Vatan gazetesi yazarı Güngör Mengi,

"İktidara muhalif oldukları halde bu iki gazeteci nasıl oldu da Arınç’ın merhametini kazandılar?

Doğru cevabı almak için Arınç’ın tutuklu gazetecilerin “feryat”larını ne şekilde tercüme ettiğine bakmak lâzım. Arınç konuşmasında aradığımız cevabı net olarak veriyor:

'Diyorlar ki ‘Böyle bir olayı düşünen ve planlayan kişiler serbest bırakılıyor. Onların silâhı, topu, tüfeği var, bizim yok da onun için mi hâlâ içerde kalmaya devam ediyoruz?’ Bence bu feryada kulak vermek lâzım!'

İnsanların ızdırabı üstünden siyaset yapmak herhalde buna denir.Arınç, iki gazetecinin isyanını asker sanıkları serbest bırakan mahkemeye mesaj göndermek için mi kullanmıştır?Onları Balyoz ihbarcısı gibi kullanmak mı istemiştir? Dileriz böyle bir hesapla hareket etmemiştir.

Aksi halde koruyor göründüğü iki gazeteciyi istismar ederek onlara daha beter bir haksızlık yaptığını kabul etmek zorundadır"

değerlendirmesiyle Arınç'ın gerçek niyetini ortaya koydu.

Anlaşılan o ki aynı gazeteci dürüstlüğünü artık Cumhuriyet'ten beklemek gereksiz...

Onlar yollarını seçmiş bulunuyorlar: Ulusalcı ve Kemalist kitlelerin hayat verdiği gazete üzerinden "Tarafçılığa" soyunmak...

Açık İstihbarat

Cumhuriyet gazetesinde sigortasız çalışanlar ayaklandı

19 Ağustos 2010 Cumhuriyet gazetesinde ortalık karıştı! Gazetede sigortasız çalıştırılan muhabirler ayaklandı, dava açma kararı aldı.
Gazeteciler.com sitesinde yer alan habere göre; ayaklanmanın ardından Cumhuriyet yönetimi büyük panik yaşadı; şimdi çalışanları davadan vazgeçirmek için ikna turları düzenliyor. Gazetenin sadece İstanbul merkezinde 35'den fazla kişinin 5 yıldır sigortasız çalıştırıldığı ortaya çıkmıştı. netgazete

AB Mandacılarının Yuvvası!
Serdar Ant

AB mandacısı Mine Kırıkkanat Cumhuriyet’e kavuştu! Daha doğrusu Cumhuriyet, mandacılar koleksiyonuna Kırıkkanat Mine ile kucaklaşarak bir yenisini daha ekledi.

10 Ekim Pazar günü Kırıkkanat Mine’nin ilk yazısı Cumhuriyet’te yayınlandı.

Korkut Boratav, İzzettin Önder, Bertan Onaran gibi yurtsever ve emekten yana yazarları tek tek gazeteden uzaklaştıran Cumhuriyet, mandacı liboş takımının maskeli üyelerine sayfalarını açmaya devam ediyor.

Ne acıdır ki, Atatürk’ün isim babası olduğu ve Cumhuriyet’in ilkelerini savunsun diye kurulan Cumhuriyet gazetesi, bugün mandacı takımının yuvası oldu çıktı. Şu isimlere bir bakın:

Mine Kırıkkanat, Kürşat Başar, Soner Çağaptay, Süheyl Batum…

Örneğin 10 Ekim tarihli Cumhuriyet’in “Olaylar ve Görüşler” sayfasında 68’lilerden Sönmez Targan’ın “Ölümünün 23 Yılında Behice Boran” başlıklı yazısı var. Ama hemen aynı sayfada, daha altta Soner Çağaptay’ın bir yazısı…

Sönmez Targan ile Soner Çağaptay aynı sayfada!

Çok yakışmış doğrusu!

Ya da aynı tarihli gazetenin 9. sayfasında Kırıkkanat Mine “Röveşata” başlıklı köşesinde yazmaya başlıyor. Ama aynı sayfadan bir haber:

“Behice Boran anılıyor”

AB mandacılarına sayfalarını açanlar mı anıyor Behice Boran’ı?

Neyse, fazla uzatmaya gerek yok. Cumhuriyet Okuru bu tür yakınmalara karşı kaşarlandı artık! Onun için bu yazarlar Cumhuriyet’e çok yakışmış! AKP’ye sözde “muhalefet” adı altında Türkiye’nin diri unsurlarını düzene kanalize etmeyi amaçlayan bu kafa yapısı, en sonunda tarikatlar ve cemaatlerle kucaklaşan CHP’yi adres olarak gösterecektir topluma…

Cumhuriyet Okuru olarak sağda solda caka satan, aklına estikçe Anıtkabir’e Afyon Kocatepe’ye, Çanakkale’ye Hacıbektaş’a geziler düzenleyerek bir şey yaptığını sananlara, Kırıkkanat Mine kapak olsun!

"Ya istiklal ya ölüm... İşte halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır."

Mustafa Kemal ATATÜRK

Kaynak: www.bellek2009.blogspot.com


En son Ekim tarafından Cmt Nis 24, 2010 6:11 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Eyl 29, 2008 10:49 pm    Mesaj konusu: 'Cumhuriyet’e büyük destegimiz oluyor’ Alıntıyla Cevap Gönder

Taha Kıvanç
Yeni Şafak:

İlhan Bey 'Amerikancı' mı oluyor, yoksa?

Cumhuriyet'in başka gazete okumayan okurları, “Vay canına be, İlhan Abi amma döktürmüş...” demişler midir 'Ben artık Amerikancı oluyorum...' başlıklı yazısını okuyunca? Herhalde demişlerdir. Oysa ara sıra Kulis'e göz atsaydılar, ya da kendisinin dikkatli bir okuru olsaydılar, eminim, farklı düşünürlerdi.

İlhan Selçuk gazetecilik mesleğine ilk atıldığı dönemlerde özel bir davetle Amerika'ya gitmiş, önemli bütün eyaletlerini mihmandar eşliğinde gezmiş, neler görüp hissettiklerini döndüğünde bir kitapta toplamıştı: 'Güzel Amerikalı'...

Her kitabı onlarca baskı yapmıştır İlhan Selçuk'un, bu kitabını ara ki, bulasın...

Köklü sağlık kontrolünden geçmesi gerektiği her durumda Amerikan Hastanesi'ne gittiği de biliniyor İlhan Bey'in; birkaç ay önce kalp ameliyatı için de orayı tercih etti...

Bunda şaşılacak bir yön yok; ismi 'Amerikan Hastanesi' olsa da, o sağlık kurumu Rahmi Koç'un başında bulunduğu Koç Vakfı'na ait. İlhan Selçuk'un sağlık durumuyla da, irtibatlı olduğu şirketlerin finansal durumuyla da yakından ilgilidir Rahmi Bey...

Geçen hafta 'Ben artık Amerikancı oluyorum' başlığını uygun gördüğü yazısını ben hiç de tebessümle okumadım. Bayağı ciddiye aldım yazdıklarını... Hürriyet'in sürmanşetinde çıkan, Kemal Gürüz'ün “Ne Avrasyacılığı... Ben Amerikancı'yım; Amerika'nın emperyalist olduğuna inanmam” sözleri kendisini çok yaralamış olmalı...

Kemal Gürüz “Ben Amerikacıyım” diyor ha! Oysa, aynı Kemal Gürüz, kendisinden o cümleyi alıp gazetesinde duyuran yazarı mahkum ettirmişti; 28 Şubat süreci içerisinde, o sırada görev yaptığı Kanal-7'de ekrana çıkardığı bir öğretim üyesinin kendisinden 'Amerikancı' diye söz etmesine izin verdiği için...

İlhan Selçuk çizgi kırılmalarına hoş gözle bakacak biri değil çünkü... 'Neci' isen o ol; arada gerekiyorsa bunu saklayabilirsin, ama hiçbir zaman o çizgiye ihanet etmeyeceksin...

2006 yılının sonlarına doğru Amerika için hiç de fena hisler beslemediğini belli eden yazılar yazdığını Cumhuriyet okurları unutmuş olsa da, Kulis'i takip edenler herhalde hatırlayacaktır. 16 Kasım 2006 tarihli yazısının başlığı 'Bush'un Türkiye siyaseti değişmeli' idi İlhan Bey'in...

Son Irak seyahatinde bir Iraklı gazetecinin pabuç fırlattığı George W. Bush'u sağduyulu bir politik figür olarak gördüğünü belli ediyordu yazısında. Sadece öyle görmekle kalmıyor, Bush'a akıl da veriyordu. İşte yazısından bölümler: “Bush, Ortadoğu'da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye'den başlaması aklın yoludur... / (..) Ortadoğu cehennem... / Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush'un Türkiye'de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk'ün lâik Cumhuriyetini Ortadoğu'da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor...”

Bir süredir zihninde Türkiye'nin siyasetini 'güzel Amerikalı' ile değiştirme düşüncesi dolaştığı belli oluyordu zaten. Cumhuriyet okurları 15 Kasım 2006 tarihinde şu satırları okumuşlardı: “Herkesin bildiği gibi Türkiye'deki siyasal iktidarların ipleri Amerika'nın elindedir... / Önümüzdeki yıl bizde hem cumhurbaşkanı seçimi var... / Hem genel seçim var... / Topal ördek ne yapacak?.. / Bush ne düşünüyor?.. / Amerika Irak'a girdi, komşumuzda yarım milyondan fazla insan öldü... / Kayıplar 650 bini aştı.. / 'Ilımlı İslam devleti modeli'ni Türkiye'nin başına belâ gibi saran artık topal ördektir... / Peki, bu topal ördek Türkiye'de topallamayacak mı?..”

Bush'a tavsiyesinin ne olduğunu 18 Kasım 2006 günkü yazısından öğrendik: “Türkiye'de yeni bir iktidara gerek var” diyordu Bush'a. 22 Temmuz öncesinde “Oyunuzu ister CHP'ye ister MHP'ye verin” formülünü dillendiren İlhan Selçuk'un Bush'a tavsiyesi, “Türkiye'de yeni bir iktidardan yana ol” biçiminde özetlenebilir.

İnanmadınızsa şu satırları okuyun: “Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK'yi kullanarak Türkiye'yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... / AKP'nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... / ABD'nin Ortadoğu tasarımında 'revizyon'a, Türkiye'de ise yeni bir iktidara gerek var!..”

Cumhuriyet okurlarının nasıl karşıladığını merak ettiğim 'Ben artık Amerikancı oluyorum' başlıklı son yazısında, yol arkadaşı Kemal Gürüz'e kızmış da kinaye olsun diye mi “Lâf aramızda ben de Amerikancı olmaya hazırlanıyorum” demiştir acaba İlhan Bey, yoksa başka bir şey mi anlatmak istemiştir?

Yazılarını çözümleme çalışmalarım devam edecek.


RÜŞVET BAĞININ KANITI VAR
29 Eylül 2008 09:21
Çankaya Belediyesi'nde patlayan ses kaydının Cumhuriyet ayağının delilleri.

Çankaya Belediye Başkanı Eryılmaz’ın ‘Cumhuriyet’e büyük desteğimiz oluyor’ sözleriyle kastettiği parasal ilişkiyi, Ergenekon iddianamesine de giren İlhan Selçuk ile Mustafa Balbay’ın telefon konuşmaları doğruluyor.

Çankaya Belediye Başkanı CHP’li Muzaffer Eryılmaz, rüşvet itiraflarının yer aldığı kaseti ‘montaj’ diyerek reddetmeye çalışırken, kasetteki Cumhuriyet gazetesi ile ilgili iddiaların Ergenekon klasörlerine de girdiği ortaya çıktı. Ergenekon zanlıları Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk ile Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay arasında 19 Şubat ve 5 Mart 2008 günü yapılan iki görüşmede Çnkaya Belediyesi’nin Cumhuriyet’e yaptığı kayıt dışı ödemeler bir kez daha belgelendi.

ERYILMAZ HER ŞEYİ AKITMIŞ

İLHAN Selçuk ile Mustafa Balbay arasında geçen konuşmalarda, ‘Yamyamları doyurmak için rüşvet aldığını’ itiraf eden CHP’li Muzaffer Eryılmaz’ın başkanı olduğu Çankaya Belediyesi’nin elden nakit para yardımı yaptığı, gazetenin Ankara Temsilciliği’nin yeni binasının açılışında Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Yılmaz’ın, ‘Bize düşen bir şey var mı’ diye sorduğu, asansörleri belediyenin yaptırdığı, belediyeden gelen gelirin kaleminin olmadığı, sıfırdan gelen bu paranın resmi kayda geçmesi gerektiği, paranın elden değil hesaba aktarılması gerektiği konuşuluyor.


(19 ŞUBAT 2008 / BALBAY- SELÇUK)

BELEDİYEDEN PARA GELİYOR

19 Şubat 2008 günü Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ile gazetenin imtiyaz sahibi İlhan Selçuk arasındaki telefon görüşmesinde, Balbay şu ifadelerle ‘elden para gönderme’ ilişkisini açıklıyor: Çankaya Belediyesi, artık onlar ile ilişkimiz bizim böyle hani iki resmi kurum gibi artık değil yani falan... Diyelim ki, belediyeden böyle bir gelir geliyor, böyle bir kalem yok zaten. Gazete de yani böyle bir gelir kalemi yok. Sıfırdan geliyor gazeteye. Ama bu nasıl gelecek. Bunun muhasebesini şöyle yapalım. Siz elden para almayın bizim hesabımıza geçsin. Şimdi ben Başkan’a, Başkan bize... bunu yapıyorsun ama bunu resmi kayda geçir bilmem ne şimdi...

(19 ŞUBAT 2008 / SELÇUK - BALBAY)

GELENLE HİKMET’İ HALLEDERİZ

İLHAN Selçuk ile Balbay arasındaki bir başka görüşmede de gazetenin yazarı Hikmet Çetinkaya’nın 200 bin YTL istediğinin aktarılması üzerine, İlhan Selçuk, ‘Efendim şimdi o parayı biz Cumhuriyet ödemeyecek, anlatabildim mi? Yani şeyin Aydın Doğan’ın verdiği ile şeyin vereceği Çankaya Belediyesi’nin onun yüzde 90’ını hallediyor’ diyerek, Çankaya Belediyesi’nden para geldiğini ifade ediyor. Çankaya Belediyesi’nin Cumhuriyet gazetesine verdiği paranın miktarına ilişkin bir konuşma ise geçmiyor.


Bina peyzajı da CHP’li belediyeden


5 Mart tarihli telefon görüşmesi kaydında da Ankara Temsilcisi Balbay, gazetenin yeni temsilcilik binası için Çankaya Belediyesi’nden destek geldiğini anlatıyor. CHP’li Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz’ın, Balbay’ı arayarak ‘Bize düşen bir şey var mı’ diye sorduğu Ergenekon soruşturmasının belgeleri arasında yer alıyor. Binanın asansörlerinin Çankaya Belediyesi tarafından yapıldığı da Balbay tarafından anlatılırken, gazetenin Ankara bürosunun peyzaj işlerinde de Belediye’nin destek olduğu ifade ediliyor. Çankaya Belediyesi’nin, geçen yıl Ahlatlıbel’deki sosyal tesislerine gelen vatandaşlara bedava Cumhuriyet gazetesi verdiği basında yer almıştı. İddialar karşısında Çankaya Belediyesi, sessiz kalmayı tercih etmişti.


Kasette ne diyordu?

Muzaffer Eryılmaz’ın rüşvet itirafında bulunduğu kasetteki Cumhuriyet Gazetesi’ne para ödendiğine ilişkin sözleri şöyle: Cumhuriyet’e büyük desteğimiz oluyor. Yani gazetelerini alıyoruz dağıtıyoruz, ilan veriyoruz falan. Balbay’a nerdeyse bir aydır 100 milyar ödememiz lazım, yok çıkmadı. Adamlardan gazete alıyoruz, ilan veriyoruz, yazı yazıyoruz. Kimse vermiyor yazımızı, Cumhuriyet veriyor bi tek.
aktifhaber

Başbakan Erdoğan'ın İsrail'e tavrı, Ergenekon Terör Örgütü yöneticiliğinden tutuksuz yargılanan İlhan Selçuk'ı kızdırdı ve "Ananı da alır gidersin" dedi

İlhan Selçuk'un Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yazısının ilgili bölümü:

Türkiye PKK terörüne karşı mı?..

Hem de nasıl...

Teröre karşı olmak, hem insanlık borcu, hem uygarlık gereği hem de Cumhuriyetimizin varoluşunu savunmak anlamıyla birebir örtüşüyor değil mi...

*

Peki, Türkiye’de teröre karşı gibi görünen AKP hükümeti, İsrail-Filistin coğrafyasında neden terörün yanında yer alıyor?..

RTE Türkiye’de teröriste karşı..

İsrail’de teröristten yana...

Gel de kafayı yeme...

*

PKK’ye karşı olup da dünya âlemin, terörist olduğunda birleştiği Hamas’ın yanında olmak, kim bilir, belki de çok yüksek bir politikadır...

Hem dış politikadır..

Hem iç politikadır..

Al birini vur ötekine, dağıt zıvanayı, parçala şirazeyi; çok uzak olmayan bir gelecekte ananı alıp da nereye gideceğini şaşırırsan aklın başına gelir, ama, iş işten geçmiş olur...



Cumhuriyet'te Asla Olmaz Abi!
19 Kasım 2008 16:28

Tüm Türkiye Baykal'ın çarşaflılara rozet takmasını konuşurken Cumhuriyet oralı bile olmadı... Nedeni ise ilkeleri: "Haberde başörtülü fotoğraf kullanmaz..."

Baykal tören tören gezip, başörtülülere hatta kara çarşaflı kadınlara bile rozet takıyor ama Cumhuriyet görmüyor!

CHP lideri Baykal, herkesin başını döndürdü, CHP hariç!

Baykal'ın başörtüsü açılımı belli ki Cumhuriyet gazetesinin umrunda bile değil, hatta bu konudaki haberlere ve köşe yazılarına bakılırsa gıcık bile oldu.

CHP'nin "başörtülü, çarşaflı" açılımına ait " rozet takma" görüntülerin (16 Kasım) üzerinden tam üç gün geçti. Bu üç gün boyunca Cumhuriyet, tüm gazetelerin çarşaf çarşaf kullandığı hatta internet sitelerinde galerilerini yaptığı o törene ait fotoğrafların bir tanesini bile kullanmadı.

Anlıyacağınız Cumhuriyet yine yaptı yapacağını. Baykal'ın başörtülü hatta kara çarşaflı kadınlara CHP rozeti takdığı o fotoğrafa bile tahammül edemedi Cumhuriyet.

Gazetenin tahammülsüzlüğü habere de yansıdı. İç sayfalarda verilen küçücük Baykal haberinde, takılan rozetlere editlenirken, konuşmalardaki o bölümler de çıkarıldı
aktifhaber

İLHAN SELÇUK'A SPK'DAN SUÇ DUYURUSU
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), 12 kişi hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Kurul, Yeni Gün Holding A.Ş'den (Yeni Gün Holding) Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş'ye (Yeni Gün Haber) aktarılan fonların incelenmesi sonucunda; Yeni Gün Holding'in ilişkili şirketi Yeni Gün Haber'den olan alacaklarına faiz yürütmemiş olması nedeniyle Yeni Gün Holding;in Kurul kaydında olduğu 05.04.2002-17.03.2005 tarihleri arasında Holding Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulunan Akın Atalay, İlhan Selçuk, İbrahim Yıldız, Osman Berkmen, Alev Coşkun, Erol Erkut, Ertin Akgüç, Günay Çapan ve Mehmet Kenan Tekdağ hakkında kovuşturma yapılması isteğiyle konunun Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesine karar verdi.
netgazete

Cumhuriyet dosyası Maliye'ye yolunda

SPK, Cumhuriyet ile ilgili yürüttüğü inceleme büyüyor. Gazete yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunan SPK, dosyayı vergi boyutu ile de incelenmesi için Maliye'ye gönderme kararı aldı.03 Şubat 2009 14:22


HÜSEYİN ÖZAY'ın haberi

Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK), Cumhuriyet Gazetesi ile ilgili yürüttüğü inceleme büyüyor. ‘Örtülü kazanç aktarımı’ nedeniyle gazete yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı alan SPK, aynı dosyayı vergi boyutu ile de incelenmesi için Maliye Bakanlığı’na gönderme kararı aldı. Buna göre, Cumhuriyet dosyası araştırma için Cumhuriyet Savcılığı’nın yanı sıra Maliye Bakanlığı’na da gönderilecek.

VERGİ CEZASI KESİLEBİLİR

SPK’NIN aldığı karara göre, Cumhuriyet Gazetesi’nin 2002 ve 2004 dönemindeki hesapları incelenecek. Bu incelemelerde, örtülü kazanç nedeniyle devletin vergi kaybına uğrayıp uğramadığına bakılacak. Yapılan araştırmanda vergi kaybı oluştuğuna yönelik bilgi ve belgelere ulaşılması halinde de vergi cezası kesilecek.

EMNİYETİ SUİİSTİMAL SUÇU

SERMAYE Piyasası Kurulu, Cumhuriyet’in yayıncısı Yeni Gün Holding A.Ş.’nin hesaplarında yaptığı incelemede, Yeni Gün Haber Ajansı’ndan olan alacaklarına faiz işletmeyerek, emniyeti suiistimal suçunu işlendiği saptamasında bulunmuştu. SPK, bu tespitlerinin ardından başta İlhan Selçuk olmak üzere Cumhuriyet Gazetesi’nin yönetim kurulu üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasını kararlaştırmıştı.
Star

DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR
04 Şubat 2009 08:00

Cumhuriyet'in listeyi yayınladığı gün PKK, sözkonusu yerleri bastı. Büyük kavga alevlendi.

Cevheri Güven/Aktifhaber

Geçtiğimiz gün 12 yıldır küllenen bir kavga yeniden başladı ve PKK’yla Hizbullah çatıştı.

Adana Seyhan’da meydana gelen olayda PKK’lı yaklaşık 200 kişilik grup Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Şura Der’i bastı. Büyük olayların yaşandığı baskında, 20 kişi yaralandı. Polis olayları kontrol altına almakta ve grupları birbirinden ayırmakta oldukça zorlandı.

CUMHURİYET’TE DERNEKLERİN LİSTESİ YAYINLANDI

PKK&Hizbullah çatışmasının 12 yıl sonra hortladığı baskının yaşandığı gün Cumhuriyet Gazetesi’nde çok ilginç bir haber vardı. Cumhuriyet’teki haberde Adana’da Hizbullah’ın örgütlendiği anlatılıyor ve Hizbullah’a yakın kuruluş ve derneklerin isimleri tek tek sayılıyordu.

“Adana’da üst üste Hizbullahçı derneklerin açıldığı” vurgusu yapılan haber “Hizbullah Örgütleniyor” başlığını taşıyordu. Haberde, Adana’da Hizbullah’a yakın 7 Derneğin açıldığı belirtiliyor ve isimleri şöyle sıralanıyordu: “Umut Der, Mektep Der, Mustazaf-Der, İhya Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Şefkat Eli-Der, Anadolu-Der, Şura-Der”

Haberde Hizbullah’ın bu dernekler aracılığıyla örgüte eleman yetiştirdiği vurgulanıyordu.

Cumhuriyet’te tek tek sıralanarak Hizbullahçı derneklerin isimlerinin verildiği gün PKK, sözkonusu dernekleri bastı. Bu Türkiye’de onlarca fail-i mechul cinayete ve çok kanlı hesaplaşmalara sahne olan, Güneydoğu’yu adeta cehenneme çeviren PKK-Hizbullah çatışmasının ilk fitiliydi.

ŞİDDET SARMALI İÇİN ALTERNATİF YOL

Güvenlik birimleri, PKK’nın Aktütün gibi büyük baskınları ve DTP’nin sokak çatışmalarına rağmen şiddet sarmalına çekilemeyen Güneydoğu’nun bu yolla yeni bir tehditle karşı karşıya bırakıldığını belirtiyorlar.

PKK ve Hizbullah’la bağlantıları ortaya çıkan, dalga dalga operasyonlarla köşeye sıkışan Ergenekon Terör Örgütü’nün yerel seçimler öncesi şiddet ve gerilimi kullanarak bir çıkış yolu açmaya çalışabileceği konuşuluyordu. PKK-Hizbullah çatışmaları Güneydoğu’dan başlayarak kaosu zirveye çıkartacak bir sürecin başlangıcı. Özellikle Hizbullah’ın PKK’nın saldırıları sonrası domuz bağı, telle boğma gibi vahşi yöntemlerle infazlara başlaması tüm Türkiye’yi sarsacak süreci tetikleyebilir.

Bu noktada Cumhuriyet Gazetesi’nin Hizbullah’a yakın dernekleri tek tek afişe etmesi oldukça riskli bir durum. Adana’daki saldırı Cumhuriyet’in afişe ettiği iki derneğe yönelik olarak gerçekleştirildi.

İşin daha ilginci ise Hizbullah konusunda kitaplar yazan ve sayısız köşe yazısı kaleme alan Cumhuriyet Yazarı Mehmet Faraç’ın görüşleriydi.

Faraç aynen şöyle yazıyordu: “Uzun süredir beklenen bu çatışmada, fitili kim ateşledi sorusu fazla önem taşımıyor! Çünkü, PKK'yi 13 yıl aradan sonra böylesi tehlikeli bir ortama sürükleyen gerekçe daha çok dikkat çekiyor. Şura-Der son yıllarda sayıları hızla artan Hizbullah yanlısı derneklerden biri. Güneydoğu ve Kürt kökenlilerin yoğun olduğu Akdeniz bölgesinde örgütlenen bu derneğin faaliyetleri de tıpkı Mustazaf-Der ve Umut-Der'de olduğu gibi Hizbullah'ın siyasallaşmasına hizmet ediyor! Dernekler, eğitim ve yardım organizasyonlarıyla derinden yürüyor! PKK işte bu çalışmalardan ciddi rahatsızlık duyuyor.”

Faraç’a göre asıl önemli olan PKK’nın Hizbullah’ın dernekler yoluyla yaptığı faaliyetlerden rahatsız olması. Ancak bundan daha önemli olan Cumhuriyet Yazarı Faraç’ın ilk cümlesi: “Uzun süredir beklenen bu çatışmada, fitili kim ateşledi sorusu fazla önem taşımıyor!”

Oysa 12 yıldır küllenen ama şimdi yeniden harlanarak Güneydoğu’yu cehenneme çevirebilecek bu kavgada fitili kimin ateşlediği çok önemli. Fitili kimin ateşlediği ise sürece bakınca rahatlıkla ortaya çıkıyor.
aktifhaber

07 Mart 2009
Alper Görmüş/Taraf
2002'nin ilk yarısında Cumhuriyet'e “ortak” olmadan ortak olanlar bahsi...

Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak'ta Mehmet Emin Karamehmet'in 2003'te “Cumhuriyet gazetesine ortak olmasını, daha doğrusu yönetime iştirakini bile sağlamayan hisseler satın almasını” ele alan bir yazı yazdı.

Bayramoğlu, “'Milli sermaye'nin 2000'lerin ilk yarısı söz konusu olunca pek çok karışık ilişkiyi akla getirdiği” tespitiyle başlayan yazısına, sözü edilen tuhaf ortaklığın, medya patronunun Jandarmayla girdiği, geçenlerde Taraf'ta fâş edilen istişarenin ürünü olup olmadığını sorgulayarak devam ediyordu:

“Darbe hazırlıklarının yapıldığı, Ergenekon'dan tutuklu ya da sanık darbecilerin alan kontrolü için hamle yaptığı zamanlar, yandaş medya üretme, kamuoyu oluşturma, dernek, üniversite devşirme dönemi... Karamehmet bu hisseleri neden aldı? Dönemin Jandarma Genel Komutanı'nın, İstihbarat Daire Başkanı'nın telkinleriyle mi? Bu soruyu akla getirmek meşru değil midir?”

Bayramoğlu, yazısının sonunda, İlhan Selçuk'un o günlerde kaleme aldığı bir yazıdan hareketle, böyle bir telkinin Cumhuriyet'e ortak olmuş başka işadamları üzerinde de denenmiş olabileceği ihtimali üzerinde duruyordu...

İlhan Selçuk: “Cumhuriyet gazetesinin asli sahibi Cumhuriyet Vakfı'dır. Cumhuriyet Vakfı'nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla Vakıf bünyesinde Yenigün Holding A.Ş. isimli şirket bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay Ciner'den Mehmet Emin Karamehmet'e, Aydın Doğan'dan, İnan Kıraç'a kadar yaklaşık 185 kişidir. Ancak bu şirketin söz ve yetki sahibi imtiyazlı ortağı Cumhuriyet Vakfı'dır.”

Bu da Bayramoğlu'nun yorumu: “Ortaklık değil, finansörlük, açıktan para...

Tüm finansörler elbette 'telkin'le hareket etmiş olamazlar... Ama yine de kim bilir? Bunları öğreneceğimiz günlerde yaşıyoruz...”

Cumhuriyet'teki dört günlük Ciner söyleşisi...

Bu yazı bana, hadise daha sıcakken bile her nasılsa ilgi çekmemiş bir başka ortaklığı ve o ortakla Cumhuriyet'te yapılan bir söyleşiyi hatırlattı. Leyla Tavşanoğlu'nun Turgay Ciner'le yaptığı, her defasında birinci sayfadan anonslanmak ve her bölümüne bir tam sayfa ayrılmak üzere dört gün boyunca yayımlanan söyleşiden söz ediyorum (Cumhuriyet, 22, 23, 24 ve 25 Eylül 2002)

Bilmiyorum, bu gazetenin tarihinde bir kişiyle yapılmış bir söyleşiye bu tarzda bir teveccüh göstermenin başka bir örneği var mıdır...

Söyleşinin tümü çok ilginç. Turgay Ciner'in, önünü kesmek isteyenlerle nasıl mücadele edip başarıya ulaştığı, “ak sermayesini kara paradan dönüştürdüğü” iddialarına cevapları, Aydın Doğan'la giriştiği medyada ayakta kalma savaşı... Ciner, arada Cumhuriyet okurlarının cinlerini tepesine çıkaracak şeyler de söylüyor; mesela termik santrallerini ve nükleer enerjiyi savunuyor...

Fakat biz bu yazının asıl konusunda kalalım ve Ciner'in Cumhuriyet'e ortaklığının anlamı hususunda bize yardımcı olabilecek ipuçları üzerinde yoğunlaşalım...

Ciner'in, Cumhuriyet gazetesinin “kendisi ve Türkiye için anlamı” üzerine sarf ettiği sözler bu açıdan önemli: “Cumhuriyet bir gönül işidir. Cumhuriyet, cumhuriyete gereklidir. Yani Cumhuriyet gazetesine herhangi bir şekilde parasal bir sonuç çıkarma amacıyla yaklaşmıyoruz. Cumhuriyet gazetesinin kendine yaraşır bir konumda hayatiyetini sürdürmesi gerektiğine inandığımız içindir. Zaten Cumhuriyet gazetesinin sahibi olunamaz. Cumhuriyet'in sahibi cumhuriyettir ya da bana göre Türkiye'de yaşayan 68 milyon kişidir. Cumhuriyetin yaşıyla yaşdaş olan bir kurum ayakta kalmalıdır. Üzüntü vericidir ama benden önce bunu yapması gereken çok sayıda insan olması gerekirdi. Yine de bu bana nasip olduğu için mutluluk duyuyorum.”

