EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

DERSiM

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Arl 05, 2008 10:33 pm    Mesaj konusu: DERSiM Alıntıyla Cevap Gönder

Son Devrin Din Mazlumları(*)’nda Alevîlerin artık hatırlamadıkları bir CHP Katliamı: Dersim



En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.

Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşı -sında sigara içilmesi... Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve
hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... Ve buna benzer daha neler, daha neler!..

Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?

Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:

"-Sizi de onun yanına götüreceğiz!"

Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarnin yanına gönderilmişlerdir.
Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:
"Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!"
Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlari gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak'a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)
Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla berabır, kurşunlanıyor.

Hozat'ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım... Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi
Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü'nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun'la evlenmiş, Hozata gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.

Muamele biter bitmez "Seni Hozat'tan çağırıyorlar!" diyerek,onu, mahfuzen yola çıkariyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.

Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:

"-Yetişin, evimize eşkiya girdi!.."

Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.
Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor.Oldurulen kadinlar arasinda biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sag olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar,emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşimaktadır.

(24yilevvelki BüyükDoğu'lardan)

Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş vecesetleri yakılmıştır.

Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır.Vazivet birden haber alInIyor.

Cocuklarin oldurulmeleri emriveriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.

Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmustur.

Celâl Bayar'ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak'in Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularimizin hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.

Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğuııun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.

( *) Necip Fazıl Kısakürek’in Son Devrin Din Mazlumlari, Büyük Doğu Yayınlari 10. basim, Nisan 1990, adlı kitabının DOGU FACİASI bölümünden aynen alınmıştır.

PEKİ DERSİM'DE 1937-1938'DE NE OLMUŞTU?

14 Kasım 2009 18:42

CHP'li Onur Öymen'in gafıyla Dersim olayları yeniden gündeme geldi. Peki 1937-38'de ne olmuştu? 22 yıl önce Nokta dergisinde yayınlanan 'Dersim dosyasını Bianet yeniden yayınladı
Nokta Dergisi'nin 1987'de yayımladığı "Dersim 1937-1938/ Yarım Yüzyıl Sonra" dosyasını bugünün gündemine denk düşmesi nedeniyle "İlk kez açıklanan belgeler", "İsmet İnönü'nün Lozan'da okuduğu bildiri", "ABD, Demirel'e Federe Kürdistan Önerdi", "Demirel Koçaş'ı yalanlıyor", "Hedef doğrudan Dersim idi", "Dış basından", "Parlamenter gözüyle" başlıklı çerçeveleriyle birlikte aynen yayımlıyoruz.
"Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır...
Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir."
Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, İçişleri Bakanlığı'na raporunu sunduğunda Dersim olaylarına doğru bir adım daha atılmış oluyordu. Bir süre sonra Dersim'in adı Tunceli'ye dönecek, adına özel yasalar çıkarılacak, ardından da kanlar dökülecekti. Tam yarım yüzyıl önceydi bütün bunlar. Ve yarım yüzyıl boyunca konuşulmayacaktı. O kadar ki...
Muhsin Batur, 1985 yılında yayınlanan "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında şunları yazıyordu. "Günlerden bir gün alayımıza emir geldi... Tren yoluyla Elazığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti. Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum..."
Muhsin Batur, yaşadıklarını kendisine saklamıştı. Pek çok başkaları gibi... "Bir şeyler", önemli bir şeyler olmuştu 50 yıl önce. Oysa bugün genç kuşaklar, neredeyse Dersim adını bile bilmiyordu. Bugünü anlamanın anahtarı olan "dün" unutulmuştu.
Ve yarım yüzyıl sonra Nokta "dün"ün kapısını açıyordu. İngiliz arşivlerinde bugüne dek karanlıkta kalan belgeler ve mektuplar; Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı'nın kamuoyuna yansımayan "Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar" adlı belgesel yayını; o günlerin canlı tanıkları... Bütün bunlar bir manzarayı gözler önüne seriyordu: Dersim isyanı... 1937 baharından 1938 baharına iki tenkil harekâtı. Binlerce ölü, onbinlerce sürgün..
Her şey köprüyle...
"37 geldiği zaman bir köprü meselesinden geldi. İki ya da üç kişi köprüyü yaktılar. Cehaletten çoban mı yaktı, başkası mı yaktı bilemezsin yani... Belli değil, yani bilmezlikten yaktılar. Ondan sonra başladı. Olay büyüdü..."
Kureşanlı 60 yaşındaki Veli Çelik'in anlattığı bu köprü olayı, Genelkurmay belgelerinde şöyle geçiyordu: "İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yıkılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesiyle başladı."
Köprü bir kıvılcımdı. Avusturya veliahdının öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasında ne ölçüde etkense, köprünün yakılması da Dersim olaylarını başlatmada o ölçüde etkendi.
Evet, köprü yıllarca için için yanan bir ateşi canlandırmıştı. Dersimlilerin asker ve vergi vermeyi reddetmeleriyle somutlaşan bir ateşti bu. Dersim bir sancıydı... Tunceli Kanunu, 1935 yılında böyle bir ortamda çıkarılmıştı. Kanuna göre, vali ve komutan, bakanların bütün yetkilerine sahip olacak; kaymakamlıklara muvazzaf subaylar, belediyelere başkanlar atayabilecek; ilçe ve bucakların merkezlerini değiştirebilecek; gerekli gördüklerini il dışına çıkartabilecekti. Asıl önemlisi hukuk alanındaki düzenlemelerdi. Bu kanunla Tunceli'de yapılacak yargılamalara da özel yöntemler getiriliyordu.
Gazeteci Naşit Uluğ, "Tunceli Medeniyete Açılıyor" adlı kitabında, yapılanları "mazinin kötülüklerini tasfiye" olarak yorumluyor ve şöyle diyordu:
"Doğu illerimizdeki kötülüklerin başında memleketin emniyet ve asayişini tehdit eden hıyanet ve şekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak aşiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görünmüyordu."
"Meğer askeri yolmuş..."
70 yaşındaki Şükrü Baykara Nokta'ya anlatıyordu: "1937'de önce yol yapıldı. Öğrendik ki meğer askeri yol yapılıyormuş. O zaman ben 19-20 yaşındaydım... Olaylar öyle hızlı oldu ki, iki-üç gün içinde sildi süpürdüler."
Önce yol gelmişti Dersim'e, ardından da uçaktan atılan bildiriler. 4 Mayıs 1937 tarihini taşıyordu bildiriler ve Genelkurmay yayınına göre "Türkçe, Osmanlıca harflerle, mahalli lisanda" yazılmıştı: "Sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz."
Bildirilerle aynı tarihi taşıyan Bakanlar Kurulu'nun gizli bir kararında da şöyle deniyordu:
"Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür."
Dersim'de adım adım tarih yaratılıyordu. Tarihi yaşayanlardan biri Mehmet Kangutan'dı. 1937'de 11 yaşındaydı Kangutan ve o günleri Nokta'ya bugün şöyle anlatacaktı:
"Abdullah (Alpdoğan) Paşa buraya geldiği zaman hem adli hem idari bütün yetkilere sahipti. İstese adam öldürebilirdi... Bütün aşiret reislerine emir çıkardı. Dedem Karabali aşiretinin reisi olduğu için oha da emir çıkardı: Herkes aşiretin silahlarını göndersin, fes yasak... Dedem belki yüz-yüz elli tüfeği katırlara odun yükler gibi yükledi, gönderdi. Herkes şapka giydi. Tüccarlarda şapka kalmadı. Ve adam yol yapmaya başladı. Atatürk'ün hastalığı zamanındaymış... Abdullah Paşa üç şey istiyordu: Askere gideceksiniz, verginizi vereceksiniz, birbirinizin malına göz koymayacaksınız... Abdullah Paşa'nın bu icraatına rağmen tek tük hadiseler oluyordu. Tabii bunlar büyük bir katliamı icap ettirmiyordu."
Silah meselesi Genelkurmay belgelerinde de yer alıyordu. Dersim havalisini teftişle görevlendirilen Diyarbakır Valisi Cemal Bey'in İçişleri Bakanlığı'na sunduğu şu raporla: "Üç-beş şahıs müstesna, ağalar ve reisler ve dahil bütün Dersimliler son derece fakirlik ve zaruret içinde çırpınmaktadırlar. Soygunculuk hareketlerinin sebebi, yaşamak hissi ve endişesidir... Her Dersimli, hayatını, malını korumak kaygusu ile silahlı bulunmak zorunluluğunda kalmıştır..."
Gerek Cemal Bey'in raporu gerekse öteki istihbarat ve değerlendirme, hükümeti bir sonuca götürüyordu: "Dersim'in ıslahatı zaruridir."
Genelkurmay yayınında şu satırlara yer veriliyordu: "Tunceli Kanunlarının uygulanmasında ilkin, Dersim'e hâkim olmak esası dikkate alındığı için Kahmut, Sin, Karaoğlan, Amutka, Danzik, Haydaran gibi bucak merkezlerinde birer karakol tesisi ve binalarının inşaasına başlanmıştı.
"Bu iş; çok uzun zamandan beri hükümet memuru ve nüfuzu görmeyen aşiret reisi ve ağalarının hoşuna gitmemiş ve özellikle Kalan'da yeni bir ilçe teşkili bunların kuşkularını büsbütün artırmıştı. Bu arada Suriye'den Tunceli bölgesine giren bazı Ermenilerin Koçkirili Ali Şir'in etrafta yaptığı menfi propagandanın halk üzerindeki etkisi de büyüktü. Bu durum dolayısıyla Yukarı Abbas uşağı aşireti reisi Seyit Rıza; Haydaran, Demenan, Yusufan, Kureyşan aşiretlerine adamlar göndermek suretiyle bunların hükümet aleyhine ittifakını sağlamış oldu."
Bu ittifakın gözle görünür ilk sonucu köprünün yakılması olarak gelmişti. Bunun üzerine, bölgeye ilginin artırılmasına karar verilmişti: "Son olay ve alınan haberler gösteriyordu ki, hükümetin Tunceli içerisine adım adım girişi, çıkarları bozulan bazı kimseleri sıkmakta, çıkarılan Orman Kanunu, dağ köylerinde keçilerinin aç kalacağı korkusunu doğurmakta ve bunlara benzer birtakım zararlı propagandalarla halk kışkırtılmakta idi. Bu durum dolayısıyla önümüzdeki ilkbaharda gerek Tunceli içinde ve gerekse çevresindeki illerde sarkıntılık ve çapulculuk hareketlerinin artacağı ihtimali karşısında Tunceli içinde ve çevresinde kuvvetli bulunmak lazımdı."
Kanlı bahar
1937 yılında ilkbahar Dersim'e böyle koptu kopacak bir fırtınayla birlikte gelmişti. Dağ taş silah aranıyor, silah toplanıyordu. Karakolların sayısı artmıştı. Ve...
Genelkurmay yayınının 382. sayfasında anlatılıyordu: "Hemen hemen her gün eşkıyanın şu veya bu karakola baskın yapacağı haberleri alınıyordu. Birkaç kez Elazığ'da bulunan uçak bölüğünce; eşkıyanın toplandığı yerler, özellikle bu ayaklanmayı görünürde perde arkasından yönettiği bilinen Seyit Rıza'nın evi ve civarı havadan bombalandı.
Her gün biraz daha şiddetini artıran kaynaşmaya rağmen henüz ciddi bir hareket olmamıştı.
Nihayet bir gün (26 Nisan 1937) Sin bucağının Hozat'la irtibatının dağ yolu ile yapılmasını sağlamak maksadı ile açılan ve mevcudu 36 sabit jandarmadan ibaret olan Askisor karakolu saat 20.00'den itibaren 100 kadar eşkıya tarafından kuşatıldı. Alınan diğer haberlerden de anlaşıldığına göre; bu gece eşkıyanın gruplar halinde Sin ve Kahmut bölgelerine baskın yapmaları bekleniyordu.
Bir gün önce Uzuntarla bölgesinde toplandığı haber alınan eşkıya 26/27 Nisan gecesi saat 23.00'te 80 kişilik bir kuvvetle Harçik suyunun doğusunda ve Pah kuzeyinde bulunan 9'uncu Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü'ne taarruza başladı ve sabaha kadar eşkıya ile bölük arasında çok yakın mesafede ve çok şiddetli müsademe devam etti. Bölük bu saldırıyı ancak iki mangası ile karşılayabilmişti."
Hükümet kararlıydı. İsyan bastırılacak, Dersim "tedip", yani terbiye edilecekti. İlk kadın pilot Sabiha Gökçen'in uçağından atılan bu ilk bombalar kararlılığın göstergesiydi. Ama fırtına da kopmuştu. Artık tedip de yetmiyordu. Onun yerini, sözlüklerin "Düşman ya da zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma" diye tanımladığı "tenkil" almıştı. Bakanlar Kurulu kararlarında "tenkil"den söz ediliyor, Genelkurmay'ın arşivine tenkil raporları yağıyordu: "Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen Hanım'ın attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan asi grubuna olduk¬ça ağır bir zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlaşılıyordu."
Mehmet Kangutan da belleğindeki arşive yazmıştı tanık olduklarını: "Bir ara dediler ki yukardan kırıp geliyorlar. Tabii anamız gözü açık biri. Beni, ağabeyimi çıkarttı köyden... Gelmişler köye, toplamışlar tarlalarda. Biz tepenin arkasındaydık. Ordan mitralyöz seslerini duyuyorduk. Bizim köy ateşlendiği zaman, konağımız büyüktü, o konağı yaktıkları zaman ağlama tuttu beni. Biz karşıdan görüyorduk. İnsanlar da öldürüldükten sonra köyde insan hemen hemen kalmadı, ama biraz kaçan vardı."
Aynı sıralarda, yani 1937 Haziran sonlarında manzarayı Genelkurmay şöyle yorumluyordu: "Devam eden tarama faaliyetinde birçok asi köyleri yakılıyor, sıkıştırılan eşkıya grupları ile yapılan müsademelerde oldukça ağır zayiat verdiriliyor ve çok sayıda büyük baş hayvan, koyun ve keçileri toplanarak mahalli kaymakamlıklara teslim ediliyordu."
Genelkurmay'a gönderilen raporlarda benzeri cümlelere gittikçe daha sık rastlanır olmuştu. Bu raporlarda Seyit Rıza'nın adı da çok sık geçiyordu. "Temmuz 1937 sonlarında Tunceli'nin 1937 itaatsizliğine katılmış olan bütün aşiretlerin bölgelerinde, inilmemiş dere, çıkılmamış dağ ve taranmamış hiçbir yer kalmamıştı. Sarf edilen bütün gayretlere rağmen Seyit Rıza ve avenesi henüz ele geçirilememişti."
"Generalissimo"
Aynı günlerde Seyit Rıza, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na bir mektup yazıyordu. Seyit Rıza, "Dersim Generali" diye imza attığı ve elli yıl sonra ilk kez Nokta ile gün ışığına çıkan bu mektupta, İngiliz hükümetinden yardım istiyordu. Ne var ki, umduğunu bulamayacaktı. İngiliz Dışişleri Bakanlığınca İstanbul'daki İngiliz Konsolosluğu'na gönderilen bir yazıda şöyle deniyordu: "Eğer Türk hükümetine, mektubun tarafımızdan dikkate alınmadığı gayri resmi olarak bildirilirse iyi olur."
Bu ilginç yazının tarihi de ilginçti. İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın yazısı 5 Ekim 1937 tarihini taşıyordu.
Oysa Seyit Rıza bu yazıdan yaklaşık bir ay önce, 10 Eylül günü tutuklanmıştı. Anlaşılan bu kez İngiliz politikası, "bekle ve dengenin kimden yana döneceğini gör" biçiminde gelişmişti.
İngilizlerin gözlediği denge, Seyit Rıza'nın aleyhine bozulmuştu. Abasan aşiretinin başı Seyit Rıza, tutuklanmıştı. Kimi kaynaklara göre bu tutuklanma, "teslim olma" sonucunda gerçekleşmişti. Kimi kaynaklara göre ise, Seyit Rıza hükümetin "barış görüşmesi" çağrısına uyarak Erzincan'a gitmiş ve ele geçmişti.
Seyit Rıza'nın öyküsü yargılanıp 18 Kasım 1937 tarihinde sona eriyordu. Seyit Rıza, küçük oğlu Reşik Hüseyin, yeğeni Yusufhan aşireti reisi Kamber, Kureyşan aşireti reisi Seyit Hüseyin'in de aralarında bulunduğu on kişiyle birlikte asılmıştı. Bu, aynı zamanda 1937 harekâtının sonuydu. Başbakan İsmet İnönü, idamlar dolayısıyla yaptığı açıklamada, "Dersim meselesini ortadan kaldırdık, son verdik. Dersim müşkilesinden kurtulduk. Dersim'i her türlü askeri hareketlerle temizledik" diyordu.
Ancak, "mesele" ortadan kalkmamıştı. 1938'e yine huzursuzluklarla girilmişti. Gazeteci Naşit Uluğ, şöyle anlatıyordu: "Azgınlık bu sefer Kalan mıntıkasında başladı. Kalanlılara bundan önce uslu oturduklarından dokunulmamıştı. Henüz imar ve temdin çalışmaları kendi bölgelerine erişmemiş olan Kalanlılar, ağaların ve Seyit'lerin tahrikine uyarak Diztaş karakoluna tecavüz ettiler. Kış gelmişti, dağlar karla örtülmüştü, yollar henüz bitirilmemişti, harekâta yazın devam edilmek üzere kış geçirildi. Havalar açılınca asker Kalan mıntıkasına girdi."
Bir başka "bahar"
Dersim'de yine hazırlık vardı. Yine bahar bekleniyordu. Ama bu kez hazırlıklar daha sistemli, tedbirler daha yoğundu. Başbakan da artık Celal Bayar'dı. Gerek 1937, gerekse 1938 harekâtını "yakinen" izleyen gazeteci Naşit Uluğ şunları aktarıyordu kitabında:
"Kamutay 1938 yaz tatiline girerken o zamanki Başbakan Celal Bayar, iç meseleler arasında Dersim'e de temas ederek, 'Bu yıl Dersim denilen işi kat'i surette tasfiye etmek için devletin bir tedbiri daha olduğunu ve ordumuzun Dersim havalisinde vazife alacağını ve umumi bir tarama hareketiyle bu meseleyi kökünden söküp atacağını söylemişti."
1938 harekâtı için her şey hazırdı. Öyle ki, harekâtın artık basılı bir "kılavuz kitabı" bile vardı. 1938 yılında Elazığ Turan Matbaası'nda Tunceli Vali ve Kumandanlığı tarafından bastırılan kitapçığın adı şöyleydi: "Tunceli bölgesinde yapılan eşkıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz."
Dam nasıl yakılır?
Kılavuz, bir tenkil hareketi için gerekli tüm bilgileri içeriyordu. Örneğin, "köyde eşkıya araması" bölümünün 6. maddesinde "Silah atan köy yakılmalıdır" denilirken, 7. maddesinde bu işin nasıl yapılacağı anlatılıyordu: "Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak ateşleme sureti ile genişletilir."
Kılavuzun "silah toplama" bölümünde de şu "bilgiler"e yer veriliyordu: "Silah teslime mecbur etmek için kadın ve çocukların toplanarak hükümete teslim edileceğini söylemek çok kere iyi netice verir. Bu gibilerin damlarını yakmak faydalıdır."
O günleri yaşayanlardan Şükrü Baykara'nın "kıran kırana" diye tanımladığı bir çatışma başlamıştı artık Tunceli'de. Genelkurmay yayınında, bu çatışmalardan 21 Temmuz 1938 günü Laç deresi civarında cereyan edeni şöyle anlatılıyordu:
"Haydutların sığındığı, ağızları mazgallı taş duvarlarla kapatılmış mağaralar, cesur askerlerimiz tarafından kuşatılmış, top ve makineli tüfek ateşinden başka 25'inci Alay'dan gönderilen istihkâm müfrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldürülmüş, can havli ile dışarıya fırlayanlar da ateşle imha edilmişti. Böylece tarama sahası içindeki mağaralarda toplam olarak 216 haydut imha edilmiş, ayrıca 12 haydut cesedi Munzur suyu üzerinde görülmüştü."
Genelkurmay yayınının bundan sonrasında tarihler, mevki isimleri ve ölü sayıları birbirini izliyordu: "Haydutlardan 20 kadar ceset... Tayyare filosunun bombalı taarruzunda haydutlardan 40'tan fazla zayiat... Kaçmak isteyen 49 kişinin imhası... Dört köyden 395 haydudun ölü olarak ele geçirilmesi..."
Ve bir örnek: "Mameki Dağ Tugayı bölgesinde bir kuvvetimiz Çat Köyü'ne ateş baskını yaptı. Bu baskına haydutlar şiddetle karşı koydularsa da Çat Köyü'ndeki kalabalık, perişan bir halde bağrışma ve feryatlar içinde kaçıştılar. Bu müsademede haydutlar 15'i silahsız olmak üzere 70 kadardı. Müsademe sırasında 20 kadarı imha edildi."
Doğal olarak raporlara, belgelere yalnızca rakamlar ve kuru bilgiler yansıyordu. 80 yaşındaki Menez Akkaya ise, Nokta'ya anlattıklarıyla canlı bir tablo çiziyordu:
"Ben o zaman genç kızdım. Bizim köye askerler birkaç kez geldi gittiler. Bir şey yapmadılar bize. Türkçe bilmediğimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra bir gün yine geldiler. Bütün köy halkını topladılar. 200-300 kişi vardı. Kadın, çoluk çocuk hepsi oradaydı. Hepimizi Değirmentaş'ın oraya götürdüler. Bize, silahlarımızı toplayıp serbest bırakacağız diyorlardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp öldürdüler. Kocamı da öldürdüler. Biz üç kişi kurtulduk. Ben ağaca yapıştım, öyle kurtuldum. Günlerce aç susuz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştu ki, korku diye bir şey kalmamıştı
1938 fırtınası Eylül sonunda diniyordu. Ardında binlerce ölü bırakarak. Genelkurmay yayınına bakılırsa, ölü sayısı 4 binden az değildi. Gerçi bu, Kurtuluş Savaşı boyunca 9 bin kişinin şehit olduğu düşünülünce oldukça büyük bir rakamdı, ama yine de "kesine yakın" olduğu söylenemezdi. Çünkü ölü sayıları genellikle yuvarlak hesaplarla veriliyor ve örneğin "tarama bölgesi içinden ölü ve diri 7954 kişi çıkarılmıştır" gibi, ölü sayısının bilinemeyeceği ifadeler kullanılıyordu.
Aralarında, özel olarak gönderilen Muhafız Alayı'nın bulunduğu yaklaşık 50-60 bin kişilik askeri kuvvet artık çekilmeye başlamıştı, Tunceli'den.
İsyan bitmiş, ölen ölmüştü. Kalan sağlar ise... Onlar için Bakanlar Kurulu, "Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 5-7 bin kişinin Batı illerine nakil ve iskânı" kararını almıştı.
Ve İngiltere'nin Trabzon Konsolosu, Dersim olaylarıyla ilgili olarak Ankara'daki Büyükelçiliği'ne gönderdiği son raporunu şu değerlendirmeyle sonuçlandırıyordu: "Artık söylenen şu: Türkiye'de Kürt sorunu bitmiştir."

* Nokta Dergisinin 28 Haziran 1987 tarihli yıl 5, sayı 25'te "Dersim 1937-1938/ Yarım Yüzyıl Sonra" başlıklı dosyası Ayşenur Arslan, Hıdır Göktaş, Nadire Mater, Mahmut Övür ve Seral Özzeybek imzalarını taşıyor.

Bu fotoğraf Seyit Rıza’nın CHP’ye esir düşmeden önceki özgür ve özgün hali



Bu fotoğraf ise Seyit Riza’nın CHP’nin emrindeki TC güçleri tarafindan esir edildikten
sonra kendisine zorla fötr ve ceket giydirilerek "medeni"leştirilmiş hali



"DERSİM'İ TOPYEKÜN YOK EDİN"

Kadınların, bebeklerin topyekün imha edildiği Dersim katliamında görevli ALBAY anlatıyor...

Albay Hulusi Yahyagil, Dersim İsyanı sırasında Elazığ'daydı. Birliği isyanı bastırmak için Tunceli'ye gitmişti. Yahyagil çatışmalara katılmasa da kendilerine verilen emri net bir şekilde hatırlıyor; Dersimlilerin topyekûn imhası. Arkadaşı "Yüzbaşı Şevki"nin hatıralarında ise yakılan, yok edilen köyler, süngülenen bebekler var.

İşte "Dersim halkını topyekün yokedin" emrini alan bir Albay'ın canlı şahitliğinde okuması cesaret isteyen olaylar...

Haber: Tuncay Opçin/Aktüel Dergisi

Soğuk gecenin sessizliğini yaşlı adamın dudağından dökülen sesler bozdu. Metin gözlerle getirildiği meydanı süzen yaşlı adam meçhul varlıklara hitap ediyor gibiydi; "Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir." Sonra yüzünü alelacele kurulmuş darağaçlarına döndü. Görevlilerin arasında geldiği idam sehpasının altında büyük bir soğukkanlılıkla yağlı ilmiğin boynuna geçirilmesini bekledi. Celladına fırsat vermeden ayaklarının altındaki alçak iskemleyi tekmeledi. Artık çektiği tüm sıkıntılar sona ermiş, ruhu huzura kavuşmuştu.

Şimdi bile okuduğumuz tanıklıklarda içimizi acıtan bu manzara Elazığ'da yaşandı. Takvim yaprakları 15 Kasım 1937'yi gösteriyordu. İdam edilen kişi Dersim İsyanı'nın liderlerinden Seyid Rıza'ydı. Seyid Rıza ile birlikte içlerinde oğlunun da bulunduğu pek çok kişi idam edilmişti. 347 aileye mensup 3 bin kişi Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa, İzmir gibi illere sürülmüştü. Dersim bu yaşananlardan sonra sessizliğe bürünmüştü. Adı da çıkartılan bir kanunla zaten çoktan Tunceli olmuştu.

1937-1938'de Dersim'de neler oldu? Yaşananlar gerçekten birkaç kişinin idamı ve binlerce insanın sürgünü ile mi sınırlıydı? Resmi kaynaklara göre öyle. Ancak tanıklar hiç de öyle söylemiyor. Bu tanıklar içerisinde hiç şüphesiz en ilgi çekici olanı Hulusi Yahyagil. Yahyagil, emekli albaydı ve Said-i Nursi'nin en yakın öğrencisiydi. Hayatında ancak sekiz defa görüşebildiği Nursi'ye müthiş saygısı vardı. Öyle ki sorduğu sorular ve yazdığı mektuplar, Nursi'nin en önemli eserleri arasında sayılan Mektubat'ın oluşmasını sağladı. İşte Yahyagil, yarbaylığı döneminde Dersim'de isyanı bastırmakla görevli bir birlikte komutanlık yapıyordu. Yaşadıklarını "Son Şahidler-Bediüzzaman Said-i Nursi'yi Anlatıyor" serisinin ilk cildinde araştırmacı Necmeddin Şahiner'e anlattı. Önce Yahyagil'in Şahiner'e anlattıklarına bakalım, ardından da Nursi'nin Yahyagil'e yazdıklarına...

İmha edin dediler
Necmeddin Şahiner, Hulusi Yahyagil'e Said-i Nursi ile ilgili hatıralarını dinlemek üzere gitmişti. Yahyagil, Nursi ile ilişkisini anlatırken söz dönüp dolaşıp Dersim'e, Dersim İsyanı'na gelmişti
Said-i Nursi o sırada Kastamonu'da sürgündeydi. Nursi, Şeyh Said İsyanı'nın ardından Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki pek çok isimle birlikte batı illerine sürgüne gönderilmişti. Önce Isparta'nın Barla nahiyesine, oradan da Isparta'ya sürülmüştü. Barla'da 10 yıla yakın kalmıştı. Isparta'da ise kısa bir süre kaldıktan sonra öğrencileriyle birlikte tutuklu yargılanmak üzere Eskişehir'e götürüldü. İdamla yargılandı ve beraat etti. Ancak beraat etmesi hiçbir şeyi değiştirmedi. Yine sürgün edildi. Bu defa sürgün yurdu Kastamonu'ydu. Yahyagil, Said-i Nursi'yi Barla'da ziyaret etmişti. Nursi bu ziyaretten çok hoşnut kalmıştı. Yahyagil'le bu tarihten sonra bağlantısı hiç kopmadı. Yahyagil, Nursi'yi sık sık ziyaret edemiyordu ama ikili el altından sürekli haberleşiyordu. İşte Nursi'nin Kastamonu'ya sürgün edildiği dönemde Yahyagil de Elazığ'da görev yapıyordu. Gelen emre göre de taburuyla birlikte Dersim İsyanı'nı bastıracak birliklerin arasında yer alacaktı; "Ben Elaziz (Elazığ)'de tabur komutanlığı yapıyordum. 1938 Dersim İsyanı'nın sebep olduğu facia hadisesi neticelenmek üzere idi. Bizi de Dersim İsyanı'nı önlemeye ve bastırmaya memur ettiler. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köylerinin o yıl vergi vermeme meselesi idi. Aslında hadise basitti. Fakat nedense onu büyüttüler ve umumileştirdiler." Çok basit önlemlerle, belki hiç can kaybı yaşanmadan çözülecek bir olay kısa sürede bölgeyi etkisi altına aldı. Dersim yani Tunceli ve çevresi alev alev yanıyordu. Yahyagil'e göre bu sırada gelen emir netti: "Bize verilen emir: Dersim ahalisini külliyen imha emri idi. Canlı tek bir insan bırakılmayacak... genç-ihtiyar, suçlu-suçsuz, çoluk-çocuk, kadın-erkek ne varsa hepsini imha...

Gerçi memur edildiğimiz bölgenin birçoğu Rafızi idi. Ama yine de bizim raiyetimiz ve halkımız idiler. O tarz muamele ve emir nasıl bir uygulama şekli idi bilemiyorum.

Ben kıta komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bize vermişlerdi. 'Sen piyadesin, seni topla da takviye etmek gerekir' dediler. Çok mahzun ve mustarip idim. Neticede vuku bulacak haksız zulüm ve gadirleri düşünüyordum. Aynı zamanda iki tane çıkılmaz hissin ortasında kalmıştım: Birincisi: Askerlikte emre mutlaka itaat. İkincisi: Göre göre bildiğim, olacak olan zulümlerden kaçmak, o ortamda istifa etmek, belki başka manalar verilmek endişesi..."

Hulusi Yahyagil bu ruh hâleti içerisinde ne yapacağını bilemezken eline bir mektup ulaşır. Emir erinin koşa koşa getirdiği mektup Said-i Nursi'den gelmekteydi. Nursi sürekli takip edildiği için mektubu direkt Yahyagil'e göndermek yerine Kastamonu'dan Isparta'daki bir arkadaşına ulaştırmıştı. Yine aynı mektup buradan da Nevşehir-Ürgüp'te bulunan Abdülmecid Ünlükul'a gönderildi. Ünlükul, Said-i Nursi'nin küçük kardeşiydi ve Ürgüp'te müftülük yapıyordu. Mektubun üçüncü ve son durağı Hulusi Yahyagil olacaktı. Mektupta Nursi, talebesine öğütlerde bulunur. Nur talebelerine Allah'ın yardım edeceğini, sabırlı ve metin olmasını tavsiye eder. Yahyagil'in bir sıkıntısının olduğunu ve bunu hissettiğini ama dünyada karşılaşılan zorlukların gelip geçici olduğunu anlatır mektubunda Said-i Nursi.


Diri diri yaktılar
Yahyagil, bu ilginç mektubu aldıktan sonra, istifa fikrinden tamamen vazgeçer. Birliğinin başında "Te'dip ve tecziye" harekâtına katılır. Olayın devamını yine onun satırlarından okuyalım;
"Mektup bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. İsyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek-tük birkaç mermi attıksa da, hiç kimseye bir şey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Allah yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan kurtardı ve muhafaza etti."

Nursi'nin duaları kabul olmuş olacak ki Yahyagil'in korktuğu başına gelmemişti. Ancak herkes Yahyagil kadar şanslı değildi. Yahyagil'in hatıralarını anlattığı bir başka isim Abdülkadir Badıllı, "Bediüzzaman Said-i Nursi, Mufassal Tarihçe-i Hayatı" isimli eserinde bir başka tanıklığa daha yer veriyor. Badıllı, Necmeddin Şahiner'in anlattığı hatıraları doğrulattıktan sonra bir başka "Nur Talebesi" Malatyalı emekli yüzbaşı Şevki Bey'in söylediklerini naklediyor. Biz de Said-i Nursi'yi anlatan en geniş biyografik araştırma olan bu kitabın 1134. sayfasından alıntılayalım:

"Dersim İsyanı'nda isyan eden bazı insanlarla askerler harp ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey'e de verilen emir gibi, geri dönüp masum çoluk-çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk-çocuk, kadın ihtiyar, bünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm."

Kitabın yazarı Abdülkadir Badıllı, dipnotta anlattığı bu acı hatıranın yanına, bu olayın Necip Fazıl Kısakürek'in çıkardığı Büyük Doğu dergisinde 1951 yılında yayımlandığını da belirtmiş.

"Nur Talebeleri" ve "Dersim İsyanı" birarada düşünülmesi zor iki cümle. Ancak yakın tarihin içinden çıkıp gelen tanıklıklar toplumun farklı katmanlarını ortak bellekte buluşturuyor...
aktifhaber

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Dersim'in kayıp kızları

Modernlik kendini ileri, gelişmiş ve üstün addeden vehimlerle maluldür...
Ve bu vehimlerle giriştiği modern toplum inşaatının harcına 'köksüzleştirdiği' çocukları katar.
Her medenileştirme projesinin içerdiği zulüm, çocuklardan geçirilerek gelecek kurgulanır.
'Görece geri' tanımladığı toplulukların çocuklarını toplayarak onların 'çocukluk' kimliğini ve geçmişini emerek projeye dahil ederler.
Çocukların hafızalarına oyulan gedikler tarihimizin de kapatılamayacak kara delikleridir.
Tarih müfredatının atlanmış sayfasından, sararmış bir fotoğraf daha düşüyor.
Dersim'den yani Gümüş Kapı'dan sürülerek sökülen ve geri dönemeyen kızların fotoğrafı...
Geçmişin geçmemiş olduğuna inat edercesine bu defa saçları kazınmış, küçük kızlar Erzincan garında toplatılmış, bekleşiyorlar.
Birazdan trene binecekler, kendileri ve kökleri arkalarında kalarak.
Ucu olmayan bir çile, onların kucaklarına hayat diye verilecek.
Toprağından devşirilmiş küçük kızlar, batıya giden trenlerde 'unutmanın' zifiriliğine yolcuydular.
Ailelerinin ve kendi iradelerinin dışında 'başka biri olmanın' yolculuğu 71 yıl sürdü...
Böyle bir fotoğraf var mı bilinmiyor ama tarihin kilitli odaları açıldıkça kırık çocuk sesleri yükseliyor.
Dersim'in kızları o tarihlerde kayboldu.
Cumhuriyet tarihinin kırılgan geçididir Dersim, dört dağın arasındaki suskun ve vakur mazi.
1937-1938'in Dersim olaylarında insanlık hikayelerinin acıtıcı parantezlerinin birinde de kayıp kızlar yer alıyor.
Ve bugün 80 yaş civarında oldukları tahmin ediliyor.
O dönemde aileleri öldürülmüş ya da ailelerinden zorla alınmış küçük kızların, evlatlık olarak bürokrat ve asker ailelerine verildiği 'ehlileştirme' projesini, 71 yıl sonra konuşurken insan zorlanıyor.
Hele bir de bunu meşrulaştırmaya çalışan mantık, ziyadesiyle içinizi zehirliyor.
Bu çocukların isimleri, onları beraberinde götürenler ve akıbetleri bilinmiyor.
Hayattaki yakınları onları aramaya devam ediyor. Parçalanmış aileler, 'silinmiş çocukluğun' nerede olduğunu öğrenmek istiyor.
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Başkanı Faruk Kaya; Cumhurbaşkanı Gül'e Tunceli ziyaretinde ilettiği mektupta 1938'de evlatlık verilen, çocuk esirgeme kurumlarına bırakılan, dönemin yetkililerince evlatlık alınan Dersimli çocukların tam listesinin açıklanmasını istedi.
Aradan geçen 71 yıldan beri kendi akrabalarını arayan yüzlerce insanımızın acıları dindirilsin dendi.
Erzincan tren garında, yetim kalan yüzlerce çocuğun mal seçer gibi seçilip, sorgusuz sualsiz alıp götürüldüğü, binlerce çocuğun evlatlık olarak kaydedilmiş ya da hizmetçi olarak kullanıldığı belirtiliyor...
Nezahat Erdoğan ise 1938'de kaybolan Dersimli kızların öyküsünü belgesel olarak hazırlamış.
Tanıkları bulup onları dinlemiş, 10 tane yaşayan hikayeye ulaşmış. Bu çalışma da yakında yayınlanacak.
Ama biliyoruz ki 'Islahat yöntemlerinin' açtığı insanlık yaraları kabuk tutamıyor.
Bugün nine, anneanne, babaanne olan bu kız çocuklarının hayatlarından neyin esirgendiğini hangimiz söyleyebiliriz ki?
Kızlara ve kadınlara yönelik 'ehlileştirme' projesinin hala devam etmediğini de...
İdeolojik seferberliğin icraatlarının 'yoğun ve parlayan insan temizliği' kimlerde 'neyi' kazıyıp yok etti?
Nitekim modern devletin toplum mühendisliği hevesi bir uygarlık hezimeti olup geçen yüzyılda batmadı mı?
akşam

CHP'DEN ALEVİLERE ÇOK AĞIR İTHAM
11 Kasım 2009
Meclis Kürsüsünde CHP'li Öymen Alevileri işgalci güçler ve PKK'lılarla bir tuttu.

CHP'li Onur Öymen Meclis'te yaptığı konuşmada Dersim Olaylarını örnek göstererek Alevileri ile Kurtuluş Savaşındaki düşman güçler ile PKK'lıları bir tuttu. Öymen Tunceli halkını işgalci güçler ve teröristlerle aynı kefeye koydu.

TBMM Genel Kurulunda 'demokratik açılım’a karşı görüşlerini açıklayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in verdiği örnekler tarihin acı olaylarına CHP’nin bakış açısını da gözler önüne serdi. Kadın, çocuk yaşlı demeden binlerce insanın öldürüldüğü Dersim olaylarını hatırlatan Öymen “O zaman kimse anaların gözyaşından bahsetmiyordu” dedi.

Öymen İsmet İnönü'nün talimatıyla beşikteki bebeklerin öldürüldüğü Dersim Olaylarına yaptığı bu benzetme Alevi kesimde büyük tepki çekti. Onur Öymen daha önce de yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde İslamiyeti yerden yere vurmuştu.

Dersim olaylarında dünya hukuk tarihinde örneği olmayan bir ile özel konun çıkartılmış, "Dersim Kanunu" olarak tarihe geçen kanunda, sanıklara haklarındaki suçlamaları öğrenme hakkı bile verilmemişti. Sanıklara savunma için söz alma hakkı vermeyen kanunlar sonucu yüzlerce can alındı.

Sabiha Gökçen'in de içinde bulunduğu jetler Tunceli köylerini bombaladı. Bu olaylar sonrası Alevi kesimin devletle kopmasının tohumu atıldı. Alevilere kalıcı ve unutmayacakları bir yara vurularak, yıllar boyu devlet karşı değişmeyecek bir bakış açısı oluşması sağlandı.

Alevilerin dini önderi Seyyit Rıza, hakim değiştirilerek ve resmi tatil olmasına rağmen cumartesi günü kurulan mahkemeyle hakkında idam kararı aldırıldı. Atatürk gelmeden idamı bitirmek için, özel karar alındı ve gece yarısı tatil günü idam infaz edildi.

Dönemin Emniyet Müdürü Şükrü Sökmensüer Seyit Rızanın katledilmesini şöyle anlatıyor: "ataturk singec koprusunu acmaya gidecek. dersim harekati bitti. beyaz donlu alti bin dogulu elaziga dolmus. ataturkten seyit rizanin hayatini bagislamasini isteyecekler. buna meydan vermeyelim".
1937 yilinda resmi tatil gunu cumartesi ogleden sonra, ataturk pazartesi gunu elazig'a gelecek. bizden istenenler "asilacak asilsin" ve ataturk'un karsisina beyaz donlular ciktigi zaman is isten gecmis olsun.
o donemde elazig valisi sefik bey, savci hatemi senihi bey, emniyet muduru serezli ibrahim bey, savci yardimcisi arkadasim, sukru sokmensuer "sivillerden emniyet genel mudurlugunun siyasi subesinden istediklerini al. ataturkun istasyondan halkevine kadar korunmasi da size ait" dedi.basta macar mustafa olmak uzere alti kisi alip yola ciktim. trenle elaziga vardim.emniyet muduru ibrahim beye gittim. savci icin "kuraldis bir sey yapmaz, mumkun degil " dedi.

savciya gittim. durumu kendisine anlattim. bana bu konuda hukumettende sifre aldigini, ama mahkemelerin cumartesi tatil oldugunu, tatildeyse sonuc almanin mumkun olmadigini bildirdi. ve ekledi. "bende mahkemeleri etkileyemem". oysaki biz mahkemenin kararini ataturk gelmeden once vermesi ve gereginin yapilmasini, ataturk geldiginde seyit riza meselesinin kapanmis olmasini istiyorduk. ben bunu halletmek icin hukumet tarafindan buraya gonderilmistim.

savci yardimcisi hukuktan sinif arkadasim. bana "sen valiye soyle bu savci rapor alsin gitsin. ben senin istedigini yaparim" dedi.
biz mahkemenin tatil gunu islemesini ve alinacak sonucun infazini istiyorduk.
savci rapor aldi. arkadasim vekil olarak savcinin yerine gecti.
mahkeme hakiminin evine gittim. gittigimde hakim mahkemenin aldigi karari evinde yaziyordu.
hakimle konustuk. kendisi karari daktiloya cektirmekle mesguldu. devir chp devri. herkes cekiniyor. hakim bana: "cumartesi mahkeme toplanmaz ancak pazartesi gunu mahkeme mahkemeyi toplar karari veririz. sali gunude idam hukumlerini yerine getiririz" dedi.

o zaman dorduncu bolgede temyiz haki yoktu.
abdurrahman pasa sikiyonetim kumandani olarak karari tasdik edecek. o da "yukaridaki karar tasdik olunur" demis basmis bos kagida imzasini. yukariya "abdurrahman poasanin idami" diye yazsaniz kendisi idam edilecek.
hakime dediki:
bu dediginiz gun ataturk geliyor. maksat hasil olmuyor ki. hakim "baskaca bir sey yapilamaz"diyerek kestirdi atti. bende kendisine sordum:
-sizin saat besten sonra davaya devam ettiginiz olmuyormu?
-oooo cok oluyor cevabini verdi.
-eee sonradan bes saat ihlal ediyorsunuz da bastan bes saat ihlal etseniz olmuyormu? yani pazar aksami sahurdan sonra mahkemeyi acariz.
hakim:
-elektrikler kesiliyor dedi.

onada çare bulduk. otomobil farlariyla hapishaneyi aydinlatiriz. halkevine luksler koyariz.
hakim bu defa :
samiin yok , dedi
ona da care bulduk. samiin de getiririz.
-kac kisi asilacak?
-onu karardan once soyleyemem dedi. ama ekledi: "savci 27 kisinin idamini istedi".
-biz ona gore mi hazirligimizi yapalim?
-bilmem dedi.

ceza infazi kanunu her asilanin ayri bir yerde asilmasini, asilanlarin birbirini gormemesini emrediyordu. bu sarti da yerine getirmeye calistik. her meydana dort sehpa kuduk. vali bir de cingene cellat buldu. gece 12:00 de hapishaneye gittik. farlarla cevreyi aydinlattik mahkemenin 72 sanigi var.

beni asmaya mi geldiniz ?

saniklari aldik. mahkemeye goturduk. cingene de geldi. adam basina on lira istedi "peki" dedik.
saniklar turkce bilmiyor. mahkeme karari acikladi yedi kisi olum cezasina carptirilmis, saniklardan bazilari beraat etmis bazilarida cesitli hapis cezalarina carptirilmisti.
kararlar okununca saniklar ilk anda anlamadilar. idam "tunne" diye bir vaveyla koptu.
biz seyit riza'yi aldik. otomobilde benimle polis muduru ibrahim'in arasina oturdu. jeep jandarma karakolunun yanindaki meydanda durdu.
seyit riza sehpalari gorunce durumu anladi.

