EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

MAHREM VE MEKÂN

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Eyl 05, 2013 12:54 am    Mesaj konusu: MAHREM VE MEKÂN Alıntıyla Cevap Gönder

MAHREM VE MEKÂN
Lütfi Bergen



“Kent havası insanı özgür kılar” (Stadtluft macht frei). Bu Alman atasözü kentin “özgürleştirici” olduğunu idealize ediyor, “ideal insanlık durumu”nu gelecekleştiriyor. Modern toplumları oluşturan kavramlar Batı düşüncesinden Batı dışı toplumların düşüncesine sirayet ederek bir devamlılık arzediyor; Batı dışını belirliyor. Batı dillerinde uygarlık (civilization), kent (city, civitas), kibarlık (civilité), yurttaş/ kentdaş (citizen) kavramları ile karşılanıyor. Bu kavramların Batı’da belli bir sınıfın tavrını ifade ettiğini anlamak zor değil. Ayrıca Yunanca’daki kent (polis) sözcüğünün siyaset (politiae) ile aynı kökten gelmesi şaşırtıcı olmuyor. Batı’da kent bir ekonomik ve siyasal varlık olarak feodal sistemin temellerini aşındırır. Kent, siyasal araçlarıyla feodal efendinin erkini kendisine teslim etmeye zorlar, ekonomik araçlarıyla ise onları baştan çıkarır. Her haliyle kent “bırakınız yapsınlar” diyecek ve bireylerden oluşan “özgür toplumu”na ancak başkalarının özgürlük alanlarıyla sınırlandırma getiren mekân sunacaktır. Bu mekan bize ait bir mekân değildir.

Bazı yazarlar “medine”nin “şehir” olduğundan hareketle Batı kentini İslam’ın “medine”si ile aynı manada ele aldılar. Burada bir şey unutulmuş görünüyor. “Medine” din ile kurulmuş bir şehirdir. Yani yurttaşlara ait bir mekân değil medine. Dindarlarla oluşmuş bir mekân. Eğer bu mekânda gayr-ı müslim olarak yaşamak istiyorsanız “medine vesikası” ile şehre bağlanmak zorundasınız. Bunun dindarların hukukuna riayet etmek demek olduğu da ortadadır. Medine, bu yapısı ile çift hukuk getirmekteydi. Dindarların (müslümanların) bağlı olduğu hukuk ve gayr-ı İslamî bir hayat sürmek isteyenlerin laik/evrensel insan haklarına bağlı hukukları.

Her hal ve kayıtta bu şehir hukukunun aileden başladığını kabul etmemiz gerekir. Medine, dindar bir toplum tasavvuru idi ve “ev”den başlamaktaydı. Bu “ev” bir konut değildir. İçinde aile oturmaktadır. Medine’li müslümanlar, Mekke’den hicret edenlerin bekar oluşlarını toplumsal bir mesele sayarak şunu demişlerdi: “İşte karılarım, hangisini seçersen onu boşayayım, seninle evlendireyim.”

Modern toplumların bir kurum halinde kavramaktan mahrum kaldıkları “ev” bütün zamanlar boyunca peygamberlerin Müslüman bir toplum inşaında temel aldığı toplumsal birim olmuştur. Bunun iktisadî bir birim olduğu da ifade edilmelidir. Musa (as) Hz. Şuayb (as)’ın kızı ile evlenebilmek için mehir anlaşması yapmıştı. Nihayet Musa (as) mehrini on yıla tamamladıktan sonra aile haline gelir ve Mısır’a gider. Mısır’da peygamberliğinin gereğini yerine getirmesi istendiğinde ilk yapması gerekenin yine “ev” kurmak yani mekânı inşa etmek olduğu açıktır. Dolayısıyla “ev” Müslüman “biz” olan en küçük toplumun (aile) hem toprağıdır, vatanıdır; hem de mahremiyet elbisesidir. Musa örneğinde de “ev” dinin inşa ettiği bir mekân olarak ortaya çıkar. Toprağı/ev’i olmayanın Tanrı’sı da olmayacaktır. İnsanın varoluş temeli de “halifetu’l arz” kavramıyla ifade edilmiştir. İnsanın toprakla ilişkisi, mekânla ilişkisi varoluşsaldır. Ancak o, buraya atılmamıştır. Zira insan cennet bahçesine yerleştirilmemiş halde iken bile “halifetu’l arz” olmak saikiyle yaratılmış, mekâna nazaran var edilmişti.