Ciner'in şu sözlerini de, Ali Bayramoğlu'nun, 'Milli sermaye'nin 2000'lerin ilk yarısı söz konusu olunca pek çok karışık ilişkiyi akla getirdiği” tespitiyle birlikte okumak gerekir:

“Daha önce de belirttiğim gibi; Cumhuriyet'e patron olunmaz ama Cumhuriyet'te hissedar, paydaş olmak mümkündür. Bunun için de Cumhuriyet'in yayın politikasını Cumhuriyet Vakfı'nın Vakıf senedinde belirtilen doğrultuda yürütme hak ve yetkisini kabul etmeniz gereklidir. Biz o ilkelere yürekten inandığımız için Cumhuriyet ailesine dahil olduk. Esasen: Madencilik ve enerji sektörlerinde yaptığı dev yatırımlarla yerli kaynaklarımızın ulusal ekonomimize kazanılmasında en önde gelen ulusal karakterli sermaye ve girişimci gruplarından birisi olan Park Grubu'nun yolunun Cumhuriyet'le birleşmesinden daha doğal bir şey düşünemiyorum.”

Yeri gelmişken, Cumhuriyet'in bir başka ortağı, şu anda Ergenekon tutuklusu Gürbüz Çapan'ın “Cumhuriyet'in doğal ortakları” ile ilgili olarak Aksiyon dergisinden Cemal Kalyoncu'ya yaptığı şu ilginç açıklamaları da okuyalım:

“- Aylık belli bir ödenek ayırıyor musunuz Cumhuriyet'e?

- Yok hayır.

- Turgay Ciner de ortak orada.

- Herkes var, kim yok ki?

- Onların hisse dağılımı nasıl? Herkes 10 mu, yoksa?

- Hepsine yüzde 10. İlhan Abi karar verir o işe. O ne derse biz onun şeyiyiz.

- Hani kimseye biat etme yoktu sizde?

- Yaşlandık herhalde.

- Çok pişmansınız galiba?

- Pişman değilim. Cumhuriyet'ten pişman mı olunurmuş. En büyük Cumhuriyet bizim Cumhuriyet'tir. Canımın istediğini çağırır ortak ederiz. Cumhuriyet'e sadece gönüldaşları ortak olabilir. Oraya Karamehmet de ortaktır, Aydın Doğan da, Turgay Ciner de ortaktır, ben de, Koç da ortağız.

- Koç da ortak mı?

- Herkes ortaktır Cumhuriyet gazetesine.

- Koç nasıl ortaktır mesela?

- Bayağı ortak.

- Reklam desteği mi veriyor yoksa?

- Yahu reklâm desteği veriyor, bilmem ne veriyor falan.”

Görüyorsunuz, herhalde dünyanın hiçbir yerinde rastlanamayacak, “tamamen duygusal” nedenlerden kaynaklanan ve ülkenin bütün büyük patronlarının icabet ettiği bir ortaklık ilişkisi...

Ali Bayramoğlu'nun dediği gibi, bu duygusallığın altında nelerin yattığını öğreneceğimiz günlerde mi yaşıyoruz? Bakalım...

Balbay, Selçuk'un İpini Çekmiş

25 Mart 2009 19:56Mustafa Balbay: Artık İlhan abi dönemi bitti

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde,Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın, gazetenin İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk için kullandığı, "Artık İlhan abi dönemi bitti." ifadeleri bulunuyor.

Balbay, 5 Eylül 2004 tarihli notlarda, Selçuk'un toplantılarda sık sık "çocuklar gözünüzü seveyim ayrılık gayrılık yok. birbirinizle karşı karşıya gelmeyin. inanın sizden en çok bunu istiyorum. Sizler artık gazetenin hem disiplinli bir çalışanı hem patronusuzun. böyle bakın." şeklinde konuştuğunu ifade ediyor. Balbay: Artık İlhan abi dönemi bitti. Bunu hep söylüyorum ama, yine devam ettiğini görüyorum. bu dönem bitti.
aktifhaber

Sezer-Selçuk Muhabbeti Ergenekon'da
25 Mart 2009 19:51

Ahmet Necdet Sezer: İş Bankası da iyi gitmiyor

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde, Çankaya Köşkü'nde Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'la görüşen Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in hükümet, medya, asker ve ekonomiye ilişkin görüşlerine yer verildi.


Sezer, "Bunların yolsuzlukla mücadeel ettiği yok edeceği yok. Bakın Vakıfbank olayı.. Doğan Grubu borcunu ödemiş gibi yapıyor, sonra yeniden kredi çekiyor. Kağıt üzerinde oluyor her şey... Onun durumu da iyi değil İş Bankası da iyi gitmliyor... O çoçuk başarılı biri değil, Ersin (Özince) Onu oradan almaları lazım."

Sezer ve Selçuk arasındaki diyalog şöyle:

Sezer: Medya: ben size söylemiştim Sayın Selçuk, tartışma daha da hızlanacak diye. Bakın öyle oldu. Bence daha da hızlanacak. Acımasızlaşacak. Bu medyayla doğru dürüst konular tartışılamaz.

Sezer Hükümet: Ben gerekli uyarıyı yapıyorum. Ama bakıyorum yetersiz kalıyor. Bakanlar geldiğinde tek tek konuşuyoruz yine öyle.

Selçuk: yaptıkları rejimi tehlikeye sokuyor. bunu söylüyor musunuz

Sezer: Söylüyorum ama, anlamıyorlar

Selçuk: Anlayacakları şekilde söylemeli belki

Sezer: Evet gerekirse daha uygun dille söyelenebilir. İşte bu dönemi en az hasarla atmatmak lazım. En önemlisi bu bence. Çok zarar vermekte oldukları kesin. Ama bunları biçtiniz mi alttan daha güçlü geliyorlar. Geçmişte de böyle oldu. O yüzden halk bunları bir görsün. Bunu beklemek lazım. Ekonomi iyi diyorlar ya aslında öyle değil. Ben konuşuyorum. Alt düzey esnafa yansıyan olumlu bir şey yok aslında.

Selçuk: Askeri tedirgin gördük.

Sezer: Evet öyle.. Huzursuzlar. Tümü huzursuz.Hep söylüyorum bunları halk görmeli. Bunlar yıpranmadan yapılacak bir şey sonuç vermez. İstenne sonucu vermez.

Selçuk: Yolsuzlukla mücadele?

Sezer: Bunların yolsuzlukla mücadeel ettiği yok edeceği yok. Bakın Vakıfbank olayı.. Doğan Grubu borcunu ödemiş gibi yapıyor, sonra yeniden kredi çekiyor. Kağıt üzerinde oluyor her şey... Onun durumu da iyi değil İş Bankası da iyi gitmliyor... O çoçuk başarılı biri değil, Ersin Ö.... Onu oradan almaları lazım."
aktifhaber

İddianame'de yer alan tv pazarlığı[img]

http://image.haber7.com/haber/haber7/photos/109328.jpg[/img]

İkinci iddianamede Tuncay Özkan, İlhan Selçuk, Adil Serdar Saçan ile Gürbüz Çapan'ın da katıldığı televizyon kanalı pazarlığına ilişkin notlar yer aldı.

'Ergenekon'' soruşturması kapsamında hazırlanan ikinci iddianamede, sanıklardan Adil Serdar Saçan'ın, ''Tuncay Özkan ve Güler Kömürcü ile irtibatlı olarak Ergenekon silahlı terör örgütü içerisinde faaliyet gösterdiği, görevi gereği kendisinde bulunan, eline geçen bir kısım gizli belgeleri yasalara aykırı şekilde diğer şüphelilerle paylaştığı'' öne sürüldü.

İddianamede, eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Saçan'ın, görev yaptığı dönemde bir kısım soruşturmalar ve projeli çalışma olarak adlandırılan ön soruşturmalar sırasında bir kısmı paraflı olup emniyette kalması gereken belge suretlerini ''Ergenekon'' soruşturmasının şüphelilerine verdiği, bir kısmının ise kendi evinde yapılan aramada ele geçtiği kaydedildi.

Bunun yanında, soruşturmalar sırasında mahkeme kararlarına istinaden yapılan teknik takiplere ait telefon görüşme tutanaklarının da Saçan'ın evinde ele geçirildiğinin açıkça ortaya çıktığı vurgulanan iddianamede, şöyle denildi:

''Şüphelinin, delil niteliğindeki belgeleri görevli bulunduğu şube müdürlüğünün arşivinde bulundurması gerekirken, yasaya aykırı bir şekilde dışarıya çıkartarak tanıdığı bir şahsın iş yerine ait depoda gizlemiş olduğu ve bu dokümanların bir kısmının da şüphelinin evinde ele geçen CD'de kayıtlı bulunduğu tespit edilmiştir. Böylece şüpheli, 2001 yılında bir başka suç nedeniyle yakalanan Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan'dan ele geçirilen Ergenekon terör örgütüne ait dokümanları, teknik takip yapmakla yükümlü İstihbarat Şube Müdürlüğüne teslim etmeyerek, soruşturmanın bu şube tarafından derinleştirilmesine de bu şekilde engel olmuştur.''

Adil Serdar Saçan'ın, şüphelilerden Emcet Olcayto ile sık sık telefonla görüşerek çeşitli konularda fikir alış verişinde bulunduğu, telefonda her konuyu görüşmemeye özen gösterdikleri, aralarındaki ilişkinin gazeteci eski emniyet müdürü ilişkisinden farklı olarak örgütsel nitelikte olduğu sonucuna varıldığı savunuldu. İddianamede, şu ifadelere yer verildi:

''Şüpheli Tuncay Özkan ile ilgili bölümde yer verilen iletişim tespit tutanaklarına göre, Adil Serdar Saçan, son zamanlarda bu şüpheli ile yakın ilişki içerisindedir. Her 2 şüpheli arasındaki 28 Ocak 2008 tarihli telefon görüşmesinde söylenen sözlerin, şüphelilerin soruşturma kapsamına alındıkları yönünde kuşkuları nedeniyle ileride sorulduğu takdirde kendi lehlerine yorumlanacak veri oluşturmak, delil yaratmak amacıyla örgüt hakkında ayrıntılı konuştukları sonucuna varılmıştır. Eski bir emniyet müdürü olan şüpheli ile gazeteci olan öteki şüphelinin diğer konuşmalarındaki ihtiyatlı konuşma tarzlarını bu görüşmede örgüt aleyhine açık açık konuşmak şeklinde değiştirmeleri, dosya kapsamındaki kanıtlar göz önüne alındığında, haklarında başlatıldığı kuşkusunu yaşadıkları soruşturmada lehlerine kanıt oluşturma kurnazlığının bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.''

İddianamede, Saçan'ın, Veli Küçük tarafından tehdit edildiğine yönelik savunmasının ise ''Bu soruşturma çerçevesinde hakkında işlem yapılan birçok şüpheli ile yakın ilişki içerisinde olup birlikte hareket etmesi, eline ulaşan pek çok gizli bilgi ve belgeyi örgüt mensuplarına ulaştırması, özellikle şüphelilerden Güler Kömürcü ile yapmış olduğu telefon görüşmelerinden örgüt mensupları ile aynı düşünce ve idealleri paylaştığının anlaşılması ve verilecek görevlere hazır olduğunu beyan etmesi'' gibi hususlar göz önüne alındığında inandırıcı olmaktan uzak olduğu kaydedildi.

Adil Serdar Saçan'ın, Tuncay Özkan ve Güler Kömürcü ile irtibatlı olarak ''Ergenekon silahlı terör örgütü'' içerisinde faaliyet gösterdiği, ''terör örgütü üyesi olmak'' suçunu işlediği, görevi gereği kendisinde bulunan, eline geçen bir kısım gizli belgeleri yasalara aykırı şekilde diğer şüphelilerle paylaştığı, pek çok sanık ve şüphelide ve kendi evinde ele geçen ''gizli'' ibareli ve bir kısmı kendi imzasını taşıyan resmi belgeler ve iletişim tespit tutanaklarıyla ilgili olarak ''yasaklanan bilgileri açıklama'' suçunu birden fazla işlediğinin anlaşıldığı ileri sürüldü.

-GÜRBÜZ ÇAPAN-

İddianamede, Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10 Temmuz 2008 tarihli iddianamede, ''Medyanın Kontrol Altına Alınması ve Güç Birliği'' başlığı altında ayrıntılı açıklamalar yapıldığı belirtildi.

''Ergenekon terör örgütü''nün ilk olarak kendisine ait ve yakın gördüğü medya kuruluşlarının tek çatı altında toplanmasını kararlaştırarak, bu konuda çalışmalar ve projeler hazırlayıp toplantılar yaptığının, örgütün ''Ulusal Medya ve Cumhuriyet Gazetesinin Reorganizasyonu'' adlı dokümanlarında açıkça görüldüğü kaydedildi.

İddianamede, hakkında kamu davası açılan sanıklardan Hikmet Çiçek'in flash belleğinde bulunan ve 2004'te oluşturulduğu anlaşılan, ''İlhan Selçuk Ferid'' isimli word belgesindeki, İlhan Selçuk ve Ferid İlsever arasında yapılan görüşme notlarında ''Bir konuşmamızda İS iki çelişmeli cümle kullanıyordu: 'Bize TV'yi verin' ve 'Beraber yapalım'. Daha sonra 'beraberliği' şöyle açtı: 'Bir taban hareketi olacak. Siz, G, Cumoklar, vb. herkesin hissesi olacak. Ama, yukarıyla ilişki bakımından benim önderliğimde, C logosuyla. Böyle bir piramit için hisseleri dağıtalım'' ibaresinin yer aldığı ifade edilerek, şöyle denildi:

''Buradaki 'İ.S'nin İlhan Selçuk, 'G'nin Gürbüz Çapan olduğu, Ferit İlsever ve Doğu Perinçek'in Ulusal Kanalı temsil ettiği, bu mutabakatın yukarıda bahsedilen örgütsel dokümanlarda belirtilen hususlar ile bire bir örtüştüğü, şüpheli İlhan Selçuk'un Ergenekon terör örgütünün en üst makamındaki yöneticileriyle direkt irtibat kurarak ulusal medya oluşturulması çalışmalarını yönettiği, alınan kararlar ve uygulanan bölümlerin raporlarını ilettiği, şüpheli Gürbüz Çapan'ın da üye olduğu bu terör örgütünün talimatıyla Cumhuriyet gazetesinin bedelsiz devredilmesi konusunda yardım ettiği anlaşılmaktadır.''

İddianamede, ''Ergenekon silahlı terör örgütü'' tarafından Cumhuriyet gazetesinin, ulusal medyanın merkez üssü olarak seçildiği öne sürülerek, şöyle denildi:

''Örgütün üst düzey yöneticilerinden İlhan Selçuk ile yakın ilişki içerisinde olmasının da etkisiyle Veli Küçük'le ENKA tesislerinde yapılan toplantının ardından şüpheli Gürbüz Çapan'ın, örgütün bu yöndeki kararlarına uymayı, bu doğrultuda gazetedeki hisselerini karşılıksız olarak devretmeyi, projeye para yardımında bulunmayı kabul ettiği, şüphelilerden Mustafa Balbay'ın bilgisayarında ele geçen doküman içeriği, diğer şüphelilerden ele geçen dokümanlar ve şüpheli Gürbüz Çapan'ın beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Çapan'ın Ergenekon silahlı terör örgütü içerisinde yönetici konumda bulunan İlhan Selçuk ile doğrudan irtibatlı bir örgüt üyesi olduğu anlaşılmıştır.''
haber7

'Bu Millet Salak Ne Beklenir Ki'
29 Mart 2009 09:45

Ergenekon sanığı Mustafa Balbay ile Cüneyt A. arasında geçen konuşmalarda halka hakeretler ediliyor..

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ile Cüneyt A. isimli bir kişi arasında geçen konuşmalarda halka hakaretler ediliyor. İkinci iddianameye giren telefon konuşmalarında Cüneyt A. AK Parti'ye oy verenlere "Salak millet" diyor.

İşte 04.05.2008 tarihinde saat: 21.50'de gerçekleşen telefon konuşması:
Balbay: Başka numara yok abi. İşte Erdoğan bir iki demeç vermiş

Cüneyt A: Ha bi haberde dinledim

Balbay: Tüm Türkiye'nin partisiyiz sadece Müslüman değiliz böyle ortalama partiyiz falan. Dinci parti değiliz falan

Cüneyt A: Dinci parti değilmiş. Orta partiniz orta mı orta malı oldu mu sandığa gider Balbay: He işte ortada sandık. Oy vere vere usandık oluyo abi

Cüneyt A: İnşallah. Valla usandık ne usanamadık bi türlü salak millet, yok başka bi şey be.

Balbay: Başka bi şey yok abi... İşte dahili durumuz iyi İlhan abinin sağlığı iyi...

Cüneyt A: O belli canım artık onda benim bi endişem yok. Ona bi şey olmaz öyle gider o iyileşir kalkar ondan sonra bakalım ne olur bi şey olmaz inşaalllah bi takım enayilerin burnu kırılır sen dinle beni. Yani İlhan'da kırılır belki bizim tarafımızdan da hani yüz bulamazlar bilmiyorum ki. Ama büyük bi hareket yapmaya kalkarlarsa da nasıl yüz vercez bunlara ya.

Balbay: Sağlığı iyi. Vermeyiz yani abi ya

Cüneyt: H.'in direk öne geçmesine razı olabilirmiyiz

Balbay: Olur mu abi ya

Cüneyt A: Ya bırak Allah'ını seversen ya

Balbay: Yani onun direksiyona geçmesi demek hani gözlerimi kapatıyorum yola çıktım demek yani ulan şimdi virajda ne yapacaksın yolda ne yapacaksın herif yok ki yani.
aktifhaber

"GEL OTUR HÜSEYİN"
06 Nisan 2009 08:29

Emniyetçi Orakoğlu: "Tuğgeneral Cingöz ve Hizbullah Lideriyle beraber yemek yedik."

Sabah Gazetesi'nden Ecevit Kılıç'ın, eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu'yla yaptığı röportajın ilgili bölümü:

- Hizbullah'i gerçekten Ergenekon mu yönlendiriyordu?

Ergenekon'un naylon terör örgütleri kurma gibi bir stratejisi var. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Cem Ersever'le ilişkisi zaten biliniyor. Hizbullah ile bu güçlerin ilişkisinin tanığıyım.

Ben Hatay Emniyet Müdürü'yken, İl Alay Komutanlığı'na Vicdan Başaran'ın atanması nedeniyle Adana Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, kente geldi. Üçümüz yemeğe gittik. Yemek sırasında uzun boylu birisi hep ayakta duruyordu. Koruma zannettim. Ben de "Temel Paşa, bu arkadaş neden ayakta duruyor, o da yemek yesin" dedim. Temel Cingöz de "Gel otur Hüseyin" dedi. Tabii Hizbullah operasyonundan sonra o adamın Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendik. Velioğlu'nun Beykoz'daki operasyonda öldürüldüğüne inanmıyorum.

- Neden?
Hüseyin Velioğlu'nun bir özelliği dikkatimi çekmişti; polis veya asker çağırdığında hemen önünü ilikliyor, çok saygılı davranıyordu. Böyle birisinin polise ateş açacağına inanmıyorum. O çatışma mizansendi. Büyük olasılıkla başka yerde öldürüldü; oraya getirildi.

Bir de imkânı yok Velioğlu'nun o kadar kısa sürede örgütün arşivini ve bütün parasını İstanbul'a taşımasına. Burada önemli bir şey daha var; Ergenekon Hizbullah'ı kullanırken hemen medyada koruma duvarı oluşturuyor. Mesela ben Hizbullah'la ilgili bir açıklama yaptığımda hemen hedef olurum. Ama bir yazar bu örgüt aleyhine 4-5 kitap yazmıştır, ama asla hedef olmamıştır.
Aksine Hizbullah Basın Bürosu denen bir yer başkalarıyla ilgili tehdit açıklamalarını bu yazara gönderiyor.

Aktifhaber'in Notu: Bülent Orakoğlu'nun bahsettiği yazar Mehmet Faraç... Aynı zamanda Cumhuriyet Gazetesi yazarı olan Mehmet Faraç, Hizbullah'la ilgili pekçok kitap yazdı. Ancak Faraç, Hizbullah'ın derin yönüne hiç girmedi. Hizbullah da Faraç'ı hiç hedef almadı. Hatta Orakaoğlu'nun dediği gibi tehdit mektupları dahil çeşitli bilgileri Faraç'a verdi. Faraç da bu bilgilerle kitaplarının sayısını artırdı.

Hizbullah özellikle kendisiyle Derin Devlet arasındaki bağlantıları yazan yazarları hedef alıyor.

aktifhaber

Eski Cumhuriyet çalışanı Cengiz Çandar, gazetenin bugünkü durumunu değerlendirdi, "İlhan Selçuk darbecidir, Cumhuriyet darbenin karargahı"

29 Mart 2009 Cengiz Çandar, mesleğimizin sıra dışı simalarından biri. 1960'dan bu yana Türkiye'de ve dünyada neler olduysa, ya bizzat içinde bulunmuş, taraf ve tanık olmuş, ya da taraf ve tanık olanları dinlemiştir. Zaman gazetesine konuşan Çandar, Cumhuriyet Gazetesi'nde geçirdiği sekiz buçuk yılı anlattı ve şok değerlendirmelerde bulundu.

Yıllarca çalıştığınız Cumhuriyet Gazetesi'ni nasıl hatırlıyorsunuz?
Valla gayet iyi hatırlıyorum.1979 başında girdim Cumhuriyet'e, 1987 yılının sonunda ayrıldım. 8 buçuk yıl. O dönemde Cumhuriyet bu dönemdekinden çok farklı olarak solun en itibarlı fikir gazetesi gibi algılanırdı. Sağda da Tercüman vardı. Bir sürü parametre o günden bugüne değişti. O günlerin dünyası soğuk savaş dünyasıydı. Sol sağ kavramları vardı. İlericilik gericilik kavramları vardı. O günlerin şartlarında Cumhuriyet'te olmak çok prestijli ve itibarlı sayılırdı.

Algı ile gerçek farklı mıydı?
Şimdi gerçek karışık. Gerçeğin bir bölümü buydu. Ben girdikten iki yıl sonra Hasan Cemal genel yayın yönetmeni oldu ve Cumhuriyet Gazetesi çok ciddi bir dönüşüme uğradı. Fikir kulübü olmaktan gerçekten gazete olmaya doğru yol aldı. Çünkü Cumhuriyet o dönemde esas olarak yazarlarıyla algılanan bir gazeteydi. Haberler açısından baktığımız zaman Cumhuriyet ne yazıyorsa doğrudur diye bakılıyordu ama Cumhuriyet haber atlama rekortmeniydi. Yani gündemin çok gerilerinden gelir ya da kendi algılamasıyla yaklaşırdı. Eğer ne oluyor ne bitiyor okumak istiyorsanız Cumhuriyet okumazdınız. Zaten o yüzden de çok satmazdı. Hasan Cemal ile birlikte habercilik geldi ve Cumhuriyet çok iyi bir gazete oldu. Hasan Cemal muazzam bir inisiyatif verdi. Ve yeni unsurları çıkarttı. İşte benim de içinde bulunduğum grup, Sedat Ergin, Ufuk Güldemir...

Enis Berberoğlu, Faruk Bildirici...
Onlar sonra geldi. Aklınıza ne kadar isim geliyorsa şu anda meşhur olan, Cumhuriyet'in habercileriydi. O sıralarda İran devrimi olmuştu, Ortadoğu sorunu çok ön plandaydı. Ve benim de ilgi alanımdı. Ve çok sık dışarıdaydım Yılın on iki ayının yaklaşık üç ayını bölgede geçiriyordum. Köşe yazarı değildim. Fakat bir hesapladım, 142 kez birinci sayfada haber yorum şeklinde yazmışım. Köşe yazarından daha işlevselsiniz bu durumda.

Gazetenin ideolojisi solcu gibi görünmekle birlikte, darbeciliği savunan bir çizgisi de yok muydu?
Dönemin şartlarını çok iyi düşünmek lazım. Cumhuriyet baştan beri o Kemalist, askeri darbelere sıcak bakmış, 27 Mayıs'ı hararetle desteklemiş, 12 Mart'ta yine askeri darbe peşinde koşmuş. Ama askeri müdahaleyi yapan ekip Cumhuriyet yönetiminin ilişkide bulunduğu ve yönlendirdiği ekip değildi. Başkası geldiği için 12 Mart'a karşı olmuş. Ama genlerinde darbecilik var ve ideolojik trafosu Kemalist.

Nadir Nadir'in "ben Atatürkçü değilim" diye 12 Eylül'e tepki olarak yazdığı bir yazı var.
Orada anlattığı "gerçek Atatürkçü benim, bunlar değil" fikri. Dolayısıyla Atatürkçülük ile Kemalizmin kendi içinde ve askerin içindeki değişik cuntalar arasındaki tercihlerle ilgili bir durumdu. Cumhuriyet 12 Mart'ta da, 12 Eylül'de de kaybeden taraftaydı. O yüzden muhalefet ediyordu. Dediğim gibi soğuk savaş dönemi ve her şey düalite ile ifade ediliyordu.

Siyah beyaz, sağcı solcu...
İlerici gerici, işte emperyalist antiemperyalist filan. O bağlamda Cumhuriyet bir de muhalif bir gazete olarak itibar kazandı. Atatürkçülük içinde ve cunta tercihlerinden, kaybeden taraftan olmaktan gelen bir muhalefetti. Fakat solun da genel anlamda gazetesiydi. Çünkü Türkiye'nin Marksist solu ile Kemalizm arasında çok belirgin çizgiler hiçbir zaman oluşmamıştı. Marksist solun bir kısmı zaten o zaman bu silahla olur diye bir sürü sol fraksiyon yollara çıktı. Fakat onlar da tam Kemalizmden kendilerini ayıramamıştı. Onların önemli bölümü şu anda ulusalcı çizginin içindeler. O bakımdan Cumhuriyet'i dönemin şartları, Türkiye'nin ve dünyanın genel tablosu dışında algılayamazsınız.

Şu anda Cumhuriyet'in durumu nedir?
Darbe karargahı şu anda. Türkiye'nin o 70'li ve 80'li yıllarındaki soğuk savaş dönemine özgü solun amorf yapısı aynen Cumhuriyet'e yansımıştı. Cumhuriyet'in DNA'sı darbeciydi İlhan Selçuk'tan dolayı. Nadir Bey'in Atatürkçülük anlayışı ile İlhan Selçuk'un darbeciliği örtüşüyordu. Çünkü eğer darbe "ilericisiyse" , tamam, biz ilericiyiz. Yani o anlamda Nadir Nadi'in, İlhan Selçuk darbeciliğine itirazı söz konusu değildi. Zaten İlhan Selçuk o gazetenin en önemli adamıydı. Nadir Bey, Yunus Nadi'nin oğlu olduğu için gazetenin sahibi ve başyazarıydı. Ama gazetenin esas figürü İlhan Selçuk'tu. Sonra Uğur Mumcu esas figürü, en fazla okunan yazarı oldu. Ama Uğur Mumcu da darbeciydi sonuçta.

Öyle mi?
Neydi yani? Çok alçakça bir suikastte öldürüldü tamam. Ama Uğur Mumcu büyük bir demokrasi mücahiti miydi yani? Bugün kullandığımız anlamda batılı demokratik kriterlerin savunucusu falan değildi Uğur Mumcu ile İlhan Selçuk arasında ihtilaflar var ama çok özüne ilişkin ideolojik bir ihtilaf değil. Tarihi determinizm ile baktığınız zaman Hasan Cemal yenilmeye mahkumdu. Hasan Cemal değiştirmeye kalktı Cumhuriyet'i. Ama DNA'sı öyle değil Cumhuriyet'in.

netgazete

'Ergenekon'dan tutuklanan Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Erol Manisalı, Taraf gazetesine cevap verdi, "Sizden farklı düşündüğüm için her türlü cezaya müstehak mıyım?"

23 Nisan 2009 İSTANBUL - - Ergenekon operasyonu kapsamında İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra tutuklanan İstanbul Üniversitesi (İÜ) emekli öğretim üyesi ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Erol Manisalı, 2. iddianamede yer alan “Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un talimatıyla Tuğgeneral Levent Ersöz ve Kurmay Albay Atilla Uğur ile görüştüğü ve bu görüşmeye katılan kişilere, hükümete karşı medya, sendika ve akademisyenlerin nasıl yönlendirileceğine ilişkin bilgi verdiği” iddialarını yalanladı. Manisalı ayrıca, Taraf Gazetesi yazarlarına da bir mesaj gönderdi.

HABERLER UYDURMA
Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Manisalı, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Taraf gazetesinin 23 Mart 2009 tarihli sayısında manşetinden yayımladığı “Hocasından Ergenekon Dersleri” haberinin tamamen yalan ve uydurma olduğunu belirtti. Taraf gazetesine, habere ilişkin doğru bilgileri belirten açıklama gönderdiğini, aynı zamanda Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde de 27 Mart tarihinde bu konuyu yazdığına dikkat çeken Prof. Manisalı, açıklamasında şu ifadelere yer verdi. “Ben ne dersem diyeyim. Kendisine, ‘demokrasi, insan hakları ve özgürlükler şampiyonu’, ‘demokrat’, ‘liberal’ gibi tanımlamaları uygun görenler için haberde verilen bilgi doğruydu. Ben ne yapabilirim ki?.. Hakkımda, olmayan, uydurma gerçek dışı bilgileri yalanladım. Başka ne yapmalıydım? Öyle ya, bana inanacaklarına, ortada her şeyi tüm çıplaklığı ile anlatan, temel başvuru kaynağı dev bir eser vardı. İkinci Ergenekon iddianamesi. Ona bakmak yeterliydi: Bu iddianamede, gazetenin haberine kaynaklık ettiği anlaşılan bölüm şu şekilde yer alıyordu:

‘12 Şubat 2004 günü saat 12.00’de Harbiye Ordu Evi lobisinde Erol Manisalı ile buluşulduğu, restoranda öğle yemeği ikramını müteakip, 1007 numaralı odada görüşmeye başlanıldığı, bütün görüşme süresince kendisinden habersiz ses kaydı yapıldığı, Erol Manisalı’nın konuları dikkat, ilgi ve takdirle dinlediği, her konu ile ilgili görüşlerini açıkladığı belirtilmiştir...’

İddianamede, benim 12 Şubat 2004’te Harbiye Orduevi’nde bir odada askerlerle görüştüğüm ve gazete haberinde yer alan değerlendirmeler yaptığım, bu görüşmenin benden habersiz ses kaydının yapıldığı, daha sonra görüşme içeriğinin bir rapora bağlandığı ve bu raporun da Şener Eruygur’da yapılan arama sırasında ele geçirildiği yazıyor. Neresini düzelteyim bilmem ki. Meşhur meseldeki gibi ‘İsa Değil, Musa...’ diye başlamam gerekiyor.

‘FARKLI HUKUKA TABİYİM’

Şimdi, adı üzerinde bir iddiadan ibaret olan iddianamedeki bu çarpık, uyduruk ve tümüyle yalan bilgi birileri tarafından özellikle kamuoyunun belleğine nakşediliyor ki, ben ağzımla kuş tutsam, bunun altından kalkamayayım diye. İyi de bu iddiaların tamamı yalan diyorum, uydurma diyorum. Daha ne diyeyim?.. Olmayan bir şeyin olmadığını nasıl ispatlayayım? Hukukçulara soruyorum. Diyorlar ki, siz değil iddia eden ispatlayacak. Bir kişinin, kendisine atfedilen ve esasen olmayan bir şeyi ispatlaması -çok özel durumlar dışında- mümkün olamaz. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır diyorlar.

‘GÖRÜŞMENİN KAYDI YOK’

Benim ne Şener Eruygur ile ne de adı geçen diğer askeri personel ile belirtilen bağlamda bir görüşmem olmadığını açıkça söyledim. Şener Eruygur’la, Jandarma Genel Komutanı iken bir kez, resmi bir yazıyla konferans vermek üzere Ankara’ya davet etmesi nedeniyle Ankara’da Türkiye-AB ilişkileri konulu konferansta karşılaştığımı, bunun dışında bir kez de ADD başkanı seçildikten sonra İstanbul’da Harbiye Orduevi’nde öğle yemeğinde birlikte olduğumu Cumhuriyet’teki yazılarımda belirttim. Levent Ersöz ve Atilla Uğur isimli asker kişilerle ise yaşamımın hiçbir döneminde tanışmadığımı ve konuşmadığımı da ifade edeyim. Yine birileri için çok anlam ifade etmese de söyleyeyim. Benim iddianamede belirtilen şekilde bir görüşme yaptığıma dair kuru gürültü, yakıştırma dışında bir dayanak yok. Ben soruyorum şimdi: Hani nerede bu görüşmenin ses kaydı, nerede video kaydı? Olmayan bir görüşmenin kaydı nasıl olabilir ki?

