EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Çalışmaya Karşı Manifesto

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 16, 2012 8:22 pm    Mesaj konusu: Çalışmaya Karşı Manifesto Alıntıyla Cevap Gönder

Çalışmaya Karşı Manifesto / Ölü emeğin hükümdarlığı
Selçuk Salih Caydi
12.7.12



Krisis grubunun "Çalışmaya Karşı Manifesto"su çevirisini, bir önsöz eşliğinde bir kitapçık olarak okuyabilirsiniz. Birinci bölümün elden geçirilmiş versiyonunu sizlerin bilgisine sunuyoruz.

1. Ölü emeğin hükümdarlığı

Topluma bir ceset hükmediyor -'Ücretli emeğin cesedi. Dünyanın dört bir yanındaki bütün güçler, bu hükümdarlığı savunmak için birleşmişler: Papa ve Dünya Bankası, Tony Blair ve Jörg Haider, sendikalar ve işverenler, Alman çevrecileri ve Fransız sosyalistleri. Hepsinin anladığı tek slogan: Emek, emek, emek!

Düşünmeyi henüz unutmamış olanlar, bu tavrın ne kadar temelsiz olduğunu kolayca anlarlar. Çünkü ücretli emeğin hükmü altındaki toplum, geçici bir kriz yaşamıyor, kendinin en son kesin sınırlarına dayanıyor. Mikro elektronik devrimin bir sonucu olarak, katma değer üretimi, ille de işgücü kullanmak zorunluluğu çarkından çıktı -hem de, şurada birkaç onyıl öncesine kadar sadece bilimkurgu tarafından hayal edilebilecek ölçülerde. Bu gelişme sürecinin duracağını, hatta tersine dönebileceğini artık hiçkimse cidden iddia edemez. 21'inci yüzyılda "işgücü, emek" adlı metanın daha çok satılma ihtimali ne kadar yüksekse, 20'inci Yüzyılda "atlı posta arabası" adlı ürünün satış grafiğinin yükselmesi ihtimali de o kadar yüksekti. Ama bu toplumda kendi iş gücünü satamayan kişi “lüzumsuz” sayılıyor ve sosyal çöplüğe atılıyor.

Çalışmayan, yemek de yemesin! Bu utanmaz, alaycı ilke hala geçerli -ve anlamını umutuzca yitirdiği için, bugün her zamankinden daha geçerli. Absürd olan şu: Tam da ücretli emeğin gereksiz hale getirildiği bir zamanda toplum, asla bu kadar yoğun bir iş toplumu haline gelmemişti. 'Ücretli emeğin', tam da ölüm döşeğindeyken, yanında ikinci bir Tanrıya tahammül edemeyen totaliter bir güç olduğu anlaşıldı. Ücretli emek, günlük hayatın ve ruhun en ince kılcal damarına kadar düşünceyi ve düşünceye göre hareketi belirliyor. Ücretli emek putunun hayat süresini suni bir şekilde uzatabilmek için hiçbir masraftan kaçınılmıyor. O paranoyak “Meşguliyet” çığlığı, bilinen en uzun süreli 'doğal kaynaklar tahribatı'nı adeta özendiren geçerli gerekçe sayıyor. Çalışılabilecek birkaç sefil “iş yeri” ihtimali için, toplumun bütünüyle komersiyel hale getirilmesinin önündeki son engellerin de eleştiriye tâbi tutulmadan ortadan kaldırılmasına izin verilmeliymiş! Ve 'Hiç işi olmamaktansa her hangi bir işi olmak iyidir' cümlesi, herkesten inanarak söylemesi beklenen bir kelime-i şahadet cümlesi haline geldi.

