EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Türkiye Rusya’ya İlişkileri

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Şub 16, 2012 1:44 am    Mesaj konusu: Türkiye Rusya’ya İlişkileri Alıntıyla Cevap Gönder

Erdoğan ve Putin'den ortak basın toplantısı
11.12.2017



Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Mısır ziyaretinin ardından Ankara'ya geldi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin'i Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda resmi törenle karşıladı. İkilinin görüşmesi sona erdi, görüşme yaklaşık 1 saat sürdü.

Görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Erdoğan, bu yıl içinde 8. kez bir araya geldiklerini belirterek, "Bu yakın diyalog ikili ilişkilerimizin ve bölgeye dair teşriki mesaimizin boyutlarını ortaya koyuyor" dedi.

Erdoğan'ın açıklamasının satır başları şöyle:

Türkiye Rusya ilişkileri her geçen gün daha da güçleniyor. Bu ziyaretler ve telefon görüşmelerimizle ortak bakış açıları geliştirmeye çalışıyoruz.

Siyasi seviyedeki bu ahenk iktisadi ve beşeri ilişkilerimize de yansıyor. İkili ticaret hacmimiz 2017'nin ilk 10 ayı itibariyle yüzde 10 artış göstermiştir.

Bu yıl 4.5 milyon Rus turist ağırladık. 2018'de daha da artacaktır.

Ele aldığımız konular arasında Kudüs de vardı. ABD'nin kararı tüm dünyada büyük bir infial uyandırdı. Müslümanlarla beraber, Hıristiyanları ve aklı selim Yahudileri hayal kırıklığına uğrattı. Haftasonu protestolarda İsrailli askerler 4 Filistinliyi şehit etti. Gazze uçaklarla bombalandı. İsrail yangına körükle gitmeye devam ediyor.

Bugün Suriye'deki durumu da ele aldık. Ne gibi ilave adımlar atabileceğimizi de istişare ettik. Suriye'de kalıcı çözüm bulunması amacıyla Cenevre'de yürütülen sürece katkı sağlayacağız.

Bu ziyaretin ülkelerimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

S-400 konusuyla alakalı olarak da ilgili arkadaşlarımız bu hafta içerisinde bir araya gelerek bu işi neticelendirecektir.

Putin'in açıklamalarından satır başları:

"Ortadoğu meselesi ve Suriye meselesini de ele aldık. Ülkelerimiz sıkı işbirliği içerisindeler.

Ankara ve Moskova arasındaki işbirliği başarılı şekilde devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ocak'tan Eylül'e kadar ticaret hacmimizin yüzde 36 oranında arttığını konuştuk. Bütün bunlar ortak kararlarımız sayesinde olabildi.

Suriye'deki durumu ele aldık. Suriye topraklarının neredeyse tamamı teröristlerden kurtarılmış durumda. Herhangi bir direniş olursa gerekli karşılığı vereceğiz.

"Suriye'de siyasi çözüm konusunda Soçi'de yapılan üçlü zirvede vardığımız mutabakatın yerine getirilmesini görüştük. Suriye Ulusal Diyalog Kongresi hazırlıklarını görüştük. Bu kongreye katılacak olan katılımcılar Suriye devlet yapısını ve anayasayı kabul etmesi ve BM denetiminde seçimlerin yapılmasıyla ilişkilidir.

Bu yılın sonunda yapılacak Astana'yı da görüştük.

"Suriye konusunda Erdoğan'ın kişisel çabalarını da takdir etmek istiyorum.

"ABD'nin Kudüs kararı bölgedeki durumu daha da kötüleştirmektedir. Fiilen barış görüşmelerini baltalayabilecek bir karardır. Kudüs'ün statüsü İsrail ve Filistinliler arasında doğrudan temasla belirlenmelidir.

Sayın Erdoğan iki gün sonra İstanbul'da yapılacak İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı konusunda beni bilgilendirdi. Rusya gözlemci olarak bu toplantıya katılacaktır.

Biz iyi komşuluk temelinde çalışmalarımızı sürdüreceğiz."

Kremlin Sözcüsü Peskov, Rusya Devlet Başkanı Putin'in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapacağı görüşmede Rus birliklerinin Suriye’den çekilmesinin ardından atılacak adımların ele alınacağını açıklamıştı.

Birgün
Suriye Rusya Cumhurbaşkanı Ankara Vladimir Putin ABD israil Türkiye Mısır Gazze direniş BM İstanbul

Erdoğan-Putin zirvesi: ‘Eski dostum Esad’ ile barışmaya doğru
Hakan Aksay
01 Ekim 2017



Zaten sıkça görüşen ve daha da sık telefonlaşan Türkiye ve Rusya liderleri Erdoğan ve Putin bu sefer nedenini açıklamadan Kasım’da planladıkları görüşmeyi öne çektiler. 28 Eylül’de Ankara’da düzenledikleri zirvede neler görüşüldüğünü ise, “oldukça yuvarlak açıklamalar” ile geçiştirerek ve gazetecilere soru sorma hakkı tanımayarak kamuoyu ile net biçimde paylaşmadılar.

Bu durumda bize, ilişkilerin genel gidişinden son zirveyle ilgili dile getirilenlerin satır aralarına kadar bir dizi faktörün analizine ve öngörülere dayalı değerlendirme yapmak kalıyor.

Zirve sonunda Erdoğan’ın daha geniş açtığı ilişkiler yelpazesindeki (ikili ticaret, enerji, turizm, IKBY referandumu, Suriye vs.) ana vurgu, Putin’in söze başlamasıyla yerine oturdu: Asıl mesele yine Suriye idi.

Konunun birçok ayrıntısı olduğuna kuşku yok. İlan edilen çatışmasızlık bölgelerinden dördüncüsü olan İdlib’te hangi önlemler alınacak, TSK’nın İdlib’e girmesinin Afrin’deki dengeleri radikal biçimde bozmaması için Moskova’nın “tavsiyeleri” nelerdir, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin Deyr ez Zor’a ve oradaki petrol kaynaklarına egemen olma ihtimalinden rahatsız olan Moskova, Şam ve Ankara ne tür karşı adımlar atabilir ve Suriye Kürtlerine karşı izlenecek tutum ne olmalıdır gibi...

(Bu arada bir Rus internet sitesi, 28 Eylül gece yarısında Suriye’de yönetim ile bazı muhalif güçler arasında ateşkese gidildiği, “Kaplanlar” adlı Şam’a bağlı özel birliklerin de Deyr ez Zor’a kaydırıldığı iddiasına yer verdi.)

Esad’la barışmak zor olsa da...

Konuya daha geniş açıdan bakmakta yarar var: 2011’den bu yana birçok aşamadan geçen, tam iki yıl önce (30 Eylül 2015’te) Rusya’nın askerî sahneye çıkmasıyla kaderi değişen Suriye’deki savaş sona yaklaşıyor (bazı uzmanlara göre gelecek yıl içinde tamamlanması ihtimali var). IŞİD’in kesin yenilgisine az kalmışla benziyor.

Rusya destekli Suriye silahlı kuvvetleri, ülkenin yaklaşık yüzde 90’ına hâkim olmuş durumda.

“Dostum Esad”, ardından “katil Esed”, şimdilerde “Esad” - ve yakın gelecekte muhtemelen “Sayın Esad” - hep ülkenin lideri...

Bu gerçeği kabul etmek, galiba Suriye savaşının son aşamasında ve savaş sonrasında masada ve sahada olmanın şartlarından biri.

Suriye’de Rusya ile birlikte ve onunla koordinasyon içinde attığı adımlarla ilerleyen Türkiye, artık “Esad mutlaka gitmeli” tezini dile getirmiyor.

Esad ise kısa süre önce isim vermeden “Geçmişte şu ya da bu şekilde hata yapmış olan pek çok bölgesel oyuncuyu affetmek gerektiğini” söyledi.

Acaba Ankara ve Şam, Moskova’nın arabuluculuğunda el sıkışmaya mı hazırlanıyor? Kapalı kapılar ardında görüşülen konulardan biri de bu “zorunlu barışma süreci” olmasın?

IKBY referandumuna yaklaşım farkı

Bugünlerde “havuz medyası” (ve tabii “havuz kenarındakiler”), Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) referandumu konusunda Ankara ile Moskova’nın aynı görüşte olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Gerçekten öyle mi? Her iki başkentin de “Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğu” yolundaki açıklamasıyla tüm konu özetlenebilir mi?

Irak yönetimiyle ilişkilerine özen gösteren Kremlin’in Iraklı Kürtlerle de yakın bağları var. Özellikle de enerji ticareti bağlamında.

Gazprom Neft, Lukoyl ve Rosneft gibi dev Rus şirketleri yıllardır bölgeye büyük ilgi gösteriyor. Kısa süre önce Rosneft’in Kuzey Irak’ta milyarlarca dolarlık yatırım yapacağı açıklandı.

Moskova bölgede herkesle iyi geçinmeye çalışıyor. Referandumun yapılmasından çok memnun olmuşa benzemese bile, ona karşı sesini yükseltmiyor.

Dahası Irak’ta da Suriye’de de Kürtlerin şu veya bu biçimde bir özerklik sahibi olması fikrine soğuk bakmıyor. (Astana Süreci’nin başında Rusya tarafından önerilen Suriye Anayasası Taslağı’nda Kürtlere özerklik fikri olduğunu hatırlayın.) Zaten Rusya Federasyonu’nun kendisi, savunma ve dış politikası merkeze bağlı özerk idari birimlerden oluşuyor.

Ayrıca Moskova, her iki ülkede de Washington’la sıkı ilişkiler içinde olan Kürtlerle bağlarını güçlendirme amacı taşıyor ve bu yolda ciddi avantajları olduğu kanısında (özellikle de Suriye’de, Esad’la Kürtlerin uzlaştırılması konusunun, büyük ölçüde kendi inisiyatifinde olduğunu düşünüyor.)

Bütün bunlar Kürt konusunda “büyük hassasiyetleri” olan Ankara’nın hoşuna gidecek yaklaşımlar değil. Dolayısıyla şu anda Türkiye ile Rusya arasındaki “yakın pozisyondayız” fotoğrafında yarın ciddi çatlaklar oluşması ihtimali var.

Ticaret ve turizm iyi de, Akkuyu sorunlu

Ankara’daki zirve sonrasında hem Erdoğan, hem de Putin iki ülke arasındaki ticaretin ve turizmin nasıl geliştiğini büyük bir memnuniyetle anlattılar. Rus lider, Ocak-Temmuz 2017 döneminde ikili ticaretin geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31,5 arttığını, Türkiye’ye gelen Rus turistlerin sayısının ise tam 11 katına çıkarak 2,5 milyona ulaştığını vurguladı. Bu gelişme elbette selamlanabilir; ancak buradaki ciddi yükseliş oranının aslında “uçak hadisesi” sonrasında kapatılan muslukların tekrar açılması sürecini yansıttığını unutmadan yorum yapmakta yarar var.