Buna rağmen modern mimari insanın evsizliğinin başlıca sorumlusudur. Yükseklik tasavvuru, gökdelen ya da apartman, tekebbür ilmidir. Göçebelik modern toplumda flaneorlük üzerinden yeniden üretilmiştir. Bu üretim dışı bir seyir halidir. Aylaklık konutta yeniden yapılaştırılır. Kentlerde mahalle kalmaması cemaatin yitimidir. Kentlerin temelinde kapitalizm bulunuyor.

Kentleşmeye dönük modernizasyon, büyük kentlerin ya da metropol bölgelerinin ağırlığını arttırmıştır. Bugün Avrupa, Asya, Amerika ve Kuzey Afrika nüfusunun yarıdan fazlası ağırlıkla kent bölgelerinde yaşıyor. Dünya nüfusunun kalan yekûnu ise kentleşme baskısı altında. Kentlerde yaşayan halklar, yöneticilerini kenti iyi yönetemediği için eleştiriyor; ama kentin kendi var oluşsal durumunu eleştirmiyor. Kente dair beklentilerle kentin kendisi totaliter bir puta dönüşüyor. “Bana” ait bir hayatı tanzim etmeye niyet etmiş mimarlık ve belediye anlayışı ile yapılmış konutlar, yerleşim yerleri üzerinden bir hayat dayatıyor. Artık kentleri dönüştürmek gerekiyor. Bir ütopya gerekiyor. Mekânı yeniden tanımlamak gerekiyor.

Bu mekanda kadının mekânla ilintisini yeniden anlamlandırmak başlıca derdimizdir. Sombart “Aşk Lüks Kapitalizm” adlı kitabında kapitalizmin lüks tüketiminin alıcısının kadınlar olduğundan bahsetmişti. Kadın dört duvar arasında da, sokaklarda da kendi onur ve izzetine uygun bir “tabiat” bulamıyor. Mekân arayışı bitmiyor. Bir manâda kadının bedeni istiladadır: makyaj, temaşa, flaneurluk kadın bedeninde gezinir. Kadının bireysel kurtuluşu kendisine de yaramamıştır. Ağlayan bebeği bağrına bastırmaya özlem çekmektedir. Mevcut konutlar onun dünyasını içine alacak kadar da geniş değildir. Kadının özgürleşmesi onun Kur’an’da zikri geçen meveddet/vüdd duygusundan mahrumiyeti ile sonuçlanmıştır. Meveddet bulamayan kadının hüznü artmıştır. Kadın modern kentin mekânlarında bir mobbing aracına dönüşmüştür; iğrenç bir cinsellik nazarının gözaltındadır. Kentlerde büyük bir didişme içindedir. Bu onun “latif- nazenin bir varlık, zinet” vasfını silmiştir.

İslam ile başlayan “ev” kadını inşa ediyor. Çünkü kadın yoksa aile-“müslüman biz” olan bir toplum birimi ortaya çıkmayacaktır. Kadın doğurmak zorundadır. "Biz" bu doğuma muhtaçtır.

Kadının doğurması için “ev”e gereksinimi vardır. Modern kadın mekânını kaybetmekle, tüketiminin giderlerini karşılamak için flaneur’a dönüşmekte, sokakta yaşamaya zorlanmaktadır. Mekânı oluşturma fırsatı varken bu fırsatı kaybetmiş, “ev”i, mekânı konutla değiştirmiştir.

Batı kadınları ile Osmanlı kadınları arasındaki en önemli farkın Osmanlı kadınının mülkleri üzerindeki haklarını korumak için kolaylıkla mahkemeye gidebilmeleri olduğunu artık biliyoruz. 20. asra kadar Avrupa’da evli kadınlarının vasilerinin izni olmaksızın kocalarını ya da başkalarını mahkemeye veremediği hakkında araştırmalar bulunuyor. Osmanlı kadını kocası ölünce ortada kalmamaktaydı. Geçmiş toplumsal yapımızda iaşesi temin edilen; letafeti, iffeti, izzeti korunan kadının içinde yaşadığı mekânın modern toplum durumumuzda bir karşılığını bulmaya mecburuz.

