EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Türkler, 22. yüzyılı göremeyebilir

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ağu 12, 2009 9:56 pm    Mesaj konusu: Türkler, 22. yüzyılı göremeyebilir Alıntıyla Cevap Gönder

Türkler, 22. yüzyılı göremeyebilir
Kemal Özer
eposta@kemalozer.com
12.08.2009

Dünya nüfusu azalıyor. Yanlış okumadınız hakikaten dünya nüfusu azal(tıl)ıyor. Bununla beraber Türkiye’nin nüfusu da...

Dünya nüfusu ile ilgili yaşanan karmaşayı anlayabilmek için Henry Kissenger, Rockefeller Ailesi başta olmak üzere Unesco, Ford Vakfı, Carnegie Vakfı, Cloerance Gamble (Proctor & Gamble), Jonn Harvey Kellogg, Cleveland Dodge, Winston Chuechill, Maynard Keynes, Lour Arthur Balfour, Julian Huxley gibi kişi ve kurumları yakından tanımak gerekiyor.

Dünyanın yer altı ve yer üstü zenginliklerinin tümünde gözü olan ABD ve son yüzyılda bütünüyle ABD’nin kuklası rolüne bürünen İngiltere’nin dünya nüfusunu kontrol etme planını iyi analiz etmeliyiz.

Dünya nüfusunun istenen seviyenin üstünde olması durumunda ülkeler, kaynaklarını kendi halklarına pay etmek zorunda kalırlar. Yöneticiler buna yanaşmasa bile halk yöneticilere bunu yapmaya mecbur edebilir.

Sorun tam buradadır. Ülkelerin kaynaklarını daha rahat elde edebilmelerinin yolu nüfusu kontrol altında tutmak ve azaltmaktan geçtiğini çok iyi bilmekteler.

Torun John David Rockefeller, “BM Tarım ve Gıda Organizasyonu 2. McDougall Konferansında “Bana göre nüfus kontrolü günümüzde atom silahlarının kontrolünden sonra ikinci en büyük önceliğimizdir” diyerek özetliyordu, kimin doğum yapacağını kimin yapmayacağını.

En isabetli anlatımla kimin hayatta kalıp kimin öleceğine, kimin doğup kimin doğmayacağına, kimin doğurup kimin doğurmayacağına, kimin hangi hastalığa yakalanması gerektiğine , kimin ölüp kimin tedavi edilmesi gerektiğine, hangi ırkların yaşamlarına devam edip hangilerinin tarih sahnesinden çekilmesi gerektiğine onlar karar verecekti.

Çünkü onlara göre kendilerine hizmet edenler istisna diğerleri itlaf edilmesi gereken birer sürüden ibaretti…

Bu adı konulmamış ilahlık iddiasının tepki çekmemesi için, yol ve yöntemler gerekecektir. Bunun için 1923’de doğum kontrol teknikleri için çok kapsamlı çalışmalar başlatılır. Doğum kontrolü birçok ülkede yerli taşeronlarla hayata geçirilir. Projenin finansı tüm vergilerden muaf olarak faaliyet gösteren Rockefeller Vakfı’nca sağlanır. Hafızalarımızı yoklarsak hangi büyük koçun, ülkemizde bu faaliyetleri yürüttüğünü görebiliriz.

İlk denemeler, ideal bir deney istasyonuna çevrilen Porto Riko halkı üzerinde yapılır. 1965 yılında Porto Riko’da yapılan bir araştırmada doğum yapma yaşına gelmiş kadınların yüzde 35’inin başarıyla kısırlaştırıldığı görülür.

İkincil hedef Brezilya’dır. 1970’lere gelindiğinde Brezilya hükümetince yapılan araştırmaya göre 14-55 yaş aralığındaki kadınların yüzde 44’ü doğurganlığını kaybetmiştir. Hindistan başta olmak üzere birçok ülkede hiçbir engelleme ile karşılaşılmadan kısırlaştırma faaliyeti halk sağlığı, aşı, yardım vs gibi adlar altında sürdürülür.

