EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kürt Meselesi mi,"Kürdistan Meselesi" mi?
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Nis 17, 2010 8:03 pm    Mesaj konusu: Odatv’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili hazımsızlığı Alıntıyla Cevap Gönder

Odatv’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili hazımsızlığının gerçek sebebi nedir-1-

Ertuğrul Horasanlı



Muhalif bir duruşu var...

Eyvallah...

Zaman zaman çok kaliteli analiz, yorum ve değerlendirmeler yayınlanıyor...

Faydalanıyoruz...

İlginç haberlere yer veriyor...

Okuyoruz...

Muhalif seslerin birbir susturulduğu...

Muhalif medya kuruluşlarının ya satın alınarak, ya içleri boşaltılarak yandaş hale getirildiği dehşetli bir kuşatma sürecinde...

“Muhalif olsun da çamurdan olsun”a fit olmuş vaziyette, Soner Yalçın’ın o şizofrenik/benbilirimci/kendine aşık hallerini bile sineye çekiyoruz... (*)

Ama kardeşim...

İki de bir, bu ülkenin iki büyük demografik unsuru olan Türkler ve Kürtleri saçma sapan kurgularla aslında Yahudi kökenli olduklarına inandırmak için çok özel/çılgınca bir gayretkeşlik gösterilmesini ne anlıyor ne de tahammül edilir buluyoruz...

Hastalık yeni değil...

Neredeyse 100 yıllık bayat bir hikâye: Dünyayı Yahudiler ve Masonlar yönetiyor...

On yılı aşkın bir zamandır da İnternette çeşitli ortamlarda sıcak tartışmalara konu oluyor...

Bu tartışmalarda kullanılan malzemeyi toplayarak üzerine birşeyler daha ilave edip kitaplaştıranlar da var...

İnnernetin o başıbozuk ortamında, her türlü hastalıklı fikre karşı duran, bu hastalığın yayılmasını engellemeye çalışan derviş ruhlu temiz yürekli insanlar olduğu gibi...

Her türlü sapık/sapkın/abuk subuk/ ipe sapagelmez hastalıklı fikirleri azdırarak hastalığı sirayet ettirmeye çalışan ve “bu iş” için özel olarak eğitilmiş oldukları anlaşılan psikolojik harp uzmanları da şeytanın avukatlığını canla başla yapıyorlardı...

Bir çok yerde bozguna uğratıldıkları, püskürtüldükleri halde bunlar hala görev başındalar...

Hastalığı yaygınlaştırmak için durmaksızın çalışıyorlar...

OdaTV de zaman zaman bu fikirlere hamilik/sponsorluk/yataklık yapıyor..

“Bunu niçin yapıyor?” ayrı bir bahis...

Bu bayat ve saçma hikâyenin halkı müslüman bir ülkede müşteri bulması ise başka bir garabet...

İslâm itikadının neredeyse ilk basamağı “mülkün/kainatın tek sahibinin Allah olduğu”na inanmaktır.

Mülkün tek gerçek sahibi olan Allah, aynı zamanda “tek hüküm sahibidir” de...

Yani?

O’nun mülkün de, O ne derse o olur...

Mülkü, mülkün sahibi yönetmeyecek de kim yönetecek?

Haaa..

Mülkün Sahibi, Mülkün’ün Dünya isimli bölümündeki bir kısım işlerin yönetimini “halife” sıfatıyla ve bazı kayıt ve şartlarla İNSAN’a emanet etmiştir ama...

“İNSAN nedir? Kime İNSAN derler?” bahislerine hiç girmeyelim(**) de mevzu dağılmasın...

Kısaca bir müslüman dünyayı Yahudiler ve/veya Masonların yönettiğine nasıl inanır?..

Böyle bir iman şirk/ortak koşmak olmaz mı?

Bugünün dünyasında böyleyle bir görüntü, algı, emare varsa bu Mülk ve Hüküm Sahibi’nin buna izin vermesi sonucudur...

İzni veren bu izni her zaman iptal de edebilir...

Dünyayı yönetmeye muktedir olmak için ne lâzım?

Güç ve kuvvet...

Dönelim yine İslâm itikadına: Yegâne güç ve kuvvet sahibi kimdir?

Allah’tır...

Kullar, ancak onun izni ve o işi yapacak güç ve kuvveti bahşetmesiyle iş görebilir...

O zaman da dünyayı kim yönetiyor görünürse görünsün...

Yaptığı şeyi ancak O’nun izni ve o işi yapacak güç ve kuvveti kendisine vermesiyle yapıyordur...

Ki...

Burada yapana değil yaptırana bakmak lâzım gelir...

Kendine izin, güç ve kuvvet verilenler bu işi doğru veya yanlış yapabilirler...

Emanet olarak verilen her izin ile bunu yapacak güç ve kuvvetin doğru kullanılmaması halinde bunu yapanların sorumlu olacağı, sonunda kendilerinden hesap sorulacağı da bu ilişkinin tabiî sonucudur...

Yahudilerin ve/veya Masonların dünyayı yönetmeye çalışmaları ayrı bir şey bunu fiilen yaptıklarına inanmak ayrı şey...

İşte İsrail’in durumu ortada...

Bırakın dünyayı yönetmeyi..

Yarın orada varolup olmayacağı bile şüpheli...

Bütün saldırganca gayreti sadece o toprak parçası üzerinde tutunmaya çalışmak için...

Orada kendi güvenliğini bile sağlayamamış İsrail mi Dünyayı yönetiyor?

Kelin merhemi olsa başına sürecek...

Haa...

Yönetmek istemiyor mu?

İstiyor...

Ve bunun Allah tarafından kendilerine bahşedilmiş bir hak olduğuna inanıyor mu?

İnanıyor...

Peki...

Bütün dünyadaki gizli, açık Yahudilerin toplam nüfusu kaç?

18 milyon...

Dünyanın toplam nüfusu kaç 6,5 milyar...

Bu 18 milyon, bu 6,5 milyarı nasıl yönetecek?

Bir akıllı adam çıksın önce bunu anlatsın...

Mevzuyu hurafelerden, şehir efsanelerinden, mavallardan, martavallardan ayırıp gerçeklere doğru sürdüğünüzde...

Hikâye başlıyor...

-Aslında Türkler de Kürtler de Yahudi asıllı...

Hadi ya?

-Bak hazara Türklerine... Barzan yöresindeki Yahudi Kürtlere...

Yahu ırken Yahudi olmakla, dinen Musevî olmayı birbirinden ayıramıyacak kadar ebleh misin?

Her peygamber bütün insanlığa gelmiştir...

İnsanlardan bazıları gelen peygamberlere tabi olmuş, bazıları olmamıştır...

Olanlara Müslüman, olmayanlara kâfir denilir...

Müslümamın da kâfirin de her ırktan olanı vardır...

Hazret-i Musa geldiğinde bütün ırklardan ona tabi olan müminler olduğu gibi bütün ırklardan ona tabi olmayan münkirler de olmuştur.

Bu arada Türklerden de Kürtlerden de Hazret-i Musa’ya tabi olan şanslı müminler elbette vardır.

Bunlar ırken Yahudi değil dinen Musevîdirler..

Nitekim Yahudi Hahamlar Hazret-i Musa’ın getirdiği kitab olan Tevrat’ı tahrif edince (İçinden bazı şeyleri çıkarıp, bazı şeyleri ekleyip bazı şeyleri de değiştirince) yoldan çıkmışlardır...

Bundan sonra Hz. İsa gelmiş sapkın Yahudilerin tahrif ettiği inanç sistemini aslına döndürmüş ve yeni bozulmamış bir kitap getirmiştir.

Hazret-i İsa’nın davetini her ırktan benimseyen müminler olduğu gibi her Irktan reddeden münkirler de olmuştur...

O yüzden Türkleri ve Kürtlerin geçmişlerinde İsevî olma bahtiyarlığına ermiş olanlar olduğu gibi tahrif edilmiş olan museviliğe inanmaya devam edenler de olmuş veya şamanlık, putperestlik, ateşperestlik veya ateistliği tercih edenler de olmuştur...

Neticede İsevîlik inanç sistematiği ve bu sistemin İlahî kitabı İncil de yine Yahudier tarafından tahrif edilmiştir...

Sonrası Malûm: Hz. Adem’le başlayan hak din İslâmiyet peygamberler boyunca kavimlerden “doğru yol”u isteyenlerce benimsene benimsene, istemeyenlerce reddedile edile Son Peygamber’e kadar gelmiş ve O’na vahyolunan Kur’an-ı Kerim’le “son ve mükemmel” şeklini alarak hükmü kıyamete kadar baki olmak üzere fert fert bütün insanlığa ve kavim kavim bütün kavimlere tebliğ olunmuştur...

Bu çerçevede Türkler ve Kürtlerin büyük çoğunluğu “tebliğ olunan”a eksiksiz ve fazlasız olarak iman ederek müslüman olma şerefine nail olmuştur...

Zaten aslolan bu seçimdir...

Kişi ırkını seçemez ama imanını kendi seçer...

İslâm öyle bir inanç sistemidir ki; kişinin mensup olduğu ırk her ne olursa olsun, müslüman olduğu andan itibaren, soyuna sopuna ve geçmişte neler yaptığına bakılmaksızın diğer müslümanlarla KARDEŞ olur...

Tabiî ki ırkında bir hakikati var ve bu hakikatin hakkı da İslâm tarafından teslim edilmiştir: “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz”

Bu uzun girizgâhı niçin yaptık?

“Delinin biri kuyuya bir taş atarmış, kırk akıllı insan bunu çıkaramazmış” ya...

Odatv’nin kuyuya attığı son taş olan "BABANZADELER" başlıklı yazıyı kuyudan çıkarmaya çalışacak “kırk akıllı”ya belki bir katkımız olur ümidiyle, konu ile ilgili düşündüklerimizi aktarmaya çalışacağız...
Uzun bir yazı olacağa benziyor haberiniz olsun...

Dipnot:

*Fatma Sibel Yüksek’ten samimî bir odatv eleştirisi: “Oda Tv, gelişmelerin kamuoyuna tek yanlı aktarıldığı bir medya ortamında önemli bir islev görmekte ve bizlere madalyonun diğer yüzünü göstermeye çalışmaktadır Kuru muhalefet değil habercilik yapıyorlar, önemli özel haberlere imza atıyorlar. (..) Ancak son zamanlarda kendilerine yakışmayacak bir tarz tutturdular. Bir “Biz yazmıştıkçılık” basladı. Neredeyse her haberin üstüne “Oda Tv yazdı, böyle oldu” ibaresini konduruyorlar. Bunu yapınca gerçekten öyle bile olsa, inanın olayın hiçbir değeri, hiç bir saygınlığı kalmıyor. Oda Tv’nin bu etkisini bırakın okuyucu takdir etsin. Siz yazdınız diye mukadderat değişmişse hayat bunu eninde sonunda kabul edecektir. Iddialı başlıkların altına rutin haberler veya sıradan yorumlar yazarak “tıklatma” hilesine başvurmak da Oda Tv’ye yakışmıyor. Maalesef bunu sık yapmaya basladilar.” Kaynak: Açık İstihbarat

** İnsan nedir/kimdir? Sorusunu merak edenler Salih Mirzabeyoğlu’nun İbda Yayınevi tarafından yayınlanan şu eserlerine bakabilir:
Madde Nedir?
İman Ve Tefekkür
İnsan (Erkek Ve Kadın)
İnsan (Büyük Doğu-İBDA) I - II


İbda yayınevi için: http://www.ibdayayinlari.com/


Sıradışı

Odatv’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili hazımsızlığının gerçek sebebi nedir-2-
Ertuğrul Horasanlı

Evet...

“Odatv’nin kuyuya attığı son taş olan "BABANZADELER" başlıklı yazı”nın yazarı: “Araştırmacı Salim MERİÇ”...

Salim Meriç hakkında internette herhangi bir bilgi yok...

Büyük ihtimalle müstear bir isim...

Bu konuda iki olağan şüpheli var; biri Yalçın Küçük, diğeri Soner Yalçın...

Üslûba bakıldığında Yalçın Küçük’ü listeden çıkarabiliriz...

Zira Yalçın Küçük, eşşek yükünden fazla malûmatını taşıyamadığı için bir paragraftaki cümleleri arasında bile tam bir insicam sağlayamıyor... Konudan konuya hoplayıp zıplarken başladığı konuyla bitirdiği konu arasında ne bir bağ ne de bir bağlantı kalıyor ve ortaya “ne ararsan bulunur derde devadan gayri” misali karışık bir salata çıkıyor... Yiyebilene aşkolsun...

Bu yazıdaki üslûp , Soner Yalçın’ınkine daha uygun...

Sinsi, yalan söylerken, sahte bağ ve bağlantılar kurarken ve bütün bu yazdıklarının kocaman bir yalan olduğunu bile bile soğukkanlılığını asla yitirmiyor... Profesyonel bir tetikçi gibi çok rahat dezenformasyon yapıyor... Gerçeği çarpıtıyor, bozuyor, tanınmaz hale getiriyor ve bundan özel bir zevk alıyor.. Kendisine verilen görevi başarmış bir profesyonelin tatmin duygusu gibi bir haz...

Yalçın Küçük...

Soner Yalçın...

Veya onların rahle-i tedrisinden geçmiş bir çömez...

İsimler o kadar da önemli değil...

Önemli olan yapılan iş: Yazılan yazı...

Ve bunun hangi amaçla yapıldığı...

Neydi Yazının başlığı: "BABANZADELER"...

İyi...

Dezenformasyon amacıyla yazılmamış -içinde yanlışlar olsa bile bizi kandırmak amacı taşımadığı için rahatlıkla içimize sindirebileceğimiz- bir kaç kaynağa gözatalım:

[Baban Aşiretleri ve Beyleri
Baban adının çeşitli beylikler için kullanıldığına dikkat çeken Minorsky’nin açıklamasına göre Babanlar’ın esas yerleri Küçük Zap’ın güneyinde, Şar-i Bazer merkezli bölgeydi. 18’inci yüzyıl sonunda başkentlerini Süleymaniye’ye taşıdılar. “Baban vilayeti” ve beyliğinden sözeden Şerefname, bu adın doğrusunun “Babani” olduğunu yazar. Bir yerde “Baban aşireti” diyerek bu adı bir aşiret veya aşiret grubunun adı gibi kullanır. Rozkan ve Hakkari aşiretlerinin de aslen Baban soyundan olduklarını söyleyen bir rivayetten sözeder. Baban beylerinden “Pir Budak Babani”/“Pir Budak bin Mir Ebdal” döneminde Larcan (İran’daki Lahican?), Şehrbazar, Kerkük gibi bugün İran ve Irak hudutları içine düşen çok sayıda yerin çevre aşiret veya beyliklerden ilhak edilip Baban Beyliği’ne dahil edildiğini kayddeder. Buna, bir rivayete göre Şehrezol’da oturan Mekri aşiretinin beylerinin de “Baban soyundan” olduklarını ekler. Şerefname’ye göre Baban beylerinin veya evinin soyu Pir Budak Babai’ye kadar gelmiş, bu tarihten sonra soyları kesilmiştir.
Bazı kaynaklarda “Kurmanclar” ve “Baba Kürdiler” (“Kurt Baba”) tarzında bir ayrımla karşılaşıyoruz. Bu kaynaklarda Asıl Kürtler’e “Baba Kürdiler” olarak referans verildiği anlaşılmaktadır. “Baba Kürdi” olarak referans verilenlerin Şerefname’nin Baban/Babani dediği grup veya topluluk olduğunu sanıyorum.]
(*)

[BABAN AŞİRETLERİ
Şeref Han, “Baban aşireti”nden sözeder. “Baban” adının çeşitli beylikler için kullanıldığı uyarısında bulunan Minorsky, Babanlar’ın esas yerlerinin Küçük Zap’ın güneyindeki Şar-i Bazer başkentli bölge olduğuna işaret eder. Ama 1784’te Babanlar, yeni başkentleri olarak Süleymaniye’yi inşa etmişlerdir (Bkz. Minorsky, Kürtler, EI). Şerefname’ye göre Baban adının doğru şekli “Babani”dir. Şerefname’nin bu bölümündeki bilgilerden “Larcan vilayeti”nin daha önce Zerza aşiretine ait olup, sonraları Babanlar tarafından ele geçirildiğini öğreniyoruz. Arapça çevirmen Larcan’ın İran’da daha sonraları Lahican diye bilinen Eşnu ile Urmiye arasındaki bölge olduğunu tahmin eder. Babanlar, kendi beylerinden Pir Budak zamanında Mekri ve Bane aşiretlerine de boyun eğdirmiştir. Onların Erdelan, Sohran bölgesi ve Kerkük’te de ilhaklar yaptığı kayddediliyor.]
(**)

[BABANLAR veya BABANZADELER
BABANLAR veya BABANZADELER, XVII. yüzyıl ikinci yarısında Baba Süley man ile başlayan ünlü aile.Uzun yıllar ken di kurdukları ocağın mutasarrıflığını yaptı lar, ilk hükümet merkezleri Kala Çuvalan’dı. Baban ocağını ilk defa Fatih Ahmed adında birinin kurduğu, daha sonra zaptedilen civar kazaların idaresinin Süleyman Be ye verildiği söylenir (1669 ?). Daha sonra sırayle kardeşleri ve onların oğulları ocağın mutasarrıflığını yaptılar. Baban büyükleri arasındaki rekabet ve geçimsizlik, sonunda ocağın kaldırılmasına sebep oldu. Aile fert leri etrafa dağıldı.
XVIII. yüzyılda Abdurrahman Paşanın oğlu ibrahim Paşa Süleymaniye adiyle yeni bir şehir kurdu (1783). Fakat daha sonraları hanedanın başında bulunan Ahmed Paşa nın Koi yakınlarında Bağdatlı Necip Paşa ya yenilmesiyle bağımsızlıklarını kaybettiler (1830-1847). Süleymaniye’de eski Baban ha¬nedanından birçok torun bulunmaktaysa da sadece Süleyman Paşanın ve ibrahim Paşa nın torunlarına değerli topraklar miras kal dı.
Babanlardan birçoğu avukatlık mesleğinde ün yaptı, ayrıca yüksek mevkilerde bulu nan ve Irak hükümetinde bakanlık yapanlar da vardır, (M)]
(***)

Demek ki neymiş?

“Babanzadeler” denildiğinde anlaşılması gereken ilk doğru bir Sünnî Müslüman Kürt aşiretinden sözedildiğiymiş...

Osmanlı topraklarındaki Süleymaniye şehrini kuran, Osmanlı’nın TC’nin ve Irak’ın entellektüel ve bürokratik, siyasî ve askerî alanlarında temayüz etmiş bir çok kıymetli insanın kökeni olan bir Kürt aşiretinden...

Bir Türk veya Kürt aşiret hem Sünnî müslüman olacak hem İslâm dünyasına seçkin insanlar yetiştirmiş olacak da bu dezenformatör takımın elinden yakasını kurtaracak ha?

İşte bu mümkün değil...

Onu buna ekleyip, bunu şundan çıkarıp, eğriyi düzleştirip, düzü eğriltip iila ki bir kulp takacaklar: "Yahudi, gizli Yahudi, Ermeni, Mason..."

Maksat içimizdeki kan ve doku uyuşmazlığı içinde bulunduğumuz bizden görünen yabancıları teşhirse bu kalıba rahatlıkla oturtulabşlecek binlerce "yüce şahıs" ortada durur ve bunların hayranlık ve bağlılıklarına mazhar olurlarken...

Sıra Sünnî Müslüman seçkinlere gelince: “Kesin Yahudidir... Muhakkak dönmedir...İllâki masondur.” Bunlar uymazsa “besbelliki Ermenidir”...

Niçin?

Sünnî Müslümanlık seçkin insanlar üretmekten aciz, eblehlere, ayaktakımına, geri zekâlılara mahsus bir inanç sistemi midir?

Bunlara göre öyle olmalı ki; Emevîler, Abbas’iler, Selçuklular, Osmanlılar’la 4 büyük İmparatorluk kurmuş, bunun yanında sayısız devlet organizasyonunun altına imza atmış bu inaç sisteminin ileri gelenlerini karalamayı kendilerine iş edinmişler...

Şimdi Salim Meriç’in şu satırlarına bakalım:

[Kuzey Irak’ın Kürdistan bölgesinde 1160- ? yıllarında yaşayan Kabalist ve Talmudist, David Alroy, Selçuklu sultanına karşı isyan başlatarak, mesihliğini ilan etti. Alroy, İsrail mabedi (Süleyman Tapınağını) yeniden inşa edeceğini, Yahudileri sürgünden bir arada toplayacağını ve İsrail'i yeniden kuracağını ilan ediyordu.(Encyclopedia Judaica, David Alroy, Vol.2. Keter: Jerusalem 1972, p.5)]

Bugünkü kuzey Irak’ın Kürdistan bölgesinde David Alroy isimli bir haham Selçuklu sultanına karşı isyan başlatarak kendini Meşiyah ilan ediyor...

Tarih: 1160...

Peki Yahudiler bu bölgeye ne zaman geliyorlar?

[İnanışa göre, M.Ö. 8.yy'da Asurlular'ın İsrail Krallığı'nı fethetmesiyle Kürdistan bölgesine yerleşen İsrailoğulları bir süre sonra Asur'un başkentine yerleştirildiler.] Encyclopedia Judaica'da Roth C s. 1296-1299 (Keter: Jerusalem 1972)

Yani Kuzey Irak’taki Yahudi nüfus o bölgenin yerlisi değil...

Asurlulardan kaçan bir grup mülteci..

Yahudi kaynakları bunlardan “Kürdistanlı Yahudiler” (הדות כורדיסתאן; Yehudot Kurdistan) olarak bahsediyor. Kürtler de aynı anlamda “Kurdên cû” diyor...

Burada altını çizmemiz gereken şey ne?

Demek ki, bugün “Irak Kürdistanı”ın denilen coğrafyada, ogün baskın demografik unsur Kürtlermiş. İşte bu yüzden de Yahudi kaynaklar bile -bu dezenformatör takımının uydurduğu “Kürt Yahudisi” tabirini değil- “Kürtdistanlı Yahudi” tabiri kullanılıyor. Zaten onlardan bugüne gelenlerin tamamına yakını da İsrail kurulduktan sonra (250 bin kişi) oraya göç etmiş bulunuyor.

O bölgede Hazreti Musa’nın davetini benimsemiş Kürtrlerin bulunması ihtimalinden bahsetmiştik, ancak buna dair herhangibir bilgi veya belge ortaya konulmuş değil.

Kürt kaynakları ise Kürtlerin Musevîlikten değil, Yezidilikten İslâma geçtiklerinden bahsediyor.

Zaten “Kürt Yahudi” tabiri, Yahudilerin ırklarını dinlerinin ayrılmaz bir partçası olarak görmeleri, dinlerini “seçilmiş ırk”larına mahsus bir din telakki etmelerine de aykırıdır ama...

Bütün Kürtleri, kökenlerinin Yahudi olduğuna ikna etmekle “görevli” bu dezenformatörler -bunu da biliyor da söylemek “işleri”ne engel olduğu için- söylemiyorlar...

“Kripto Yahudi”lik mevzuuna gelince; Selanik Dönmelerini takiyye yaptıkları için Yahudi saymayan Hahambaşılıklar “Kürt görünümlü Yahudiler”e niçin ayrı bir prosedür uygulasınlar ki.?.

Ama dezenformtör takımı bütün bunları da bilmiyor değil...

Kuzey Irak’ın üç Büyük Kürt aşireti Barzaniler, Bedirhanlar ve Babanzadelerler Yahudi olunca ...

Geriye ne kalıyor?

Kuzey Irakta’ki "ikinci İsrail", vatana millete hayırlı olsun...

İşte onların asıl görevi buna yardımcı olmak...

Barzani aşiretinin başında bulunan Mesut Barzani ve saz arkadaşlarının ABD ve İsrail ile yakın işbirliğine kızdıkları için “meğerse Yahudiymiş P...ler” diye bu uydurma iddialardan kendilerine sahte teselli üreten müslüman-milliyetçi-muhafazakâr kesim bakalım bu tutumlarıyla ikinci İsrail’in temellerine harç döktüklerini ne zaman anlayacaklar?..

Barzaniler de , Bedirhanlar da, Babanzadeler de bin küsur yıldır Sünnî Müslümandırlar...

İçlerindeki hainlere rağmen öyle kalmaya da devam edecekler...

Mesut Barzani ve adamları ABD ve İsrail ile işbirliği yapıyor da Recep Tayyip Erdoğan ve adamları yapmıyor mu?

Bu sakat mantıkla onlara da “kripto Yahudi” demeleri gerek miyor mu?

Ama demiyorlar...

Niye ki?

Önce “Yahudi Kürdistan” sonra “Yahudi TC” mi?

Yoksa TC mevzuuna zaten halledilmiş gözüyle mi bakıyorlar?..

Aslında TC’de her şeyi “hallettiler” de...

Sünnî Müslümanlığı bir türlü halledemediler...

Daha doğrusu Sünnî Müslümanlık Büyük Doğu-İbda Fikriyatı ile dimdik ayakta durmaya devam ediyor...

Teslim alamadıkları son Sünnî kale bu...

Bu yüzden de “davadan dönenlere” devletin en üst makamlarını bonkörce ikram ediyorlar...

Aynı sebeple “BABANZADELER" başlıklı yazılarında resim olarak Müslüman ve Türk olduğunu düşmanlarının bile kabul ettiği Enver Paşa ve Necip Fazıl Kısakürek’i kullanıyorlar ve lâfı döndürüp dolaştırıp Neslihan Hanım yoluyla merhum Üstad’a getiriyorlar...

Dipnotlar:

* http://www.desmalasure.de/09/1229740808/index_html?dateiname=1229741532

** http://www.karakocan.info/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=2123&Itemid=1

*** http://www.vik2.com/babanlar-veya-babanzadeler/


(Devam edecek)

Sıradışı

Odatv’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili hazımsızlığının gerçek sebebi nedir-3-
Ertuğrul Horasanlı

Şerefname’ye göre Baban adının doğru şeklinin “Babanî” olduğunu 2. bölümdeki iktibaslarda görmüştük...

Nedir “Babanî” ?

“Baban” lı...

Peki Baban neresidir?

İkinci bölümdeki iktibaslardan Baban’ın “Küçük Zap’ın güneyinde, Şar-i Bazer merkezli bölge”de olduğunu da görmüştük...

Yine aynı iktibaslarda Şerefname’nin, “Bir yerde ‘Baban aşireti’ diyerek bu adı bir aşiret veya aşiret grubunun adı gibi kullan”dığını, “Rozkan ve Hakkari aşiretlerinin de aslen Baban soyundan olduklarını söyleyen bir rivayetten söz”ettiğini, “Baban beylerinden ‘Pir Budak Babani’/’Pir Budak bin Mir Ebdal’ döneminde Larcan (İran’daki Lahican?), Şehrbazar, Kerkük gibi bugün İran ve Irak hudutları içine düşen çok sayıda yerin çevre aşiret veya beyliklerden ilhak edilip Baban Beyliği’ne dahil edildiğini kaydedererek. Buna, bir rivayete göre Şehrezol’da oturan Mekri aşiretinin beylerinin de ‘Baban soyundan’ olduklarını ekle”diğini de görmüştük.

Bütün bunlardan ilk anlamamız gereken şey nedir?

Babanlar basit bir Kürt aşireti değil, "ana aşiret" (aşiretler doğuran aşiret) olduğu gibi aynı zamanda "baba aşiret"tir. Yani kendinden olmayan kürt boylarını da himayesine alarak bünyesine katmıştır...

Yani?..

Babanlara atılacak bir çamur büyük bir Kürt kitlesini de kirletecektir...

Bu yüzden Babanların hedef seçilmesi amatör bir araştırmacının tesadüfî seçiminden ziyade Kürtler üzerinde hesabı olan profesyonel bir güç merkezinin uzun inceleme ve araştırmalar sonucu yaptığı bir seçime benziyor.

Yazının art niyetli, dezenformasyon amaçlı oluşu şuradan belli ki, konu bir Kürt aşireti olmasına rağmen ne Kürtçe lûgât, ne Şerefname, ne Minorsky (*), ne Kürt mezarlıkları var...

Ya ne var?

İbranice lûgat var!...

Neymiş ibranice’de “baba” diye bir kelime varmış...

Eee?

İşte Baban kelimesinin kökeni buymuş: Yuh yahu, yuh!..

Bir Kürt aşiretinin ismini araştırıyorsun ama Kürtçe, Türkçe, Farsça, Arapça lügatların yanından bile geçmeden, kafadan İbranice lûgata dalıyorsun...

Siz “böyle bir araştırmada iyiniyet vardır” diyebilir misiniz?

Halbuki Kürt kaynaklar üzerinde basit bir araştırma yapsan, benim bulduğumu sen de kolaylıkla bulabilirdin: [Bazı kaynaklarda “Kurmanclar” ve “Baba Kürdiler” (“Kurt Baba”) tarzında bir ayrımla karşılaşıyoruz. Bu kaynaklarda Asıl Kürtler’e “Baba Kürdiler” olarak referans verildiği anlaşılmaktadır. “Baba Kürdi” olarak referans verilenlerin Şerefname’nin Baban/Babani dediği grup veya topluluk olduğunu sanıyorum.] (**)

Ayrıca...

“Baba” kelimesinin en çok rastlanabilaceği lügat Türkçe değil mi? Bu lûgatta "senin baban" anlamında "BABAN" kelimesi de varken...

Babanları, Türk yapmaya kalkmıyorsun ama kolayca Yahudi yapıveriyorsun...

Aynı “baba” kelimesi Türkçedeki anlamıyla “papa” olarak hemen bütün Batı dillerinde de mevcutken, baba kelimesiyle İbraniceyle kurduğun bu ilişkiyi, o dillerle niçin kurmuyorsun?

İbranice lügatta “baba” kelimesini bulan “araştırmacı yazar”(!)ımız, bilimsel araştırmasını tek bir “delil”(!)e bağlamıyor tabiî...

Başka ne yapıyor?

Okyanusu aşarak New York’taki Yahudi mezarlığına dalıyor ve başlıyor araştırmaya...

Aman Allahım o da ne?

“SHARLEY BABA” ve “BABA LEVY” yazan iki mezar taşı uzaktan araştırmacı yazarımıza el sallayor mu?...

Tamam mı, gördünüz mü?

İbranice lügatta “Baba”, New York Yahudi mezarlığı’nda da iki adet mezartaşında yine “Baba”...

Daha n’olsun?

Çamur atmak bu kadar kolay yani...

“Babanzadeler görevi" başarıyla tamamlanmıştır sayın amirim, yüce MOSSADIM...

Araştırmacım yazarım benim...

Madem iddiana mezar taşlarından delil arıyorsun...

Niçin öncelikle, Kürdistan’daki mezar taşlarına, Türkiye’deki mezar taşlarına bakmıyorsun da...

Taaa, New York’lara gidip Yahudi mezarlıklarınında kendini helak ediyorsun?

Bu arada...

İbranicede “Baba” kelimesinin anlamının “gözbebeği” olduğundan neden sözetmiyorsun?

O mezartaşlarındaki “SHIRLEY BABA”“GÖZBEBEĞİM/İZ SHIRLY”, “BABA LEVY”İ de “GÖZBEBEĞİM/İZ LEVY” olarak da anlaşılabileceğini düşünmeyelim diye mi?

Aynı yazar aynı hileyi kullanarak, başka bir yazısında Barzan’lı demek olan “Barzanî” kelimesinin Barzan’lı Yahudilerin mezartaşlarında bulunmasından yola çıkarak büyük bir Kürt aşireti olan “Barzanî”lerin de Yahudi olduklarını öne sürüyor ki; Barzanîler dindarlıkları ile tanınan, Sünnî Müslüman ve Nakşîbendi oldukları bilinen bir Kürt aşiretidir. Aşiretin bugünkü yönetcilerinin ABD ve İsrail ile yakın ilişki içinde olmaları (hainlik)başka şey, ırken Yahudî veya dinen gizli/Yahudi olmaları (münafıklık) başka şeydir.

Neyse bu bahsi kapatmadan içinde Kürtçe “ Baba” ve “Baban” kelimelerinin geçtiği, -Güney Kürdistan hükümetinde de bir dönem Kültür Bakanlığı yapmış olan- şair Şêrko Bêkes’ten küçük bir iktibas yapalım:

[Bizde tarihçiler yetişmedi. Yazılı tarihimizin geçmişi çok geriye gitmiyor. Ama biz şiirimizde Kürtlerin sosyal hayatına ve tarihine ait birçok şeyi öğrenebiliyoruz. Şiir en eski sanat dalıdır. Kürtlerde özellikle yazıya geçilmeden önce dengbêjler de dahil olmak üzere sözlü edebiyat çok gelişkindi. Biz bu sözlü edebiyattan, şiirlerden, şarkılardan Kürtlerin tarihleri ve sosyal yaşamları konusunda önemli bilgiler elde edebiliyoruz. Edebiyat tarihi yazılı tarih olarak kabul edilir. Eğer bahsedilecek olursa binli yıllarda yaşamış olan Baba Tahir Hamedanî ile başlayabiliriz. Baba Tahir bin yıl önce şiirler yazmıştır. Ömer Hayyam'dan önce rubailer yazmıştır. Bu Kürt şiirinin zenginliğinin bir ölçütüdür. Baba Tahir'in rubailerini Kürt şiirinin başlangıcı sayabiliriz. Kürt tasavvuf şiirinin başlangıç noktasını Baba Tahir oluşturuyor. 1900'lü yıllara geldiğinde Kürt edebiyatının önemli eserler yaratan Kürt edebiyatçıları artık vardı. Bunlardan biri Mela Cizîri'dir mesela. Önemli bir takım gelişmeler bu dönemde göze çarpıyor. Özellikle Botan yöresinde konuşulan lehçe Kurmancî idi. Etkin dilde Kurmancî'ydi ve Kürt şairleri bu lehçede önemli eserler yarattılar. Biz onların eserlerinden Kürt şiiri ve tarihi noktasında önemli bilgilere ulaşabiliyoruz. Daha sonraki dönemde İran'da etkili olan Erdelan Beyliği var. Burada hakim lehçe Goranî lehçesiydi. Burada da Havraman şairlerinin önemli eserler yaratmış olduğunu görüyoruz. Daha sonra Süleymaniye'de Baban Beyliği'nin kurulmasının ardından da onların şiir ve edebiyattaki etkisini görüyoruz. Bu dönemin en önemli şairleri Salim, Kurdî ve Nali'dir. Onların yarattıkları eser ve kullandıkları lehçe, hala benim de kullandığım ve Soranî dediğimiz lehçedir.] (***)

Dipnotlar:

* Vladimir Feodoroviç Minorsky (d. 5 Şubat 1877 - ö. 25 Mart 1966): Fars ve Kürt tarihi, edebiyatı, coğrafyası, kültürü hakkında araştırmalar yapan Rus kökenli oryantalist araştırmacı. 1900 yılında Moskova Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1903’te Lazarev Doğu Dilleri Enstitüsü’nü bitirdikten sonra, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda diplomasiye atıldı. İran ve Türkiye’de bazı görevlerde bulundu. Bu ona bu ülkelerde konuşulan dilleri öğrenme imkanı verdi. Ayrıca bu ülkelerdeki Kürtlerin hayatını yakından gözlemleme fırsatı buldu. Bu gözlemlerden bazılarını kitaplaştırdı. Ekim Devrimi’nden sonra 1919’da Fransaya göç etti ve 1930’da İngiltere’ye yerleşti. İngiltere Bilimler Akademisi ile Fransa Bilimler Akademisi’ne üye oldu. İslam Ansiklopedisi’nin birçok maddesini yazan Minorsky, tarih, coğrafya ve din konularında onlarca eser yazmıştır. Kürtler hakkında dilimize de çevrilmiş kitablarından bazıları şunlardır: vardır. Kürtler ve Kürdistan, Musul Sorunu, Hududü'l-Alem Mine'l-Meşrik İle'l-Magrib, Kürt Milliyetçiliği

* * Bkz: http://www.desmalasure.de/09/1229740808/index_html?dateiname=1229741532

*** Bkz: http://www.yilmazguney.eu/Yazdir.asp?id=481

(Devam edecek)
Sıradışı

Odatv’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili hazımsızlığının gerçek sebebi nedir-4-

Ertuğrul Horasanlı

(Kurtuluş Savaşı sırasında Urfa'da ellerinde silahlarıyla Kürt Direnişçiler görülüyor. Bu fotoğrafı ilginç kılan ise arkada en sağdaki direnişçinin bir kadın olması.)

Geçen bölümlerdeki iktibaslarda BABANLARIN kendi “ocak”larını kurdukları, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu ocaklarda “mutasarrıflık” yaptıklarını ve Süleymaniye’yi kurarak burasını kendilerimne başkent yaptıklarını ve bu dönemde “Baban Beyliği”nden sözedildiğini görmüştük.

Şerefname’de “mîrlik,beylik, hükümet” gibi terimler de kullanılmaktadır

Şimdi O dönemdeki Osmanlı idarî sisteminde “ocak, mutasarrıflık, beylik (mirlik) ve hükümet” nedir onu görelim:

[ OSMANLI İDARİ TAKSİMATI: Osmanlı Devletinde idari taksimat eyalet ile başlar. Bu sistem içerisinden aşağıdan yukarıya doğru sıralama yapılırsa, köy, kaza, sancak ve Beylerbeylik şeklinde idari, askeri, bir taksimata tabi tutulmuştu. Beylerbeylik ilk dönemde bir tane idi ve bütün ordu işlerinden sorumlu olup hükümdardan sonra onun sözü geçerdi. Rumeli de fetihlerin genişlemesi üzerine, beylerbeylik Rumeli ve Anadolu olmak üzere ikiye ayrıldı. Osmanlı Devleti genişledikçe ve zamanın şartlarına göre bu eyaletlerin sayısı artmıştı. Tanzimat devrinde mülki taksimat Eyalet ve Livalara “sancak” taksim edilmişti. Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da toplam 35 eyalet bulunmakta idi. Avrupa topraklarında 15 eyalet 42 liva, Asya topraklarında 17 Eyalet 83 liva ve Afrika topraklarında da 3 eyalet 17 liva vardı. Eyaletlerin toplamı 35, Livaların 142, kazaların 1320 idi.
Devletin idari taksimatı III.Murad zamanında Kaza, Sancak ve Vilayet olarak belirlenmiştir. Nahiye’de “Nahiye Müdürü”, Kaza’da “Kaymakam”, Sancak’da “Mutasarrıf”, memurları bulunurdu. Mülkî taksimatında mutasarrıf idaresinde bulunan memleket parçasına sancak yerine Liva’da denilirdi.
Osmanlı İdari Taksimatı İle İlgili Bazı Terimler:

Beylik/Sancakbeyliği:
Osmanlı Devleti'nde eyalet teşkilatıyla tımar usulünün uygulandığı zamanlarda, beş-on ilçelik yerin mutasarrıfı ile sipahisinin idare amirine verilen addır
Sancak beyleri, işgal ettikleri sancakların önemine göre derecelere ayrılmışlardı Dirliği dört yüz bin akçaya varan sancak beyi, beylerbeyi olabiliyordu Sancak beyleri, beylerbeyleri gibi emeklilik hakkına sahiptiler Altmış bin akçe ile emekli olurlardı Ayrıca evlatlarına zeamet verilirdi Sancak beylerine "Ümera" da denilirdi Bunlar, sancaklarındaki davalara bakar, şeriat hükümlerine göre karar verirlerdi Mutasarrıflar çağrıldıkları zaman, emrindeki kapı halkı ile beraber savaşa gitmek zorunda idiler. Mukâtaaların denetimi ve iltizam işleriyle de doğrudan ilgileniyorlardı. Ayrıca şehirde bulunan bazı dînî ve sosyal yapıların, su yollarının tamiri ve bakımı, herhangi bir âfet anında halkın ihtiyaçlarının karşılanması, sancakta görev yapacak idareci ve vazifelilerin atanması için takrir yazılması, âyan-ı vilâyetle birlikte esnafın sattığı mallarla ilgili narh konulması gibi pek çok idarî, askerî, ekonomik ve sosyal içerikli görevler üstleniyorlardı.

Hükümet: Osmanlılarda sancakların yanında Hükümet olarak adlandırılan ve idarenin mahalli beylere bırakıldığı ocaklık suretiyle tevcih edilen sancaklar da vardı. Bunlar defterlere Livâ yerine hükümet olarak kaydedilmişti.“Hükümet sancaklar”ın, kanunla belirlenmiş statüleri, tabii olarak Osmanlı Devleti’ne bağlılıkların ölçüsünde geçerli idi. Diyarbekir, Van ve Bağdat eyaletlerinde rastlanan hükümetlerin ihdas sebebi buradaki mahalli beyleri devletin resmi görevlisi yaparak bir ölçüde merkezi otoriteye tabi kılmaktı.
“Hükümet sancaklar”ı, kanun hükmünde belirlenerek bu muhtariyet şeklinde de anlaşılmaktadır.Buraların idaresi kuru bir mülkiyet ile mahalli beylere bırakıldığı ve uygulamada diğer sancaklar gibi muamele gördükleri de tesbit edilmiştir.

Yurtluk– Ocaklık: Bu tabirler, Bir yerin gelirinin birine tevcihi için kullanılmaktaydı. Yurtluk yalnız kayd-ı hayat şartıyla tasarruf edildiği halde Yurtluk ve ocaklık İrs yoluyla da tasarruf edilirdi. Kendisine bu şekilde bir arazi geliri tevcih olunan resmen o yerin sahibi değildi. Araziyi satamaz, bağışlayamaz, vakfedemezdi. Yalnız o yerin şer’i ve örfi vergisi kendisine ait olurdu. Tımardan farkı, mutlaka bir hizmet karşılığında verilmesinin şart olmaması, tevcihin geri alınmaması sahibinin idari ve bazı şartlarda bir dereceye kadar bir kısım kazai hakları da haiz bulunması idi. Bu sistem müstakil beylerden zapt edilen yerlerde sadakat ve bağlılıkların görülen beylere hanedanların uhdelerinde bırakılmak ve daha ziyade imparatorluğun şark hudutlarında yerli Beylere ve beyzadelere bulundukları yerler o adlar tevcih alınmak suretiyle tatbik olunmuştur. Tanzimat sıralarında lağvedilerek buna mukabil kendilerine maaş bağlanmıştı

Mutasarrıf: XVIII. ve XIX. Yüzyılda Sancaklara “Mutasarrıf”lar tayin edilmeye başlanmıştır. “Mutasarrıf” böylece sancağın en yüksek âmiri manasını kazanmıştır. Mutasarrıfın idaresinde olan sancaklara, bazen “Mutasarrıflık” da denilirdi..]
*
Osmanlı idarî sisteminin unsurları olan mutasarrıf ve/veya beylerin hem mülkî (idarî) hem askerî hem de kazaî(adlî) görev ve yetkileri bulunduğundan bu ünvan, yetki ve görevlerin gayrımüslimlere verilemiyeceği açıktır.

Yani Yahudi dinine mensup hiç kimse (ve aşiret) Osmanlı sisteminde mirlik, beylik, mutasarrıflık, hükümet sıfatlarına haiz olamazdı.

Bu kısacık tarihî bilgi bile Bütün büyük Kürt aşiretlerini bir kalemde Yahudi ilan eden “araştırmacı yazar”(!)ı açıkça yalanlamakdır.

“Araştırmacı-yazar(!)” buna şöyle bir itirazda bulunabilir:

- “Ama ben bunların açık Yahudi olmayıp “krito-gizli Yahudi” olduklarını iddia ediyorum...”

Öyle mi?

O zaman önce şunu öğreneceksin...

Soyadı Kanunu çıkıncaya kadar bu ülkede yaşayan herkes soyunu, boyunu, aşiretini, sülalesini -bin yılı aşan zamanlara kadar geriden başlayan soyağaçlarına sahip oldukları için- ezbere biliyordu...

Böyle bir sosyo kültürel alt yapıya sahip olan insanların veya bu insanların devletinin insanların soyları sopları veya dinleri mezhepleri konusunda bu kadar büyük çapta bir kriptoluk/gizlilik/üçkağıdı farketmemeleri imkânsızdır....

İki insanın ilk karşılaştıklarında selâmdan sonra birbirlerine sordukları ilk sorunun “Nerelisin?” ve “Kimlerdensin?” olduğu bir kültürde bu çapta bir kriptoluk mümkün mü?

Ama kendi topraklarının kültüründen kopuk veya yabancı bir kültüre mensupsan...

Bunu nereden bileceksin?

Madem “Araştırmacı-yazar”sın ve madem içinde yaşadığın toplumun nasıl bir sosyo kültürel tarihi dayanakları olduğundan habersizsin...

Yakına gel...

Yakın tarihe...

Meselâ bu Soyadı Kanunu niçin çıkarıldı?

Soyadı Kanunu'ndan önce herkes kendi soyunu, sopunu, sülalesini, nereden geldiğini, etnik ve dini kökünü çok rahat biliyor iken...

Şimdi durum nedir?

Kimin kim olduğundan kimin haberi var?..

Soyadı Kanunu -bize ilkokullarda anlattıkları gibi- insanların soyunu sopunu karıştırmamaları için çıkarıldıysa bu konudaki bu kargaşa nasıl ve niçin doğdu?

Madem maksat soy sop bigilerine bir çeki düzen vermekti; ailelerin mensup oldukları sülale, boy veya soylarına aidiyetlerini belirten lâkap, ünvan ve sıfatları soyadı olarak seçmelerine izin vermek yerine; nüfus memurlarına dağıtılan üçyüz beşyüz saçma sapan kelimeden ibaret liste dışında soyadı alınmasına niçin engel olundu?

Ne demek?

Paşakay, Yalçın, Küçük, Topal, Çolak, Çıplak, Tüzmen, Tüzemen, Boyner, Bezmen, Barut, Ateş, Beyaz, Pembe vb...

Benzeri bir yığın uydurmasyon soy isimlerinin o ailelerin sülaleleriyle, aşiretleri, boyları ve soylarıyla...

Yani tarihî kökleri, etnik ve dinî aidiyetleriyle ne ilgisi var?

Bu kargaşadan kimler istifade ederek araziye uydu?

Kimlere etnik ve dinî aidiyetleri araştırmak gibi eskiden çok kolay olan bir "iş" imkânı doğdu?

Kimler bu durumdan kendilerine vazife çıkararak ve bu kargaşanın artarak sürmesini sağlayacak tarzda “onlar da bunlar da, şunlar da, sizler de, bizler de, kısacası hepimiz aslında kripto Yahudiyiz” sonucunu doğuracak “araştırmacı-yazarlık(!)”lara başladı...

Osmanlı coğrafyasındaki bütün Sünnî Müslüman (Türk, Kürt, Arnavut, Arap, Boşnak, Çerkez, Tatar, Özbek, Türkmen vb.) kavimlerin aslında Yahudi oldukları sonucunu doğuracak ısmarlama araştırma(!)lar kaleme alan bu tür “araştırmacı-yazar(!)ların, sözkonusu kavimlere ve bu kavimlerin ortak paydası ve İnancı olan Sünnî İslâmlığa hizmet ve katkı olsun diye bu işi yapmadıkları ayan beyan görünür bir hakikat olduğuna göre...

Bunların gerçek maksatları, kime ve neye hizmet ettiklerine dair bir fikri/kanaati olan kimse yok mudur bu ülkede?

Ki...

Bunlar bu kadar rahat atmasyonculuk yapabilmektedir?

Dipnot:
* Bu bilgiler aşağıdaki kaynaklardan kısaltılarak derlenmiştir:
Karal, E. Ziya, Osmanlı Tarihi, VI. Cilt TTK. Yayını 1983 Ankara s.128
http://www.forumacil.com/turk-islam-tarihi-kulturler/130099-sancakbeyi-nedir-tarihi-sozluk.html

http://www.turkcebilgi.com/

(Devam edecek.)

Sıradışı

Odatv’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili hazımsızlığının gerçek sebebi nedir-5-

Ertuğrul Horasanlı

Bir insanın soyu ve dini hakkında esas olan kendi beyanıdır...

Bir insanın kendinden önceki akrabalarının etnik veya dini aidiyetlerini merak ederek bunları araştırması da normaldir...

Bunun dışında bir insanın diğer insanların etnik veya dinî aidiyetlerine dair beyanlarına ianmayarak onun hakkında onun rızası dışında araştırma yapmak ahlâk dışıdır.

Bu yüzden de Osmanlı Sabatey Sevi’nin “müslüman oldum” beyanını esas kabul ederek onu kendi beyanına uygun değerlendirmiş ve müslüman muamelesi yapmıştır...

Yani Sabetay Sevi “ahmak Osmanlı”yı kadırmamış, aksine Osmanlı , ona normal ahlâkî ve hukukî prosedürünü uygulamıştır...

İslâm ahlâk ve hukunda hür iradesiyle “ben müslüman oldum” diyen bir insana “Yok olmadın”, “oldun mu olmadınmı bir araştıralım” deme hakkı hiçbir kişi, kurum ve makamda yoktur...

Zaten inanç, insanın “kalbi/vicdanı” ile doğrudan ilgili olduğundan dıştan/başkalarınca tesbit edilmesi mümkün olmayan hali/tercihi ifade etmektedir.: Nasıl araştıracaksın?

Bu konuda makul bir şüphe ortaya çıkarsa ve şüphenin giderilmesinde şahsî veya toplumsal/içtimaî bir zaraın önlenmesi veya fayda sözkonusu ise böyle bir araştırma belki mümkün olabilir...

Ama...

Burada sözkonusu ettiğimiz araştırmacı yazar(!) ve benzerlerinin yaptığı şeyler, kesin olarak böyle bir gereklilik/lüzumdan yola çıkılarak yapılan araştırmalar değildir...

Bu araştırmalar kişilerin beyanları haricinde ve ortada hiçbir makul şüphe yokken onları ait olmadıkları bir etnik ve dinî kökenlerle irtibatlamdırmak için yapılmaktadır...

Bunu yapanların bu “iş”ten nasıl bir menfaatleri vardır ki; canla başla bazı kişilere, ait olmadıklarını açıkça beyan ettikleri soy ve dinî inaçlar atfetmeye çalışıyorlar?

- Fakat efendim, bu “Selanik dönmeleri” bütün toplumu kandırmakta ve örgütlü ve illegal faaliyetleriyle toplumun çoğunluğuna zarar vermektedir.

Doğrudur...

Topluma hiçbir zarar verme faaliyet veya niyetleri olmasa bile, tek başına toplumu aldatıyor olmalarından dolayı onların deşifre edilmeleri gereği doğabilir...

Ama...

Toplumdaki tek kriptoluk Selanik dönmeliği midir?

Alman Ermeni Patriğinin ve bazı yerli kaynakların ifadesine göre tehcirden kurtulmak için 500.000 Hıristiyan Ermeni Müslüman ismini almıştır. (*)

Bunların büyük kısmımın Şark'taki özellikle Dersim’deki Alev’i topluluklar ile Bölgedeki Sünnî Kürtler içinde kendilerini gizledikleri de bilinmektedir...

Sünnî Bölgedeki Ermeniler zaman içinde gerçekten müslüman olarak Kürtleşirken, Alevî toplulukjlar içine gizlenenlerin çift kimliklilik halini büyük ölçüde sürdürdükleri de bilinmektedir...

Bu Hıristiyan Ermeni Kripto topluluk, Selanik dönmelerinin yaklaşık 10 katı bir kriptoluluğu ifade ederken, bu araştırmacı yazar taifesi bunlarla niçin hiç ilgilenmemektedir?..

Meselâ “Karabekir’in yetimleri/gürbüzleri” denilen 3.000 civarında Ermeni erkek çocuk yetimhanelere alınarak müslüman isimleri verildikten sonra Kâzım Karabekir’in yardımıyla askerî okullara kaydedilmiş midir?

Peki bunlar sonra ne olmuştur?

Ermeni örgütleri bunları tespit edip etnik ve dinî kökenleri konusunda “bilgilendirmiş”ler midir?

Bilgilendirdilerse kaçını “ikna” etmişlerdir?

“İkna edilenler”den hangi taleplerde bulunmuşlardır?

“Bu “talepler”, muhataplarınca yerine getirilmiş midir?

Bu ”ikna edilen” Hıristiyan Ermeni Kökenli ama isimleri Türk ve Müslüman olan askerler ordu içinde kimlerle ittifak yapmışlardır?

Bu ittifakın içinde Selanik dönmeleri, Masonlar ve Kripto Alevîler de var mıdır?

Alevî oldukları halde Alevîliklerini gizleyen bir başka kriptoluğun, asker ve sivil bürokraside (özellikle AYM, Yargıtay, Danıştay ve HSYK), siyaset ve medyada çok stratejik mevkileri elinde tutarak ve diğer kripto unsurlarla birlikte; bu ülkenin etnik ve dinî çoğunluğunu oluşturan Sünnî Türk, Kürt, Arnavut Çerkez, Abaza, Laz, Boşnak vb. etnik unsurlar için kamusal alanı adeta yasak bölge haline getirem kararlara önayak olduklarına şahitlik etmememizin dışında; buna dair deliller, Özel Yetkili savcıların Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde açtıkları davaların delilleri arasında klasörler dolusu ortalığa saçılmışken... Bu Kripto Alevîlik bizim etnik köken ve dinî aidiyet meraklısı araştırmacı yazarların niçin hiç dikkatini çekmemekte ve meraklarını uyarmamaktadır?

27 Mayıs’la başlayan Askerî darbeler ve muhtıralar dönemlerinde ordu içinde hep tasfiye edilen kesim Sünnî Türk, Kürt, Arnavut Çerkez, Abaza, Laz, Boşnak vb.kökenliler olduğuna göre; bunları tasfiye eden “grup”un gerçek etnik ve dinî aidiyetleri nedir?

Ordu içimde Sünnî Türk, Kürt Arnavut Çerkez, Abaza, Laz, Boşnak vb. düşmanlığı ve tasfiyesi yapan “kripto ittifak”ın benzeri Yargı bürokrasisi , sivil bürokrasi ve Siyasî partiler (özellikle CHP ve kısmen de ondan türeyen DP-AKP çizgisindeki partiler) içinde de var mıdır?

Yoksa ...

Konu Bu ülkenin etnik ve dinî çoğunluğunu teşkil eden Sünnî Türk, Kürt Arnavut Çerkez, Abaza, Laz, Boşnak vb.lerin dinî ,ahlaki ve kültürel değerlerine düşmanlık veya onların temel hak ve özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması olunca; ordu içindeki kripto ittifak ile, özellikle Yargıtay, Danıştay, AYM ve HYSK’ya egemen olan benzer kripto ittifaklarlarla CHP, nasıl önceden sözleşmiş gibi anı anına ve harfi harfine bir araya gelebilmekte ve omuz omuza tıpatıp aynı tepkileri verebilmektedir?

Bu tür "araştırmacı yazar"(!)lar bu konuları hiç kurcalamamakla yetinmeyip çok garip bir şekilde aynı konularda, o ittifakın tabiî müttefiki gibi davranmaktadır?

Peki kardeşim nedir bunların zoru?

Mesele kriptoluksa Hristiyan Ermeni, Mason ve Alevî Kriptoluğunu neden ısrarla araştırmaları dışı tutmaktadırlar?

***

Soy araştırmasında iki temel metod vardır...

Birincisi soyu anadan anaya geriye doğru yürürütmek... Ki, Yahudilerin metodu budur...

İkincisi ise, Babadan babaya geriye doğru yürütmek... Bütün müslüman kavimlerin metodu budur... Bunun tek istisnası Seyyidliktir... Seyyidlik hem anadan hem babadan intikal edebilir...

Buna göre bir Yahudinin soyunu araştırıyorsan analardan yürüyeceksin: Bir yahudi Baba ile bir Yahudi anadan doğan çocuk Yahudidir. Bir Yahudi Ana ile Yahudi olmayan babadan doğan çocuk da Yahudidir ama Yahudi babanın Yahudi olmayan karısından doğan çocuk Yahudi değildir.

Bir müslümanın etnik kökenini araştırıyorsan ve araştırdığın kişi Seyyid değilse soyu babadan babaya geriye doğru yürüteceksin...

Meselâ Babası Türk olan bir müslümanın annesi hangi kavimden olursa olsun etnik kökeni Türktür...

Diğer Müslüman Kavimler içinde öyle: Baba hangi kavimdense çocuk o kavimden...

Merhum Necip Fazıl Kısakürek İnanç olarak Müslüman ve Irk olarak Türk müdür?

Evet...

Niçin?

Çünkü Müslümanlığı kendi beyanı ile sabit ve Babası Fazıl Bey de Müslüman Türktür...

Mevzu bu kadar basitken ve onun müslümanlığıyıla ve Türklüğü ile ilgili herhangi bir şüphe veya delil olmadığını bile bile... Konusu “Baban Aşireti” olan bir araştırma(!) yazısında Sünnî Müslümanlığı ve Kürtlüğünden kimsenin en ufak bir şüphesi olmayan koca Baban aşiretini uyduruk bir takım delil(!)lerle ırken Yahudi ve dinen kripto Yahudi yaptıktan sonra, lâfı dolandırırak Necip Fazıl Kısakürek’in merhume eşi Nesliham Hanım'ın soyadının Baban olmasıyla irtibatlandırarak ve “Annesi giritli olan Necip Fazıl” gibi kirli bir cümle kurmanın iyiniyetle bağdaşır bir tarafı var mıdır?

N’olmuş Giritli ise?

Girit dediğiniz yer bir Osmanlı toprağı değil midir? Fethedildikten sonra oraya hiç mi Müslüman yerleştirilmemiştir. Girittte hiç mi “Evlâd-ı Fatihan" yoktur...

Girit’in bütün ahalisi Yahudi midir?

Osmanlı Girit’i Yahudilerden mi aldı?

İnsan’a bu soruları bile sordurabilen bir yazıya "araştıma", bunu yazana da “araştırmacı yazar” denilebilir mi?

Bu nedir?

Bu resmen çamur atmak, “iftira et tutmazsa izi kalır” Yahudi taktiğini kullanmaktır...

Merhume Neslihan Hanım Müslümandır. Bunun aksine bir beyanına şahitlik eden yoktur. Şu anda kendisi Merhum eşinin yanıbaşında bir Müslüman mezarlığında Allah’ın rahmetine teslim edilmiştir. Baban Aşiretin mensup olduğuna göre de Müslüman bir Kürt hanımefendisidir...

Madem Söz O'na geldi, kendisini Üstad’ın kaleminden tanıyalım ve Babanzade olarak Müslüman Kürt Hanımefendisi olmanın yannda Peygamber soyundan olma ihtimalinin de bulunduğunu merhum eşinden öğrenelim:

[Efendimin en güzel ve en çarpıcı takdirleri izdivacımda oldu.
«— Evlen, evlen, evlen!»
Namaz emrinden sonra daima ihtarları…
— Evime ne zaman şeref vereceksiniz?
«— Sen evlenmeden gelmem!»
Bir gün dayanamadım:
— Efendim, ben münasibimi bulamıyorum. Siz bana muhitinizden, yakınlarınızdan birini bulun ve emredin… İsterse o hizmetçiniz olsun, hemen evleneyim!
«— Yok, olmaz, dediler; sen bulacaksın ve kendi muhitinden bulacaksın!..»
Nihayet yoluma, otuzyedi yıldır çile ortağım, Neslihan çıktı. Bana nur topu gibi beş çocuk hediye eden sevgili zevcem… Sırasiyle, Mehmet, Ömer, Ayşe, Osman ve Zeynep…
Dış yüzün dış yüzünde başlayan münasebet en kısa zamanda köklere kadar indi. Kendisini aldım, Eyüb'e götürdüm, evin önünden geçirdim ve biraz ilerideki (Piyer Loti) kahvehanesinde oturttum:
— Bekle biraz dedim; kendilerine haber vereyim… Çağırırlarsa koşar, gelir seni götürürüm. İzinsiz çıkaramam huzurlarına…
Kızcağız derin bir tevekkül içinde, oturdu, nasibini bekledi.

Huzurlarındayım:

— Efendim; bir kızla tanıştım, ismi Neslihan… Bildiğiniz modern kızlardan; Bâban'lardan, Bâbanzadelerden… Buraya kadar da getirdim. Şu anda ilerideki kahvehanede oturuyor. Takdir buyurursunuz ki, zamane kızlarına güven zor… Şüpheliyim… Ne emredersiniz?

Bir ânda şimşek gibi bir hareketle sordular:

«— Üzerinde ne var?..»

— Yeşil bir manto, efendim!

Yine bir anda, şimşek gibi bir hız içinde, âni bir dalış ve uyanış:

«— Sen, ondan değil, kendinden şüphe et!»

Suratımda şaklayan takdir tokatının zevkiyle, Neslihan'ın bu kadar güzel kabul edilişindeki zevk, içimde birbirine karışmış, koştum; (Piyer Loti) kahvehanesinden zevcemi aldım ve evlerine getirdim.

Şadırvan başında yalnız Şakir ve yakınlarından bir delikanlı, Mehmet… Kendileri içeriye geçmişler, belki birdenbire görünmek istememişlerdi.

Neslihan, ben, Şakir ve o delikanlı, bir arada oturduk.

Akit temellendirildikten ve iş belediye dairesindeki tescile kaldıktan sonra, birdenbire Efendi Hazretleri, evden çıktılar ve yanımıza gelmeden bahçe kapısına doğru yürümeğe başladılar. Arkalarından ilerledik ve ellerinden öptük…

Ayni şimşek edasiyle, yivleri ebediyen kulaklarımdan silinmeyecek bir hitapta bulundular:

«— Allah zâmin (borçlu) ve kefil; unutma!..»

Ve durmadan çıkıp gittiler.

İleride, vasıtamla Neslihan'a gönderecekleri mektuplarda kendisine «kızım» diye hitap edecekler ve benden «damadım» diye bahis buyuracaklardır.Ki, zevcemle aramda, sadece Efendimin yümniyle, bereketiyle, benim yüzümden çektiği binbir musibete rağmen küçük çekişmeler dışı, hainliğe kaçan hiçbir hâdise ve bağ gevşemesi olmamıştır.

Neslihan'ın ailesini (Bâbanlar) çok takdir buyuruyorlar, «Hükûmet icra etmiş» bir familya olarak vasıflandırıyorlar; ve onun amca kollarından, merhum Bâbanzade Naim Beyi medihle anıyorlardı.

Eski Darülfünun Profesörlerinden Naim Bey ki, doktor kendisine:
— Kalb hastasısınız, namaz kılamazsınız, secdede ölürsünüz!

Demiş; o da «ne mutlu bana» diye devam ettiği namazlarından birinde ve secdede ruhunu teslim etmişti.

Efendimin Neslihan'a gönderdiği mektuplardan birindeki hitabın sırrını, ileride çözmeğe çalışacağım… Zaten o hitabın bir sır sakladığını, vefatlarından hayli sonra ve yakınlarından Muhib'in dikkatiyle keşfettik.

Çok sonra bir gün… Muhib evimize geldi. Kendisine, Efendi Hazretlerinin Neslihan'a gönderdiği mektupları gösterdim. Muhib, hayretle bir noktaya dikkat etti: Mektubun başındaki «Neslihan kerimeme» hitabı, (sin) yerine (sat) harfiyle «Naslı han» şeklinde yazılmıştı. Bizse bu noktaya yıllardır dikkat etmemiştik.

(Nas), Kur'ân hükmü… Ne demek olsa gerek?.. Nur sülâlesinin imtiyazı Kur'ânla sabit olduğuna göre, yoksa ebediyet sülâlesinden olan, zevcem miydi? Böyleyse, evlenme günümde bana söyledikleri:

«— Sen kendinden şüphe et!..»

Sözünün hikmeti, gün gibi açık…

Bu da bir sır olarak kaldı.

Cuma 12 Aralık 1952… Sabahın saat 10'u… Hapishanenin önündeyim… Yanımda zevcem… Çilekeş kadına sormak istiyorum:

— Söyle; acaba içinden «şu adamın zevcesi olacağıma, bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım!» gibi bir duygu geçiyor mu? Söyle, hiçbir günü öbürüne uymayan bu belâlı, bu netameli adam senden af dilemeğe muhtaç mı?
Fakat çilekeş kadının asaletini biliyorum. O, bütün hayatı dalgalı bir ummanda ve kaptan köprüsünde geçen kocasından, sahilde sessiz bir balıkçı kulübesine mahsus bir yaşayış istemez!..

