EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

KARiYER KADINI KISIRLA$TIRIYOR

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt May 09, 2009 10:10 pm    Mesaj konusu: KARiYER KADINI KISIRLA$TIRIYOR Alıntıyla Cevap Gönder

Kariyer kadını kısırlaştırıyor

İş hayatının yoğun ve rekabetçi ortamı kadınları sadece ruhsal değil fiziksel olarak da erkekleştiriyor. Uzmanlara bakılırsa hormon dengesi bozulan iş kadınları, yuvarlak hatlarını giderek yitirirken kısırlık riskiyle de karşı karşıya.


İş dünyasında parlak ve başarılı bir kariyeri olanlara 'canavar gibi' yakıştırması yapılır. Zira tuttuğunu koparmak bu dünyanın en önemli meziyetidir. Ama yeni bir bilimsel araştırma böylesine zorlu ve rekabetçi ortamlarda çalışan kadınların erkek rakiplerini sollayacak kadar çok para ve yüksek pozisyonlar kazanırken, öte yandan kadınlıklarından çok büyük bir şeyi kaybetme riski taşıdıklarını ortaya koydu: Doğurganlıklarını!
Utah Üniversitesi'nden antropolog Prof. Elizabeth Cashdan'in yaptığı yeni bir bilimsel araştırma 'çocuk da yaparım kariyer de' mantığının pek de doğru olmadığını söylüyor. Çünkü araştırma erkek doğasının en belirgin özelliklerinden olan rekabet etme ve kazanmak için savaşma dürtüsüyle yoğrulan iş dünyasında başarı ve kariyer peşinde koşan kadınların, kadınlık hormonlarının giderek zayıfladığını ortaya koyuyor.
Prof. Cashdan'ın Current Anthropology dergisinde yayınlanan araştırmasına göre iş hayatında aktif olarak çalışan, yoğun iş temposu, stres ve acımasız rekabete maruz kalan kadınların hormon dengelerinin değişmesiyle klasik kadınsı vücut tipi de elden gidiyor. Binlerce yıldır doğurganlıkla özdeşleştirilen kıvrımlı ve yuvarlak hatlı kadın bedeni kariyer odaklı modern yaşamda kıvrımlarını kaybederek bir bakıma erkeksileşiyor. Dahası hormonların değişime uğramasıyla bu kadınlar çocuk sahibi olmak istediklerinde de ciddi sorunlarla, hatta kısırlıkla karşı karşıya kalabiliyor!

KIVRIMLI KADIN DAHA DOĞURGAN
Prof. Cashdan iş dünyasında top koşturan kadınlarda meydana gelen değişimi şöyle açıklıyor: 'İş stresi ve başarma arzusu kadınların hormon dengesinde değişimlere sebep oluyor. Çünkü kadınlık hormonu olan östrojen, yerini acımasız iş ortamında güç, dayanıklılık ve rekabet etme özellikleriyle bağlantılı olan ve içinde erkeklik hormonu testosteronu da barındıran androjen hormonlara bırakıyor.' Cashdan'a göre bu hormon değişiminin göstergesi de kadınların vücut tipinde, özellikle de bel ve kalça genişliğinde yaşanan değişim. Araştırmada kullanılan ve bel çevresinin kalça çevresine bölünmesiyle elde edilen WHR adlı ölçü, değişimi rakamlarla gösteriyor. Zira pek çok tıbbi araştırma dolgun göğüslü, ince belli, geniş kalçalı; yani 90-60-90 olarak nitelendirilen kum saati görünümlü kadınların diğerlerine nazaran daha doğurgan olduğunu söylüyor. Hatta 2004 tarihli bir araştırma kum saati görünümündeki kadınların kadın üreme hormonu olan estradiol'ü diğer tiplerdeki kadınlardan yüzde 30 daha fazla salgıladığını ve böylece hamile kalma ihtimalinin diğerlerinden üç kat fazla olduğunu ortaya koyuyor. En doğurgan kadın vücudu için verilen WHR oranı ise 0,7. Yani belin çevresinin kalçanın çevresinin yüzde 70'i oranında olması. Buna örnek olarak Marilyn Monroe'yu düşünebilirsiniz.
İşte bu noktada kariyer peşinde koşan kadınların sorunu da gün ışığına çıkıyor. Zira 37 farklı kültür ve toplumdan kadınları analiz eden Prof. Cashdan, iş dünyasının rekabetçi ortamında ter döken kadınların vücut şeklindeki değişimi, kıvrımları nasıl yitirip gittikçe düzleştiklerini de açıkça ortaya koyuyor. 'Son yıllarda kadınlarda göğüs ve kalçadan çok, belde bir kalınlaşma olduğunu görüyoruz. Özellikle de iş kadınlarında. Çalışan kadınlarda WHR oranı ortalaması 0,8'den bile fazla. Yani Sophia Loren'in veya Jessica Alba'nın görüntüsünden çok çok uzak. Şu anda iş dünyasındaki kadınlar daha çok ince ve düz görünümlü Keira Knightley'e benziyorlar' diyen Cashdan ekliyor: 'Aşırı yoğun tempoda ve aşırı stres altında çalışan bu kadınlar salgılamaya başladıkları androjenik hormonlar sebebiyle yağı kalçalara değil bel bölgesine biriktiriyorlar. Bel bölgesi ne kadar yağlı ve kalın olursa kadının östrojen gibi kadınlık hormonları salgılama ve doğurgan olma oranı da o denli azalıyor.'