Zirve sonrasında Erdoğan’ın “alışkanlık gereği” artık iyice eskimiş ve içi boşalmış olan “100 milyar dolarlık karşılıklı ticaret” hedefini hatırlatması ise fazla anlam taşımıyordu. (2008’de 38 milyar dolara yükselmiş olan ikili ticaret hacmi, geçen yıl 16 milyar dolar civarındaydı.)

Bu arada “Rusya ile ticaret” deyince aklına yalnızca “domates” gelen Türkler ve Sayın Ekonomi Bakanı Namık Zeybekçi için ekleyelim: Zirvede “domates yasağı” kalkmadı, sadece “kalkacağı” yolunda vaatler tekrarlandı. Anlaşılan Ruslar bir süre sonra yasağı tümüyle olmasa da kısmen ve belki dönemsel olarak kaldıracaklar ve Türklerin de zafer çığlıkları atarak bayram yapması gerekecek.

Gelelim daha önemli konulara. Büyük enerji projelerinden Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı’nın 300 km’lik bölümünün döşendiğinin ve çalışmaların başarıyla sürdüğünün altı çizildi.

Ancak 2010’da anlaşması imzalanan ve son dönemde sürekli gündemde tutulan Akkuyu Nükleer Santrali Projesi’nin bir türlü hızlanamadığı ortadaydı. Ruslara verilmesi gereken izinlerin tamamlanamamasının yanı sıra, 22 milyar dolarlık projenin finans sorunlarının çözümü doğrultusunda da henüz adım atılamamış durumda. Yüzde 49’luk hisse Cengiz-Kolin-Kalyon Konsorsiyumu’na verilecek mi? Türk tarafı bunun için gerekli 8-10 milyar doları bulabilecek mi? Süresi 60, hatta 80 yıla kadar uzanan bu dev projede uzun vadeli adımlar atmak, bugünkü istikrarsızlık şartlarında nasıl mümkün olacak? Taraflar, bu zor sorulara birkaç ay içinde cevap bulmak zorunda.



S-400 konusunda ‘enteresan sessizlik’

Son aylarda Türkiye-Rusya ilişkilerindeki en ilgi çekici haberler, hiç kuşkusuz ki, S-400 füze savunma sistemiyle ilgiliydi. “Satın alırız”, “alamazsınız”, “anlaşma imzalandı”, “imzalanmadı”, “Türkiye’de de üreteceğiz”, “üretemezsiniz” vs. iddialar ve söylentiler ortalığı toz dumana karıştırmışken, Ankara Zirvesi sonrasında Putin ve Erdoğan’ın bu konuda tek kelime bile etmemesi çok enteresandı. Herhalde iki lider de bu konudan son derece rahatsız olan Batı’nın damarına basmak için bu kez de “sessiz kalma” taktiğini benimsemişti.

Anlaşmasının yapıldığı ve kaporanın bile verildiği söylenen bu önemli askerî ticaret olayı, ayrı bir yazıda incelenmeyi hak ediyor. Ancak bugün için – anlaşma yapılsa ve kapora verilse dahi – bu konunun olup bitmiş sayılacağını öne sürmenin erken olduğunu vurgulamakla yetinelim. Bir zamanlar uzun tartışmalardan sonra seçilen Çin hava savunma sistemi FD-2000 ile ilgili anlaşma yapılmış, ancak üç yıl sonra “pardon” denilerek projeden vazgeçilmişti.

Ve son olarak Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler kompleksinin hâlâ büyük ölçüde Suriye’deki askerî-siyasi işbirliğine bağlı olduğunun ve 24 Kasım 2015 öncesi güven ortamının tesis edilemediğinin altını çizdikten sonra, küçük bir ayrıntıyı ekleyerek yazıyı bitirelim:

“Uçak hadisesi” sonrası buluşmalarda Erdoğan’ın Putin'e “dostum” dediğini çok duyduk (28 Eylül’de de sekiz kez bu kelimeyi kullandı); ancak şimdi Putin de Erdoğan’a “dostum” diye seslendi.

Acaba neden?..

T24
ETİKETLER
hakan aksay erdoğan putin türkiye rusya esad suriye ıkby referandum s 400 ankara zirvesi akkuyu domates krizi

Savelyev: Rusya-Türkiye ittifakı, bölge istikrarının garantisidir
RÖPORTAJLAR
22.08.2017
Amur Gadjiev

Rusya-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkan Yardımcısı Dmitriy Savelyev, İzmir Enternasyonal Fuarı'nda Rusya'nın partnerlik statüsünün ne anlama geldiğini ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerinin geleceğini anlattı.
Geçtiğimiz hafta sonu çalışmalarına başlayan Türkiye'nin en eski ve en büyüğü olan İzmir Enternasyonal Fuarı'nın bu yılki en büyük özelliği, ilk kez Rusya'nın partner ülke olarak katılımı oldu.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü ve Rusya Federasyonu Enerji Bakanı Aleksandr Novak
© AA/ EMİN MENGÜARSLAN
Çavuşoğlu ve Novak, İzmir Enternasyonal Fuarı'nda Rusya'nın standını açtı
Rusya-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkan Yardımcısı Dmitriy Savelyev, Sputnik'e açıklamasında, fuardaki partnerlik statüsünün ne anlama geldiğini ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerinin geleceğini anlattı.
Rusya'nın İzmir'deki fuarına bu yılki katılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatıyla 1927'de kurulan bu fuarın Türkler için önemi çok büyük. Bölge ülkeleri arasındaki ticareti genişletme olan ilk amacından çok kısa sürede uluslararası ölçekteki etkinliğe dönüştü. Fuarın boyutu çok büyük izlenim bırakıyor. İzmir fuarını yaklaşık 1.5 milyon kişi ziyaret ediyor, 60 ülkeden şirketler katılıyor. Şunu kaydetmek isterim ki, fuarda Rusya en büyük pavyona sahipti. Pavyonumuzda çeşitli şirketlerin yanı sıra Rusya'daki bölgeler temsil edildi. Tahminlere göre fuar süresince işadamlarımız Türk partnerlerle yaklaşık 100 görüşme gerçekleştirdi ve 350 milyon dolarlık anlaşmaları değerlendirdi.

Rusya'nın İzmir fuarında aldığı partnerlik statüsü, Rus-Türk ticari ilişkilerinin yeni aşamaya geçtiğinin kanıtı olarak gösterilebilir mi?

Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak
© AA/ EVREN ATALAY
Novak, İzmir'de konuştu: Türkiye, Rusya'nın çok önemli bir ticari ortağı
Evet, ama sadece ticari ve ekonomik ilişkiler ile sınırlı değil. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu'nun fuardaki konuşmasında kaydettiği gibi, bu gelişme ülkelerimiz arasındaki genel ilişkilerin seviyesini gösteriyor. Zira partner ülke statüsüyle ilgili karar, üst düzey siyasi çevrelerde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında Soçi'de yapılan görüşme sırasında alındı. Ayrıca İzmir Fuarı'nın bu yılki temel konusu inovasyon ve enerji sektörü oldu. Rusya da haklı olarak bu alanda dünya liderinden biri ve dünyada eşi benzeri olmayan ileri teknolojileriyle gurur duyuyor. Türkiye, kendi petrol ve doğalgazına sahip olmamasına rağmen küresel enerji sektöründe en büyük oyunculardan biri. Rusya da Türkiye'nin en büyük enerji partneri. Türkiye'nin ilk nükleer santrali Akkuyu'nun yapımı tam gaz ilerliyor. Türkiye'ye doğalgaz sevkiyatı, bu yılın ilk 8 ayında yüzde 22.4 oranında arttı. Türk Akımı projesi kapsamında Karadeniz'de 50 kilometreden fazla boru döşendi. Boru hattının Kıyıkköy'e çıkışı planlanandan erken gerçekleşecek. Tam da bu yüzden fuardaki heyetimize Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak başkanlık etti. Novak aynı zamanda Rus-Türk Hükümetler Arası Karma Ekonomik Komisyon'nun da eş başkanı. Tüm bunlar, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerdeki net vektörler.
Rusya ve Türkiye arasındaki ekonomik partnerlik şu anda hangi durumda?

Domates
SPUTNİK
Rusya Tarım Bakanı: İzmir Enternasyonal Fuarı'nda domates sevkiyatı ele alınmayacak
Türkiye Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, İzmir Fuarı'ndaki konuşmasında, şöyle rakamları dile getirdi: siyasi kriz öncesi ülkelerimiz arasındaki ticaret 30 milyar dolara yaklaşmıştı, halihazırda 17 milyar dolar düzeyinde ve hızla kriz öncesi göstergelere doğru ilerliyor. Gelecekle ilgili amaç, 100 milyar dolara ulaşmak. Bu rakam rastgele seçilmedi. Rusya ve Türkiye iş çevreleri son 20 yılda çok yakın ilişkiler kurdu. Her iki ülkeden çok sayıda işadamı işbirliğine büyük ilgi sergiliyor. Türkler büyük bizden sadece petrol ve doğalgaz değil, buğday, alüminyum, kömür, haddeleme metal ürünleri, demir cevheri ve konsantrelerini de alıyor. Diğer yandan da Türkiye'den Rusya'ya makine ve donanım, ayakkabı ve tekstil, kimyasal ve gıda ürünleri gidiyor. Tarım, petrokimya ve ileri teknolojiler alanında ortak yatırımlar ciddi potansiyel oluşturuyor. Bugün, ülkelerimizin karşılıklı yatırımları her taraftan yaklaşık 10 milyar dolar düzeyinde.
Rus ve Türk yatırımlarına örnek gösterebilir misiniz?

Elbette. Rus petrol ve doğalgaz şirketi Lukoil Türkiye'de petrol ürünleri pazarında yüzde 5'lik paya sahip Akpet'i satın aldı. Rus bankası Sberbank, 3.5 milyar dolar karşılığında Denizbank'ı aldı. Inter RAO AES, Türkiye'deki yan şirket üzerinden Gürcistan ve Rusya'dan elektrik enerji ihraç ediyor. Gruppa GAZ, Sakarya'daki tesisinde GAZel NEXT ve GAZon NEXT modelleri temelinde özel amaçlı otomobiller üretiyor. Diğer yandan Türk iş dünyası Rusya'daki özel ekonomik bölgelere ve Rusya'nın Merkez ve Güney federal bölgeleriyle işbirliğine büyük ilgi duyuyor. Novorossiysk'te Türk sermayesinin katılımıyla Bris-Bosfor ayakkabı fabrikası faaliyet gösteriyor. Moskova yakınlarındaki Serpuhov'da çalışan SP Rokland'ın yüzde 40'ı Türk şirketi Aymasan'a ait. Tüm Rusya'da meşhur olan Gloria Jeans şirketi de Türk üreticilerinin kumaşından elbise satıyor.

Rusya ve Türkiye arasında bölgelerarası düzeyindeki ilişkiler gelişiyor mu?

Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak
© AA/ EVREN ATALAY
Novak: Türk Akımı boru hattının 170 kilometreden fazlası döşendi
Stavropol Krayı'ndan işletmeler İzmir Fuarı'nda büyük ilgi çeken sergiler düzenledi. Dağıstan Kalkınma Kurumu da Hazar Denizi'nde sanatoryum merkezi projesiyle de büyük ilgi çekti. Vladimir Bölgesi'nde Türk partnerlerin kurduğu 32 şirket faaliyet gösteriyor. Bu işletmeler elektrik cihazlar, beyaz eşya, cam ürünler ve mobilya üretiyor. Ama Türkiye'yle işbirliğinin lideri Tataristan. Tataristan Cumhurbaşkanı da İzmir'deki fuarı ziyaret etti. Türk şirketler bu cumhuriyete 2 milyar dolar yatırım yaptı. 10 Türk fabrikası Tataristan'da tarım, sağlık, ağaç işleme, makine, enerji ve inşaat gibi sektörlerde faaliyet gösteriyor. Örneğin Alabuga özel ekonomik bölgede araba parçaları ve kimyasal ürünler alanında faaliyet gösteren şirketler yer alıyor. Rus KAMaz ve Türk Tirsan Kardan arasında geçtiğimiz günlerde ortak işletmenin kurulmasıyla ilgili anlaşma imzalandı. Tirsan-Kama adını alacak ortak işletme Tataristan'da kardan şaftı üretecek. Eğilim ortada: Türk işletmeler aktif olarak Rusya'nın bölgesel pazarlarına giriyor.
İki ülke arasında yakın geçmişte yaşanana benzer yeni bir soğumanın iş çevrelerinin ekonomik ilişkileri sağlamlaştırma çabalarını sıfıra indireceği yönündeki endişeler ne kadar haklı?

DTİK Avrasya Komitesi Başkanı Ali Galip Savaşır
© SPUTNİK/ FUAD SAFAROV
'İzmir’de yakalanan sinerji, bundan sonraki Rus-Türk iş forumları da çok olumlu etkiler'
Tüm ülkeler kriz ve çatışmalar yaşar. Bu jeopolitik bir gerçek. Türkiye ve Rusya arasında yüzyıllara dayanan ilişkiler farklı dönemlerden geçti. Ama ülkelerimiz, tüm zorlukları aşmak için her zaman siyasi irade gösterdi. Komşu olduğumuz için Rusya ve Türkiye, tarihsel gelişim mantığıyla stratejik partnerliği amaçlıyor. Siyasi anlamda Türkiye, Suriye'de yapıcı duruş sergiliyor ve Batı'nın Rusya karşıtı yaptırımlara olumsuz yaklaşıyor. Rus-Türk birliği, Kafkaslarda istikrarın ve Kırım'da güvenliğin garantisi. Rusya'yla verimli ilişkiler geliştiren Kafkasların Türk halkları da kültürel ve tarihi olarak Türkiye'ye eğilim gösteriyor. Örnek olarak, her iki ülkeyle partnerlik ilişkileri sürdüren Azerbaycan gösterilebilir.
Tüm söylediklerimi şöyle özetlerdim: ABD son 20 yılda Ortadoğu'daki müttefiklerini birer birer kaybederken Rusya sağlam bölgesel ittifaklar kurdu, onları ekonomik çıkarlar ve karşılıklı yarar ile kendine bağlamayı başardı.
Sputnik

TÜRKİYE – NATO İLİŞKİLERİ
İgor MOLOTOV
11 Temmuz 2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le Hamburg’da gerçekleştirdiği görüşmeyi değerlendiren Russia Today muhabiri İgor Molotov, Türkiye’nin ABD ve NATO işgalinden kurtulmaya başladığını belirtti.

Hamburg’da yapılan G20 Zirvesi’nden geriye çok sayıda Putin-Erdoğan fotoğraflarının kaldığını belirten Molotov, fotoğraflarda her iki liderin içten gülümsediğine dikkat çekti.

Putin’in, Erdoğan’ın Suriye’deki krizin çözümündeki katkısını takdir etmesini ve teşekkür etmesini değerlendiren Rus gazeteci, bu açıklamadan iki ülkenin ortak çalışmasının yoğun biçimde sürdüğünün anlaşıldığını belirterek, “Medyadan Türk-Rus ilişkilerine dair hep olumsuz şeyler duymaya alıştık. Oysa Türk Akımı’nın deniz derinliğindeki bölümü döşenmeye başladı, yani bu projenin bozulacağı yönündeki söylentiler asılsız çıktı. Ayrıca sürekli Suriye konusunda istişareler yapılıyor. Türkiye sadece iş ortağı değil Rusya’nın bu istikrarsız bölgesindeki jeopolitik müttefiki haline gelmeye başladı” diye yazdı.

Erdoğan’ın referandum sonucu aradığı tam iktidarı nihayetinde aldığına dikkat çeken Molotov, “Evet her şey pürüzsüz değil ama bu Rusya için çok iyi bir sonuç oldu. Biz, en zor anda, neredeyse fiziksel olarak öldürüleceği bir zamanda, Erdoğan’a destek verdik. Türkiye’deki darbe teşebbüsü sırasında Erdoğan’a yardım elini uzatan Putin oldu. Böylelikle, Rus uçağın düşürülmesiyle ateşlenen kriz aşılmış oldu” ifadelerini kullandı.

Rus uçağın düşürülmesinin büyük ölçekli provokasyon olduğu şimdi ortada olduğunu belirten Molotov, bu konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu: “Bunu sineye çekip yoluna devam edebilmek için büyük bir cesarete ihtiyaç vardı. Türkiye’nin muhafazakar NATO karşıtı çevrelerinde bu saldırı açık bir şekilde algılandı: Entelektüel yazar ve siyasetçi Ali Osman Zor, uçağın, ABD’nin çıkarları için çalışan ‘turuncu güçler’ tarafından düşürüldüğünü söyledi bana. ‘Suriye semalarında Türkiye vuruldu’ böyle söyledi bana. NATO mantalitesine sahip güçler tek bir vuruşla Erdoğan’ı Rusya’yla müttefik ilişkilerden koparmak istedi. Aynı bu güçler, yüzde yüz ABD yanlısı cumhurbaşkanını iktidara getirmesi gereken darbenin organizatörleriyle de işbirliği yaptı. Açık biçimde Rusya’yla jeopolitik ittifaktan yana tavır sergileyen Ali Osman Zor bana şunu söyledi ki, şimdi Rusya ve Türkiye karşıtı partiler yeniden rövanş peşinde, bunu Rusya’dan yana seçim yaptığı içinde Erdoğan’ın maruz kaldığı suçlamalar yağmurundan görüyoruz”.

Bir zamanlar dost olan ve dış politikayı ortaklaşa belirleyen Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın arasını ABD yanlısı güçlerin bozduğunu kaydeden Molotov, aynı bu güçlerin Moskova’yı da ‘tarihi düşman’ olarak göstermeye çalıştığını ve insanların, Türkiye ve tüm bölgenin düşmanı olan ABD’nin işlediği suçları unutması için elinden geleni yaptığını yazdı.

Erdoğan’ın sıkça NATO mantalitesine sahip güçlerin öfkesini üzerine çekme riskiyle karşı karşıya kalarak Rusya yanlısı duruş aldığını belirten, “Referandumdan sonra Türkiye’nin muhafazakar çevreleri, yeni sultanlarından Rusya’yla işbirliği konusunda ilkeli duruş sergilemesini bekliyor. Bu güçler çoktandır jeopolitik partner olarak seçimini Rusya’dan yana yaptı. Muhafazakarlar gözlerimin içine baka baka bana, ‘Avrupa yolundan bıktık’ diyorlar” ifadelerine yer verdi.

“Türkiye’nin siyasi işgalden kurtulmaya başladığını görüyoruz” diyen Molotov, eski CIA Başkanı John Brennan ve yardımcısı David Cohen’a karşı darbeyi organize etme suçlamasıyla açılan davaya dikkat çekerek bu konuda şu yorumda bulundu: “Bu ABD karşıtı vektörü güçlendiriyor. Buna karşılık ABD’de CNN, Türkiye’deki oylamayla ilgili haberi ‘Türk demokrasinin ölümü’ başlığıyla veriyor. Avrupa Parlamentosu da Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili görüşmelerin askıya alınması çağrısının yer aldığı tasarıyı kabul ediyor. Tüm bunlar aslında Türk entelektüeller ve politikacılar için büyük sevinç. Türk komünist ve troçkistlerden sevinç dolu mektuplar aldım. Belki Recep Tayyip Erdoğan da İstanbul rezidansında, NATO yanlısı partinin bir kez daha yenilmesine sevinerek gülümsemiştir”.

‘Türkler çok açık çocuklar’ diyen Molotov, “Onlar bizim ortak ve karmaşık tarihimizi anımsamayı seviyor. İngiltere’nin bu tarihteki rolünü de. O rol ki, yüz yıl sonra şimdi ABD oynuyor” diye ekledi.
Sputnik

Diplomatik Skandal: Katar, İsrail ve Türkiye Rusya’ya Rüşvet Teklif etmiş...

Ertuğrul Horasanlı
16.02.2012

Dünyadan Batı’nın dezenformasyon süzgecinden geçmemiş haberlerin alınabileceği nadir kaynaklardan biri olan Yakındoğu Haber Sitesi çok ilginç bir habere imza attı... (1)

Bu haberi AB-D medyasında okumanız ve görmeniz imkânsız...

New York’taki BM binasında Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin ile Katar Başbakanı Hamad bin Casim’in BM Güvenlik Konsey’inde AB-D ve İsrail’in çıkması için bütün güçlerini kullandıkları Suriye işgali’nin ilk basamağı olacak karar tasarısının oylanmasından hemen önce yaptıkları iğrenç bir rüşvet teklifi görüşmesini açıklayan Haber, Şöyle başlıyor:

[El Alem televizyonunun haberine göre Suriye yönetimine yakınlığıyla tanınan Lübnanlı eski parlamenterlerden Nasır Kandil, Arap Birliği ile Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik hazırladıkları karar tasarısının oylanması öncesinde Katar Başbakanı Hamad bin Casim ile Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin’in BM binasında yaptıkları tartışmanın ayrıntılarını açıkladı.]

Lübnanlı eski parlamenterlerden Nasır Kandil’in bizzat şahitlik ettiği anlaşılan bu görüşme sırasında Katar Başbakanı Hamad bin Casim, Rusya’yı veto fikrinden caydırmak için Vitali Çurkin’e önce bu karar tasarısının askerî bir müdahaleyi kapsamadığını iddia ediyor...

Muahatabının kendisimi keriz yerine koymaya çalıştığını derhal anlayan tecrübeli diplomat.

