EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Rusya'nın Yeniden Dirilişi

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Nis 18, 2010 8:11 pm    Mesaj konusu: Rusya'nın Yeniden Dirilişi Alıntıyla Cevap Gönder

Putin'in birleştirdiği Rus Yurtdışı Ortodoks Kilisesi: Lenin'in mezarı ve heykelleri kaldırılsın
14-03-2017



Putin'in birleştirdiği Rus Yurtdışı Ortodoks Kilisesi: Lenin'in Moskova'nın merkezi Kızıl Meydan'daki mezarının kaldırılması ve Rusya'daki yerleşim yerlerindeki Lenin heykellerinin sökülmesi çağrısında bulundu.

Rus Yurtdışı Ortodoks Kilisesi, Büyük Ekim Devrimi'nin lideri Lenin'in Moskova'nın merkezi Kızıl Meydan'daki mezarının kaldırılması ve Rusya'daki yerleşim yerlerindeki Lenin heykellerinin sökülmesi çağrısında bulundu.

Rus Ortodoks Kilisesi'nin kolu olan Rus Yurtdışı Ortodoks Kilisesi Ruhani Kurulu'nun Büyük Ekim Devrimi'nin yüzüncü yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada, Ekim Devrimi'nin öncüsü ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kurucusu Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin'in Moskova'daki Kızıl Meydan'da bulunan mezarının ve Rusya'daki yerleşim yerlerindeki Lenin heykellerinin sökülmesi çağrısında bulundu.

PUTİN: SOVYETLER BİRLİĞİ LENİN YÜZÜNDEN DAĞILDI

Putin, Lenin'in ölümünün 92. Yılı nedeniyle Rusya Devlet Başkanlığı Bilim ve Eğitim Konseyi'nde yapılan anmada "Lenin'in savunduğu düşünce, nihayetinde Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yol açtı." demişti.

Lenin Rusya'nın altına bomba yerleştirdiğini iddia eden Putin, “Düşünce akımını yönetmek doğru bir şey ancak bu düşüncenin doğru sonuçlara yol açması gerekir. Yani, Vladimir İlyiç'in (Lenin) yaptığı gibi değil. Lenin'in savunduğu düşünce, nihayetinde Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yol açtı. O dönemde özerklik ve benzeri birçok fikir vardı. Rusya adı verilen binanın altına atom bombası yerleştirdiler ve daha sonra Rusya sarsıldı. Onlara göre barışçıl devrime ihtiyacımız yoktu. İşte, o dönemdeki düşünce böyleydi” diye konuşmuştu.

PUTİN'İN GİRİŞİMLERİYLE KİLİSELER BİRLEŞTİ

Rus Yurtdışı Ortodoks Kilisesi, Sovyet Devrimi'nin ardından Sovyetler Birliği'ni terk eden rahipler tarafından 1920'li yıllarda kurulmuştu. Rusya'da kalan rahiplerin Sovyet iktidarına boyun eğdiğini ileri süren yurt dışındaki Rus Ortodoks rahipler, kendi kilise teşkilatlarını, Rusya'daki kilise teşkilatından ayırmıştı. Anavatandaki kilise ile yurtdışındaki kilise, 2007 yılında Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin'in çabaları sonucunda birleşme kararı aldıysa da, iki kilise teşkilatı hala kendi iç yönetimlerinde bağımsız yapılarını koruyor.
İlerihaber

Washington Post 'Rusya'nın başarısı ABD'nin Esad planını bozdu'
20.01.2016



The Washington Post, Rusya'nın Suriye'deki hava operasyonunun önemli sonuçlar vermeye başladığını, Suriye Devlet Başkanı Esad'a bağlı ordunun üstünlüğü ele geçirdiğini, ABD'nin çatışmayı çözme yöntemini bulma çabalarının ise sonuçsuz kaldığını yazdı.

The Washington Post gazetesinin yazısında, "Üç buçuk aylık acımasız hava saldırıları, Esad'ın yaklaşık 5 yıldır süren isyanın ardından görevden uzaklaştırılacağı yönündeki şüpheleri uzaklaştırmak için yeterli oldu" dendi.

‘CENEVRE GÖRÜŞMELERİ ŞİMDİDEN ŞÜPHELİ'

Rus savaş uçaklarının desteğini alan Suriye ordusunun başarıları, ABD'nin uzun vadede Beşar Esad'ı görevden uzaklaştırma planını bozdu. Gazete, önümüzdeki hafta Cenevre'de yapılması planlanan barış görüşmelerinin şimdiden şüphe altında olduğunu ileri sürdü. Nedeni, görüşmeye katılacak gruplar konusunda ABD ve Rusya arasında yaşanan anlaşmazlık.

The Washington Post'taki yazıda, "Cenevre süreci hiçbir zaman Esad'ın mutlaka iktidardan vazgeçmesi gerektiğini net bir şekilde öngörmedi, ancak ona karşı savaşan muhalifler ve ABD hep bunun amaçlandığını düşündüklerini dile getirdi" ifadeleri yer aldı.

‘ESAD'IN İSTİFASINI TALEP ETMEK İÇİN BİR NEDEN KALMADI'

Suriye ordusunun, Rus savaş uçaklarının desteğini alarak ülkenin kuzeyinde, güneyinde ve merkezinde birkaç cephede birden başarı elde ettiğini kaydeden gazete, "Esad'ın istifasını talep etmek için bir neden kalmadı ve bu yüzden ABD ısrar etmeyi kesti" dedi.

Yazıda, "Eğer müzakereler yakın zamanda başlamazsa bu, Obama yönetimi için büyük bir dış politika darbesi olacak" dendi.
Kaynak: Sputnik News

'ABD Ortadoğu'daki rolünü kaybetti ve sahneyi Rusya'ya bıraktı'
04.01.2016



Washington'daki Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü'nden Hüseyin İbiş, The National dergisi için yazdığı makalede, ABD'nin 2015'te 'Ortadoğu'daki siyasal düzenin garantörü' olma rolünü terk ettiğini ve sahneyi Rusya'ya bıraktığını belirtti.

‘ABD, Rusya’nın Suriye’deki başarısını kabul etmek zorunda kaldı’

"Geçen yıl Ortadoğu'daki ana aktörlerin karşı karşıya olduğu bazı kararlara açıklık getiren bir sene oldu" diyen İbiş, 2015'in 'ABD'nin Ortadoğu'daki siyasal düzenin garantörü olma rolünü –muhtemelen geri alınamaz biçimde– kaybettiği yıl' olarak hatırlanabileceğini söyledi.
"Washington gücünü Ortadoğu'daki gerçeklikleri şekillendirmek için kullanmaya isteksizmiş gibi görünüyor" ifadelerini de kullanan İbiş, "Bu arada Rusya'nın Suriye'deki müdahalesi de durumun nasıl şekilleneceğini dramatik bir şekilde gösterdi" diye yazdı.

'PUTİN SULARIN DERİNLİĞİNİ DİKKATLE TEST EDİYORDU'

"Rusya'nın müdahalesi birden bire ortaya çıkmış olabilir ama aslında (Rusya Devlet Başkanı) Vladimir Putin geçen birkaç yıl içinde ABD'nin kararlılığını ölçüyor, Ukrayna ve diğer yerlerde suların derinliğini test ediyordu" diye devam eden İbiş, Putin'in ayrıca İran, Hizbullah ve Iraklı Şii milislerin Suriye'de artan rolünü de dikkatle izlediği ve tüm bunlardan, Washington tarafından ciddi bir direnişle karşılaşmadan Suriye'ye müdahale edebileceği sonucunu çıkardığını söyledi.

'ABD'NİN 2015'TE YARATTIĞI İZLENİMİ GERİ ALMASI ÇOK ZOR'

Rusya'nın gerçek askeri ve ekonomik gücünün ABD tarafından 'cüceleştirildiğini' ifade eden İbiş, şöyle devam etti: "Ancak Rusya'nın, sonuçları kendi amaçlarına uygun biçimde şekillendirmeye isteği var. Bu, en azından Suriye'de böyle. ABD'nin ise belli ki böyle bir isteği yok. ABD hükümetinin başına ileride kim geçerse geçsin, Washington'ın bölgedeki etkisini kaybettiği ya da bunu gönüllü olarak elinden çıkardığı şeklindeki bu izlenimi değiştirmesi çok zor olacak."

Kaynak: Sputnik News

Putin: Türk halkı ile ilişkilerimizin bozulmasını istemiyoruz
20.12.2015



Sputnik News'in haberine göre; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye'deki mevcut yönetimin er ya da geç değişeceğini belirterek, Türk halkı ile ilişkilerin bozulmasını istemediklerini vurguladı.

Putin'in, Rossiya-1 kanalında bu akşam yayınlanacak belgesel çerçevesinde Vladimir Solovyov'a yaptığı açıklamaların bir bölümü basınla paylaşıldı.

'Dünya Düzeni' adlı belgeselde Federal Meclis'te yaptığı açıklamayı bir kez daha tekrarlamak istediğini belirten Rus lider, "Biz, Türk halkını dost olarak kabul ediyoruz. Türk halkı ile ilişkilerimizin bozulmasını istemiyoruz. Türkiye'deki mevcut yönetime gelecek olursak, hiçbir şey ilelebet devam etmez" ifadelerini kullandı.