GAZETECİLERE SESLENDİ

Taraf gazetesi ve onun malum bazı köşe yazarları ile buradaki haberden ya da iddianameden alıntı yaparak, olmayan bir şeyi varmış kabul eden diğer köşe yazarlarına, belki adalet, hak, hukuk, ahlak, vicdan denilen kavramların kırıntısına denk getiririm diyerek bir kez daha sesleniyorum: Sizce, sizden farklı düşündüğüm için ben her suçlamaya, yargısız infaza, her türlü cezaya müstehak mıyım?

OKURLARINA MESAJ

Peki ey okur, ya sizce?.. Ben bu açıklamaları yapmak zorunda mıydım? Yoksa, haberi yazan ve benim bu şahıslarla ilgim, irtibatım, ilişkim olduğunu söyleyenler mi bunu ispatlamalıydı? Ergenekon denilen cadı kazanı kaynadıkça, hukukun ortaçağda bile kabul gören en temel kurallarının hiçe sayıldığı, herkesin ‘masum olduğunu ispatlamak’ zorunda kaldığı ilkel dönemlere döndüğümüz görülüyor. Üstelik bu acımasız durumu ve koşulları yaratanlar ile kullananların kendilerine ‘demokrat’, ‘liberal’ sıfatları yakıştıranların olduğunu gördükçe, insan söyleyecek sözü seçmekte de zorlanıyor...”

netgazete

32. Gün programında Cumhuriyet yazarının bardak fırlattığı Vakit gazetesi yazarı Serdar Arseven: "Ölümden döndüm"

24 Mayıs 2009 32. Gün programında Vakit ile Cumhuriyet gazetelerinin yazarları arasında yaşanan kavgayla ilgili tartışma sürüyor. Kendisine iki kez bardak fırlatıldığını ancak bunun kamuoyundan gizlendiğini öne süren Vakit gazetesi yazarı Serdar Arseven yaşananları Star gazetesine şöyle anlattı: "Mehmet Faraç bana ‘Seni sustururum’ dedi. Programda hakaretler edildi. Saldırılar yapıldı. Mehmet Faraç ilk bardağı yayın arasında fırlattı. Eğer başıma isabet etseydi ölebilirdim de. Arada bayanlar da vardı. Onlara da isabet de edebilirdi.

GÖRÜNTÜLERİ VERMİYORLAR
Birincisini attı, duvara isabet etti. Ben de ‘gel dışarıda tartışalım, bu kadar insanın hayatını tehlikeye atıyorsun’ dedim. Bunun üzerine ikinci bardağı fırtlattı. 32. Gün ekibinden görüntüleri istedim. Ancak ‘prensiplerimize aykırı’ diye verilmedi. Bana orada birşey olsa pronsepleri ne olacaktı? O bardakları ben atsaydım ‘Vakit terörü’ denecekti. Günlerce haber yapılacaktı. Orada resmen ‘Cumhuriyet gazetesi terörü’ yaşandı.

‘TERÖR ESTİRİLDİ’ DEDİM
Programın bir diğer konuğu Hilal TV Haber Müdürü Muharrem Coşkun ise, "Asıl olay, yani teröre varan bir şiddet, reklam arasında yaşandı. Rıdvan Akar’a ‘terör estirildi’ dedim. Mehmet Faraç resmen Serdar Arseven’in üzerine yürüdü. Mehmet Faraç’ı tuttum ‘Yakışmıyor size’ dedim. Ancak yine bağırmaya başlayıp ikinci bardağı fırlattı. Hakaret ve tehtidler havada uçuştu" dedi.

VAKİT BENİ HEDEF GÖSTERİYOR
Mehmet Faraç ise, "Vakit gazetesinin yazarına bardak Türkan Saylan’ın ruhundan düşmüştür. Bardak atma olayı olmuşsa arkasından konuşulan bir ölünün ruhundan düşmüştür" diyerek bardak attığını doğruladı. Vakit’in kendisini hedef gösterdiğini öne süren Faraç, "Vakit’in hedef gösterdiği kişilerin hepsi öldürülmüştür" iddiasında bulundu.

netgazete

Cumhuriyet gazetesi yazarı Deniz Som'a, akciğer kanseri teşhisi kondu

17 Haziran 2009 Cumhuriyet Gazetesi yazarı Deniz Som, bir süre önce Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tetkik yaptırdı. Som'a akciğer kanseri teşhisi kondu. gercekgundem sitesinde yer alan habere göre; günde dört paket Birinci sigarası içmesiyle tanınan ve bir buçuk yıl önce sigarayı bırakan Som'un tedavisine başlandı. Onkologların verdiği bilgiye göre, Deniz Som'da görülen ve tedavisine başlanan akciğer kanseri hücre yapısıyla sigara arasında hiçbir ilgi bulunmuyor. Deniz Som, hastalığıyla ilgili olarak yakın çevresine şöyle diyor: "Ben kanserden daha büyük bir mikrop olduğum için bana bulaşan mikrop düşünsün." netgazete

Alper Görmüş/Taraf
Cumhuriyet yeni bir “zınısım adnıkraf ninekilhet”e hazırlanıyor gibi...

Hükümetin Kürt meselesini halletmek için üstlendiği yeni rolün ilanından bu yana Cumhuriyet gazetesini çok daha büyük bir dikkatle izliyorum. Bugün size hem gazetenin “Kürt açılımı” karşısındaki pozisyonunu anlatacağım, hem de bir tahminde bulunacağım.

Önce tahmin: Bence Cumhuriyet, bu defa “irtica” yerine “bölünme” temelli yeni bir “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyası başlatmaya hazırlanıyor. Şimdilik bu kadar... Uzunca bir bölüm boyunca Cumhuriyet’in hükümetin “çözüm hamlesi” karşısındaki tavrını anlatacak, yazının sonunda bu bilgiler ışığında tahmin mevzuuna yeniden döneceğim.

Fakat hepsinden önce bir itiraf: Cumhuriyet gazetesinin başlıkta gördüğünüz gibi tersten, Arap harfleriyle yazılmış izlenimini veren ve yeşil renkli “Tehlikenin farkında mısınız” cümlesiyle başlattığı kampanyanın o kadar etkili olacağına hiç ihtimal vermemiştim. Oysa 2 Nisan 2006’da başlatılan kampanyanın “çağrı”sı (“Cumhuriyet’ine sahip çık”) bir yıl içinde her iki anlamında da karşılık bulmuş, iş cumhuriyet mitinglerine ve 90 binlik satışlara kadar varmıştı. (Cumhuriyet’in satışı, AK Parti iktidarı başlarken 40 binin altındaydı, bu günlerde de 60 binin biraz altında seyrediyor. Bu tarihî gazetemizin satışları ülkedeki “laiklik gerilimi”ne bağlı olarak artıyor ya da azalıyor.)

O günlerde beni, “tutmaz bu kampanya” düşüncesine sevk eden âmillerin başında, “bir kısım devlet”in kampanyada oynayabileceği rolü hesaba katmamak geliyordu; ben gayet naif bir şekilde, bunun basitçe bir gazete kampanyası olduğunu düşünmüştüm.

Muhtemel bir yeni kampanya konusunda, birincide olduğundan çok farklı bir kanaat taşıyorum; bence böyle bir kampanya son derece etkili olacak, hem şimdilik dağınık ve bireysel görünen tepkileri hem de gazetenin satışlarını patlatacaktır.

İşi “vatan ihaneti”ne kadar getirdiler...

Aslına bakarsanız, Cumhuriyet’in, hükümetin herhangi bir girişimine karşı nasıl tavır aldığını öğrenmek için gazeteyi okumak gerekmiyor. Böyle bir ihtiyaç, belki bir miktar AK Parti iktidarının ilk ayları için geçerliydi. Çünkü o zamanlar İlhan Selçuk, Cumhuriyet’in “doğruya doğru, yanlışa yanlış” diyen bir yayın çizgisi tutturacağını söylemiş, bunun ilk örneğini de hükümetin ilk icraatlarından birini oluşturan “emekli maaşlarına seyyanen 100 TL zam” meselesinde ortaya koymuştu. Selçuk, basındaki kimi “solcu” yazarların hükümeti “bu paranın kaynağı nerede?” diyerek sıkıştırmasına sinirlenmiş, “Size ne kardeşim, yapılan doğru bir şey” diyerek onları paylamıştı.

Fakat birkaç gün sonra eski arkadaşı, sütun komşusu Oktay Akbal’dan ağır bir “ayar” alacaktı. Akbal’a göre, bu “dinci” iktidarın olumlu bir şey yapması ontolojik olarak mümkün değildi. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın yanlış bulunmalı ve bu çizgi iktidar yıkılıncaya kadar sürdürülmeliydi. Oktay Akbal’ın, o günlerdeki “Kartaca Yıkılmalıdır” başlıklı yazısından:

“Roma tarihinde bir senatörden sık sık söz edilir. Bu senatör, toplantılarda hangi konu açılırsa, hangi sorun söze gelirse bir tek cümle söylermiş: ‘Kartaca yıkılmalıdır.’ Roma’nın büyük düşmanı Kartaca’ydı. Bu düşman yıkılmadan, ezilmeden, Roma, huzuruna, barışa, güvenliğe kavuşamayacaktı. Biz de ‘AKP iktidarı yıkılmadan Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülemez’ diyenlerdeniz.”

İşte Akbal’ın o yazısından sonra İlhan Selçuk’un formüle ettiği “doğruya doğru, yanlışa yanlış” deme çizgisinden eser kalmadı. Ve gazete bu yeni çizgiden en küçük bir taviz bile vermeden bugünlere kadar geldi.

Yayın çizgisi bu kadar “net” ve “basit” olunca, herhangi bir konuda gazetenin nasıl bir tavır aldığını tahmin etmek kolaylaşıyor. Dolayısıyla bana, “madem öyle, neden Cumhuriyet’in hükümetin ‘Kürt açılımı’na nasıl bir tepki verdiğini öğrenmek için gazeteyi eskisinden de daha dikkatli bir biçimde okuduğunuzu söylüyorsunuz,” diye sorabilirsiniz...

Haklısınız ama benim de kendime göre bir gerekçem var: Tepkinin dozunu ölçmeye çalışıyorum... Ki, böylece işin bir kampanyaya kadar vardırılıp vardırılmayacağını tahmin edebileyim...

İlhan Selçuk’un rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığı gün (15 ağustos) kaleme aldığı yazıyı okuyana kadarki Cumhuriyet takibimden, işin yeni bir kampanyaya vardırılabileceğine dair kuvvetlice bir kanaat taşıyordum. Fakat o yazıyı okuduktan sonra bu kanaatim neredeyse kesinleşti. Çünkü Selçuk, Devlet Bahçeli’nin sözlerinin üzerinden de olsa açıkça “vatan ihaneti”ne işaret ediyordu:

“Vaktiyle Anglo-Amerikalılar ülkedeki Ermeni ve Rumları kışkırtıp kullanarak Sevr’i tezgâhlamak istediler... Bu kez de Kürtleri kullanmak üzerine bir strateji göze çarpıyor, Anadolu’yu bölen haritalar elden ele dolaşıyor... İşte bu ortamda MHP’nin AKP’yi vatan ihanetiyle suçlaması siyaset hayatında, demokratik düzende ve partiler rejiminde ilginç bir dönüm noktası oluşturuyor... MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir noktaya mim koydu...”

Hem milli duygular, hem satışlar...

İşte beni korkutan gelişme bu oldu. Çünkü ben, Cumhuriyet’in başyazarının Bahçeli’nin “vatan ihaneti” suçlamasını belli bir amaca matuf olarak paylaştığı kanaatindeyim. Şu anda, tamamen sezgisel bir bilgiyle, Cumhuriyet yöneticilerinin, ortada 2006’dakine benzer koşulların bulunduğu tespitini yaptıklarını ve bir kez daha gazete üzerinden “iktidardaki düşman”a karşı bir kampanyanın örgütlenebileceğini hesapladıklarını düşünüyorum. Böylece hem “Kartaca’nın yıkılması” için büyük bir fırsat değerlendirilmiş, hem de satışlar bir kez daha patlatılmış olacaktır.

Bu hesabın temelsiz olmadığı kanaatindeyim. Nedenine gelince... Hükümetin Kürt açılımına karşı toplumun bazı kesimlerindeki tepkiler henüz bütün gövdesiyle açığa çıkmış değil. Bu dağınık ve örgütsüz tepki kendisini biraraya getirip çoğaltacak örgütçüsünü (kampanyacısını) bekliyor bence. (Durum bu açıdan, 2006’daki, irtica korkusuyla siyaseten alıklaştırılıp mobilize edilmeye hazır hale getirilmiş kitlelerin, örgütçülerine kavuşur kavuşmaz kartopu gibi birleşip büyümesi hadisesine çok benziyor.)

Netice-i kelam: Toplumsal koşulları, hissiyatları ve tabii Cumhuriyet’in yayın çizgisini biraraya getirdiğimde, “irticacılar”ın yerini “Kürtlerin” ve “Kürt muhibleri”nin aldığı yeni ve büyük bir kampanyaya hazır olmalıyız derim ben.

“İrtica” ile “Kürt meselesi”nin başka meseleler olduğunu; birincinin çevresinde mobilize edilebilen kitlelerin ikincinin çevresinde edilemeyeceğini; “yaşam tarzları”nın tehlike altında olduğunu düşünen milyonlarca “laik-şehirli-okumuş-çağdaş” insanın Kürt meselesinin özgürlük ve kardeşlik temelinde kesin bir çözüme kavuşmasını istediklerini düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz.

Böyle düşünüyorsanız, Türkiye’nin “sol”undaki milli-devletçi etkileri ve şu son 10 yılda CHP tabanını etkisi altına alan “bizi bölüyorlar” paranoyasının gücünü hiç hesaba katmıyorsunuz demektir.

Bu meseleye sonraki yazılarda tekrar döneceğim. Şimdilik, “laik-şehirli-çağdaş” cemaatin simge isimlerinden Prof. Dr. Kerem Doksat’ın kişisel sitesinde kaleme aldığı son yazılardan birinden şu kısa alıntıyla yetineceğim:

“Senelerin Ajda Pekkan’ı, ‘folie d’immortalité’ muzdaripi bile olsan, sen bir asker kızısın; Rojin’e sarılıp Kürtçe şarkı söyleme popülizmiyle Türk harsının yok edilmesi operasyonuna âlet olmasaydın, âhir ömründe benim ve benim gibi pek çok kişinin sevgisini kaybetmeyecektin.

“Hele Sezen Aksu, tamamen kendi emeğinle müthiş bir yere tırmandın; üstelik İzmirlisin. İzmirli Atatürkçüdür, vatansever ve yiğittir. Ne ihtiyacın vardı? Paraya mı? Zâten var. Şâna, şöhrete mi? Zâten var. Ama artık ciddi yara aldın.”

Garip Şeyler Gırgırıİlhan Selçuk - Cumhuriyet

(Açık İstihbarat : Araç trafiği için belli bir yaştan sonra nasıl ehliyet verilmiyorsa, düşünce trafiği için de belli bir yaşın üzerine ehliyet verilmemesi gerektiğini kanıtlayan bu yazıyı ibretle hatırlatıyoruz)
----------------------------------------------------------------------------------------------
Garip şeyler oluyor...

Dışişleri Bakanlığımız açıkladı:

´´- Afganistan´da terörle mücadele için NATO Türkiye´den ek asker istemedi...´´


Ama Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ne dedi:

´´- NATO ek asker istedi...´´


Allah Allah..

Büyükanıt ayrıca ekledi:

´´- Tek asker bile gidemez, böyle bir şeye gerek yok!..´´

*

Evet, garip şeyler oluyor...

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt nasıl Genelkurmay Başkanı oldu?..

´İyi saatte olsunlar´ ın engelleme çabaları boşa çıktı...

Önce, üzerinize afiyet, Van´da bir savcı Büyükanıt´ın ayağını kaydırmak için uğraştı...

Sonra Ankara´da, iktidar çevrelerinde, birtakım ´faaliyet´ tezgâhlanmaya başladı...

Fis fis kos kos bulutları ortalığı sardı...

Cumhurbaşkanı Sezer baktı ki olmayacak, duruma müdahale etti, yasal koşulların başına dincilerin çuval geçirmesini engelledi...

*

Ama iş bitmedi...

Fis kos medyada sürdü...

Güya giden Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök daha demokrat idi...

Büyükanıt değildi..

Fis fis..

Kos kos..

Ancak Genelkurmay Başkanlığı devr-i teslim töreninde Orgeneral Büyükanıt´ın konuşmasında bir sözcük geçti...

Neydi o?..

Sevr!..

Buraya bir mim koyun!..

Türkiye Cumhuriyeti ordusunun en üst düzeydeki görev devr-i tesliminde, eski deyişle dile getirelim, ´´Sevr kelimesi telaffuz edilmişse´´ bu iş çocuk oyuncağı değildir...

Herkes pür dikkat kesilmeli!..

*

Garip işler oluyor...

Afganistan´daki terörle mücadele için NATO Türkiye´den ek asker istedi...

Lübnan´da terör mü var?..

Türkiye´den asker isteniyor...

Afganistan´da terör mü var?..

Türkiye´den asker isteniyor...

Oysa terörün daniskası bizde!..

*

Peki, biz neden susuyoruz?..

Birleşmiş Milletler Barış Gücü asıl bize gerekmez mi?..

NATO güneydoğuya asker yollasın...

AB neden küçük parmağını kımıldatmıyor?..

Şimdi Lübnan´a asker yollayan Avrupa devletleri bize neden destek askeri güç sağlamıyorlar?..

Garip bir durum var ortada!..

Terör tehdidi altında bulunan ve her gün evlatlarını bu yolda kaybeden Türkiye´ye kimse aldırmıyor, dönüp bakmıyor bile...

*

RTE de bir garip kişi...

PKK ile uğraşacağına bizim şehit aileleriyle uğraşıyor...

Böyle Başbakan düşman başına mı?..

Dostlar başına mı?..

(09.09.2006)

14 Eylül 2009 07:41
Cumhuriyet'e 300 Bin TL AktardıCHP'li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, belediyenin kaynaklarını Cumhuriyet Gazetesi'ne bakın nasıl peşkeş çekmiş...

CHP'li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun, belediyenin kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çektiği ileri sürüldü. İzmirli Gazeteci-Yazar Halit Tunç tarafından ortaya atılan iddiaya göre Kocaoğlu, yazarları Ergenekon sanığı olan Cumhuriyet gazetesine 300 milyar, H.S isimli bir işadamına ise ilansız ihale yoluyla yaklaşık 6 trilyon para aktardı.

ERGENEKON “CUMHURİYET”İNE 300 MİLYAR

Tunç, “Cumhuriyet Gazetesi'ne 300 milyarcık ödenmiş” başlıklı yazısında, İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketi İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat İşleri Ticaret A.Ş. (İZFAŞ) üzerinden Cumhuriyet gazetesine ek, kitap ve CD basımı adı altında 300 bin TL para aktarıldığını iddia etti. Tunç, peşkeşi şöyle anlatıyor: “Cumhuriyet Gazetesi 19 Mayıs 2008'de 100 bin TL karşılığında ‘Mustafa Kemal'in Yolu' isimli CD'yi basıp dağıtmış. CD'lerin adedi burada 150 olarak belirtilmiş. Aynı
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Eyl 15, 2009 10:39 pm    Mesaj konusu: BALBAY SİLDİĞİ GÜNLÜKLERİ İNKAR ETTİ Alıntıyla Cevap Gönder

TÜRBAN TAKTIRIYORLAR ABLA, YETİŞ

17 Kasım 2009
2007 Bilgi Destek Planı'nda medyaya servis edilmesi istenen her haber, planın hazırlanmasından kısa bir süre sonra neredeyse plandaki başlıkla manşetlere çıkmış. Sonucu belli anketler de belli aralıklarla sayfalarda boy göstermiş.
Demokrasiye Müdahale Eylem Planı'nı ile ortaya çıkan 'TSK içindeki cunta' yapılanmasının 'kara propaganda' faliyetleri kapsamında hazırladığı iddia edilen Eylül 2007 tarihli Bilgi Destek Planı'nda servis edilmesi istenen haberlerin tamamının yandaş medyada manşet olduğu ortaya çıktı. "Kamuoyu yaratmak" isimli 'power point' sunumunda, medyanın manşetleri, haberleri, okur köşelerinden yayınlatılacak, sonucu önceden belli anket sonuçlarına kadar her alanda kullanılarak toplumun yönlendirilmesi isteniyordu.

BAŞLIKLAR BİLE BİRE BİR ÖRTÜŞÜYOR

"Kamuoyu Yaratmak" isimli power point sunumda hangi tür haberlerin hazırlanacağı ve yandaş medyaya servis edileceği de başlık başlık anlatılıyordu. 'Servis edilecek' denilen haberlerin Eylül 2007'den sonra gazete ve televizyonlarda neredeyse belgedeki haber başlıklarıyla bire bir örtüşen başlıklarla yer bulması dikkat çekti. Ancak manşetlere çıkan bir çok irtica haberinin kısa sürede yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Belgedeki 'servis haberlerin' halen bazı gazete ve televizyonlarda zaman zaman yer almayı sürdürdükleri de görüldü.

İŞTE CUNTANIN SERVİS EDİLECEK HABERLERİ

İşlem Makamı Harekat Bşkanlığı, İstihbarat Başkanlığı ve Genel Sekreterlik olarak gösterilen 24 Ekim 2007 tarihli "Faa.çiz. 23.10.Selvi" dosya adlı belgede, servis edilecek haberlerle birlikte Hürriyet'in gençlerin 'cinsel içerikli' sorularına cevap veren Güzin Abla takma adıyla hazırlanan köşeye türban konusunda mektup gönderilmesi planlanıyor. İşte belgede servis edilecek haberlerin başlıklarından bazıları şöyle: İrticai sermayenin vatandaşları dolandırması, dolandırılan vatandaşların hazin hikayeleri Tarikatçı babanın okula gitmemesi için kız çocuğuna hapis hayatı yaşatması.

- İrticai ailenin çok küçük yaştaki kızını yaşlı biriyle para karşılığında evlendirmeye çalışması.

- Tarikat şeyhinin çok lüks bir hayat yaşaması ve anormal ölçekteki mal varlığı.

- Türban takmaya zorlanan bir genç kızın Hürriyet yazarı "Güzin Abla"ya durumunu yazması ve yardım istemesi.

- Türban takmak istemeyen bir genç kadının başına gelenler ve yaşadığı çevrede nasıl bir baskı altında tutulduğuna ilişkin yazdığı mektuplar.

SONUCU ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ ANKETLER

'Kamuoyu Yaratma' cetvelinde, önceden sonucu belirlenmiş anletlerin medyaya servis edilmesi isteniyor. İşte anketlerden çıkması istenen sonuçlardan bazıları: - Türk toplumunun en çok güvendiği kurum %93'le yine TSK çıktı... - Hükümete olan güven %45...- Türkiye'de türban takan kadın sayısı son beş yılda %10 arttı... - Türkiye'ye yaşayan yabancılara göre, Türkiye hızla dinci bir toplum haline geliyor, Arap ülkelerine daha fazla benzemeye başladı... - Türban takan kadın/kızların %65'i çevre, aile ve eş baskısı nedeniyle takıyor... - Öğretmenler arasında yapılan bir ankete göre eğitim hızla dinselleşiyor...

Şeyhin lüks hayatı

- (Hürriyet-24 Nisan 2008): İsmailağa Cemaati'nin lideri Mahmut Hoca da, Beykoz'a bağlı Çavuşbaşı Beldesi'nde iki villa aldı. İkiz villaları 'hocaları' için beğenen müritler, önce mahallenin 'çağdaş imamı'nı tayin ettirip camiyi 'ele geçirdi'. Camiye tarikattan biri atandı, villalar alındı ve mahalle cüppeli, kara çarşaflı müritlere kaldı.

Medyaya servis edilecek haberler arasında "İrticai unsurların cemaatten topladığı paraların tarikat şeyhinin cebine gitmesi, tarikat şeyhinin çok lüks bir hayat yaşaması" haberleri de vardı.

Türban taktırıyorlar yetiş Güzin Abla!

Rumuz Cunta!

Servis edilecek haberler arasında en ilginci Hürriyet'in cinsel içerikli soruları yanıtlayan Güzin Abla köşesine türbanlı kızların dramıyla ilgili sorular göndermek. Sorular gitmiş ve Güzin Abla da soruları yanıtlamış.

Planda "Güzin Abla'ya türbanlı kızların dramı sorulsun" denmiş. Kısa süre sonra Güzin?Abla 3 türbanlı kız sorusu cevaplamış

Güzin Abla niye türbanı yazmıyorsun?

- HÜRRİYET (25 Şubat 2008): Sevgili Güzin Abla, uzun süre başörtüsü ya da türban konusunda bir şeyler yazarsınız diye bekledim, ama hayal kırıklığına uğradım. Ben 32 yaşında, kapalı bir bayanım. Ama artık başörtüsünü taşımak istemiyorum. Taşıması zor bu örtüyü kullanmama kararı aldım. Eşim de bu kararıma saygı gösterdi. Fakat çevrenin baskısı ve olmadık laflarından, hatta iftiralarından korktuğumuz için bir türlü tamamen çıkaramadım. Rumuz: Çözüm arıyoruz.

16 yaşındayım, aile zoruyla kapandım

Merhaba Güzin Abla... Ben 16 yaşında bir genç kızım. Ailemin zoruyla kapandım, ancak gönlüm başka şeylerde. Sevdiğim genç de ben kapanınca fikirlerimizin uymadığını ve benim görünüşümde biriyle gezemeyeceğini söyleyip beni bıraktı. Ben istediğim kıyafetleri seçmek, mayo giyip yüzmek, makyaj yapmak istiyorum. Ama yapamıyorum. Bu nedenle evden kaçmayı bile düşünüyorum. Ne yapmalıyım?

Baştaki örtü ile cahil gibi görünüyorsun!

"Üniversiteye girmek isteyen türbanlı genç hanımlara şaşıyorum. Orası bir bilim ve irfan yuvası... Meslek edinmek için eğitim alınan yer. Orada başörtüsünün ne işi var? Ne kadar bilgili, görgülü, seviyeli de olsanız, başınızda örtü varsa cahil bir görünüm sergiliyorsunuz. Örneğin ben artık başörtüsü takmak istemiyorum. Ben kayınvalidem ve kayınpederimin baskısıyla örtündüm. Ailem ise çevremizden çekiniyor. İşte bu çevre dedikodusundan nasıl kurtulurum, ne yapmalıyım bilemiyorum. Ne olur bir çare söyle, cevap yaz.

TSK yüzde 87 ile en güvenilir kurum

- ULUSAL KANAL (17 Kasım 2008): TNS Piar'ın her ay yaptığı "Bugün seçim olsa oylar hangi partiye gider" konulu anketin Ekim ayı sonuçları açıklandı. Ankete göre Türk Halkı'nın en güvendiği kurum yüzde 87 ile TSK.

AVROBAROMETRE (5 Temmuz 2008): AB'nin kamuoyu araştırmalarından sorumlu kurumu Eurobarometre öncülüğünde hazırlanan "Bahar 2008" Türkiye raporunda halkın yüzde 82'si 'en güvenilir kurum' olarak TSK'yı gösteriyor.

Türbanlılar çoğalıyor!..

"Türkiye'de türban takan kadın sayısı son beş yılda %10 arttı..." sonuçlu anket istenmiş. Peşinden "türbanlı sayısı 4'e katlandı' manşeti gelmiş

Servis edilmesi istenen haberlerden birisi de "Türkiye'de türban takan kadın sayısı son beş yılda %10 arttı..." şeklindeydi. Milliyet Gazetesi 4 Aralık 2007'de manşetine bir araştırmayı taşıdı. Konda Araştırma Şirketi tarafından Milliyet Gazetesi için yapılan ve 2007'de Milliyet'te yayınlanan "Dindarlık ve Türban" araştırmasına göre Türkiye'deki türbanlı sayısı 4'e katlandı. AK Parti yönetiminde geçen son dört yılda başını örtenlerin oranı yüzde 64.2'den 69.4'e, bunun içinde başını türbanla örtenler yüzde 3.5'ten 16.3'e çıktı.

Eğitim dinselleşiyor!

Spariş haberler için planlanan bir başlık da "öğretmenelere göre eğitim sistemi dinselleştiriliyor"du. Haberler peş peşe gelmiş.

- Milliyet (24 Kasım 2007): Amasya Anodulu Kız Meslek Lisesi'nden kayıtlarını aldıran öğrenciler "Notumuz düşmesin diye baskılarla sustuk. Oruç tutuyormuş gibi yaptık" diye konuştular. Ş.D'nin babası Cafer D, "Biz Aleviyiz. Orcumuz farklıdır. Yurt sorumlusu Hakime Hanım'a 'Kızım hasta. Ameliyat oldu oruç tutamaz' dedim. Bana 'Olsun bir şey olmaz, tutar tutar' dedi..." Bu haber kısa süre sonra yalanlandı. Kısa sürede kızların oruç yalanı ortaya çıkmıştı.

- Star TV Ana Haber (24 Ekim 2009): Uğur Dündar yönetimindeki Star TV Ana Haber Bülteni'nde "Okuldan Cumaya" başlıklı haber yayınlandı. Öğrencilerin ailelerinin yazılı izniyle cumaya gitmeleri suç gibi gösterildi.

- Radikal (21.01.2008): Erkan Avcı Anadolu Teknik Lisesi'nin zemin katındaki oda, mescit olarak kullanılıyor. Öğretmenler ve öğrenciler birlikte namaz kılıyor.

- Hürriyet (24.04.2008): Kartal Atatürk İlköğretim Okulu'ndaki 23 Nisan gösterilerinde, okul müdürü dans eden kız öğrencilerin gösteride giydikleri kıyafetleri açık diye gösterilere son verdi.

Türkiye Araplaşıyor

Servis haberlerden birisinin de "Türkiye hızla dinci bir toplum haline geliyor, Arap ülkelerine daha fazla benzemeye başladı..." olması isteniyordu. İşte medyadaki o döneme ait bir haber:

- Cumhuriyet (23 Aralık 2007): Doç. Filiz, Vahabi anlayışının dini temele dayanan siyasete de yansıdığını söyledi. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz, Arap mikromilliyetçiliğinin ideolojisi olan Vahabiliğin ulus devleti parçalamayı amaçladığını belirterek Türkiye'yi bekleyen asıl tehlikenin dindarlaşma değil, "Araplaşma" olduğunu vurguladı.

İrticacı dolandırıcı!

Servis edilmesi istenen haber başlıklarından biri de "İrticai sermayenin vatandaşları dolandırması, dolandırılan vatandaşların hazin hikayeleri" idi... İşte bazıları:

- Cumhuriyet (4.01.2004): İslami Holding ortada bıraktı. Çocuğu lösemili olan Ahmet Kadayıfçı İslami holdinglerden Kombassan'dan 60 milyar lirasını alamadı. Kadayıfçı, "Çocuğumun yaşaması için gereken ilik bulundu. Ancak bu kez de holding paramızı vermediği için ameliyat ettiremiyoruz" dedi.