Modern sosyolojide kentlerin “ev”e karşı duruşu hakkında derin mülahazalar var. W. Benjamin, “Cadde, flanéur için konuta dönüşür; sokaktaki adam, kendi dört duvarının arasında nasıl evinde olduğunu duyumsarsa, flanéur de bina cepheleri arasında kendini evindeymiş gibi duyumsar” diyerek modern insanın yalnızlığını ve evsizliğini vurgulamaktadır. İnsanın kök salmak, manevî bir hayat kurmak, hatta en önemlisi aile haline gelmek imkânını sağlayan ev, sanayi kentleşmesi ile dumura uğratılınca birey artık “dışarıda” varlık sürdüren biri haline geldi. Sürekli hareket (sanayi işi) ve gezinti (boş zaman etkinliği) halinde olması istenen modern birey, (otorite tarafından) düşünülmüş (cogito) dünyasında rasyonelleşmiş dünyaya karşı konumlandı ve onun gelişimine engelmiş gibi değerlendirildi. Birey olduğunda da evi kalmadı. Evsizlik, mekânsızlık, isimsizlik, kimliksizlik, tarihsizlik hatta cinsiyetsizlik modern zamanlarda insana dayatılmıştır.

İki kültür arasında kaldığımızı düşünebiliriz. Toplumu aileden başlatamayan kültürlerin ev’i yaşatmaları imkân dışı görünüyor. Bireye yönelen bir toplum inşaı için ev elbette yıkılmaya mahkûm görünüyor. Bu manada ev, ailenin zırhı şeklinde değerlendirilebilir. Ev, başka evlerle “birliktedir.” Mahalle de “cemaat” sayılmaktadır. Bu döngüsel yapıyı ve kurumsal imkanı sağlayan dindir. Dinî bir intisap olmadan bu yapının kurulmasının mümkün olmadığını düşünüyoruz. Üstelik bu mekânın birey dindarlığı ile değil toplumsal bir dindarlıkla gerçekleşebileceği de sistemin doğası gereğidir. Bir mekân arayışında olduğumuz, kaybedilmiş mekânı aradığımız açıktır. Ailenin mekânını arıyoruz. Kadın kimliğini aile-ev kavramının içinde temellendirmeye çalışıyoruz. Çünkü kadın erkeğin de mekânını var edendir. Bir toplumu inşa etmek istiyorsanız kadını inşa etmek mecburiyetinde olduğunuz açıktır. Kadını mekânıyla yeniden inşa edebilmek için fikirlere ihtiyacımız bulunmaktadır.

Kadının mekânını “mahrem alan” görmek kadının bir “ev”e tıkıştırılmasını da gerektirmiyor. Tam tersine erkeğin iş’in yapıldığı alana itelenmesini zorlayan bir durum bu. Erkek gündelik hayatın sürdürüldüğü bu mekana (mahrem alana) giremeyecektir. Mahallenin asıl amacı maişeti kazanan erkeği maişet zamanı boyunca mahrem alandan uzak tutmaktır. Böylece mahalle dışında kadına ulaşmak imkan dışı kalıyor. İslam dini sergüzeşt, boşta gezer, aylak erkek tipine bu nedenle olumlu bakmamaktadır. Bir işi olmayan erkeğe değer verilmediğini, Hz. Peygamber’in boş oturan birini gördüğünde selam vermediğini bu kapsamda değerlendiriyoruz.