Çok açık çok net bir karşılık veriyor:

- “Libya için başlangıçta öngörülen askeri müdahale değildi. Fakat siz ve müttefikleriniz Güvenlik Konseyi kararını ve tüm değerlendirmeleri çiğnediniz ve kendi planınızı uygulamak için Libya’da yıkıcı bir savaşa girdiniz. Ancak şunu unutuyorsunuz. Asya artık Afrika değil ve biz Asya’daki güç dengesine zarar verecek her türlü karara karşı olacağız. Çünkü bu sizin onu istismar etmenize sebep oluyor. Siz, Suriye’yi ve onun ordusunu yok etmek istiyorsunuz; ancak biz böyle bir şeye izin vermeyeceğiz”

AB-D’nin sözcüsü olarak Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin’i böyle kandıramayacağını anlayan Katar Başbakanı Hamad bin Casim hemen lâfı rüşvet istikametine döndürüp şu çirkin teklifi yapıyor:

- “Suriye’nin ve Beşşar Esed’in Rusya’nın vetosuna ihtiyacı yok; çünkü Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale kararı verilmedi. Ama Bu karar, Güvenlik Konseyi’nden çıkarsa, Arap ülkeleri önümüzdeki yıllarda 100 milyar dolar bütçe ayırdıkları silah ithalatı konusunda programlarını değiştirmeye hazırdır. Bu çerçevede bu bütçeden 10 milyar dolar Rusya’dan silah ithal etmek için ayrılacaktır. Halbuki şu an Rusya’nın Suriye’ye sattığı silah 1.5 milyar doları bulmuyor.”

Herkesi kendisi gibi paraya tapan ve para için her şeyi yapabilen zanneden ahlâksız Başbakan’ın sözlerindeki çirkinliği hemen farkeden Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin, muhatabının sözünü keserek bütün diplomat adaylarına ders olarak okutulacak güzellikteki şu cevabı veriyor:

- “Sizin Rusya’nın tutumunu yanlış yorumladığınızdan eminim. Eğer biri size Rusya’nın Suriye ile ilişkilerinde pazarlığa hazır olduğunu söylemişse kuruntuya kapılmıştır. Tutumumuzun jeopolitik boyutunu kavramamış demektir. Bize sunduğunuz bu açık rüşvet, iyi bir teklif değil ve bizim siyasi çerçevemize uymaz”

Bu kadar...

Bu sözleri diplomatik nezaket zarfından çıkarıp açıkça tercüme etmek gerekirse Rus diplomat ahlâksız işbirlikçi Katar Başbakanı’na şunu söylemiş oluyor:

- “ Sen o 8,5 milyar dolarlık rüşvetini, kıvır kıvır da münasip bir yerine sok!”

İşte tam bağımsız bir devletin haysiyetli diplomatı böyle olur...

Böyle olmayanlar, olamayanlar, böyle olmayı hayal bile edemeyenler...

Diplomasiyi küresel güçlerin taşeronluğuna, özel ulaklığına indirgeyenler...

Diplomat olsalar ne olur?

Diplomatların başındaki bakan veya başbakan olsalar ne olur?
Uluslararası ilişkiler konusunda, master, doktora tezleri yazsalar, Üniversitelerin Uluslar arası hukuk kürsülerinde hocalık yapsalar ne olur?

Diplomasi kendi halkının, vatanının, devletinin bağımsızlığını, hak ve çıkarlarını korumak için yapıldığında diplomasidir...
Küresel güçlerin hak ve çıkarlarını korumak için yapılan şeye diplomasi denmaz...

Taşeronluk denir...

İşbirlikçilik denir...

Tetikçilik denir...

Ama diplomasi asla denmez...

Neyse biz habere dönelim...

Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin’den fırçayı yiyen İşbirlikçi Katar Başbakanı bu defa lâfı başka bir tarafa kıvırıyor:

- “Bizim değerlendirmemize göre eğer siz isterseniz Beşşar Esed, karar taslağı doğrultusunda iktidarın barışçı bir şekilde devredilmesine karşı koyabilecek güçte değil..”

Diye söze başlıyor ama Vitali Çurkin karşısındaki arsız yüzsüz işbirlikçinin sözünü ağzına tıkayıp şu cevabı veriyor:

- “Sizin vardığınız sonuç, önceki değerlendirmeniz gibi yanlış. Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye askeri müdahalenin zeminini oluşturan bu karar taslağını kabul etmeyen biziz.”

Tecrübeli diplomatın bu sözlerini diplomatik nezaketinden soyarak günübirlik dle taşırsak:

- "Siz beni ve Rusya’yı kendiniz gibi işbirlikçi bir taşeron zannetmeyin. Biz bu kararı Suriye’yi korumak için değil Rusya’nın hak ve çıkarlarını korumak için veto edeceğiz.”

Anlamına geldiğini görürüz...

İşbirlikçi taşeron Başbakan’a bu fırçalar vız geliyor...
Çünkü adam arsız, yüzsüz bir ahlâksız...

Rüşvetin dozunu arttırıp. “Esad muhalifi” diye pazarlanan emperyalist işbirlikçisi çetenin başı Burhan Galyun’un “Rusya’nın Akdeniz’deki nüfuzunu ve Suriye’deki imtiyazlarını garanti etmeyi öngören bir anlaşma imzalamaya” hazır olduğunu söylüyor.

Tecrübeli Rus diplomatın buna cevabı da şu oluyor:

- “Siz Galyun’la Libya’daki petrol kuyuları için Amerikalıların, İngilizlerin ve Fransızların katılımını öngören anlaşmaya benzer bir anlaşma mı imzaladınız? Yoksa bu anlaşma doğalgazın; Kızıldeniz, Hayfa, Beyrut ve Banyas’a naklini de içine alacak şekilde daha mı kapsamlı? Sizin Humus konusundaki ısrarınız İran Rusya gaz boru hattı projesinin bu bölgeden geçiyor olmasından mı kaynaklanıyor?”

Bunun günlük dideki karşılığı da şöyle:

- “Biz sizin neyin peşinde olduğunuzun, bunun için neler çevirdiğinizin farkındayız, bizi enayi yerine koymaya kalkıp da asabımızı bozmayın!”

Ve şöyle devem ediyor:

- “İsrail, Rusya’ya Suriye ve Lübnan arasındaki bölgedeki projelerini üstlenmemiz karşılığında Akdeniz’deki tartışmalı bölgede doğal gaz sondajı anlaşması teklif etti. Türkler de bu konuda daha açık davrandı ve aynı anlaşmayı bize teklif etti. Onlar bizim payımızı arttırmak için sizi bir kenara bıraktı. Ama Rusya bu tekliflere de karşı çıktı.”

Yani:

- “Senden önce İsrail ve Türkiye bize geldi seninkinden daha büyük rüşvetler teklif etti ama biz onları da elimizin tersiyle ittik; boşuna nefesini tüketme. Bu kapıdan sana kemik yok!”

Rus elçisini ikna edemeyeceğini anlayan işbirlikçi taşeron Hamad bin Casim son silahı olan tehditi ateşliyor:

- “Görülüyor ki konuşmanın faydası yok. Siz, Arap ülkelerinin kararını başarısız kılmakta kararlısınız ve Araplara savaş açıyorsunuz. Arapların kaybetmesi için karar vermişsiniz. O halde bu tutumunuz karşısında ağır bedel ödeyeceksiniz”

Bu kuru sıkı tehdite “Vaaaay!” demeden önce Rus elçisinin şu harika cevabını bir okuyun:

- “Ben, Suriye Temsilcisi Beşşar Caferi ile tutumumuzu koordine etmek için görüşmeye gideceğim. Ancak gitmeden size şunu bildirmek istiyorum. 200 yıl önce Rus gemileri Körfezde yüzerken Katar haritada yoktu. Şunu aklınızdan çıkarmayın tarih bazen ironik bir şekilde tekrar edebilir. Bu komedinin kahramanı olmaya çalışmayın; çünkü şu anki dramda gülmeye yer yok!.”

“Vaaaay!” işte buna denir...

Diplomatlık da diplomasi de böyle bir şeydir...

Yoksa...

Mikrofonlar önünde “Biz Arap ligiyle birlikte şöyle yapacaaaz. Uluslararası toplumla böyle yapacaz.” Lâflarını bir sakız gibi çiğneyip dururken; kapalı kapılar ardında ülkenin doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını Küresel çete AB-D adına Rusya’nın cebine rüşvet olarak koymaya kalkmaya diplomasi denmez...

Onun adı başka bir şeydir...

Dipnot:
1- Haberin tamamını şu linkten okuyabilirsiniz: http://www.ydh.com.tr/


Ayşenur Arslan: Rusya’ya ‘Karşımıza geçerseniz Ahrar’uş Şam size dünyayı dar eder’ uyarısı gönderiliyor
01/04/2017

Rusya ile ilişkilerimiz buzdolabında. Putin, ne domates ihracatına kapılarını açıyor ne de turizmde beklenen adımları atıyor.

Peki Türkiye ne yapıyor?

Doğrudan bağıramadığı için, tuhaf bir “manevra” ile mesaj göndermeye çalışıyor. Bakınız, geçtiğimiz çarşamba günkü Yeni Birlik gazetesi!

Önce belirtmeliyim; gazetenin başyazarı, Saray’ın baş danışmanlarından (kerameti kendinden menkul Kürt uzmanı) İlnur Çevik. Gazetenin sahibi de (yine Kürt meselesinin konuşulduğu masalarda hep gördüğümüz) Avni Özgürel.

29 Mart 2017 tarihli Yeni Birlik gazetesi manşeti aynen şöyle: AHRAR’UŞ ŞAM KİM?

Bir örgütü manşetine taşımış gazete. Olur ya! Ama bir manşette olması gereken ilk şey, burada yok: Haber!

Manşet tümüyle bir örgüt portresi. Tanıtımı da bir hayli sempatik. Örgüt Suriye’nin en güçlü grubuymuş. Muhalifmiş. Kuzey Suriye’de ILIMLI İSLAM devleti kurmak niyetindeymiş. Katiyen KÜRESEL CİHAT gibi bir amacı yokmuş.

Peki, bundan bize ne?

Aslında sahiden bize ne! Zira, manşetin hedefi Rusya. Çünkü sadece yazının girişinde olsa da, mesaj açık. Örgüt meğer, geçenlerde Suriye’nin Lazkiye kenti yakınlarında bir Rus helikopteri düşürünce gündeme gelmiş.
Çözülmesi çok zor bir mesaj / bilmece değil. Rusya’ya “karşımıza geçerseniz Ahrar’uş Şam size dünyayı dar eder” uyarısı gönderiliyor.

Yazının tamamı için: http://www.birgun.net/haber-detay/gucleri-trump-a-degil-kemal-e-yetiyor-153527.html
T24

‘Erdoğan Moskova'yı karşısına alırsa, Türkiye'nin sonunu getirmiş olur'
10.03.2017



Russia Today (RT) televizyonunun soruların yanıtlayan Moskova merkezli Jeopolitik Sorunlar Akademisi'nin sorumlu sekreteri Araik Stepanyan, Rusya ve Türkiye liderlerinin Moskova'da bugün yaptığı görüşme ile ilgili yorumlarda bulundu.