- Hürriyet (23.05.2004): Beddua Pankartı. Almanya'da çalışıp biriktirdiği 550 bin markın Kombassan Holding'e kaptıran Hanifi Doğan, parasını isteyince dayak yedi. Soluğu Ankara'da alan işçi, beddua pankartıyla Adalet Bakanlığı'nın önünde eylem yaptı.
STAR

BALBAY SİLDİĞİ GÜNLÜKLERİ İNKAR ETTİ
15 Eylül 2009 07:39
Ergenekon davasının dünkü duruşmasında Cumhuriyet yazarı Balbay çark etti...
Ergenekon davasının dünkü duruşmasında Mustafa Balbay, “Günlük adındaki notlar bana ait değildir. Usain Bolt olsam bu kadar sürede günlük oluşturamam” dedi.

İstanbul'daki sağanak yağış nedeniyle ara verilen ikinci “Ergenekon' davasının 5. duruşması dün yapıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salondaki duruşmaya, birleştirilen ikinci ve üçüncü davaların 53 tutuklu sanığından gazeteci Tuncay Özkan, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, eski Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek'in de aralarında bulunduğu 48'i katıldı. Duruşmaya, Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün mazereti nedeniyle katılmadığı için heyete Hasan Hüseyin Özese başkanlık yaptı.

O NOTLAR BANA AİT DEĞİL

İkinci “Ergenekon” davasının tutuklu sanığı Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi sanık Mustafa Balbay, “İddianamede yer alan ve bana atfedilen günlük adındaki notlar bana ait değildir” dedi. Balbay, “Yaz boyunca bu iddiaları araştırdım. İlk gördüğümde 'bu montaj olabilir' demiştim. 10 yıllık notlar 2 dakika 33 saniyede oluşturulmuş görünüyor. Ben eskiden atletizmle uğraştım. Usain Bolt olsam bu kadar sürede günlük oluşturamam. Bunun kopya olduğu açıktır. Bunun delil olup olamayacağını mahkemenize bırakıyorum” dedi. ABD Büyükelçisi ile gizli kapaklı toplantı yaptığına ilişkin iddialar olduğunu dile getiren Balbay, “gizli kapaklı” olduğu iddia edilen toplantının ABD Büyükelçisi ile gazeteciler Fikret Bila, Erdal Sağlam ve Mustafa Öncel'in de katıldığı resmi yemek olduğunu kaydetti. Tutuklu sanık Hasan Atilla Uğur, bütün hayatını PKK ile mücadeleye adadığını belirterek, bu örgütle ilişkili kişilerle bağlantı kurduğu iddialarının doğru olmadığını, bunların iftira olduğunu söyledi.

M.A., AKPINAR'DI

Tutuklu sanık Tuncay Özkan da iddianamede suçunun delillerinin kendisine söylenmediğini söyledi. Özkan, “terör örgütünün delili olarak gösterilen telefon konuşmasını yaptığı M.A'nın Metin Akpınar, “örgüte yeni eleman kazandırmasının delili olarak gösterilen konuşmayı gerçekleştirdiği S.B'nin de Süheyl Batum” olduğunu söyledi. Tuncay Özkan, iddianamede yer alan bazı tespitlere tepki gösterdi. Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'e kitap sunan Özkan'ın, sesini yükselterek tepkisini dile getirdiği görüldü.

BENİ KORUYABİLİR MİSİNİZ?

Tutuklu sanık Adil Serdar Saçan ise “İçeriye attığım insanlarla aynı örgütte ve yan yana koğuşlarda tutuluyorum. Yarı yarıya içeriye attığım insanlarla dolu. Beni cezaevinde koruyabileceğinizi mi sanıyorsunuz” dedi.

Günlükleri nasıl sildiğini anlatmıştı

Mustafa Balbay'ın “İddianamede yer alan ve bana atfedilen günlük adındaki notlar bana ait değildir” sözleri şaşkınlık yarattı. Balbay kendisine ait olmadığını söylediği notlarla ilgili olarak köşesinde bunları kendi eliyle sildiğini şöyle ifade etmişti: “2000'li yılları ileride yazacak olursam, güncel yazdığım haberlerin yeterince ışık tutacağını düşündüm. Bu notları bulundurmak artık anlamsızdı. Gazetenin bilgisayar sistemi yenilenirken arkadaşlar saklayacağım dosya olup olmadığını sordu. Bir an düşündüm ve “yok” dedim. Notları yok hükmünde saydım. Bu anlamda başka notlarım yok.”
aktifhaber

Aydın Doğan’ın Ergenekon korkusu
Mustafa YÜREKLİ

Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış 'Plazaların Efendisi: Aydın Doğan' isimli kitabını okuyanınız var mı?
Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” (2.Baskı, Karakutu Yayınları, 2003) isimli kitabını okuyanınız var mı? Bu kitapta, benim en çok dikkatimi çeken, daha doğrusu çok merak ettiğim soruların cevabını bulduğum bölüm, Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet gazetelerini alışıyla ilgili bölümleri..

Sözü uzatmadan Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet’i İnan Kıraç sayesinde aldığını söylediğini belirteyim: “İnan Kıraç’ın Milliyet’i almamda çok büyük manevi katkıları oldu. Hürriyet’i aldığım dönemde de bankalarından kredi aldım.” diyor. Bu büyük desteği, “dostlukla açıklıyor. Siz bu dostluğu “mason biraderliği” olarak anlayabilirsiniz.

Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin satışının ünlü mason İnan Kıraç tarafından Almanya’da ayarlanışı, üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır. Aydın Doğan ve İnan Kıraç bugün Cumhuriyet gazetesi ortaklarındandır, aynı zamanda.

MİLLİYET’İN ALMANYA’DAKİ SATIŞINDA İKİ MASON

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Türkiye’de medya Selaniklilerin kontrolündedir. Medya, Yahudilerin, dönmelerin ve masonların iyi örgütlü oldukları, kale gördükleri ve ellerinde bulundurma konusunda savaş verdikleri bir alandır.

Gazetecilikte Bab-ı Âli dönemi yaşanırken, “medya patronlarının mesleği de gazetecilikti” edebiyatıyla saklanan bir husustur, bu Türk medyasının Selaniklilerin kontrolünde olduğu gerçeği. Hürriyet’in başında Sedat Simavi, daha sonra oğlu Erol Simavi, Cumhuriyet’in başında Yunus Nadi Abaloğlu, Vatan’ın başında Ahmet Emin Yalman, Milliyet’in başında Ali Naci Karacan ve Sabah gazetesinin başında Dinç Bilgin gibi dönmelikle mahut medya patronu şahısları burada anmakla yetineceğim.

Milliyet gazetesinin başına Ali Naci Karacan’dan sonra oğlu Ercüment Karcan geçer ve 1975 yılından itibaren gazeteyi satıp yurt dışına yerleşmeyi düşünmeye başlar. Hasan Pulur, Milliyet’in satışıyla ilgili anılarını anlatırken, “Gazetenin Ercüment Bey tarafından satılacağına dair söylentiler çıkmaya başlamıştı. Önce Kadir Has alacak dendi, Selahattin Beyazıt alacak dendi, daha bir sürü isimler atıldı ortaya. Biz bunların hepsini Babıâli dedikodusu olarak alıyorduk. Hatta o günlerde ben köşemde “Evet Milliyet satılıyor, her gün 1 liraya’ şeklinde bir yazı da yazmıştım. Ercüment Bey’in de hoşuna gitmişti.” diyor. (s. 62)

Ercüment Karaca’nın damadı ve gazetenin önemli yazarlarından Mehmet Ali Birand o günleri “1975’ten itibaren gazeteyi satmayı kafasına koymuştu. ‘Bıktım bu memleketten, bu ülkede yaşamaktan’ deyip duruyordu. O sıralarda bir de kal sorunu çıktı. Semiramis’in de üzerinde etkisi büyüktü.’Kalk gidelim Ercüment, dışarıda oturalım.’diye tutturmuştu. Ancak gazetenin satılmasına Abdi İpekçi en büyük engeldi.“ diyerek anlatıyor. (s. 62)

Bir başka Selanikli olan Abdi İpekçi’nin engellemesi sonucu, Milliyet böyle falana satılacakmış, yok filan talipmiş söylentileriyle dört yıl geçer, 1979 yılına girilir. Aydın Doğan, 1974 Kıbrıs Harekâtı ile 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi arasındaki altı yıllık karışık dönemde tarih sahnesine çıkar ve ateşli bir şekilde Milliyet’e talip olur. Abdi İpekçi, “buzdolabı, çamaşır makinesi satıcısı”na gazetenin satışını engellemektedir. (s.65)

31 Aralık 1979 Çarşamba günü Abdi İpekçi, Ankara’da Başbakan Bülent Ecevit’le görüşüp İstanbul’a döner, Milliyet’e geçip “Durum” köşesini yazan Dış haberler Servisi Şefi Sami Kohen’le Humeyni’nin İran’a dönüşünü işleyen yazısına çalışıp “İran’da Beklenenler” başlığını koyduktan sonra patronu Ercüment Karacan’la buluşmak üzere gazeten ayrılır ve Nişantaşı’ndaki evinin önünde 19:30 gibi öldürülür.(s.64) Uğur Mumcu, Abdi İpekçi cinayeti üzerinde durur, Aydın Doğan’ı gündeme getirir. Aydın Doğan, Abdi İpekçi’yi öldürmeye azmettirmekten dolayı yargılanır. (s. 69) Uğur Mumcu, derin devletin, Kontur Gerilla’nın üzerine gittiği için 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikaste kurban gitti. Suikastin failleri halen bulunamadı.

Refik Erduran’ın anlattığına göre, Ercüment Karaca, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi üzerine, karamsarlığa düşer, panik yapar, bocalamaya başlar ve Milliyet’i Aydın Doğan’a satar. Milliyet’i satın alışını Aydın Doğan şöyle anlatıyor: “Benim çok yakın arkadaşım olan İnan Kıraç’a ‘Ercüment Karacan’ı tanıyor musun? Gazeteyi satıyormuş. Ben talibim.’ dedim. İnan’la müşterek bir dostumuz vardı: Vedat Urul. Vedat Urul Amerika’da mühendislik mektebinde okurken Ercüment Karacan’ın arkadaşıymış. Almanya’da oturuyordu o zamanlar. O hafta İnan Almanya’ya gitti. Vedat, havaalanında İnan’ı karşılıyor. Diyor ki ‘Ercüment de bizim evde, hadi, bize yemeğe gidelim.’ Yolda, İnan gazete işinden bahsediyor. ‘Aydın senin de dostun. Böyle bir mesele var. Ercüment Bey’e bahsetsen’ diyor. Vedat da Ercüment’e bahsediyor. Ercüment Bey’le (Karacan) İstanbul’da Abdullah Efendi Lokantası’na gittik, birlikte yemek yedik. Üç dört görüşme sonra da anlaştık. Bu iş böylece bitti.” (s.70, 71)

1979 Milliyet’i Aydın Doğan’a satması için Ercüment Karaca’yı Almanya’da İnan Kıraç ile Vedat Urul “ikna” etmişler. Milliyet’in satışını ayarlayanlar iki ünlü mason: İnan Kıraç, (d. 1937, Eskişehir) ünlü bir mason işadamı ve sanayicidir. Vehbi Koç'un kızı Suna Kıraç ile evlidir. Uzun süre Koç Holding'de üst düzey yöneticiliklerde bulunmuştur. Üst düzey masonlardan Vedat Urul ise 1992 yılında 63 yaşındaki eşinin İslamiyet’ten Hıristiyanlığa geçişiyle gündeme gelmişti.

EĞEMENLER ARASINDAKİ GÜÇ VE ÇIKAR İLİŞKİSİ

Cemil Ertem, Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde (9 Eylül 2009) “Türkiye iktisat tarihini öğrenmek isteyenlerin, hangi dönemin ayrıntısına girmek isterlerse, o dönemin medyasının kimin elinde olduğuna ve ne yönde yayın yaptığına bakmaları gerekir. Bu anlamda bizdeki medya rekabeti aynı zamanda, egemenler arasındaki güç ve çıkar çatışmasıdır da.” demişti. Şimdi bakalım, medya tarihi Türkiye’nin ekonomik tarihini ne kadar yastıyor, diye.

Aydın Doğan ile Koçların damadı İnal Kıraç arasındaki ilişki hala sürüyor.

ETÖ iddianamesindeki bilgilere göre Rahmi Koç, İlhan Selçuk'la özel görüşmelerde bulunuyor ve Cumhuriyet gazetesinin yaşaması için elinden gelen her şeyi yapıyor… İlhan Selçuk da, Rahmi Koç'u, “Dostum” diye tanımlıyor. İlhan Selçuk, Rahmi Koç'un eniştesi İnan Kıraç'ı Cumhuriyet gazetesine destek veren Cumhuriyet Vakfı'nın Danışma Kurulu'na, Koç Grubu'ndan Hakan Gören'i de Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine getirmiş!.

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, "Cumhuriyet gazetesinin şu anki hissedarlarını ve gazete yöneticilerinin kimler olduğunu" şöyle açıklıyor: "Cumhuriyet gazetesinin asli sahibi Cumhuriyet Vakfı'dır. Cumhuriyet Vakfı'nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla Vakıf bünyesinde Yenigün Holding A.Ş. isimli şirket, bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay CİNER'den Mehmet Emin KARAMEHMET'e, Aydın DOĞAN'dan İnan KIRAÇ’a kadar yaklaşık 185 kişidir. Ancak bu şirketin söz ve yetki sahibi imtiyazlı ortağı Cumhuriyet Vakfı'dır." demişti.

Bilindiği gibi Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan ve İnan Kıraç, terör örgütü sanığı olarak gözaltına alınan İlhan Selçuk şartlı olarak serbest bırakıldığında, kendisine geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuşlardı.

Aydın Doğan ile İnal Kıraç Yedi Tepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nde de beraberler. Mütevelli Heyeti'nin başkanlığını Bedrettin Dalan'ın yaptığı Yeditepe Üniversitesi, resmi sitesinde Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan, Koç Holding Yönetim Kurulu eski Üyesi İnan Kıraç, 500. Yıl Vakfı Başkanı Jak Kamhi, eski Başbakan Bülent Ulusu, Danıştay 3. Daire eski Başkan Yardımcısı N. Ülker Turgut, Danıştay ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski Üyesi Zuhal Çokar, T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yavuz Canevi ve Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Serpil'in de mütevelli heyet üyesi olduğu bilgisine yer veriliyor. Sitede, Mütevelli Heyeti Başkanı ve üyelerinin birlikte çekilen fotoğrafı da bulunuyor. Aydın Doğan, gülümseyerek poz vermiş.

Bilindiği gibi Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi'nde Rahmi Koç'un Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile buluşmak istediği, Ergenekon zanlısı Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'la holding binasında sürekli görüştüğü yer alıyor. Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasında yargılanan ve sağlık sorunları olduğu iddiasıyla tahliye edilen emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un GATA'da önemli misafirler ağırladığı belirlendi. Koç Holding patronu Rahmi Koç'un GATA'da Hurşit Tolon'u ziyaret ederek bir saat görüştüğü ortaya çıktı. Daha önce Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan ATO Başkanı Sinan Aygün'ü ziyaret eden Mustafa Koç'tan sonra babası Rahmi Koç'un da GATA'da Hurşit Tolon'la görüşmesi akıllara birçok soru işaretleri bırakmıştı.

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un sahibi olduğu Beko Ticaret A.Ş'nin, Tuncay Özkan'ın sahibi olduğu dönemde Ergenekon Terör Örgütü'nün sözcülüğünü yaptığı iddia edilen Kanaltürk'e kuruluş aşamasında 8.440.000 YTL'lik (8 trilyon 440 milyar Türk Lirası) ödeme yaptığı da ortaya çıkmıştı.

Kısaca Aydın Doğan, “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” kitabında anllatığı Milliyet ve Hürriyet gazetelerini satın almasında yardımcı olan İnal Kıraç ve Koç Ailesi, Ergenekon Terör Örgütü iddianamesinde adı geçen Hurşit Tolan, Bedrettin Dalan, İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’la aynı fotoğrafta buluşmaları manidar değil mi sizce de? Medyanın tepesindekilerle iş dünyasının zirvesindekilerin Ergenekon Terör Örgütü iddianamesindeki üst düzey isimlerle 1975’ten itibaren, son 35 yıldır iç içe olmaları, niçin kimseyi şaşırtmıyor acaba? Emin Karaca’nın ellerine sağlık, “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” kitabını zevkle okudum.. Aydın Doğan’ın en büyük korkusunun Ergenekon korkusu olduğunu düşündüm, bu ilişkilere bakınca. Bakalım zaman neler gösterecek..
haber7

24 Kasım 2009 15:04Hakimden Tuncay Özkan'a Fırça
Ergenekon sanığı Mustafa Balbay'ın çapraz sorgusu devam ediyor. Balbay savcıların soruları karşısında terlerken, hakim de Tuncay Özkan'ı fırçaladı...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, bilgisayarından elde edildiği öne sürülen notlarına ilişkin yöneltilen sorular üzerine, bu sorulara savunmasını yaparken cevap verdiğini söyledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada çapraz sorgusuna devam edilen Balbay'a Cumhuriyet savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, bilgisayarından ele geçirilen muhtelif notların bir kısmında bazı kişiler hakkında bilgilerin bulunduğunu söyledi.

Pekgüzel ardından, bu notlar arasında yer alan tutuklu sanık Gürbüz Çapan ile ilgili uzun bir metni okuyarak, ''Bu notları siz mi tuttunuz, Çapan hakkında özel bilgi toplamanızın nedeni nedir, terör örgütünün istihbarat çalışmaları çerçevesinde mi yapıldı?'' şeklinde sorular yöneltti.

Balbay da savunmasını yaparken Çapan ile ilgili açıklamalarda bulunduğunu belirterek, ''Bu soruyu daha önce yanıtladım'' dedi.

Pekgüzel'in tutuksuz sanıklardan Muhittin Erdal Şenel ile ne zaman tanıştığını sorduğu Balbay, savunmasında Ankara'da gazeteciliğin nasıl yapıldığını anlattığını kaydetti.

Pekgüzel, Şenel'in de katıldığı bazı toplantılara ilişkin alınan notlarla ilgili çeşitli soruları üzerine de Balbay, bunları daha önce yanıtladığını söyledi.

Savcı Pekgüzel'in başka bir sorusu üzerine de Cumhuriyet gazetesinin terör merkezi gibi gösterilmeye çalışıldığını belirten Balbay, yöneltilen sorularla adeta Atatürkçü olmakla, terörist olmanın eşdeğer tutulduğunu ileri sürdü.

Pekgüzel'in ''Ehli Dil'' grubunun kimlerden oluştuğuna ilişkin sorusuna karşılık da Balbay, bu toplantılara Danıştay ve Yargıtay üyeleri, müsteşarlar ve bürokratların da katıldığını söyledi.

Balbay, savunması sırasında, Ankara'da bu tür toplantıların zaman zaman yapıldığını söylediğini hatırlatarak, Ankara Valisi Kemal Önal'ın da bu toplantılara katıldığını, Ankara Valiliğinin de terör üssü olarak belirtilmeye çalışıldığını ileri sürdü.

Pekgüzel'in ''28 Şubatta bu işi bitirecektik. Bu işi 3 kişi planladık. Bir, Fevzi ve ben. Karadayı bizi uyuttu. 'Hükümet devrilsin ondan sonra' dedi. Bir numara teslim oldu. Bugün durum çok kötü'' şeklindeki notları okuyarak, notların kendisine ait olup olmadığını,bu sözleri kimin söylediğini sordu.

Mustafa Balbay'ın bunların değiştirilmiş, montajlanmış ve anlamı bozulmuş notlar olduğunu ifade etmesi üzerine Pekgüzel, ''Bozulan yerleri gösterir misiniz?'' dedi. Balbay da anlamın bozulduğunu, bunları tek tek çıkaramayacağını dile getirdi.

Balbay, tutuksuz sanıklardan emekli Orgeneral Tuncer Kılınç ile de MGK Genel Sekreteri olduğu dönemde gazetecilik çerçevesinde görüştüğünü anlattı.

-SAVCININ SORULARINA İTİRAZ-

Pekgüzel, bir notu okuyarak ''Yazıdaki yeni oluşum nedir? Kılınç, bu AK Parti'yi yasal yollardan durdurmak mümkün değil, diyerek neyi kast ediyor? Görüşmelerde muhatabınız size ne şekilde karşılık veriyor? Suç oluşturacak faaliyelerin sizinle paylaşılmasının nedeni nedir? Samimiyet ve güven nereden kaynaklanıyor? Kılınç ile olan görüşmeyi haber yaptınız mı?'' diye sorular yönelttiği Balbay, bunları daha önce yanıtladığını söyledi.

Mustafa Balbay, gazetecilerin hangi sözün suç oluşturup oluşmadığını araştırmadığını dile getirerek, ''Bu, iddia makamının, kafasında oluşturduğu düşünceyi bana doğrulatma biçimidir. Soruların soruluş şekline itiraz ediyorum. İddia makamı, kafasında oluşturduğu terör örgütünü benim cevaplarımla güçlendirmeye çalışıyor. Ben derin bir nefes çeksem, bunun anlamı nedir diye soracaklar'' diye konuştu.

Pekgüzel, İlhan Selçuk ile yapılan bir görüşmeye ilişkin Balbay'ın notlar aldığını belirterek, ''9 Mart, 12 Mart açısından bakılan olay nedir?'' diye sordu. İlhan Selçuk ile ilişkisini daha önceden anlattığını vurgulayan Balbay, Selçuk ile gazeteyle ve ülkeyle ilgili konuları konuştuklarını kaydetti.

Savcı Pekgüzel'in, okuduğu bir notta Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün adının geçmesi izerine Balbay, ''Sarıgül parti kurdu, 'Ergenekon' mu?, Abdüllatif Şener parti kurdu. Bu 'Ergenekon' mu? Parti kurmanın terör örgütü kurmakla eşdeğer görüldüğü, dünya tarihinde görülmemiş bir önyargı ve bağnazlık söz konusudur'' şeklinde konuştu.

Bazı sorulara cevap verirken heyecanlanan Balbay, bölük pörçük notları bir araya getirmenin zorlama olduğunu kaydetti. Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün de ''Sizi zorlayan, kızdıran sorulara muhatap olacaksınız. Aklıselim davranmak gerekir'' dedi.

Balbay da Şengün'e ''Haklısınız. Sakin olmak faydalı ama her soru da bir fay dalı gibi, efendim'' karşılığını verdi.

Mustafa Balbay'ın avukatı Mehmet İpek'in bazı sorulara itiraz etmesi üzerine de Başkan Şengün, yasa maddesine göre değerlendirme yapılarak suçlama getirildiğini, Savcılığın da bunları sorduğunu kaydetti.

Savcı Pekgüzel de ''Siz açıklamıyorsunuz, hiçbir şeye cevap vermiyorsunuz gördüğümüz kadarıyla. Tuncay Özkan ile ilgili notlar var, bunları siz mi tuttunuz?'' dedi.

Tutuklu sanık Tuncay Özkan oturduğu yerden konuşarak, bu notlardaki tarihe tepki gösterdi. Başkan Şengün de Özkan'ı ''Burası kahvehane değil'' diyerek uyardı.

Balbay da Özkan ile son 5-6 yılda 2 defa telefonla ya görüştüklerini ya da görüşmediklerini söyledi.

Pekgüzel'in tutuklu sanık Türk Metal Sendikası eski Başkanı Mustafa Özbek ile yaptığı bir telefon kaydına ilişkin soru yönelteceğini belirtmesi üzerine, Balbay telefon görüşmelerine ilişkin açıklamalar yapabileceğini söyledi.

Savcının sorusu üzerine de ''Ankara'ya insanlar tayin-terfi, sınava girmek ya da sağlık için gelirler. Benim de doktorları arayıp (Yakınımdır) dediğim olmuştur. Ankara gazeteciliğinin bir parçasıdır bu. Her derdi düşen sana gelir bahtı kara Ankara, derler ya öyle bir durum var'' dedi.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in notlarda yer alan ''Fitili ateşlemek ne demektir?'' açıklar mısınız? sorusuna Balbay, mecazi anlamda söylenmiş bir söz olduğunu belirterek, ''Yoksa bombayı ateşleyip beklemedim. İnsanlar ne oluyor ne bitiyor farkında olsun o anlamda söylenmiş bir şeydir'' şeklinde konuştu.

24 Kasım 2009 15:04
Ergenekon sanığı Mustafa Balbay'ın çapraz sorgusu devam ediyor

Balbay savcıların soruları karşısında terlerken, hakim de Tuncay Özkan'ı fırçaladı...
İkinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanıklarından Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, bilgisayarından elde edildiği öne sürülen notlarına ilişkin yöneltilen sorular üzerine, bu sorulara savunmasını yaparken cevap verdiğini söyledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada çapraz sorgusuna devam edilen Balbay'a Cumhuriyet savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, bilgisayarından ele geçirilen muhtelif notların bir kısmında bazı kişiler hakkında bilgilerin bulunduğunu söyledi.

Pekgüzel ardından, bu notlar arasında yer alan tutuklu sanık Gürbüz Çapan ile ilgili uzun bir metni okuyarak, ''Bu notları siz mi tuttunuz, Çapan hakkında özel bilgi toplamanızın nedeni nedir, terör örgütünün istihbarat çalışmaları çerçevesinde mi yapıldı?'' şeklinde sorular yöneltti.

Balbay da savunmasını yaparken Çapan ile ilgili açıklamalarda bulunduğunu belirterek, ''Bu soruyu daha önce yanıtladım'' dedi.

Pekgüzel'in tutuksuz sanıklardan Muhittin Erdal Şenel ile ne zaman tanıştığını sorduğu Balbay, savunmasında Ankara'da gazeteciliğin nasıl yapıldığını anlattığını kaydetti.

Pekgüzel, Şenel'in de katıldığı bazı toplantılara ilişkin alınan notlarla ilgili çeşitli soruları üzerine de Balbay, bunları daha önce yanıtladığını söyledi.

Savcı Pekgüzel'in başka bir sorusu üzerine de Cumhuriyet gazetesinin terör merkezi gibi gösterilmeye çalışıldığını belirten Balbay, yöneltilen sorularla adeta Atatürkçü olmakla, terörist olmanın eşdeğer tutulduğunu ileri sürdü.

Pekgüzel'in ''Ehli Dil'' grubunun kimlerden oluştuğuna ilişkin sorusuna karşılık da Balbay, bu toplantılara Danıştay ve Yargıtay üyeleri, müsteşarlar ve bürokratların da katıldığını söyledi.

Balbay, savunması sırasında, Ankara'da bu tür toplantıların zaman zaman yapıldığını söylediğini hatırlatarak, Ankara Valisi Kemal Önal'ın da bu toplantılara katıldığını, Ankara Valiliğinin de terör üssü olarak belirtilmeye çalışıldığını ileri sürdü.

Pekgüzel'in ''28 Şubatta bu işi bitirecektik. Bu işi 3 kişi planladık. Bir, Fevzi ve ben. Karadayı bizi uyuttu. 'Hükümet devrilsin ondan sonra' dedi. Bir numara teslim oldu. Bugün durum çok kötü'' şeklindeki notları okuyarak, notların kendisine ait olup olmadığını,bu sözleri kimin söylediğini sordu.

Mustafa Balbay'ın bunların değiştirilmiş, montajlanmış ve anlamı bozulmuş notlar olduğunu ifade etmesi üzerine Pekgüzel, ''Bozulan yerleri gösterir misiniz?'' dedi. Balbay da anlamın bozulduğunu, bunları tek tek çıkaramayacağını dile getirdi.

Balbay, tutuksuz sanıklardan emekli Orgeneral Tuncer Kılınç ile de MGK Genel Sekreteri olduğu dönemde gazetecilik çerçevesinde görüştüğünü anlattı.

-SAVCININ SORULARINA İTİRAZ-

Pekgüzel, bir notu okuyarak ''Yazıdaki yeni oluşum nedir? Kılınç, bu AK Parti'yi yasal yollardan durdurmak mümkün değil, diyerek neyi kast ediyor? Görüşmelerde muhatabınız size ne şekilde karşılık veriyor? Suç oluşturacak faaliyelerin sizinle paylaşılmasının nedeni nedir? Samimiyet ve güven nereden kaynaklanıyor? Kılınç ile olan görüşmeyi haber yaptınız mı?'' diye sorular yönelttiği Balbay, bunları daha önce yanıtladığını söyledi.

Mustafa Balbay, gazetecilerin hangi sözün suç oluşturup oluşmadığını araştırmadığını dile getirerek, ''Bu, iddia makamının, kafasında oluşturduğu düşünceyi bana doğrulatma biçimidir. Soruların soruluş şekline itiraz ediyorum. İddia makamı, kafasında oluşturduğu terör örgütünü benim cevaplarımla güçlendirmeye çalışıyor. Ben derin bir nefes çeksem, bunun anlamı nedir diye soracaklar'' diye konuştu.

Pekgüzel, İlhan Selçuk ile yapılan bir görüşmeye ilişkin Balbay'ın notlar aldığını belirterek, ''9 Mart, 12 Mart açısından bakılan olay nedir?'' diye sordu. İlhan Selçuk ile ilişkisini daha önceden anlattığını vurgulayan Balbay, Selçuk ile gazeteyle ve ülkeyle ilgili konuları konuştuklarını kaydetti.

Savcı Pekgüzel'in, okuduğu bir notta Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün adının geçmesi izerine Balbay, ''Sarıgül parti kurdu, 'Ergenekon' mu?, Abdüllatif Şener parti kurdu. Bu 'Ergenekon' mu? Parti kurmanın terör örgütü kurmakla eşdeğer görüldüğü, dünya tarihinde görülmemiş bir önyargı ve bağnazlık söz konusudur'' şeklinde konuştu.

Bazı sorulara cevap verirken heyecanlanan Balbay, bölük pörçük notları bir araya getirmenin zorlama olduğunu kaydetti. Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün de ''Sizi zorlayan, kızdıran sorulara muhatap olacaksınız. Aklıselim davranmak gerekir'' dedi.

Balbay da Şengün'e ''Haklısınız. Sakin olmak faydalı ama her soru da bir fay dalı gibi, efendim'' karşılığını verdi.

Mustafa Balbay'ın avukatı Mehmet İpek'in bazı sorulara itiraz etmesi üzerine de Başkan Şengün, yasa maddesine göre değerlendirme yapılarak suçlama getirildiğini, Savcılığın da bunları sorduğunu kaydetti.

Savcı Pekgüzel de ''Siz açıklamıyorsunuz, hiçbir şeye cevap vermiyorsunuz gördüğümüz kadarıyla. Tuncay Özkan ile ilgili notlar var, bunları siz mi tuttunuz?'' dedi.

Tutuklu sanık Tuncay Özkan oturduğu yerden konuşarak, bu notlardaki tarihe tepki gösterdi. Başkan Şengün de Özkan'ı ''Burası kahvehane değil'' diyerek uyardı.

Balbay da Özkan ile son 5-6 yılda 2 defa telefonla ya görüştüklerini ya da görüşmediklerini söyledi.

Pekgüzel'in tutuklu sanık Türk Metal Sendikası eski Başkanı Mustafa Özbek ile yaptığı bir telefon kaydına ilişkin soru yönelteceğini belirtmesi üzerine, Balbay telefon görüşmelerine ilişkin açıklamalar yapabileceğini söyledi.