Ayrılık… Zevcemden ayrıldım:

— Haydi güle güle! Dimdik durun ve neşenizden hiçbir şey kaybetmeyin! Beni iyi görmek istiyorsanız iyi olmaya bakın!
Mazlûm ve mütevekkil, kadıncağız çıkıp gitti. Onun arkasından o kadar gözyaşı zaptettim ki, onları Toptaşı kasvet ocağının, asırlık, şerha şerha, süngere dönmüş duvarlarına verseydim, içemezdi, yutamazdı, alamazdı bu duvarlar... ]
(**)

Dipnotlar:

* [Türkiye'de, adını değiştiren 500 bin Ermeni var

Almanya Ermeni Patriği Karekin Bekciyan da ilginç bir iddiada bulundu. Anne tarafından Ankara Keskinli, baba tarafından Kayserili olan Bekciyan, Türkiye'de ismini değiştiren yaklaşık 500 bin Ermeni olduğunu savundu.
Şeyh Said'in torunu Abdülilah Fırat'ın dedeleri döneminde binlerce Ermeni köyünün İslam'a geçerek Kürtleştiğini ileri sürmesinin ardındın Almanya Ermeni Patriği Karekin Bekciyan da ilginç bir iddiada bulundu.] Kaynak : AHMET ÖZAY'ın röportajı, 07 Ocak 2007, haber7 (Röportajın tamaı için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=3583#3583 )

** Kaynak: necipfazil/neslihan.htm


(Devam edecek)
Sıradışı

Mesut Barzani Bağımsız (!) Kürdistan için Obama'dan icazet istemeye gidiyor
29 Nis 2015



Al Jazeera'nın haberine göre; Irak Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin, Mesut Barzani’nin ABD’ye yapacağı ziyaretin ana gündem maddesinin Kürt devleti olacağını söyledi.

Kürt bölgesinde Barzani yönetimine yakınlığıyla bilinen Rudaw haber kanalına konuşan Hüseyin, Barzani’nin ABD ziyaretinin gündem maddelerini Musul’u kurtarma operasyonu, Kürdistan Bölgesi'nin sınırlarının belirlenmesi ve Erbil-Bağdat ilişkilerinin oluşturacağını belirtti.

Fuad Hüseyin, “Başkan Barzani yapacağı ziyarette açık bir şekilde Kürt devleti dosyasını Beyaz Saray’da Başkan Obama’nın önüne koyacak” dedi.

Barzani’nin ABD’ye dördüncü kez gideceğini hatırlatan Fuad Hüseyin, IŞİD’e karşı savaşın çok şeyi değiştirdiğini ve bu ziyaretin çok farklı olduğunu kaydetti.

Barzani Salı günü, Kürdistan Yurtseverleri Birliği (KYB) Genel Sekreteri Celal Talabani’yi ziyaret ederek, ABD gezisi öncesi görüş ve önerilerini almıştı.

Barzani önümüzdeki hafta kalabalık bir heyetle ABD'ye resmi bir ziyaret gerçekleştirecek.

Referandum tartışması

Barzani Haziran ayı sonlarında Kerkük ve diğer sorunlu bölgelerde, Irak Anayasası'nın 140. maddesi çerçevesinde referanduma gideceklerini, BM’den de bu konuda destek beklediklerini söylemişti. Dönemin Irak başbakanı Nuri Maliki'nin Barzani'nin referandum mesajına sert tepki göstermesi sonucu gerilim daha da yükseldi.

IŞİD'in Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgelerine saldırmasının ardından ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon IŞİD'i hedef alan hava saldırılarına başladı. Irak'ta 30 Nisan'daki seçimlerin ardından Haydar İbadi'nin Irak Başbakanı olması ve son olarak da petrol gelirlerinin dağılımı meselesinde de anlaşmaya varılması Bağdat - Erbil arasındaki gerilimi yumuşattı.

Barzani, geçtiğimiz Aralık ayında yaptığı açıklamada, IŞİD saldırılarına rağmen bağımsızlık (!) ve referandumdan geri adım atmayacaklarını söylemiş ve "Yüz IŞİD, bin IŞİD de gelse Kürdistan bölgesinin bağımsızlık (!) ve referandum süreci devam edecek" ufadelerini kullanmıştı.
haber 93

Barzani ABD'den müjdeyi verdi: (IŞ)İD engelini aşar aşmaz Bağımsız (!) Kürdistan geliyor
6 Mayıs 2015



El Cezire'nin haberine göre; ABD ziyaretini sürdüren Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, Kürt halkına kendi kaderini belirleme hakkının referandumla verilmesi gerektiğini belirterek, "Ne zaman olacağını söyleyemem ama bağımsız Kürdistan geliyor. Referandumumuz olacak ama şimdi DAEŞ ile mücadeleyle uğraşıyoruz, o nedenle ertelendi ama yapılacak" dedi.

Barzani, ABD ziyareti sırasında Washington'da Atlantik Konseyi'nde konuştu. Irak Şam İslam Devleti (IŞ)İD'e karşı peşmergenin kazandığı başarıdan dolayı gurur duyduklarını belirtti.

"Kürtlerin Kobani'den Hanekin'e, bin 500 kilometre uzunluğunda bir alanda savaştığını" ifade eden Barzani, bu mücadelenin de bir bedeli olduğuna dikkati çekti.

Barzani, (IŞ)İD ile savaşda bin 200 peşmergenin öldüğünü, 7 bininin de yaralandığını, buna ek olarak maddi ve moral kayıpları yaşandığını söyledi.

IKBY lideri, IŞİD'den kaçan Suriyeli mültecilerin sayısının da yerel nüfusu geçtiğini anlattı. "İnsani ve ulusal sorumluluğumuz var ama aynı zamanda, bize çok ağır bir yük getiriyor ve bunu sadece kendi başımıza kaldıramayız" dedi.

(IŞ)İD ile mücadele için silah ve mühimmata ihtiyaç duyduklarını anlatan Barzani, ziyareti sırasında Obama ile Biden'ın "peşmergenin doğru silah ve mühimmata sahip olmasını istediğini" gördüğünü ifade etti.

Maliki hükümetiyle krizler yaşayan Kürt yönetimi, İbadi yönetiminden memnun. Barzani, Erbil-Bağdat arasındaki ilişkilerin öncekine göre çok daha iyi olduğunu söyledi. Ancak hala sorunlar ve farklılıkların bulunduğunu dile getiren Barzani, "Yine de sorunların çözümü için iki taraf da ortak istek olduğuna inanıyoruz" dedi. Barzani, petrol konusunda varılan anlaşmayı Bağdat'ın kabul etmesini ve gelirlerden bölgesel yönetimin payını alabilmesini beklediklerini ifade etti.

Barzani, "bağımsızlığa" dair bir soru üzerine, "Ne zaman olacağını söyleyemem ama bağımsız Kürdistan geliyor" ifadesini kullandı. Bunu, "devam eden, durmayan ve geriye gitmeyen bir süreç" olarak tanımlayan Barzani, "Referandumumuz olacak ama şimdi DAEŞ (IŞ)İD ile mücadeleyle uğraşıyoruz, o nedenle ertelendi ama yapılacak, güvenlik durumları daha iyi olduğunda yapılacak" dedi.

Haber 93

Sol gösterip, Amerikancı vuruş!
Bülent Esinoğlu
31 Temmuz 2015



Sol gösterip, Amerikancı vuruş hep vardı. Biz eskiden bu ifadeyi sol gösterim sağ vurmak diye söylerdik.

Amerika’nın PKK’yı desteklediğini bilen uyanık siyasi erbap, şu sıralar, PKK’ya örtülü destek vermenin doktorasını yapıyorlar.

Öyle cümleler kuracaksın ki, anlamı dönüp dolaşıp, PKK’yı desteklemek olacak. Ama ilk bakışta sanki PKK’ya da karşıymış imajını verecek!

Elbette böyle bir düşünce oluşumunun arkasında vatan diye bir duygu olmayacak. Ve vatansızlığı gizleyen bir maharet olacak. Vatan yok birey var gibisinden bir yutturmaca…

Türkiye’de böyle işleri yapan, Cengiz Çandar, Hasan Cemal gibi Amerikancılığın doktorasını yapmış köşe yazarları var.

Bunların uzmanlık alanları şudur; ne yapıp edip, Amerika’nın dediklerini yapacak kamuoyu yaratmak.

Açıktan Amerikan çıkarlarını destekleme ve dillendirmenin, vatanseverler nezdinde, hoş karşılanmayacağını bilecek kadar kurnazdırlar.

Ülkemizde, Amerika ve Amerikan çıkarlarına destek, hiçbir zaman açıktan ABD propagandası şeklinde yapılmamıştır.

“Örtülü destek” işi hep Batı dünyasının entelektüel ürünleri üzerinden yapılmıştır.

Desteğin örtülü olma zorunluluğu birde şu sebeptendir. Düşman imal etmek ve savaşmak Amerika’nın vazgeçemeyeceği bir stratejidir.

Şimdi size bir liste vereceğim. Bu listenin sonunda da bir soru yönelteceğim.(Listeyi özellikle yukarıdan aşağı sıraladım)

Vietnam,

Kamboçya,

Laos,

Küba,

Honduras,

Nikaragua,

Perl Habur,

Şili,

Kuveyt,

Irak,

İran,

Afganistan,

Libya,

Yemen,

Sudan,

Yugoslavya,

Suriye,

Bu listeyi okuduğunuzda, bu listenin sonuna eklenecek ülke hangisidir, diye sorsam, tereddütsüz Türkiye diyeceksiniz.

Amerika Türkiye’yi PKK ile bölmek istiyor. Tıpkı İngilizlerin Osmanlıyı parçalaması gibi…

PKK’nın meclisteki temsilcisi(Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı bile bu kadar hain barındırmıyordu)PKK ile olan savaşı durdurmak için PKK ile yapılan savaşın adını Saray için yapılan savaş diye koydu.

Vatanın bölünmesine karşı yapılan savaşın adı Saray savaşı oldu.

Kendini solda tanımlayan Cumhuriyet, Yurt ve Sözcü gibi gazeteler ve köşe yazarları, PKK ile savaşı iktidar savaşı olarak anlatıyorlar.

Yani sol gösterip, Amerikancı vuruş yapıyorlar.

Amerika’nın ve Avrupa’nın etkili köşe yazarları da, aynı işi yapıyor. PKK ile birlikte IŞİD’ı vurun diyorlar.

Türkiye’yi bölmenin en kestirme yolu olarak, IŞİD’a karşı, Türkiye PKK birlikteliğini öneriyorlar.

Bizdeki sosyal demokratlar da ülke insanına bu fikri zerk ediyorlar.

PKK ile savaşmayın, PKK ile birlikte IŞİD’a karşı savaşın. Yani bizden istedikleri; ABD için savaşmamız.

Dostlar, yıllardır solun içinde cereyan eden kavganın kökeni burdur. Amerika’ya örtülü destek verenler, Amerika’ya karşı savaşanlar…

bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.

Fransız diplomattan Barzani itirafı
30 Eki, 2017



2008-2012 yılları arasında Fransa’nın Erbil Konsolosu olarak görev yapan Tissot, Kuzey Iraklı Kürt lider Mesut Barzani’yi yanlış yönlendirdiklerini itiraf etti
Gazete Habertürk’ten Nalan Koçak’a konuşan Fransa’nın ilk Erbil Konsolosu Frederic Tissot, Irak’ın kuzeyinde on yıllardır devam eden ‘Barzani – Talabani saltanatı’nın siyasi açıdan sona erdiğini, bölgedeki Kürt gruplar için Kerkük’ü geri almanın artık mümkün olmadığını söyledi.

YANLIŞ YÖNLENDİRDİK

Referandum günü, pek çok Batılı diplomat gibi Barzani’nin yanında olan Tissot, Barzani’yi yanlış yönlendirdiklerine dair eleştirilerin sorulması üzerine, “Evet, yanlış yönlendirdik. Haklılar. Referandum sonrasında Kürt halkı için ortaya çıkan sonuca bakın! Yapılan analizler, verilen akıllar yanlıştı. Benim için bu bir onur değil artık, utanç” yanıtını verdi.
Tissot, ABD’nin referandumun ertelenmesi yönündeki çağrıyı tartıştıklarını ancak kendisinin ertelenmemesi yönünde görüş belirttiğini ifade etti. Deneyimli diplomat bu konuya ilişkin olarak, “Sonuçlara bakılırsa önerim yanlıştı” dedi.

BARZANİ VE TALABANİ’YE SAYGI AZALDI

Fransız diplomat röportajın devamında, Kuzey Iraklıların Barzani ve Talabani ailelerine bakışlarına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Yoksul halkın, toplumun zenginleşen kesimlerinin gelişmesini öfkeyle izlediğini belirten Tissot, bu durumun Barzani ve Talabani ailelerine saygıyı azalttığını belirtti.

İlk Kurşun

İbadi: Yolsuzluk, Peşmerge'nin 2014'te IŞİD'e karşı sınırları neden koruyamadığını açıklıyor
31 Ekim 2017
Çeviri - Gonca Tokyol
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Nis 29, 2010 10:46 pm    Mesaj konusu: Barzani: Bağımsız Kürdistan hiç olmadığı kadar yakın Alıntıyla Cevap Gönder

Aylardır memur maaşlarını bile ödeyemeyen Barzani, "Bağımsız Kürdistan hiç olmadığı kadar yakın" diyor
Ertuğrul Horasanlı
22 Ocak 2016



Aylardır memur maaşlarını ve müteahhit alacaklarını bile ödeyemeyen, bütün yatırımları durmuş, sözde başkentleri kadim Türk kenti Erbil'in (IŞ)İD'in tarafından istilasını ancak ABD desteğiyle durdurabilmiş, müflis, korsan yapılanma IKBY Başkanı ve BOP taşeronu Mesut Barzani, BBCT'ninhaberine göre (*); "Iraklı Kürtlerin bağımsız bir devlete sahip olmalarının hiç olmadığı kadar yakın" olduğunu söylemiş.

Aç tavuk, rüyasında kendini darı ambarında görürmüş ya bu da öyle bir şey işte.

Emperyalizm tarafından kuşatılmış,ye yer yer fiiilen, yer yer de örtülü olarak (Türkiye, Ürdün gibi) işgal edilmiş bölgemiz, tarihinin gördüğü en büyük yıkım ve yangını yaşarken, bu kıyametin ortasında sen bağımsız (!) devlet kuracaksın ha?

Haydi kurdun diyelim, onu kaç gün yaşatabileceksin?

Yaşatırsan yönetimin altındaki Kürtlere hangi yeni acıları tattıracaksın?

Bu kan ve ateş deryasına kaç Kürdün daha kanını katacaksın?

Gibi sorular uzayıp gider ama...

Neticede varlığını emperyalizmin bu bölgedeki bölücü ve yıkıcı varlığına adamış bir işbirlikçi lider var karşımızda..

İşbirlikçi Mesut Barzani bölgemizdeki benzerlerinin yaptığı gibi; kendine biçilen hain rolünü oynayacak, buna eli mahkûm...

Yani ne söylesek boş...

Bölgedeki diğer işbirlikçi Türk, Arap ve Kürt liderlerle birlikte bölge insanları tarafından, tarihin çöplüğüne atılarak Gayya'ya doğru yola çıkıncaya kadar da bu bölücü ihanetini sürdürecek.

Bölgemizin ve bölgemizdeki bütün namuslu insan ve etnik unsurların kurtuluşunun, Sykes-Picot'la Batı emperyalizmi tarafından paramparça edilmiş bölgeyi daha da bölmekten değil, Barzani gibi lşbirlikçi liderlerin tümünü alaşağı ederek, bu bölgeyi yeniden birleştirmekten geçtiğini, Bununsa, küresel Batı emperyalizminin bölücü saldırılarına, "birleştirici büyük bir fikir" etrafında birleşerek yapacağı küresel bir karşı hamleyle mümkün olduğu anlaşılıncaya kadar, bu kan ve ateş deryasında yaşamaya ve bu tür işbirlikçi liderler tarafından gerçekleşmesi imkânsız hayallerle avutulup uyutulmaya devam edeceğimiz açık.

* Haberin tamamı için: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160122_barzani_bagimsizlik

Cockburn 'icazetli bağımsızlık'(!) peşindeki Barzanistan'ın ahvalini anlatıyor : "Petrol fiyatı ve IŞİD, Kürtleri rüyalarından uyandırıyor"
Ertuğrul Horasanlı
7 Şubat 2016



Bu konuda 15 gün kadar önce bir yazı kaleme almıştık (*).

Aynı konuyu teyit eder mahiyette, İngiliz Independent on Sunday gazetesinin tecrübeli Orta Doğu muhabiri Patrick Cockburn, Kuzey Irak'ta yaptığı gözlemlerini güzel bir haber analiz çerçevesinde ele almış.

Önce o haber analizden iktibasları okuyalım:

BBCT'nin haberine göre; Patrick Cockburn, Irak Kürtlerinin siyasi ve askeri olarak her zamankinden önemli olsalar da "meteliğe kurşun attıklarını" yazıyor.

Haber analizini Süleymaniye'den bildiren, yani hadiseyi yerinde görerek değerlendiren 'ün yazısının başlığı, "Petrol fiyatı ve IŞİD, Kürtlerin rüyalarını bozuyor".

Patrick Cockburn haber analizine, Suriye ve Irak'taki iç savaş ile (Irak Şam) İslam Devleti (IŞ)İD'in yükselişinin, Orta Doğu'daki Kürtler için "yeni terörler ve fırsatlar" doğurduğu tespiti ile başlıyor.

Son dönemde Kürtlerin Suriye ve Irak'ta mevzi kazanırken, Türkiye'de kaybeden taraf oldukları yorumunu da yapıyor Cockburn.

(IŞ)İD'in hala Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin merkezi Erbil'den sadece 40 mil (yaklaşık 65 kilometre) uzakta olduğunu hatırlatan Cockburn, yazısını şöyle sürdürüyor:

"Erbil ile Doğu Kürdistan'ın en büyük kenti Süleymaniye, tamamlanmamış inşaatlarla dolu. Tamamlanan görkemli oteller ve alışveriş merkezleri de bomboş. Tüm bu binalar, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Dubai ya da Kuveyt gibi bir petrol devleti olma çabasında başarısız olmasının anıtlarına dönüşmüş durumda."

'Memurlara maaş ödenemiyor'

Patrick Cockburn'e göre Kürtler petrol fiyatlarının yüksek olacağına ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Bağdat'tan bağımsız hareket eden bir petrol devleti olabileceğini düşündü. 3 yıl önce lüks oteller yabancı iş adamlarıyla doluydu, Kürtler çocukları için iyi hastaneler ve okullar bulamama endişesi taşıyordu.

Cockburn, petrol fiyatları düşünüldüğü gibi 100 değil, 21 doların altında olunca, Kürtlerin masraflarının sadece üçte birinin karşılandığını belirtiyor ve ekliyor:

"Yaklaşık 740 bin kişi hükümetten maaş alıyor. Son altı ayda bu kişilerin çok azı maaşlarının tamamını alabildi. Çok sayıda memura ise bu dönemde hiç maaş ödenemedi."

Cockburn bazı Kürtlerin "petrol devleti" vizyonuna hep şüpheyle yaklaştıklarını, bunun iktidardaki elitijn devlet kaynaklarını yağmalamalarına yol açmasından korktuklarını hatırlatıyor.

Cockburn petrolü, tehlikeli rüyaları teşvik eden bir "afyona" benzetiyor, Kürtlerin yavaş yavaş bu rüyadan uyandıklarını belirtiyor.

Hemen hemen herşeyin Türkiye ve İran'dan ithal edildiği bir düzende bazı Kürtlerin "Artık kendi dometesimizi bile yetiştiremiyoruz" diye şikayet ettiklerini de ekliyor.

Yazı şu satırlarla noktalanıyor:

"Geçmişe bakıp Kürdistan Bölgesel Yönetimi liderlerini, petrol gelirlerine fazla bağımlı oldukları gerekçesiyle eleştirmek kolay. Ancak IŞİD'in yükselişini sadece onlar değil, kimse öngöremedi. Irak Kürtleri şimdlik siyasi ve askeri olarak güçlü çünkü diğer güçlerin IŞİD'e karşı bir müttefik olarak onlara ihtiyaçları var. Ancak bu uzun sürmeyecek."

Cockburn'ün atladığı bir hususu da bu güzel haber analize biz ilave edelim ki; IKBY'nin hali pürmelali tam olarak görülsün:

Korsan yapılanma IKBY Başkanı ve BOP taşeronu Mesut Barzani'nin kendi koyduğu kurallara göre 'görev süresi" çoktan dolmuş olmasına rağmen, seçilemeyeceğini anladığı için seçimleri yaptırmıyor ve Peşmerge'nin silah gücüne dayanarak iktidarını fiilen sürdürBOPüyor.

Bu ne demek?

Irak yasalarına göre korsan bir yapılanma olan IKBY'nin korsan başkanı Barzani artık, "korsan başkan" değil, "korsan diktatör" demek.

Korsan yapılanmaya -şimdilik işine öyle geldiği için- "devlet" muamelesi yapan "Demokrasinin ve hukukun beşiği" Batılı devletler ve Batı medyası ise "korsan devlet"in "korsan diktatörü"ne seçilmiş devlet başkanı muamelesi çekmeye devam ediyor.

Tek başına bu hal bile, o bölgede nasıl bir kirli tezgâh döndüğünün göstergesi değil midir?

Bu kirli tezgâha düşen Kürtler, bir an önce paçalarını bu tezgâhtan kurtaramazlarsa başlarına nasıl bir belâ gelmekte olduğunu Suriye ve Libya halklarının başına gelenlere bakarak da tahmin edebilirler.

Bu gidişin sonunda, bağımsız devlet olma rüyaları görürken, aç çıplak, yayan yapıldak sığınacak bir ülke arayan mülteciler kervanına katılmaları büyük ihtimal gibi görünüyor.

Ortadoğu Kürtlerinin tamamına yakını Sünnî Müslümandır. Yani bizim bin yıllık kardeşlerimiz.

Onların Siyonizmin Büyük İsrail projesinin (BOP) taşeronu korsan diktatörler veya sosyalist görünümlü faşistist-ırkçı örgütlerin oyuncağı olarak büyük acılar yaşamasını istemeyiz.

Ama gidiş o yönde olduğu için Kürt kardeşlerimizi ikaz görevimizi yapıyoruz..

Gerisi: Kendi düşen ağlamaz kapsamında...

* Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=3768#3768

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com.tr/2016/02/cockburn-icazetli-bagmszlk-pesindeki.html

İrlandalı bir asker, 'Dünya turuna çıkacağım' dedi, IŞİD'e karşı YPG saflarında savaşmaya gitti
Hikmet Durgun
23.02.2017



İrlandalı bir asker, üstlerine dünya turuna çıkacağını söyleyerek izin aldı. Ancak ordu yetkililerin yaptığı inceleme sonucu, askerin IŞİD'le savaşmak için 6 aydır Suriye'de olduğu ortaya çıktı.

Kimliği açıklanmayan İrlandalı askerin dünya turuna çıkmak için izin almasına rağmen Suriye'de olduğu ve bunun sosyal medyadaki paylaşımlarından öğrenildiği kaydedildi.

Uzun süredir İrlanda ordusunda görev yapan askerin, Rojava'daki YPG güçlerine katıldığı belirtildi.

YABANCI GRUPLAR İÇİN SAVAŞAN İLK İRLANDA ASKERİ OLDU

Şimdiye dek İrlanda vatandaşları 33 yaşındaki Corkman Michael Martin ve 25 yaşındaki Joshua Molloy'un YPG güçlerine katıldığı biliniyor. Ancak İrlanda basınında olayla ilgili çıkan haberlere göre, söz konusu asker orduda görevliyken bir başka grup için savaşan ilk İrlanda ordusu mensubu oldu.
Sputnik

Türk uçaklarının vurduğu YPG’liler Alman çıktı
2 Ara, 2016



Münbiç’te, Türk Savaş uçaklarının YPG hedeflerine yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısında ölen biri Amerikalı, diğeri Alman iki gönüllü YPG’linin kimlikleri açıklandı.

Suriye’nin Rojava bölgesinde bulunan ve bir süre önce içerisinde YPG’nin bulunduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) tarafından DAEŞ’ten alınan Münbiç’te, Türk Savaş uçaklarının YPG hedeflerine yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısında ölen biri Amerikalı, diğeri Alman iki gönüllü YPG’linin kimlikleri açıklandı.

Münbiç Askeri Meclisinden yapılan açıklamada, 26 Kasım’da Türk Savaş uçakları tarafından gerçekleştirilen hava saldırısında Amerika Californiyalı ‘Robin Agıri’ kod adlı Michelle Israel ile Almanya Bielefeld’li ‘Zana Civan’ kod adlı Anton SJK’nin yaşamını yitirdiği belirtildi. Söz konusu hava saldırısında yaşamını yitiren Israel’in Haziran 2016’da YPG’ye katıldığı, Alman SJK’nın ise Eylül ayında Suriye’ye gelerek YPG saflarına katıldıkları belirtildi. Her iki gönüllü YPG’linin daha sonra Münbiç Askeri Meclisi saflarına geçtikleri kaydedildi.
Kaynak: İlk Kurşun

YPG'li ABD'lilerin cenazeleri büyük krize dönüştü!
13 Eylül 2016



YPG saflarında savaşırken öldürülen üç ABD vatandaşının cenazelerinin ABD’ye gönderilmesinde karşılaşılan “lojistik” sorunlar gündemdeki yerini koruyor. Öte yandan terör örgütü YPG cenazeleri göndermek için 43 bin dolar para istedi.

Menbiç operasyonu sırasında terör örgütü YPG saflarında savaşırken öldürülen üç ABD vatandaşının cenazelerinin ABD’ye gönderilmesinde karşılaşılan “lojistik” sorunlar gündemdeki yerini koruyor.

Wall Street Journal gazetesi, “DAEŞ tarafından öldürülen ABD’li teröristlerin cenazelerinin, aileleri ve ABD hükümetinin bir hafta süren çabalarının sonucunca nihayet ABD’ye gönderilebildiğini” anlattığı haberinde, cenazelerin ABD’ye ulaştırılmasında yaşanan komplikasyonlara dikkat çekti.
Cenazelerin Irak Kürt Bölgesi üzerinden ABD’ye gönderilebilmesinden önce, haftalarca Suriye’nin Kürt bölgelerinde tutulduğu belirtilen haberde, “Suriye’deki savaş alanından ABD’ye kadar uzun ve lojistik açıdan karmaşık yolculuk, basit bir gerçeği ortaya koydu; Amerikalılar için DAEŞ ile savaşmak amacıyla Suriye’nin Kürdistan bölgesine gitmek, cenazelerini memlekete göndermekten çok daha kolay” denildi.

“TÜRKİYE’NİN OLASI İTİRAZLARI”

WSJ, DAEŞ’le savaşırken ölen Levi Jonathan Shirley, William Savage ve Jordan MacTaggart’ın, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin “lojistik açıdan daha basit olacağı gerekçesiyle cenazelerin Iraklı Kürdistan yerine Türkiye üzerinden ABD’ye gönderilmesini önerdiklerini” belirttikten sonra “Ancak o rota çok büyük bir diplomatik engel oluşturuyordu” ifadesini kullanıyor.

Bu çerçevede Türkiye’nin PKK gibi YPG’yi de terörist bir örgüt olarak gördüğüne dikkat çekilen haberde, “Washington ise PKK’yi terörist olarak nitelemekle birlikte YPG’den ayrı olarak değerlendiriyor” denildi. Öldürülen Amerikalıların YPG ile bağlantıları nedeniyle “Türkiye’nin olası itirazları” göz önünde tutularak cenazelerin İstanbul’a uğramayan bir uçağa konulduğu” bilgisine yer veriliyor.

“ABD PRATİKTE GÖNÜLLERİ DURDURMAK İÇİN BİR ŞEY YAPMIYOR”

WSJ, ABD’nin “resmi olarak” vatandaşlarına Suriye ihtilafına katılmamalarını kuvvetli bir biçimde tavsiye ettiğini vurgularken, “Ancak ölenlerin aile fertleri, ABD’nin pratikte gönülleri durdurmak için pek bir şey yapmadığını söylüyorlar” diyor.

Gazete, ABD vatandaşlarının Kuzey Irak’a girmek için vizeye ihtiyaçlarının olmadığını belirtirken, “Ancak Suriye’ye geçmeden önce YPG kontrolündeki kontrol noktalarından geçerken pasaportlar damgalanıyor. Gönüllüler, Suriye hükümetinden vize almıyor” diye yazdı.

“YPG CEZANELERİ ABD’YE GÖNDERMEK İÇİN 43 BİN DOLAR ÖDEDİ”

WSJ, bir Kürt grubunun Washington temsilcisine atfen “Suriye’de savaşçılar öldüğünde cenazeleri memleketlerine göndermek çok karmaşık ve pahalı bir iştir. YPG temsilcileri, üç erkeğin cenazelerini memleketlerine göndermek için 43 bin 600 dolar istedi” diye yazıyor.
Yeni Akit

ABD vatandaşı PKK/YPG’de savaşırken öldü
17 Ağu, 2016



Suriye’nin Halep kentine bağlı Menbiç ilçesinin DAEŞ’den alınması operasyonunda yaşamını yitiren Amerika vatandaşı bir YPG’linin daha kimliği açıklandı. Menbiç’te yürütülen operasyon sırasında, 10 Ağustos’ta ‘Amed Kobani’ kod adını kullanan William Savage adlı bir Amerikalının ağır yaralandığı yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı belirtildi.

Menbiç operasyonunda şimdiye kadar YPG ile birlikte DAEŞ’le savaşırken ölen Amerika ve Avrupalı gönüllü savaşçı sayısı 5 olarak açıklandı.

Menbiç’in DAEŞ’den geri alınması için 1 Haziran’da Demokratik Suriye Güçleri ile Menbiç Askeri Meclisinin Koalisyon güçlerinin hava desteğinde başlattığı ve 12 Ağustos’ta sona eren operasyonda YPG ile birlikte DAEŞ’e karşı savaşan bir Amerika vatandaşının daha yaşamını yitirdiği açıklandı. Suriye’deki Kürt sitelerinde yer alan habere göre, ‘Amed Kobani’ kod adını kullanan William Savage adlı bir Amerikalı savaşçının öldüğü belirtildi. Amerika vatandaşı Savage’nin 2015 yılında YPG’ye katıldığı ve 10 Ağustos’ta Menbiç’teki çatışmada ağır yaralandığı ve yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı belirtildi.

ŞİMDİYE KADAR AMERİKALI VE AVRUPALI 5 GÖNÜLLÜ SAVAŞÇI ÖLDÜ

Menbiç’te 1 Haziran’da başlayan ve 12 Ağustos’ta Menbiç ilçe merkezi ile yaklaşık 200 köyün DAEŞ’den geri alınması ile sonuçlanan operasyonda şimdiye kadar Amerika ve Avrupalı olup YPG ile birlikte gönüllü olarak çatışmalara katılarak yaşamını yitirenlerin sayısı 5 olarak açıklandı.
Kaynak: İlk Kurşun

İngilizler YPG saflarında öldü
2 Eyl, 2016



ypgİki İngiliz vatandaşının YPG saflarında savaşırken öldürüldüğü ve cenazelerinin İngiltere’ye gönderildiği ortaya çıktı.
Amerikan vatandaşı üç YPG’linin, 14 Ağustos’ta Münbiç’te öldürülmesinden sonra iki İngiliz YPG’linin de 28 Ağustos’ta Münbiç’te öldürüldüğü ve cenazelerinin İngiltere’ye gönderildiği ortaya çıktı.
Münbiç’te, Batılı askeri eğitmenlerin dışında, YPG saflarında hareket eden 100 civarında Amerikalı, ingiliz, Kanadalı, Alman, Fransız ve İsveçli olduğu ve büyük kısmının daha önce Irak ve Afganistan’da görev yapmış askerler oduğu belirlendi.

YPG saflarındaki İngiliz vatandaşlarının kendilerine Bob Crow Brigade (Bob Crow Taburu) adını verdiği ve giydiği askeri kıyafetlerde YPG arması ve İngiliz bayrağı kullandıkları görüldü. Bunlardan Eric ve Dean adlarındaki iki İngiliz’in Münbiç’te 28 Ağustos’ta öldürüldüğü ve cenazelerinin İngiltere’ye göderildiği ortaya çıktı.

YPG’li teröristlerden bir tanesi de Macer Gifford adllı İngiliz vatandaşı. Gifford kendisine ait olan sosyal paylaşım sayfalarından Türkiye’ye nefret kusuyor. Paylaştığı Suriye’de çekilmiş olan fotoraflarda eli silahlı olan Gifford giydiği askeri üniformada YPG arması ve İngiliz bayrağı olması dikkat çekiyor. Paylaşımlarında ABD Başkanı Obama’ya Türkiye’nin Suriye’den çıkarılmasını isteyen Gifford, öldürülen iki İngiliz’inde cenazesine katılmış.
Derya Derviş/Aydınlık

YPG’yle birlikte IŞİD’e karşı savaşan Kanadalı hayatını kaybetti
03.01.2017



IŞİD’e karşı savaşmak için Suriye’ye giderek YPG’ye katılan Kanadalı gönüllü Nazzareno Antonia Tassone’nin Rakka’nın IŞİD’den geri alınması için düzenlenen operasyonda hayatını kaybettiği belirtildi.

‘Türkiye’ye tatile gidiyorum’ diyen İngiliz, IŞİD’e karşı savaşırken öldü
YPG’den yapılan resmi açıklamada, “Kanadalı YPG gönüllüsü Nazzareno Antonio Tassone, Rakka operasyonu kapsamında IŞİD’le savaşırken hayatını kaybetmiştir” dendi.

Kanada doğumlu Tassone’nin, İngiltere vatandaşı Ryan Lock’le aynı operasyonda hayatını kaybettiği kaydedilirken, YPG’ye katılan iki yabancı gönüllünün de ölüm tarihinin 21 Aralık olduğu ifade edildi.
Sputnik

Peşmerge Musul'da kontrol ettiği yerlerden çekilmeyecek'
13 Kas 2016

Peşmerge Güçleri Başika Cephesi Komutanı, "Peşmerge güçlerinin kontrol ettiği Ninova Ovası ve diğer coğrafyanın tamamı karış karış Kürdistan toprağıdır. Peşmerge, DEAŞ'tan kurtardığı bu bölgelerden hiçbir şekilde çekilmeyecektir" dedi.
AA'ya konuşan Peşmerge Güçleri Başika Cephesi Komutanı Hamid Efendi, Peşmerge güçlerinin Başika'yı tamamen kontrol altına aldığını ve hiçbir tehlike kalmadığını söyledi.

IŞİD'in geride bıraktığı mayın ve bombaların temizliğinin sürdüğünü ifade efen Efendi,"Kısa bir süre içinde resmi daireler ve diğer evlerin kullanıma hazır hâle geleceğini söyleyebilirim. Birkaç gün içinde vatandaşlarımızın evlerine dönmesine izin vereceğiz. Halkımız huzur içinde hayatını sürdürebilecek. Evlerin içinde tek bir bomba dahi kalsa sivillerin geçişine müsaade etmeyeceğiz" dedi.

Örgüte ait tüm tünellerin temizlendiğini ve IŞİD'lilerin etkisiz hâle getirildiğini, 4 örgüt mensubunun da sağ ele geçirildiğini aktaran Efendi, "Tünelleri koruma altına almayı düşünüyoruz. Bunları gelecekteki torunlarımıza bir anı olarak bırakmak istiyoruz. Tüm dünya Peşmerge güçlerinin yerin üstünde ve altında teröristlerle amansız bir savaş verdiğini ve onları yendiğini bilsin" diye konuştu.

Efendi, "Peşmerge güçlerinin kontrol ettiği Ninova Ovası ve diğer coğrafyanın tamamı karış karış Kürdistan toprağıdır. Peşmerge, DEAŞ'tan kurtardığı bu bölgelerden hiçbir şekilde çekilmeyecektir. Kanla özgürleştirdiğimiz bu yerleri başka hiçbir güce teslim etmeyeceğiz" ifadelerini kullandı.

IŞİD'in elinde kalan bölgeler olduğuna vurgu yapan Efendi, Barzani'nin emir vermesi durumunda oraları da kurtarabileceklerine dikkat çekerek şunları söyledi:

"Başkomutan Mesut Barzani emir verirse DEAŞ'ın elinde kalan ve Kürdistan'a ait olan diğer bölgeleri de kurtarıp silahlı güçlerimizin kontrolüne vereceğiz. Ancak halihazırda Başkomutan, güçlerimizi yerleştirmemiz ve savunmayı güçlendirmemiz yönünde herhangi bir talimat göndermiş değildir. Hendek kazmaya da başlamadık. Eğer emir gelirse Musul'un sol tarafı olarak bilinen doğu cephesini kontrol edebiliriz. Çünkü biz orayı da Kürdistan toprağı olarak kabul ediyoruz."
Kaynak: El Cezire

Doğu Perinçek yazdı: Musul’da cepheleşme ve çözüm
18 Ekim 2016

Bu satırları dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Uluslararası İstanbul Hukuk Kongresi’ndeki konuşmasını radyodan dinledikten sonra yazıyorum.

İKİNCİ İSRAİL DENKLEMİ: PETROL + LİMAN + DİYARBAKIR

Öncelikle şunu saptayalım: ABD’nin stratejik hedefi hâlâ sözde “Kürdistan”ı kurmaktır. İkinci İsrail diye adlandırmak daha doğru. İkinci İsrail’in üç olmazsa olmazı var: Biri petrol, diğeri liman, üçüncüsü birleştirici merkez olarak Diyarbakır. Bu açıdan İkinci İsrail, Musul’dan Doğu Akdeniz’e uzanır. Musul, Amerikan Koridorunun başlangıç noktasıdır. Washington’un Musul siyaseti bu stratejinin hizmetindedir.
ABD’nin amacı, Musul’u bölmektir. İkinci İsrail, Musul’un bölündüğü yerden başlar. Irak’ın bir kez daha bölünmesi, Suriye’nin bölünmesi, İran’ın bölünmesi ve Türkiye’nin bölünmesi Musul’dan başlar. Bu nedenle ABD’nin Irak’ın bütünlüğünden yana olduğu yolundaki görüşler, bütünüyle ABD propagandasıdır. Örneğin Aslı Aydıntaşbaş’ın iki gün önce çıkan yazısı Ergenekon sürecinin başlarında “Ergenekon’un Anayasası” diye yaptığı ısmarlama haberlere benzemektedir (Cumhuriyet, 16 Ekim 2016).

TÜRKİYE MUSUL’DA DA ABD İLE KARŞI KARŞIYA

Türkiye, İkinci İsrail planını bozmak için, Suriye toprağı olan Amerikan Koridoruna girdi. ABD, Koridor Savaşında PKK/PYD’yi destekleyerek Türkiye’ye karşı koydu. Şimdi de Türkiye’nin Musul’un geleceğinin belirlenmesinde etkili olmasını engellemeye çalışıyor. Türkiye, ABD ile Musul’da da karşı karşıya geldi. Cephe artık Musul’a kadar uzanıyor. Erdoğan’ın konuşmasında baş hedef ABD idi. Bu koşullarda Genelkurmay Başkanı ABD gezisinden elleri boş dönecektir. Washington yönetimi, bölgedeki asıl müttefikini çoktan seçmiştir. Tayyip Erdoğan da, Washington’a “Sizin NATO’daki müttefikiniz PYD ve YPG mi” diye seslenmektedir. Cumhurbaşkanının Musul’da mezhep çatışmasına yol açacak girişimlere karşı tavrını da önemle kaydetmek gerekiyor.

Cepheler kurulmuştur. Ve bu cepheleşmenin görüşmelerle değişmesi mümkün gözükmüyor. Çünkü mevzilenme, devletlerin stratejik hedefleri zeminindedir. Artık Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik görüşmeler, pehlivanların birbirlerini elense çekerek yoklamasına benziyor.

TÜRKİYE’NİN SORUNU

Musul’da ABD’nin İkinci İsrail projesiyle cephe cepheye gelmiş bulunuyoruz. Bu koşullarda Türkiye, kendi millî gücünü ve kararlılığını bölgesel müttefiklerle sağlamlaştırmak durumundadır. Türkiye için Musul’da, Batı Asya’daki genel stratejik mevzilenmeden kopuk bir mevzilenme olanağı bulunmuyor. Bu nedenle bölünmesine karşı olduğumuz Irak yanında Suriye, İran ve Rusya ile birlikte cephe tutma gereği ortadadır. Suriye ve Irak yönetimlerine karşı dostluk ihtiyacını dikkate almayan ve devlet nezâketiyle de bağdaşmayan bir dilin kullanılması, Türkiye’nin Musul’da yalnız kalmasından başka bir sonuç getirmez. Suudi Arabistan gibi ülkelerle işbirliği, Türkiye için Musul’da yeterli ağırlığı sağlamaz. Dahası bu yüzden İran ve Irak karşıya alınacağı için yeni sorunlar üretilir. Zaten Suudi Arabistan’ın önderliğindeki Arap Birliği de, Türkiye’nin Musul Harekâtına katılmasına karşı olduğunu açıklamış bulunuyor.

TÜRK AKIMIYLA BAĞLANDIĞIMIZ İKLİMLER

Türkiye, bölgede İkinci İsrail planını bozabilmek için, ABD’ye karşı vatan bütünlüğü için mücadele eden güçlerle birlikte hareket etmeyi kolaylaştıracak bir yol izlemelidir. Bu bağlamda Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ümit Yalçın başkanlığında bir Türkiye heyetinin Bağdat ziyareti tam zamanında ve yerindedir. Bu görüşmelerden sonuçlar alınması için gerekli zemin vardır. Türkiye-Rusya ilişkilerindeki stratejik adımları çelmeleyecek davranışlar akıl dışı olur ve bize kalırsa imkansızdır. Rusya ile anlaşmaya bağlanan Türk Akımı, dönüşü olmayan akımdır. Türk Akımı, bizi yalnız Rusya’ya ve Avrupa’ya bağlamıyor; Irak’a, Suriye’ye ve İran’a da bağlıyor; dahası Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine, Çin’e ve Hindistan’a bağlıyor.

VATAN PARTİSİ DOSTLARLA YİNE SURİYE YOLUNDA

Vatan Partisi de, bölge ülkeleri arasında işbirliğine yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. 10 gün önce Şam’da Suriye yöneticileriyle görüşen Vatan Partisi Heyeti, bugün siz bu yazıyı okurken yine Suriye yolunda olacaktır ve bu kez Türkiye-Suriye ilişkilerinin sağlıklı yola girmesine katkıda bulunacak dostları da yanında götürüyor. Bu sürece kazma ve balta ile müdahale anlamını taşıyan laflardan ve davranışlardan uzak durmak herkesin sorumluluğudur.

MUSUL’DA ÇÖZÜM

- Türkiye için Musul’da çözüm, öncelikle ABD planını bozmak olarak özetlenebilir.
- Musul’da mezhepler ve milliyetler arasındaki saflaşmalar ekseninde üretilen bütün çözümler, en sonunda ABD’nin işine yarar.
- Musul’daki kardeşlerimiz olan Arap, Türkmen ve Kürtlerin geleceği, Irak’ın birliğindedir.
- Türkiye açısından “Musul’u almak” için Batı Asya Birliği dışında bir çözüm bulunmuyor. O zaman Türkiye Musul’un ötesinde Basra’yı bile alır, Irak da İzmir ve İstanbul’u alır. Suriye, Lübnan, İran ve Azerbaycan’ı da katarsanız, bölge güvenliğe kavuşur ve ekonomik gelişme yolunda dev adımlar atarız.

Doğu Perinçek
Vatan Partisi Genel Başkanı

Aydınlık

ABD’li generalden PYD’ye Akdeniz sözü
25 Eyl, 2016



PYD kontrolündeki Ayn el-Arab’ı (Kobani) 21 Mayıs 2016’da ziyaret eden ABD’li general Joseph Votel, Suriye PKK’sına Akdeniz’e açılma sözü verdi. Kandil’den temsilcilerin de katıldığı toplantıda Votel, “Öncelikle Kobani-Afrin bağlantısı kurulacak. Sonraki 8 ayda ise Afrin-Akdeniz hattı size açılacak” dedi

ABD’nin Ortadoğu kuvvetlerinden sorumlu Birleşik Muharip Komutanlık’ın (CENTCOM) başındaki general Joseph Votel’in, Suriye PKK’sına ‘Akdeniz koridoru’ sözü verdiği ortaya çıktı. 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından yaptığı açıklamada FETÖ üyelerine sahip çıkan ve “Tutuklanan darbeci generaller müttefikimizdi” diyen Votel, kalkışmadan 2 ay kadar önce Kobani’de yapılan toplantıda, terör örgütüne Akdeniz’e açılan bir devlet vaat etti.

İŞGAL GÜZERGAHI BELLİ

Bir dönem ABD’nin dünya genelindeki özel kuvvetler birliklerini de yöneten Joseph Votel, 21 Mayıs 2016 tarihinde Suriye’nin Ayn el-Arab ilçesinde (Kobani), içinde Kandil’den gelen 2 PKK’lının da bulunduğu toplantıda ilginç sözlere imza attı. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi güneyden kuşatacak koridorla ilgili PKK’lılara her türlü desteğin sağlanacağını kaydeden Votel, Hatay’ın güneydoğusundaki Afrin’den batı yönüne ilerleyecek PYD/PKK’lıları havadan ve karadan destekleme taahhüdünde bulundu. ABD’li general, ‘terör koridoru’ konusunda Rusya’nın da ikna edileceği garantisi verdi. ABD’nin hazırladığı işgal planına göre Türkiye sınırında takip edilecek koridor şu bölgelerden geçecek: Dar İzze, Atme, Bab el-Hava, Sermede, Harem, Salkin, Derkuş, Zerzor, Hirbet el-Cüz, Ayn el-Beyda, Burç el-Kasap, Kast el-Maaf ve el-Basit.

PKK’YA DİRENEN ‘TERÖRİST’

Ayn el-Arab’daki toplantıda Votel, terör koridorunun yaşaması için lojistik desteğe, bunun için de deniz yoluna ihtiyaç bulunduğunu dile getirdi. Votel, “Bu yıl öncelikle Kobani-Afrin bağlantısı kurulacak. Sonraki 8 aylık dilimde de Afrin-Akdeniz hattı size açılacak” diye söz verdi. Akdeniz güzergahı üzerindeki bölgelerin Suriye PKK’sınca işgal edilmesi için bahane de hazırlandı. Votel ve ABD’liler, işgalin meşru gösterilmesi için Ahrar’uş Şam, Şam’ın Fethi Cephesi (eski adıyla Nusra) ve Cünd-ul Aksa gibi grupların ‘terör örgütü’ gösterileceğini, ‘bunlara karşı mücadele verecek grup’ olarak lanse edilecek PYD/PKK’nın da destekleneceğini ifade etti. Afrin’den Akdeniz’e uzanacak terör koridorunun oluşturulması sırasında ‘ABD destekli muhalif grupların mukavemet etmeyeceği ve bölgeden çekileceği’ de aynı görüşmede konuşulan konular arasında yeraldı.

‘RUSYA İLE İRTİBATI KESİN’

2016 yılı mayıs ayında Aynel Arab’da gerçekleşen görüşmede ABD heyeti, PKK’nın Suriye kolu PYD’ye, Akdeniz koridoru desteği için bir de şart sundu: Rusya ile irtibatı kesin… Türkiye ve Rusya arasında ortaya çıkan uçak krizi sonrası Afrin’de, Rusya-PYD ittifakı en üst boyuta çıkmış ve Afrin’den Tel Rıfat kasabasına kadar PYD, Moskova himayesinde ilerleyebilmişti. Haziran ayından itibaren ise Rus eğitim subayları Afrin’den ayrıldı. Ankara ile Moskova arasındaki normalleşme rüzgarıyla birlikte Rusya, bölgeye havadan yaptığı silah ve cephane desteğine de son verdi.

FIRAT KALKANI İLE OYUN BOZULDU

24 Ağustos’ta sınır ötesi operasyon düzenleyen ve Cerablus-Çobanbey bölgesinde 80 kilometrelik alanı DAEŞ ve PYD’li teröristlerden temizleyen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hamlesi, ABD-PYD planını bozan gelişme oldu. Fırat Kalkanı Harekâtı sonrası büyük şok yaşayan PYD’ye ABD’liler, ‘sakin olun ve bekleyin’ talimatı iletildi
Kaynak: İlk Kurşun

ABD, Fırat Kalkanı Harekâtı’na karşı psikolojik savaşı devam ettiriyor
3 Eyl, 2016



Amerika ile Türkiye arasındaki psikolojik savaş devam ediyor. Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, Türkiye ile PKK/PYD terör örgütleri arasında bir çatışmasızlık anlaşmasının olmamasına rağmen iki taraf arasındaki sükunetten memnun olduklarını söyledi.

Çatışma olmaması bölgedeki unsurlar arasındaki iletişim kanallarının açık olması gerektiğini söyleyen Kirby, Türkiye’ye IŞİD’e odaklanma çağrısında bulundu. Sözcü, Türkiye ile her konuda mutabık olmadıklarını dile getirdi.
Bir gazeteci, Kirby’e Amerika’nın yaptığı açıklamalarda Türkiye ile PKK/PYD terör örgütünün iki eşit tarafmış gibi bahsetmesinden Ankara’nın rahatsız olduğunu sordu.

Kirby, egemen bir devlet olan Türkiye ile PKK/PYD’yi eşit tutmadıklarını savundu.

Türkiye’nin başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı’ndan rahatsız olan Amerika, Türkiye ve PKK/PYD’ye çatışmamaları ve IŞİD’e karşı hareket etmeleri çağrısında bulunmuştu. Ayrıca Amerika, Türkiye’ye rağmen PKK/PYD’yi desteklemeye devam ediyor
Kaynak: İlk Kurşun

Patrick Cockburn: Kürtler ABD'ye fazla güvendi
01 Eylül 2016



Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Patrick Cockburn, IŞİD yöneticilerinden Ebu Muhammed el Adnani'nin öldürülmesini ele aldığı yazısında, Türkiye'nin Suriye harekâtına ve Kürtlerin bölgedeki geleceğine de değiniyor.

Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Patrick Cockburn, IŞİD yöneticilerinden Ebu Muhammed el Adnani'nin öldürülmesini ele aldığı yazısında, Türkiye'nin Suriye harekâtına ve Kürtlerin bölgedeki geleceğine de değiniyor:

"Bugün gelinen nokta IŞİD açısından eskisine göre daha kötü. Örgütün çevresi IŞİD'i yok etmek istediğini söyleyen yapılarla sarıldı.

"Ancak düşmanlarının sayısı ve çeşitliliği IŞİD için hiçbir zaman kaygı unsuru değildi. Çünkü bu yapılar IŞİD'den nefret ettikleri kadar birbirlerinden de kuşku duymaya devam ediyor.

"Özellikle Türkiye ve Suriyeli Kürtler her ne kadar IŞİD'le mücadele konusunda kararlı olduklarını dile getirseler de bugün en keskin zehirlerini birbirlerine karşı kullanmak üzere saklıyorlar.

"Son günlerde ABD Suriyeli Kürtler ve Türkiye arasında bir ateşkesin sağlanması için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ancak Ankara 'terörist' olarak tanımladığı Suriyeli Kürtlerle herhangi bir anlaşma olamayacağı konusunda ısrarcı.

"ABD IŞİD'in Cerablus'u elinde tutmak için savaşacağını varsaymıştı. IŞİD sadece Menbic muharebesinde yaklaşık 1000 militanını yitirdi. Ancak örgüt Cerablus için savaşmaktansa Türkiye'nin desteklediği Suriyeli muhaliflerin kasabayı almasına izin verdi.

"Büyük ihtimalle örgütün yönetim kademesi sonunda kaybedecekleri bir savaş için kaynak harcamayı akıllıca bulmadı.

"Aynı zamanda Türklerle Kürtlerin bölgede karşı karşıya gelerek IŞİD'dense birbirleriyle çatışmaya gireceklerini de hesaplamış olabilirler.

"Bu noktadan sonra kuzey Suriye'de devlet benzeri bir yapı kuran Suriyeli Kürtlerin ABD hava kuvvetleriyle yürüttükleri başarılı müttefikliği devam ettirmeleri çok zor.

"ABD'yle yapılan işbirliği Kürtlerin kendilerine fazla güvenmesine ve ABD hava desteğinin devam edeceğine inanmalarına yol açtı.

"Fırat Nehri'nin doğusundaki Kürt yönetimindeki bölgeler, Türkiye'den gelebilecek olası saldırılara karşı oldukça savunmasız. Önemli yerleşim yerlerinin neredeyse tamamı sınırda bulunuyor.

"Türkler için en büyük sıkıntıysa, Suriye harekâtı sınırın karşı tarafında fiili bir Kürt yönetimi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

"Suriye'deki Kürt oluşumunu ortadan kaldırabilecek tek şey top yekün savaş gibi duruyor.

"Suriye krizinde gelinen nokta ABD'yi zor bir tercih yapmaya itiyor. Türkiye'den gelebilecek akınlara karşı Kürt müttefiklerinin yanında durmaya devam edecekler mi?
BBCT

Sergey Markov: ‘Kürtler ABD'lilerden uzak durmalı'
23.08.2016

Rusya Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sergey Markov, Suriye'nin Halep kentindeki çatışmaların sona ermesiyle birçok şeyin netleşeceğini belirterek "Bence bölgedeki Kürtler de ABD'den uzak durmalı" dedi.

Sputnik'e konuşan Markov şu ifadeleri kullandı: "Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım yakın bir zamanda ‘Esed geçiş döneminde muhatap alınabilir ama Suriye'nin geleceğinde yeri olamaz' ifadelerini kullandı. Bu açıklama Türkiye'nin Rusya ve İran ile büyük uzlaşı içinde olduğu anlamına geliyor. Bu uzlaşı Suriye'ye barış getirir ve oradan ABD yanlısı güçleri çıkarır. Bence Ankara'nın Suriye ile ilgili politikası çıkmaza girdi. Türkiye bu konuda İran ile görüşmeler yapıyor. İkinci gelişme Sayın Başbakan Yıldırım'ın Esed ile ilgili söz konusu açıklaması. Üçüncüsü ise Türkiye'nin bazı gruplara karşı yaptığı desteklerden vazgeçmeye hazır olması. Halep çatışmalarının sona ermesiyle çok şey değişecek, özellikle güç dengeleri değişecek. Taraflar arasında uzlaşı sağlanabilir. Bu uzlaşı bir kaç hafta veya bir kaç ay içinde sağlanabilir. Burada tarafların çıkarları da göz önünde bulundurulacak."

TÜRKİYE SURİYE'DE KÜRT DEVLETİNİN KURULMAMASI İÇİN ÇABASINI SÜRDÜRECEK

Markov sözlerine şöyle devam etti: "Türkiye Suriye topraklarında olası bir Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkıyor. Türkiye bu mücadele ve çabasını sürdürecek. Bence Kürtler kendilerine Suriye yönetiminin daha fazla saygı göstermesi için ABD'lilerden uzak durmalı."
Kaynak: Sputnik

Eva Savelsberg: 'PYD bölgelerini cennet gibi gösteriyorlar ama...'
24 Haziran 2016



Avrupa Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Eva Savelsberg, terör örgütü PKK'nın Suriye'deki uzantısı PYD'nin yaptığı insan hakları ihlallerinin Batı tarafından gözardı edildiğini belirterek, "Eğer Avrupa'daki gazeteleri okursanız, PYD ve YPG'nin elindeki bölgelerin, kadın erkek eşitliğinin olduğu, insan haklarının gözetildiği, bir çeşit cennet gibi bir yer olduğunu görürsünüz ama gerçekte bunun tam tersi doğru." diye konuştu. Diplomasi Muhabirleri Derneği mensuplarıyla bir araya gelen Almanya merkezli Avrupa Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Savelsberg, PYD'nin çocukları silah altına almasına karşı yürüttükleri "Savaş bahane değil" isimli kampanya hakkında bilgi verdi.

PYD'nin kontrolündeki bölgelerde çocuk ve gençleri kaçırarak zorla silah altına aldığını belirten Savelsberg, direnenlerin ve kaçanların infaz edildiğini anlattı.

Merkez olarak Suriye'de Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaşanan insan hakları ihlallerini yakından takip ettiklerini anlatan Savelsberg, 2011'e kadar söz konusu bölgelerde yaşanan insan hakları ihlallerinin failinin rejim olduğunu ancak 2012'den sonra işlenen suçların baş sorumlusunun PYD ve YPG olduğunu söyledi.

12-13 yaşındaki çocukların PYD tarafından silah altına alınmasıyla ilgili Avrupalı temsilcilere ve Avrupa Parlamentosu üyelerine bilgi verdiklerini ve kampanyalarına destek olmaya çağırdıklarını aktaran Savelsberg, beklediklerinin tam tersi bir tepki ile karşılaştıklarını dile getirdi.

Birkaçı hariç görüştükleri kişilerin DAEŞ'le mücadele ettiği gerekçesiyle PYD aleyhinde "tavır almak istemediğini" kaydeden Savelsberg, insan hakları ihlallerini kimin yaptığının öneminin olmaması gerektiğini vurguladı.

- "Bir çeşit cennet portresi çiziliyor" "Savaş bahane değil" kampanyasına destek bulmak için geçen hafta ABD'de de temaslarda bulunduklarını, pek çok senatörün yanı sıra dışişleri bakanlığı temsilcileriyle görüştüklerini belirten Savelsberg, karşılaştıkları tablonun Avrupa'dakinden çok farklı olduğunu söyledi.

Karar alma pozisyonunda olan ABD'lilerin Avrupalılara oranla PYD'nin ve YPG'nin kimler olduğu konusunda bilgisiz olduklarını ifade eden Savelsberg, görüştükleri kişilerin "Suriye'de DAEŞ'e karşı savaşmamız gerekiyor. YPG ile öyle ya da böyle işbirliği yapmamız gerekiyor. Suriye'de DAEŞ'e karşı destekleyeceğimiz başka etkili bir grup yok." dediklerini aktardı.

Savelsberg, ABD'de, PYD'nin Suriye'deki Kürtler arasında popüler olduğu şeklinde "yanlış" bir yaygın kanaatin bulunduğunu vurguladı.

PYD saflarında savaşan pek çok insanın baskıyla PYD'ye katıldığını kaydeden Savelsberg, "Kürtlerin yaşadığı bölgelerde daha büyük bir savaş ya da bombardıman yaşanmamışken nüfusun yüzde 50'den fazlasının, gençlerin ise yüzde 80'inin göç etmiş olmasının yapılan insan hakları ihlallerinin de bir göstergesi." diye konuştu.

PYD'nin yaptığı insan hakları ihlallerini örnekleriyle anlatan Savelsberg, Numan İbrahim Halife isimli kız çocuğunun Suriye'de okula giderken PYD mensupları tarafından kaçırıldığını ve zorla Kandil'e silah eğitimi almaya götürüldüğünü aktardı.

Savelsberg, Halife'nin kaçıp Almanya'ya sığınmasının ardından kendilerine, kamplarda 12 yaşından 18 yaşına kadar yüzlerce çocuğun zorla tutulduğunu, kamptan kaçan kız çocuklarından birinin ibret olsun diye herkesin gözü önünde vurularak infaz edildiğini anlattığını söyledi.

Savelsberg, "Eğer Avrupa'daki gazeteleri okursanız, PYD ve YPG'nin elindeki bölgelerin, kadın erkek eşitliğinin olduğu, insan haklarının gözetildiği, bir çeşit cennet gibi bir yer olduğunu görürsünüz ama gerçekte bunun tam tersi doğru." diye konuştu.

- "PYD konusunda ABD içinde görüş ayrılığı var" Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) Dış İlişkiler Sorumlusu Siamend Hajo da kendilerini Kürtlerin tek temsilcisi gören PYD'nin sadece Suriye için değil Türkiye ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi için de büyük bir tehlike olduğunu vurguladı ve örgütün hiçbir şekilde gücü paylaşmak niyetinde olmadığını söyledi.

Hajo, Suriye'deki devrimin başlangıcında Esed rejimi, İran ve PKK'nın bir araya geldiğini, rejimin Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerde rejim aleyhine yapılacak protestoları bastırması ve rejim aleyhine faaliyetlere izin vermemesi karşılığında bu bölgelerdeki kontrolü PKK'ya bırakmayı kabul ettiğini ifade etti.

Hajo, Suriyeli muhalif Kürt liderlerinden Meş'al Temo dahil devrimin başlangıcında ve sonrasında Suriye rejimini eleştiren pek çok Kürt siyasetçinin PYD tarafından öldürüldüğünü belirtti.

ABD'nin PYD'ye hava desteği vermesi konusunda da ABD'deki temasları sırasında Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve senatörlere "Türkiye gibi doğal müttefiklerinize silah doğrultan terör örgütünü nasıl destekleyebilirsiniz?" sorusunu sorduklarını aktaran Hajo, PKK ve PYD'nin aynı örgüt olduğunun yeterince bilinmediği hissine kapıldıklarını söyledi.

PYD'nin silahlandırılması konusunda ABD Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon arasında görüş ayrılığı bulunduğunu ileri süren Hajo, politikalarını kabul ettirmek konusunda iki kurum arasında yaşanan çekişmeyi Pentagon'un kazandığını aktardı. Hiçbir ülke Suriye'ye asker göndermek istemediği için PYD ile çalışmanın ABD için en kolay yol olduğunu belirten Hajo, şöyle devam etti: "Çıkar karşılığında herkesle çalışmaya hazır olan PKK, onlar için en kolay seçenekti. Kısa zamanda geniş bir kitleyi silah altına alabilecek tek örgüt PKK olduğu için ABD tarafından tercih edildi. Çabuk kullanılabilecek bir grup arıyorlardı. PKK hiçbir ön şart da sunmadı. Özgür Suriye Ordusu, 'Evet, DAEŞ'le savaşırız ama Suriye rejimiyle de savaşırız' dedi. PKK ise böyle bir ön şart sunmadı. ABD'liler için DAEŞ'le savaşmak öncelikliydi ve bu yönüyle PKK kolay bir müttefikti." Suriye Kürt Ulusal Konseyi'ne bağlı Peşmerge güçlerinin PYD'nin alternatifi olabileceğini daha önce de defalarca dile getirdiklerini aktaran Hajo, tamamen umutsuz olmadıklarını ancak bu konuda ABD'nin ikna edilmesi gerektiğini vurguladı.
Kaynak: Vatan gazetesi

(PYD) Suriye'de federasyon ilan etti, Şam 'tanımıyoruz' dedi
17.03.2016



BBCT'nin haberine göre; Suriyeli Kürtlerin siyasi hareketi PYD öncülüğünde biraraya gelen ve Arap, Süryani ve Ezidi grupları da içeren kongre 'Kuzey Suriye Federasyonu'nun kuruluşunu ilan etti.

AFP'ye konuşan Kürt yetkililer, federal yapının oluşmasıyla Suriye'nin kuzeyindeki üç kantonun birleştirildiğini duyurdu.

Ancak Suriye hükümetinden gelen ilk açıklamalarda herhangi bir federal yapının tanınmayacağı ifade edildi.

Suriye devlet haber ajansına konuşan bir Suriye Dışişleri Bakanlığı yetkilisi açıklamanın herhangi bir yasal dayanağı olmadığını söyledi.

Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu Ulusal Koalisyon da federal yapı açıklamasına karşı çıkarak "Herhangi bir özerk bölge oluşturma girişimi Suriye halkının iradesini hiçe saymaktır" dedi.

Türkiye: Tek taraflı adım atılamaz

YPG'yi IŞİD'in elinden kurtarmak için her türlü desteği sağlayan, Peşmerge'nin ağır silahlarıyla birlikte Ayn el Arab'a geçmesine izin veren veren AKP hükümüteni değilmiş gibi Reuters haber ajansına konuşan "üst düzey bir Türk yetkili" ise "Türkiye Suriye'de yeni yapılanmalara ve oluşumlara karşı çıkıyor. Etnik temele dayalı tek taraflı adımlar atılamaz" demiş. Atı alan üsküdarı geçmiş, üstelik sen de ona elinden gelen her yardımı yapmışsın şimdi cak cak konuşuyorsun. "Daha önceleri aklın neredeydi" diye sormazlar mı adama?

Dün Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke bölgesinin Rimelan kentinde toplanan kongrede ilan edilecek 'federal yapı' 200 delegenin katılımıyla görüşülmüştü.

Reuters'ın incelediği taslak belgelere göre, federal sistem konusunda önerilen model, demokratik bir öz yönetim ile yönetilen bölgelerin ekonomi, güvenlik ve savunma alanlarında kendi kararlarını almalarını öngörüyor.

Federal yapı ilanına ABD'den de itiraz geldi.
Dün akşam bir basın toplantısı düzenleyen ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner, "Suriye'de özerk ya da yarı özerk herhangi bir bölgeyi tanımayacağız" demişti.

Toner, Suriye'nin toprak bütünlüğünden ve birliğinden yana olduklarını vurgulayarak, herhangi bir özerk ya da yarı özerk bölge ilanının ise buna tehdit olduğunu ifade etmişti.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü açıklamasında böylesi bir oluşumu ancak Suriye'deki tüm kesimlerin onayı halinde kabul edebileceklerini de kaydetmişti.