-asacaksiniz; dedi ve bana dondu.
"sen ankaradan beni asmak icin mi geldin"? bakistik. ilk kez idam edilecek bir insanla yuz yuze geliyordum. bana guldu.
savci namaz kilip kilmayacagini sordu.istemedi. son sozunu sorduk.

-kirk liram ve saatim var. ogluma verirsiniz, dedi.
bu sirada findik hafiz asilirken gormesin diye pencerenin onunde durdum.
findik hafiz'in idami bitti. seyit rizayi meydana cikardik. hava soguktu ve etrafta kimseler yoktu. ama seyit riza meydan insan doluymus gibi, sessizlige ve bosluga hitabetti.

-evladi kerbelayimi, be gunayimi, ayibo zulimo, cinayeta. (evlad-i kerbelayiz, gunahsiziz, ayiptir, zulumdur, cinayettir.) dedi.benim tuylerim diken diken oldu. bu yasli adam rap - rap yurudu. cingeneyi itti. ipi boynuna gecirdi. sandalyeye ayagiyla tekme vurdu. infazi yapti.
aktifhaber

CHP'li Öymen'e Siyah Çelenk...
13 Kasım 2009
CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen'in Dersimlileri terörist gibi göstermesine tepkiler giderek büyüyor. Aleviler TBMM ve CHP önüne siyah çelenk bıraktı...



CHP'li Öymen'in Dersimlileri terörist gibi göstermesi protesto edildi.

Öğle saatlerinde Alevi vatandaşlar, Meclis'in Dikmen kapısı önüne siyah çelenk koyarak Öymen'in Dersim'le ilgili sözlerini protesto etmişti. Ankara Tuncelililer Derneği üyesi bir grup da CHP Genel Merkezi önünde protesto gösterisinde bulundu.

Ankara Tuncelililer Derneği üyesi bir grup, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in TBMM'deki konuşmasını protesto etmek amacıyla CHP Genel Merkezine siyah çelenk bıraktı.

CHP Genel Merkezi önünde toplanan grup, burada zılgıt çekerek "Dersim Onurdur, Onuruna Sahip Çık", "Yaşasın Barış, Yaşasın Kardeşlik", "Dersim'e Uzanan Eller Kırılsın" şeklinde sloganlar attı.

Ankara Tuncelililer Derneği Başkanı Bülent Akdağ, yaptığı açıklamada Öymen'in "Türkiye'de ayrımcılığı körüklediğini" iddia etti. Kendilerinin barıştan yana olduğunu ifade eden Akdağ, "CHP de böylece barış ve kardeşlikten yana olmadığını ortaya koymuştur. Onur Öymen'in Dersimlilerden alması gereken ders insan sevgisidir" dedi.

Seçimlerde CHP'ye kendi illerinden oy verilmemesi çağrısında bulunan Akdağ, CHP'deki Tuncelilileri de istifa etmeye davet etti. Akdağ, ayrıca Munzur Vadisi'nde yapılması planlanan baraj projesinin de yanlış olduğunu, burada doğaya karşı suç işlenmesinin önüne geçilmesi gerektiğini söyledi.

"Dersim Onurumuzdur, Onurumuza Sahip Çıkalım" yazılı dövizler taşıyan grup, daha sonra, zılgıt ve alkışlar eşliğinde siyah çelengi CHP önüne bıraktı. Grup, burada çeşitli Kürtçe sloganlar da attı.
aktifhaber

dersimlilerealkan unalarkadaşlar, siden özür diliyorum ama söylemek zorundayım: kerizleniyorsunuz. şimdi özür dileyecekler, biz öyle demedik aslında diyecekler. siz de seçimde yine gidip chp ye oy vereceksiniz. bu kerizlenmek diyorum ben. değil diyorsanız adını siz koyun.
13 Kasım 2009 Cuma 17:06
KANI BOZUK FASO CHPcheALEVILER FASO CHP DEN ARTIK ISTIFA EDIN YOKSA SIZLER BIRDAHA BIRTANE OY BILE ALAMZSINIZ BIZ ALEVILER ARTIK CHP DE BIRTANE ALEVI INSAN GÖRMEK ISTEMIYORUZ EYER O PARTIDE KALIRSANIZ ALLAH SAYIDIM OLSUNKI AKLI BAINDA BIRTANE ALEVININ OYUNU ALAMAZSINIZ
13 Kasım 2009 Cuma 17:07
CHP den Alevilere satışZafer DemirKörü körüne sadakat Alevileri fena cuvalladı.yıllarca CHP sırf Ortak İnançlarımız laikliktir desturudur diyen şimdi gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır.bir birlerinin boğazına sarılıyorlar.ALLAH ıslah etsin sol görşte faşizim olmaz ama DKPC MKP bunlar yapar halkı haraça keser derği gazete satar sıkıysa alma ilk eylemde araban veya dükkanın yanar.Devlet sarığazide gaziosmanpaşada yok bunlar var devetin güçü yetmez geptoları durdurmaya
13 Kasım 2009 Cuma 17:08
Anlaşıldı artık.Sameto cenabet oylarınız CHP nin kişiliğine hiç uymuyordu zaten.Alın gidin.Allahını vatanını bayrağını seven milyonlarca oy CHP ye yeter.
13 Kasım 2009 Cuma 17:14
Samet EfendiMehmet AktasCenabetlikden ancak islamin sarti olan gusul ile kurtulursun Efendi, Simdi soruyorum sana !!! Alevilere cenabet diyonda, Alni bir kere secdeye gelmeyen, her firsatda Islamiyete saldiran bir CHP ye ne diyorsun merak ettim heri :-)) Külli cenabet ? Bence öyle :)))
13 Kasım 2009 Cuma 20:21
CHPTUNCAYBUYRUN SİZE CHP 1. SÜNNİ TÜRK DÜŞMANI 2.SÜNNİ KÜRT DÜŞMANI 3.ALEVİ TÜRK DÜŞMANI 4.ALEVİ KÜRT DÜŞMANI 5.DEMOKRASİ VE BARIŞ DÜŞMANI 6. İNSANLIK DÜŞMANI ARTIK BU ÜLKEDE CHP Yİ TANIMAYACAK KADAR HAYVAN OLAN HİÇBİR KESİM KALMADI
13 Kasım 2009 Cuma 20:24
sabetayist imamın takkesi düştüOzan MazlumAtatürk'e Büyük İftira!!!!! Bakın Asıl Faturayı Kime Kesti; ATATÜRK'ü de KATİAMCI, SOYKIRIMCI Gösterdi: CHP'nin Beyni Onur Öymen; iddialarında hala ısrarlı: Ben değil; Atatürk katliam yaptı !..Meclis’teki demokratik açılım görüşmelerinde yaptığı konuşmada “Atatürk terörle böyle mi mücadele etti” diyerek, Dersim olaylarını örnek gösteren, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, tepki çeken konuşması ile ilgili Bugün’ün sorularını yanıtladı....
13 Kasım 2009 Cuma 20:32
Alevilere Gunaydin!AleviGunaydin! Bu zamana kadar daha kimleri desteklediginizi bilmiyor muydunuz?
13 Kasım 2009 Cuma 20:40
alevilerzardersim katliamını atatürk e rağmen inönü yapmıştır ve baltayı taşa vuran chp ye bundan böyle oyum yoktur ne chp ne k.kılıçdaroğlu na bitti, böylelikle chp nin oyu önümüzde ki günlerde anketlerde de görülecek ki % 12 lerde olursa şaşırmasınlar tabii ki baraj altında da kalabilirler ümidim bir alevi partisi kurulur yok sa bu ülkede faşit partilere verecek oyumuz yoktur mecburiyetten chp ken şimdi ne chp ne de diğer partilerdir bu ülkeyade alevi partisi gerektir faşist zihniyetlerle bir yere var...
13 Kasım 2009 Cuma 20:53
sametzarcanın okurum senin sülalen cenabettir faşizmle nereye varacağınızı sanıyorsunuz alevi düşmanı ortalık karıştığında senin gibilerine aman verirse namerdim...
13 Kasım 2009 Cuma 20:56
Mesut DeğereDiyarbakırlı RemziDiyarbakırlı Mesut Değer CHP de daha ne kadar kalmaya devam edecek merak ediyorum. Mesut istifa edip Diyarbakır a onurlu bir mesaj vermese bir daha sakın Diyarbakırlıların önüne çıkmasın tükürüğe boğarız...
13 Kasım 2009 Cuma 21:45
http://www.aktifhaber.com/news_view_comment.php?id=255264

İyice Battı, Atatürk'e Sığındı!
Dersimlileri terörist yapan CHP'li Öymen, savunma yaparken iyice battı. Geri adım atmayan Öymen Atatürk'e sığındı. 'Cesareti olan Atatürk'e itiraz etsin' dedi.
13 Kasım 2009
Meclis’teki demokratik açılım görüşmelerinde yaptığı konuşmada “Atatürk terörle böyle mi mücadele etti” diyerek, Dersim olaylarını örnek gösteren, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, tepki çeken konuşması ile ilgili Bugün’ün sorularını yanıtladı.

Konuşmamı iyi okuyun

Öymen “Atatürk’ün partisine mensup birisi olarak Atatürk’ün yaptıklarından utanç mı duyacağım” diyerek başladı. Atatürk, devlete karşı silah çekenlerle mücadele etti. AKP gibi dağa silahla çıkanlarla, devlete silah çekenlerle müzakere etmedi. Benim konuşmamın iyi okunması lazım. Ben Atatürk’ün devlete silah çekenlerle nasıl mücadele ettiğini anlattım. İtiraz edenler bana niye itiraz ediyor. Atatürk’ün yaptıklarını anlattım. Cesareti olan Atatürk’e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin, Atatürk bile bile yanlış yaptı deyin. Atatürk müzakere etti diyen varsa, buyursun desin" dedi.

Operasyon yapılmayacak mı?

Devletin sonuna kadar terörle mücadele etmesi gerektiğini de vurgulayan CHP Genel Başkan Yardımcısı ”Aslında sıkıntı, hükümetin açmazlarını ortaya koymamız. Hangi hükümet analar ağlamasın diye devletini koruyacak operasyondan çekindi. Ecevit analar ağlamasın dese Kıbrıs’a girilmese ne olacaktı? 500 şehit verdik orada. Analar ağlamadı mı? Devlete yönelik silahlı saldırıda onu yapmak zorundasın" diye konuştu.

Her dönemde acı yaşanır

Öymen, Dersim olaylarının yaşandığı dönemde halka yönelik bazı uygulamaların eleştirildiğinin anımsatılması üzerine, “Her dönem eleştirilen şeyler var. Silahlı mücadelelerde sıkıntılar olur. Acı olaylar yaşanır. Acı olayların sorumlusu devlet mi, devlete silahla başkaldıranlar mı? Kaç tane ayaklanma oldu Türkiye’de. Atatürk bu ayaklanmaları bastırırken yanlış mı yaptı” dedi.

Müzakere mi etti, mücadele mi?

11Kasım'da Onur Öymen'in Meclis'teki “Dersim” konuşması tutanaklara şöyle geçti: "Siz bu tarihi Atatürk'ün yaptığının tam tersini yapmakta olduğunuzu ilan etmek için seçiyorsunuz. Atatürk terörle böyle mi mücadele etti? Atatürk terörle müzakere mi etti? Atatürk Şeyh Sait ile müzakere mi etti? Dersim İsyanı’nı yapanlarla müzakere mi etti, mücadele mi etti? Hem 'Atatürkçüyüm' diyeceksiniz, hem Atatürk'ün yaptığının tam tersini yapacaksınız, bunu da millete kabul ettirmek için Atatürk'ün öldüğü günü tercih edeceksiniz, o günü seçeceksiniz. Bu kadara olamaz."

BUNLARA KARNIMIZ TOK!

CHP’li Öymen kendisini eleştirenlere ise, “Dersim olaylarının yaşandığı dönemde Atatürk Cumhurbaşkanı, İnönü Başbakan, Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanı. Bunların hepsi yanlış mı yaptı?” sorusuyla cevap verdi. Öymen konuşmasını şöyle sürdürdü: “O dönemdeki uygulamaları hatırlattım sadece. Hatırlatanı niye eleştiriyorlar. Herkes oturup okusun. Atatürk’ün dediklerini, Meclis tutanaklarına baksın. Çakmak’a gönderdiği telgrafa baksın beni eleştirmeden önce" dedi. Öymen, kendisine yönelik faşist suçlamasını da “Bu eleştirilere karnımız tok" diyerek reddetti. Parti yönetiminden hiç tepki gelmediğini de ifade eden Öymen, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da kendisini tebrik ettiğini belirtti.

TUNCELi ÖRGÜTÜ KARIŞTI

Onur Öymen’in açıklamaları CHP Tunceli il örgütünü de sıkıntıya soktu. Parti il örgütüne, Tuncelili vatandaşlardan tepki yağdı. Ankara’ya gelen İl Başkanı Hüseyin Güneş, tepkileri genel merkeze ileterek, düzeltilmesini istedi.
aktifhaber

İnönü: Dersim İbret Olsun
Dersim isyanıyla ilgili İsmet İnönü'nün Meclis tutanaklarına geçen konuşması vahşetin boyutlarını gösteriyor. İnönü Öymen gibi hararetli alkışlanıyor...
18 Kasım 2009
Dönemin Başvekili İnönü, Meclis konuşmasında Dersim'e müdahale için 'İbret olsun' demiş

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in çıkışıyla gündeme gelen Dersim isyanının bastırılma biçimi tartışmaya yol açtı. Aslında CHP'nin tavrı geçmişle bir farklılık arz etmiyor. Dersim isyanı bastırıldığında dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ydü. Meclis'teki tutanaklara göre İnönü, harekatın bitiminden 5 gün sonra 18 Eylül 1937'de yaptığı konuşmada, yaşananların, 'diğer vatandaşlara ibret olması temennilerini' iletiyor. İnönü'nün bu konuşması da aynı Öymen'de olduğu gibi CHP sıralarından hararetli alkışlar alıyor. Bölge insanını 'Cumhuriyetin imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşiret.' şeklinde tarif eden İnönü, operasyon sonrası bilançoyu, "265 maktul, 20 yaralı, 27 yakalanmış ve müsademe esnasında 849 kişi teslim olmuştur." diye açıklıyor.

İşte tutanaklara geçen konuşma ve CHP'lilerin o dönemdeki tavrı:

"Cumhuriyet ordusu ve zabıtası, bu hâdise esnasında yaptığı takiblerde, hurafa olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve ne kadar çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştan başa geçmişlerdir.

(Alkışlar...)

Kanun götüren ordu, jandarma neferlerinin, ayak basmadığı yer, inmediği dere ve çıkmadığı tepe yoktur.

(Bravo sesleri, alkışlar...)

Dün akşama kadar, Dersim harekâtının başından itibaren verilen zayiat subay: Bir şehid, dört yaralı; er: 28 şehid, 46 yaralı; bekçi: Bir şehid, bir yaralı. Arkadaşlar; Cumhuriyet kanunlarının hükümlerini yerine getirmek için aziz canlarını severek bu vatan uğrunda feda eden subay ve er vatan evlâtlarını huzurunuzda hürmetle yad ediyorum. Bu vazifeyi ifa etmek için bütün kudretlerini aşkla sarf eden Cumhuriyet ordusunun ve Cumhuriyet jandarmasının kumandanlarına, subay ve erlerine takdir ve şükranlarımızı ifade ettiğim zaman Büyük Millet Meclisi'nin asîl hissiyatını ifade etmiş olduğuna eminim.

(Bravo sesleri, alkışlar...)

....

Arkadaşlar; bütün bu harekât esnasında isyana iştirak eden, iğfal edilmiş zavallılarda da vuku bulan zayiatı olduğu gibi size söyleyeceğim. İsyana iştirak edenlerden 265 maktul vardır. 20 yaralı, 27 yakalanmış ve müsademe esnasında 849 kişi teslim olmuştur.

....

Bilerek, bilmeyerek, muhalefet yoluna sapıp kanunun şiddetli tedibatına maruz kalmış olarak hayatlarını kaybedenler hakkında da Büyük Millet Meclisi'nin teessürlerini ve bunun diğer vatandaşlara ibret olması temennilerini ifade ediyorum.

....

Cumhuriyet idaresinin kuvvetli olduğu kadar şefkatli ve adaletli olduğunu göstermek itibarıyla Tunceli hadisesi en son ve en mukni, bir misal olmuştur.

(Şiddetli alkışlar, bravo sesleri...)"
aktifhaber



Kürt sorununda kavşak: 49'lar davası
03 Ocak 2010
Avni Özgürel
Radikal Gazetesi

Dersim olaylarının doğuda kimsede başını kaldırıp söz söyleyecek cesaret bırakmadığı sır değil. 1938’den sonra 20 yıl Kürt kelimesini kimse ağzına almadı... Ta ki, Mart 1959’a kadar. Sevaf adında Arap ırkçısı bir general Kürtlere otonomi hakkı veren Irak lideri Abdülkerim Kasım’a karşı ayaklandığında hükümet kuvvetleriyle birlikte hareket eden Molla Mustafa Barzani’ye bağlı güçler bir gurup Türkmeni öldürmüşlerdi. Haberinin Ankara’da duyulması ve emekli bir general olan CHP milletvekili Asım Eren’in hükümete ‘Aynıyla mukabelede bulunmayacak mısınız’ diye sormasıyla siyasetin zaten gergin olan dahası daha da gerildi. Eren’i protesto için bildiri yayımlayan Kürt öğrenciler hazırladıkları metnin altına ‘Türkiye Kürtleri’ imzasını koyunca fitil ateşlenmiş oldu. Şayet Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ‘6-7 Eylül olayları dolayısıyla dış dünyada hayli eleştiriye muhatap olduk, itibar kaybettik, onun üzerine yeni bir şeyler eklemeyelim’ demese belki de ilerde hayli sıkıntı verecek olayların yaşanması mümkündü..

Süne zararlısı derken
Başbakan Adnan Menderes Kürt milletvekilleri tarafından az-çok yatıştırılmışken Musa Anter’in kımıl/süne zararlısını metafor olarak kullanıp onun üzerinden siyasete yönelttiği Kürtçe eleştiri ipleri koparttı. Basında yer alan ‘Doğu’daki bu küçük gazeteye kim kâğıt veriyor’ yorumlarının ardından hükümet bir yandan istihbarat birimlerinin 2000-3000 Kürt’ün Batı’ya göç ettirilmesi önerisini değerlendirirken diğer yandan hakkında dava açılan Musa Anter’e destek verdikleri tesbit edilen 50 Kürt genç ve aydını gözaltına alındı...
Örgütlü bir tepki değildi ortada olan... Kiminin evinde Barzani’nin resmi bulunduğu kiminin evinde bağımsız Kürt devleri kurulmasını hedefleyen bir parti kuruluşuna ilişkin hazırlık evrakı ele geçirildiği söyleniyordu..
Tutuklama kararını alan Ankara’da askeri savcılıktı ama 50 kişi İstanbul’a götürülüp Harbiye’de şimdilerde Askeri Müze tarafından kullanılan binadaki hücrelere konulmuşlardı. Hücre sayısı 40 olduğu için 10’u tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan sanıklardan Mehmet Emin Batu mide kanamasından ölünce geriye 49 kişi kaldı ve dava bu sayıyla anılır oldu. Mahkeme hâkiminin Ankara’dan İstanbul’a gelmesi uzadıkça tutukluların sıkıntısı da arttı haliyle... Neden sonra başlayan sorgu sürecinde 14 ay tutuklu kaldıktan sonra sanıklar mahkemeye çıkarılmayı beklerken 27 Mayıs darbesi gerçekleşti.
İhtilal idaresinin öncelikli işlerden biri olarak değerlendirdiği genel af meselesi gündeme geldiğinde doğan ümitler cuntanın 49’lar’ı af kapsamı dışında bırakmasıyla suya düştü...

Hepsini sallandıralım
27 Mayısçıların niyeti tutuklu Kürtleri diğerlerine emsal olmak üzere alelacele yargılayıp idam etmekti. ‘Salladıralım’ diyor başka bir şey demiyorlardı. Ancak savcılık bu yönde bir talebi kılıfına uyduracak delilden yoksundu... Ve o nedenle iddianame kaleme alınamıyordu. Daha ötesi bir-iki istisna dışında Kürt asıllı hukukçu milletvekilleri dahil kimse sanıkların savunmasını üstlenmeye talip değildi...
Nihayet 3 Ocak 1961’de mahkeme başladı... Savcılık 50 sanıktan 15’i için kafi delil bulunmadığı için, 10 sanık hakkında mahkumiyete yeterli delil olmadığı için beraat kararı verilmesini istemiş ama 24 sanığın ‘Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır” hükmünü getiren TCK’nun 125. maddesine göre yargılanması istemişti... İdamı istenenler; Şevket Turan, Naci Kutlay, Ali Karahan, Koço Elbistan, Yavuz Çamlıbel, Mehmet Ali Dinler, Yusuf Kaçar, Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Hasan Akkuş, Örfi Akkoyunlu, Selim Kılıçoğlu, Şahabettin Septioğlu, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Faik Savaş, Haydar Aksu, Ziya Acar, Fadıl Budak, Halil Demirel, Necati Siyahkan, A. Efem Dolak, Musa Anter, Canip Yıldırım ve Mehmet Bilgin’di.
Beri yanda 49’lar davasını yetersiz gören 27 Mayısçılar ihtilalin hemen akabinde bağımsız Kürdistan kurmaya matuf çalışmalar yapmakla suçladıkları 485 aşiret ileri gelenini derdest edip Sıvas’ta oluşturulan kampta toplamışlardı... Gazetelerde Şeyh Said’in oğlunun bir Rus jeepiyle Doğu Anadolu’da dolaşıp siyasi faaliyette bulunduğu yazılıp çiziliyordu...
Bir yanda Sivas Kampı diğer yandan 49’lar Davası’yla arap saçına dönmüş yargı 1965’e kadar elindeki dosyalarda kurtulamadı... 49’ların idamla yargılanan 25 sanığından 10 beraat etti, 15’i bir kez beraat edip bir kez suç vasfı değiştirilerek davanın yenilenmesi neticesi 1965’te TCK’nun 141 ve 142. maddelerinden yani ‘Yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan’ 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldılar. Sıvas Kampı ise bundan önce 1963’te istihbarat birimlerinin seçtiği 55 kişi hakkında alınan sürgün kararıyla dağıldı...

16 AĞUSTOS 2010, PAZARTESİ
Devlet özür dilesin, CHP tarihiyle yüzleşsin

Başbakan Erdoğan'ın, 'Dersim'i CHP'nin bombaladı' şeklindeki sözleriyle başlayan tartışmaya Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu da (FDG) katıldı. Hem hükümete hem de CHP'ye seslenen Başkan Yaşar Kaya, 'istismar etmeyin' mesajı verdi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, Tunceli ziyaretinde 'Dersim Raporu' sunan Kaya, 'Sayın Erdoğan, Sayın Kılıçdaroğlu, Dersim'i politik çekişmelerin aracı olarak değil, barış içinde bir gelecek inşa etmenin bir vesilesi yapalım' dedi.
AKŞAM'a konuşan Kaya, şunları söyledi:
- Sayın Başbakan'ın açıklamalarını Dersim'e yapılmış soykırıma varan vahşetin bir itirafı olarak kabul etmek gerekir. Biz 1937-38'de katledilenlerin çocukları olarak sayın Erdoğan'ın samimiyetine inanmak istiyoruz. Dersim halkı, 72 yıldır devletten bir özür


En son Ekim tarafından Pts Oca 04, 2010 12:07 am tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Ksm 13, 2009 11:44 pm    Mesaj konusu: Oku Öymen Oku: Dersimiz Dersim Alıntıyla Cevap Gönder

Oku Öymen Oku: Dersimiz Dersim

13 Kasım 2009, 16:58 Anadolu Haber

CHP'li Onur Öymen Kürt sorununu Dersim katliamı yöntemleriyle ile çözmeyi teklif etti. Peki ne olmuştu Dersim'de? İşte Ayşe Hür ve Necip Fazıl'ın kaleminden Dersim Katliamı:

Tarih araştırmalarıyla tanına Ayşe Hür ve yazar Leyla İpekçi, gündeme gelen Dersim olaylarını yazdı. Taraf'taki yazısında Ayşe Hür, Dersim'de yaşananları tarihi vesikalar ve mahkeme kayıtları eşliğinde anlatırken, Leyla İpekçi de Necip Fazıl Kısakürek'in Dersim katliamını anlattığı "Doğu Faciası" başlıklı yazısına yer verdi. Yazının özet halini okuyucularımızla paylaşıyoruz:

İpekçi kendisine yollanan Necip Fazıl Kısakürek’in Doğu Faciası adlı yazısının çok kısa bir bölümünü köşesinde paylaştı ve Öymen’e “Dersim’de evlatları için ağlayan kaç ana hayatta kalabilmişti acaba” diye sormak bile yeterli olacaktır sanırım" diye de not düştü. İşte Kısakürek'in yazısından kısa bir bölüm:


“Elazığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat’a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlarındaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil’in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlamaya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor: Sizi de onun yanına götüreceğiz!

Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.

Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor: Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!

Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvela göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınları gerisinde amir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak’a, bana, 1944 yılında, Eğridir’de askerliğimi yaparken, resmi şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)

Yusuf Cemil’in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elazığ’da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber kurşunlanıyor...

Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elazığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya’ya gönderilmiş, orada evlenmiş, üç çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyla, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gelmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı akıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.

Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaş arasında yirmi kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor.

Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız masumlara silah kullanamayacaklarını söylüyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor... Nihayet bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor. Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.

Celal Bayar’ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur!”

1937-1938'de Dersim'de neler oldu?

Ayşe Hür

DERSİM'E RESMÎ BAKIŞ

...19-23 Ekim 2008 tarihleri arasında Taraf'ta yayınlanan 'Osmanlı'dan Günümüze Kürtler ve Devlet' başlıklı yazı dizisinin 'Devletin isyanları önleme reçetesi' adlı dördüncü bölümünü şöyle bitirmiştim: 'Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Şubat 1926'da hükümete sunduğu raporda, 'Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbanbaşıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti için mutlaka lazımdır' demişti. 1931'de Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali (Öngören) yöntemi açıkladı: 'A. Bütün Dersimin hariçle münasebetini kat ederek (keserek) bu yüzden taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya icbar etmek (zorlamak) ve şu suretle Dersimi fenalardan tahliye. B. Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çenberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersimden çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek.'

OKŞAMAKLA OLMAZ

'Erkânı Harbiye Reisi'ne verilen raporda ise açık konuşulmuştu: 'Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.'... Bu konuya önümüzdeki haftalarda, 3 Ağustos 2008 tarihli 'Kürtleri imha etmek fikri kime aitti?' başlıklı yazımı tekzip eden Sayın Nilüfer Bayar Gürsoy'un mektubuna cevap verirken değineceğim.'

Irkçı zihniyetin en kanlı tezahürlerinden olan 1937-1938 Dersim harekâtlarının tarihçesini, önümüzdeki hafta ise söz konusu mektubu yayımlayacağım. Böylece her iki tarafın da ne dediği daha iyi anlaşılacak.

* * *

Bugün Tunceli, Bingöl, Erzincan, Elazığ'ı da içine alan bölgeye MÖ. 6 yüzyılda Pers Kralı Darius'un egemenliğinden dolayı Dranis deniyordu. Bundan 200 yıl sonra Yunan ülkesinden kalkıp Pers ülkesine giden efsanevi 'On Binlerin Yürüyüşü'nü anlatan Xenophon'un Anabasis eserinde bölgenin adı Derxene olarak geçer. Ermenicenin ilk kez yazı dili olarak kullanılmaya başladığı 5. yüzyıla ait Ermeni kaynaklarında bölgeden Derjan diye söz edilir. Bitlis hükümdarı (Kürt düşmanı) Şeref Han Bitlisi'nin 1597'de kaleme aldığı Şerefname'de ise 'Derzini, içinde büyük bir kilise bulunan bir kaledir. Kale ahlaksız kâfirlerin elinde bulunduğu sırada, ona Derzir adını verirlerdi. Kaleyi Habil ve Kâbil istila ettikten sonra, adı kullanıla kullanıla Derzini şeklini aldı' satırlarını okuruz. Bütün bunların 'Dersim' adının erken biçimleri olduğu sanılır.

Genel olarak, Dersim adının Farsçada 'kapı' anlamına gelen 'der' ile 'gümüş' anlamına gelen 'sim' kelimelerinden geldiği kabul edilir. Eski Ermeni kaynaklarında bölgede bolca gümüş olduğundan söz edilir ama bugün buna dair tek kanıt, komşu Gümüşhane ilidir. 7. yüzyılda yaşamış büyük Ermeni tarihçisi Horenli Musa ise bölgenin ismini, 'Sim' asıllı bir Ermeni soylusuna bağlar.

ESAS DERSİM

Tarihsel ve kültürel açıdan büyük öneme sahip olan Esas/Merkezi/Gerçek Dersim olarak adlandırılan bölge, bazı kaynaklara göre Tujik (Abbasan) ve Kutu Deresi mıntıkaları, bazı kaynaklara göre Munzur Çayı ile Pülümür Suyu (Harçik) arasındaki dağlık bölge, bazı kaynaklara göre ise Halvori, Mazgirt ve Kiğı'nın gerisindeki dağlık bölgedir. Çemişgezek ve Pertek'in de kısmen içinde bulunduğu Ovacık ve Hozat bölgesine 'Batı Dersim'; Pülümür, Nazimiye ve Mazgirt'i içine alan bölgeye ise 'Doğu Dersim' denir.

1847 yılında Dersim Sancağı Erzurum vilayetine, 1859'da Harput vilayetine bağlanmıştır. Dersim adının haritalarda boy göstermesi bundan sonra olmuştur. Bu tarihten sonra bazen sancak bazen vilayet olan Dersim 1923 sonrasında vilayet yapılmış ama 1926'da lağvedilerek kazaları Erzincan ve Elazığ vilayetleri arasında bölüştürülmüştür.

PROTO ERMENİLER

Kendilerini Şafi Kürtlerden ayırmaya özen gösteren Kızılbaş (Alevi) Dersimlilerin etnik kimliği tartışılan bir konudur. 'Erken Dersimliler' denilen Kırmanclar birçok kaynakta 'proto-Ermeni' olarak tanımlanmaktadır. İddialara göre, Ermeniler tarih içinde büyük ölçüde Aleviliğe geçmiş, ama Surp Sarkis, Gağant, Zadik, Vartavar gibi eski inanç ve geleneklerini kendi içlerinde yaşatmaya devam etmişlerdir. 'Geç Dersimliler' ise Zazaca (Dımıli) konuşan Şeyh Hasananlılar (Abbasan, Ferhadan, Karabalan, Kureyşan) ve Seydanlılar (Kalan, Kevan, Koçan) aşiretleridir. Ancak Zazacayı Kürtçenin bir lehçesi sayanlar hepsinin kimliğini Kürt olarak tanımlarken, Zazacayı Kürtçeden ayrı bir dil olarak değerlendirenler Zaza ve Kürt şeklinde iki farklı etnik kimlikten söz edilmesi gerektiğini savunurlar.

KIZILBAŞ DERSİMLİLER

Osmanlı belgelerinde bölgedeki aşiretlerden genel olarak 'Dirsimli' veya 'Dujik/Duşik' aşiretleri olarak söz edilir ve hepsi 'Ekrâd (Kürtler) taifesinden' olarak sınıflandırır. Yalnızca Zazaca konuşan Balabanlar'ın Yörükan taifesinden Türkler olduğu söylenir.

Kızılbaş Kürtlerin yurdu Dersim'i hükümetin gözünde 'çıban başı' yapan, Dersimlilerin Osmanlı'dan beri alışık oldukları gibi özerk yaşamak istemeleri, devlete vergi ve asker vermeye yanaşmamalarıydı. Ama Cumhuriyet kadroları işi kökten halletmeye kararlıydılar. 1925 Şeyh Said, 1926-1930 Ağrı isyanlarının bastırılmasından sonra sıra Dersim'e gelmişti. 14 Haziran 1934'te Türkiye'yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskan Kanunu çıkarıldı. 25 Aralık 1935'de bir nevi sıkıyönetim kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun çıkarıldı ve Dersim'in adı Tunceli ('Tunç Eli') olarak değiştirildi. Ardından Birinci Umumi Müfettişlik bölgesi kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl'ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu. Bu genel valiliğin başına General Abdullah Alpdoğan atandı. Alpdoğan Paşa, 1921'deki Koçgiri ayaklanmasını gaddarca bastıran Sakallı Nurettin Paşa'nın damadıydı ve aynen kayınpederi gibi çok sert bir askerdi.

1937 ISLAHAT PROGRAMI

Bölgeye dair izlenim ve önerilerini 1935'te hazırladığı 'Şark Raporu'nda belirtmiş olan Başbakan İsmet İnönü 18 Haziran 1937'de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için 'Islahat Programı'nı açıkladı. Programa göre, Dersim'e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecekti. Dersim'i haydut yatağı durumuna getirenler, Batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu'nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti. Böylece, resmi tarih tezine göre 'Horasan'dan gelme öz Sünni Türk olan ama sonradan Kızılbaş Kürtlere dönüşen Dersimliler', asıl çevrelerine, benliklerine kavuşacaktı. İnönü'nün açıkladığı önlemler arasında 'Türklerin yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim'den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi' de vardı.

Aslında daha program hazırlanırken, jandarmaca aranan 3.700 kişiden 2 bini güvenlik güçlerine teslim olmuş, 'asayişsizlik' olaylarında önemli bir azalma kaydedilmişti. Direnen tek kesim, Kutu deresine saklanan Seyit Rıza ve yandaşlarıydı.

KEÇİLERİN MEŞE YAPRAĞI

Direnişçilerin endişelerini ve devletin onlara bakışını resmi görüşe yakın Ahmet Emin Yalman'ın Tan gazetesindeki haber gayet iyi anlatıyordu. Gazetenin diliyle 'Hayatı başlı başına bir çapulculuk tarihi teşkil eden' Abbasuşağı aşiretinin lideri Seyit Rıza adlı şerir (haydut) saltanat devrinden beri kati bir darbe yemediği için gitgide, servetini melanetleri kadar çoğaltabilmişti, ama hükümetin Tunçeli mıntıkasını imar ve ıslah işine başladığını görür görmez fena hiddetlenmiş, elindeki nüfuzun ve derebeylik kuvvetinin gitmemesi için' çare düşünmüştü. Gazeteye göre Seyit Rıza halkı şu iddialarla kışkırtıyordu: 1) Aşiret kadınlarının namusu tehlikededir. Bunlar gündüzleri kocalarının, geceleri karakolla efradının malı olacaktır. 2) Hükümetin yaptırdığı karakollar, yakında bu mıntıkadan sürülecek olan aşiretlere posta mevkii olmak içindir. 3) Köylerdeki bütün halk, bir yere toplanacak, bir sıraya yapılacak evlerin içerisine tıkılacak, bu evlerin yalnız iki kapısı olacak, bu kapıların önünde birer polis bekleyecektir. 4) Ekmek ve odun vesika ile verilecektir. 5) Keçilere verilen meşe yaprağı bile vesikaya bağlanacaktır. 6) Halkın bütün kazandığı elinden alınacaktır.

HALVORİ TOPLANTISI

Gazete, bu propagandalara kanan Abbasuşağı, Yusufhan, Demenan, Haydaran, Kureyşan ve Bahtiyar aşiretlerinin, ilk olarak Seyit Rıza tarafından 'birer tek şeker veya birer lokma ekmek, keçekülah göndermek suretiyle' yapılan davetlere uyarak Haydaran aşireti içinde Kürpik'te toplandıklarını belirtiyor, 'muhteris ve mel'un bir zihniyet' taşıdığını iddia ettiği Demenan aşiretinin lideri Cebrail'in 'Mektep, nahiye, bizim nemize?... Bunları ortadan kaldırmalıyız!... Hepsini hemen yakmalıyız!' diyerek isyanın işaretini verdiğini söylüyordu. Haber şöyle devam ediyordu: [T]oplantıların hemen hemen en mühimi olan Halvori toplantısı[na da] ...davet bermutat teklif ve kabul masasına birer tek şeker, bir lokma ekmek ve keçekülah göndermek suretile olmuştur. Seyit Rıza, bu toplantıda bulunmak üzere Munzur suyu kıyılarına bizzat inmiştir. Karşı sahilde bulunan Cebrail ile uzaktan uzağa bağırmak suretile konuşulmuştur. Hava biraz bozuk olduğu için hayli zahmet de çekilmiştir. Cebrail Seyit Rıza'dan daha kuvvetli tedbirler almasını istemiş, Seyit Rıza bu işte sonuna kadar elbirliğile yürünüleceğini, devlete karşı ne mümkünse yapılacağını, hükümet kuvvetlerine karşı bir cephe teşkil edilmek üzere aşiretlerin tamamile el ele vererek çarpışacağını ve bunun içinde aşiretler arasındaki şahsi kan ve kin davalarının şimdilik tamamile unutulmuş addedileceğini söylemiştir. Mahut şerirlerden Hisso Seydo da bu toplantıda bulunmuş, aht ve peyman manasına olarak Munzur suyundan bir avuç içilmiştir...' (12 Kasım 1937, Tan)

BOMBARDIMAN UÇAKLARI

İki aşiret reisinin Munzur'un iki yakasından birbirine bağırmasını 'en mühim toplantı' diye sunan Tan gazetesinin niyeti tam olarak anlaşılmayan merkeze yönelik çevresel bir tepkiden ibaret olan olayı 'büyük bir isyan' olarak gösterme gayretleri gerçekten gülünçtür, ancak Kızılbaş Dersimliler ile Türk ulus-devleti arasındaki savaşın sonu çok hazindir. 20 Eylül'de İsmet İnönü Atatürk tarafından görevinden alınmış ve başbakanlığa Celal Bayar getirilmiş, bütçeye 1 milyon liraya yakın tahsisat konulmuş, ardından Diyarbakır'dan kalkan üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmıştır. Bu uçaklardan birini Mustafa Kemal'in manevi kızı ve Türkiye'nin 'ilk kadın pilotu' Sabiha Gökçen kullanmıştır. (Sabiha Gökçen meselesine bir başka yazıda döneceğim.) Seyit Rıza'nın aşiretine sığınan Koçgirili Alişer ve karısı Zarife öldürüldükten sonra Seyit Rıza ve iki adamı, bazı kaynaklara göre 5 Ekim'de, bazılarına göre 10 Ekim'de, kendilerine güvence veren Erzincan Valisi'ne teslim olmaya giderken tutuklanmışlardır. Dersim'in siyasi önderlerinden Baytar Nuri Dersimi ise yurt dışına kaçmayı başarmıştır.

YARGILANMALAR

Seyit Rıza ve yandaşlarının duruşması 18 Ekim 1938'de Elazığ'da başlar. Bundan sonrasını resmi görüşe yakın Ahmet Emin Yalman'ın Tan gazetesinden izleyelim: 'Seyit Rıza 18 Ekim günkü duruşmada Demirhan, Haydaran ve Yusufhan aşiretlerinin elebaşlarının 20 Martta Kahmut köprüsünü yaktıklarına dair ifade veren şahide 'Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum ben!?' diye haykırdı ve el kaldırdı. Sonra şahit Muhindili Hüseyin dinlendi... Kamer şöyle haykırmış. 'Başına şapka koydun da adam mı oldun?' Şahit aşiret reislerinin yanında bir Ermeni casusuna rastladığını da söyledi. Yine bu şahidin ifadesine göre aşiret reisleri bir devlet kurmak için su içmek suretile yemin etmişler. Hüseyin Demirhanlıları ikna etmiş fakat Seyit Rıza şöyle bağırmış: 'Su için yemininden dönmez!'