'LİDERLER ELEŞTİRİYOR, HALK DESTEKLİYOR'

Putin, isim vermeden Rusya'yı eleştiren liderlerin bulunduğu ülkelerde halkın kendilerine destek verdiğini de ifade etti.

"Sizi temin ederim ki, dünyada bizim tarafımızda yer alan, bizim görüşümüzü paylaşan çok sayıda ülke ve insan var” diyen Putin, “Hatta çeşitli ülkelerin liderlerinin bizi eleştirmesi, bu ülkelerdeki halkın kendi liderlerini desteklediği ve bizi eleştirdiği anlamına gelmiyor. Aksine, liderleri Rusya'yı eleştiren birçok ülkede halkın büyük bölümü bizi destekliyor" diye konuştu.

'AB, EGEMENLİĞİNİN BİR KISMINI ABD'YE VERDİ'

Avrupa Birliği’nin uyguladığı dış politikayı da sert şekilde eleştiren Putin, Brüksel’in egemenliğini Washington’a verdiğini söyledi:

"Avrupa'daki en büyük sorun, AB'nin kendi çıkarlarını takip etmek yerine egemenliğini kısmen ABD'ye vermesi. Askeri-siyasi bloklarda yer alan ülkelerin egemenliklerinin bir kısmını devletler üstü bir oluşuma vermeleri tamamen normal. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Avrupa, egemenliğinin bir kısmını NATO'ya değil, NATO'nun lideri olan ABD'ye verdi" dedi.

'AVRUPA İLE İŞBİRLİĞİNE HAZIRIZ'

Öte yandan Putin, Avrupa'daki ortaklarının ‘Avrupa-Atlantik yönelimli politikalar’ından vazgeçmelerini beklemediklerini belirterek, "Avrupa ülkeleri, ekonomi, siyaset ve terörle mücadele alanlarında çabalarını birleştirmeli. Bu onların çıkarına olacak. Gelin, Rusya ile birleşin. Moskova, işbirliğine hazır. Yaptırımlar nedeniyle dudak bükmeyeceğiz. Herkesi bekliyoruz" dedi.
'ABD'NİN AVRUPA'DAKİ NÜKLEER SİLAHI RUSYA'YI TEHDİT EDİYOR'

Putin'in gündemindeki bir diğer konu ise ABD'nin Avrupa'daki taktik nükleer silahlarıydı. ABD’nin, 2. Dünya Savaşı'nın ardından sahip olduğu nükleer silahlarını her zaman Avrupa'da (uçaklarda) bulundurduğunu söyleyen Putin, "Şimdi ise bu silahı yeniliyorlar" dedi.

Putin, konuyla ilgili sözlerini şöyle sürdürdü: "Elbette bu tehlikeli bir durum. Neden? Çünkü bizim taktik nükleer silahımız, ABD'ye karşı stratejik bir özellik taşımıyor, ABD topraklarını kapsamıyor. Fakat ABD'nin Avrupa'daki nükleer silahı bizim topraklarımızı kapsayacak. Bu nedenle, bu silah stratejik önem taşıyor ve bize karşı büyük bir tehdit oluşturuyor" dedi.

'BATI, UKRAYNA'DA HATA YAPTIĞINI GÖRÜYOR'

Ukrayna'da yaşanan gelişmeler ve Batı'nın tutumunu da değerlendiren Putin, "2014 yılında Kiev'deki darbeyi destekleyen Batı, Ukrayna'da hata yapıldığını görüyor" dedi. Birçok kişinin hatanın farkında olduğunu belirten Putin, buna rağmen hiç kimsenin bunu itiraf etmek istemediğini de vurguladı.

'UKRAYNALI MİLLİYETÇİLERİN RUSÇA KONUŞAN NÜFUSU YEMESİNE İZİN VERMEYİZ'

Putin, Ukrayna'nın güneydoğusundaki krizle ilgili olarak, "Rusya, Ukraynalı milliyetçilerin Donbass'taki Rusları ve Rusça konuşan nüfusu yemesine müsaade edemez" ifadelerini kullandı.

Batı'nın Rusya'ya yaptırımların süresinin uzatılmasını sürekli olarak Minsk anlaşmalarının uygulanmasına endekslediğini söyleyen Rus lider, "Ne yani, Ukrayna Anayasası'nda değişiklik yapması gereken taraf biz miyiz? Elbette, hayır. Herkes bunun farkında ancak Rusya'nın taviz vermesi için baskı yapıyorlar" dedi.

'UMARIM KÜRESEL BİR SAVAŞ ÇIKMAZ'

Belgeselde Putin'e "Yeni bir küresel savaş çıkacak mı?" sorusu da yöneltildi. "Umarım, çıkmaz" yanıtını veren Putin, "Bugünkü uluslararası koşullar ele alındığında, küresel çapta bir savaş, gezegenimiz için felaket olur. Umarım, yeryüzünde nükleer silah kullanma deliliğini yapmaya karar verecek biri bulunmuyordur" dedi.

Putin, Rusya'nın nükleer gücünü caydırma amaçlı olarak geliştireceğini de sözlerine ekleyip, "Moskova, nükleer gücünü hiçbir zaman tehdit olarak kullanmadı ve kullanmayacak" diye konuştu.

'BATI, UKRAYNA'DA SSCB'NİN YENİDEN DOĞUŞUNU ENGELLEME GÜDÜSÜYLE HAREKET ETTİ'

Vladimir Putin, Batılı ülkelerin Ukrayna ve genel olarak eski SSCB coğrafyasındaki politikalarını 'Moskova, SSCB'yi yeniden kurmayı amaçlıyor' yanılsamasıyla yönettiğini söyledi.

Putin, "Avrupa ve ABD'li partnerlerimizin Ukrayna ve eski SCCB coğrafyasındaki politikalarının Ukrayna'yı koruma amaç olmadığından ve SSCB'nin yeniden doğuşunu engelleme güdüsüyle hareket ettiklerinden eminim. Hiç kimse SSCB'yi yeniden kurma niyetinde olmadığımıza inanmıyor" diye konuştu.
Haber 93

Putin: Güvenilir bie ortağız çünkü, Başkasının türküsünü söylemiyoruz
18.04.201

Spütnik News'in haberine göre; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dış politikada bağımsız, iç politikada halkın talebine göre politika yürüten Rusya'nın güvenilir bir ortak olduğunu söyledi.

Rus Vesti TV kanalına konuşan Vladimir Putin, Rusya'nın uluslararası alanda bağımsız ve egemen politika yürüttüğünü, iç politikada ise halkın talebine göre hareket ettiğini belirtti.

Putin bu durumun Rusya'ya güvenilir bir partner olma imkanı sunduğunun altını çizdi.

Rus lider şunları söyledi: "Kendimizi uluslararası alanda bağımsız, egemen politika yürüten ve iç politikada halkının isteklerine göre hareket eden bir ülke olarak görmek için çok fazla bileşene sahibiz. Bu bağlamda oldukça güvenilir bir ortağız. Zira başkasının türküsünü çsöylemiyoruz."
Haber 93

Rusya'nın Yeniden Dirilişi
Lauren Goodrich
Stratfor

Kırgızistan’da Bakiyev’in devrilmesi sonucu bölgede Rusya’nın rolü yeniden tartışılmaya başlandı.

Rus yanlısı güçlerin Kırgızistan’da kontrolü ellerine aldıkları geçen hafta, Rusya’nın eski Sovyet topraklarında yeniden dirilişi doğrultusunda bir başka kilit başarıya şahitlik etti. Kırgız devrimi çabuk ve çetindi. Aylardan beri kaynamakta olan protestolar 24 saat içerisinde ülke çapında ayaklanmaya dönüştü, başkan kaçtı ve geçici hükümet kuruldu. Bir hükümetin diğeriyle yer değiştirmesi için gerekli olan her bir parça öylesine kısa bir sürede yerli yerine oturdu ki bunun, “tatmin edicilikten uzak ekonomik şartlara tepki olarak halkın kendiliğinden ayaklanması” olduğu savını gözden düşürmektedir. Önceden tertiplenmiş bir devrimdir bu.


Önceden hazırlanmış bir devrim

Kırgızistan’daki muhalefet güçleri, 2005 yılında yapılan ve devrik cumhurbaşkanı Bakiyev’i iktidara taşıyan Lale Devrimi’nden bu yana protesto gösterileri düzenliyorlardı. Ancak hiçbir muhalefet grubu bir devrimi sonuçlandırabilecek güce sahip değildi ta ki Rusya’nın dahli olana dek.

Kırgız muhalefetinin ileri gelenleri, devrimden önceki haftalarda Moskova’yı ziyaret etmiş ve Başbakan Vladimir Putin’le görüşmüşlerdi. Kırgızistan’daki Stratfor kaynakları, Rusya Fedaral Güvenlik Servisi’nin kriz süresince olay yerinde yaygın ve fark edilir bir varlık gösterdiklerini, Moskova’nın devrimden sonra Kırgizstan’daki Rus üslerine 150 seçkin Rus paraşütçü gönderdiğini kaydettiler. Toz bulutu dağılmaya başladığında, Rusya kurulmakta olan hükümeti onayladı.