ABD’nin gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yaptığı yardımlarını(!) dağıtırken artık, nüfusu kontrol edenler ve edemeyenler olmak diyerek üzere iki ana tasnife tabi tutacaktır.

Henry Kissenger’in NSSM200 projesi devreye sokulduğunda gelişmekte olan ve büyük kaynak zenginliğine sahip; Hindistan, Nijerya, Meksika, Bangladeş, Brezilya, Pakistan, Endonezya, Filipinler, Kolombia, Tayland, Mısır, Etiyopya ve Türkiye gibi 13 ülke hedef tahtasının tam ortasına oturtulurlar.

Projenin hayata geçirilebilmesi için bu ülkelerde sürekli istikrarsızlık politikaları devreye sokulur. Darbeler, suikastlar, terör olayları, ayrılıkçı hareketler birbirini izler. Bu sürede hem kısırlaştırma faaliyeti devreye alınır hem de zengin kaynaklar bir bir sömürülür. Bu durumun adını da “aile planlaması”, “sürdürülebilir kalkınma” ve “seçim özgürlüğü” koyarlar.

Bu faaliyetlerin yürütülmesinde kürtaj teşvik edilir, korunma aletleri dağıtılır, bazı hastalıkları önleme adı altında aşı kampanyaları düzenlenir, sezaryen doğumu teşvik edilir, bazı ülkelerde kadınlar sezaryenle doğuma mecbur edilir ve bu operasyon sırasında kadınlar istekleri dışında tüpleri bağlanır, gıdalara kısırlaştırıcı katkı maddeleri eklenir, genetiği değiştirilmiş ürünler gizliden ve aşikâren tükettirilir, tedavi olmak için satın alınan ilaçlara kısırlaştırıcı içerikler eklenir, teşhis ve güvenlik adı altında geliştirilen aletlerle radyasyona tabi tutulurlar.

Bir soykırım suçlaması ile karşı karşıya kalmamak için her türlü kılıfları da hazırlamışlardır. Bu hedefe ulaşmak için ülke yönetimlerini, siyasetçilerini, bürokrasisini, akademik çevrelerini hatta halklarını da ikna edecek gerekçeleri de boldur.

“Artan nüfus, fakirleştirir. Halk sağlığı tehlikeye düşer. Gelir paylaşımında sorunlar yaşanır. Tarım alanları yetersiz kalacağından gıda krizi çıkar” türü propagandalar… Gerçekte olmadığı halde adına “küresel ısınma” dedikleri yalanlarına, doğadan kendi elleriyle tahrip ettikleri yeterli malzemeleri de vardır.

Netice itibari ile cin şişeden çıkarılmıştır. Şeytani plan gözlerimizin önünde cereyan etmekte adına da “aile planlaması” denilmekte... En ürkütücü sonuçlardan biri de Brezilya ve ABD’deki Afrika kökenli kadınların yüzde 90’ının kısırlaştırılması… Türkiye’de ise 1970’lerde yüzde 2 seviyelerindeki kısırlık oranı, 2009’a gelindiğinde yüzde 25’lere çıkmış…

Şimdi ise tüm dünyada uygulanacak olan “domuz gribi aşısı” ile benzer bir projenin hayata geçirilmesi mukadderdir. Daha henüz aşısının bulunduğu resmen ilan edilmese bile insan üzerinde bazı deneylere başlandığı haberleri geliyor. Hacca gidecek olanlara bu aşı zorunlu hale getirilmeye çalışılıyor. İkna içinde Haccı yasaklamak gibi haberler yayarak bilinçaltı yönetimi yapılmakta. Bu oyuna ilk gelen ülke ise İran’dır.

Virüsü üretenlerin ellerinde tuttukları anti-virüs, insanlar iyice tedirgin edildikten sonra piyasaya sürülecek ve operasyon bütünüyle hayata geçirilmiş olacaktır.