Ücretli emek toplumunun tartışmasız sonuna gelindiğinin anlaşılamaması imkansızlaştıkça, iş toplumunun sonuna gelindiği de o ölçüde toplumsal bilinç altına itiliyor. Duyguların bastırılması için kullanılan metodlar ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, ortak bir paydaya sahipler: 'Ücretli iş'in, dünya çapında bir gerçek olarak kendi kendinin irrasyonal varlık amacı haline geldiğinin ortaya çıkması, kendini işlemez hale getirmesi; takıntılı bir çılgınlık sistemi inadıyla, bireylerin, kurumların veya iş alanlarının, kişisel veya kollektif başarısızlığı olarak yeniden tarif ediliyor. Ücretli emeğin objektif son sınırı, sistemdışı kalanların kişisel sorunu gibi görünmeliymiş!

Bazıları için işsizlik; aşırı taleplerin/isteklerin, üretici-çalışmaya hazır olmamanın ve buna ayak uyduramamanın bir sonucu sayılıyor, bazıları da “kendi” firma yöneticilerini ve politikacılarını kabiliyetsizlikle suçluyor; rüşvetçilikle, aşırı kazanma hırsına sahip olmakla ve firmaların merkezlerini başka ülkelere/bölgelere taşımakla suçluyor. Ve sonunda hepsi, Almanya'nın eski Cumhurbaşkanı Roman Herzog ile aynı fikirde buluşuyorlar: Bütün ülkede "işe şöyle bir asılmak”, omuz vermek gerekir! Sanki konu, bir futbol takımının veya siyasi bir tekkenin motivasyon sorunu. Hepsi de “bir şekilde” var güçleriyle, çoktan işlemez olmuş o makine kayışlarına koparırcasına asılmalı, artık girişecek bir iş olmasa da (veya sadece saçma sapan işler olsa da) “bir şekilde” var güçleriyle işe girişmelidirler. Bu Kutsuz Tebliğin sözümona metni de, kuşkuya mahal bırakmayacak şekildedir: Herşeye rağmen emek-putunun inayetine sığınmayanlar, kendi etmiş kendi bulmuşlar demektir ve böyleleri, iç rahatlığıyla devreden çıkarılabilirler veya defedilebilirler.

İnsan kurban etmenin aynı yasası, bütün dünya çapında geçerliliğini sürdürüyor. Ülkeler birbiri ardından, iktisadi totalitarizmin dişlileri arasında ezilip parçalanıyorlar ve bununla daima sadece bir tek şeyi kanıtlamış oluyorlar: Piyasa yasaları denen şeyin içinde tükenildiğini. Kim kayıplara kulak asmadan, kayıtsız şartsız bütüncül kör bir rekabetin gidişatına “uyum” sağlamazsa, kârlılık/yararcılık mantığı tarafından cezalandırılacaktır. Bugünün umut vaad edenleri, yarının iktisadi ıskartası/çöpüdür. Hakim ekonomi pikozunun etkisindekiler, çarpık dünya tariflerinin en ufak bir şekilde sarsılmasına izin vermiyorlar. Dünya nüfusunun dörtte üçü, az ya da çok sosyal çöp ilan edilmiş bulunuyor. Ekonomi “bölgeleri” birbiri ardına çöküyor. İflasları oynayan “Gelişmekte olan ülkeler”in ardından ve dünya iş toplumunun doğudaki devlet kapitalisti kompartımanının ardından, piyasa ekonomisinin Güneydoğu-Asya'daki örnek talebeleri de çöküş fırtınasında kayboldular. Avrupa'da da sosyal panik, çoktan yayılmaya başladı. Hüzünlü görünümleriyle siyasetin ve firma yönetimlerinin şovalyeleri, ücretli emek putunun adına, açtıkları Haçlı Seferini daha da büyük bir inatla sürdürüyorlar.