STRES HORMONU YUMURTLAMAYA ENGEL
ABD'deki Emroy Üniversitesi'nde jinekoloji bölümünden Prof. Sarah Berga iş kadınlarının doğurganlığının tehlikede olduğu uyarısını destekliyor. Zira araştırmasına göre, yoğun tempoda çalışan ve fazla stres altında olan kadınların beyninde salgılanan stres hormonu kortizol, kadınların yumurtlamasına olumsuz etki ediyor.
Tüm bu bilgiler yetmezmiş gibi Prof. Cashdan, iş kadınlarına son bir kötü haber daha vermeden edemiyor: 'Erkeklerin doğasında yuvarlak hatlı, göğüs-bel-kalça kıvrımları belirgin kadınları çekici bulma dürtüsü vardır' diyor Cashdan; 'İçgüdüsel olarak doğurgan olana yönelirler. Bugünün iş kadınları başarı ve para kazanma peşinde koşarken yaşadıkları hormonal ve fiziksel değişimlerle erkekler açısından çekiciliklerini kaybetme riskiyle de karşı karşıyalar.'

KUM SAATİNDEN SOPAYA
* Kuzey Carolina Üniversitesi'nin yaptığı 6 bin kadını kapsayan bir araştırmaya göre 1950'lerin ünlü film yıldızlarının popülerleştirdiği kum saati şeklindeki vücut tipi bugün neredeyse kaybolmuş durumda. Araştırmaya göre günümüz kadınlarının yüzde 8'i kum saati tipinde.

* 2007'de University College London (UCL)'da toplam 9 bin kadın ve erkek incelenerek yapılan bir araştırma da belin kalınlaştığını gösteriyor. Araştırmaya göre 1951 yılından bu yana ortalama göğüs ve kalça genişliği en az 5 cm arttı. 1951'den bugüne bel çevresindeki genişleme ise en az 17 cm.

* UCL'de 2004'te yapılan bir başka araştırma ise günümüz kadınlarının yüzde 20'sinin armut tipli (kalça, vücudun üst bölgesine göre daha geniş), yüzde 46'sının ise sopa tipli (hiç kıvrımsız dümdüz inen) olduğunu söylüyor.
* Teksas Üniversitesi'nden Dr. Devendra Singh'in geçen yıl yaptığı istatistiksel bir araştırmaysa erkeklerin ince belli kadınları daha çekici bulma eğiliminin yüz yıllardır hiç değişmediğini gösteriyor.

MİNE AKVERDİ

Akşam

Türkler, 22. yüzyılı göremeyebilir
Kemal Özer
eposta@kemalozer.com
12.08.2009

Dünya nüfusu azalıyor. Yanlış okumadınız hakikaten dünya nüfusu azal(tıl)ıyor. Bununla beraber Türkiye’nin nüfusu da...

Dünya nüfusu ile ilgili yaşanan karmaşayı anlayabilmek için Henry Kissenger, Rockefeller Ailesi başta olmak üzere Unesco, Ford Vakfı, Carnegie Vakfı, Cloerance Gamble (Proctor & Gamble), Jonn Harvey Kellogg, Cleveland Dodge, Winston Chuechill, Maynard Keynes, Lour Arthur Balfour, Julian Huxley gibi kişi ve kurumları yakından tanımak gerekiyor.

Dünyanın yer altı ve yer üstü zenginliklerinin tümünde gözü olan ABD ve son yüzyılda bütünüyle ABD’nin kuklası rolüne bürünen İngiltere’nin dünya nüfusunu kontrol etme planını iyi analiz etmeliyiz.

Dünya nüfusunun istenen seviyenin üstünde olması durumunda ülkeler, kaynaklarını kendi halklarına pay etmek zorunda kalırlar. Yöneticiler buna yanaşmasa bile halk yöneticilere bunu yapmaya mecbur edebilir.

Sorun tam buradadır. Ülkelerin kaynaklarını daha rahat elde edebilmelerinin yolu nüfusu kontrol altında tutmak ve azaltmaktan geçtiğini çok iyi bilmekteler.