Savcının sorusu üzerine de ''Ankara'ya insanlar tayin-terfi, sınava girmek ya da sağlık için gelirler. Benim de doktorları arayıp (Yakınımdır) dediğim olmuştur. Ankara gazeteciliğinin bir parçasıdır bu. Her derdi düşen sana gelir bahtı kara Ankara, derler ya öyle bir durum var'' dedi.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in notlarda yer alan ''Fitili ateşlemek ne demektir?'' açıklar mısınız? sorusuna Balbay, mecazi anlamda söylenmiş bir söz olduğunu belirterek, ''Yoksa bombayı ateşleyip beklemedim. İnsanlar ne oluyor ne bitiyor farkında olsun o anlamda söylenmiş bir şeydir'' şeklinde konuştu.
aktifhaber

24 Kasım 2009 17:10Balbay'ın Yalanı Ortaya Çıktı
Taraf Gazetesi Yazarı Alper Görmüş Mustafa Balbay'ın Darbe Günlükleri ile vermiş olduğu ifadeyi yalanladı. Görmüş, 'Günlükler'in serencamesini tekrar hatırlattı Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Alper Görmüş/Taraf

Darbe Günlükleri’ni ‘Cumhuriyet’e götürmek!
Emekli oramiral Özden Örnek’in günlükleri Nokta Dergisi’nde yayınlanmadan çok önce bize geldi. Ancak doğrulatamadığımız için haber yapmadık...”
Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, İkinci Ergenekon davasının 19 kasım tarihli oturumunda yaptığı savunmanın bir yerinde işte böyle demiş. Tahmin edebileceğiniz nedenlerle beni, savunmanın en çok bu bölümü ilgilendirdi.

Balbay’ın bu sözlerini okuyunca, Darbe Günlükleri’ni Nokta’dan önce Cumhuriyet’e ilettiği iddia edilen haber kaynağına uygun düşecek birkaç sıfat geçti zihnimden... Bunlardan biri “şuursuz”du, bir diğeri ise “naif...”

İşin dalgası bir yana, açık söyleyeyim, ben Balbay’ın bu sözlerini hiç inandırıcı bulmadım. Neden inandırıcı bulmadığımı size de anlatayım...

İzninizle önce, Darbe Günlükleri’ni yayımladığımız Nokta sayısına yazdığım “‘Ele geçirdik’ demiyoruz” başlıklı editoryal sunumdan küçük bir bölüm aktaracağım. Haber kaynakları ile gazeteci arasındaki ilişkinin çok temel bir yanına işaret ettiğim o bölüm şöyleydi:

“Türk basınının tatsız klişelerinden biri de ‘ele geçirdik’tir... Ama biz, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in (2003-2005) günlüklerini ‘ele geçirdiğimizi’ iddia etmeyeceğiz.

“Ele geçirdik, ulaştık haberciliğinde olan nedir? Bazı haberler aslında ‘ele geçirilemeyecek’ kadar zordur. Ama birileri şu veya bu nedenle, şu veya bu amaçla sözü edilen dosyayı, haberi, sözü edilen yayın organına iletir. Bu kişiler, yayımlanmasını istedikleri kimi enformasyonu hangi yayın organına iletecekleri konusunda son derece titiz davranırlar. Çünkü ilettikleri haber yayımlanmayabilir (ama böylece konu da fâş edilmiş olur) ya da çarpıtılarak yayımlanır; ikisi de onlar açısından istenmeyen sonuçlar doğurur.”

Haber kaynağı (ya da haber) ile gazete (ya da gazeteci) arasındaki bu ilişkinin farkına varmak için öyle derin mesleki bilgiye falan gerek yoktur, son derece basit bir akıl yürütmeyle herkes varabilir bu sonuca... Çünkü haber de insan gibidir; sevileceği, şefkat gösterileceği, kadrinin kıymetinin bilineceği yere gider. Siz “haber kaynağı” olsanız, elinizdeki haberin sonunda çöp kutusunu boylayacağını ya da yüzü gözü yamultulmuş olarak yayımlanacağını bile bile bir gazetenin kapısını tıklatır mısınız?

Düşünün, gazetemizde günlerdir yayımlanan Deniz Kuvvetleri’ndeki cunta haberi Sözcü gazetesine gidiyor! Bu nasıl size inandırıcı gelmiyorsa, Balbay’ın “Özden Örnek’in günlükleri Nokta Dergisi’nde yayınlanmadan çok önce bize geldi” iddiası da bana inandırıcı gelmiyor. (Bakın şimdi aklıma geldi, örnek olarak niye Sözcü’yü verdim ki? Cumhuriyet’i de verebilirdim. Lütfen yukarıdaki cümleyi Sözcü yerine Cumhuriyet’i koyarak okuyun. Gördüğünüz gibi cümle bu haliyle de inandırıcı değil!)

“Şuurlu” haber kaynağı: Şener Eruygur

Haber kaynağı-gazeteci ilişkisinin “abc’si” niteliğindeki bu bilgi doğruysa, “Darbe Günlükleri”ni “Nokta’dan çok önce” Cumhuriyet’e ulaştıran haber kaynağı, bu günlüklerin gazetede yayımlanmayacağını biliyor olması gerekir. Peki, bir haber kaynağı bir bilgiyi, belgeyi bir gazeteciye yayımlanmayacağını bile bile neden iletir? Cevap: Onu, o konu hakkında bilgilendirmek için.

Cumhuriyet gazetesinden son 15 yıldan bu yana yayılan kesif kışla kokusuna ve Mustafa Balbay’ın bilgisayarından ele geçen “notlar”a baktığımda, aklıma sadece şu geliyor: Darbe Günlükleri’ni “Nokta’dan çok önce” Cumhuriyet’e ulaştıran bir haber kaynağı varsa gerçekten, bu kaynak elindeki bilgileri “yayımlanması için” değil, “bilgi için” ulaştırmış olmalıdır.

Şimdi size 7 Ekim 2009’da “T24” adlı internet sitesinde Selin Ongun imzasıyla yayınlanan bir haberi aktaracağım. Okuduğunuzda, benim şu yukarıda yaptığım tahminle ilgili olarak “adam biliyormuş neyin ne olduğunu, tutup bize ‘olsa olsa böyledir’ diye hava atıyor” diye düşünebilirsiniz. Fakat inanın, birazdan okuyacağınız bilgiye sahip olmasaydım bile, a) Darbe Günlükleri’ni Cumhuriyet’e götürecek şuursuzlukta bir haber kaynağının olamayacağını, b) böyle bir kaynak varsa, bu kaynağın Darbe Günlükleri’nde yazılanlara sempatiyle yaklaşan bir kaynak olması gerektiğini, Balbay’ın bunları yayımlamayacağını bildiğini ve sadece “bilgi için” verdiğini düşünecektim.

Neyse, inanan da sağolsun inanmayan da... Gelelim, Selin Ongun’un Ergenekon davasının delil klasörleri arasında giriştiği kazı çalışmasının eseri olan haberinin ilgili bölümüne... Şöyle:

“Özden Örnek’in günlüklerinin kapsamlı olarak Türkiye gündemine girme tarihi (29 Mart 2007 / Nokta dergisi) ile Ergenekon davasına ‘resmi’ olarak dahil olması (Mart 2009 / İkinci iddianamenin kabul edilmesi) arasında tam iki yıl var. Ergenekon iddianameleri üzerindeki çalışmaları sırasında T24, darbe günlükleri konusunda bu süreçten daha önceye uzanan bir tarih daha tespit etti. Bu tarih, Ergenekon davasının tutuklu sanıkları arasında yer alan Mustafa Balbay’ın dizüstü bilgisayarına ilişkin olarak soruşturma makamlarınca tutulan kayıtlarda dikkat çekiyor. İkinci Ergenekon iddianamesinin 204 numaralı ek delil klasörünün 336’ncı sayfasında yer alan ve soruşturma makamlarınca yazılan ‘değerlendirme’ raporuna göre, darbe günlüklerinin ‘giriş tarihi’, 15 Temmuz 2006, kayıt saati 13:20. Bu kayıtlara göre, günlükler Nokta’da yayımlanmadan sekiz ay önce Balbay’ın bilgisayarına girmiş.”

Peki, nereden ve nasıl girmiş? Haberde o da var: Ergenekon davasının en önemli sanıklarından emekli orgeneral Şener Eruygur’un odasında ele geçirilen 7 No’lu CD’de yer alan “Özden’in bilgisayarı / Özden günlük” adlı dosyadan...

Mustafa Balbay, “bize çok önce gelmişti” derken, Şener Eruygur’a ait CD’den Balbay’ın bilgisayarına kaydedilen bu dosyayı mı kast ediyor? Savunmasının bu bölümünde bir açıklık yok. Eğer bunu kast ediyorsa, şöyle bir manzarayla karşı karşıyayız demektir:

Sarıkız ve Ayışığı darbe girişimlerinin bir numaralı aktörü, darbe girişimlerinin başka bir aktörü tarafından kaleme alınan ayrıntılı bir dökümünü gazeteciye veriyor... Fakat gazeteci, “doğrulatamadığı için” haberi yayımlamıyor.

Sürreel bir gazetecilik pratiği...

Neden şimdi açıkladı?

Balbay’ın Silivri Cezaevi’nden kaleme aldığı ve yaklaşık bir ay boyunca Cumhuriyet’te yayımlanan “Gerilimli Yıllar” dizisini hatırlayacaksınız... Bilgisayarından ele geçirilen “notlar”a dayanarak yazılan bu dizi pek tatsız tuzsuz olmuş, hiçbir etki yaratamamıştı. Hatta ben sırf “Balbay Günlükleri” ile gûya bunlara dayanarak yazılmış bu dizi arasındaki “heyecan” farkını anlatmak, dizinin tatsız tuzsuzluğu izah etmek için bir yazı yazmış, keyfiyeti kendimce şöyle izah etmiştim:

“Çünkü Balbay Günlükleri, ‘Hadi paşam, daha ne bekliyorsunuz’ ruh haliyle hareket eden bir gazetecinin kaleminden çıkmıştı; o metinlere dinamizmini veren bu ‘ruh’tu. Oysa, sözde bu ‘notlar’a dayandırılarak kaleme alınmış ‘Gerilimli Yıllar’ dizisinin sahibi, bütün enerjisini, bizi o yıllarda ‘demokrasiyi korumak’ için gazetecilik yaptığına inandırmak için sarf ediyordu... Günlükler’deki ‘ruh’ hakiki olduğu için o metinler ilginçti... Oysa ‘Gerilimli Yıllar’ bir tiyatroydu ve dizinin sade suya tirit hali de buradan kaynaklanıyordu.”

Aklıma takılan iki soru var...

Birincisi: Mustafa Balbay, 2003-2004’ü anlatmak için kaleme aldığı uzun dizide neden Özden Örnek Günlükleri’nin “Nokta’dan çok önce” kendilerine geldiğini anlatmamıştı? Günlükler’in gazeteye gelişi, doğrulatma çabaları, bu çabalar sırasında ortaya çıkan olgular, sözler, itirazlar, vb., diziye acayip bir dinamizm katmaz mıydı?

Bu nasıl gazetecilik, hiç anlamadım... Yayımlandıktan sonra ülkenin gündemini geri dönüşsüz bir biçimde değiştirecek bir haber, “doğrulatılamadığı” için yayımlanmıyor... Hadi bunu geçtik, üç yıl sonra, o günleri yazarken de gazetecinin aklına, ilk kez kendisine gelen bu metinlerden söz etmek gelmiyor.

Balbay’ın gazeteciliğinin bu kadar kötü olabileceğine kimse inandıramaz beni. Onun yerine hakikati söylemediğine inanmayı tercih ederim.

İkinci soru: Balbay’ın “Bize daha önce gelmişti” açıklamasını, Darbe Günlükleri’nin gerçekten de Nokta’da yayımlanmasından çok önce Şener Eruygur üzerinden kendisine ulaştırıldığı ortaya çıktıktan sonra yapması ilginç değil mi?

ALPER GÖRMÜŞ-TARAF

Cumhuriyet'te Balbay'ın Ömrü Ne Kadar?
Açık İstihbarat
19.01.2010

Cumhuriyet'in ikircikli tavırlarına ancak Cumhuriyet'i ve tarihini bilmeyenler şaşırır. Vatan'ın Ergenekon'dan tutuklu Aylin Duruoğlu'na verdiği görsel, sürekli ve vurgulu desteğin ; Cumhuriyet tarafından Balbay'a verilmediği ayrıntıya dikkat eden gözlerden kaçmamaktadır.

Bu ikircikli , ince dengeleri gözeten tavır; Balbay dahil başka Cumhuriyet yazarlarının da farkında olduğu tavırdır ama bu konjonktürde ellerinden bir şey gelmemektedir. Silivri'den kurtulduğu noktada Balbay'ın Cumhuriyet'in Ankara temsilciliğinde fazla duramayacağı tespitini rahatlıkla yapabiliriz. Cumhuriyet'i yöneten "mollalar rejimi", İlhan Selçuk'un iyice sahneden çekilmesini beklemektedir. Allah gecinden versin; Selçuk'un vefatına müteakip Cumhuriyet'te planlanan dönüşüm yaşanacaktır.

Sol Haber'den Kaan Arslanoğlu'nun aşağıdaki yazısı bu bağlamda okunmalıdır.

Açık İstihbarat


Berbat bir yazı okuyacaksınız. Beş gün düşündüm üstünde. Olabildiğince soğuk ve nesnel bakmaya çalıştım, tutmadı. Mizahı denedim, yakışmadı. Küfretmek geldi içimden, homurdanmakla yetindim. Hepsinin ortalaması bir şey çıktı ortaya.

Çünkü ele aldığım konu çok tatsız. 20 yıldır defalarca yazıp konuştuğum şeyleri yeni bir çirkinlik karşısında yinelemek durumundayım.

Onca yıl yazdım da bir sonuç aldım mı?

Kuşkulu.

Şüphe götürmeyen bir gerçekse böyle yazıların bana dönüp, fena halde zarar vermesi. Olsun, tutamıyorum kendimi ve tutmayacağım.

14 Şubat tarihli Cumhuriyet-2’de, Perihan Mağden’le son kitabı üstüne bir söyleşi yayımlandı.

Tam sayfa. Esra Açıkgöz yapmış. Fikir kendinden mi çıkmış, şefi mi söylemiş bilemem. Muhakkak bir onay sürecinden geçmiştir. Cumhuriyet’in aynı çizgide yayını sürüyor.

Cumhuriyet-2’de Ufuk Uras, Oya Baydar reklamları; Cumhuriyet Kültür’de Orhan Pamuk, Elif Şafak ajandaları; TV program sayfasında Roni’nin ve benzerlerinin karşıdevrimci duyuruları vs.

Cumhuriyet’i her irdeleyişim “başkasının şeyiyle gerdeğe girme” deyimini çağrıştırır bende.

Ve kendime sorduğum “sana ne?” itirazını getirir.

Ama öyle dememeliyim, Türkiye’de iktidara direnen kaç mevzi kaldı. Artık sosyalistler olarak cumhuriyet değerlerini savunma zorunluluğuna kadar çekilmişsek, kırk yıllık okuru olduğumuz sol bir gazeteyi de sahiplenmeliyiz.

Ülkede ve dünyada kavga yine çetin geçiyor. Bir alan fiziksel şiddet cephesi, öteki alan ideolojik savaş, medya muharebeleri hattı. Cumhuriyet bu mücadelede durmaksızın hain üretiyor, üstelik bu hainleriyle bizleri arkadan vuruyor.

Esra Açıkgöz gibilerin ruh halini anlamaya çalışıyorum. Benim için bile zor bir uğraş.

Yüzbaşı Selahattin’in işgal altındaki İstanbul’da rastladığı karakterlerden ne kadar çok dolaşıyor çevremizde.

Ve ne kadar çok genç insan!

“Başkasının parasıyla bonkör” diye bir söz vardır ya, bizim ürettiğimiz sol değerleri bizden esirgeyip, ona buna müsrifçe saçan sonradan görmeler.

Nasıl bir karakterdir, nasıl bir vefasızlıktır?

Perihan Mağden değil miydi, İlhan Selçuk gözaltına alındığında, Balbay’ı hapse attıklarında alkış tutan, bu yetmez, ötekileri de alın diye yazan?

Fikir mi değiştirmiş, pişman mı? Bir şey biliyorsanız açıklayın.

Evet, nasıl bir ruh halidir bu? “Demokrasi” diyeceklerdir, “ötekiler” de yer bulmalı zaman zaman sayfalarda.

“Demokrasi” öyle mi; yoksa “akılcı denge ve nesnel habercilik” mi buyurdunuz?

Sosyalistler çetin mi çetin uğraşlarına dair, bir yerde küçük bir haber çıkması için yedi kez temenna etmek, kırk perende atmak zorundadır; sözde liberallerse küfrederek girerler Cumhuriyet’in kapısından, sırıtarak sayfaları ele geçirirler, el işareti yaparak çıkarlar.

Bu ülkenin sosyalist entelektüelleriyse küstürülür, yıldırılır, ambargo edilir. (Bu noktada kişisel düşünmediğim açıktır. Bana gösterilen ilgi kafidir, hiç olmasa da idare ettiğim zamanlar çoktur.)

Gazete içindeki liberal zincir nereye dek uzanır acaba?

Şebekenin başı kimdir?

Sevgili Cumhuriyet yazarları, çok kıymet verdiğim Deniz Som, o gizi aydınlatabilecekler midir ki?

Gazetecilik bu görevi de içermez mi? En tepedeki mollanın adı nedir?

Esra Açıkgöz gibilerin sırtını sıvazlayan, devam emri veren.

Bizim yazarlardan korkma, hepsinin alanı sınırlıdır, köşelerinin siyah çizgilerini milim geçemezler, diyen. Okuyucu saftır, ne versek yer, diye garanti eden.

Gazete dışındaki ulusalcı yazarlardan, dinozor sosyalistlerdense çekinme, bir iki küçücük haberleri duyurulmaz diye endişelenirler, gıklarını çıkartamazlar…

yönünde fısıldayan.

Benim asıl kaygımsa bu görgüsüzlüğün hayata ortak bilinçle geçirildiği ihtimalinedir.

Cumhuriyet, bildim bileli Kemalist-liberal bir sol-sosyalistimsi çizgidedir. Buradaki liberalden kastım gerçek liberalliktir, sözde liberallik değil.

Çizgi, daima Marksizmi-fiili sosyalistleri yabancı görmüş ve dışlamıştır.

Evet, Cumhuriyet bizim için başkasının şeyidir, ama daha iyisini çıkaramadığımız bir şey.

Ne ki, dışardan her kuvvetli rüzgar estiğinde, okuyucu kaybetme kaygısı gelip dayattığında, ya Kemalist milliyetçiliğe yaklaşmıştır ya da safça(?) bir liberal tutuma. Sosyalizme asla!

Gerçi diyeceksiniz, Cumhuriyet’te basbayağı sosyalist duranlar da az değil. Evet, doğru;

“Şimdi olmaz, bunlarla yürümez, durun bakalım, kendinizi ispat edin, kırk takla daha atın, yedi de salto isterim” sosyalistleri!

Bu yönde eleştiriler karşısında şöyle bir savunu duymaktayım:

Ülkedeki genel gazete okuru çok geri, böyle yaparak onları çekmeye çalışıyoruz. Daha açığı şudur: Sol gazete okurlarının büyük kesimi liberal görüşte. Ayakta kalmak için onlara hoş görünmeliyiz.

Bu saptama ne kadar doğru, kuşkulu; sadece sosyalist okurların herhangi bir gazeteyi patlatacak düzeyde bulunmadığına katılırım.

Liberallerin büyük bölümü de Cumhuriyet yöneticilerinin sandığının aksine gerçek demokrattır, işbirlikçi liberal değil. Hesapları yanlıştır.

Ayrıca başka bir itirazımı da yüksek sesle dile getiririm: Türkiye’de pek fazla sayıda liberal varsa ve bunların bir bölümü süreç içinde iktidar yanlısı sahte liberallere dönüşmüşlerse, bunda Cumhuriyet gazetesinin kırk yıllık yayın çizgisinin hafife alınmayacak oranda payı söz konusudur.

On yıllarca Çalışlarları, Cemalleri topluma solcu gibi tanıtan bir dönek serasından bahsediyoruz.

Kültür sayfaları genellikle fecaattir, Pazar eki fecaat ötesidir, öteki sayfalardaki baskın eğilim de daima kapitalizm yanlılığıdır.

Kötü kapitalizme karşı, yoksullardan yana iyi kapitalizm. Bu devirde çizginiz buysa, demokrat bile olmazsınız, şimdi olamadığınız gibi, durmadan liberal faşist yetiştirirsiniz. Olgunun özü budur.

Esra Açıkgöz kardeşimi de kırmak istemem.

Onun gibi düşünen çok tanıdığım var çevremde, çoğu da iyi niyetli, güzel insanlar.

Ona ve şefine ve onun başındaki gizli şefe anlatmak gerekir.

Marksist-Leninistler’den bu kadar uzak durursanız; komünistlere ulusalcı, yurtseverlere darbeci, ülkesini sevenlere faşist diyenler sizi işte böyle kolay kandırır.

İlhan Selçuk içeri alındığı zaman bu taifenin PEN sitesinde yazdıklarını size göndereyim isterseniz.

Selçuk’u hayatımda bir kez gördüm, on dakika konuşmamışımdır,

Balbay’ı hiç tanımam. 22 yıllık bir yazar olarak bana karşı bir kez dahi sempati belirtilerini görmedim, bundan sonra da görmeyeceğim az önce anlattığım nedenlerden ötürü ve zerre kadar beklentim yok.

Ama bu iki insan her şeye karşın ülkeme ve toplumuma hizmet etmişlerdir, gerçek solcudurlar, aşağılanmalarını kaldıramam.

O zaman da kaldıramadım, derhal istifa ettim; PEN’de böyleleri azınlıkta da bulunsalar, gerçek demokrat yönetimine rağmen, PEN böyle bir edepsizliğe zemin oluşturduğu için.

Sosyalist, devrimci, komünist olamayacaksanız iyi insan olun. Sizleri bu noktaya getiren liderlerinize saygısızlık etmeyin.

Veya kolayını seçin yine,

“İnsanoğlu bir gariptir, öyle her lafı kaldırmaz; durumu ifadenize kızar da, kötülüğe aldırmaz”

sözüne uyup üstümüzdeki iptal çizgilerine bir yenisini ekleyin.

Etiketler: cumhuriyet ilhan selçuk abi mustafa balbay ergenekon


20 Nisan 2010 14:44
Cumhuriyet'te Balbay Depremi
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın görevden alınmasının yankıları sürüyor. İşte Cumhuriyet'te gelişen son olaylar...

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın görevden alınmasının yankıları sürüyor. Karara tepki gösteren Oktay Akbal ile Ataol Behramoğlu yazılarına son verdi.

Balbay'ın görevden alınmasına ilişkin tartışmalar gazete içinde de tüm şiddetiyle sürüyor. Geride bıraktığımız hafta içinde Orhan Bursalı, Emre Kongar ve Özgen Acar, Balbay'ın görevden alınması kararına katılmadıklarını köşelerinden açıkladı. Gazetenin kıdemli yazarlarından Oktay Akbal da konuya ilişkin görüşlerini kaleme aldı. Ancak Cumhuriyet Gazetesi yönetimi Akbal'ın yazısını sayfaya koymadı. Edinilen bilgiye göre, yazısının yayımlanmadığını gören Oktay Akbal gazeteyle tüm ilişkisini kesti.

Behramoğlu: Ara veriyorum

Ataol Behramoğlu da gazetede huzursuzluğun başgöstermesinin ardından cumartesi günü köşesinde bir ''not'' yayımladı. Behramoğlu, "Biraz düşünmek için yazılarıma ara veriyorum" dedi.

Bu arada, Cumhuriyet Gazetesi yönetiminin Ümit Zileli'nin yazısına makas attığı da ortaya çıktı. Zileli'nin yazısında geçen "ihanet" içerikli cümle köşesine konmadı.

Yeni yazarlar sıkıntısı mı

Öte yandan, gazetede bir kısım yazarın da Kürşat Başar ile Tuna Kiremitçi'nin transfer edilmesini eleştirdiği öne sürüldü...
aktifhaber

Muştu : Bir Çocuğumuz Daha Oldu!
Ceyhun Balcı
Türk Celil
07.09.2010

“Osmanlıcılık” ya da “Liberalizm” ya da “Muhafazakârlık” “yeni” sıfatı ile nitelenir de “Kemalizm” bu eğilimden kendini kurtarabilir miydi?

Her ne kadar, “yeni” sıfatı önüne geldiği sözcükle ilgili bir geliştirme ya da uyarlama çağrışımı yaratsa da; ortaya çıkan yeni kavram sıklıkla son derece farklı bir anlam taşıyacaktır. Burada kitlelerin belleklerinde öteden beri yer etmiş bir kavramın kolaylaştırıcılığından yararlanılmaktadır.

Bugünkü Cumhuriyet’in ikinci sayfasında yer alan “Yeni Kemalizm” de böyle bir hedef güdüyor olmalıdır. (Yazıyı okumak için tıklayın )

Yazarı : Soner Çağaptay!

Kim mi?

Yazıda yer alan künyesi aynen şöyle : Washington Institute for Near East Policy Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü.

“Neden Cumhuriyet gazetesi?” diye sorulacak olursa eğer, Kemalizm üzerinden yeni bir pazarlamaya girişilecek olduğuna göre sayıları giderek azalsa da Cumhuriyet’in Kemalist okurları hedeflenmiş olabilir mi?

Bu akıl yürütmeleri bir yana bırakıp yazıya yönelmekte yarar var.

"Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Deniz Baykal’ın görevinden nahoş biçimde de olsa ayrılışı, Türk siyasetinde bir fırsat penceresini araladı.

2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yönetime gelmesiyle beraber Türk siyaseti iki sorunla karşı karşıya kalmıştı; bir yanda otoriter bir AKP, öte yanda bunu dengeleyecek kadar etkili bir muhalefetin olmayışı. Baykal’ın yerine gelen Kemal Kılıçdaroğlu karizmatik kişiliğiyle ikinci sorunu çözme potansiyeli taşıyor.

Kılıçdaroğlu, CHP’yi sosyal demokrat politikaların ve çalışan sınıfların partisi haline getireceğini çoktan söyledi. Eğer Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin ve CHP’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizmi halkın çoğunluğunun gözünde daha çekici hale getirirse, 2011 genel seçimlerinde AKP’yi zorlayabilir."

Yukarıdaki satırlarla Türkiye’deki temel sorunun etkili bir muhalefet olmadığına yönelinerek okur bu alanda bir beceriksizlik olduğu doğrultusunda koşullandırılmaya çalışılıyor.

"2002 yılından beri Türkiye’de AKP ve karşıtları arasında süregelen bir gerilim yaşanmakta. Bugüne dek, CHP tarafından temsil edilen laik Türkler sandıkta kaybetti."

Yukarıdaki tümce ile de sürekli yitirmekte olanların artık yitirmek istemiyorlarsa yeniden yapılanmalarında yarar olduğu izlenimi başarıyla(!) veriliyor.

"Kılıçdaroğlu’nun bu problemi çözebileceğine dair belirtiler var; Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu yeni CHP Merkez Yürütme Kurulu’nda rekor sayıda kadın ve de bir imam var. Kılıçdaroğlu’nun bu seçimi çok önemli, eğer o Kemalizmin evrimini sağlayabilirse, CHP’yi iktidara taşıyacak formülü yakalayabilir."

Evrim sözcüğü sıklıkla çekici gelebilir bu yazının hedefindeki okurlara. Oysa, bu çekicilik kisveli evrimle neyin kastedilmeye çalışıldığı sonraki bölümlerde çok daha iyi ortaya konuyor!

"CHP, şimdiye dek Türkiye’yi ileriye götürebilmek için bir vizyon geliştirme konusunda başarılı olamadı ve AKP’ye karşı başarılı bir muhalefet oluşturamadı. Sol bir parti olmasına rağmen CHP, değişimin karşısında duran ve hep ‘hayır’ diyen bir parti gibi göründü."

Evrimden yararlanılır da, “değişim” sözcüğü unutulur mu? Böylelikle, değişimden kaçılamayacağı ve dolayısı savunulan ilkelerin de gözden geçirilmesi gerekliliği iyiden iyiye kavratılmaya çalışılıyor.

Ne kadar da kolay değil mi? Parti yönetimine bol kadın ve bir tane de olsa imam koy; her şey düzelsin!

"(…) Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’nin Batılılaşmasını ve Avrupalılaşmasını istedi; bu hâlâ Kemalizmin temel amacı."

Soner Çağaptay Atatürk’ü de ustalıkla(!) kullanıyor satırlarında.

Oysa, ortalama Kemalist de çok iyi farkındadır ki; “Batılılaşma” ile “Batıcılaşma”, “Avrupalılaşma” ile “Avrupacılaşma” son derece farklı kavramlardır. Hatta, anımsanırsa eğer, Atatürk Batıya karşın Batılılaşma daha doğrusu çağdaşlaşma anlayışı ile özgün bir düşün ve eylem insanıdır başka bir çok özelliğinin yanı sıra.

"Avrupa, tabii ki o günden bu yana AB haline dönüştü. İşte bu yeni Avrupa’ya, yani AB’ye katılmak ve onun liberal değerlerini benimsemek, Yeni Kemalizmin temel siyaseti olmalı.(…)"

Yukarıdaki satırlar ile artık Kemalizm’in “Yeni Kemalizm” boyutu ile nereye varacağı ve Kemalizm’den başka her şeye aracı olacağı da bir bakıma itiraf edilmiş.

"Son zamanlarda, AKP muhaliflerine şu siyasi yaklaşımı kullanarak benimsedi: “Ben muhaliflerimi şimdi yemezsem, onlar beni yiyecek.”

Bu görüş, mayıs ayında Meclis’in AKP tarafından önerilen anayasa değişikliklerini kabul etmesiyle doruk noktasına ulaştı.

12 Eylül’de yapılacak olan referandumda oylanacak olan bu değişiklikler, zaten yasama ve yürütme organlarını kontrolü altında tutan AKP’ye yüksek yargı üyelerini atama ve böylece yargıyı da kontrol etme yetkisi verecek.

Bu, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılmasının ve demokrasinin sonu olacak."

Yazının sonuna doğru yukarıdaki bölümceyle birlikte sadede gelinmiş!

Havuç-sopa siyaseti de denebilir.

Ölümü gösteren yazar, bu ölümden ancak “Yeni Kemalizm” uyarlamasıyla kurtulunabileceğini anlaşılabilir bir dille ortaya koymuş.

"Bu, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılmasının ve demokrasinin sonu olacak.

Peki AKP neden muhalifleriyle uzlaşsın ki? Çünkü laik Türkiye, AKP’nin sindiremeyeceği kadar büyük. Laik Türkler, medya, iş, lobi grupları, siyasi partileri ve sivil toplum örgütleri ile sayıca ortadan yok olmayacak kadar kuvvetli.

AKP’nin muhafazakâr değerlerine bağlılık konusunda yapılmış olan bir ankete; Türklerin yüzde 32’si ile yüzde 38’inin (yaklaşık 25 milyon kişi) AKP’yi asla desteklemeyeceği veya AKP’nin değerleri üzerine şekillenmiş bir ülkede yaşamayı kabul etmeyeceğini gösteriyor. Bunun yanı sıra AKP’nin ayrıca CHP’yi güçlendirecek olan Kılıçdaroğlu’nu da hesaba katması gerekli.

“Bu Ülkede Herkese Yer Var” yaklaşımını içeren bu yeni Kemalizm vizyonu Kılıçdaroğlu’na tarihi bir görev veriyor.

Bu vizyon Atatürk’ün partisini Türkiye’de tekrar iktidara getirebilecek kadar önemli bir yenilik olabilir."

Sonlarda hem felaket senaryosu hem de iç ferahlatıcı saptama bir araya getirilmiş. Bir bakıma, “felaket kapınızda” ama “çözümsüz de değil” vurgusu ile çarenin kullanımını güvence altına almaya çalışmayı göz ardı etmiyor.

“Bu ülkede herkese yer var!” sözüyle de bu tercihin bir yandan tercihi yapanı kitlelerin gözünde yüceltirken diğer yandan da ülkede yaşayanları hoşnut edeceğini eklemeyi unutmayarak “toz pembe tablo” ile sonlandırmış yazısını!

Kökü dışarıda ve doğallıkla kökünün bulunduğu yere hizmetle görevli Türkçe yazan ve olasılıkla da konuşan bir görevlisi Cumhuriyet gazetesinin o çok saygın ve herkesin yazamadığı sayfasında Türkiye ve Türklerin esenliği için çok yararlı olduğunu savladığı bir reçete sunuyor!