Herkes kendi işiyle/çalışarak yaşayabilmeli sözü, konulmuş temel ilkenin adıdır. Buna göre, yaşayabilmek denen şey, iş şartı ile mümkündür ve bu şartın yerine getirilmemiş olması gibi bir hak bulunmamaktadır.
(Johann Gottlieb Fichte, Bilim öğretisi prensiplerine göre doğa hakkının temel ilkeleri, 1797)

Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/2012/07/calsmaya-kars-manifesto-olu-emegin.html#more

Çalışmaya Karşı Manifesto / Ayrımcı neoliberal toplum
Selçuk Salih Caydi
14.7.12



2. Ayrımcı neoliberal toplum

İşgücü denen malın başarılı satışı bir kural olmaktan çıkıp istisna haline gelince; irrasyonal soyut 'ücretli emek' kavramına odaklanmış bir toplum da, zorunlu olarak sosyal ayrımcılık eğilimleri geliştiriyor. İş-kampının partiler ötesi tüm fraksiyonları, bu mantığı gizlice kabul ediyorlar ve buna kuvvetle destek oluyorlar. Toplumun gittikçe daha geniş kesimlerinin bir kenara itildiğini ve toplumsal yaşamdan dışlandıklarını tartışmayıp, sadece bu ayrışmanın nasıl kamçılanarak hızlandırılması gerektiğini konuşuyorlar.
Neoliberal fraksiyon, kirli sosyaldarvinist iş faaliyetlerini güvenle, piyasanın “görünmeyen eli”ne devrediyor. Böylece, rekabete ayak uyduramayanları sessizce marjinalize etmek için sosyaldevlet ağları sökülüyor. Globalleşmenin 'Sırıtkan-kazananları-
kardeşliği'ne dahil olanlar, sadece onlar, insandan sayılıyor. Gezegenin bütün kaynaklarına, amacı sadece kendi çıkarı olan kapitalist makine tarafından açıkça el konuyor. Buna uygun olarak kâr getirecek şekilde mobilize edilemeyecek durumda iseler, o kaynakların hemen yanında bütün kitleler aç bile kalsa, kaynaklar âtıl vaziyette bırakılmak zorundalar.
Bu usandırıcı “çöp insanlar” kitlesinden sorumlu olanlar da polisler, "kurtarıcı" dînî tarikatlar, mafya ve fakirlere yemek dağıtan mutfaklar. ABD ve Orta Avrupa'nın çoğu devletinin hapishanelerinde yatanların sayısı, ortalama askeri diktatörlüklerin hapisahnelerinde yatanlardan fazla. Ve Latinamerika'da hergün, eski zamanların en kötü siyasi krizler dönemlerinde öldürülen muhaliflerden daha fazla sayıda çocuk ve fakir insan, piyasa ekonomisinin ölüm komandoları tarfından öldürülüyor. Dışlananlara bir tek toplumsal işlev kalıyor: Caydırıcı örneğin işlevi. Kaderleri haline gelmiş iştoplumuna has “Kudüs'e yolculuk” yarışında, çalışılacak son iş yerlerini bulmak için durmadan ortalığı kızıştırıp duruyorlar ve yarışı kaybedenleri de, bu terbiyeden uzak haksız taleplere karşı ayaklanmayı akıllarına bile getirmemeleri için hummalı bir hareket/meşguliyet durumunda tutuyorlar.
Serden geçmek pahasına da olsa piyasa ekonomisinin “güzel yeni” dünyasında yerini almak, çoğu insan için sadece gölge ekonominin gölge insanları olmakla mümkün. Onlar, “Hizmet toplumu”nun en ucuz işçileri ve demokratik köleleri olarak, globalleşmenin herşeyi onlardan daha iyi bilen kazananlarına boynu bükük hizmet etmek zorundalar. Yeni “Çalışan fakirler”, ölmekte olan iş toplumundan artakalan Business-Men'lerin ayakkabılarını boyayabilirler, onlara hastalık saçan hamburgerler satabilirler veya onların alışveriş merkezlerine bekçilik edebilirler! Beynini vestiyere teslim etmiş olanlar, yükselerek servis-milyonerleri olmanın hayalini de kurabilirler bu arada.
Anglosakson ülkelerinde bu korkufilmi dünyası çoktan gerçek oldu, Üçüncü Dünya'da ve Doğu Avrupa'da zaten gerçek; Avro Bölgesi'nde de bu konudaki geri kalmışlık mesafesi hızla kapatılıyor. Sabıkalı ekonomi gazeteleri, ücretli işin geleceğini nasıl tasavvur ettiklerini hanidir sır olmaktan çıkardılar: Üçüncü Dünya'nın egsozlu yol kavşaklarında araba camı silen çocukları, zahmet olmazsa “Hizmetlerçölü” işsizlerinin örnek almaları gereken, ilham verici “girişimci insiyatif” örnekleri sayılıyorlar. Bavyera ve Saksonya Cumhuriyetlerinin Gelecek Sorunları Komisyonu, “Geleceğin örnek insanı, kendi iş gücünün ve gelecek teminatının işletmecisi olandır” diye yazıyor. Ve: “Hizmetlerin fiyatı düştükçe, kişilere odaklı hizmetlere olan ihtiyaç da artıyor, bu da hizmet sektöründekilerin kazandığını gösterir.” Henüz insanın özsaygısının varolmaya devam ettiği bir dünyada böyle bir ifade, sosyal ayaklanmaları kışkırtmalıydı. Ehlileştirilmiş iş hayvanlarının dünyasında bu, sadece çaresizce kafa sallatıyor.