Musa kıssasında çoban kızlar Musa’nın çobanlık yapmasını sağlayarak kendilerini maişetle uğraşmaktan geri çekmişlerdi. İslam düşüncesinde kadın evin maişetini karşılamak yükümlülüğünde biri değil. Modernite ile karşılaşan Müslüman toplum şunu ifade etmek zorunda; nüfusun cinsiyetçi bir emek şekillenmesi var mıdır? Soru Müslüman toplumların hayati meselesi olarak ortaya çıkıyor. Çünkü soruya verilen cevap toplumsal yapıyı değiştirecek. Tüketim toplumunun kriterleri ürün yelpazesine bireysel ulaşıma verdiği önemle belirleniyor. Eşya çoğallaşması modern toplumun ideal ufkuna döndürülmüş görünüyor. Osmanlı-İslam kültürü ise kendi bölgesinde bulunan hammaddeleri kendisi üreterek yaşayan bir topluma yaslanmaktaydı. “Başkalarının” üretip kent merkezlerine getirdiği mamülleri-gıdaları vitrinleyen-tezgahlayan bir teşhir, mekânı yeniden belirlemektedir. Ulaşımda hayvan kullanan bir köye 2 km.lik bir asfalt yol yapıldığını düşünün. Bu köyün muhtarına da bir otomobil ve benzinin verildiğini... Mekâna yapılan bu müdahalenin toplumun ahlâk, emek, tüketim, zengin-fakir yapısını değiştirmesi kaçınılmaz olacaktır. Örnek Ali Şeriati’nin Medeniyet ve Modernizm kitabında anlatılmıştı. Müslüman toplumlar Batı’da üretilen teknik mamüllerle mekânlarını da kaybettiler. Otoyolun şehrin merkezi sayılan caminin yerine ikamesinden bahsediyoruz. Evlerin-mahallelerin arasındaki cami mahremiyeti kubbesi altına alırken, mahalleleri bozan cadde ve sokaklar Müslüman insanın mahrem alanını yıkmıştır.

Bu çerçevede bir kadının “pardesümü giyerim dışarı çıkarım” dediğinde tesettürü koruduğu ama mahrem alandan dışarı çıktığını düşünmek yanlış bir değerlendirme olmayacak. Çünkü İslam şehrinde mahrem alan erkeğin geçimi temin ettiği alana dahil değil. Aslında İslam şehrinde vitrin-cadde-alış veriş merkezi- buluşma mekânları da olmayacağı için kadının dışarı çıkması demek iş’in yapıldığı alana çıkılması demekti. Yani sanayi-manifaktür vb. üretim sahasına. Tesettürle kadının “dışarı” çıkarılması İslamcı kadın yazarların öngördüğü neticeleri hasıl etmemektedir. “Dışarıdaki kadın” geleneksel kültürün içinde rahatsızlığını dile getirdiği erkek egemen- ataerkil baskıdan kurtulayım derken tüketim kültürünün baskısı altına girmektedir. Elbette ki tüketim kültürünün haz ürettiği yadsınamaz, ancak bunun sürekliliği için bu hazzın bedelini ödemek ve ona uyum sağlamak istenecektir. İslamcı kadın yazarların kadının yazgısı için söyleyebileceği bir şey olduğunu sanmıyorum. Yani kadın evde kalmasın dediğinde “orada bir varlık” olarak sokakta-işyerinde ama mutlaka bir kültürün “içinde” halini yırtabileceği görülmüyor. Yani bu bir özgürleşme değil, tam tersine bu kez tüketme istencinin içinde boğulma olarak şekilleniyor. Tüketme, seyretme, meydanlarda protest aktivist eylemlere katılma, seyahat etme... bir şekilde “eve girmeme” ile sonuçlanıyor. Kazanç ve tüketme hırsı farkında olmadığı bir kapitalist dürtüye boyun eğdirilmiştir. Bu nedenle mahrem alanını yitiren kadın kapitalist tüketim sürecinin kaçınılmaz süreci içinde varlığını bulabilir. Yani buradan yola çıkarak özgürleşimini sağlayamaz; dışarı dediği kültürel sahaya boyun eğerek kendi varlığını da bu kültürel uyumluluğun aracı kılar.