Stepanyan, iki ülke arasındaki ilişkilerin tam olarak düzelinceye kadar daha fazla zaman gerekeceğini belirtti. Uzman, görüşmede ele alınacak ana konuların uluslararası terörizm ile mücadeledeki koordinasyon, Suriye sorununun çözümü, Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov suikastının soruşturulması ve Türk Akımı gaz boru hattının yapımı olarak sıraladı.
Putin ve Erdoğan'ın son görüşmesinden bu yana dünyada olup biten gelişmelere değinen Stepanyan, Suriye ordusunun radikal İslamcı örgütlerini tüm cephelerde sıkıştırdığına, ABD Başkanı Donald Trump'ın yeni dış politikalarını Türkiye'yi es geçerek yapılandırdığına, AB temsilcilerinin Erdoğan'ı açık bir şekilde eleştirdiğine ve son zamanda Türkiye'deki siyasi çelişkilerin arttığına dikkat çekerek, tüm bu faktörlerin bugünkü görüşmeye damga vuracağını belirtti.

'TÜRKİYE DIŞ SİYASETİNDE TAM BİR BAŞARISIZLIK SÖZ KONUSU'

Stepanyan, "Türkiye'deki durum çok ağır. Dış siyasette tam bir başarısızlık söz konusu, AB ve ABD ile ilişkiler kötüleşti. Komşu Yunanistan ve Ermenistan ile ilişkiler de aynı durumda. Ülkenin içinde çatışmalar birbibini izliyor ve hal böyleyken Erdoğan, Rusya ile görüşme yapacak" diye konuştu.

'RUSYA'NIN DA KENDİ ÇIKARLARI VAR'

Türkiye tarafının Rusya'ya uygun hareket etmek durumunda olacağına işaret eden Stepanyan, "Eğer Erdoğan Moskova'yı karşısına alırsa, Türkiye'nin sonunu getirmiş olur. Ancak Rusya'nın da, başta Suriye meselesinin çözümünde işbirliği gibi Türkiye ile ilgili kendi çıkarları var" ifadelerini kullandı.
Nisan'da yapılacak referandumun Erdoğan için çok önemli olduğunu söyleyen Stepanyan, Cumhurbaşkanı'nın seçmenlerine Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruduğunu ve Moskova ile eşit şartlarda diyalog yürüttüğünü göstermeye gayret edeceğini ve görüşmenin başarılı olması için Rusya'nın da uyumlu tutum sergilemesi gerektiğini kaydetti.

'GÖRÜŞMENİN CAN ALICI NOKTALARI SURİYE VE KÜRT KONUSU'

Stepanyan, görüşmenin can alıcı noktasının Rusya için Suriye, Türkiye içinse Kürt konusunun olacağının altını çizdi. Konuyu yorumlayan uzman, "Erdoğan, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt yerleşimin oluşmasına izin verilmemesi konusunda Rusya'dan anlayış bekleyecek, zira Türkiye, olası bir Kürt bağımsızlığının ülkenin güneydoğusunu etkilemesinden ve Türkiye'nin içinde bağımsız bir devletin oluşmasından çekiniyor" dedi.
Sputnik

Jirinovski: Keşke Türklerle birlikte olsaydık, şimdi dünya Rusça ve Türkçe konuşacaktı
Fuad Safarov
20.02.2017



Rusya Liberal Demokrat Partisi Başkanı Vladimir Jirinovski, tarihte Türkiye ile ilişkilerde ciddi hatalar yaptıklarını belirterek, “Keşke zamanında Türklerle, hatta Almanlarla birlikte olsaydık, şimdi dünya Rusça, Türkçe ve Almanca konuşacaktı” dedi.

Rus devlet televizyonu Rossiya 1'de yayımlanan Voskresenniy Veçer programında konuşan Jirinovski şu ifadeleri kullandı: “Biz değil, Avrupa bizden özür dilemeli. Biz ise tarihte çok hatalar yaptık. Çok yardımcı olduk onlara. Balkan halklarına yardımcı olduk, onlar da NATO’ya kaçtı. Keşke Türklerle zamanında Güney Avrupa’yı ele geçirseydik. Bu bizim için faydalı oldurdu. Almanlar ile diğer Avrupa bölgelerini de ele geçirmemiz gerekiyordu. Ama biz bunu yapmadık. Şimdi üç güçlü ordu, Rus, Türk ve Alman ordusu olacaktı. Dünya da Rusça, Türkçe ve Almanca konuşacaktı. Amerika da olmayacaktı.”

Jirinovski, Ukrayna’nın Donbass bölgesini her gün bombalamasına Batı’nın göz yumduğunu da sert şekilde tepki verdi.
Kaynak. Sputnik

PUTİN: "LİBYA'YI KURTARDINIZ DA NE OLDU"
03.12.2012

Nato tarafından Türkiye'ye yerleştirilecek Patriot savunma sistemi ile ilgili de konuşan Putin "Patriot sistemi dünyanın en iyi sistemi değil ; dedi.

Putin, 'Suriye'nin nükleer silahı yok. Hatta nükleer silah üretmeye yakın bile değil."

"Suriye hükümetinin avukatı değiliz fakat, Teröristlerin işlediği suçlardan ve Suriye'nin geleceğinden endişeliyiz."

"Suriye konusunda değişmez bir tutumumuz var, Suriye'nin Libya gibi olmaması için çaba göstereceğiz."

haber1001

Analiz: Her iki liderin vurgusu 'Biz işimize bakalım'
Serkan Demirtaş
Ankara
3 ARALIK 2012



Erdoğan ile Putin en son Haziran ayındaki G20 zirvesinde biraraya gelmişlerdi.

Başta Suriye olmak üzere önemli bölgesel konularda derin görüş ayrılıkları yaşayan Türkiye ve Rusya, 35 milyar dolara varan ticaret hacmi ve giderek gelişen ekonomik, enerji ve nükleer işbirliğinin olumsuz etkilenmemesi için "Siyasi sorunları bir yana koyalım, biz işimize bakalım" olarak özetlenebilecek bir anlayışta buluştular.

Vladimir Putin, Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye, Rusya, Orta Doğu
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda 11 yeni anlaşmaya imza atan Türk ve Rus yetkililer, ticaret hacmini ileriki dönemde 100 milyar dolara çıkararak birbirlerinin en önemli ticaret ortağı olmayı da hedeflediler.

2010 senesinde oluşturulan Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi'nin 3. toplantısı için İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda buluşan Erdoğan ve Putin, böylece son 10 yılda 30. kez bir araya gelerek belki de bir rekora sahip oldular.

Her iki liderin öne çıkarmaya özen gösterdiği ''samimiyet ve güven'' unsurlarına dayalı olduğunu söyledikleri bu ilişkiler sayesinde, ticaret hacmi 2002 senesinden bu yana 7 kat artarak 2011'de 30 milyar dolar olarak gerçekleşti. Türkiye, Rusya'nın en önemli enerji pazarı olarak öne çıkarken, Türk inşaat şirketleri de yaklaşık 10 milyar dolarlık yatırımla Rusya genelinde 1,400 projeyi yaşama geçirdi.

3 kritik anlaşma

İki liderin İstanbul buluşmasında her ne kadar Suriye konusundaki görüş ayrılıkları, Patriot savunma sistemlerinin yerleştirilmesi konusundaki kaygılar dile getirilse de imzalanan 11 anlaşma arasından özellikle 3 tanesi ikili ilişkilerin geleceğini belirleyecek kadar önemli olarak görüldü.

Bunlardan birincisi Türkiye'nin Akkuyu'da inşa etmeyi planladığı nükleer santral projesini yaşama geçirecek Rus nükleer yatırım ajansının 800 milyon dolarlık ek sermaye aktarımını taahhüt etmesi ve toplam yatırım miktarını kısa vadede 2,4 milyar dolar çıkaracağını beyan etmesi.

Nükleer işbirliğinin iki ülke arasındaki en ciddi proje olacağını anımsatan Putin, "Bu çok ciddi bir proje ve toplam yatırım miktarı 20 milyar dolar. Bu yatırımın tamamını Rusya finanse edecektir," diyerek, bu projenin bir anlamda geri dönüşü olmadığının mesajını da verdi.

İkinci önemli anlaşma 2012-2015 seneleri arasında iki ülke arasındaki her türlü ekonomik, ticari, sanayi ve ekonomik işbirliğini planlayan orta vadeli program olarak öne çıktı. İki ülke böylece 100 milyar dolar hedefini gerçekleştirecek bir yol haritasını da gündeme taşıdılar.

Bir üçüncü anlaşma ise iki ülkenin mali suçlarla ilgili kurumunun kara para aklama ve terörizmin finansmanı konusunda imzaladığı protokol oldu.

1990'ların başlarından bu yana terörle mücadele konusunda birbirlerini PKK ve Çeçen grupları desteklemekle suçlayan Türkiye ve Rusya, bu ikili anlaşmayla terörle mücadele konusunda da yeni bir süreci başlattıklarının mesajını vermiş oldular.

Erdoğan basın toplantısında "Aramızdaki bu samimi diyalog, Türkiye-Rusya ilişkilerinin son dönemine damgasını vuran stratejik perspektifin doğal bir neticesidir. Bu perspektifin önemli bir boyutu, bölgesel sahiplenme anlayışımızdır" dedi.

Patriot kaygısına Çehovlu benzetme

Putin'in de basın toplantısında kuvvetli ifadelerle gündeme getirdiği Türkiye'nin NATO'dan Patriot hava savunma sistemlerini talep etmesi konusundaki rahatsızlık da temaslarda gündeme geldi. Rus diplomatik kaynakları, Türkiye'nin kendi vatandaşları ve topraklarını güvenlik altına almak istemesini anlayışla karşıladıklarını ancak NATO'nun böylesine gelişmiş silah sistemleriyle bölgeye yerleşmesinin Suriye'de yaşanan sürece daha doğrudan karışması sonucunu doğurabilecek bir potansiyel yaratması açısından karşı çıktıklarını kaydediyorlar.

Putin bu konuda ünlü oyun yazarı Çehov'un "Bir tiyatro oyununda duvarda silah asılıysa, o ikinci sahnede patlar" sözünü anımsatarak, Patriot'ların provokatif olmasından çekindiğini ifade etmiş oldu.

Türk Dışişleri yetkilileri ise Rusya'nın Patriot çıkışının ardında birden fazla neden bulunduğunu ve çoklu mesaj verme kaygısı yattığını belirtiyorlar.
Türkiye'ye göre Rusya, öncelikle Suriye konusundaki temel pozisyonunun değişmediğini, Batı Bloku'nun bu süreçteki askeri ve siyasi hamlelerini karşılıksız bırakmayacağı mesajını vermek istiyor.

İkincisi, yerleştirilecek Patriot savunma sistemlerini Kürecik'te konuşlu NATO erken uyarı radar sistemiyle birlikte düşünmesi ve bu iki askeri önlem arasında bir bağlantı kurması. NATO'nun Ortadoğu bölgesinde özellikle üstün askeri imkânlarıyla etkinliğin artırması Rusya'nın bölgeye dönük politikaları açısından bir sıkıntı yarattığı düşüncesi Ankara'da üzerinde durulan bir başka nokta.