Rusya’nın kendi sınırlarından yaklaşık 1.000 km (başkent’ten başkente yaklaşık 3.000 km) uzaklıktaki bir ülkeyi hedef alması için birkaç neden var her ne kadar bizâtihi Kırgızistan ödülün kendisi değilse de. Ülkenin bahse değer bir ekonomisi veya stratejik kaynakları yok, gıda ve enerji bakımından çevresindeki tüm komşularına aşırı bağımlı. Fakat değerli bir coğrafi konumu var.

Orta Asya, bir milyon kilometre kareden büyük bir bozkır alandan oluşmaktadır, ki bölgenin işgal edilmesini kolaylaştıran bir etmendir. Bozkırların dışında bölgenin önemli bir coğrafi niteliği Orta Asya’yı Güney Asya ve Çin’den ayıran Tanrı Dağları’dır. Bu dağların arasında ise tarıma elverişli toprakları ve dağların sağladığı koruma sayesinde Orta Asya nüfusunun büyük bir kesiminin yaşadığı Fergana Vâdisi bulunur. Fergana Vâdisi, Orta Asya’nın merkezidir.

Sovyetler, bu merkezin pekişerek bölgenin güç merkezi olmasının önüne geçmek amacıyla Fergana’yı üç ülkeye dağıttı.

Özbekistan, bu vâdinin aşağı kesimini, Tacikistan girişini, Kırgızistan ise yukarı kesimlerini tutmuştur. Kırgızistan, vâdinin ekonomik bakımdan değerli kesimlerinden yoksundur fakat vâdiyi çevrelemenin faydalarını devşirmektedir. Kırgızistan kontrolü, Fergana Vâdisi’nin dolayısıyla da Orta Asya’nın kontrolüne eştir.

Dahası, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek, Kazakistan’ın en büyük şehri (tarihi ve ekonomik başkenti) Almatı’ya sadece 200 km mesafededir. Kırgızistan’ın Tanrı Dağları’ndaki konumu ona bölgede Çin hareketini izleme imkanı sunmaktadır.

Yüksek kesimler, Sincan Özerk Bölgesi’nin devamı olan ve Çin’e bağlı Tarım Havzasına da nâzırdır.

Stratejik konumuna bakınca, Kırgızistan’ın kontrolü, Kazakistan’a, Özbekistan ve Tacikistan’a ve de Çin’e baskı imkanı sunmaktadır. Dolayısıyla Kırgızistan, Rusya’nın eski Sovyet sahasında yeniden dirilme planı çerçevesinde can alıcı bir parçadır.

Rusya’nın yeniden dirilişi

Rusya’nın dirilişi, coğrafi savunmasızlığın bir fonksiyonudur.

Rusya, kendisi ve diğer bölgesel güçler arasında tanımlanabilir coğrafi engellerden mahrumdur. Rusya’nın merkezi, Moskova’dan Volga bölgesine kadar uzanan kuşaktır. Ortaçağlarda bu alana Muskovi denilirdi. Sınırlarını çizen nehir, okyanus veya dağlar yoktur. Sahici tek savunması, misafir sevmeyen havası ve sık ormanlardır. Moğol sürülerinden Töton Şövalyelerine ve Nazilere kadar sonu gelmeyen işgal ve talan tarihine yol açmıştır bu.

Rusya, bu tabiî savunmasızlığı dengelemek amacıyla genişleme ilkesini benimsemiştir.

Tarihte Rusya işte bu yüzden tanımlanabilir bir coğrafi engele – mesela dağ silsilesi - demir atana dek veya kendisi ile bölgesel güçler arasında tampon bir bölge oluşturmaya yetecek kadar genişlemenin yoluna bakmıştır.

Bu genişleme gâyesi, Rusya ulusal güvenliğinin ve ulusal bekâsının kilididir. Her bir Rus lider bunu iyice anlamıştır. Korkunç İvan, güneybatıya, Ukrayna bataklıklarına doğru, Büyük Katerina Orta Asya bozkırlarına ve Tanrı Dağlarına doğru, Sovyetler Birliği ise Doğu ve Doğu Avrupa’ya doğru genişlemiştir.

Rusya’nın genişlemesi, dört stratejik yöne doğrudur.

Birincisi, Ural Dağları’nın sağladığı koruma adına kuzey ve kuzeydoğu yönüne. Bu strateji, ne olur ne olmaz diye girişilmiş bir genişlemeden daha fazlasıdır. Moskova’nın düşmesi durumunda Rusya Urallara sığınsın ve gelecekteki diriliş için hazırlansın diyedir. Stalin II. Dünya Savaşı sırasında bu stratejiyi uyguladı; Nazi işgalinden korumak amacıyla Rusya’nın birçok sanayi şehri, Ural topraklarına taşınmıştı.

İkincisi, batıya, Karpat Dağlarına ve Kuzey Avrupa ovalarına doğrudur. Karpatlara kadar olan topraklar – Ukrayna, Moldova ve bir de Romanya’nın bazı kesimleri - Rusya’yı güneybatıdan koruyabileceği Avrupa’daki çapalardı. Bu arada, Kuzey Avrupa ovaları, Rusya’ya doğru uzanan en savunmasız güzergâhtır ve Rusya’ya hiçbir tampon sunmamıştır. Rusya’nın amacı bu ovaya alabildiğince derin nüfuz etmek, potansiyel işgalcilerin Rusya’ya doğru alacakları mesafeyi göz korkutucu bir düzeye taşımaktı.


Üçüncüsü, güneye, Kafkaslara doğrudur. Rusya ile Türkiye ve İran gibi bölgesel güçler arasında çetin bir coğrafi engel yaratmak amacıyla Küçük ve Büyük Kafkas Sıradağlarını kontrol etmeyi de içermektedir. Rusya’nın Müslüman bölgelerini (Çeçenya, İnguşetya ve Dağıstan), Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı kontrol etmek anlamını da taşır bu.

Dördüncüsü, doğuya, güneydoğu’ya, Sibirya ve Orta Asya içlerine doğrudur. Rusya’nın merkezi ve Asya arasındaki tek coğrafi engel, Tanrı Dağları’dır; Orta Asya bozkırları, adından da anlaşılacağı üzere düzdür ve Kırgızistan’ın dağlarına kadar uzanmaktadır.

Kuzey Avrupa ovaları müstesna, Rusya’nın genişleme stratejisi, coğrafi engel olarak dağların önemine odaklanır (Karpat Dağları, Kafkasya Sıradağları ve Tanrı Dağları). Bu tanımlanabilir engellere kadar olan toprakların kontrol altında tutulması, Rusya stratejisinin bir parçasıdır, ki onlar olmaksızın Rusya tehdide açık ve zayıftır.

Sovyet dönemi Rusyası bu amaçlara ulaşmıştı. Dağ engellerine ulaşmış, Batı Almanya sınırına kadar Kuzey Avrupa düzlüklerine varmıştı. Fakat Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte bu çapalarla bağları sarsıldı.

Bu çöküş, Moskova, Sovyetlerin diğer ondört cumhuriyetinde kontrolü kaybettiğinde başlamıştı. Sovyet çözülüşü, Rusya’nın bir başka şekilde yeniden ortaya çıkmayacağını elbette ki garantilememişti. Batı – bilhassa da ABD – Soğuk Savaş’ın bitişini Rusya’nın bir daha asla Avrasya hegemonu olarak ortaya çıkmamasını sağlama alma fırsatı olarak gördü.

ABD, bu amaç doğrultusunda ve en nihayet Rus nüfuzunu Rusya havzası sınırlarına hapsedecek bir süreç dâhilinde, Rusya ve coğrafi engeller arasında kalan devletleri avlamaya başladı.

Washington, nüfuzunu Rusya’yı çevreleyen ülkelere genişletmeye baktı. Amerikan askeri klubünün, yani NATO’nun 2004’te Baltık devletlerine genişlemesiyle başladı bu, ki Rusya’nın Kuzey Avrupa ovalarındaki en zayıf noktalarından biri üzerinde Batının kelimesi kelimesine Rusya’nın eşiğine dayanması demekti (Baltıkların en yakın noktası, St.Petersburg’a 160 km uzaklıktadır).

Washington bir sonraki adımda eski Sovyet cumhuriyetleri’ndeki Amerikan yanlısı, batı yanlısı demokratik hareketleri yüreklendirmeye başladı. 2003 yılında Gürcistan’da başlayan, 2004’te Ukrayna’ya, 2005’te de Kırgızistan’a ulaşan “renkli devrimlerdi” bunlar. Rusya’nın üç dağlık bölgeyle, çapayla, bağlarını kesmişti.

Ama ne ki Ukrayna’da yapılan Turuncu Devrim, ABD-Rusya ilişkilerinde kırılma noktası oldu. Moskova bu noktada ABD’nin Rusya’yı kalıcı olarak sakatlamak istediğini kabul etti. Rusya turuncu renge büründükten sonra Rusya vereceği bir cevabı örgütlemeye başlamıştı.

Fırsat penceresi

Rusya, Amerika’nın Afganistan, Irak savaşları ve İran krizi sayesinde eski Sovyet cumhuriyetleri’nde Amerikan nüfuzunu geri geri sürmek ve bölgeyi yeniden tanımlamak için altın bir fırsat yakalamış oldu.