Şahidin bu ifadesi hakkında ne diyeceği Seyit Rızaya soruldu, kat'iyen inkâr etti. Yusufhan aşireti reisi de şahidi ithama çalıştı ve dedi ki: 'Bu adam casustur, şeyh oğludur. Bizi teslim olmamaya teşvik etti.' Bundan sonra şahit Hıdır çağrıldı ve isyanın başlangıcı hakkında malumat verdi, dedi ki: 'Reisler, kabile halkına, devlet kurmak için Ermeni'den dört milyon altın geldi, demişler. Reislerden Hiso da Seyit Rıza'nın evinde plan çizmiş:' Şahidin ifadesi hakkında diyecekler sorulduğu zaman inkar etti. ... Mahkeme ayın 22 sine bırakıldı. (19 Ekim 1937, Tan)

Seyit Rıza İtiraf Ediyor

Tunçeli isyanı maznunlarının muhakemelerine bugün de devam edildi. ... Bugünkü celsede bir kısım suçluların mazbut ifadeleri okundu. Dinlenen şahitler, karakolu basanların Seyit Rızanın aşiretinden ve damatlarından olduğunu, Şeyvan (Seyhanlı) aşireti reisi Hasso Seydonun da askeri mühimmatı yağman edenler arasında bulunduğu söylediler. Bu celsede en dikkate değer taraf Seyit Rıza'nın torununun şahadeti oldu. Bu torun, dedesinin 60 silahlı şahısla beraber olduğunu anlattı. Verdiği tafsilat karşısında Seyit Rıza bir hayli şaşkınlıklar geçirdi ve tevil yollu cevaplar vermek mecburiyetinde kaldı. Seyit Rıza'nın adamlarından Zeynel'in ifadesi de suçluları şaşırttı ve aşiret reislerini itirafa mecbur bıraktı.... (23 Ekim 1937, Tan)

Seyit Rıza ve Avenesinin Muhakemesi

Tunceli isyanı maznunlarının bugün de muhakemelerine geç vakte kadar devam edildi. Bugünkü mahkemede isyan hadisesine ait Nazimiye Hozat Malazgirt kaymakamlarının o sırada verdikleri raporlar ve suçluların silahlı olarak devlet kuvvetlerine karşı geldiklerine dair delilli telgrafları okundu. Suçlular inkâra devam etmişlerdir. Muhakeme ayın üçüne kaldı. (2 Kasım 1939, Tan)

Tunceli isyanı suçlularının muhakemelerine bugün de devam edildi.
Mahut Seyit Rıza ve suç ortakları yine mahkemenin karşısına çıktılar. Bugünkü celsede iddia makamı iddiasını okuyarak, suçlulardan bir kısmının Türk Ceza Kanunu'nun 149. maddesinin ikinci fıkrasına göre cezalandırılmasını, bir kısmının da yine ayni maddenin üçüncü fıkrasına göre cezalandırılmalarını istedi. Neticede muhakeme müdafaa için Cumartesiye kaldı. İkinci fıkraya göre cezaları istenilenler arasında Sergerde Şeyh Rıza ve oğlu ve aveneleri bulunmaktadır. Bunlar hakkında istenilen ceza idamdır. (5 Kasım 1937, Tan)

Dersim Şakilerinin Sorgusu

Dersim şakilerinin elebaşısı mahut Seyit Rıza, çok bitkin bir vaziyettedir. Muhakemenin son celselerinde suçlular, tamami(y)le şaşalamış bir vaziyetteydiler. Birbirlerini itham ediyorlardı. Seyit Rıza'nın mahkemede okunan mektuplarında, çok küstahça ve ahmakça satırlar vardır. Seyit Rıza, takip müfrezeleri çekilmediği takdirde çok kan döküleceğini, kendisinin 70 aşireti(y)le başka yere gideceğini, hükümete katiyen teslim olmayacağını yazmaktadır.... Müddeiumumînin (savcının) geçen celsede okuduğu iddianamede yalnız dokuz kişinin beraatı istenilmektedir. Kararın şu günlerde tefhim edilmesi (açıklanması) muhtemeldir. (8 Kasım 1939, Tan)

Atatürk Doğu Seyahatine Çıkıyor

Cumhurreisimiz Atatürk'ün, bugünlerde Şarki ve Cenubi Anadolu'da geniş bir tetkik seyahatine çıkmaları muhtemeldir. Büyük Şefimizin bu seyahat esnasında Mersin veya Antalya'dan vapurla İstanbul'a geçmeleri de ihtimal dahilinde görülüyor. Başvekilimiz Celal Bayar ile Dahiliye Vekili ve Parti Genel Sekreteri Şükrü Kaya ve Nafıa Vekili Ali Çetinkaya'nın da bu seyahat esnasında Atatürk'ün beraberlerinde bulunacakları öğrenilmektedir. Nafıa vekilimiz bu seyahat esnasında Diyarbekir-Cizre hattının temel atma töreninde bulunacaktır. (9 Kasım 1937, Tan)

Büyük Şefin Seyahati

Atatürk Dün Akşam Şark Vilayetlerine Bir Tetkik Seyahatine Çıktılar Beraberlerinde Başvekil Celal Bayar ile Dahiliye ve Nafıa Vekillerimiz de Bulunuyor (13 Kasım 1937, Tan)

Dersim Şakilerinin Akıbeti

Seyit Rıza, Oğlu ve Avenesi Dün Sabah Elazizde İdam Edildiler. Tunceli hadisesine ait muhakeme hitam bulmuştur (bitmiştir). Tunçeli'de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11 i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. Diğer yedi idam mahkûmları şunlardır: Seyit Rıza ile oğlu Hüseyin ve Seyhanlı aşireti reisi Hasso Seydi ve Yusufhanlı aşiret reisi Kamer oğlu Fındık ve Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureyşanlı Ulikeye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Alidir. İdam hükümleri bu sabah infaz edilmiştir. 14 Suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır. (16 Kasım 1937, Tan)

Cumhurreisi Dün Elaziz'de Karşılandı

Cumhurreisimiz Atatürk, bugün saat 13'te Elaziz'i ilk defa olarak şereflendirdiler. Elazizliler, Büyük şefe karşı emsalsiz karşılama tezahüratı yapıyorlardı. Önderimizin şehre ayak basmaları top ateşile selamlandı ve Atamız, kendilerini karşılayan mekteplilere, askerlere iltifatlarda bulundular. (...)

Atatürk maiyetlerinde Başvekil Bayar, Dahiliye ve Nafıa Vekilleri, orgeneral Kazım Orbay, Umumi Müfettiş Korgeneral Alpdoğan ve diğer zevat olduğu halde Tunceli'ne gitmişlerdir. Yolda Muratsuyu üzerindeki eski köprüden geçilerek eski Pertek kalesinin bulunduğu saha önünden Hozat deresi üzerinde inşa edilmiş olan beton köprüye gidildi ve Türk tekniğinin yüksek bir eseri olan bu köprünün kurdelesi bizzat Atatürk tarafından kesilmek suretiyle küşat resmi (açılış töreni) yapıldı. Bu köprünün eski adı Soyungeç ve Sungeç olduğu hakkındaki maruzat üzerine Atatürk dilimize telaffuz itibarile en kolay şekli olan Singeç adı verilmesini tensip ettiler. Dönüşte Muratsuyu üzerinde kurulmakta olan yüz metre uzunlundaki Pertek köprüsünün başına gidildi.

Atatürk köprünün fenni, mali, ve iktisadi bakımlarından kıymet ve ehemmiyeti hakkında mütehassıslar tarafından verilen malumatı dinledikten sonra Pertek kaza merkezini teşrif buyurdular. Kasaba methalinden Halkevine kadar giden yol üzerinde Atatürk'ün kudumüne intizar eden büyük bir kalabalık yüce Önderi candan gelen tezahürlerle alkışlamışlardır.

Kasaba methalinden itibaren yürüyerek gelen Atatürk, minimini mektep çocuklarının önünde durarak bunlarla ayrı ayrı konuşmuş ve içlerinden bazılarının yüzünde sivrisinek ısırmasından hâsıl olan çıban hakkında kaza doktorundan izahat alarak bunun sebebi ve tedavisi üzerinde esaslı tetkikat yapılmasını emir buyurmuşlardır.

Atatürk Pertek Halkevini ve salonunu gezmişler, kütüphane ve sahnesile diğer tesisatını çok beğenmişlerdir. Pertek'ten coşkun uğurlama tezahürleri arasında ayrılan Atatürk saat 17 de Elaziz'e avdet buyurmuşlardır... (18 Kasım 193, Tan)

SEYİT RIZA'NIN İDAMI

O döneme Malatya Emniyet Müdürlüğü'nde görevli olan ve Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensür'in emriyle, Diyarbakır'da yeni yapılan Singeç köprüsünü açmaya gidecek olan Atatürk'ten Seyit Rıza'nın hayatının bağışlanmasını isteyecek '6 bin beyaz donluya meydan vermemek' için, duruma el koyan İhsan Sabri Çağlayangil'e göre usule itiraz eden savcı izinli sayılarak göreve yardımcı getirilmiş, okuma yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek için Seyit Rıza'nın yaşı 57'ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17'den 21'e çıkartılmıştı, bölge komutanı Alpdoğan Paşa, kararın yazılacağı boş kağıdı önceden imzalamıştı. Çağlayangil şöyle bitirmişti: 'Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı: 'Evladı kerbelayı. Bihatayı. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir' dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingeneyi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı...' (İhsan Sabri Çağlayangil, Anılar, Güneş Yayınları, 1990, s. 45-55.)

Bir iddiaya göre ise, Seyit Rıza'nın bedeni yakılmamış, gizli bir yere gömülmüştür. Seyit Rıza'nın varisleri devletten bugüne dek bu konuda bir bilgi alamamışlardır.

İKİNCİ DERSİM HAREKÂTI

Ancak idamlardan sadece 1,5 ay sonra Dersim'de ilkinden de kapsamlı bir harekata başlandı. Genelkurmay kitabına göre, Ovacık ilçesi adliyesi ve asker alma şubesinin istediği 1.149 kişi hakkında kanunu takibat yapan müfrezeye Kaçkerek köyünde 2 Ocak 1938 günü pusu kurulması ve toplam 9 jandarma erinin öldürülmesi üzerine, Haydaran ve Kör Abbas aşiretlerinden 100 kişi, Demananlı 50 haydut, Keçel haydutlarından 100 kişi, Abbas Aşuran ve Beyit uşaklarından 50 kadar silahlı kişiyle bunların 5-6 bin tahmin edilen aile efradını temizlenecekti. (Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harb Tarihi Başkanlığı, 1972, s. 432 ve devamı)

Amacın bu olmadığı belliydi. Çünkü operasyonlar yalnız isyan bölgesi denilen yerlerle sınırlı kalmamış, devlete vergi veren, askere giden Pertek, Mazgirt, Nazimiye, Pülümür ilçe ve köylerini, hatta Dersim'i aşarak Erzincan'ı da içine almıştı. 31 Ağustos'a kadar süren ikinci 'tedip' ve 'tenkil' harekâtında, Genelkurmay kaynağı tarafından 'haydut', 'eşkıya', 'şaki', 'dağlı' diye nitelenen ve bu gruplar yine kitabın diliyle 'imha edilmiş', 'temizlenmiş', 'köyleri yakılmış'tı. 6-16 Eylül 1938 arasındaki harekâtın bilançosu ise şöyleydi: 'Tarama bölgesinden ölü ve diri 7.954 kişi çıkarılmıştır. 1.019 silah toplanmıştır.' (Reşat Hallı, s. 478) Gayri resmi kaynaklara göre ise ölü sayısı bunun kat kat üstündedir.

VE SÜRGÜNLER

'Tarama'nın ardından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından bizzat seçilen 3.470 kişiden oluşan 347 aile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa ve İzmir gibi Batı illerine serpiştirilerek yerleştirilirler. Mustafa Kemal, hastalığı dolayısıyla Celal Bayar tarafından okunan 1 Kasım 1938'deki Meclis'i açış konuşmasında Tunceli'de 'haydutluk ve eşkıyalık olaylarının bitirilerek ulusal egemenliğin sağlanmasından duyduğu kıvancı' dile getirmiş, İsmet İnönü 'Dersim müşkilesinden kurtulduk' demiştir. Halbuki, dağlara sığınanların mücadelesi 1946 affına dek sürecek, bölgenin yasak bölge olmasına ise ancak 1948'de son verilecektir.

ÇAĞLAYANGİL'İN KORKUNÇ İDDİASI: 'ORDU GAZ KULLANDI'

Dersim müşkilesine son verirken kullanılan araçların neler olduğunu geçtiğimiz aylarda bana posta ile ulaştırılan bir ses kaydından öğrendim. Kayıtta Süleyman Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'le emekli olduktan sonra, 1986'da yapılan bir röportajdan bir bölüm vardı. Çağlayangil'i yakından tanıyan birkaç kişiye kaydı dinlettikten sonra, sesin kendisine ait olduğundan emin oldum. Röportaj Çağlayangil'in evinde yapılmışa benziyordu, çünkü arada Çağlayangil'in eşinin sesi de duyuluyordu. Özellikle son cümleleri tüyler ürpertici olan bantın dökümünü kelimesi kelimesine aktarıyorum:

'KANLI BİR HAREKET'

'.....Tercümana Kürtçe anlattı. Tercüman bize tercüme etti. [Kürt adam şöyle dedi] 'Beyanatınız bizi duygulandırdı. Vereceğiniz isimler üzerinde inceleme yaptık. Üç tanesi hariç bunları size teslim etmeye karar verdik.' Abdullah Paşa bu üç tanenin kim olduğunu sordu. İçlerinden biri bu kadın. Bir tane de başka adam var. Abdullah Paşa bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, bu üç kişinin de teslimi gerektiğini kabul ettiklerini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebi sordu. Kürt büyük bir samimiyetle dedi ki: 'Bir adamın bir kocası olur dedi. Siz bir hareket yapıyorsunuz. Bu hareket gelir geçer. Buraları yine Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulüm ederler. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim'e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse zaten biz ağaya kul olmalıyız. Ama siz yoksunuz, bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için ve bunlar da şeyh olduğu için, din büyükleri olduğu için, size değil onlara itaate, sizin değil onların söylediğini yapmaya mecburuz.' Abdullah Paşa, şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim'i de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı yer yapmakta kararlı olduğunu, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük. Yani meclise. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim'e girdi. Dersim böyle bitti. Bugün Dersim'e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da gider siz de gidersiniz. Yalnız son zamanlarda bilhassa sınırlarda dış tesirlerden Kürtlerin bağımsızlık hareketi başladı. Kürtlerin bir bölümü Türkiye'de, bir bölümü İran'da....' (Kayıt burada bitiyor.)

Eğer Çağlayangil'in dedikleri doğruysa 'Dersim'de soykırım yapıldı' diyenlere nasıl itiraz edeceğiz?

Kaynakça:
Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938)
Genelkurmay Harb Tarihi Başkanlığı, 1972
M. Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nûjen Yayınları, 1995
Nurşen Mazıcı, Celal Bayar'ın Başbakanlık Dönemi (1937-1939), Der Yayınları, İstanbul, 1996 Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı'nın Raporu, Kaynak Yayınları, 1998
İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Belge Yayınları, 1990
Mehmet Bayrak, Alevilik ve Kürtlük, Öz-Ge Yayınları, Ankara, 1997.

Kaynak: Taraf Gazetesi

Dersim isyanı büyüyor!
[img]http://www.anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/131120091653448025410_2.jpg [/img]
13 Kasım 2009, 17:05 Anadolu Haber

CHP'li Öymenin Dersim isyanının bastırılması şeklini övmesine tepkiler dinmiyor.

Tunceli Dernekleri Federasyonu üyesi bir grup, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'i ''Kürt Açılımı'' konusunda TBMM'de yapılan ön görüşmelerdeki ''Dersim isyanı'' sözleri dolayısıyla İstanbul'da protesto etti.

CHP İstanbul İl Başkanlığı önünde toplanan grup, sloganlar, zılgıtlar ve alkışlar eşliğinde CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'e tepki gösterdi. Grup, parti binası önüne de siyah çelenk bıraktı.

FAŞİST CHP SLOGANI

Polisin geniş güvenlik önlemleri altında Şişhane'dekii CHP İstanbul İl Başkanlığına yürüyen grup, 'Dersim faşizme mezar olacak', 'Munzur isyanda', 'Onurlu ol istifa et' şeklinde sloganlar attı. CHP İstanbul İl Başkanlığı önüne gelen grubu İl Başkanı Gürsel Tekin karanfillerle karşılamak istedi. Tekin’in yuhalayan grup karanfilleri kabul etmedi.

CHP’YE SİYAH ÇELENK

Tunceliler basın açaklamasının ardından hep birlikte 'Dersim' türküsünü söyledi. Grup adına siyah çelengi CHP’ye Türk Halk Müziği sanatçısı Seher Dilovan bıraktı.

TEKİN GEREKİRSE BEN DE ÖZÜR DİLERİM

Ardından bir grup CHP İstanbul İl Başkanı Tekin’in daveti üzerine parti binasına girdi. Tekin,"Genel başkan yardımcımız özür diledi, gerekirse İstanbul İl Başkanı olarak ben de özür dilerim" dedi. Pazartesi günü Alevi Derneklerini ziyaret edeceğini söyledi.

Ankara'da da isyan devam etti

CHP Genel Merkezi önünde toplanan grup, burada zılgıt çekerek ''Dersim Onurdur, Onuruna Sahip Çık'', ''Yaşasın Barış, Yaşasın Kardeşlik'', ''Dersim'e Uzanan Eller Kırılsın'' şeklinde sloganlar attı.

Ankara Tuncelililer Derneği Başkanı Bülent Akdağ, yaptığı açıklamada Öymen'in ''Türkiye'de ayrımcılığı körüklediğini'' iddia etti. Kendilerinin barıştan yana olduğunu ifade eden Akdağ, ''CHP de böylece barış ve kardeşlikten yana olmadığını ortaya koymuştur. Onur Öymen'in Dersimlilerden alması gereken ders insan sevgisidir'' dedi.

Seçimlerde CHP'ye kendi illerinden oy verilmemesi çağrısında bulunan Akdağ, CHP'deki Tuncelilileri de istifa etmeye davet etti. Akdağ, ayrıca Munzur Vadisi'nde yapılması planlanan baraj projesinin de yanlış olduğunu, burada doğaya karşı suç işlenmesinin önüne geçilmesi gerektiğini söyledi.

''Dersim Onurumuzdur, Onurumuza Sahip Çıkalım'' yazılı dövizler taşıyan grup, daha sonra, zılgıt ve alkışlar eşliğinde siyah çelengi CHP önüne bıraktı. Grup, burada çeşitli Kürtçe sloganlar da attı.

ÖYMEN HAKKINDA SUÇ DUYURUSU

İnsan Hakları Derneği (İHD) Tunceli Temsilcisi Barış Yıldırım, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen hakkında suç duyurusunda bulundu.

Barış Yıldırım yaptığı açıklamada, Öymen'in 10 Kasım 2009 tarihinde TBMM'de yaptığı konuşmada, o dönem yaşayan “Dersimliler'i” terörist olarak değerlendirdiğini öne sürerek,
“Öymen, bakanlık yapan İhsan Sabri Çağlayangil ve yine o dönem generallik yapan çeşitli kişilerin anılarında belirttiği, suç teşkil eden kimi eylemler ve insan hak ve özgürlüklerine aykırı uygulamaları överek, TCK'nın 215. maddesinde düzenlenen 'Suç ve Suçluyu Övme' fiilini ihlal etmiştir” iddiasında bulundu.

Yıldırım, Öymen'in beyanatlarının TCK'ya ve çeşitli hukuksal düzenlemelere aykırı olduğunu ifade ederek, Öymen hakkında gerekli soruşturmanın açılması ve iddianame düzenlenmesi talebiyle Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurduğunu kaydetti.

NE OLMUŞTU?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, 10 demokratik açılımın ön görüşmelerinde süreci eleştirerek, daha önce de isyanların yaşandığını anlattı. Öymen, Dersim isyanına da dikkat çeken Öymen, o dönemin hükümetinin 'analar ağlamasın' demediğini ve isyanı bastırdığını hatırlattı. Öymen'in isyanı bastırılmasından sonraki süreci övmesi Tuncelileri ayağa kaldırdı.

Öymen, 10 Kasım'da Meclis Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: "Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı'nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp 'bu savaşı bitirelim' demedi. Kurtuluş Savaşı'nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs'ta analar ağlamadı mı? Kimse 'analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım' dedi mi? İlk siz diyorsunuz. Çünkü sizin terörle mücadele cesaretiniz yok."

Tuncelililer 'Seyit Rıza' için sokaklarda
15 Kasım 2009 Tunceli'de Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edilişinden bu yana 72 yıl geçmesine rağmen halen mezarlarının bulunmaması Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu ve Tunceli Denekleri Federasyonunu ayağa kaldırdı.

72 yıl önce 14-15 Kasım 1937'de Elazığ Buğday meydanında Dersim isyanının önderlerinden Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarlarının yerinin bulunması ve emanetlerin ailelerine teslim edilmesini isteyen Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu(FDG), Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF) basın açıklaması yaptı.

Tunceli Sanat Sokağı'nda bir araya gelerek Dersim isyanında idam edilen kişilerin fotoğraflarıyla pankart açan grup, Dersim isyanın aydınlatılarak mezarların yerinin bulunmasını istedi.

Dersim isyanın liderlerinden Seyit Rıza'nın torunu Rüstem Polat, Kürtçenin Zazaca lehçesi olarak yaptığı konuşmasında 1938 yılında yaşanan katliamın devlet tarafından aydınlatılması ve idam edilenlerin mezarlarının kendilerine gösterilmesini istedi.

Bundan 72 yıl önce Dersim'in büyükleri ve seyitlerinin idam kararın verildiğini açıklayan Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu(FDG) yöneticilerinden Yaşar Kaya, "İdam kararları General Alp Doğan tarafından boş kâğıda atılmış imza ile gerçekleştirildi." dedi

Seyit Rıza'nın torunu Rüstem Polat'ın mezarların bulunması için dava açtığını ancak Elazığ'daki mahkemenin bunu reddettiğini belirten Kaya, "Başbakan Erdoğan dün yaptığı açıklamada yüreğimize su serpti. Dedi ki, 'Dersimi övenler insanlıktan nasip almamıştır.' Ama Dersim'i yapanlar insanlığından nasip almış mıdır? Eğer samimiyse Erdoğan bir tek şey yapmalıdır. Mezarların yeri nerede açıklamalıdır. Biz seyitlerimizin mezarını Dersim'in kutsal topraklarına getirmek istiyoruz" şeklinde konuştu

Konuşmasında Onur Öymen'in Dersim ile ilgili yaptığı açıklamaları kınadıklarını da belirten Kaya, "Biz devletten Dersim halkından yapılan tarihi haksızlıklar konusunda bir özür beklerken, Onur Öymen bir açıklama yaptı ve Dersim'de yapılanları övdü. Bu savaş suçudur cinayeti övmektir. Bunu buradan kınıyoruz. Devletten özür bekliyoruz." dedi.
haber7

ALEVİLER TEKİN'E PATLADI
14 Kasım 2009

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in açılımı eleştirirken Dersim İsyanı'nı örnek göstermesine Alevi derneklerinin tepkisi sürüyor. CHP İstanbul Başkanı Gürsel Tekin, il binası önünde yuhalandı. Tekin'in kalabalığı teskin etmek için verdiği karanfiller de geri atıldı.
Tunceli Dernekleri Federasyonu ile Alevi Bektaşi Federasyonu üyeleri, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in 10 Kasım'da TBMM'de yaptığı konuşmayı protesto için CHP İstanbul İl Başkanlığı önüne siyah çelenk bıraktı. Kalabalığı, cadde girişinde karşılamak isteyen CHP İl Başkanı Gürsel Tekin ve beraberindekiler yuhalandı. Tekin'in verdiği karanfilleri geri atan kalabalık, CHP'lilerin üzerine yürüdü. Gerginlik, partililerin uzaklaşması ile sona erdi. Grup, 'CHP Munzur'da boğulacak', 'Irkçı CHP-Irkçı Öymen', 'Faşit CHP Dersim'den defol', 'Irkçı Öymen hesap verecek' şeklinde sloganlar attı.

SUÇ DUYURUSU

Ankara Tuncelililer Derneği üyesi bir grup da Ankara'da CHP Genel Merkezi'ne siyah çelenk bıraktı. İnsan Hakları Derneği Tunceli Temsilcisi Barış Yıldırım, Öymen hakkında suç duyurusunda bulundu. Öymen ve CHP, İstanbul ve Ankara dışında da birçok yerde protesto edidi.

Bu sözleri unutmayız

Öymen'i sert şekilde eleştiren Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, “CHP katliamların mı yanında? Bilmek istiyoruz” dedi. Balkız, bu sözleri hiç unutmayacaklarını söyledi.
haber10

DEDESİ DE KATLİAM MAĞDURU AMA...

14 Kasım 2009 09:49
Onur Öymen’in Dersim’le ilgili sözlerine tepki göstermeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun dedesi de asılan dönemin Alevi dini önderi Seyit Rıza ile aynı aileden ve mağdurlar arasında.
Kılıçdaroğlu, Öymen’in sözlerini “üzerinde durmadım, yorum yapmak istemiyorum” sözleriyle değerlendirdi. CHP’li Onur Öymen’in Dersim’e ilişkin sözlerine tepkiler sürerken, CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun dedesinin de bizzat yer aldığı Dersim ayaklanması çok sert yöntemlerle bastırılmıştı. İsyanda yer alan kişiler kimi kaynaklara göre 40-70 bin kişi öldürüldü. 1938 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla bin 246 haneden 5 bin kişi, 15 şehrin 50 kazasına bağlı 922 köye zorunlu göçe tabi tutuldu. Gayri resmi göç ettirilenlerle birlikte bu sayı 12 bine çıktı.
KILIÇDAROĞLU’NUN DEDESİ
Dersim Kanunlarının acımasızca uygulanması sonrası, Ehlibeyt soyundan olan ve CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun da mensubu olduğu Kureyşan aşireti lideri Seyit Rıza isyanın önderliğini yaptı. İsyana Kılıçdaroğlu’nun dedesi de bizzat katıldı. Mart-Nisan 1937’de olayların genişlemesi üzerine general Abdullah Alpdoğan komutasında başlatılan askeri harekât, 13 Eylül 1937’de sona erdi. Ayaklanmayı bastıran bu askeri harekat Dersim Harekatı olarak anılır. Harekâta Hava Kuvvetleri de 3 uçak filosu ile katıldı. Sabiha Gökçen bu harekâtta görev aldı. Kimi kaynaklara göre çocuk ve kadınlar dahil 70 bin insan öldürülürken, yöre halkının bir kısmı başka illere sürgün edildi.
STAR GAZETESİ

"Dersim isyanında ordu, zehirli gaz kullandı" diyen eski bakanlardan İhsan Sabri Çağlayangil, bu itirafı CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu'na yapmış


14 Kasım 2009 - CHP Genel Başkan Yardımcısı Milletvekili Onur Öymen'in 10 Kasım'da Meclis'te görüşülen Kürt açılımına karşı çıkarak Dersim olaylarını kastedip “Atatürk müzakere etmedi, gereğini yaptı” sözleri üzerine dönemin Malatya Emniyet Müdürlüğü'nde görevli olan eski bakanlardan İhsan Sabri Çağlayangil'in verdiği bir röportajda “Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi” şeklindeki sözleri yeniden gündeme geldi.

Röportajın ses kaydının bir bölümü çeşitli internet sitelerinde yayımlandı. Çağlayangil ile bu röportajı yapan ise tanıdık bir isim çıktı. İddiaya göre, röportajı kendisi de Tuncelili olan CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu yaptı. İddianın sahibi olan Tunceli eski Baro Başkanı avukatı Hüseyin Aygün Taraf gazetesine konuştu.

SUSUNCA KONUŞTUM

Bu bilgiyi bizzat bir yıl önce Tunceli'ye gelen Kılıçdaroğlu'ndan duyduğunu söyleyen Aygün, “Kılıçdaroğlu Tunceli merkezde bulunan akrabalarının evine gelmişti. Orada sohbet ediyorduk. Dersim tarihiyle ilgili konuşmaya başladık. Bu konuda yazdığım kitaplarımı biliyordu. Kılıçdaroğlu'nun Dersim'e duyarlı biri olduğunu biliyorum. Bana, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in aracılığıyla, eski bakanlardan Çağlayangil ile 1987 yılında Bursa'daki evinde bir röportaj yaptığını anlattı. Ben de merak ettim. Kendisine sordum. Yaptığı röportajı uzun uzun anlattı. Ses kaydı internet sitesine de düşen röportajın bir bölümünde geçenleri bana anlattı. Zaten ses kaydını dikkatle dinlerseniz soru soran kişinin Kılıçdaroğlu olduğu anlaşılır” dedi.

Öymen'in Dersim'e ilişkin sözlerine rağmen Kılıçdaroğlu'nun sessiz kalması ve hiçbir tepki vermemesinden dolayı bu bilgiyi kamuoyu ile paylaşmaya karar verdiğinin söyleyen Aygün, “Bu çok önemli gerçeği ortaya çıkaran Kılıçdaroğlu gibi yakından tanıdığımız bir siyasetçinin Öymen'e büyük bir tepki göstermesi gerekiyordu. Öymen'i eleştirmemesi bizi çok üzdü. Çünkü Kılıçdaroğlu Dersim'de devletin bize ne yaptığını iyi biliyor. Bu konudaki sessizliğe üzüldüğümüz için bunları anlatma gereği duydum”dedi. Aygün, “38 Dersim”in kendileri için hala kanayan bir yara olduğunu söyledi.

netgazete

15 Kasım 2009 15:53
Aleviler Öymen'e Karşı Ayaklandı

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in Meclis Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmaya tepkiler büyüyor. Yurdun değişik yerlerinde CHP ve Öymen protesto edildi.

BEYOĞLU'NDA CHP VE ÖYMEN PROTESTOSU

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in Meclis Genel Kurulu'nda yaptığı konuşma bir grup Tunceli ve Alevi dernekleri tarafından Beyoğlu'nda protesto edildi. Galatasaray Meydanı'nda toplana yaklaşık 500 kişi, Taksim'e kadar sloganlar atarak yürüdü. CHP Beyoğlu ilçe binası önünde bir süre oturma eylemi yapan grup ,Taksim Meydanı'nda basın açıklaması yaparak olaysız bir şekilde dağıldı.

Tunceli Dernekleri Federasyonu ile çeşitli Alevi derneklerinden oluşan yaklaşık 500 kişilik grup, CHP ve Onur Öymen'i protesto etmek için Galatasaray Meydanı'nda toplandı. 'Arşivler açılsın 37-38 Dersim katliamının hesabı verilsin', 'Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yeri açıklansın', 'Açalım kızıl sancağı, gitsin zulmedenin çağı, elimizde dost bıçağı, görelim bakalım nic'olursa olsun', 'Dersim isyanının bastırılma yönetimini savunuyor ve övünüyorsun. Bak Onur Öymen bak biz ölmedik buradayız. Adolf Hitler. (Onur Öymen)' yazılı pankartlar taşıyan grup, İstiklal Caddesi'nden Taksim'e doğru yürüyüşe geçti. 'Irkçı Öymen Irkçı CHP', 'Gün gelecek devran dönecek CHP halka hesap verecek', 'Katil devlet hesap verecek', 'Dersim onurdur onuruna sahip çık' şeklinde sloganlar atan grup, cadde üzerinde bulunan CHP Beyoğlu ilçe binası önünde bir süre oturma eylemi yaptı. Polis, ilçe binası önünde güvenlik önlemi aldı. Grup burada 'İşte burası faşist yuvası', 'Onur Öymen nalet şero to' şeklinde slogan attı. Grup daha sonra tekrar yürüyüşe geçerek Taksim Meydanı'na geldi.

Grup adına açıklama yapan Avukat Ali Rıza Aydın, 72 yıl önce Tunceli bölgesinde yaşanan olayların tarihçesini anlattı. Dersim bölgesinde 10 bilerce insanın öldürüldüğünü ve insanların başka bölgelere sürgüne gönderildiğini belirten Aydın, "O günkü yaşanan bir katliamın bugün faşist CHP tarafından çözüm önerisi olarak sunulması resmi ideolojinin tekerrürüdür. Dersimliler bu utanç önerisini asla unutmayacaklarıdır." şeklinde konuştu. Grup basın açıklamasının ardından dağıldı. (CİHAN)

DİYARBAKIR'DA LASTİK AYAKKABILI PROTESTO

Diyarbakır'daki 25 sivil toplum kuruluşu, Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in 'Dersim isyanı' ile ilgi sözleri nedeniyle CHP'yi protesto etti.

İl Teşkilatı önüne siyah lastik ayakkabılı siyah çelenk bırakan kalabalık, CHP aleyhine slogan atarak, il yönetimini istifaya çağırdı.

Sivil toplum kuruluşları adına açıklama yapan İnsani Hak ve Hürriyetler Derneği Sözcüsü İbrahim Gökdemir, CHP'nin insanlık ve hukuk dışı uygulamaların kaynağı haline geldiğini söyledi.

CHP'yi geçmişi ve gerçeklerle yüzleşmeye çağıran Gökdemir, Çanakkale Savaşı ile Kürt isyanlarının aynı kefeyi koymanın "düşmanı ve kendi halkını aynı görmek" olduğunu savundu.

Öymen'in sözlerinin "imha et, inkar et, asimile et" anlamına geldiğini ileri süren Gökdemir, şöyle devam etti: "CHP zihniyeti halkın haklı ve meşru taleplerini inkar et, karşı çıkanları öldür, geride kalanları sustur, sindir ve asimile et. Bu CHP'nin özetidir. Çok partili sisteme geçildiği zaman halk, onları bir daha iktidar yapmadığı için CHP şu an halktan intikam almaya çalışıyor. CHP yönetimi geçmişte halka yaşattıklarından ve Öymen'in sözlerinden dolayı tüm halkımızdan özür dilemelidir."

Diyarbakır halkı ve STK'ları adına CHP il yönetimine de seslenen Gökdemir, "Onurlu bir duruş göstererek istifa edin. Diyarbakır halkının CHP'yi sandığa gömdüğü gibi, sizden de CHP amblemini Fiskaya'dan tarihin çöplüğüne atmanızı bekliyoruz." çağrısını yaptı.

Açıklamanın ardından kalabalık olaysız bir şekilde dağıldı.

CHP ADANA İL BAŞKANLIĞI BİNASINA SİYAH ÇELENK

Adana'da siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir grup, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in ''demokratik açılım'' konusunda TBMM'de yapılan ön görüşmelerdeki sözlerine tepki göstererek, CHP il binası önüne siyah çelenk bıraktı.

Aralarında Tunceliler Derneği, Alevi Bektaşi Federasyonu Adana Bileşenleri, Demokratik Toplum Partisi (DTP) il başkanlığı ile bazı sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin bulunduğu grup, İnönü Parkı'nda toplandı.

Burada grup adına açıklama yapan Tunceliler Derneği Adana Şubesi Başkanı Kafi Doğdu, TBMM genel kurulunda toplumsal barışın oluşmasına katkı sunacağını umut ettikleri bir görüşme sırasında, tam tersi gelişmelerin yaşanmasının kendilerini son derece üzdüğünü söyledi.

Doğdu, ''CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in söz konusu yılları konuşmalarına referans yapması, fiziki imha anlamına gelen bir tarihi desteklemesi ve savunması utanç vericidir'' dedi.

Grup, daha sonra İnönü Caddesi üzerinden yürüyüşe geçti ve çeşitli sloganlar ile taşıdıkları dövizlerle CHP il binası önüne geldi.

Bina girişine siyah çelenk bırakan grup, daha sonra olaysız şekilde dağıldı.

CHP MERSİN İL BAŞKANLIĞI BİNASINA SİYAH ÇELENK

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in, Meclis'teki demokratik açılım ön görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada Dersim katliamını savunmasına Mersin'de de sert tepki gösterildi.

Öymen'e tepki göstermek için Tunceliler Derneği Federasyonu, Mersin Özgür Demokratik Alevi Hareketi İnsiyatifi ve Demokratik Toplum Partililer ayrı ayrı yürüyüş yaparak, CHP İl Başkanlığı önüne siyah çelenk bıraktı.

Çankaya Mahallesi'ndeki 111. Cadde üzerinde toplanan DTP'liler, Öymen'i protesto eden sloganlar atarak yürüyüşe geçti. Öymen'i Hitler'e benzeten posterler açan kalabalık, ellerindeki siyah çelengi CHP İl Başkanlığı önüne bıraktı.

Burada açıklama yapan DTP İl Başkanı Serhat Ölmez, Türkiye'nin son derece önemli bir süreçten geçtiğini, bu süreçte 'Demokratik Açılım' çalışmalarının herkes tarafından tartışıldığını ve çözüm arayışlarının güçlendiğini belirtti.

TBMM Genel Kurulundaki 'Demokratik Açılım' çalışmaları sırasında CHP meclis grubu adına söz alan Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in, Dersim'de yaşananları meşru göstermeye yönelik bir takım açıklamalar yaptığını ifade eden Ölmez, ''Söz konusu açıklamalar imha ve inkar politikaları hakkında CHP'nin tutumunu açıkça ortaya koymuştur" diye konuştu.

Tunceli Dernekleri Federasyonu üyeleri ise dernek binasından başlayarak, CHP il binasına yürüyüp siyah çelenk bıraktı. Grup, daha sonra Dersim olaylarında hayatını kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Federasyonun Mersin Şube Saymanı Binali Akgönül, Dersimlileri CHP'den istifa etmeye çağırdı.

Mersin Özgür Demokratik Alevi Hareketi İnsiyatifi üyeleri ise İnsan Hakları Derneği şube binası önünde basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını okuyan Ali Tanrıverdi, yıllardır baskı ve katliamlara maruz kalan herkesin artık demokratik ve barışçıl bir ülkede yaşamak istediğini vurguladı.

ALEVİLER ONUR ÖYMEN'İ İSTİFAYA ÇAĞIRDI

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in, Meclis'teki demokratik açılım ön görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada Dersim katliamını savunmasına tepkiler çığ gibi büyüyor. Alevi kesimin temsilcileri, Öymen'in, "Dersim isyanında analar ağlamadı mı?" sözüne tepki göstermek için İzmir, Konak eski Sümerbank önünde toplanarak basın açıklaması yaptı. "CHP Munzur'da boğulacak", "Irkçı Öymen hesap verecek" yazılı pankartlar taşıyan grup üyeleri, Onur Öymen'i istifaya davet etti.

Tunceli Dernekleri Federasyonu adına bir açıklama yapan İzmir Dersim Kültür ve Dayanışma Derneği üyeleri, CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen'e tepki için yürüdü. Basın açıklamasını yapan Dernek Başkanı Kemal Mutlu, Öymen'in demokratik açılım çerçevesinde son dönemde yaşanan olayları teröre taviz vermek olarak değerlendirdiğini, müzakerelere ilişkin verdiği örnekle Dersim katliamını meşru göstermeye çalışmasının utanç verici olduğunu belirtti. Mutlu, "Dersim'de yaşananları savunmak tam bir ahmaklıktır." dedi. Kendini sol ve sosyal demokrat olarak nitelendiren bir partinin genel başkan yardımcısının, ülkede akan kanın durdurulması ve problemlerin akıl yoluyla çözülmeye çalışılması için insanların verdiği çabayı görmezden gelmek istediğini belirten Kemal Mutlu, "Öymen'in tarihî gerçekleri çarpıtarak değerlendirmesi, katliamları meşru bir zemine oturtma çabası insanlık dışıdır." şeklinde konuştu. Öymen gibi bir siyasetçinin, kendini "sol" olarak adlandıran bir partinin üst düzey yöneticilerinden olmasının düşündürücü olduğunun da altını çizdi. Mutlu, CHP çatısı altında siyaset yapan insanların onurlu bir duruş sergileyerek Öymen'le ilgili gereğini yapmasını istedi.

Onur Öymen'e bir tepki de Diyarbakır'dan geldi. Diyarbakır'da 43 sivil toplum kuruluşu, Öymen'in Dersim konulu açıklamasının Meclis tarihine 'kara bir leke' olarak geçtiğini kaydetti. Şiddeti ve savaşı dayatanların, tarihin karanlık sayfasında insanlık ailesi tarafından 'lanetlenmiş kişilikler' olarak yer aldığı belirtilen açıklamada şunlar kaydedildi: "CHP sözcülerine hatırlatmak gerekir ki, annelerin evlat acısının, akan kardeş kanının üzerinden statükolarını ve iktidarlarını sürdüren hiçbir siyasal anlayış varlığını sürdürememiştir. Meclis'te yaptığı açıklamayla şiddet ve çatışma ortamını körükleyerek, daha fazla evlat acısının yaşanmasını isteyen, vicdani duygulardan yoksun Onur Öymen'i ve onu alkışlayan zihniyeti kınıyoruz. Başta CHP'nin bölge örgütleri olmak üzere, sosyal demokratları CHP'den istifaya çağırıyoruz."
aktifhaber


Aziz Üstel
Star Gazetesi
Onur Bey, ‘Dersim İsyanı’nda görevli askere kulak ver
15 Kasım 2009

Abdullah Çiftci, Dersim İsyanı’nda görevli askerdi. Tam tamına 69 yıl sonra, 112 yaşına geldiğinde suskunluğunu bozdu, yaşadıklarını anlattı ve bir hafta sonra da öldü! Dersim İsyanı önderi Seyit Rıza yakalanmış, Elazığ’a götürülmüştü. Jandarma karakolu yanındaki meydana getirildiğinde, sonradan Dışişleri Bakanı olacak, İhsan Sabri Çağlayangil’i gördü:

“Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” diye sordu. Cağlayangil yanıt vermedi. Son sözü soruldu:

“Saatim var, 40 lira da param. Oğluma verirsiniz.” Sehpaya çıktı. Meydan bomboştu. Ama meydan ağzına kadar doluymuşcasına, konuştu:

“Evladı Kerbelayız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.” sözleri meydanda yankılandı...

Dersim’i yazan bütün tarih kitaplarında bu satırlara raslarsınız. Ama bugüne değin yalnız mağdurlar konuştu. Peki ya harekata katılanlar? Onlar ne dedi?
Örneğin Emekli Orgeneral Muhsin Batur anılarında ne yazdı? “Günlerden bir gün emir geldi. Tren yoluyla Elazığ’a vardık. Oradan da ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. Ben 2 aya yakın Dersim’de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum!”

Dönemin Emniyet Müdürü ve sonranın Dışişleri Bakanı, TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil, kendi sesinden: “Dersimlileri fare gibi boğdular; gaz kullandılar!” diye anlatıyor.

Ama en önemlisi, Urfa Birecikli, Abdullah Çiftci’nin anlattıkları.

Çiftci 1938-39 yılları arasında, Dersim Hozat Piyade Birliği 2. Tabur’da erdi. Tam 112 yaşında, anlattı da anlattı... Sonra da 3 Ocak 2007’de öldü: “Bölüğümüzün çoğu Urfalı’ydı. Askerler hep Kürt’tü... Kıştı. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atardı. Atılan taşlar çığa neden oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiat verirdik çokça...
Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan küçük memeli inekler çıkardı. Onları alır, keser, pişirir yerdik. Köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, evleri ateşe veriyorduk. Bu iki yıl sürdü. “Kadın, çoluk çocuk demedik...”

Çiftci’nin anlattıkları çok uzun... Bi yumruk gibi tıkıyor insanın boğazını,

gözlerinizden yaşlar iniyor sicim sicim. Yazmak dahi istemiyorum daha fazlasını. Merak ederseniz kitapları alın okuyun. Yalnız Çiftci’nin söylediği önemli bir şey var ki, kulak verile:
“Bu yaptıklarımızın emrini İnönü verdi Atatürk değil. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. O öldükten sonra İnönü dedi ki, vurun! Ve 39’un başında isyan tümüyle bastırıldı!”

Onur Öymen verdiği örnekle, özelikle Alevi kardeşlerimizin geçmişindeki bu yarayı yeniden kanatmıştır, ne yazık ki!

CHP devleti kuran partiden, devleti, her koşulda ve ne yapmış olursa olsun, savunan parti anlayışına dönüşmüştür. Aleviler, geçmişte hep CHP’nin ‘arka bahçesi’ olmuştu. Onur Öymen’in düşüncesizce konuşması, CHP’yle Aleviler arasında, zaten pamuk ipliğine bağlı, ilişkiyi hepten koparmıştır!

Devletin Tunç/Eli Dersim'de ne yapmıştı?
Sibel ERASLAN
16 Kasım 2009

Ya bizlere uzun yıllar “İlk Kadın Pilotumuz” olarak iftiharla takdim edilen Sabiha Gökçen’in, aslında Dersim’e en ağır bombaları atan uçağı kullanmış olduğu gerçeğine ne diyeceğiz?
Tarihçilere büyük vazifeler düşüyor. “Alevi İsyanları” olarak bahsi geçen meselelerin iç yüzünü bilmiyoruz. Herkesin birbirini kan davası üzerinden suçlaya geldiği, herkesin birbirini zalim ve günahkar saydığı karmaşık bir düşmanlık hattı... Karanlık günler.

Trabzon’daki Atatürk Köşkü’nü ziyaret edenleriniz bilir. Odalardan birinde duvara asılmış büyük Türkiye haritası üzerinde “Tunceli/Dersim” kısmında elle çizilmiş, işaretlenmiş kısımlar vardır. Pek çok kişi Atatürk’ün 1937’deki Dersim olaylarını bizzat buradan yönettiğini anlatır. Oysa başka pek çok kişiyse, aynı tarihlerdeki Dersim tenkilinin, Atatürk tarafından değil, İsmet İnönü tarafından düzenlenip yönetildiğini söyler... Biz kitaplardan okuyup ezber ettik, doğrusunu ancak Allah bilir...

Bundan tam 72 yıl önce, 15 Kasım 1937’de Dersim isyanı önderlerinden Seyit Rıza’nın Elazığ’da asılması ile kapatılmış iç kanamalı ağır bir defter saklıdır oysa aynı haritaların ve dile gelmemiş fısıltıların ardında...

