EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Prof. Kenan Gürsoy

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Tem 28, 2009 9:17 pm    Mesaj konusu: Prof. Kenan Gürsoy Alıntıyla Cevap Gönder

Dindar Kişinin Yapması Gereken
28 Temmuz 2009

Vatikan'a büyükelçi olarak atanmasıyla dikkatleri üzerine çeken 'tasavvuf uzmanı' felsefeci Prof. Kenan Gürsoy'la dindarlık sohbeti...

Röportaj: Filiz Aygündüz/Milliyet

Prof. Kenan Gürsoy, “Dindarlık felsefecinin önüne engeller koymuyor mu?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Bence, kimse alınmasın ama gerçek manada dindarsanız, her şeyi sorgulayabilirsiniz. Hakikate bir şekilde inanıyorsanız onun farklı açılımlarını da görmek durumundasınız”

Geçen hafta yapılan büyükelçi atamalarının en çok ilgi gören ismi Vatikan Büyükelçiliği için görevlendirilen felsefe profesörü Kenan Gürsoy oldu. Halen Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Prof. Gürsoy’un ataması, Vatikan’dan agremanın gelmesiyle birlikte Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girecek.
Gürsoy ile, felsefeden dipomasiye, öğretim üyeliğinden büyükelçiliğe, torunu olduğu Osmanlı’nın son dönem mutasavvıf ve eğitimcilerinden Kenan Rifai Büyükaksoy’a, Galatasaray Üniversitesi’nin rektör seçimlerinde etkili olan kedi sevgisine kadar birçok konuda konuştuk.
Gazeteler atama haberinizi “Vatikan’a ‘tasavvuf uzmanı’ büyükelçi” başlıklarıyla gördü. Sizin başlığınız nasıldı?
Hariciyeye hariçten biri! Önce saygıdeğer dışişleri mensuplarımız için bir rahatsızlık konusu olabilir mi diye düşündüm ve ondan çok tedirgin oldum. Roma Büyükelçiliği’ne atanan Ali Yakıtal aradı, kendisine “İnşallah çizmeleriyle bir mabede giriyormuş gibi rahatsızlık verici bir insan olmam” dedim.
Böyle bir kaygınız mı var?
Olabilir gibi geldi ama çok zarif insanlar; hiç böyle bir imada bulunulmadı. Vatikan’ın bir kültür yeri olduğunu ve bir kültür adamının orada bulunmasının farklı katkılar yapabileceğini söylediler.
Kaldı ki hariciyeye hariçten birinin ilk atanması değil... Yakup Kadri, Yahya Kemal...
Bu da bana ayrı bir yük veriyor. Acaba onlar gibi biri olarak tasavvur edildim de böyle bir şey mi düşünüldü diye... Elbette hayır. Ben kendi çapımda mütevazı olmaya çalışan bir felsefeciyim. Atanma kelimesi yerine atanması için bir prosedürün başlatıldığı bir felsefeci denmesinde fayda var.
Günün birinde diplomat olacağınız aklınıza gelmiş miydi?
Hayır, ben çocukluğumdan beri hep felsefeci olmak istedim.

‘Babam bir Cumhuriyet nesli’
Ailenizle başlayalım...
Anne ve baba tarafımdan iki farklı muhitin çocuğuyum. Babam Orta Anadolulu, Cemali ailesinden. Hukuk okuyor. 30’lu yılların ilk doktora öğrencilerinden biri olarak Brüksel’e hukuk doktorası yapmak üzere gönderiliyor, hükümet tarafından. Döndüğünde Ankara Hukuk Fakültesi’ne başlıyor. Profesör oluyor. Ayrıldığında Ankara Üniversitesi Medeni Hukuk Kürsüsü başkanıydı. Hukuku temel alan, muhakemeye dayanan, farklı olayları bu muhakeme çerçevesinde değerlendiren bir babaya sahipsiniz; onunla beraber büyüyorsunuz. O bir Cumhuriyet nesli. Mustafa Kemal’e son derece bağlı. Cumhuriyet’in kendisine emanet edildiğini düşünen harikulade bir dinamizmi görmüşümdür kendisinde. Bana da her zaman örnek olmuştur. Anneme gelince, İstanbul’un bir ilmi aristokrasisinin kızıdır. Osmanlı’nın son dönemi.
Anne tarafından dedesi Mehmet Zihni Efendi hem Galatarasay Sultanisi’nin hocası hem de son dönemin büyük İslam bilim adamlarından. Babası ise Kenan Rifai Büyükaksoy’dur. Son dönemin yetiştirdiği maarifçi ve mutasavvıf. O da bir Galatasaraylı. Çok sayıda lisan konuşurdu; Batı’yı da Doğu’yu da iyi bilirdi.