Aslında yapılan şundan ibaret: Virüsü geliştir, bulaştır, yaygınlaştır, ilacını pazarla, kısırlaştır ve kurtul!

Bütün bunlar size komplo teorisi gibi mi geldi? Merak etmeyin bu bir komplo teorisi değil bütünüyle insanlığa yapılan komplodur. Ölüm uykusundan uyanmazsak gençlerimiz çocuk sahibi olamayacak, orta yaşlılarımız ise torun özlemiyle terki dünya edecekler.

Sahte Mehdilerimiz, ‘kıyamet 21. yy’da kopacak’ kehanetinde bulunsalar da, akledemeyen feraset yoksunlarımız 22. yüzyılda mensubu oldukları ırkın tarih olacağını göremeden terk edecekler dünyayı.

TIMETURK

Genetiği değiştirilmiş gıdalar kısırlaştırıyor

13 Ekim 2009 İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) kısırlığa neden olduğunu savundu.
Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) Denizli Şubesi Toplantı Salonu'nda, ''Küresel şirketlerin yeni silahı: Gıda ve beslenmenin demokratikleştirilmesi'' konulu konferans veren Demirkol, Almanya ve Fransa'da GDO'lu ürünlere yasaklama getirildiğini belirterek, Türkiye'nin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini bildirdi.

Dünyada şu anda 80 çeşit bitkinin genetiğinin değiştirilerek üretim yapıldığına dikkatİ çeken Demirkol, yoğurt sanayisinde de bu tür üretim yapıldığını savundu.

Sanayi türü yoğurtların enzimlerinde değişiklik yapılarak üretiminin gerçekleştirildiğini ileri süren Demirkol, bunun ''çeşitli rahatsızlıklara ve anormalliklere'' neden olabileceğini belirterek, ''Benim eşim de hekim. 1,5 yaşındaki bir hastasının kasığında tüylenme meydana gelince nedenini araştırmaya başlamışlar. Sonunda, çocuğun yediği yoğurdu kestiklerinde kasıklarındaki tüylenmenin ortadan kalktığını tespit ettiler'' iddiasını dile getirdi.

Prof. Demirkol, GDO'lu ürünlerin kısırlığa da neden olduğunu ileri sürerek, şöyle konuştu:

''Viyana Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda GDO'lu domatesleri yiyen farelerin üç nesil sonra kısırlaştığı görülmüş. İnsan ömrü fareden uzun. İnsanların 30 yaşında evleneceğini düşünürsek, bizim de bunu anlamamız için 90-100 yıl geçmesini mi bekleyeceğiz?''

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ticaretinin yaygınlaşması için Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyaya baskı uyguladığını savunan Demirkol, ''Amerika, dünyadaki ürün çeşitliliğini yok edip, GDO'lu ürünlere mahkum ederek, bu sayede dünyaya hükmetmek istiyor. GDO, aslında bir egemenlik sorunudur'' dedi.

Demirkol, tarım üretiminde kullanılan GDO'lu tohumların, rüzgarın da etkisiyle yerel tohumları bozduğunu belirterek, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından beklentilerinin GDO ticaretini düzenlemek değil, bunun üretimini ve ticaretini yasaklayan Biyogüvenlik Yasası çıkarmak olduğunu ifade etti.

haber7

YÖK Başkanı: "ABD ve İsrail, milleti 20 yıl içinde yok edebilir!"
30 Eylül 2010
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Nevşehir Üniversitesi Akademik Yıl Açılış Töreni'nde Türkiye'deki üniversiteleri eleştirdi.

http://www.aktifhaber.com/yok-baskanindan-urperten-senaryo-136105h.jpg

Üniversitelerden çok şey beklediklerini vurgulayan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Türkiye'nin kalkınması için üniversitelerden destek istedi.