Üçüncü bir neden ise daha genel anlamda, Rusya-NATO gerginliğinin bir parçası olarak görülüyor.

Rusya, özellikle Baltık ve Doğu Avrupa'ya yayılan NATO füze sistemlerine olan muhalefetini aynı tonda olmasa da Patriotlarla ilgili olarak dile getirerek ilkesel noktasını koruduğunu gösteriyor.

İndirilen Rus uçağı gündemde değil

Türkiye-Rusya arasındaki görüş ayrılığı tepe noktaya çıkaran gelişme ise Türk savaş uçaklarının Moskova'dan kalkıp Şam'a gitmekte olan bir Suriye sivil uçağını zorla Ankara'ya indirmesi olmuştu. Türkiye, uçakta uçaksavar füze sistemlerine entegre radar parçaları bulunduğunu ve bunların ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) kurallarına göre önceden bildirilmesi gerektiğini belirtmiş ve Rus yapımı bu materyallere el koyduğunu açıklamıştı.
İki ülke arasında sıkıntı yaratmasına karşın bu konunun Erdoğan-Putin görüşmesini gölgelememesi her iki tarafın da çıkarına oldu. Rusya Büyükelçisi Vladimir Ivanovski, Putin'in ziyareti öncesinde yaptığı basın açıklamasında bu konunun geride kaldığını ve İstanbul görüşmeleri sırasında masaya getirmeyeceklerini belirterek Türk tarafına önemli bir mesaj vermişti.

Niye İstanbul ve niye Abdullah Gül yok?

Putin'in günü birlik Türkiye ziyaretinin Ankara yerine İstanbul'da gerçekleştiriliyor olması ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Rus meslektaşı ile görüşememesi de tartışma konusu oldu. Edinilen bilgilere göre, görüşmelerin İstanbul'da yapılmasını Türk hükümeti istedi.

Bunun nedeninin Osmanlı padişahlarına da hizmet eden Dolmabahçe Sarayı'nın görüşmelerde dekor olarak kullanılmak istenmesi ve böylece Rus tarafına "sembolik bir mesaj" verme niyeti olduğu kaydediliyor.

Ziyaret öncesi ilk planlamalarda Cumhurbaşkanı Gül'ün Putin ile Tarabya Köşkü'nde görüşmesi öngörülmüş ama Rus tarafının sağlık gerekçeleriyle ziyaretin kısa tutulması istemi üzerine iptal edilmişti.

Cumhurbaşkanı da bu gelişmeler üzerine İstanbul ziyaretini iptal ederek, rutin Ankara programına devam etme kararını almıştı. Her ne kadar bu durum resmi kaynaklarca protokol sıkıntısı olarak kabul edilmese de belki de ilk kez bir Türk cumhurbaşkanı kendi düzeyindeki bir muhatapla görüşme olanağı bulamadı.

BBCT

Rus uzman: Erdoğan'ın itibarının korunmasına sadece Rusya yardımcı olur
11.05.2017



Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (RİSİ) Başkan Danışmanı ve Ortadoğu uzmanı Yelena Suponina, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın itibarının korunmasına ABD değil, Rusya'nın yardımcı olacağını söyledi.

Sputnik'e konuşan Rus uzman, Moskova'nın Erdoğan'ın itibarını zaten korumakta olduğunu vurguladı.

'SURİYE'DE GÜVENLİ BÖLGELER, ERDOĞAN'IN İTİBARINI DA KORUYOR'

Suponina, şöyle konuştu: "Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15-17 Mayıs tarihlerinde ABD'yi ziyaret edecek. Bazı uzmanlara göre Erdoğan'ın itibarının korunması Washington'a bağlı. Fakat Erdoğan'ın itibarının korunmasına ABD değil, ancak Rusya yardımcı olur. Moskova zaten bunu yapıyor. Çünkü Astana görüşmeleri çerçevesinde varılan anlaşma doğrultusunda oluşturulan dört güvenli bölge, sadece Suriye halkına değil, aynı zamanda da Erdoğan'ın itibarının korunmasına yardım edecek bir gelişme. Türkiye de bu dört bölge teklifini destekledi. Bu, Suriye sorununun çözümü bağlamında yapıcı öneri bakımından da Erdoğan'a yardım edebilecek bir teklif. Zira bu konu, Türkiye Cumhurbaşkanı için de çok çok önemli."

'ERDOĞAN KİN BESLEYECEK DÜZEYDE BİR LİDER DEĞİL'

Rus uzman, sözlerine şöyle devam etti: "Erdoğan'ın ABD'yle ilişkilerine ve Ankara-Washington hattındaki son gelişmelere gelince ise, Erdoğan'ın kin besleyecek düzeyde bir lider olduğunu söyleyemem. Biz büyük liderlerin politikalarından bahsediyoruz. Bu konular çok hassas. Erdoğan ABD'de pazarlık yapacak. ABD Başkanı Donald Trump ve Erdoğan arasındaki pazarlık sert olacak. Bence Türkiye, dört güvenli bölge konusuna çok önem vermeli."

Sputnik

Hakan Aksay: Türkiye-Rusya: Barıştık, ilişkiler düzeldi, demekle her şey hallolur mu?
21 Mayıs 2017

Politika ve politikacılar hep önemli olmaya, insanlara tepeden bakmaya alışık.

Her şeyi, herkesin kaderini, yaşam tarzını, ülkeler arasındaki ilişkileri, hatta neredeyse hayatın akışını belirleme iddiasındalar.

Ancak hayat - çoğu kez siyasete boyun eğmiş görünse de - yine de bildiği yoldan akıyor.

Toplumlar da bazen - 1633 yılında Engizisyon Mahkemesi’nin gazabından kurtulmak için “Yok, tamam, dünya dönmüyor!” dedikten sonra mahkeme çıkışında “Ama yine de dönüyor!” diyen İtalyan biliminsanı Galileo Galilei gibi, - siyasi otoritelerin dediğinden farklı gerçeklere inanabiliyor.

Ama yine de toplumsal yaklaşımlar, algılar, değer yargıları şekillenirken genellikle siyasilerin etkisi ayrı rol oynuyor.

Özellikle de demokrasi gelenekleri bakımından sorunlu olan ülkelerde.

* * *

Sovyetler Birliği'ne gittiğim ilk yılları, 80'leri hatırlıyorum.

- Neredensiniz? Türkiye'den mi? Haa, evet, biliyorum, yani duydum. Haritadaki yeri mi? Yakınlarda bir yerde galiba... Hindistan'ın yanında mıydı?..

- Türkiye'den kimi mi tanıyorum? Eee, şeyy... Atatürk vardı eskiden... Sonra bir de Nâzım Hikmet... Bir de mizah yazarı vardı; neydi adı, Aziz miydi? Vallahi fazlasını hatırlayamıyorum...

- Türkiye? Ah, evet, biliyorum. Genellikle NATO'nun bize karşı maşa olarak kullandığı bir ülke sanırım... Siz Türkler çok savaşkan bir milletsiniz. Ama savaşlarda biz sizi çok daha fazla yendik...

Türkler ile Ruslar 500 yılı aşkın komşuluk süresi içinde defalarca savaştılar.

Bir ara (Atatürk ve Lenin döneminde) sanki dost olduk; hatta Kurtuluş Savaşı'nı kazanmamızda, epeyce Sovyet silahı ve parası almamızın hissedilir katkısı olmuştu.

Ama sonradan iki devlet arasındaki mesafe tekrar açıldı.

Sıcak çatışmalar yerini “soğuk savaş”a bıraktı.

Ardından yaşanan yumuşama ile halklar birbirini yakından tanımaya başladı. İşadamlarının ilk adımları, 1984 Doğalgaz Anlaşması derken, iklim ısındı.

Ticaret ve turizm gelişti.

Giderek dostluklar, hatta aşklar ve evlilikler yardımıyla yepyeni bir aşamaya gelindi.

Bir gün korkunç bir şey oldu ve bütün bunların içinde yer aldığı film karesi dondu:

24 Kasım 2015’te Türkiye bir Rus uçağını düşürdü.

Bir anda dostluk bitti, ticaret bitti, turizm bitti...

* * *

İktidarlar “bayramlık ağzını” açtı...

Medya farklı bir dilden konuşmaya başladı.

Hayır, sadece bizim “havuz”dan bahsetmiyorum. O da var tabii, ama asıl “devlet yanlısı” Rus medyası “harikalar” yarattı.

Moskova’da katıldığım bazı tartışma programlarında da gördüm ki, bazen iş milliyetçiliği de aşıyor; ırkçılığa, nefret söylemine yol açıyordu...

2015 sonunda yayımlanan bir ankete göre, Rusya basınındaki haber ve yorumlarda, Türkiye, birdenbire Ukrayna ve ABD’yi geride bırakarak “1 numaralı düşman ülke” oldu.

Ondan kısa süre sonra yapılan bir başka anket ise, Türkiye’de toplumun yaklaşık yüzde 65’inin “Rusya’nın Türkiye için tehdit oluşturduğunu” düşündüğünü ortaya koydu. Oysa bir yıl öncesinde bu oran sadece yüzde 28’di.

Sonra siyasi iktidarlar oturup hesap kitap yaptılar. Pek istemeseler de özür dilediler ve özür kabul ettiler. Ve yakılan köprüleri yeniden kurmaya giriştiler.

İki ülke, daha doğrusu iki ülkenin liderleri, 2016 yazından beri “aşama aşama barışıyor”.

Bazen bir adım ileri iki adım geri modunda da olsa, genel gidiş olumlu sayılır.

Peki ya toplumlar?

Aylar süren şiddetli propagandanın yıkıcı etkisi bir anda giderilebilir mi?

İlişkilerin iyileşme sürecine bağlı olarak, toplumsal algıda da adım adım, yavaş yavaş düzelme olduğu söylenebilir. Ama olumlu yorumları fazla abartmamak şartıyla.

* * *

Geçenlerde Rusya’da düzenlenen bir kamuoyu araştırmasına göre, Rusya yurttaşları artık Türkiye ile ilişkilerin “normalleşmeye başladığı” kanısında.

Rusya Kamuoyu Araştırmaları Merkezi’nin anketinde, Türkiye ile ilgili duygu ve düşünceleri “negatif” olanlar, “pozitif” olanlardan hâlâ daha fazla; ama olumlu yaklaşanların sayısı giderek artıyor.

İkili ilişkilerin, “gergin” ve “düşmanlık düzeyinde” olduğunu düşünenlerin oranı son bir yılda yüzde 70’den yüzde 28’e geriledi.

İki devleti birbirinin “düşmanı” olarak gören Rusların oranı geçen yıl yüzde 23 iken, bu yıl yüzde 4’e düştü.