Seyit Rıza’nın sekseni aşan yaşı, torunu evladı yaşındakilerin sahte tanıklığıyla mahkemece küçültülür, aralarında 17 yaşındaki oğlu Reşit Hüseyin, yeğeni Yusufhan aşireti reisi Kamber, Kureyşan aşireti reisi Seyit Hüseyin’in de bulunduğu on kişiyle birlikte Elazığ Buğday Meydanı’nda asılırlar.

Son sözleri, kalbimizi 72 yıl sonra bile kahırla deşecek işaretleri taşır: “Evladı Kerbelayız. Suçsuzuz. Ayıptır, günahtır, zulümdür, cinayettir...”

Bugünden baktığınızda, bugünün Alevi söyleminden çok Caferi söylemini hatırlatıyor bu cümleler. Şaşırtıcı dini vurgusu, Ehlibeyt ve Kerbela işaretleriyle okunduğunda... Kendini CHP’nin oy deposu olarak lanse eden, hatta çoğu kez din dışı seküler bir söyleme mahkum etmiş günümüz Alevi duruşuyla şaşırtıcı derecede bir zıddiyet...
Hakikaten 1937’de Dersim’de neler yaşanmıştı? Dönemin İnönü’lü CHP’si, işin ne kadar içindeydi? Ve o katliamları yaşayan Alevilerin torunları sonrasında niçin CHP’li oldular? O günün seyitleri bugün neredeler?

Oysa İnönü’nün 18 Kasım 1937’de söyledikleri, işin özetidir: “Dersim meselesini ortadan kaldırdık, son verdik. Dersim müşkilesinden kurtulduk. Dersim’i her türlü askeri hareketlerle temizledik” diyordu İnönü...

“Tedip”ten “Tenkil”e varan yani baskıdan ateşle öldürmeye kadar uzanan süreçlerde devletin tunçtan eli, Dersim’in başına bir balyoz gibi inmiştir... Keçi otlattığı için Orman Kanunu’nu çiğneyen, fes taktığı için Devrim Kanunlarına karşı gelen, işsizlik ve fakirliği yenemediği için hortlamış eşkıyaya karşı evinde odasında namusunu canını korumak adına tuttuğu piştovundan sorguya çekilen, Harf İnkılabına rağmen Osmanlıca yazıp okuyan, Türkçe değil Kürtçe konuşmakla büyük suç işleyen, Evlad-ı Kerbela’dan, sadık-ı Ehli Beyt’ten Dersimliler... Bundan 72 yıl önce defteri kanla dürülmüş hicranlı bir maziye sahip...

Dönemin askeri raporlarına göre 7000’in üzerindedir öldürülen isyankarların sayısı. 1938 yılında basılmış “Köy Arama ve Silah Toplama İşleri Hakkında Kılavuz” adlı kitabın içinde en ince ayrıntılarına kadar köylerin nasıl yakılacağı, evlere, odalara nasıl girileceği anlatılıyor. Silahlarını teslim etmek istemeyenlerin kadın ve çocuklarına el konulmasının iyi sonuç vereceğinden bahseden maddeler!! Tam bir çılgınlık eseri anlayacağınız. Kendi ülkesinin insanına bu kadar mı düşman olabilir yöneticiler diye soruyor insan ister istemez.

Ya bizlere uzun yıllar “İlk Kadın Pilotumuz” olarak iftiharla takdim edilen Sabiha Gökçen’in, aslında Dersim’e en ağır bombaları atan uçağı kullanmış olduğu gerçeğine ne diyeceğiz?

Tüm bunları, 19 yıl aradan sonra bölgeye giden Cumhurbaşkanımızın fotoğraflarıyla birlikte gözyaşları içinde bir kez daha hatırladım.

Kendi insanını sevmek bu kadar mı zor, bu kadar mı ağır?

Sayın Gül’ün ayakkabılarını çıkarıp yalınayak girdiği gönül dergahı, bunca yıldır tunçtan balyozlarla kırıldı... Dağ ol da ağlama, insan ol da taş kesme! Vah!

Vakit.com.tr
sibeleraslan@hotmail.com

18 Kasım 2009 11:15
Bütün Yönleriyle Dersim İsyanı
Talihsiz Dersim isyanı nasıl oluştu, isyanı bastırmak için Atütürk ve İnönü'nün rolleri ve sonuçları. Hava taarruzunu yöneten Sabiha Gökçen'in arzusu....



Onur Öymen'in Dersim isyanına ilişkin, 'İsyanı ben mi bastırdım? Ben faşistsem bastıranlar neydi? Atatürk de mi faşistti' sözleri büyük yankı uyandırdı. Peki Atatürk'ü referans alan Öymen mi haklıydı yoksa kendisini istifaya davet eden Kemal Kılıçdaroğlu mu?
Dersim kavgasında kimin haklı olduğunu bulmadan önce Dersim isyanını ve Seyit Rıza'yı bir hatırlayalım.

İsmet Paşa'nın 1935 yılında hazırladığı Dersim planında bakın neler yer alıyordu:
- Dersim ıslahına bir program halinde tevessül edeceğiz. Program hazırlık, silahtan tecrit ve icap ederse iskan safhalarını ihtiva edecektir.
- Hazırlık ve silahsızlanma üç senede olacaktır.
- Dersim vilayetini yeni usulde teşkil edeceğiz. Muvazzaf bir kolordu kumandanı, vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza kaymakamları olacaktır. Kaza memurlarından hiçbiri yerli olmayacaktır. Ve bulundukça emekli zabitler memuriyetlerine tayin olunacaktır.
- 1935 ve 1936 'da yolları, karakolları yapılacaktır. 1937 ilkbaharına kadar hazır olursa mürettep ve seferber 2.fırka kuvvet valiliğin emrine 1937 ilkbaharında verilecektir.
- Bundan sonra Dersim'e verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.
İşte Dersim'in temizlenme işinin yol haritası böylece çizilmiş oldu. Başbakan İsmet İnönü 1935'te Dersim ve çevresinde esaslı bir imar faaliyetine start verdi. Önce yollar ardından askeri karargah binaları ve ardından lojmanlar ve karakollar. İşte Dersimli aşiretlerin asıl itiraz ettikleri bu karakolların inşası oldu. Çünkü esaslı bir harekatın geldiğini sezmişlerdi.

ATATÜRK'ÜN SÖZLERİ
Ama operasyonun işaret fişeğini Mustafa Kemal Atatürk 1936 yılındaki Meclis açılışındaki konuşmasında çaktı: 'Dahili iç işlerimizde mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş salahiyetler verilmelidir.'
Dersim'in ıslahı görevi bir korgenerale verilmişti. Korgeneral Abdullah Alpdoğan'a. Peki Alpdoğan kimdi? Kurtuluş savaşında iç isyanları bastırmakla görevli Sakallı Nurettin Paşa'nın damadıydı. Sakallı Nurettin Paşa'da Kurtuluş Savaşı sırasında Koçgiri isyanını oldukça kanlı bastıran paşaydı. Korgeneral Alpdoğan, 1937 başında Elazığ (Elaziz) bölgesine karargah kurdu. Aşiretlerle görüşmelere başladı. Yusufhan, Demenan, Haydaran, Şıh Hesenan, Kalan, Karakoçan, Kevan, Lolan, Keçelan, Kozan, Bahtiyar aşiretleriyle bir araya geldi. Bunlardan Abasan Aşireti Reisi Seyit Rıza ile de görüştü. Dersim'e yönelik yapılacak ıslahatın barış yoluyla yapılmasını aksi takdirde çok kan akacağını söyledi.

'KÖPRÜLER' ATILDI
Ama aşiret reisleri kendi aralarında yaptıkları toplantıda direniş kararı aldı. 1937'de 20 Martı 21 Mart'a bağlayan gece Harçik Köprüsü'nün ateşe verilmesiyle isyan başladı. Bu tarih aynı zamanda Kürtler için anlamlıydı. Çünkü 21 Mart Newroz'du. Yıkılan bu köprü aslında Dersim'in devletle arasındaki köprüyü de yıkıyordu. Kahnut bucağı ile irtibatı sağlayan telefon hattı kesildi. Ve askeri birlik basıldı. Tüm askerler öldürüldü. Bu devletin ıslahat planını bir anda kanlı bir operasyona dönüştüren adım olmuştu.

KUMANDA GÖKÇEN'DE
Ünlü türküde de dediği gibi Tunceli dört dağ tarafından kuşatılmış bir kentti. Korgeneral Alpdoğan'ın kara birlikleriyle Tunceli'ye girmesi mümkün olmuyordu. İlk harekat başarısızlıkla sonuçlanınca Seyit Rıza ve yandaşları moral buldu. Korgeneral Alpdoğan hava saldırısı kararı aldı. Ankara'dan izin istendi, onay geldi. Yalnız hava taarruzunu düzenleyecek birliğin sorumluluğu Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'e verildi. Atatürk önce bu duruma itiraz etti. 'Eğer bir aksilik olur da bu adamların eline geçersen sana çok fena muamele ederler. Sen gitme' dedi. Ama Gökçen kararlı bir biçimde gitmek istediğini, ne olursa olsun sağ olarak ellerine geçmeyeceğini söyledi.

DERSİM'E BOMBA YAĞDI
Eskişehir Tayyare Alayı'na bağlı bölükten 3 uçakla beraber Dersim harekatına katıldı. 3 Mayıs 1937'de hava harekatı başladı. Dersim'in üzerine bomba yağıyordu. Saldırı giderek inisiyatifi kaybeden askeri birliklerin toparlanmasını sağladı. Aşiretler büyük bozguna uğradılar. Seyit Rıza'nın da bulunduğu Laçinan Deresi ve çevresi yoğun olarak bombalandı. Rıza'nın çok sayıda adamı ve akrabası yaşamını kaybetti.

Şimdi burada biraz duralım. Seyit Rıza'nın kendi başına hareket ettiğini zannetmeyin. Tabii ki o da İngilizlerle temas halindeydi. Yakın adamı ve danışmanı Veteriner Doktor Nuri Dersimi'yi İngilizlerle temas kurması için görevlendirmişti. Ama yurt dışına çıkışı hep gecikti. Ve Seyit Rıza iyice köşeye sıkıştığı bir anda 11 Eylül 1937 de yurt dışına kaçtı.

İDAM SEHPASINA YÜRÜDÜ
SEYİT Rıza 5 Eylül 1937 günü Erzincan kırsalında yakalandı. 10 Kasım günü (Yani Onur Öymen'in ünlü konuşmayı yaptığı günden tam 72 yıl önce) idama mahkum edildi. Ve tarihin garip bir cilvesi ise yine Öymen'in başına iş açan AKŞAM'daki mülakatını verdiği gün olan 15 Kasım 1937 günü idam edildi. İdam sehpasına kendi yürüdü ve çingeneyi bir tarafa iterek 'Evladı kerbalayıh. Bi hatayıh. Ayıptır, zulümdür, cinayettir', diyerek ilme
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Ksm 20, 2009 11:53 pm    Mesaj konusu: Öymen Alevileri Uyandırdı Alıntıyla Cevap Gönder

Dersim: “Evlâd-ı Kerbelâyımi, be günayımi, ayıbo, zulimo, cinayeta”
Oğuz Gürses

[Olay Genelkurmay belgelerinde de “Dersim tedip ve tenkil harekatı” olarak adlandırılır. Dersim katliamı 1935’de, memleketimizin adının “Tunç Eli” olarak değiştirildiği “Tunceli Kanunu” ile başlamıştır. O dönemde hazırlanan tüm raporlarda Dersim “çıbanbaşı” olarak adlandırılmış, nasıl yok edileceğine dair her biri diğerinden korkunç, tüyler ürperten önermeler yapılmıştır. Sonuçta, bir tür “sömürge valisi” sıfatıyla, Kürt, Ermeni ve Alevi düşmanı olarak nam salmış Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı General Abdullah Alpdoğan 4. Umumi Müfettiş olarak 1937’de bölgeye atandı ve katliam başladı. Aynı yılda Dersim’in inanç önderlerinden başta Seyit Rıza olmak üzere 8 kişi Elazığ’da, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yargılama sonucunda idam edildi. Şu kadarını söyleyeyim; Seyit Rıza’nın 18 yaşından küçük hasta oğlu Resik Hüseyin, babasına seyrettirilerek asılmıştır. Köyler yakılıp yıkılmış, kadın, çocuk ve yaşlıların da olduğu binlerce insan toplu katliama maruz kalmıştır. İhsan Sabri Çağlayangil’e ait olan ve yalanlanmayan ses kaydına göre, mağaralara doldurulan insanlar “kimyasal gaz” kullanılarak, Çağlayangil’in ifadesiyle “fare gibi” öldürülmüşlerdir.] (*)

Dersim katliamı baştan sona bir CHP operasyonudur...

Operasyon, başından sonuna kadar CHP’nin bütün kurucu kadrosuun içinde bulunduğu bir ekip tarafından planlanmış yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır...

Yakın tarihimizdeki “Olağanüstü hal Valiliği” ve buna bağlı olarak yapılan (yargısız infazlar, işkenceler, gözaltına alındaıktan sonra buharlaşıveren insanlar... Yakılan köyler... Göçe zorlanan insanlar... vb..) ahlâk dışı, hukuk dışı, insaf dışı ve insanlık dışı uygulamaların tümü CHP’nin “Dersim Modeli”nin devamıdır...

Cafer Solgun haklı...

CHP durup dururken mutad uygulamalarının bile çok ötesine geçerek “Tunceli Kanunu”nu çıkarmış ve bu Kanun çerçevesinde bölgeye bir “olağanüstü/sınırsız yetkileri” olan vali tayiniyle işe başlamıştır...

Olgun’un “sömürge valisi” tabiri de yanlış değil; bilakis bu tabir, bu valiliğin hem kuruluş gayesini hem de sınırsız yetkilerini gayet iyi anlatıyor...

Aktüel dergisinin şu satırları bu sınırsız yetkilerin nasıl bir vahşet doğurduğunu belgeliyor:

[Albay Hulusi Yahyagil, Dersim İsyanı sırasında Elazığ'daydı. Birliği isyanı bastırmak için Tunceli'ye gitmişti. Yahyagil çatışmalara katılmasa da kendilerine verilen emri net bir şekilde hatırlıyor; Dersimlilerin topyekûn imhası. Arkadaşı "Yüzbaşı Şevki"nin hatıralarında ise yakılan, yok edilen köyler, süngülenen bebekler var. (..)Yahyagil de Elazığ'da görev yapıyordu. Gelen emre göre de taburuyla birlikte Dersim İsyanı'nı bastıracak birliklerin arasında yer alacaktı; "Ben Elaziz (Elazığ)'de tabur komutanlığı yapıyordum. 1938 Dersim İsyanı'nın sebep olduğu facia hadisesi neticelenmek üzere idi. Bizi de Dersim İsyanı'nı önlemeye ve bastırmaya memur ettiler. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köylerinin o yıl vergi vermeme meselesi idi. Aslında hadise basitti. Fakat nedense onu büyüttüler ve umumileştirdiler." Çok basit önlemlerle, belki hiç can kaybı yaşanmadan çözülecek bir olay kısa sürede bölgeyi etkisi altına aldı. Dersim yani Tunceli ve çevresi alev alev yanıyordu. Yahyagil'e göre bu sırada gelen emir netti: Abdülkadir Badıllı, (..)Malatyalı emekli yüzbaşı Şevki Bey'in söylediklerini naklediyor (..)"Dersim İsyanı'nda isyan eden bazı insanlarla askerler harp ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey'e de verilen emir gibi, geri dönüp masum çoluk-çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk-çocuk, kadın ihtiyar, bünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm."
Kitabın yazarı Abdülkadir Badıllı, dipnotta anlattığı bu acı hatıranın yanına, bu olayın Necip Fazıl Kısakürek'in çıkardığı Büyük Doğu dergisinde 1951 yılında yayımlandığını da belirtmiş.]


Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “Son Devrin Din Mazlumlar”ı isimli eserinde şunları söylüyor:

[En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.

Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşı -sında sigara içilmesi... Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve
hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... Ve buna benzer daha neler, daha neler!..
Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?
Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:
"-Sizi de onun yanına götüreceğiz!"
Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarnin yanına gönderilmişlerdir.
Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:
"Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!"
Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlari gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak'a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)
Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla berabır, kurşunlanıyor.
Hozat'ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım... Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü'nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun'la evlenmiş, Hozata gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.
Muamele biter bitmez "Seni Hozat'tan çağırıyorlar!" diyerek,onu, mahfuzen yola çıkariyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.
Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:
"-Yetişin, evimize eşkiya girdi!.."
Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.
Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor. Ölüurülen kadinlar arasinda biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşımaktadır.

(24 yıl evvelki Büyük Doğu'lardan)

Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.
Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vazivet birden haber alInIyor.
Çocuklarin öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.
Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.
Celâl Bayar'ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak'in Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbâldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.
Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğuınun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.]


Dersim işte budur...

Bu vahşetin sorumlusu da o günkü CHP yöneticileri ki; bunlar aynı zamanda CHP’nin kurucu kadrolarıdır...

Bugünkü CHP’nin zihniyet olarak 70 yıl önceki yerde durduğunu ise CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bakın nasıl ikrar ve itiraf ediyor: “Atatürk’ün partisine mensup birisi olarak Atatürk’ün yaptıklarından utanç mı duyacağım? Atatürk, devlete karşı silah çekenlerle mücadele etti.. Ben Atatürk’ün devlete silah çekenlerle nasıl mücadele ettiğini anlattım. İtiraz edenler bana niye itiraz ediyor? Atatürk’ün yaptıklarını anlattım. Cesareti olan Atatürk’e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin, Atatürk bile bile yanlış yaptı deyin.." (13 Kasım 2009 gazeteler)
50 bin’den fazla sivil insan en vahşi usuller kullanılarak katledilmiş...
Bunda ne gibi bir hata olabilir ki (!)

Monşer Öymen bunu anlayamıyor...

Çünkü “bunu Atatürk yaptı, Atatürk’ün yaptığı bir şeye nasıl yanlış diyebilirsiniz ki?” diye düşünüyor...

“Cesareti olan Atatürk’e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin, Atatürk bile bile yanlış yaptı deyin.” Diye meydan da okuyor...

“Yanlış” ve “doğru” yapana göre muhtevası değişen kavramlar mıdır? Onların “yapan”dan bağımsız muhtevaları olması gerekmez mi?

Yahu bu CHP’liler ve onların TSK, yargı ve bürokrasi içindeki uzantıları “Atatürk” denilince; “benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak” diyen bir “ölümlü”den değil de “her şeye kaadir olan ancak benim” diyen bir tanrıdan sözettiklerini ne zaman anlayacak?

Atatürk böyle saçma bir iddiada bulundu mu? Bulunduysa böyle bir iddiayı ne zaman ve nerede yaptı? Yapmadıysa böyle saçma bir iddiayı ona atfetmek, hem haksızlık hem de iftira değil midir?

Onun “yanlış yapması mümkün olmayan bir bir tanrı” değil de Her an yanlış da doğru da yapması mümkün olan bir “insan” olduğunu anlamak bu kadar mı zor?

Bu ne kadar vahim, ne kadar perişan, ne kadar zavallı bir zihniyettir böyle?

Normal bir toplumda bir insana tanrılık atfeden insanların yeri; siyasetin, bürokrasinin medyanın veya sivil toplum örgütlerinin üst makamları mıdır, yoksa tımarhaneler mi?

Ama Dersim mevzuunda tuhaflık bu kadar değil ki?

Alevîlere bakın...

Dersimde vahşice katledilen 50 bin insanın çoğunluğu Alevîdir...

Gelin görün ki Sivas’ta Aziz Nesin’e karşı girişilen bir toplumsal protesto eyleminde, Alevî oldukları için değil, o sırada Aziz Nesin’le aynı otelde kaldıkları için; çıkan yangında ölen 33 kişi için “Sivas Katliamı” diye yeri göğü inleten alevî örgütleri...

Sıra dünya tarihinin gördüğü en vahşî katliamlarından birinin yaşandığı Dersim’e geldiğinde derin bir suskunluğa gömülüyorlar...

Sadece suskunluğa gömülmekle kalmıyorlar, bir de gidip o katliamın mimarı ve uygulayıcısı CHP’ye oy veriyorlar... Destek oluyorlar...

Cemevlerinde Hz. Ali’nin resimlerinin yanıbaşına aynı büyüklükte Mustafa kemal’in resimlerini de asıyorlar...

Dersimdeki katliamı “Laik CHP”nin hükûmeti” planlayıp uygulamamış gibi “Laikliklik mitingleri"nde CHP zihniyetine kendilerini dolgu malzemesi olarak kullandırtıyorlar?

Mazlum Seyit Rıza’nın 70 yıl önce ölüm karşısındaki şu dik duruşu bugünün Alevîlerine hiç mi bir şey söylemiyor:

[Fındık Hafiz'ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi, sessizliğe ve boşluğa hitabetti.

- “Evlad-ı Kerbelâyımi, be gunayımi, ayibo zulimo, cinayeta. (Evlad-ı Kerbelâyız, gunahsızız, ayıptır, zulümdur, cinayettir.)” dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap - rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazı yaptı.]
(Dönemin Emniyet Müdürü Şükrü Sökmensüer)

Alevîlerin bu CHP aşkı; “celladına aşık olmak” gibi sapkın ve problemli bir sevgi değilse nedir?

* CAFER SOLGUN (‘ALEVİLERİN KEMALİZMLE İMTİHANI’ kitabının yazarı) Akşam gazetesi.
Kaynak: Baran

Dersim tabusu'nu yıkanlardan biri de Necip Fazıl'dı
Mustafa Armağan
05 Aralık 2009,

"Büyük Doğu"da yayınladığı yazılarını "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabına almasa belki bizim nesil de Dersim faciasından çok geç haberdar olacaktı.

Muhsin Batur "Anılar ve Görüşler" adlı hatıratında Kayseri 19. Piyade Alayı'nda staj görürken Dersim'e gidileceği emrinin geldiğini anlatır.

Trenle Elazığ'a giderler, oradan Pertek'e. Tam isyan günleridir. Heyecanla size açıklayacağı çok önemli şeyler olduğunu düşünüyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Çünkü Muhsin Batur, Dersim'de iki ayı aşkın 'özel görev' yaptığını söyledikten sonra ağzına susturucu takar ve şu acı itirafta bulunur: "Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum."

Ne demek şimdi bu?

Ne var ki, Dersim'e düzenlenen "sükût suikasti", yani susarak suikastte bulunmanın istisna değil, kural olduğunu öğrenince şaşırmak olağanlaşıyor. Üzerlerindeki ağır baskı ve terör yüzünden herkes susmuş. Basında ise bir tek "Son Telgraf" gazetesi Doğu vilayetlerinde huzursuzluk olduğunu yazmaya yeltenmiş ya, derhal kapısına kilit vurulmuş.

Neyse ki konuşan birisi vardır. O kişi, Onur Öymen'in konuşmasından 60 küsur yıl önce kalemiyle gider Dersim'deki acıların üzerine. Cumhuriyet'in bir tabusunu tek başına yıkmaktadır.

Necip Fazıl Kısakürek, "Büyük Doğu"da yayınladığı yazılarını "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabına almasa belki bizim nesil de Dersim faciasından çok geç haberdar olacaktı.

Yalnız Necip Fazıl'ın farkı şu: Olayı 'din özgürlüğü' kapsamında ele almış. Yani Alevi, Kürt şu bu gibi ayrımların üzerine sünger çekerek Dersim'de hedefin, bölgenin "bir türlü sulandırılamayan koyu İslamî rengi"nin ortadan kaldırılması olduğunu iddia ettikten sonra şunu eklemiş:

"Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde (...) din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz."

Dersim faciası hakkında kimse, hele 'sağcılar' konuşmadı diyenlere inat, Necip Fazıl cesurca ortaya çıkıp kulaktan kulağa fısıltı halinde aktarılan rivayetleri dergisinin alnına kazımıştır. İşte o insanı insanlığından utandıran anlardan birkaçı.

Elazığ Ortaokulu'nda okuyan iki çocuk, tatillerini geçirmek üzere memleketleri Hozat'a döndüklerinde hayatlarının ilk zehrini tadıyorlar. İkincisini tatmak için fazla beklemeleri gerekmeyecek, evlerinde babalarının öldüğünü gören çocukların ağlama seslerine yetişen jandarmalar, "Sizi de onun yanına götüreceğiz" diye sürükleyerek dışarı çıkartacaklardır. Çocuklar babalarının cenazesine gittiklerini zannederken yolda süngülenerek öldürülürler. Gerçekten de babalarının yanına gönderilmişlerdir!

Bir başka sahne: Bir köy, etrafına çalı yığılarak yakılmaktadır. Teker teker tutuşturulan evlerin etrafında yangını seyredenler, dışarıya kaçmak isteyenleri cehenneme iteklemekle görevlidirler. Alevlerin arasından kaçan birisi, onlara haykırır: "Durun, ben köyden değilim, öğretmenim. İzin verin, kimliğimi ispatlayayım." Yapılan işlem kaba ama basittir: Bir kalasla tekrar alevlerin içine itmek. Genç yanarken çalı yığınlarının gerisinde bekleyen "âmir" keyifle sigarasını tüttürmeye devam etmiştir.

Üçüncü olay, 200 kadın ve çocuğun cesetlerinin buğday sapları üzerinde cayır cayır yakılmasıdır. Öldürülenler arasında izinli olarak köyüne gelmiş olan Rüstem adlı bir asker de vardır. Ne dediyse dinletememiş, dört çocuğu ve seksenlik anasıyla birlikte kurşunlanmış ve yakılmıştır.

Bir de Hozat'ın Zımbık köyünde geçen bir olay vardır. Bu, Necip Fazıl'ın deyişiyle trajedi üstadı Shakespeare'in hayal gücüne bile taş çıkartacak olayda, erkekleri tamamen doğranmış bir köyün 100 kadar kadın ve çocuğu süngülenir. Öldürülen kadınlardan biri de gebedir. Nasılsa saklanmayı başarmış birkaç kadın köye döndüklerinde ölü yığınlarının arasından bir çocuğu fark ederler. Rahmi delinen kadının ölümünden sonra doğan bu kılıç artığı çocuğu alıp büyütürler. Süngü bebeğin topuğunu yaralamıştır. O tarihlerde sağ olan kız, topuğunda o yarayı taşımaktadır.

Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli adlı bir genç ise Elazığ Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra görev yeri olan Trakya'ya gönderilmiş, evlenip barklanmış ve çoluk çocuğuyla tatil yapmak için köyüne dönmüştür. Bu sırada Dersim harekâtı başlamış, genç öğretmenin köy halkı, kendisi ve çocukları da içinde olmak üzere doğranıp cesetleri yakılmıştır.

Nihayet korkunçlukta sınır tanımayan, kelimelerin kifayetsiz kaldığı taç olay:

Mazgirt'in Tersemek bucağı halkı aynı şekilde hunharca doğranırken bir hayır sahibi, 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Ancak durumdan haberdar olan operasyon ekibi, çocukları saklandıkları yerde bulur. Emir verilir; öldürüleceklerdir. Ne var ki, bu katliamı işlemeye kimse yanaşmaz. En katı yürekliler bile savunmasız masumlara karşı silah kullanamayacaklarını söyler. Nihayet içlerinden bir 'babayiğit' çıkarak dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işini bitirir.

Arkasından ekliyor Üstad: "Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur."

Bir emekli orgeneralin anlatmaktan kaçındığı sırları Necip Fazıl'dan öğrenmişti Türkiye.
Zaman

Öymen Alevileri Uyandırdı

CHP'li Öymen Dersimlileri terörist yaptı, Aleviler ayaklandı. 'Öymen Alevilerin uyanmasına yol açtı' diyen Cafer Solgun'un önemli açıklamaları...

‘ALEVİLERİN KEMALİZMLE İMTİHANI’ KİTABININ YAZARI CAFER SOLGUN: Acımızın taze olmasının nedeni hiç yüzleşilmemesi. Öymen’in sözleri tesadüfi değildi ama Alevilerin uyanmasına yol açtı. Aleviler sistemle ilişkilerini sorguluyorlar.

Cafer Solgun, Tunceli doğumlu. Yani Dersimli. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Meclis kürsüsünden “1938’de müzakere edilmedi, gereği yapıldı” demeye getirerek; adını Çanakkale ile, Kurtuluş Savaşı ile, Kıbrıs ile aynı cümlede geçirerek “düşman” başlığı altında kategorize ettiği Dersim’den. CHP ve Öymen bir haftadır Alevi sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere ayrımcılığa, inkarcı ve katliamcı zihniyete karşı olan herkesce kınanıyor, ayıplanıyor. Alevi Kürtler ‘yaramız kanıyor’ diyor. Cafer Solgun hatırlatıyor: “Geçmişle yüzleşilmeli ki yaralar iyileşsin”. Zaten kendisi, “Geçmişle, tarihle yüzleşmenin demokratikleşmenin olmazsa olmaz gereklerinden biri olduğu” inancıyla bir araya gelenlerin kurduğu Yüzleşme Derneği’nin başkanı. Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformu’nun üyesi. Solgun “Alevilerin Kemalizmle İmtihanı” adlı kitabında, “Alevileri Cumhuriyetin, laikliğin bekçisi olarak gösteren sistemin bizzat kendisi Alevileri tanımıyor” diyor ve Alevileri kendi gerçekleriyle yüzleşmeye davet ediyor.

Aleviler için Dersim ne demek?

Çok şey demek. Öncelikle, Dersim Kızılbaş Alevilerin inanç merkezlerinden birisidir. O coğrafyadan gelip geçen devletlerin, imparatorlukların egemenlikleri altına alamadıkları bir coğrafyanın adıdır Dersim. Zulümden, katliamdan kaçan insanların sığındıkları bir “özgürlük adası” işlevi de görmüştür. Sonradan o coğrafyaya gelenler de bölgenin etnik ve inanç yapısına, herhangi bir baskı altında kalmadan, kuşkusuz kendi renklerini de katarak, adapte olmuşlardır. Dersim’deki Alevilik, doğayla barışık olmasıyla da özgün ve dikkate değerdir. Hayatı var ettiği ve kendisine yaşam imkanları, nimetleri sunduğu için suyuna, ormanına, dağına-taşına kutsal anlamlar atfeder, şükreder, minnet duyar.

• Temel duygu nedir Dersim’de?

Kürt ve Alevi olmaktır. Barış ve kardeşlik isteğidir.

• Tunceli, Cumhuriyet tarihimiz açısından bir simgeselliğe sahip. Geçmişi hatırlatan, yüzleşmekten korkulan, ama oraya bakmadıkça da varlığını koruyan... Aradan 72 yıl geçti. Uzun bir süre fakat, 1937-38’de Dersim’de yaşananlar Alevilerin yüreğini hala aynı şiddette mi yakıyor?

Yaşanan acının ne şiddetinde, ne yakıcılığında, ne de sahiciliğinde herhangi bir azalma veya soğuma olmamıştır. Nasıl olabilsin ki, o günden bugüne Dersimlilerin kuşaktan kuşağa taşıdıkları bu acıyı onaracak hiçbir şey yapılmamıştır ki... Bakın, resmi tarihin ezberlettiği söylem nedeniyle Dersim 37-38 olayı için “isyan” denir. Devletin diğer Kürt isyanların da olduğu gibi Dersim’deki isyanı da şiddetle bastırdığı sanılır. Halbuki öyle değildir. Dersim 38, planlı, programlı, tasarlanarak hayata geçirilmiş bir katliamdır.

ÇIBANBAŞI OLARAK GÖRÜLDÜ

• Nasıl? Bunu biraz açalım.

Olay Genelkurmay belgelerinde de “Dersim tedip ve tenkil harekatı” olarak adlandırılır. Dersim katliamı 1935’de, memleketimizin adının “Tunç Eli” olarak değiştirildiği “Tunceli Kanunu” ile başlamıştır. O dönemde hazırlanan tüm raporlarda Dersim “çıbanbaşı” olarak adlandırılmış, nasıl yok edileceğine dair her biri diğerinden korkunç, tüyler ürperten önermeler yapılmıştır. Sonuçta, bir tür “sömürge valisi” sıfatıyla, Kürt, Ermeni ve Alevi düşmanı olarak nam salmış Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı General Abdullah Alpdoğan 4. Umumi Müfettiş olarak 1937’de bölgeye atandı ve katliam başladı. Aynı yılda Dersim’in inanç önderlerinden başta Seyit Rıza olmak üzere 8 kişi Elazığ’da, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yargılama sonucunda idam edildi. Şu kadarını söyleyeyim; Seyit Rıza’nın 18 yaşından küçük hasta oğlu Resik Hüseyin, babasına seyrettirilerek asılmıştır. Köyler yakılıp yıkılmış, kadın, çocuk ve yaşlıların da olduğu binlerce insan toplu katliama maruz kalmıştır. İhsan Sabri Çağlayangil’e ait olan ve yalanlanmayan ses kaydına göre, mağaralara doldurulan insanlar “kimyasal gaz” kullanılarak, Çağlayangil’in ifadesiyle “fare gibi” öldürülmüşlerdir.

• Yaşanan acıyı ilk günkü yakıcılığında tutan, yaraları iyileştirmeyen şey nedir?

Bakın, 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının ölülerine ne yapıldığını bile hala bilmiyoruz. Yaygın rivayet, cesetlerin yakıldığı, küllerinin de Fırat’a savrulduğu yönünde. Seyit Rıza’nın torunu dedesinin mezarının nerede olduğuna dair yürüttüğü hukuk mücadelesinden halen bir sonuç alamadı. Mahkemeler başvurulara “kayıtlarımızda böyle bir şey yoktur” şeklinde cevap veriyor.

• Bu tutum acıyı öfkeye mi çeviriyor?

Açık ve kesin olarak: Dersimliler kimseye karşı kin, öfke veya intikam duyguları beslemiyor. Bu acılı tarihin hafızalarımızda taze olmasının nedeni, benzer tarihi gerçeklerde olduğu gibi, Dersim 38 olayıyla yüzleşilmemiş olmasıdır. Yaraların tedavi edilmesi, devlet ve toplum olarak Dersim 38 ile yüzleşilmesini gerekli, hatta kaçınılmaz kılıyor.

• Geçmişle yüzleşme ve topyekun demokratikleşme çabalarının sürdüğü bir dönemde Onur Öymen Meclis’te “Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse mücadeleyi durduralım demedi. Kurtuluş Savaşı’nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Siz terörle mücadeleden korkuyorsunuz?” dedi. Bunu diyerek aslında ne dedi?

Bu sözlerin anlamı Dersim katliamını, tartışılan Kürt sorunu konusunda bir “çözüm mantığı ve yöntemi” olarak önermekten başka bir şey değildir. Bu sözler ne tesadüfidir, ne yanlışlıkla ağızdan çıkmıştır. Öymen, sadece CHP’nin zihniyetini dillendirmiştir. Bunca tepki yaratması, eleştirilmesi de söz konusu inkarcı zihniyeti “doğrudan” bir üslupla ifade etmiş olmasından. Ben şaşırmadım ama demagojik söylemlerin etkisindeki Alevilerde şaşkınlık yarattı. Bu şaşkınlık, Alevilerin kendi gerçeklerini sorgulama süreci için de son derece etkili olmuştur.

CHP’NİN, ÖYMEN’İN ÇABASI NAFİLE

• Öymen konuşmasını savunarak “Kimseyi incitecek bir şey söylemedim” dedi?

Bizler ve kamuoyu Öymen’i gayet iyi ve doğru anladık. İnsanların algı ve anlayışlarıyla alay edercesine “öyle bir şey demedim” veya “yanlış anlaşıldım” diyerek durumu muğlaklaştırmaya çalışması nafiledir.

• CHP örgütünün telafi çabaları var.

Doyurucu bulmuyorum. Öymen’in konuşmasından sonra, bu partide Dersimli, Kürt, Alevi kimliğiyle siyaset yapanların bir gün daha fazla CHP’de kalmaması gerekir.

• Bu, Aleviler CHP’den kesin olarak kopacak demek mi yani; CHP ve Onur Öymen ne olursa Alevilerce affedilir?

Sadece Kürtler ve Aleviler açısından değil, bir bütün olarak CHP’nin Türkiye’ye karşı ciddi ve samimi bir özür borcu var. Bu özrün gereğinin yerine getirilmesi ise, bence, CHP’nin demokrasi ve özgürlükler konusunda köklü bir muhasebe yapmasını, köklü bir zihniyet dönüşümüne gitmesini gerekli kılıyor. CHP tarzı bir siyaset çağdışıdır ve sorunlarını demokrasi standartlarını yükselterek çözme çabasındaki Türkiye açısından da ciddi bir talihsizlik konusudur.

Alevilerin devlete karşı duygusu sadece korku

• TSK’nın toplumun farklı kesimlerine ait görüşleri olduğunu, kendilerinin yaptığı konuşmalardan açıklamalardan biliyoruz. TSK Alevileri “nasıl” görüyor?

Geçen ay Eruh’ta çatışmada hayatını kaybeden askerlerden biri, Amasya’lı bir Alevi olan Başçavuş Murat Taş idi. Cenaze ailesince Alibeyköy Cemevi’ne getirildi, tören henüz başlamışken, bir yarbay gelip “resmi tören camide yapılacak” diyerek cenazeyi götürdü. Bu, Alevi toplumunu çok sarstı. Bu olay TSK’nın Alevilere bakışını çarpıcı şekilde gösteriyor. Genelkurmay İstihbarat Okulu’nda istihbarat subaylarına Aleviler nasıl öğretiliyor, biliyor musunuz: “Aşırı sağ, sol terör örgütleri ve tarikatlar” başlığı altında.

• Aleviler TSK’yı nasıl görüyor?

TSK, kendisini “kurucu, koruyucu, kollayıcı” olmakla misyonlandırmış bir ordu. Herhangi bir ülkenin herhangi bir ordusu gibi değil yani. Bu durumun yol açtığı sonuçların Türkiye’ye nasıl zarar verdiğini herkes görüyor. “Demokrasiye komplo” belgesini ve gelişmeleri de bu kapsamda görmek gerek. TSK’nın İç Hizmet Yönetmeliği’nin 35. maddesi, TSK’nın “koruma-kollama” misyonuna yasal dayanak oluşturuyor. O madde oradayken, askeri darbelerle geniş anlamda hesaplaşmak, yüzleşmek imkanı da tam olarak bulunamıyor. Aynı şekilde “ordu siyasete karışmasın” demek de tam ve kesin bir sonuç yaratmıyor, yaratamıyor.

• Bunların Alevilerle ‘özel’ ilgisi ne?

Bunun Alevilerle çok yakından bağlantısı var. Aleviler konusunda devletin diğer kurumları gibi TSK da yıllarca adı konulmamış ayrımcı uygulamaların sahibi olmuştur. Ama ne zamanki “öncelikli tehdit ve tehlike” konseptinde “irtica tehlikesi” diye bir “tehlike” saptaması yapıldı, o zaman Aleviler keşfedildi. “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganını en gür sesle Alevilerin atması istendi. Aleviler “laik-anti laik” kutuplaşmasında, laikçiliğin “kitlesi” haline getirilmek istendi. Fakat şu acayipliğe bakın ki, Alevilerin “teminatı” oldukları söylenen bu laik sistem, Alevileri tanımıyor bile! Alevilerin orduya güven duydukları söylenir hep. Oysa bu işin görünen boyutudur. Gerçekte Alevilerin TSK’ya ve bir bütün olarak devlete karşı içlerindeki duygu, korkudan başka bir şey değildir. Bu korkunun sebebi ise, ancak öncelikle Dersim katliamına ve yakın siyasi tarihimiz boyunca maruz kaldığımız diğer katliamlara bakılarak doğru anlaşılabilir...

Aleviler artık sistemle ilişkilerini sorguluyor

• 22 Temmuz’a kadar CHP’nin bölgede en çok oy aldığı illerin başında Tunceli geliyordu. Sonra ne oldu da yollar ayrıldı?

22 Temmuz’a dek CHP iki milletvekilliğinin ikisini veya en az birini kazanırdı. 2007’de ilk kez vekil çıkaramadı. Nedeni artık açıkça ortaya çıktığı gibi CHP’nin gerek Kürt sorunu, gerekse Türkiye’nin demokratikleşme sorunları karşısında takındığı çözümsüzlüğün, mevcut statükonun sürüp gitmesinden yana tutumu. CHP’nin ve CHP’de ifadesini bulan resmi ideoloji zihniyeti, Ankara’nın doğusunda kendisine kolay kolay kitlesel bir karşılık bulamayacak.

• Alevilerin sistemle ilişkisi mi değişiyor?

Alevilerde “şeriat korkusu” yaratmak, “laiklik elden gidiyor” demagojisiyle Alevileri, kendilerine ait olmayan kimi kaygılarla kendisine bağlamak çabası şeklinde cereyan eden “mesnetsiz” bir durum var. Ama artık Aleviler hem bu ilişkiyi sorguluyorlar, hem kendi kimlik ve değerlerini, taleplerini sahiplenmede geçmişe kıyasla daha duyarlı bir noktaya geldiler.

Memleketimize Tunceli değil hep Dersim dedik

• Dersim olaylarına karşı düzenlenen harekatın adı “Tunç Eli” idi. Sonra bu isim şehre verildi. Tunceli ismi Tunceliler’ce benimsendi mi?

Hiçbir zaman benimsenmedi. Biz memleketimize her zaman “Dersim” dedik. Tabii, tıpkı “Kürt” demek gibi, “Dersim” demenin de yasak olduğu yıllar yaşadık. “Dersim” adını taşıyan ne bir dernek, ne de ticari bir işletme kurmak mümkündü. Bir süredir memleketimize “Dersim” diyebiliyor olmaktan dolayı son derece hoşnutuz. Bu hoşnutluğumuz, gerçekte bir operasyon adı olan “Tunç Eli” adından kurtulduğumuz zaman daha da artacak elbette.
aktifhaber

Asılan Seyyid Rıza'nın evinden hangi kitaplar çıkmıştı?
MUSTAFA ARMAĞAN

Onur Öymen'in geçen hafta TBMM'de yaptığı konuşma, 72 yıldır ideolojik derinin altında durmaktan kabuk bağlayan cerahati de patlatmış oldu.
Emre Aköz gibi Dersim'den Atatürk'ü sorumlu tutanları okuyunca bazı tabuların yıkılmakta olduğuna inanası geliyor insanın. Düşünce özgürlüğü nihayet geliyor mu dersiniz?

Dersim'de bir katliam yaşandığı giderek açıklık kazanıyor. Bunu Necip Fazıl Kısakürek dahi 60 yıl önce "Büyük Doğu"da yazmıştı. Ancak sadece Dersim'le sınırlı kalmamalı sorgulama; son yüz yılda tarihimizin nasıl mıncıklandığını gösterecek bir bütünlüğe ulaşmalıdır.

İşte 31 Mart. Aydınlatılabildi mi? Ermeni tehciri üzerindeki kara bulutlar dağıtılabildi mi? Yüz binlerce gencimizi kara toprağa gömdüğümüz Birinci Dünya Savaşı'na neden girdiğimizi çözebildik mi? vs.

Dolayısıyla Dersim, bu yüz yıllık kanlı hesaplaşmanın bir durağı olarak anlaşılabilirse anlam kazanacak, aksi halde bir süre aramıza dönmek için heveslendikten sonra yine sırtını dönecektir.

Onun için gelin, son bir haftadır yazılıp konuşulanların biraz dışına çıkarak bakmayı deneyelim Dersim'e.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Dersim Osmanlı döneminde merkezi otoritenin nüfuzundan uzak kalabilmiş ayrı bir ülke gibiydi. Kontrolü zor olan bu bölgeden vergi tahsil etmek, asker toplamak, asayişi sağlamak başlı başına bir sorundu. Cumhuriyet'in 10. yılına kadar da bu özelliğini korudu.