Bu ifadelerin samimi olup olmadığı yakında anlaşılacak.
Haber 93

AKP'den BOP taşeronu Barzani'ye 200 milyon dolarlık kıyak
12.03.2016



Çaldığı Kerkük petrollerini Türkiye üzerinden dünyaya satarak ayakta duran ve petrol fiyatları 20 dolar civarına düşünce memur maaşlarını bile ödeyemez hale düşen BOP taşeronu Barzani'ye AKP'nin 200 milyon dolar maddi yardım yaptığı bildirildi.

Haber Sputnik News'ten:

Türkiye'nin IKYB yönetimine 200 milyon dolar maddi yardım yaptığı bildirildi.
Reuters'ın iki üst düzey yetkiliye dayandırdığı habere göre, geçtiğimiz günlerde IKYB'den Türkiye'ye günde 600 bin varil petrol ihraç eden boru hattına sabotaj düzenlenmesi sonucu ihracatın durması üzerine, Türkiye Kürt yönetimine acil maddi yardımda bulundu.

PETROL AKIŞI YENİDEN BAŞLADI

Uzun süredir ekonomik kriz nedeniyle memurların maaşını ödemekte sıkıntı yaşayan IKBY yönetimi, sabotajın ardından Türkiye'den maddi yardım talep etmişti.

Iraklı Kürt yetkililer ayrıca dün itibariyle, Kuzey Irak'tan Türkiye'ye petrol akışının tekrar başladığını bildirdi. Üç hafta süreyle Türkiye'ye petrol akışının durmasının Kuzey Irak yönetimini büyük maddi zarara uğrattığı tahmin ediliyor.
Haber 93

TSK Silopi'de ABD yapımı İHA ele geçirdi!
21 Ocak 2016



Subuohaber'in haberine göre; Çatışmaların sona erdiği Silopi’de arama çalışmalarını sürdüren güvenlik güçleri, bir evin bahçesinde depo olarak kullanılan alanda monte edilmemiş bir mini insansız hava aracı ele geçirdi. Genelkurmay Başkanlığı’nın paylaştığı insansız hava aracının (İHA) ABD yapımı RQ-20 Puma modeli olduğu belirlendi. Bu İHA’nın ABD tarafından PYD’ye yapılan askeri yardımlar arasında bulunduğu tahmin ediliyor.
Haber 93

Birgül Ayman Güler: O masaya oturulmaz
3 Oca, 2016



HDP’nin meclisteki grup başkanvekili İdris Baluken Hürriyet Gazetesi’ne ilginç bir açıklama yaptı. 27 Aralık 2015 tarihli DTK Özerklik Bildirisi karşısında AKP’nin gösterdiği tepkiden ötürü “şoktayız” dedi.

Özerklik sözü verdiler başlıklı açıklamasında “Başbakan görüşmeyi iptal etmese, bunları [verdikleri sözleri] anımsatacaktık. Biz de şaşırarak karşılıyoruz. DTK’nın sonuç bildirgesi açıklandığı zaman sanki ilk kez karşılaşmışlar gibi, kamuoyu yaratmaya çalışmaları, şoka uğramışlar gibi algı yönetmeleri, vatana ihanet ve hainlik üzerinde linçe tabi tutmaları, bizim açımızdan da son derece şaşırtıcı ve şoke edici bir tavır” diyor.

*

Bu açıklamayla birlikte başka kanıta gerek kalmadı. Türkiye, her biri durmadan halk, millet, demokrasi diyen yerli-yabancı elitlerin pazarlıklarıyla dönüştürülmeye çalışılıyor. Pazarlıklar kapılı kapılar ardında, halktan gizli yapılıyor. Pazarlık konuları bir şekilde halka açıklanınca, birbirlerine verdikleri sözleri halk karşısında savunamıyorlar. Böyle zamanlarda durumu karşılıklı “şok”a girerek idare ediyorlar.

*

Miş gibi yapmaların özeti şöyle:

AKP milyonlarca seçmenin “çözüme tamam, tavize hayır! Türk Milleti ve üniter devlet katiyyen zarar görmesin” tembihlemesine karşılık onlara “merak etme sen” diye göz kırparken, HDP bireysel kültürel hakların güvencesini isteyen milyonlarca seçmene “aşk olsun, biz de onu diyoruz ya” diyerek saz çalıyor.

Ama bu arada AKP, ihvancı kadrolarına “tek millet”in ümmet olduğunu fısıldarken, HDP de ayrılıkçı kadrolarına “hedefimiz egemenlik” diye mırıldanıyor.

Adeta bir pazarlık jargonu geliştirmişler. AKP muktedirleri meydanlarda “tek millet, tek devlet”ten dem vururken HDP bundan rahatsız olmuyor. Çünkü pazarlıklarda bu sözlerin “Türk Milleti” ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” anlamına gelmediğini öğrenmiş bulunuyor. HDP de böyle çalışıyor. Ekranlarda konuşurken “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi”nden dem vurarak ortaklarının elini rahatlatıyor. Kendisi de rahat, çünkü pazarlıkçılar bu sözün aslında “federe özerklik” anlamına geldiği konusunda anlaşmış durumdalar.

*

Ne var ki özellikle Oslo pazarlıklarının kamuoyuna mal olmasından beri yerel demokrasi çarşafı bölgecilik, federasyon, ayrılık hedeflerini gizlemeye yetmiyor. HDP ve PKK cenahı, orada burada “Kürdistan sömürgecisi TC” laflarını edip “yerinden yönetim, yerel demokrasi” masalları okuyarak yol alamaz hale geldi. Irak, İran, Türkiye, Suriye’den koparılacak toprak parçaları üzerinde dörtlü konfederasyon düşlediğini ilan ederken Türkiye’nin tümü için yerinden yönetim modeli önerdiğini söyleyen bir siyaseti ciddiye alabilecek pek kimse kalmadı.

*

Bu cenahın istediği yerel demokrasi değil, yerel iktidar. İstedikleri şey yerel yönetimlerin özerkliği değil, yerel özerklik. İl yönetimi sistemine tahammülleri yok, iller kalksın yerine bölgelere özerklikler verilsin derdindeler. Bu yolla ortadoğuda dörtlü konfederasyonlarına adım atma düşü peşinde Atlantik-destekli yürüdükleri sır olmaktan çoktan çıktı. Durum böyleyken hala “kendim için istiyorsam ne olayım, Türkiye için istiyorum” laflarına inanmamızı bekleyen kaldı mı?

*

Bu pazarlıklardan, saklı düşmanlıklardan, AKP’sinden CHP’sine kadar binbir çeşidi sergilenen aldatmaca siyasetlerden cümleten sıtkımız sıyrıldı. Bu takiyye, bu ilmi siyaset, bu makyavel zanaatkarlarının korkak pazarlıkları konusunda “ama halk farkında değil ki!” sözü de zamanını doldurdu. Artık herkes herşeyin bal gibi farkında.

“Dur bi bakalım”cılığın devri bitti. Elimizdeki saf gerçek şu ki, bu şokçularla anayasa konuşulmaz, bunların kurduğu masaya oturulmaz.

Aydınlık

Doğu Perinçek'ten çok ilginç bir PKK analizi: Stratejik piyonun feda edilmesi
06 Ekim 2015

İki yıl önceydi, Aydınlık sayfalarında bir “stratejik piyon” tartışması oldu. Kimi arkadaşlarımız, bu nedenle Aydınlık’tan ayrıldılar. Onlara göre, PYD/PKK savaşçıları, ABD’nin piyonu değillerdi, özgürlük mücadelesi veriyorlardı, hatta ABD emperyalizmine karşı savaşıyorlardı.

KURŞUN ASKERLERLE TARİH YAZMAK

Seçimde de gittiler HDP’ye oy verdiler ve 7 Haziran seçim sonuçlarını da “Üçüncü Meşrutiyet” diye ilan ettiler. Birinci Meşrutiyet’in Mithat Paşa ve Namık Kemal’ini, İkinci Meşrutiyet’in Talat Paşa, Enver Bey ve Niyazi Beylerini, kalkıp Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş ile aynı çizgide buluşturan teorisyenliğe ne demeli. Tarih kurşun askerlerle oynar gibi yazılmıyor.

STRATEJİ VE PİYON

Destur varsa strateji ve piyon tanımlarını hatırlatmak gerekiyor.
Kısacası strateji, belli bir aşama boyunca, hedefe ulaşmak için karşıt güçlerin, müttefiklerin ve tarafsız kılınacak güçlerin saptanmasıdır ve buna göre yığınak yapılmasıdır. Her stratejinin içinde ara ve yan hedefler vardır. Bunlara ulaşmanın yol ve yöntemlerine “alt strateji” denebilir veya “strateji içinde strateji” de denmektedir.
Piyon, Fransızcada bizim Farsçadan aldığımız piyade karşılığıdır. Türkçemizde satranç tahtasında en ön sıraya dizilen alete piyon diyoruz. Kullanılan, ateşe sürülen güçler için de bu kavram kullanılıyor.
Stratejik piyon, belirli aşama boyunca, stratejik hedefi olan büyük gücün kendi amaçları için kullandığı küçük güçtür. Stratejik piyonun kendi stratejisini uygulama yeteneği yoktur. O nedenle varlığını sürdürmek için başka stratejilerde görev üstlenir.

MÜTTEFİK DEĞİL ENSTRÜMAN

PKK’nın tarihi, istihbarat örgütleri ile ilişkiler tarihidir. Bu konuda Türkiye Solu ve PKK başlıklı kitabımızda geniş bilgi var.
Bölücü Terör Örgütünün Türkiye, Suriye, Irak ve İran gibi bölge devletlerinin topraklarında “Kürdistan” kurma şansı bulunmuyor. Türkiye gibi yenemeyeceği bir güce karşı silahlı mücadeleye kalkışması, PKK’yı kaçınılmaz olarak ABD ve İsrail stratejisine bağlamıştır.
PKK/PYD’nin ABD ve İsrail ile ilişkisi, ittifak ilişkisi değildir. Çünkü ittifakta tarafların iradeleri arasında bir anlaşma vardır. PKK/PYD, kendi iradesini stratejik efendilerine teslim etmiştir. Nitekim 1991 yılında ABD’nin Irak’ı bölmesinden bu yana, PKK’nın Kuzey Irak’taki yönetimi Washington’un ve Telaviv’in kumandası altındadır.
Abdullah Öcalan, Suriye’de bulunduğu için, başlangıçta çift başlı bir yönetim oluşmuştu. O nedenle CIA tarafından 1999 Şubatında Türkiye’ye teslim edildi ve PKK, bütünüyle ABD’nin ve İsrail’in güdümü altına alındı.

KÜRT KORİDORUNDA PİYON MACERASI

ABD’nin Irak’a 2003 Martında ikinci saldırısı ve arkasından 2011 Martında Suriye’ye müdahalesinden sonra, PKK’nın ABD ve İsrail’e stratejik bağımlılığı daha da ağırlaştı. Abdullah Öcalan, Açılım’ın ilan edildiği 21 Mart 2013 günlü Nevruz konuşmasında, kendilerine Suriye ve Irak’taki ABD planlarında görev verilmesini talep ediyordu. PKK’nın “Kürt Koridoru” macerası böyle başladı. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca açılmak istenen koridor, ABD ve İsrail’in koridorudur. PKK/PYD ise bu koridorun açılmasında alet konumundadır. Bu alet sözcüğü ilişkiyi çok iyi anlatıyor. Abdullah Öcalan da, İmralı’da kendisinin “taktik enstrüman düzeyinden stratejik enstrüman konumuna yükseltilmesini” talep etmişti. Stratejik enstrüman ve stratejik piyon aynı anlamlara gelmektedir.

ABD ORDUSUNDA RESMEN ASKERLİK

PKK/PYD’nin bu stratejik piyon konumundan çıkma şansı bulunmuyor. Çünkü varlığını bu ilişkiye bağlamıştır. Ancak bölge ülkelerinin birliği içinde yer alır ve etnik temelde örgütlenmekten vazgeçerse ABD’ye stratejik bağımlılıktan kurtulabilir. O zaman da PKK/PYD diye bir örgüt olmaz.
Geldiğimiz son noktada Obama, PKK/PYD’nin silahlı güçlerinden askeri birlikler oluşturacağını ilan etti. Dün bu köşede Obama Alaylarının kurulamayacağı yönündeki görüşümüzü açıkladık. Ancak ABD ile PKK/PYD arasındaki ilişkinin tanımı en yetkili ağızlardan yapılmıştır. PKK/PYD militanları, artık ABD ordusunun resmen askeridir.

PİYON FEDASI

ABD’nin Büyük Ortadoğu Stratejisi iflas etti. Olmayan bir stratejide piyonluk da olmaz.
Bu durumda stratejik piyonun feda edilmesi olasılığı da artık gündemdedir.
PKK/PYD, tam Obama Alaylarında paralı askerlik umudunu yakaladığı bir sırada, stratejik piyon konumunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Çünkü stratejik piyonun bağlandığı ABD stratejisi çökmektedir.
Stratejik piyon, ateşe sürülürken de feda edilir, strateji geçersiz kaldığı için de feda edilir. Her durumda stratejik piyonun sonu, feda edilmektir. Satrançta buna piyon fedası deniyor.
Kaynak: Aydınlık

İstanbul Barosu’ndan DTK'nin özerklik açıklamasına sert tepki: bu talepler emperyalizm destekli bir etnik kalkışma ve ayaklanmanın ulaştığı aşamayı göstermektedir
29 Aralık 2015



Cumhuriyet'in haberine göre; İstanbul Barosu, DTK'nin açıkladığı 14 maddelik özerklik açıklamasına, 14 başlık ile çok sert bir cevap verdi.

İstanbul Barosu, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK)14 maddelik özerklik talebine 14 maddelik bir açıklamayla cevap verdi. Yapılan yazılı açıklamada, “Talep edilen sözde ‘demokratik özerklik’ veya ‘özyönetim’, açıkça ülkenin bölünmesini istemek ve bu yönde bir kalkışma çağrısıdır, bu taleplerin hukuken ve fiilen gerçekleşme şansı bulunmamaktadır.” denildi.

İstanbul Barosu’ndan yapılan 14 maddelik açıklamanın satır başları şöyle:

“1) Ayrılık deklarasyonu anlamında dile getirilen bu talepler emperyalizm destekli bir etnik kalkışma ve ayaklanmanın ulaştığı aşamayı göstermektedir.

2) Özü itibariyle bu deklarasyon terör örgütü PKK-Kongre Gel’in 17 Mayıs 2005 tarihinde kabul ettiği “KCK Sözleşmesi”ndeki isteklerin, “siyasi talepler” kılıfıyla sözde “demokrasi” ve “özgürlük” maskesiyle tekrarından ibarettir.

3) Bu deklarasyonu kaleme alanlar emperyalizmin Türkiye üzerindeki 100 yıllık rüyasının güdümlü ve gönüllü taşeronlarıdırlar. Sevr’in güncellenmesinden başka bir şey olmayan bu bildirge gerçekte emperyalizmin talepleridir.

4) Sık sık kullanılan “demokratik” kelimesi, metinde çokça dillendirilen “özyönetim” ve “özerklik” talebiyle, ülke toprağının belli bir bölümünün merkezi yönetimin dışına çıkarılarak parçalanmayla sonuçlanacak bir yola girilmesi, Anayasanın değiştirilemeyecek ilk üç maddesinin ortadan kaldırılmasına yönelik olduğunu gizlemeye yetmemektedir.

5) Kaldı ki metinde talep edilen sözde “demokratik özyönetim” veya özerkliğin parçaları olarak öne çıkarılan yasama, karar alma, yargı, vergi toplama, asayiş ile ilgili hususlar da gerçek amacı ortaya koymaktadır.

6) Hedeflenen “özyönetim” in “özü” nün ve amacının ne olduğu, “Biji serok Obama” sloganında saklıdır.

7) Bu talepler, şimdiye kadar halkı aldatmak için takılan bazı maskeleri indirmiş, makyajları dökmüş, deyim yerindeyse takke düşmüş, kel görünmüştür.

8) Ülkenin içine sürüklendiği bu etnik kalkışma ortamından, terör örgütünü masum siyasi bir hareket gibi göstermeye çalışanların, Kandil’ den “yerli” bir “Mandela” yaratmaya soyunanların, hendek ve barikat ardından halka, güvenlik güçlerine silah sıkanları “özgürlük savaşçısı” olarak yansıtanların sorumlulukları büyüktür.

9) Terör örgütünce hendekler kazılır, barikatlar örülürken ülkenin yönetiminden ve kamu güvenliğinden sorumlu olanların akıl almaz aymazlığını da hatırlatmak isteriz. Kent merkezlerinin ve şehirler arası yolların patlayıcılarla doldurulmasının, sözde “açılım” sürecinin, halktan gizlenen Oslo görüşmelerinin, Habur aymazlığının siyasi sorumlularının, ortaya çıkan vahim tablonun sorumluluğundan sıyrılmaya çalışması bize hiç de şaşırtıcı gelmemektedir.Yaşanmakta olan etnik kalkışma süreciyle ülkenin karşı karşıya geldiği bölünme tehlikesinden, 13 yıllık tek başına yönetimi ve uygulamalarıyla öncelikle siyasi iktidar sorumludur ve bu ağır bir sorumluluktur.

10) Kendisini “Türkiye” partisi olarak göstermeye çalışan, bölgedeki feodal düzene karşı tek kelime etmeyen, emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki varlığından rahatsız olmak bir yana onları davet eden, olaylara emekçinin ve yoksul halkın safından bakmak yerine etnik gözle bakan, “demokrasi”, “barış”, “siyasi çözüm” sözcüklerini dilinden düşürmeyen, tekke ve zaviyelerin açılması yönünde kanun teklifi veren, gerici ayaklanmaları anan ve kutsayan bir partinin, bu taleplere olan desteği ile birlikte gerçek yüzü ve amacı, ne kadar “Türkiye” partisi ve “sol” olduğu da tam olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Gerek bu parti gerekse terör örgütü hiç bir şekilde Kürt kökenli yurttaşlarımızı temsil etmemektedir.

11) İleri sürülen taleplerin, gerçekte “demokrasi” ve “barış” ile bir ilgisi olmayıp; Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne yönelik, terör örgütü üzerinden, siyasi iktidarın da parçası olduğu küresel emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesinin ( BOP ) son aşamasıdır.

12) Bu arada, anılan bildiride, dile getirilen taleplerin sürekli olarak, siyasi iktidar tarafından da taahhüt edilen ve girişimlerine başlanan sözde “Yeni Demokratik Anayasa” ile ilişkilendirilmesi, gerçekte yeni anayasa sürecinin neyi hedeflediğini, bu hususta siyasi iktidarla anlamlı birlikteliği de açıkça ortaya koymaktadır.

13) Bilinmelidir ki, hangi oy veya çoğunlukla olursa olsun, hukuken değiştirilemez maddelerin değiştirilmesi imkanı bulunmamaktadır. Üstelik bu hukuki gerçek karşısında, bu yöndeki her girişim Türk Ceza Kanunu’nun 309.maddesindeki suçu oluşturacaktır.

14) Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesini, parçalanmasını içeren emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerinin 100 yıllık bu “rüyası” yine “rüya” olarak kalacak, bunu talep edenler içinse “kabus”a dönüşecektir!

Zira Kürt kökenli yurttaşlarımızın da eşit bir parçası ve mensubu olduğu “Türk Milleti” buna asla izin vermeyecek, bu emperyalist saldırı ve oyunu bir kez daha birlik ve bütünlüğü içinde püskürtecek, Cumhuriyetin değerleri içerisinde gerçek barışı, birlikteliği, demokrasiyi gerçekleştirecektir.

Hiç bir güç ve provokasyon, yurttaşlarımız arasında etnik bir kavga ve kargaşa yaratmaya yetmeyecek, Türk Milleti bu oyuna gelmeyecektir. Çözüm, bölünme ve parçalanmada değil, ortak aidiyet duygusunun temeli olan ulus devlete sımsıkı sarılarak birilikte emperyalizme karşı koymaktır.

İstanbul Barosu olarak, Türkiye’yi etnik bir cehenneme çevirme planlarına karşı sonuna kadar kardeşliği ve gerçek barışı savunacağımızı, sorunların ülkenin birlik ve bütünlüğü içinde ve herkes için daha fazla demokrasi talebiyle çözümü yönünde davranacağımızı bir kez daha kamuoyuna saygı ile duyururuz.”
Haber 93

PKK'nın Suriye kolu YPG, Türkiye’nin 'kırmızı çizgimiz' dediği Fırat’ın batısına geçti AKP'den tık yok
26.12.2015



Sputnik News'in haberine göre; Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde YPG’nin de içerisinde yer aldığı Batıcı Suriye çeteleri Türkiye’nin kırmızı çizgimiz dediği Fırat’ın batısına geçti ama "Fırat'ı geçerlerse müdahale ederiz" diyen Davutoğlu ve AKP hükümetinden tık yok.

Sputnik’e konuşan sözde Kobani Savunma Bakanı İsmet Şeyh Hesen, Fırat’ın batısının Türkiye’nin toprağı olmadığını belirterek, IŞİD neredeyse oraya müdahale edeceklerini söyledi. YPG komutanı Agit Kobani de Fırat’ın batısına geçtiklerini kaydetti.

Edinilen bilgilere göre akşam saatlerinde Kobani’nin güneyinde bulunan stratejik Tışrin Barajı’nı ele geçiren YPG’nin de içerisinde yer aldığı Batıcı Suriye Suriye çeteleri, Türkiye’nin kırmızı çizgimiz dediği Fırat’ın batısına geçti.

Fıratın batısı Kobani’nin batısına düşüyor ve Türkiye sınırındaki Cerablus kentini kapsıyor.
Haber 93

‘ABD, Suriye ve Irak’ta Kürt devleti kurmak istiyor’
28.11.2016



iyaset uzmanı eski asker Brad Cabana, ABD’nin Suriye ve Irak’ta Kürt devleti kurma politikalarından vazgeçmediğini söyledi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, 45. Başkan Donald Trump göreve gelmeden önce Rusya ve Suriye hükümetleriyle Halep’te ateşkes için görüşmeler yaptığına dair iddiaları değerlendiren Cabana, bunun gerçekleşmesi ihtimalinin ‘neredeyse sıfır’ olduğunu savundu. Askeri olarak durumun Suriye hükümeti lehine geliştiğini belirten siyaset uzmanı, “Halep’in kuzey kısımlarının üstleri IŞİD’den temizlendi. Suriye ordusu, Rusya’nın desteğiyle şimdilik durumu kontrol altında tutuyor. O yüzden ateşkesin mümkün olduğunu düşünmüyorum” dedi.

ABD, ÇEŞİTLİ ÜLKELERE NASIL YÖNETİLMELERİ GEREKTİĞİNİ DİKTE EDİYOR'

Suriye’deki çatışmanın emperyalizm fikrini ön plana çıkardığını ve ABD’nin çeşitli ülkelere nasıl yönetilmeleri gerektiğini dikte ettiğini ifade eden Cabana, “Bunun tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Uluslararası açıdan yanlış ve aynı zamanda da istikrar için tehlikeli” diye konuştu.

'ABD, KÜRT DEVLETİNE STRATEJİK İLGİ DUYUYOR'

ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının değişip değişmeyeceği sorusunu da yanıtlayan eski asker, şu ifadeleri kullandı: “Bu zor bir şey. ABD, Irak’ın kuzeyinde ve Suriye’nin kuzeydoğusunda bir çeşit Kürt devleti kurmak konusuna stratejik ilgi duyuyor. Bu ilginin değiştiğini düşünmüyorum. Trump’ın resmi olarak Obama’nın yerini almasının ardından değişiklikler olabilir, ancak o zamana kadar bu değişmeyecek.” Washington Post, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin, Trump'ın başkan olmasından önce Rusya ile Suriye konusunda bir anlaşmaya varılması için 'inanılmayacak diplomatik çabalar’ harcadığını iddia etmişti.
Sputnik

‘Türkiye’ye tatile gidiyorum’ diyen İngiliz, IŞİD’e karşı savaşırken öldü
03.01.2017



IŞİD’e karşı savaşmak için Suriye’ye giderek YPG’ye katılan İngiltere vatandaşı Ryan Lock’un 21 Aralık’ta hayatını kaybettiği ortaya çıktı.

The Guardian’ın haberine göre, ailesine “Türkiye’ye tatile gidiyorum” diyerek İngiltere’den ayrılan 20 yaşındaki Lock, IŞİD’e karşı savaşırken hayatını kaybetti. IŞİD’in başkent ilan ettiği Rakka’nın kuşatılması için başlatılan operasyon kapsamında Caber köyü yakınlarında bir çatışmaya giren Lock bugüne dek hiç askeri eğitim almadığı ve İngiltere’de aşçılık yaptığı da belirtildi.
Sputnik

İbadi: Yolsuzluk, Peşmerge'nin 2014'te IŞİD'e karşı sınırları neden koruyamadığını açıklıyor
31 Ekim 2017
Çeviri - Gonca Tokyol



Irak Başbakanı Haydar el İbadi, IŞİD’le mücadelede etkili bir güç olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) askeri gücü Peşmerge’nin Irak hükümeti güvenlik güçlerinin bir parçası olması ya da küçük bir yerel güvenlik gücü olarak kalması gerektiğini söyledi.

Peşmerge’nin 300 bin askerlik bir güce sahip olduğu iddialarını gerçekçi bulmadığını ifade eden İbadi, IŞİD’in Irak’ta güç kazanmasında bazı askerlerin maaş almalarına rağmen evde oturmalarının etkili olduğunu savunarak, “Peşmerge’nin de böyle yozlaşmış bir sistem sürdürmüş olmasından şüpheleniyorum. Bu, 2014’te IŞİD’e karşı


En son Ekim tarafından Sal May 21, 2013 9:18 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum May 28, 2010 10:55 pm    Mesaj konusu: İncirlik mutabakatı ile Suriye Kürdistanı kuruluyor Alıntıyla Cevap Gönder

İbadi: Yolsuzluk, Peşmerge'nin 2014'te IŞİD'e karşı sınırları neden koruyamadığını açıklıyor
31 Ekim 2017
Çeviri - Gonca Tokyol



Irak Başbakanı Haydar el İbadi, IŞİD’le mücadelede etkili bir güç olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) askeri gücü Peşmerge’nin Irak hükümeti güvenlik güçlerinin bir parçası olması ya da küçük bir yerel güvenlik gücü olarak kalması gerektiğini söyledi.

Peşmerge’nin 300 bin askerlik bir güce sahip olduğu iddialarını gerçekçi bulmadığını ifade eden İbadi, IŞİD’in Irak’ta güç kazanmasında bazı askerlerin maaş almalarına rağmen evde oturmalarının etkili olduğunu savunarak, “Peşmerge’nin de böyle yozlaşmış bir sistem sürdürmüş olmasından şüpheleniyorum. Bu, 2014’te IŞİD’e karşı neden IKBY’nin sınırlarını korumakta başarısız olduklarını ve ABD ile İran’dan yardım istemek zorunda kaldıklarını açıklar” dedi.

"Savaşan küçük bir güç var, geri kalanlar evde oturuyor"

Independent’ın deneyimli Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn’ün bugün yayımlanan yazısında, İbadi’nin Peşmerge’ye yönelik şu yorumlarına ve ifadelerine yer verildi:

"İbadi, Peşmerge’nin Irak hükümeti güvenlik güçlerinin bir parçası ya da küçük bir yerel güç olmasını istiyor. Gerçekte Peşmerge’nin kaç kişi olduğunu merak ediyor ve Kürt yetkililerin 300 bin kişinin silah altında olduğuna dair iddialarına kuşkuyla yaklaşarak, “Kürdistan’daki birçok lider bana savaşan küçük bir güç olduğunu ve geri kalanların evde oturduğunu söyledi” diyor.

"Eğer küçük yerel güçlerini istiyorlarsa, o zaman kendileri ödemek zorundalar"

“IŞİD’in beklenmeyen bir şekilde Musul’u ele geçirmesinin ardından 2014 yılında başbakan olmasıyla birlikte, Irak’ın bölgelerinden beşinin neden çöktüğüne dair soruşturmalar gerçekleştirdiğini hatırlatan İbadi’nin bulduğu asıl sebep, yolsuzluk ve birçok bölükte askerlerin maaşlarını almasına rağmen orada bulunmamaları. Peşmerge’nin de aynı yozlaşmış sistemi sürdüğünden şüpheleniyor ve bunun “2014’te IŞİD’e karşı neden IKBY’nin sınırlarını korumakta başarısız olduklarını ve ABD ile İran’dan yardım istemek zorunda kaldıklarını açıklayacağını” söylüyor.

Peşmerge’nin sayısı tartışmalı olabilir ama İbadi çok kararlı: Merkezi hükümetin kontrolü alındaki Peşmergelere ödeme yapmaya hazırım. Eğer kendi küçük yerel güçlerini istiyorlarsa, o zaman kendileri ödemek zorundalar ve bu güç o kadar da büyük olamaz. IKBY’nin, federal ödemeler için “dipsiz bir kuyu”ya dönüşmemesi gerektiğini söylüyor.”

T24
ETİKETLER
irak ikby peşmerge haydar el İbadi iŞİd abd İran

ABD’den PKK’ya yardım uçakları
2 Ara, 2016



ABD Suriye’de suç üstü yakalandı. ABD, “Kara gücüm” dediği PKK/PYD’ye uçaklardan silah ve yardım malzemesi atarken görüntülendi. Aydınlık’ın ulaştığı görüntülerde bir Amerikan uçağının Fırat Nehri’nin 3-4 kilometre doğusuna malzeme bıraktığı görülüyor. ABD böylece ilk kez Suriye Demokratik Güçleri’ne değil, direkt PKK/PYD’ye silah verirken görüntülenmiş oldu.

Amerikan uçakları, 22 Kasım’da Fırat Nehri’nin 3-4 kilometre doğusuna yani sadece PKK/PYD’nin kontrol ettiği Ayn El Arab’a havadan silah attı. Terör örgütüne yardım 22 Kasım akşamı saat tam 20.27’de yapıldı. Aydınlık’ın ulaştığı görüntülerde, bir Amerikan uçağının, Türkiye’nin Suriye sınırı yakınlarında bir bölgeye silah ve malzeme attığı görülüyor.

100 TIR SİLAH GÖNDERDİLER

Amerikan uçağının tipi ve hangi üsten kalkdığı ise henüz belirlenemedi. ABD’nin, El Bab’ın Türkiye’den önce PKK/PYD’nin eline geçmesi için Münbiç’e 100 TIR silah ve mühimmat gönderdiği ortaya çıkmıştı.
Defalarca PKK/PYD’ye silah yardımı yapan ABD kendisini daha önce “Suriye Demokratik Güçleri’ne yardım ettiğini söyleyerek savunmuştu. Ancak Aydınlık’ın edindiği görüntülerde yardım yapılan yerin Ayn El Arap olduğu, bu bölgede de PKK/PYD dışında başka hiçbir örgütün olmadığı biliniyor. Böylece ABD, PKK/PYD’ye doğrudan silah verirken ilk kez görüntülenmiş oldu.
İlk Kurşun

Pentagon yetkilisi: Tel Abyad'da ABD bayrağını biz astık, Türkiye tarafından kuvvetlerimize ateş açıldı!
17 Eylül 2016



ABD’li yetkililerin olaya ilişkin ilk tepkileri konudan haberdar olmadıkları yönündeydi

Perşembe günü Suriye’nin Tel Abyad kentinde dalgalanan Amerikan bayrağını, bölgedeki YPG unsurlarının değil Amerikan özel kuvvetlerinin göndere çektikleri ortaya çıktı. Üst düzey bir Pentagon yetkilisi, bayrağın binanın üstüne çekilmesinden sonra, Türkiye tarafından Amerikan askerlerine ateş açıldığını, olayda kimsenin yaralanmadığını açıkladı.

Hürriyet Washington Temsilcisi Tolga Tanış'ın haberine göre, ABD ve Türk askerlerinin Suriye’de ilk kez sahada birlikte savaşmaya başladıkları perşembe günü, işbirliğinin olduğu Ar Rai / Çobanbey bölgesinin yaklaşık 200 km doğusundaki Tel Abyad’da iki tarafın silahlı güçlerinin birbirlerini hedef alma riski yaşandığı ortaya çıktı.

Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin karşısına denk gelen Suriye’nin Tel Abyad kentinde önceki gün bazı evlerin çatılarına asılan Amerikan bayraklarının kenti kontrol eden YPG güçleri tarafından değil bölgedeki Amerikan özel kuvvet askerleri tarafından asıldığı belirtilirken, konuyla ilgili bilgi veren üst düzey bir Pentagon yetkilisi, bayrağın çekilmesinin ardından bilinmeyen bir kaynaktan Amerikan askerlerine ateş açıldığını söyledi. Başka bir Pentagon yetkilisi ise ateşin, sınırın Türkiye tarafından açıldığını belirtti.

Ar Rai’de birkaç düzine Amerikan özel kuvvet askerinin, Türk askerleriyle koordinasyon içinde IŞİD’e karşı harekât planlamak için Türkiye’nin isteğiyle bölgeye intikal ettiği gün yaşandığı belirtilen olayla ilgili konuşan üst düzey Amerikalı yetkili, Haziran 2015’ten beri YPG’nin kontrolünde olan Tel Abyad’daki Amerikan askerlerinin sayılarına ve görevlerine ilişkin bir açıklama yapmadı. Ancak Cenevre Sözleşmesi gereği, bulundukları yeri belirtmek için bayrak çektiklerini söyledi. Yetkili, “Bayrağın çekilmesinden sonra Amerikan özel kuvvetlerinin bulunduğu yere ateş açıldı. Herhangi bir yaralı yok. Şu anda askerler bölgede değiller” dedi. Yetkili, ateşin hangi istikametten geldiğine açıklık getirmekten kaçındı. Ancak konuyla ilgili bilgi veren başka bir Savunma Bakanlığı yetkilisi, ateşin Türkiye tarafından geldiğini belirtti. Amerikalı yetkililer, olaya ilişkin Türk yetkililerle herhangi bir temas kurup kurmadıkları konusunda da yorum yapmadılar.

ABD’li yetkililerin perşembe günü olaya ilişkin ilk tepkileri ise konudan o sırada haberdar olmadıkları yönündeydi. Pentagon Sözcüsü Peter Cook, o günkü basın toplantısında soru üzerine “Konuyla ilgili o haberleri görmedim. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi ortaklarımıza kendi kendilerine Amerikan bayrağı asmamaları çağrısı yapıyoruz. Tahmin ediyorum ki, bu örnekte de böyle olmuşsa, konu konuşulmuştur” demişti.
T24

Levent Gültekin'den ilginç bir analiz: PKK Kürtleri niçin öldürtüyor/öldürüyor?
09/09/2015



Daha önce de yazdım: Bu devleti yönetenlerin vicdanı da yok merhameti de. Onlar için kutsal olan tek şey, iktidarlarını korumak.

Devleti yönetenler kendi iktidarlarını sürdürmek için her dönem toplumun bir kesimini düşman belledi. O kesim üzerinde baskılar kurdu. İnsan gibi yaşamlarına olanak bırakmadı. Sakıncalı gördüğü insanları terörize etmek, onlara yaptığı baskıyı meşrulaştırmak için gerekçeler yaratmaktan da çekinmedi.

Aracı yine sensin ey PKK

Şimdi benzer bir süreçten geçiyoruz. HDP’nin barajı geçmesiyle, günümüz devlet sahipleri bölge halkına bir bedel ödetmek, hayatlarını zehir etmek, verdikleri oylardan dolayı pişman etmek için her yolu deniyor.

Burada aracı yine sensin ey PKK.

Niçin devleti Kürtlerin üzerine kışkırtıyorsun? Niçin şehirleri silah deposuna çevirip adeta devlete ‘Gel gel’ diyerek insanların canını, malını devletin hedefi yapıyorsun?

Manasız, şımarık, izansız bir tavırla özerklik ilanında bulunuyorsun. Diyarbakır’ın küçük bir ilçesi Sur’da, hangi akla hizmet özerlik ilan ediyorsun? Hakkari’nin küçük bir ilçesi Yüksekova’da, ne demeye özerklik ilan ediyorsun?

Demokrasi, özgürlük, ekonomik refah, uzlaşma… olmadan özerlik olmayacağını bilmeyecek kadar akıldan yoksun musun?

Silahla, ölerek öldürerek devleti dize getirip özerklik alacağını sanıyorsun. Böyle çocukça hamlelerde bulunarak, bu işlerde aracı olarak kullanılıyor, masum insanları namluların önüne atmaktan başka bir şey yapmıyorsun. İnsanların canı ve malı üzerinde oyun oynuyorsun.

Hem genel seçimlere girip hem de Sur’da, Yüksekova’da, Cizre’de özerlik talebinde bulunmak… akıl alır bir şey mi?

Sizin yüzünüzden devlete söyleyecek tek bir söz bulamıyoruz

Eğer derdiniz ülkeyi bölmekse, bize niçin demokrasi ve özgürlük numarası çekiyorsunuz? Yok derdiniz bölmek değilse niçin bunca vahşeti işliyorsunuz?

Demokratik hak kazanımı için insan öldürmek, cinayet işlemek, hiçbir suçu olmayan gariban askere, polise tuzak kurmak… Hakikaten nereye varmak istiyorsunuz?

Diyelim ki Sur’da özerklik aldınız. Bütün bir ülkeden ayrı olarak sadece orayı nasıl yöneteceksiniz? Ne olacak? Nasıl uygulanacak?

Nedir esas derdiniz?

Aklı başında herkes “Böyle özerlik talebi mi olur? Bu sadece insanlarımızın göz altına alınmasına, öldürülmesine, evlerinin yok edilmesine neden olur” diye size itiraz etmesine rağmen kimseyi dinlemeyip baskıyla karar çıkartıyorsunuz.

Siz evleri, sokakları, şehirleri silah deposuna çevirdiğiniz için, devlet oraları abluka altına alıp günlerce sokağa çıkma yasağı uyguluyor. İnsanların hayatını cehenneme çeviriyor.

Bu ablukada çocuklar, gençler, kadınlar ölüyor. Şehirler harap ediliyor.

Ve biz, sizin yüzünüzden devlete söyleyecek tek bir söz bulamıyoruz.

Bu nasıl bir insanlıktır?

Bu ülkeyi yönetenlere “Cizre’de niçin insanların hayatını cehenneme çevirdiniz? Niçin ölen çocuğun defnedilmesine bile müsaade etmiyorsunuz? Niçin bu insanlara zulüm ediyorsunuz?” diye haykırdığımızda bize “Ne yapalım PKK’nın evleri, sokakları silah deposuna çevirmesine, yol kesmesine, şehirleri teslim almasına göz mü yumalım?” diyorlar.

Bu kötülüğü, bu yoksul ve çaresiz insanlara niçin yapıyorsunuz?

Bir taraftan siz öldürüyorsunuz, diğer taraftan iktidar hırsıyla yanıp tutuşan ülke yöneticileri. Sizin öldürdüğünüz siviller de Kürt, devlet güçlerinin öldürdükleri de.

Sanki Kürtleri öldürme hakkını almışsınız gibi, devletin öldürdüğü sivilleri dilinize dolayıp sizin öldürdüğünüz sivillerin görmezden gelinmesini istiyorsunuz! Diğer taraftan hiçbir suçu, günahı olmayan askerleri, polisleri öldürüyorsunuz.

Bu nasıl bir insanlıktır?

Hadi diyelim insanları hâlâ etnik kökene göre ayırıyorsunuz; insan olması sizin için yeterli değil, Kürt olması çok önemli diyelim. Peki öldürdüğünüz askerlerin, polislerin de en az yarısı Kürt değil mi? ‘Kendi halkınız’ı öldürerek devletin canını yakacağınızı mı sanıyorsunuz? Bu ülkenin evlatlarının canına kıyarak devletin merhamete geleceğini mi düşünüyorsunuz?

Nedir Kürtlerden istediğiniz?

Ülkeyi yönetenler ‘baba parasıyla hovardalık yapan sorumsuz genç’ havasındalar. Ölen çocuklar onların çocuğu değil. İktidarlarının sermayesi, kendi canları değil. Şehitlik safsatasıyla bu ülkenin çocuklarını sizin vahşi tuzaklarınıza, insanlık dışı savaşınıza kurban vermekten zerre kadar acı duymuyorlar.

Peki siz nasıl oluyor da ‘kendi çocuklarınız’ı ne olduğu belli olmayan bir amaç uğruna gözünüzü kırpmadan feda ediyorsunuz?

Kürtleri öldürme, öldürtme hakkını nereden aldınız? Kürtlerin hayatını cehenneme çevirme hakkını kimden aldınız? Kürtlerin malını, canını harcama yetkisini kimden aldınız?

Böyle bir hakkınız varmış gibi hareket ediyorsunuz.

Bu insanların evlerini, arabalarını, araçlarını yok etme, ettirme hakkını size kim verdi? Böyle yaparak nereye varacaksınız? Nereye varmak istiyorsunuz? Nedir esas derdiniz?

Bütün ülke ayaklansa, Kürtlere zulüm etse, canlarını alsa, evlerini, iş yerlerini yağmalasa buna zil takıp oynayacak gibi bir havanız var. Nedir Kürtlerden istediğiniz?

Gelişen dünyada etnik kökenler, sınırlar önemini yitirirken ‘kendi halkınız’ı yeniden Ortaçağ karanlığına çekmeye çabalamanız da hakikaten akıl alır gibi değil.

Öcalan mı iktidarla anlaştı siz mi?

Diğer taraftan Abdullah Öcalan sizin için çok önemli bir lider değil miydi? Niçin aylardır ‘önderiniz’ ne düşünüyor, meseleye nasıl bakıyor hiç umursamıyorsunuz? Öcalan iktidarla anlaşmış gibi hareket ediyorsunuz.

Başka zaman olsaydı “Öcalan’dan haber alamıyoruz” diye ortalığı ayağa kaldırırdınız. Böyle bir dönemde Öcalan’ın görüşüne niçin ihtiyaç durmuyorsunuz?

Kürtlerin hayatını cehenneme çevirme konusunda sanki iktidarla bir anlaşmanız var.

Öcalan mı iktidarla anlaştı siz mi iktidarla anlaştınız? Buna açıklama getirmeniz gerekmiyor mu?

Tarihin çöplüğüne gönderileceksiniz

Bütün bir ülke, bütün bir toplum sizin anlamsız, insanlıktan yoksun savaşınız ile ülkeyi yönetenlerin iktidar hırsı arasında sıkıştı kaldı.

Birinizin kirli olması, diğerini temiz yapmıyor. Birinizin hesabı, diğerinizin hesabını örtmüyor. İkiniz de iktidar uğruna kendi halkının hayatını, kendi çocukların canını feda etmekten çekinmeyen; insanlığını, vicdanını, aklını kaybetmiş varlıklarsınız.

Bugün bu ülkeyi yönetenler ne kadar İslamcıysa, dertleri ne kadar Müslümanlıksa; siz de o kadar Kürt’sünüz, derdiniz de o kadar Kürt halkı.

Barış, dostluk, özgürlük, huzur isteyenler eninde sonunda galip gelecek. Hem siz hem de iktidar için bu ülkenin çocuklarını feda eden devlet yöneticileri elinizdeki kanla tarihin çöplüğüne gönderileceksiniz.
Kaynak: Diken

HDP’nin intiharı
Levent Gültekin
24/02/2016



HDP projesi çok önemliydi. Hem Kürtler için, hem Türkiye için.

Kürtler için önemliydi, çünkü yıllardır mecbur bırakıldıkları şiddet sarmalından kurtulmalarına yarayacaktı.

Türkiye için önemliydi, çünkü yıllardır arada silah var diye çözemediği bir meselesini konuşarak çözme imkanını yakalayacaktı.

Ve en önemlisi de, çatışmaların açtığı yaraların sarılmasına ciddi katkı sağlayacaktı.

Fakat, hem iktidar hem PKK, HDP’nin Türkiyelileşme çabasına köstek oldu.

Ülkeyi yönetenler, kendi siyasi ikballeri uğruna, çözümün önünü tıkadılar.

PKK da zemin kaybetmemek, etkinliğini korumak için HDP’nin önüne konan engelleri güçlendirmek için elinden geleni yaptı.

PKK’nın bu katkısı olmasaydı devletin çıkardığı engeller aşılabilirdi. Hatta bu engeller bir anlamda avantaja çevrilebilirdi.

Fakat olmadı. Süreç çöktü.

Bunda HDP’li siyasetçilerin de kusuru az değil.

İnce bir siyasetle, sağlam bir stratejiyle tüm bu hengameden çok güçlü bir şekilde çıkabilirlerdi. Zaten siyaset önünüze çıkarılan engelleri, tuzakları aşıp hedefe varma sanatıdır. Bu başarıyı gösteremediler. Temsil ettikleri tabana liderlik edip onları sorunlarını çözmekle sorumlu siyasetçiler, ne yazık ki tabanın duygusallığına, ideolojik taleplerine, öfkesine teslim oldu.

Olan oldu ve proje akim kaldı.

Akıl alır gibi değil

Son olarak HDP’li siyasetçilerin Ankara bombacısına taziye ziyaretinde bulunması, HDP’nin bir nevi intiharı anlamına geliyor.

HDP’den rahatsız olan iktidar mensupları yıllarca uğraşsaydı, HDP’nin bu ziyaretle kendine verdiği zararı veremezdi.

Bu tür, günü kurtaran, duyguları okşayan, siyasetin felsefesine aykırı, sorumsuz davranışlar, devletin Kürtlere uyguladığı baskıyı, vahşeti toplumun bir kesiminde meşrulaştırmaktan başka bir şeye yaramaz.

Bundan en çok da Kürtler zarar görüyor. Çünkü insanlar ölüyor. Şehirler yok ediliyor. Halk evini yurdunu terk ediyor. Nitekim geçen gün Sur’dan kaçan bir aile Akdeniz’da Batı’ya göç ederken kurtarıldı.

Tüm bu acılar yetmezmiş gibi Ankara’da masum insanlarımızı öldüren teröristleri yücelten, ona övgüler dizen bir tavrın doğurduğu algı, Kürtler için taşınması zor bir yük. Kürtler bunu hak etmiyor.

Ortada bir katliam var. Bu katliamı yapanları yüceltmek, onlara itibar atfetmek… Gerçekten akıl alır gibi değil. Bir terör eylemini desteklemek, meşru, demokratik siyaset yapan bir partinin asla benimseyemeyeceği bir davranıştır.

Bu tavır, ‘Benim siyasette bir iddiam kalmadı. İdeolojik bir hareketin sözcüsü olmak bana yetiyor’ demekten başka bir şey değildir; sadece toplumun farklı kesimlerini değil, şiddeti, çatışmayı benimsemeyen Kürtleri de HDP’den uzaklaştıracaktır.

Vicdanın ve insanlığın da iflası

Kaldı ki mesele sadece taziye ziyaretinde bulunup bir acı paylaşma meselesi de değil. Taziye çadırında bombacının resimlerinin bir kahraman gibi etrafa asılmış olması, bombacıyı övücü konuşmalar… Meseleyi korkunç boyutlara taşıyor.

Bu tablo sadece siyaseten iflas değil, aynı zamanda vicdanın ve insanlığın da iflasıdır.

Ortada korkunç bir terör eylemi var. Ve bu eylemin sonunda hayatını kaybeden masum 29 insan var.

Bu acıları görmezden gelip ‘eylemi düzenleyen’in acısını paylaşmak ne vicdana, ne insanlığa, ne Müslümanlığa, ne de Kürtlüğe sığar.

Söyler misiniz Allah aşkına bu saldırıyla Ekim ayında Ankara’da 105 vatandaşın canını alan, IŞİD’in yaptığı söylenen saldırı veyahut Suruç saldırısı arasında ne fark var?

O saldırıların faillerinin ailesine niçin taziyeye gitmediniz? Onların acısını niçin paylaşmadınız?

Bir düşünün bakalım, gitseydiniz ne olurdu?

Bunu topluma nasıl izah edeceksiniz?

Sadece iktidar değil, her kesim ayrı bir akıl tutulması yaşıyor.

Diğer taraftan sosyal medyada kimileri Ankara katliamını Cizre’de, Sur’da devletin yanlış politikalarının intikamı olarak görüyor.

Ne kadar problemli bir duygu. Ne kadar vicdandan ve insaftan uzak bir yaklaşım.

Devletin yanlışlarının, haktan, adaletten uzak politikalarının bedelini masum insanlara ödetmek hangi düşünceye, hangi vicdana, hangi insanlığa sığar?

Böyle yaparak ülkeyi yönetenlerin canını yakacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

İzzetbegoviç’in sözü

Bu saldırıya intikam duygusuyla yaklaşanlara Aliya İzzetbegoviç’in bir sözünü hatırlatmak isterim.

Sırplarla savaşırken bir komutan Aliya’ya gelir ve şöyle der: “Efendim Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının benzerini yapacağız.”

Aliya şöyle cevap verir: “Onlar gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değil.”

İktidarın yanlışlarına, vicdansız politikalarına bakarak tavır belirleyenler, söyler misiniz, bu iktidar sizin öğretmeniniz mi?

Bakın, Aliya bir başka konuşmasında ne demiş: “Zalim olmak ile mazlum olmak arasında bir tercihle baş başa kalsaydık, kuşkusuz mazlum olmayı tercih ederdik.”
Kaynak Diken

AKP'nin dostu korsan devlet İsrail'in Adalet Bakanı'ndan 'Kürt devleti' çağrısı
21 Ocak 2016



AKP'nin dostu korsan devlet İsrail'in Adalet Bakanı Ayelet Şaked, Kürtlerin devlet kurmasını desteklediğini belirtti ve 'Kürt devletinin kurulması için çağrı yapmalıyız' dedi.

Ayelet Şaked, Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün Tel Aviv’de düzenlediği bir konferansta yaptığı konuşmada, Kürt devletinin kurulmasını desteklediğini açıkladı. Şaked, “Kürt devletinin kurulması için çağrı yapmalıyız” dedi.

Times of Israel’in haberine göre, İsrailliler ve Kürtler arasında işbirliği çağrısı da yapan Şaked, “İran’ı Türkiye’den ayıran ve İsrail’e karşı dostane olacak bir Kürt devletinin kurulması için açıkça çağrı yapmalıyız” ifadesini kullandı.

“Kürtler İsraillilerin partneridir” diyen Adalet Bakanı, IŞİD’i durdurmak konusunda İsrailliler ve Kürtlerin “ortak çıkarları” olduğunu ifade etti. Şaked, “Kürtler tüm güçleriyle IŞİD’le savaşıyor” dedi.

Kürtlerle ekonomik işbirliğinin herhangi bir resmi bağlantıda öne çıkması gerektiğini vurgulayan Şaked, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürtler hiçbir zaman bir ülkeye saldırmamış kadim, demokratik, barış-seven insanlardır. Şimdi onlara yardım etme zamanı.”

Şaked, daha önce Facebook’ta Filistin halkını düşman ilan edip, “Filistinli anneler de oğulları gibi ölmeliler” sözlerini paylaşarak büyük tepki çekmişti.

AKP'nin dostu korsan devlet İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 2014’te yaptığı konuşmada bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını desteklediğini söylemişti.
Haber 93

Suriyeli Kürtlerden, 'ABD'nin kara kuvveti' PYD'ye protesto
10 Kas 2015



El Cezire'nin haberine göre: Suriye’de Haseki iline bağlı Malikiye ilçesinde toplanan yüzlerce Kürt, PKK’nın Suriye kolu ve 'ABD'nin bölgedeki kara kuvveti' PYD’yi protesto etti.

Protestocu Kürtler, Örgütün, kendilerine muhalif olanları kaçırdığını, kadın ve erkekleri zorla silah altına aldığını ve ideolojilerini dayattığını söylüyorlar.

Geçen hafta Suriye’de Haseki iline bağlı, Türkiye sınırına 4 km uzaklıktaki 26 bin nüfuslu Malikiye ilçesinde toplanan yüzlerce kişi PKK’nın Suriye kolu PYD’yi protesto etti.

Protestocu Kürtler, Örgütün, kendilerine muhalif olanları kaçırdığını, kadın ve erkeklere zorla silah altına aldığını ve kontrolü altındaki bölgelerde eğitim müfredarına ideolojilerini zorla dayattığını söylüyorlar.

PYD gösteriler boyunca kentin giriş ve çıkışındaki kontrol noktalarını kaldırdı. Ayrıca örgüt komşu köylerden Malikiye’ye getirdiği kişilerle karşıt gösteri düzenledi. Kentle iletişimi de kesen örgüt gazetecilerin şehre girişine izin vermiyor.

Suriye Ulusal Koalisyonu Siyasi Komite üyesi olan ve kendisi de Kürt olan Fuad Alliko, PYD’nin barışçıl gösterileri bastırmasını kınadı.
Alliko, PYD’nin uygulamalarından en çok Kürtlerin etkilendiğine ve bu yüzden meşru ve adil taleplerini dile getirmek için ayağa kalktıklarına dikkat çekti. Suriyeli Kürtleri meşru haklarından yoksun bırakmanın uluslararası insani hukuk ve insan hakları bildirgelerini ihlâl ettiğine vurgu yaptı.
Alliko, bu gösterilerin PYD’nin bölgedeki Kürtleri temsil etme ve haklarını savunma konusundaki iddialarını boşa çıkardığını söyledi ve PYD’nin Kürtlerin talepleri veya amaçlarıyla ilgisi olmayan planlara sahip olduğunu ekledi.

Kürt Ulusal Konseyi’nin parçası olan Kürt Gençlik Hareketi, PYD Asayiş güçlerini hareketin iki lideri, Kawa İsmail ve Mahmud Layani’yi kaçırmakla suçladı. Hareket, PYD’ye “bölgedeki durumun patlamasını” önlemek için baskıcı uygulamalarını sonlandırma çağrısı yaptı.

Protesto gösterileri ile ilgili sosyal medyaya yüklenen görüntülerde PYD'li militanların kalabalığı dağıttığı görülüyor.

Askeri kıyafetli daha küçük bir grup da PYD lehine gösteri düzenledi.
Kaynak: Al Jazeera, Suriye Ulusal Koalisyonu
Haber 93

ABD: AKP ile anlaşmamızda güvenli bölge yok. Birlikte Suriye'nin kuzeyinde Kürdistan kuracağız ve IŞİD'le savaşacağız. Hepsi bu kadar
11 Ağustos 2015



Güvenli bölge tartışmalarıyla ilgili ABD'den yeni bir açıklama geldi

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Mark Toner, "güvenli bölge" planına ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun açıklamasına ilişkin konuştu. Toner, söz konusu "güvenli bölge" ismini reddederken, "Sadece Türkiye'deki tesislerin kullanımı, IŞİD'i bölgeden temizleme, yerel bir yönetim kurma ve sığınmacıların geri dönüşü ile ilgili olarak anlaşma var" dedi

Al Jazeera'ye konuşan, Sözcü Yardımcısı Mark Toner'ın açıklaması şöyle: Bizim anlayımışıza göre Türkiye. Bir bölge yok. Güvenli bölge, güvenli alan... Bu gibi tanımlamalardan uzak duruyoruz. Konuştuğumuz şey IŞİD'i oradan çıkarma çabalarıdır. Buna bir etiket koymama konusunda dikkatliyiz. Türkiye ile hava operasyonlarını güçlendirmek için Türkiye'deki tesisleri kullanma konusunda anlaştık. Bundan sonrası için Türkiye ile hâlâ görüşme halindeyiz. Bunu bir "bölge" olarak karakterize etmeyeceğim. (Sinirlioğlu'nun) Sözkonusu açıklamaları görmedim. PKK yabancı bir terör örgütü. Türkiye'nin kendini savunma hakkını destekliyoruz ancak bu IŞİD'le mücadeleden ayrı bir konu. Herhangi bir türden bölge üzerinde anlaşma yok. Sadece Türkiye'deki tesislerin kullanımı, IŞİD'i bölgeden temizleme, yerel bir yönetim kurma ve sığınmacıların geri dönüşü ile ilgili olarak anlaşma var.
Haber 93

Nevval Kavcar: İncirlik mutabakatı ile Suriye Kürdistanı kuruluyor
2015-08-08



Ne yazık ki. Maalesef. Söylemek istemesek de olan bu.

Ankara (sözde) PKK ve hükümet çalışmalarına kilitlendi. AKP-CHP kuramazsa bile belirsizlik uzasın, AKP iktidarı sürsün diye, süreç bu defa CHP ile devam edebilir. Ya da hükümet kurulur, bu defa bakan dağılımı vs vs gibi konulara odaklanır millet.

Oysa ki, Suriye'de altın vuruş yapılmak üzere. BM güvenlik kararı olmamakla birlikte, orada oluşturulan besleme teröristler şimdi Türkiye'yi hedef almış gibi oraya saldırı hakkı doğduruldu. Fazla gündeme getirilmeyen İncirlik mutabakatı önemli. Muhalefete, Türk askerine bu konuda bilgi verildi mi?

Hükümet bile neyi nereye kadar biliyor? Esad kalsın, gitsinden iş sınırımızda 2. Kürt bölgesi oluşmasına ayrıldı. Güvenli bölge denilen yer iki Kürt bölgesi arasındaki alan. Gaye oraya da Kürtleri yerleştirerek, bütünlük sağlamak.

PKK'yı üzerimize saldırılarla, Suriye'de atılacak adımları örmemiz istenmiyor. Dananın kuyruğu orada Kürt özerk bölgesi kurulmasıyla değil bizde ki parça için kapımıza dayandığında kopacak. Bu çok belli.

Suriye'deki tasarrufta hem İncirlik üssü hem de Türk hava sahası kullanılacak. Resmen Türkiye gözle görülür şekilde Suriye'ye karşı savaş açmış demektir bu. Öncesinde silahlı güçler girip çıkıyor, ne yapalım gibi hava vardı. Türkiye kullanılarak, Suriye Kürdistan'ı kuruluyor.

PKK'da işte bunun için saldırıyor ki, orada olup biten örtülsün. Hükümet kurulma işinde de kim bilir hangi plan devrede. Demek ki önümüzdeki üç aylık süreçte ister seçim olsun, ister PKK saldırsın, isterse başka hangi cambaza bak stratejisi uygulanırsa uygulansın ikinci parça kuruluyor.

Bu da AKP iktidarı eliyle yapılıyor. AKP'ye oy atan seçmen eğer ki olup biteni görmüyorsa, vatan elden gidip işgal kuvvetleri kapıya dayandığında mı uyanacak?

Sözde IŞİD'e aslında Suriye'ye açılan bu savaşta sadece İncirlik değil Batman, Diyarbakır ve Malatya-Erhaç'ta kullanılacak. Velhasıl vatan sathı, ABD menfaatlerinin kullanımına açılacak. Türkiye'yi bölecek süreç için Türkiye kullanılıyor.

Sonrası karanlık. Rusya- ABD anlaştı ise sıra Türkiye'deki parçasın kopmasına, yani, Doğu ve Güney Doğu Anadolu'nun Ermenistan ve Kürdistan'a verilmesine gelecek. Ne diyorsun ey AKP seçmeni? Hayal mi? Bir zamanlar Irak'ta kurulacak denilen yapı içinde hayal diyorlardı. AKP sayesinde gerçek oldu.

Amerikan planı Büyük Ortadoğu projesi tam gaz ilerliyor. Türkleri geçen yüzyılda yok edemediler, şimdi o hakkı kullanıyor yedi düvel.

***

ÜÇ AYIN BEYLİĞİ

Yazarın birisi MHP hükümet olmak istemiyor demiş. HDP'yi MHP'yle bir araya getirmeyi başaramadılar, şimdi sırada ola ki koalisyon kurulmazsa 'Seçim Hükümeti' var. Hükümet kurulamadığında 'seçim hükümeti' kuruluyor. Meclisteki her parti geçici seçim koalisyonu kuruyor.

MHP o seçim hükümetine de girmeyeceğini belirtti. Böyle bir mecburiyet yok, diğer partiler her şekilde o hükümeti kurabilir. Birbirlerine yakışıyorlar da. Açılımcılar bir arada.
MHP'nin tavrını 'hükümet olmak istemeyen parti' diye yazmış o yazar. Allah akıl fikir versin. Üç aylık geçici hükümete girmeyi gerçek hükümet mi sanıyor nedir? İçini de şöyle süslemiş. AKP, hükümet imkanlarını kullanamayacak. İyi işte, CHP-HDP kullandırmasın.

Hürriyet'ten M.Y. Yılmaz 'MHP nasıl oy isteyecek bu tavrıyla?' demiş. Söyleyeyim. Omurgalı duruşuyla PKK'ya ve AKP'ye boyun eğmemiş olarak çıkacak halkın karşısına. Onlara verdiği sözü tutmuş olarak. Kime anlatıyorum değil mi? Eğilip bükülmekten dik duramayan halleri ile bu satırları anlamaları zor.

Ayrıca geçici hükümet, kendi başına mümkün olduğunca yürüyebilmek için tüm açıkları değerlendirecektir AKP. Israrla üzerinde durduğum, belirsizlik ortamı ile kaos birleşince kendi derdimize düşüp, Türkiye merkezli yedi düvel planlarını takip etmekte zorlanacağız.

***

GEÇİCİ HÜKÜMET ÖNEMLİ ANLAŞMALARA İMZALAR ATIYOR

İncirlik konusu başta olmak üzere, Türkiye'nin Suriye, Irak politikalarını ısrarla muhalefete anlatmıyor geçici hükümet. Görevlerinde dört yıl kalacakmış gibi ısrarla, bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Bu halleri insanı tereddüde düşündürüyor.

Demirtaş Brüksel'e giderken, Erdoğan'da ABD'ye yol alacak. Niçin? PKK terörünü kurutmak varken, orada buradalar.

***

BİLMECE BİLDİRMECE, AKP'Yİ YAĞLAMACA

AKP'nin hangi kontenjanından girdi meclise derseniz, 'sultana övgü'den olabilir meselâ. Övgüden o kadar yorulmuştu ki uyuya kaldı. Uyandırıldığında ise aniden ilham gelip, koalisyon şiiri yazdı. Damardan bestelese (beste inş. başkasının çıkmaz) daha bir göze girer kanımca.

O da başlamış 'önce millet' demeye de, dipnotunda o millet hangi millet açıklamasında fayda var. AKP'nin millet dediği, Türk Milleti' değil zira.
İşte size bilmece, bilin bakalım kimdir o?
Kaynak: Ortadoğu

Avcı: Öcalan Benden Daha Ilımlı

Güneydoğu sorunun çözümü için Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini söyleyen Hanefi Avcı’nın kitabında bunun çok daha ötesinde düşünceleri olduğu ortaya çıktı.
NTV’de katıldığı programda, Güneydoğu sorunun çözümü için Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini söyleyen Hanefi Avcı’nın kitabında bunun çok daha ötesinde düşünceleri olduğu ortaya çıktı. Avcı, Öcalan muhatap alınmadan hiçbir sorunun çözülemeyeceğini, Öcalan’a muhtaç olunduğunu söyleyerek, kitabında şu ifadeleri kullanıyor: “Güneydoğu'da veya Kürtlerle ilgili bir adım atacak herkes, eninde sonunda bu kişiyi hesaba katmak mecburiyetindedir, hatta onun desteğini almaya da mecburdur. O'na muhtaçtır.”

ÖCALAN’A MUHTAÇ VE MECBURUZ

Avcı, Öcalan’ın şuanki durumunu anlatırken, kendisinden daha ılımlı mecrada olduklarını söyledi.

İşte Hanefi Avcı’nın kitabından konuyla ilgili bölüm:

“Aslında PKK ve Öcalan'ın bugünkü tavrı ve içinde bulunu lan durum Türkiye için çok büyük bir şanstır. Türkiye bu ni metin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Bu çok büyük bir fırsattır. 10-12 yıl öncesine göre örgütün bu hale gelmesi hayal bile edile meyecek kadar zorken, şimdi hem örgüt hem de iç ve dış şartlar barış sürecine girmiştir, örgütün, devlet istese ve planlasa dahi öngöremeyeceği kadar iyi bir noktaya gelmiş ve çok iyi bir fırsat yakalanmış olmasına rağmen devlet hâlâ bu fırsatın farkında değildir.