Fransız hükümetinden burs
Ne var ki siz Galatasaray’ı kazanamadınız.
Evet. Ama bu durum başka bir açılım getirdi. Galatasaray’a hoca olarak geldim, son 9 senedir de Fen Edebiyat Fakültesi’nin dekanlığını yapıyorum. Bu anlamda hariciye biraz rahatlayabilir; benim aileden bu kadar Galatasaraylı olmam onlara yabancı gelmemiş olabilir.
Felsefe okuma kararını nasıl verdiniz?
Entelektüel bir muhitin içindesiniz, o dönem Türkiyesinin iki farklı tarzını ailede görüyorsunuz; biri İstanbul biri Ankara; biri Osmanlı’nın son dönemi, diğeri Cumhuriyet’in ilk dönemi... Kendi aralarında farklılıkları da var ve ister istemez ihtilaflar da. Yetişen bir genç olarak bu ihtilafları fark etmek sizi uzlaşma için düşünmeye davet ediyor. Bana kalırsa benim felsefeciliğimin arka planında Türkiye’nin geçirmiş olduğu temel entelektüel hesaplaşmalarının, uzlaşmalarının da bir tarihi var.
Babanız karşı çıkmış felsefeci olmanıza. Nasıl ikna ettiniz?
Etmedim. Kendisi ya hukukçu ya da kimya mühendisi olmamı istedi. Galiba o zaman kimya mühendisliği daha fazla para kazandırıyordu. St. Benoit’da çalışkan bir öğrenciydim. Lise sonda bir fenden bir edebiyattan iki öğrenciye Fransız hükümetinin verdiği bir yüksek tahsil bursu kazandım. Bursu verirken hangi dalda öğrenim görmek istediğimi söylediler. Felsefe dedim. Babam Fransız hükümetinin bütün eğitimimi üstlendiğini öğrenince söyleyecek bir şeyi kalmadığını ifade etti. Yalnız 80 küsur yaşındaydı, benim bir konferansıma geldi ve sonunda “Yahu bu iş önemliymiş...” dedi. Hoş bir itiraftı.
Sonra Rennes’e gittim. Fen Fakültesi’nde felsefeye başladım. Ardından Paris’e geçtim, Sorbonne’da okudum. Yüksek lisansımı da tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Bir boşluk dönemi, askerlik; ardından Cemil Meriç hocayla çalıştım.

‘İmanlı insan da felsefe yapabilir’
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde asistanlığa başlıyorsunuz? Niye Erzurum?
O zaman İstanbul, Ankara ve Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe bölümü vardı ve hiçbirinde kadro yoktu. Atatürk Üniversitesi kadro ilan edince orada asistan olarak başladım.
Babanız Ankara Üniversitesi’nde... Onun yardımı dokunmadı mı?
Üstelik tanınmış bir profesördü. Kemal Tahir Gürsoy. Fakat bizi hep öyle alıştırdı; başının çaresine bakacaksın. İlmi anlamda sana yardım ederim ama iş bulma konusunu sen kendin halledeceksin! Doçentlikten sonra Ankara Üniversitesi’nden davet aldım. Orada profesör oldum. 38’i henüz geçmiştim. 12 seneden sonra 90’lı yıllarda Galatasaray Üniversitesi açıldı. Fen - Edebiyat da açılınca buraya davet edildim; felsefe bölümünü kurdum. Ardından da dekan olarak bugüne kadar geldim.
Dindar olduğunuzu biliyoruz. Felsefede ateistler ağır basar görüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de dindar kesimde felsefe yapmanın biraz dinden uzaklaşmak olduğuna dair bir kanaat var. Bunun böyle olmadığını felsefe tarihi bize gösteriyor. Ne dindar bir insana felsefeci değil diyebilirsiniz, ne de felsefeciye dinsiz diyebilirsiniz. Felsefeyi kaldırıp yerine dini, dini kaldırıp felsefeyi koymak yanlıştır.
Peki bir dindarın kenarına geldiğinde duracağı, sorgulayamayacağı kutsalları, sınırlarını düşünürsek dindarlık felsefecinin önüne engeller koymuyor mu?
Bence, kimse alınmasın ama gerçek manada dindarsanız, her şeyi sorgulayabilirsiniz. Hakikate bir şekilde inanıyorsanız onun farklı açılımlarını da görmek durumundasınız. Eğer dindarlığınızı şöyle olur böyle olmaz dindarlığı haline getirirseniz felsefe yapamazsınız. Felsefe yapmak için iman etmelisiniz gibi bir derdim yok ama iman edebilen bir insanın felsefe yapabileceği gibi iyi de yapabileceğini söylüyorum.