Eleştirilerinde İsrail ve ABD'den domates ve buğday tohumu alınması konusunu gündeme getiren Prof. Dr. Özcan, "Bir örnekte tarımdan verecek olursak; ülkemizde yetiştirilen domates ve buğday tohumlarının büyük kısmı, elimizde yeterli yerli tohum olmadığı için yurt dışından geliyor. ABD ve İsrail'den geliyor. Bazen bir Türk aydını olarak bazen kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu ülkemizde üretemezmiyiz. Evvelden atalarımız kendi ihtiyacı olan domatesitohumunu kendileri üretip yıllarda domates üretmişler. Acaba şimdi niye yapamıyoruz? Bir araştırma enstitümüz olsa, tohumculuk ile ilgili ve buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fenamı olur.? Sonunun ne olacağı belli de değil, bu domates tohumunu alıyorsunuz, genetik proglamlama denen bir şey var, içine genetik bir mekanizma yerleştirirler hiç fark etmeyiz ve yeriz. Hiç bilmediğimiz hastalıklara da kapılabiliriz. Bir milleti de toptan yok edebilirsiz zaman içinde. Öyle şeyler yerleştirirler ki o tohumdan yiyen insanlar zaman içinde ölür. Böyle şeyler de var, çok tehlikeli bir şey. O yüzden üniversitelerimizin bu tür konularda bize yardım etmesi gerek" şeklinde konuştu.

"İKİ ÜNİVERSİTE ÇIKMADI"
Üniversitelerin bulundukları bölgenin ve ülkenin sorunlarına çözümler getirmesi gerektiğini belirterek buna geçtiğimiz yıllarda yaşanan grip salgınını örnek veren Prof. Dr. Özcan; "Yurt dışından grip aşıları alırken ben isterdim ki bir, iki üniversitemiz çıksın başbakanımıza gitsin, 'Biz çalıştık, bu aşıları üretebiliriz. 25 Milyon Dolar'lık bir yatırıma ihtiyacımız var.' desinler. Ben bunu isterdim ama hiçbir üniversitemizden ses çıkmadı" dedi.

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Nevşehir Üniversitesi Akademik Yıl Açılış Töreni'ne katıldı. Tören öncesinde Nevşehir Üniversitesi yerleşkesini gezerek burada üniversite rektörü Prof. Dr. Filiz Kılıç'ıu makamında ziyaret etti.

Törende konuşan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, konuşmasında Türkiye'de bulunan üniversitelere eleştirilerde bulundu. Üniversitelerin kendilerinin bulundukları bölgenin ve ülkenin sorunlarından somutlayamayacağını belirten Prof. Dr. Özcan, üniversitelerin başarılarını değerlendirirken sadece fiziksel olanakları değerlendirmediklerini kaydetti.

Prof. Dr. Özcan, "Ben sadece fiziksel bir gelişmenin bir üniversitenin başarısını ölçmek için yeterli olmayacağını düşünüyorum. Bu gerçekten doğru, fiziksel olanakları yaratmakta biraz daha olanaklarımız var ama esas olan fiziksel olanaklar yaratıldıktan sonra beklediğimiz çok daha fazla yayın, çok daha fazla patent, yenilik ve çevre ile, bölge ile ve ülkenin ekonomik sorunları ile ilgili çözümler getirmeleri. Bir üniversiteyi içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarından soyutlayamazsınız. Onun için bundan böyle biz YÖK'te üniversiteleri değerlendirirken bakacağımız şeylerden bir tanesi; etrafına ne kadar faydalı olduğu" dedi.