Yalnızca Türkiye değil, îran, Irak ve Suriye'den alacağı top raklar üzerinde bağımsız bir devlet kurma amacıyla yola çı kan Marksist-Leninist PKK, bugün artık bağımsız devlet ya da federasyon talebini bir kenara bırakmış, hatta siyasi talepler yerine(öcalan'ın mahkeme konuşmaları) yalnızca kültürel ta lepleri olduğunu ifade etmeye başlamıştır. Geçmişte oluk oluk kan akarken, "Aksın! Ne kadar kan akarsa, o kadar temizlik olur" diyen örgüt artık barış ve demokrasi demektedir, Öcalan yakalandığı zaman bana "Sen Güneydoğu'da uzun süre çalış tın. PKK'yı bilirsin. Biz Öcalan'a benzer birini bulduk. Gelecek te bu örgütün ülkeye zarar vermemesi için; ilk olarak bu kişiye mahkemede vereceği bir ifade hazırla, ikinci olarak bu kişinin Türkiye'deki savaşın durması, barış ortamının tesis edilmesi için yapması gereken şeyleri ayarla," denseydi, ben bu kada rını söyleyemez, bu kadar kısa bir sürede beyanları bu kadar yumuşatamazdım. Katı Marksist-Leninist bir örgüt nasıl bu kadar yumuşayıp, barış yönünde ifadelerde bulunur şüphesini mutlaka birileri dile getirir diye beyanları daha ihtiyatlı yazar dım. Ama PKK ve Öcalan bence benden daha ılımlı bir mecraya girmiştir...

Şimdi de Öcalan ve PKK ile görüşülemez deniyor. Peki kiminle görüşülecek? Sorun oradaki sıradan halk değil ki. Sorun davanın şahsında somut laştığı Öcalan ve örgüttür. Onlarla görüşülmeden hangi sorun halledilebilir. Daha doğrusu onlardan başka konuşacak bir muhatap var mı ki?....

Bu açıdan muhatap Öalan'dır. Öcalan muhatap alınmadan da hiçbir sorun halledilemez….

Öcalan, yarın da yine etkin olacak; Güneydoğu'da veya Kürtlerle ilgili bir adım atacak herkes, eninde sonunda bu kişiyi hesaba katmak mecburiyetindedir, hatta onun desteğini alma ya da mecburdur. O'na muhtaçtır.”
aktifhaber

Demokrasi olmadan demokratik özerklik
Serdar AKİNAN
26 Haziran 2010

İstanbul'a iner inmez beni şehit haberleri karşıladı. İnsanlar biraz şaşkınlık biraz merakla ama mutlaka terdirginlikle tek bir soru soruyor: 'Ne olacak?'

Bu soruya maalesef tek bir yanıt veremi-yorum. Ama iyi olmayacağı ortada... Ortada birçok aktör ama tek oyun kurucu var. PKK...

Şiddeti tırmandıracaklar. Diyarbakır'da örgüte yakın kaynakların dillendirdiği senaryoları buraya yazamayacağım. Yoksa 'halkı korku ve paniğe sevk etmekten' hakkımda dava açılır.

Fakat şu kadarını görebiliyorum. Türkiye seçim atmosferine girdi ve seçimin öznesi bugün bellidir: Terör...

İktidar kadroları bu sorunu çözmekten çok uzak... Muhalefet daha da uzak... Örgüt yakında açıklayacağı 'demokratik özerklik' adımıyla gerilimi çok daha başka bir evreye taşıyacak.

Türkiye kısa zamanda etnik temelli dağınık çatışmaların yaşanacağı bir coğrafya haline gelebilir.

Fakat asıl sorun iletişim... Medyanın sorumsuz yaklaşımı bir yana son yıllarda başarıyla yaratılan kamplaşma çoklu bir dil ve algı yarattı.

Yaftalama sürecinin geldiği noktada aynı sorunlu dili kullanan takımlar oluştu. Bu dil üzerinden bir iletişim imkansız.

Ortak tavır almaya imkan sağlayacak bir dili yakalayamazsak ne Doğu'da ne Batı'da kime ne anlatacaksınız?

'Aaaa bunu Ergenekocular yazmış... Arkada İsrail var' diyen kafayla ne konuşabilirsiniz?

İnanın çok ama çok endişeliyim. Bu yaz bitmeden yaşanacaklar bizi seçime nasıl bir havada sokacak?

BM Barış Gücü'nün konuşlandığı bir Türkiye fotoğrafı kapıda... Bu fotoğrafı iptal etmek için gereken makul zemin ancak iletişimle mümkün.

O zemin var ve birileri ısrarla karartıyor.
Akşam Gazetesi

PKK'nın Kaynağı Sivas Kampı
28 Mayıs 2010

Celal Bayar, 1938 ile 1960 arasında bölgenin istikrarlı olduğunu ama Sivas Kampı faciasının siyasal Kürtçülüğü hortlattığını söylüyor.

Sivas Kampı yazı dizisinin bu bölümünde “27 Mayıs’ın öteki yüzü: Sivas Kampı” kitabından ayrıntılarla yaşananları aktarmaya devam ediyoruz. 27 Mayıs askerin darbesinden sonra Cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere basının tavrının bugün pek değişmediğini görebiliyoruz. Yassıada’da savunma avukatlığı yapan Hüsamettin Cindoruk da Sivas Kampı ile 1938-1960 dönemi arasındaki barışın bozulduğunu ifade ediyor. Cindoruk, Celal Bayar’ın Sivas için “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” dediğini belirtiyor:

“Onlara Sivas’ta Kürt olduklarını hatırlattılar. Celal Bayar buna siyasal Kürtçülük hareketi derdi. Kürtçe diye bir dil de var, ırk da var, buna kimse karşı çıkamaz. Ama ayrı bir devlet olmak isteyen devlete isyan eden, ayrılıkları keskinleştiren bir hareket de olmuştur daima, ona Bayar Siyasal Kürtçülük derdi ve Sivas’a bağlardı. Bayar Sivas Kampı’na çok içerlemişti. Çünkü Bayar Şark meselesi ile çok ilgiliydi, bu konuda Şark Raporu hazırlamış bir insandı. Bayar, Sivas Kampı’nın siyasal Kürtçülük şuurunu tekrar uyandırdığını söylüyordu. Yani 1800’lerden başlayan hareketler durmuşken Dersim Hadisesi Bayar’ın tabiriyle tenkil edilmişken, her şey yoluna girmişken belirli bir barış hareketi yerine gelmişken, Sivas Kampı Kürtlere bir işaret veriyor, “Ne duruyorsunuz? İşte siz busunuz, hepinizi topladık biraraya, planınızı programınızı yapın.” Nitekim 27 Mayıs’tan hemen sonra Doğu Kültür Ocakları ve Rizgâri’ler ortaya çıkmıştır. Ve onlar kendilerine verilen imkânı yeterli bulmadıkları için silah zoruyla bu işlerin çözülebileceği noktasına gelmişler ve Apo Hareketi ortaya çıkmıştır. Apo yalnız değildir Apo’nun kaynağı Sivas’tır. Tabii orada Apo’nun peşinden gitmeyecek kadar idrak sahibi insanlar var, onlar siyasete tekrar dönmüşlerdir. Ama bir bölüm, bilhassa onlara yapılan haksızlıklardan ötürü kızgın olanlar Apo’ya doğru kaymışlardır ve Apo’da zamanlamasını iyi yapmıştır... Bir akıllı adam böyle bir formülün işe yarayacağını söylemiştir. Kim buna önayak oldu, kimi Alparslan Türkeş diyor, kimi Türkeş’le birlikte aşırı milliyetçi subaylar ve erler diyor, kimi Ragıp Gümüşpala diyor. Ama kim düşündüyse kim yaptıysa birden bire Kürtçe bilmeyen Kürtler dahil hepsini getirdiler Sivas’ta bir askerî kampa koydular. 55 Ağa hadisesi gibi ki önemli bir hadisedir, bu sosyolojik ve siyasal yapıyı bozdu” diyor.

Nurcular da Sivas Kampı’nda

Sivas Kampı’nın zorunlu misafirleri arasında Kürtler kadar Nurcular da yerini aldı. Görüştüğüm çoğu Nur gönüllüsü, Said Nursi’nin erkenden vefat etmemesi halinde onun da Sivas’ta zorunlu misafirliğe zorlanacağını ifade ettiler. Sivas Kampı’na gönderilen Nur talebeleri arasında Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar, Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı, Mehmet Serçil, Kamil Sirkeci, Yavuz Telli, Hilmi Ardos, Kahramanmaraş’tan Mustafa Ramazanoğlu, Malatya’dan Tarık Aktekin, gibi birçok insan vardı. Birçok insanın bütün hayatını vakfettiği Risal-i Nur ve Said Nursi hakkında Demokrat Parti’nin son dönemlerinde de “Gizli” ibareli raporlar tutuluyordu. Bu raporlar yıllar sonra Emniyet Genel Müdürlüğü vasıtasıyla kamuoyuna yansıtıldı. Kampa getirilen Mehmet Kırkıncı, Gülen’i Risale-i Nur ile tanıştıran kişiydi.

Diyarbakır’dan Sivas’a getirilen Bediüzzaman Said Nursi’nin “Nurun Muallimi, Nurun Kahramanı, Nurun Yüksek Bir Talebesi, Hayatını Nura Vakfeden Mehmet Kayalar...” gibi ifadelerle anlattığı Mehmet Kayalar Selanik doğumluydu. 1937 senesinin mayıs ayında Harp Okulu’nu bitirir ve subay olarak ordu saflarına katılır. Konya, Susurluk, Kemalpaşa, Uşak, Bingöl ve Diyarbakır illerinde vazife yapar. Kayalar 1952 yılında 41 yaşında yüzbaşı olarak ordudan emekli olmuştur. Evli ve üç çocuk babası olan Kayalar 1994 yılında Yalova’da vefat eder. Mehmet Kayalar ismi Diyarbakır Nur hizmetleri ile bütünleşmiştir. Zira 1950’den 1973 yılına kadar bu şehirde kalmış ve “hizmetlere” imza atmıştır.

İçişleri Bakanı olan Muharrem İhsan Kızıloğlu kampı denetlemeye geldiğinde herkes ayağa kalkar ama Mehmet Kayalar ve birkaç arkadaşı ayağa kalkmaz. M. İhsan Kızıloğlu, Kayalar’ın önünde durarak hakaret etmek ister ancak Kayalar onun hakaretine fırsat vermeden, “Senin soy ismindeki kızıllık, yüzünden görülmektedir. İsmin kızıllığı senin yüzüne aksetmiş” dedi. Kayalar daha sonra “55 Ağa” içerisinde yer alarak Çanakkale’ye sürüldü. Orada Milli Birlik Komitesi’ne yazdığı mektupta kısaca, “27 Mayıs’tan beri geçen 11 aylık zamanda maruz kaldığım acıklı muameleler, hapis ve neyfiyemdeki sıkıntılar ve bazı garazkâr neşriyatla üzerime tevcih edilen iftiraların hakikatsizliğini ifade etmek için şahsıma ait bu maruzatımı zikretmeye mecbur kaldım... Hatta bugün Şarkta Kürtçülük damarını kırdığımız ve aleyhinde bulunduğumuz için bu menfi fikri taşıyan Kürtler bize düşman kesilmişlerdir. Şayet bizde Kürtçülük fikri bulunsaydı muhakkak bir sızıntısı, bir ipucu, bir delil bulunacaktı. Halbuki 20-30 mahkemenin hiçbirisi, bu hususta en ufak bir delil bulamamış ve bir mahkûmiyet vermemiş olduğunu görüyoruz. Gerek umumi emniyette, gerek millî emniyette yapılan araştırma ve soruşturmalarda Kürtçülüğe dair en ufak bir emare görülmemiştir” diyordu.

Nurcular gibi Sivas’a getirilen en önemli kişilerden birisi de Malatya Ekolü’nün öncü isimlerinden biri olan Sait Çekmegil’di. Çekmegil, daha sonra yayımlanan anılarında Sivas Kampı’nda yaşadıklarını satırlara döktü.

“Bir bölen olmak istemedik”

Kampa getirilen en ilginç kişilerden birisi de Arap asıllı olan Demokrat Parti’de Mardin Milletvekilliği yapan Bahattin Erdem ve kardeşi Mehmet Sait Erdem’di. Türkiye’nin sayılı işadamlarından olan Zeynel Abidin Erdem, babası Mehmet Sait Erdem ve amcasının yaşadıkları sıkıntıyı anlatırken bugüne kadar neden Sivas’ı anlatmadıklarının da ipucunu veriyor: “Kampla ilgili bize birçok şey anlatıldı: Oradaki sefalet, soğuk, zaman zaman açlık... Biraz da o günün şartlarında değerlendirmek gerekirse orada bir haksızlık vardı. Bu, sadece sitemdir. Bu olayı yaşayan büyüklerimiz bize yaşadıklarını naklederken hepimize ayrı ayrı ve defalarca bir “emir” buyurdular: “Siz bunları gelecek nesillere intikal ettirmeyeceksiniz. diyor.

Sivas’ı yaşayanlar bugün ne dedi

Hacı Said Ensarioğlu: Bu kadar yaşadıklarımdan sonra devletin bölücülüğünün oradan başladığını anladım. Biz kendimizi vatandaş zannediyorduk. Ben diyorum ki eşit haklara sahibim ama senin devletin kalkıyor, sen benden değilsin, sana özel bir kanun yapıyorum ve seni sürgün ediyorum. Olay buradan başladı. Devletin bölücülüğe burada tohum ekti.

Abdulilah Fırat: O günkü sistemleri medeni değildi. Bir darbe hükümeti idi. İnsanlıktan nasiplerini almamışlardı. Zulüm yapmaktan zevk duyan insanlardı. Hürriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu insan böyle zulümler gördükten sonra biliyor.

Sertaç Bucak: Sivas Kampı çözümleyici olmadı. Devletin tüm sürgün mağdurlarına karşı özür borcu olduğunu düşünüyorum. 1960’larda özür dilenmediği için 1990’larda devlet birkaç milyon Kürdü yeniden zorla yerinden etmiştir.

Zeynel Abidin Erdem: Ben bugün sürgüne gönderilmiş bir ailenin üyesi olarak ancak şunu söyleyebilirim. Biz hepimiz yanlış yaptık. Gerekli cezayı da aldık. Böyle bir inanış ve böyle bir son karar vardır. Bu kararı da o gün herkesle konuştuk. Tabii yukarıda arz ettiğim gibi bunun dedikodusunu yapmak ya da ileride bunların her gün tekrar yaşatılması, hatırlanması adına bir şey yapacak değilim.

Dengir Mir Mehmet Fırat: O zaman 105 sayılı yasaya göre yapılan uygulama tamamen insanlığa ve hukuka aykırı bir uygulamaydı. Dolayısıyla haksız bir uygulamaya uğrayan bütün insanlar gibi o insanlar üzerinde de çok büyük etkileri oldu. Bu tip uygulamaların devlete kazandırdığı hiçbir şey olmadı, temennim bu tip olayların bir daha yaşanmaması ve yaşatılmaması.

“Cumhuriyet gazetesi yüzünden kampa gittik”

Sivas Kampı’na gönderilen Şeyh Said’in torunu Abdülilah Fırat kampa gönderilme gerekçesi olarak; Şeyh Said’in torunu olmayı ve Cumhuriyet gazetesinin yaptığı yayınların etkili olduğunu ifade ediyor “27 Mayıs’ın öteki Yüzü: Sivas Kampı” kitabında. “Cumhuriyet gazetesinin 31 Mayıs 1960 yılında yapılanları alkışladığını görmekteyiz. Cumhuriyet gazetesi şöyle yazıyordu:

“Milli Birlik Komitesi’nin neşredeceği vesikalar, bir Kürdistan tesisi için DP Grubu içinde çalışanlar varmış. Sabık iktidarın Rus yapısı bir ciple vatan haini Şeyh Sait’in oğlunun Doğu’daki köylerde dolaşmasına göz yumulduğu tespit olunmuştur. Geliştirilmesine çalışılan gayenin yeni bir Kürdistan olduğu, bu konuda birkaç DP milletvekilinin çalışanlara müzair olduğu vesikalarda meydana çıkmıştır. Milli Birlik Komitesi ve hükümet bu yola sapanların faaliyetlerine son vermiş, memleketi parçalayıcı unsurların tamamen izalesi yolunda zecri tedbirler alma yoluna gitmiştir. Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir” diyordu.

Bunlar daha mı az ağa

Sivas’a götürülenler hakkında herhangi bir suçlama yapılmamışken, Meclis’ten çıkarılan bir yasa olacakları haber veriyordu. 2510 sayılı yasaya ek olarak çıkarılan 105 nolu yasada şöyle deniyordu: “Sosyal birtakım reformları yapabilmek, ortaçağın Türkiye’de yaşayan düzenini yıkmak, ağalık ve şeyhlik gibi müesseseleri yok etmek... Vatandaşın sömürülmesine engel olmak gayesiyle bu kanun çıkarılmıştır.” Bu sözlere bakılacak olursa, Sivas’taki toplama kampı ve mecburi iskânla, iktidar köylüleri baskı altından kurtarmak gibi “halkçı” bir iş yapıyordu.

CHP organı Ulus gazetesinin başyazarı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Efendi’nin mecburi iskân tasarısıyla ilgili 12 Ekim 1960 tarihinde şunları yazıyordu: “Birkaç günden beri gazetelerde bahsi geçen Mecburi İskân Tasarısı, dün yayınlanan bir habere göre MKB’de görüşülerek kabul edilmiştir. Bu surette tasarının bir bölümünde görüldüğü gibi memleketimizin şu veya bu bölümünde ya da daha geniş bir bölge içinde dini his ve gelenekleri alet edenler, yabancı ideolojileri neşir ve telkine çalışanlar cebir ve şiddet kullanarak nüfuz ve baskıları altında adam sömürenler, bulundukları yerlerden uzak bölgelere nakledileceklerdir. Sürülecektir, demiyoruz. Çünkü bu gibiler için medeni haklardan mahrumiyet söz konusu değildir ve çıkarıldıkları bölgelere dönmemek şartıyla memleketin her tarafında dolaşmak serbestliği de ellerinden alınmayacaktır. Doğrusunu söylemek lazım gelirse, bu bakımdan Mecburi İskân Tasarısı’ndaki sertlik biraz yumuşatılmış gibi görünüyor” diyordu.

Öte taraftan Akşam gazetesinde Müfit Duru imzalı “Ağalardan sonra” ve Öncü gazetesinin “Şeyhlerin peşinde” yazı dizileri olmadık iftiralarla Sivas Kampı mağdurlarına saldırıyordu. Yön dergisi de konuyu inceleyerek Faik Bucak’ın görüşlerine yer veriyordu: “Faik Bucak ile konuşurken size şunları söyleyecektir:

“Benim toprağım yoktu ki toprak ağası olayım. Hayatımı avukatlık yaparak kazanıyordum. Yıllarca da bu memlekette hâkimlik yaptım. İşte bizim ağaların kaç dönüm toprağı olduğu da meydana çıktı. İyi ama bu memlekette madem ki toprak reformu diyoruz, madem ki sosyal adalet diyoruz, aklımıza niye Kasım Ağa (Gülek), Cavit Ağa (Oral), niye Fevzi Lütfü (Karaosmanoğlu), niye Hacı Ömer Ağa ve daha bunlar gibi yüzlercesi gelmiyor? Bunların toprakları bizimkilerin topraklarından yüzlerce defa büyük. Ya İstanbul’daki sermaye ağaları? Bunlar sanki daha az mı ağa?

55’lerden Bucak ve Kartal’ın tanıklığı

Bir ihtilal olmuştu. Her vatandaşa yeni bir dünya yaratmanın acı ve yük payı düşmüştü. Buna emniyet tedbiri dediler. Biz de masumca bir güvenle bileğimizi kelepçeye uzattık. Nasıl olsa diyorduk, “Adalet tecelli eder.” Suçsuz olduğumuz gün ışığına çıkar. Üç yüz kişiydik. Biz 55’leri ayırıp alıkoydular. Mesele sürgün müydü? İlk bakışta hissi konuştuğumuz sanılabilir. Bu soruların hakiki sebeplerini sıralayalım: 55’lerin bedbahtlık ve felaketlerinin sebebi Kürt asıllı olmalarında mı aranmalıdır? Yoksa hepimizin Demokrat Partili olmasında mı aranmalı? Yalnız Türkiye’de milyonlarca Demokrat Parti’li varken onlar niye bizim gibi sürülmediler?

Biraz geriye dönelim. Masumiyetimiz teslim edildikten sonra Ankara’ya geldik. İlk fırsatta günün idarecileriyle temas ettik. Salahiyetli makamlar bize haksızlık edildiğini kabul ettiler ve en kısa zamanda yerlerimize iade edeceklerini vaat ettiler. Türk aydınları, sizi haklı davamızın hakemleri seçiyoruz.

Numan Esin: İsyan hazırlığı vardı

Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin yıllar sonra Sivas Kampı ile değerlendirmeleri Güneri Civaoğlu’nun programında sorduğu “Menderes Kürt sorunu için ne söyledi?” sorusuna verdiği cevapta “ Bizim o tarihte bir endişemiz vardı. Acaba bir ayaklanma olur mu diye. Elli beş ağayı da o sebeple yönetim tutuklamıştı. Onları, güvenlik önlemi aldırarak, Sivas’ta nezaret altında bulunduruyordu. Bu arada acaba hükümetin, güneydoğuyla ilgili özel birtakım tedbirleri var mıydı? Aldığım cevap buydu ve son derece doğru bir cevaptı, demokrasi içinde. Gerçekten, 1938’den sonra, 1970’lere kadar, doğuda bir ayaklanma olmamıştı ve istikrar vardı. Türkiye’de bu istikrarı daha sonraki yıllarda yanlış uygulamalar bozmuştur ve güneydoğu sorunu Türkiye için ciddi, çok pahalı, çok riskli bir sorun haline gelmiştir.” dedi. Ancak Esin geçen hafta İstanbul’da katıldığı bir konferansta Sivas Kampı uygulamasının emrini kendilerinin vermediğini, İçişleri Bakanı olan Muharrem İhsan Kızıloğlu’nun bu emri tek başına aldığını ifade etti.
Kaynak:Taraf

BDP'li Vekilinin Kalça Kemiği Kırıldı
03 Haziran 2010

Protesto yürüyüşünde olaylar çıktı, panzerden sıkılan tazyikli su nedeniyle yere düşen BDP'li Bayındır'ın kalça kemiği kırıldı.

BDP Silopi İlçe Örgütü'nün Habur Sınır Kapısına yapılmak istenen yürüyüş olaylı başladı. Aralarında BDP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, BDP Şırnak milletvekilleri Hasip Kaplan, Sevahir Bayındır ve bazı belediye başkanlarının bulunduğu yaklaşık 5 bin kişi Habur Sınır Kapısına yürümek istedi.

İzinsiz yürüyüşe polisin izin vermemesi üzerine gerginlik yaşandı. Gerginliği önlemek için araya giren BDP'li vekillerin çabalarına rağmen tansiyon düşmedi. Göstericilerin polise taş atması üzerine polis, panzerle tazyikli su püskürttü. Çıkan olaylarda panzerden sıkılan tazyikli su nedeniyle Şırnak milletvekilli Hasip Kaplan ve Sevahir Bayındır yere düştü. Acı içerisinde Silopi Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Bayındır'ın kalça kemiğinin kırıldığı öğrenildi. Bayındır, ambulansla Mardin'e, oradan da Sağlık Bakanlığı'na ait ambulans uçakla gönderildi.

"İSRAİL'E KEDİ, BİZE ASLAN OLUYOR"

Konuyla ilgili Ajans Haber Türk'e konuşan BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, barış için yürümek istediklerini ancak barışa polisin biber gazıyla müdahale ettiğini ileri sürdü. Kaplan, "Milletvekilimiz Sevahir Bayındır olaylar sırasında ayağından yarandı. Olaylardan önce Şırnak Valisi ile görüşüp barışçıl bir açıklama yapacağımızı söyledim. Konuşmam devam ederken, polisin gaz bombalarına ve tazyikli suyuna maruz kaldık. Bize yapılan bu çirkin saldırının hesabını soracağız. AK Parti Hükümeti İsrail'e kedi bize gelince aslan oluyor. Bunu saldırıyı Meclis gündemine getireceğiz" dedi.

İlçede gerginliğin devam ettiği öğrenildi.
aktifhaber

MUĞLA'DA YİNE HAREKETLİ SAATLER
6 Haziran 2010
Muğla'da 11 Mayıs'ta meydana gelen ve Şerzan Kurt isimli bir öğrencinin vurularak ölmesine neden olan olayların ardından Muğla sokaklarından yine hareketli saatler yaşandı.
Şerzan Kurt'un ölümü hakkında Sınırsızlık Meydanı'nda basın açıklaması yapan yaklaşık 200 kişilik topluluk daha sonra vurulduğu giderek karanfil bırakmak istedi. Bu isteğe karşı çıkan emniyet güçleri grubun dağılması yönünde uyarıda bulundu. Olay yerine gelen Muğla Emniyet Müdürü Kadir Ay, öğrencilerin slogan atmamasını isteyerek gruba izin verdi.

Muğla Emniyeti'ne bağlı çevik kuvvet polisleri ile özel harekat timleri de 300 metrelik yürüyüşte gruba eşlik etti. Grup, Şerzan Kurt'un vurulduğu yere giderek karanfil bıraktı. Daha sonra yeniden Sınırsızlık Meydanı'na dönen öğrenciler slogan atmaya başladı.

Bu sırada Sınırsızlık Meydanı'nın karşısında toplanan başka bir grup açıklama yapan gruba tepki gösterdi. Bunun üzerine Şerzan Kurt'u anmaya gelen öğrenciler, karşı gruba saldırmak istedi. Kısa süreli arbedenin ardından emniyet güçleri olayları yatıştırdı. Öğrenci grubu, çevik kuvvete bağlı polisler eşliğinde dağıldı. haber10

Irak'ta İsrail bayrağı ve siyonist semboller yasaklandı
31 Ekim 2017



İsrail, IKBY'nin bağımsızlık referandumuna açık destek veren tek ülke olmuştu.

T24'ün haberine göre; Irak parlamentosu, İsrail bayrağı dahil ‘Siyonist sembollerin’ taşınmasını suç sayan mevcut bir yasayı yeniden yürürlüğe soktu. Parlamentonun internet sitesinde, bu sembollerin kullanılmasının suç sayılacağı belirtildi; örnek olarak da kamusal alanda İsrail bayrağının taşınması gösterildi.

Yasada ‘Irak devletinin tüm kurumlarının bu karara bağlı olacağı’ belirtildi. Bu ifade, yeniden aktif hale getirilen yasanın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni de kapsadığı anlamına geliyor.

Irak yönetimi yasanın niçin bugün gündeme geldiğine dair bir açıklama yapmış değil. Ancak IKBY'nin 25 Eylül’de düzenlediği bağımsızlık referandumundan önce düzenlenen mitinglerde bazı katılımcılar İsrail bayrağı dalgalandırmıştı. İsrail aynı zamanda, bağımsızlık referandumuna açık destek veren tek ülke olmuştu.

Ana Haber
irak ikby İsrail bayrak siyonist sombol
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Hzr 04, 2010 2:30 pm    Mesaj konusu: ‘Augustus eşiği’ Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Özcan
‘Augustus eşiği’

M.Ö. 31 yılında Roma imparatoru Octavianus, Yunanistan'ın batı kıyılarında, Mısır’da bir Doğu İmparatorluğu kurmaya çalışan Marcus Antonius ve Cleopatra'nın ordusunu yendi. Ardından Roma’da tek otorite olarak Augustus (yüce) ünvanını aldı. Roma Cumhuriyetini askeri, mali,siyasi ve sosyal reformlarla yeniden yapılandırdı ve Roma büyük bir imparatorluğa dönüştü.

Alman kökenli ABD’li yazar Herfried Münkler, ‘İmparatorluklar-Eski Roma’dan ABD’ye dünya egemenliğinin mantığı (İletişim,2008) isimli kitabında, Roma’daki yaşanan bu değişim sürecini ‘Augustus eşiği’ kavramı etrafında tartışır. Cumhuriyetin düşmanlarını yenerek bütün enerjisini iç reformlara yöneltip sağlamlaşma aşamasını tamamlaması ve imparatorluğa dönüşmesinin kritik eşiğidir bu aşama.

Münkler, tarih boyunca bir çok imparatorluğun bu aşamada takıldığını ve eşiği geçemediği için kısa süreli bir parlamadan sonra yıkılıp gittiğini söyler.

ABD’nin 11 Eylül sonrası yürütmeye başladığı politika çerçevesinde emperyal güç, emperyalizm, imparatorluk, hegemonya, liderlik gibi kavramları tarihi ve güncel örnekleri eşliğinde tartışan yazar, örtük bir şekilde ABD’nin ‘Augustus eşiği’nde olduğunu ve henüz Roma gibi uzun yaşayıp yaşamayacağı belli olmayan bir emperyal hegemon güç olduğunu ileri sürer.

Kitapta bir diğer önemli kavram ‘emperyal çevrim’ dir. Uzun süre yaşayan imparatorlukların geçici gerileme dönemlerine rağmen farklı koşulları değerlendirerek kendini yenilemesi ve yeniden emperyal bir düzeye yükselmesini ifade eden bu kavramla yazar, İspanya, Osmanlı Rusya ve Britanya imparatorluklarının farklı tarihsel dönemlerini irdeler.

Augustus eşiği, devlet iktidarının küresel bir otoriteye dönüşmesidir. Emperyal çevrim ise büyük bir devletin en zayıf anında bile sürekliliğini sağlayacak dinamiklere yaslanarak küllerinden yeniden doğması demektir.

Aktium savaşı antik tarihin dönüm noktasıdır. Doğu Roma’nın İstanbul’un fethiyle birlikte imparatorluk mirasını Osmanlı’ya devretmesi gibi, Antik Mısır imparatorluğu da bu savaşla mirasını yeni Roma’ya devretmiştir. Tarihte büyük İmparatorluklar emperyal miraslarını yeni güçlere bu tür büyük ve kritik savaşlarla devretmiştir.

Antik Mısır’ın kolonisi olan Yunan şehir devletleri, Girit, Roma vilayeti ve Tuna kıyıları, M.Ö 6. yüzyılda Pers istilası nedeniyle Mısır’dan kaçan seçkinlerin yeniden toparlandığı mekanlardı. Böylece tarih sahnesine özgün birer uygarlık merkezleriymiş gibi sunulan ve aslında antik Mısır’ın yeni formları olan şehir devletleri çıktı. Nitekim M.Ö. 4. yüzyılda doğu seferine çıkan Büyük İskender ve ordusu, aslında Antik Mısır ordusuydu ve Pers istilasına son vermek için organize edilmişti.

Mısır, kendisi olarak bu süreçten ciddi bir tahribatla çıktı ve imparatorluk merkezi olma özelliğini kaybetti. İşte M.Ö. 31 yılında yapılan Aktium savaşı, Romalı komutan Antonius ile Mısır kraliçesi Kleopatra’nın ilişkisi şahsında son defa Mısır merkezli bir imparatorluk kurma deneyiminin fiyaskoyla sonuçlanmasını sağlamıştı. Böylece devir teslim tamamlanmış ve bölgesel imparatorluğun yeni merkezi Pers güçlerinin uzanamayacağı Roma kasabası olmuştu. Roma imparatorluğu, bu manada Mısır’ın devamıdır.

Bu tarihsel gelişim, bize büyük güçlerin yükseliş ve düşüşüne dair kritik sonuçlar vermekle birlikte, yeni güçlerin sahneye çıkışına dair önemli bir gösterge sunar. Her yeni güç, ancak ve sadece bölgesindeki başka bir hegemon gücü tasfiye ederek doğabilir. Aynı anda aynı bölgede iki veya daha fazla eşit hegemon olamaz. Dolayısı ile, hem bölgesel hem de küresel egemenliğin mantığı son tahlilde güç yarışı ve çok boyutlu bir savaşla işler.

Bugüne gelirsek, tabii ki ABD hegemonyasının bu tarihsel deneyimlerle birlikte analiz edilmesi önemlidir. Özellikle bu devasa gücün akıbeti konusunda Roma deneyimi çok önemli ipuçları verir, Ki ABD’li analizciler diğer batılı güçlerde olmadığı kadar ABD ile Roma arasında tarihsel, siyasal veya askeri benzeştirmelere sıkça başvurur.

Ama şimdilik küresel egemenlik ve ABD’yi bir kenara bırakıp, bu tarihsel birikim eşliğinde kendi bölgemizi ele almalıyız. Devletler, Dinler ve İmparatorlukların doğum yeri olan Mezopotamya-Akdeniz havzasının politik tarihini bilmeden, bugün ve geleceğe dair doğru bir analiz yapılamaz. Olan biteni tarihin ritmik çevrimi ve coğrafyanın zorunlulukları eşliğinde ele almadan yapılan her değerlendirme eksik olacaktır. Tabii ki tarih her gün yeniden yazılır ve her yeni gelişme bizatihi kendi koşulları ve içeriği ile öncesiz bir durumdur. Ancak tarih ve coğrafya, bu yeni durumun olasılıklarını ve sınırlarını kavramamızda yardımcı olur. Ayrıca muazzam bir deneyim laboratuarı olarak önümüzü görmemize ışık tutar.

Türkiye, emperyal bir mirascı olarak er ya da geç yeniden büyüyecektir. Bugün var olan siyasi ve coğrafi pozisyonu, bir emperyal çevrim sürecinin ürünüdür. Osmanlı dağıldıktan sonra içine girilen fetret dönemi mutlaka sona erecek ve yeni bir emperyal dönem başlayacaktır. Bu öngörü, tarihi ve coğrafi ritmin potansiyellerine dayanır. Ama bundan sonrası, yani yeni bir emperyal çevrimin ne zaman, nasıl, hangi merkezde ve hangi formla başlayacağına bugün var olan iradeler ve eylemler belirleyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, bölgesel hegemonya için en öncelikli adaylardan biridir. Jeopolitik ve jeokültürel dinamikleri şimdilik potansiyel halinde bir imkan olarak durmaktadır. Bugün ve bundan sonra yaşanan ve yaşanacak her bölgesel gelişme, öncelikle bu objektif gerçekliğin hareketi içinde değerlendirilmelidir. Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi hegemon kimliği buraya kadar bir tercih değil, bir zorunluluktur. Yani Türkiye’ye teklif edildiği veya dayatıldığı varsayılan neo Osmanlıcılık türünden misyonlar, teklif edenlerin özel icadı değil, gördükleri potansiyeli manipüle etme çabalarıdır. Ancak bu konuda Türkiye’ye ait bir kararlılık ve yönelim henüz ortada yoktur. Bu noktada eski dünya düzeninin Türkiye’deki personelinin yeni döneme ilişkin itirazları(Ulusalcılık,Ergenekon, her ne isimle anılırsa anılsın bu unsurların itirazları kendi imtiyazlarını korumaya dönük görünmektedir), son tahlilde bu odaklardan bağımsız olarak Türkiye için bir pazarlık kozu, büyük güçler içinse bir ayakbağıdır.

Aynı denklem, bölgede büyük güçlerin plantasyonu ve ayar merkezi misyonu olan İsrail için de geçerlidir. İsrail’de iktidarda olan güçler de henüz çerçevesi muğlak görünen yeni dönemde bölgesel misyonlarını Türkiye’ye kaptırma endişesiyle direnmektedir.Onların bu direnişi de bir tür pazarlık kozudur. Bu bağlamda, hem büyük güçler-(adını ABD-İngiltere koalisyonu olarak zikredebiliriz.) içinde hem de bu Türkiye ve İsrail devletleri içinde kıyasıya bir çatışma, çekişme ve rekabet yaşanmaktadır.

Türkiye’nin AK Parti iktidarı ile içine girdiği canlanma süreci, tarihi ve coğrafi dinamiklerle daha barışık kadroların varlığı ile potans halindeki emperyal çevrim dinamiğini harekete geçirme işaretleri vermektedir. İsrail’deki eski düzen yanlısı güçler ise buna karşı harekete geçmiş ancak Türkiye’de başaramadıkları kapsamlı direnişi hem İsrail’de ve hem de bölgesel düzeye yayarak sürdürme peşinde görünmektedirler.

Bu bağlamda Türkiye’deki –adını, içeriğindeki tuhaf hukuksal hataları ve sunumdaki abartılı söylemin yanlışlarını saklı tutarak anlaşılsın diye kod adı Ergenekon olan – eski düzen personeli ve İsrail’deki iktidarla ABD ve İngiltere içindeki NeoCon olarak ifade edilen ama kapsamı aslında daha derin ve geniş olan güçler arasında ortak ve paralel bir pozisyon vardır. Obama ile temsil edilen yeni bir döneme geçiş çabalarını sabote etme eylemleri için Türkiye ve İsrail kullanılmaktadır. Türkiye’de, hükümetin her yenilik çabası sabote edilerek, İsrail’de ise Türkiye’deki bu sabotajlara destek verilerek sürecin çatışmalı denkleminde yer almaktadır.

(PKK denilen örgüt içindeki unsurların da zaman zaman bu sabotajlarda rol aldığı görülüyor)

Bu genel fotoğraf içinde şimdilik yaşanan güncel gelişme ile ilgili şunlar söylenebilir:

- Türkiye, bir 'Augustus eşiği'ndedir.

- Bölgesel hegemonya için bütün olası rakiplerini yenmek zorundadır.

- İsrail, bu süreçte Türkiye’ye rakip ve hasım olarak artık açıkça tavrını belli etmiştir.

- Türkiye’nin hızlı bir şekilde İsrail, PKK ve Ergenekon denilen şeklen bir birinden bağımsız ama özünde ortak eski düzen unsurlarını kontrol altına alması gerekmektedir.

- Bu manada Ergenekon davalarının hukuk çerçevesinde tamamına erdirilmesi,

- PKK ve İsrail’in ise dönüşüme zorlanması öncelikli gündem olmalıdır.

- İsrail’de Netanyahu-Liberman çetesi, mutlaka yıkılmalıdır.

- AK Parti hükümeti, bu çeteyi yıkamazsa, kendisi yıkılacaktır.Türkiye bütün imkanları ile İsrail'in dönüşümünü bu çetenin tasfiyesi üzerinden sağlamaya dönük çok yönlü bir politika geliştirmelidir. İsrail'de pasifist-barışçıl muhalefetin etkin olacağı bir iktidar yapısı bölge barışı için ömcelikli bir adım olacaktır.

- Gazze konvoyuna saldırı ile başlayan yeni süreç, İsrail’deki çetenin genel olarak Türkiye misyonuna özel olarakta AK Parti ile temsil edilen sosyal ve siyasi iradeye açtığı bir savaştır.

- Yeni dönemin başlangıcı için bu olaylar bir bela değil, bir rahmet ve fırsat olarak değerlendirilmelidir.

- Türkiye kendisine açılan bu yeni Aktium savaşını mutlaka kazanmak zorundadır.

- Bu savaşın galibi, PKK ve Ergenekon’la temsil edilen diğer fitne ve belaları da bertaraf edecektir.

- Ancak böyle bir zafer sonunda Augustus eşiği geçilecek, ve hem Türkiye’de hem bölgede hem de dünyada yeni bir dönem başlayacaktır.

- Yeni dönem, savaş ilanı karşısında korkmayan, paniklemeyen, bedavadan elde edilmiş konforlu ilişkilerle değil, kriz yöneterek, bedel ödeyerek, düşmanlığa misliyle cevap vererek, savaş anında halka itidal değil daha fazla savaşçı ruh pompalayarak, savaşı politikanın bir aracı ve diplomasiyi bu savaşçı iradenin emrinde bir silah olarak gören kurmay kadrolarla inşa edilecektir.

- Bu olayların bir an önce sukunetle bitmesini isteyen ve kaldıkları yerden el bebek gül bebek devlet yönetmecilik oynamaya devam etmek isteyenler, artık farklı bir dönemin başladığını ve eski düzen çetelerinin tam anlamıyla yenilene kadar her tür sabotaja devam edeceğini, yani daha bir çok krizin güçlü iradelerle yönetileceği bir süreç yaşanacağını beklemelidir.

- Türkiye, kendisine yönelik en büyük sabotaj olan iç çatışmalarla zayıf düştüğü noktalarda yani ulusalcı veya liberal, Türk ve Kürt, Alevi ve Sünni, Laik ve İslamcı tüm güçlerini ortak bir gelecek için seferber edecek büyük bir terkib arayışına sokulmalıdır.

- Son olarak: İsrail’deki çetenin Savaş ilanına altı boş küfürlerle karşılık vermeye kalkanlara yönelik isyanımızın nedenlerini kavrayamayanlara da eski Çin filozofu Sun Tzu’dan bir çift söz;

- “Akıllılar savaşmadan kazanır akılsızlar ise kazanmak için savaşır. Ama savaş kaçınılmazsa zafer için yapılacak tek şey savaşı iyi yönetmektir.”

- “Güçlü olamazsan zayıfta olamıyorsan bu işin sonu yenilgidir.”

haber10


KCK iddianamesi mahkemede

7587 sayfalık iddianamede Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı şüpheli olarak yer alıyor
12 Haziran 2010

Terör örgütü PKK'nın ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması''na yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında hazırlanan iddianame 6. Ağır Ceza Mahkemesine sunuldu.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 7587 sayfalık iddianamede, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) eski Genel Başkanı Deniz Baykal'ın 2009 yılındaki yerel seçimlerden önce terör örgütü PKK'nın KCK/TM sözcülerinden uygun görmeleri halinde Diyarbakır'a gelmek için izin istediği ileri sürüldü.

İddianamede, şüphelilerden KCK/TM sözcüsü Nadir Y'nin, Baykal'ın Diyarbakır'a gelmemesini, geldiği taktirde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gelişi esnasında organize edilen eylemlerin aynısının yapılacağını anlattığı kaydedildi.

İddianamede, 05 Aralık 2008 tarihinde kapatılan DTP'nin milletvekili olan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, DTP Genel Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda şüpheli olan Kamuran Yüksek'i arayarak, CHP MYK üyesi bir milletvekilinin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'i arayarak, Baykal'ın ziyaret teklifini ilettiğini anlattı.

Demirtaş, Baydemir'in de ''Ben bir şey diyemem bu konuda Selahattin Beyle görüşün'' dediğini Yüksek'e bildirdiği anlatılan iddianamede KCK sözcüsü Nadir Y'nin ise Baykal'ın Diyarbakır'a gelmemesini, geldiği taktirde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a KCK/TM yapılanmasında organize edilen eylemlerin aynısını yapacaklarını belirttiği kaydedildi.

AHMET TÜRK'ÜN OBAMA İLE GÖRÜŞMESİ
İddianamede, kapatılan DTP'nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk'ün, Türkiye'yi ziyaret eden ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı görüşme de yer aldı.

İddianamede, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın talimatı üzerine PKK'nın sözde Avrupa sorumlusu Sabrı Ok tarafından hazırlanan ve Kürt sorununu içeren bir mektubun KCK/TM yöneticilerine ulaştırıldığı ve daha sonra Ahmet Türk tarafından Obama'ya verildiği anlatıldı.

OK, BDP'NİN KURULMASI TALİMATINI VERDİ
İddianamede, hakkında kırmızı bültenle yakalama kararı bulunan ve ilk şüpheli olarak yer alan terör örgütü PKK'nın sözde Avrupa sorumlusu Sabri Ok'un DTP'nin yerine yeni bir partinin kurulması için kapatılan DTP'nin eski Genel Başkan Yardımcısı Kamuran Yüksek'e talimat verdiği belirtildi.

Şüpheli Ok'un zorlamasıyla Muş'un Varto Belediye Başkanı Demir Çelik'in ikna edilmeye çalışıldığı kaydedilen iddianamede, ''Demir Çelik'in kabul etmeye yanaşmaması üzerine kendisine örgüt tarafından sahip çıkılacağı teminatı verildi. Yüksek'in Çelik ile görüşmeler yaptığı, görüşmeler sonucunda Çelik'in ikna edilerek Sabri Ok ile görüşmek üzere yurt dışına çıktığı, tekrar yurda döndüğünde BDP'nin kurulduğu tespit edilmiştir'' denildi.

Ok'un ayrıca ülke genelinde düzenlenen sokak eylemlerini organize eden KCK Türkiye Koordinasyonuna da başkanlık ettiği vurgulanan iddianamede, ''terör örgütünü yönetmede faydalı olabilecek her türlü askeri, adli ve idari bilgiler, Ok vasıtasıyla Kandil'de bulunan KCK Yürütme Konseyine iletilmektedir'' denildi.

BAYDEMİR "SAYIN ÖCALAN"A İMZA ATMADI
İddianamede ayrıca KCK/TM yapılanmasında yer alanların kendi aralarında yaptıkları görüşmelerde kapatılan DTP'nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk'e ''Kanco'', Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e ''Ciguli'', kapatılan DEP'in eski milletvekili Leyla Zana'ya ''abla'', terör örgütü elebaşı Öcalan'a ''başkan, baba, önder, önderlik'' ve şüpheli Sabri Ok'a da ''abi'' lakabı taktıkları ifade edildi.

İddianamede Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in ''Sayın Öcalan'' kampanyasına imza atmadığı için KCK/TM tarafından disipline sevk edildiği ifade edildi.

"İNTİHAR ETMEYİ DÜŞÜNDÜM"
İddianemede, örgütün talimatları doğrultusunda 2008 yılında yapılan ''Sayın Öcalan'' kampanyasına imza vermediği için disipline verilen Baydemir'in, söz konusu olay nedeniyle Yerel Yönetimler Komisyonundan istifa etmek için dilekçe verdiği, ancak KCK Türkiye sözcülerinin istifayı kabul etmediği belirtiliyor.

İddianamede ayrıca Baydemir'in yaşanan gelişmeler üzerine kapatılan DTP'nin eski Genel Başkan Yardımcısı Selma Irmak'ı arayarak, ''Moralim çok bozuk. İntihar etmeyi düşündüm'' dediği yer aldı. Irmak'ın durumu Kamuran Yüksek'e bildirdiği, Yüksek'in de kampanyaya katılmadığı için bunun gerekli görüldüğünü ve taviz verilmemesi, herkesin talimatlara uyması gerektiğini anlattığı kaydedildi.

BAYDEMİR'İN TELEVİZYON'A ÇIKMASINA İZİN VERİLMEDİ
KCK/TM üyelerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerde, Baydemir'in seçim çalışmalarında örgütlenmeyi iyi yapamadığı belirterek, ''Ramazan paketi dağıtarak AK Parti ile yarışılamaz. Belediyenin finansında örgütsel gazetelerin tek tek evlere dağıtılması gerekmektedir'' dedikleri ifade edildi.

İddianamede, ayrıca Baydemir'in bir televizyon programına çıkmak için KCK/TM yöneticilerinden izin istediği, ancak üst düzey yöneticilerin buna izin vermediği belirtilerek, ''Bu durumda, bölge belediyelerin KCK/TM yapılanmasının emirleri altında olduğunu açıkça göstermektedir'' denildi.

"KCK, BELEDİYELERDE TAM YETKİLİ"
İddianamede, KCK/TM yöneticilerinin kapatılan DTP'ye ait belediyeler üzerinde etkili oldukları, işçi alımı, işçi ücretleri, işten çıkarma, ihalenin verileceği kişi gibi hususlarda talimat verdikleri ileri sürüldü. Faaliyetlerine uymayanlara ise cezai yaptırımlar uyguladıkları ifade edildi.

KCK/TM üyelerinin BDP milletvekilleri üzerinde de baskı kurdukları anlatılan iddianamede, milletvekillerine Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılmamaları yönünde talimat verildiği belirtildi.

KCK/TM'NİN MAVİ KAMPANYASI
KCK/TM yapısına bağlı olarak faaliyet yürüten ve mali alanda görevli şahısların Diyarbakır ve bölgede faaliyet yürüten şirketlerle iş adamlarından ''Mavi Kampanya'' adıyla para topladıkları kaydedilen iddianamede, şu ifadeler yer aldı:

''Vermeyenlere gözdağı verildiği, yine yeni iş yeri açmak isteyen esnafın örgütün ofisi olarak kullanılan yerel yönetimler bürosuna giderek 'hava parası' adı altında haraç verdikleri ve yerel esnafın dükkanlarına kumbara konularak bu kumbaralara düzenli olarak para konulduğu, bu kumbaraların zaman zaman mali alandaki örgüt üyelerince boşaltılarak kazanç temin edildiği tespit edilmiştir. Belediye işçilerinden zorla para alındığı, vermeyenlerin ise işten çıkarıldığı görüşmelerden anlaşılmaktadır.''

TAZİYE MASRAFLARI BELEDİYE VE İŞ ADAMLARINDAN
İddianamede, güvenlik kuvvetleriyle girdikleri çatışmalarda ölen terör örgütü mensupları için KCK/TM tarafından organize edilen terörist cenazelerinin taziyesinde ikram edilen yiyecek ve içeceklerin masraflarının belediyeler tarafından karşılandığı, bunların bir kısmının da bazı iş adamlarına ödettirilmeye çalışıldığı ifade edildi.

"TÜRKAN SAYLAN'IN TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM ETTİĞİ İDDİASI"
İddianamede, terör örgütü PKK'nın gençlik yapılanması olan Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi İstanbul sorumlusu olduğu değerlendirilen örgüt mensubunca Kamuran Yüksek'e hitaben yazıldığı ileri sürülen bir rapora da yer verildi.

İddianamede, raporla ilgili şu ifadeler yer aldı:

''İstanbul'da yürütülen terör örgütü faaliyetlerinde birçok YDGM üyesi örgüt mensubunun yakalanmasından dolayı eylemsel anlamda yeni genç örgüt üyelerine ihtiyaç olduğundan İstanbul'a gönderilmesi, gelecek olanların barınma ve maddi yönden sıkıntı yaşamayacakları, çünkü Türkan Saylan'ın daha önce kendilerine maddi ve barınma açısından desteklediği, yine bu desteklerine devam edeceğinin belirtildiği, bu durumdan da Yüksek'in metropollerde örgütün eylemlerini organize ettiği, örgütsel çalışma yürütmek için eleman temin ettiği ve legal görünümlü sivil toplum kuruluşlarının terör örgütüne yardım ettiğinin bizzat kendi yazdıkları bu rapor ile belgelendiği..''

TBMM'DE KÜRTÇE KONUŞMA TALİMATI
İddianamede, kapatılan DTP'nin belediyeleri ve milletvekillerinin KCK/TM sözcülerine bağlı oldukları ileri sürülerek, ''2008 yılı Ekim ayında Başbakanın Diyarbakır'a ziyareti sırasında halkın kepenk kapatması, çöplerin toplatılmaması, öğrenci servis araçlarının çalışmaması ve Baydemir'in Başbakanı karşılamak için havaalanına gittiği esnada yoldan geri çağrılarak karşılamasının engellenmesi buna örnektir. Ayrıca KCK/TM sözcülerinin DTP'li milletvekillerinin Türkiye'deki ortamı germek ve bağlı kitleyi canlı tutmak için mecliste Kürtçe konuşma ve oturum düzenlenmesi talimatını Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş'a verdikleri tespit edilmiştir'' denildi.

İSTENEN CEZALAR
İddianamede, 103'ü tutuklu, 151 şüpheli hakkında, TCK'nın ''Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak', ''Terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak'', ''Terör örgütüne yardım ve yataklık etmek'' suçlarından 15 ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezası isteniyor.

Şüpheliler arasında kapatılan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) 28 yöneticisi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, 2 İl Genel Meclisi Başkanı ile 2 belediye meclis üyesi de bulunuyor.

26'sı kadın olan 103 tutuklu arasında Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay, Diyarbakır'ın Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin, Şırnak'ın Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahin, Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk ve Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven'in yanı sıra kapatılan DTP'nin eski Genel Başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ile Selma Irmak, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski Başkan Vekili Ali Şimşek, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, kapatılan DEP'in eski milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi eşbaşkanı Hatip Dicle, Dicle eski Belediye Başkanı Abdullah Akengin, Batman eski Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, Viranşehir eski Belediye Başkanı Emrullah Cin, Ergani eski Belediye Başkanı Nadir Bingöl, DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı, Ramazan Dede ve Abbas Çelik de yer alıyor.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan iddianamenin kabul edilmesi halinde yargılamaya gelecek günlerde başlanacak.
habertürk

Cengiz Çandar
Tehlikenin adresi: Washington? Diyarbakır? Ankara?

SETA Vakfı için geçen yılın sonlarında “Türkiye’nin ‘Yumuşak Güç’ Stratejisi: Çok Kutuplu Dünya için Yeni bir Vizyon’ başlıklı bir rapor kaleme almıştım. İngilizce’den sonra Arapça da yayımlanmış; dün İstanbul’da SETA’nın düzenlediği ve Arap dünyasından bir çok katılımcının yer aldığı “Türk-Arap Forumu” sırasında yedi ay önce yazmış olduğum metnin Arapça’sını da edindim.

Birinci sayfasında gözüme “Eksen Kayması mı?” arabaşlığı ve altında şu cümleler dikkatimi çekti:

“2009 yılının üçüncü çeyreğinde Batı dünyasının önde gelen gazete ve dergilerinde yoğun şekilde Türkiye’nin Transatlantik sistemden uzaklaşarak, yönünü güneye (Ortadoğu’ya) ve doğuya (Asya’ya) çevirdiği bir eksen değiştirme süreci içinde olduğu yönünde yorumlar makaleler ve köşe yazıları yayımlandı.

Samuel Huntington’un ‘medeniyetler çatışması’ varsayımının küresel entelektüel söylemin ana mevzularından biri haline geldiği 11 Eylül sonrası dünyada jeopolitik konumu açısından vazgeçilmez olan Türkiye’nin doğuya dönüşü medeniyet fay hattında önemli tektonik kayma anlamına geliyordu. Nitekim Türkiye’nin yönü, batıdan doğuya, kuzeyden güneye herkeste bir merak uyandırdı. 2009 sonbaharının başından beri aşağıdaki şekilde bir başlık okumadığımız gün geçmedi neredeyse: ‘Batı Türkiye’yi nasıl kaybetti?’, ‘Türkiye Batı’yı terk ederse neler olur?’, ‘Türkiye artık bir müttefik değil’, ‘Türklerin doğuya dönüşü’, ‘Türkiye’nin İran ve İsrail’e kaygı verici yaklaşımı’, ‘yeni Türk lûgatı’, Türkiyesiz bir NATO’, ‘Türkiye İran’ın dostu mu?’, ‘Doğu’ya İslamî eksen’, ‘Avrupa’da hayal kırıklığı’, ‘Türkiye Doğu’ya bakıyor’, ‘Türkiye ve Ortadoğu: Doğu’ya ve Güney’e bakmak’.”

Geçen haftanın Batı basınına yansayan gazete, dergi ve inceleme raporu başlıklarından bahsetmiyoruz; yarım yıl öncesinden bahsediyoruz.

Yani?

Yani, şu son günlerin özellikle televizyon ekranlarına da taşınan hararetli tartışma konusunda yeni bir şey yok. Üstelik o tarihte ne Gazze’ye yardım filosuna Türk kanı döken İsrail saldırısı vardı, ne de Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne İran’a yaptırımlar konusunda ABD ve diğer daimi üyelerin karşısında kullandığı “Hayır” oyu.

Dolayısıyla, “eksen kayması” tartışmasının son gelişmelerden çok önce gündeme geldiği, getirildiği apaçık.

Peki “yeni” olan ne?

Yeni olan, Washington merkezli İsrail lobisinin medyadaki uzantıları üzerinden bu tartışmayı Türkiye’deki hükümete yönelik amansız yıkıcı bir kampanyaya dönüştürmüş olması.

*** *** ***

Peki bu “tehlikeli” bir “trend” mi?

Tümüyle tehlikesiz olduğu söylenemez. Söz konusu olan güçlü bir çevre. İsrail’in asıl gücü veya gücünün birkaç misli Washington merkezli destekçilerinden kaynaklanıyor. Eli kolu uzun ve etkili bir çevreden söz ediyoruz. Türkiye’nin içinde “karşılığını” bulduğu anda “çarpan etkisi”yle gücünü arttıran bir çevre bu.

Ama asıl tehlike ve “çarpan etkisi” bu tehlikeden kaynaklanmıyor.

Tehlike, içerden ve hükümetin Kürt sorunu karşısında bir yönüyle “mefluç”, bir diğer yönüyle ne yapacağını bilememekten ötürü “yanlışa sapmış” halinden kaynaklanıyor.

“Demokratik Açılım”ın birinci yıldönümüne yaklaştık. Başbakan’ın arada bir Dolmabahçe’de sinema sanatçıları, sahne sanatçıları, ses sanatçıları, yazı-çizi erbabı ve sporcularla yaptığı toplantılardangayrı “Demokratik Açılım”dan söz edilecek bir durum ortada yok.

Buna karşılık, PKK’nın “silahlı çatışma”yı tırmandırması, buna karşı “operasyonlar”ın da artması (veya tersi; ama sonuç fark etmiyor) durumu var. Bu “şehit cenazeleri”nin, subay eşlerini de kapsayacak şekilde dramatik boyutlara erişmesi ve ülkenin her yanına dalga dalga yayılan öfke birikimi de cabası.

Bütün bunlar kadar önemli bir gelişme, KCK iddianamesinin tamamlanarak, yüzlerce kişinin PKK ile ilişkili oldukları iddiasıyla ağır cezalar alabileceği mahkemelerin başlamasının da arefesindeyiz. Kürt sorununa ilişkin “negatif enerji” her yeri öyle kaplamakta ki, bundan bir yıl önce Hasan Cemal, Kandil’de Murat Karayılan ile röportaj yaptığı zaman, bu, “silahsız yeni bir sayfa açılması” konusunda toplumda heyecan yaratmış iken, ondan bir süre sonra Murat Karayılan’dan daha alt rütbelilerle aynı konuda mülakat yapan İrfan Aktan ağır hapis cezasına çarptırılıyor bugün.

Ekim 2009’da Habur’dan içeri giren ve büyük bir “uzlaşma” ve “barışma”nın kapısını açacakları düşüncesiyle serbest bırakılan PKK’lılar, Haziran 2010’da PKK’lı oldukları için ve “pasaport kanununu ihlal ettikleri” gibi suç isnatlarıyla mahkemelik oluyorlar ve hapishaneyi boylacaklar.

PKK’lıların ya da onların etkisinde “düz ovada” siyaset yapmaya kalkışanları KCK iddianamesinin sanıkları arasında görüyoruz. Aralarında bulundukları yerin üçte ikisinden fazla oyla, büyük halk desteğiyle seçilmiş belediye başkanları da var. Hatta “KCK” yani “PKK baskısı” altında olduğuna dair hakkında telefon kayıtları yayımlanan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de 30 küsur yıllık hapis cezası istenen bir sanık durumuna düşürülüyor.

Bütün bunlar Kürt meselesinin çığrından çıkması, “Demokratik Açılım”ın sona ermesi, “şehit cenazelerinin artması”, karşılıklı toplumsal nefretin beslenmesi gibi sonuçlar vermeye aday. Türkiye’nin “eksen kayması” tartışmaları altında sıkıştırılmak istenen hükümetini iyice köşeye sıkıştırmak için, bu adımların atılmasından daha güçlü sonuç verecek hiçbir şey yok.

*** *** ***

KCK’nın PKK ile ilişkisi bilinmeyen, çok şaşırtıcı bir şey mi? KCK’nın BDP üzerindeki etkisi hiç akla gelmeyecek türden bir sürpriz mi? BDP (ve daha önce DTP) defalarca “PKK ile aynı taban üzerinde siyaset yapıyoruz” diye zaten açıklamadı mı?

PKK’nın yasa dışı ve silahlı bir örgüt olduğu malûm.

Ama “Demokratik Açılım” dediğiniz zaten, “nihaî kertede” ve “barışcıl yollardan” PKK’ya silah bıraktırmak ve PKK’lılar ile onların etkilediği tüm unsurlara “yasal siyaset yolları açmak” değil miydi? İnsanları Kandil’den ve Güneydoğu’nun dağlarından indirmek, Avrupa’dan döneceklere “buyrun gelin artık” demek, hapishanelerin kapılarını “artık özgürsünüz, bunun karşılığında yasal siyaset yapın çünkü yapabilirsiniz” demek değil miydi?

Herhalde “Demokratik Açılım”dan umulan, Kandil’den ve Güneydoğu’nun dağlarından insanların inmesi, Avrupa’ya çıkmış yüzlerce, binlerce kişinin gelmesi ve hep birlikte “Teslim oluyoruz; bizi içeri tıkabilirsiniz” demeleri değildi.

Hal böyle ise, KCK’lıları içeri tıkıp ağır ceza tehdidi altında yargılamak ne demek?

BDP’lileri içeri atmak, kollarını kanatlarını kırmaya çalışmak demek. Belediye başkanlarını içeriye atmak ve onların kimi yerde ezici çoğunluğa sahip seçmenlerine “sizin oyunuz geçersizdir” demek.

Ama bundan da önemlisi “ovada siyaset yok” ilânı yapmak demek ve dolayısıyla “ovada siyaset yapmak” isteyenlere, “size burada hayat yok, gidin dağa çıkın; sizinle savaşalım” demek.

Bunun, tam da PKK’nın şu andaki politikasına “lojistik destek” sağlamaktan başka somut anlamı yok.

Bunun, Washington’da bazı merkezlerden pompalanan ve Tel Aviv’den de desteğini bulan kampanyaya Türkiye’nin içinden “katkı sağlamak”tan başka anlamı da yok.

Hükümetin, kendisinden de önce “Türkiye’nin selâmeti” açısından “yol haritası”nı bir kez daha gözden geçirmesinde ise sonsuz yarar var.

Şu soruyu sormak yanlış olmaz: Türkiye’ye yönelik büyük tehlikenin gerçek adresi neresi?

Doğru cevap üç şıktan biri olabilir:

a. Washington (Tel Aviv)

b. Diyarbakır (İmralı-Kandil)

c. Ankara (bir bölümü)

Hürriyet

BDP'li Yıldız vatandaşları "vicdani ret"e çağırdı

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Başkanvekili Bengi Yıldız, Batman'da kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada "Vicdani Ret, AİHM tarafından kabul edilen bir haktır, Bu hakkı kullanın ve çocuklarınızın ölmemesi için askere göndermeyin." çağrısında bulundu.

BDP Batman İl Başkanlığı, Mahmur ve Kandil'den gelen grubun tutuklanmasını protesto etmek için kalabalık bir grup eşliğinde yürümek istedi. Polis'in yürümelerine izin vermediği grupta bulunan BDP Grup Başkan Vekilleri Bengi Yıldız ve Ayla Akat Ata, BDP Batman İl Başkanları Şehmus Aslan ve Saadet Becerikli'nin de aralarında bulunduğu BDP'liler partinin il başkanlığı önünde açıklama yaptı.

Saadet Becerikli'nin okuduğu basın açıklamasının ardından konuşan BDP Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız, vatandaşlara çocuğunu askere göndermemeleri çağrısında bulundu. BDP'li Yıldız açıklamasında, "Avrupa İnsan hakları mahkemesinin kararına göre, Vicdani Ret, Askere gitmemek için bir haktır. Bundan sonra çocuklarınızı bu kirli savaşa göndermeyin. Bu savaşın ortağı olmayın. Kim bu savaşı sürdürmek istiyorsa, Genelkurmay Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Türkiye'yi yönetenler, onlar çocuklarını askere göndersin. Bundan sonra BDP olarak, halkımız olarak sizler, 1 yıl, 2 yıl, 10 yıl gidin cezaevinde yatın, kendi çocuklarımızı öldüreceğimize, Vicdani ret hakkımızı kullanırız ve gidip paşa paşa cezaevinde yatarız. Ama bundan sonra çocuklarımızı askere göndermeyeceğiz." dedi.

BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ise, polisin yürüyüşe izin vermemesini eleştirerek başladığı konuşmasında, "Dün sabah TV'leri izlemek için açtığımda utandım. Savaşın, ölümlerin devamını isteyenlerin, cenaze töreninde ailelerin acılarını paylaştıklarını görünce utandım. Ben utandım ama onlar utanmıyor. Hem bu ölümlerin sebebi olacaksın, hem de göstermelik acı paylaşımı yapacaksın. Cenaze namazında saf tutanlardır bu ölüme neden olanlar" dedi.
20 Haziran 2010 habertaraf

Osman Öcalan: “Yüksek yargıdaki bazı Aleviler sıkışınca, PKK'daki Aleviler harekete geçti..."
21 Haziran 2010

Osman Öcalan; “Ergenekon'un içindeki ve yüksek yargıdaki bazı Aleviler sıkışınca, PKK'daki Aleviler harekete geçti... Katliam emrini veren Mustafa Karasu'dur... Karasu, PKK içinde Alevi dedesi gibi hareket etmektedir” dedi.

Öcalan, “ Son zamanlarda yurtsever kesim yerine Alevi ve solcu kesim PKK içinde etkili olmuş durumda. PKK'yı şimdi bu grup yönlendirmektedir” diye konuştu.

SALDIRI TALİMATINI VEREN KARASU ALEVİ DEDESİ GİBİDİR

PKK'nın solcu ve Alevi kesiminin başında Mustafa Karasu ve Duran Kalkan'ın bulunduğunu kaydeden Öcalan, “Özellikle Mustafa Karasu, bir Alevi dedesi gibi hareket eder. Karasu, Sivas'ın Alevilerindendir. Duran Kalkan ise Kürt bile değildir” şeklinde konuştu. Öcalan, “Cezaevinde PKK liderleri açlık grevi yapmıştı. Mustafa Karasu'nun durumu kötüleşince, devlet istekleri yerine getirdi. Cezasından 3 yıl önce tahliye oldu. Mehmet Şener öldürülünce, Karasu PKK'nın içinde ilerledi. Kendisinin sosyalist olduğunu söylüyor. Ama sosyalist biri değil. O, PKK'nın içinde Alevilerin temsilciliğini yapıyor” dedi.