İslam dünyasına odaklanması, Washington’ın eski Sovyet sahasında koşturma veya Rusya’nın batı nüfuzuna verdiği tepkiyi dengeleme yeteneklerini sınırladı. Moskova biliyor ki Washington’ın İslam dünyası üzerinden çekilme vakti çok uzak değildir. Bu yüzden de batının eski Sovyet sahasındaki nüfuzunu tersine çevirme ve Rusya ulusal güvenliğini sağlama alma gayretlerini artırdı.

Rusya, son birkaç yıldır eski Sovyet sahasındaki batı nüfuzunu ülke ülke geri püskürtmek için çalışıyor.

Moskova 2010’da bir dizi büyük başarılara imza attı. Rusya’yı ekonomik olarak Kazakistan ve Belarus’la yeniden bütünleştirmek amacıyla Ocak ayında gümrük birliği anlaşması imzaladı.

Yine Ocak ayında, Ukrayna’da Rus yanlısı bir hükümet iktidara geldi. Şimdi de Kırgızistan’da Rus yanlısı bir hükümet iktidarda.

Rusya ile sınırı olmadığına bakınca, Kırgızistan, Moskova nezdinde önemli bir kilometre taşı ve Moskova’nın Rusya merkezinden Orta Asya bozkırlarına kadar uzanan toprakların kontrolünü sağlama aldığına işaret eder.

Rusya, Batı nüfuzunu geri püskürtmeye bakarken, her bir eski Sovyet cumhuriyetinde bir dizi araçları da test etti.

Bunların arasında siyasi baskı, sosyal istikrarsızlık, ekonomik ağırlık, enerji bağlantıları, güvenlik hizmetleri ve doğrudan askeri müdahale var.

İçlerinden en kullanışlı olanı, Ukrayna ve Litvanya örneklerinde görüldüğü üzere, enerji bağlantılarıdır. Rusya, bu ülkeleri incitmek ve Avrupa’nın bu devletlere tepki vermesini sağlamak için arz kesintilerini kullandı.

Doğrudan askeri müdahale, Gürcistan’da görüldüğü üzere, başarılı oldu ve Rusya şu an bu ülke topraklarının üçte birini kontrolü altında tutuyor.

Belarus ve Kazakistan üzerinde tesis edilen siyasi baskı, bu ülkeleri demin bahsettiğimiz gümrük birliği anlaşmasını imzalamaya sevketti. Şimdi de Kırgızistan örneğinde görüldüğü üzere, Amerikan senaryo metninden bir yaprak almaya ve batı yanlısı renkli devrimlerin yanı sıra bir devrim ateşlemeye istekli olduğunu gösterdi.

Rus stratejisi her bir ülkeye özel hazırlanıyor yani onları Moskova’nın cebine indirmek yahut en azından Rusya’ya karşı daha pragmatik olmalarını sağlamak için farklılıklarını nazar-ı itibara alıyor.

Rusya, her ne kadar Kuzey Avrupa ovalarını henüz kontrolü altına almadıysa da, dağlık çapalarına her yönde hani neredeyse ulaşmış durumda. Dolayısıyla da Amerika bakışlarını Avrasya’ya çevirdiğinde mücadele edeceği daha güçlü bir Rusya ile karşılaşacak.

(Çeviri : M. Alpaslan Balcı / Dünya Bülteni)

AB'de Türkiye&Rusya Şoku
Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev’in Türkiye ziyareti sırasında imzalanan enerji anlaşmaları dünya medyasında bomba tesiri yaptı.

Türkiye’nin AB’ye karşı alternatifler geliştirmeye devam ettiğinin altını çizen AB ve ABD medyası ilginç başlıklar kullandı. Financial Times gazetesi, “Soğuk savaşın rakipleri enerjide işbirliğine gitti” yorumunu yaptı.

BATI ÇOK KAYGILI

Nükleer santral ve petrol boru hattını ön plana çıkaran New York Times da Rusya ile Türkiye arasında son yıllarda imzalanan anlaşmaların, Rusya’nın Avrasya enerji rotalarındaki egemenliğini korumaya yardımcı olduğu yorumunu yaptı. İki ülke arasındaki ticaret hacminin beş yıl içinde 30 milyar dolardan 100 milyar dolara çıkarılmasının amaçlandığına da işaret eden gazete, ticaretin büyük bir bölümünün Türkiye’nin Rusya’dan yaptığı enerji alımlarından kaynaklandığını, ticarette öngörülen artışın Türkiye’den çok Rusya’nın yararına olacağı görüşlerini yansıttı.

Gazete “Nükleer santral anlaşması, bazı Türkler arasında Türkiye’nin Rusya’ya fazla dayandığı kaygılarını artırdı” diye yazdı. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin sessizce Medvedev’in “büyük çapta bir stratejik ortaklık” olarak nitelediği ortaklık düzeyine çıkarıldığına işaret edilen Wall Street Journal’de, imzalanan anlaşmalardan ticari açıdan en anlamlı olanların, Rus kamu gaz ve petrol şirketleriyle yapanlar olduğunu kaydetti.
aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Arl 30, 2015 12:49 am    Mesaj konusu: Pof. Dr. Anıl ÇEÇEN: RUSYA DÜNYAYA MEYDAN OKUYOR Alıntıyla Cevap Gönder

Pof. Dr. Anıl ÇEÇEN: RUSYA DÜNYAYA MEYDAN OKUYOR



Türkiye’nin Suriye sınırında bir uçağın düşürülmesiyle birlikte dünyanın siyasal gündemi değişmiş ve Orta Doğu bölgesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti de yeni bir siyasal krizin içine sürüklenmişlerdir. Soğuk savaş döneminde uzun süre iki ayrı kutup içerisinde yer alan Türk Devleti ve Rusya Federasyonu, küreselleşme sürecinde normal düzeyde ilişkilerini geliştirmeye çalışırken, birden oldubitti ile bir uçak krizinin ortaya çıkması üzerine yeniden eskisi gibi karşı karşıya gelmişlerdir. Sınırların ihlal edildiği gerekçesi ile Türk Devleti kendini savunurken, Rusya Federasyonu resmi makamları uçağın kesinlikle bir sınır ihlali yapmadığını, Türkiye-Suriye sınırının aşılmadığını ve Suriye’deki iç savaşın önlenmesi doğrultusunda Rus uçağının kendisine verilen görevi yerine getirmeye çalıştığını öne sürerek, Türkiye’nin gerçekleri dikkate almayarak düşmanca davrandığını olay tarihinden bu yana öne sürerek siyasal gerilimi önemli ölçüde tırmandırmıştır. Rusya Devleti yetkilileri kendilerini savunurken, sürekli olarak Türk Devletini suçlamaya çalışmışlar ve bu doğrultuda Türkiye’nin bilerek ve isteyerek kasıtlı bir saldırı içinde olduğunu kamuoyu önünde kanıtlamaya çalışmışlardır. Böylece, soğuk savaşın sona ermesinden sonra geçen çeyrek yüzyıllık dönemdeki küreselleşme süreci yakınlaşması sona ermiş ve soğuk savaşın iki komşu ülkesi yeniden düşman durumuna sürüklenmişlerdir. Hiç beklenmedik bir anda gündeme gelen uçak düşürülmesi olayından sonra, iki ülke ilişkileri her gün artan siyasal gerginlik ortamında karmakarışık bir hale gelmiştir.

Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasından sonra giderek normalleşmeye başlayan Türk-Rus ilişkileri, çeyrek asırlık bir küreselleşme dönemi sonrasında yeniden eskisi gibi bir gerginlik çıkmazına düşmesiyle, hem iki ülkenin devleti hem de halkları ciddi bir şaşkınlık dönemine girmişlerdir. Bir yandan son yıllarda başlamış olan her alandaki yakınlaşma durgunluk içine sürüklenmiş, diğer yandan da iki devletin her gün birbirini suçlayan resmi açıklamaları da ortamı kızgınlaştırarak bir savaş öncesi görünümü gündeme getirmiştir. Son üç yüzyılda sürekli olarak karşı karşıya gelen ve savaşan iki büyük devletin yeniden dünyanın merkezi coğrafyasında bir çatışma ortamına sürüklenmesi, içine girilmiş olan yeni yüzyılın en önemli siyasal gerginliği olarak tırmanmaya devam etmektedir. Dünyanın ortalarında yer alan bu iki büyük devletin beklenmedik bir aşamada yeniden bir savaş eşiğine gelmesi, Rus Çarlığı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun sürekli olarak savaşmasını ve bu savaşlar sonucunda da iki büyük imparatorluğun çökmesini hatırlara getirmiştir. Çarlık sonrasında kurulan Sovyetler Birliği ile Osmanlı Devleti sonrasında tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyeti, iki büyük devlet arasındaki tarihten gelen gerginliği yirminci yüzyıl boyunca tırmandırarak yollarına devam etmişler ama soğuk savaş dönemi dengeleri içinde iki büyük devlet Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi birbirleriyle savaş aşamasına gelmemişlerdir. Üç yüz yıllık savaşlar iki büyük imparatorluğu tarih kitaplarına havale ederken, Rusya’da sosyalist sistem ile Türkiye’de Kemalist model modern zamanların temsilcisi olarak iki büyük devlet yapısını ortaya çıkarmıştır. Küreselleşme aşamasında sosyalist sistem dağılırken, Türkiye’deki Kemalist cumhuriyet yapılanması da batılı emperyalist merkezler tarafından ortadan kaldırılmak istenmiş ama her yol denenmesine rağmen bir türlü istenen sonucu ulaşılarak Atatürk Cumhuriyeti tarih sahnesinden kaldırılamamıştır. Batı tipi kapitalist model Rusya Federasyonuna empoze edilirken, Türkiye’de çeşitli manevralarla bu çizgide bir değişime zorlanmış ama istenen sonuç bir türlü elde edilememiştir.
Küreselleşme dönemine geçilirken kuzey yarım kürede önemli sınır değişiklikleri olmuş, Çek ve Slovak devletleri birbirlerinden ayrılırken, Balkanların en büyük devleti olan Yugoslavya Federasyonu insan hakları görünümlü bir etnik çatışma yolu ile tasfiye edilmiştir. En önemlisi ise batı blokunun karşısında yer alan doğu bloku olarak Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine on beş adet bağımsız devlet tarih sahnesinde öne çıkmıştır. Yer kürenin kuzey bölgesinde istediği değişiklikleri başarıyla yerine getiren batı emperyalizmi, sıra güney yarı küreye gelince bocalamış ve dünyanın Batılılaştırılması doğrultusundaki bir küreselleşme oluşumuna güney yarı kürede yer alan devletleri sürükleyememiştir. Bunun en açık örneği de, Sovyetler birliğinin dağılmasından hemen sonra bir oldubitti yaratarak Amerikan ordusunun Basra körfezine gelerek yerleşmesi olmuştur. ABD elçisinin kışkırtması üzerine Irak ordularının Kuveyt devletinin sınırları içine girmesiyle başlayan yeni dönemde, önce körfez savaşı, sonra Irak savaşı ve daha sonra da Suriye savaşının çıkartılmasıyla birlikte, kuzey yerkürede gerçekleşen dağılma ve parçalanma oluşumlarının güney bölgesinde yer alan Orta doğu devletlerine de taşınmak istendiğini açıkça ortaya koymuştur. Ne var ki, merkezi coğrafya da İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan Yahudi Devleti işin içine karışınca, her şey alt üst olmuştur. Batı kapitalizminin küreselleşme modeli eski Osmanlı ülkelerine taşınmak istenirken bu kez İsrail üzerinden Siyonizm öne çıkarak, tarihten gelen Büyük İsrail İmparatorluğu oluşumunu yeni aşamada orta dünyanın kutsal toprakları üzerinde yeni bir siyasal düzene dönüştürmek istenmiştir. Böylece yeni bir kaos döneminin önü açılmıştır.
Küresel sermaye ABD üzerinden bütün dünya kıtalarını yeni emperyalist açılım ile kendi hegemonyası altına almaya çalışırken, bu durumdan yararlanmak isteyen iki bin yıllık Siyonizm akımının orta dünyada kurmayı başardığı Yahudi devletinin, Siyon tepesinde Hz. İsa’nın dünyaya dönerek kuracağı bir küresel imparatorluk ideali çizgisinde yeni bir imparatorluk düzenine dönüştürülmesi girişimleri bütün bölge devletlerini hedef alırken, doğu ve batı güçlerinin merkezi alanda bir üçüncü dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Irak üzerinden çıkartılamayan üçüncü dünya savaşı bu kez Suriye üzerinden çıkartılmaya çalışılırken, kutsal kitaplarda dile getirilen bir kıyamet senaryosu olarak Armegeddon savaşının Suriye sınırları içerisinde yer alan Megiddo ya da diğer adı ile Amik Ovası bölgelerinde çıkabileceği ilgili uzmanlar tarafından dile getirilmeye çalışılmıştır. Basra körfezi, Irak ve Suriye gibi ülkelerde iç savaşlar üzerinden çıkartılamayan üçüncü dünya savaşı, bu kez doğu ve batının önde gelen büyük devletlerinin karşı taraflar olarak yer alabileceği bir kıyamet savaşı senaryosuna doğru yaşanan olaylar aracılığı ile yönlendirildiği görülmüştür. Küçük İsrail Devleti’nin Büyük İsrail İmparatorluğuna dönüştürülmesi sürecinde gerçekleştirilmesi düşünülen Armegeddon savaşının ortaya çıkabilmesi için savaşın tarafları olarak iki büyük bölge ülkesi olan Türkiye ve İran düşünülmüştür. İki büyük devletin rejim ve mezhep farklılıkları bu aşamada küresel medya üzerinden körüklenilerek kıyamet senaryosuna geçişin öncüsü olarak bir Türk-İran savaşı, savaş lobileri aracılığı ile kışkırtılmaya çalışılmıştır. Ne var ki, binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip olan bu iki büyük devlet çatışma senaryolarına aldanmayarak birbirleriyle savaşmamışlar, aksine bölgede barış ortamının korunabilmesi için her alanda yeni işbirliklerini geliştirmişlerdir. Böylece Siyonizm’in Türkiye-İran savaşı üzerinden kıyamet senaryosunu gerçekleştirme oyunu bozulunca bu kez, merkezi coğrafya da büyük savaşı çıkaracak yeni senaryo olarak Türkiye-Rusya çatışması planlanarak yürürlüğe konulmuştur. Eskiden olduğu gibi, her fırsatta Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getiren siyasal manevralar emperyalist ve Siyonist merkezler tarafından zamanla uygulama alanına getirilmiştir.
Büyük İsrail İmparatorluğu’nun kurulabilmesi için bölgedeki büyük devletlerin savaştırılması oyununda, birinci aşama gerçekleştirilemeyince ikinci aşama olarak Türkiye-Rusya çatışması öne çıkarılmaya başlanmıştır. Rusya’nın, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra içine girdiği şaşkınlık ortamından kurtularak gene eskisi gibi batı karşıtı bir yeni soğuk savaş arayışı içine girmesi, Türk-Rus savaşı çıkartmak isteyenlerin işine yaramıştır. Özellikle Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi üzerine Kırım lobileri yeniden Rusya karşıtı çalışmalara yönelmişler ve bu gerginlik üzerine Rusya ikinci bir adım daha atarak Ukrayna devletinin doğu sınırlarından içeri girmiştir. Batı dünyasının desteği ile Rus saldırganlığına karşı kurulmuş olan bir tampon devlet olarak Ukrayna, yeni dönemde bölünmenin eşiğine gelmiştir. Kiev’in doğusunda yaşayan ve toplam nüfusun yarısını oluşturan yirmi milyonluk Rus asıllı insanın yeniden Rusya sınırları içine çekilmek istenmesi Ukrayna devletini bölünmenin eşiğine getirirken, Rusya Federasyonunun yeniden eskisi gibi bir emperyal devlet olmasına giden yolu açmıştır. Kırımın işgalinden sonra Ukrayna topraklarına da giren Rus Devleti yavaş yavaş bulunduğu bölgede genişlemeye doğru yönelirken ve giderek saldırganlaşan Rus devletinin bundan sonra hangi emperyal adımları atacağı tartışılmaya başlarken, Rusya birden Suriye’ye askeri birlik göndererek merkezi alandaki savaş sürecine aktif bir taraf olarak dahil olmuştur. Bu ülkede, yirminci asrın ortalarında kurulmuş olan Baas rejimini desteklemek ve var olan devlet yapısının yıkılmasını önlemek üzere Suriye topraklarına asker gönderen Rusya Federasyonu, bu ülkede batı emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’i tarafından örgütlenen terör örgütlerine karşı savaşa müdahale etmeye başlamış ve Irak’tan sonra Suriye devletinin de terör aracılığı ile çökertilmesi oyununu bozmaya başladığı anda, bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi olayı gündeme gelmiştir.