‘Garip bir felsefeciyim’
Felsefeci oluşunuzun diplomasiye katkısı olacak mıdır?
Ben sade fakat yönelişi itibarıyla önemli olduğunu düşündüğüm bir felsefe uğraşı veren bir insanım. Sadeliğin felsefeyle bütünleşmesi gerektiğini düşünürüm. İyi bir diplomat olabileceğim hakkında hiçbir iddiam yok; ben garip bir felsefeciyim, başka bir şey değilim.
Size haberi verdiklerinde ne hissettiniz?
Biraz şaşırdım. Bugüne kadar farklı kültürlerin birbiriyle bilgiye ve etiğe dayalı bir iletişiminin olması gerektiğine bütün felsefi uğraşımı ve gönlümü koydum. Bunun devlet katında da fark edilmiş olması bana çok onur verdi. İyi bir diplomat olabilir miyim bilmiyorum ama bunu yapabileceğimi düşündüm. Alanı biliyorum, meseleleri biliyorum, Türkiye’nin kültürünün, dini yaşayışının en saf şekliyle fark edildiğinde dünya barışına ne kadar katkıda bulunabileceğinin onlara hissettirilmesinin ne kadar gerekli olduğunu biliyorum.





‘Şeyh değilim’
Felsefeci, entelektüel, dindar, Rifai. Sizden söz ederken birçok Kenan Gürsoy çıkıyor karşımıza. Siz hangisisiniz...
Büyükelçi olduğumu gazetelerden öğrendim; aynı günlerde şeyh olduğumu da öğrendim. Ben çok başarılı, Türkiye’nin inkılaplar çağında tasavvufu bir kaynak olarak bilen bir İstanbul beyefendisi olan Kenan Rifai’nin torunuyum. Bundan da iftihar ediyorum. Rifailik demek onun torunu olmak, onun gönül dünyasına katılmaksa evet öyleyim. Ama tarikatçı değilim; şeyh de değilim!
Kenan Rifai’nin 1925’e kadar bir dergâhı var. Kendisi bir şeyh değil miydi?
1924 öncesinde evet. Şeyhtir. Kenan Rifai Büyükaksoy bir öğretmen. 1885’de Galatasaray’dan mezun olmuş. Adana’da, Üsküp, Manastır ve Kosova’da, Trabzon’da maarif müdürlükleri yapmıştır. Manevi bir heyecan ve coşkuyla Medine’ye gitmiştir. Döndüğünde de etrafında entelektüel bir kitle oluşuyor. Toplantılar yapıyorlar. Abdülhamit dönemi. İttihatçıdır diye dedemin yaşadığı Fatih’teki, şu an benim ve ailemizin de oturmakta olduğu konak basılıyor. Dedem, konağın bahçesine tamamen kendi imkânlarıyla, siyasi bir kimliği olmadığını da vurgulamak üzere, Osmanlı döneminin son Rifai dergahını açıyor 1908 yılında. 17 sene faaliyet gösteriyor. Sanatçılar geliyor, şiirle, müzikle, mesnevi yorumlarıyla ilgileniliyor. Farklı dinlerden şahsiyetler, patrikler, Ayverdi ailesi misafirleri arasında. 1924’te kapatılıyor, Mustafa Kemal’e de saygısı büyük, birçok dergâh da bozulmuştur zaten karar haklıdır, diyerek dergâh mekânını bir konak haline getiriyor. Ayrıca 1924’te kendi ekolünü devam ettirmesini istediği şahıslar, ki onlar da entelektüeller, kendisinden evvel vefat ediyor. Dolayısıyla şeyh olarak adlandırılabilecek herhangi biri zaten kalmıyor.
Abinize ya da size geçmesi de söz konusu değil o zaman?
Bir kere büyükbabam, babasından şeyhlik almamıştır; çocuklarından herhangi birine de şeylik vermemiştir. Zaten bunun sıkıntısını görüyor ve olmayacağını da söylüyor. Eğer geleneksel anlamda bir tarikat usulünün içine girerseniz, bu erkân içinde, şeyhlik babadan kıza geçmez, oğula geçer. Bunu dikkate almak gerekir. Öte yandan, merhum dayıma da böyle bir vazife verilmiş değildir ki sonrasında onun çocuklarına geçsin...



Rektör seçiminde kedi kriteri

Kedileri çok sevdiği söylenen Prof. Gürsoy, bu konuda şunları anlatıyor: “Evde annemin sevgilisi olan iki tane kedimiz var. Bundan bir buçuk sene evvel, Galatasaray Üniversitesi’nde yapılan rektör seçimleri dolayısıyla, gelen rektör adaylarına, öğretim üyelerimin şu soruyu sormasını istemiştim: Kedi politikanız ne olacak? Hepsi de çok güzel cevaplar verdi. Mevcut rektörümüz de gayet güzel cevap vermiş ve şimdi bunu tatbik ediyor. Bizim fakültemizde yaşlı başlı iki tane kedi var. Biri ‘kedi dekan’, diğeri ‘kedi dekan yardımcısı’ olarak aramızda bulunuyorlar. Hatta derslere de giriyorlar. Benim derslerimi pek sevmediklerini biliyorum.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com