“HÜKÜMET, KÜRTLERİN SAĞ KESİMİ İLE DİYALOG KURMALI”
Hükümetin, yurtsever demokrat Kürt kesimi ile direkt ya da dolaylı olarak diyalog kurması gerektiğini kaydeden Öcalan, “Direkt yapılamıyorsa, endirekt diyalog kurulması olumlu sonuç verecektir. Hükümet, sol militanlar yerine Kürt kesiminin ılımlı sağ kesimi ile diyalog kurmalıdır. Fakat ne sağ, ne sol, hiç kimse ile diyalog kurulmamaktadır. Şahsım adına ben defalarca diyalog önerdim ama selam veren olmadı” diye konuştu.

Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan 31 Mayıs sonrası için mesaj verdiği, ardından da terörün azdığı şeklindeki değerlendirmeleri yorumlayan Osman Öcalan, “Abdullah Öcalan, 31 Mayıs'a kadar ‘durun' diyordu. Kürtler için Öcalan, PKK'dan daha önemlidir. 31 Mayıs'tan sonra Öcalan her şeyi serbest bıraktı. Serbest bırakınca da AK Parti hükümetini yıpratmak isteyen sol-Alevi kesime fırsat verdi. Mesala Tokat Reşadiye ve İskenderun'daki saldırılar da solcu-Alevi kesimce gerçekleştirildi.”

“BAZI ALEVİLER KÖŞEYE SIKIŞINCA PKK'DAKİ ALEVİLER HAREKETE GEÇTİ”

Osman Öcalan, son dönemde yüksek yargıdaki Alevi kesimin ayyuka çıkarılan illegal ilişkileri ile PKK'nın Alevi kesiminin saldırılarını artırması arasında bir ilişki bulunup bulunamayacağına yönelik sorumuz üzerine ise şöyle konuştu:

“Türkiye'deki bazı Alevilerin zor durumda olması ile PKK'nın Alevi yapılanmasının ülkeyi karıştırıp AK Parti'yi tasfiye etmek üzere gayret sarfetmeleri arasında ilişki gözardı edilemez. Türkiye'deki bazı Alevilerin üzerine gidildiğinde, Alevi dedesi gibi hareket eden mevcut sürecin ideoloğu Mustafa Karasu'nun kazan kaldırması doğaldır.”

Kaynak: Vakit

Zonguldak'ta Tehlikeli Gerilim
Sevgilisine kaçan kadının peşinden gelen 30 yakını olay çıkardı

GAZİANTEP’te oturan 18 yaşındaki B.S.’nin, 3 ay önce imam nikahı ile evlendiği eşini terk edip, Zonguldak’ın Alaplı İlçesi’nde yaşayan internetten tanıştığı sevgilisi Sedat Şen’e kaçması ilçeyi karıştırdı. B.S.’nin imam nikahlı eşi ve yaklaşık 30 yakını, ilçeye gelerek Sedat Şen’in ağabeyi Ferhat Şen’i bıçakla yaraladı. Şen’in yakınlarının da bulunduğu kalabalık ise, sahilde yakaladıkları karşı gruptan 3 kişiyi tekme tokat döverek hastanelik etti.

Alaplı'ya bağlı Ömerli Köyü Gökçeler Mahallesi’nde oturan Sedat Şen, daha önce internetteki bir arkadaşlık sitesinden tanıştığı B.S. ile geçen yıl evlenmeye karar verdi. İddiaya göre B.S., Sedat Şen ile evlenmek için Alaplı’ya gelirken, peşinden gelen ailesi o zaman 18 yaşını doldurmayan B.S.’yi jandarmanın devreye girmesiyle geri aldı. Aile, ardından da B.S.’yi bir akrabaları ile imam nikahı ile evlendirdi.

3 aylık gelin B.S., 18 yaşını doldurmasının ardından 2 gün önce imam nikahlı eşini terk edip, ikinci kez Alaplı’daki sevgilisine kaçtı. B.S.’nin imam nikahlı eşi ve yaklaşık 30 yakını da peşinden ilçeye geldi. Ailenin jandarmaya şikayeti üzerine gözaltına alınan B.S. ve Sedat Şen, adliyede cumhuriyet savcısına ifade verdi. B.S.’nin kendi isteği ile kaçtığını belirtmesi üzerine sevgililer serbest bırakıldı. Sedat Şen ve sevgilisinin, serbest kaldıktan sonra ortadan kaybolması genç kızın Gaziantep’den gelen yakınlarını öfkelendirdi.


GENCİN AĞABEYİNİ BIÇAKLADILAR
B.S.’nin yakınları, bugün öğle saatlerinde Alaplı Sanayi Sitesi’nde çalışan Sedat Şen’in ağabeyi Ferhat Şen’e saldırıp bıçakla yaraladıktan sonra kaçtı. Olayı duyan Şen’in yakınları ve ilçedeki bir grup vatandaş, kaçan grubu ilçe merkezindeki Karşıyaka Mahallesi sahilinde yakaladı. Öfkeli kalabalık, Gaziantepli gruba tekme tokat saldırdı. Polisin müdahalesiyle kavganın büyümesi önlenirken, Gaziantepli gruptan 3 kişi yaralandı.


PKK ALEYHİNE SLOGANLAR
Yaralanan Ferhat Şen ve diğer 3 kişi Ereğli Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Yaralıların hayati tehlikelerinin bulunmadığı bildirildi. Grubun doğulu olması nedeniyle şehirde infiale neden olan olayın ardından, ilçeye takviye polis ekipleri sevk edildi. Kavgaya karışan iki taraftan da bazı kişiler gözaltına alındı. Olayların yatıştırılmasının ardından yaklaşık 50 kişilik grup, PKK terör örgütü aleyhine sloganlar atarak ilçe merkezinde yürüyüp olayı protesto etti aktifhaber

Kürt Sorunu, Türk Sorunudur
Tuğrul Keskingören
Açık İstihbarat
22.06.2010

Etniklikle baglantili milliyetci bir halk hareketi olarak goz onunde bulundurulmasi gereken Kurt milliyetciligi iddia edildigi gibi ne Cumhuriyet donemi sonrasi Turklestirme politikalarina karsi bir baskaldiri hareketi olarak, ne de PKK'nin (Partiye Karkeren Kurdistan-Kurdistan Isci Partisi) 1984 eylemleri ile aniden ortaya cikmis bir sosyal hareket ornegidir.

Kurt milliyetciligi, tarihsel baglam ve kendine ozgu bir gelisim sureci icerisinde degelerdirilmesi gereken, kokenleri Osmanli Imparatorlugunda Yavuz Sultan Selim devrine kadar inen, kendini Ahmedi Hani'nin 15.yuzyilda Mem-u Zin'in de bahsettigi efsanevi destaninda da bulan derin koklere sahip bir sosyal harekettir.

Ne Kurt Milliyetciligi Turk Milliyetciligine karsi dogmus ne de tersi bir yaklasim soz konusudur, fakat her iki milliyetcilikte bolge disi ulkelerin ortadogudaki somurgeci politikalari ile birbirine dusman gibi gosterilmeye calisilmis ve belli olcude de olsa basarili olunmustur.

Her ne kadar bolgedeki bu iki milliyetcilik birbine karsi cikmasa da, hatta kendine ozgu ve birbirinden bagimsiz sosyal ve siyasi yapilarda olsa, dunya konjokturunde meydana gelen bolgesel bazdaki degisimler etnik rekabet temeline dayali politikada Kurt milliyetciliginin guclenmesi bununla birlikte bir korelasyona sahip olan Turk Milliyetciligininde ivme kazanmasina yol acmistir.

Bu yazida Cumhuriyet donemi icinde olusturulmaya calisilan, devletin ve hakim sinifin topluma giydirmeye calistigi Turkiyelilik baglamindaki ‘Turk’ kimligininin iflasinin en guzel ornegi Kurt milliyetciliginin yukselisi ile olmustur tezi islenmektedir.

Elbette Cumhuriyet doneminde uygulanmaya calisilan hatali ve yanlis politikalar ve PKK'nin marksizmden milliyetcilige kayan ezilen ulus temeline dayali 5'inci kongresi sonrasi yeniden yapilanmasi Kurt Milliyetciligine buyuk bir ivme kazandirmistir.

Etnik catisma ve iliskilerin son yillardaki yeniden canlanmasida Kurt milliyetciligini atesleyen bir baska onemli oge olarak gorulebilir. Butun bunlarin yaninda ortadogu cografyasinda Kurt milliyetciliginin guclenmesinden en fazla etkilenen ulkelerin basinda elbette Turkiye gelmektedir.

Fakat bu etkilenmeye ragmen Turkiye'de Kurt sorunu veya konusu bir tabu olarak gorulmus ve hala gorulmektedir. Bu tabu Kurtlerin yok sayilmasi veya Turk olarak gorulmesi gibi devletsel politikalarida beraberinde getirmistir. Bu surec dahilinde farkli gorusler elimine edilmeye calisilmis, bolge disindaki ulkeler Kurt sorunu uzerinde "bilimsel" olarak calisirken Turkiye'de Kurt sorununun uzmani olabilecek kisiler ise "devlet" ile ters dusmemek ve kendi kisisel menfaatlerinin ve koltuklarinin devami icin Kurt yoktur ideolojisinin destekcisi olmuslardir.

Var olan bir olguyu yok olarak kabul etmek gercekte herhangi bir politikasi olmayan ve gerceklere gozlerini kapayan bir durumun disa vurumu olarak gorulebilir.

Inkar politikasi Turkiye'yi Kurt sorununda cahillige, "Kurt sorununu" PKK ile sinirlayip terorizm ile esdeger gormek ve ulke disi Kurt hareketlerinde PKK kistasina gore hareket edip gunumuzde o Kurt hareketlerine "gebe" konumuna gelmek durumunda kalan Turkiye, en fazla Kurt nufusa sahip olmasina ragmen ne yazik ki Turkiye'nin Kurt sorunundaki yaklasimi politikasizlik olarak algilanabilir.

Ortadogu cografyasinda 1. dunya savasi sonrasi bolgenin etnik ve dinsel yapisina aykiri olarak cizilen suni sinirlar bu cografyada yasayan halklari birbirine karsi dusmanca konuma itmis ve Kürt hareketlerinide bolge ulkelerinin biribirlerine karsi koz olarak kullanacaklari bir sosyal ve siyasi yapiya donusturmustur.

Korfez savasi sonrasi bu sinirlarin tekrar gozden gecirilmek istenmesi ve haritalarda degisiklik isteyen buyuk guclerin bolgeye olan veya diger bir deyisle petrole olan bagimliliklari bir buyuk karmasayida beraberinde getirmektedir.

Bu karmasa Kurt milliyetciliginin genel baglamda yukselmesine neden olduysada bu makalenin konusu bu degildir.

Kurt Milliyetciligi kendine ozgu sosyal yapisi ve ivmesi, feodal ve kabilesel karekterden ulusalci bir anlayisa kayisiyla ozgun parametreleri olan bir harekettir. Bilhassa 1990 sonrasi yayinlanan Kurt dergi, kitap ve gazetelerinde kullanilan dil, soylemler, etnikligi isaret edici semboller, Kürt
milliyetciligini kendi alanlari icinde yer veren politikacilar, yasal ve yasal olmayan siyasi partiler, dinsel Kurt hareketleri veya sekuler Kurt yapilanmalarinda kullanilan siyasal soylemin ana temeli butun bu guruplari ortak bir paydada birlestiren milliyetcilik duygusunun kendisidir.

Bu duygu Kürt hareketini onumuzdeki donemlerde sekillendirecek en onemli etkenlerin basinda gelmektedir.

Turkiye'de Kurt hareketine devletsel bazda yaklasim tarzi, "hastaliga" konulan teshisteki buyuk hata ve milyonlarca insanin dilinin inkari politikasi, ulkenin kendisine zarar verdigi gibi direkt olarak insanlarininda buyuk bir bedel odemesine neden olmustur.

Iste bu politikasizlik, Kurtlerin devlete olan guvenlerini buyuk olcude sarsmis, her ne kadar onlar ABD'deki zenciler kadar irkci bir ayrima tabi tutulmadilarsada devleti kendi devletleri olarak gormeme duygusalligina girmisler, Kurt guruplari icinde olusan milliyetciligin otesindeki irkci bazi yaklasimlar devlete karsi onyargili olmalarina neden olmustur.

Kurtler ne "Dag Turkudur" ne de Kurtce Turkcenin bir sivesi, Kurtler kendilerine ozgu kulturu, dili, gelenek ve gorenekleri olan antropolojik ve sosyolojik olarak degerlendirilmesi ve incelenmesi gereken bir etnik yapidir, diger etnik yapi ve uluslar gibi. Kurtlerin diger etnik yapilardan ne fazlasi ne de eksigi vardir.

Onlarinda dili, kulturu -her ne kadar Turk kultur gurubundan pek farkli olmasa da-destanlari, hikayeleri ve liderleri mevcuttur, Turklerin oldugu gibi. Kurtlerinde kendi aralarinda Islamcisi, Pan-Kurdisti, marksisti, sekuleri, sosyal demokrati, Amerikancisi ve milliyetcisi olmustur ve olacaktir.

En sagdan en sola giden butun siyasal hareketler onlarin icinde de ortaya cikmis ve acimasizca Turkleri boldugu gibi onlarida bolmektedir. Zaten bu fikir farkliliklari tek insan yaratma tipine karsi totaliter rejimlerin dusmani demokrasinin bize bir oyunudur, kabul etsekte etmesekte.

Fakat Kurtler ve Turkler oyle iki etnik yapidir ki dunyada bir benzeri daha gorulmeyecek bicimde birbirleri ile son derece derin kulturel etkilesim icine girmis iki farkli sosyo-etnik guruptur. Gozle gorulen bir gercek vardir ki Kurtler ile Turkler arasindaki evlilik oranlari ABD'de zenciler ile beyazlar arasindaki evlilik oranindan cok daha fazladir ve karsilastirma goturmez bir gercektir.

Turkiye olarak sorunlari ile yuzlesmekten cok onlari inkara yonelen "icgudumuz", ulke ve devlet olarak dayandigimiz siyonizm satranci bizi hep ulus olarak yanlis limanlara surukledi. Kimse sorgulamadan inandi, fakat bu inanis aslinda dinsel dogmaya inanisin bir benzeriydi, sorgusuz sualsiz kabul edis bir cesit din oldu bizde.

Yeni bir din yarattik, peygamberi ve mabedi olan bir din. "Buyuklerimiz daha iyi bilir" felsefesi onlarinda aslinda bizim gibi bir insan oldugunu unutturdu, kendi kafamizdaki dusuncelerle bir insan ve devlet yarattik, O insani ve devleti tanrilastirdik.

Oysa devletinde herkes gibi hatalari vardi ve en onemlisi devlet ulus icin vardi, ulus devlet icin degil. Bu aradaki ince farki unuttugumuzda devlet kutsallasti, dinsellesti, elestirilemez bir tabu oldugu kafamizda.

Islamci ideolijiyi benimsemis insanlari "gericiler' diye sucladik, fakat aslinda onlar nasil inaniyorsa bizde oyle inaniyorduk, yani katiksiz...

Bizimde dogmalarimiz vardi ve hatta dogmalarimizi elestirenlere karsi ‘Islamcilardan’ daha acimasiz olduk.

Fakat bizim dogmalarimiz daha gercekciydi, yoksa degillermiydi?

Cumhuriyetin kurulusundan beri var olan sorunlari hep halinin altina supurduk ve onlari gormek istedigimiz gibi gorduk, gercekten var olduklari sekliyle var olmalari bize hep rahatsizlik verdi, belkide oyle gormek istedik.

Bu baglamda Kurt sorunuda dahil pek cok toplumsal ve siyasal olarak su an icinde bulundugumuz durumun veya cikmazin sorumlusu olan nedenleri sistematik olarak hep gormezlikten gelmek bizde bir metodoloji oldu.

Sistemin tikanmisligini defalarca bozuk bir plak gibi tekrarladik, hatta ve hatta sistemi degistirme mevkisinde bulunanar bile sistemin tikanmisligindan ve kohnemisliginden yakindi. Ve aslinda halk olarak da buna alistik, hep birileri daha iyi biliyor dedik fakat hic dusunmedik ki "o birileri" gercekte yine bizdik. Aslinda sorunlar ile yuzlesmekten kacindik ve hala kaciniyoruz. Fakat biliyorduk ki o sorunlari hep oradaydi, ve hep orada duracakti, taki biz onlar ile yuzlesene kadar.

Biz ise sadece zaman kazanmak icin mudafa halindeydik, nicin zaman kazanmamiz gerektigi hakkinda da fazla bir bilgimiz yoktu. Cunku suni gundemler bizi asil sorunlardan uzaklastirmis ve oyle bir hayal dunyasina goturmustu ki, o dusler dunyasindan cehennemi yasamaya basladigimizda bir aralar Merve Kavakci ile ugrastik, daha sonra basortusu, televole, gibi gereksizce gundemi mesgul eden bu haber zirvalarinin icinde bogulduk.

Hep suni gundemlerle sorunlarin ustunu ortmeyi denedik, fakat maalesef ki olmadi ve olmuyor, keske olsaydi...

Turkiye’de var olan sosyo-ekonomik somuru sorunu sadece Kurt sorununa indirgenemez.

Bugun Turkiye’de var olan geri kalmislik, yoksul kesimlerin ezilmisligi, sosyal ve ekonomik siniflar arasindaki gelir duzensizligi emperyalizmin Turkiye’yi parcalama sureci ve bu politikalarinin yansimasinin bir urunudur.

Günümüzde Türkiye’de Kürt’ün ne sorunu varsa Türk’ün de aynı sorunu mevcuttur.
Çünkü sömürü ve emperyalizm Türk ile Kürt arasinda bir ayırım yapmaz.

Hakkari veya Diyarbakir’da koyunden ayrilip buyuk sehirlere umut icin gelmis Kurtler ne kadar eziliyorsa, Rize veya Erzurum’dan Istanbul’a benzer nedenlerden dolayi gelen Turkler’de ayni sekilde uluslararasi kapitalizmin ve emperyalizmin Turkiye’de uyguladigi politikalar ile acimasiz bir sekilde yuzlesmektedirler. Uluslararasi kapitalizmin Turkiye temsilcileri olan Turkiye siyasi elitinin dini, milliyeti, ve duygusu yoktur. Fildisi kulelerde yasayan Turkiye siyasi eliti icin ne Kürt sorunu ne de Türk sorunu vardir.

Onlar Turk halkini ne kadar kontrol altinda tutmak istiyorlarsa, benzer bir sekilde Kurt halkini da kontrol altinda tutmak isteyen, insanlarin kimliklerini halklarin kendi hissettiklerine gore degil, fakat kendi yazdiklari kitaplarina gore zorla kimlik giydirmeye calisan totaliter ve jakoben zihniyetin temsilcileridir.

Bu baglamda Turkiye’nin adinin degistirilerek Kurdistan yapilmasi, anayasadaki Turk kelimelerinin cikartilarak Kurt adi ile degistirilmesi veya bagimsiz bir Kurdistan kurulmasi Turklerin ve Kurtlerin ezilmislik sorunlarini cozmez. Fakat emperyalizmin bol yonet politikalarina yardimci olur, iste bu asamada Kurtler bu emperyalist politikalarin temsilcisi olamazlar, olmamalari gerekir.

Ingiliz emperyalizminin Binbasi Noel ve Lawrence vasitasi ile 20’inci yuzyilin basinda Osmanli cografyasinda yapmaya calistigini bugunlerde Incirlikte konuslanmis olan Amerikan emperyalizmi denemektedir.

1959-69 arasi 27 amerikan ussu ve 30 bine yakin Amerikan askerinin bulundugu Turkiye’de yasanan son saldiri bir hafta sonra yine unutulup gidecektir, siyasetciler nutuk cekecek, Turkiye’yi bolmeye ve kontrol etmeye calisan NATO’da istihbarat subayligi yapmis askerler ise bagimsizlik ve vatan bekciliginden bahsedeceklerdir.

Unutmayin ates dustugu yeri yakmistir, en fazla bir hafta sonra herkes yine televole kulturu icinde Ask’i memnuyu izlemeye devam edecektir, on bes gun sonra haberlerden bir kac askerin daha PKK saldirisi ile sehit oldugu duyarsiniz, yine uzulursunuz, fakat hayat devam eder, cunku ulkemizin bulundugu cografyada Amerikan emperyalizminin petrole bagimli ekonomisi oldugu surece bu acilari cekecegiz.

Ne zaman ki ulkemizde Cumhurbaskani, Genel kurmay baskani ve TBMM Incirlik ussunu kapatirsa iste o zaman insanlarimizin biraz daha huzurlu olarak yasamasina imkan var demektir.

Cunku modern Kurt milliyetciliginin arkasinda Amerikan emperyalizmi vardir.

Genel Kurmay baskani Ilker Basbug, ABD ile PKK konusunda istihbarat paylasminin iyi isledigini iddia etmektedir, hic zannetmiyorum, emperyalizm bolmeye ve manipule etmeye calistigi bir ulke ile hic istihbarat paylasirmi?

Kurt dostlara tavsiyem ise emperyalizmin House Negro’su olmayin.



Avni Özgürel
Ne yapmamalı?

Kürt meselesinde ne yapmak gerektiği elbette önemli. Ancak şiddetin fazla can yakmaya başladığı bugünün tablosunda ne yapmamak gerektiği önem kazandı...

Önce bazı hatırlatmalar ve tesbitler yapmak gerekiyor...

Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden itibaren PKK zirvesine yüksek sesle ifade edilmese de hâkim düşünce ‘önderin vesayetinden kurtulmak’tı... Her sözünde, her hareketinde hikmet bulunduğu propagandasını yapıp tabulaştırdıkları kişiden kurtulmalarının kolay olmayacağının farkındaydılar; ama denediler... ‘Ruh sağlığının yerinde olduğundan emin olmadıkça açıklamaları bizi bağlamaz’ vs. laflarıyla zemin yoklayıp girizgâh yaptılar ama girişimleri Öcalan katına çarptı. Benzerlerine geçmişte tanık oldukları için ciddiyetinden şüphe etmedikleri infaz/tasfiye tehdidi karşısında hızla geri adım atıp ‘önderliğe’ sadakatlarını açıklamak zorunda kaldılar.

Bu tablo kimi liberal köşe yazarlarının Ergenekon örgütünün PKK cephesindeki karşılığı olduğundan habersiz ‘PKK’nın silahsız kadrolarını Türkiye siyasetine ısındırma girişimi’ olarak görüp göstermeye çalıştığı KCK’yı hedef alan operasyonlara rağmen bu yılın nisan ayına kadar devam etti... Tayyip Erdoğan’ın ‘Savaş baronları’ diye tanımladığı, Öcalan’ın da neden sonra gerçek mahiyetini görüp geriletilmesine ses çıkarmadığı hatta ‘yasadışı’ diyerek zımnen onay verdiği, DTP/BDP milletvekilleri, belediye başkanları başta olmak üzere bütün Kürtler üzerine çökmüş hayalet, faaliyetini PKK’ya maddi kaynak sağlama adı altında yürütülen çeteydi KCK.

Öcalan iki hafta kadar önce avukatlarına ardından kendisiyle görüşen MİT görevlilerine ‘Çözüm konusunda ümidimi kaybettim, artık ben devrede yokum’ mealinde sözler sarfedince, ‘PKK/KCK dörtlü’sü, yani Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Sabri Ok aradıkları fırsatın ayaklarına geldiğini fark ettiler ve vakit geçirmeksizin ‘Önder Apo’nun çekilmesini anlamlı buluyor ve saygıyla karşılıyoruz. Mücadelenin bundan sonraki sürecinden doğrudan hareketimizin yönetimi sorumlu olacaktır’ açıklamasını yaptılar.

Böylece, Kandil ve Hakurk başta olmak üzere bütün örgüt kamplarında kimsenin ağzından ‘af ne zaman çıkar, Türkiye’ye ne zaman döneriz’den başka sorunun işitilmediği, ‘af karşılığı silah bırakma’ düzeyine indirgenmiş 2009 tablosu bütün dip notlarla birlikte kapandı; her satırına şiddetin sindiği yeni bir dönemin kapısının açıldığı ilan edilmiş oldu.

Bu arada Emniyet Genel Müdürlüğü, ‘demokratikleşme/açılım’ sloganıyla yola çıkan ve muhalefetin ‘İmralı canisiyle pazarlık yapıyor’ suçlamalarına maruz kalan Tayyip Erdoğan’ı zor duruma düşürecek bir hata yaptı. KCK iddianamesine dayanak olan belgelerin tasnifi sırasında araya ‘ortam dinlemesi’ kaydıyla Celal Talabani’nin Süleymaniye’deki evinde Ahmet Türk’le görüşme tutanağını yerleştirdi. Talabani: “PKK’nın bir talebi vardı; genel af, onu dile getirdik. Biz, MİT müsteşarları ile PKK’nin bazı ilişkileri var, sizin bilginiz dahilinde mi dedik. Erdoğan, MİT müsteşarının tüm ifadeleri benim ifademdir dedi” demişti.

Yukarıda ifade ettiğim gibi 2009 sayfası artık kapandı. Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu şartların iyileştirilmesi, kısmi af, kültürel sahada kısmi düzenlemeler denilerek çıkılan yolda, tökezlemeler, tereddütler sebebiyle çıta yükseldi...

Geri dönülemez noktada mıyız, hayır... Barış için gereken zemin hasar görmüş olsa da büsbütün tahrip olmuş değil. Ancak siyaset katında artık işin ciddiyetiyle mütenasip hareket etmek, gazeteci/sanatçı sohbetleriyle zaman yitirmemek, bürokratik çapaçulluktan kaynaklanan Habur benzeri sakilliklerin tekrarına izin vermemek, siyasi polemik ve zamansız açıklamalardan kaçınmak gerek.

Böyle hareket edildiği ve atılacak adımlar konusunda mutabakât sağlandığı takdirde, siyasetin erken ya da zamanında yapılacak seçime dönük endişelerini bertaraf edecek yeni bir takvimi hayata geçirmek mümkün..
Radikal

O KARAKOLUN KOMUTANI BENDİM
Mümtaz İdil
23.06.2010



Kızılderili deyişiyle, savaş baltaları gömüldüğü yerden çıkarıldı.
Uzun süredir de bekleniyordu.
Genelkurmay’ın uyarıda bulunduğu günün ertesi 12 şehit...
Ardından sırayla gelen ölümler...
Masaya oturmaya zorluyorlar AKP’yi, bu çok açık. Ama masaya otursa da artık bu şiddetin susacağı yok.
İmralı’daki de, “ne haliniz varsa görün, karışmıyorum,” dedi ya...
Genel Kurmay kendi elini kolunu bağlamış durumda.
Karakolların daha sağlam yapılması gerektiğini söylüyor bazı “akıllılar”, ama amaç bir yere kapanık korunmak mı, ülke güvenliği mi?
Daha az şehit vermek, orduyu ayakta alkışlamamızı mı sağlayacak?
Düşünebiliyor musunuz, dünyanın en büyük ordularından biri savunmaya geçmiş durumda ve onu da beceremiyor.
Elbette karakol ile sınır koruma yanlış. Karakolları sağlamlaştırmanın şehit sayısını azaltabileceği düşünülebilir belki (pek akla yatkın olmasa da), ama o zaman PKK saldırı biçimini ve yönünü değiştirecektir. Amaç karakoldaki erleri sıkıştırıp öldürmek değil, bu ülkeyi savunanlar bunu anlayamadı mı hala?
Ölümler birer “delil” onlar için, somut birer kanıt...
Karakollar kurarak terörün önlenemeyeceğini Genel Kurmay da biliyor, hükümet de...
Karakol sağlamlaştırmak ise, zaten olmaması gereken karakolları daha güvenli sığınak haline getirmek. Kısa süreliğine... Çünkü, bir süre sonra en sağlam karakolu da yerle bir edecek saldırı planları geliştirecektir PKK.

Şöyle anlatayım:
Nusaybin’in içinde, Suriye tarafına açılan bir “kapı karakolumuz” vardır. Pasaportlu veya pasavan geçişlerin yapıldığı yerin hemen yanındadır karakol.
Oradan bir sonraki karakol Yaşar Özdemir karakoludur.
Savunması daha zayıftır, ama kapı karakoluna yakınlığı orayı daha güvenli kılar.
Çok şehit verilmiş karakollardan biridir Yaşar Özdemir, adını da bu çatışmalarda yitirdiğimiz bir askerimizden alır.
Ondan sonraki karakol, tüm Nusaybin hattının en tehlikeli karakollarından biridir: Demirtepe karakolu.
Demirtepe karakolunun özelliği, İpek Yol ile mayınlı saha arasında, engebeli bir noktada olmasıdır. Bu karakol için dezavantaj, PKK için ise avantajdır.

Bir gün bir ihbar gelir bu karakola.
Üç gün üst üste Demirtepe karakolundan geçiş olacaktır.
İlk gün 117. Seyyar Jandarma Alayına bağlı Nusaybin taburundan Demirtepe karakoluna takviye asker gönderilir.
Normalde beş pusu karakolun sağında, beş pusu da solunda olmak üzere on pusu vardır. Pusular arasında da yaklaşık 500 metre mesafe tutulur.
Her pusuda iki er nöbet tutar.
İhbar üzerine tabur komutanlığı pusu sayısını 20’ye, er sayısını da 40’a çıkarır.
Ertesi gün iz kontrolü yapılır, geçiş olmuştur.
Alay komutanlığı tedirgin olur, Tabur komutanlığını sıkıştırır. Tabur komutanlığı rapor verir. Geçiş iki pusu arasından olmuştur, ama tuhaf olan, iki kişiye ait ayak izi olmasıdır. Oysa İpek Yol’un öteki tarafına geçildiğinde, neredeyse otuz-kırk kişinin geçiş yaptığı anlaşılır.
Kafalar karışmıştır.
Alay komutanlığı, taburdaki birliğin yetmeyeceğini düşünerek, 40 asker daha gönderir. Tabur komutanı Demirtepe karakoluna gelir ve bizzat kendisi pusu yerleştirme işini yürütür.
İlk pusular yerinde kalır. Hemen arkasında, o pusuların arasına rastlayacak şekilde yirmi pusu daha kazılır ve akşam beklenir.
Tabur komutanı, kıdemli iki yüzbaşı ve karakol komutanı ile birlikte sabaha kadar Demirtepe karakolunda bekler. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte birlikte iz toprağına giderler, yine geçiş vardır.
Yine İpek Yol’un öteki tarafında, DSİ sulama kanallarına doğru giden arazide onlarca ayak izi bulunur.
Geçiş yine fazlasıyla yapılmıştır.
İz toprağı üzerindeki ayak izi iki veya üç kişiye ait olmakla birlikte, geçişlerin onlarca kişiyi bulduğu ortadadır.
Üstelik o iki-üç kişinin de nasıl geçtiği ayrı bir soru işaretidir tabur ve alay komutanlığı için.
Üçüncü gün de geçiş olacağı ihbarı alınır.
Bu kez Alay komutanlığı, Serik’ten ve Diyarbakır’dan destek ister.
İki panzer ve tam techizatlı 50 asker daha gelir.
Bu kez alay komutanlığı da, tabur da işi sıkı tutmaya karar vermiştir.
Yalnızca mayınlı sahanın hemen çıkışına kurulan pusularla yetinilmeyecek, daha gerilere de pusu atılacaktır.
Tabur komutanlığı, İpek Yol’un öteki tarafında, sulama kanallarına da pusu kurmaya karar verir.
Ne olursa olsun, yine de geçiş olursa eğer, geçiş yapanların sulama kanallarını aşamayacaklarını düşünen Tabur Komutanı Zafer yüzbaşı, sulama kanalları arasında geçişi sağlayan köprü başlarına da pusu kurar.
Yetinmez, buraları da atlatanlar olursa diye, DSİ kanallarını aştıktan sonra ulaşılan köy girişine de pusu kurar.
Mutlaka ve mutlaka bu insanlara rastlamak zorundadır geçiş yapanlardan biri veya birkaçı...

Komutanlar yine Demirtepe karakolunda sabahlar.
Sabah iz toprağı kontrol edilir.
Tahmin edeceğiniz gibi yine geçiş yapılmıştır.
Ama gece hiç çatışma çıkmadığına göre, geçiş yapanların en azından arazide bir yerde olmaları gerekmektedir.
Komutanlar araziye dağılır ve tüm pusuları dört çekerli jiplerle ve panzerlerle kontrol ederler.
Kimseyi bulamazlar, geçiş yine yapılmıştır ve geçenleri de gören yoktur...

Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, seyyarın sabite üstünlüğüdür.
Seyyar olan ama bir yere çakılan jandarmalarımızın, sabit sanılan ama gece kelebeği gibi dolaşan PKK’lılar karşısındaki mağlubiyetidir.
İsteseler katliam yaratabilecekleri halde, pek dokunmazlardı o sıra askere.
Ama ne zaman ki, “ses getirmeleri” istendi kendilerinden, işte o zaman, tıpkı Demirtepe karakolunda olduğu gibi, el ele tutuşsanız bile aradan geçip gittiler.

PKK ile yapılan savaş yanlıştır. Bunu tüm ordu komutanları da, savaşın ne olduğunu ucundan bucağından bilenler de, askerlik dersini biraz ciddi dinleyen öğrenciler de bilmektedir.
Düzenli bir savaş yoktur ortada, asimetrik olan yalnızca Genel Kurmay Başkanı’nın şikayet ettiği “medya” noktalarında ortaya çıkmamaktadır. Bizzat kavganın kendisi asimetriktir.

Seyyar ve asimetrik savaş veren PKK karşısında, elindeki havan topu ya da A3 ağır makineli ile sınırı bekleyen askerlerimiz, olsa olsa birer “keklik” durumda kalmakta, caydırmak şöyle dursun, yerlerini belli ettiklerinden dolayı PKK tarafından “takdir” ile karşılanmaktadırlar.

Ben askerlikten anlamam. Savaştan da hiç anlamam.
Askere işini öğretecek de değilim.
O zaman soracaksınız tabii, iyi de kardeşim bunları niye yazdın, diye.
Yazdım, çünkü Demirtepe karakol komutanı bendim.

Odatv.com

Raporda Kan Donduran İfadeler

01 Temmuz 2010

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Van’da 1 çocuğun öldüğü, 5 çocuğun yaralandığı patlamayla ilgili bir rapor hazırladı. Rapordaki kan donduran ayrıntılar...
Raporda, olaya tanık olan çocukların, “Bir asker yanımıza geldi. Sarılı bir paketle Oğuzcan’a bomba verdi. Oğuzcan bombayı aldı, sonra şüphelenip yere bıraktı, bu sırada bomba patladı” ifadelerine yer verildi

TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun, Van’ın Özalp ilçesinde 25 Mayıs’ta meydana gelen ve 13 yaşındaki Oğuzcan Akyürek’in ölümüne, 5 arkadaşının da yaralanmasına yol açan patlamayla ilgili raporunda vahim iddialara ve ilginç değerlendirmelere yer verildi. Komisyon Başkanı Zafer Üskül’ün talebi doğrultusunda Mülkiye Başmüfettişi Mehmet Firik ile Adalet Müfettişi Mecit Gürsoy bölgede inceleme yaparak hazırladıkları raporda, askerlerin ve mağdur çocukların farklı bilgiler verdiklerine dikkat çekildi. İşte o rapor:

‘Şüphelenip paketi bıraktı’

Raporda, çocukların “Askeri birliğin yanındaki boşlukta top oynarken bir askerin yanlarına gelerek Oğuzcan’a sarılı bir paket verdiğini, Oğuzcan’ın önce paketi eline aldığını daha sonra şüphelenerek yere bıraktığını, bu sırada patlamanın meydana geldiğini” anlattıkları ifade edilirken, askerlerin ise, çocukların tel örgütüyü aşarak kışlaya girdikleri, nöbetçi erin kendilerini uyarıp dışarı çıkarttığını, çocukların yeniden içeri girme olasılığı ve sayılarının fazla olduğunu dikkate alan askerin ani müdahale mangasına haber vermek için gittiğinde patlamanın meydana geldiğini iddia ettikleri belirtildi.


Oğuzcan’ın üstünü kim örttü?

Raporda, patlama sonrası olay yerine gelen vatandaşların öldü zannederek Oğuzcan’ın üzerini örttükleri bu nedenle olay yerine gelen sağlık ekibinin Oğuzcan dışındaki yaralıları ambulans ile hastaneye gönderdikleri, Oğuzcan’ın ise otopsi işlemi için savcılık incelemesinin yapılması amacıyla olay yerinde bırakıldığı bilgisine de yer verildi. Olay günü izinli olan diyaliz hemşiresi Fatma Demir’in nabzının attığını farketmesi üzerine Oğuzcan’ın hemen Özalp Devlet Hastanesi’ne kaldırıldığı anlatılan raporda, “Devlet hastanesinde ilk anda yapılan müdahale sonucunda kalp atışı alınmış, ambulans helikopterle Van’a sevk edilirken yolda vefat etmiştir” denildi. Olay yerine gelen vatandaşlarca üzeri örtülüğü ifade edilmesine karşın Oğuzcan‘ın üzerinin kim tarafından örtüldüğünün de ortaya çıkartılması istendi.


‘Muğlalı’ adı silinsin

Olaydan sonra devlet kurumlarının taşlandığı, Özalp tarihinde esnafın ilk kez kepenk kapattığı kaydedilen raporda, “Bu provokasyon ortamının oluşmasında” 6 yıl önce kışlanın isminin “Orgeneral Mustafa Muğlalı” olarak değiştirilmesinin zemin hazırladığı imasına yer verildi. Kışlanın şehir dışına çıkartılması ve isminin değiştirilmesi talep edilen raporda, “33 kişinin ölümünde mahkemece cezası sabit olan bir kişinin isminin kışlaya verilmesi yöre halkının askere bakışını olumsuz et- kilemektedir” değerlendirmesi dikkat çekti.


Muğlalı kimdir?

2. Dünya savaşı sürerken 1943 ‘te Van’ın Özalp İlçesi’nin sınır bölgesinde İran’a kaçmaya çalışan bir grupla asker arasında çıkan çatışmada 33 kişi öldürüldü. Dönemin 3. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Muğlalı, Van Cezaevinde yatan İsmail Özay isimli bir mahkumun 33 kişinin bilerek katledildiği ihbarı üzerine yapılan yargılamasında idama mahkum edildi. Bazı çevreler, Menemen davasında Kubilay’ın katillerini yargılayan mahkeme başkanı olan Muğlalı’nın, Demokrat Partililer tarafından özellikle hedef seçildiğini savunuyor. Cezaevindeyken 70 yaşında ölen Muğlalı’nın naaşı, Devlet Mezarlığına gömüldü ve kahraman Türk komutanlarının heykellerinin yer aldığı Genelkurmay bahçesindeki Ölmezler Yolu’na heykeli dikildi.
Kaynak:Vatan

İlk kez 'Kürdistan Bayrağı' İstanbul'da göndere çekildi
26.02.2017



Mesud Barzani'nin Türkiye'ye ayak bastığı İstanbul Atatürk Havalimanı’nda ilk kez Kürdistan Bayrağı göndere çekildi.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, bugün İstanbul’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü.

Özel uçakla saat 15.30'da İstanbul'a gelen Barzani'yi Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi'nde Dışişleri Bakanlığı yetkilileri karşıladı. Kısa bir süre burada dinlenen Barzani daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere havalimanından ayrıldı.

ODA TV'nin haberine göre Barzani'ye yakınlığıyla bilinen Rûdaw'ın mubahiri Rawin Sterk, Atatürk Havalimanı’nda ilk kez Kürdistan Bayrağı’nın göndere çekildiğini söyledi.
Yön Haaber

Türkiye’ye Kuzey Irak modeli mi?
Fikret Bila
03 Eylül 2010

ABD, Bağdat’ta yaptığı bir törenle muharip güçlerini Irak’tan çektiğini açıkladı.
Çekilmiş haliyle bile ABD’nin 50 bin civarında askeri Irak’ta kaldı.
ABD Başkan Yardımcısı Biden, Bağdat’tan sonra Erbil’e geçti ve Barzani’yi de ziyaret etti.
ABD’nin şu anda Irak’tan çekildiğini söylemek zor.
Ciddi miktarda asker ve ağır silah bırakan ABD’nin, petrol kaynaklarının bulunduğu yerlerde ve Kuzey Irak’ın tamamında askeri varlığını sürdüreceğini tahmin etmek zor değil.?“Irak’a demokrasi ve özgürlük getireceğiz” diye gelen ABD’nin 7,5 yıl sonra geride ne bıraktığına bakıldığında, özgürlükten ve demokrasiden söz etmek mümkün değil.?Yüz binlerce Iraklının ölümüyle ve milyonlarcasının evsiz kalmasıyla sonuçlanan bu savaşın siyasi sonucu ise üçe bölünmüş bir Irak, siyasi istikrarsızlık ve her alanda kaos olarak özetlenebilir.
Kürtlerin kazancı ?Irak’ın işgalinde ABD ile işbirliği yapan Kuzey Irak’taki Kürt gruplar hem siyasi hem de askeri olarak bazı kazanımlar elde ettiler.
En önemlisi ilan
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Şub 27, 2017 12:10 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Tem 06, 2010 2:30 pm    Mesaj konusu: Doğanköy... Alıntıyla Cevap Gönder

Salih Selçuk
Doğanköy...

Doğanköy...

Dev bir çanağın ortasında küçük bir tepe. Askeri üs bölgesi...

Siirt'ten bu köye askerlerin gitmesi -tam teçhizat- bir tam gün sürebilir...

Mevsim baharsa ve karlar yeni erimekteyse, bölük bölük askerin buraya gelmesi hiç kolay değildir, çünkü yollar bir yerden sonra toprak ve engebelidir, arazi araçlarının ilerlemesine bile elverişli değildir... Kar suyu, her yıl yolları bozar. Yapmak da kolay olmasa gerek, çünkü buralar tekin değil. Köyü, yakın zamana kadar sadece profesyonel haritalarda görebilirdiniz. Sıradan haritalarda yoktu. Şimdi Google Maps'den bakabilirsiniz. Çıkmaz bir yoldadır orada da. Doğanköy'den sonra yol yoktur.

Doğanköy'ün neresinde bin küsür insanın yaşadığını asla bilemezsiniz. Görünürde ev/mev yoktur -vardır da birkaç tanesi dışında pek görünmez. Hepsi geniş bir alana dağılmış, doğaya entegre taş, kerpiç veya beton takviyeli tek katlı evlerdir bunlardır. Bazıları mağrayı bile andırır ama hepsinin içi mis gibi sabun ve temizlik kokar. Burada gündüz erkekler yoktur. Hepsi gün ağırırken dağlarda nöbete gider, nöbet değişimi dışında da pek görünmezler. Bütün işleri kadınlar yapar. Erkekleri arada, at üzerinde puşileriyle, omuzlarına astıkları 'Keleş'lerle görürsünüz ve Yılmaz Güney'in Yol filminin karelerini canlı canlı yaşarsınız. Sürekli silahla yaşadıklarından çok iyi silah kullanırlar.

Burada 1995 yılında, ortadaki o küçük tepede, sadece çadırlardan ve tek bir kerpiç evden ibaret karakolda, etrafdaki tepelere karşı nöbet tutan askerlerin konuştuğu baş konu, bu insanların neden orada oturduklarıydı. Yani oturmasalar, askerler de orada olmaz, mesela kurşun yemezlerdi! Ve kimin kimi koruduğu da pek belli değildi aslında. Asker mi oradaki Kürtleri koruyordu yoksa Kürtler mi askeri... Ortada onca kan ve ölü de olmasa, durumun absürdlüğü ve anlamsızlığı, bu kadar dikkat çekmezdi. Hayatı silah başında geçen erkekler ve yalnız kadınlar. Şimdiye kadar PKK saldırılarına -dile kolay- yetmiş şehit vermiş bir köy burası. Lanet Besta vadisine yakın, Kuzey Irak'tan gelen Kürtçü gerillanın geçiş bölgesinin üzerinde bir yer... Ve ısrarla orada oturan, hayatını aynen sürdüren, bunun için gereğinde ölen ama asla Kürtçü olmayan bir yer Doğanköy... Ve kadınların Türkçe konuşamamasına rağmen, köyün kot pantolon giyen tek kızının PKK'ya kaçtığı söylentisi çıkınca, askerler ve korucuların birlikte arayıp bulup, hır-gür çıkmadan kızı babasına teslim ettiği, olayın kapandığı, buna rağmen Kürtçülüğün mesele edilmediği bir yer.

Kışın bu köyde yaşamak, eski çağlarda insanların doğanın sert koşullarında ölmeden nasıl hayatta kaldığını, üstelik bunun tadını da çıkarttıklarını anlamak için en ideal yerdir. Mesela elektrik bazen var bazen yoktur. Telefon bağlantısı da öyle. Radyo dinleyebilmek için, karşı tepelerden birine çıkacaksınız ve kurşun yeme riskini de göze alacaksınız. Yoksa Türkçe birşey dinleyemezsiniz. (90'lı yılların ortasında böyleydi). Askerler, hangi tepeden hangi radyo istasyonların iyi çıktığını bilirler. Kışın, evlerin arazi içindeki yerlerini bulabilmek için çanak antenleri takip etmek gerekir. Yoksa bembeyaz deryada hiçbirşey görünmez. Tek eğlence olan televizyon için ölümün bile göze alınabildiği bir yerdir. Ama PKK'lılar kışın gelemez. Bu imkansıza yakındır. Kapıdan dışarıya çıkmanın bile olanaksız hale geldiği, karın genellikle bir adam boyunu geçtiği ve siyahlı beyazlı odun dumanının gri göğe yükseldiği demir gibi soğuk kış günlerinde/gecelerinde, İstanbul'daki magazin haberlerinin veya ağlamaklı Türk filmlerinin seyredildiği bir yerdir Doğanköy. Televizyondaki aynı programları ve aynı filmleri, çadırdaki askerler de istirahatleri sırasında seyrederler.

Karlar eriyip savaş mevsimi açılınca -her yaz, daha önceki saldırılar konuşulur ve çatışmalarda kimin öldüğü, kaç “kelle” alındığı, nelerin yaşandığı, bir tür söylence olur anlatılır... Saldırı yaşayanlar pek konuşmazlar. (Yaşamayanlar çok konuşur)

Temmuz başında, işte öyle bir saldırı gene oldu Doğanköy'e. Gene iki asker ve üç korucu öldü. Ölenler gene ilk ateşte öldüler. Bu sürpriz saldırı ateşi her zaman can yakar. Sonrasında askerler kendilerini korumasını bilirler ve kolay kolay vurulmazlar, ama ilk ateşte düşerler. Kürtçü gerilla, siperlere kadar yaklaşmış... Termal kameralara görünmemek için saç levhaların arkasına saklanmışlar, ıslak elbiselerle gelmişler. Ve bir Üsteğmanle bir uzman çavuşu, Doğanköylü üç korucuyu vurmuşlar...

Sonra helikopterler devreye girmiş, saldıranlardan onikisi öldürülmüş... Kaç yaralıyı kaçarken beraberlerinde götürdükleri de meçhul... Zor savaş...

Şimdi bazıları “onlar da bizim canımız” falan diyecek, üzülecektir. Elbette canımız. Onların da anneleri-babaları var, arkalarından ağlamışlardır. Nasıl ağlamazlar, nasıl üzülmezler... Ama saldırılan o siperlerden birinde silah sesi veya kurşun vızıltısı duyunca, “kurşunu sıkanlar da bizim canımız” demek kimsenin aklına gelmez! O atmosferde askerlere bu lafı diyebilecek “babayiğitlikte” televizyon lalesi bir aydın/maydın da pek düşünemiyorum doğrusu. Çarpışan askerin birinden en azından sağlam bir dipçik veya tekme yiyebilirsiniz! Askerin karşısındaki, karanlıkta göremediği Kürtçü gerillaya sorusu şudur: Dağda işin ne kardeşim?!.. (Hiçbir ülke, kendi güvenlik kuvvetleri dışında, dağlarında silahlı adamların gezmesine izin vermez.) Asker kendi arasında şöyle der: Eskiden şakiler varmış, şimdi gene şakiler var, ama bu seferkiler siyasi ve çok konuşuyorlar...

Televizyonlarda, “Orda bir köy var uzakta” şarkısını icra ederek konuşmak/tartışmak kolay. Böylelerine Doğanköy'e -en azından- gitmelerini öneririm. Gitmek kolay! Siirt'te havaalanı var. İstanbuldan, Ankara'dan hergün uçak kalkıyor. Siirt'ten bir cip kiralayın ve yolda asker veya PKK tarafından durdurulmazsanız, mayına falan da denk gelmezseniz köye kadar sallana sallana gidin (E yol çok engebeli). Gidin, görün! Dağdan saldırı gelince, askerlere, “Saldıranlar da bu ülkenin vatandaşı” deyin!..

Doğanköy, böyle inatçı ve savaşçı bir Kürt köyüdür (Kürtçü Köyü değildir) ve Türkiye'nin kaderini de belirleyen bir köydür...

Bu laf, sembol, alegori, metafor, cart-curt falan değil, gerçek...

3 kasım 2002 seçimlerinde Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğundan seçilememiş, Başbakan olamamıştı. Abdullah Gül 58'inci Hükümeti kurdu. Ama Doğanköy'de sandık kurulları oluşturulamamış olduğundan, bir sandık kırıldığından ve üç sandıkta oy kullanan 706 seçmen de, köye hizmet götürülmemesi nedeniyle seçimi boykot ettiğinden, Doğanköy'de seçim, AKP'nin itirazı haklı bulunarak iptal edildi. Bu arada CHP'nin desteğiyle Erdoğan'ın siyasi yasağı kaldırıldı ve Erdoğan Siirt'ten aday olup seçildi, Türkiye'nin Başbakanı oldu. Şimdi de, Kemal Kılıçdaroğlu'nun saldırıdan bir gün sonra gittiği yerdir Doğanköy. Aslında 11 Askerin öldürüldüğü Gediktepe'ye gidecekken, baskının gerçekleşmesi, Doğanköy'e gelmesi de başka bir 'tesadüf'tür.

Doğanköy'de öyle derin bir sessizlik hüküm sürer ki, gürültülü İstanbul'da yaşayan saksı tipi ev aydınlarının hafzalasının almayacağı derinliktedir -tartışma malzemesi anarkosendikalizm veya endoplazmik retikulum gibi konularından daha derindir sessizlik! Kilometrelerce ötedeki Besta'da, hatta belki Irak'ta atılan silahın sesini duyarsınız. Onun için silah sesi en normal sestir, devamlı biryerlerden duyulur ve kimse irkilmez, dönüp bakmaz. Zaten kaç kilometre ötede, hangi marka silahın atıldığını da o an bilirler. Tabii buna rağmen gece kimse açıkta sigara içmez. Nefes çektikçe sinyal lambası gibi yanıp sönen sigara, en has dürbünlü tüfek hedefidir. Askeri birliğin tareti (bir tür uçaksavar) çalışmaya ve dağları dövmeye başladı mı, saldırı var demektir ve o korkunç sesin o derin sessizlikte Ankara'dan, hatta Amerika'dan bile duyulduğu söylenebilir!..

Buraya helikopterle gelen bir sandık domatesten bir dilim yiyebilen her asker, bu dünyada yaşamanın sahici değerini ve sivil hayatta hiç ciddiye almadığı, dönüp de bakmadığı bir tek domatesin aslında ne kadar lezzetli bir şey, Allah'ın has bir lutfu olduğunu, yeniden öğrenir. Mütevaziliğin temel dersidir!.. Doğanköylüler bu sırrı bilirler ama kimseye anlatmazlar. Neden orayı terketmediklerinin, köyü neden tehlikesiz bir yere taşımadıklarının en masum nedeni de bu sırdır. Onlar, hayatın ne kadar zevkli, muazzam bir macera olduğunu, dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğunu, sürekli ölüm tehlikesi altında yaşarken, derinlemesine yeniden keşfetmişlerdir... Köylerinin ne havasından, ne suyundan, ne yerinden ne de dilinden vaz geçerler. Orada Kürtler, ama bu ülkeye bağlı insanlar olarak yaşarken, hem hayat dersi verirler, hem de askerleri korurlar (-askerler de onları)... Şaka değil. Gencecik Mehmetler onlara emanet...

selcuksalihcaydi@gmail.com

www.konstantiniye.blogspot.com
haber10

Serdar Akinan
Yazısız izsiz lekesiz

Biz gazeteci milletinin işi hem çok kolay hem çok zor.
Yazı konusu o kadar bol ki bu canım ülkemde... Sabah kalkınca ser gazeteleri önüne ve şöyle bir göz at. Yok ona da mecalin yoksa aç interneti bir, bilemedin iki saatte kararını verirsin: 'İşte yazı konum...'
Bir yandan da çok zordur... 'Hakkıyla yapayım. Derinlemesine araştırayım... Bir lafı bin kez tartayım...' diyorsan.
Sığlık diz boyu. Bu sığlığı aşmanın tek yolu var. Habere gitmek.
Ancak bir haberin ayağına giderek...
O haberi koklayarak ve anlayarak; insana dokunarak; gözüne bakarak; sesine gönülden kulak vererek anlatabileceğinizi anlatabilirsiniz.
Kürt meselesindeki Gordion düğümüne baktıkça artık tek bir şeye kafa yoruyorum.
Bizim 'dil bulutları'mız kopuk. Frankfurt okulunun 'kamusal alan' tarifini, birileri anlayacak olan herkese anlatmalı.
Kürtler ve Türklerin ortak bir 'dil kümesi'ne ihtiyacı var.
Umutsuzluğum ve umudum aynı noktada var.
Habermas'ın önermelerini okuyup bu toplumun sağırlarına ve körlerine kim anlatacak?
Yeniden tanımlanacak kavramların yeni anlamlara ihtiyacı var.
Bu da bizim 'kamusal alan'ımızı yeniden tarif edecektir.
İki temel sorunlu alanı (birçokları gibi) ben de anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum.
Biri laiklik diğeri teklik meselesi...
Makulün maktul olduğu bir coğrafyada huzur ve mutluluk nasıl sağlanır?
Temel sorum bu.
Elbette dilin yeniden inşasıyla...
Burada da aslında verili iletişim alanımız medya. Bunun sıradan bir aktörü olarak ise çok somut
eleştirilerim var. İlki sermaye yapısı... İkincisi yöneticilerin sığ tercihleri.
Başta anlattığım şeyi açarsam...
Ötekine her türlü saçma zemin üzerinden saldıran; 'öte mahallenin itleri' gibi kapışan, ağzı salyalı 'köşe yazarı sürüleri' görüyorum.
Bundan ne çıkar? Hiç... Sadece onlar semirir Türkiye kaybeder.
Önemsemezler.
Yapılması gereken bu medya aygıtlarındaki karar vericilerin bir karar vermesidir.
Tarihin bu kritik eşiğinde bu semirikleri 'marka kıymetlendiren' olarak görmemektir.
İsimsiz kaliteli muhabirleri sahaya sürmek ve ortak dil üzerinden 'kamusal alan'ın yeniden tarifine olumlu bir katkı sunmaktır.
Yüksekova'ya da, Güngören'e de gidip dokunacak... Anlayacak, anlatacak, anlamlandıracak bir sürece şimdi ve şiddetle ihtiyaç var...
http://www.aksam.com.tr/2010/07/10/yazar/18063/serdar_akinan/yazisiz_izsiz_lekesiz.html

"Çatışmalar Şehirlere Yayılabilir"
PKK lideri Öcalan, İmralı'dan yeni mesaj verdi: "Çatışmalar şehirlere yayılabilir.''

Öcalan, "Öldürerek PKK yok edilemez. Profesyonel ordu, teknolojik silahlar, bunlar PKK'yi yok edemez. Kaldı ki çatışmaların şehirlere yayılması tehlikesi var. O zaman işin içinden çıkılamaz. Müzakere olmaz ise devrim süreci gelişir" dedi.

Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Suriye’nin Kürt sorununa değinen Öcalan, “Suriye Devlet Başkanı Sayın Beşar Esad'ın daha önce İstanbul'a geldiği sırada basına sarf ettiği beyanları var. Demokratik çözüm için diyalog ve uzlaşmadan bahsetmişti. Bu çerçevede bir çözüm önemlidir” ifadesini kullandı.

HEWLER’DE TEMSİLCİLİK ÖNEMLİ

Öcalan, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un konuşmasına ilişkin olarak da “Başbuğ'un bu son beyanları eskinin tekrarıdır. Denenmiş, bitmiş, iflas etmiş bir anlayışın tekrarıdır” değerlendirmesini yaptı.

BDP’nin dış temsilcilik açmasının önemine değinen Öcalan, “BDP Hewlêr'de temsilcilik açacak sanırım. Orası çok hareketli bir yer. Brüksel önemlidir, Washington önemlidir ama Hewler daha önemlidir. Temsilcilik açılması önemlidir. Oradakiler bizim insanlarımız. Orada beşyüzü aşkın şirket var. Şimdiye kadar orada bir büronun olmaması hatadır” ifadelerini kullandı. Öcalan, şöyle devam etti:

URFA OLMASA SAVAŞ BAŞARILAMAZDI

“Siyaset akademisinin Urfa'da açılması çok önemlidir. Daha önce söylemiştim, Urfa'da devasa sorunlar var, ırgatlık, işsizlik, yoksulluk, göç, -dünyanın dört bir yanına Urfa'lı gençler göçüyor- kadınların durumu ortada, muazzam sorunlar var. Bu sorunların çözümü için çok ciddi çaba ve demokratik mücadele gerekiyor. Urfa'yı çözmek bir çok şeyi, bölgeyi çözmek anlamına gelir. Urfa'nın tarihini biliniyor. Aslında Urfa'da Fransızların yenilgiye uğratıldığı mücadele -ki bu Kürtlerin eseridir- olmasaydı belki de Kurtuluş Savaşı başarılamazdı. Bu sürecin ilk kazanımı Fransızlarla yapılan Türk-Fransız anlaşmasıdır. Yine bu süreçte Binbaşı Noel'in Mustafa Kemal'e yönelik takibi Urfa'dan başlamış, oradan sonra Sivas ve Elazığ'a kadar uzanmıştır ama başlangıcı Urfa'dır.”

ÜÇ ÖNERİSİNİ YİNELEDİ

Öcalan Kürt Sorunu'nun çözümüne ilişkin olarak da avukatlarına şunları söyledi:

“Hükümet'e, KCK'ye, BDP'ye ve tüm ilgililere sorunun demokratik çözümü için bazı pratik önerilerde bulunuyorum. Bu kapsamda üç öneri sunuyorum: Birincisi, önce bir eylemsizlik, karşılıklı bir eylemsizlik durumu sağlanabilir. İkincisi, Meclis bünyesinde Güney Afrika benzeri bir Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulabilir. Bu komisyon kendi alanında uzman kişilerden oluşmalıdır. Meclis'te bir komisyon olur ama ona bağlı çeşitli alt çalışma grupları olur. Yine bu da uzmanlardan oluşur. Aydınlar ve sivil toplum temsilcileri yer alabilir. Bu komisyon çatışmalı süreçle ilgili ben dahil bütün tarafları dinler.

Geçmiş dönemde yer alan Çiller, Ağar ve dönemin diğer aktörlerini dinler. Bu komisyon gerçekleri açığa çıkarır. Komisyon kapsamlı çalışır, bütün tarafları dinler, ulaştığı sonuçları halkla, kamuoyuyla paylaşır, taraflar birbirini affeder, bir dönem böyle kapanır. Bunu yapmak o kadar zor değil, Güney Afrika'da başarılı oldu, çözüme götürdü, burada da başarılı olmaması için bir neden yok. Bununla paralel olarak güçlerin bir alana toplanması gündeme gelir. BM gibi uluslararası güçlerin güvencesi altında çözüme kadar bekletilebilir.Bun dan sonra üçüncü aşama gelir.”

KURTULUŞ OLACAKSA HEPİMİZ İÇİN OLACAKTIR

“Üçüncüsü de, belli bir alanda toplanmış güçlerin yurda dönüşü sağlanır. Öyle Habur'daki gibi değil, toplu bir geliş olur. Bu sürecin güvenlik boyutu KCK ile görüşülür. Demokratik Anayasa çalışmaları ise BDP üzerinden yürür, bu çalışmaya diğer partiler de katılır. Bu temelde anayasal ve yasal çözümler gelişirse silahlar bırakılır. Burada benim rolüm yanlış anlaşılıyor. Öyle kendisini kurtarmak istiyor gibi yaklaşımlar ucuz yaklaşımlardır. Benim içinde olmadığım bir sürecin başarı şansı yoktur, bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Benim öyle kendimi kurtarmak gibi bir derdim yok, kurtuluş olacaksa hepimiz için olacaktır. Sorunun çözümü için bir müzakere süreci başlatılmalıdır.”

MÜZAKERE OLMAZSA DEVRİM SÜRECİ GELİŞİR

“Bu olmazsa ne olur, Müzakere süreci olmazsa ne olur? Burası önemlidir. Ben geçenlerde Devrim Süreçlerinden bahsetmiştim. Bu süreçlerden şunun için bahsediyorum. Devrim süreçleri bir başladı mı kontrolden çıkar, hiç kimse kontrol edemez. Şu an Türkiye'de bu tehlike var mı, var. Ben buradan PKK'ye 'şöyle yapın, böyle yapın' demiyorum. PKK'ye taktik de vermiyorum. PKK kendi taktiklerini zaten uyguluyor, kendine göre bir direniş tarzı var, kendileri bilir. Ben kimseye savaşı yükseltin derinleştirin demiyorum. Bir tespit yapıyorum, bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Benim 31 Mayıs açıklamam da yanlış anlaşılıyor. Ben 'bir ateş yanıyor, bunu söndürelim' diyorum. Bazıları çıkmış Bahçeli gibi habire ateşe odun atıyor, böyle ateş söndürülemez. Ben tersini söylüyorum, gelin bu ateşteki odunları çekelim diyorum. Ateşin alevlenmesinin getireceği tehlikelere dikkat çekiyorum.”

ÇATIŞMALAR ŞEHİRLERE YAYILIR

“Ben sadece gerilla ölümlerine değil asker ölümlerine de gerçekten üzülüyorum. Ben bunların önüne geçmek istiyorum, demokratik-barışçıl çözüm yolunu, önerilerini ortaya koyuyorum ama ne ittihatçı artığı CHP ve MHP ne de Hürriyet ve İtilaf Partisinin devamı sahte-islamcı zihniyetiyle çözüm gelişmez. İşte 'hala bitiririz, öldürürüz, yok ederiz' diyenler var. Öyle bazılarının dediği gibi vurarak, öldürerek PKK yok edilemez. Profesyonel ordu, teknolojik silahlar, bunlar PKK'yi yok edemez. Belki zarar verebilirler. Sonra Türkiye'den dünyanın dört bir tarafında yaşayan Kürtlerden oraya bir akış oluyor. Bu nedenle PKK bitirilemez. Kaldı ki çatışmaların şehirlere yayılması tehlikesi var. O zaman işin içinden çıkılamaz.”

ETNİK ÇATIŞMALAR GÜNDEME GELEBİLİR

“Daha önce 'Devrim ve Karşı-Devrim' dönemlerinden bahsetmiştim. 1789 Fransız Devrimi, 1917 Ekim Devrimi, Alman Nasyonal Sosyalizmin ilk yılları incelenmelidir. Bu Türkiye'de illa böyle olacak anlamında demiyorum. Bir tehlikeye dikkat çekiyorum. Daha önce de söyledim, önemli olduğu için tekrar ediyorum. Bir çözüm gelişmezse üç şey olabilir demiştim. Birincisi çatışmalı süreç, savaş devam eder, bu süreçte devlet PKK'ye büyük zarar da verebilir ama daha önce de söylediğim gibi PKK'nin bir direniş tarzı var, sürekli katılım kaynağı var, olanakları var, PKK'yi bitiremezler. İkincisi çatışmalı süreç daha da derinleşir, sürece yayılırsa, savaş uzarsa her iki tarafta da yozlaşma gündeme gelir, iki tarafta da çeteler türeyebilir. İşte devlet içerisinde jitem tarzı faili meçhuller, köy yakmalar gündeme gelir. Böyle zamanda PKK'de de çete benzeri şeyler gelişebilir. Üçüncüsü çatışmalar, savaş her tarafa sıçrar, şehirlere yayılır. Etnik-toplumsal çatışmalar gündeme gelir. Süreç kontrolden çıkar, kaos olur. Kimse kazanmaz, herkes kaybeder ama devlet daha büyük kaybeder.”
haber1001

Kürt Bölgesine Türk Barış Gücü
Savaş Süzal
09.07.2010

Bölgede ne zaman bir sessizlik ve beklenmeyen bir şey olsa bizim başımıza patlayacak kabak beni hep korkutur. Geçenlerde Irak’taki ABD kuvvetlerinin komutanı ve bizim basın tarafından çuvalcı general diye bilinen Orgeneral Ray Odierno’nun yaptığı açıklama tüylerimi diken diken etti. Amerikalı General, 2011 yılında Amerikan kuvvetleri Irak’tan çekilirse yerini Birleşmiş Milletler Barış gücünün alması gerektiğini söyledi. Bilin bakalım kim olacak bu barış gücü?