Torun John David Rockefeller, “BM Tarım ve Gıda Organizasyonu 2. McDougall Konferansında “Bana göre nüfus kontrolü günümüzde atom silahlarının kontrolünden sonra ikinci en büyük önceliğimizdir” diyerek özetliyordu, kimin doğum yapacağını kimin yapmayacağını.

En isabetli anlatımla kimin hayatta kalıp kimin öleceğine, kimin doğup kimin doğmayacağına, kimin doğurup kimin doğurmayacağına, kimin hangi hastalığa yakalanması gerektiğine , kimin ölüp kimin tedavi edilmesi gerektiğine, hangi ırkların yaşamlarına devam edip hangilerinin tarih sahnesinden çekilmesi gerektiğine onlar karar verecekti.

Çünkü onlara göre kendilerine hizmet edenler istisna diğerleri itlaf edilmesi gereken birer sürüden ibaretti…

Bu adı konulmamış ilahlık iddiasının tepki çekmemesi için, yol ve yöntemler gerekecektir. Bunun için 1923’de doğum kontrol teknikleri için çok kapsamlı çalışmalar başlatılır. Doğum kontrolü birçok ülkede yerli taşeronlarla hayata geçirilir. Projenin finansı tüm vergilerden muaf olarak faaliyet gösteren Rockefeller Vakfı’nca sağlanır. Hafızalarımızı yoklarsak hangi büyük koçun, ülkemizde bu faaliyetleri yürüttüğünü görebiliriz.

İlk denemeler, ideal bir deney istasyonuna çevrilen Porto Riko halkı üzerinde yapılır. 1965 yılında Porto Riko’da yapılan bir araştırmada doğum yapma yaşına gelmiş kadınların yüzde 35’inin başarıyla kısırlaştırıldığı görülür.

İkincil hedef Brezilya’dır. 1970’lere gelindiğinde Brezilya hükümetince yapılan araştırmaya göre 14-55 yaş aralığındaki kadınların yüzde 44’ü doğurganlığını kaybetmiştir. Hindistan başta olmak üzere birçok ülkede hiçbir engelleme ile karşılaşılmadan kısırlaştırma faaliyeti halk sağlığı, aşı, yardım vs gibi adlar altında sürdürülür.

ABD’nin gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yaptığı yardımlarını(!) dağıtırken artık, nüfusu kontrol edenler ve edemeyenler olmak diyerek üzere iki ana tasnife tabi tutacaktır.

Henry Kissenger’in NSSM200 projesi devreye sokulduğunda gelişmekte olan ve büyük kaynak zenginliğine sahip; Hindistan, Nijerya, Meksika, Bangladeş, Brezilya, Pakistan, Endonezya, Filipinler, Kolombia, Tayland, Mısır, Etiyopya ve Türkiye gibi 13 ülke hedef tahtasının tam ortasına oturtulurlar.

Projenin hayata geçirilebilmesi için bu ülkelerde sürekli istikrarsızlık politikaları devreye sokulur. Darbeler, suikastlar, terör olayları, ayrılıkçı hareketler birbirini izler. Bu sürede hem kısırlaştırma faaliyeti devreye alınır hem de zengin kaynaklar bir bir sömürülür. Bu durumun adını da “aile planlaması”, “sürdürülebilir kalkınma” ve “seçim özgürlüğü” koyarlar.

Bu faaliyetlerin yürütülmesinde kürtaj teşvik edilir, korunma aletleri dağıtılır, bazı hastalıkları önleme adı altında aşı kampanyaları düzenlenir, sezaryen doğumu teşvik edilir, bazı ülkelerde kadınlar sezaryenle doğuma mecbur edilir ve bu operasyon sırasında kadınlar istekleri dışında tüpleri bağlanır, gıdalara kısırlaştırıcı katkı maddeleri eklenir, genetiği değiştirilmiş ürünler gizliden ve aşikâren tükettirilir, tedavi olmak için satın alınan ilaçlara kısırlaştırıcı içerikler eklenir, teşhis ve güvenlik adı altında geliştirilen aletlerle radyasyona tabi tutulurlar.

Bir soykırım suçlaması ile karşı karşıya kalmamak için her türlü kılıfları da hazırlamışlardır. Bu hedefe ulaşmak için ülke yönetimlerini, siyasetçilerini, bürokrasisini, akademik çevrelerini hatta halklarını da ikna edecek gerekçeleri de boldur.

“Artan nüfus, fakirleştirir. Halk sağlığı tehlikeye düşer. Gelir paylaşımında sorunlar yaşanır. Tarım alanları yetersiz kalacağından gıda krizi çıkar” türü propagandalar… Gerçekte olmadığı halde adına “küresel ısınma” dedikleri yalanlarına, doğadan kendi elleriyle tahrip ettikleri yeterli malzemeleri de vardır.