Yeni dönemde Irak ve Suriye iç savaşlarını terör örgütleri aracılığı ile bütün bölge ülkelerine yaymak isteyen emperyalizm ve Siyonizm ittifakı, asıl hedef olan kıyamet senaryosunun gerçekleştirilebilmesi için bölgenin büyük devletlerini savaşa doğru kışkırtmış ama bunun bir türlü gerçekleştirilemediği anda, bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi gibi yepyeni bir durum ortaya çıkartılmıştır. Kuzey yarıküresinde bir çok devletin sınırlarını değiştiren emperyalizm, güney yarı kürede yirmiden fazla devletin sınırlarını değiştirmeyi, hatta daha da ileri giderek merkezi coğrafyada bulunan on devleti parçalayarak çökertmeyi, Orta Doğu bölgesindeki terör örgütleri aracılığı ile gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı dönemindeki yedi yüz yıllık savaşları devlet birikimi içerisinde değerlendirerek İkinci Dünya Savaşına girmemiştir. Türkiye bu cihan savaşına girseydi, Birinci dünya savaşı konjonktürünün ortaya çıkardığı bugünkü devlet yapılanmasını kaybedebilirdi. Yedi yüz yıllık savaşların Osmanlı imparatorluğunu nasıl çöküşe sürüklediğini dikkate alan Türk devleti, bu yüzden bir yüzyıla yaklaşan cumhuriyet döneminde her türlü savaş olayından uzak durmaya çalışmıştır. Bunun bir tek istisnası olarak gündeme gelen Kıbrıs olayında da, savaş bir barış harekâtı olarak yürütülmüş ve Rumların Türkleri yok etme senaryolarına karşı bir askeri çıkartma dünya kamuoyunun desteği alınarak yapılmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak bu ada ülkesine barış getirilmiştir. Benzeri bir biçimde, Kuzey Irak bölgesinde tüm merkezi coğrafya ülkelerini tehdit eden terör oluşumlarına karşı da sınırlı operasyonlar yapılarak dünyanın ortasında terör üzerinden büyük bir savaşın çıkartılması senaryolarına başarılı bir biçimde engel olunmuştur. Soğuk savaş yıllarında Demirperde olarak nitelendirilen Sovyet sınırındaki bazı savaş kışkırtmalarına karşı da dikkatli bir tutum izlenerek hareket edilmiştir. Ne var ki, bugün gelinen yeni noktada bölge devletleri savaştan kaçarken, savaş lobilerinin desteği ile kurulan terör örgütleri istenen savaşları bölge ülkelerine yaymakta ve insanlığın geleceğini bir kıyamet senaryosuna bağlayan kesimlere yardımcı olmaktadır. Kutsal toprakların bir büyük dünya imparatorluğunun merkezi olmasını isteyenler, savaşları planlayarak bölgeye ustalıklı bir biçimde yaymaktadırlar.
Dünyanın yirmi büyük ülkesinin Antalya’da bir araya gelerek, geleceğin dünyasını görüşmeye başlamalarından bir hafta sonra uçağın düşürülmesi bir rastlantı olmanın ötesinde kıyamet senaryosu doğrultusunda atılmış bir adım olarak görünmektedir, çünkü gelinen yeni aşamada Türkiye ve Rusya gibi iki büyük devletin savaşa girmesi söz konusudur. Rus Devleti, geçen yüzyılın son yıllarında toparlandıktan sonra yeni politikası ile dünyaya açılırken, ideolojik imparatorluk olmayı bir yana bırakıyor ama tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper emperyal güç olarak öne çıkıyordu. Öncelikle eski Sovyet Cumhuriyetlerini yakın bölge olarak ilan ederek, buralardaki eski gücünü yeniden toparlamaya ağırlık veriyordu. Kafkasya, Karadeniz ve Baltık ülkelerini kendisinin merkezinde olacağı büyük bir imparatorluğun eski eyaletleri olarak gören Rusya, eski ideolojik imparatorluk yerine tıpkı ABD gibi emperyal bir imparatorluğun kurucusu olarak yeniden tarih sahnesine çıkıyordu. Orta Asya ülkelerindeki kendine Sovyetler Birliği döneminden bağlı olan yönetimleri ayakta tutan Rusya Federasyonu, Kırım’ın işgali sonrasında Kafkas ve Karadeniz ülkelerinde emperyal adımlar atıyordu. Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal eden Rus askeri birlikleri, bu bölgelerde Moskova’ya bağlı yeni eyaletler oluştururken, eski Sovyet hinterlandında hegemonya gücünü giderek artırıyordu. Bu arada, Gürcistan’a dönük olarak yapılan Rus askeri harekâtında Osetya ve Abhazya üzerindeki Rus baskıları artırılarak, bu iki küçük ülke üzerinden bölgesel hegemonya yayılması öne çıkarılmaya çalışılıyordu. Benzeri bir süreç Ermenistan ile gündeme getirilerek, bu ülkenin batı blokuna kayması önleniyordu.
ABD başkanlık danışmanı Brzezinsky, yazmış olduğu “Stratejik Vizyon” isimli kitabında yeni dönemde Rusya’nın bütün Ukrayna’yı, Beyaz Rusya’yı, Gürcistan’ı ve Ermenistan’ı eski Sovyet Cumhuriyetleri olarak işgal edebileceğini öne sürürken, son gelişmeler karşısında haklı çıkmıştır. Rus devleti soğuk savaş döneminden kalma eski geleneksel politikası olarak batı karşıtı bir doğu blokunu gene Moskova merkezli olarak gerçekleştirmeye çalışırken, Kırım’dan başlayarak teker teker komşu ülkelere yönelik işgal girişimlerini sürdürmektedir. Rusya’nın son aylarda Suriye’ye de girerek bu eski müttefiki olan ülkeyi de işgal ederken, rejimin korunması görünümünde bölgesel bir yayılmanın örneklerini vermektedir. Rusların kızıl elmasının sıcak denizlere ulaşma hedefi doğrultusunda Antalya’yı ele geçirmek olduğu dikkate alınırsa, Rus Jeopolitiği Akdeniz üzerinden sıcak denizlere ve bu denizler üzerinden de okyanuslara açılmaya öncelik vermektedir. Nitekim bu politikanın bir başka uzantısında Güney Kıbrıs Rum yönetiminin ülkesinde göze çarpmaktadır. Birinci dünya savaşı sırasında sıcak denizlere inemeyen Rusya, soğuk savaş yıllarında hem Suriye’de bir askeri üs kurma şansını elde etmiş hem de Ortadoks dayanışması doğrultusunda Yunanistan ile yakınlaşarak bu ülke üzerinden Güney Kıbrıs yönetiminde etkisini artırmıştır. İki dünya savaşı arasında Suriye üzerinden Kıbrıs’a giren Rusya bu ada ülkesinde Akdeniz’in en güçlü Komünist partisi olan AKEL’i kurmuştur. Bugün Kıbrıs Rum kesiminde en etkili siyasal parti olarak yoluna devam eden AKEL, komünizmin bittiği bir aşamada Ruscu bir politikanın sıcak denizlerdeki temsilcisi olmuştur. Rusya Güney Kıbrıs üzerindeki etkisini, Suriye’deki askeri üssü aracılığı ile kurarak Doğu Akdeniz’deki gücünü artırabilmiştir. Batılı emperyalistlerin merkezi alandaki ülkeleri bölerek yeni küçük devletçikler oluşturma politikalarına kendi çıkarları doğrultusunda karışmaya başlayan Rusya, hem Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin güneydoğu bölgesi ile hem de sosyalist sistemin emperyal zorlamaları doğrultusunda Türkiye’nin kuzeyindeki Fatsa olayları ile de yakından ilgilenmiştir. Doğu Anadolu vilayetlerinde yarım yüzyıla yakın bir süre işgalci olarak bulunan Rusya, sıcak denizlere inme yolu üzerinde bulunan Anadolu yarımadasının çeşitli bölgeleri ile her zaman emperyalist bir çizgide yakından ilgilenmiştir. Bugün Suriye ve Kıbrıs’taki üsleri ile Rusya bir doğu Akdeniz gücü olarak bu bölgedeki gelişmelere müdahale etmekte ve böylece batı politikalarına karşı çıkmaktadır.