Rusya halkının yüzde 49’u, arada birçok çelişki olsa da, iki ülke ilişkilerinin ve işbirliğinin geliştirilmesiden yana olduğunu dile getiriyor.

Kamuoyunun yaklaşık üçte biri (yüzde 31’i), Türkiye’yle ilişkilerin “düzelme yoluna girdiğini” savunuyor. Yüzde 13 ise tam tersi kanıda.

Türkiye’ye yönelik genel yaklaşım, şu aşamada henüz “ölçülü bir iyimserlik” düzeyinde.

İlişkileri “iyi komşuluk” olarak tanımlayan Ruslar yüzde 8, “dostluk” olarak değerlendirenler yüzde 6, “oldukça sıcak”görenler ise yüzde 5 oranında.

* * *

Suriye politikaları veya başka bir nedenle iki devlet yönetiminin arası tekrar açılmazsa, halkların kendi aralarında daha iyi dost olacağına benim hiç kuşkum yok.

ETİKETLER
hakan aksay rusya abd suriye anket imaj uçak düşürme
T24
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Arl 11, 2017 10:07 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Oca 19, 2017 8:07 pm    Mesaj konusu: Selva Tor: Rusya, Türkiye için doğru ortak mı? Alıntıyla Cevap Gönder

Selva Tor: Rusya, Türkiye için doğru ortak mı?
16 Oca 2017



Türkiye’nin Batı ittifakı ile yaşadığı sorunlar ve Rusya ile işbirliği arayışı, kamuoyunda Batı ittifakının alternatifinin Rusya olduğu algısını pekiştiriyor. Peki Rusya küresel/bölgesel bir aktör olarak ne kadar güçlü?

Tor'a göre, Rusya, Türkiye’nin Batı ittifakından bağımsızlaşmasına destek verecek çapta 'küresel aktör' vasfına sahip olmaktan epey uzak.

Rus yazar Grigory Petrov “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı eserinde, her türlü olumsuz koşula, ekonomik ve askeri yetersizliklere rağmen Finlilerin, yaşadıkları toprakların geleceği ve refahı için olağanüstü bir gayret gösterdiklerini anlatır. Bu kitap, Atatürk’ün önerisi ile 1928’de askeri ve sivil okul müfredatına alınmıştı. Amaç, büyük ihtimalle Kurtuluş Savaşı’ndan henüz çıkmış, ekonomisi yetersiz genç cumhuriyetin yeni nesillerine, muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak için çok çalışmak arzusunu aşılamaktı.

Cumhuriyetin ilk 15 yılına damga vuran ve İbn-i Haldun’un “asabiyye” dediği bu ortak duygu ve mefkure birliği, iki dünya savaşının arasında görece meydana gelen fırsat penceresinden, Türkiye’ye kısmen özerk bir ekonomi ve doğal olarak özerk bir dış politik manevra alanı sağladı. Atatürk ve arkadaşları, genç cumhuriyetin asabiyyesine, Osmanlı’nın devlet geleneğini eklemleyerek yeniçağın rekabetçi ortamı ile baş edebilecek güçlü bir devlet ve ordu var etmeyi hedeflemişlerdi.

Ancak bu hedefe ulaşamadan dünya yeni bir savaş dalgası ile sarsıldı. II. Dünya Savaşı’na diplomatik manevralar ile dahil olmamayı başaran Türkiye, savaşın hemen sonrasında Stalin’in yayılmacı politikalarıyla baş başa kaldı. Bu tehdit karşısında direnç gösteremeyeceği aşikâr olan yetersiz askeri ve ekonomik gücü Türkiye’yi, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği Batı ittifakına dahil olmak zorunda bıraktı.

1945’te İnönü Hükümeti’nin açtığı kapıdan, 1952’de Menderes Hükümeti’nin NATO’ya üyelik imzasıyla tamamen geçen Türkiye ABD-NATO kampına dahil oldu. Ancak bu ittifakın dayattığı siyasi, askeri ve ekonomik sınırlar, Türkiye’nin hem ulusal güvenliğini hem de refahını, ittifakın merkez ülkelerinin çıkarlarının izin verdiği sınırlar içine hapsetti. Bu sınırlardan ne zaman ayrılmak istese, Türkiye — kur manipülasyonu veya sistemik yıkım gibi— finansal, — uluslararası örgütler üzerinden baskı uygulanarak— siyasi ve —doğrudan olmasa da ambargo mekanizmasının kullanılması veya askeri ittifakın gereklerinin yerine getirilmemesi gibi — askeri zorlayıcı güç araçlarıyla karşı karşıya kaldı. Türkiye her defasında bu müdahalelere Batı ile kurduğu siyasi ve askeri ilişkileri koparmadan direnmeye özen gösterdi. Bu statükoculuğun en önemli nedeni, yüzyıllara matuf Rus tehdidinin, Batı ittifakının yarattığı tehdit algısına kıyasla daha yönetilemez kabul edilmesiydi.

Batı ittifakı ile kritik eşik

Soğuk Savaş sonrasında Rusya’yı Türkiye gözünde bir tehditten çok iyi bir ticari ortağa dönüştüren küresel gelişmeler, Türk Amerikan ilişkilerini de görece biçimlendirdi. Karşılıklı ve yönetilebilir güvensizliğe rağmen süren Batı ittifakının merkezini teşkil eden Türk-Amerikan İlişkileri, 2013’ten bu yana açığa çıkan olaylar zinciri ve nihayet başarısız bir terör kalkışmasının yaşandığı 15 Temmuz sonrasında, tarihinin en kritik eşiğine taşındı.

Türkiye, Batı ittifakından bağımsız girişeceği bölgesel ve küresel aktör olma girişimini destekleyecek ekonomik, siyasi ve askeri güce sahip değil. Eğer Batı ile 1945’den bu yana sürdürdüğü ortaklık bağları tamamen koparsa, Türkiye’nin yeni bir stratejik ortak arayışı içinde olması beklenebilir.
Obama yönetimi ile sınırlı gibi görünen Amerikan Yönetimi’ne duyulan bu aşırı güvensizliğin beslediği tavır değişikliği, ABD merkezli Anglo-Amerikan ittifakının kısıtlarına geçmişe kıyasla daha cesurca ve ağır yara alarak direnen Türkiye’nin açık manifestosu olarak da kabul edilmeli. Bu manifesto aynı zamanda küresel dengelerde meydana gelen siyasi ve ekonomik değişimin açtığı fırsat penceresinden Türkiye’nin bağımsızlık arayışının da habercisi.

Ancak Türkiye, Batı ittifakından bağımsız girişeceği bölgesel ve küresel aktör olma girişimini destekleyecek ekonomik, siyasi ve askeri güce sahip değil. Eğer Batı ile 1945’den bu yana sürdürdüğü ortaklık bağları tamamen koparsa, Türkiye’nin yeni bir stratejik ortak arayışı içinde olması beklenebilir. Rasyonel devlet aklı, küresel dengelerin alacağı seyirde Türkiye’nin birden fazla aktör ile yol alabileceğinin tecrübesine sahip.

Son yıllarda yaşanan gelişmelerle eş zamanlı olarak Rusya’nın sınır ötesi beka tasarruflarında Türkiye’nin yanında yer alması, Türk kamuoyunda Batı ittifakının alternatifinin Rusya olduğu algısını da pekiştiriyor. Peki bu algı doğru ve sürdürülebilir parametrelere dayanıyor mu? Türkiye, Anglo-Amerikan politikaları ile Rusya arasında neredeyse iki yüz yıllık çelişkili ilişkilerin kısır döngüsünden çıkıp, yeni ve taze bir dış politik akıl inşa edebilir mi? Daha da önemlisi, Rusya, bölgesel ve küresel sorunlarda Türkiye ile birlikte hareket edecek güce sahip mi? Tüm bu sorular bizi Rusya’nın bir küresel aktör olarak kapasitesinin ve gücünün sınırı ve sürdürülebilirliği konusunda düşünceye sevk etmeli.

Rusya küresel/bölgesel bir aktör olarak ne kadar güçlü?

Bir devletin olaylara yön verme, uluslararası ticaretin ve siyasi ilişkilerin kural ve normlarını belirleme kapasitesi güç dengesinde o devletin çıkarlarının maksimize edilmesinde büyük oranda belirleyicidir. Uluslararası ekonomi politiğin kurucusu kabul edilen Susan Strange, “yapısal güç” adını verdiği bu olgunun dört yapıtaşı olduğunu söyler: güvenlik, bilgi ve teknoloji, üretim – ticaret, para ve finans. Strange’e göre, bu yapıtaşlarının küresel olaylara yön veren bir aktörde bütünleşik biçimde bulunması gerekir; zira herhangi birindeki kırılganlık veya zafiyet diğerlerini de etkileyerek küresel aktör olma bütünlüğüne zarar verecektir. Bu açıdan incelendiğinde, Rusya, Türkiye’nin Batı ittifakından bağımsızlaşmasına destek verecek çapta “küresel aktör” vasfına sahip olmaktan epey uzak.

Birinci yapıtaşı “güvenlik”... Rusya’nın ‘yakın çevre’ olarak tanımladığı Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Suriye’de son sekiz yıldır gösterdiği saldırgan politika, Moskova’nın bölgesel ve küresel güvenlik sorunlarını yönlendirme ve sonucunu doğrudan belirleyebilme kapasitesi olarak tanımlanamaz. Rusya, karşısında Irak ve Afganistan örneklerinden yara almış, 2008 küresel mali krizinin yarattığı şok etkisinden bir türlü sıyrılamamış ve 2009’dan itibaren liberal dış politika önceliklerin dayattığı pasif dış politikanın hâkim olduğu bir ABD bulmasaydı, bölgesel güvenlik ilişkilerini bu kadar kolay kontrol sahibi olabilir miydi? Bu sorunun cevabı tartışmalı olabilir. Ama şurası muhakkak ki Obama yönetimi, 2009-2016 arası Rusya’nın “yakın çevre”sinde topraksal ve siyasi nüfuz hedeflerinde mevzi kazanmasına fırsat yaratacak politikalar izledi. Peki, Rusya bu durumunu sürdürülebilir kılabilecek mi?

Diğer yandan Rusya ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ordusuna sahip. Ancak bu özelliği Rusya’ya yüksek bir askeri güç kapasitesini garanti etmiyor. Soğuk Savaş sonrası yaşadığı mali krizler nedeni ile savunma sanayi yatırımları erozyona uğrayan Rusya, 2007’den itibaren savunma sanayini yabancı sermayeye açmıştı. Büyük bir oranda ve ironik olarak Amerikan savunma devleri ile girişilen ortaklıklar, teknolojinin sahipliği ve üretimi konusunda Rusya’yı yabancı yatırımcılara mecbur bıraktı. Rusya hassas teknolojileri geliştirmek için yeterli yerel kaynağa sahip değil.