http://konstantiniye.blogspot.com/2012/07/calsmaya-kars-manifesto-ayrmc.html#more

Yakın geleceğin düzeni ve 'Çalışmadan Yaşamak'
Selçuk Salih Caydi
31.10.12



İnsanlık tarihi boyunca asla bu kadar çok çalışılmadı. 19'uncu yüzyıldan bugüne kadar insanın yoğun çalışması, tarihte benzersizdir. İnsanlığın çalışma hastalığı, en beğenmediği "Köleci Toplum" denilen (ve asla yaşanmamış) çağla bile kıyaslanabilecek durumda değildir. Tamamen kapitalist topluma özgü birşey olan bugünkü "ücretli çalışma" hastalığı, insanoğlunun/insankızının eşi benzeri görülmemiş bir köleliğe sürüklemiştir ve bu köleliği "doğal" saymanın ve buna bir ömür boyunca tahammül etmenin gerekçesi de, "çalşmayana ekmek yok" (yani aslında: "Çalışmayana para yok, çünkü herşey sadece parayla alınabiliyor") demektir.
İnsanoğlunu ve insankızını bu kölelikten kurtarmanın zamanı geliyor...
Çalışmayı, işçiyi, (ücretli) emeği yükselten din adamlarının elinden, ortodoks Solun elinden, ahlakçı/ahlaksız öğretilerin elinden, ücretli iş sihirli değneğini alıyoruz ve tam ortasından çatırt diye kırıyoruz! Bu yazının ana fikri budur.
İnsanlara fabrikalara doldurup çalıştırmak, onları sadece bir tür human dolap beygiri seviyesine indirgeyen kapitalist iş toplumunun alternatifi, kapitalizmin en önemli bileşeni işçiler değildir. Kapitalizmin alternatifi, hem kapitalistleri hem de işçileri ortadan kaldırmaktır, yani iş toplumunu tüm ilişkileriyle birlikte iptal etmektir.
Bu fikirlere 1980'lerin sonunda konuşa-okuya vardım, ama en iyi ifadesine, 2003'te, Frankfurt'un ünlü Sol kitabevi Ypsilon'da incecik bir broşürde rastladım. Keşfettiğim kitapçığın adı "Manifest gegen die Arbeit" idi (Çalışmaya karşı manifesto). Aynı kitapçıda, Robert Kurz'un "Weltordnungskrieg" (Dünya düzeni savaşı) adlı kitabına da rastladım. Açıkçası önce Kurz'un kitabı dikkatimi çekmişti, Irak savaşının eli kulağındaydı ve o "Bütüncül Emperyalist Savaş" konusunda çok doğru, sarsıcı şeyler söylüyordu. Eve kadar bekleyemedim ve dili son derece çetrefil bu kitapları, oracıkta okumaya başladım.
Bu gün İstanbul'a gelen arkadaşım Norbert Trenkle ile böyle tanıştık -manifestoyu yazan üç kişiden biri oydu (diğerleri: Robert Kurz ve Ernst Lohoff. Bir takma ad olan Lohoff'la da -yani Fritz'le de- tanıştım).
Burada konuşacağımız konu, "Çalışmadan yaşayan toplum". Ama önce, "Çalışmak" konusundaki önyargıları kırmak gerekiyor.