Netice itibari ile cin şişeden çıkarılmıştır. Şeytani plan gözlerimizin önünde cereyan etmekte adına da “aile planlaması” denilmekte... En ürkütücü sonuçlardan biri de Brezilya ve ABD’deki Afrika kökenli kadınların yüzde 90’ının kısırlaştırılması… Türkiye’de ise 1970’lerde yüzde 2 seviyelerindeki kısırlık oranı, 2009’a gelindiğinde yüzde 25’lere çıkmış…

Şimdi ise tüm dünyada uygulanacak olan “domuz gribi aşısı” ile benzer bir projenin hayata geçirilmesi mukadderdir. Daha henüz aşısının bulunduğu resmen ilan edilmese bile insan üzerinde bazı deneylere başlandığı haberleri geliyor. Hacca gidecek olanlara bu aşı zorunlu hale getirilmeye çalışılıyor. İkna içinde Haccı yasaklamak gibi haberler yayarak bilinçaltı yönetimi yapılmakta. Bu oyuna ilk gelen ülke ise İran’dır.

Virüsü üretenlerin ellerinde tuttukları anti-virüs, insanlar iyice tedirgin edildikten sonra piyasaya sürülecek ve operasyon bütünüyle hayata geçirilmiş olacaktır.

Aslında yapılan şundan ibaret: Virüsü geliştir, bulaştır, yaygınlaştır, ilacını pazarla, kısırlaştır ve kurtul!

Bütün bunlar size komplo teorisi gibi mi geldi? Merak etmeyin bu bir komplo teorisi değil bütünüyle insanlığa yapılan komplodur. Ölüm uykusundan uyanmazsak gençlerimiz çocuk sahibi olamayacak, orta yaşlılarımız ise torun özlemiyle terki dünya edecekler.

Sahte Mehdilerimiz, ‘kıyamet 21. yy’da kopacak’ kehanetinde bulunsalar da, akledemeyen feraset yoksunlarımız 22. yüzyılda mensubu oldukları ırkın tarih olacağını göremeden terk edecekler dünyayı.

TIMETURK

Genetiği değiştirilmiş gıdalar kısırlaştırıyor

13 Ekim 2009 İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) kısırlığa neden olduğunu savundu.
Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) Denizli Şubesi Toplantı Salonu'nda, ''Küresel şirketlerin yeni silahı: Gıda ve beslenmenin demokratikleştirilmesi'' konulu konferans veren Demirkol, Almanya ve Fransa'da GDO'lu ürünlere yasaklama getirildiğini belirterek, Türkiye'nin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini bildirdi.

Dünyada şu anda 80 çeşit bitkinin genetiğinin değiştirilerek üretim yapıldığına dikkatİ çeken Demirkol, yoğurt sanayisinde de bu tür üretim yapıldığını savundu.

Sanayi türü yoğurtların enzimlerinde değişiklik yapılarak üretiminin gerçekleştirildiğini ileri süren Demirkol, bunun ''çeşitli rahatsızlıklara ve anormalliklere'' neden olabileceğini belirterek, ''Benim eşim de hekim. 1,5 yaşındaki bir hastasının kasığında tüylenme meydana gelince nedenini araştırmaya başlamışlar. Sonunda, çocuğun yediği yoğurdu kestiklerinde kasıklarındaki tüylenmenin ortadan kalktığını tespit ettiler'' iddiasını dile getirdi.

Prof. Demirkol, GDO'lu ürünlerin kısırlığa da neden olduğunu ileri sürerek, şöyle konuştu:

''Viyana Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda GDO'lu domatesleri yiyen farelerin üç nesil sonra kısırlaştığı görülmüş. İnsan ömrü fareden uzun. İnsanların 30 yaşında evleneceğini düşünürsek, bizim de bunu anlamamız için 90-100 yıl geçmesini mi bekleyeceğiz?''

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ticaretinin yaygınlaşması için Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyaya baskı uyguladığını savunan Demirkol, ''Amerika, dünyadaki ürün çeşitliliğini yok edip, GDO'lu ürünlere mahkum ederek, bu sayede dünyaya hükmetmek istiyor. GDO, aslında bir egemenlik sorunudur'' dedi.

Demirkol, tarım üretiminde kullanılan GDO'lu tohumların, rüzgarın da etkisiyle yerel tohumları bozduğunu belirterek, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından beklentilerinin GDO ticaretini düzenlemek değil, bunun üretimini ve ticaretini yasaklayan Biyogüvenlik Yasası çıkarmak olduğunu ifade etti.

haber7
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com