Bu eleştirisine örnekte veren Yök Başkanı Prof. Dr. Yusuf Özcan, grip salgınının yaşandığı dönemde hiç bir üniversitenin grip aşısı üretebilmek için grişimde bulunmamasına sitem etti

Prof. Dr. Özcan, "Zaman zaman ülkemiz çeşitli grip salgınlarına uğruyor ve her seferinde ülkemiz yurt dışına büyük paralar transfer ederek bu aşıları ithal ediyor. Son olayda da görüldü aşıların büyük kısmı kullanılmadı, geri gitti ama biz o büyük paraları transfer ettik. Bu arada hiçbir üniversiteden şöyle bir talep gelmedi; 'madem bu kadar acil bir sorun var, insanlarımız ölüyor. Acaba bu aşıları biz ülkemizde üretemezmiyiz?' Mesela ben isterdim ki bir, iki üniversitemiz çıksın başbakanımıza gitsin; 'Biz çalıştık, bu aşıları üretebiliriz. 25 Milyon Dolar'lık bir yatırıma ihtiyacımız var' desinler.

TIBBİ CİHAZLARIN HEPSİ DIŞARIDAN ALINIYOR
Ben bunu isterdim ama hiçbir üniversitemizden ses çıkmadı. Orda sesi çıkmıyor yurt dışından büyük miktarda ilaç alıyoruz orda da sesi çıkmıyor. Yurt dışından büyük miktarda serum alıyoruz orda da sesi çıkmıyor. Tıbbi cihazların hemen hepsi dışardan alınıyor, 'Bunlar acaba burada üretilemez mi? Küçükte olsa bir tarafından başlasak' diyen bir üniversitemiz yok. Yani sağlık sektöründe çok büyük ilerlemeler oldu, hizmet her yere indi ama o bağımlılıkta bir azalma yok. Sağlıkta ve diğer sektörde bağımlılığı azaltacak olan üniversitelerdir. Üniversitelerin bu ekonomiye, bu insanlara kesinlikle yardım etmesi lazım. Yaşam kalitesini arttıracak olan üniversitelerdir" diye konuştu. aktifhaber

YÖK Başkanı: "ABD ve İsrail, milleti 20 yıl içinde yok edebilir!"
30 Eylül 2010
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Nevşehir Üniversitesi Akademik Yıl Açılış Töreni'nde Türkiye'deki üniversiteleri eleştirdi.

http://www.aktifhaber.com/yok-baskanindan-urperten-senaryo-136105h.jpg

Üniversitelerden çok şey beklediklerini vurgulayan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Türkiye'nin kalkınması için üniversitelerden destek istedi.

Eleştirilerinde İsrail ve ABD'den domates ve buğday tohumu alınması konusunu gündeme getiren Prof. Dr. Özcan, "Bir örnekte tarımdan verecek olursak; ülkemizde yetiştirilen domates ve buğday tohumlarının büyük kısmı, elimizde yeterli yerli tohum olmadığı için yurt dışından geliyor. ABD ve İsrail'den geliyor. Bazen bir Türk aydını olarak bazen kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu ülkemizde üretemezmiyiz. Evvelden atalarımız kendi ihtiyacı olan domatesitohumunu kendileri üretip yıllarda domates üretmişler. Acaba şimdi niye yapamıyoruz? Bir araştırma enstitümüz olsa, tohumculuk ile ilgili ve buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fenamı olur.? Sonunun ne olacağı belli de değil, bu domates tohumunu alıyorsunuz, genetik proglamlama denen bir şey var, içine genetik bir mekanizma yerleştirirler hiç fark etmeyiz ve yeriz. Hiç bilmediğimiz hastalıklara da kapılabiliriz. Bir milleti de toptan yok edebilirsiz zaman içinde. Öyle şeyler yerleştirirler ki o tohumdan yiyen insanlar zaman içinde ölür. Böyle şeyler de var, çok tehlikeli bir şey. O yüzden üniversitelerimizin bu tür konularda bize yardım etmesi gerek" şeklinde konuştu.

"İKİ ÜNİVERSİTE ÇIKMADI"
Üniversitelerin bulundukları bölgenin ve ülkenin sorunlarına çözümler getirmesi gerektiğini belirterek buna geçtiğimiz yıllarda yaşanan grip salgınını örnek veren Prof. Dr. Özcan; "Yurt dışından grip aşıları alırken ben isterdim ki bir, iki üniversitemiz çıksın başbakanımıza gitsin, 'Biz çalıştık, bu aşıları üretebiliriz. 25 Milyon Dolar'lık bir yatırıma ihtiyacımız var.' desinler. Ben bunu isterdim ama hiçbir üniversitemizden ses çıkmadı" dedi.