Kendince ustalıkla ve beceriyle hazırlanmış bu reçete “neden okyanus aşırı bir odaktan kaynaklanıyor?” diye soranlar olabilir!

Ekonominin, ticaretin, siyasetin ve hatta eğitimin dış odaklarca yönlendirildiği bir ülkede kurtuluş reçetesinin dış kaynaklı olmasına şaşırılabilir mi? (..)
açık istihbarat


'Kemalist Türkiye'den Faşist İtalya'ya selam'
Cumhuriyet Gazetesinin 22 mayıs 1932 tarihli ilk sayfası ve manşetini haber ile birlikte yorumsuz olarak sizlere sunuyoruz.

19 Ekim 2010, 00:39
Anadolu Haber



Cumhuriyet Gazetesi 22 Mayıs 1932

“İtalya’da İtalyan milletini asrın en mütekâil bir cemiyeti haline yükselten Faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve muhabbetlerine mazhar olmaktan kuvvet buluyorduk. Zâhirde hatta biraz hissi bile görünebilecek olan bu mütekabil itimat ve muhabbettir ki Büyük İtalyan milleti ile inkılâpçı ve behemehal teceddüt ve itilâya azimkar Türk milleti arasında en sağlam bir dostluğa müntehi olmuş oldu. Başvekilimizin Roma’yı ziyareti bu büyük dostluğun pek tabii bir neticesi olduğu kadar onu en samimi ve en parlak şekilde tes’it edecek bir tezahürdür de. Roma’da yekdiğerini müsaraat ve hararetle sıkacak eller, mensup oldukları milletlerin selâmet ve saadetleri kadar Akdeniz’de sulh ve müsalemeti de temin edecek kudretli manivelâlardır. Bundan her iki tarafın zimamdarları ne kadar memnun ve müftehir olsalar haklıdırlar.”

CUMHURİYET GAZETESİNİN ASIL PROBLEMİ NEDİR?

06.12.2010
Gazetelerin ayrıntılı tirajları gösteriyor ki; Türkiye'nin asıl gazete okuru yüzde 42 arasında. Hayır'cı iller ve ilçeler aynı zamanda gazetelerin de daha fazla sattığı yerler. Bu yüzden yandaş medyanın tirajları tepe taklak gidiyor, iadelerin geri alınmaması ya da abonelik gibi türlü oyunlarla rakamlar şişiriliyor.

Ve yine Türkiye'de yüzde 42 gazete okuduğu için muhalefet yapanlar tiraj kazanıyor. Tıpkı Sözcü gazetesinin 250 bine yaklaşan tirajı gibi...
Bu durum başkalarına da cesaret veriyor. Mesela Aydınlık dergisi bu muhalefet rüzgarından faydalanıp yeniden günlük gazete çıkarmak için çalışmalar yapıyor.

Bu rüzgar bir tek Cumhuriyet'i etkilemiyor.
Üstelik Cumhuriyet çok okunmak, kendini yenilemek için her türlü adımı attığını söylüyor. Bekir Coşkun, Mine G. Kırıkkanat gibi yazarları bünyesine katıyor. Yazarların Cumhuriyet'e belli bir ivme kazandırdığı kesin.
Ama Cumhuriyet neden yüz binin üzerine geçmiyor, neden bir Sözcü olamıyor?
Bunu irdelemek zorundayız.
Cumhuriyet bir türlü toplumsal muhalefetin sözcülüğünü yapamıyor.
Bunun için Pazar günkü birinci sayfalarını incelemek yeterliydi.
Merkez medyanın bile (örneğin Hürriyet) öğrencilerin dayak yemesini manşete taşıdığı gün Cumhuriyet bu olayı manşet altında son derece cılız bir başlıkla gördü. Onun yerine İngiliz büyükelçisiyle yapılan bir röportajı 'Çağdaşlık mutlak hoşgörü gerektirir' gibi romantik bir başlıkla manşete taşıdı. Kuşkusuz önemli bir söyleşi, ama böyle günde manşet yapılacak haber bu mu?
Gençlik toplumsal bir hastalığı yeniyor, başkaldırıyor.
Okuldan atılmayı, gözaltına alınmayı tutuklanmayı göze alıyor.
Ve eylem için ülkenin dört bir yanından İstanbul'a yola çıkıyor.
Sokaklar isyan halindeyken, öğrenciler dayak yemişken, Türkiye son yılların en çağdışı polis müdahalesiyle karşı karşıyayken, yüzde 42'nin temsilcisi olma iddiasındaki Cumhuriyet'ten daha atak, daha muhalif, daha eleştirel bir manşet gelmesini beklemek haksızlık mı?
Hayır.
Cumhuriyet sokağı görmüyor.
Cumhuriyet sokağı hissetmiyor.
Cumhuriyet kütüphane gazeteciliği yapıyor.
Cumhuriyet yenilenmeye çalışıyor... Bunun için birtakım adımlar da atıyor...
Ama…
Belki de en önemlisi, yenilenmeyi yapmıyor: Bir türlü zihniyet devrimini gerçekleştirip, günümüz gazeteciliğine uyum sağlayamıyor.
Hala dünyayı ve Türkiye'yi eski kodlarla, eski gazetecilikle okumaya çalışıyor.
Böylesi önemli bir günde ne yazık ki Cumhuriyet, nasıl bir tavır almış diye sayfasına baktırmıyor...
Bu nedenle muhalefetin sesi duruma gelen Sözcü, bu olaya birinci sayfasını yıkıyor.
Cumhuriyet uyuyor!

Mesele ne yazarlar, ne mizanpaj, ne yazarlara fotoğraf koymak...
Mesele Cumhu


En son Ekim tarafından Sal Nis 20, 2010 7:43 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Nis 10, 2010 11:01 pm    Mesaj konusu: Genç Subaylardan Sonra Sıra Genç "Cumhuriyet"çiler Alıntıyla Cevap Gönder

3 Ay Önce Duyurmuştuk : Genç Subaylardan Sonra Sıra Genç "Cumhuriyet"çilerde
Açık İstihbarat Özel
09.04.2010

Cumhuriyet'in "Ergenekon" sürecindeki ikircikli tavrına baştan beri dikkat çekiyorduk. Bu bağlamda ; "Ergenekon"'dan tutuklu Mustafa Balbay'a Cumhuriyet'in gerekli desteği vermediğini ve Balbay'ın Cumhuriyet'te Ankara temsilciliği ömrünün fazla olmadığını Açık İstihbarat olarak 19 Ocak'ta okuyucularımıza duyurmuştuk.

Balbay ve Ümit Zileli gibi isimlerin Cumhuriyet'in Ergenekon süreci ile sergilediği ikircikli tavırdan duydukları ama dile getiremedikleri rahatsızlığı çok önceden gözleyenler açısından Balbay'ın Ankara Temsilciliği görevinde ki günlerinin sınırlı olduğu gerçeği bir sır değildi. Genç Cumhuriyet yazarları rahatsızdı.

Keza ; Vatan gazetesinin Aylin Duruoğlu'na verdiği net ve görsel destek ile, Cumhuriyet'in Balbay'a kerhen verdiği destek arasındaki fark açıktı.

Cumhuriyet sağolsun; Açık İstihbarat'ın yüzünü kara çıkarmadı ve Balbay'ı dün(08 Nisan Perşembe) itibarı ile Ankara temsilciliği görevinden aldı.

Balbay'ın görevden alınması ile ilgili t24'ün Cumhuriyet Ankara bürosuna dayandırılan haberde, Cumhuriyet'in bu süreçte yitirdiği inandırıcılık bir darbe daha alıyor.

Habere göre ; Balbay, Cumhuriyet Ankara bürodaki görevinden oluşan yönetim boşluğunu gidermek için , kendisine danışılarak ve İlhan Selçuk'un onayı alınarak görevden alınmış.

Bu gerekçe fazlası ile eğlendirici ve samimiyetsiz.

Cumhuriyet'in Ankara bürosunda bir görev boşluğu var ise; bunu vekaleten yapılan bir atama ile çözersiniz ve böylece yazarınızı "Ergenekon" tanrılarına kurban etmemiş, kamuoyu önünde zor düşürmemiş olursunuz.

Bu gerekçe ile ancak Cumhuriyet'te sessiz bir darbe gerçekleştiğini ve İlhan Selçuk'un , artık iyice pasifize edildiğini kanıtlamış olursunuz.

Hatta; Cumhuriyet'in Mustafa Sarıgül için yeniden şekillendirildiği yolundaki iddiaları pekiştirirsiniz.

Cumhuriyet ise kendisine yakışanı yaptı ve savunduğunu iddia ettiği değerleri vitrinde, gerçekleri mutfakta saklayıp ; "Ergenekon" sürecinde bir sembolik hamle daha atmış oldu.

Daha önce de; Cumhuriyet gazetesine atılan bombalarla ; "Ergenekon" sanıklarının bağdaştırılması yönünde önemli görevler üstlenen Cumhuriyet; başyazarının sanık olduğu davada müdahil sıfatı ile avukatını göndererek ayrı bir çelişkiye imza atmıştı. Bu çelişkiye ; Uğur Mumcu'nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu duruşmalar sırasında dikkat çekmiş ve Uğur Mumcu davasına bile müdahil olmayan Cumhuriyet'in bu davaya müdahil olmasını eleştirmişti.

"Cumhuriyet"'i eleştirmek yersiz. Genetiği itibarı ile sistemin bir damarına bağlı olan bu gazeteden "özgür" gazetecilik beklemek eşyanın doğasına aykırı.

Yaşananlar karşısında Churchill'in meşhur lafını şu şekle dönüştürebiliriz :

"Sosis'in ve Cumhuriyet'te haberin nasıl yapıldığını kamuoyu görseydi; ikisine de itibar etmezdi"

(19 Ocak'ta ilgili duyurumuz için tıklayın)

Açık İstihbarat

Balbay : Cumhuriyet Beni Yaraladı

Açık İstihbarat Özel
09.04.2010

"Genç Subaylar Bitti" Sıra Genç Cumhuriyetçiler'de" başlıklı haberimizde; Cumhuriyet'in Balbay'a sahip çıkmayıp , "Ergenekon" sürecinde sergilediği ikircikli tavrı devam ettirdiğini ve bu konu ile ilgili yapılan açıklamaların samimiyetsiz olduğunu vurgulamış; Cumhuriyet'in Sarıgül'e hazırlanma ihtimaline dikkat çekmiştik.

Balbay; konu ile ilgili Açık İstihbarat'a özel bir açıklamada bulundu.

Sitemiz yazarlarından Fatma Sibel Yüksek'e konuşan Balbay'ın açıklamaları; Cumhuriyet içinde 3 ay önceden duyurduğumuz gelişmeleri doğruluyor.

Balbay'ın "Ergenekon" mahkeme salonunda tarafımıza yaptığı açıklamayı aynen yayımlıyoruz :

"Gazete yönetimi bu konuyu benimle konustu. Görevden almayi düsündüklerini söylediler. Fikrimi sordular. Ama ben böyle bir kararin yanlis olacagini beni yaralayacagini söyledim.

Çünkü ben burada ayni zamanda Cumhuriyet gazetesinin temsilcisi oldugum için de yargilaniyorum. Hakkimdaki bütün iddialar ve sorulan sorular gazeteci olarak bu sifatim üzerinden soruluyor.

Bunlari gazete yönetimine söyledim. Böyle düsünmeme ragmen görevden almislarsa bilemiyorum. Bu kararda benim mutabakatim yok"

Cumhuriyet gazetesinde İlhan Selçuk dönemi kapanıyor
11 Nisan 2010

İSTANBUL - - Birkaç ay önce Akşam gazetesi Ankara temsilciliği görevine getirilen Utku Çakırözer, Cumhuriyet'in Ankara Temsilcisi olmuştu. Gazetede daha büyük bir değişim için düğmeye basıldı. gerçekgündem sitesinde yer alan habere göre; Cumhuriyet gazetesinde Balbay'dan sonra İlhan Selçuk da görevden ayrıldı. Gazete yönetiminin aldığı karar doğrultusunda, İlhan Selçuk bir süre sonra tüm görevlerini Alev Coşkun'a devredecek. Alev Coşkun, İlhan Selçuk'un isteği üzerine gazetede tek yetkili olacak. netgazete

MUSTAFA BALBAY CUMHURİYET’TEKİ GÖREVİNDEN ALINMASIYLA İLGİLİ NELER DEDİ?

16.04.2010 13:12

Ergenekon Davası’nın tutuklu sanığı Gazeteci Mustafa Balbay, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği görevinden alınmış, yerine Utku Çakırözer getirilmişti.

Mustafa Balbay, bu olayla ilgili düşüncelerini Silivri’de görülen bugünkü duruşmada dile getirdi.

Odatv.com Haber Müdürü Barış Terkoğlu, oradaydı…

İşte Mustafa Balbay’ın Cumhuriyet’teki görevinden alınmasıyla ilgili mahkeme heyetine yaptığı açıklamalar…

”Zaten siz bana ceza verseniz de vermeseniz de ben ilk müebbet cezamı aldım, artık Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi değilim. Bu görevimin bitmesini istemezdim ama insanlar koltuklara yapışmıyorlar, bazen bu görevleri kendileri istemese bile son buluyor. Bu görevden alınmış olmakla, ilk müebbet cezamı almış bulunuyorum. Şu anda Cumhuriyet Gazetesi’nde haftada 2 gün yazı yazıyorum, yazarlık makamımı korumaya çalışıyorum. Bundan sonra orada da müebbete mahkum olmamak, yazarlık görevimin de bitmemesi için çalışacağım.”

Mustafa Balbay’ın bu konuşması sırasında mahkeme salonunda duygusal anlar yaşandı.

Odatv.com

30 Nisan 2010
İlhan Selçuk'un Yerine Kongar
Cumhuriyet gazetesinde değişim rüzgarları son sürat devam ediyor. Balbay’ın Ankara Temsilciliğinden alınmasının ardından asıl büyük bomba şimdi patlayacak.

Cumhuriyet Gazetesi’nde başlayan değişim rüzgarları önüne geleni süpürüyor.

Mustafa Balbay’ın Ankara Temsilciliğinden alınması ve gazeteye üç yeni yazar monte edilmesinden sonra, en tepede değişikliğe gidiliyor.

İlhan Selçuk’un hastalığında düzelme ihtimalinin azalması ve ilerleyen yaşı nedeniyle yerine düşünülen isim netleşti.

Selçuk’un yerine Emre Kongar’ın getirilmesi kararlaştırıldı.

Cumhuriyet’te Ergenekon operasyonu sürecinde fikirleri değişmeye başlayan yazarlara da yol göründü. Gelenekçilerin “Liboşlaşanlar” olarak nitelediği 4-5 yazarın Cumhuriyet’ten gönderileceği öğrenildi.

Bu yazarların başında Hikmet Çetinkaya geliyor. Vakıfta konuyla ilgili yoğun çalışmalar yapılıyor. Gönderilecek yazarlara tebligatın Balbay olayında olduğu gibi en hassas biçimde nasıl yapılacağı üzerine duruluyor.

Tebligat sonrası süreçte oluşacak tepkiye karşı izlenecek yöntemin de belirlendiği öğrenildi.

Vakıf, Balbay’ın tepkisine karşı oldukça iyi bir strateji geliştirmiş ve en az hasarla durumu atlatmıştı.

Cumhuriyet’in yeni oluşum stratejisinin haber kadrosuna da yansıması bekleniyor.

Tabi kamuoyunda asıl tartışılan konu tüm bu değişikliklerin hangi saikle yapıldığı noktasında…

Kulislerde konuşulanlara göre tüm bu operasyonları tetikleyen unsur; Mustafa Balbay’ın İlhan Selçuk’un yerine gelmek için hazırlık yaptığı bilgilerinin Cumhuriyet’in patronaj katında duyulması oldu.

Selçuk’un Ergenekon kayıtlarına da sızan, “Bu Balbay işi azıttı..” kelimeleriyle başlayan ve Balbay’la ilgili ağır sözlerin yer aldığı telefon konuşması bu iddiayı en azından şu aşamada güçlendiriyor.

Daha az ihtimal verilen diğer senaryoya göre de; Cumhuriyet çağı yakalamak ve daha dinamik haber sunmak için çekirdek yapısında değişime gidiyor.

Neresinden bakarsanız bakın;

Bu değişiklikler iki kelimeyle izah edilemeyecek kadar ilginç tasarımlar içeriyor.

Kişisel kanaatim;

İlhan Selçuk, Balbay’ın kendi yerine geçmesini engellemek için Balbay ve onunla bağlantılı DNA Hücrelerini yok ediyor.

Kaynak: Talat Atilla / turktime

Cumhuriyet'in Ankara Temsilciliği Sancısı Sürüyor

Açık İstihbarat
03.05.2010


Mustafa Balbay'ın yerine Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcliği'ne getirilen Utku Çakırözer'e hâlâ köşe verilmedi.

22 gün önce göreve başlayan Çakırözer, bu süre içerisinde bir kez CHP Genel Başkan'ı Deniz Baykal ile röportaj yaptı, önceki gün de Ankara'daki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili "izlenim yazısı" yazdı. Çakırözer'in bu iki haberi de gazetenin haber sütunlarında değerlendirildi.

Oysa, Ankara temsilcilerinin köşe yazması, basında adeta kurallaşmış bir gelenektir.

Şu anda Cumhuriyet dışındaki bütün gazetelerin Ankara temsilcileri aynı zamanda günlük köşe yazıyorlar. Ayrıca, Ankara temsilcisinin bu kadar uzun süre köşe yazmaması da Cumhuriyet gazetesinin tarihinde bir ilk.

Öte yandan, Ergenekon davasından 14 aydır tutuklu bulunan Mustafa Balbay'ın köşesi hâlâ yerinde duruyor. Balbay'ın yazı gönderemediği günlerde köşe boş bırakılıyor. Birinci sayfanın sağ eteğinde başlayıp 8.sayfada devam eden bu köşe, Mustafa Balbay'dan önceki Ankara temsilcileri tarafından da genellikle kullanıldı.

Utku Çakırözer'e henüz bir köşe verilmemesinin nedeni, bu hassas görevlendirmenin gazete içi dengelerde yarattığı rahatsızlık olarak tahmin ediliyor. Çakırözer'e Balbay'ın köşesinin verilmesi durumunda, görevden almayla doğan rahatsızlığın yeni bir boyut kazanmasından, tartışmanın alevlenmesinden ve okuyucuların tepki göstermesinden çekiniliyor.

Gazetedeki diğer köşeler ise yıllardır neredeyse "isime tahsisli".

Oktay Akbal, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya gibi yazarlar otuz yılı aşkın bir süredir aynı köşelerde yazıyorlar. Orhan Bursalı, Cüneyt Arcayürek, Mümtaz Soysal gibi yazarların köşeleri ise gazetenin kimliği ve yayın politikası üzerindeki ağırlıklarından dolayı yıllardır yer değiştirmiyor. Gazete yönetimi, bu köşeleri kaydırarak tartışmalı bir biçimde göreve getirilmiş olan Çakırözer'e yer açmakta zorlanıyor.

Kurum içi dengeler ile yıllardır ağır bir taş kütlesi gibi duran köşeler arasında sıkışan Çakırözer, bu şartlar altında kendisini göreve getirenlerin beklediği performansı henüz ortaya koyamadı. Ankara'da yeni atanan temsilcinin görevine gündem yaratan, güçlü bir haberle başlaması da gelenektendir.

Göreve getirilme gerekçelerinden birisi de "Ankara bürosunun haber üretememesi" şeklinde açıklanan Çakırözer, bu nitelikte bir habere de henüz imza atamadı.

Çakırözer'in bu arafta kalmış durumunun ne kadar devam edeceği bilinmiyor.

Çakırözer'i göreve getiren gazete yönetiminin mevcut dengeler açısından yeni bir adım atması şu aşamada zor görünüyor. Buna karşılık köşesi olmayan bir Ankara temsilcisinin de etki ve güç bakımından zaaf içinde olacağı biliniyor.

Cumhuriyet gazetesi yönetiminin, aynı zamanda kendi aldığı hassas kararın da sınavdan geçmesi anlamına gelen yeni Ankara temsilcisini köşe sahibi yapma sorununu nasıl çözeceği merak ediliyor.

Anasayfaya Dön Karakter boyutu :

Mustafa Armağan
Zaman Gazetesi
İnönü'yü Hitler'e ilk benzeten kimdi?
09 Mayıs 2010

Ünlü romancı bu sözleri söylerken, herhalde İnönü'nün 90 küsur yıl sonra dahi manşetlerden inmemeyi başaracağına ihtimal veremezdi.

Ancak İnönü öylesine bir kapalı kutudur ki, korkarım tam olarak açılmasına 21. yüzyılın ilk yarısının bile nefesi yetmeyecektir.

Başbakanken eleştirilemezdi. Cumhurbaşkanıyken hiç eleştirilemedi. 1950'de Demokrat Parti'ye iktidarı eski defterleri açmama şartıyla devrettiği için eleştiriden yırttı. 27 Mayıs'ta yeniden kutsandığı için kimse yan bakamadı...

Velhasıl, kapanmamış bir hesap var ortada. O kadar ki, İnönü'nün fiilen yaklaşık 50 yıl (30 yılı bizzat, 20 yılı da el altından) süren baş döndürücü uzunluktaki iktidar devrinin yeni yeni çözülmeye başladığını söyleyebiliriz.

Mesela onun Amerikan mandacısı olduğunu henüz tartışmadık. Kâzım Karabekir'in "İstiklal Harbimiz" adlı kitabına aldığı bir mektup, Atatürk Samsun'a çıktıktan çok sonra bile İnönü'nün Amerikan mandacısı olmaya devam ettiğini ortaya koyuyor.

Tarih: 27 Ağustos 1919. Albay İsmet şöyle yazıyor İstanbul'dan Erzurum'a:

"Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır deniliyor ki, ben de tamamıyla bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan bir Amerika'nın murakabesine tevdi [denetimine emanet] etmek, yaşayabilmek için yegâne ehven çare gibidir."

Ancak Karabekir Paşa'nın mektubu yorumlayışı daha da çarpıcıdır. Ona göre bu mektupta bir düşünce (mülahaza) değil, bir "ruhî hastalık" dile gelmiştir. Arkasından İnönü için "müstebid (despot) ruh" ve "hâris (hırslı) dimağ" tabirlerini kullanır.

Atatürk'ün yerine Çankaya Köşkü'ne çıkınca ilk işinin, Bakanlar Kurulu'nun dış görünüşüne çekidüzen vermek olduğunu biliyoruz. "Cumhuriyet" Gazetesi'nin eski sahibi Nadir Nadi, "Perde Aralığından" adlı anılarında Milli Şef'in, bir ara bakanların, hatta Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun bıyıklarına taktığını ve kestirmeleri için baskı yaptığını söylüyor. Zekeriya Sertel'in hatıratında ise şu keskin nota rastlıyoruz:

"İnönü Cumhurbaşkanlığına geldikten sonra diktatörlüğü artırdı. "Tek millet, tek parti, tek şef" diye bir sistem kurdu. [Bu, Hitler'in Almanya için bulduğu slogandı- M.A.] Millet o demekti, parti demek o demekti."

Milli Şef'in demokrasi anlayışını buradan ölçüp biçebilirsiniz aslında ama Hitler'e duyduğu teveccüh, onu çok daha ileri noktalara taşımıştır.

16 Nisan 1939 tarihli gazetelerde ilginç bir haberle karşılaşıyoruz. Bir grup fötr şapkalı ve takım elbiseli (çoğu) bakan ve milletvekilinden oluşan bir grup "elçi", Sirkeci Garı'nda gazetecilere poz vermişlerdir. Bunlar sırasıyla Bayındırlık Bakanı Ali Fuad Cebesoy, emekli General Pertev Demirhan, Genelkurmay 2. Başkanı Asım Gündüz, o tarihlerde milletvekili yapılmış üç gazeteci, Falih Rıfkı Atay, Hüseyin Cahit Yalçın ve Necmettin Sadak'tır. Ne için gitmektedirler biliyor musunuz? Hitler'in 50. yaş gününü kutlamak üzere. Tabii Milli Şefimizin tebrik ve selamıyla! Nitekim Hitler, heyeti yarım saatliğine kabul etmiş ve Milli Şef'e samimi teşekkürlerini bildirmiştir.

1941'e geldiğimizde 15 Mayıs'ta Hitler'in Milli Şef'e "dostane bir mesaj" gönderdiği haberini manşetten okuruz. 21 Haziran'da ise "Führer ile Milli Şef arasında samimi tebrikler" haberi vardır. Bu dönemde Türkçü yayınlarda bir patlama yaşandığına tanık olunur. Ancak Müttefiklerin zoruyla 1944'te bu yayınlar yasaklanır, Türkçüler de tabutlukları boylar.

Aslında Hitler, Atatürk döneminden başlamak üzere bilinçli bir politika gütmüş ve Türkiye'den büyük miktarlarda hammadde çekmiştir. (Özellikle de savaş sanayii için ihtiyaç duyduğu kromu). Karşılığında Türkiye silah almak ister ama vermezler. Bunun yerine mamul madde satın almaları istenir. Nazi Almanya'sına krom satışı, Müttefiklerce 1944'te Türkiye'ye bir nota verilinceye kadar devam edecektir.

Görüldüğü gibi İnönü döneminde sadece Hitler'in bıyığına imrenilmemiş, 19 Mayıs gösterileri dahil pek çok alanda Naziler bal gibi örnek alınmıştı. Tabii basına talimatlar verilmesi, manşetlerin kaç punto ile atılması gerektiği gibi yukarıdan emirler, süresiz keyfi gazete kapatma rezaletleri de benzerlikler arasındaydı.

İşin garip tarafı, şimdi bize İnönücülük taslayan "Cumhuriyet" gazetesinin, Milli Şef döneminde kapatılan ilk gazete olmasıdır. Kurucusu Yunus Nadi ile oğlu Nadir Nadi'nin daha Milli Şef safını belirlemeden önce Alman yanlısı bir tavır içine girmiş olmaları (ne hadlerine!) "Cumhuriyet"in aylarca kapalı kalmasıyla ödüllendirilmiştir! (Ne var ki, 1941'den sonra bu defa Almancılık geçer akçe olacaktır.)

Gazetesinin kapatılması Yunus Nadi'yi derhal harekete geçirmiş, eski dostu İnönü'yle görüşüp meseleyi halletmek istemiştir. Lakin ne mümkün! Bir çözüm yolu bulur ve doğru Ankara Garı'na gider. Milli Şef'i karşılayanlar arasına katılarak derdini anlatmaktır niyeti. Ancak hiç beklemediği bir tepki alır. "Ticari maksatlar uğruna siyasi yazılar yazılmasına müsaade edemezmiş." Milli Şef. "Katiyen müsaade edemem" der ve Yunus Nadi'nin elini bile sıkmadan çıkar gider.

İşte oğul Nadir Nadi'nin patladığı an budur. "Perde Aralığından"a, bugünkü tartışmalara ışık tutmak istercesine şu zehir zemberek satırları not düşer:

"Sorumsuz bir cumhurbaşkanı nasıl olur da tıpkı Hitler gibi, Mussolini gibi hakaret edercesine uluorta bir arkadaşını paylardı?"

Anlaşılan, Nadir Nadi, "Hitler ve Mussolini gibi" birisiyle karşı karşıya olduğunu cici gazeteleri kapatılınca anlamış. Peki ezanı Arapça okudu diye falakaya yatırılanların, Kur'an öğretiyor diye hapse girenlerin feryatlarını gazetelerinde yıllarca "Kara irtica hortluyor" diye yüreklerini soğutarak verenlerin feryat etmeye hakları var mıydı? Hitler'in 'uzun bıçağı'nın bir gün kendilerini de keseceğini düşünememişler miydi?

***




1941'e geldiğimizde 15 Mayıs'ta Hitler'in Milli Şef'e "dostane bir mesaj" gönderdiği haberini manşetten okuruz. 21 Haziran'da ise "Führer ile Milli Şef arasında samimi tebrikler" haberi vardır.

Cumhuriyet'in Başına Kim Geçecek?
28 Haziran 2010

İlhan Selçuk'tan boşalan Cumhuriyet Vakfı'nın başına kim gelecek?
İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay'ın yokluğu nedeniyle 10 kişiye düşen vakıf yönetim kurulu bugünlerde yeni başkanını seçecek.

İki aday var:
Biri, Alev Coşkun.
Diğeri Aydın Aybay.

Hukuk dünyasının duayen isimlerinden öğretim üyesi (Rona Aybay'ın da ağabeyi) Aydın Aybay'ın sağlığı nedeniyle bu görevden affını isteyeceği söyleniyor.
Bu durumda tek aday kalıyor: Alev Coşkun.

Ve büyük bir aksilik olmazsa, Cumhuriyet gazetesinin sahibi Cumhuriyet Vakfı'nın başına Alev Coşkun getirilecek.

Bilindiği gibi yıllardır Cumhuriyet Ailesi'nden olan Alev Coşkun aynı zamanda gazetenin yazarlarından. aktifhaber

Cumhuriyet'in Gerçek Sahibi
Serdar Ant

86 yıl önce Cumhuriyet gazetesi yayına başladığında, Yunus Nadi ilk sayıdaki
“Cumhuriyet’i Okuyuculara Sunuş” yazısında şunları söylüyordu:

“Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir. Cumhuriyet, Türkiye’de büyük kavgalarla elde edilmiş tarihi bir sonuçtur. Biz elde edilmiş bir amaç uğrunda fiilen çalışmış insanlarız. Memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli taraftarları vardır. Cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilcisi ve koruyucusuyuz. Bu temel düşünce göz önünde tutulduktan sonra kesin olarak söyleriz ki, gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de bir parti gazetesidir. Cumhuriyet, sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur.”

Yunus Nadi’nin 1924’teki saptaması dikkat çekicidir:

“Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir.”

Bugünün Cumhuriyet gazetesinin siyasi programı nedir peki?

Mustafa Balbay’ın “Ergenekon Savcıları”na hak verir tarzda Ankara Temsilciliği’nden alınması, son birkaç yıl içinde Bertan Onaran, İzzettin Önder, Korkut Boratav gibi yazarlar gazeteden uzaklaştırılırken, bugün Kürşat Başar ve Tuna Kiremitçi’nin Cumhuriyet’te kalem oynatmaya başlaması, Cumhuriyet’in siyasi programının ne olduğu ve gazetede kimin borusunun öttüğü konusunda düşünmeyi zorunlu kılıyor.

Mustafa Balbay’ın gazetenin Ankara Temsilciliği’nden alınmasını “ilk müebbed cezamı aldım” şeklinde değerlendirmesi bile, aslında Cumhuriyet’te yaşananlar hakkında bir fikir vermeye yeter.

Balbay’ın maruz kaldığı muameleye tepki gösteren Oktay Akbal ve Ataol Behramoğlu’nun yazılarına son vermesi de yeteri kadar aydınlatıcıdır.

Ne var ki adı Cumhuriyet ile özdeşleşmiş yazarların çoğu bu gelişmeler karşısında ya suskun kalmış ya da görünüşü kurtarmaya yönelik sıradan açıklamalar yapmakla yetinmişlerdir.

Örneğin Hikmet Çetinkaya, 19 Nisan tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan

“Balbay Cumhuriyet’in Başının Tacıdır”

başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“Bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir. Balbay’ı satmadık, satmayız. Satmak isteyenler olursa, ilk karşı koyacak olan yine bizleriz.”

Oysa Balbay, Cumhuriyet için ne anlama geldiği konusundaki düşüncelerini “İlk ağırlaştırılmış müebbedi bana gazetem verdi!” diyerek bizzat kendisi açıkladı.

Onun için Çetinkaya ve bazı Cumhuriyet yazarlarının, Mustafa Balbay için köşelerinden övgüler düzmesi görünüşü kurtarmaya yönelik olmaktan başka anlam ifade etmiyor.