Burada incelediğimiz "Çalışmak", ücret karşılığı, amacını başkalarının/piyasanın belirlediği "iş"tir. Karl Marx, bu tip işe, "Arbeit" diyor ve onu, -mesela ev kadınının evdeki işinden- "Taetigkeit"tan ayırıyor.
Sadece 'Ücretli iş'in (mesela Sol tarafından ve din adamları tarafından) kutsanması bir yana, tek başına "Çalışmak" ediminin kutsanması da yanlıştır. Çalışmak, kalitenin ölçütü olamaz. Sadece çok çalıştığı için saygın biri olmak, günümüze has bir olgudur. Çünkü günümüzde insanın haysiyeti ve toplumda saygın biri olması, onun kişiliğiyle ölçülmeyip "iş"iyle/mesleğiyle ölçülür. Çalışmanın akılla ve yaratıcılıkla da doğrudan ilgisi yoktur. Katırlar da çalışır, ama bunun için ille de akıllı değillerdir. 13'üncü yüzyılda yaşamış büyük bilge Akinolu Thomas, "aşırı çalışmanın kalbi duyarsızlaştırdığını ve insanın Tanrı ile yüzleşmekten kaçışı" olduğunu söylüyor. Bugün, Thomas'ın ne kadar haklı olduğunu iyi biliyoruz.
İnsan, kendini doğrudan ilgilendiren yaşamsal ve ailevi yükümlülükleri ötesinde, ancak mecburiyetleri olmadığı takdirde -yani özgür olduğu takdirde- haysiyetine tam anlamıyla sahip oluyor. İnsan haysiyeti, "İnsan Hakları" gibi bugüne has evrensel değerlerin de üzerinde önemlidir ve bizim asıl hedefimizdir. Schiller'in deyimiyle, "İnsan, çalışmaya mecbur olmazsa, serbest oyun ve ruh güzelliği atmosferinde haysiyetli bir insan olur."
19'uncu yüzyılın ilk yarısı, kapitalist iş toplumunun Avrupa ve Amerika'da artık oturmaya başladığı dönem olduğundan, o dönemin dürüst (yani parayla satın alınmamış) düşünürlerinin ve sanatçılarının görüşleri son derece önemlidir. Alexis de Tocqueville 1830'da, bu yeni "Çalışan insan" tipini şöyle anlatıyor: "Sakin değiller, dur-durakları yok. Hiç zamanları yok. Hatta çalışmaktan, zenginliklerinin tadını bile çıkaramıyorlar, çünkü sakin sakin oturmayı ve hiçbirşey yapmamayı bilmiyorlar." (Alıntıyı, kısaltıp sadeleştirerek, Eberhard Straub'un "Vom Nichtstun" 2005, adlı kitabından aldım. S.19)
Goethe de 1825'de şöyle yakınıyor: "Kimse, konuların özüne inmek istemiyor. Gençler çabucak zamanın ruhuna kapılıyorlar: Dünyanın önemsediği şey zenginlik ve hızlılık. Demir yolu, hızlı posta, buharlı gemiler." (a.g.e.)
Zamanın paraya endekslendiği dönemden bu yana (kapitalist üretim ilişkilerinin ölçüsüdür), bir koşturmacadır gidiyor. Ve bu koşturmacayı, işi/emeği kutsayan, bunun teorisini yapan Heinrich Seidel'i herkes bilir. Bu adamın ünlü vecizesi, çıkmamak üzere akıllara kazınmıştır. Şöyle de Seidel:
"Ne Tanrı, ne fikirler, ne ruhsal yücelik ne de estetik amaçlar insana yardımcı olur. İnsanı insan yapan, iştir. Çalışmak insanı özgürleştirir." Bu son cümlesinin Almancası "Arbeit macht frei"dır ve tüm Nazi toplama kamplarının kapısında da bu cümle yazılıp asılır.
İnsanları, ücretli iş köleleri haline getirmek, dünyanın en büyük günahıdır.