Şimdi Amerika’nın bir yere tek başına girmesine rağmen olayı kolektif hale getirip ihaleyi Afganistan’da olduğu gibi NATO’ya ve Birleşmiş Milletlere yıkmasına alıştık. Bizim başbakan da ne diyor, NATO gelsin bize yardım etsin. Olur, yani Amerikan kuvvetleri gelsin bizi işgal etsin demenin Fransızcası. Amerikalı çuvalcı general aslında vaktinden önce öttü. Bu açıklamaları bir iki gazete küçük olarak gördü. Gerçek ise Türkiye’nin geleceğini karartacak kadar büyük.

Önce bir süredir hepimiz biliyoruz ki ABD Irak’tan çıkışta bizi Kürtlere bekçi olarak bırakmak istiyor. Bu aralar Barzani ile Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın kardeş olmaları da bu yüzden. Kürtler Amerikan kuvvetleri Irak’tan çıkar çıkmaz, Sünnisi Şiisi tüm Arapların başlarına çökeceğini biliyor.

Nasıl çökmesinler, petrolün üzerine oturdular şimdi de bölgede kendi sınırları içine bazı bölgeleri katmak istiyor. Bağdat hükümeti bu talepleri kabul etmediği gibi petrol konusunda da henüz tam anlaşmış değil. Orada birde PKK denen bela var. Bu gurup bize olduğu kadar halen aşiret mantığını terk etmemiş olan Barzani ve Talabani Kürtlerini de rahatsız ediyor. Zaten Kürt kardeşliği dışında şeyh ve ağa mantığına da karşı ve büyük darbe vurdu terör örgütü PKK

Bu durum bölgedeki herkes tarafından biliniyor. Amerika ise Afganistan olayını bitirmek için Irak’tan çıkmak zorunda. Bir zamanlar ABD kuvvetlerinin birkaç cephede çarpışır teorisi de bir süre önce çökmüştü. Yani Afganistan’da elini kuvvetlendirmek için Irak’tan çıkmak zorunda bir gurubu Afganistan’a kaydıracak. Zaten bir bölümünü de halen kaydırıyor.

Biliyorsunuz İsrail’inde başı kalabalık Kürt kardeşlerine yardım edebilecek durumda değil. Onlar daha büyük bir bela ile İran’ın nükleer tehdidi ile boğuşuyor. İşte tüm bu nedenlerle bir dönem Türk askerinin başına çuval geçirtmiş olan Amerikalı general şimdilerde Erdoğan hükümeti sayesinde Türk halkının başına bu çuvalı geçirmek istiyor.

Sanmayın bu dâhiyane fikirler Amerikalı generalin kendi fikri. ABD, Irak’a girerken bizim başımıza öreceği çorabın ölçüsünü bile hazırlamıştı. Odierno yalnızca bir emir kulu.

Hani bizim komşularla sıfır sorun tezinin mimarı Dışişleri bakanı var ya çok merak ediyorum Türk askerinin başına mavi miğfer geçirilerek Kuzey Irak’ta barış gücü aldatmacasıyla Kürtleri korumaya göndermeye ne diyecek ve ne düşünüyor? Suriyeli Esat bile uyarıyor. Hani bir zamanlar İsrail ile aralarında arabuluculuk yapmaya soyunduğumuz Suriye devlet başkanı Esat.

İsrail denince aklıma geldi, hafta başında İsrail Başbakanı Netanyahu Washington’daydı ve Obama ile görüştü. Sonuçta her ikisi de aynı açıklamayı yaptılar. Hani bizimkilerin ağzı açık bekledikleri Mavi Marmara veya Gazze konusunda ağızlarından tek kelime çıkmadı. Anlamak mümkün değil, nasıl ABD ile İsrail’in arasının kötü olabileceğini düşünürler. Bu da Amerika’yı bu gurubun hiç tanımadığını gösteriyor. Dışişleri Bakanı Davcutoğlu’nun Willard oteli lobisinde IMF konusundaki değerlendirmeleri de hiç aklımdan çıkmıyor ya.

Gelelim konumuza. Türkiye şu anda büyük bir tehlikenin kıyısında dolanıyor. Yani tam şu anda bıçağın sırtına yürüyoruz. Geleceğimiz torunlarımız için çok tehlikeli bir Türkiye bırakacağız. Ampul takımımı? Onlara ve işadamı olan çocuklarıyla Türkiye artık dar gelir, tüm dünya ya açılırlar. Ha diyorsanız ki Anayasa mahkemesi kararı, bırakın Allah’ınızı severseniz. Dünya’da hukukçulardan oluşmayan bir mahkemenin verdiği karar ne kadar dikkate değer? Ya başka ülkelerin anayasalarına bir bakın. Bizim gibi her 10 senede bir anayasa yapan dünyada kaç ülke var dersiniz?

Bu bizim hani Erdoğan diyor ya Demokrasi oyununun bir parçası. Onlar demokrat dedikçe bizimkilerde gerçekten ülkede demokrasi var sanıyorlar. Aslında herkes işin farkında. Gerisi laf salatası.

www.acikistihbarat.com

PKK'lının cenazesi pankartla taşındı

15:10 - Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde bulunan Bağdere Karakolu'na 21 Haziran günü düzenlenen saldırıda öldürülen Rıza Güven(26), memleketi Adıyaman'da toprağa verildi. 10.07.2010 haber1001

Serdar Akinan
Srebrenitsa'ya iyi bakın

1991 yılında Avrupa'nın göbeğinde bir iç savaş çıktı.
Yugoslavya olarak bilinen bir ülke dört yıl içinde kan gölüne döndü.
Yüzyıllardır yan yana huzur ve barış içinde yaşayan farklı etnik ve dini kökenden kardeşler birbirlerini boğazladı.
2. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da gerçekleşen en büyük soykırım ise Srebrenitsa'da gerçekleşti.
11 Temmuz 1995'teki katliamı neden hatırlamalıyız?
Sırp General Ratko Mladiç komutasındaki 'Akrepler', BM 'korumasındaki'
güvenli bölgede 8 bin 300 Boşnak'ı katletti... Cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetler parçalandı ve 64 ayrı toplu mezara gömüldü.
Çok değil daha 15 yıl önce işlenen bu soykırımın tescilli kışkırtıcısı Batı'dır.
Srebrenitsa Mezarlığı'nda bugün 4 bin 274 mezar var. Bu sayı kemikleri bulunan veya tespit edilenlerin ise yarısı.
Hollandalı askerlerin kılını kıpırdatmadığı bu katliamda silahsız kadınlar ve çocuklar parça parça edildi.
Şimdi bir durun ve neyi tartıştığımıza iyi bakın!
O iç savaş ne zaman çıktı?
1991'de... Beş yılda Yugoslavya diye bir ülke kalmadı. Sokaklardan oluk gibi kan aktı. Batı ise seyretti. Hesabı hala sorulamayan bu katliamın o toprağa bin yıllık bir nefretin tohumlarını nasıl ektiğini de ayrıca iyi görmek gerek.
Şimdi aynı kahpe tohumları bu ülke coğrafyasına eken kimdir? Elbette bu adamları artık tanıyoruz... Duvar yıkıldıktan sonra bu coğrafyada işgal edilen, kışkırtılıp bölünen, karıştırılan ülkelerde çalışanlar kimlerdir? Hep aynı 'açık' vakıflar, aynı 'liberaller', aynı 'demokrasi mücahitleri'...
O isimler kan dökülmeye, kardeş kerdeşi boğazlamaya başladığı vakit tarihin ıssız sayfalarında kaybolup giderken geriye ise böyle Srebrenitsa gibi toplu mezarlar, içi kurumuş kemik dolu sıra sıra tabutlar kalır. O tabutların başında ise ağlayanlar aynı topraklarda yıllarca yan yana yaşayan insanların gözüyaşlı, acılı, nefret yüklü yakınlarıdır...
Getirdikleri demokrasi bu gözü yaşlıların ırzına geçmiştir. Soyları köledir. Batı demokrasisinin kulları arasına katılmışlardır. İşte böyle günlerde gidip o toplu mezarlara ağlarlar, ağıtlar yakarlar...
O günlerde yanlarında duran, güzel gelecekten, demokrasiden, insan haklarından bahseden liberallerden, 'Batı'lı gözlemcilerden bir teki yanlarında mıdır?
Bakın o sıra sıra tabutlara tek bir samimi Batılı var mıdır?
Ağlayanlar kimdir? O Srebrenitsa fotoğrafına iyi bakın!...
Bizim Srebrenitsa'larımızı tezgahlayanlar bugün vitrindedir...
Yarın silahlar sustuğunda ve tüten dumanlar dindiğinde bizler ya o mezarlarda veya mezarların başında olacağız...
Bu 'demokrasi' havarileri nerede olacak?
Srebrenitsa 15 yıl önceydi... Huzur dolu Yugoslavya'da bir bölge...
O fotoğrafa iyi bakın... Artık yok.

http://www.aksam.com.tr/2010/07/12/yazar/18081/serdar_akinan/srebrenitsa_ya_iyi_bakin.html


Kuzey Irak'taki Hıristiyan misyonerler
17 Temmuz 2010, 10:23Anadolu Haber
Evangelikanlar, Kuzey Irak’ta, Kürdistan hükümetinin rızası ve Amerikan vergi mükelleflerinin yardımıyla okullar, radyolar istasyonları ve kiliseler kurdu.

Amerikalı yazar Michael Reynolds, Alternet sitesinde yayımlanan "Sağcı Amerikan Hıristiyanları, Kuzey Irak’ta Nasıl bir ‘Savaş’a’ Girişiyorlar" adlı makalesinde çok çarpıcı bilgilere yer verdi. Makaleyi Timeturk okuyucuları için özetleyerek veriyoruz;

Sağcı Amerikan Hıristiyanları, Kuzey Irak’ta Nasıl bir ‘Savaş’a’ Girişiyorlar

Irak Kürdistan’ının güneyinde Süleymaniye’nin dışında küçük bir binalar grubu, gri ve toprak rengi duvarların arkasında bulunmaktadır. Üstteki bir duvarda, altın ve gök rengiyle parlayan büyük beyaz bir işarette Arapça ve İngilizce harflerle: Medes Klasik Okulu yazıyor. Bu bölgedeki, “Hıristiyan dünya görüşü”nü öğreten üç özel okuldan birisidir bu; Tennessee’li Amerikan evangelistlerin el işi.

ABD işgalinden beri, Amerikan evangelistleri Kuzey Irak’ta sadece okullar değil aynı zamanda yazılı basın, radyo istasyonları, kadın merkezleri, sağlık ve diş klinikleri ve kiliseler açtı. Ve hepside Kürdistan hükümetini rızası ve yardımıyla. Bu işlerin birçoğu Amerikan savunma bakanlığı ve dışişleri bakanlığı vasıtasıyla ulaştırılan, ABD vergi mükelleflerinin dolarlarıyla finanse edildi.

Yıl 2003… 350 papaz ve kilise lideri, Kürdistan Bölgesel Hükümeti başkanı Mesut Barzani tarafından sıcak bir şekilde karşılandıkları Kerkük’te toplandı. Bu toplantıda, Nashville’de bir evangelist organizasyon olan Servant Group International’ın lideri George Grant şunları deklare etti; “ İsa her şeyin üzerinde olan Rab’dır; O her Molla’nın, her Ayetullah’ın, her İmamın ve her Mehdilik iddiasındaki kişinin üzerinde Rab’dır; O bütün yeryüzünün ve hatta Tanrısıdır, hatta Irak’ın bile.”

CENTCOM dokümanları gösteriyor ki, 2005 ve 2007 yılları arasında, DOD’s Joint Contracting Command Irak/Afghanistan, Kürt şirketi Daban Grup’a en az $465,639 ödedi. Bu para Grant's School of the Medes’in inşaatı içindi. Aynı zamanda bundan iki yıl önce Amerikan dış işleri bakanlığından on binlerce dolar, Kuzey Irak’ta Sağlık Hizmetleri Ortaklığı adında bir programla çeşitli Servant Group evangelikan ve insani projelerine aktı.

Kürdistan’da evangelikan varlığına Bölgesel Hükümet’in desteğine karşılık olarak, Doug Layton, başka bir Tennessean ve bir Servant Group kurucusu, Kürdistan Bölgesel Hükümeti için Bush zamanında Washington’da hayati bir irtibat işlevi gördü. Orada Kürt halkla ilişkiler çabalarını yöneterek, evangelikan iş adamlarını bolgede yatırıma teşvik etti.

Açık Toplum Politikası Merkezin’de (Open Society Policy Center) yüksek bir Orta Doğu analisti olan Mike Amitay “Irak savaşının başlamasından beri, [Massoud] Barzani ve Kürt Bölgesel Yönetimi, Bush yönetimi ve onun sağcı evangelikan Hıristiyanlarına oynadı” dedi. “ parayı ve gücü orada gördüler. Barzani onların okul ve kilise kurmalarına müsaade ederek ihtiyacı olanları elde edecekti.” Ama, Amitay “ Kürdistan’da İslami partilerin yükselişi ve Asurlu Amerikan evangelikan biricikliği ve din propagandasıyla, onlar ateşle oynuyordu.” diye ekledi.

Tennessee Waltz

Saddam Hüseyin’in 1988’de Halepçe köyüne kimyasal silahlarla saldırmasıyla, Kürdistan’dan 14,000 kadar mülteci Nashville’ye gitti. Şimdi burası Amerika’da en çok Kürt nüfusa ev sahipliği yapan şehir. 1992’de, Servant Group International’dan Nashville evangelisti bir kadro, bunlara çok sayıda inanan Kürt’de dahil, birkaç blok ve müzik meydanı işgal eden bir mega-kilise olan Belmont Church’deki üslerini terk ederek, Irak Kürdistan’ına geldi ve orada bir yer açtılar. Orada Kürtçe İnciller, çantalar dolusu nakit para ve sağlık araç gereçleri paketleyerek, Türk-İran sınırında bir “Hıristiyan Kırallığı” kurmak için uzun vadeli bir plan devreye soktular. Servant Group 20 yıl kadar önce Kuzey Irak’a gelmesinden sonra Türkiye’de, Orta Asya’da Endonezya’da, Almanya’da ve Norveç’de varlığını artırarak ofisler, papazlıklar ve okullar açtı.

Bölgede yedi yıllık Amerikan yönetiminden sonra bunlar, Barzani’nin Kürt Demokrat Partisi ile Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin Koalisyon yönetimi altında olan Kürdistan Bölgesel Yönetiminin içlerine sızdılar. Kürdistan Kalkınma Şirketindeki Layton’dan gelen yardım ve Washington’daki Cumhuriyetçi lobilerle Kongre Üyeleriyle olan bağlantıların desteğiyle, uluslar arası ticaret imtiyazları ve sondaj kontratları elde ettiler ve United States Agency for International Development (ABD Uluslar Arası Kalkınma Ajansı-USAID) ve DOD ( Amerikan Savunma Bakanlığı) paralarını kendi misyonları için akıtarak, kendi Hıristiyan okullar zincirini kurdular. Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG), Servant Group'un papazlarını ve okullarını toprak ve bina bağışı ve diğer iyiliklerle desteklediler.

Servant Group ve onun ortakları kendi ordu modeli evangelizmleriyle sivrildiler (onlar buna “spritual warfare” diyorlar yani “ruhani savaş”); onların bu “çadır yapma” ya da “Krallık Ticareti” gibi gizleme taktikleri ( onlar bir ülkeye, evangelizmi gizlemek için, seküler bir ticaret görüntüsüyle girerler); onların istihbarat toplamaları ki onlar buna “manevi haritalama” diyorlar ( evangelist timlerin komşu ülkelerden diğer tüm ülkelere, demografik, tarihi ve coğrafi verileri içeren “alan araştırması” yapmaları); İslam’a karşı içselleştirilmiş bir düşmanlık; ve onların hükmedici “Kırallık Şimdi” (Kingdom Now) dünya görüşü (neo-Kalvinist otoritercilik ve “Yeni Havarici” (New Apostolic) Pentecostalism (çok duygusal ayinleri ve tutucu dini akideleri olan Hıristiyan mezheplerine ait), en iyi bilinen taraftarı Sarah Palin olan, Tanrı’nın Meclisinin bin yıllık mezhebi)

Servant Group çok kurnaz bir şekilde kendilerini, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne ve Bush/Cheney Irak Savaşı çabalarına değerli varlıklar olarak sundu. Bu grup’un Bush yönetimiyle yakın bağları vardı: 2004 yılında bir bestseller olan Stephen Mansfield’ın ‘The Faith of George W. Bush’ (George W. Bush’un İmanı) kitabında Bush’u Beyaz Saray’daki “Tanrı’nın adamı’ olarak portrelendirdi. Servent Group’a ev üslüğü yapan Nashville’deki Belmont Kilisesinde 2002’ye kadar beş yıl boyunca papazlık yaptı. Mansfield öncelikli vaiz olarak Servent Group’la birlikte, Kürtlere karşı evangelikan din propagandası aleti olarak yoğun bir şekilde kullanılan İnciller ve İsa filmleri getirmek için seyahat etti. Mansfiel ve Grant birlikte, Kürdistan’da kalkınma projelerine yatırımda bulunanlara American Destiny (Amerikan Kaderi) adı verilen, “açık Hıristiyan ticaret icraları” konsorsiyumu için danışmanlık hizmeti verdi.

2002’de bir görüşmede, bir Association of Classical and Christian Schools bülteninde, bir Klasik Okul öğretmeni ve eğitmeni olan Mary Yacoubian, Servent Group’a katılmasının gerekçesini “ onlarsadece her şehirde bir kilise kurmakla yetinmiyorlar. Onların amacı milleti gerçek manada ‘disipline’ etmek ve İsa’nın Krallığını toplumun her alanında kurmak: hükümet, sanat, sağlık, eğitim vb.” İslam’ı “korku üzerine üzerinden üretilen bir din” olarak adlandırdıktan sonra Yacoubian coşarak “Biz aynı zamanda bahçemizdeki küçük bir plastik havuzda inananların vaftiz olduğuna şahit oluyoruz! Sadece bir düşünün. İslam’a kayan erkekler ve kadınlar şimdi İsa’ya dönüyor.” dedi.

Yacoubian’ın beyanları evangelikanların biricik inançlarının tehlikeli olan kalbini yansıtıyor- onların bu “Tanrının Kırallığı” (Kingdom of God) anlayışı, Amerikan patentli Hıristiyan toplum, idare ve kapitalizmin dışında bütün olasılıkları hariç tutar.

Başarılı Olarak İyiye Gitmek

Douglas Layton bu başarıların merkezinde yer alıyor. Uzun zamandır bir ‘Hıristiyan Yeniden İmarcısı’ ve George Grant’a yakın bir meslektaş olan Andrew Sandlin,Ocak 2002’de yayınlanan the Forerunner adlı kitabında Layton’ı Kürdistan’ın içine yaptığı tutkulu akınlarından dolayı methediyor. “ Eğer biz misyonerleri destekleyeceksek, kültürleri yeniden ele geçmek için dünyanın dört bir yanına gidenlerini destekleyelim, orda burada birkaç kişi kazanlarını değil” diye yazdı Sandlin. “Kürdistan’da Kuzey Irak’ta Doug Layton’ı şöyle mütalaa edin; yenden,yeni Hıristiyan okulları, yeni Hıristiyan ticaretleri inşa eden birisi. Kiliseler inşa etmekle yetinmeyen, bütün Hıristiyan kültürünü orada isteyen birisi.”

Layton 2000 yılında kendi misyonunu zarif bir şeşle de beyan ettiği, ortak yazarlığını yaptığı kitap olan ‘Our Fathers Kingdom: The Church and the Nation’ı( Bizim Tanrımızın Krallığı: Kilise ve Ulus) yayınladı: “ Eğer komünistler ve Müslümanlar milletleri ele geçirebiliyorsa, bizim Tanrımızda bunu yapabilir!”

Bu kitabın ortak yazarı, George Oits, ‘Manevi Savaş’ hareketinde gerçek bir generaldir. Bu “İsa’nın Krallığını” kurmak için “bölgesel taleplere” karşı verilen savaşta evangelikanların kendi tanımladıkları bir ordudur. George Oits küresel bir evangelikan ajans başkanlık ediyor. The Sentinel Group, hareketin yönlendirmek (din değiştirtmek) istediği ülkelerde “alan üniteleri” (field cells) kurarak, hedeflenen bu yönlendirme için demografik veriler toplamaktadır. Orta Amerika ve Ortadoğu’da birkaç ülkeyi de içeren bu faliyet şu anda Uganda ve Irak’ta yürürlüktedir. Bu veriler, “Manevi Haritalama” projesinin bir parçası olarak Sentinel’in bilgisayırına gonderildi.

Layton, Ortadoğu’da evangelizmin meşru sınırlarını zorladı. Alman mahkemesi dokümanlarına göre Layton 1993’te bir Kuzey Irak kasabası olan Dohuk’ta halka açık bir şekilde Kürdistan’ın “eğer Kürtler İsa’yı takip ederse” kendi vaat edilmiş toprakları olacağını ve “ İslam’ın onlara talisizlikten başka hiçbir şey getirmeyeceğini” vaaz ettiği için tutuklandı. Bu konuşması kızgın sokak protestolarına sebep oldu ve tutuklanmasından sonra ona ülkeyi terk etmesi emredildi. O da KDP için Washington’da kişisel olarak lobi yaparak Council for National Policy’de konuşmalar yapıp Kongre dinletilerine tanıklık ederek bağımsız bir Kürdistan ve özelliklede Barzani’nin KDP’si için taraftarlık yaparak durumunu iyileştirmeye çalıştı. 1996’da Kürdistan’a geri döndü.

2009’un sonlarına kadar Kürdistan Kalkınma Şirketinin Erbil direktörü olarak hizmet etti. Kürdistan Bölgesel Yönetiminin sponsorluğu ile girişilen Kürdistan Kalkınma Şirketi 2004’te kurularak “Irak Kürdistan Bölgesinde ticaret ve yatırım imkânlarını artırmak için” kurulmuştu.

TİMETÜRK

Barış Annelerin'den Ayaklanma Çağrısı
24 Temmuz 2010
Kendilerini 'Barış Anneleri İnisiyatifi' olarak adlandıran ve BDP çizgisinde hareket eden grup, açıkça ayaklanma çağrısı yaptı

Operasyonların durması talebiyle önümüzdeki günlerde Güneydoğu'daki bütün illerde yürüyüş düzenleyeceklerini belirten Barış Anneleri İnisiyatifi aktivisti Havva Kura, "Artık Diyarbakır bu kadar sessiz olmamalı, bu yaşanan çatışmalı süreçte herkes ayaklanmalı." dedi.

İnisiyatif, Güneydoğu'nun dört bir tarafında yapacakları mahalle toplantılarının ilkini Diyarbakır'da gerçekleştirdi. Bağlar'daki toplantıda konuşan Havva Kura, operasyonların son bulması için yetkililerle yapmak istedikleri tüm girişimlerin sonuçsuz kaldığını belirtti. Yaşanan sürece karşı refleks geliştirmek ve çatışmalara karşı toplumsal duyarlılık oluşturmak için halk toplantıları düzenlediklerini anlatan Kura, yaşanan can kayıplarının tek sorumlusunun Başbakan Tayyip Erdoğan olduğunu ileri sürdü.

Kamuoyunun yaşanan çatışmalara karşı sessiz kalmaması gerektiğini ifade eden Kura, özgürlük için insanların bedel ödediğini, bu bedellere layık olunması gerektiğini söyledi

Kaynak:Zaman

Behiç Kılıç/Yeniçağ
Bu şehit de aileden İlker Başbuğ

Genelkurmay Başkanı'nın Teğmen'in şehit eşinin cenazesine koşması iyi de, cenazede ettiği sözler biraz acaipti!.. “Henüz 47 gün önce kurulan bir yuvanın yok olmasına ve masum bir evladımızın hayatını kaybetmesine yol açan bu hain saldırı Türk Silahlı Kuvvetleri ailesini derinden üzmüştür. Acımız büyüktür...”
Genelkurmay Başkanı şunu bilecek..
“Acı” Türk Milletinin acısıdır.. Bu fedakar vatan evladı Pınar öğretmen, “Türk Milletinin ailesindendir..”
Türk Silahlı Kuvvetleri de Türk Milletidir..
“Türk Silahlı Kuvvetleri ailesi!!” diye bir kavram yoktur.. Bu kavramı kullanmak zihninin derinliklerinde, subayları yüksek duvarlar ardına çekilip milletten yukarıda bir topluluk varsaymanın tezahürü kabul edilir!!.
Eğer bu terim üzerinden hareket edilirse, İlker Başbuğ bir aile cenazesi için bu kadar hassaslaşmış diye düşünülür!..
Şimdiii!.. Biz artık böyle “yukarıdakiler-aşağıdakiler” tezahürleri istemiyoruz...
Nereden aklımıza takılıdır bu durum!..
Bir kısım general amiralin “Silivri eşiğinden” dönüşü akıllara takıldığından beri.. Başkan'ın elinde dosyalarla gittiği “Çankaya Zirvesi” sonrası serbest kalan ekabir akıllardadır!.
Madem öyle, İlker bey'e bir “arabuluculuk” daha düşüyor şimdi!..
Gaziantep'li Ahmet Kömür, 2005 yılında Çukurca'da şehit düşmüştü...
Babası Ahmet Kömür.. Yani Şehit Babası Ahmet Bey, şimdi hapse girecek!! Çünkü, evladının cenazesi kaldırılırken, o acı ile Başbakan aleyhine sözler etmişti.. Mahkum edildi.. Başbuğ, şehit babasına sahip çıkamaz mı?..
Şehitler, aslında bu millete ilahi uyarılardır... Bir Sodom-Gomore dehlizindeki Türkiye'ye “elden kayan vatanla” ilgili çok çarpıcı uyarılar yapılıyor ama.. Ateş düştüğü yeri yakıyor... Türkiye üzerinde hesapları olanların yönlendirdiği matbuat sarmalı, şehit cenazeleri üzerinde düzenlediği eğlence programları ile, yerde ıslak duran mübarek kanların tepesinde, birilerine göbek attırıyor!..
Her şehide bir tören.. Sıra sıra paşalar.. Arkası?!. Vur patlasın çal oynasın!.. (Düşman öyle değil, meselesine sahip ve hedefine yürüyor)
Hakkari'de şehit olan, Jandarma Astsubay Bekiş'in, Niğde'nin Bor ilçesinde kaldırılan cenazesinde.. Yürüyüş sırasında, emekli öğretmen Ünsal Boran'ın göğsünde ve sırtında, “Böyle giderse, şehitler de ölür vatan da bölünür, uyan ey Türk milleti'' yazısı vardı...
Durum budur..!
Değerli büyüklerimiz nutuk atıyorlar..Genelkurmay Başkanı, şehitlerin ardından çok güzel hamasi yazılar yazıyor..
Ama, baskınları yapan eşkıya ortada yok!.. Eşkıyayı yaptığına yapacağına pişman etmesi gerekenler, cenazelerde saf tutup üzüntü bildirerek terörle mücadele ediyorlar..
Eşkıya kentlerde kolayca eylem yapabiliyor artık..
Bakın Devlet Bahçeli ne diyor;
“Açılım safsatasının gündeme geldiği andan itibaren terörde bir tırmanış kendini gösterdi. Emniyet mensubu, Silahlı Kuvvetler'in mensupları mayın patlaması ve karakollar basılmak suretiyle şehit ediliyor.
Çok sayıda da askerimiz yaralı. Buradan iki anlam çıkar: Birincisi; terör alan hakimiyetini artırıyor. İkincisi de olaylarda inisiyatif almaya çalışıyor.
Türkiye'deki tüm siyasal kurumlar, sivil toplum kuruluşları her gün bir Mehmetçiğin, bir polis kardeşimizin, bir korucunun şehit olduğu bir ortamda güçbirliği yapıp terörün kökünü kazımalılardır.”
Bu sözlerde terörle yapılması gerektiği gibi yapılması istenen bir duruş vardır.. Öyle durulmadığı için de eşkıya Tokat'ı, Samsun'u, Osmaniye'yi ve bütün şehirleri ablukaya alabiliyor

THE TIMES: PKK'dan "geniş kapsamlı saldırı" tehdidi
6 Temmuz 2010
PKK, Türk hükümetiyle yeni bir silahlı çatışma dönemine girmeye hazırlanıyor. Halbuki 26 yıl süren terörün ardından gelen bir yıllık ateşkes barış umutlarını bir hayli güçlendirmişti.

Kuzey Irak dağlarında bulunan sığınaklarında The Times'a konuşan PKK liderleri, geçtiğimiz birkaç günde düzenlenen hava operasyonlarına cevap vermek için Türkiye genelinde kapsamlı saldırılar düzenleme planı yaptıklarını söyledi.

PKK'nın en üst düzey beş komutanından biri olan Sözdar Avesta, gelecek aylarda yaşanması muhtemel askeri durumu "Ortalık çok ısınacak" sözleriyle ifade etti. Türkiye'nin her köşesinde PKK'lıların harekete geçirildiğini söyleyen Avesta, "Kendimizi aktif olarak savunacağımız bir döneme girdik" dedi.

PKK içindeki en üst düzeydeki kadın olan Avesta, "Türk hükümeti Kürt sorununa barışçıl bir çözüm geliştirmeyi başaramadı. Bunun yerine daha fazla şiddet getirdiler ve bir imha politikası uyguluyorlar. Bizim eylemlerimiz Türkiye'nin baskısına bir cevaptır" diye konuştu.

Avesta, PKK'nın Türkiye'nin Kuzey Irak'ın içlerine yayılacak bir operasyonu düzenlemeyi düşündüğünden şüphelendiğini söyledi.

Bir başka PKK üyesi ise, "Türk hükümeti bizim ateşkesimizi bir zayıflık işareti olarak gördü ve bunu sömürmeye çalışıyor. Topyekun bir savaşa hazırlanıyorlar" dedi. The Times PKK'nın Türkiye, Irak ve Suriye'deki Kürt gruplardan adam toplamaya devam ettiğini söylerken, yetkili de "Eylemsizlik dönemi sona erdiğine göre daha fazla adam almaya açığız" dedi. haber10

Serdar Akinan
Yol ayrımı

PKK'nın yayın organı Fırat Haber Ajansı'nda dün yayınlanan bir ana-lizde önümüzdeki sürece dair son derece açık bir fotoğraf tarif ediliyordu:
'Bu çatışmalar devam ederse sivil halk çok ama çok büyük zararlar görecek. Son 30 yıllık süreçteki on binlerce kayıp daha da artabilir. Tartışmalarda sorunu sadece askeri-asayiş-'terör' meselesi olarak ele almak ve hükümet ağzı ile yorumlamak bu süreci daha fazla çıkmaza sürüklüyor. Çünkü bu savaşın bilançosu sadece yaşamını yitiren asker ve gerilla sayısı ile değil; giderek artan sivil kayıplardan da oluşacak? İnsanların ölümü artarken, sosyal ve kültürel alanda büyük bir yarılma meydana gelecek. Ekonomik çöküntü ve zarar tanzim edilemez bir hal alacak. Devlet ve askeri kurumlarda JİTEM ve SUSURLUK skandallarını aşacak bir çürüme, Ergenekon isimlendirmelerinde de önü alınamaz bir artış olacak. Siyaset Türkiye'de işlemez hale gelecek. Kürtler kendi geleceklerini kendileri belirleyecek. '
Açıkçası ve maalesef ben de önümüzdeki ayların tam da yukarıda tarifi yapıldığı şekilde gelişmelere gebe olabileceği endişesindeyim.
Bahçeşehir Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aktar, Fransız Liberation gazetesine bir mülakat vermiş. Cengiz Aktar'ın yukarıdaki sürecin finaline dair bir öngörüde bulunuyor:
'Korkarım ki bu çatışmayı çözmek için Türkiye'nin kendisinin uluslararası bir arabuluculuğa ihtiyacı olacak.'
Cumhuriyet'ten Orhan Bursalı'nın 'Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtlerin çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir.' tespitinden yola çıkan Ertuğrul Özkök dün köşesinden bir kesimin artık usul usul söylediğini yüksek sesle dillendirdi:
'Birlikte yaşamak zorunda mıyız?'
Gerçekten şu soruyu soralım...
'Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?'
Yukarıda çok farklı kesimlerin gidişata dair açık ve net tespitleri var...
Ne AKP'nin artık tescil olan beceriksizliğiyle, ne muhalefetin vizyonsuz basiretsizliğiyle ne de on binlerce insanımızın canına mal olan askeri 'çözümlerle' bir yere varılamayacağı ortada...
Yığınlar ise kendi kaderlerini yönetecek enstrümanları siyaset aygıtının yapısından ötürü 'devrettiğinden' görünen o ki Türkiye kanlı bir yol ayrımına gidiyor.
http://www.aksam.com.tr/2010/07/07/yazar/18033/serdar_akinan/yol_ayrimi.html




MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE SİYASET
Cumali DALKILIÇ
05.08.2010

Aslında bahsimiz, Türkiye’de siyaset ne demektir, nasıl bir seviye belirtir, mücerret ve müşahhas mânâda doğru dürüst bir tarifi var mıdır, nasıl seyretmiştir, içinde olanların profili nasıl bir haysiyet belirtmiştir; bu noktada kafa patlatmaktı ancak, Türkiye şartlarında belli başlı kalem sahibini hariç tutarsak, alâkalıların herhangi bir derdi olmadığını tespit ettiğimizden bu hususu erteliyor; son yıllarda hayli popüler ve sirayet bulmuş bir hususa temas ihtiyacı duyuyoruz;
Mağduriyet psikolojisi…
Belki şu soru bahsin açılmasına yardımcı olur:
Siyasetle ne alâkası var?
Bir alâka var sanıp soruyoruz anlaşılmasın.
İçinde bulundukları hâlleri teşhisle ifâdeye kavuşan bu psikoloji içinde debelenenlerin, siyasî bir çevre etrafında ‘siyasî söylem’miş gibi ciddiye alınması ve bu psikolojinin ses tonunun kulağımızı götürmeye başlaması yüzünden -siyasetin mânâsına yazık olacağını bile bile!!!- soruyoruz.
Hakikaten siyasetle ne alâkası var?
Kim bu, pek siyasî kisvesiyle içi dışı mağdur tipler?
Dünya ve bölge siyasetinde silikler?
Boşlukta mekân işgal etmediği hâlde, neden ve nasıl ‘prim’ yapıyor?
Nasıl sirayet ediyor?
Sirayet kabiliyetini nereden buluyor?
Birbirine hasmane duygular besleyenlerin her ikisinde rastlanacak kadar göze çarpan bu sersem psikoloji, siyasî bir didişme içinde nasıl bütün ülkeyi sarabiliyor?
Bu çapsız siyasiliği misâllendirelim…
İlki Diyarbakır’dan…
Türk bayrağının yanına bir Kürt bayrağı, memleketin şu, şu bölgelerinde özerk bölgeler, bölünmeler teklife cüret ediyor.
Buna cevap veren siyasî tiplerin de, “organları yer değiştirmiş” dediği tipten pek farkı yok…
PKK’nın taşeronluğundan bahsederken taşeronluk yaptıranlar arasında AB ülkeleri de var, bunu bilmemize rağmen AB’ye girmekten bahsediyoruz kim bunlar?
Diye soran bir gazeteciye, onu da siz bulun demiş ve olanca çapsızlığını göstermişti.
İkincisi, bir mitingte konuşan BDP’li ve güya -güya- bir Kürt kadını, şu lafı savuruyor:
Bu referandum ne Kürtlere, ne Alevilere, ne de Ermenilere yaramaktadır; hayır diyelim!
Ve kitle zılgıtı koparıyor, alkışı basıyor.
Bu tür lafları edenler, özellikle BDP içinde sesi baskın çıkanlar.
Bilumum medya da bu teröre çanak tutuyor.
Ee?
Şimdi?..
Gerçekten siyasetle alâkası olanlara soruyoruz:
Eee?
Bizi bir ân, mânâsız bir soru soran durumuna düşürme pahasına soruyoruz, ancak, bizimki hiç oralı değil.
O “siyaset yapıyor” çünkü.
Düşünebiliyor musunuz; günümüzde pek etkili bir militan hareket olarak gösterilen PKK’nın sözcüleri, vatan topraklarında “sömürge”nin kendisi Türkiye iken, “sömürgeci güçler” deyip, kimin adına yaptığı, son tahlilde taşeroncunun taşeronuna ve kendi taşeronluğuna yarayacak şekilde açık olan saldırısından az sonra, mağdur edebiyatı düzmeye hazır birtakım tiplerin “kimliği ve özgürlüğü” için yaptığı vehmiyle Irak’ın kuzeyindeki hain yapılanmanın “Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı” “Kak(ağabey) dediği Barzani demokrasi çetesine sığınıyor.
Sığındığının, İsrail Terör Örgütü’nün Irak’taki taşeronluk kimliğini sorgulamaksızın, - dışişleri, bu demokrasi çetesini Ankara’da ‘ağabey’ diye karşılaşmıştı!- düpedüz vatan hainliğine giden Kürtçülükle psikolojik bağ kuruyor –ne de olsa Kürt!- ve Kürdistan denilen Siyonist peşmerge yuvasını “yurt” ediniyor.
Bu saldırılarından ne gibi tutarlı bir siyasî sonuç çıkarıyor; doğrusu hareketin içinde olanlar da dahil hiç kimse tam olarak izah edememektedir.
Dağ başında, “önderi”nin 30 yıldır gele gele kontra geleceği “demokratik özerklik”(???) kararını(???) okuyup, demokratik toplum (???) oluyor.
Bütün bunlar zulme karşı oluyor.
“Haklar” mağduriyet psikolojisi etrafına saçılarak kovalanıyor.
Nitekim, iktidar olmakla uzaktan yakından alâkaları yok.
Eee?
E’si de olmadığı için sözkonusu psikoloji, muktediri olmayan vatan toprakları üzerinde bir üfürüklük bulut parçası içinde gürletiliyor; onca teröre rağmen, ‘sadra şifa’ tek damla yok.
Ağızlar açık ve apışık bir siyasî atmosfer hüküm sürüyor.
Bu psikoloji etrafa saçıldıkça iktidar(!) ağlıyor.
İktidar(!) ağladıkça seninki şımarıyor.
Şımardıkça Kürtçülük diye, tarihte böylesine rastlanmamış, hiçbir kalıba oturtulamamış, sadece vıcık vıcık mağdurluk hissi etrafında bir literatür uydurulmuş, sağlı-sollu liberal Batıcısının kendisine biçtiği meşruiyet dairesinde vücut bulmuş bu adînin bayağısı illet, iflah olmaz derecede demokratik arsızlar topluluğunun güdümünde, Türk’ün Ruh Kökü’ne bir yarasa gibi asılıp kalmıştır.
Yarasa yarasa, İsrail Terör Örgütü’nün Merkez Doğu’ya saldırısına yarayan Kürdistan İşçi Partisi adlı kozmopolit yapılanmanın ettikleri, temel çelişkiler samimi olarak tespit edilip, “sömürgeci TC” dediklerinin gerçekte Irak’ın kuzeyindeki hain yapılanmanın elebaşı Talabani’nin taşeronu Talabani Cumhuriyeti olduğu görülse, belki haysiyetli bir “siyasî görüş” kazanılır.
Ve ne siyasî, ne sosyal, ne de kültürel boyut biçmeye gerek duymadan, doğrudan askerî boyuttan asıl düşmanları bir bir teşhis edecek, hemen akabinde, bölgedeki varlığını emperyalizmin çıkarlarını yaşatmakla kurmuş hain unsurlarla hesabını görmek basiretine erecektir.
İş dönüp dolaşıp ele gelmez bir tutum etrafında düğümlendiği için ne diyorsun, ne yapacaksın manasına (eee!) diyoruz.
Mağduriyet tellallığıyla gerçek bir siyaset tecrübe edilemez.
ABD, AB, İsrail Terör Örgütü ve bilumum Türk düşmanları, karşılıklı propagandayı besleyici bir vasatta mağdur tipler türetiyor, vasat bir anda siyasî havaya büründürülüyor ve birdenbire karşımıza siyasî sahtelikler çıkıveriyor.
Durum şu:
Ee sonra?..
30 yıl sonra?
Şu kadar yıllık dağ hareketine –bu noktada en büyük payı harekete değil dağa ve dağdaki mağaralara veriyoruz!- bütün diyeceğin ve yapacağın bu muydu deseniz, sizi de ezenlerin safında ilân edecek; ezik konuşmaya başlayacak ve halis Kürd’ün Bave Kurdan-Kürtlerin babası bildiği zat hakkında şu herzeyi yumurtlayacaktır:
Sizin Ulu Hakan dediğiniz Abdulhamid de bizi ezdi!!!
Hadi öyle olsun, diyelim ki ezdi; sen daha örgütlenmemişken seni ezmeye başlayan ABD Vesayeti’ne ne diyor, ne yapıyorsun?
Batı Anadolu’daki üslerin devamı Doğu Anadolu’daki Terör Örgütü NATO işgal üslerine ne diyor, ne yapıyorsun?
Hâlâ mağdur musun?
Vaktiyle Irak’ın kuzeyinde bu ezik ruhiyat, İngilizler ve Siyonistler tarafından zıplatılmasın diye Büyük Atabey Abdulhamid Han’ın tedbir gereği o toprakları uhdesine alışı, O’na yapılan Siyonist darbenin gerekçelerinden biri olmuştu.
Asırlık siyonizm terörü görülmedikçe, kendi kendinden ibaret bir siyasî didişmeyle ancak siyonizm memnun edilecek, 30 yıllık turşusu kurulan kimlikleri de buna engel olmaktan başka bir mânâya gelmeyecektir.
Ve ele gelmez bir şekilde bu böyle sürteleyip gidecektir.
Sol jargonun bundan 20-30 yıl öncesinden bugüne taşıdıkları ve dillerinde vantuz gibi duran “egemen güçler”, “sömürgeci TC” gibi laflar eşliğinde: Bana şöyle yaptın, zaten senin baban da böyle yapmıştı, onun babası da öyle, babasının oğlu babası da! şeklinde kafasında kurguladığı bir şecere sıralıyor.
Türk tarihi dururken kalkıp neandartellerden, Sümerlerden işi başlatan zihniyet “mihrak” kabul edilirse olacağı budur ve bu soydan kafa daha çok şecere lekeler.
Devamlı kaba müşahhaslar üzerinde duran ve âlemde ne kadar mücerret mesele varsa küçümseyen, hatta bazen hakaret ve küfür de eden kimi çapsızlar etrafında kabardıkça kabaran bu psikolojinin, sadece ve yalnız tek dava güttüğü görülüyor:
Beni mağdur ettin, ezdin, kimliğime hiç dedin!
Senin “kimlik” dediğin şey, Vaşington’dan Brüksel’e, Londra’dan Ankara’ya kabul ve makbul, oradan Erbil’e uzanıp liberal kapitalizmin demokratik hazcılığı bayraklaştıran hedonist güdücülerinin elinde mayalanıyor.
Mevzuu bu istikamette deştin mi hiç?
Bir deşilse sadede geleceğiz fakat…
Hem kimlik davası güdülüyor, hem zırlanıp duruluyor!
Zırladığı için mi kimlik sahibi,
Yoksa kimlik sahibi olduğu için mi zırlıyor?
Kimlik derken de ne dediği belli değil.
Eziklikten kimlik çıkar mı?
Mağduriyet psikolojisi dediğimiz bu.
Karakol basıyor, o kadar asker öldürmeye fırsat buluyor,
Yine de hem dağda hem düzde ezik ve mağdur.
Bu hareketi silahlı ve siyasî, hangi kritere vurabiliriz?
Şahsiyet?
Nereden gelmiş nereye gidiyorum mânâsına bir “kimlik davası” değil bu.
Sömürgecilik tarihi üzerine basit bir fikir ve hüküm sahibi değil, boyuna Osmanlı’yı sömürgeci diye yaftalıyor.
Bu psikolojinin serfliğinden, sefilliğinden, sekter zihniyetinden şahsiyetli bir dava çıkar mı?
Atası II. Abdulhamid’e, Atabey diyen bir kavmin içinde peydahlanan bu zihniyet, bu psikoloji nasıl yaygınlaştı?
Bu psikoloji Türk Tarihi’nin değer ifade eden her şeyini tepeleyerek konuşmakta, hiçbir ölçüye sığmamakta, ne dediğini kulağı duymaz; kimliğim de kimliğim diye şımarıp tepinmekte…
Hep mağdur.
Yakıp yıkmaktan bahsettiğinde de, gerçekten yakıp yıktığında da!
İnsanımızı esas meselesinden, temel meselelerinden uzak tutan, esas olmayanlara da neresinden girileceğini şaşırtan bir illet bu mağduriyeti psikolojisi.
Böyle mağduriyetin siyasetle ne işi olabilir?
Siyasetini konuşurken fikir haysiyetini ön plânda tutan, meseleleri meselenin istediği şuur seviyesinden alan için soru budur.
Mağdurun da siyaseti olur tabi.
Ancak mağduriyet her şeyin belirleyiciyse, -bugün olduğu gibi- iş çığırından çıkar, şahsiyet mevcelerini yiyip bitiren bir hâl alır, şahsiyetin olmadığı yerde ise, SİYASET var mı yok mu tartışılır.
Şu vasatta mağduriyet her neyse giderilince, o “siyaset”in de işi biter.
Bu psikoloji Kürt’ü nasıl tutuklamış?
Kürt’ün buna kafa patlatması lazım.

http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=328&B=magduriyet-psikolojisi-ve-siyaset

Fatih Altaylı
fatihaltayli@haberturk.com
Terör en tehlikeli adımı atmaya hazırlanıyor

08 Ağustos 2010 Pazar, 10:00:10
Güzelim pazar gününde keyfinizi kaçıracak şeyler yazmak istemiyorum ama terör örgütü tarihinin en tehlikeli oyununu oynamaya hazırlanıyor.
Örgüt, siyasi uzantısı BDP’nin de desteğiyle “demokratik özerklik” adını verdiği siyasi durumun yeni bir aşamasına geçmeye hazırlanıyor.
Son derece tehlikeli bir aşama.
BDP’li belediyelerin işbaşında olduğu yerlerde bayrak direklerine “Kürdistan bayrağı” çekecekler.
Bunun için iki toplantı yapıldı. Biri Kandil’de, diğeri Diyarbakır’da.
Terör örgütünün fiili elebaşı Karayılan, önümüzdeki hafta bununla ilgili açıklamayı yapacak. Ardından bölgesel meclisler oluşturacaklar.
Bunun anlamı şu:
Doğu ve Güneydoğu’daki durum1990’ın ilk yarısına dönecek.
Türkiye’nin buna tepki göstermemesi imkânsız.
Tepki sert olacak.
Terör örgütü ve siyasal uzantıları buna “halk eylemleri” ile karşılık vermeyi planlıyorlar.
Yani bir tür “intifada”.
Amaçları, devletin göstereceği sert tepkinin önüne sivilleri koymak.
Nihai amaç ise Türkiye’nin en azından bölgede “demokratikleşmeyi askıya alması” ve çatışma ortamının dağdan şehre indirilmesi.
Ardından konuyu uluslararası boyuta taşımak.
Bu tehlikeli oyun çok yakında sahnelenecek.
Türkiye ise bu arada ne ile uğraşıyor hep beraber izliyoruz.
habertürk

Barzani: PKK ateşkesini destekliyoruz
16:10 - Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, PKK'nin 20 Eylül'e kadar ilan ettiği "ateşkes"i desteklediklerini açıkladı. Barzani, “Kürdistan İşçi Partisi'ni ilan ettiği ateşkesten memnuniyet duyuyoruz ve bu adımı destekliyoruz. Bu ateşkesin devam etmesini, bir süreyle sınırlı kalmamasını diliyoruz" dedi. 14.08.2010 ANKARA netgazete

AHTİSAARİ
İşçi Partisi Genel Başkan Vekili
Mehmet Bedri GÜLTEKİN
22.09.2010
http://www.buyukasya.net/images/ahtisaari_02.jpg
12 Eylül’de yapılan referandumun hemen ertesinde yaşanan gelişmeler, Amerika tarafından Türkiye’ye dayatılan bu referandumun gerçek amacını gözler önüne seriyor.
Selahattin Demirtaş, Boykot oylarının ve “Evet” oylarının toplamının, Kürt sorununda çözüm iradesini ortaya koyduğunu söyledi.
Abdullah Öcalan, isteselerdi “AKP’nin bu referandumu kaybedeceğini” açıkladı.
12 Eylül gününden bu yana Hakkari’de Türkiye Cumhuriyeti’nin otoritesi yok. Yüzde 94’lük boykotun ardından köylülerin bindiği aracın mayınla havaya uçurulmasını, tam bir haftadır Hakkari sokaklarının şiddet tarafından teslim alınması izledi.
İktidar tam bir haftadır acz içinde gelişmeleri sadece seyrediyor.
Gerçekte bütün bu gelişmeleri anlamlandıran esas olay, referandumun hemen ardından Diyarbakır’a gelen “Akil adamlar heyeti”, bu Heyet’in yaptığı görüşmeler ve verdiği mesajlardır.
AKİL ADAMLAR HEYETİ
Avrupa Birliği 12 Eylül referandumunda istediği sonucu aldıktan sonra, Kürt sorununda bir adım daha ileri attı. Bugüne kadar ilerleme raporlarında, görüş ve önerilerini yazmakla yetinen AB, bu sefer “Akil adamlar” kisvesi altında oluşturduğu bir “arabulucu heyetini” doğrudan gelişmelerin yaşandığı merkeze yolladı.
Avrupa Birliği, Amerika ile birlikte yıllardır burnunu soktuğu, Türkiye’ye karşı kullandığı Kürt sorununu; şimdi istediği doğrultuda “çözüme” kavuşturmak için harekete geçmiş bulunuyor.
Özellikle Bölgemizde ve Türkiye’de iç çatışmaları ve yıkıcı faaliyetleri finanse etmesiyle tanınan George Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın desteklediği “Türkiye Bağımsız Komisyonu”nun Diyarbakır’a gönderdiği “Heyet”in kimliği, yapılan ziyaretin amacını hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor.

TESCİLLİ BÖLÜCÜ
Heyet’in Başkanı Martti Ahtisaari’nin bugüne kadar “arabulucu” sıfatıyla görev yaptığı ülkelerde şu gelişmeler yaşanmıştır:
Ahtisaari, 1970’lerin ikinci yarısında Birleşmiş Milletler Namibya Özel Temsilcisi olarak görev yaptı. O yıllarda Namibya, Güney Afrika sınırları içinde bulunuyordu. Ahtisaari’nin görevinin sonunda, Namibya Güney Afrika’dan koptu ve bağımsızlığını ilan etti.
Martti Ahtisaari 1999’da Kosova’da görev yaptı. Sonucu hepimiz biliyoruz. Kosova,Sırbistan’dan ayrıldı, bağımsızlığını ilan etti.
Yıl 2006. Ahtisaari’nin sondan bir önceki görev yeri Endenozya’daki Aceh Bölgesi. “Arabuluculuk” bir kez daha başarıyla sona erdi. Aceh Bölgesi Endenozya’dan bağımsızlığını elde etti.
İşte bu Ahtisaari şimdi Diyarbakır’da. Yani “son görev yeri”nde. Hatırlanacağı üzere arabulucu olmasını Abdullah Öcalan bundan tam ii yıl önce istemişti.
Ahtisaari’yi Öcalan’ın keşfetmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Ahtisaari, Diyarbakır Belediye Başkanı ile, BDP yöneticileri ve DTK eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk ile görüştükten sonra; Diyarbakır Valisiyle ve ardından Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü.
Sadece bu görüşme trafiği bile, Ahtisaari’nin ne amaçla Türkiye’ye geldiğini gösteriyor.

KIBRIS KAZIĞI
Ahtisaari, 1999 yılında Finlandiya’nın dönem başkanlığı döneminde “Kıbrıs’ın ön şart olmayacağı” garantisini vererek aday üyelik protokolünü Türkiye’ye imzalatan kişidir. Oysa bilindiği gibi bu “garanti” sözde kalmıştır. Avrupa Birliği şimdi, Kıbrıs sorununun, kendi istekleri doğrultusunda çözümünü, Türkiye’nin önüne şart olarak koymaktadır.
“Kürt Sorunu”nda ise durum daha en başından farklıdır. Avrupa Birliği bilindiği üzere bütün ilerleme raporlarında Kürt sorununa ilişkin şartlar ileri sürmektedir.
Ahtisaari ise ayağının tozuyla geldiği Diyarbakır’da, Türkiye’nin; AB üyeliği için “Kürt sorununu” çözmesi gerektiğini söylemiştir.

AKP NE YAPIYOR?
Dünyanın hiçbir bağımsız ve egemen ülkesi, iç işlerine yabancıların burnunu sokmasına izin vermez. İzin veren ülkelerin sonunun ne olduğunu Namibya, Kosova ve Aceh örnekleri yeterince gösteriyor.
Türkiye, AKP iktidarı ile birlikte “bağımsızlık” ve “egemenlik” kavramları adına sahip olduğu ne varsa hapsini kaybetmiştir.
Bugün Türkiye’de iktidar koltuklarını, emperyalist devletlerle hizmet sözleşmesi imzalayanlar işgal etmiştir.
Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanı Tayip Erdoğan’ın, Ahtisaari’nin Diyarbakır merkezli bölücü çabalarına itiraz etmesi düşünülemez. Çünkü Diyarbakır’ı bu proje içinde bir “merkez” yapacağını söyleyen bizzat kendisidir.
Ahtisaari’nin Diyarbakır ve İstanbul’da izzet ikram ile karşılanması ise akla halkımızın bu durumlar için söylediği özlü bir deyimi akla getiriyor:
“Öküzün yalakası, kasabın bıçağını yalarmış.”

http://www.buyukasya.net/Content.aspx?haberID=536&B=ahtisaari

Serdar Akinan
Öcalan'dan kravatsız siyaset

Tam 17 yıl önceden bir haber:
PKK ateşkes ilan edecek ve aracı Talabani...
Köşk'te Özal, Başbakanlık'ta Demirel...

Bir grup gazeteci Bekaa'ya gidiyor. Gazeteci grubundan İsmet İmset'in yanında Öcalan'a hediye olarak götürülen Vakko marka bir kravat var...
Gazeteci İlnur Çevik'in aktarmasına göre Demirel, Öcalan için, 'Ateşkesi ilan ederken doğru dürüst giyinsin' demiş... Nitekim o gün çekilen fotoğraflara bakarsanız Öcalan'ın giydiği parlak takım elbise ve janjanlı kravatı görebilirsiniz.

O ateşkes fiilen ilan edilemedi... Zira Bingöl'de 33 asker PKK tarafından şehit
edildi.

Bugün o şartlar ve aktörler neredeyse tamamen değişti.
Öcalan İmralı'da ve şu anda fiili muhatap konumunda...
Hükümet bu gerçeği kabul etti ve görüşmeler başladı... Hakkari'deki kanlı provokasyonlar bile bu süreci durduramıyor ve görünen o ki arkadan gelecek provokasyonlar da bu süreci engelleyemeyecek.

Fakat iş sanıldığından çok çok daha zor...
Öncelikle AKP 'Yeni bir anayasa' cümlesini yaklaşan seçimlerin öznesi yapacak...

Yani süreçte olumlu veya olumsuz tüm eleştirileri bu 'yeni' hedefle bertaraf etmeyi planlayacak.

O zaman gelin basit sorular soralım...
Ve lafı çok dolandırmayalım...
Zamanında 'Çözüm savaşları' diye bir yazı kaleme almıştım...
Kürt sorununa küresel çözüm mü milli çözüm mü?
Görünen o ki iş küresel çözüme dönüyor.

Ama Türkiye'nin siyasi kodları bu küresel çözümü nasıl halledecek merakla bekliyorum.

Zira işte madde madde Öcalan'ın taviz vermeyeceği istekler:
1. Türkiye vatandaşlığı anayasada yer alsın.
2. Kürtçe eğitim ve öğretim dili olarak kabul edilsin. Anayasada yer alsın.
3. Ateşkes devam etsin. Koşulsuz bir genel af ilan edilsin.
4. Akil adamlar geçiş döneminde inisiyatif alsın.
5. Siyaset yapma özgürlüğü önündeki engeller kaldırılsın. Affedilen PKK'lılar dahil herkes siyaset yapma hakkına sahip olsun.
6. Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrit kaldırılsın.
7. Yerel yönetimler güçlendirilsin. Demokratik özerklik kabul edilsin.
8. Çatışma döneminde işlenen faili meçhul cinayetler başta olmak üzere o dönemde meydana gelen olayları araştırmak için Hakikatler Komisyonu kurulsun.
9. Koruculuk kaldırılsın.
10. Toprak reformu yapılsın.

Sizce AKP bu şartları yerine getirebilir mi?
Getirirse iktidarda kalabilir mi?

http://www.aksam.com.tr/2010/09/27/yazar/18881/serdar_akinan/ocalan_dan_kravatsiz_siyaset.html

Eşref Bitlis ve Özal'ın Ölümlerinin Kürt Açılımı ile Ne İlgisi Var?
Mehmet Ali Güller

Sabah gazetesi 12 gün sürdürdüğü “Eşref Bitlis dosyasını” kapatıyor…

Çünkü Sabah dosyanın altında kaldı!

12 gündür “Eşref Bitlis’i Ergenekon öldürdü”, “Özal, Eşref Bitlis’le birlikte Kürt sorununu çözecekti”, “Özal’ı da Ergenekon öldürdü” temalarını işleyen Sabah, operasyona “Son mektup” manşetini atarak başlamış, “17 yıllık karanlığa ışık tutuyoruz” demişti.

Sabah 12 Ekim 2010 tarihli haberinde ise “Kazanın nedeni buzlanma ama önlem alınmamış” başlığı atarak, tüm söylediklerini geri aldı!

Peki neden? Önce anımsayalım:

SABAH: “SABOTAJ DEĞİL KAZA”

Org. Bitlis, 17 Şubat 1993 günü uçağına düzenlenen bir sabotajla öldürüldü.

Sabah gazetesinin ertesi günkü manşeti şöyleydi:

“Sabotaj değil kaza!”.

Sabah’ın manşeti, hiç bir araştırılma yapılmadan 10 dakika içinde “buzlanma” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş’in “tespitiyl
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ekm 15, 2010 10:02 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ağu 11, 2010 11:34 pm    Mesaj konusu: 'GAME IS OVER!' Alıntıyla Cevap Gönder

'GAME IS OVER!'
Yüce SEL
10.08.2010



"Konuşma"

Bugün 2 Ağustos 2010. Biliyorsunuz, 20 yıl önce, bugün, Irak Devleti, tarihi-coğrafi bakımdan Irak'ın bir parçası olan Kuveyt adlı İngiliz ileri karakolunu anavatan topraklarına katmıştı. Türkiye, iki Almanya'nın birleştiği, Sovyetler Birliği'nin aşağı yukarı bir yıl sonra resmiyete dökülüp sona erecek dağılma sürecinin hızlandığı bir zamanda gerçekleşen bu fetih hareketini takiben Irak'la birlikte hareket edebilseydi, Atlantik İttifakı'nın kaçınılmaz çöküşü hızlanır, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk.

Türkiye, fetih hareketini takiben meşru Irak Devletiyle hareket edebilseydi neler olurdu?

Askeri bir hakikat, Edirne'den Basra körfezine uzanan genişlikte bir cephenin altında kalacağı için, ABD, 17 Ocak 91 Saldırısına öyle kolay kolay teşebbüs edemezdi. AB-D hesabına faaliyet gösteren paravan-örgüt BM, Türkiye ve Irak'ın ikisine birden ambargo uygulaması başlatamaz, başlatsa bile sonuç alamazdı. Kuveyt'i bir parçası olarak elde tutacak Irak'la ittifakın Türkiye'ye sağlayacağı imkanlar bir yana, Türkiye-Irak ittifakının sömürgeci terörist saldırganlara karşı kazanacağı muhteşem zaferin tsunami etkisiyle, Atlantik İttifakının ayakta tutmaya çalıştığı liberal çapulcu statüko, hem merkez ülkelerde, hem de sömürgelerde temellerinden sarsılır, duvarında kolayca onaramayacağı devasa gedikler açılırdı.

Geçmişte gerçekleşmemiş bir zaferin gelecekteki muhtemel sonuçlarının neler olabileceğini yüzde yüz isabetle tek tek sayıp dökemeyiz ama şayet Türkiye-Irak İttifakı gerçekleşmiş olsaydı;

1-Atlantik İttifakı, bölgemize işgal harekatı düzenleyemez, hava saldırılarıyla yetinmek zorunda kalırdı.

2-Dolayısıyla meşru Irak yönetimi varlığını korur, Irak'ın kuzeyinde, vatanımızın güneyine gözünü dikmiş kukla bir idarecik ortaya çıkamazdı. Varlığını, yaşadığı evin kapısını düşmana açarak sürdüren peşmerge hareketi, Irak'ta oynadığı rolü Türk topraklarında oynayamaya kalkışamaz ve de yurdumuz topraklarındaki mevcut iç savaş, içinde bulunduğumuz aşamaya yükselmeden sona ermiş olurdu.

3-Sovyetler Birliği'nin dağılma süreci daha müspet seyreder, şimdilerde havası kaçıp pörsüyen Turuncu Şahmaran, bir zamanlar Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyasında, Yetsin'in başkanlığı da dahil, o derece ahtapotlaşamazdı.

Bu ihtimali, Almanya'nın dağıttığı Yugoslav birliği için de ileri sürebiliriz. Yeri gelmişken, Kosova'nın tarihi bakımdan Sırbistan'a ait olduğunu, Kosova'daki idareciğin Irak'ın kuzeyindeki yapılanmadan daha az kukla olmadığını belirteyim. Kosova, biliyorsunuz, Irak'ın kuzeyini Türk Milletinin zihninde meşrulaştırmak için kullanılıyor. Bu saçmasapan paralelliği, bir zamanlar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle de kurmuşlardı. Yüzlerinde kül yutmaz bir tebessüm ifadesi, "ABD Irak'ın kuzeyinde işgal kuvvetiyse, Türk Ordusu da Kıbrıs'ın kuzeyinde işgal kuvveti değil mi?" diye soruyorlardı.

Başka neler olurdu?

Türkiye-Irak İttifakı gerçekleşmiş olsaydı, "Amerikan Propaganda Makinesi"nin, kitlelerin moralini bozmak maksadıyla, "Millici, tam bağımsızlıkçı yönetimlerin, liderlerin sonu işte böyle olur!" mesajıyla yüklü propaganda faaliyeti yürütürken kullandığı malum görüntülerden yoksun kalacağı kesindi.

Uzun ambargo yılları boyunca her fırsatta kullanılan "Irak'tan yokluk manzaraları" görüntüleri... 2003 Saldırısı sırasında yayınlanan, hani şu çoğunun silah zoruyla çekildiği, bir kısmında da Irak askeri kılığına bürünmüş peşmergelerin figüranlık yaptığı sonradan anlaşılacak olan, güya "Amerikan askerini görür görmez, hemen önünde diz çöküp postalını yalamaya başlayan Irak askerleri" görüntüleri... Ve özellikle Irak Devlet Başkanı Şehit Saddam Hüseyin'in düşmana esir düştüğü günlerde her 15 dakikada bir yayına verilen -bir evde çarpışarak esir düştüğü halde, güya onu saklanırken yakaladıkları- toprağın altındaki sığınak-çukur görüntüsü falan.

İttifak gerçekleşmiş olsaydı, 40'lardan itibaren adım adım kurulan "Amerikancı Vesayet"i parçalayıp, bağımsızlığını kazanmış bir Türkiye'de yaşıyor olurduk diyeceğim ama Türkiye'nin Irak'la müttefik olabilmesi için, 2 Ağustos 1990 tarihindeki Türkiye'nin zaten "Vesayeti"i parçalayıp, bağımsızlığını kazanmış bir Türkiye olmuş olması gerekiyordu ki, öyle bir Türkiye, bugün ortada olmadığı gibi o tarihte de yoktu. Aksine, o tarihten 10 yıl evvel, 12 Eylülle önü açılan Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olduğu bir Türkiye vardı. Arkadaşlar, "O Türkiye", her kesimden samimi vatanseverlerin bedeli ne olursa olsun er ya da geç doğacak olan derinlerdeki "Esas Türkiye"si olarak değil, her kesimden liberal çapulculuğun "Sahte Türkiye"si olarak vardı.