Çetinkaya’nın ifade ettiği gibi, Cumhuriyet Balbay’ı sattı mı, satmadı mı, bunun tartışması ayrıdır. Ama şurası açıktır ki, Cumhuriyet gazetesi Balbay’dan da Çetinkaya’dan da İlhan Selçuk’dan da önemlidir ve esas olan onun satılmamış olmasıdır.

Bu bağlamda Çetinkaya’nın “bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir” sözleri daha da anlam kazanıyor.

Gerçekten öyle midir peki?

Cumhuriyet, gerçekten okurlarına mı güvenir?

İlhan Selçuk’un sıklıkla yinelediği gibi Cumhuriyet bir holding gazetesi değil midir gerçekten?

Bu sorulara kişisel önyargılardan bağımsız bir şekilde yanıt verebilmek için İlhan Selçuk’un, Saygı Öztürk’ün Belgelerle Ergenekon (Doğan Kitap, İstanbul 2008) isimli kitabında tamamına yer verilen (s.339-363) ifadesinde yer alan kimi açıklamalara bakmak gerekir.

22 Mart 2008 tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde alınan ifadesinde İlhan Selçuk’a soruluyor:

“Soru: 22.02.2008 günü Murtaza Çelikel ile yaptığınız telefon görüşmesinde Murtaza Çelikel’in “Aysel Hanım sizi evinde yemeğe çağırıyor, elçiye zeval yoktur. Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet, bir de Sanayi Odası Başkanı gelecek” dediği tespit edilmiştir. Görüşmeyi yaptığınız Murtaza Çelikel kimdir?

İlhan Selçuk: Murtaza Çelikel bir işadamıdır. Bülent Ecevit’in yakın dostudur.

Soru: Yemeğe katılacak olan Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet ve Sanayi Odası Başkanı ile aranızda nasıl bir ilişki vardır? Yemeğe katıldınız mı? Yemekte hangi konular konuşuldu? Açıklayınız?

İlhan Selçuk: Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet’in çok güvendiği bir işadamıdır. Benim de dostumdur. Mehmet Emin Karamehmet, holdingteki ortağımızdır. Aynı zamanda medya grubu başkanıdır.” (Belgelerle Ergenekon, s. 353)

Murtaza Çelikel, Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet gibi işadamları İlhan Selçuk’un dostlarıdır. Üstelik Mehmet Emin Karamehmet “holdingteki ortağımızdır.”

Peki, bu holding, hangi holdingdir?

“Holding gazetesi” olmadığı iddia edilen Cumhuriyet’in holdinglerle ve holding patronları ile işi ne?

“Cumhuriyet gazetesinin şu andaki hissedarları ve gazete yönetimi” hakkında İlhan Selçuk’un verdiği bilgiler şöyledir:

“Cumhuriyet gazetesinin asıl sahibi Cumhuriyet Vakfı’dır. Cumhuriyet Vakfı’nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla vakfın bünyesinde Yenigün Holding AŞ isimli şirket, bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan’dan İnan Kıraç’a kadar yaklaşık 185 kişidir.”
(Belgelerle Ergenekon, s.343)

İlhan Selçuk bu durumu,

“laik Atatürkçü işadamlarımızdan destek alıyoruz. İlhan Kıraç Vakıf Danışma Kurulu Başkanımız oldu. Ayrıca Koç Grubu’ndan Hakan Gören isimli şahıs da Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Biz Vakıf yönetim Kurulu’nu ismen daha da zenginleştirmeye çalışıyoruz”

sözleriyle açıklamaktadır. (Belgelerle Ergenekon, s. 354)

Böylece Turgay Ciner, Aydın Doğan, Rahmi Koç gibi işadamları “Atatürkçü” oluyor ve Cumhuriyet de onlardan destek alıyor!

İlhan Selçuk’un bahsettiği isimler genelde kamuoyunun bildiği tanınmış işadamlarıdır.

Peki, Hakan Gören kimdir?

Bu konuda Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlükler ilginç bir ipucu vermektedir. Medyada Ergenekon davasının “İkinci İddianame”si olarak bilinen ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 2009/188 no ile sunulan iddianamenin dayandığı ve mahkemeye kanıt olarak sunduğu kaynaklardan biri olan, Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi ve yazarı Mustafa Balbay’a ait olduğu iddia edilen günlüklerde yer alan GUNMAR05.TXT adlı dosyada, ‘İS’nin 21-25 Mart Ankara Ziyareti’ başlığı altında yazılanlar Cumhuriyet’in geçtiğimiz yıllarda sermaye kesimi ile kurduğu ilişkiler hakkında ilginç ipuçları vermektedir.

Balbay günlüğüne şunları kaydetmiş:

“İlhan Selçuk 21 Mart gecesi saat 23.00 sıralarında Ankara’ya karayoluyla geldi. Telefonla yolda konuştuk, ‘haberler iyi, otelde konuşalım’ dedi. 23.30 sıralarında odadan konuştuk. KOÇ iki temsilcisini göndermiş, Hakan Görür, Bülent Özaydınlı ve bir kişi daha.

‘İlhan Abi, biz görevli geldik…her türlü desteği veriyoruz. İki milyon dolarlık destek…Bunu reklam avansı olarak veriyoruz…İşbirliğini sürdürmek istiyoruz.’

İlhan Selçuk çok sevinçli, ‘Yırttık Balbay, bu iş tamam, haydi hayırlısı’ dedi.”

Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen bu günlüklerde adı geçen Hakan Gören, İlhan Selçuk’un “Vakıf yönetim kurulu üyeliğine seçildi” dediği Koç Grubu’ndan gelen Hakan Gören isimli kişi midir acaba?

Hikmet Çetinkaya ya da herhangi bir Cumhuriyet yetkilisi, önce çıkıp bu soruya yanıt vermelidir!

Eğer bu iki isim aynı kişiyse, Koç Holding 2 milyon dolarlık reklam avansı karşılığında bir adamını Cumhuriyet Vakfı’nın Yönetim Kurulu’na sokmuş ve Cumhuriyet de bu şekilde “yırtmıştır”!

Ama dostlar arasında 2 milyon doların lafı mı olur?

“Solcu” ve “emekten yana” olduğu iddia edilen İlhan Selçuk değil midir, “Rahmi Koç benim dostumdur” (Belgelerle Ergenekon s. 353) diyen? Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Ciner, Şevket Sabancı gibi ünlü işadamlarıyla dostluk ve iş ilişkileri içinde olan İlhan Selçuk değil midir?

Ne ilginçtir ki, Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlüklere göre, İlhan Selçuk’un bu Ankara ziyaretini yaptığı yıl içinde, Türk sanayiinin amiral gemisi TÜPRAŞ özelleştirme adı altında KOÇ-SHELL ortaklığına devredildi.

Ve “solcu” ve “emekten yana” olduğu iddiasındaki Cumhuriyet gazetesi ve İlhan Selçuk, TÜPRAŞ özelleştirmesini alkışlarla selamlıyordu.

Örneğin Cumhuriyet yazarlarından Orhan Bursalı, 15 Eylül 2005 tarihli yazısında şunları söylüyordu:

“TÜPRAŞ, Koç’a hayırlı olsun. Cesareti ve kararlılığı için kutlarım. Stratejik davrandığı için de… ”

Hemen ertesi gün İlhan Selçuk da, Orhan Bursalı’yı destekledi:

“Orhan sevinmiş. Ne yalan söyleyeyim, ben de çoğu kişi gibi sevindim, bu milletin malını kökü dışarıda şeriatçılara ucuza pazarlamak isteyen bu iktidardan korkuyorum… Koç, yüreğimize su serpti, TÜPRAŞ’ı kurtardı.” (Cumhuriyet, 16.9.2005)

Cumhuriyet’in TÜPRAŞ özelleştirmesini alkışlaması karşısında birçok Cumhuriyet Okuru şaşkınlığını gizleyememiş, tepki göstermişti.

Zira yazılarında “emekten yana” ve “antiemperyalist” olduğunu söyleyen İlhan Selçuk nasıl böyle konuşabilirdi?

“Emekten yana” ve “solcu” İlhan Selçuk, Türkiye sermayesinin ağır topu Koç’un TÜPRAŞ’ı satın almasını nasıl alkışlayabilirdi?

Üstelik işin içinde SHELL ortaklığının da olması, bu talanı “yüreğine sular serpilerek” alkışlayan İlhan Selçuk’un antiemperyalistliğini sorgulanır kılıyordu.

Bir yazsısında

“Solu ben şöyle tanımlıyorum: Emperyalizme karşı durmak… Alın terinden yana olmak…” (Sol, Cumhuriyet, 8.4.2004) diyen İlhan Selçuk, şimdi alın terinden değil sermayedar Koç’tan yanaydı ve İlhan Selçuk’un alkışladığı Koç’un yanında da emperyalizmin ağır toplarından SHELL vardı!

Ama ilhan Selçuk rahattı!

“Satılmadık Bir Cumhuriyet Kaldı…” başlıklı 20 Mart 2005 tarihli yazısında

“Adı lazım değil, bir gazetenin manşetinde fotoğrafımı gördüm, altındaki haberi okuyunca anladım ki ben Cumhuriyet’i satıyormuşum…”

diyor ve soruyordu:

“Satıldı mı Cumhuriyet ?”

Sorunun yanıtını şimdi öğreniyoruz!

Meğer Koç, sadece İlhan Selçuk’un yüreğine su serpmekle kalmamış, Cumhuriyet’e de 2 milyon dolar serpmiş!

Eh doğal olarak İlhan Selçuk da “komşuda pişer, bize de düşer” düşüncesiyle olsa gerek, TÜPRAŞ KOÇ’a gidince seviniyor:

“Dostu düşmanı çatlatan bu sonuçtan elbette mutluyuz; Bugün borcumuz harcımız yok, keyfimiz tıkırında…” (Cumhuriyet, 20.3.2005)

Öte yandan Cumhuriyet Okurlarını uyutmak için bildik masallar yineleniyordu:

“CUMOK nedir? Cumhuriyet Okuru’nun kısaltılmış adıdır… Elinizdeki gazetenin satılıp satılmadığını herkesten önce o bilir. Nerden bilir? Başyazısından, köşe yazılarından… Haber başlığından… Noktasından, virgülünden, havasından, renginden, kokusundan…”

Gerçekten de Cumhuriyet Okuru daha sonra gazetenin yazılarına, yazarlarına, rengine, kokusuna baktı ve Cumhuriyet’in satılıp satılmadığını gördü.

Çünkü Cumhuriyet’in KOÇ’tan aldığı avanslara karşılık verdiği hizmetler sadece TÜPRAŞ özeleştirmesi için şakşakçılık yapmakla sınırlı kalmadı.

Örneğin özeleştirme uygulamalarına karşı çıkan ve TÜPRAŞ’ın özelleştirmesini de eleştiren ekonomi yazarlarından Prof. Dr. İzzettin Önder’in yazılarına son verildi. Daha sonraki süreçte Korkut Boratav gibi sosyalist ekonomistler uzaklaştırıldı. En sonunda da Bertan Onaran gazeteden dışlandı.

Ama İlhan Selçuk’un 10.12.2005 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan

“Yaşanan Olayın Püf Noktası”

başlıklı yazısına bakılacak olursa

“…Cumhuriyet sermaye gazetesi değildir… Bizde patron yok!”

Ve bugün de aynı masalları Hikmet Çetinkaya okuyor:

“Bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir.”

“Öyle yalanlar vardır ki kabahati, söyleyen ağızdan ziyade dinleyen kulaktadır”

der bir Arap atasözü…

Ne yapalım ki Cumhuriyet Okurları, bu tür masallar dinlemekten hoşlanıyorlar!

Oysa sadece “okurlarına güvenen”(!) Cumhuriyet, Bertan Onaran’a dayanamadı, İzzettin Önder’i hazmedemedi, Korkut Boratav’ı benimseyemedi.

Bu üç yurtsever aydınımız da, “solcu” ve “Atatürkçü” Cumhuriyet gazetesinden uzaklaştırıldı.

Neden?

Onaran, Önder ve Boratav, belki birçok konuda farklı düşünüyor olabilir, ama üçünün de ortak paydası sermayeye karşı emekten yana olması ve ulus-devletin kazanımlarını savunmasıdır.

Bu yazarlarımızın yazılarında AB’ye övgüler bulamazsınız, sermaye kesimine dalkavukluk yoktur.

Onun için bu üçlünün, İlhan Selçuk’un

“Cumhuriyet AB’ye girmekten yanadır; bu fikir çeşitli zamanlarda dile getirilmiştir.” (Cumhuriyet, 21.12.2005)

şeklinde tanımladığı Cumhuriyet’te yeri yoktu.

Bu nedenle son birkaç yıl içinde, Cumhuriyet okurunu uyutarak atılan adımlarla, Korkut Boratav, İzzettin Önder ve Bertan Onaran Cumhuriyet’ten koparıldı.

Boratav, Önder ve Onaran’a katlanamayan Cumhuriyet, Tuna Kiremitçi ve Kürşat Başar’ı bağrına bastı ama!

Kamuoyu, Kürşat Başar’ı televizyonda yaptığı programlardan tanıyor. Bir programda, yemek masası etrafına topladığı konuklarla sohbet ediyor “yazarımız”…

Bir başka kanalda ise “Başka Yerde Yok” isimli eğlencelik bir sohbet programı yapıyordu. Ama sanırım birçok kişi Kürşat Başar’ın, şu anda yayınlanmakta olan İkinci Cumhuriyetçi, mandacı TARAF gazetesinin öncülü olan Yeni Yüzyıl gazetesinde yazarlık yaptığını unutmuştur.

Kürşat Başar, Cumhuriyet’ten önce TARAF’ta yazıyor olsaydı eğer, yer yerinden oynardı herhalde…

Çünkü bugünlerde Taraf’a muhalif olmak moda!

Ama Başar’ın, geçmişte Yeni Yüzyıl’da kalem oynatmış olması o kadar tepki yaratmıyor. “Hafıza-ı beşer nisyan ile malul” çünkü…

Şöyle meraklı biri Yeni Yüzyıl arşivlerini bir karıştırsa, Kürşat Başar’ın eski yazılarında ne inciler bulur kimbilir!

Cumhuriyet’in bağrına bastığı diğer “yazarımız” da Tuna Kiremitçi…

Onu da tanıtmaya gerek yok, zira yeteri kadar “ünlü”…

Ama Tuna Kiremitçi’nin “ulusalcı” ve “Atatürkçü” Cumhuriyet’e nasıl uyum sağlayacağını gösteren ufak bir örnek sunalım hemen.

Radikal gazetesinin AB’yi pazarlamak için çıkardığı parasız ek, Kriter dergisinde 1 Eylül 2008 tarihinde yayınlanan bir söyleşide Tuna Kiretmiçi’ye soruluyor:

“Türkiye’nin üyeliğini engelleyen en önemli nedenler nelerdir?”

“Cumhuriyet’in çiçeği burnunda yazarı” şöyle yanıt veriyor:

“Ulus devlet olmayı tam başaramadık. Gerçi “ulus devlet” dediğimiz de pek matah bir şey olmadığından bu iyi mi oldu kötü mü oldu açıkçası emin değilim.”

Cumhuriyet Okurları, Mustafa Kemal’in 1924’te Yunus Nadi’ye

“İstanbul’a git, Cumhuriyet’i çıkart”

demiş olmasıyla övünür dururlar, bu tür örnekler vermeyi pek severler.

İşte şimdi, 1924’te Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet’te “ulus devlet dediğiniz de pek matah bir şey olmadığından…” diye laflar yumurtlayan biri yazacak.

“Başka yerde yok”!

Bütün bu gelişmeler çerçevesinde yanıtlanması gereken bir soru daha var sanırım:

İyi de neden şimdi?

Bu bağlamda “Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlüklerde geçen İlhan Selçuk ile yapılmış bir konuşma daha bir anlam kazanıyor. Mustafa Balbay’ın notlarına göre

“İlhan Selçuk 14 Eylül Pazar akşamı Ankara’ya geliyor.”

Akşam Kent Otel’de baş başa Balbay ile görüşüyor. Şunları söylüyor Selçuk:

“Diyelim ki ben bir gün… öldüm. O gün ne olacak? Karar verin. O gün gazetede herkes bir tarafa gidecektir. Kimi Koç’a, Sabancı’ya gidecektir. Kimi, Çapan’a, zaten gazete içinde adamları var.

Benim yaşadıklarım, tecrübem, en güvenilir olarak Turgay’ı (Turgay Ciner-S.A) gösteriyor. Hiç beni aldatmadı. Ne dediysem yaptı. Gözü kara, dediğini yapıyor. Bana Sabah’ın bilançolarını gösterdi, hep kârda…”

Allah uzun ömür versin, İlhan Selçuk daha ölmedi.

Ama gazetede yapılan şu son operasyon çerçevesinde etkin olduğu iddia edilebilir mi?

Bu soruya ister “evet”, ister “hayır” şeklinde yanıt verin, sonuç değişmeyecektir!

1924’te Yunus Nadi,

“Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir… Gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de bir parti gazetesidir”

diyordu.

Bugünün Cumhuriyet’i ise “Atatürkçülük”, “solculuk”, “emekten yana olmak” gibi sıfatlarla çizgisini ve tarafını gözlerden saklamaya çalışan bir sermaye gazetesidir artık!

İlhan Selçuk, yıllar önce yazdığı bir yazısında şunları söylüyordu:

“…Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yüzümüzü döndüğümüz Batı, bu yurdu istila etmek isteyenlerin Batısı değildi. Atatürk’ün Batısını anlamak isteyenler Kemalizm’in ne olduğunu bilmek zorundadırlar. Kemalizm, ekonomisiyle, hukukuyla, ahlakıyla, eğitimiyle, sömürgecilik ilkelerine bağlanmış bir Batı’yı örnek almadı…

Biz bu Batı’yı önce yurdun topraklarından kovmuştuk. Ama silah kuvvetiyle bu ülkenin topraklarına giremeyen Batı, yıllarca sonra kılık kıyafet değiştirerek dost kılığında gelmiş başköşeye kurulmuş…

Hangi Atatürk? Biz Atatürk’e de, Kemalizm’e de ihanet edeli yıllar ve yıllar oluyor… Atatürkçülük bir laf değildi… Varlığımızı kaybetmek pahasına yaşadığımız bir büyük tarihi serencamdan çıkarılmış bir netice idi. Biz onu bırakıp, on beş yıldan beri, fosilleşmiş sömürgeci Batı’nın peşine takılmışız. Bugün çektiğimiz büyük ıstırapların sebebi başka nedir ki ?”

(Batı” , Yeni Krallar… Yeni Soytarılar, Çağdaş Yay., İstanbul, 1974 , s.9-11)

Ama “aynı” İlhan Selçuk, üstelik bir de alay eder gibi, Cumhuriyet’in ilanının 81. yıldönümünde, 29 Ekim 2004’te yazdığı bir başka yazısında, AB hakkında artık şu değerlendirmeyi yapıyordu:

“AB’nin durumu daha ilginç! Bu örgütün laik ve demokratik kurallar temelinde bir uygarlık oluşumunu simgelediği kesindir; Türkiye bu uygarlık hedefine yönelik pusulayı Atatürk ‘ten beri benimsemiştir; yol haritamızı değiştirecek değiliz…”
(İlhan Selçuk, “Kurtuluşun Önkoşulu” Cumhuriyet, 29.10.2004)

Nereden nereye… “Fosilleşmiş, sömürgeci Batı”yı, şimdi, büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün “çağdaş uygarlık” hedefi ile paketleyip, “bir uygarlık oluşumu” olarak milletin önüne koyan Cumhuriyet gerçekten bağımsızlıkçı ve Kemalist midir bugün?

Yanıtı yine İlhan Selçuk veriyor:

“Hangi Atatürk? Biz Atatürk’e de, Kemalizm’e de ihanet edeli yıllar ve yıllar oluyor… Atatürkçülük bir laf değildi… Varlığımızı kaybetmek pahasına yaşadığımız bir büyük tarihi serencamdan çıkarılmış bir netice idi. Biz onu bırakıp, on beş yıldan beri, fosilleşmiş sömürgeci Batı’nın peşine takılmışız.”

“Cumhuriyet Okurları” şimdi otursunlar da düşünsünler bakalım:

Gazetenin gerçek sahibi kimdir?

Cumhuriyet satılmış mıdır, satılmamış mıdır?

Kaynak: İlk Kurşun

“Taraf”laşan Cumhuriyet ve Yeniçağ
Kaan Turhan

Yeniçağ, soğuk savaş artığı Amerikan ideolojisi Türk İslam sentezine döndükçe, “fethullahçılara dokunmayalım yanarız!” düşüncesine iten ölü toprağını üzerinden atmadıkça, Silivri’deki özel soruşturmayı göremez. Emperyalizmin Türkiye’ye girdiği büyük kapı olan Ergenekon davasının önemini kavrayamaz

Yazdıkça silindiğimiz, söyledikçe gömüldüğümüz öyle ‘sapkın bir süreç’ yaşıyoruz ki! “Yanlış gördüğümüz için mi yalnızlık?” diyorum kimi zaman. Ama öyle değil kuşkusuz! Varlık ve yokluk savaşımında, gelecek kuşakların eline kalacak birkaç belge bırakmak, ders vermek, güç de olsa onurlu yaşamak için varız. Siyaseti, gidişatı etkilemek ne denli olanaklı bu kadar liberalin, satılık kalemin ve aymazın içinde, düşünüyorum. Sesli, yürekten ve belki de acımasız. Şuramıza bir şey düğümleniyor. Kala kalıyoruz soluksuz. Silivri sürgünleri, başbakanın dediği “özel soruşturma” alanında emperyalizmin günahlarında dövülüyorlar. Sessiz savaş aleni ve serbestçe sürüyor. Geldik, gördük, yendik diyen emperyalizm Türkiye’de at oynatıyor. Bunca kirliliğe rağmen yaşıyor olmak ne kadar zor keşke anlatılabilse! Duygularınız, sinirleriniz, düşünceleriniz kaskatı kesilmiş durumda. Özel soruşturmanın, özel savcıları var, özel avukatları var, özel siyasetçileri var, özel askerleri var, özel kalemleri var, özel baronları var, özel yayınları var! Emperyalizmin, NED, Soros, uluslararası liberal birlikler vs. aracılığıyla güçlendirdiği, maaşa bağladığı “entelektüel fahişeler” gündemi belirliyor, soruşturmayı yönlendiriyor.

CIA güdümlü ve çarpıtılmış bilgiler, silahlı kuvvetleri; ‘alçaktır’, ‘halkına pusu kurar’, ‘balyoz indirir’, ‘mayını kendi askerini öldürmek için döşer’ gibi nice ‘suçla’ sarmalayıp yuvarlar uçurumun kıyısına. Yeni Osmanlı misyonuna bağlanmış iç ve dışişleri, “Türkiye’nin Türksüzleştirilmesi” operasyonunda yeni yeni görevler üstlenirken; bağlı kuruluşlar ve kurumlar da bu sürece fethullahçı-liberal örgütlenmeyle hazırola çekilmiştir! Özel kalemler yazar, ihbar eder: özel savcı buyurur, Fethullah’ın copları gece yarısı Türk aydını, Türk askeri avına çıkar. Onlarca asker intihar ederken, Özel Harekâtçı Behçet Oktay öldürülürken, özel soruşturmanın mikrobuna dayanamayan aydınlar kanserden, hastalıktan yaşamını yitirir, liberal seyreder ve keyiflenir! Öldürülen aslında bir ulusun belleği, bir ulusun aydın hareketidir. Hedef, Türkiye’yi, yalnızlaştırma ve emperyalist projelerin av sahalarında taşeronlaştırmaktır. Çözüldükçe, kimliksizleştikçe av sahasında hem taşeron avcı hem de açık seçik yem olduğumuz açıktır.

Emperyalizmin özel iktidarı AKP’nin güdümünde, özel yayınlardan olan Zaman, Taraf, Yeni Şafak, Star, Bugün, Aksiyon, Samanyolu, Mehtap, Kanal 7, Tvnet vs. öylesine bir savaş alanı yaratmıştır ki, gerçekleri “ucundan” görebilme yetisi olan Cumhuriyet, Yeniçağ gazetelerini de biçimlendirmiştir. Namussuzlar, namuslunun davranışlarını bu Silivri özel soruşturmasında belirliyor çünkü! Allah’tan Sözcü, Aydınlık, Ulusal Kanal gibi direniş abideleri var da soluk alabiliyoruz. Cumhuriyet, liberal kanadın, özelde Almancı genelde Avrupacı ekolün etkin olduğu bir yayın çizgisinde diretiyor. Ergin Yıldızoğlu, İlhan Taşçı, Deniz Som, Işık Kansu, Mehmet Faraç, Ümit Zileli gibi kalemler sayesinde okunur bir hal alıyor. Korkut Boratav, İzzettin Önder, Bertan Onaran’ın kovulmasından sonra, emperyalizm ahtapotunun kollarını iyice hissetmiştik. Silivri sürgünü genç cumhuriyetçilerden Mustafa Balbay’ın, Ankara temsilciliğinden uzaklaştırılması; “genç subaylar rahatsız”dan, bünyenin “genç cumhuriyetçilerden rahatsızlığı”na uzanmasının delili oldu.

Pazar ekindeki liberal, ikinci cumhuriyetçi haber ve yazıların, kültür sayfasının dibe vurmasının, AB destekli “Sürdürülebilir Yaşam” ekinin hesabını kim tutuyor ve kimler bu liberal çizgiyi besleyip büyütüyor? Kaan Arslanoğlu’nun Sol’da sorduğu gibi, kimler Berat Günçıkan’ların sırtını sıvazlıyor, ‘yürüyün olabildiğince geniş’ diyor? Örneğin; Strateji Eki kapanmadan önce “Emperyalizmin Güdümünde Sarı Sendikalar” yazımın yayımlanmasını engelleyip, bir daha yazılarımın yayımlanmaması kararını alanlarla “Yeni Osmanlı Misyonu’yla Kürdistan İnşası Ergenekon ve Fethullah” kitabımı görmezden gelenler; Balbay’ı savunamayıp üstüne üstlük görevinden de uzaklaştıranlar, Silivri sürgünü Sevgi Erenerol’un, devrim şehidi Necip Hablemitoğlu’nun ölüm yıldönümünde “yaşasaydı o da burada olurdu” sözlerini makaslayanlar, Bertan Onaran’ın ikinci kitabım ‘Sivil Casus’u tanıttığı yazısının taşra baskısında yer almasını, Ankara baskısında yerine reklam almayı tercih etmesi fikrini gündeme getirenler, Deniz Berktay’ın Rusya’daki fethullahçı okullarla ilgili haberinin taşra baskısına ötelenmesini sağlayanlar Cumhuriyet’i “Taraf”laştırıyor!

Yeniçağ, soğuk savaş artığı Amerikan ideolojisi Türk İslam sentezine döndükçe, “fethullahçılara dokunmayalım yanarız!” düşüncesine iten ölü toprağını üzerinden atmadıkça, Silivri’deki özel soruşturmayı göremez. Emperyalizmin Türkiye’ye girdiği büyük kapı olan Ergenekon davasının önemini kavrayamaz. “Yeni Osmanlı Misyonu’yla Kürdistan İnşası Ergenekon ve Fethullah” kitabım çıkınca, yazarlarından birisinin; “çok iyi ama nerede yazacağız” demesi her şeyi özetler sanırım. Adnan Oktar’ın ilanlarıyla, hocaefendilerine kucak açmasıyla Yeniçağ da “Taraf”laşma yolunda!

“Taraf”laşarak, Türkiye’yi kaybediyoruz! Özel soruşturmanın özelliklerini ve özelini çözümleyemedikçe, böylesine işbirlikçi bir yaşam biçiminin bizi de yutacak canavara dönüşeceğini öngörmek çok güç değil!

İlk Kurşun

CUMHURİYET GAZETESİNİN ASIL PROBLEMİ NEDİR?

06.12.2010
Gazetelerin ayrıntılı tirajları gösteriyor ki; Türkiye'nin asıl gazete okuru yüzde 42 arasında. Hayır'cı iller ve ilçeler aynı zamanda gazetelerin de daha fazla sattığı yerler. Bu yüzden yandaş medyanın tirajları tepe taklak gidiyor, iadelerin geri alınmaması ya da abonelik gibi türlü oyunlarla rakamlar şişiriliyor.

Ve yine Türkiye'de yüzde 42 gazete okuduğu için muhalefet yapanlar tiraj kazanıyor. Tıpkı Sözcü gazetesinin 250 bine yaklaşan tirajı gibi...
Bu durum başkalarına da cesaret veriyor. Mesela Aydınlık dergisi bu muhalefet rüzgarından faydalanıp yeniden günlük gazete çıkarmak için çalışmalar yapıyor.

Bu rüzgar bir tek Cumhuriyet'i etkilemiyor.
Üstelik Cumhuriyet çok okunmak, kendini yenilemek için her türlü adımı attığını söylüyor. Bekir Coşkun, Mine G. Kırıkkanat gibi yazarları bünyesine katıyor. Yazarların Cumhuriyet'e belli bir ivme kazandırdığı kesin.
Ama Cumhuriyet neden yüz binin üzerine geçmiyor, neden bir Sözcü olamıyor?
Bunu irdelemek zorundayız.
Cumhuriyet bir türlü toplumsal muhalefetin sözcülüğünü yapamıyor.
Bunun için Pazar günkü birinci sayfalarını incelemek yeterliydi.
Merkez medyanın bile (örneğin Hürriyet) öğrencilerin dayak yemesini manşete taşıdığı gün Cumhuriyet bu olayı manşet altında son derece cılız bir başlıkla gördü. Onun yerine İngiliz büyükelçisiyle yapılan bir röportajı 'Çağdaşlık mutlak hoşgörü gerektirir' gibi romantik bir başlıkla manşete taşıdı. Kuşkusuz önemli bir söyleşi, ama böyle günde manşet yapılacak haber bu mu?
Gençlik toplumsal bir hastalığı yeniyor, başkaldırıyor.
Okuldan atılmayı, gözaltına alınmayı tutuklanmayı göze alıyor.
Ve eylem için ülkenin dört bir yanından İstanbul'a yola çıkıyor.
Sokaklar isyan halindeyken, öğrenciler dayak yemişken, Türkiye son yılların en çağdışı polis müdahalesiyle karşı karşıyayken, yüzde 42'nin temsilcisi olma iddiasındaki Cumhuriyet'ten daha atak, daha muhalif, daha eleştirel bir manşet gelmesini beklemek haksızlık mı?
Hayır.
Cumhuriyet sokağı görmüyor.
Cumhuriyet sokağı hissetmiyor.
Cumhuriyet kütüphane gazeteciliği yapıyor.
Cumhuriyet yenilenmeye çalışıyor... Bunun için birtakım adımlar da atıyor...
Ama…
Belki de en önemlisi, yenilenmeyi yapmıyor: Bir türlü zihniyet devrimini gerçekleştirip, günümüz gazeteciliğine uyum sağlayamıyor.
Hala dünyayı ve Türkiye'yi eski kodlarla, eski gazetecilikle okumaya çalışıyor.
Böylesi önemli bir günde ne yazık ki Cumhuriyet, nasıl bir tavır almış diye sayfasına baktırmıyor...
Bu nedenle muhalefetin sesi duruma gelen Sözcü, bu olaya birinci sayfasını yıkıyor.
Cumhuriyet uyuyor!

Mesele ne yazarlar, ne mizanpaj, ne yazarlara fotoğraf koymak...
Mesele Cumhuriyet'in bir türlü gereken cesareti, ataklığı gösterememesi...
Üzerindeki ataleti atamaması.
Tıpkı Cumhuriyet gibi...

Odatv.com

Cumhuriyet ve CUMOK
Serdar Ant
TürkCelil
29.12.2010

Cumhuriyet Okurları (CUMOK), iki ayrı grup halinde etkinliklerde bulunuyorlar. İnternette, “CUMOK” adıyla bir tarama yaptığınızda iki ayrı web sayfasıyla karşılaşıyorsunuz.