Atatürk'ün 1935 Kasım'ındaki Meclis açış nutkunda belirginleşen Dersim'in yola getirilmesi planına, isminin "Tunçeli" yapılmasıyla başlanır. Başına da sözü kanun olan olağanüstü yetkilere sahip askerî bir vali atanır. Şaşıracaksınız ama amaç, bu gidilemeyen 'vatan' toprağını ana yurda bağlamaktır. Tunçeli'ye kışla ve karakollar yanında yollar, sağlık ocakları ve okullar yapılır ki, iktidarın nüfuzu toplumun dokusuna sirayet edebilsin.

Fakat otoritesi sarsılacak olan şeyhler ve sürgün edilecekleri korkusuyla bölge halkı direnir. Ellerindeki silahların teslim edilmesi en önemli şartlardan biridir. Sayıları 15-20 bin olarak tahmin edilir.

Peki bu kadar silah nereden geçmiştir ellerine? Bunun da ilginç bir öyküsü vardır ve bence devlet asıl bu silahların peşindedir.

Nitekim 21 Haziran 1937 tarihli "Kurun" gazetesinde silahların kaynağını öğrenme imkânını buluyoruz. Buna göre Birinci Dünya Savaşı'nda Rusların hücumuna karşı koyabilmeleri için Dersimli aşiretlere silah dağıtılmış, onlar da bunları sarp dağlarına taşıyarak mağaralara saklamışlardı. Savaştan sonra bütün uğraşmalara rağmen bu silahları geri alamamıştı devlet. (Nuri Dersimi bunları Neşet Paşa'yı yenerek ganimet aldıklarını söyler.)

Cumhuriyet kurulmuştu ama Dersim'de Seyyid Rıza'nın başkanlığında bir silahlı ve örgütlü güç direniyordu. Bölgenin iklimi ve coğrafi yapısı da müdahaleyi zorlaştıran unsurlardı. Üstelik karşılarında hem Alevi hem de Türk olmayan, üstelik Türk olmamaya direnen bir yapılanma vardı.

Unutmadan söyleyelim, nüfusları da hızla artıyordu. 1927'de 543 bin iken sayıları, Tunceli Kanunu'nun çıkarıldığı 1935'te 765 bine yükselmişti (yüzde 50). Böyle giderse daha bir iki yıl önce her yaştan "10 yılda 15 milyon genç yarattı"ğını iddia eden TC, sınırları içerisindeki bir bölgeye giremeyen aciz bir devlet konumuna düşecekti.

Mesela bölgede hâlâ sarıkla, şalvarla dolaşıyordu insanlar. Vergileri şeyhler topluyordu. Evlenme, boşanma işleri de yine onların göreviydi. Hastalandıklarında onların kapılarını çalıyorlardı. Eğitim deseniz hak getire.

İşte Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın "Dersim'e koloni (sömürge) yönetimi" getirilmesini istemesinin arkasında bu somut resim durmaktaydı. Öfke, nüfuz edilemeyene yönelikti. Tekkeler kapatılmıştı güya ama bölgede Alevilik sanki Şah İsmail zamanındaki gibi devam ediyordu. Devrimler burada işlemiyordu. Hatay'ı anavatana katmak için uğraşan Türkiye, kendi haritasındaki beyaz kısmı bir türlü boyayamıyordu.

Velhasıl dönemin bir yetkilisinin dediği gibi Dersim'e bir ameliyat şarttı. Asimilasyon, yani Türkleştirmek gereğini ifade edenlere de sık sık rastlanıyordu Ankara'da.

Ne ki sonuç tam bir facia oldu. İyimser rakamlarla 13 bin, yaygın rivayete göre ise 50 bin insanın ölümüyle, binlerce kişinin yaralanması ve sürgünüyle sonuçlanan Dersim operasyonu, yakın tarihimizin kara deliklerine yenisini ekledi. Sadece eli silah tutanlar değil, çocuklar ve yaşlılar da öldürüldü. Başta Seyyid Rıza'nın genç hanımı Besi olmak üzere pek çok kadın, mağaralarda saklanan silahlarla kendilerini savunmak için harekete geçmişlerdi.

Türk basını ise Besi'yi 'dağ dilberi' veya 'dişi kaplan' diye magazinleştirmekle meşguldü ("Cumhuriyet", 26 Eylül 1937). Tabii Seyyid Rıza'nın Sabiha Gökçen tarafından bombalanan evinden çıkan garip eşyalar da operasyondan payını alacaktır. Güya evde haçlar, Hz. İsa'nın parmağı ve Ermenice dinî kitaplar bulunmuştur. Mesaj açık değil mi? Seyyid'i bir şekilde Müslümanlık dalından koparıp düşman kampa dahil etmek.

Ne var ki, evinden çıkan eşya arasında dikkatimizi başka şeyler de çekmekte. Mesela mı? İşte gazetelerden cımbızla topladıklarım: Kur'an-ı Kerim, Hadis-i Şerif, En'am-ı Şerif, Muhammediye, Siyer-i Nebi, Yıldızname, Bektaşiliğe ait bir şiir kitabı vs. ("Haber", 8 Kasım 1937). Bunlar pekala bir Kadirî şeyhinin evinde de bulunabilecek kitaplar.

Zihnimde susturamadığım soru şu: Yoksa Seyyid Rıza rengarenk Osmanlı düzeninin son adasını mı savunuyordu?

Bize düşen anlamak olmalı, değil mi?

22 Kasım 2009
Zaman

19 Kasım 2009
Emre Aköz
Bu şartlarda CHP'nin arka bahçesi olmaya devam edilebilir mi?

Dünkü yazının son cümlesinde "Bir şey sorabilir miyim" demiştim, "Dersim harekâtını Atatürk'ün bizzat yönettiği söyleniyor. Doğru mu bu?"
Bazı okurlarımız, sağ olsunlar, benim beceriksizce yapılmış 'tecahül-ü arifane'me cevap vermiş.
Yine de binlerce teşekkür. Burada birlikte bir şeyleri öğreniyor ve paylaşıyoruz. Çok mutlu oluyorum.
Önce sorunun cevabına değinelim. Daha sonra büyük resme bakarız...
***
Dersim (Tunceli) harekâtını o sırada Başbakan olan Celal Bayar şöyle anlatıyor:
"Mareşal, Erkân-ı Harbiye Reisi, ben başbakanım. Atatürk malum... Üçümüz Dersim'de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Manevranın da sonuna gelmek üzereyiz.
Üçümüz bir arada 'Ordunun emniyeti bakımından strateji ne olmalıdır', onu görüşüyoruz. İkisi de Birinci Cihan Harbi'nde muharebe etmişler.
Ben daha çok izleyiciyim. Malumatları geniş... Oradaki her şeyi biliyorlar. Hatta şahsen casusları bile biliyorlar. Dersim'in o halde kalırsa her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlikeli olacağını görüşüyorlardı...
O sırada biz konuşurken, Dersimlilerin jandarma karakollarımızdan üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk'le göz göze geldik.
Birbirimizi anlıyorduk. Atatürk benim yüzüme baktı. 'Ne olacak' dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Ne olursa olsun bana hitap edecekler. Hükümet reisi benim. 'Anlıyorum efendim, bana hitap edişinizin manasını' dedim. Atatürk: 'Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim'i' dedi ve vurduk..."
Yani işin başında Cumhurbaşkanı Atatürk ve GK Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak var. Sivil kökenli Başbakan Bayar da "üstüne düşeni" yapıyor.
Haritayı da unutmayalım: Harekâtta yapılanları Atatürk'ün kendi eliyle işaretleyerek gösterdiği harita, Trabzon'daki müzede durmakta... 'Buradan girdik, şuradan vurduk' diye anlatmış.
***
Bayar ve Çağlayangil'in anılarını yan yana getirdiğinizde (daha niceleri var) manzara ortaya çıkıyor:
Operasyonu Atatürk ve Çakmak yürütüyor. En tepede onlar var. Diğerleri emirleri uyguluyor.
Ama emri verenin de, uygulayanın da vicdan azabı çektiğini, pişmanlık duyduğunu gösteren işaret pek yok:
Zehirli gaz da kullanarak, suçlu/suçsuz ayrımı yapmadan, kadın/çocuk demeden, toptan yok etmeyi, doğru ve meşru bir eylem olarak görüyorlar.
***
Bu ve benzeri olaylardan çıkan bazı sonuçlar şunlar:
* Şimdiye kadar okullarda okutulan cumhuriyet tarihi koca bir yalandır. Her şey çarpıtılmış ve sansürlenmiştir.
* "O vakit öyle düşünülmüş, öyle yapılmış" diyerek 'geçmişi' mazur gösterenler, o dönemi 'bugün' niye savunduklarını anlatsınlar da öğrenelim. İnsanlık suçuna niye sahip çıkıyorlar?
* Şimdi de aynı şeyi mi yapmak istiyorlar? Evet, istiyorlar. CHP'li Onur Öymen tam da bunu dedi.
* Gerçeklerin ortaya çıkması için 'Atatürk'ü Koruma Kanunu'nun da kaldırılması gerekir.
* "Bazı" Alevilere sormak gerek: Madem Dersim'de yapılanları biliyordunuz... Niye 2006'da bin köye, bin Atatürk büstü dağıttınız? Kemalist darbecilerin organize ettiği Cumhuriyet mitinglerini niye desteklediniz? Ve niye, Reha Çamuroğlu'nun ifadesiyle, CHP'nin arka bahçesi oldunuz? Peki, olmaya devam edecek misiniz?
Sabah

Dersim 2009
Nihal Kemaloğlu

Tarihle aramızdaki marazi ilişki hazırlıksız bir anda nüks etti.
Siyasi dil sürçmesini aşan densizlik, bizi 1938'in itinayla saklanan loşluğuna savurdu.
Toplumsal uzlaşmayla neredeyse bir giz gibi, "mırıldanarak anlatılan Dersim" hayatımıza sökün etti.
71 yıldır evlerde dahi konuşulamayan, dedelerle, amcalarla ilgili akıbet yazılmaya başlandı.
Mühürlenmiş zamanın Dersim üzerindeki hükmü çözüldü.
Ketumiyet yükünü atıyor "Dersim hakikatinin" örtüsü açıldı.
2009'a kadar resmi tarihin gölgelediği Dersim bütün suretleri ve insan hikayeleriyle
sessizliği bozdu..
Soy kütüğünü sakıncalı bir künye gibi yaşayan herkesin "üveyliği" bitiyor.
Suskunluğun sardığı 71 yıllık giderilmeyen öksüzlük ve yetimlik biraz teskin oldu.
Kayıp mezar sahibi büyükler bugünün vefasıyla en azından hatırlandı ve anıldı.
Resmi tarihin kişisel tarihlerimize uyumsuzluğu bilinse de hayatı kesen zulmün bugün bile inkarı
insan haysiyetinin de inkarı. olmuyor mu?.. .
Dersimli üç neslin ruhlarına açılmış derin uçurumdan aşağıya şimdi siyasiler düşüyor.
Dersim olaylarını 2009 yılında bile telaffuz edemeyen siyasi körlük ve hafıza yetmezliği başta Dersimliler'i yok saydı.
Savaş eskizlerine yaslanan siyasi taassup, tahripkar imalarından ödün vermedi..
Kaba ve şematik tarih söyleminin fanatikleri için "Dersim'i" anlamak ve kavramak mümkün değil.
Kimse kutsal tarih mitosunun sarsılmasını istemiyor, çocuksu zihniyet kıyımlara gerekçe icat ediyor.
Oysa yüceltilmiş rasyonel ve uygar aklın bulanık suları çekildikçe, insanlık enkazları görünür.
"Uygarlaştırma şiddeti",her zaman serinkanlı siyasi bir mantıktır.
Bu siyasi mantık "kendini ilahlaştırdıkça" meşruluğunu sağlamlaştırır.
Tarihi ilerleyen bir düz çizgi addeden "insansız kronoloji", bugüne yetemiyor, mitoslar pul pul dökülüyor.
Dersimliler'in hiçbir zaman "hınca" "sürüklenmemiş ahlaki duruşlarının yanında, siyasilerin bağnazlığı hepimize ağır bir uyarı!
Irkçı-milliyetçi kaskatı zihin hala insan kıyım cenderesi rolünü bırakmadı.
71 yıl sonra bile üretilen otoriter-statükocu dili her dem adaletsiz.
Ahlaki sorumluluğunu unutan "kibirli duygusuzluk" diretiyor.
Dersim insanının kin ve kan davasını reddeden tevekküllü tutumu da bu ülkeye başka bir ders.
Bu derste, mazlumluk ve kurbanlık psikolojisinin kavramlarına aktarılamayan kadim ve bilge vicdanın insanı kutsayan, yaşamı evetleyen geleneği var..
Kin tohumları atmadan, nefret söylemleri kurmadan bugünlere gelen Dersimliler'i toptancı şıhlık, şeyhlik modelleriyle değil, içlerinde yeşerttikleri kadim değerlerle anlayabiliriz.
Başka insanlardaki "insanlığı"öldürmenin insanlığa yapılmış zulüm olduğuna inanırlar.
Onlar bugünlerde sadakat ve bağlılıkla destekledikleri "siyasetçileri" acı acı seyrediyorlar.
İnsan acılarını tartmayan siyaset terazisine bu defa arkalarını dönmeye niyetliler.
Akşam

KOMÜNİSTLER DERSİM İÇİN NE DEMİŞTİ?

Geçmişten bir sayfa...

26.11.2009


Çetin rumuzlu okurumuz “Tunceli Alevileri’nin dini yoktur” başlıklı haberimize bir yorum yolladı. Dersim tartışmalarına katkıda bulunması açısından yayınlıyoruz:

Bakalım KOMİNTERN , bu olay hakkında ne düşünüyormuş: 29 Temmuz 1937 tarihli Komintern’in yayın organı “Rundschau” şöyle yazıyor: “İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesindeki barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl TUNCELİ adı verilmiştir. Dersim’in hakim katmanları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir... Dersim’de devlet otoritesi sadece kağıt üzerine kalıyordu. Feodal aşiret reisleri her fırsatta devleti hiçe sayarlardı... Bugün, Kemalist Hükümet’in enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.” (Komintern Belgeleri’nde Kürt Sorunu, Kemalizm, Erdal Yeşil, Tohum Yayınları, s. 185, İstanbul)
Odatv.com

30 Kasım 2009
Kılıçdaroğlu Katliamı Savundu
Öymen'i skandal konuşması sırasında alkışlayan Kılıçdaroğlu'nun Dersim katliamıyla ilgili sözleri şok etti: "O dönemde devrim koşulları vardı"

CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen’in Dersim katliamı sözlerini değerlendiren Kılıçdaroğlu, “O dönem devrim koşulları vardı. Sadece bize özgü değil dünyada çok benzeri var’ diyerek savundu
aktifhaber

Devlet özür dilesin, CHP tarihiyle yüzleşsin
16 AĞUSTOS 2010
Başbakan Erdoğan'ın, 'Dersim'i CHP'nin bombaladı' şeklindeki sözleriyle başlayan tartışmaya Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu da (FDG) katıldı. Hem hükümete hem de CHP'ye seslenen Başkan Yaşar Kaya, 'istismar etmeyin' mesajı verdi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, Tunceli ziyaretinde 'Dersim Raporu' sunan Kaya, 'Sayın Erdoğan, Sayın Kılıçdaroğlu, Dersim'i politik çekişmelerin aracı olarak değil, barış içinde bir gelecek inşa etmenin bir vesilesi yapalım' dedi.
AKŞAM'a konuşan Kaya, şunları söyledi:
- Sayın Başbakan'ın açıklamalarını Dersim'e yapılmış soykırıma varan vahşetin bir itirafı olarak kabul etmek gerekir. Biz 1937-38'de katledilenlerin çocukları olarak sayın Erdoğan'ın samimiyetine inanmak istiyoruz. Dersim halkı, 72 yıldır devletten bir özür bekliyor. 4 Mayıs'ı resmen Dersim'in acılarını paylaşma günü ilan edin. 15 Kasım 1937'de Elazığ Buğday Meydanı'nda idam edilen Dersim'in önderlerinden Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerini açıklayın. Çocuk esirgeme yurtlarına verilen Dersimli yetim çocukların tam listesini açıklayın.
- Dersim'de yapılan katliamın planlayıcısı ve uygulayıcısı hiç kuşku yok ki CHP'dir. CHP katliamdaki rolünü kabul etmeli ve Dersim halkından resmen özür dilemelidir. Onur Öymen gibi kafatasçıları partiden ihraç etmelidir. Parti ve devlet politikalarıyla cesurca yüzleşmelidir. Dersim 1938 Katliamını Araştırma ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalı, tarihi haksızlığın giderilmesine yardımcı olmalı ve TBMM'de konu hakkında yapılacak yasal çalışmalara destek vermelidir. Sayın Kılıçdaroğlu, 1938'de Düzgün Baba eteklerinde katledilen akrabalarınızın çığlıklarına kulaklarınızı tıkamayın. Mağdur ve mazlum bir halkın ferdi olarak, bir Dersimli olarak atalarınızın çığlığını duyun.
Kadir MERKİT / TUNCELİ
Akşam

"Dersim'i vurun" emrini Atatürk mü verdi?
Mustafa ARMAĞAN

"Dersim'i vurun" emrini Atatürk mü verdi?

Hazin bir fotoğraf. Kimi oturmuş, kimi de ayakta poz vermiş objektiflere. İstiklal Madalyalılar bile var içlerinde. Kimler mi bu fotoğraftakiler? Şeyh Said isyanında devlete yardım eden Dersimli Kürt aşiret reisleri.

Farklı kimlikte iki kişi oturuyor ortada: Malatya Valisi Bozan Bey ile Elazığ Valisi Ali Cemal (Bardakçı). İsyanı bastırmakta gösterdikleri yararlılığa teşekkür edilmiş anlaşılan. Hepsi birer kahraman edasında. Ne var ki, 12 yıl sonra hemen hepsi bir zamanlar kendilerini ağırlayıp teşekkür eden, onurlandıran devlet tarafından ortadan kaldırılacaklardır. Kullanıldıklarını fark ettiklerinde ne yazık ki, geç olacaktı.

Velhasıl 1926'da ödüllendiren devlet, 1937-38'de on binlerce asker, kurşun, bomba, uçak, zehirli gaz, ne bulursa onları öldürmek için acımasızca seferber etmekten çekinmemiştir.

Peki Osman Pamukoğlu'nun deyişiyle, Dersim'in emrini Atatürk mü vermiştir?

Maalesef kitaplarımız genelde Dersim, özelde ise Atatürk'ün rolü konusunda ya suskun kalmayı yeğlerler (neme lazım?), ya da resmî tarih dışında tek bir kelime etmemeye özen gösterirler (susma hakkı).

Mesela 2008'de çıkan tam 1.230 sayfa tutarındaki bir "Gazi" kitabında Dersim'den tek kelimeyle olsun söz edilmez. Aynı tarihte piyasaya çıkan 600 sayfaya yakın bir "Atatürk" kitabında da katliamdan söz edilmesini boşuna beklersiniz. Toplamı 8-9 cilde ulaşan Devrim Tarihlerinden birinde "içte olumsuz gelişmeler" bağlamında söz edilir Dersim "ayaklanması"ndan. Yüzeysel, içi boş ve yanlı/yanlış bilgilerle dolu tam 12 sayfa...

Ama aynı günlere rastlayan Hatay'ın bağımsızlığı çabalarından sayfalarca söz edildiğini tahmin edersiniz. Tabii kazanç olunca iyidir; "olumsuz gelişmeler" ise unutturulur.

Aslı Trabzon'da bulunan haritanın üzerine harekât planları çizmiş olması gibi belgeleri şimdilik bir kenara bırakalım: İkinci Dersim harekâtında Başbakan olan Celal Bayar ile o tarihte Malatya Emniyet Müdürü olan İhsan Sabri Çağlayangil'in hatıralarında ortak olarak beliren bir noktayı vurgulayacağım. Her iki devletlû anlatıda da, Dersim'in sorumluluğunun sadece İnönü'nün üstüne yıkılamayacağını, başta Atatürk olmak üzere Fevzi Çakmak ve 1938 harekâtında Başbakan olan Celal Bayar'ın da sorumluluğu paylaştıklarını öğrenmekteyiz.

Şimdi bu iki hatırayı görelim. (İnternette Kılıçdaroğlu'nun yaptığı belirtilen Çağlayangil röportajında, 1990'da çıkan "Anılarım" adlı kitabından aşağıya aldığım Atatürk'le ilgili kısım atlanmıştır.)

İhsan Sabri Bey "Dersim isyanı"nın bir karakolun basılarak 33 erin şehit edilmesi üzerine başladığını söylüyor. Bunun üzerine Atatürk olayla ilgileniyor ve şu kesin talimatı veriyor: "Bu meseleyi kökünden hallediniz." Kılıçdaroğlu'nun yaptığı söylenen röportajda ise Çağlayangil Dersim'e askeri vali olarak atanan Abdullah Alpdoğan Paşa'ya, Atatürk'ün adı zikredilmeksizin "Bütün ordu iştirak etsin, bu Dersim'i temizleyin" emrinin verildiğini söylüyor.

Dersimli aşiret reisleri Çankaya'da ağırlandıktan sonra bir hatıra fotoğrafı çektirmişler. Yıl 1926. 1938'e geldiğimizde reislerin hemen tamamı öldürülmüş olacaktır.

Çağlayangil, Dersim operasyonu sürerken Elazığ'da görevlendirilir. Seyyid Rıza yakalanmıştır. İdam edilecektir. Tam bu hengâmede Atatürk Elazığ'a gelir (o sırada ağır hastaydı, ölümle pençeleşiyordu diyenlerin kulakları çınlasın). Görünüşte bir köprü hizmete açacaktır. Ancak köprünün açılışı tam da idamlara rastlatılır. Dersimliler de Atatürk'ün önüne çıkarak idamlıkların affını isteyeceklerdir ki, derin devlet bir daha harekete geçer. O Elazığ'a gelmeden idamlar gerçekleşmelidir! Tatil matil dinlemez Çağlayangil, idam kararını türlü oyunlarla çıkartır. O saatte elektrikler kesik olduğu için otomobil farlarının ışığında idam sehpasına çıkarılan Seyyid Rıza, ipi kendisi boynuna geçirir, sandalyeye kendisi tekme atar ve infazını celladına bırakmaz.

Atatürk Elazığ'a gelir. İdamların infaz edildiği geceyi trenini kör makasa aldırarak uyuyarak geçirir. Sabahleyin Çağlayangil kendisine Seyyid Rıza'nın sehpada sallanırken çekilmiş bir fotoğrafını gösterir. Atatürk idam fotoğraflarını imha etmesini söyler.

Zamanın Malatya Emniyet Müdürü Çağlayangil'in özetleyebildiğim anıları, Atatürk'ün Dersim meselesinin "kökten halledilmesi" emrini verdiğini, idamlar sırasında özellikle bölgede bulunduğunu ve konuyla yakından ilgilendiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Celal Bayar'ın 12 Eylül 1987 tarihli "Tercüman" gazetesinde Kurtul Altuğ'a yaptığı açıklama da bu bilgileri destekler mahiyette. Bayar'ın sözleri epeyce ilginçtir:

"[Fevzi Çakmak, Atatürk ve ben] Dersim'de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Dersim'in, o halde kalırsa, her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlike olacağını görüşüyorlardı. O sırada biz konuşurken Dersimlilerin jandarma karakollarından üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk benim yüzüme baktı. 'Ne olacak?' dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Atatürk, 'Mesuliyetini üzerime alıyorum, vuracağız Dersim'i' dedi ve vurduk."

Bayar'ın sözlerinden, Çakmak ve Atatürk'ün Dersim'deki manevralara katıldıklarını, baş başa verip Dersim'in 'tehlikeli' durumunu görüştüklerini, baskın haberleri üzerine de Atatürk'ün sorumluluğu üstlenerek Dersim'in vurulması emrini verdiğini öğreniyoruz. Hatta 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısına katıldığını ve Dersim'i ıslah kararının altında imzası bulunduğunu da biliyoruz. Ancak anılarını aktardığımız bu iki tanık bize Atatürk'ün o tarihte Dersim'le yakından ilgilendiğini ve birisinde "Bu meseleyi kökünden hallediniz", öbüründe ise "Sorumluluğunu alıyorum, Dersim'i vurun veya temizleyin" emrini verdiğini net olarak göstermektedir.

Kitaplara ne kadar susturucu takarsanız takın, gerçeklerin tencerenin kenarından taşmak gibi kötü huyları vardır.
29 Ağustos 2010-Zaman

‘Cellatlarına aşık bazı Aleviler var’
20 Kasım 2010

Tunceli Munzur’da, Sürdürülebilir Yaşam Derneği’nin başkanı olan Mehmet Yürek, hemşerisi Kemal Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi ve Alevi derneklerini çok sert sözlerle eleştirdi.

ASLAN DEĞİRMENCİ’nin haberi

CHP’de yeni yönetimle birlikte ‘değişim başladı’ diyerek bazı Alevi derneklerinin Kılıçdaroğlu’na destek açıklamaları yaptığını hatırlatan Yürek, “Kılıçdaroğlu, çıkıp ‘ben Tunceliliyim’ bile diyemezken, bazı Alevi dernek ve federasyonların destek açıklamasında bulunmaları statükodan faydalanma çabasıdır” dedi.

BU ALEVİLER CELLATLARINA AŞIK OLMUŞLAR

“Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’ye destek verenlerin tek derdi, CHP’de siyaset yapma gayretidir” diyen Yürek, “Bunlar bir şebekedir. Alevilerin omzuna basarak kendilerini pazarlama derdindeler. Alevilerin sorunları ile değil, kendi çıkarları ile ilgilenirler. Zaten Alevilerin sorunlarını da meydana getirenler bunlardır. Celladına aşık olan Alevileri kınıyorum. Baksanıza Dersim katliamını unutmuşlar. Çete mantığıyla hareket ediyorlar. Bizler gerçek cellâtlarımızın CHP içinde olduğunu biliyoruz. Aslında onlar da biliyor ama koltuk aşkları ağır basıyor” diye konuştu.

CHP FAŞİST DİKTATÖR BİR PARTİDİR

CHP’de yaşanan sorunun lider değil zihniyet sorunu olduğunu vurgulayan Yürek, “Kılıçdaroğlu gelince birileri toplum mühendisliği yapmaya başladı ama boşuna. Baksanıza çarklara… Başörtü konusunda ne dedi ne yaptı? Kürt sorunu raporu ne oldu? CHP asla demokrasiye geçemez. Bunu Kılıçdaroğlu ile hiç yapamaz. Sahilde kaldılar işte. Ortada bir vesayetçi sistem var. Kılıçdaroğlu da o sistemin bir parçası. O sistem özgürlüklerden yana olmaz. Özgürlüklerle hep savaş halindedir. CHP faşist diktatör bir partidir. Batı Hitler ve Mussolini’den nasıl kurtulduysa bizim de CHP’den kurtulmamız gerekiyor. Bu olmadıkça ülkeye demokrasi gelmez” ifadelerini kullandı.
Yeni Akit

Ahmet Altan
Dersim
18.11.2011

Ahmet Altan köşe yazılarını web sitenize ekleyin
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, “Dersim Katliamı’nın sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardır” deyince ana muhalefet partisinde kıyamet koptu.

Bazı milletvekilleri Aygün’e karşı ayaklandı.

Parti yönetimi Aygün’ün savunmasını istedi.

Bu konuda yapılan açıklamaları okudum ama ne CHP yönetiminin, ne de CHP’li milletvekillerinin Aygün’e niye itiraz ettiğini anlayabildim.

Aygün’ün yalan söylediğini mi düşünüyorlar?

1937’de gerçekleşen Dersim Katliamı’nın sorumlusu olarak devleti ve CHP’yi görmüyorlar mı?

Dersim Katliamı’nı devlet yapmadı mı?

CHP yönetimi ve milletvekilleri, Dersim Katliamı’nın sorumlusunun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka biri olduğunu düşünüyorlarsa, söylesinler.

O katliamı devletten başka kim yaptı?

O tarihte devletin tek sahibi de CHP değil miydi?

Türkiye’de devletten ve devletin sahibi olan CHP’den başka bir güç mü vardı?

Yoksa Atatürk kısmına mı itiraz ediyorlar?

Bence Aygün kibarca söylemiş, “Atatürk de bu olaylardan haberdardı” derken.

Ülkenin hâkim-i mutlakı olan Atatürk’ün “haberdar” olmaması zaten söz konusu değil ama Atatürk sadece “haberdar” değildi, bu katliam için bizzat emir veren, planları yapan adamdı.

Trabzon’daki müzeye giderlerse Atatürk’ün üstünde çalıştığı harekât planını da orada görürüler, Atatürk harita üstünde birliklerin gideceği yerleri belirlemişti.

Bunun neresine itiraz ediyorlar?

Dersim Katliamı’nın devlet, CHP ve Atatürk’ten başka “sorumlusu” olabilir mi?

Yoksa buna itiraz etmiyorlar da Dersimde bir “katliam” olduğunun söylenmesine mi itiraz ediyorlar?

“Dersim’de katliam olmadı” mı diyorlar?

Orada binlerce adamın öldürülmesinin adı ne CHP’lilere göre?

Öldürülmediğini mi iddia ediyorlar?

Girsinler internete o katliamın korkunç görüntülerini rahatça bulurlar.

Zaten çok uzağa gitmeye gerek yok.

Dersim konusunu dile getiren eski CHP Milletvekili Onur Öymen’di, Kürtlere karşı sertleşme politikasını savunurken Atatürk’ün Dersim’de yaptıklarını örnek göstermişti.

İsterlerse biraz daha yakına gelsinler.

Dersim Katliamı’yla ilgili sözleri için “savunma” isteyen partilerinin bugünkü başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na doğru yaklaşsınlar.

Ona İhsan Sabri Çağlayangil ile Dersim konusunda neler konuştuklarını sorsunlar.

O konuşmanın kayıtlarını bulsunlar.

Çağlayangil’in tarihe geçen, “İnsanları mağaralarda fareler gibi öldürdük” sözünün altını çizsinler.

Binlerce insanın “mağaralarda fareler gibi öldürülmesinin” katliamdan daha başka bir ismi varsa onu söylesinler.

Askerlerin kesilmiş kafaları ellerinde tutan resimlerine baksınlar.

Sonra kamuoyuna Aygün’ün sözlerine niye itiraz ettiklerini anlatsınlar.

Dersim’de yaşananlar hakkında biraz bilgisi ve bir nebze vicdanı olan hiç kimse Aygün’ün sözlerine itiraz edemez.

İnsanları yakarak, bombalayarak, idam ederek, kafalarını keserek öldürdüler Dersim’de, sonra da utanmadan bunun konuşulmasını yasak ettiler.

Hâlâ gerçekleri susturmaya çalışıyorlar.

Tabii, bu ülkede Dersimlileri bombalayan Sabiha Gökçen’in adı bir havaalanına veriliyorsa sadece CHP değil bütün partiler utansınlar.

Kürtlerin katilinin adını taşıyan bir havaalanından Kürtleri yolculuk etmeye zorlayan bu devlet utansın.

O havaalanının adı bir gün değişecek.

Sivil halkın üstüne bomba atan birinin adı havaalanına verilemez çünkü.

Bu devlet Kürtleri böyle delirtiyor işte, öldürüyor, öldürdüğünün söylenmesini yasaklıyor, öldürdüğü söylendiğinde pişkince reddediyor, katilin adını havaalanına veriyor, sonra da “biz kardeşiz” diyor.

Kardeş olduğumuza hiç inanmıyorum ama eğer kardeşsek de Habil’le Kabil gibi kardeşiz, kardeşlerden biri diğerini öldürdü, defalarca öldürdü.

Sonra da “yoo, öldürmedik” diye gözlerinin içine baka baka alay etti, “öldürdünüz” diyeni cezalandırdı.

Hâlâ da cezalandırıyor.

Belki de Aygün’ü, Dersim Katliamı’nı en yakından bilen insanlardan birinin yönettiği partiden atacaklar.

Dersim’de katliam olmamış mı olacak o zaman?

Yoo, sadece başta Kılıçdaroğlu olmak üzer bütün CHP gerçekleri saklamış, olayları çarpıtmış, yalan söylemiş olacak.

Benim onlara söyleyecek bir sözüm yok.

Ama sanırım Seyit Rıza’nın Kılıçdaroğlu’na bir sözü olacak:

“Ayıptır, zulümdür, cinayettir.”

Bu söz, Aygün’den savunma isteyen Kılıçdaroğlu’na hayatı boyunca yeter.

Kaynak: Taraf

Tayyip’ten Kemal’e en unutulmaz gol
Ahmet Hakan Coşkun
ahmethakan@hurriyet.com.tr
24 Kasım 2011

Sen Dersim üzerine dişe dokunur tek bir kelime bile etmezsen...

Sen “Hüseyin de sussun, diğerleri de sussun” demeyi tercih edersen...
Sen hakikatlerin üstünü örterek geçiştirme yoluna gidersen...
Sen tarihine “toz kondurmam” tavrıyla yaklaşırsan...
Sen “Tuncelili Kemal” kompleksine kapılıp kendi haklı davanın bir numaralı savunucusu olmaktan geri durursan...
Sen korkak, pısırık ve idareci olmayı tercih edersen...
Sen öldürülmüş bebekler adına bile liderlik sergileyemezsen...
Adam da çıkar...
Hem arşivi açar, hem özrünü diler.
Golünü atar yani...
Sen de öylece kalakalırsın.
Kendi haklı davasını bile savunamamış bir genel başkan olarak...
Partisinin tarihine nasıl yaklaşacağını bilmeyen bir lider olarak...
Yapabildiği tek şey “herkesi susturmaya çalışmak” olan bir siyasetçi olarak...
Tarihiyle yüzleşmekten, hesaplaşmaktan köşe bucak kaçmış bir CHP’li olarak...
Yani dımdızlak.
Yani mahcup...
Yani mağlup...

Eh, ne yapalım Kemal Bey...
Değişmez ve hiç değişmeyecek kaidedir:
Atamayana atarlar.
Hürriyet

"Atatürk vurun dedi, vurduk"
28.11.2011

Uzun yıllar Celal Bayar'ın avukatlığını yapan Cindoruk, Dersim katliamı sırasında başbakan olan Bayar'la arasında geçen diyaloğu anlattı.

Cindoruk, "Hükümetler gelip geçicidir. Hukuken mühim olan Meclis'in kolektif özrü" görüşünde.

Hüsamettin Cindoruk uzun yıllar Celal Bayar'ın avukatlığını yaptı. Dersim katliamı sırasında başbakan olan Bayar'la Cindoruk'un bu konu hakkında neler konuştuğunu, Bayar'ın Dersim'le ilgili fikrleri soruldu. Açılacak olan 28 Şubat soruşturmasıyla ilgili fikirlerini ve geçen hafta ziyaret ettiği Silivri Mahkemesi'nde gördüklerini de anlattı.

'ATATÜRK VURUN DEDİ BİZ DE VURDUK'

1936'da Celal Bayar'ın Dersim'le ilgili hazırladığı rapor en az İnönü'nünkü kadar sert. Bayar, Dersim katliamıyla ilgili ne düşünüyordu?

Ben Bayar'ın son 25 yılında avukatlığı yaptığımdan bu konuda da konuşmuştuk. Rahmetli Bayar'ın Dersim'le ilgili bana söylediği şudur: "Cumhuriyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkâri dahil, Trakya dahil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tunceli dışında. Tunceli'deki mütegallibe Tunceli'yi Cumhuriyet'in dışında tutuyordu. Polis, jandarma oraya giremiyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, kanunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli'yi kattık." Aynen böyle anlatmıştı.

'İNÖNÜ VEYA BAYAR'A YIKMAK SON DERECE YANLIŞ'

Atatürk'ün bilgisi yoktu diye bir kesim hâlâ diretiyor?

Atatürk'ün bilgisi yoktu, o sırada hastaydı diyenler doğru söylemiyor. Başka bir karine daha Sabiha Gökçen'dir. Kendisi askeri pilot da değildi. Sizce Atatürk'ün manevi kızı olarak onun bilgisi dışında böyle bir harekâta katılması mümkün mü? O nedenle işi İnönü'ye veya Bayar'a yıkmak son derece yanlış. Atatürk'ün ölmeden evvel Tunceli'yi Cumhuriyet topraklarına katma iradesi var işin içinde.

Ne İnönü ne Celal Bayar bu acımasız yönteme karşı çıkmış ama değil mi?

O zaman karşı çıkmak yok. İhsan Sabri Çağlayangil, ki Bayar'ın yakınıydı, devlet bürokrasisi olarak talimat aldıklarını açıkça anılarında söylemişti. Dersim'e yapılanlar baştan aşağı haksızlıktır. Ve Seyit Rıza'nın dediği gibi zulümdür. Cumhuriyet'in zorbalığıdır. Evet, belki CHP egemen p
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Arl 07, 2009 12:12 am    Mesaj konusu: Zazalar Kürtleştirilmek mi İsteniyor? Alıntıyla Cevap Gönder

Biri 'apoletli', iki Zaza


Fındık Ağa. Baba Kamer Ağa.
24/01/2010

“Dersim İsyanı”ndan ailenin yaşayan tek üyesi olarak babaannem kalmıştı. O koca soyu sürdürmek, acılarla birlikte, ona miras kalmıştı. Babası Kamer Ağa ve abisi Fındık Ağa asıldıktan sonra

GÜLSEN YÜKSEL

Çocukluğumdan iki güçlü fotoğraf... Babaannemin, misafir odasının duvarını süsleyen iki fotoğraf çerçevesi. Tavana yakın yan yana asılmış “apoletli”, pala bıyıklı iki adam. Bulundukları köye hiç ait değillermiş, elleri toprakla hiç buluşmamış gibi. Adları çocukların hoyrat diline düşmemiş iki aile büyüğü. Odadan içeri her süzülüşümde mahremiyetlerine girdiğimi hissedip kendi densizliğimden utandığım “apoletli”, madalyonlu iki adam.
Şimdilerde olur olmaz yerlerde karşıma çıkıyor bu “apoletli” adamlar. Hiç ummadığım bir anda bir gazete sayfasından bana bakıyorlar, Avrupa’da gösteri yapan gençlerin ellerinde.
Çocukluğuma dair düşsel anıların pençesine hazırlıksız şekilde düşürüyorlar beni. Fotoğraf anından sonra yaşayacaklarından habersiz objektiflere poz veren, yıllarca bir çerçeveyi yurt bilip gözleri bütün ailenin üzerinde olan bu iki apoletli (dikkat edilirse sadece birinde madalya var, babaannem yıllarca yarattığı illüzyonla gözlerimizi kör etmiş, madalyona da kendi dilinde “apolet” demişti) adam bir baba ve oğul. Nerede ve kim tarafından çekildiğine dair hiçbir “sır” barındırmayan bu fotoğraflardaki madalyonların büyüsüyle soyumuzdaki iki önemli zat olduğunu düşünür, içten içe gurur duyardım.
Oysa bu iki “apoletli” adama ilişkin tek bildiğim, birinin babaannemin babası diğerinin de kardeşi olduğuydu. Adlarının sonuna “Ağa” tamlamasını getirmeden söz etmez, “babam” ya da “kardeşim” demezdi. Çünkü onlar Yusufhan aşiretinin başıydı. Birinin adı anıldığında diğerinin adı da anılırdı: Kamer ve Fındık Ağa. Soy soptan daha önemlisi yoktu babaannem için. Acılar bile asaletin önüne geçememiş, onu galebe çalamamıştı. Yıllar sonra şehir insanlarına kendini soyuyla tanıtıp yarım yamalak Türkçesiyle “Siz kimlerdensiniz?” diye sorması, anlamsız bakışmalara neden olsa da içimde babaannemin yıllar önce incinen gururuyla birlikte bir sızı bırakırdı. Ergen kalbim o gün tam kavrayamasa da soyağacında tutunacağı kimsesi kalmayan babaannemin varlığını sürdürebilmek adına kendisini babasının ve kardeşinin adını anmadan kimseye tanıtmadığını, şimdi yazarken keşfediyorum. Zira o büyük isyandan, “Dersim İsyanı”ndan ailenin yaşayan tek üyesi olarak babaannem kalmıştı. O koca soyu sürdürmek, acılarla birlikte ona miras kalmıştı.

Siz kimsiniz?
Nasıl ve ne şekilde sağ kurtulduğunu ne o anlattı ne ben sordum. Tek bildiğim o benim babaannemdi. Kuşlarla birlikte kalkıp yayığın başında soyuna, en çok da babasına ve kardeşine ağıtlar yakıp güne öyle başlar, en tatlı sabah uykularımızın ortasına soyunun acısıyla yerleşir, anne babalarımızın serzenişleri içinde olası güzel rüyalardan bizi her seferinde alıkoyar, ardından asaletini artık tanımayan bütün köy halkına verip veriştirirdi.
Arı petekleri ve kiraz ağaçlarıyla çevrelenmiş rüya evde soyunu neden kaybettiğini tam anlamıyla kavrayamadan ve Türkçeyi de tam sökemeden, geçtiğimiz yıllarda yitirdiğim bu tatlı kadından duyduğum tek söz, babasına Atatürk’ün madalya taktığıydı. Hem aşiretin başı ve ağa oluşlarıyla hem de Atatürk’ün taktığı madalyayla bütün köylülere fark atardı babaannem.
Atatürk ve arkadaşlarının soyuna yönelik öfkesinden söz etmeyi ise kendi asaletine yakıştırmazdı.
Konaklı hayattan, altın kemerlerin elbisesine nasıl yakıştığından birkaç cümleyle söz eder, yarım yamalak Türkçesiyle “Sen bilmez, benim baba ağa” derdi. Şaşalı yaşamına tanık olamayan biz şehirli torunlara “Siz kimsiniz?” demeye getirirdi içten içe. Dadılı hayatı pek seven canım babaannem... Konaktan gelen alışkanlıkla aynalardan uzak durmaz, acılarla güzelliği yan yana yaşamayı ihmal etmezdin.
Dün gece seyrettiğim saçma sapan dizilerin ortasında senin ağabeyinden söz eden dergiyi gayri ihtiyari elime alıp ağabeyini okuyunca aklıma düştün yine. Senin büyük bir övünçle kuvvetinden söz ettiğin ama benim bir “efsane” diye biraz iplemeden dinlediğim, senin “Sen biliyor... ipi iki kere kopardı” sözlerini bir de dergide (Masis Kürkcügil’den) okudum. Sana inanmamıştım, dergide okuyunca inandım. Seyit Rıza ile birlikte idama giden kardeşin Fındık Ağa’nın idam sehpasında ipi iki defa kopardığını. Ne vakit “işbirliği” yaptılar, ne vakit isyan ettiler ve ne vakit seni bir başına bıraktılar, bunların ardına düşmedin. Okumaz yazmaz bir kadındın. Ama ihtişamı, konaklı hayatı pek severdin.
Kardeşinden “ağa” diye söz eden, ağalığı, şaşaayı unutmayan bir tek sen vardın. Bir de ardı arkası kesilmeyen tv dizileri... 1938 yılında ipek elbiselerinle askerlerden kaçarken ağlayıp sizi ele vermesin diye çocuğunu (babamı) havuz kenarına bıraktığını anlatmaktan da bir anne olarak hiç hicap duymadın. Sen kaçarken dadısı kaldı yanında. Dergide okuyunca böylesi bir kıyımın ortasında senin davranışının neden hiçbirimizde hayret uyandırmadığını, usul usul dinlediğimizi şimdi anlıyorum. Oysa bir kadın programına konuk olsan, anneliğini hallaç pamuğu gibi evirip çevirirlerdi. Dergi yazarı, “Fazla kaynak yok”diyor. Yok muydu sahi? Anlatmaya dilin varmazdı. Bir tek sen ve yolu nedense Hollanda’ya düşen akraban kaldı isyandan geriye. O yüzden kalbin de hep biraz Hollanda’da attı.
Her şey günahtı senin için. O iki fotoğraf çerçevesine yakın tavanda birkaç yılan toprak dökerdi de bizi yılanlı odada yatırır, dokunmazdın yılanlara, uğursuzluk getirir diye. “Günahtır” derdin. Günahlardan arınmak için sen önde ben arkada, önümüze çıkan irili ufaklı bütün kaya parçalarını öperek yürürdük şehre kadar.
Evet, Emoş Hatun. Bolu’da sürgünde, cezaevinde ölen Kamer Ağa’nın kızısın sen. Hanedanlığa olduğu kadar devrimcilere, telebelere tutkuyla bağlılığın gözümün önünde. “Sen ağa torunusun cigara bisime” diye beni sigara içmeye teşvik eden tatlı kadın, senin ağa soyun için arada bir cigara tüttürdüğümü, senin asaletin ve acıların önünde saygıyla eğildiğimi unutma sakın.
Ben Türkçe, sen Zazaca bir ömür geçirdik. Ama kimseye düşman ölmediğini, arabanın önünde oturmayı bir de hanedanlık şehri “İştanbol”u çok sevdiğini biliyorum. Kıyımdan söz etmek yerine ipek elbiselerden, konaklı hayattan söz edişin de o korkunç günleri unutmak içindi.
Evet, herkes sussun. Unutma Bahçe’sinin yazarı konuşsun artık. “Unutalım” demişti hani röportajda. “Unutalım”. Nasıl yani? “Başlamak için...” demişti, “Unutalım...” Ne kolay ve ne güzel söyleyivermişti. Seni unutmadım babaanneciğim. Kötü günleri unutan seni unutmadım, asil ve tatlı kadın.