Açılımı "Talabani Cumhuriyeti" olan "T.C"nin programa bağlandığı o yıllardaki Türkiye'nin başında bulunan zevatın Irak'la güçbirliği yapması elbette mümkün değildi. Nitekim, fethin hemen ertesinde Türkiye'ye ziyarete gelen Irak Başbakan 1.Yardımcısı Şehit Taha Yasin Ramazan'ın ilettiği güçbirliği teklifini kabul etmediler.

Teklif neleri kapsıyordu, neydi?

Görüşmenin muhtevasını karartmak için uydurulan, "Özal'ın beli tabancalı diye Taha Yasin Ramazan'ı azarladığı, onun da çok korkup mosmor olduğu" türünden liberal çapulcu hurafeleri bir yana bırakacak olursak, Taha Yasin Ramazan'la Özal arasında o çok önemli görüşmenin bütün ayrıntıları, aradan 20 yıl geçmesine rağmen tam olarak itiraf olunmadı.

Güçbirliğinin niteliği, vaktin gazete haberlerine yansıdığı kadarıyla aslında bellidir.

"Muhtemel saldırı, sadece Irak'ı değil, bütün bölgeyi hedef alıyor. Türkiye'nin bütünlüğü de tehdit altında. Araplar ve Türkler olarak, bölgemizdeki üç büyük devlet geleneğinden ehli sünnet olan ikisini temsil ediyoruz. İç bölücülüğü de kullanan ortak stratejik düşmana karşı stratejik işbirliğine gidelim, Türkiye-Irak ittifakını kuralım; toprak ve devlet bütünlüğümüzü korumanın başka yolu yok"

Bu cümlelerle telaffuz edilmiş olsun olmasın, bizim İstiklâl savaşımızın başlangıç günlerinde ortak istiklâl mücadelesi teklif eden Arap vatanseverlerine, her iki millet tam bağımsızlığını kazandıktan sonra, ilerde -muhtemelen konfederasyon kurarak- güçbirliği yapma kapısını açık bıraktığımızı hatırlarsak; Irak Başbakan 1.Yardımcısının Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine "...İkili ilişkilerimizden rahatsız olan taraflar, Türkiye'ye uyguladıkları baskı politikasında başarısızlığa uğrarlarsa ki uğrayacaklardır, o zaman Türkiye-Irak-Kuveyt işbirliği çok ileri boyutlara gidecektir" sözleriyle ilettiği teklif, çok muhtemeldir ki "stratejik ortaklık" teklifiydi.

10 ekim 92 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "Kürt devleti tehlike değil" başlığıyla yayınlanan haberden aktarıyorum:

"...Özal, Kuzey Irak'ta Kürt federe devleti ilanıyla sonuçlanan gelişmeleri, 'normal bir süreç' olarak niteledi. Kuzay Irak'ta, kararı alınan Kürt federe devletini, bir devlet olarak görmediğini, bölgede böyle bir devletin kalıcı bir biçimde kurulabileceğini inanmadığını da belirten Özal'ın, Türkiye'nin de, bölgede kalıcı bir Kürt devletini kabul etmesinin söz konusu olamayacağını vurguladığı kaydedildi. Bugün için Kuzey Irak'ta alınan federe devlet kararının, Türkiye açısından bir tehlike unsuru olamayacağını, bu devletin Türkiye'ye bir zararınını olamayacağını da savunan Özal'ın, 'Bunlar, öyle söylendiği gibi bir devlet kuramazlar, ama şimdiden hemen ortaya çıkıp, bunları peşinen düşman gibi görüp, düşman ilan edip, karşımıza almanın da bir yararı yok. Bunları düşman olarak görmemek lazım' dediği öğrenildi.

Yüksek yargıçlarla yaptığı görüşmelerde, Irak lideri Saddam Hüseyin'in mutlaka iktidardan uzaklaştırılması gerektiğini de vurgulayarak, ancak Saddam'ın iktidardan uzaklaştırılması halinde bölgede istikrarın olabileceğini savunan Özal'ın, Kuzey Irak'ta alınan devlet kararının, Saddam'ın iktidarına son verilmesi açısından yararının olabileceğini söylediği de kaydedildi.

...Saddam Hüseyin'in PKK'yı desteklediğini anımsatan Özal, PKK'yı Kuzey Irak'tan çıkarmak için çatışmaya giren Kuzey Iraklı Kürtlerin bugünkü mücadelesine de dikkat çekerek, bu gelişmenin de Türkiye'nin yararına olableceğini belirtti. Özal'ın, yüksek yargıçlarla yaptığı görüşmelerde, Türkiye'nin Irak gibi bölünüp parçalanmasının mümkün olamayacağını vurguladığı da kaydedildi. 'Türkiye, Irak gibi olamaz. Çünkü, bizdeki Kürtler, öyle tek bir bölgede yaşamıyor. Her bölgede yaşıyorlar' diyen Özal'ın, Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin Türkiye'den herhangi bir biçimde toprak almasının mümkün olamayacağını da ifade ederek, 'Bizimkiler, onlarla birleşmez' dediği öğrenildi"

Bugün içinde bulunduğumuz şartların nasıl bir "vizyon"un mahsulü olduğunu, Irak'ın yaptığı "Tarihi Güçbirliği Teklifi"ne sırt çevirip, henüz ortada paravan-örgüt BM Güvenlik Konseyi kararı dahi yokken, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatarak, Irak'a ambargo uygulamasını başlatan Özal yönetiminin izlediği politikanın, 2 Ağustosun üzerinden 2 yıl bile geçmeden hangi gelişmelere yol açtığını, daha da açacağını görüyorsunuz değil mi?

Yine aynı haberden aktarıyorum.

"Türkiye'de bugün için, bu topraklarda yaşayan herkesi bir şemsiye altında toplayabilecek bir kavrama gereksinim olduğunu belirten Özal'ın, 'Eskiden bu topraklarda yaşayan herkes, Rum da, Ermeni de, 'Ben Osmanlıyım' dermiş. Şimdi de herkes çıkıp 'Ben Türküm' diyebilmeli. Bunun için de bazı şeylerin yapılması gerekir. Yani, isteyen çıkıp, 'Ben Türküm, ama Kürt asıllı Türküm' diyebilme imkanına sahip olabilmeli. Bunu söylemesinin de hiçbir zararı olmaz" dediği öğrenildi"

Peki 80'lerin ortalarından itibaren, bir yandan etnik yaltakçı medya, bir yandan bozguncu propaganda faaliyeti, onca yıldır maruz kaldığı beyin yıkama-peşmergeleştirme operasyonuna rağmen, bugün bile yüzde sekseni kendisini, "Türküm... Türküm ama boşnak asıllı Türküm" ya da "Türküm... Türküm ama laz asıllı Türküm haa!" diye değil, tam bir PAZARLIKSIZ SAMİMİYET ruhuyla, "ama"sız olarak, "Müslümanım, Türküm" diye ifade eden Türk Milleti, aktardığım sözlerin edildiği 92 Ekiminde, şusuyla, busuyla, hatta az da olsa bu millete bağlı kalan yabancı kökenden unsurlarıyla ortada yok muydu?

3 yıl sonra, Hürriyet'in 6 Ekim 95 tarihli nüshasında "Türkiye Hata Ediyor" başlığıyla yayınlanan bir başka haber.

"BATI KÜRT DEVLETİ İSTİYOR"

Batılılar ne derse desin, Irak'ın kuzeyinde ve Türkiye'nin güneydoğusunda bağımsız bir Kürt devleti kurmak niyetinde oldukları açıkça belli olmuştur. Biz bu konuyla, yalnız devrimden beri değil, knallık zamanından beri meşgulüz. Dolayısıyla konuyu herkesten iyi biz biliriz. Irak'ın bağımsızlığını kazanmasından beri, İngilizler ve siyonizm, Irak'ı zayıflatmak için bu konuyu kurcalamaktan hiç geri kalmamışlardır. Bu çabalar, elbette yalnız oralardaki aşiret reislerini değil, halk yığınlarını da etkiliyor. Biz de tabi, kendi güvenliğimizi ve bütünlüğümüzü korumak için zaman zaman tepki gösteriyoruz. Çünkü Ortadoğu'da çeşitli etnik gruplara dayanarak yeni devletler kurmanın sonu yoktur. Bölge halklarını aşiret yapısından kurtarmak için gerekli çözümler, ırk ve mazhep ayrılıklarını aşan milli devletlerden geçer...

BÖLGE PETROLÜ TEHDİT ALTINDA

Önemli olan şudur. Ayrı bir Kürt devleti kurulduğu zaman, onun ekonomik bakımdan ayakta durabilmesi için önemli bir doğal kaynağa sahip olması gerekecektir. Bu kaynak, bölgemiz için petroldür. Kürtlerin yaşamakta oldukları topraklar altında petrol olmasa bile, yakındaki petrol bölgelerinin de bu devlete katılması istenecektir. Yalnız Kürtler değil, batılı devletler de aynı görüştedirler. Dolayısıyla bizim petrolümüz gibi İran'ın petrolü de tehdit altındadır.

İşin özü şudur: Bölgedeki devletlerin toprak bütünlüğü ve egemenliği üzerinde oynanan bir oyun var. Özellikle sizin ve bizim. Bu bakımdan sizinle açık konuşuyorum. Türkiye'nin Dublin'e katılması hata olmuştur. Gözlemci sıfatıyla katıldık da deseniz, verilen görüntü bir 'zımni muvafakat' görüntüsüdür.

PKK'YI ONLARLA ÇÖZEMEZSİNİZ

Bölgenin Kürt reislerini, yani Barzani ile Talabani'yi barıştırmak ve onların yardımıyla PKK sorununu çözmek düşüncesi yanlıştır. Biz onları çok iyi tanıyoruz. Bizimle uğraşan devletlerin politikalarına göre tutum değiştirirler. Örneğin geçmişte, bugünkü Mesut Barzani'nin babası Mustafa Barzani, Batılıların kışkırtmasıyla bize karşıyken, Celal Talabani bizden yanaydı. İran savaşı sırasında tutum değiştirdi. Onlarla ilişkili devletlerin bize karşı tutumları da petrol politikamıza göre değişir. Örneğin biz 1972 ve 1973 de petrolü millileştirmeden önce, Sovyetler Birliği Kuzeydeki Kürt isyanlarını teşvik etmekteydi. Millileştirmeden sonra vazgeçtiler ve Kürtlere 'Gidin, Bağdat'la görüşün' diye nasihatler vermeye başladılar. Kürt gruplarıyla 1970'de vardığımız özerklik anlaşmasını 1974'de uygulamaya koyacağımız zaman da Kissinger ile İran Şahı arasındaki anlaşma sonucunda ve Şahın Barzani üzerindeki baskısı üzerine bu adımı atamadık. 91 Saldırısından sonra ise, Barzani ve Talabani'yle vardığımız anlaşma Amerikalıların kışkırtması yüzünden uygulanmadı.

BİZİMLE İŞBİRLİĞİ YAPIN

Şimdi Türkiye, kendi güneydoğusundaki ve Irak'ın kuzeyindeki durumlarla ilgili olarak geçici çözümleri bir yana bırakmak ve konuyu bütün tarihsel boyutlarıyla düşünmek zorundadır. Aramızdaki tarihsel bağlar ve gerçekleştirebileceğimiz ekonomik ilişkiler bugünkü durumları aşmamızı ve bölge halkları için doğru olanı yapmamızı gerektiriyor. İçinde bulunduğumuz koşulların zor olduğunu biliyorum ama, politikacılar zor koşullarla başa çıkmak için vardır. Türkiye'nin Irak'a yapılan haksızlıklara karşı çıkması ilk ağızda bazı kayıplara uğramasına, örneğin kısa vadede kendisine yapılan yardımların kesilmesine yol açsa da politikacıların asıl ödevi uzun vadede ülkelerindeki halkların yararına olanı yapmaktır"

Bağdat'a güç bela bir resmi ziyarette bulunan zamanın Türk Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal'a, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 95 yılı sonlarında durumu böyle izah ediyor.

"Güç bela ziyaret" diyorum, 25 yaşın altında olanlarınız pek hatırlamaz ama bozgunculuğun hem Türkiye, hem de Irak kollarıyla yıllardır açıkça ve adeta resmen görüşenler, Dışişler Bakanının meşru Irak devletine resmi bir ziyarette bulunmasını engellemek için yoğun bir psikolojik kampanya yürütmüşlerdi. Bacak kadar muhabirlerin, kameralar önünde, üzerine yürürcesine, "Siz Saddamcı mısınız!" diye hesap sormaya kalktığı Mümtaz Soysal, o görüşmeyi bütün ayrıntılarıyla Türk Milletine anlatabilir. Medya baskısı altında açıklayamadığı önemli ayrıntılar olabilir diye söylüyorum.

15 yıl sonra, rasgele bir haber sayfasını açıp, bakalım, ne alemdeler. Gerçek gündem adlı bir sayfa... "Dörtyol'da çıkan olaylar sırasında kuyumcu dükkanını kundaklayan 3 kişiden 2'si tutuklandı" diye başlayan küçük bir haber mesela... Haberin başlığı, "Milliyetçi duygularla soygun!"

Başlık böyle olduğuna göre, tutuklananların böyle bir açıklama yapmış olması lazım değil mi?... Ama yok. Tabii maksat "soygun" ve "milliyetçi" kelimelerini birlikte kullanarak "milliyetçi" sıfatını menfileştirmek. Tıpkı, "vatan...vatansever" kelimelerine yaptıkları gibi.

Bu da S.Akinan'ın yazısı... "Birbirini boğazlamaya hazırlanan sevgili Kürtler ve Türkler"e seslenmiş.

Nedense, tam da Türk Milleti bütünlüğünden yana seslerini yükseltmeleri gerektiği anda, o ana kadar görünüşte samimiler içindeki sallantılı unsurların birden kendilerini "tarafsız"... "millet dışı" bir konumda hissedecekleri tutar; bulundukları "bitaraf" kürsüden, "Birbirini boğazlamaya hazırlanan sevgili Türklerle, sevgili Kürtlere" nasihatte bulunurlar.

Sorunun "Kürt sorunu" değil fakat bir batı sorunu, daha da açılırsa, bölgemizde bir "Amerikan sorunu" olduğu anlaşılmazsa, mevcut çatışmayı "Türk-Kürt kavgası" olarak algılamak kaçınılmaz olur.

Mücadele, evin içindeki düşman ve ona kapıyı açan bozgunculukla, Türk Milleti arasında.

Böyle daldan dala atlayarak konuşurken, rahat olun, kendinizi de sıkmayın. Etrafla da ilgileniriz, haberlere de bakarız, lafımızı da söyleriz, lazımsa latifemizi de yaparız. Duyuyorum, evet, sanıyorum Türkiye'nin güneydoğusundan, güneydoğusunun da güneyinden bir yerlerden "İngilizcesini de söyleyelim, 'Demokratic otonomy'..." gibisinden şarkımsı mırıltılar geliyor. Bir koro olmalı. Gerçi ne denmek isteniyor, Gatenby İngilizcesiyle pek çıkaramadım. Tebessüm ettirdiğine göre, komik bir şeyler olmalı.

Neyse... İki tane "vizyon" sundum size. Biri şimdiki duruma yol açan ve halen terkedilmeyen Özal vizyonu, diğeri Türk Devletini idare edenlerin hakikati görmelerini 16 yıl bekleyen Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in ortaya koyduğu vizyon.

Üzerinde biraz daha duracağım, fakat bu kadarıyla bile, 1919 şartlarında, samimi Arap vatanseverleriyle yaptığımız bir bakıma "sözlü mutabakatı" dikkate alarak, niçin "Türkiye, Kuveyt'in fethini takiben Irak'la birlikte hareket edebilseydi, Atlantik İttifakı'nın kaçınılmaz çöküşü hızlanır, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk" dediğim anlaşılmıştır umarım.

Mademki Türkçe anlaşılmıyor, ara vermeden evvel, yüzümü güneydoğuya, güneydoğunun da güneyine dönüp, İngilizce söylüyorum:

Game is over!

The liberation of Motherland has begun!

http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=353&B=game-is-over

CHP'li Değer 'Kürt Sorunu Mu?' Kitabında Genel Af İstedi

24 Ağustos 2010
CHP Parti Meclisi üyesi ve eski Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer, yazdığı 'Kürt sorunu mu?' adlı kitabında genel af istedi.

Tanıtıma katılıp Değer'e destek veren AK Parti Diyarbakır Milletvekili Kutbettin Arzu, "Biz dağa çıkanların tamamen inmesini istiyoruz. Hükümet olarak demokratik açılım çalışmamız devam ediyor" dedi.

CHP Parti Meclisi üyesi eski Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer Kürt tarihi ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin maddelerin bulunduğu 'Kürt sorunu mu?' adlı kitabını Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nde düzenlediği basın toplantısıyla tanıttı. Toplantıya AK Parit Diyarbakır Milletvekili Kutbettin Arzu, CHP il teşkilatı üyeleri, Diyarbakır Barosu Başkanı Emin Aktar ile sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı.

Kürt sorunu konusunda siyasi partilerin elinde hiçbir ciddi raporun olmadığını savunan Değer, 2009'un Nisan ayında yazmaya başladığı kitabın 365 sayfadan oluştuğunu söyledi. Kitabını Kürt sorunun tarihsel boyutundan, ekonomik boyutuna kadar çok yönlü bir çalışma ile hazırladığını ifade eden Değer, 60 sayfasının önerilerden oluştuğunu geriye kalan sayfaların ise şemalardan oluştuğunu kaydetti. Değer, kitabı hazırlarken asıl amacının Güneydoğu ve Kürt sorununun kalıcı bir çözüme kavuşturulmasında, tarihsel, sosyal, ekonomik ve politik süreçlerin derinlikli incelemesi yapılarak günümüzde ne yapılabileceğini doğru olarak ortaya koymak olduğunu söyledi. Değer, kitabında yeralan 'Çözüm ilkeleri ve önerileri' bölümünde genel af istedi.

CHP'li Mesut Değer'in tanıtım toplantısına katılan AK Parti Diyarbakır Milletvekili Kutbettin Arzu, Değer'in Kürt sorunu konusunda çalışmalarını takdir etmek ve kendisini tebrik etmek amacıyla toplantıya katıldığını söyledi. Arzu, "Biz dağa çıkanların tamamen inmesini istiyoruz. Hükümet olarak demokratik açılım çalışmamız devam ediyor" dedi.

CHP'li Değer'in yazdığı kitapta 'Çözüm ilkeleri ve önerileri' bölümünde Pgenel af istediği bölüm şöyle:

Şiddetin ve terörün gündemden çıkarılması bu sürecin tartışılmaz en öncelikli adımıdır. Şiddet karşıtlığı ve barış yanlılığı Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Yurtta sulh, dünyada sulh' ilkesi çerçevesinde Türkiye'nin iç ve dış politikasında kalıcı bir ilke haline getirilmelidir. Bu nedenle öncelikle Türkiye sınırları içinde yer alan PKK örgütünün silahların tasfiyesi, ya da silahların bırakılması sağlanmalı ve bununla eş zamanlı olarak barışı güçlendirmeye yönelik çatışmasız bir ortam sağlanması için bölgedeki olağanüstü önlemler ve operasyonlara ara verilmelidir. Bunun ardından silahsızlanmanın sağlanması için bir genel af çıkarılması önemli sonuçlar verecektir. Bu genel af ile birlikte silahsızlanma ve eve dönüş ile 'yeniden yaşam' sağlanabilir. Örgütün tüm kadrolarına genel af imkanı sağlanması ile silahsızlanma gerçekleştirilebilecek ve bu da sorunun çözümünde kalıcı ilerlemeler sağlanmasına imkan tanıyacaktır.'

haber1001

Memleketinden genel af çağrısı yaptı
26 Ağustos 2010, 00:08Anadolu Haber
Memleketi Tunceli'ye ilk kez CHP Genel Başkanı olarak gelen Kemal Kılıçdaroğlu, hemşehrileri tarafından büyük coşkuyla karşılandı

Kentin cadde ve sokakları Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafları ve CHP bayraklarıyla donatılırken, Tunceliler saatlerce mitingin başlamasını bekledi. Kılıçdaroğlu, Kışla Meydanı’nda hazırlanan sahneye çıkarken izdiham yaşandı. Koruma polisleri Kılıçdaroğlu’nu ezilmeden sahneye çıkması için zor anlar yaşadı.

HAYIR DEYİN GENEL AFFIN YOLU AÇILSIN

CHP lideri Kılıçdaroğlu, bir hayali ve hedefi olduğunu belirterek, şunları söyledi:

“Onu gerçekleştirmek için geldik. Size gönül ve umut bağı ile bağlıyım. 12 Eylül anayasasına, 12 Eylül de hayır deyin Türkiye’nin önü açılsın. Hayır deyin Doğu’dan Batı’dan toplumsal mutabakatla, kardeşlikle genel affın yolu açılsın. Samimi ve içten söylüyoruz. Candan, içten konuşuyoruz. Barışın ve kardeşliğin adresi CHP olacaktır. Biz çocuklarımızın geleceğe güvenle baktığı ve kardeş kavgasının olmadığı, huzurlu bir Türkiye’yi herkesin işin aşının olduğu bir Türkiye’ye yaratmak için geldik. Destek istiyorum.”

HER HALDE KÖYÜN MUHTARI GÖRÜŞTÜ!
Bülent ESİNOĞLU
24.08.2010
Biliyorsunuz, Kandil Dağının tepesinden “biz devlet ile görüştük, anlaştık” açıklaması geldiğinden beri iktidar şaşkın.
RTE görüşen şerefsizdir, Başbakan’a inanmıyorsunuz Karayılan’a inanıyorsunuz diyor. Biz sana nasıl inanalım. Bizim sana inanmamız için geçmişte bizi inandıracak işler yapmış olman gerekir. Mesela BOP eşbaşkanı olduğunu 34 yerde halka açıkladın, sonra ben eşbaşkan değilim dedin, biz sana nasıl inanalım.
Biz görüşmedik dedikten iki gün sonra devletin organları görüştü dedin. Şu anda devletin Başbakanı değil misin?
Devlet, devlet deyip duruyorlardı, bu gün de devletin kim olduğunu Gül’den öğrenmiş olduk. Gül “terörle mücadele sadece silahla olmaz, bazen de başka yollar kullanılır” dedi. Görüşmelerin mücadelenin bir yöntemi gibi verdi. Yani görüşüldüğünü ve işin içinde olduğunu ima ediyor.
Böylece, PKK ile görüşmeden doğan sıkıntı ikiye bölünmüş oldu. Yani RTE’nin referandum sürecinde rahatlatılmasını sağlamış oldu. Bu da, görüşme işinden doğan sıkıntının, halka hazmettirilmesi yollarından birisi olsa gerek.
Biz görüşmedik, devlet görüştü demek, ordu görüşüyor demektir. Peki, siz değil miydiniz, PKK ile görüşüyorlar, PKK’yı yönetiyorlar diye generalleri Silivri’ye tıkan?
İyi ki, Ordunun Ergenekon kanadı görüştü demediler.
İktidar ve Gül öyle zor durumdalar ki, PKK’dan gelecek 3-5 oya muhtaç oldular.
Hem Gül’ün, hem de RTE’nin söylediklerinden PKK ile pazarlık içinde olduklarını anlamamak için geri zekâlı olmak gerek.
Pazarlığın temel maddesinin demokratik özerklik olduğu hususu birazdan anlatacağım sebepten daha iyi anlaşılacaktır.
RTE, 2011 yılında Anayasayı tümden değiştireceklerini, 12 Eylül’de oylanacak olanların sadece bir başlangıç olduğunu açıkça söyledi. Siz referandumda evet derseniz biz Anayasanın tümünü değiştiririz dedi. BDP(pkk) ise Anayasa değişikliklerinin kendilerinin istediği değişiklikler olmadığını, olsaydı destekleyeceklerini söyledi. Yani eğer şimdi bize söz verirseniz, biz evet deriz. Ama daha sonraki Anayasa değişikliklerinde bizim demokratik özerklik talepleri yer almalıdır. Her iki tarafın yaptığı açıklamaların perde arkasında bunlar var. Şimdiki boykot açıklamaları pazarlığı güçlendirmek içindir.
Tayyip şunu biliyor: 8 Mayıs 1991 tarihinde Anavatan iktidarı döneminde yasalaşan 3723 sayılı yasada, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı vardır. Bir sonraki aşamada bu yasayı Anayasa hükmü haline getirerek bölünmeyi yasallaştırmış olacaktır. PKK’ya verilen söz budur.
Tam biz bunları konuşur ve tüylerimiz diken olurken, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız sanık olarak, dört saattir ifade veriyordu.
Takunyalı Führer kitabı için yazarını dört yıldır hapiste tutan gladyo bakalım, Hanefi Avcı’ya ne yapacak? Bakalım referandumdan sonra da Führer’lik yapacak mı?

http://www.buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=414&B=her-halde-koyun-muhtari-gorustu

CHP'den aynı genel af
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun Tunceli'deki genel af açıklamasına, MYK sonrası açıklık getirildi: Baykal'la ve grup başkanvekiliyken yaptığı açıklamalarla paralel.

ntvmsnbc ve Ajanslar
Güncelleme: 20:35 TSİ 26 Ağustos. 2010 Perşembe
ANKARA - Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında toplanan CHP Merkez Yönetim Kurulu toplantısı sonrası, Sözcü ve Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Suha Okay açıklamalarda bulundu.

Okay, bugün 11.00'de başlayan MYK'nın 14.00'te sona erdiğini, ancak Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un veda ziyareti nedeniyle basın toplantısının geciktiğini söyledi.

Bir gazetecinin, ''Kılıçdaroğlu'nun genel af yönündeki sözlerini'' hatırlatarak, ''Genel af koşulları oluşmuş mudur?'' şeklindeki sorusuna Okay şu karşılığı verdi:

''Bu yeni bir açıklama değil, 2009 Mayıs ayında Deniz Baykal'ın açıklamalarıyla paralel. Sayın Kılıçdaroğlu grup başkanvekili iken yaptığı açıklamalarla paralel.

www.ntvmsnbc.com

Serdar Akinan
Sandığın sonucu: Muhatap Öcalan

AKP büyük moral üstünlüğü sağlamıştır. Cemaat gücünü tescillemiştir. Kılıçdaroğlu, büyük bir beceriksizlikle oy kullanamamasından ötürü, hak etmediği bir itibar erozyonuna uğratılacaktır.
MHP tabanı ise daha şimdiden bir AKP koalisyonuna (MC için) ısınma turlarına başlamıştır.

Fakat en önemli sonuç bunlardan hiçbiri değildir.
Öcalan gücünü göstermiştir.

PKK üzerinde ne kadar etkin olduğunu kanıtlamıştır. PKK ise belli bir coğrafyaya nasıl hakim olabildiğini, tahkim ederek ispatlamıştır.
Türkiye, bugün düne göre daha da bölünmüş, zihnen ve coğrafi olarak belirgin bir şekilde ayrışmış duruyor.

Bunda, elbette, her şeyi inatlaşmayla yapan iktidarın büyük payı var.
Büyük bir yenilmişlik duygusu içine giren anti-AKP yığınları şimdilik bir köşeye kaldırın.

Zihninizin bir köşesinde tutun o yığınları...
Güneydoğu'ya bakın.
Birileri Öcalan'a 'eylemsizlik' kararı aldırması için birtakım sözler
verdi mi?

Verdi?
Bu süre ne zaman sona eriyor?
Birkaç gün sonra...

O maddelerin gene birileri tarafından onaylanması, Öcalan'ın muhataplık meselesinin çözülmesi gerekiyor.

Bu sonuçlarla artık daha 'demokratik' bir anayasamız var. Peki halkımızın onayladığı bu 'demokrasi paketi', Öcalan ve istekleri konusunda nasıl bir zemin sunuyor?

Bu pakete 'evet' diyen muhafazakar kesimler biraz da milliyetçi değil mi?
Hem AKP tabanı hem cemaat açısından söylüyorum.
Yani bu 'zafer' tablosu maalesef bir mutabakat tablosu doğuramayacak.
Film, korktuğumuz gibi, 'Öcalan meselesi'nden kopacak.
Zira bu zafer ve şok atlatıldıktan sonra bu farklı kesimlerin önüne iki şey gelebilir.

Ya 'muhatap alınan' bir Öcalan...
Ya şehit cenazeleri...
Ülkenin koca bir coğrafyasını tutmayı başaran ve dün itibarıyla bunu tescilleyen bir iradeyle karşı karşıyayız.

http://www.aksam.com.tr/2010/09/17/yazar/18748/serdar_akinan/sandigin_sonucu__muhatap_ocalan.html

LİBERALLERLE KÜRT ŞEYHLER HANGİ KONUDA ANLAŞTI?
Soner Yalçın
19.09.2010

Nakşibendi Şeyhi Ubeydullah, her Doğu’lu şeyh/şıh gibi “Seyyid” olduğunu iddia ediyordu.
O dönemin şeyhlerini bugünün şeyhleri gibi sanmayın; elinde silah cephelerde savaşıyorlardı.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na katılmak için İstanbul’dan silah isteyen Şeyh Ubeydullah’a ABD’den alınan silahlardan 20 bin “Martini” tüfek gönderildi.
Şeyh Ubeydullah Ruslarla savaştı ama daha çok bölgedeki Ermeni köylerine saldırıp talan/yağma etmesiyle şikayet konusu oldu. Ayrıca Osmanlı’dan aldığı silahları da iade etmeyip İran’da sattı.
Yetmezmiş gibi Şeyh Ubeydullah, “savaşta gösterdiği yararlılıktan” dolayı İstanbul’dan para, nişan istedi.
Sonunda “vay sen misin beni ödüllendirmeyen” diyerek 1879’da ayaklandı. Yenildi.
Peki sonra ne oldu dersiniz; Şeyh Ubeydullah’a 20 bin kuruş maaş bağlandı! Fakat Hicaz’a sürüldü ve 2 yıl sonra öldü.
Poştnişi dört oğlundan Şeyh Abdulkadir oldu.
Oğul Seyit Abdulkadir İstanbul’a taşındı.
1908 Temmuz Devrimi’nden sonra Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu.
Osmanlı Ayan Meclisi üyeliğine seçildi.
Liberal, dinci ittifakın partisi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucularından oldu. Parti yönetiminde yer aldı.
Damad Ferid Hükümeti’ne Şurayı Devlet Reisi olarak girdi.
Bu süreçte; Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti, Kürt Talebe Heyvi Cemiyeti, Kürt Kadınlar Teali Cemiyeti ve Kürdistan Teşrik-i Mesai Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etti.
İstanbul Caddebostan’daki evi Kürt önde gelenleriyle dolup taştı.
Bu ev tarihi bir görüşmeye de ev sahipliği yaptı:
Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Kürdistan Teali Cemiyeti arasındaki anlaşma burada imza edildi: Kürtlere Özerklik!
İngilizler’in bilgisi dahilinde yapılan toplantıya cemiyet adına Başkan Şeyh Abdulkadir ve üyelerden Said ve Mehmed Ali katılırken; Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan Konya mebusu Zeynelabidin, Karesi Mebusu Vasıf ve Mustafa Sabri katıldı.
Yapılan anlaşma şöyleydi:
“Çoğunlukla Kürt kavminin oturduğu memleketle, siyaset yönünden İslam Halifeliğine ve Osmanlı saltanatına bağlı olmak koşuluyla, bütün halkın çoğunluğunca seçilen bir yönetimin başlığı altında özerk bir yönetime sahip olacaktır.”
Özerklik anlaşması yapıldı ama Şeyh Abdulkadir bununla yetinmedi. İngilizlerle gizlice anlaşıp bağımsızlık yönünde lobi yapmaya başladı. Bu durum İstanbul Hükümeti’ni bile rahatsız etti. Şeyh Abdulkadir ve cemiyetin üyeleri Emin Ali Bedirhan, Mevlanzade Rıfat, Yüzbaşı Emin Babıali’ye çağrıldılar. Bahriye Nazırı Avni Paşa yabancı devletlerle görüşme yetkisinin sadece hükümette olduğunu ve bağımsız bir Kürdistan kurma teşebbüsünden duydukları rahatsızlığı uygun bir dille anlattı.
İngilizleri arkalarına almış cemiyet üyeleri pervasızdı. İstanbul Hükümeti’nin Doğu Anadolu’yu Ermenilere peşkeş çektiğini söylediler.
Ayrıca Wilson prensiplerine göre her topluluğun kendi refahı için çalışmaya hakkı olduğu, Kürtlere özgürlük ve güvenlik sağlayacak tek devletin İngiltere olduğuna inandıkları için İngilizlerle görüştüklerini belirttiler.
Yer yer seslerin yükseldiği toplantıda, dönemin ünlü liberal gazeteci yazarı Mevlanzade Rıfat, Türkler’in kendi başlarının çaresine bakamazken nasıl Kürtlere özerklik sağlayabileceğini sordu.
Bağırılıp çağrıldı ama sonunda toplantı, Kürt bölgelerine Kürt Valiler ve Kürt memurların atanması kararının alınmasıyla bitti.
Şeyh Abdulkadir yine de İngilizlerle görüşmeyi sürdürdü; ancak artık bağımsızlıktan vazgeçmiş yine özerklik yanlısı olmuştu. Fakat bu “dönekliği” Kürt hareketini böldü.
Aslında Kürt hareketi o yıllarda paramparçaydı; Anadolu’da bağımsızlık meşalesi yakan Mustafa Kemal’in yanında olan Kürtler de vardı. Unutmayınız ki, Erzurum Kongresi’nin 54 delegesinin 32’si Kürt’tü.
Uzatmayayım.
Bugün Erzurum Kongresi’ndeki Türk ve Kürt kardeşliği yeniden kurulabilir. Yeter ki her iki taraf da sorunun çözümünü bu topraklar içinde arasın.

Odatv.com

Fethullah'ın Yankee İstihbarat Faaliyetleri
Kaan Turhan
23.09.2010



Türkiye’deki dini çevrelerden sırtını Amerika’ya dayayan Fethullah Gülen cemaati bu misyon için en elverişli müttefik olarak kendini göstermekteydi.

Irak’ta işgal sonrası süreci biçimlendirmek ve Kürdistan’ı ilân etmek üzere çabalarını sürdüren Fethullahçılar, kamuoyu oluşturmak ve dezenformasyon üzerine sahip oldukları beceriler, deneyimlerle koşullara uyum sağlama açısından daha bir elverişli kılmaktadır. Fethullahçıların, Amerikan emperyalizminin hedef ülkelerde uygulamaya koyduğu politikaların eğitim, sağlık ayağını tamamladıkları bilinen bir konu. Yeni dünya düzeni oluşumunda, kapitalist ve emperyalist egemenlik savaşında yeni görev dağılımı için sıraya giren unsurların başat olanı Fethullahçılar olarak görünüyor.

Bir yankee casusluk projesi olarak Fethullahçı hareket Rusya, Özbekistan, Azerbaycan gibi ülkelerde dikkat çekmiş ve ülkeler bu Amerikan oyununa karşı önlem geliştirme yoluna gitmişlerdir. Kendilerini Türk ve İslam misyonerleri olarak tanımlamaları; yaptıkları ve uygulamaya koydukları açısından taban tabana zıtlıklar taşımaktadır.

Kürtçü bir hareket olarak Türklükten, İslamiyetin isevileştirilmesi projesi açısından Müslümanlıktan ayrılmaktalar. Irak’ın işgali sonrası oluşan işgal hukuku ortamında, kıt kaynaklardan daha fazla yararlanmaya odaklanmış emperyal merkezler, kendi çıkarları boyutunda oluşturdukları kolaylıklarla doğal kaynaklara odaklanmış bulunmaktalar. Fethullahçılar, Irak’ta oluşan durumdan vazife çıkarmayı iyi bildiler, kuşkusuz Amerikan desteğiyle.

Sağlık kurumları, okulları, üniversiteleri yeni devletin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Barzani’nin ve Amerika’nın isimlendirmeleriyle Kürdistan’ın, inşasını sağlama yolunda misyonlarını yerine getirmektedirler. İngiltere merkezli Arap gazetesi Asharq Al-Awsat’a demeç veren Barzani:

“..Türkiye’yle ilişkilerimizde çok önemli ilerlemeler gerçekleşiyor. Türkler iyi bir anlayış gösteriyor ve komşu Türkiye’yle ticari işbirliğimizde geniş bir ufuk görebiliyorum. Halen bölgemizde 500’den fazla Türk şirketi faaliyet gösteriyor. Türkiye’yle ilişkilerimizdeki ilerlemeyi çok tatmin edici bulduğumuzu söyleyebilirim.”

Fethullahçıların Erbil’de yaptıkları Abant toplantısında, Mümtaz’er Türköne’nin “hepimiz Kürt’üz” diye homurdanması mazlum Kürt halkını savunduğu anlamına gelmediğini söylemlerinden anlamak güç değil!

Türköne, Akşam Gazetesi’nden Nagehan Alçı’ya verdiği röportajda;

“ABD’nin ‘Kürt Bölgesel Yönetimi’nin güvenliğini Türkiye’ye emanet edeceği’ iddiasının altını çiziyor. Bunun karşılığında da, Erbil’deki toplantı aracılığıyla Türkiye’ye ‘PKK’nın tasfiyesi’nin hediye edileceğini öne sürüyor ve ekliyor: “Entegrasyon istikrarlı hale gelecek. Bu esas olarak ekonomik entegrasyon. Anlamsız hale gelen sınırlar, kültürel, sağlık, eğitim ve ekonomi alanında entegre olmuş bir bölge hayal edin. Sınırların olmadığı bir bölge mi? Olmadığı değil ama anlamsız hale geldiği. Sonuçta Kuzey Irak’ın, Irak’ın bütününden çıkması mümkün değil. Siyasi olarak Irak’ın bir parçası ama fiilen Türkiye’nin parçası gibi olabilir. Böyle bir hayal bana çok uzak gelmiyor.”[1]

Irak’ı ziyarete giden Abdullah Gül satır aralarında bir şey söylemekteydi:

“Petrol ve gaz çıkarmaları ve bunu Türkiye üzerinden boru hatlarıyla nakli konusunda da mutabakata vardık. Bu konuları geniş bir biçimde çalışma kararı verdik.”[2]

Gül’ün bu ziyareti üzerine yazan Hüsnü Mahalli projeyi şöyle açıklamaktaydı:

“Amerika’nın çekilmesinden sonra Irak’ta doğabilecek siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik boşluğu doldurma şansını yakalayan Türkiye, Gül’ün ziyaretiyle PKK dosyasını kapatınca yalnız Irak’ta değil tüm bölgede var olan prestij, saygınlık ve gücünü artıracaktır.”[3]

ABD’nin Irak’taki doğal kaynaklar üzerindeki amaçları ve projelerini açıklayan sözlere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de katılmıştı. Abdullah Gül’le Irak’a giden Güler şunları söylemekteydi:

“Ortak enerji projelerinde işbirliği yapılması konusunda ABD’yle mutabakata vardık. Irak petrollerini ABD’yle ortak işleteceğiz. Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattına paralel doğal gaz boru hattı döşenmesini konuşuyoruz. Nabucco projesine 6. ortağın alınması çalışmalarını sürdürüyoruz. Bu ortak Alman RWE olabilir. Eskiden Satrancı seyrederdik, şimdi oynayanlardan biri olacağız.”

Tarihler 16 Mart 2009’u gösterdiğinde yayın yaşamına bir gazete giriyordu. İsmi Hewler Post.

Başlarken başlıklı metinde şunları yazılmıştı:

“Irak Kürdistan’ın bu globalleşen dünyayla olan ilişkileri ve her alanda ortak bir anlayışın yaratılması da bu teknoloji sayesinde olan ilişkileri ve her alanda ortak bir anlayışın yaratılması da bu teknoloji sayesinde mümkün...Irak Kürdistan’ının globalleşen dünyada, Türkiye’yle olan ilişkilerinin gelişmesinin ve geliştirilmesinin entelektüel bir adımı olabilecek bu gazetenin, iki taraf arasında her alanda ilişkilerin geliştirilmesine vesile olması dileğiyle...”

Böylelikle,

“postlar alemine bir de Hewlerpost eklendi. Hewler, yani Kürdistan Özerk Yönetimi’nin başkenti, post, yani bildiğimiz postası. Başka bir deyişle Washington Post’un Kürt versiyonu...Birbirini anlama çabasının Kürdo Amerikan bir isimle taçlandırılması, gazetenin ve arkasındaki Barzani güçlerinin yönelimini de, niyetini de ortaya koyan yeni bir kanıt olarak alınmak durumundadır. Anlaşmanın iskeleti, üst başlığı kocaman bir ‘post’ sözcüğüdür.”[4]

Gazetenin 21 Mart’ta çıkan ilk sayısıyla birlikte genel yayın yönetmeninin Rebwar Kerim Weli olduğu ortaya çıkıyordu. Kerim Weli, gazete çıkmadan bir hafta önce, Fethullah Gülen’e ait olduğu bilinen Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nda (SETAV) konferans vermişti. Weli bu konferansta Kuzey Irak, Türkiye ilişkileri açısından da ‘çarpıcı’ açıklamaları olmuş; Türkiye’yi Iraklı Kürtler için “rüya kapısı” olarak tanımlayarak, Irak’ta konfederasyon yönünde bir oylama yapılsa, halkın yüzde 80’inin Kuzey Irak’ın Türkiye’ye bağlanmasını isteyeceğini iddia etmişti.

Rebwar Kerim Weli’nin bağlantılarından biri de Fethullah Gülen cemaatinin organize ettiği Abant Platformu toplantısı, Aksiyon dergisinin haberine göre, Weli, 15 – 16 Şubat’ta Erbil’de yapılan “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” konulu Abant Platformu Toplantısı’nın düzenleyicileri arasında yer alıyordu”[5]

Fethullahçıların Erbil’de yaptığı Abant toplantısının ardından gelen Türkçe gazete Hewler Post yayın yaşamına doğrudan işbirlikçiliğinin tescilliğiyle başladı.

Hewler Post’un yayın yaşamına başlaması, PKK’nın tasfiyesi sürecinde ve Erbil’de yapılan Fethullahçı-Amerikancı Abant toplantısından sonraki sürece denk düşmesi yabana atılacak bir konu değil. Irak’taki tüm muhalif grupları, aslında tüm unsurları, işbirlikçi Kürt Amerikan siyasal çizgiye yaklaştırarak dönüştürmenin ayaklarından sadece bir tanesini oluşturuyor, Hewler Post.

Ali Babacan’ın:

“Terörle mücadelede 2007 sonundan itibaren Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır. Bu bölücü terör örgütü artık ne bugünün Türkiye’sinde ne bugünün Irak’ında yeri olmayan bir örgüttür. Bunun da herkes daha çok farkına varıyor. Buna kalıcı bir çözüm bulabilmek için de bir yandan Türkiye, bir yandan Irak, bir yandan ABD aynı zamanda bu üçlü mekanizma içinde de çalışmalar yapıyoruz. Ama bu bir süreç. Hemen elde edilecek sonuçlar değil bunlar”[6]

diyerek kamuoyunu Amerikancı “çözüm”e alıştırmaya çalışıyor. Öte yandan bu süreçte başkaca ilginçlikler yaşanmakta:

Tez Koop-İş Sendikası, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) İdaresi’nin Şanlıurfa’ya taşınmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararını: “GAP’ın Ankara’dan taşınması federatif bir idari sistemi anımsatmaktadır”[7] diye eleştirmekte haklıdır.

Merkezin yetkisini ve etkisini yerele devrederek federatif yapının temellerini sağlamlaştırmak, AKP’nin GAP Eylem Planı’nda geçen yerel ve merkez arasındaki koordinasyonun merkez teşkilatı tarafından yapılacağı görüşüne de ters düşmektedir. Ancak proje büyüktür ve atlantik ötesinden yürütülmektedir. Bu süreci harekete geçiren de yine atlantik ötesidir.

Adem-i Merkeziyetçilik, merkezden yerele yetki aktarımı, 21. yüzyılın yerel gündemi gibi kavramlar tam da Osmanlıcılık politikasına eklemlenme bağlamında kullanılmaktadır. Hewler Post’ta yazan Remzi Pêşeng, yerelleşmeye tarihsel bir arka plan çiziyor:

“Osmanlı yönetimi Kürdistan’ta ilk adımını siyasal ilişkiler sonucu attıktan sonra, Kürt unsurlara verdiği bir çeşit ayrıcalığa ya da “Otonomiyi” kontrol altına almak için merkezden resmi sıfatla gönderilen unsurların “memurların” sayısını giderek arttırır.”

Hewler Post’un yayın yönetmeni Fethullahçı Rebwar Kerim Weli yazısında şöyle söylüyor:

“Kürtler bir gün Türkiye yoluyla Avrupa Birliği’ne girmenin hayalini kuruyor. Onlar düşünüyor ki eğer bir gün Oraklı Araplarla yaşayamazlarsa konfederal bir yapıyla Türkiye’ye bağlanabilirler.”[8]

Aynı yazar enerji hatlarının güvenliği ve Kürdistan’ın Avrupa’yla petrolle doğal gaz açısından ilişkileri boyutunda, Barzanici bir bakışla şunları söylemekteydi:

“Başkan Barzani, Avrupa’nın bazı ülkelerine düzenlediği ziyaretlerinde Kürdistan petrolünün ve doğal gazının Türkiye yoluyla Avrupa ülkelerine ulaşması meselesinden çok ciddi bir şekilde bahsetmiş. Kürdistan 50 milyar ham petrole ve Ortadoğu’nun en büyük 3. doğal gaz rezervine sahiptir. Bu açıdan Kürdistan Bölgesine bakarsak, bu bölge Türkiye ve Avrupa enerjisinin büyük bir bölümünün temini için büyük bir kapıdır.”[9]

Aynı gazetede yazar olan KYB Basın Yayın Bürosu Sorumlusu Azad Cundiyani, üçlü olarak ifade etmiş olduğu çözüm süreci konusunda:

“Diyarbakırlı yazar ve aydın Altan Tan, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyareti hakkında bana şunu söyledi: Kürt meselesinin çözümü konusunda üç aşamalı bir plan var. Bunlardan ilki Kürt meselesinin çözümü konusunda şu ana kadar yapılanlar ülkenin anayasasına koyulmalı. Kültürel alanda henüz yapılmayanlar yapılmalı ve ‘vatandaşlık’ tanımı konusunda gereken değişiklikler yapılmalı. İkincisi Kürdistan Bölgesi hükumeti tanınmalı. Üçüncü aşamaysa PKK’nın dağlardan inmesi, etkili ve kabul edilir bir afla silahlar atılmalı.”

Cumhurbaşkanı Gül’ün ağzından tescillenen ‘Kürdistan’ Hewler Post’ta şöyle yankı bulmuştu:

“Barzani, Türk Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisiyle görüşmesinin Türkiye’nin ‘Kürdistan Bölgesini’ tanıması anlamına geldiğini açık bir biçimde belirtti.”[10]

Gazetenin yazarlarından Remzi Pêşeng’in ifadeleriyse:

“Kürdistan adlandırması siyasi terminolojide belirtilmesi, peşin bir ayrılık yükümlülüğü olamaz. Uzun senelerin baskıları sonucu tabu haline getirilen bu kavramların önünün açılması, Türkiye’ye özgü getirilecek çözüm önerilerine siyasal bir form vermesi bakımından da önemlidir”[11]

yönündeydi. Barzani’nin Hewler Post’a yansıyan görüşleri, Irak’taki Kürtleşme hareketinin, Uluslararası Kürt Konferansı’yla ‘reorganize’ edilerek, Türkçesiyle Amerikan siyasetine evrilerek yeniden organize olmasını imlemekteydi.[12]

Genel Yayın Yönetmeni Rebwar Kerim Weli, 1 Mart Amerikan askeri işgalini onaylayan tezkerenin geçmemesinin, Kürtler için fırsat olduğunu söylemekteydi:

“Kürtler 1 Mart tezkeresi parlamentodan geçmediği için şanslıydılar. Amerikan askeri o dönem Türkiye’den o kadar nefret ediyordu ki: ‘Bize öyle oldu ki Türkiye’ye de saldıracak bir duruma geldik’ diyorlardı. Bu, Kürtlerin tarafına doğru olumlu olarak döndü ve Kürtler Amerikalılar için ev sahibi oldu”[13]

Gazete’de yazan İsmail Beşikçi de:

“ABD; kendi çıkarları doğrultusunda Irak’a silahlı müdahale etti. “Kutsal statüko”da önemli bir gedik açıldı. ABD şüphesiz bunu, Kürtlerin hakkı-hukuku için yapmadı. Ama, müdahale, Kürtler için olumlu bir ortam hazırladı. Artık, tarih bu doğrultuda ilerleyecektir. Geriye gidiş artık olası değildir.”[14]

Yine gazetede Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu şöyle söylemektedir:

“Peter Galbraith, birleşik Irak oluşturma çabalarının başarısızlığa uğradığını savunarak, Irak’ın bölünmesini ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını haklı olarak önerdi. Türkiye bu real gelişmeyi diplomatik düzeyde artık kabullenmelidir. Irak’ta bir Kürt devletinin oluşumu 1990’ların başından beri yaşanıyor. Dolayısiyle Ortadoğu’da büyük ekonomik yatırımları bulunan Türkiye’nin Irak Kürdistanı’nda kurulması mümkün olan bağımsız bir Kürt devletini potansiyel müttefik olarak görmesi Türkiye'nin iç ve dış güvenliği acısından zaruridir.”[15]

Amerikan güdümlü ‘özgürlük’ hareketini onaylayarak, Türklere, mazlum Kürtlere ve Türkiye’ye karşı işbirlikçi tavrını göstermekte ve Irak’ın atlantik ötesi işgali için ev sahibi olduğunu dile getirebilmekteydi.

Başka bir Amerikan işbirlikçiliği örneği de İlnur Çevik’in sözleriydi. Irak’ın işgal sonrası kıt kaynaklarını Amerikan savaş ekonomisi için hazırlayanların başında gelen İlnur Çevik, Fethullahçı Hewler Post’a şu açıklamaları yapmıştı:

“PKK, Ankara Erbil ilişkilerinin daha sıcak ve çok daha verimli bir ortama çıkarılmasındaki tek ve ciddi bir engel... Artık ilişkilerdeki PKK gölgesi kalkmalı. Genel af yapmasa bile Türkiye, PKK’lıları dağdan indirecek ve onları evlerine gönderecek bir formül bulmalı. Yani Türkiye ve Irak dağlarındaki PKK militanlarına yeni bir beyaz sayfa açacak liderlik kadrolarına da bir Avrupa ülkesine sürgüne gönderecek bir formül..”[16]


Sürecin analizi çok basit aslında; 15 yıldır Türkiye’ye bela olan PKK’nın tasfiyesi karşılığında belki daha da tehlikeli olan “Kürdistan”ın tanınması, “Kürdistan”a olabilecek her türlü, kültürel, siyasi, enerji, eğitim, sağlık, alt yapısının geliştirilmesi ve Amerikan destekli yönetime koşulsuz desteğin sağlanması. Ergenekon operasyonu da bu atlantik ötesi projeye karşı yine atlantik ötesinin kurguladığı ve yönettiği, kendilerine ayak bağı olacak tüm kadroların kontrol altına alınması olarak belirmektedir.

Fethullahçıların açılan son okulları için Mısırlı İbrahim Ganim isimli Türkiye uzmanı, Los Angeles Times'a verdiği demeçte Türkiye'deki hükumet dışı aktörlerin Arap dünyasında gerçekleştirdikleri eğitim, ticari ve kültürel projelerle Ankara'ya bölgesel bir rol oynaması için zemin hazırladığını söylemekteydi. Proje oldukça açıktı!

PKK üst yapılanması KCK Yürütme Konseyi açıklamasında:

“Biz, yeniden on yıllarca sürecek bir savaş sürecinin başlamasından önce halklara karşı duyduğumuz sorumluluğun bir gereği olarak ilgili tüm güçleri hem uyarmak, hem de göreve davet etmek istiyoruz. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürdistan halkı, barışçıl bir sürecin gelişmesi için fedakarlık yapmaya ve gereken kolaylığı sağlamaya hazırdır. Ama şiddet yöntemiyle yok edilmek istenilmesi durumunda ise yenilmezliğini kanıtlayacak ve saldırıları tümüyle boşa çıkaracak güçte olduğunu herkese gösterecektir. Bunun için tercihimiz öncelikle barış ve diyalogdur. Böyle bir sürecin gelişmesi için tüm sorumlu güçleri çaba göstermeye ve kan dökülmesinin önüne geçmeye çağırıyoruz.”

demekteydi.

Amerika’nın yeni emperyalist çabalarına teslim olan ve Amerikan postalı altında özgürlük bekleyenler, ikinci cumhuriyetçi, liberal ortaklar Amerikancı uzlaşmayı derinleştirmiş görünüyorlar. Bazılarının ifadelerine gelince şöyle[17]:


Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Programından Araştırmacı Dilek Kurban:

“Çatışmaların devam ettiği bir ortamda barışın sağlanması mümkün değil. O yüzden her iki tarafta silahların susması gerekiyor. Silahların susması için adım atılması gerekiyor. PKK önemli bir noktada. PKK’nin silahları bırakması için teşvik edecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır”

Gazeteci Etyen Mahçupyan:

“Her biri Türkiye’nin vatandaşı olan insanların bir masa etrafında bir arada oturması gerekiyor. Bunun etrafında kimler olur ayrı bir konu, ama bunun bir an önce olması gerekiyor. Önemli olan ön koşulsuz konuşabilmektir. Konuşulmadan diğerinin önemli olduğunu düşünmüyorum”

Emekli Hakim Albay Ümit Kardaş:

“Kürt sorununun ve hatta diğer sorunların çözümü yeni bir anayasadan geçer. Yeni bir anayasa yapılmadan Kürt sorununu üç beş sembolik uygulamalarla çözmek mümkün değildir. Yeni anayasanın bir kurucu felsefesi olacak ve bu felsefe farklılıkların bir arada hukuk güvenliği altında, özgürlükler içinde yaşamasının ilkelerini sağlayacak. Bu yeni anayasa ile Kürt sorunu ve diğer sorunların çözümü mümkün olabilir…Yeni anayasa ile ‘merkezin yetkileri ne olacak, yerel yönetimlerin yetkileri ne olacak, bir idari özerkliği bu anayasa öngörecek mi? bunlar tartışılacak. Bu nedenle önemli. Sembolik yer adlarının değişmesi ile bu iş çözülemez”


Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu:

“Kürt sorunu bir devlet meselesidir. Devlet meselesi ile devlet içinde eş güdümden sorumlu olan ve devlet politikası oluşturmada birinci derecede görevli olan Cumhurbaşkanının, biraz daha aktif pozisyon alması lazım. Daha görünür adımlar atmalıdır… Herkes silahsız bir çözümü değişik ifadelerle dillendirmeye başladı. Atılacak sembolik adımlar önemlidir. İçişleri Bakanı’nın açıklamaları sembolik ve önemlidir. Kalıcı çözümün sağlanması için olumlu bir iklim yaratır”


Prof. Dr. Mithat Sancar:

“Somut bir niyet işareti, somut bir irade açıklaması, küçük adımlar ve jestler gerekiyor. Sadece sözler yetmez. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı’nın bir şeylere niyetli olduklarını göstermeleri gerekiyor… Henüz ortada somut bir şey yok. ‘İyi şeyler olacak’ söylemi daha önce de tekrarlanmıştı. Umarım bunun arkasında bir hazırlık süreci vardır, çok da iyi olur. Cumhurbaşkanının burada inisiyatif alması en azından önemlidir. Açıkçası hükümetin bu konuda tek başına kararlı bir tutum sergileyeceğini sanmıyorum. Diğer partiler de var, kamuoyunun bir kesiminin bir baskısı var. Gül’ün gerçekten daha somut işaretlerle, daha somut bir program niyetiyle hareket etmesinde çok büyük fayda olacağını düşünüyorum.”

KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi:

“Sorunu çözmenin ilk adımı ‘niyet’ sonra karar ardından irade gelir. Biz niyet aşamasındayız. Cumhurbaşkanı inisiyatif alıp liderleri belli bir noktada uzlaştırabilirse Meclis’te her grup liderini takip eder.”


AKP Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen:

“Kürt sorununun birkaç ana parametresi var ve tek biri çözüme yetmez. Çözümde ortaklaşmak gerekir. DTP’siyle diğer partilerdeki Kürt siyasetçilerle, entelektüel fikir adamlarıyla grup oluşturulabilir.”


Yazar Orhan Miroğlu:

“Karşılıklı olarak çözüme yönelik iyi dinamikler varken sonuca ulaştıracak tek kurum TBMM’dir. Gerekiyorsa İmralı’yla bile görüşülmeli.”


Yazar Naci Kutlay:

“Eğer gerçekten çözüm iyiyse DTP ile veya PKK ile görüşmenin bir sakıncası olmamalı.”


Eski TİP Milletvekili Tarık Ziya Ekinci:

“Gül ve Erdoğan’ın açıklamalarından Kürtler muhatap alınmadan bir çözüme gidileceği fikrini edindim.”


Prof. Dr. Doğu Ergil:

“Bir şey eskiden olmuştur, aynı şey aynı biçimde tekrar etmektedir. Ve sizde ‘bu daha önce olmuştur’ diye bir duyguya kapılırsınız. Gene öyle bir durumdayız. Ama aslında güneşin altında söylenmeyen yeni bir şey yoktur. O nedenle evet, insanı rahatlatan sözler bunlar. Ama ben eyleme bakarım. Eylemde herhangi bir değişiklik görmüyorum. Psikolojik evreye girdik. Kendi kendimizi telkin ediyoruz… Tanı konmadı. Bu ‘terörizmdir’ dendi ondan sonra ‘teröristle mücadele ederek’ şiddete karşı daha büyük şiddet… Yani silahlı adamlara karşı koca bir ordu seferber edildi. Kimse ‘yahu dışarıdaki bir düşmana karşı değil, içerideki insanlara karşı sürdürülüyor bu mücadele’ demedi. Sanki olağan bir şeymiş gibi bakıldı. Bu bir akıl tutulmasıdır. Var olan bir sorunu anlamamakta ısrardır.”

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı Sedat Laçiner’in Amerikancı stratejik düşünceleri:

“Ergenekon sanıklarının tutuklanması ve dışarıdakilerin sinmesi nedeniyle, PKK’nın operasyon kabiliyetinin zayıfladığı”[18] yönündeydi.

PKK’nın operasyon kabiliyeti zayıfladı ama Ergenekon sanıklarıyla bağlantıları olduğu(?!) için değil, Amerikan yönetimi tasfiyeyi zorunlu kılarak, Kürdistan’ın ilânını Laçiner gibilerin familyasına verdiği için!

[1] Açık Saçık Kürt Projesi, Sol, 24.03.2009

[2] Zaman, 24.03.2009.

[3] Hüsnü Mahalli, Gül’ün Psikolojik Bağdat Ziyareti, Akşam, 24.03.2009.

[4] Alper Birdal, Kürt Sorununda ‘Post’ Anlaşma Dönemi, Sol, 23.03.2009.

[5] Gülen Cemaatinden Türkçe ‘Kürt Açılımı’, Sol, 23.03.2009.

[6] Cumhuriyet, 19.03.2009, s.18.

[7] Murat Kışlalı, Federasyon GAP’la Geliyor, Cumhuriyet, 02.03.2009, s.5.

[8] Rebwar Kerim Weli, Yeni Süreçte Kürdistan Bölgesi ve türkiye İlişkilerine Dair Bir Persfektif-III, Hewler Post, 18.04.2009, s. 9.

[9] Rebwar Kerim Weli, Türkiye’nin Güçlenmesinin Faktörü: Kürtler, Hewler Post, 28.03.2009, s.2.

[10] Normalleşme Süreci PKK Sorununu Normalleştirecek mi?, Hewler Post, 28.03.2009, s. 3.

[11] Remzi Pêşeng, Abant’tan Hewler’e Kürt Sorunu Tartışması Liberal Yaklaşım Üzerine, Hewler Post, 18.04.2009, s. 11.

[12] Hewler Post, 05.04.2009.

[13] Rebwar Kerim Weli, Yeni Süreçte Kürdistan Bölgesi ve Türkiye İlişkilerine Dair Bir Perspektif –II, Hewler Post, 11.04.2009, s. 8.

[14] İsmail Beşikçi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Geleceği, Hewler Post, 16.05.2009, s.5.

[15] Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu, Cumhuriyetten Bugüne Kürt Sorunu, Hewler Post, 16.05.2009, s. 8.

[16] Hewler Post, 28.03.2009.

[17] Yeni Özgür Politika, 14.05.2009.

[18] Bugün, 20.03.2009.


Kaynak: Açık İstihbarat

Demirtaş'tan Açıklamalar

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ülkenin sınırlarının birliği ve bütünlüğü konusunda hiçbir tartışma yürütmediklerini belirterek, ''Ülkeyi bölmek isteyenin Mecliste ne işi var?'' dedi.
Demirtaş, Meclisin 23. Dönem 5. Yasama Yılı dolayısıyla TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in verdiği resepsiyonda, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Şanlıurfa'da terör örgütüne yönelik düzenlenen operasyona değinen Demirtaş, operasyonda, aralarında partilerinin yöneticilerinin de bulunduğu 40'tan fazla kişinin gözaltına alındığını söyledi.

Söz konusu operasyonun, geçen yıl düzenlenen benzer operasyonları anımsattığı belirten Demirtaş, ''2009 yılı 13 Nisanda PKK ateşkesi uzattığını açıkladı, 14 Nisanda KCK adında operasyonları başladı. Şimdi, 2010 yılı itibariyle dün PKK ateşkesi uzattı, bugün KCK adı altında operasyonlar başladı. Bunlar tesadüf değil. Hiç kimse, (Hükümetin dışında derin güçler bunu yapıyor) diyemez. Bunlar hükümetten bağımsız gelişmeler değil'' dedi.

''TÜRKÇE, BÜTÜN TÜRKİYE'NİN RESMİ DİLİDİR''

Anadilde eğitim konusunun tartışılması gerektiğini savunan Demirtaş, Kürtçe ve diğer dillerin, Türkiye'nin bir zenginliği olduğunu söyledi.

Anadilde eğitiminden bahsederken aslında iki dilde eğitimi savunduklarını anlatan Demirtaş, ''Kürtçe eğitimi yapacak çocuklar aynı zamanda Türkçe öğrensinler. Öğrenmek zorundalar. Bu, birliğimizin teminatıdır. Türkçe, bütün Türkiye'nin resmi dilidir. Ama bunun dışında kalan anadillerde eğitim olmayacaksa ve bunlar tartışılmaz konumunda diye düşünülecekse bir ilerleme kaydetmek mümkün değildir'' diye konuştu.

''SINIRLARIN BİRLİĞİNİ TARTIŞMIYORUZ''

BDP'nin hiçbir çözüm önerisinin Türkiye'yi bölünmeye götürecek öneriler olmadığını ifade eden Demirtaş, şöyle devam etti:

''En kapsayıcı çözüm önerilerini biz getiriyoruz. Kürt sorununun çözümüne ilişkin proje sahibi olan tek parti biziz. Geri kalanların tamamı, bu ülke bölünsün diye uğraşıyor neredeyse. Bu sorun çözülmezse bir sonraki nesiller bunu kaldıramayacak. Biz, ülke bölünmesin diye tartışıyoruz.

Biz sınırların birliği ve bütünlüğü konusunda hiç bir tartışma yürütmüyoruz. Böyle tartışmalar açan bir anlayışa da sahip değiliz. Ülkeyi bölmek isteyenin Mecliste ne işi var? Yani ülke Meclisten mi bölünür? Biz TBMM'ye, birliği beraberliği güçlendirmek için geldik. Bu yeterince anlaşılmıyor. Birlik ve teklik ayrıdır. Biz birlikten bahsediyoruz, bazıları teklikten bahsediyor. Farklılıklarımızla birlikte, birlik içinde yaşayabiliriz.''

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün TBMM'de yaptığı konuşmayı anımsatan Demirtaş, Gül'ün, devletin birliği bütünlüğü içindeki çözüm önerilerine yaklaşımının, partileri açısından kabul gören yaklaşımlar olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Gül'ün konuşmasının önemli bölümünün iktidara yönelik mesajlar içerdiğini belirten Demirtaş, ''BDP de bu mesajlardan payına düşeni mutlaka okuyacaktır. Ama konuşmanın önemli bölümü iktidara yönelikti. Özellikle katılımcı demokrasi iktidarın gerçekleştirmesi gereken durumdur. Sayın Cumhurbaşkanı seçim barajı konusunun, temsilde adaletin de altını çizdi'' dedi.
aktifhaber

Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez...
Mehmet Ali BİRAND
mabirand@e-kolay.net
13 Ekim 2010
Posta

Bir süredir PKK’nın tasfiyesi dillerden ve medya sayfalarından düşmüyor.