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Nevşehir Üniversitesi Akademik Yıl Açılış Töreni'ne katıldı. Tören öncesinde Nevşehir Üniversitesi yerleşkesini gezerek burada üniversite rektörü Prof. Dr. Filiz Kılıç'ıu makamında ziyaret etti.

Törende konuşan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, konuşmasında Türkiye'de bulunan üniversitelere eleştirilerde bulundu. Üniversitelerin kendilerinin bulundukları bölgenin ve ülkenin sorunlarından somutlayamayacağını belirten Prof. Dr. Özcan, üniversitelerin başarılarını değerlendirirken sadece fiziksel olanakları değerlendirmediklerini kaydetti.

Prof. Dr. Özcan, "Ben sadece fiziksel bir gelişmenin bir üniversitenin başarısını ölçmek için yeterli olmayacağını düşünüyorum. Bu gerçekten doğru, fiziksel olanakları yaratmakta biraz daha olanaklarımız var ama esas olan fiziksel olanaklar yaratıldıktan sonra beklediğimiz çok daha fazla yayın, çok daha fazla patent, yenilik ve çevre ile, bölge ile ve ülkenin ekonomik sorunları ile ilgili çözümler getirmeleri. Bir üniversiteyi içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarından soyutlayamazsınız. Onun için bundan böyle biz YÖK'te üniversiteleri değerlendirirken bakacağımız şeylerden bir tanesi; etrafına ne kadar faydalı olduğu" dedi.

Bu eleştirisine örnekte veren Yök Başkanı Prof. Dr. Yusuf Özcan, grip salgınının yaşandığı dönemde hiç bir üniversitenin grip aşısı üretebilmek için grişimde bulunmamasına sitem etti

Prof. Dr. Özcan, "Zaman zaman ülkemiz çeşitli grip salgınlarına uğruyor ve her seferinde ülkemiz yurt dışına büyük paralar transfer ederek bu aşıları ithal ediyor. Son olayda da görüldü aşıların büyük kısmı kullanılmadı, geri gitti ama biz o büyük paraları transfer ettik. Bu arada hiçbir üniversiteden şöyle bir talep gelmedi; 'madem bu kadar acil bir sorun var, insanlarımız ölüyor. Acaba bu aşıları biz ülkemizde üretemezmiyiz?' Mesela ben isterdim ki bir, iki üniversitemiz çıksın başbakanımıza gitsin; 'Biz çalıştık, bu aşıları üretebiliriz. 25 Milyon Dolar'lık bir yatırıma ihtiyacımız var' desinler.

TIBBİ CİHAZLARIN HEPSİ DIŞARIDAN ALINIYOR
Ben bunu isterdim ama hiçbir üniversitemizden ses çıkmadı. Orda sesi çıkmıyor yurt dışından büyük miktarda ilaç alıyoruz orda da sesi çıkmıyor. Yurt dışından büyük miktarda serum alıyoruz orda da sesi çıkmıyor. Tıbbi cihazların hemen hepsi dışardan alınıyor, 'Bunlar acaba burada üretilemez mi? Küçükte olsa bir tarafından başlasak' diyen bir üniversitemiz yok. Yani sağlık sektöründe çok büyük ilerlemeler oldu, hizmet her yere indi ama o bağımlılıkta bir azalma yok. Sağlıkta ve diğer sektörde bağımlılığı azaltacak olan üniversitelerdir. Üniversitelerin bu ekonomiye, bu insanlara kesinlikle yardım etmesi lazım. Yaşam kalitesini arttıracak olan üniversitelerdir" diye konuştu. aktifhaber
_________________
_________________
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com