Radikal

Zazalar Kürtleştirilmek mi İsteniyor?
Sinan Sungur
Açik Istihbarat

TBMM’de, 10 Kasım 2009 günü “demokratik açılım” kapsamında yapılan konuşmalarda, CHP Milletvekili Onur Öymen’in Dersim (Tunceli) ile ilgili beyanları sonrasında yaşanan tartışmalar ve medya organlarında meseleye getirilen yorumlar, Dersim halkının ve genelde Zazaların etnik kimliği konusunda bir bilgisizliği ve cehaleti de ortaya çıkardı.

DTP ve AKP’li politikacıların yanı sıra, köşe yazarlarının çoğu da maalesef Dersim olayını, gündemdeki “Kürt açılımı”na katkı için kullanmaya çalıştılar.

Özellikle DTP, konuyu alabildiğine istismar etti ve bunu da “Kürtlük” adına sahiplenmeye kalkıştı.

Medya organlarının ve yazılı basının durumu da bundan farksızdı aslında. Yine her zamanki gibi, “ezilen, katledilen, sürgün edilen, mağdur edilen Kürtler” edebiyatı sürekli işlendi.

Doğu/Güneydoğu Anadolu’ya ilişkin herhangi bir meselede, nedense siyasetçilerimizin ve yazarlarımızın aklına hemen Kürtler geliverir. Sanki o bölgenin halkının tümü Kürt!

Bölgedeki diğer toplumların neden görmezlikten gelindiği ve âdeta yok sayıldığı anlaşılmaz bir tutum.

Doğu ve Güneydoğu’da Zazaların, Türkmenlerin, Azerilerin, Arapların, Süryanilerin, Keldanilerin, Ermenilerin, Yezidilerin, ayrıca sayıları az da olsa Çerkez, Çeçen ve Abaza kökenli toplulukların da yaşadıkları unutulmamalı.

Şark meselesi irdelenirken, konuya bu perspektiften bakılmalı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkını topyekun “Kürt” hanesine kaydeden siyasetçi ve yazarların büyük bir hata içinde oldukları gayet açık.

Bunlar bu tutumlarıyla, terör örgütü PKK’nın ve diğer Kürtçü odakların düzmece tezlerine katkı sunduklarının farkında değiller galiba.Bilmeyenler için bir kez daha yineleyelim:

Zazalar, Kürtlerden ayrı bir halktır.

Zaza dili, Kürtçü unsurların iddialarının aksine Kürtçe’nin bir şivesi değildir. Zazaca, gramer ve sözcük haznesi itibariyle Kürtçe ile dilbilimsel yönden bir yakınlık göstermemektedir.

Alevi Zazalar, Dersim (Tunceli), Erzincan, Sivas; Sünni Zazalar ise Elazığ, Diyarbakır, Bingöl, Siverek (Şanlıurfa) kentleri kapsamında yoğunlaşmışlardır.

Kürtler ise anılan kentlerde azınlık durumundadırlar. Türkiye sınırları dışında bulunmayan Zazalar, ülkemize özgü bir etnik grup olup, Anadolu’nun yerli halkı sayılırlar.

Dersim’de, tarihsel süreç içinde Zazalaşmış olan bazı Türkmen oymaklarının (Balaban, Sarı Saltık, Koç Uşağı vs.) varlığı da söz konusu.

Öte yandan, son tartışmalarda tekrar gündeme gelen yakın tarihimizdeki Şeyh Said (1925) ve Dersim (1937) ayaklanmalarının Kürtlük/Kürtçülükle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Zazalara ait olan bu isyanların, çok hatalı bir şekilde resmi ve askeri literatüre de “Kürt isyanları” şeklinde yansıtılması sonucu, Kürtçü unsurların “silahlı mücadele” tarihine haksız bir “kazanç” olarak yazılmasına yol açmıştır.

Palu’daki Nakşibendi tarikatı postnişini Şeyh Said’in, cumhuriyetin kuruluşunun akabinde başlatılan devrimlere tepki göstererek isyan ettiği mevcut belgelerle sabittir.

Seyid Rıza’nın da bir Alevi/Kızılbaş dedesi olarak, Dersim’in geleneksel yapısının değiştirilmesine ve yörede yoğun bir şekilde yapımına başlanan askeri karakolların inşasına yönelik tepkisi söz konusu.

Ancak, bilinen bu gerçekler ve unutulmaya terk edilmiş arşiv belgeleri göz ardı edilerek, her iki olaya da çok yanlış bir şekilde “Kürtlük” damgası vurulmuştur.

Bugüne kadar maalesef devlet yetkilileri de dahil, akademik kuruluşlar, bilim adamları, aydın ve yazarlar, “Kürt” olgusunu kabul ederken, Zazaları çok haksız bir biçimde ya Kürtlerle özdeşleştirmiş ya da dışlamışlardır.

Zaza olgusu, sosyoloji açısından dışlanmış bir varlık alanı olarak günümüze dek hem aydınlarımız, hem de bazı güç odaklarınca Kürt ekseninin içine itilmiştir. Bu tür bir yaklaşımın alt yapısında iç ve dış güçlerin propagandist eylem biçimlerinin önemli rol oynadığı, bunun da Kürtçü unsurların amaçladıkları “Kürdistan” teorisine güçlü bir alt yapı hazırladığı bilinmektedir.

Diğer taraftan, üniversiteler ve akademik kuruluşlar, bugüne kadar bölgenin demografik yapısını analiz etme ihtiyacını duymamış ve böylece siyasi Kürtçülerin ekmeğine yağ süren bir tutum içine girmiştir.

Bu yöndeki boşluğu fark eden PKK, stratejisini oluştururken bu hususu göz ardı etmemiştir.

Nitekim Abdullah Öcalan, “Kürt Dosyası”nda Gazeteci Rafet Ballı’nın sorularına verdiği cevapta;

“PKK’da sentez var. Alevi yörelerde ve Zazaların olduğu yerlerde de PKK gelişiyor. Mesela Bingöl’de hızlı gelişmeler yaşanıyor. Ben yalnız Dersim tipolojisini yaratmakla kalmadım. Siirt, Mardin, Kars, Urfa tipolojisini de yarattım. Olumlu olumsuz özellikleri nelerdir, bunları nasıl birleştirebiliriz diye bölge çapında değerlendirmeler yaptık. Sonuçta PKK’da bir sentez oluştu.” demiştir.

Böylece, PKK şemsiyesi altında çeşitli etnik/dini/mezhebi gruplar birleştirilerek bir “Kürt üst kimliği” yaratılmak istenmiş, Zaza bölgelerinde Aleviliğin veya Zazalığın, “Kürtlüğün” önüne geçmesi engellenmiştir.

PKK ve diğer Kürtçü unsurlar, öteden beri Zazaları Kürtlerin bir alt-grubu olarak kabul ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardır.

Bu yaklaşıma ne yazık ki, son zamanlarda devletin bir kuruluşu olan TRT-6 (Şeş) de alet edilmiştir. TRT-6 (Şeş)’in programlarında, Zazalar “Kürt” olarak gösterilmiş, Zaza diline de “Kürtçe’nin lehçesi” denilmiştir. Bu sakat anlayışa halen de devam edilmektedir.

Hükümetin “demokratik açılım” projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda da Zazaların Kürtleştirilmesi yönündeki sakat anlayış sürdürülmektedir.

Örneğin Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan “Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü”nde görevlendirilen Kürt akademisyenler, siyasi Kürtçü tezlere uygun bir şekilde hazırlayıp YÖK’e sundukları bir raporda, Zazaları Kürtlerin bir alt grubu olarak göstermiş ve ne hazindir ki YÖK de bu raporu onaylamakla, Zazaların Kürtleştirilmesi projesine destek vermiştir.

AKP hükümetince, “açılım” projesi çerçevesinde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde okullarda uygulamaya konulması amaçlanan “Kürtçe Dersi” dayatmasıyla, Kürtçe’nin “K”sını dahi bilmeyen yöredeki Zaza çocukları devletin eliyle Kürtleştirilmek mi isteniyor?

Bingöl ve Dersim’de halkın yüzde 90’ı, Elazığ’da halkın yüzde 70’i, Diyarbakır’da halkın yüzde 50’si Zazaca konuşurken, bu illerdeki devlet okullarında okutulması hedeflenen “Kürtçe Dersi” ile amaçlanan nedir?

Devletin imkanları, bölgedeki Zaza, Türkmen, Azeri, Arap, Süryani, Keldani, Ermeni çocuklarına, Kürtlük bilincinin aşılanması için mi seferber ediliyor?

Bu gafilce tatbikata dur diyecek kimse yok mu bu memlekette?


Mustafa Armağan/Zaman
Çerkez Ethem'in abisi Atatürk'e 'Kürt açılımı' önermiş

(..)

İşte bundan yaklaşık 80 yıl önce yazılan bir 'açık mektup', tam da bugünkü tartışmalara bir cevap niteliğinde.

Mektubu yazan Çerkes Ethem'in ağabeyi Reşid Bey, ilk TBMM'de Saruhan (Manisa) milletvekiliydi ancak hain ilan edilince 8 Ocak 1921'de milletvekilliği düşürülmüştü. Lozan'dan sonra ilan edilen 150'likler listesine alındığı için uzun yıllar Amman'da yaşamış ve rejime muhalefetini her fırsatta dile getirmişti.

Reşid Bey'in, aşağıda yayınlayacağımız ve aslı Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde bulunan 'açık mektubu', Şam'da çıkan "El-Kâbes" gazetesinde Arapça olarak basılmış, Dışişleri Bakanlığı Basın Genel Müdürlüğü tarafından Türkçeye çevrilerek Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'e takdim edilmiştir.

Mektup daha önce Mete Tunçay tarafından "Tarih ve Toplum"un Ekim 1992 sayısında yayınlanmıştır. Ancak belgenin ekinde bulunan gazetedeki kupürü dikkate alınmadığı için metin tam olarak yansıtılamamıştır. Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde A VII/I D 86 F I-90-91 numarada kayıtlı bulunan çeviriyi Arapça metniyle karşılaştırmak suretiyle anlaşılır bir hale getirmeye ve günümüz diliyle ifade etmeye çalıştım.

Mektubun yazıldığı tarihte Türkiye kamuoyu biri Doğu'da, öbürü Batı'da olmak üzere iki kritik olaya gömülmüş durumdadır. Birincisi Türk siyasetinde fırtına gibi esen Serbest Fırka'nın kuruluşu, öbürü de peş peşe çıkan 5 Kürt isyanının kara bulutları. Mektup, batısında yeni bir umut rüzgârının tutuştuğu, halkın CHP'den kurtulma umudunun doğduğu, doğusunda ise en büyüğü Ağrı'da gerçekleşen Kürt isyanlarının peş peşe patladığı bir ortamda yazılmıştı.

Reşid Bey, son çare olarak Atatürk'e 'Kürt açılımı' tavsiyesinde bulunuyor, gerçekten namını Türkiye'nin iki halkı, yani Türkler ve Kürtler arasında yükseltmek ve ebedileştirmek istiyorsa gerekirse kendisini feda etmesini istiyordu. Sertlikle, baskıyla, şiddetle Kürtleri yola getiremezsiniz diyor ve ekliyordu:. Tek çare, ılımlı bir yönetimi iş başına getirip her iki millete de hak ve özgürlüklerini tanımaktır. Türkiye ancak böyle yapılırsa bölünmekten kurtulacaktır.

İşte 80 yıl öncesinden bugünlere seslenen o mektup:

"İşittiklerime ve gördüklerime dayanarak şunu söyleyeyim ki, hem Kürtlerin dinlerine tutku derecesinde bağlılıklarına, hem de kamuoyunun vicdanına aykırı olan mevcut durum, bu necip milleti tehlikelere ve savaşlara sürüklemektedir.

80 yıl önce yazılan bir 'açık mektup', bugünkü tartışmalara cevap niteliğinde.

İşte kanlar akmakta, canlar yok olmakta, hırs uyanmakta, intikam sevdası kalplerde kök salmaktadır. Ülkemin çöküşe doğru gittiği meydandadır. Dahası, cahil ve gafil Türk gazeteleri bu ayaklanmayı muhaliflerden yalnız birkaç kişinin üzerine yıkmaktadırlar.

Kürtlerin zulme gelemeyecekleri şüphesiz iken, şiddet, despotluk ve türlü imha yöntemleri ve Kürt beylerinin -Seyyid Abdülkadir de onlardandır- idamlarıyla sonuçlanan Şeyh Said İsyanı'nın (1925) ikinci bir isyan doğurmayacağını mı zannediyordunuz? Kürtlerin intikamları da şiddetli olur. Tarihten delil getirmeye gerek yok, yalnız bu son isyan bile öldürme, zulüm, şiddet ve köklerini kazımanın (tenkil) sınırları olduğunu gösteriyor.

Ülkemizin 15 milyona ulaşan nüfusunun yarısını teşkil eden Kürtler, tarihin en eski zamanlarından beri kendi mamur beldelerinde yaşamakta iken, uygulamakta olduğunuz siyaset memleketlerini bölüp parçaladı.

Halbuki çeşitli vesilelerle ve özel olarak da tarafınıza, Kürtlerin geleneklerine ve dinen kutsal bildikleri şeylere hücum etmenin, ülkemizin çöküşüne neden olacağını açıklamıştım. Ne var ki, hükümetimizin başı (İsmet Paşa) ve yoldaşlarının Türk milliyetçiliğinde ve ülkenin harap ve bitap düşmesinde ısrar, hatta inat ettikleri görülüyor.

Ey Gazi, şu an bu fırsattan yararlanmak için üzerinize büyük bir görev düşüyor.

1. Mert Kürt milletini harcamayın (zayi etmeyin) ve ona karşı düşmanlığın devamına meydan vermeyin.

2. Korkarım, tarih bizim geçmişteki beraberliğimizi tescil etmiş bulunuyor. Günahlarınız yüzünden ülkenin bölünmesinden kaygı duyuyorum. Unutmayın ki, en büyük ve uzun ömürlü şöhret, tarihin tescil ettiği şöhrettir. Ne mutlu ki ey Paşa, şimdiye kadar yaptıklarınız ve söyledikleriniz sizi tarihî nam ve şöhretten mahrum bırakıyor. Ancak bugün elinize bunu tersine çevirecek büyük bir fırsat geçmiştir. Bir an için kendinizi ölmüş farz edip namınızı yükseltmeye bakmalısınız. Kürtlerin dine tutkunlukları ve millî asaletleri, onları Türklerden ayrılmaktan men ediyor. Ancak bir şartla: Yönetimi cumhurdan, yani halktan ılımlı ve hür bir gruba emanet etmeniz gerekir. Böyle yaparsanız, himayeniz altındaki milletlerin (Türkler ve Kürtlerin) özgürlüğünü temin ve ülkemizin selametini muhafaza etmiş, böylece tarihte büyük bir ad ve şöhrete nail olmuş olursunuz."

Mektup burada bitiyor. Bitiyor mu sahiden de? İsmet Paşa ve yandaşlarının bugün de aynı kafada olduklarını gördükten sonra bu mektup hiç bitmez dostlar!
Zaman

Tuncelili kadınlar: Dersim belgelerini açıkla

15:10 - Tuncelili kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde yayınladıkları basın açıklamasında CHP Lideri Deniz Baykal'ın, "Malta Sürgünleri" benzetmesine karşılık olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Açıklarım" dediği 'Dersim 1938' belgelerini açıklamasını istedi. 07.03.2010 TUNCELİ netgazete

Ergun Babahan
Star Gazetesi
O muhtıra niye hâlâ Genelkurmay sitesinde
28 Nisan 2010

(..)

Aile imha edildi

Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine resmi bir zabıt sunuldu.

Dersim’le ilgili.

“...Hüseyin Altıntaş’ın nüfus hane kayıtlarında adı yazan Hüseyin karısı Humar ve Hüseyin evlatları Humar’dan doğma Elif, Mehmet, Hadice, Ahmedi, Suzan, Alicemal, Hetip, Emine’nin 1938 harekâtında imha edildiği ve aile reisi Hüseyin Altıntaş’ın da 1952 yılında öldüğü, haneden yalnız Ali Akgün’ün sağ kaldığı...”

Aralarında 2-5 yaşında çocukların da olduğu koca bir aile jandarma tarafından kurşuna dizilmiş.

Bu Dersim’in korkunçluğunu itiraf eden bir belge.

Bugün çocukların işlediği suçlar karşısında tüyleri diken diken olanlar, 70 yıl önce devletin çocuklara karşı işlendiği korkunç suçları görmezden gelmeye çalışıyor.

Halbuki nehir önlerine kurşuna dizilmiş çocuk bedenleri taşıyıp duruyor.

Pamukoğlu: Dersim'in emrini Atatürk verdi
19 Ağustos 2010
Anadolu Haber

Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, Dersim isyanı sırasında Atatürkün hayatta olduğunu ve isyanın bastırılması emrini de Atatürkün verdiğini söyledi. Pamukoğlu,Dersim birkaç kere ayaklanma teşebbüsünde bulundu. Atatürk sağdı, her şeyi yaptıran Atatürk'tü. dedi.

12 Eylül’de yapılacak olan Anayasa referandumu için ‘hayır’ kampanyası başlatan HAK ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu Edirne’de basın mensupları ile bir araya geldi. Yapılan basın toplantısında, sürekli gündeme getirilen Dersim isyanına değinen Osman Pamukoğlu, Dersim isyanının Atatürk’ün emri ile bastırıldığını öne sürdü. İsim vermeden Ak Parti hükümetini eleştiren Pamukoğlu, hükümetin ‘hüneri’ olmadığı için ölülerle ve Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki insanlarla uğraştığını ifade etti.

‘MUSTAFA KEMAL PAŞA BAŞIMIZA TAŞ YAĞDIRDI’

Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmak için harekat yönettiğini savunan Pamukoğlu şunları söyledi:

“Hünerleri olmadığı için ölülerle ve Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki insanlar ile de uğraşıyorlar. ‘Atatürk’ diyemiyorlar, meydanı boş buldukları zaman onu da diyecekler. Hiç uzatmanın gereği yok. Dersim birkaç kere ayaklanma teşebbüsünde bulundu. Atatürk sağdı, her şeyi yaptıran Atatürk’tü. O kadar Atatürk’tür ki Trabzon’da Atatürk’ün kaldığı bir ev var. O evde Atatürk bu Dersim isyanında Karadeniz bölgesindeydi, bizzat haritaya kırmızı ve mavi, kendisi işaretlemiştir. Bizim kuvvetlerimiz ve isyancıların kuvvetleri diye. Kendi el yazısı ve farklı askeri şekiller çizmiş, oklar çizmiş ve harekatın nasıl yapılacağını ve ortadan kaldırılacağını bizzat kendisi eli ile yazmış ve şekillendirmiştir. Harita Trabzon’dadır. Hatta doğuda görevliyken, isyanlarda bulunan çok yaşlı bir Kürt vatandaş ile sohbet ettim.

O isyanları bana anlattı.

Söylediği söz, ‘Mustafa Kemal Paşa başımıza taş yağdırdı’. İsyanları devletler nasıl bastırdıysa, Atatürk’te öyle bastırdı. Bundan sonra olacaksa yine aynı şekilde bastırılacaktır” dedi.


İPamukoğlu'nun bahsettiği o harita

Hakan Albayrak
Dersim ve Sabiha Gökçen

Ülkenin Başbakanı, Dersim Katliamı'nı telin ediyor. Ülkenin ana muhalefet lideri de "Ben o zaman daha doğmamıştım" diyerek, partisinin iktidarı döneminde gerçekleşen katliamın faturasının kendisine çıkarılamayacağını ifade ediyor; yani o da katliamı sahiplenmiyor.

Sahiplenen kimse kaldı mı siyaset sahnesinde?

Onur Öylem'in bile artık sesi çıkmadığına göre, kalmadı.

Ha, Osman Pamukoğlu var.

Belki birkaç kişi daha.

Kaideyi bozmayan istisnalar.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Günümüz Türkiye siyasetinde Dersim Katliamı'nın korkunçluğu ve kabul edilemezliği konusunda bir 'konsensüs' oluştu ve bu katliamı savunmak artık abes karşılanıyor.

Dahası, hem AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hem de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu (Türkiye siyasetinin iki ana kutbu), Dersim'in resmi adı olan Tunceli'yi son zamanlarda pek telaffuz etmiyor. İkisi de Dersim'e Dersim demeyi tercih ediyor.

Nereden nereye...

Bundan daha 10 sene evvel Tunceli yerine Dersim dediniz mi vatan haini terörist damgası yiyebilirdiniz.

Hazır bu noktaya gelinmişken, iktidar ve ana muhalefet işbirliği yaparak, o korkunç imha harekâtının dehşetini bilinç altlarına kazımak için dönemin Cumhuriyet idaresi tarafından Dersim'e verilen Tunceli ('Devletin Tunç Eli') ismini değiştirmeli. Dersim'in resmi adı yine kendi adı olmalı.

Bir şey daha: Madem Dersim'de yaşananlar katliamdı, madem o korkunç katliamı tasvip etmek mümkün değil, madem Cumhuriyet tarihinin o karanlık sayfasına bugün artık kimse imzasını atmaya yanaşmıyor, madem devlet büyükleri ve CHP lideri bu konuda redd-i miras ediyor, öyleyse İstanbul Kurtköy'deki havaalanının adı niçin hâlâ "Sabiha Gökçen Havaalanı"?

"Dünyanın ilk kadın savaş pilotu" diye yüceltilen Sabiha Gökçen'in katıldığı tek 'savaş', Dersim katliamı değil miydi?

Yenisafak

DERSİMLİ'NİN KIRDIĞI DERS
Umur Talu

Ülkü Tamer’in “kült” dizesinden ilhamla:

Hem dersini çalışmamış; hem sosyal demokrat herkesten!
Hem Dersim’i çalışmamış; hem dürüst herkesten!

CHP’nin yeni başkanı, yolunu açan kaset çık(arıl)mamışken, partideki Dersim tartışmasında, Ankara’da başka, Dersim- Tunceli’de başka, tekrar Ankara’da bambaşka davranmıştı.
Şimdi genel başkan.

Tamam, “Recep Bey”in “Dersim’i CHP bombaladı” sözünü yerli yersiz bulabilir ama bu cevap mı:

“Ben o zaman doğmamıştım!”

Sanki şimdi sahip çıktığı parti kurulduğunda doğmuştu.

Bu “zekice” söz yaralar, incitir, iz bırakır.

Kemal Bey doğduğunda, soyu soyadı değiştirirken, Kemal Bey büyürken “Dersim izleri” silinmemişti ki: Binlerce sürgün; evlatlık verilmiş onca kız... ailerinden kopmuş çocuklar, kurumamış kan.

Kemal Bey belki doğmamıştı ama Dersim her gün yine ölmüştü işte!

Not: Başbakan, İnönü’yü işaret edip tüm sorumluluğu onun üstüne yıkarken, Celal Bayar’ı atlıyor; ya bilmiyor, ya bilmezden geliyor. Oysa Dersim katliamı, hepsi birden! Ailecek!

Habertürk

BDP'li Halis'ten Tartışılacak Sözler!
17 Kasım 2010
BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Dersim isyanın idam edilen lideri Seyit Rıza ve 7 arkadaşı için düzenlenen anma etkinliğinde CHP’yi sert sözlerle eliştirdi
BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Dersim isyanın idam edilen lideri Seyit Rıza ve 7 arkadaşı için düzenlenen anma etkinliğinde CHP’yi sert sözlerle eliştirdi. Tuncelilerin Cumhuriyete, Atatürk’ün Alevi olabileceği ihtimali üzerine sahip çıktıklarını ileri süren Halis, ‘Alevi olabileceği gerekçesi ile Mustafa Kemal Dersimlilere bir şey yapmaz, bizi korur’ diye düşünmüşlerdi. O dönem Seyit Rıza bir söz söylemişti, ‘Karga bülbül olmaz.’ O sözü doğru çıktı. Hatta karganın ötesinde leş kuşları, Dersime ceberut çıkışlarını yaptılar. Bir yandan cemaatler, bir yandan Kemalizmin horlayan yüzü bizi yok etmeye çalışıyor” dedi.

Tunceli’de, 17 Kasım 1937 yılında idam edilen Dersim isyanın lideri Seyit Rıza ve 7 arkadaşı anıldı. Tunceli Belediyesi önünde toplanan, aralarında Seyit Rıza’nın torunu Zeliha Polat ve BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in de bulunduğu 500 kişi, ellerinde taşıdıkları karanfillerle Seyit Rıza heykelinin bulunduğu ‘Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sonunda kalabalık, ellerindeki karanfilleri Seyit Rıza heykeline bıraktı.

TORUNU MEZARINI SORDU

Parkta toplanan kalabalığa hitap eden Seyit Rıza’nın torunu Zeliha Polat, 73 yıldır dedesinin mezarının yerini bilmedikleri anlattı. Polat, 73 yıldır aynı zulmün, katliamın ve sürgünün dayatıldığını savunarak şunları söyledi:

“Burada birkez daha sormak istiyorum, 1937 yılında idam edilen Dedem Seyit Rıza ve diğer arkadaşlarının mezar yeri neresidir? Bize mezar yerini neden göstermiyorsunuz? O döneme ait devlet arşivleri açılacak mı, katliam ve sürgünler ile yüzleşilecek mi? Tarihimiz boyunca sayısız ağır bedeller ödedik, ödemeye devam ediyoruz. Bu ağır bedellerle, korumaya çalıştığımız dilimizi, inancımızı ve kültürümüzü yok etmeye çalışıyorlar. Ama ben bir kez daha tekrarlamak istiyorum, dedem ve idam edilen diğer arkadaşları hile ve yalanlarınıza rağmen sizlerin önünde diz çökmedi. Bizler de diz çökmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz. Acılarımızla, bilinmez ve adsız mezarlarımıza rağmen, dedem Seyit Rıza’nın da hayali olan kimliğimizle, inancımızla eşitçe barış içinde, her zaman yaşamak istiyoruz.”

BDP’Lİ HALİS'TEN TARTIŞILACAK SÖZLER

Seyit Rıza ve arkadaşlarını anma etkinliğinde konuşan BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis de, CHP’yi sert sözlerle eleştirdi. Tuncelilerin, Cumhuriyete Atatürk’ün Alevi olabileceği ihtimali üzerine sahip çıktıklarını iddia eden Halis şöyle konuştu:

“Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarından itibaren Dersim halkı Mustafa Kemal Atatürk’ü sahiplenmişler. Neden sahiplenmişler? Atatürk’ün Alevi olabileceği ihtimali ile Cumhuriyete sahip çıkmışlardır. Alevi olabileceği gerekçesi ile ‘Mustafa Kemal Dersimlilere bir şey yapmaz, bizi korur’ diye düşünmüşlerdi. O dönem Seyit Rıza bir söz söylemişti, ‘Karga bülbül olmaz.’ O sözü doğru çıktı. Hatta karganın ötesinde leş kuşları Dersime ceberut çıkışlarını yaptılar.”

‘DERSİM'İ KUŞATMAK İSTEYEN ŞER GÜÇLER’

Dersim harekatını ‘işgal’ olarak tanımlayan Halis, 73 yıl geçmesine ve bütün acılara rağmen geriye dönüp baktıklarında, işgal edenlere yönelik bir empatiden ziyade bir sempatinin olduğunu söyledi. Halis şöyle dedi:
“Empati diyorum. Eğer kendimizi o şer güçlerin yerine koyarsak, zalimin ve zulmün ne olduğunu da görürüz. Zülmü yaşayan biziz, ama yine de görmüyoruz. Bugün yine dönüp baktığımızda siyaset sahnesine Dersim’i çepecevre kuşatmak isteyen şer güçler var. Dersim’i bir daha yok etmeye çalışıyorlar. Dün saldırarak yok etmeye çalışanlar, bugün sarılarak yok etmeye çalışıyorlar. Bir yandan cemaatler, bir yandan Kemalizmin horlayan yüzü bizi yok etmeye çalışıyor. Aslında Seyit Rıza’nın sözü doğru çıktı ’karga asla bülbül olmaz.’ Ben Dersimlilere sormak istiyorum. Bugün Seyit Rıza yaşasaydı o da aynı sözü söylerdi. Ama ben Seyit Rıza’nın torunları adına soruyorum, CHP’de ne değişti, karga bülbül mü oldu? Şer güçlere karşı biz Dersimliler var gücümüzle direnmeliyiz. Bu yüzden 73 yıl önce yaşanan zulmün unutulmaması gerektiğine inanıyorum. Biz geçmişte bizlere yapılan bu haksızlığı asla unutmayacağız.”

Anma töreni, yerel sanatçı Erdoğan Emir’in Dersim İsyanı sırasında yakılan ağıtları seslendirmesiyle son buldu.
aktifhaber

CHP'de Yeni Dersim Krizi
16.11.2011



CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün Zaman gazetesine yaptığı açıklamada "Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Mustafa Kemal Atatürk'ün bu katliamdan haberdar olmaması mümkün değildir." deyince CHP'de kriz çıktı.

10.11.2011 tarihli zaman gezatesinde CHP Tunceli Milletvekili Aygün şunları söylemişti

[CHP'li Hüseyin Aygün, Cumhuriyet tarihinin en acı sayfalarından biri olan 'Dersim olayları' konusunda uzman bir isim. 'Dersim 1938 ve Zorunlu İsyan' ile '0.0.1938, Resmiyet ve Hakikat' kitaplarının yazarı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun davetiyle milletvekili adayı olan ve Tunceli'den seçilen Aygün, 73 yıl önce yaşanan olaylarla ilgili resmî tezlerin gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Zaman'a konuşan Aygün, "Cumhuriyet, (..) bölgeyi merkezî yönetime bağlama yönünde bazı raporlar hazırlanıyor.(..) 1937-1938'de jenosite (soykırım) varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale edilmiş oluyor. Ama böyle de bitmiyor, bu sorun devam ediyor." ifadelerini kullandı. Ordu harekat yapınca insanların kendini korumak için silahlandığını aktaran CHP'li vekil, "Resmiyette ise bir isyan olduğu ve devletin de bunu bastırdığı tezi savunuluyor. Çünkü Başbakan'ın deyimiyle '50 bin insanın öldürüldüğü' bir operasyonun meşrulaştırılması için orada bir isyan oluşturulması gerekiyordu. Dersim isyanı, sonradan icat edilmiş bir şeydir, öyle bir şey gerçekte yoktur." dedi. Dersim katliamının sorumlusunun devlet ve o dönemin CHP iktidarı olduğunu vurgulayan Hüseyin Aygün, (..) Mustafa Kemal Atatürk'ün 'katliamdan haberdar olmamasının mümkün olmadığını da dile getire(rek), "Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Aleviler, bütün bu dönemi Mustafa Kemal'den ayırmak için onun 'büyük lider' kimliğine de gölge düşmemesi için fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmışlardır. Bu katliamdan haberdar olmadığına kendilerini inandırmışlardır." yorumunda bulundu.]

Bu açıklamadan sonra CHP karıştı.

CHP Samsun Milletvekili Haluk Koç, Tunceli'nen Dersim ilçesinde gerçekleşen katliamla ilgili açıklama yapan Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün hakında Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve parti yönetiminden gereğini yapmasını istedi. "Genel başkanımız başta olmak üzere CHP organlarını tavır koymaya ve gereğini yapmaya davet ediyoruz.CHP yetkili organlarını gelişmeler karşısındaki suskunluğunu kabul etmek mümkün değildir. Sessizlik ve tepkisizliğin dolayı yoldan onaylamak anlamına çekileceği unutulmamalıdır.'" dedi.

Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün savunmasının alınacağı öğrenildi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Birgül Ayman Güler, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün açıklamalarının partilerinin resmi görüşü değil, Aygün'ün kendi görüşü olduğunu belirterek, ''Yaptığı açıklamalarda çeşitli rahatsızlıklar verdiği için MYK kendisinden savunmasını talep ediyor'' dedi.
haber1001

Kılıçdaroğlu'nun Dersim Arşivi Soner Yalçın'da
20 Kasım 2011
Kılıçdaroğlu’nun özel arşivinin bir bölümünü Ergenekon davasından halen tutuklu bulunan Soner Yalçın’a verdiği ortaya çıktı.
Dersim İsyanı’nda ailesinden 40 kişiyi kaybeden CHP lideri Kılıçdaroğlu, yıllardır belge ve fotoğraf topluyordu. Özellikle bürokrasideki görevi sırasında önemli delillere ulaştı. Ancak Kılıçdaroğlu’nun, özel arşivinin bir bölümünü Ergenekon sanığı Soner Yalçın’a verdiği ortaya çıktı.

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Dersim olayları ile ilgili açıklamasının ardından parti içinde başlayan tartışma, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında ‘arşiv’ polemiğine neden oldu. Erdoğan’a ‘resmi arşivleri açma’ çağrısı yapan Kılıçdaroğlu’nun Dersim olayları ile ilgili özel arşivi konusunda çok ilginç bir ayrıntı ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu’nun özel arşivinin bir bölümünü Ergenekon davasından halen tutuklu bulunan Soner Yalçın’a verdiği ortaya çıktı.

ÇOK SAYIDA BELGEYE ULAŞTI

Gençlik döneminden itibaren Dersim olayları ile ilgili belge ve fotoğrafları toplayan Kılıçdaroğlu, özellikle bürokratlık döneminde çok sayıda belgeye ulaştı. Dersim olaylarında ailesinden 40 kişiyi kaybeden Kılıçdaroğlu, pek çok ortamda kitap planından bahsetti ancak siyasete girmesinden sonra çalışmasını askıya aldı. Aygün’ün açıklamalarının yarattığı tartışma sürerken, Kılıçdaroğlu’nun özel arşivi merak konusu oldu. Aygün ile yakınlığı nedeniyle Kılıçdaroğlu’nun arşivini CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’e verdiği iddiaları konuşulmaya başlandı. Ancak Kılıçdaroğlu’nun özel arşivinin bir bölümünü Ergenekon davasından halen tutuklu bulunan Soner Yalçın’a verdiği belirlendi. Yalçın, bu ayrıntıyı 22Ağustos 2010 tarihli yazısında kendisi de dile getirdi.

‘GÜVENDİĞİM ARKADAŞIMDA’

Süreç gün gün şöyle gelişti: Kılıçdaroğlu ile Başbakan Erdoğan arasındaki Dersim polemiği, referandum mitingleri sırasında yaşandı. Erdoğan, 12 Eylül 2010’daki referandum öncesi ağustos ayındaki mitinglerde “Dersim’i CHP bombaladı” açıklaması yaptı. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın bu açıklamasından önce Hürriyet gazetesinde 27-30 Haziran 2010 tarihleri arasında yazı dizisi şeklinde yer alan röportajında, özel arşivi ile ilgili bilgi vermiş, “Tarih Vakfı’nın dokümanlarını, kaynaklarını toplamaya çalıştım. Canlı kişilerle konuştum. Tarihçi Cemal Kutay ile görüştüm. Bütün bilgileri, bendeki dokümanları araştırma yapan güvendiğim bir arkadaşıma devrettim” demişti.

YALÇIN: BANA VERDİ

Soner Yalçın, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında Dersim polemiğinin başlamasından sonra bu yazı dizisine atıfla, 22 Ağustos 2010 tarihinde bir yazı kaleme aldı. Yalçın, “Bilmelidirler ki, onlar Dersim’in adını bile bilmeden Kılıçdaroğlu bu olayla ilgili araştırmalar yaptı. Bunların bir bölümünü benimle paylaştı” şeklinde başlayan yazısında, genelmerkezdeki sohbetini aktardı. Yalçın, “Kılıçdaroğlu’nun bana verdiği belgelerden biri de İhsan Sabri Çağlayangil’le yapılan görüşmenin teyp kaydıydı” dedi.
Bugün

"Dersimliyim onurluyum diyorsun ya hadi bakalım onurunu kurtar"
23 KASIM 2011

Türkiye'de Dersim olayları konusunda son bir haftadır yoğunlaşan tartışmalara Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılarak, 13 bini aşkın kişinin öldürüldüğünü söylediği olaylar için "Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum" dedi.

Ankara'da, partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda konuşan Erdoğan, Dersim'de sayısı bilinmeyen binlerce insanın, kadın ve çocuğun katledildiğini, zorunlu göçe başvurulduğunu söyledi.

Olaylar konusunda ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi'ne yüklenen Erdoğan, olaylar nedeniyle CHP'nin özür dilemesi gerektiği görüşünde.

Başbakan, ''Çünkü o dönem CHP'nin tek başına iktidar dönemidir. CHP'nin geçmişinde işte bu var, hamdolsun bizim geçmişimizde bunlar yok'' diye konuştu.

"Dersim yakın tarihimizdeki en acı, en trajik olaylardan biridir. Dersim aydınlatılmayı, cesaretle sorgulanmayı bekleyen bir faciadır. Dersim, CHP hükümetlerinin onlarca, yüzlerce faciasından en acısıdır, en kanlısıdır... Dersim faciası karşısında özür dileyecek olan, bu faciayla yüzleşecek olan, AK Parti değil, AK Parti hükümeti değil, bizzat bu facianın, bu kanlı eserin sahibi olan CHP 'dir, CHP'nin Tunceli milletvekilleridir, CHP'nin Tunceli kökenli Genel Başkanıdır." dedi.

Recep Tayyip Erdoğan kürsüden Kemal Kılıçdaroğlu'na, "Hem bir Tuncelili olarak, hem bir Dersimli olarak onur duyuyorum diyorsun ya, hadi onurunu kurtar bakalım, kurtar.'' şeklinde konuştu.

"Dersim'de Adım Adım Çerçevesi Çizilmiş, Bahaneleri Hazırlanmış Bir Operasyon Var"

“Başbakanlığın arşivi herkese açıktır, görmek isteyen görebilir” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dersim olaylarıyla ilgili bazı belgeleri açıkladı. Erdoğan, ''Dersim'de, adım adım çerçevesi çizilmiş, bahaneleri hazırlanmış bir operasyon var'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Dersim'e yapılan operasyonların ''bir isyanın bastırılması'' olarak zihinlerde ve vicdanlarda meşrulaştırılmaya çalışıldığını belirterek, ''Bunu iddia edenlere karşı söyleyecek çok söz var... Ama, ilk Mecliste Dersim Mebusu olarak, bizzat Atatürk tarafından davet edilen Diyap Ağa'dan hiç kimse bahsetmiyor. Dersim operasyonları sonucunda tutuklanan ve asılan Seyit Rıza'nın, 1915 olayları sırasında işgalci ordulara karşı savaştığından, dönemin valisi tarafından da 'din ve namusuyla bize hizmet etti' diyerek şereflendirildiğinden kimse bahsetmiyor'' dedi.

Dersim'e yapılan müdahalenin bilançosunu içeren 8 Ağustos 1939 tarihli belgeyi gösteren Erdoğan, belgede ''1936, 1937, 1938 ve 1939'da, toplam 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünün'' ifade edildiğini, belgenin ise dönemin Dahiliye Vekili Faik Öztrak'a ait olduğunu açıkladı.

"Dersim'de binlerce kadın çocuk katledildi, yuvalar yıkıldı" diyen Erdoğan, İsmet İnönü'nün Dersim ile ilgili kararda imzası olduğunu kaydetti.

"Ben Devlet Adına Özür Diliyorum, CHP de Özür Dilemeli"
Olaylardan o dönemin CHP yönetimin sorumlu olduğunu ifade eden Başbakan, CHP liderini tarihle yüzleşmeye ve özür dilemeye davet etti.

Dersim'in yakın tarihimizde en acı olaylarından biri olduğunu ve bunun cesaretle sorgulaması gerektiğini ifade eden Erdoğan, ''Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum'' dedi.

"Hadi Onurunu Kurtar"

Kılıçdaroğlu'na seslenen Başbakan Erdoğan, "CHP adına özür dilemesi gereken varsa CHP Genel Baskanı olarak o da sensin dersimliyim onrluyum diyorsun ya hadi bakalım onurunu kurtar" dedi.

CHP: Birliğin temeline dinamit

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ise Erdoğan'ın eleştirilerine yazılı açıklama ile yanıt verdi.

Açıklamasında, ''Başbakanı tebrik ediyorum. Dili, üslubu ve açıklamasıyla memleketimizin ve milletimizin birliğinin temeline dinamit koymuştur. Herkesi birbirine düşman etmeyi, birbirine düşürecek yolu açmayı başarmıştır." diyen Tekin, bu çıkış ile Başbakan'ın ne amaçladığını sorguladı.

Dersim konusundaki tartışmalar, geçen hafta olaylarda yakınlarını kaybettiğini belirten CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün basın toplantısı ile başlamıştı.

Bunun ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve bazı milletvekilleri bu konuda bir meclis soruşturması açılması fikrini ortaya attı.

Bazı milletvekilleri ise operasyonlara katılan Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'in adının verildiği İstanbul'daki havalimanının adının değiştirilmesini önerdi.

Hava bombardımanı da yürütülen Dersim olayları ardından, kentin adı, Tunceli olarak değiştirilmişti.

Başbakan Erdoğan bugünkü açıklamaları sırasında, 8 Ağustos 1939 tarihli bir belgeye atıfta bulunarak, 1936-1939 yılları arasında 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünü ifade etti.
Erdoğan başbakanlık arşivinden toplam dört belgeye atıfta bulunarak bu konuyla ilgili kararnameler altında İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı, Celal Bayar'ın Başbakan olarak imzalarının bulunduğunu kaydetti.
BBC/TRT/Haber1001

Celladına aşık bir Dersimli
Fadime ÖZKAN
fozkan@stargazete.com
23 Kasım 2011

İtiraf ediyorum. Ta en başından beri Kemal Kılıçdaroğlu için ‘kim bilir, belki de, hadi inşallah’ diyenlerdenim.
Ona inanmak istedim. CHP’yi gerçek anlamda ‘sosyal demokrat’ bir parti haline getirsin, partideki ‘yanlış laiklik ezberi’ni hiç değilse, ‘din-devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılması’ demek olan en basit ve doğru sözlük tanımıyla temize çeksin istedim.