Bir tarafta Rusya’nın yeni emperyal güç olarak yayılma planları diğer yanda ise batılı ülkeler ile İsrail’in Orta Doğu ülkelerini yeniden düzenleme ve bu doğrultuda yirmiden fazla Müslüman ülkenin sınırlarının değiştirileceği gerçeği, aynı anda dünyanın siyasal gündemine oturmaktadır. Merkezi alana demokrasi getirme numaraları ile bölgeye giren batılı emperyalistler, kutsal topraklardaki güçlerini artırma doğrultusunda atağa geçerken, bir doğulu güç olarak Rusya da bu bölgede harekete geçmiştir. Merkezi coğrafyada kesişen bu iki inisiyatif son aşamada bir Türk-Rus savaşı oluşumu ile yeni bir gündem belirleyebilir. Demokrasi görünümünde, küreselleşme senaryoları ya da insan hakları tartışmaları ile bölgede istedikleri düzenleri kuramayan batılı emperyalistler, istediklerine bir büyük savaş sonrasında kavuşabilecekleri düşüncesi ile dün Türk-İran savaşını kışkırtırken, bugün de bir Türk-Rus savaşının çığırtkanları olarak öne çıkmaktadırlar. Emperyal destekli bir kırk yıllık bir terör yüzünden bütünlüğünü kaybetme noktasına gelen Türkiye’yi üyesi bulunduğu NATO hiç korumazken, Rusya’nın Suriye’ye askeri birlik göndermesi üzerine Türkiye’yi korumak için her türlü yola başvuracağını NATO yetkilileri açıklamıştır. Tam bir çifte standart olarak adlandırılabilecek bu durum bile, merkezi alanda batı emperyalizminin savaş istediğini bu doğrultuda Türkiye’yi bir cephe ülkesi olarak kullanmaya hazırlandığını açıkça ortaya koymaktadır. Normal yollardan bölge ülkelerini parçalayamayan, küçük eyaletler aracılığı ile Yeni Bizans ya da Büyük İsrail imparatorluklarını kuramayan batılı emperyalistler, amaçlarına ulaşma doğrultusunda bölgenin iki büyük devletini birbirleriyle kapışmaya doğru sürüklemektedirler. İsrail Siyonizm’i merkezi imparatorluk için bölge devletlerinin parçalanmalarına ağırlık verirken, Atlantik emperyalizmi de Avrasya kıtasına egemen olabilmek Rusya Federasyonunun parçalanmasına öncelik vermektedir. Şu an dünya haritasına göre dünyanın en geniş topraklarına sahip olan Rusya, bir imparatorluk konumundan yararlanarak bütün Avrasya kıtası ve komşu bölgelerini fethetmeye hazırlanırken, Rus emperyalizminin saldırganlığını önleyebilmek üzere bu büyük devletin parçalanmasına giden yolu batılı emperyal devletler desteklemektedirler. Hem Rusya’nın hem de Türkiye dahil bütün merkezi alan devletlerinin parçalanmasına giden yolun bir büyük savaş ile mümkün olabileceğine, dünyanın önde gelen merkezleri yavaş yavaş inanmaya başlamışlardır. Olayların bu doğrultuda yönlendirilmesi ile her geçen zaman diliminde savaş hazırlıklarının daha da öne çıktığı görülmektedir. Rusya bölge ülkelerindeki askeri varlığını artırarak ve ordusunda büyük yenilikler yaparak bir büyük savaşa hazırlanırken, batı ittifakı da Türkiye’de böylesine bir savaş hazırlığının karşı cephesini oluşturmaya çalışmaktadır. İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye’ye gelerek merkezi coğrafyaya yerleşen NATO, bir Atlantik insiyatifi olarak bu bölgede batı egemenliğinin temsilcisi olmuştur. Bugün de NATO’nun tıpkı Rusya gibi savaş oluşumlarına yakın durması, savaş lobilerinin çıkartmak için her yolu denediği üçüncü dünya savaşı riskini artırmakta ve dolaylı yollardan İsrail’in kutsal kitaplara dayandırdığı Armegeddon isimli kıyamet senaryosunun gerçekleşme şansını artırmaktadır. Savaştan yana olan lobiler her gün savaş yoluna su taşırken, terör örgütlerinin işi fazlasıyla azıtarak büyük terör saldırılarına yönelmelerini de dolaylı yollardan desteklemektedirler. Batılı çevreler, Orta Doğu ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesi ve Rusya Federasyonunun egemenlik alanının küçültülmesi gibi senaryoların ancak bir savaş sonucunda mümkün olabileceğini düşünmeleri, insanlığı bir üçüncü dünya savaşı riski ile karşı karşıya getirmektedir. Rus Devleti’nin tepesinde devletin yetiştirdiği militan isimlerin yıllardır egemen olması bu büyük devleti kendisini de yok edecek bir savaşa hazırlandığını göstermekte ve buna karşı güçlerin de benzeri bir örgütlenme arayışı içine girmesine neden olmaktadır, Dünya kapitalist sisteminin içine sürüklendiği bunalımdan kurtulabilmesi için de savaş giderek gerekli görünmeye başlayınca, tüm kapitalist ve emperyalist çevreler dünyayı savaşa doğru zorlamaktadırlar.
Batıyı karşısına alan ve batı emperyalizminin orta dünyayı ele geçirerek doğuya doğru yönelmesinin kendisini yok edeceğini iyi bilen Rusya, böylesine bir gelişmeye izin vermemek üzere savaşa hazırlanmaktadır. Bu ülkenin lideri kısa boylu olmasına rağmen sürekli olarak medyatık gösterilerde sporcu kimliği ile öne çıkarken aslında hem çatışmaya hem de her türlü savaş senaryolarına hazır olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Kış sporlarını sevenlerin savaş sporunu da sevdiklerine dair bir görüntüyü Ruslar medya kanalları üzerinden dünya kamuoyuna aktarmaya çalışmaktadırlar. Rusya bugün sahip olduğu büyüklükte, federasyona dahil olan eyalet devletlerini zaman içerisinde elinde tutamayacağını gördükçe daha da saldırganlaşarak eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinden egemenlik alanını genişletmeye öncelik verirken, aslında batı emperyalizminin savaş senaryolarına da alet olmaktadır. Batı bir anlamda Rusya’yı dolduruşa getirerek bir üçüncü dünya savaşına doğru çekmek istemekte ve böylesine bir savaş sürecinde bu büyük ülkeyi çökerterek parçalayabilmenin arayışı içine girmektedir. Rusya’nın dağılması ancak böylesine bir büyük savaş senaryosu ile mümkün olabileceği için, orta dünyanın geleceğinde kurulacak Büyük İsrail yapılanmasında bunun içinde yer alacak Türkiye ve İran gibi orta boy devletlerin de direnişleri ancak bir büyük savaş aracılığı ile önlenebilecektir. Türkiye’nin öncülüğündeki İslam devletleri ordularının NATO’nun öncülüğünde Rusya’ya karşı kullanılması, batılıların her iki isteğinin de gerçekleşmesine yardımcı olabilecek bir yolu açabilecektir. Rusya Suriye’de teröre karşı savaşırken savaşın bir Müslüman-Hrıstıyan çatışmasına dönüşmesi tıpkı Osmanlı devleti ile Rus Çarlığının birlikte yıkılmalarına giden savaşlar dönemini yeniden başlatabilecektir. Rusya’nın kendi büyüklüğünü korumak için yakın çevresinde savaşlara girişmesi aslında kendi sonunu getirecek bir çıkmaz yola saplandığını göstermektedir.
Rusya dünya hegemonyasına soyunarak batıyı karşısına alırken batı merkezli bir yenidünya düzeni kurulmasına açıkça karşı çıkmaktadır. Çin ile bir araya gelerek oluşturdukları Şangay İşbirliği Örgütü, gene Çin, Hindistan, Brezilya gibi üç büyük dev ülke ile bir araya gelerek kurdukları BRİC ülkeleri topluluğu ile eski Sovyet Cumhuriyetlerini bir araya getirerek oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu gibi uluslararası yapılanmalar, aslında ABD ve Avrupa Birliği dayanışmasından ortaya çıkan Batı bloku yapılanmasına karşı çıkan çabaların bir sonucudur. Ayrıca kapitalist sistemin patronları ile para babalarının birlikte örgütledikleri Dünya Ekonomik Forumuna karşı gene Çin, Hindistan ve Brezilya ile örgütlenen Dünya Sosyal Forumu oluşumu da bir yana bırakılamayacak düzeyde önemli gelişmeler olarak yenidünya düzeninin oluşumunda karşı insiyatifler görünümünde öne çıkmaktadır. Rusya batıya karşı direnişe geçerken, yalnız hareket etmemekte eski Sovyet cumhuriyetleri ile birlikte bütün Asya ülkelerini, Afrika ve Latin Amerika devletlerini de yanına çekerek batılı emperyalistlerin yeni bir çıkar düzeni kurmalarına karşı çıkmaktadır. Rusya’nın bu antiemperyalist tutumu eski sosyalist dönemden kalma bir alışkanlık ile devam ederken, içine girilmiş bulunan çok kutuplu dünya da tamamen ters bir yönde bir Rus emperyalizmini de öne çıkarmaktadır. Batı emperyalizmi ile mücadele ederken kendi emperyalizmini örgütlemek durumunda kalan Rus devleti, bugün gelinen noktada sürekli çelişkiler içinde bocalamaktadır. Batı emperyalizmine karşı çıkarken G-20 ülkeleri arasında Çin, Brezilya ve Hindistan ile birlikte yer almaktan çekinmemekte, böylece yeni dünya düzeninin oluşturulması gibi yaşamsal öneme sahip olan bir konuyu, batının önde gelen emperyalistlerinin eline bırakmamaya çalışmaktadır. Daha önceleri batının zengin ülkelerini bir araya getiren G-7 grubunun zirvelerine de bir Hristiyan ülke olarak katılarak bu emperyal yapıyı G-8 grubuna dönüştüren Rusya, bu gibi çelişkili politikaları ile tüm emperyalistler gibi çıkarcı bir tutumun yeni temsilcisi olmuştur. Batıya meydan okuyan, batılıların emperyalist ve Siyonist girişimlerinin önünde set kurmaya çalışan Rusya, G-20 zirvesinde onlarla beraber olarak dünya ülkelerine kötü örnek olmaktadır. Bu durumda, zengin batılı ülkeler ile bu tür zirvelerde birlikte olabilen Rusya’nın müttefiklerine karşı dürüst davranabilmesi giderek zorlaşmaktadır.