Tocqueville, iş toplunun yeni elitleri kapitalistleri değerlendirirken de onlar hakkında şu saptamalarda bulunuyor: "Bir yaşam kültürleri yok. Zevksizler, zevkleri yok. Güzel ahlakları yok. Ruhsal güzellikleri yok. Üstelik kendilerini (işten kurtarıp) özgürleştirmiyorlar. Zamanlarının olmamasıyla gururlanıyorlar!" (a.g.e.)
Eğer yepyeni bir döneme doğru ilerlediğimizi biliyorsak ve kapitalist ücretli iş/emek sisteminin sürdürülemez hale geldiğini iyi anlamışsak, 2012 sonrasında yaşanabilecek sonları daha kolay karşılayabiliriz. İnsan haysiyeti esastır ve o da parayla/pulla değil yüksek değerlerle ilgili bir durumdur. Bir insanın asıl değeri, onun iyi bir insan olmasıyla, daha sonra da yaratıcı ve özgün olmasıyla ilgilidir. Bu konunun bilincinde olmak -sadece bilincinde olmak- bile, bu çılgın para/iş/koşturmaca çağı sona ererken paniğe kapılmamak için gerekli olabilir. Ayrıca, insan, iç güzelliğini yükseltebilmek için, zorunlu iş/çalışma ilişkilerinden kurtulmak zorundadır. Eğer aslolan, insanın ruhuna/doğasına uygun bir yaşam biçiminin kurulması ise, zorunlulukları kaldırıp, ortak kararlar almak adetini (sahici demokrasiyi) geliştirmeliyiz. İş toplumundan önce binlerce yıllık uzun uygarlıklar dönemlerinin yaşandığını, eskiden kürek mahkumlarının bile bugünkü gibi ömür boyu çalıştırılmadığını, bugünkü gibi iş mahkumu bir hayatın yeryüzünde asla varolmadığını unutmayalım.
Buradan yeniden Maya'ların Tzolkin takvimine ve oradaki 260'ıncı son Baktun'da sözü edilen hızlı maddeselleşme ve karmaşıklaşma trendine dönelim ve bu trendin belli bir amaca hizmet ettiğini hatırlayalım. Bu amaç, 2012 sonrasında başlayacak yeni dönemde, bugünkü bilincin başka bir yüksek/yüce boyutla senkron hale gelmesidir. Bunu şöyle de anlatabiliriz: Bir sınavı kazanmak için çaba harcayıp bilgi seviyesini yükselten bir çocuk, sınavı kazandıktan sonra, artık yeni bir okulda okuyacaktır. Yeni seviyesine göre konularla meşgul olacaktır. O, yeni okulunun seviyesiyle senkron hale gelmiştir.
Kapitalizmin, Tzolkin'de bahsedilen son döneme has -yanlış- bir yöntem olduğunu biliyoruz. Bu dönem, belki çok farklı bir biçimde yaşanabilirdi. Ama artık durum bugünkü durumdur ve kapitalizmin ömrü, insanlığın yeni seviye ile senkronundan sonra sona erebilir -çünkü hem ritm düşecektir, hem maddiyatçılık azalacaktır hem de karmaşıklaşma azalacaktır. Tzolkin'in matemadiğinden, yani 21 Aralık "Sıfır noktası"nın ardından yaşanacak dönemi -bir Tzolkin matematiği denklemi olarak- bu şekilde okuyoruz. Tabii bunun somut görünümünü, şimdiden tahmin etmek çok zor. Ama şunu söyleyebiliriz her halde: İnsanın ruh yüceliği yeni bir yüksek boyut kazanacak ve Shiller'in deyimiyle, böyle 'Haysiyetli' bir insan için zorunlu iş/çalışma diye birşey olamaz.
(
Çalışma/İş ve 'Çalışmadan Yaşamak' konusuna devam edeceğiz)

Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/2012/10/calsmak.html#more
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com