CHP’nin giderek küçülen, küçüldükçe içine büzülen, kendi kendini pışpışlayarak dış dünyadan ve gerçeklikten kopan ‘laik-Kemalist çekirdeği’ni çatlatmasını, toprak, hava ve suyla buluşturmasını, hayat buldurmasını diledim.

İktidar partisine ‘hakkıyla muhalefet’ etsin, sağlıklı, yerinde eleştiriler, öneriler getirsin, dedim.

CHP’lilerin Tek Parti dönemi icraatları, geçmiş ayıplarıyla ‘yüzleşme cesareti’ göstermesine, politik ve psikolojik olarak büyümesine ‘refakat’ etmesini umdum.

Elbette ki hepsi temenni idi, gerçekle hiçbir ilgisi yoktu.

CHP’de fikri bağnazlığın, yıkılması icap eden tabuların çokluğu, bunu idrak edecek zihni düzeyin yokluğu gibi nedenlerle Kemal Bey’in işinin deveye hendek atlatacaklardan zor olduğu aşikâr idi. Bunları bir gün yapacak kişinin o olmadığı da.

Ama dedim ya, diledim.

Deniz Baykal’dan kaset komplosuyla boşaltılan koltuğa, olup biteni sorgulamadan oturmasından başlayarak da “yok hayır, CHP’de bunca önemli değişikliği yapacak kişi, bunca ufak hesaplara gönül eğecek kişi olamaz” demiştim bile.

Sayın Kılıçdaroğlu ile temenni faslını geçeli çok oldu özetle, gerçeğin sağlamasını da yaptık defalarca.

Projelendirilirken de, kamuoyuna takdim edilirken de, vurgulanmayan, ama bir dip dalga yaratması umulan tarafı hiç kuşkusuz onun ‘Dersimli bir Alevi’ oluşuydu.

Proje sahipleri, muhtemelen göğüslerini gererek gösterebilecekleri bir ‘Cumhuriyet başarısı’ diyorlardı onun için. Ya da karınlarından konuştuklarında söyledikleri gibi ‘efendisine özenen bir asimilasyon harikası’.

Ben buna asla inanmadım. Başkalarının ne istediği ya da dediği değildir kişiyi belirleyen. Kendisinin ne dediği ve ne ettiğidir.

Kemal Kılıçdaroğlu bu ‘yaralı bilinç’ten sıyrılıp gereğini yapabilseydi eğer, kendisini genel başkanlıktan liderliğe, partisini -belki de- ana muhalefetten iktidara taşıyacak ‘en sağlam noktası’ Dersimli bir Alevi oluşu olabilirdi bana göre. Şimdi ‘en yumuşak noktası’ bu.

Kendi kimliğini utanıp sıkılmadan, kıvırıp kaçmadan söyleyebilseydi, partisinin geçmişini samimiyetle sorgulayabilseydi, proje sahiplerine galebe çalabilecek, sahtelikten kurtulabilecekti.

Yapamadı.

Böylece, 1938’de 40 akrabasını ‘Tunç Eli askeri harekâtı’nda yitirmiş ama “Devrimin tarihsel meşruluğu içinde böyle şeyler olağandır. Dersim olayını da devrimin özel koşulları içinde değerlendirmek lazım” diyen bir ‘siyasi alien’e dönüştü.

‘Ezilenlerin psikolojisi’ne esaslı bir örnek sundu.

Bugün karşımızda duran ‘celladına aşık bir kurban’dır ne yazık ki.

Öte yandan, CHP gerçekliği bugün de dünkü kadar nettir. Dün Dersimlileri tedip -terbiye-etmek için çoluk çocuk binlerce masumu öldüren CHP, bugün ‘Dersim’de analar ağlamadı mı’ diye açıkça soran Onur Öymen ve ‘adam olmayanın hakkı kötektir’ deyip, CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’e haddini bildirmek isteyen cezacı CHP’lilerle güncellenmektedir.

Oksimoron durum CHP’de değildir yani, CHP içindeki Kılıçdaroğlu, Aygün ve ‘arka bahçe Alevileri’ndedir.
Star gazetesi

'Dersim'de kadınlara tecavüz ettiler!'
25 Kasım 2011

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı tarihi belgeleri açıklayıp devlet adına özür dileği Dersim Katliamı’nın yaşayan tanıkları Taraf gazetesinden Remzi Budancir'e konuştu: “Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngülerle öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme, kan gölüne dönmüştü. Her taraf ceset doluydu... Askerler Munzur’a attı beni. Nehir kan akıyordu. Suların üzerinde cesetler yüzüyordu. Boğulmak üzereyken bir cesede tutundum.”

Kulaklarımızda, yüreğimizde hâlâ o sızı var

Bir süredir Türkiye’nin gündemine oturan ve Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları ve özür dilemesiyle yeni bir sayfanın açıldığı Dersim Katliamı ile ilgili olarak o dönemi yaşayan tanıkları bulmaya çalışıyoruz Dersim’de. O dönemin bir kaç tanığından ikisine ulaşıyoruz. Onlardan biri Tunceli’ye 9 km uzaklıktaki Meytan Köyü’nde yaşayan 90 yaşındaki Yumoş Bakıray. Katliam sırasında 15 yaşında olan Yumoş Nene’nin yüzündeki çizgiler, çorak toprakları andırıyor ama belleği pırıl pırıl. “O acıyı, katliamı bizden iyi kim anlatabilir ki oğul. Etimizde, kemiğimizde, kulaklarımızda, yüreğimizde hâlâ o sızı vardır” diye başladı ve şöyle devam etti Yumoş Nene:

Kadınları kurşuna dizmediler, tecavüz ettiler

“1937 yılında Turişmek köyü Robaik mezrasında, ailemle yaşıyordum. 15 yaşındaydım daha. Askerler katliamdan önce gelip köydeki evlerde bulunan bıçaklarımızı bile toplayınca babalarımız, dedelerimiz şüphelendi aslında.

Askerler katırlarla aylarca bölgeye sevkiyat yaptılar, çadırlar kurdular, silahlar getirdiler. Katliam gününde bizim köydeki insanları başka bir köye götürdüler. Biz kaçtık, ormana saklandık. Oradan seyrediyorduk korkuyla. Çevredeki köylerden toplananları ilk önce kadın ve erkek olarak iki ayrı gruba ayırdılar. O anı hayatım boyunca hiç unutmadım. Kalabalığın önüne kurulu silahlar vardı. Askerler erkekleri o silahlarla taradılar. O an yükselen çığlık ve yakarışlar, şu an bile kulağımda.”

Anlatırken kalın çerçeveli gözlüklerinin altından gözyaşları akıyor Yumoş Nene’nin. “Neneceğim biraz dinlen istersen” deyince, “Yok oğul, anlatalım ki bir daha kıyamasınlar kimseye” dedi ve devam etti: “İnsan vicdanının kabul edemeyeceği bir sahneydi benim için. Gece kâbus görmeme neden olan olay o an oldu. Askerleri kadınların içine saldılar.

Etraf sarılıydı ve çoğu bir birine iple bağlanmıştı. Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngüler ile öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme dönmüştü. Saklandığımız yerde ağlıyor, korkuyor ve çığlımızı içimize gömüyorduk. Aynı şey bizimde başımıza gelebilirdi. Kaçtık, ormanın derinliklerinde saklandık.

Askerler daha sonra köyleri ateşe verdi. Askerler gittikten sonra saklandığımız yerden çıkıp köye indik. Cesetler yerdeydi hala. Her yer kan gölüne dönmüştü. Her taraf komşumuz, akrabalarımız ve tanıdıklarımızın cesetleri ile doluydu. Sonra tekrar ormanlık alana çekildik. Aylarca ormanda saklandık hiç inmedik.

Gündüz mağaralarda saklanıyorduk, gece köylerimize gelip başıboş olan hayvanları sağıp süt alıp tekrar mağaralara geri gidiyorduk. Kadınlar çocukları ile birlikte mağaralara saklanıyordu. Bir bebek ağlamaya başladı. Yanındakiler kadına ‘çocuğu sustur, yerlerimizi öğrenirlerse gelip bizi de öldürürler’ dedi. Kadın emzirdiği çocuğunu göğsüne ağlayarak bastırdı sesi çıkmasın diye. Asker gittiğinde çocuk boğulmuştu.”

Köyü çığlıklar sardı

Katliamın bir diğer yaşayan tanığı 83 yaşındaki Hüseyin Gül. İzlerini hala vücudunda taşıdığı katliam sırasında 10 yaşındaymış Hüseyin Dede: Anlatırken o günleri yeniden yaşıyor: “Askerler bizi Hopik’te topladı. İple kollarımızı birbirine bağladılar. Önümüze makineli tüfekleri koydular ve taramaya başladılar.

Kadın çığlıkları ortalığı kaplamıştı. Ağzımdan ve vücudumun başka yerlerinden vuruldum. Bir cesedin altında kaldım ve ölü numarası yaptım, hiç kıpırdamadım. Yaklaşık 10 asker ölenleri kontrole geldi. Süngü batırıyordular.

Koluma süngü isabet edince ah dedim. Canlı olduğumu anlayınca bacağımdan tutup sürükledi ve tepeden aşağı attılar, Munzur’a attılar beni. Askerler sudayken de ateş etti ama vuramadı. Bir baktım Munzur kıpkırmızı, kan akıyor. Suların üzerin cesetler yüzüyor. Boğulmak üzereyken yanımdan geçen bir cesede tutundum. Onunla birlikte epey sürüklendim. Bir yerde ayaklarımın taşa değdiğini hissedince çırpındım sudan çıktım. Aylarca dağlarda köy köy dolandım.”
Kaynak:Taraf gazetesi

İNÖNÜ'NÜN TORUNUNDAN DERSİM KONUSUNDA ŞOK EDEN AÇIKLAMALAR
26-11-2011

İsmet İnönü’nün torunu CHP’li Gülsün Bilgehan’dan Dersim için şok değerlendirmeler: Sonuçta bugün Tunceli en görgülü, en eğitimli insanlardan oluşuyor. Sürgüne gönderilen genç kızlar da çok iyi yetişti.

TUNCELİ’YE MEDENİYET GELDİ

CHP Ankara Milletvekili ve dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan, 1938’de yapılan ve bugün ‘Dersim katliamı’ olarak tartışılan operasyonlarla ortaçağ döneminde yaşanan Tunceliler’in Türkiye’nin en eğitimli ve demokrasiye inanan insanları haline geldiğini savundu. CHP milletvekili Bilgehan, operasyonların yapıldığı dönemin İnönü değil Atatürk dönemi olduğunu da söyledi.

İNÖNÜ YERİNE ATATÜRK YAZILMALI

Gazeteci Serpil Çevikcan dün yayımlanan köşe yazısında, İsmet İnönü’nün torunu CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan’ın sözlerine yer verdi. Bilgehan’ın, dedesi İnönü’yü savunurken, şu çarpıcı ifadeleri kullandığı görüldü: “İnönü’nün yerine Atatürk’ü yazmak gerekir diye düşünüyorum. Çok açık. İnönü diye söylediği bütün dönem Atatürk dönemidir. O dönem tek parti dönemi, milli dava dönemi. Kaldı ki imparatorluktan beri süregelen birtakım sorunlar var. O sorunların çözülme yöntemleri bugünki insan haklarını uyuyor mu, tabi ki uymuyor. Onun için Başbakan’ın sözlerinde bir kötü niyet var.”

İNSAN HAKLARINA UYMUYOR AMA



“Değerlendirmeyi tarihçilere bırakmak gerekiyor. Ama Dersim’i anlatan ve harekatları eleştirenler bile orada bir sorun olduğunu kabul ediyorlar. Bu sorunun çözülme yöntemi bugünki insan haklarına uymuyor ama o dönemde başka çare yokmuş zaten. Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.”

O BELGELERDE SUÇ UNSURU YOK

“İsmet İnönü hatıralarında, ‘Ben 1937’de Dersim’i bıraktığım zaman mesele büyük çapta halolmuştu’ diyor. Dedemi savunmak içinde bunu söylemiyorum. Ondan sonra yönetimde olanlar da o dönemi devam ettirmişler. İnönü’nün torunu olarak hatıralarından benim okuduğum; ‘1937’de bıraktığımda iş bitmişti’ diyor. En azından şunu insaf ederek söylemek gerekiyor ki son bir yılda İnönü yok. Pembe Köşk’te, evinde oturuyor, ayrılmış. Sürgünlerin olduğu, isyanın en ağır şekilde bastırıldığı zaman İnönü Başbakan değil zaten. Ben şunu kendime yakıştıramam; ‘İnönü’den sonra gelen Başbakan’a, O’nun ailesine sorun’ diyemem ama gerçek de o. O şekilde de artık gerçekleri görmek gerekiyor. Ben o belgelerde bir suç unsuru göremedim. Bir isyan olduğunu söylüyorlar zaten. İnönü kendisi ‘ırkçı ve mezhepsel bir sorun değil, asayiş sorunu var’ diyor. Herkes hatıralarını okusun.”

SÜRGÜN GELİŞTİRMEDİ

- Sürgünlerden Ali Kılıçkaya: “Dersim katliamında benim ailem de büyük acılar çekti. Dedem köylülerle birlikte kurşuna dizildi. Babam da bizimle birlikte Balıkesir’e sürüldü. Çok büyük acılar çekildi. Sürgün olayını iyi anlamda yorumlamak mümkün değil. Sürgüne gönderilenler gittikleri yerlerde de iyi şeyler yaşamadılar. Horlandılar, aşağılandılar, haksızlığa uğradılar. O gittikleri yerlerde de büyük trajediler yaşandı. Hikayenin bir de bu yönü var. Bu nokta da unutulmamalı. Sürgünlerin gönderildiği yerlerde insanlar ‘Bunlar insan yiyor’ diyorlardı sürgünler için. ‘Kuyruklu Kürtler’ diyerek aşağılanıyorlardı. O dönemlerde çekilen büyük acılara ben deşahidim. Sürgünün insanları geliştirdiği iddiasını da doğru bulmuyorum.”

DERSİMLİLERDEN ‘GAFA’ TEPKİ: DEDESİNİN TORUNUYMUŞ

- Özgür Fındık (Dersim Sürgünleri Belgeseli’nin Yönetmeni): “Gülsün Bigehan gerçekten de dedesinin torunuymuş! Kendisine çektiğim belgeseli özel olarak göndereceğim. Yaşananları bir de oradan izlesin, bakalım anlattığı başarı ve mutluluk tablosunu orada görebilecek mi?”

FAŞİZANCA BAKIŞ

- Çayan Demirel (38 / Dersim Katliamı Belgeseli Yönetmeni): “Bu bakış açısını faşizanca buluyorum. Madem öyle ismini de koysunlar. Almanlar ismini koydu. Aslında Gülsün Bilgehan’ın sözleri bir itiraf. Yapılmak istenen, yapılan tam da buydu.”

Tunceli terbiye mi edildi?

Tartışmaya Hürriyet yazarı İsmet Berkan da katıldı. ’Tunceli’yi terbiye ettik ya’ başlıklı yazısında Bilgehan’ın anlayışının sömürgeci mantıkla aynı olduğunu savundu. İşte o yazıdan bir bölüm:

"Bu bakımdan, bizim devletimizin ’Afrikayı hristiyan yapmaya’ giden Dr. David Livingstone ve Anglikan kilisesiyle Birleşik Krallık ordularından, ’Doğu Hristiyanlannı gerçek dine döndüreceğiz’ diyerek Anadoluya yağmur gibi yağan ve Ermeni bölgelerine okullar açan Amerikalı misyonerlerden veya Amerikan "yerlilerini ’uygar laştırmak için onları neredeyse bir soykırımdan geçiren Amerikalı generallerden çok farkı yok.
Dilimin ucuna kadar gelen kelimeyi kullanmak istemiyorum ama bu işlere kalkışanların hepsi yaptıklarını ’yüce’ amaçlarmış gibi takdim etmeyi başarmışlardır. İşte en son Amerika’nın Irak’ı ’uygarlaştırması hepimizin aklında."

Kaynak: http://www.ozgurdurum.net/

Dersim katliamıdan detaylar
29.11.2011



Orhan Turan'ın Yenişafak'taki yazı dizisinde yer alan bilgilere göre, Jandarma Genel Komutanlığı'nın Dersim Harekât Planı raporunda verilen rakamlar, 1937-1938'deki operasyonun adeta 'savaş' niteliğine büründüğünü gösteriyor. Rapora göre 10 bine yakın askerin katıldığı harekatta 1,5 milyon kurşun harcanmış..

DAĞ TAŞ KURŞUN DERSİM



Dersim Harekâtı için hazırlanan askeri güçlerle ilgili bilgiler, Dâhiliye Vekâleti Jandarma Umum Kumandanlığı III. Şube I. Kısım 55058 Sayılı Dersim raporlarında detaylı olarak veriliyor. Harekât planlarında, operasyonda kullanılan silah ve asker sayısına ilişkin dökümler bulunuyor. Verilen rakamlar küçük bir operasyon değil, adeta savaş hazırlığı izlenimini uyandırıyor. Buna göre Dersim harekâtında 310 subay, 8 bin 313 muharip asker, 1422 hayvan, 16 at arabası, 63 kamyon, 14 zırhlı keşif aracı, 6 bin 75 piyade tüfeği, 411 hafif makineli tüfek, 74 ağır makineli tüfek, 176 tabanca, 28 dağ topu, 1 milyon 501 bin 120 piyade mermisi ve 1684 de topçu mermisi kullanılmış.

BİR DEĞİL 3 HAREKÂT DÜZENLENDİ



Dersim'e, Pah Köprüsü'nün 'isyancı' aşiretler tarafından yakılıp 33 askerin öldürülmesi olayı sonrasında '3 harekât', '1 temizleme' operasyonu düzenlendi. İlki İsmet İnönü Başbakanlığında, Abdullah Alpdoğan komutasında, ikincisi 2 Ocak - 7 Ağustos 1938 Celal Bayar Başbakanlığında yapıldı. 10 - 17 Ağustos 1938 tarihinde 'Üçüncü Tunceli Harekâtı' düzenlendi. Katliamın doruğu sayılabilecek son 'Temizlik Harekâtı' 3 harekât sonrasında gerçekleştirildi. 6 Eylül'de başlayan temizleme operasyonları 17 gün boyunca devam etti; mağaralara, evlere yönelik operasyonlar, gaz kullanımları bu son aşamada gerçekleşti.

'ANLAŞMA' YOLUYLA ASILDILAR



Yapılan ilk harekât başarılı olmayınca, askerler bölgeye girememişti. Harekâtın hedefindeki isim Seyit Rıza 13 Eylül 1937'de anlaşmaya çağrılarak tutuklanabildi. 10-12 Eyül 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza barış görüşmesi için Erzincan Vilayet konağına geldi ve o arada tutuklandı. 15 - 18 Kasım 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza ile birlikte asılanlar şunlardı: Seyit Rıza'nın oğlu 16 yaşında Resik Hüseyin, Kureyşan-Seyhan aşiret reisi Seyit Hüseyin, Yusfanlı Kamer Ağa'nın oğlu Fındık Ağa, Demenan aşiret reisi Cebrail Ağa'nın oğlu Hasan Ağa, Kureyşanlardan Ülkiye'nin oğlu Hasan, Mirza Ali'nin oğlu Ali Ağa... Liderlerin asılmasıyla ikinci, üçüncü harekat ve temizleme harekatının önü açılmış oldu.

Sabiha'dan Dersim hatırası



1937 yazında General Abdullah Alpdoğan'ın 3 kolorduyla Dersim'e yaptığı kara harekâtının başarısız olması sonrası bölgeye havadan da harekât düzenlendi. Dersim'de arazi koşullarının çetin olduğunu ve havadan müdahalenin uygun olacağını raporlayan Alpdoğan, harekat için gerekli 'onayı' alınca çok tanıdık bir isme bu sorumluluk verildi. Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen 3 uçak filosu ile saldırı gerçekleştirecekti. Harekât öncesi 30 kiloluk bombasıyla 'hatıra fotoğrafı' çektiren Gökçen 'isyancıların' saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini yerle bir etti.

Her detay şifrelenmiş



Dersim Harekâtı için hazırlanan son 'gizli' harekât planının şifreleri 73 yıl sonra çözüldü. Harekâttan günler önce Trabzon'daki Rum köşkünde Atatürk tarafından hazırlanan planda, hangi birliklerin harekâta katıldığı, birliklerin konuşlandırılacakları noktalar ve saldırı yönleri bilgisi yer alıyor. Dersim Harekât Planı, İstanbul'dan 'mutat bir ziyaret' görüntüsü altında Trabzon'a geçen Atatürk tarafından 10, 11, 12, 13 Haziran 1937'de hazırlandı. Şifrelerden oluşan planda bölük, birlik, yedek birliklerin nerede durması gerektiği ve harekât bölgesi şifreli olarak yer aldı.

SUBAYLAR HARFİYEN UYGULADI



Harekat sırasında ordunun konumunu gösteren Dersim haritasında 'M.A', 'SÜA', '62A', '9.5', 2.5', 'Y' gibi rakam ve harfler yer alıyor. Kutu, çizik, ve elips şeklinde çizilen işaretlerin de yer aldığı haritadaki şifreler, harekat subaylarının bilgisi dâhilinde harfiyen uygulanıyor. Plan sadece askerin durum bilgisini içermekle kalmıyor. Trabzon Atatürk Köşkü Müzesi envanterine 1944 kayıt tarihli Harekat Planı'na göre birliklerin yetersiz kalması ya da yaşanacak bir terslik halinde, harekat bölgesinden daha uzakta konuşlandırılacak 'ileri' ve 'geri' birliklerin konumu da net şekilde görülebiliyor.

ŞİFRELİ PLANIN ÇÖZÜMLERİ



Trabzon'da 10 - 13 Haziran 1937'de tarihinde hazırlanan harekât planında yer alan şifreli planların çözümleri oldukça çarpıcı bilgiler içeriyor. Köşkün 2. Katında bizzat Atatürk'ün el yazısıyla hazırlanan Dersim haritasında 'M.A' ibaresi 'Muhafız Alayı'nı, Çizilmiş kesik kesik dikey çizgilerse tahrip edilecek 'Harekât Bölgesi'ni gösteriyor. 'SÜA' ibaresi 'Süvari Alayı'nı ifade ederken, 'SÜA' ve '2.5' ifadesinin altındaki yatay kısa çizgiler de 'Tehlike Hattı'nı gösteriyor. Kare şeklindeki siyaha boyanmış işaretlerse, bölgeye konuşlandırılmış birlikleri simgeliyor. Harita üzerinde yer alan '62A' ifadesi '62. Tabur'u' '2.5' ifadesi '2. Tabur 5. Bölüğü', '9.5' ifadesi ise '9. Tabur 5. Bölüğü simgeliyor.

Gazla, süngüle, yak uçurumdan at



Tunceli'de yaşayan Kıbrıs gazisi Mehmet Çiçek (59) Seyit Rıza ile birlikte yargılanan 11 kişi arasında yer alan ancak yaşlı olduğu için 30 yıl hapse mahkûm edilen aşiret liderlerinden Haydaran Aşireti lideri Kamer Ağa'nın torunu... 1942'ye kadar isyan hareketini sürdüren Cebrail Ağa'nın da oğlu olan Mehmet Çiçek, Dersim'deki olayın 'isyan' olmadığını söylüyor. Seyit Rıza ile birlikte yargılanan dedesinin Bergama hapishanesinde 1967'de öldüğünü belirten Çiçek, harekat sırasında köylerde yaşayan herkesin tarandığını, makineli tüfekler ve süngülerle masum insanların öldürüldüğünü dile getirdi. Çiçek, "Babam sadece bu öfkeyle 1942'ye kadar, 7 yıl dağda kalmaya devam etti" dedi.

ABLAMIN SIRTINDA SÜNGÜ İZLERİ VARDI



Mehmet Çiçek, Dersim'de asıl katliamın topla tüfekle yapılmadığını vurguladı. "Asıl temizlik, 3 harekât sonrasında girişilen, süngüleme, yakma, gazla imha etme, uçurumdan atma olaylarıyla yaşandı" diyen Çiçek, süngülerden kurtulan akrabalarının yaşadıklarını yıllar sonra öğrenebildiklerini belirterek şunları söyledi: "Ablam ve halam, bu süngülemelerden ölülerin altında kaldığı için tesadüfen kurtulmuş. 4 yıl önce vefat eden ablamın sırtında o süngü izleri hâlâ dururdu."

Trabzon özellikle seçilmiş

Dersim Harekât Planı'nın orijinali halen Trabzon'da bulunan ve 'Atatürk Köşkü Müzesi' olarak hizmet veren köşkte sergileniyor. 1944 envanter kayıtlı olan Harekat Planı'nın bulunduğu Trabzon'daki Atatürk Köşkü, mübadele sonrasında Rum Cabayanidis ailesinden alınıp hazineye geçirildikten sonra Atatürk'e hediye edilmiş. Dersim harekâtı öncesi özellikle bu köşkün seçilmesinde ise, Trabzon'un Dersim'e yakınlığı etkili olmuş.

Kaynak: http://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=309792012371752&id=100000228685396

"Seyit Rıza'nın cenazesi yakıldı ve külleri savruldu"
19/11/2014



Taraf gazetesi yazarı Cafer Solgun, Dersim katliamı sırasında asılan Seyit Rıza ve arkadaşlarının cenazelerinin yakıldığını ve küllerinin savrulduğunu iddia etti.
CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın sunduğu Tarafsız Bölge programında, Taraf gazetesi yazarı Cafer Solgun önemli bir iddiada bulundu. Solgun, Dersim katliamı sırasında asılan Seyit Rıza ve arkadaşlarının cenazelerinin Fırat Nehri'nin kıyısında yakıldığını ve küllerinin savrulduğunu iddia etti.

Devlete bir çok kez 1937'de asılan Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerini öğrenmek için başvurduklarını fakat bir türlü sonuç alamadıklarını söyledi.

Solgun, yapılan resmi bir çok başvuruya "Böyle bir olay kayıtlarımızda bulunmamaktadır" cevabı aldıklarını söyledi.

"Bunun dalga geçmek" olduğunu belirten Solgun, Seyit rıza ve arkadaşlarının cenazelerine ne yapıldığını devletin açıklamak zorunda olduğunu söyledi.

Solgun, "Biz biliyoruz ki Seyit Rıza ve arkadaşlarının cenazelerini, Fırat Nehri'nin kıyısında yaktınız ve küllerini de savurdunuz" dedi.

Ahmet Hakan'ın "Bunu nereden biliyorsunuz?" sorusuna Solgun, "Bu yaygın bir rivayettir" diye konuştu ve bunun belgesinin devlet kayıtlarında olması gerektiğini kaydetti.
Radikal
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 02, 2011 8:13 pm    Mesaj konusu: İŞTE DERSİM GERÇEĞİ... Alıntıyla Cevap Gönder

Tuhaf işler: Seyit Rıza ve binlerce Dersimlinin katili CHP Tunceli’de Seyit Rıza’yı andı
15/11/2017



Diken'in haberine göre; CHP, 1938’de idam ettirdiği Seyit Rıza ve arkadaşlarını Tunceli’deki etkinlikle andı.

Partinin il başkanlığı üyesi yaklaşık 20 kişi Tunceli’deki Seyit Rıza Meydanı’nda bulunan Seyit Rıza heykeli önünde toplandı.

CHP İl Başkanı Ali Rıza Güder, devletin 1938’te ‘Dersim’in kapısında insanlığından, vicdanından, aklından ve mantığından soyunduğunu’ savunarak “1938 Dersim, Türkiye Cumhuriyeti’nin cinnetidir” dedi.

Güder şunları söyledi: “Tanıklarımız aynı zamanda bu zulmün müsebbibleridir. İnsanoğlunun en zalim kılıç darbesiyle bu dünyadan göçüp gitmiş atalarımızdan bir nebze hürmetin ve merhametin esirgenmesi duygularımızı incitmektedir. Sözümüz haklılığımızı ispat için değildir. Ne olursa olsun umudumuzu ve inancımızı korumakta kararlıyız.”

Etkinliğe HDP milletvekilleri Alican Önlü ve Müslüm Doğan ile sanatçı Ferhat Tunç katıldı.

Ana Haber

KİMSE BUNLARI SÖYLEYEMEDİ. İŞTE DERSİM GERÇEĞİ
28 Kasım 2011

27.08.2010 tarihinde Yiğit Tuncay'ın Suat Parlar ile gerçekleştirdiği işbirlikçiliğin Ekonomi - Politiği adlı söyleşide Dersim gerçeği Türkiye'de konuşulmaya cesaret dahi edilemeyen yönleriyle açıkça ifade ediliyor. Türkiye'de sistemle yüzleşmeden tarihle yüzleşmek mümkün mü? İşte Dersim gerçeği...

Türkiye'de kapitalizmin gelişme dinamikleri ele alınmaksızın, Dersim 1938 algılanamaz...

Yiğit Tuncay: “Büyük endüstrinin kurulması ve yerel küçük endüstrinin gelişmesi için gerekli olan madenlerin Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunduğu dillere destandı. Özellikle 20 asırdan beridir işletilmekte olan Ergani Bakır Madeni’nin durumu dikkate değer. Yılda 6 bin tonluk bu bakır üretiminin Avrupa savaş endüstrisine akıtıldığı ortadadır. Bu bölge Yakın Doğu’da kurulan imparatorlukların adeta darphanesidir.

Savaş sanayinde kullanılan bakırın dışında bölgenin krom yatakları da Alman savaş endüstrisini beslemiştir. 1930’ların ikinci yarısında bölgede gelişen olaylar Dersim’den tüm bölgeye yayılan nüfusun tehlike olarak algılanması, bu dönemde Nazi Almanya’sıyla kurulan ticari, ekonomik ilişkilerin görünür olmayan askeri yönü krom-politikle yakından ilgilidir. Bölgenin krom politiğiyle bütünleşen diğer maden varlıklarını da denetim altında bulunduran bir yerel ve uluslararası şebekeleşme mevcuttur."

Hammadde Katliamları

Suat Parlar: Hammadde kavramı kapitalizmin en sinsi kavramsal icatlarından biridir. Niye? Çünkü emeği bundan dışlıyor. Sanki bunlar doğada kendi halinde bulunan bir takım değerlermiş gibi. Hayır! "Hammadde" dediğimiz, doğadaki bütün o değerli, önemli varlıkların işlenmesi için insan emeği gerekir. Çünkü bunlar doğada saklıdır ve bunları saklı olduğu doğadan çıkarmak çok büyük zahmet gerektirir, çok büyük emek gerektirir.

Öyle sunulur ki, bir yerlerde hammaddeler var, o hammaddeler, "uygar" batı kapitalizmi tarafından vahşilerin elinden alınıyor, onlar o şekilde işleniyor. Tarihin en büyük yalanlarından biridir. Bunu da bize hep şu şekilde yuttururlar. "Hammadde savaşları oluyor" diyorlar. Hammadde savaşları falan yok. Hammadde bol. Hammadde üzerinde hangi halk, tek başına tutmuş, demiş ki; "bunlar benim tekelimdedir, size vermiyorum, savaşıyorum?" diye...

Hammadde katliamları var. "Hammadde" adı altında büyük halkların emeğinin yok sayılarak, buraya el koyma hakkının medeniyet adına kapitalizmde görülmesi ve bunun çok büyük emperyalist stratejilerle tarihin değişik dönemlerinde ortaya çıkarılması var.

İmapartorluklar Darphanesi

Alman emperyalizmi denildiği zaman, Amerikan emperyalizmi denildiği zaman, İngiliz emperyalizmi denildiği zaman, imparatorluklar darphanesi akıla gelir. İmparatorluklar darphanesinde, mesela; Kiğı’da demir var. Keban’a bakıyoruz; bakır, gümüş, kurşun var. Krom çok zengin bir madde, kromsuz bir endüstri düşünmek mümkün değil. Tıpkı bakırsız düşünmek, nasıl mümkün değilse.

Krom- Politik

Yiğit Tuncay: Dersim meselesinde hâlâ tartışılır, İngilizlerin parmağı var mı, yok mu diye?

Suat Parlar: 30’ların ekonomi-politiği üzerine bu Dersim meselesini bina etmek lazım. Dersim krom-politiktir. Dersim buradaki bu yapıyla ilişkilidir. Dersim, Türkiye'nin Guernica’sıdır. Şunu iddia ediyorum ben; orada mutlak surette, gene arka planda Alman askerî danışmanların, Almanya’nın diğer teknik danışmanlarının bu konuya çok büyük katkısı olmuştur. Bunlar da ortaya çıkacak. Almanya çok uyanık davranacak, bir taraftan vurur, bir taraftan da sever. Şunu yapmıştır: Almanya’ya en fazla işçi veren bölgelerden biri orasıdır. Dersim, Palu, Bingöl, Elazığ. Nedense Almanya oradan sürekli işçi almıştır ve Almanya bu konuda o bölgenin insanını o kadar yumuşatmıştır ki, o bölgenin insanı neredeyse Almanya’yı Müslüman, Alevi, aklınıza her ne gelirse, öyle ilan etmiştir.

Yiğit Tuncay: "Demokrat" Almanya.

Suat Parlar: 10 Eylül 37 tarihli Ulus Gazetesi; "Almanya’yla yeni ticaret anlaşması imzalandı.”

Ulus Gazetesi 25 Kasım: "Başbakanımızın Seyahat İntibaları". Kim başbakanımız? Celal Bayar tabi.

Ulus gazetesi, işte burada başlığı: (…) Başbakanımızın seyahat intibaları: "Ergani’de gelecek yıl bu mevsimde saf bakır akacaktır. Dersim’de çıplak kayalar içinde bedbaht bir hayat sürmekten başka nasip bulamayacak olanlar orada bırakılmayacaktır.” "Süreceğiz, çıkaracağız" diyor.

Dersim'in Ormanları Bakırı Eritiyor

O bölgede ormanlar var. Halk ormanları konusunda titiz ve vermek istemiyor. Ama yakacak lazım. Dersim sorunu da buradan çıktı. Dersimli ağacını vermiyordu. O ağaç olmadan, sen o madeni işletemiyorsun. "Şark Islahatı"nın temel noktalarından biri, Dersimlinin, Palulunun, o bölge insanının ağacına sahip çıkması ve vermemesidir. Vermemiştir ağacını. O bakırı eritmek için, o bakırı akıtmak için buna ihtiyaçları vardır.

Celal Bayar blister bakır, kromun dışarıya aktarılmasında Deutsche Bank’ın buradaki koçbaşıdır. Evrensel İsrail Birliği Okulu öğrencisi. İşte, şunları söylüyor:

“Ankara, Sivas ve Sivas Malatya’ya istikametinden evvela Diyarbakır’a gittik. Oradan dönüşte Elazığ’da daha sonra Adana, Mersin, Afyon, Eskişehir’de Elazığ’a uğramadan Diyarbakır istikametini tuttuk.

Diyarbakırlıların ve bütün civarı (…) Ergani Bakır Madeni’ndeyiz.

Atatürk yapılmış ve yapılacak olan tesisatı planlar üzerinde tetkik ettiler. Bizzat maden mahalline çıkarak cevher ihracı ameliyesi gördüler ve malumat aldılar. Ergani Bakır Madeni’nin muazzam program dahilinde işlerin yürüdüğünü anlattı. Fabrika müdürü gelecek sene bu mevsimde bütün inşaat ve hazırlıkların bitirilerek bize saf bakır verileceğini emretti. Fakat Türkiye'de çıplak kayalar içinde bedbaht bir hayat sürmekten başka nasip bulamayacak olanları da oralarda bırakmayacağız.

Geniş Türkiye'mizde onları mesud edecek topraklar olacak. Binlerce işçi geçindirecek olan endüstri merkezimiz mümbit ve müsait topraklarımız birçok yurttaşlarımızı iptidai bir hayatı olmaktan kurtarmamızı kolaylıkla mümkün kılar. Bu hususta tedbir almaları lazım gelenleri söyledim.”

Gırtlağına kadar Dersim’de yaşanan bu katliam Alman krom-politiğiyle, bakır-politikle içiçe geçmiş bir düzeneğin o bölgedeki ikinci eylemidir. Çünkü o tarihten sonra harıl harıl dışarıya kaynaklar akmıştır. Deutsche Bank, Dresdner Bank, Julius Berger demiryolunu yapan bunlar. Servet oraya akıyor zaten.

Demokrat Parti'nin Kurucusu CHP'li Celal Bayar

Alın 1935 raporunu. Bu rapordan sonra, Dersim orada ne olarak görüldü? Çıbanbaşı olarak görüldü. Patlatılması gereken bir çıbanbaşı. Niye? Kromun rahat akması için. "Yolunda engel, genç ve semiz Kürt kitleleri bu ovayı istila edecekler" diyor. "Bunları buradan göndereceğiz" diyor. Celal Bayar da söylüyor: "Başka yerde bunları istihdam edemezsin. Bomboş hale getireceğiz" diyor. Burada ot bitmeyecek.

Aynı dönemde kimlerle içiçeler? Deutsche Bank’ın, Alman bilim adamlarıyla ilgisini söyledik. Yalan söylemesinler. Güya Hitler’den kaçmışlar. Hitler burada. Hitleri finanse eden Weigel burada. İş Bankalarıyla, Etibanklarla içiçeler. İş Bankası’yla ortaktır Weigel. Hitler’in sırdaşı, Hitler’in kasası burada. Az evvel söyledik ve isimleri verdik. Yalanlara bakın. Hitler’e kaynak buradan akıyor. Hitler’in partisi de buradan finanse ediliyor.

10 Kasım 37 Çarşamba. Ne görüyoruz? Özel olarak görevlendirdiği muhabir Ahmet Emin Yalman, Elazığ’da Seyit Rıza’nın mahkemesiyle ilgileniyor. Ondan sonra ne görüyoruz? "Seyit Rıza’yla suç ortaklarının kararı pazartesi’ye okunacak."

13 Kasım 1937. İhsan Sabri Çağlayangil’in anıları, Atatürk’ün oraya gelişinden söz ediyor. Atatürk’ün gelişinden önce, Seyit Rıza’nın asılması için verilen emri anlatıyor. Yukarıdan geliyor bu emir. Yolçatı denilen bir yer var, Elazığ’a çok yakın. Atatürk’ün treni bekliyor, "önce asın, sonra geleyim, ben görmek istemiyorum" diyor.

Atatürk diyor ki; “Kalbim orduya takdir ve şükran hisleriyle doludur.” Doğu manevrası, 24 Ağustos sabahı başladı. Mareşal Fevzi Çakmak ve Mustafa Kemal Atatürk, Orduya takdirlerini sunuyorlar. Halit Rıfkı "bu meseleyi, biz çok güzel hallediyoruz" diyor..

“ 'Dersim’e sefer olur, zafer olmaz', sözünü duyduğu zaman başbakanımız Celal Bayar gülümseyerek cevap verdi: Fakat cumhuriyet idaresi her seferi zafer için yapar.” Söz konusu olan düşman toprağı değil. Bu da nurlu ufuklara açılan "İslam mücahiti" Celal Bayar'ın olaylardaki rolüdür.

“Dersim medeniyete açılıyor" başlıklarıyla meşhur yazılar yazılıyor o zamanlar. Bunlar üzerinde dursak ne olur, durmasak ne olur! Vaziyet ortada. Tabi burada Dersim’le ilgili dikkati çeken nokta; MAH ve Milli Emniyet Hizmetleri'nin 1928 raporlarıdır.

“Van vilayeti için 21 Mart, Urfa için 5 Nisan, Hakkâri için 8, Elazığ için 12’si, Mardin, Siirt, Diyarbakır.” Bir dizi bu raporlar. Milli Emniyet raporları. O bölge üzerine, o dönemde bir yoğunlaşma görülüyor. Bu son derece önemli.

Dersim katliamıyla ilgili bilinmeyenler yoktur artık. Elimdeki kitap “Genelkurmayın Harp Tarihi”. Genelkurmay belgelerinde bu isyanlarla, ayaklanmalarla ilgili resmi kitap. Herhangi bir yerini okuyorum: “15. Tümen'de aynı şekilde bir çok köylerde yaptığı arama sonunda 150 haydutu daha imha etmiş, köy ve tarlaları yakmıştı. 69 kişi daha imha etmişler ve erkek - kadın - çocuklardan ibaret 381 kişilik bir kafileyi batıya nakletmişler.”

20 Ağustos 38. Sevklerden bahsediyor ve köy yakmaları var. Kendileri söylüyor ben söylemiyorum.

Cumhuriyetin Teşkilat-ı Mahsusa'sı

Meşhur Albay Tekçe. Bir albay düşünün, planlama safhasında korgenerallerle birlikte çalışıyor. İsmail Hakkı Tekçe, Mustafa Kemal’in Teşkilat-ı Mahsusa’sının başındaki isimdir. Mustafa Kemal kendi Teşkilat-ı Mahsusa’sını kurmuştur, başında da İsmail Hakkı Tekçe vardır. İddia ediyorum: Onun için Dersim’e gönderilmiştir ve en zorlu görevleri yerine getirmiştir. Bir ayaklanmayı bastırırken nizami birliklerin yapmaktan imtina edeceği, kaçınacağı şeyleri yapmışlardır.

Çünkü burada Muhsin Batur görev yapmış öğrenci olarak. Götürmüşler oraya bu safhada, "o dönemde yapılanları anlatamayacağım" diyor. Bu önemlidir. Çünkü çok açıktır ve nettir. Burada köy yakmaları anlatmaya da gerek yok. Çok nettir köy yakmalar.

Kapitalist Ehlileştirme

Bir de şu var; hayvan sürülerine el koymalar var, yoğun şekilde. Bu kapitalist kitlemedir. Gecikmiş bir biçimde, tıpkı İngiltere’de 16. yüzyılda yaşanan kapitalist kitlemenin, Dersim’de tekrarıdır. Kapitalist hukukun yerleştirilmesidir. Bir yeri medenileştirmek, bu anlama gelir. Kapitalist kitlemedir. Çünkü aynı zamanda muazzam bir hayvan varlığına el konulmuştur. Örneğin, o dönemde önemli isimlerden biri, İşletmeler Müsteşarlığı da yapmış olan, 3 ciltlik masonizm üzerine kitabı olan ve 33. dereceden mason Kemalettin Apak vardır. Aynı zamanda, Türkiye'de devletçilik ve sanayi üzerine de kitapları vardır. O bölgeyi çok iyi bilir. Bir bakıyorsunuz, İstanbul’da hayvan borsasıyla ilgili bir işin başında oluyor 30’lu yıllarda. Böyle ilginç bağlantılar da var.

