EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Haydarpaşa'da 92 yıl sır kalan patlama

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ekm 18, 2009 11:15 pm    Mesaj konusu: Haydarpaşa'da 92 yıl sır kalan patlama Alıntıyla Cevap Gönder

Haydarpaşa'da 92 yıl sır kalan patlama
18 Ekim 2009

İstanbul Boğazı’nda ne yapacağımızı tartıştığımız muhteşem Haydarpaşa Garı binası, bundan 92 yıl önce neredeyse havaya uçacaktı. Enver Paşa’nın uzun zaman bir sır olarak kamuoyundan sakladığı bu müthiş patlamanın iç yüzü neydi?

Mustafa ARMAĞAN'ın yazısı

Henüz hiçbirimiz tarihimizin bütününü görebilmiş değiliz. Katı sansürler konulduğu, arşivler vaktiyle yakıldığı veya ayıklandığı için korkarım ki, hiçbir zaman da o bütünü görme şansımız olamayacaktır. Bu yüzdendir ki, “yakın tarih”, takvimsel yakınlığının zıddına bize “en uzak tarih” olarak kalmaktadır. İçine girdiğimiz çok boyutlu siyasî açılımlara bir ‘tarih açılımı’ da mutlaka eşlik etmeli. Etmezse açılımın mantığı sakat kalır.

Hatırlayalım: Aralarında birkaç ay fark bulunan Çanakkale hakkında iyi kötü bir hafızamız oluştuğu halde, Sarıkamış zar zor hatırlanmaktadır. Neden? Sarıkamış, sansür sebebiyle kamuoyunun meçhulü olarak kalmış, ancak 1920’lerin başlarında fark edilmiştir de ondan.

İşte bundan 92 yıl önce, 6 Eylül 1917 günü meydana gelen Haydarpaşa Garı patlaması, bu yüzden kalın bir sır perdesinin arkasına gömülmüştür. Olay, iki satırlık bir resmi tebliğle geçiştirilmiş, millet, patlamanın, bir işçinin elindeki cephane sandıklarından birini yere hızlıca atması yüzünden meydana geldiği masalıyla uyutulmuştu.

Ancak gerçeklerin günün birinde ortaya çıkmak gibi garip bir huyu vardır.

İttihatçılar istedikleri kadar bu yalanı cilalamaya çalışsınlar, hatıralarını 1919’da kaleme alan Liman Von Sanders, sabotajın daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu yazmıştır bile. Almanlar bizi bunun bir İngiliz operasyonu olduğuna inandırmaya çalışmışlar, kuş uçurtmadığı söylenen Alman istihbaratının nasıl olup da İngilizlerin sabotajını haber alamadıklarını açıklamamışlardı.

Haydarpaşa Garı, Berlin’den Filistin’e gönderilecek asker, silah ve cephanenin toplandığı ve trenlerle sevk edildiği merkezdi. Yığınla silah ve cephane Haydarpaşa Garı’nda toplanmış, sevk edileceği günü beklemekteydi.

Aslında İstanbul 1917-1918 yıllarında bir “Alman işgali” altındaydı. Her tarafta Alman subayların sözü geçiyor, Alman Genelkurmayı adeta İstanbul’a hükmediyordu. Hatta kimi mahfillerde savaş kazanılırsa İstanbul’un Almanya’nın banliyösü olacağı bile konuşuluyordu.

Tam da sakınılan göze çöp batar misali, Almanların ana karargâhı olan Haydarpaşa Garı’nda o korkunç patlama gerçekleşecek, ölenler, yaralananlar olacak, peş peşe infilaklar İstanbulluların yüreklerini ağızlarına getirecek, tahrip olan Gar binası, aylarca o harap yüzüyle vapur yolcularının yüreklerini dağlayacaktı.

İyi de kimin işiydi bu patlama? İstanbul’un göbeğindeki bu saldırı, İngilizler tarafından yapıldıysa bile mantıklı bir açıklaması olmalı değil miydi? Hedefi saptırmak isteyenler bir İngiliz uçağının bomba atığını söylüyordu ama uçağı gören eden yoktu. Filistin’de cephane bekleyen Mehmetçiğin umutları biraz daha kararırken, basına sansür uygulanması kimin işine yarayacaktı?