Yarısı Avrupa’da yarısı da Asya’da yer alan bir Avrasya ülkesi olarak Rusya bölünmüş bir ülkedir. Avrupalı yanı ile Asya’dan uzak, Asyalı yanı ile de Avrupa’dan uzak kalan ikili bir jeopolitik konuma sahip bulunan Rusya, tam anlamıyla şizofrenik bir uluslararası politikanın takipçisi durumundadır. Tek yanlı politikalar ya da girişimlerin getirdiği bir istikrar ve düzenlilikten yoksun bulunan Rusya, ikili yönü ile uluslararası alanda batı emperyalizmine karşı başarılı sonuçlar almaya çalışırken zaman zaman savaş senaryolarına kolaylıkla sürüklenebilmektedir. Suriye’de düşürülen uçak olayı sonrasında hemen savaş öncesi bir durum yaratarak sert önlemler alması, bu durumun açık bir göstergesidir. Rusya batıya meydan okurken, aslında batının oyununa gelmekte hem Orta Doğu ülkelerinin bölünmesine giden yolda bir alet olarak kullanılmakta hem de kendi sonunu hazırlayacak büyük bir savaş senaryosuna doğru sürüklenerek çıkmaz yolda kaybolmanın getirdiği riskli işlere bulaşmaktadır. Rusya Suriye devletini kurtarayım derken bir büyük Armageddon senaryosuna alet olma riski ile açıkça karşı karşıyadır. Geçmişten gelen ülke büyüklüğünü elinde tutabilecek nüfus gücünden yoksun bulunan Rus devleti nin sadece petrol ve gaz gelirleriyle bir yerlere gidemeyeceği anlaşılmıştır. Japonya ya da Güney Kore gibi sanayi devrimini yaşamayan bir Rusya’nın dünyanın patronu konumuna gelebilmesi mümkün değildir. Günümüzde Çin yeni ekonomik güç olarak yükselirken, Rusya geride kalmakta petrol ve doğal gaz gelirleriyle büyük ülkesini ayakta tutabilecek örgütlenmelere girmektedir. Sadece askeri bir güç olarak Rusya’nın istediği düzeye gelerek dünyaya egemen olabilmesi hayal olmanın ötesine gidememektedir.
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan yumuşama ortamında Türkiye Osmanlı’yı yıkan Moskof düşmanlığından vaz geçerek bu komşu ülkeye yeni partner yaklaşımı içinde yönelmiştir. Osmanlı döneminde öne çıkan uzaklaşmanın yerini yakınlaşma almış ve bu doğrultuda her alanda dostluk ve ortaklık ilişkileri geliştirilmiştir. Milyonlarca turist her sene Türkiye’ye gelmiş, binlerce Türk-Rus evliliği gerçekleşmiş, Türk ve Rus işadamları hem ortaklıklar kurmuşlar hem de iki ülkede karşılıklı yatırımlarda bulunmuşlardır. Soğuk savaş döneminde yer altından komünizm gelememiş ama küreselleşme döneminde yer altından hem petrol hem de gaz gelmiştir. Batı emperyalizminin Karadeniz ve Kafkasya bölgelerine girme konusundaki ısrarlarına karşı Türk ve Rus işbirliği aracılığı ile direnilmiştir. Rusya nüfusunun üçte birini oluşturan Türk ve Müslüman bölgeler ile Türkiye yakın ilişkilerini geliştirerek bir anlamda iki devlet arasında yeni bir barış köprüsünün kurulmasına giden yolu açmıştır. Geri dönülmeyecek düzeyde gerçekleştirilen bu gibi olumlu gelişmeler bir yana bırakılarak yeniden eski düşman günler ortamına hiç dönülemeyeceği açıktır. İki ülkede etkin çalışmalar yapan Siyonist lobilerin çabalarına rağmen, kıyamet senaryolarını gündeme getirebilecek bir büyük savaşa Türk ve Rus devletlerinin batılı emperyalistlerin oyunları ile girişmesi beklenemez. Orta Doğu’da İsrail yüzünden tırmandırılan savaş senaryolarının Kafkaslar ya da Karadeniz üzerinden dünyanın kuzey bölgelerine taşınması çok gerçekçi olmayan bir senaryo olarak giderek geride kalmaktadır. Bugün gelinen yeni aşamada bütün devletler uyanarak toparlanmaya başladığı için artık sınırları değiştirecek savaş senaryolarının gerçekleştirilmesi çok zordur. Rusya şizofrenik yapısı ile istediği kadar bir Asyalı mantığı içinde batıya karşı meydan okusun, hiç bir zaman emperyal savaşlarla bir yerlere gidemez. Önemli olan, batılı savaş lobilerinin kıyamet senaryolarına da alet olmayacak çizgide bir sorumluluğu bu büyük devletin yetkililerinin gösterebilmesidir. Rusya gelecekte Şangay örgütü ve BRİC ülkeleri ile birlikte Dünya Sosyal Forumu çizgisinde bir dünya barışı için öne çıkmalı ve savaşa karşı dünya ülkeleri ile bu doğrultuda dayanışma içine girebilmelidir.
Rusya, Türkiye ile savaşmak yerine içine girilmiş olan barış ortamını sürekli kılabilmenin arayışı içinde olabilmelidir. Elli yıl Avrupa kapısında bekletilerek dışlanan Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya geleceğe dönük bir Avrasya işbirliğini yeni dönemde başlatabilir. Bu doğrultuda Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletleri Türkiye ve Rusya arasında yeni dönemde bir köprü olabilir. Bu bölgelerin dünyaya açılımında Türkiye ve Rusya bir rakip olmanın ötesinde geleceğe dönük kalıcı işbirlikleri örgütlenebilir. Türk ve Rus şirketleri Avrasya bölgesinin gelişmesinde daha sıkı işbirliği yürütebilirler. Ayrıca Rusya Federasyonu içinde yer alan Türk Cumhuriyetleri ile de yeni dönemde Türkiye’nin oluşturacağı karşılıklı ilişkiler iki devlet arasında soğukluğun giderilmesinde etkin olabilecektir. Türkiye ve Rusya arasında çalışan turizm firmaları iki ülke halklarının karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerini gezip görmelerini daha yoğun programlar ile geliştirebileceklerdir. Türkiye’nin bir güney ülkesi olması Rusya’nın ise bir Kuzey ülkesi olması aslında iki ülkenin etkinlikleri ve ürünleri arasında bir tamamlayıcı etkiyi olumlu bir biçimde öne çıkarmaktadır. İki ülkenin ekonomik ve ticari ilişkilerinde bu durumdan kaynaklanan olumlu ilişkilerin hızla geliştirilmesi de, Türk ve Rus devletleri arasında başlatılmış olan ilişkilerin daha da gelişmesine yardımcı olabilecektir. Devlet yetkililerinin ya da siyasal kadroların başlatılmış olan olumlu ilişkileri bozmalarına, iki ülke halkı karşı çıkarak izin vermemelidir.
Şu an dünyaya meydan okuyan bir büyük dev konumundaki Rusya’nın bu tutumunun yeni saldırganlıklara ya da işgallere yönelmemesi için dünya kamuoyunun da harekete geçerek bu eski kutup başı ülke ile yeni dönemin işbirliklerini geliştirmesinde dünya barışı açısından büyük yarar vardır. Kendi hegemonyaları için bir kıyamet senaryosu ile üçüncü dünya savaşını gündeme getiren savaş lobilerine karşı Rusya karşı çıkabilmeli, Birleşmiş Milletler örgütündeki üst düzey konumundan yararlanarak dünya barışı için öncü çalışmalar yapabilmelidir. Rusya’nın üçüncü dünya savaşını batı blokuna karşı başlatan karşı taraf olarak değil ama Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bir büyük devlet konumunda davranması, hem dünya barışını kurtaracak hem de savaş lobilerinin kıyamet senaryolarının önünü kapatacaktır. Düşen uçağın gölgesi Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini olumsuz bir çizgide etkilememelidir. Dünyanın yirmi büyük ekonomisi içinde yer alan iki büyük devletin kendi aralarında geliştireceği sosyal ve ekonomik ilişkiler, hem yeni bir dünya savaşını önleyecek hem de merkezi coğrafya üzerinden geleceğe dönük kıyamet senaryolarının kesin olarak bitirilmesini sağlayacaktır. Bu aşamada her iki devlet kendi ülkelerinde etkili çalışmalar yapan emperyalist ve Siyonist lobilere karşı ortak önlemler almak durumundadırlar. Her iki ülkenin bugünkü yönetimleri geleceğe doğru adım atarken, geçmişten gelen olumsuzlukları dikkate alarak hareket etmek zorundadırlar. Rusya’nın önümüzdeki dönemde dünyaya karşı meydan okumaya devam etmesi gibi olumsuz bir durum öne çıkarsa, o zaman Türkiye Cumhuriyetinin de Türk dünyası ve Türk devletleri ile bir araya gelerek ortak hareket etmesi kaçınılmaz olacaktır. Böylesine bir durumda Rusya’yı kendi içinde zor duruma düşürecek ve kendi nüfusunun üçte birini oluşturan Türk ve Müslüman asıllı vatandaşları ile Rus devleti ters düşmek gibi istenmeyecek bir olumsuz duruma düşebilecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk bugün yaşasaydı Rusya ile savaşmazdı. Onun dış politikasının ana esası Rusya ile dostluk, İran ile ortaklık ve batılı emperyal ülkeler ile mesafeli ilişkiler kurmaktır. Modern Rusya’nın kurucusu Lenin de yaşasaydı o da Türkiye ile savaşmazdı. Lenin ve Atatürk arasında yazılan mektuplarda iki ülke halklarının emperyalizme karşı ortak bir dayanışma içinde olması gerektiği gelecek kuşaklara bir öğüt olarak bırakılmıştır. Bugün her iki devletin yöneticileri bu gerçekleri bilerek sorumluluk içinde hareket etmek zorundadırlar.

Kaynak: http://www.kemalistyaklasim.info/index.php/makaleler/prof-dr-an-l-cecen/554-rusya-duenyaya-meydan-okuyor
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com