Biri, Cumhuriyet Gazetesi Okurları (http://www.cumok.org/tr)...

Diğeri de CUMOK İstanbul (http://www.cumokistanbul.org/)...

Komedi gibi…

50 bin civarında satışı olan bir gazetenin, 1000 kişiyi bile bulmayan “Cumhuriyet Okurları” kitlesi, iki ayrı çatı altında sözde “örgütlü”!

Bir madalyonun iki yüzü, iki sözde “sivil inisiyatif”… Ama kişisel çekişmeler nedeniyle iki ayrı yapılanma…

Peki, ne yapıyorlar CUMOK?

Kahvaltı ve gezi!

Gazetelerde ve internet sitelerinde sık sık kahvaltı ilanlarını ve gezi duyurularını görüyoruz. Bunlar, bir gazetenin okur kitlesi midir, yoksa turizm şirketi mi, anlayan beri gelsin!

“Yeni Cumhuriyet”in Mehmet Faraç’ın önce yazısını sansürlemesi, sonra da iş akdini feshederek Faraç’a yol vermesi üzerine, Cumhuriyet Okurları’nın internetteki web sayfalarına baktım. Belki bir tepki, bir eleştiri vardır diye…

Ne gezer!

“Cumhuriyet Gazetesi Okurları”nın web sayfasında bir kahvaltı ilanı var. Artık Cumhuriyet’te yazan Vatan gazetesinin eski yazarı Mine Kırıkkanat, 9 Ocak pazar günü Cumhuriyet Okurları ile kahvaltıda bir araya gelecek ve söyleşecekmiş. Tabii söyleşi sonunda da kitaplarını imzalayacakmış!

Böyle toplantılar sonunda genelde kitap satışı yapılarak hem yazara hem de düzenleyen “örgüte” gelir de sağlanır! Açık büfe kahvaltının fiyatı ise 20 TL… Fiyat bu olduğuna göre, menü de oldukça zengindir herhalde!

“CUMOK İstanbul” adı altında etkinlik gösteren Cumhuriyet Okurları’nın internetteki sayfasında da bir söyleşi daveti var.

4 Aralık’ta yapılmış olmasına rağmen, hâlâ sayfada yer alan bu ilanda, Vatan gazetesi yazarları Can Ataklı ile Mustafa Mutlu’nun “Demokrasi ve Medya” konulu panelde okurlar ile söyleşecekleri duyuruluyor. Artık söyleşiden sonra onlar da kitap imzaladı mı ya da katılımcılara (20 TL fiyatla olmasa bile) kumanya verildi mi bilmiyorum.

Ama bu söyleşi, 4 Aralık’ta değil de bir ay sonra, diyelim ki 4 Ocak’ta, yapılacak olsaydı, acaba Cumhuriyet Okurları, “Demokrasi ve Medya” konulu bu söyleşide, gazete yazarlarından Mehmet Faraç’ın gazete yönetimi tarafından önce sansürlenip sonra da işten çıkartılması hakkında acaba ne derlerdi?

Konumuz, “Demokrasi ve Medya…”!

Ayrıca her iki “Cumhuriyet Okuru” girişiminin de sanki yazar kalmamış gibi Vatan gazetesi yazarlarına bu düşkünlüğü oldukça ilginç doğrusu!

86 yıl önce Cumhuriyet gazetesi yayına başladığında, Yunus Nadi ilk sayıdaki “Cumhuriyet’i Okuyuculara Sunuş” yazısında şunları söylüyordu:


“Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir.”

“Yeni Cumhuriyet”in rotasını merak edenler, “onu yayınlayanların siyasi hayatları”na bakmalıdır!

Ortada bir gazete var bugün: Yeni Yüzyıl, Radikal, Taraf ile aynı kulvarda “İkinci Cumhuriyet”e yelken açan “yeni Cumhuriyet”…

Ve bir de okur kitlesi var: kahvaltılarla ve gezilerle kendini avutan CUMOK…

Böyle başa, böyle tarak!

Hasan Cemal İlhan Selçuk’un sırrını açıkladı “Annesi ERMENİ”
Nisan 6, 2011

Geçtiğimiz yıl hayata veda eden Cumhuriyet Gazetesi’nin eski imtiyaz sahibi İlhan Selçuk’un kökeniyle ilgili iddialar, hep konuşuldu. Hasan Cemal büyük sırrı açıkladı.

Milliyet Yazarı Hasan Cemal dünkü yazısında, İlhan Selçuk’la ilgili şimdiye kadar bilinmeyen bir gerçeği aktardı.

Hasan Cemal’in yazdığına göre, İlhan Selçuk’un annesi Handan hanım Ermeni ve bunu hayatı boyunca sakladı. Bu nedenle İlhan Selçuk annesinin ölümünün ardından doyasıya yasını tutamadı.

İlhan Selçuk’un annesi Ermeniydi ve teyzesi Şişli’deki Ermeni mezarlığında yatıyordu. Ermeni arkadaşıma göre Selçuk bu işi kompleks yapmış, o yüzden bugün Ulusalcılığa savrulmuştu.
Hasan Cemal İlhan Selçuk’un sırrını açıkladı “Annesi ERMENİ”
Nisan 6, 2011 Geliştirici: karsidevrim
Geçtiğimiz yıl hayata veda eden Cumhuriyet Gazetesi’nin eski imtiyaz sahibi İlhan Selçuk’un kökeniyle ilgili iddialar, hep konuşuldu. Hasan Cemal büyük sırrı açıkladı.

Milliyet Yazarı Hasan Cemal dünkü yazısında, İlhan Selçuk’la ilgili şimdiye kadar bilinmeyen bir gerçeği aktardı.

Hasan Cemal’in yazdığına göre, İlhan Selçuk’un annesi Handan hanım Ermeni ve bunu hayatı boyunca sakladı. Bu nedenle İlhan Selçuk annesinin ölümünün ardından doyasıya yasını tutamadı.

İlhan Selçuk’un annesi Ermeniydi ve teyzesi Şişli’deki Ermeni mezarlığında yatıyordu. Ermeni arkadaşıma göre Selçuk bu işi kompleks yapmış, o yüzden bugün Ulusalcılığa savrulmuştu.

karsidevrim


NATOPERSTLER- Yalakalık İrsidir
Bülent ESİNOĞLU
22.04.2011

CIA’nın örtülü operasyonları, yayın organları tarafından, Türk halkının üzerine masum bir haber ve yorummuş gibi boca edilir.
Haber ve yorummuş gibi boca edilme işinde, hep Cumhuriyet Gazetesi öne çıkar. Solcu gibi görünmesi, halk nezdinde güven sağlıyor gibi görünmesi, bu tür haberlerin bu gazeteye sızdırılmasında önemli rol oynar.
Cumhuriyet Gazetesinin Dış Haberler Servisi, İsrail ve Amerika ile haberler yapar. İsrail ve Amerika’nın İslam ülkelerinde yaptığı mezalim, laiklik penceresinden Türk halkına çok doğru uygulamalar gibi aktarılır.
Cumhuriyet Gazetesinin Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer, “ Türkiye’de NATO’yu sevdirme Kampanyası” başlıklı bir makale yazmış.
Dikkatle okudum, Çakırözer’in bu sevdirme kampanyasının ne tarafında diye…
Son yıllarda, Türk halkının NATO’ya güvenini yitirdiğinden söz ediyor. NATO’nun Türk halkı nezdinde, yeniden güven kazanması için NATO gençlik üzerinde çalışma yapacakmış. Yazı bir makaleden ve yorumdan çok haber niteliğinde.
Yani medya kanalı ile NATO öyle bir imaj tazeleme çalışması yapacak ki, bize medya kanalı ile “NATO’yu sevin” diyecekler, bizde seveceğiz.
Çakırözer’in verdiği haberden sonra, şu cümlesine bakın, Cumhuriyet Gazetesinin en öndeki kişisinin, Amerika’yı bize sevdirmek için ne kadar uğraştığına siz karar verin.
“Veto gücüne sahip olduğumuz ve bölgesel-küresel barışı sağlamak için önemli görevler üslendiğimiz NATO’nun, Türk halkı nezdinde imajının düzeltilmesinin Türkiye’nin kendi ulusal çıkarları açısından önemlidir.”
Amerika’nın çıkarları ancak bu kadar ince bir teknikle savunulur. Bu cümledeki Türkiye kelimesini kaldırın yerine Amerika koyun daha iyi.
Yani Çakırözer’e göre, NATO’nun Afganistan da Müslümanların canına kıyması bir modernizasyon ve demokrasi hareketi. NATO’nun Libya saldırısı demokrasi hareketi oluyor.
Türk halkı bu beyleri solcu sanıyor. Cumhuriyet Gazetesini de solcu sanıyor.
Emperyalizmi bize küreselleşme ve demokrasi diye anlatanlar solcu olamazlar.
Çakırözer’in şunu bildiğinden eminim.
NATO bir savunma örgütü değildir.
NATO Batının saldırı aygıtıdır.
NATO savunmaz böler.
Emperyalizmin Türk halkı nezdinde imajını düzeltmeye Cumhuriyet Gazetesinin gücü yetmez.
Emperyalizme, emperyalizm denir. Başka bir şey denmez. Emperyalizmi, uluslar arası ilişkiymiş gibi Türk halkına kakalamanın artık modası geçmiştir.
Cumhuriyet Gazetesinin de sürekli tiraj kaybetmesi de bundandır.
Emperyalizme karşı olmadan solcu olunamaz. Anti emperyalizmin kendini ifade ettiği tek gazetenin Aydınlık olacağı görünmektedir.

http://www.ordumillet.com/

Cumhuriyet'ten ABD'ye CHP Çağrısı
06 Temmuz 2011
"ABD karşıtlığı"yla bilinen "ulusalcı" Cumhuriyet CHP'nin yemin kriziyle ilgili ABD'yi göreve çağırdı...
Analiz/Aktifhaber

Cumhuriyet Gazetesi ve CHP...

Her ikisi de kamuoyunda "ulusalcı" imajı çizse de ilk sıkıştıklarında soluğu AB'de ve ABD'de alıyor. En ufak bir krizde kendilerini ele veriyorlar.

Tıpkı rahmetli İlhan Selçuk gibi.

Kamuoyunda "Amerikan ve emperyalizm karşıtı" olarak bilinen İlhan Selçuk, Ergenekon'dan sıkışınca dönemin ABD Başkanı Bush'a mektup döşenmişti.

Hayata gözlerini bir Amerikan Hastanesi'nde kapatan İlhan Selçuk, gazetecilik mesleğine ilk atıldığı dönemlerde özel bir davetle Amerika'ya gitmiş, ülkenin bütün eyaletlerini bir mihmandar eşliğinde gezmiş; görüp gözettiklerini de bugün piyasada asla bulamayacağınız bir kitapta toplamıştı.

"Amerikan Karşıtı" İlhan Selçuk'un "Güzel Amerikalı" kitabı...

Neyse konumuz İlhan Selçuk değil.

"Ulusalcı" Cumhuriyet ve "Milli İrade" diyen CHP

Cumhuriyet Gazetesi'nden başlayalım.

Gazetenin Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer bugünkü yazısında CHP'nin yemin etmeyerek Meclisi boykot etmesi sonrası içine düştüğü hazin durum nedeniyle AB'yi ve daha çok ABD'yi göreve çağırmış.

"AB Sesini Yükseltiyor, ABD Suskunluğunu Koruyor" başlıklı yazısında açıkça ABD'yi ses vermeye, Türkiye'nin içişlerine karışmasına davet ediyor.

Çakırözer, "Demokrasi için ses verilmeli" ara başlıklı yazısının son bölümünde şu ifadeyi kullanıyor:

"TBMM'nin çalışmalarını üyelerinin üçte birinin katılmadığı bir ortamda yürütme zorunda bırakılmasına sessiz kalmak, hem "Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdi" diyen AB, hem de "Türkiye demokrasi arayışları için model" diyen ABD için ciddi çelişki oluşturacaktır"

CHP'nin yemin kriziyle ilgili "ABD sessizliğini koruyor" diyen Utku Çakırözer yazısının son bölümünde açık açık ABD'yi bu konuyla ilgili göreve çağırıyor.

CHP de Cumhuriyet gibi aynı hataya düşmüş durumda.

Çözümü hep milletin dışında arıyorlar. Önceki gün Yunanistan'daki Sosyalist Enternasyonel toplantısına giden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye'yi AB'ye şikayet etmişti.

Peki bu sorun Türkiye'yi AB'ye ABD'ye şikayet ederek çözülür mü?

Önceden siyasi düzlemde bir engelle karşılaştıklarında sorunu "zinde güçlere" ya da arka bahçeleri gibi gördükleri "yüksek yargıya" havale ederken şimdi bu yolların tıkınması neticesinde AB'den ABD'den medet umar hale geldiler...
aktifhaber

Cumhuriyet gazetesinde Gülen cemaati kavgası
13.04.2012



Cumhuriyet gazetesi yazarı, gazetesini Gülen cemaatine bağlı TUSCON'u övmekle eleştirdi
T24
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Sönmez, Gülen cemaatinin kendi medya organlarının dışında kalan gazeteleri ve gazetecileri de "kafalamaya" çalıştığını öne sürdü. Sönmez, cemaatin ekonomi alanında örgütlenmesini TUSCON'la yaptığını belirterek, Cumhuriyet'i de TUSCON'a methiyeler düzmekle eleştirdi. Sönmez, "Kuşkusuz bunca kokuşmuşluk içinde onuruyla, meslek ahlakına halel getirmeden, kirli mutfaklarda direnerek namusuyla çalışanlar hep oldu ve hâlâ az da olsa vardır. Zaten önemli olan, nerede olduğumuz değil, nasıl durduğumuz değil midir?" diye sordu. Sönmez'in köşesinde eleştirdiği haberlerden birisi Cumhuriyet Gazetesi Ekonomi Servisi Müdürü Hasan Eriş'in imzasını taşıyor.

Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Hikmet Çetinkaya da onlarca davasına hedef olduğu Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kahvaltı davetini kabul ederek hareketin temsilcileriyle uzun bir sohbette bulunmuştu.

Doğan Akın: Hikmet Çetinkaya Gülen cemaati ile görüştü!

Mustafa Sönmez'in "Medya Mutfağında Kirlenme ve Ekonomi" başlığıyla yayımlanan (13 Nisan 2012) yazısı şöyle:


Medya Mutfağında Kirlenme ve Ekonomi

Medyanın endüstriyel boyuta sıçraması sürecinde ve sonrasında gazetelerin, dergilerin, TV kanallarının en stratejik bölümleri “ekonomi servisleri” oldu, dersek abartmış olur muyuz? Bizde, 1980 öncesinde medya, endüstri boyutunda olmadığı gibi, ekonomi servisi diye adlandırılan bölümler, ekonomi sayfaları da yoktu. Gazetelerde önce 1, derken birkaç sayfanın ekonomiye ayrılması; ekonomi gazetelerinin, haftalık, aylık ekonomi dergilerin yayımlanması, 1980 miladıyla gerçekleşti. 12 Eylül ile el ele icra edilen 24 Ocak kararları sonrasında giren dış sermaye ile büyüyen ekonomide, reklam pazarı da büyüdü. Derken, İMKB’nin kuruluşu, piyasaların oluşması ekonomi gazeteciliğinin eylem alanını iyice genişletti. Sektör dergileri, kariyer dergileri vs. biçiminde ince işbölümlerine gidildi yayıncılıkta.

Kısa sürede, gazetecilik yaparken reklam geliri de sağlamak doğrusunun yerini, reklam geliri için gazetecilik yapmak çarpıklığı aldı. Reklam pazarından daha çok pay almak, şirketlerle, bankalarla iyi ilişkilerden, onların haberlerine yer vermekten geçince, ekonomi gazeteciliği de değere bindi. Dahası, Özal ile birlikte oluşturulan medya-ticaret-siyaset üçgenine birçok sermayedarın balıklama atlaması ile ekonomi servisleri, ekonomi gazetecileri, yorumcuları önem kazandı. 1990 sonrasında çok kanallı düzene geçişle birlikte, yazılı ekonomi basını ve basında ekonomiye, bu kez, televizyonda ekonomi ve ekonomi televizyonculuğu eklendi.

***

Medya endüstrisinin ana gelir kaynağı reklam olunca ve reklama erişim, habere erişimin önüne geçince, objektif habercilik, yorumda özgürlük ve çeşitlilik, öncelikle ekonomi haberciliğinde, hakkın rahmetine uğradı. Gazete üst yönetimleri ekonomi servislerinden şirket ve banka haberlerine yer vermelerini, CEO röportajlarını sıklaştırmalarını, hükümet icraatları ve performanslarını iyi göstermelerini istedi. Banka, şirket yönetim kurulu üyeleri, köşe yazarı yapıldı. Patronlar, bu kırmızı çizgiler içinde kalan gazetecilerle çalışmayı tercih ederken çizgi dışı olanları, anında tasfiye etti. Giderek ekonomi editoryası ile reklam servisleri iç içe çalışmaya başladı. Reklamverenleri birlikte ziyaret edip “çözüm ortaklığı” önerdiler. Bu yeni ağda ekonomi servisleri, medyanın gerçekten de en erken kirletilen, meslek ahlakının hızla yok edildiği bölümler oldu. Mazeret hazırdı; işletme çarkını döndürmek, maaşları ödemek için bunlar yapılmalıydı, hem, herkes aynı şeyi yapıyordu...

Balık baştan kokunca alttakiler de, bal tutanlar olarak parmaklarını yalamaktan, küçük rüşvetler kabul etmekten geri durmadı. Şirket hediyeleri, seyahatler karşılığı haber girmenin, davetlere şirket haberleriyle karşılık vermenin yolu açıldı. Bir dönem, gazetecilikte utanılacak şeyler olarak kabul edilenler, giderek hoş görülmeye, bir “norm”a dönüşmeye başladı. Bu eğilim, adına PR ya da halkla ilişkiler denilen aracı sektörü de büyüttü. Çoğu, eski gazeteci, medyadaki ilişkilerini kullanarak şirketlere “reklamı haberleştirme” servisi verme ve bunun işbirliğini yapan gazeteci ve editörlerle hasılatı kırışma üstüne kurulu iş kurmaya başladı.

Gazete, dergi ya da kanala reklam akışı sürdükçe ekonomi servisinin rüşvetçiliğine “yukarısı” da göz yumdu, hatta pay istediği oldu. Bu rüşvetçiliğe bulaşma, göz yumma, medya çalışanlarının sendikalaşmasının, editoryasının patronaja karşı görece özerkliğini tesis etmesinin de önünü kesen, yukarıdakilerce beslenen bir hastalık.

Medyayı satın alma, sadece şirket ve finansın işi değildir. Bizzat medya patronları öteki sektörlerdeki şirketlerinin imaj haberlerini, ekonomi servislerine yaptırırlar. Servis, holdingiyle adeta özdeşleştirilir. Durumdan vazife çıkarır. “Bizim grubun bankası, bizim firmalar için ne yapabiliriz?” diye yanıp tutuşur. Aynı şekilde rakibe belden aşağıya vurulacaksa tetikçilik, ekonomi servisi elemanlarına yaptırılır. Örneği o kadar çoktur ki…

Bu kadarla da kalmaz tabii ki. Medyadan, özellikle ekonomi servislerinden siyasetin, iktidarların da beklentileri olur. Eleştirilerden rahatsız oldukları an patronların kulağını, patron da ekonomi editörünün, yazarının kulağını çeker.

Al gülüm-ver gülüm düzeni, diğer servislerde yok mudur? Vardır elbette; spor medyası ile spor kulüpleri arasında, sağlık medyası ile özel hastane ve ilaç firmaları arasında, magazin basını ile eğlence endüstrisi arasında da kirli ilişki örnekleri az değildir.

***

Medyayı kullanmada sıraya girenlerin bir diğeri de son zamanlarda The Cemaat ya da kendine taktığı yeni adla Hizmet’tir. Gülen Hareketinin, kendi geniş medya ağıyla yetinmeyip Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı aracılığıyla, sağcı, solcu demeden grup dışındaki gazetecileri boş bırakmadığını biliyoruz. Onlara ödüller vererek, Gülen okullarına, Pensilvanya’ya, dış gezilere davet ederek ‘kafalamaya çalıştıklarını’ bilmeyen kalmadı. Aynı şeyi ekonomi alanında da cemaatin sermaye örgütlenmesi TUSKON yapıyor şimdilerde… Medyayı dış gezilere, Afrikalardan Amerikalara kadar gezdiriyor. Emperyalizm karikatürü yayılmacılığını marifetmiş gibi gösteriyor. Davete katılanlar da dönüşte döşeniyorlar TUSKON’a methiyeleri… Bunlardan ikisi ne yazık ki, Cumhuriyet’in ekonomi sayfalarında da yer aldı son 1 ayda; “Anadolu Kaplanları Kenya’da (12 Mart), Dünya kazan TUSKON kepçe (11 Nisan)… Okurlardan iletiler alıyorum; “Bu gazetenin her gün birinci sayfasında, cemaat marifetli komplolar haberleştirilirken, Silivri’deki Balbay’ın çürütüldüğü gün sayısının çetelesi tutulurken, gazetenin öteki sayfalarında aynı cemaatin şirketlerine ‘güzelleme’ neyin nesidir?” …Kim, ne diyebilir?

***

Kuşkusuz bunca kokuşmuşluk içinde onuruyla, meslek ahlakına halel getirmeden, kirli mutfaklarda direnerek namusuyla çalışanlar hep oldu ve hâlâ az da olsa vardır. Zaten önemli olan, nerede olduğumuz değil, nasıl durduğumuz değil midir? Yazdıklarımdan, yarası olanlar gocunsunlar, hatta gocunmayacak kadar kaşarlanmış da olabilirler..

http://t24.com.tr/haber/cumhuriyet-gazetesinde-gulen-kavgasi/201611
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Nis 03, 2012 5:32 pm    Mesaj konusu: Cumhuriyet'teki o sayfa: Kemalist Türkiye'den faşist İtalya' Alıntıyla Cevap Gönder

Cumhuriyet'teki o sayfa: Kemalist Türkiye'den faşist İtalya'ya selam!
Doğan Akın
03.04.2012



Başbakan Tayyip Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında gösterdiği gazete sayfaları, Türk basın tarihi için bir süredir T24'te seçtiğimiz sayfalar arasındaydı. Başbakan'ın ekibinin, geçtiğimiz günlerde dijital ortama aktarılan ve kamuoyunun kullanımına açılan Cumhuriyet gazetesi arşivlerinde kısa sürede sıkı bir çalışma yaptığı anlaşılıyor.

Bizim T24'teki çalışmamızın hareket noktası, Türkiye'de basının başlangıçtan itibaren devlet ve resmi ideolojiyle ilişkisi ve bu ilişki üzerinden kurulan dildi. Bugünkü manzara nasıl bir geçmişin mirasıydı, sorusuna cevap ararken bulduğumuz çarpıcı cevaplardan biri de, Başvekil İsmet İnönü'nün İtalya gezisine çıktığı 22 Mayıs 1932'de yayımlanan Cumhuriyet gazetesiydi.

Başbakan'ın dün AKP grubundan birinci sayfasını gösterdiği o gazeteye birlikte göz atalım.

Aslında gazetenin, bugünkü ölçülerle “dokuz sütuna” çektiği başlık fazla söze gerek bırakmıyor:

Kemalist Türkiye'den faşist İtalya'ya selam!

Manşetteki bu başlığın altında, gemiyle yapılacak gezi için “Başvekil bu sabah şehrimizden geçerek İtalya'ya gidiyor” spotu kullanılmış.

Faşist Parti bayrağı ile ay yıldız iç içe

“Haber” için, o sırada İtalya Başbakanı olan Nasyonal Faşist Parti lideri Benito Mussolini (Il Duce) ve Başvekil İsmet İnönü'nün portre fotoğraflarının arasında kullanılan ilginç bir grafik de yapılmış. Bu görselde Nasyonal Faşist Parti'nin (PNF) “devlet gücü, halk gücü ve birlikteliği” sembolize eden baltalı bayrağı ile Türk bayrağının ay yıldızı üst üste oturtulmuş!

Lider kültü ve otoritesine dayalı iki ülke arasındaki ziyaret için hazırlanan bu görselin altında “Kemalist Türkiye ile faşist İtalya'nın dostluğunu temsil eden iki başvekil; İsmet Paşa ve Mussolini” ifadesi geçiyor.

İsmet Paşa'nın Ankara Garı'ndan İstanbul'a hareket etmek üzere trene bindiğini, “Gazi Hazretleri'nin İsmet Paşa Hazretleri'ni Çiftlik istasyonuna kadar uğurladığını” da duyuran gazetedeki yazılarda “faşist İtalya”ya övgüler içeren yazılar dikkat çekiyor.

Başyazı: Faşizm geldi ve...

Yazılardan ilki, gazetenin sahibi ve başyazarı, aynı zamanda Muğla Mebusu olan Yunus Nadi'ye ait. Nadi'nin “Başlı başına bir tarih” başlığı ve “Faşist Italya ile Kemalist Türkiye arasındaki dostluğun asıl kıymeti nedir? Spotu taşıyan yazısından bazı satırlar şöyle:

- Türkiye'de biz umumî harp neticesinde tasfiye olunan Osmanlı tmparatorluğunun ankazından yepyeni ve tamamen asrî inkılâpçı ve milliyetçi bir Türk milleti çıkarırken İtalya da İtalyan milletini asrın en mütekâmil bir cemîyeti haline yükselten Faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve mubabbetlerîne mazhar olmaktan kuvvet buluyordu.

- Afyonkarahisarı'nın tekrar Türk'ler tarafından istirdat olunduğu haberi geldiği zaman bütün Roma'da sanki İtalya bir zafer kazanmışcasına meserretler izhar olunmuştu. Sonra Faşizm geldi, ve araya anlaşmamazlıklar sokmak istiyen bir sürü haricî gayretlere rağmen Faşist İtalya Türk dostluğunu daha realist bir salâbetle tuttu.

- Hakikat şu idi ki evvel ve ahir hakka riayet şeklinde Türk dostluğunu tutan İtalyan milleti idi, ve Faşizm idaresi İtalyan milletinin en hakikî hüviyeti ile tebarüz ettiği bir rejim idi.

- İtalyan milletinin Türkiye've karsı dostluğu bilhassa Fasizmin İtalyada hal ve mevkie hâkimiyetinden sonra müsbet ve filî sahalara intikal etmiştir, ve bu hususta Yeni İtalya'nın

Başbuğu M. Musolini'nin hissesi büyüktür.

Falih Rıfkı: Faşizm on senede elli senelik iş görmüştür



İsmet Paşa'nın ziyaretiyle ilgili diğer yazı, ertesi gün, Cumhuriyet'in 23 Mayıs 1932 sayılı nüshasında yayımlanıyor ve Falih Rıfkı (Atay) imzasını taşıyor. “Dünkü İtalya ve bugünkü İtalya” başlığı ile altında “Faşizm on senede bütün bir memleketin manzarısını değiştirmiştir” spotunu taşıyan Falih Rıfkı'nın yazısının da bulunduğu beşinci sayfa tamamen İtalya'ya ayrılmış. Sayfanın tepesinde dokuz sütuna yayılmış “Dost ve Faşist İtalya'ya Dair” başlığı var.

Falih Rıfkı'nın uzun yazısından bazı satırlar da şöyle:

- Cenup İtalya şehirleri, garp memleketlerinin en pis, karışık ve düzensiz şehirleri idi. Napoli'nin iç sokaklarından geçmek zordu. Brendizi'nin dar yollarından bir insan taaffünü vardı. Faşizm on senede bütün bu manzarayi değiştirmiştir. Servisler, şimdi, bütün Avrupa'nın en iyi işliyenlerindendir; sağlam bir hiyerarşi kurulmuş, sokak süpürücüsünden büyük idare adamlarına kadar, herkes iş başında ve size yardım etmeğe hazırdır; gümrük ve polis, eskisinin zıttıdır; Brendizi'nin iki tarafı hem dükkân, hem yatak odası, hem mutfak hizmeti gören höcrelerle çevrilmiş dar sokaklan bile tertemizdir.

- Yeni bir rejim, inşa etmeden duramaz. İnşa enerjinin fışkırışıdır. İnşa ve umran durduğu zaman, ruhlarda ve kafalarda bir ateşin sönmüş olduğuna inanmak lâzım gelir. Faşistler çok inşa etmişlerdir. İtalya'mn her şehri, Faşizm şehirciliğinin ve umranının büyük küçük, fakat mutlak kıymetli eserlerini size göstermektedirler.

- Faşizm, on senede elli senelik iş görmüştür: Mussolini ve Faşizm, yarın, başka bir gün belki düşebilir. Fakat bu eserlerin kaybolmak ihtimali yoktur.

- Evet, İtalya'da Fransız demokrasisi bulamıyacaksmız. Faşizm, ferdî parlâmento demokrasisine karşı ayaklanmış rejimlerdendir: «Bir prensip ki milletleri zayıflatır, doğrusu o değildir.»

- İtalya'yı bitiren disiplinsizlik idi. Faşizm bir otorite doktrinidir Her milleti, içinde bulunduğu şartlara en uygun sistemleri araştırmakta serbest bırakmak lâzım gelir. Faşizm, bir inkılâp mıdır? Hayır... Bir irtica mıdır? Hayır.. Faşizm yalnız İtalyan'lığa mahsus ve İtalya'nın şartlarına uygun bir sistemdir. Bu sistem, garp demokrasisi müesseselerinin, yeni hareketlere karsı, son tutunuş tecrübesi telâkki olunabilir.

Rus'lar, faşizmi, artık mukavemet mümkün olmıyan marksizme karşı burjuvazinin tavizatı gibi addetmektedirler. Faşistlerin fikri başkadır. Faşistler, hiç bir sınıfa bağlı olmadıkları gibi, hiç bir sisteme esir olmadıklarını söylemektedirler.

Faşizm, sınıf, grup ve şahısların menfaatleri üstünde bir devlet telâkkisine bağh olduğu için, cemiyetin bütün yeni inkişaflarının peşinden gitmeyi, lüzum oldukça değişmeyi, usul, fikir ve karar değiştirmeği tabiî sayar.

Gazete sayfalarından cumhuriyet tarihi

Falih Rıfkı, devrime karşı ve devriminhayatlarını güçleştirdiği insanları dört gruba ayırırken birinci grubu şöyle tarif ediyor:

“Korkaklar ve hayatlannda bir defa cesaret hissetmemiş olanlar: Bu korkaklar faşist rejiminin hadden aşırı ileri gittiğini ve ipin çok gerildiğini zannederler. Bunlar kendilerini besiye bırakanlardır ve artık inkılâp havasını teneffüs edemezler.”

Cumhuriyet'in 22 ve 23 Mayıs 1932 sayılı nüshalarında faşizme övgü satırları, başka sütunlarda da devam ediyor. Falih Rıfkı'nın yazısının hemen yanında “Antonio Mongerdi” imzasıyla yayımlanan “Faşist İtalya'da Ziraat ve sanayi” başlıklı yazının spotunda “Musolini'nin ziraat kanunu, İtalya'nın istiklal ve inkişafını temin etmiştir” ifadesi geçiyor.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Anayasa Hukuku hocamız Prof. Yavuz Sabuncu, “sadece Cumhuriyet okuyarak Mülkiye'yi bitirebilirsiniz” derdi. Çok zamansız kaybettiğimiz hocamız, elbette 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye'nin aydın ve demokratları için sığınak olan Cumhuriyet'ten söz ediyordu.

Ne dersiniz; geçmişimizle gerçekçi bir şekilde yüzleşmek ve dürüst bir muhasebe yapmak için gazete sayfalarından yazılmış bir cumhuriyet tarihi bile büyük bir adım olmaz mı?

Kaynak: http://t24.com.tr/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com