Rusya’nın yapısal gücü, ikinci yapı taşı olan “bilgi ve teknoloji”yi yönetme ve üretebilme kabiliyeti açısından da hayli sorunlu. Ülkenin fosil yakıttan sonra en önemli gelir kaynağı olan savunma sanayi, kendi kendine yeterli teknolojik birikim oluşturacak ve bunu somutlaştıracak yetenek havuzundan yoksun. Sınırlı yetkin insan kaynağı, bu büyük savaş makinesini harekete geçirecek ve ayakta tutacak bilgi üretme kapasitesini önemli ölçüde sınırlandırıyor.

Rusya, üçüncü yapıtaşı olan "üretim ve ticaret” üzerinde de neredeyse hiç kontrol gücüne sahip değil. Petrol ve doğal gaz gelirlerine aşırı bağımlı bir ekonomiye sahip olmasına rağmen petrol fiyatlarını belirleme konusunda dahi etkinliği sınırlı. Sınırlı etkinliği aynı anda, küresel piyasalarda Amerikan dolarının belirlediği petrol fiyatının speküle edilmesi halinde büyük bir zafiyet de yaratıyor. Öte yandan Rus ekonomisinin yüksek katma değerli ve ticarileştirilmiş teknoloji üretimi de hayli sınırlı. Uzay teknolojilerine sahip bir ülkenin bölgesel ve küresel üretim süreçlerine teknolojik rekabet ile müdahil olamaması, Rusya’nın yapısal gücündeki en önemli kırılganlıklardan biri. Petrole bağımlılığını, katma değerli teknoloji üretimine yönlendiremezse, petrol ve doğal gazın ekonominin itici enerjisi olamayacağı yakın gelecekte, Rusya’nın coğrafi büyüklüğü ve yetkinliği sınırlı askeri teknolojilerinin pek bir anlam ifade etmeyeceği öngörülebilir.

Rusya, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Suriye’de askeri açıdan etkili olsa da, bilgi-teknoloji, üretim-ticaret, para-finans açılarından bakıldığında yapısal bir güç olmaktan uzak. Bu durumda Türkiye, akılcı denge siyasetini sürdürmek ve geleceğin belirsiz ikliminde ayakta durabilecek alternatif senaryoları süratle çalışmak zorunda.
“Para ve finans” yapıtaşı açısından Rusya tam anlamıyla sınıfta kalmış denebilir. Küresel bir aktörün kısmi veya tamamen finansal sisteme hâkim olması beklenir. Kurduğu ittifak ilişkilerinin bağlayıcı olması, askeri gücün sürdürülebilmesi, kontrol edilen bilgiyi üretim süreçlerinde uygulanabilir hale getiren teknolojinin ortaya çıkması, vs., bu aktörden beklenen en önemli güç belirtileridir. Hasılı, küresel aktör, güvenlik, bilgi ve üretim eksenindeki tüm küresel ve bölgesel faaliyetleri elindeki parasal güç nispetinde kontrol edebilir. Zira parasal güç, kredi arzını ve dağılımını kontrol edebilen güçtür. Oysa Rusya’nın ulusal parası ruble, uluslararası rezerv para olmadığı gibi, Rus ekonomisinin ana gelir kapısı Amerikan dolarının salınımlılarına önemli ölçüde hassasiyete sahiptir. Değil küresel veya bölgesel bir parasal güce sahip olması, kendi yerel ekonomisini dahi dolarda veya petrol fiyatlarında yaşanan dengesizliklere karşı henüz bağışıklık kazandıramamıştır. Hal böyle olunca, örneğin Türkiye ile Rusya arasında yapılan Ruble/TL ticaretinin bölgesel bir işbirliğini sembolleştirmekten öte bir yapısal karşılığı da yoktur.

Tek alternatif Rusya mı?

Rusya, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Suriye’de askeri açıdan etkili olsa da, bilgi-teknoloji, üretim-ticaret, para-finans açılarından bakıldığında yapısal bir güç olmaktan uzak. Bu durumda Türkiye, akılcı denge siyasetini sürdürmek ve geleceğin belirsiz ikliminde ayakta durabilecek alternatif senaryoları süratle çalışmak zorunda.

Bu senaryo çalışmaları şu sorulara da cevap aramalı: Türkiye’nin nihai ortağı Trump’ın Amerika’sı mı olacak? Putin Rusya’sı ile dengeli bir dış politika, barış ve işbirliği ortamını yaratabilecek mi? Türkiye için uzun vadeli ve Türkistan coğrafyasındaki barış ve işbirliği ortamının da garantisi olacağına inanılan Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin sahibi Çin ile girişilen bir stratejik ortaklık ve savunma işbirliği daha kalıcı bir perspektif olabilir mi?

Türkiye’nin geleceğe dair hedeflerini rasyonel analizle oluşturulmuş gerçekçi politikalarla bina etmek zorunda. Batı ittifakı bağlarının zayıfladığı malum. Batının kurumsal dejenerasyonunun da küresel belirsizliği tetiklediği aşikâr. Ancak her iki durum da Rusya’nın bu sürecin ikame edileceği nihai adres olmasını gerektirmiyor.

* Selva Tor, finansal güvenlik stratejisti. 2013-2015 yılları arasında Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde Strateji ve Stratejik Araştırmalar Anabilim Dalı’nda Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Uzun yıllar uluslararası finans ve yatırım bankacılığı konularında yurt içi ve dışında, yerli ve yabancı banka ve finans kurumlarında çeşitli kademelerde görev yaptı, pek çok alanda danışmanlık hizmeti verdi.

Kaynak: Al Jazeera

‘Türkiye için çare AB, ABD değil, Rusya ve Çin'
Sputnik/ Vladimir Fedorenko
26.04.2017



Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin Türkiye'yi siyasi denetime alma kararını Sputnik'e yorumlayan uzmanlar, AB-Türkiye ilişkilerindeki krizlerin tarihselliğine değiniyor ve ekliyor: Türkiye için çıkış yolu AB veya ABD değil Rusya ve Çin.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM), Türkiye'yi siyasi denetime alma kararı, Türkiye'yi AB üyelik sürecinde 17 Aralık 2004 öncesine geriletti. Peki, Türkiye'nin üyelik müzakereleri görüşmelerinin ardından tekrar denetim sürecine alınan ilk ülke olması "Avrupa'nın Türkiye düşmanlığının" ürünü mü yoksa kararın haklı gerekçeleri var mı? AKPM kararı, Türkiye gündeminin merkezinde yer almalı mı yoksa ülke yönünü Rusya ve Çin'e mi çevirmeli mi?
Gazeteci-Yazar Mehmet Ali Güller'e göre AKPM kararı Türkiye'nin gündemini meşgul etmemeli ve ülke yüzünü Avrasya'ya çevirmeli. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecini kategorik olarak reddettiğini ifade eden ve AKPM kararını "tam bağımsızlığa aykırı" şeklinde değerlendiren Güller, AKPM'nin kararına karşı çıkmasının haklılığını göz ardı etmek anlamına gelmemesi gerektiğini söyledi.

Güller "Türkiye adım adım bir hukuk devleti olmaktan çıktı. Parlamentonun iradesinin Saray'a geçti, çıktı. Saray ise hukuka uymadığı, beğenmediği kararları nedeniyle mahkemeleri tanımıyor. Ne Cumhurbaşkanı anayasa ya uyuyor ne de Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni (TBMM) denetleyebiliyor. Ama bütün bunlar AKPM'nin değil Türkiye'nin denetlemesi gereken hususlar" dedi.

‘AVRUPA'DAN DEMOKRASİ BEKLEMEK GERÇEKÇİ DEĞİL'

AB'nin 2004 yılında ‘denetim' sürecini sonlandırıp Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karar verdiğini hatırlatan Güller "AKPM denetlemesi işe yaramış olsa ve Türkiye'ye demokrasi getirmiş olsa, AB Türkiye'yi bugün tekrar denetleme ihtiyacı duymalarına gerek kalmazdı. O yüzden Avrupa'dan demokrasi beklemek gerçekçi değil" ifadelerini kullandı. AB ile ilişkilerin iç politika malzemesi olarak kullandığına işaret eden Güller "AKP hükümeti AKPM kararını Türkiye düşmanlığı olarak sunmakta öte yandan da açık açık Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu bile bile idamı gündemde tutmakta" diye ekledi.

‘ÇARE AB VEYA ABD DEĞİL; RUSYA VE ÇİN'

Türkiye'nin AB üyeliği yerine yönünü Asya'ya çevirmesi gerektiğine vurgu yapan Güller "Türkiye elbette bir takım uluslararası örgütler içinde olabilir ama Türkiye'nin yeri bu anlamda Avrasya, Asya ve Türkiye'nin komşularıyla belli projelere imza atacağı birlik anlaşmalarıdır. Türkiye, Çin, Rusya ve Ortadoğu'daki komşularıyla ittifak içinde olmalıdır" dedi.

Türkiye ve Rusya'yla normalleşmesinin ve yakınlaşmasının önemine vurgu yapan Güller "AKP hükümetinin yapması gerek Suriye'de ABD ile birlikte hareket etmekten kaçınmak olacaktır" dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump'la Mayıs ayı içerisinde gerçekleştireceği görüşmelerin önemine vurgu yapan Güller "Bir ay içinde dananın kuyruğunun kopacak. Türkiye ya Trump'ın Suriye politikasına ‘evet' diyecek ya da Rusya'yla daha çok normalleşeceği bir sürece girecek. Hayırlı olan Rusya'yla normalleştiği ve Esad yönetimiyle anlaştığı bir süreç. Hem AB'ye hem de Amerikan emperyalizmine karşı çıkan biri olarak bunu destekliyorum. Ancak AKP‘nin politikalarındaki ikirciklilik Türkiye'nin her halükarda ilişki içinde olduğu güçlerle de sorunlar yaşamasına sebep olacaktır" ifadelerini kullandı.

‘AB-TÜRKİYE KRİZİ TARİHSEL'

Sputnik'e konuşan TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Prof. Dr. Birgül Demirtaş, AKPM'nin Türkiye kararının, Ankara'nın özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Avrupa'yla farklı düzeylerde yaşadığı anlaşmazlıkların bir yansımasını olduğunu ifade etti.

Türkiye-AB ilişkilerinin hem ekonomik hem yerel yönetimsel hem de Avrupa'daki Türk diasporasının varlığı sebebiyle önemli olduğunu ifade eden Demirtaş "Avrupa ülkeleri ve kurumları ile Türkiye, son dönemde güvenliğin tanımı, aktörleri ve güvenlik sorunlarının nasıl çözüleceği ile insan hakları normları konusunda farklı politikalar benimsedi" diye konuştu.

Krizin çözüme ulaşmasının olası olduğuna değinen Demirtaş "Tarihsel sürece bakıldığında Türkiye'nin zaman zaman Avrupa'daki kuruluşlarla sorunlar yaşadığı görülmektedir. Ancak her kriz dönemini yakınlaşma dönemi takip etmiştir. Bu açıdan, günümüzde konjonktürel olarak yaşanan bu sorunların, orta vadede düzelmesi oldukça muhtemeldir" dedi.
Sputnik
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com