Müslüman toplumda yukarıda anlattığımız bağsızlığın tersine belirsizlik bulunmamaktadır. İslam şehrinde haftada bir kez kurulan pazar dışında görünür bir hareketlilik yoktur. Bununla birlikte hammaddeyi işleyen ona katma değer sağlayan çoğu iş sosyal hareketliliğin de merkezi sayılan mahallede yapılacaktır. Günümüz insanının ihtiyaçlarının hemen tamamını karşılayan marketlerde satılan tüm gıda ve ihtiyaç maddeleri Osmanlı mahallesinde hammaddenin işlenmesiyle elde ediliyordu. Modern kapitalizm eşya-ürün-gıda teşhirini sağlamak için kenti yeniden tasarlamıştır. İnsanı hammaddeyi işleyen kültürel emeğe yabancılaştırmıştır. Eşya-mamül teşhirini mümkün kılan mekânlar oluşturmuştur. Eşya-ürün-gıda teşhiri bu manada bir tür pornografiye dönüşüyor. Müslüman toplumda bir pazar, tezgah, teşhir varsa bile bu temel ham maddelerle ilgili idi. Bu nedenle Müslüman toplumda “lüks eşya” kadının çeyizi, kilimi, halısı yani el emeği idi. Alım satım konusu değildi. Teşhir edilemez durumdaydı. Aslında Müslüman toplumun tereke defterlerinde görülen o ki, evler zengin fakir olduklarına bakmaksızın hemen aynı eşyalarla müteşekkildi. Aralarındaki fark adetleriydi. Bu nedenle ailelerin yaşadığı ev mekânı küçük, eşya tanzimi sınırlı idi; ancak mahallenin sokağı, evlerin avluları mekânı ve mahremiyet alanını genişletmekte, ferahlatmakta idi. Kadın ve erkek kimliğinin bir kültürün içinde bulunmadığından bahsediyoruz; Müslüman kadın-erkek kimliğinin iktisadî niteliği onun üretim içinde belirlendiğini ve bir âlem, kendine mahsus kültürü kurduğu söylenebilir. Ancak bu âlem için bunu yaşayan bir topluma ihtiyaç bulunmaktadır. Sanırım modern dönemde Müslüman kimliğin asıl problemi onun bireyleşmesi ve toplumsal (iktisadî) kültürünü üretememesidir. Bu nedenle “dışardaki” kültür (kapitalizm) tarafından belirlenmesi kaçınılmaz kalıyor. Kapitalist bir kültürün içinde insanlık ile hiçbir bağı olmayan, genel bir göreliliğin her hangi bir anlamsız kimliği haline gelmiştir. Tekrar söylemek gerekir: İslam'ın cinsiyetçi emek yaklaşımı iktisadî bir kimlik belirlenimidir. Kadının evi geçindirmek zorunda bulunmaması İslâm'ın bu cinse verdiği hürriyet fıkhının tabii sonucudur.

Tesettürle dışarı çıkmayı temellendirdiğinizde, toplumu bu şekilde tasavvur ettiğinizde mekânla oynadığınızı da görmelisiniz. Tesettür eşya ile metafizik ilişki kurmanın köprüsü değildir. Tam tersine tesettür mahrem alanı oluşturduktan sonra onu muhafaza edecek bir perde çekmektir. Burada bireysel olmayan bir dindarlıktan bahsettiğimize göre kadını mahrem alan olan mekandan kusmanın aracı bir tesettürden bahsetmiyoruz demektir. Tesettür en başta bir kadının "ben artık çalışmak ve bir evi geçindirmek köleliğinden kurtuldum" ilanını yani "hür kadın"ın tecessümünü ifade etmektedir. Müslüman bir kadının tesettüre girdiğinde ve bu tesettürü koruduğunda ilan ettiği şey kapitalist üretim-tüketim ilişkilerinde birinin müstahdemi olmaktan âzâd olduğu hususudur. Şunu biliyoruz: Sümerlerde ancak hür kadınlar tesettürle dolaşabilirlerdi. Tesettür bir zenginlik, sermaye sahipliği değil; hür kadın olarak yaşama imtiyazıydı. Dolayısıyla bu "dokunulamaz kadın" demektir.

Günümüzde Müslüman bireylerin dindarlığı cahilî hayat tarzının gündelik talepleri ile uyum içinde görünüyor. Dindarlık artık toplumsal bir kimlik değil. Oysa din toplumsal bir kimlik getirmekte. Müslümanlar bu kimliği ancak mekânla oluşturabilecekler. Mekânı belirleyemedikleri sürece de bütün talepleri küresel kapitalizmin kültürel tanımlamasına boyun eğmeye mahkum görünüyor.

Şöyle soruyorum, herkes "dışarda"; bu biz miyiz?
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com