Nihayet bir gün olay aydınlandı. Patlama, İngilizler tarafından değil, Fransızlar tarafından gerçekleştirilmişti. Ama nasıl? Dışarıdan bir sabotajla değil, içeriden bir ihanetle.

Fransız istihbaratı, baştan beri İstanbul’dan Doğu’ya sevk edilen silah, cephane ve askerleri sıkı sıkıya takibe almıştı. “Nasıl olur?” demeyin, çünkü Almanların içine sızmış olan bir Fransız casusu, Georg Mann adlı Alsacelı deniz askeri, Haydarpaşa’daki karargâhta kritik bir mevkide çalışmakta, olan biteni, ara sıra yaptığı Berlin yolculuklarında şefine gizlice aktarmaktaydı.

Böylece Alman karargâhının faaliyeti İtilaf güçlerine ispiyonlanıyor, onlar da özellikle İngilizlerin Filistin cephesinde ellerini rahatlatacak bir tedbiri İstanbul’da almanın çaresine bakıyorlardı. Casus Georg Mann, ekibiyle çalışarak patlayıcıların ateşlenmesini sağlamıştı.

Gün gelmiş, bir tanık hatıralarını bir dergiye anlatarak olayın içyüzünü deşifre etmişti.

A. Baha Özler, Georg Mann ile beraber çalışan görevlilerdendir. Patlamanın duyulduğu dakikalarda Cağaloğlu yokuşundan aşağıya doğru koştururken görür arkadaşı Mann’ı. Beraberce bir motora binip Haydarpaşa’ya doğru yola çıkarlar. Garip şey; Mann’ın elinde nereden bulduysa bir fotoğraf makinesi vardır ve patlamanın fotoğraflarını nefes almadan çekmektedir. Tanığımız şüphelenir durumdan ama susar. İstanbul İtilaf kuvvetlerinin işgaline uğrayıncaya kadar kafasında taşır bu muammayı.

Artık Alman subaylar İstanbul’u terk etmişlerdir ya, Baha Bey bir gün Kohut birahanesinde garip giyimli biriyle karşılaşır. Adam kendisini eski arkadaşı George Mann olarak tanıtırsa da, o sırada Alman subaylara yaklaşmak İngilizlerce cezalandırıldığı için çekinir. Bunun üzerine Mann cebinden bir karne çıkartıp uzatır. Baha Bey hayret dolu bakışlarla göz atar karneye. Eski arkadaşının adı, “Georges Mann” olmuştur ve altında Fransızca “Bizim adamımızdır” yazılıdır.

Mann, patlamayı kendilerinin gerçekleştirdiklerini göğsünü gere gere anlatmaktadır. Baha Bey şaşkındır. Yıllar yılı düşman hesabına çalışan bir istihbaratçı ile birlikte çalışmıştır da haberi olmamıştır. “Derin bir üzüntü duyuyor ve vicdan azabı çekiyordum” diyor ve ekliyor: “Müttefik ve dost bildiğim bu haine kim bilir ne yardımlar yapmış, ne potlar kırmış ve ne haltlar işlemiştim!”

İşte İstanbul’un ve Osmanlı’nın tarihindeki o kara gün, belki de Filistin’in elimizden kayıp gidişini hızlandıran o uğursuz olay, Almanların içine düşman istihbaratçıların sızmasının eseriydi. Nitekim dost ve müttefik bildiğimiz Almanlar, çok değil, 3 ay sonra Kudüs İngilizlerin eline düşer düşmez sanki şehre savaştıkları İngilizler değil de, kendileri girmiş gibi sokaklara dökülecek ve bu kutsal şehrin Müslümanların elinden kurtarılışını çılgınca kutlayacaklardı.

Peki kim dost, kim düşmandı? Yoksa o sözde dost, bizi düşmanın tahribatından daha derinden ve daha içeriden mi yıkmıştı?

Zaman
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com