Umumi müfettişlikler içerisinde çalışma büroları teşkilatında CHP Halkevleri İşleri Masası Bürosu bulunuyor. Resmi devlet kurumu bu. Halkevleri masası ve Cumhuriyet Halk Fırkası içiçe geçmişler. Bunu da belirtmekte yarar vardır. İşin kültürel boyutunu boş bırakmamışlar. Hatta Dersim bu anlamda onların tabiriyle "medenileştirildikten" sonra, oraya misyonerler gidiyor. Bunlardan bir tanesi mesela, Sıdıka Ava'dır. Hep anlatırlar, o bölge köylerini dolaşırken, ‘kızımı da götür Avaa!’ diye bağırırlarmış. Bir misyoner gibi geliyorlar, oralardan çocukları topluyorlar, götürüyorlar ve eğitimden geçiriyorlar. Verdikleri eğitim, elbette metalürji eğitimi, maden eğitimi değil. Verdikleri eğitim, Türkiye'nin kaynakları üzerine bir eğitim de değil. Verdikleri eğitim ne? Batı’nın klasiklerini çevirmişler, buyurun "buradan öğrenin insanlığı" diyorlar. Oradaki yetenekler ne olacak? O zenginlikler nereye akacak? Karar verilmiş: Almanya’ya, Fransa’ya, İngiltere’ye akacak. Amerika 1940’ta gelip şu kadar krom alacak...

Söyleşinin videosu için tıklayınız: www.mizikacilar.com/VideoDetay.aspx

Kaynak: www.mizikacilar.com/

Dersim, Kemalizm ve ahlak
Mustafa Akyol
30 Kasım 2011

Standart Kemalist zihin, kendisine Kemalizm’i sorgulatabilecek ahlaki kıstasları zaten kategorik olarak reddediyor. İslam kültürünün “şeriat”, “kul hakkı”, “mazlumların âhı” gibi değerleri, “Ortaçağ karanlığı” diye lanetlenmiş durumda. Modern Batı’nın “insan hakları” ise, Sevr’i hortlatmak isteyen emperyalistlerin oyunu sayılabiliyor. Geriye, kala kala, “görelim Atamız neylemiş, neylediyse güzel eylemiş” diyen bir zihniyet kalıyor.

30 Kasım 2011 Çarşamba 13:43


İngiliz Hıristiyan yazar G.K. Chesterton’ın bilgece bir sözü vardır. “İnsanlar, neyin kötü olduğu konusunda birbirlerinden pek ayrışmazlar” der. “Ancak hangi kötülükleri mazur görebildiklerine bakınca, aralarında uçurumlar belirir.”
Dersim katliamı tartışmaları, tam da bu yargıyı doğrulayan bir tablo koyuyor önümüze. Ortaya çıkıp da “masum insanlar öldürülmüş, oh canımıza değsin” diyecek kadar alçalan kimse yok tabi. Ama katliamı mazur görenler ve görmeyenler var. Aralarındaki ahlaki uçurum da tam o noktada ortaya çıkıyor.

Katliamı mazur görenlerin gerekçeleri, ahlaki zaafiyet kadar entelektüel sefalet de yansıtıyor. Mesela “her tarihsel olayın kendi şartları içinde değerlendirilmesi gerektiğini” hatırlatarak büyük bir savunma yaptıklarını sanıyorlar. Tamam, her olay kendi şartları içinde değerlendirilmeli de, bu “her eylem kendi şartları içinde doğrudur” demek değil. (Ona kalırsa, Hitler’in, Stalin’in veya Pol Pot’un da “şartları” var.) Dünyada masum insanların kitleler halinde öldürülmesini meşru kılacak herhangi bir “şart” ise yok.
‘Devrimler’in katliamı
Ama bu zatlara bakarsanız var aslında. Çünkü onlara göre “Atatürk devrimleri”, masum insanların hayatından daha değerli. Ulusalcı bir sitede yazan Kemalist bir ideolog, Dersim hakkındaki yazısında, “cumhuriyetin devrimleri yaşama geçirmesi gerekiyordu” diyor ve ekliyor:
“Devrimlerin önünü kesebilecek her türden ortaçağ artığının direncine hoşgörülü olmak olanaksızdı.”
Yani, “Ortaçağ artığı” olarak tanımlanmak, cumhuriyet tarafından öldürülmek için yeter gerekçe. Aynen “şapka devrimi” denen zorbalığa direnen İskilipli Atıf Hoca’nın ve diğer masumların “gerici” oldukları için katledilmesi gibi.
Trajik olan şu ki, Kemalistlere Kemalist dönemin cinayetlerinin neden mazur görülemeyeceğini anlatmak imkansız gibi bir şey. Çünkü zihinlerinde, “Atatürk ilke ve inkılapları”ndan başka bir doğru-yanlış ölçüsü yok. Bir şey Atatürk tarafından yapıldı ise, o şey zaten tanımı gereği “doğru” olmuş oluyor.
Çünkü standart Kemalist zihin, kendisine Kemalizm’i sorgulatabilecek ahlaki kıstasları zaten kategorik olarak reddediyor. İslam kültürünün “şeriat”, “kul hakkı”, “mazlumların âhı” gibi değerleri, “Ortaçağ karanlığı” diye lanetlenmiş durumda. Modern Batı’nın “insan hakları” ise, Sevr’i hortlatmak isteyen emperyalistlerin oyunu sayılabiliyor. Geriye, kala kala, “görelim Atamız neylemiş, neylediyse güzel eylemiş” diyen bir zihniyet kalıyor.
CHP’nin devleti
Bu zihniyetin Dersim’i aklamak için ürettiği diğer argümanlar da çürük.
Örneğin, “katliamı CHP yapmadı, devlet yaptı” diyorlar. İyi de o dönemde devlet ve CHP özdeş zaten. Bu yolla CHP’yi temize çıkarmak ise “Stalin’in katliamlarını Komünist Parti yapmadı, Rus devleti yaptı” demek kadar ikiyüzlü.
Bir diğer ikiyüzlülük, dönemin başvekilinin Celal Bayar oluşundan hareketle olayın sorumluluğunu Demokrat Parti’ye atmak. Oysa Bayar, tam da CHP zihniyetinden ayrıştığı için DP’ye öncülük etmiş, Dersimliler de bu sebeple 1950’de DP’ye oy vermişti. DP’yi DP yapan ise Bayar değil Menderes’ti. 27 Mayısçı katiller, bu yüzden Bayar’ı değil Menderes’i hedef aldılar.
“En iyi savunma saldırıdır” mantığıyla öne sürülen “siz asıl Madımak’ın hesabını verin” argümanı da yanlış. Çünkü, evet, muhafazakar Sünni kesimin Madımak katliamıyla ve Alevi-karşıtı önyargılarla yüzleşmesi şart. Ama Madımak, devlet eliyle ve reis-i cumhur kararıyla işlenmiş bir suç değil ki; faillerinin çoğu tutuklandı, yargılandı ve mahkum edildi.
Ama Dersim’in failleri hala yüceltiliyor. Onlarla yüzleşip “kral çıplak” diyebilmek içinse, her şeyden önce siyasi ahlak gerekiyor.

Kaaynak: STAR

'Hasta' Atatürk, Seyid Rıza'nın asıldığı gece Elazığ'da ne yapıyordu?
Mustafa Armağan
27 Kasım 2011

Tarih Araştırmacısı ve yazar Mustafa Armağan, zaman gazetesindeki yazısında Dersim gerçeğini bazı tarihi belge ve anekdotlar ışığında yorumladı.



Başbakan Erdoğan öyle anlaşılıyor ki, şu kadar İnkılap tarihi bölümünden daha fazla çalışıyor.

Geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı konuşmayla Erdoğan yalnız CHP başkanının eline iki tarafı keskin bir kılıç savurmakla kalmadı, yıllar yılı Dersim'i unutan İnkılap tarihçilerimize de bir muhtıra vermiş oldu. Bakalım, bu 'Dersim açılımı'ndan sonra da 1937-38 yıllarını yazarken Dersim'de olup bitenleri unutabilecekler mi?

Unuturlar, unuturlar... İsmi lazım değil, yaklaşık 1500 sayfalık "Gazi Mustafa Kemal" kitabını yazan bir zat-ı muhterem, küçük Mustafa'nın nasıl birdirbir oynadığını geniş geniş anlatırken, on binlerce insanın hayatını ilgilendiren Dersim olaylarından tek kelime söz etmiyorsa bizdeki İnkılap tarihlerinin yazılma amacının, geçmişi açıklamak değil de örtmek olduğunu söylemek zorundayız.



Dersim denilince öteden beri şu söylenirdi: Efendim, o zaman Atatürk çok hastaydı, yerinden kımıldayacak hali yoktu, Dersim'de olan bitenlerden habersizdi, hatta 'Dersim kararnamesi'ni imzalamaya yanaşmamıştı vs. Sözün özü: Dersim'den Atatürk sorumlu değildi.

Gerçi Başbakan meselenin Atatürk boyutuna girmekten özenle kaçındı ama CHP'li Hüseyin Aygün, "Dersim katliamından Atatürk'ün haberi vardı." diyerek bombanın pimini çekmişti ve ona karşı parti içinde başlayan isyanın korkusu da aynıdır: 'Bu işe Atatürk'ü karıştırmayın' demek istiyorlar.

Ben de bunu anlamıyorum: 1937 yılında Atatürk Hatay için şu kadar çalıştı, diyenler aynı yıl gerçekleşen Dersim'den onu dışlayamazlar. Üstelik 4 Mayıs 1937 tarihli Dersim'e uygulanacak zorunlu iskân politikasının dönüm noktalarından biri olan Bakanlar Kurulu kararının altında onun imzası varken... 2. maddede isyan eden mıntıkadaki halkın toplanıp başka yere nakledilmesi istenmektedir. Nitekim Sibel Yardımcı ve Şükrü Aslan'ın dersim milletvekili Diyap Ağa'nın torunuyla yaptıkları görüşmede Atatürk'ün Diyap Ağa'yı çağırıp "Git, aşiretini kedisine kadar al, Dersim'den çık. Çık ama Malatya'yı geç," demiş ve Diyap Ağa da Çankaya'dan aldığı bu tüyo sayesinde Dersim'i terk etmiş ve ailesinin hayatını kurtarmış. ("Herkesin Bildiği Sır: Dersim", s. 426.)

Bu sözlü tanıklığa inanacak olursak Atatürk'ün bölgede yapılacak operasyonlardan çok önceden haberdar olduğunu ve iyi tanıdığı Diyap Ağa'ya olacakları böyle haber verdiğini görüyoruz.

Atatürk'ün Dersim operasyonuna ne kadar yakından ilgi duyduğunun dolaylı değil de doğrudan delili ise zamanın Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarında buluyoruz. Çağlayangil'in 1990'da basılan anılarında şu satırları okuyoruz:

"Dersim olayı da yakın tarihimizin bulutlar arkasındaki bir gerçeğidir." Doğru, bulutlar arkasında ama ne? Allah'tan Çağlayangil pek ağzı sıkı davranamamıştır da, bazı gerçeklerin kapılarını aralamamıza imkan tanımıştır.

Çağlayangil, Atatürk'ün "Dersim meselesini kökünden hallediniz" talimatını verdiğini yazdıktan sonra bizzat katıldığı Dersim operasyonu hakkında şu bilgileri veriyor:

"Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır'daki Murat suyu üzerinde yeni yapılan Singeç Köprüsü'nü açmaya gidecek. (...) Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer bana dedi ki: "Dersim harekâtı bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ'a dolmuş. Atatürk'ten Seyit Rıza'nın hayatını bağışlamasını isteyecekler, buna engel ol."

Atatürk pazartesi günü Elazığ'a gelecekti, o gün de cumartesiydi, resmi daireler kapalıydı. Bizden istenenler "Asılacakları Atatürk gelmeden asın, beyaz donlular Atatürk'ün karşısına çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun." Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Savcı mahkemeleri etkileyemeyeceğini söyledi. Biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden önce vermesini ve Seyit Rıza meselesinin kapanmasını istiyorduk.

Savcıyı aşmak mümkün olmayınca rapor aldırıldı, yerine tanıdığımız bir savcı geçti. Hakime baskı yaparak mahkemeyi, tatil olmasına rağmen Pazar gecesi 24'e aldırdık. Saatler 24'ü 1 geçe mahkeme başladı. 7 ölüm cezası çıktı.

Seyit Rıza idam sehpalarını görünce durumu anladı. Bana "Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin" dedi ve güldü. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi (celladı) itti. İpi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazını gerçekleştirdi.

İhsan Sabri Çağlayangil bundan sonra idamı Atatürk'ün nasıl bildiğini ve beklediğini ima eden şu ilginç cümleleri sarf ediyor:

"Fakat bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz diye Atatürk bir gün sonra Elazığ'a geldi. Treni gece kör makasa çekmişler, uyuyormuş. "Atatürk seni çağırıyor" dediler. Gittim, kahvaltı ediyorlardı. Bana bir resim gösterdi. Seyit Rıza'nın sehpada sallanırken resmi çekilmiş. "Çabuk git, bu resmin negatifini bul, imha et" dedi. Anladım ki, Atatürk bu olayları sevmiyor. Negatifleri imha ettim, yalnız resimlerden ikisini sakladım. Birini Atatürk'e verdim, birini de kendim aldım. Atatürk "Bana ayırdığın resmi ver" dedi. Verdim. Halkevine hareket etti.

Cengiz Çandar'ın "Munzur" dergisinin 2008 tarihli 30. sayısından aktardığına göre Çağlayangil, bizzat Kemal Kılıçdaroğlu'na bu olayı şöyle anlatmış:

"Atatürk, fena halde sinirlenmiş, beni çağırdı. Nedir bu rezalet? dedi. Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyyit. Peygamber sülalesinden, dedi. Öyle sümükleri akmış beyaz sakalıyla, dedi. Git, derhal imha et, dedi."

"Atatürk hastaydı, Dersim'den haberi yoktu" diyenlere ithaf olunur.

Kaynak: Zaman Gazetesi

“Dersim Belgeleri”
Mart 16, 2012

Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay’ın arşivlerinde yer alan sır “Dersim Belgeleri” ortaya çıktı. Harekat emrini kimin verdiği ve Atatürk’ün tutumu tek tek kayda alınmış!

Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinde yer alan sır “Dersim Belgeleri”ne VATAN ulaştı. Belgelerde, idam edilen Dersim olaylarının sembol ismi Seyit Rıza’nın 11 Eylül 1937′de teslim olmasından bir gün sonra Atatürk ile İnönü arasındaki karşılıklı tebrik mesajları dikkat çekiyor.

Başbakan İnönü, Atatürk’e hitaben, “Seyit Rıza’nın teslim olması Cumhuriyet ıslahatının yeni bir safhasıdır. İltifatınız bizim için çok kıymetli bir teşviktir” diyor. Atatürk ise İnönü’ye, “Teslim olması Cumhuriyet hükümetinin Dersim’deki yüksek şuurlu hareketinin neticesini gösteriyor” mesajını gönderiyor.

Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arşivinde yer alan belgelerde, Seyit Rıza’nın teslim olması hakkında Atatürk ve İsmet İnönü’nün yazışmalarının yanı sıra Tunceli (Dersim) Harekatı’na ilişkin yazışmalar, raporlar, Dersim isyanları hakkında 4. Umumi Müfettişlik’ten alınan raporlar, Seyit Rıza ve adamlarının isyanları, Dersim bölgesinden Batı yerleşim bölgelerine nakledilen kişilerle ilgili bilgiler, Genelkurmay Başkanlığı’nın Tunceli Kanunu’nun uzatılması önerisi, Tunceli Harekatı’na başlama ve bitim tarihlerine kadar kamuoyunun bilgisine sunulmamış birçok sır yer alıyor. Tarihe ışık tutacak belgelerden bazıları şöyle:

HAYDUTLUKLAR SÜREBİLİR KANUN YÜRÜRLÜĞÜNÜ UZATIN:

(Genelkurmay Başkanlığı’nca Tunceli Kanunu’nun yürürlük süresinin uzatılması önerisi hakkında Başvekalet’e, Dahiliye Vekaleti’ne, Genelkurmay Başkanı Mareşal imzasıyla yazılan 9.6.1939 tarihli belge) Müddeti bitmek üzere bulunan Tunceli Kanunu’nun daha üç sene temdidi ve bu kanunun maddelerine bazı hükümlerin eklenmesi hakkında 4. Umumi Müfettişliği’nin şifre yazısı örneği ilişik olarak sunulmuştur. Yapılan arama ve taramalara rağmen mıntakanın hususiyetlerinden ötürü miktarı mahdut bazı muzir eşhasın mezkur bölgede saklanmağa muvaffak oldukları, alınan günlük raporlardan anlaşılmaktadır. Devam eden tazyıkın azalması ile bunların tekrar faaliyetlerini tevsi ile ilerde mühim hareketler icrasını müstelzim bir vaziyet ihdas etmeleri daima beklenebilir.

Keza, esas mefsedet yatağında bulunan muzur eşhas civardan gördükleri teşvik ve müzaharetle şekavet ve haydutluklarının devam ve idamesine imkan bulabilmektedirler. Halen yardım ve teşvik ile iş gören bu eşhasın ilerde bilfiil şekavet ve haydutluk etmeleri de muhtemeldir. Bu sebeplerden ötürü 4. Umumi Müfettişliği’nin teklifi Genelkurmayca da uygun görülmüştür. Bu teklif tensip ve tasvip buyrulduğu takdirde Hükümetçe ittihaz edilecek kararın ait makama işarına ve sonuç hakkında Genelkurmay’a bilgi verilmesine müsadelerini saygı ile arzederim.

TUNCELİ HAREKATI’NIN BAŞLAMA VE BİTİM TARİHLERİ:

(Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Encümeni Başkanlığı’na 15.10.1940 tarihinde Harekat Yarbaşkanı Tümgeneral imzasıyla yazılan Tunceli Harekatı’nın başlama ve bitim tarihlerini hakkında yazılan belge) Son Tunceli tedib ve tenkil harekatı esaslı bir şekilde 1937 ve 1938 senelerinde başlamıştır. 1937 harekatı, 12 Mayıs 1937′de başlayarak 1 Temmuz 1937 ayı sonunda bitmiştir. 1938 harekatı 8 Haziran 1938′de başlamış ve bu harekata 8 Ağustos 1938′den itibaren ordu manevresi halinde devam olunmuş ve manevreye 10 Eylül 1938′de nihayet verilmiştir. Tunceli tedib ve tenkil harekatı için; 25 Mart 1937 tarihli Hey’eti kararnamesiyle 4 bin ihtiyat eri celbedilerek birlikler takviye edilmiş, 25 mayıs 1937 tarih ve icra vekilleri heyeti kararnamesiyle bu harekattan (muharebe ve müsademeleri istilzam eden mahiyette ve hususi ehemmiyette olduğu) tasdik olunarak subay ve askeri memurlara bir nefer tayini zammı verilmiş ve nihayet 27 Mayıs 1937 tarihinde icra vekilleri heyeti kararnamesiyle, Tunceli harekatının 1776 sayılı kanunun ilgili maddesi mucibince (sefer mahiyetinde mühim harekat) olduğu kabul edilerek harekata iştirak eyleyen, kara ve hava birlikleriyle sabit ve seyyar jandarma eratına kuvvetli tayin verilmiştir.

Harekat başlangıcında geri hizmet teşkilleri vücuda getirilmiş, sefer kadrosuna göre sıhhıye bölüğü, seyyar hastane, arabalı hasta nakliye takımı yeniden teşkil edilmiştir. Keza aynı harekat sahası içinde bulunan ve harekata iştirak eyleyen birlikler hakkında Askeri Ceza Kanunu’nun ilgili fıkrası mucibince harp hükümlerinin cari olacağı tesbit ve emrolmuştur. (Tunceli harekatı için dahili ve harici vaziyet düşünülerek seferberlik ilan edilmemiş ise de seferberlik icaplarının yapıldığı ve bu hususta hükümetçe bir karar verilmesinin muvafık olacağı) mütelasında bulunulmuştur. Birbirini takip eden iki sene içinde yapılan iş bu tedib ve tenkil harekatı sırasında yukarda zikredilen kararname ve emirler muhteviyatından anlaşıldığına göre hükümetçe kısmi seferberlik ilan edilmiştir. Bu yolda bilgi edinilmesini ve gereğinin buna göre yapılmasını rica ederim.

HAREKAT EMRİ MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’TAN:

(Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak imzasını taşıyan 12 Mayıs 1937 tarihli belge) Tunceli vilayetinde Devlet Kuvvetlerine karşı müçtmian ve müseliahan vukubulan isyan dolayısıyla harekatı askeriye başlamış olmakla ceza kanununun yedinci maddesine göre harekatın başlangıcından diğer bir emir verilinceye kadar harp hükümlerinin carı olacağının kıt’alara tebliğ edilmesini dilerim.

İSMET İNÖNÜ’DEN FRANSA HASSASİYETİ:

(5 Mayıs 1937′de İsmet İnönü’nün Başvekalet Vekili doktor Refik Saydam’a aktardıklarına gösteren belge) Dün Dört Mayıs İstasyonundan hareket ederken Milli Müdaafa Vekili bay Özalp mareşalin diğer bir fıkra için yeniden dört bin ikmal efradı celbedilmesi teklifini aldım. Doktor Aras ile gönderdiğim cevapta bir saat evvel büyük erkanı Harbiyede vaziyeti mütalea ettiğimizi ve şimdilik böyle bir tedbire lüzum olmadığını anladığımı mahaza vaziyetin Atatürk’e arz ile emirleri mucibince harekat olmasını bildirmiş idim. Şimdi alttaki mütaleayı arzediyorum; Büyük Erkanı Harbiyede verdiğimiz kararların eldeki vasıtalarla tatbiki imkanını ve kıtaatın halini ve mahallin şiraitini General Alpdoğan ile mütalea etmek üzere sayın Mareşalin süretle Elazize gitmesini teklif ederim.

Şayet yeniden ikmal efradı celbi lüzumlu görülürse teklifim şudur; Fransızlarla yeni bir sui tefsir vukuuna mahal vermemek için benim Paris mülakatımı beklemek muvafık olur. Andan sonra meseleyi dahili bakımdan memleket efkarı umumiyesine karşı açıktan vaz etmek lazımdır. Çünkü yeni ikmal efradı celbi dahilinde endişeşi mucip olabilir. Meleseyi açıktan vazettikten sonra 4 bin yerine 8 bin ikmal efradı celbederek iki fırkayı taviye etmek müreccahdır. Bu mütaleatımı Mareşale, Özalpe ve Atatürk’e arzetmenizi hürmetle rica ederim.

CUMHURİYET ISLAHATININ YENİ BİR SAFHASI: (Başvekil İsmet İnönü’den Reisi Cumhur Atatürk’e gönderilen 12 Eylül 1937 tarihli belge) Seyit Rıza’nın teslim olması cumhuriyet ıslahatının yeni bir safhasıdır. Lütufkar iltifatınız bizim için çok kıymetli bir teşviktir. 4. Umumi Müfettişi tebrik ederken, büyük Reisi Cumhurun Hükümeti taltif etmek lütfunda bulunduğunu ve Reisi Cumhurun yüksek takdirlerinin tabiatile kendisine ve emri altındakilere müteveccih olduğunu tebliğ ettim.

ATATÜRK’TEN İNÖNÜ’YE DERSİM TEBRİKİ:

(Atatürk’ten Başvekil İsmet İnönü’ye 1937 Eylül’ünde giden mesajı gösteren belge) Seyit Rıza’nın teslim olması Cumhuriyet hükümetinin Dersim’deki yüksek şuurlu hareketinin neticesini gösteren bir müşahhas delildir. Ondan dolayı kendilerini tebrik ederim.

‘Resmi tarihin gerçeklere aykırı yazıldığının kanıtı’

Açıklamalarıyla CHP’de “Dersim krizi” yaratan CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, belgeleri değerlendirdi. Aygün, “Sizin bulduğunuz bu belgeler halkın 75 yıldır inandığı, konuştuğu şeylerin doğru olduğunu, resmi tarihin bu konuda gerçeklere aykırı olarak yazıldığını kanıtlıyor” dedi.

Aygün, belgelerdeki ilkleri de şöyle sıraladı, “Askerin harekata katılan personelden halka şefkatli davranılmasını istediği belge, Seyit Rıza’nın Meclis’ten hayat güvencesi istediği ve teslim olduğunu gösteren belgeler, hükümet yetkilisinin gazete yöneticilerinden istekleri, 14 bin Dersimli’nin tayini ve hangi illerdeki işkollarında çalıştıklarını gösteren belgeler ilk defa gün ışığına çıktı.”

Aygün, Seyit Rıza’nın teslim olmasının ardından Atatürk’le, İsmet İnönü arasındaki yazışmaları gösteren belgeyle ilgili,
“Seyit Rıza’nın aslında Erzincan Valisi’yle ilişkili olduğu ve oraya teslim olmaya gittiği Dersim yöresinde olay meydana geldiği günden beri anlatılıyordu. Dolayısıyla onun isyancı, eli silahlı bir lider, isyanı sevk ve idare eden kişi olduğuna dair resmi tez aslında halkın sathında hiçbir değer sahip değildi. Sizin bu bulduğunuz belgeler halkın 75 yıldır inandığı konuştuğu şeylerin doğru olduğunu, resmi tarihin bu konuda gerçeklere aykırı olarak yazıldığını kanıtlıyor” ifadesini kullandı. Aygün, Dersim Harekatı’nın Mareşal Fevzi Çakmak’ın talimatıyla başladığını gösteren belgeyi ise “Dersim’le ilgili en sert raporu Mareşal Fevzi Çakmak yazmıştır. ‘Dersim’e bir koloni yönetimi kuralım. Dersimliler konuşmaktan başka bir şeyden anlamaz bunlar sadece silahın gücünden anlar’ demiştir. Fevzi Çakmak hareketin baş sorumlusudur” dedi. Dersim Harekatı’na katılan askeri personele kuvvetli tayin verilmesi belgesini ise Aygün, “Olayın, normal bir iç operasyon değil bir savaş gibi ele alındığını gösteriyor” diye değerlendirdi.

Kaynak: Vatan

Ana Fatma Çiçeği…(*)
Av. Taylan Tanay



Aramyan’ın diktiği ancak yemişlerini hiç yiyemediği ceviz ağaçlarının arasında yürüyorlardı. Ceviz ağaçları, tek sıra dizilmiş bir taziye kalabalığını andırıyordu. Zulme tanıklık etmekten ağırlaşan koca gövdelerini yapraklarıyla örtüp, yeni bir utanca tanıklık etmekten kaçınıyorlardı.

8’i çocuk 38 kişiydiler. 38 kadın. Kuşkusuz Xalvori’nin (Halvori) nüfusu ne bu kadardı, ne de sadece kadın ve çocuklar yaşıyordu bu köyde. Çelik gövdeli dev kuşlar semalarında belirdiğinden beri 10 yaşından büyük tüm erkekler hangi dağda, ölü mü sağ mı bilen yoktu. Kafileye iki yanında yürüyen gözlerini süngüye sürmüş askerler eşlik ediyordu. Nereye gidiyorlardı? Bilen yoktu.zaten söylenseydi, anlayacak olan da yoktu. Sadece otlar bozuyordu sessizliği. Dokunsanız tutuşacaklardı. Öyle sıcaktan falan da değil, kederden. Otlar, yürüyenlerin ayaklarına sarılıp tutuyorlardı. Tıpkı, kendilerinden ayrılan çocuklarının ayaklarına kapanıp bırakmak istemeyen analar gibiydiler.

Munzur’a doğru yürüyorlardı. Bu kez ona adadıkları kurbanlar yoktu yanlarında. Munzur’un kenarında, ona tepeden bakan bir kayanın üzerine yerleştirdikleri değirmene yaklaştılar. Kadınlar, bellerine sardıkları kuşakların arasından çıkarttıkları teberıkleri[Dipnot] öpüp dualar okudular. Sadece kendilerinin bildiği o dilden. Sadece kendilerinin duyabileceği bir sesle Tılaq[Dipnot] Babayı yardıma çağırdılar. Tılaq Baba, ziyaretini yakan ateşten, oradan yükselen dumandan habersiz. Bir ahiret zamanı kadar yürüdüler. Değirmene vardılar. Tek sıraya girmeleri istendi, anlamadılar. Kendi dilleriyle şaşkın birkaç cümle kurdular, bu kez askerler anlamadı. Baktılar dilleri kendilerinden önce ölü, kara gözleriyle “Neden?” diye sordular. Komutan elini başına götürdü, düşündü. Düşündü ki kurşuna kıymak haram. O vakit, süngü ve dipçiğin sesi duyuldu. Önce süngülendiler, hemen sonra birer birer uçurumdan atıldılar. Askerler bu işte mahirdiler. Lakin öldürmekten artık yorgun düşmüştüler. Sona kalanlara süngü de haram deyip uçuruma bıraktılar. Son bıraktıklarını, uçurumun dibinde azrailin elinden bir yaban asma ile bir yaban incir aldı.

Şimdi bir mağaranın içerisindeydiler. Haxe (Hece), Fecire ve Fatma. Bir de Fatma’nın hala isim veremediği kundaktaki kızı. Kız ağlamaya başladı. Fatma kandan kaçan sütünü bulmak için boşuna çabaladı. O çabalarken kız biraz daha acıktı. Acıkınca biraz daha fazla ağladı. Askerler koşmaya başladı. Fecire, Fatma’ya baktı, Fatma gözlerini kaçırdı. Gözlerini kaçırdığı yerde Haxe’nin gözlerine yakalandı. Fatma anladı bu ilahi emri. Usulca kalktı yerinden. Kızını kucağına aldı. Öptü. Kıza isim vermek için, kocasını beklemeyi bıraktı. “Zerif” dedi. Tekrar öptü. Onu yere, kendini uçurumdan Munzur’a bıraktı. O vakit Munzur, gözlerine mil çekilmiş bir eski zaman dervişi gibi vurdu kendini kayalara. Alabalıklar kırmızı benekler çıkarttılar öfkelerinden. Munzur yamacında sıra sıra dizilmiş yayla çiçekleri, önce geniş yapraklarını döktüler. Sonra sarı çiçekleri kurudu. Kuruyan çiçeklerin arasına sonsuz, bitimsiz bir koku sakladılar. Öyle bir kilit vurdular ki üstüne hiç çıkmasın o koku, hiç bitmesin o öfke, hiç unutulmasın bu kadın…

Fecire ve Haxe, ya Zerif’le yaşayacak ya da Zerif’le öleceklerdi. Hiç konuşmadan, birbirlerine bakmadan, bu kararı verdiler. Sustular. Açlıktan yorgun düşüp uyudular. Kaç vakit geçtikten sonra uyandılar, bilmediler. Kendilerini bulan milisin[Dipnot] yüzbaşının karısına çocuğu sunacağını anladıklarında, ilk ve son kez konuştular:

-Name ho Zerif’a. Name ho vındero. Mae hora, tu o mendo.[Dipnot]

Harput’tan kalkan kara vagonun bir kompartımanında yüzbaşının karısı kucağında Zerif Manisa’ya giderken, onlar sırra erdiler.

Bu şehre, Tunceli’ye ilk kez geliyordu. Ama sanki yüzyıldır tanışıyorlar da birbirlerini kaybetmişler gibi, derin bir sızı kapladı içini. Otobüsün camından görebildiği kadar şehri çepeçevre saran dağlara dikti gözlerini. Demek bu dağlara sevdalanmıştı, demek bu dağlar saklamıştı onu, Cem’ini. Yalnız gelmişti. Cem’in iki kardeşi de gelmek istemiş, başları belaya girer korkusuyla izin vermemişti. Toparlandı.

Otobüs bir minibüs durağını andıran, insanların otogar dediği bir yerde durdu. İndiğinde bir taksi durdu yanıbaşında. “Bana steyşın bir araç lazım.” dedi. Kısa bir süre sonra, modeli Toros 12 olan bir taksi geldi. Taksiye bindi. Önceki taksici kadının elinde sadece küçük bir kol çantasıyla taksiye bindiğini görünce köpürdü. Taksi ilerledi. Kadın “Karşılar Köyü’ne gideceğim.” dedi. Adam, “Tamam. Merkeze yakın bir köydür. Eski ismi Xalvori’dir. 20 dakikaya varmaz ordayız.” dedi. Taksi, Munzur’un tersi istikamette, arkasında kesif bir toz dumanı bırakarak ilerliyordu. Taksici “Kime gidiyorsunuz?” diye sordu. Ancak herkesin birbirini tanıdığı, hatta küçük ismiyle çağırdığı kadar büyük bir kentte bulunduğunu düşünerek bu soruya şaşırmadı. “Karakola gideceğim.” dedi. Taksici, “yol üzerinde, kolay” dedi. Devamla, “çocuğunuz mu orda?” diye sordu. “Evet” dedi kadın. Adam, “terhise daha çok var mı?” diye devam etti. Kadın sustu. Adam etaminden yapılmış, içi pamukla doldurulmuş bir karpuzun sallandığı aynadan kadına baktı. Sorusunun cevabını aradı. Kadının yüzü, susuzluktan çatlamış topraklar gibiydi. Tek bir kelime daha etse, o yüzün onlarca ırmağın akacağı bir havzaya dönüşeceğini anladı. Sustu. Kadın “Çocuğumu vurdular. Şimdi o karakolda, onu almaya geldim.” dedi. O vakit taksici o soruyu sorarken lal olsaydım, bu cevabı işitmemek için sağır olsaydım diye düşündü. Çok sürmeden, eski değirmenin üzerine kurulu karakola vardılar.

Hemen silahlar çatıldı. Dur komutları verildi. Evraklar incelendi. İçeriye haber salındı. Kısa bir bekleyişten sonra kadın bir asker eşliğinde içeri girdi. Üzerinde komutan yazan, kırmızı, pirinç bir levhanın çakılı olduğu duvarın yanındaki kapıdan girdi. Üstünde kırmızı işaretler bulunan bir haritanın önünde, ayakta biri karşıladı kadını. Ancak bir askere ait olabilecek bir soğuklukla “başınız sağolsun” dedi. Kadın adamın gösterdiği yere oturdu. Komutan, “Manisalıymışsınız.” dedi. Devam etti, “İnsanın aklı almıyor. Manisa nere, Tunceli nere. Hem doktor olmuşsun. Araştırdık, büyük dedesi de piyade yüzbaşısıymış. Yazık. Bu nifakı bu topraklara kim soktu? Bu düşmanlığı kim?” Sorular cevap beklemediğinden kadın sadece sustu. Komutan, “Yazık.” dedi. Kadın suskunluğunu korudu. Komutan baktı ki hiçbir sözcük bu suskunluk duvarını aşamayacak, o da sustu. Ayağa kalktı. “Araba getirmişsiniz. Cenazeyi taşımak için birkaç köylü çağırdım. Onlar size yardım edecekler. Kısa beyanınızı aldıktan sonra gidebilirsiniz.” dedi. Zile bastı. Topuklarını birbirine vuran bir asker içeri girdi. Asker oturdu daktilonun başına, başladı yazmaya:

Adı: Ayşe

Soyadı: Bozkurt

Baba adı: Osman

Ana adı: Zerif

Doğum Yeri: Manisa

…. Daktilo tuşları birbirlerine yetişmek için yarışıp durdular. Bu sırada ifade bitt. Yan odaya geçtiler. Köylüler yüzyıllık cevizlerine kıymaktan çekinmeyerek yaptıkları tabutu omuzlayıp dışarı taşıdılar. Kadın tabutun arkasından peşi sıra yürüdü. Arkadan bir ses, “Bir dakika!” dedi. Kadın döndü. Ses devam etti “Çocuğunuzun birkaç eşyası var. Onları teslim etmeyi unuttuk, size hemen teslim edelim.”. Kadın tamam manasında başını salladı. Omzu kalabalık bir asker, elinde küçük bir poşetle çıkageldi. Kemikli parmaklarını poşetin içerisinde gezdirdi. “Buyrun” dedi, “işte bir yüzük, bu da bir saat”. Poşeti tam büzüştürmek üzereydi ki farketti. “Bir de bir sigara jelatini içerisinde şu aşağıdaki ırmağın kenarında yetişen kuru sarı çiçeklerden var.” dedi. “Onları da ister misiniz?” diye sordu. Kadın, suskunluk orucunu işte o vakit açtı. “Evet” dedi, “çocuğuma ait herşeyi istiyorum.”. Asker elini tekrar poşetin içerisinde dolaştırdı. O jelatini buldu. Çıkarıp kadının avucunun içerisine usulca bıraktı.

Bu o çiçekti. Annesinin göğsünde taşıdığı o çiçek:

Ana Fatma Çiçeği…


[1] Teberık: Dersim’de her köyün bir ziyareti vardır. Dersimliler bu ziyaretlerden aldıkları taşın/ toprağın kendilerine şifa verdiğini, yardım ettiğini düşünürler. Ve bu nedenle, zor zamanlar için bu taşı/ toprağı taşırlar.

[2] Tılaq: Dersim’de bir ziyaret yeri.

[3] Milis: 38’de devlete çalışan yerli insanlar.

[4] Adı Zerif’tir. Adı kalsın. Annesinden sadece o kalmıştır.

(*) Halen ÇHD üyesi olmak suçundan Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Av. Taylan Tanay’ın, 4 Mayıs Dersim Soykırımını Anma günü nedeniyle yazdığı öyküydür.

Kaynak: http://dersimnews.com/

DOĞU ANADOLU'NUN İSKAN BELGELERİ ARŞİV'DE İMHA EDİLDİ



AYNI PLAN;BARZANİ UYDU DEVLETİ KURULMADAN ÖNCE MUSUL VE KERKÜK'TE DE UYGULANMIŞTI!

Önceki hafta Türkiye'yi ziyaret eden İngiltere Başbakanı David Cameron'a çakma tuğralı bir belge hediye edilmesi skandalinin kahramanı Devlet Arşivleri'nde bu defa bambaşka bir rezalet ortaya çıktı ve Doğu Anadolu'dan saklanması için Arşiv'e gönderilen bazı iskân belgelerinin yanlışlıkla imha edildiği anlaşıldı.
İnanılması bile zor gibi görünen skandal, 2009'un sonlarında meydana geldi.
3473 sayılı kanun ve ilgili yönetmelik "arşiv malzemesi" hükmünde olan, kamu kurum ve kuruluşlarında biriken ve "devlet millet hayatını, kişi hak ve menfaatlerini koruyan" belgelerin önemlilerinin devlet arşivlerine gönderilmesini öngörüyordu.
Devlet Arşivleri, bu kanun uyarınca bazı bakanlıklardan ellerinde bulunan arşivlik evrakın kendilerine devredilmesini istedi. Talepte bulunulan resmî müesseseler arasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'na bağlı Âfet İşleri Genel Müdürlüğü de vardı ve genel müdürlük, sahip olduğu evrakın başına neler geleceğini tahmin edemeden, binlerce belgeyi gayet iyi niyetli bir şekilde Devlet Arşivleri'ne gönderdi.
Ama ortada bir mesele, daha doğrusu bir düzensizlik vardı: Dünyanın en önemli belge hazinelerinden olan devlet arşivimiz mükemmel şekilde çalışıyor ve hattâ imâl edilen çakma tuğralı belgelerle İngiliz başbakanı bile kandırılıyordu ya... İşte bu mükemmel sistem bakanlıklardaki evrakın Arşiv'e nakli işinde de tıkır tıkır işliyor ve bakanlıklardaki belgeler bazen listelenerek ama bazen listelemeye bile gerek duyulmadan çuvallara doldurulup arşive yollanıyordu.
Taşıma işi de, kamyoncu kooperatiflerine yahut kargo şirketlerine havale edilmişti...

İSTİKAMET, İMHA ÜNİTESİ!
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın Doğu Anadolu'daki birimlerinden yüklenen onbinlerce iskân belgesini taşıyan bu kamyonlardan biri, geçen senenin sonlarında yolunu kaybetti... Ankara'ya doğru yola çıkan kamyon, devlet arşivlerinin depoları yerine Ergazi semtindeki imha ve balyalama ünitesine gitti ve yükünü boşalttı.
Devlet Çakma Tuğra Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yetkilileri işin farkına vardıklarında artık çok geç olmuş, onbinlerce belge bir güzel imha edilip SEKA'ya gönderilmek üzere balya haline getirilmişti.Hata, daha doğrusu bu tarih cinayeti farkedildiğinde yetkililer hayli telâşa düştüler ama imha edilen belgeleri kurtarıp kullanılabilir hâle getirme çalışmalarından önce, rezaletin duyulmasını önleme çabasına giriştiler. Gerekli sansürlerden ve "Ağzını açanı kovarız haaa!" gibi âcil tedbirlerden sonra kâğıt kıyma makinelerinden geçirilmiş iskân evrakının kurtarılmasına uğraşıldı. Bu iş için hemen bir grup kuruldu ve tasnifle görevli onlarca arşiv memuruna, şerit haline getirilmiş milyonlarca parçayı delinin pösteki sayması misâli, birleştirmeleri talimatı verildi.
Ve netice: İmha edilen Doğu bölgesi ile ilgili iskân evrakının sadece yüzde onu kurtarılabildi, geri kalanı da devlet arşivlerimizin dünyada bir ilk olan "kıyılmış kâğıt seksiyonuna" kaldırıldı.Mâlum iskân evrakı üzerinde çalışmak isteyen araştırmacılara, aylardan buyana verilen cevap ise, tahmin edeceğiniz gibi: "Belgeler tasnif aşamasındadır!" deniyor.

SADECE ÜÇ SORUM VAR:
Artık hiçbir şey söylemiyor ve şimdilik şu üç soru ile yetiniyorum:
Bir: Doğu Anadolu'dan yollanan iskân evrakı hakikaten "yanlışlıkla" mı imha edildi?
İki: Kâğıt kıyma makinelerinden geçirilen bu belgeler hangi bölgeye ve Cumhuriyet'in hangi yıllarına aitti?
Üç: Şerit haline getirilen evrak arasında Dersim ile ilgili iskân belgeleri de var mıydı?

Murat Bardakçı

http://www.yuksekovahaber.com/haber/bardakcidan-skandal-iddia-35891.htm

'Atatürk vurun dedi vurduk'
28-11-2011



Celal Bayar, Dersim'i işte bu sözlerle Hüsamettin Cindoruk'a anlattı: 'Atatürk sonunda bize vurun dedi vurduk.'

Dersim tartışmalarına DP'nin eski lideri ve Celal Bayar'ın son avukatı Hüsamettin Cindoruk da katıldı. Cindoruk'un anlattığına göre Dersim'i "vur" emri Atatürk'ten geldi.
"Dersim Cumhuriyet'in zorbalığıdır" diyen Cindoruk, "hükümetler gelip geçicidir. Hukuken mühim olan Meclis'in kolektif özrü" görüşünde. Radikal'den Ezgi Başaran'a konuşan Cindoruk, olayda herkesin sorumluluğunun olduğunu iddia etti.
Bayar'ın 25 yıl avuktalığını yapan Cindoruk, rahmetlinin Dersim'le ilgili kendisine söylediklerini aktardı:
"Cumhuriyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkari dahil, Trakya dahil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tunceli dışında. Tunuceli'deki mütegallibe Tunceli'yi Cumhuriyetin dışında tutuyordu. Polis, jandarma oraya giremiyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, kanunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli'yi kattık." Aynen böyle anlatmıştı.
"Atatürk'ün bilgisi yoktu" diyenlere Cindoruk, "Başka bir karine daha Sabiha Gökçen'dir. Kendisi askeri pilot da değildi. Sizce Atatürk'ün manevi kızı olarak onun bilgisi dışında böyle bir harekata katılması mümkün mü?" diye cevap verdi.
"Dersim'e yapılanlar baştan aşağı haksızlıktır" diyen Cindoruk, DP'nin de sorumlu olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: Evet belki CHP egemen partiydi ama o sırada
"Evet, belki CHP egemen partiydi ama o sırada sadece İnönü ve Bayar mı var? Menderes, Köprülü milletvekili. Demokrat Partili bir sürü vekil var. Eğer orada bir siyasi mesuliyet varsa, herkesindir. Sadece CHP’nin değil, Demokrat Parti’nin de."

İnternethaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com