Bu haberlerin bir bölümünü bizler üretiyoruz.

Bakanların ziyaretlerinden, Başbakan’ın konuşmalarından, bürokratların özel sohbetlerinden yola çıkarak, bir bölümü doğru, diğer bölümü kendi hayal ürünümüz olan bir senaryo yazıyoruz ve bunun gerçek verilere dayanmayan bir senaryo olduğunu bilmemize rağmen, kendimiz de inanır oluyoruz. Bir süre sonra, daha da ötesine geçiyoruz ve kendi senaryolarımıza dayanarak yorumlar yapmaya başlıyoruz.

İşin asıl ciddi ve dramatik yanı, PKK’nın bu şekilde tasfiye edileceğine siyasetçilerimiz, polisimiz, hatta askerimiz dahi inanıyor olmaları.

Yıllardan beri aynı yöntemleri kullanıyorlar, başaramıyorlar, ancak hala ısrarı sürdürüyorlar.

Türk kamuoyu, PKK’nın, örneğin Barzani istese kolaylıkla Kandil’den indirilebilineceğini sanıyor.

Kimseler çıkıp “Hayır, Barzani böyle birşey yapamaz. Boşuna uğraşıyorsunuz” demiyor.

Türk kamuoyu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin istese Kandil’i yerle bir edebileceğini, Türkiye - Irak sınırını kapatabileceğini ve buralardan kuş dahi uçurtmayacağını sanıyor.

Kimseler çıkıp “PKK’yı askeri harekatla, Kuzey Irak’ı bombalayarak veya karadan girerek tasfiye edemez” demiyor.

Türk kamuoyu, örgütün üst düzey komuta heyetini İsveç’e veya başka bir ülkeye gitmesine göz yumarak, Suriye ve Bağdat hükümetiyle anlaşarak, İran ile iş birliği yaparak bu işin bitirileceğini sanıyor.

Kimseler çıkıp “Hayır , bunlar da yetmez” demiyor.
Lütfen artık gerçekleri görelim ve kabul edelim.

PKK, para kaynakları iyi işleyen, Avrupa’da kendini iyi örgütlemiş, yavaş yavaş terörden uzaklaşıp siyasete girmeye hazırlanan, şu sıralarda taktiksel nedenlerle terörü zaman zaman kullanan, uluslararası bir şirket veya kuruluş, hatta uluslararası bir siyasi parti diye adlandırılabilir.

PKK küçümsenmemeli.

Avrupa’nın hemen her ülkesinde siyasi temsilciliği var. Gayet iyi çalışan bir medyası, her şeyden önemlisi, desteğini hiç esirgemeyen milyonlarca taraftarı var.

PKK, askeri yöntemlerle kısa sürede tasfiye edilemez.

Buna karşılık, küçülür, tetikten eli çektirilebilir, kadrolarının önemli bölümünün evine dönüp normal hayata başlamaları sağlanabilir.

Bunun da önemli ve tek koşulu vardır...
* * *

TEK YOLU, KÜRT HALKINI MEMNUN EDECEK ÖNLEMLERDİR...

Yanlış anlamaları önlemek için, tekrarlayayım...

PKK tipindeki örgütler hiçbir zaman tümüyle tasfiye edilemezler.

Küçülürler, sayıları azalır, ellerini tetikten çekerler ve terörden büyük oranda uzaklaşırlar.

PKK’ya, daha fazla askeri önlem veya daha fazla PKK’lı öldürerek pes ettirilemeyeceğini artık görmemiz gerekiyor.

PKK’nın hayat borusu, onu yaşatan bölge halkının desteğidir.

Bam teli, sürekli dağa çıkan gençler, haber yolladığı anda sokaklara çıkan yüz binlerdir. İşte ne zaman ki, bu hayat borusu kesilir, o zaman bam teline basılmış olur.

Bunun yolu da, Kürt Sorunun da cesur adımlar atmaktan geçiyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, genelde terörle mücadeleye öncelik vermiştir. “PKK yok edilsin, ondan sonra Kürt sorununda adımlar atalım, aksi halde boyun eğmiş oluruz” mantığıyla hareket etmiştir. Ayrıca, silahlı mücadele, siyasetten daha kolaydır. Oy kaybı değil, aksine milliyetçi ruhları beslediğinden dolayı, popülarite kazandırır. Riski az bir mücadele şeklidir.

Ancak bu yöntemin artık beklenen sonucu vermediği de ortaya çıkmıştır.

Artık, daha zor ve siyasi yönden risk taşıyan yönteme geçme veya işin güvenlik yanı sürdürülürken, artık Kürt Sorununu çözme konusunda cesur adımlar atma zamanıdır.

Bugün PKK’ya destek verenlerin hayatlarını değiştirecek önlemler alma zamanıdır.

Gençlerin dağa çıkmak yerine, evinde kalıp okuyarak, işe girerek hayatını sürdürmenin daha iyi olacağını gösterecek ortamı oluşturma zamanıdır.

PKK’ya destek veren milyonlara, beklentilerinin karşılanmaya başlandığının, bu ülkenin Türkler kadar, onların da sahipler arasında olduklarını hissettirmenin zamanıdır.

Kürt kökenli vatandaşlarımıza, siyasetin tüm kapılarının açılması, onları adam yerine koyulduğunu, muhatap olarak kabul edildiklerini göstermenin zamanıdır.

Ne dersek diyelim, Öcalan’ın etkisini görmezden gelmemenin zamanıdır.

Kürt Sorunu da kısa sürede, tümüyle çözülemez.

Taleplerin tamamının karşılanması da imkansızdır.

Ancak, öyle adımlar atılır ki, Kürt kökenli insanlarımız birşeylerin değişmeye başladığını ve artık PKK’nın terörüne gerek kalmadığını görürler.

İşte PKK ancak bu şekilde erimeye başlar.

Zaten bu değişimi hissettikleri anda, ellerini tetikten çekmenin ve terör yerine siyasete başlamanın zamanı geldiğini anlarlar.

İşte reçete budur.

Kendi kendimizi aldatmayı bırakmanın zamanıdır artık...

Abdullah Öcalan:"31 Ekim'e kadar çözüm için gelinmezse kellem gitse de karışmayacağım"
15 Ekim 2010

Abdullah Öcalan 31 Ekim'e kadar çözüm için gelinmezse kellesi gitse de karışmayacağını, "Artık oyuna gelmeyeceğini" söyledi.

Öcalan, devlete ve Kandil'e gönderdiği mektuplara da cevap alamadığını belirterek, "31 Ekim'den sonra ben yokum. Artık kararı KCK kendisi verir" dedi.

Bu arada BDP'nin ateşkes süreci ile paralellik kurduğu 151 sanıklı KCK davası pazartesi günü Diyarbakır'da başlıyor.

Nisan ayında yapılan operasyonlarda aralarında DTP eş başkan yardımcıları, belediye başkanlarının da bulunduğu 53 kişi tutuklanmıştı.

Değişik illerde yapılan operasyonlarla tutuklu sayısı bin beş yüzü aştı.

Gözaltına alınanların adliyeye elleri kelepçeli getirilmeli eleştiri konusu olmuştu.

Bir diğer eleştiri ise bazı sanıkların 18 ay sonra hakim karşısına çıkacak olması.

BDP Kürt sorununun çözümünde atılacak pratik adımlardan birisinin KCK tutuklularının serbest bırakılması olduğunu açıklamıştı. BDP tutukluların serbest bırakılmasının bir iyi niyet işareti olarak algılıyor.

Abdullah Öcalan'ın avukat görüşmelerindeki açıklamalarında KCK davasının gidişatı ile ateşkes süreci arasında paralellik kuruluyor.

Dava için çok sayıda yerli ve yabancı delegasyonun Avrupa’dan bazı milletvekilleri, Türkiye'deki diplomatik misyon temsilcilerinin de pazartesi günü Diyarbakır'da olması bekleniyor.

151 KİŞİ YARGILANIYOR
Hazırlanan iddianameye göre 'Kürdistan Toplulukları Birliği Türkiye Meclisi' örgütlenmesi anlamına gelen KCK, PKK'nın şehir örgütlenmesi.

7578 sayfalık iddinamede 103'ü tutuklu 151 kişi terör örgütü yöneticisi olmak, yardım ve yataklık suçlarından yargılanacak.

aktifhaber

İngiliz heyeti BDP'yi ziyaret etti
19 Ekim 2010
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ''İngiltere'nin Kürt sorununun ortaya çıkmasında tarihi bir sorumluluğu var, dolayısıyla çözümü konusunda da sorumluluk üstlenmeli'' dedi. haber10

Serdar Akinan
Emareler çoğaldı

KCK davasının önemini bir kez daha anlatmaya bilmem gerek var mı?
AKP içinden birilerinin Kürt siyasetini dizayn etmek için planladığı ve yürürlüğe soktuğu son derece hatalı bir plandı.

''Şahinleri içeri tıkalım'' dediler.
Dinlemelerle bir terör örgütü yarattılar.
Size bir şey hatırlatıyor mu?
Bildiniz... Ergenekon...

Medyada ele alınış biçimine bakınca da aynı koronun bu kritik davayı sulandırmaya çalıştığını görebilirsiniz.

Fakat Kürt meselesinde KCK dosyası açmazının bir medya korosuyla susturulamayacak kadar önemli bir etkisi var.

Hareket alanını genişletmek için sürülecek tarladaki taşları ''suç'' ve ''suçlu'' üreterek temizleyen iktidar, Kürt meselesinde büyük çuvallayacak.

Genel itibarıyla gidişata dair derin bir kaygım olduğunu ısrarla paylaşıyorum.
12 Eylül referandumunun en önemli sonucu oy oranları mıydı?
Hayır.

Kürtler adına siyaset y
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ağu 17, 2015 10:27 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ekm 16, 2010 7:33 pm    Mesaj konusu: Kritik eşik 1 Kasım Alıntıyla Cevap Gönder

ABD’den ‘PKK ile görüşün’ çağrısı
23.12.2015



ABD’den ‘PKK ile görüşün’ çağrısıJohn Kirby, Türk hükümeti ile PKK arasında politik bir sürecin başlayacağını umduklarını belirterek, “Türkiye sivilleri korumak için gerekli önlemleri almalı” dedi
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby, “Türk hükümeti ile PKK arasında politik bir süreç başlatılmasını umuyoruz” dedi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, başkent Washington’da düzenlediği günlük basın toplantısında soruları yanıtladı. John Kirby, Türkiye’de Güneydoğu’da son günlerde yoğunlaşan çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları ile ilgili yaptığı değerlendirmede “Haberleri görmekteyiz. Türk hükümeti ile PKK arasında politik bir süreç başlatılmasını umuyoruz, tüm Türklere adalet ve kalıcı bir barış getirmek için. Türkiye’nin güvenlik önlemleri alması gerektiğini anlıyoruz, Ancak sivilleri korumak ve hukuksal sorumluluklarını yerine getirmek için gerekli önlemleri de almalı” dedi. Kirby, Türkiye’nin Irak’ta asker bulundurmasının, yalnızca Irak’ın açık onayı ve isteği üzerine olması gerektiğini söyledi. Kirby, Türkiye’nin Irak’ta gerçekleştirdiği askeri operasyonlara ilişkin ayrıntıları bilmediğini ancak iki ülke arasında sorunun çözümü için yürütülen ikili görüşmelerden memnuniyet duyduklarını söyledi. Türkiye’nin Irak’tan askerlerini çekmeyi açıkladığına ilişkin haberleri gördüklerini belirten Kirby, “Buna olumlu bakıyoruz. Her zaman söyledik, Irak’ta yapılan herhangi bir askeri operasyon Irak’ın egemen hükümetinin onayı ile yapılması gerek” dedi.

İkili ilişkiler sürmeli

Iraklıların, kendi egemenlik haklarını korumak için her hakka sahip olduklarını vurgulayan Kirby, sorunun ikili ilişkiler kapsamında çözülebilecek olduğunu ve bunun sürmesini istediklerini belirtti. Kirby, Türkiye’nin askerlerini çekmemesi, ya da belirli bir tarihe kadar çekmemesi durumunda, ABD’nin dönem başkanlığı yaptığı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bir yaptırım kararı alıp almayacağına ilişkin bir soruyu, “Konseyin henüz almamış olduğu bir karar ile ilgili spekülasyonda bulunmayacağım. Dönem başkanıyız biliyorum ama BM adına konuşmuyorum. Dışişleri Bakanlığı ve Bakan Kerry adına konuşuyorum” diye yanıtladı. Kirby, Türkiye’nin “Türk askeri Musul’dan çıkarsa yerini IŞİD alır” söylemleri ile ilgili soruya da, “Anladığım kadarı ile ki, yine söylüyorum, Türk askeri operasyonları ile ilgili konuşmuyorum. Anladığım kadarı ile Türk askerleri eğitim için oradalar. Şimdiye kadar IŞİD’in bir eğitim merkezini ele geçirdiğini duymadım. Türklerin askerleri ile nerede ne yaptıklarını Türklere sormak gerek. Biz, Irak’ın egemenliğine ve bütünlüğüne saygı gösterilmesini beklemeyi sürdürüyoruz” dedi.
Kaynak: Yeni Çağ

Kürt Millî Şuuru ve Ahlâkı –Tarih-Kimlik-Kültür-Ahlâk
20 Ekim 2010

“Kürd’ün Kurtuluşu” ifadesini “Türk’ün Kurtuluşu”, “Arab’ın Kurtuluşu”, “Laz’ın Kurtuluşu”ndan ayrı düşünmeyen ve bunu topluluk hâlinde “İnsan’ın Kurtuluşu” olarak gören bir bakış açısını temel alan Sezai Kırlangıç, Kürtlerin tarihteki serüvenlerini Sümerlerden bugüne uzanan bir genişlikte ele alan araştırmasını Artı-Eksi Yayınlarından çıkan KÜRT MİLLÎ ŞUURU VE AHLÂKI –Tarih-Kimlik-Kültür-Ahlâk adlı eseriyle kitaplaştırdı.

Kitabının temel tezi “İnsan’ın Kurtuluşu” olan Sezai Kırlangıç, “Kürd’ün meselesi”ni, Kürt kavminin tarih sahnesine ilk çıktığı günden bugüne uzanan bir zaman ve zemin genişliğinde, dönüm noktası değeri taşıyan tarihî hâdiseler ve seçkin şahsiyetler vesilesiyle, sosyal ve kültürel yönleriyle, diğer benzerlerinden çok farklı bir perspektifle ve İslâmî bir hassasiyetle ele alıyor. Bugüne dek belki hiç bilmediğimiz birçok çarpıcı gerçeği dikkatimize sunması yanında, asıl önemlisi, kendi bakış açısıyla “çözümün adresi”ni gösteriyor.

Kırlangıç’ın kitabında şu konu başlıkları göze çarpıyor:

Kürt Kimliği ve Tarihi, Kürt Kelimesinin Kökeni, Terim olarak Kürdistan, Kürt Kimliği, Kürt Yahudisi Saçmalığı, İslâm’dan Önce Kürt Tarihi, İslâm’dan Sonra Kürt Tarihi, Kürtlerin Kurdukları Devletler, Selahaddin Eyyubî ve Kürtler, Selçuklular ve Kürtler, Osmanlı Döneminde Kürtler, Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisî ve Muhteşem Terkip, İslâm İttihadı Dâvâsının Lideri İdris-i Bitlisî Kimdir, Kanunî Dönemi ve Kürtler, 1840 Sonrası Kürtler, Osmanlı Batılılaşması ve Kürtler, Hamidiye Alayları-Kürt Akıncıları, Kürtlerin Kurdukları veya Katıldıkları Cemiyetler, İttihat Terakki Cemiyeti ve Kürtler, I. Dünya Savaşı ve Kürtler, Lozan ve Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler, Türklerin Yönetmediği Bir Türk Devletinin Anadolu’da Kuruluşu ve Kürtler, Anadolu’nun Batılılaştırılması ve Kü rtler, Laik-Batıcı İktidarın Kürt Kuşatması, Şark Islahat Planı, İlk İsyanlar ve Katliamlar, Dersim: Bir İsyan mı Yoksa Barbarlık mı?, Irak Kürtleri, Suriye Kürtleri, İran ve Azerbaycan Kürtleri, Sovyet Etkisi ve Mahabad Cumhuriyeti, Kürtlerin Yaşadığı Coğrafya ve Demografik Yapısı, Kürtlerin Yaşadığı Coğrafya, Kürtlerin Yaşadığı Coğrafya ve Nüfus Dağılımı, Yeraltı ve Yerüstü Kaynakları, Kürt Millî Kültürü ve Ahlâkı, Kürtlerin Dini, Kürtlerin Dili, Kürt İlim Hayatı ve Edebiyat Dünyası, Kürt Kültürünün Gelişimi, Kürt Kültürünün Temel Yapı Taşı Medreseler, Kürt Kadın Âlim ve Edebiyatçılar, Kürt Müziği ve Folkloru, Kürt Giysileri ve El Sanatları, Kürt Yemekleri, Kürt Cemiyeti ve Yapısı, Kadın ve Aile, Aşiret ve Sosyal Yapı, Şeyh Said-Genç İsyanı, Yavuz Sultan Selim ve Kürtler, Kürt Siyasî Hareketinin Çıkmazları ve Kürd’ün Kurtuluşu.

Kürt meselesinin aktüel siyasî tartışmalara hapsedildiği bir dönemde çıkan Sezai Kırlangıç’ın eseri, meseleyi çok yönlü olarak ve tarihî derinliğiyle değerlendirmek isteyenlerin özellikle başvurma ihtiyacını duyacağı derlitoplu bir kaynak.

Habertaraf
Anahtar Kelimeler:
kitap Tarih Kimlik Kültür Ahlâk

Kritik eşik 1 Kasım
Serdar AKİNAN
16 Ekim 2010

Öcalan avukatları aracılığıyla çok önemli şeyler söyledi... Özal'ın kesinlikle öldürüldüğüne inandığını söyleyen Öcalan,'Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var. Birincisi Özal'ın öldürülmesiyle yaşanan birinci komplo dönemi... Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi o dönem birçok subayı çözüm yanlısı gördükleri için, kendilerinin önünde engel gördükleri için öldürdüler, tasfiye ettiler. İkinci dönem '97-98'de yaşandı. O dönemde Erbakan daha samimi, daha çözüme yakın yaklaştı. Erbakan bizimle de ilişkiye geçmişti. Üçüncü komplo 2003-2004 yılında denendi. Bu dönemde Kürtleri parçalamak suretiyle yeni bir komplo tarzı ortaya konuldu. O dönemde de başarılı olamadılar. Şimdi de dördüncü komplo dönemindeyiz''
Bu yeni dönemde ilginç bir isim takıyor...''Yeşil komplo'' Hakkari'deki imamın öldürülmesine karşılık 10 PKK'lının infaz edildiğini iddia eden Öcalan, bu konuda Erdoğan'ı açıkça ve doğrudan suçluyor.

YEŞİL KOMPLO
Başbakan'ın bilgisi dahilinde Ankara'dan gönderilen özel bir ekibin infaz operasyonuyla karşılık verildiğine inandığını açıklayan Öcalan, ''Bu yeşil komplonun merkezi Washington'dur. Washington merkezli yürütülüyor. Washington derken sadece Fethullah Gülen anlaşılmamalıdır, Fethullah Gülen'in rolü burada basittir, onu çok da büyütmemek gerekir'' diyor. 2005 yılında Başbakan Diyarbakır'a gidip 'Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim' dediğinde Türk Gladiosu onu da Ecevit gibi götürecekti, ancak anlaştılar... diyen Öcalan, konuşmasında İmralı sürecine dair de kritik bilgiler veriyor.

31 EKİM'DE ÇEKİLECEĞİM
Konuşmasının en önemli kısmında satır aralarında çok önemli bir bilgi açığa çıkıyor... Adına ister hükümet, ister asker, ister MİT diyelim kısaca devlet ile PKK arasında İmralı'da sürdürülen gizli görüşmelerde bir tıkanma olduğu anlaşılıyor. Medya üzerinden mesaj veren Öcalan, açıkça ve adeta son kozunu oynuyor:

''31 Ekim'in sonuna kadar eğer çözüm amaçlı gelmezlerse kellem de gitse bundan sonra karışmayacağım. Bu oyuna gelmeyeceğim, bana çözüm temelinde gelmezlerse hiçbir açıklama da yapmayacağım. Eğer bana çözüm amaçlı gelirlerse de ben o zaman kendi görüşümü belirtirim.''

İKİ PROTOKOL ŞARTI
Öcalan, görüşme zeminindeki çerçeveyi ise şöyle formalize ediyor...
İki protokol imzalanmasını şart koşuyor: ''Birincisi güvenlik protokolü, ikincisi demokratik haklar protokolü, anayasa bunun içindedir.'' Bu iki şart olmazsa da savaş çağrısı yapıyor...

'ORTA YOĞUNLUKLU SAVAŞ KAPIDADIR'
İşte 'orta yoğunluklu savaş' kapıdadır. Her türlü savunma, öz savunma konumlarını güçlendirirler. Halkla birlikte bu işi yürütürler.
Öcalan bunları söylüyor... Bence çok kritik bir evreye girildiği ortada... Ve bu arada KCK davası başlıyor... Aralarında belediye başkanları ile kapatılan DTP'nin yöneticilerinin de bulunduğu 151 kişi hakkındaki kritik dava, pazartesi Diyarbakır'da görülmeye başlanacak.
Akşam

Serdar Akinan
Emareler çoğaldı

KCK davasının önemini bir kez daha anlatmaya bilmem gerek var mı?
AKP içinden birilerinin Kürt siyasetini dizayn etmek için planladığı ve yürürlüğe soktuğu son derece hatalı bir plandı.

''Şahinleri içeri tıkalım'' dediler.
Dinlemelerle bir terör örgütü yarattılar.
Size bir şey hatırlatıyor mu?
Bildiniz... Ergenekon...

Medyada ele alınış biçimine bakınca da aynı koronun bu kritik davayı sulandırmaya çalıştığını görebilirsiniz.

Fakat Kürt meselesinde KCK dosyası açmazının bir medya korosuyla susturulamayacak kadar önemli bir etkisi var.

Hareket alanını genişletmek için sürülecek tarladaki taşları ''suç'' ve ''suçlu'' üreterek temizleyen iktidar, Kürt meselesinde büyük çuvallayacak.

Genel itibarıyla gidişata dair derin bir kaygım olduğunu ısrarla paylaşıyorum.
12 Eylül referandumunun en önemli sonucu oy oranları mıydı?
Hayır.

Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen heyetin bu ülkede bir coğrafyayı tuttuğunun tesciliydi.

Yani?
Yanisi şu: Siz, HSYK gibi son derece kritik bir kuruma atama yaptırabilirsiniz.
''Efendim, birileri bağırır çağırır... Nasılsa susarlar...'' diyebilirsiniz.

Türban meselesinde top çevirebilirsiniz...
Ergenekon davasında suçluluğu bir türlü kanıtlanamayan insanları aylarca içerde tutabilirsiniz.

Hoşunuza gitmeyen ve çıkıp gerçekleri yazan bir emniyet müdürünü, göz göre göre, sol örgüt üyesi diye içeri tıkabilirsiniz.

Ama bu KCK işi öyle değil...
''Silahı bırakıp de gelsenize'' diyorsunuz...
Adam gelir mi? Salak mı?
5000 tane adam elinde hafif silahlarla dünyanın en güçlü ülkesini yıllardır meşgul ediyor mu?
Ediyor...

Lideri, cezaevinden tek bir cümleyle senin sokaklarını karıştırabiliyor mu? Karıştırıyor...

Kürt siyasetini belirliyor mu? Belirliyor.
AKP, hemen her sorunlu alanda, ''Ben yaptım oldu'' diyor...
AKP, Kürt meselesinde muhatap olduğu aktörlerin gücünün farkında değil.
Kısa vadede ne demek istediğimi göreceksiniz.

http://www.aksam.com.tr/2010/10/20/yazar/19178/serdar_akinan/emareler_cogaldi.html

Baydemir: "PKK adını KCK olarak değiştirmiştir”

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “KCK'nın PKK'nın kendisi olduğunu, yöneticisinin Murat Karayılan" olduğunu söyledi
HABERTÜRK’te Türkiye’nin Nabzı programında soruları yanıtlayan Baydemir, “KCK Yürütme Kurulu Başkanı Sayın Karayılan'ın kendisidir. Peki Yürütme Kurulu Başkanı Karayılan ise ben nasıl KCK'nin üyesi olurum. Bana isnat edilen bütün delilerin hiçbirinde tek bir şiddet yok. Örgütle de pek bir bağım yok. Niye ben 39 yılla yargılanıyorum. KCK zaten PKK'nın adıdır. PKK adını KCK olarak değiştirmiştir” dedi.

“Legal siyasetten bahsediyorsak legal demokratik siyaset aktörlerini cezaevine koyarak, olduğundan farklı göstererek legal demokratik siyasetin önünü açamayız” diyen Baydemir, KCK operasyonunu “fiyasko” olarak niteledi.

“PKK VAZGEÇSE BEN VAZGEÇMEM”

Baydemir, şöyle devam etti: “Dünyanın hiçbir illegal örgütü bu kadar uzun yaşamamıştır. Bunun başka nedenleri vardır. PKK yarın kendisi feshetse, dese ki ‘Ben bu işten vazgeçtim.’ Ben vazgeçmem, Kürt davasından, Kürtlerin özgülük davasından, hak ve adalet davasından.

"PKK’YI İNKAR POLİTİKASI DOĞURDU"

Tek bir gerilla, tek bir polis, tek bir asker yaşamını yitirmesin. Kurban olayım, PKK var diye bu halkın haklı talebini yok sayamayız. PKK'nın bana talimat vermesine gerek yok. PKK hiçbir Kürt örgütünün yapamadığını yaptı. Onu doğuran 70-80 yıllık inkar politikasının ta kendisiydi. PKK rolünü oynadı. Şu anda yok olsa bile Kürt halkı ne birlikte yaşamaktan vazgeçer ne de özgürlüğünden vazgeçer. PKK olmasa da bu mücadele sürer.

2004'ten sonra yeni bir kuşak geldi. Benim akranlarım aktif siyasette, kimi cezaevinde tabii ki… Bırakın legal siyasetin önü açılsın. Ben Diyarbakır’da 1 milyon kişiye ‘Askere gelen kurşun bana gelsin’ dedim, insanlar alkışladı. Yuhalayabilirlerdi de ama siz KCK ya da herhangi bir adla cezaevine koyarsanız, benim bu topluma söyleyecek bir sözüm olmaz.

"PKK ROLÜNÜ OYNADI"

PKK rolünü oynamıştır. Artık rol ve misyon legal siyasetindir. Ama legal siyasetin önü devlet tarafından açılmalıdır. Eninde sonunda PKK dağdan inecek, ben ümidimi yitirmedim. İkna edilerek dağdan indirilecek. Kimi kadroları CHP'ye, kimi kadroları BDP'ye girecek. Bundan bizim rahatsız duymamamız lazım.”

Mahkemenin kendisi hakkında yurt dışına çıkış yasağını koyduğunu anımsatan Baydemir, “İstesem bu sabah yurt dışına kaçarım ama gitmeyeceğim. Doğumum da bu coğrafyada oldu, ölümüm de bu coğrafyada olacak. Ben bu coğrafyanın acısını başka coğrafyaların tatlısına değişmem” dedi.

Baydemir Kürt sorununun çözümüyle demokratik, müreffeh bir Türkiye’nin ortaya çıkacağını kaydetti. Kürt sorununu çözmeden komşularla “sıfır sorun” politikasına sahip olunamayacağının altını çizen Baydemir, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bölünme olmayacak. Cumhuriyetin 70 yılının bu kadar acı ve travmayla dolu olmasının nedeni bu bölünme korkusudur. Tek bir üniversite Kürt sorunu konusunda rapor hazırlamamıştır. Bizim kast ettiğimiz özerklik, adem-i merkeziyetçilik Bu sadece Diyarbakır için değil, Karadeniz içindir, diğer bölgeler içindir. Her bir bölgenin bölgesel parlamentosu olacaktır. Ama ulusal parlamento da olacaktır. Gücümüzü enerjimizi birbirimize engel olmaya harcamayalım. Bir de denenmeyeni deneyelim. Kardeşim olan Türk halkının hakkı neyse benim de hakkımın o olması lazımdır. Ben 20 yılımı bu davaya verdim çocuğuma ana dilimi öğretemiyorum.” aktifhaber

MHP Diyarbakırda mitinge hazırlanıyor

MHP Genel Sekreter Yardımcısı ve Şanlıurfa milletvekili Muzaffer Çakmaklı, Devlet Bahçeli'nin Diyarbakır'a geleceğini açıkladı.KCK davası ile ilgili de konuşan Çakmaklı, "Bunları tutuklu yapmak dünyanın en büyük zulümlerinden bir tanesidir" dedi.

24 Kasm 2010
Anadolu Haber

MHP Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi`nde bulunan il başkanlarını Diyarbakır`da toplayarak seçim çalışmalarına başladı.

Tüm il başkanlarını Diyarbakır`da toplayan MHP adeta Diyarbakır`a çıkarma yaptı. MHP Genel Sekreter Yardımcısı ve Şanlıurfa milletvekili Muzaffer Çakmaklı, Diyarbakır`a gelerek bölge toplantısına katıldı.

Diyarbakır il başkanı M. Teyyar Karakoç tarafından kapıda karşılanan Çakmaklı tüm partililer ile selamlaştı. Burada bir açıklama yapan Çakmaklı,"MHP`nin iktidarında bu bölgenin sorunları bir daha deşinmemek üzere tamamen bitirelecek. Bu bölgede huzur olacak, iş olacak, aş olacak, birlik olacak ve baraberlik olacak."dedi.

Bahçeli Diyarbakır`a geliyor

Muzaffer Çakmaklı seçim çalışmaları ile ilgili olarak, "Sayın Devlet Bahçeli daima gelir Diyarbakır`a. Sayın Başbakan`ın talihsiz açıklaması oluyor. Sivas`ın ötesine gidilmiyor diyiyor. Bir tek sanki kendisi gidiyor. Kendisine özel vize varmış gibi davranıyor. Bir başbakana yakışmayan ifadeler kullanıyor. Sayın Devlet Bahçeli Diyarbakır`a gelecek. Diyarbakır`a gelişide uzun süreli olmayacak. Diyarbakır ve Mardin mitinglerimiz var. Bahçeli Diyarbakırlıların şeref misafiri olacak. Diyarbakır`lı kardeşlerimiz kendilerinden bir parça olan Bahçeliyi en iyi şekilde ayarlayacağını biliyorum. Diyarbakır bu bölgenin gözbebeğidir" dedi.

MHP`den KCK tutuklularına destek

Diyarbakır`da görülen KCK ana davasınada değinen Çakmaklı, "Bu haksız bir uygulamadır. Bir kere suçluysa bitir dosyayı hükmünü ver gönder temize. Suçsuzsa, kaçma gibi bir derdi yoksa ki bir çoğu belediye başkanıdır. Bunları tutuklu yapmak dünyanın en zulümlerinden bir tanesidir. Bu bir insanlık ayıbıdır" diye konuştu.

Silahın Miadı
Sabahattin Talu
www.acikistihbarat.com
24.11.2010

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; "Terörle, silahla bir şey olmayacağını artık herkes gördü" dedi ve ekledi;

"Türkiye, terörden de Kürt meselesinden de kurtulacak".

BDP'li Belediye Başkanı Osman Baydemir de hemen hemen aynı anlama
gelen; "Silahlı mücadele artık miadını doldurdu" demiş, bu açıklamasına karşılık Apo'dan

"Sen de kim oluyorsun? Her şeyin kararını bir tek ben veririm. Tek yetkili benim. Haddini bil" mealinden fırça yemişti.

Toplam üç ayrı kişi tarafından sarf edilen şu birkaç cümle için onlarca sayfa yazı yazılabilir, birçok fikir üretilebilir, enine boyuna tartışılıp geniş bir analiz ortaya konulabilir.

Kısaca değinip, biraz açmaya çalışalım şu birkaç cümleyi...

"Terörle, silahla bir şey olmayacağını artık herkes gördü".

Kim gördü mesela? Devlet mi, örgüt mü, Öcalan mı, halk mı?

Gördüyse ne oldu, vaz mı geçildi? Örgüt silah mı bıraktı? Devletin başka bir
çözümü mü var?

Silahla, terörle olmayacaksa, çözüm ne ile ve nasıl olacak?

"Türkiye, terörden de Kürt meselesinden de kurtulacak".

Demek ki Türkiye'nin bir "Terör" sorunu, bir de "Kürt" sorunu var, ya
birbiriyle aynı, ya da birbirinden farklı.

Sorun, terör sorunu mu, Kürt sorunu mu, önce bunu belirlemek gerekiyor, 30 yıldır taa
iliklerde yaşanıyor olmasına rağmen.

30 yıllık terör sorunu, özellikle şu son 6-7 yıl içerisinde, bilerek ve istenerek, planlı bir biçimde
"Kürt sorunu"na dönüştürüldü, kanıksandırıldı, meşrulaştırıldı.

Şimdi Türkiye, bundan kurtulacakmış.

Bunu, Devlet'in en tepesindeki isim söylüyor. O zaman buna hepimizin inanması gerekiyor.

Evet, tamam inandık, ama yine de bazı sorular akla gelmiyor değil.

Mesela, en başından, Türkiye bundan nasıl kurtulacak, ne şekilde kurtulacak ve ne zaman kurtulacak?

Belli bir proje mi var?

Varsa, ne derece kabul görebilecek, uygulanabilecek?

Müzakereden bahsediliyor şu günlerde. Apo da dile getirdi bu müzakere konusunu.

Ne müzakeresi? Müzakerede ne var, içeriği ne?

Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Ama, kesinlikle bilmek istiyoruz, çünkü en doğal
hakkımız, çünkü biz halkız.

Evet, bir müzakereden bahsediliyor. Apo da bahsediyor ve hemen peşinden, kendisinden son derece emin olarak koşullarını öne sürüyor;

"Demokratik özerklik, tutsaklara serbestlik, Kürt kimliğinin Anayasa ile tanınması, hakikatler komisyonu, Kürtçe eğitim" ve nihayet daha önce de üstüne basarak, altını çizerek, sık sık çıkarttığı o baklayı ağzından bir kez daha çıkarıyor; "Ev hapsi konusunun dillendirilmesi".

Bir müzakere olduğu konusu artık kesinlik kazanmış durumda. Apo tarafından öne sürülen olmazsa olmaz şartlar da var ortada, bu da kesin. Cumhurbaşkanı "çözülecek" diyor.

Peki tamam, anladık ve inandık. Ama yine de bir soralım; "Nasıl ve ne şekilde?".

"Sen de kim oluyorsun? Her şeyin kararını bir tek ben veririm. Tek yetkili benim".

Megolaman bir Apolaman kişilik var karşımızda. Aslında, şu kısacık hasta cümleden alınması gereken çok önemli dersler var. Bu ders, başta Osman Baydemir olmak üzere tüm BDP'lilere, taraftarlarına, PKK'lılara ve sempatizanlarına.

Adam "Sadece ben varım" diyor, "Siz kimsiniz ki!" diyor,

"Haddinizi bilin!" diyor, onlar da bu aşağılamayı, çıtları çıkmaksızın, rahatlıkla ve gönül rızasıyla sindirebiliyor.

Apo'nun devam eden şu cümlesi, çok ama çok önemli;

"Silah olmasa sen orada oturamazsın".

Bu cümlenin Türkçesi şu;

"Bugün ne kazanım elde edildiyse/edilecekse, Kürt sorunu bu seviyelere getirildiyse/daha da ileri götürülecekse, silah sayesindedir".

Demek ki Apo ve onun gibi düşünenler; "Terörle, silahla artık bir şey olmayacağını görenlerden" olmayıp, tam aksine

"Çok şeyin olduğuna/olabileceğine, kazanıldığına/kazanılacağına" inanıyorlar, görünen köy misali...

Türkiye'de de 'İntifada' yaşanabilir

ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Carnegie Endowment For International Peace'in uzmanlarından Henri J. Barkey, BDP'lilerin kendisine 'Artık gençleri kontrol edemiyoruz' dediklerini anlattı.

Söze başlarken...

Henri J. Barkey, Türkiye ve Kürtler üzerine hazırladığı çalışmalarla oldukça iyi tanınan bir isim. Türkiye'de bir süredir askıda olan açılım süreci referendum sonrası yeniden ivme kazanmaya başlayınca, Washington'da Barkey'i ziyaret ettik. Barkey, CIA'in üst düzey yöneticilerinden Graham Füller'le birlikte yazdığı Türkiye'nin Kürt Sorunu (Turkey's Kurdish Question) adlı kitapla Türkiye'de pek çok kesimin dikkatini çekmişti. ABD'nin Princeton, Columbia, Pennsylvania ve New York Devlet Üniversitesi gibi öndde gelen okullarında dersler de vermiş olan Barkey, Newsweek, Washington Post ve Wall Street Journal gibi medya kuruluşlarında yazılar yayınlıyor. Barkey'i şu anda Ortadoğu uzmanı olarak görev yaptığı Carnegie Endowment For International Peace adlı düşünce kuruluşunda ziyaret ettik ve ortaya tamamen Türkçe olarak yapılmış aşağıdaki röportaj çıktı.

ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Carnegie Endowment For International Peace'in uzmanlarından Henri J. Barkey, BDP'lilerin kendisine 'Artık gençleri kontrol edemiyoruz' dediklerini anlattı. Barkey'e göre, 90'lı yıllarda göç eden Kürt ailelerin çocukları ileride bir Türk-Kürt sorununun çıkmasında etkili olabilir ve Türkiye'de de İntifada yaşanabilir

- Referandumdan sonra bir süredir tamamen askıya alınmış olan Kürt açılımı yeniden ivme kazanıyor gibi. Türkiye'yi incelerken, dünyadaki benzer başka örneklerle benzeştirdiniz mi?
Keşmir buna en çok benzeyen örnek olay diye düşünmeye başladım. Karşılaştırmalı bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Gördüğüm kadarıyla Türkiye'de büyük bir değişiklik oldu, artık Kürtler ayrılıktan bahsetmiyorlar, özerklik istiyorlar. Özerklik başka bir şey, hatta özerklik bir dereceye kadar bence Türkiye'nin içinde kalmak istediklerinin bir emaresi. Benim bölgede konuştuğum kişiler artık hiç 'bağımsızlık', 'ayrı devlet' filan demiyorlar. Bir de önemli olan olay şu: Kürt nüfusunun demografik yerleşim haritası değişti. Bugün Mersin, Adana, Antalya ve İstanbul gibi kentler büyük Kürt göçüne maruz kaldı ve Kürtler geleneksel yerlerini terk etti. Bu kişilerin bir kısmı Güneydoğu'ya döner belki ama 'büyük bir kısmı dönmez' diye düşünüyorum. Kürtler için Güneydoğu çok önemli ama nüfus çeşitliliği bir yerde de onların elini güçlendiriyor. İleride İstanbul'da oturan Kürt nüfus bilinçlenip daha fazla mobilize olursa baskı unsuru oluşturabilir. Bu hem oy hem şiddet açısından gerçekleşebilir.

KÜRT-TÜRK KAVGASI
- Şiddetten neyi kastediyorsunuz?
İstanbul'da varoşlarda her gün olay var. Onun dışında BDP'lilerin de bana söylediği çok önemli bir şey var: 'Artık gençleri kontrol edemiyoruz' diye. Bu, onlar içinde endişe kaynağı aslında. Çünkü bu gençler 90'lı yıllarda göç eden insanların çocukları. 90'li yıllarda varoşlara gittiğimde İstanbul'da muazzam zor bir hayat yaşadıklarını görmüştüm. Evin babası sabahın beşinde kalkıyor, beş otobüs değiştirip işe gidiyordu. Onların çocukları şimdi 16-17 yaşında ve tam kızgınlık zamanları. Dolayısıyla bu gençleri kontrol etmek çok zor. Bu bir baskı unsuru aslında. Tedirgin olunması gereken bir şey. İleride Türkiye'de bir Türk-Kürt problemi çıkarsa bunlardan çıkacak. Aslında iki tarafta da kontrol edilemeyen kitleler var. İnegöl'de ne oldu, 2 kişi kavga etti. Filistin'de ilk İntifada nasıl başladı biliyor musunuz? Bir trafik kazasıyla. Bir İsrailli'nin kamyonun freni patladı ve bir arabaya girdi. İzdiham İntifadaya dönüştü. Türkiye'de de bu olabilir.
- Kontrol edilemeyen kesim olarak kimi tanımlıyorsunuz?
MHP'nin bir tabanı. Ama aslında sadece MHP demek hata, sadece MHP değil. Türkiye'de son dönemde bir sürü küçük kasabada muazzam gerginlik görüyorsunuz. Aşırılık birçok yerde var. Ateşkes biterse bu tarz olayların patlaması çok kolay.

DTP HABUR'DAN HABERSİZDİ
- Açılım bu dinamikleri nasıl etkiledi ?
Açılımın başarıya ulaşmaması, o kapının kapatılmaması muazzam tedirginlik yarattı. AKP Hükümeti'nin bunu başlatması çok takdir edilecek bir şey fakat Türkiye'de şu var maalesef: her şey Ankara'dan yapılır. Ankara önce karar, sonra emir verir. Ankara'da DTP o zaman kapatılmamıştı, DTP'ye haber vermeden yaptılar Habur'dan girişleri. DTP'nin haberi olmadığına göre, herhalde PKK ile konuşup yaptılar diye düşünüyorum. DTP, Habur'dan girişlerden üç gün önce haberdar edildi. Şimdi galiba Erdoğan BDP'yi bir şekilde devreye sokmak istiyor. Ama o zamandan bu zamana çok büyük değişiklikler var. 'Demokratik özerklik' denilen mefhum bir tesadüf değil.
- Ne kastediyorsunuz?
KCK davasının iddianamesine bakarsanız, her şey ortada. 7500 sayfalık iddianamede ‘partiye gidiyorum', 'partiden çıkıyorum' gibi ifadeler saçma bir şekilde suç delili yapılmış. Fakat orada ilginç olan şey, devlet bunu anlamış gözüküyor. Bu KCK meselesi aslında çok ciddi bir olay. KCK, demokratik özerkliğin ana unsuru ve iddianameye baktığınız zaman görüyorsunuz bunu. Delil yok, ama devlet bunu anlamış gibi görünüyor. Yani 'Burada çok ciddi bir olay var, bu Kürtler politik açıdan kendilerine çok ciddi organize ediyorlar' gibi bir şey hissedilmiş. Demokratik özerklik söyleminin başka çok önemli bir sonucu daha var: O da Kürtler açısından artık silahlı mücadele yerini politik mücadeleye bırakıyor, demokratik özerklik bunun için çok önemli. PKK'nın ileride silahsızlandırılacağı bir şekilde anlaşıldığı için yöntem değişiyor. Mücadele devam ediyor ama yöntem değişiyor.

KÜRTLER DE ÖĞRENİYOR
- Kürtler homojen olarak bir noktada yaşamıyorlar diye özetlediniz. Demokratik özerklik o zaman belli bir bölge için önerilen bir sistem değil mi?
Yoğun olarak yaşadıkları bölge Güneydoğu. Bu onların toprağı, İstanbul onların toprağı değil. İstanbul yaşadıkları yer. Onun için özerkliği orada (Güneydoğu'da) kuracaklar, çünkü orada kendi kültürlerini müdafaa edecekler. Fakat bu niye şimdiye kadar düşünülmedi? Bunun da tek bir cevabı var: Belediyeler onların elinde değildi. Bir de tabii fikirler gelişiyor. Kürtler de öğreniyorlar. Irak'a bakıyorlar, dünyaya bakıyorlar ve öğreniyorlar. Aslında, demokratik özerklik ya da yerel idarelerin biraz yetkilendirilmesi Türkiye için doğru bir şey. Türkiye Ankara'nın kontrolü altında boğuluyor. Demokratik özerklik fikri sadece Kürtler için değil herkes için geçerli.
- Tabii şimdi böyle bir söylem ortaya çıkınca, Türkiye'de pek çok kesim 'Bu işin ucu nereye gider, sınırları nerededir?' diye sorguluyor ve ürküyor.
Bunlar muallak mefhumlar. BDP'nin yaptığı akıllı bir şey var: Devamlı bundan bahsetmek. Ama bir de provokasyon var. Osman Baydemir 'Türk bayrağının yanında Kürt bayrağı da olsa ne olur'' gibi provokasyonlar yapıyor. Zannettiğimizden daha akıllı bir yöntem izliyorlar. Mecburen böyle yapıyorlar. Böylece, İstanbul ve Ankara'nın bu konuyla ilgilenmesini sağlıyorlar.
- Hükümetin Demokratik Açılım için ortaya çıktığı bir ortamda, Kürtlerin daha talepkar olmaları ilginç bir strateji değil mi?
Bunun zamanlaması ani değildir. KCK davası bir buçuk sene önce açıldı, bunun bir de hazırlanma süreci var. Yani 2-2.5 seneden bahsediyoruz. 2.5 yıldır Kürtler buna hazırlanıyordu. Bence, ara seçimlerden sonra muazzam ivme kazandı. Fakat 2.5 sene önce siz Erdoğan'ın bir Kürt açılımı yapacağını düşünüyor muydunuz? Hayır, sürpriz oldu. Şunu da diyebilirsiniz: Belki de Erdoğan hükümetinin anladığı bir gerçek var. Çünkü partinin içinde çok fazla Kürt milletvekili var ve AKP'de Kürt oyu alan bir parti. Onlar da herhalde Erdoğan'ı uyarmışlardır.
- Bundan sonraki süreç nasıl yönetilmeli?
Öncelikle en önemli şey bir şekilde ateşkesin sürmesi. İkincisi günlük söylemin hırçınlığının azaltılması. Erdoğan kızdığı zaman aklına gelen her şeyi söylüyor. Bu çok tehlikeli. Yapılan her provokasyona cevap vermemek lazım. Türkiye'de şu an her şey seçimlere endekslendi ve seçimlerden sonra yapılacak olan anayasaya. Bu anayasa ile Kürt sorunu çözülemez. Anayasanın tamamıyla değişmesi lazım. Referandumla yama yapıldı biraz. Güneydoğu'yu rahatlatacak, insanlara umut verecek mesaj verilirse, tansiyon düşecek ve BDP'nin söylemlerindeki hırçınlık düşecek.
- PKK'ya nasıl silah bıraktıracağız peki? ABD'lilerin rol üstlenmesi gerektiğini söylediğiniz bir makaleniz var. Tıpkı IRA sürecinde olduğu gibi.
O bir öneriydi, ama o sırada da unutmayın ki Türkiye-Kuzey Irak ilişkileri çok kötüydü. 180 derecelik bir değişiklik yaşandı. ABD'liler isteseler yardımcı olabilirler. Benim en büyük derdim ABD'nin bu konuyla ilgilenmemesi. PKK'nın büyük gücü Kandil'de, Kandil Irak'ta. Irak'ta kim var? Amerika. Amerika çekiliyor fakat Amerika'nın orada yapabileceği bir şey var, o da aracı olmak. PKK'lılar Türk kuvvetlerine silah bırakmayacaklardır. Kuzey Irak'taki Kürt güçlerine de biraz yukarıdan bakıyorlar, peşmergeye de vermezler. ABD'ye verebilirler. Ben onu düşünüyordum o dönem. Ama böyle olması şart değil tabii.

BAYKAL GERİ DÖNECEK
- Kılıçdaroğlu'yla beraber böyle bir destek bekliyor musunuz?
Bilmiyorum. Baykal geri dönecek diye düşünüyorum. 'AKP bu referandumda büyük fark atarsa, Baykal geri dönmek isteyecek' diye söylemiştim zaten. Kılıçdaroğlu çok acemi, akılalmaz şeyler söyledi.
- Kürt meselesinin çözümü ne kadar zamanda olacak size göre?
Bu uzun bir şey, bir-iki seneden bahsetmiyorum, 15-20 seneden bahsediyorum: Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye'nin AB'ye girme şansı tamamen sıfır. Avrupa böyle bir problemi olan Türkiye'yi içine almaz.

İntİfada nedİr?
8 Aralık 1987, Filistin'de İsrail işgaline karşı topluca başkaldırma niteliği taşıyan İntifada hareketinin başlangıç tarihidir. Filistinliler aleyhine sonuçlar doğuran barış görüşmeleri ve Sabra-Şatilla Katliamı'nın ardından FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılması, Filistin halkının tepkisinin büyümesine neden oldu. İntifada olarak adlandırılan ayaklanmanın ilk adımı 7 Aralık 1987’de atıldı. Gazze bölgesinde bir Yahudi kamyoneti, Filistinli işçileri taşıyan bir araca çarparak dört Filistinli'nin ölümüne ve dokuzunun da yaralanmasına neden oldu. Yaralıların bulunduğu Şifa Hastanesi'nin çevresinde toplanan öğrenciler Filistin İslami Direniş Hareketi'nin (Hamas) mensuplarıydı. Bu hareketin başkaldırısı Gazze Şeridi'nde başladı, kısa sürede Batı Şeria'ya yayıldı.

ERDOĞAN TÜRKLERİ DE HATIRLAMALI
- O aşamaya nasıl getirilecek PKK?
Yeni bir anayasa ile beraber afla. Çünkü dağdaki insanları nasıl geri getireceksiniz? Hepsini hapse mi atacaksınız? Her iki tarafı da hazırlamanız lazım. Her iki tarafın da hazırlanması lazım. Erdoğan'ın sadece Kürtleri değil Türkleri de hazırlaması lazım. Bunu anlatması lazım. Türkiye'de çok acayip bir sendrom var. Bir şeye karar verilir, ama halka anlatılmaz. Kürt meselesinde de bir şey yapılacaksa, Türkiye'nin Türklere de bunu anlatması lazım.
- Hükümet, bunu biraz denedi ama MHP ve CHP'den destek göremediler.
MHP'yi bir dereceye kadar ekarte etmek kolay, zaten başka bir şeyleri yok yani başka politikaları yok, iktisadi, eğitim politikaları yok, sadece Türk politikası var ama CHP gibi güya sosyal demokrat geçinen bir partinin bu konuda çok duyarlı olması lazım ama CHP, MHP kadar kötü bu konuda.

Dağdakileri ancak Öcalan indirebilir
Öcalan'ı sürece dahil etmek bence akıllı bir politikadır, fakat Öcalan'ı illa masaya oturtmak değil bu. Öcalan'ı başka şekillerde BDP yoluyla, nasılsa adam İmralı'da nerede oturduğunu biliyoruz. Zaten onunla bir şekilde konuşmalar oluyordu herhalde. Dolayısıyla istesek de istemesek de Öcalan’ın nüfuzu Kürtler açısından muazzam. Öcalan'ı sevmeyen, Öcalan’ın aslında Kürt hareketine zarar verdiğine inananlar bile Öcalan'ın bu sürece katılmasını istiyorlar. Çünkü ancak Öcalan dağdakileri dağdan indirebilir.
- Son dönemde örgüte ne kadar hakim olduğu da tartışılıyor. Sizce ne kadar hakim?
Bence çok hakim, bir moral hakimliği var.

Anayasa bireyi devletten korumalı
EĞER bu hükümet ciddiyse Kürt sorununu çözmede, -anayasayı değiştirmesi gerekecek- bunu yaparken de çok dikkatli yapması lazım. Anayasanın tepeden inme olmaması lazım. Bu Türkiye'nin yazdığı son anayasa olmalı, her darbeden sonra anayasa yazılmaz. Liberal bir anayasa olması lazım. Kişiyi devletten koruyan bir anayasa olmalı. Bu Türkiye'de tam tersi. Bütün anayasalar devleti vatandaştan koruyor. Batı anayasaları ise vatandaşı devletten korumaya çalışıyor. Türkiye'ye bakın 80'e kadar iktisadi açıdan çok geri kalmış ve içine kapanık bir ülkeydi. Şimdi çok gelişti. Sadece TÜSİAD falan yok, Anadolu Kaplanları var. Bunlarda bir yerde AKP'yi tutuyorlar ama eninde sonunda AKP'den de kendilerini korumak isteyecekler. Dolayısıyla Türkiye'deki bu iktisadi zümre geliştikçe, yeni anayasa isteyecek diye düşünüyorum.

Barkey, CIA'in üst düzey yöneticilerinden Graham Füller'le
birlikte yazdığı Türkiye'nin Kürt Sorunu (Turkey's Kurdish Question) adlı kitapla Türkiye'de dikkatleri çekmişti.

Şenay YILDIZ-WASHİNGTON-
senay.yildiz@aksam.com.tr

Doğuya Bakış ve "Biji Serok Türkeş"
Şükrü Alnıaçık
Haberiniz
11.12.2010

Feraset, ne Türkçe’dir ne de Kürtçe’dir ama eğer sizde feraset varsa Feraset Türkçedir; feraset, Kürtçedir, feraset, “bizce”dir. Feraseti milletçe kuşanıp; “biz” olduktan sonra da ortak dilimizi, Türkçeyi konuşmak artık kimseyi rahatsız etmeyecektir.

Türk Milliyetçilerinin Güneydoğu meselesinde akademik ve Tarihsel dökümantasyon çalışması yapmanın bir adım ötesine giderek “reel-politik”e göre düşünme ve konuşma zamanı gelmiş de geçmektedir.

Kimse bizden fazla “aslan asker Şvayklığa” soyunmasın bu iş sloganla ve ezberle çözülecek bir iş değildir. Bilimsel gerçek ne olursa olsun, hareket ne yandan gelirse gelsin, maçın son 8 yılında top çizgiyi geçmiştir ve gol tabelaya yazılmıştır. Şimdi hakeme itirazla ve rüzgârın saniyedeki hızıyla topun yarıçapı ve kale çizgisinin karekökü arasındaki korelasyonu filan hesaplayarak golü iptal ettirmeye çalışmanın bir faydası yoktur. Yapılması gereken gole itiraz etmek değil, gol atmaktır.

Rakip, topu filelerden almış, hızla santraya doğru koşmakta ve “kale boşken” yeni goller atmaya hazırlanmaktadır. Burada akıl takımının teknik direktörüne düşen görev, takımının taşkın itirazlardan dolayı kart görmesine engel olarak maçı tamamlamak; aklı ve bilgiyi galip getirecek atakları hazırlamaktır.

Mümtazer Türköne’nin daha ziyade “Beyzbol Türkçülerini” hedef alan “Kürdü Sevmeyen Türk” başlıklı yazısına, bir hafta önce “Ülkücü Harekette Türk-Kürt İlişkileri” başlıklı yazımda gereken cevabı vermiştim.(1)

Benim cevabım, Kızılderili reisinin Protestan misyonerlere verdiği cevap gibiydi.

-”Kaşıyorsun, çok da iyi kaşıyorsun; ama yanlış yeri kalıyorsun.”

Mümtazer’in yanlış yeri kaşıdığının en belirgin göstergelerinden biri, ona karşı yapılan en etkili yorumların bizzat Kürt kökenli Ülkücülerden gelmesiydi.

Şöyle diyordu, Ülküdaşımız Babakurt:

“Yeter artık bıktık bu tür zırvalardan.

Kürt olmayan Kürd’ün hakkını savunuyor gibi görülüyor. “

“EDİ BESE BESE. HEWAL . BAWİME EDİ BESE.

BİNGÖLLÜ ÜLKÜCÜLER. BİJİ SEROK TÜRKEŞ” (2)

Şimdi, biz 12 Eylül’den önce ferasetin kalesi olan ve MHP’ye belediye başkanlığı makamını sunan Bingöl’den başka ve Bitlis’te, Van’da, Ağrı’da ve Muş’ta, Urfa’da, Mardin’de Diyarbakır’da yeniden eski günlere dönmek istemiyor muyuz?

Meriç’in berisinden Fırat’ın ötesine kadar vatanın her noktasında iktidar olmaya ve milletimize hizmet etmeye talip değil miyiz?

Bizim bütün bu illerde il teşkilatlarımız yok mu?

Sloganımız, “1000 yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat” değil mi?

Biz Kenan Evren Milliyetçisi miyiz?

O bedbaht jakoben anlayıştan Kürtler kadar sosyeteye girememiş bütün Türkler de sopa yemediler mi?

Dünyanın en samimi, duygusal ve sevgi dolu siyasi hareketi biz değil miyiz?

Türkiye’nin en az siyaset yapan buna karşılık en fazla devlet adamı şefkatine sahip Genel Başkanı bizim genel başkanımız değil mi?

Evet Evet Evet… Binlerce Evet!..

Öyleyse?

Kürt kardeşlerimizi 1000 yıllık sevgiyle kucaklamaktan bizi PKK mı alıkoyacak? PKK bu kadar güçlü mü?

Hayır!..

Neyi tartışıyoruz o zaman?

Filanca ağabey çok Türkçüymüş de üzülürmüş. Filan hocanın çizgisine tersmiş. Büyükler ne dermiş? Rakipler ne dermiş…

Bütün bu değerleri önemsemekle ve saygı duymakla birlikte diyorum ki:

Eski bir Ülkü ocağı mensubunun bile Ülkücülere Kürt sevgisi aşılamaya çalışarak, onları ötekileştirmeye, uzaylı gibi göstermeye çalıştığı bir ortamda Ülküdaşımız cevabında Kürtçe “Yaşa Başbuğ Türkeş” diye slogan atıyor. Bu muazzam feraseti karşılıksız ve desteksiz mi bırakacağız.

Niçin?

Biz kendi irademizle, en yukarıdan ve en yüksek perdeden

“MHP mensubu Kürtlerin, cumhuriyete, bayrağa vatana saygılı kardeşlerimizin Kürtçe konuşmasından şeref duyarız. İmkân olursa biz de öğrenmek isteriz,“

desek dilimize mi yapışır?

Birkaç Kürtçe kelime öğrenip bizi biz yapan cümlelerin Kürtçesini Urfa’da, Diyarbakır’da, Zazacasını Bingöl’de Muş’ta haykırsak, vatansever ve kardeş Kürtlerle el ele halay çeksek elimize mi yapışır?

Yeni atanmış bir kaymakam bilinciyle, öksüz ve garip milletimize olan delice sevdamızı kuşanarak bölgeye gitmeliyiz ve artık taklit ve ezberleri geride bırakarak halkımızla bütünleşmeliyiz.

Ben, Kıbrıs gazisi bir Kürdü, bin sosyete delikanlısına değişmem.

Gönül verdiği ancak açılamadığı misafir delikanlıya sesini duyurmak için “merhaba ağabey” diyen iffet meşalesi Esma’yı Bir milyon ponpon kıza değişmem.

Bu düşüncelerimi, 12 Eylül öncesinde bir çok Kürt Ülküdaşıyla omuz omuza kavgaya girmiş ve hiç yolda kalmamış bir Türk Milliyetçisi olarak ifade ediyorum ve bu yeni yaklaşımı, aşağıdaki satırların sahibi, samimi Türk Milliyetçisi Muş’lu Fikri Kanşıray ağabeyime ithaf ediyorum.

MHP’nin doğu politikasını bu minval üzere, akılla tanzim etmesi, PKK’yı yeniden marjinalleştirmekle kalmayacak, batıdaki endişeyi ve MHP ile ilgili sertlik kaygılarını izale ederek; geniş halk kitlelerinden bir seçmen tsunamisine dahi yol açacaktır.

Hamasetin ve bölgeye batıdan üflenen korku rüzgârlarının Türk Milletinin birlik be beraberliğine bir faydası yoktur.


Açık İstihbarat

Şehrin Ortasında Kafaya Tek Kurşun
12 Aralık 2010

Yüksekova Jandarma ekibinin durdurduğu araçlardan indirilen dokuz kişi yere yatırıldığı sırada bir el silah sesi duyuldu ve sonra olan oldu...
Jandarmaya göre 33 yaşındaki BDP'li Sedat Karadağ, kendi silahıyla başına ateş etti. İlçe halkı buna inanmadı. 2 bin kişi polisle çatıştı, esnaf kepenk kapattı. Karadağ'ın durumu ağır.

Hakkari’nin Yüksekova İlçesi dün gece korku dolu anlar yaşadı. Jandarma tarafından durdurulan araçlardan indirilip üst araması yapılmak istenen dokuz kişiden Sedat Karadağ başından vuruldu. Ağır yaralanan Karadağ Van’a sevkedilirken araçtaki tamamı BDP’li 8 kişi gözaltına alındı. Hakkari Valisi Muammer Türker “Aldığım ilk bilgilere göre Karadağ taşıdığı silahı çekip kendisini vurmuş olabilir” dedi. Kentte esnaf kepenk kapatırken sokaklara dökülen binlerce kişi polisle çatıştı.

Yüksekova İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, İpekyolu Caddesi’nde Aziz Sevmiş yönetimindeki minibüs ile plakası ve sürücüsü belirlenemeyen bir otomobili durdurdu. İddiaya göre üst araması yapacağını belirten ekipler dokuz kişiyi yere yatırdı. Bu sırada bir el silah sesi duyuldu. Yaşanan paniğin ardından, durdurulan kişilerden 33 yaşındaki Sedat Karadağ’ın başından vurulduğu görüldü. Olay yerine gelen ambulansla Yüksekova Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Karadağ, ilk müdahalesinin ardından askeri helikopterle Van’a sevk edildi. Demokratik Yurtsever Gençlik’in (DYG) Yüksekova sözcüsü olduğu belirtilen Karadağ’la birlikte gözaltına alınan Caner Doğan, Cihan Temur, Esra Çağala, Vedat Özkesici, Aziz Sevmiş, Necmettin Çelik, Davut Yayık ve soyadı öğrenilmeyen Fatih isimli kişi için 24 saat avukatlarıyla görüştürülmeme kararı alındığı belirtildi. Çocuklarıyla görüşmek için İlçe Jandarma Komutanlığı’na giden aileler de geri çevrildi.

Vali’ye göre kendini vurmuş

Bu sırada bir açıklama yapan Hakkari Valisi Muammer Türker “Aldığım bilgiler doğrultusunda Karadağ, taşıdığı silahla kendini vurmuş olabilir” dedi. Vali Türker, gerçeğin, balistik inceleme ve savcılığın soruşturması sonucunda ortaya çıkacağını sözlerine ekledi.

Türker’in bu iddiasına yalanlama ise Karadağ’ın dayısı Habib Önen’den geldi. Önen “Sedat, arkadaşlarıyla eve gelmek isterken vuruldu. Üzerinde ne bir silah ne de kendine zarar verecek bir alet vardı. Yetkililerin ‘kendini vurdu’ beyanı doğru değildir. Serdar’ın infaz edilmek istendiğini tahmin ediyoruz. Şu an hayati tehlikesi sürüyor” dedi.

Açıkça infaz

BDP ilçe yöneticilerinden Erol Aydın ise Hakkari Valisi Muammer Türker’in olayı “intihar etti” diyerek ters-yüz edip, çarpıtarak yansıtmaya çalıştığını söyledi. Vali’ye tepki gösteren Aydın, “Bu olay gösteriyor ki, asker açıkça arkadaşımızı infaz etmek istemiş. Yüksekova halkı bir an önce bu düşmanca yaklaşımın ve bu olayı yapanların bulunup, haklarında yasal işlem yapılmasını istiyor. Açıkça işlenen bu infaz karşısında sessiz kalmayacağız” dedi.

Yüksekova karıştı

Bu olay üzerine ilçedeki tüm işyerleri kepenk kapatırken, BDP ilçe binası önünde toplanan yaklaşık iki bin kişi basın açıklaması yaptı. Açıklamada, Sedat Karadağ’ın jandarma kurşunuyla vurulduğu ileri sürüldü. Basın açıklamasından sonra dağılmayan grup, polisle çatıştı. İlçeyi savaş alanına çeviren çatışmada polis tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz kullanırken göstericiler de taş ve molotof kokteyli attı.
aktifhaber

TSK'dan açıklama...
17 Aralık 2010
Son dönemde gündeme getirilen Kürtçe'nin yaygın olarak kullanılmasıyla ilgili tartışmaya TSK da dahil oldu...

İŞTE GENELKURMAY TARAFINDAN YAPILAN O AÇIKLAMA:

TARIH : 17 Aralık 2010

SAAT : 15:05

NO : BA - 03 / 10

1. Büyük Önder Atatürk'ün Türk ulusuna armağan ettiği en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti; halk egemenliğine dayalı, kuruluş felsefesinin temelinde, "Üniter devlet" ve "Ulus devlet" olgusunun yer aldığı, demokratik bir yapı ve sağlam hukuki temeller üzerinde yükselerek bugünlere ulaşmıştır.

2. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın değiştirilmeyecek hükümleri arasında yer alan 3'üncü maddesi; "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir." hükmünü amirdir.

3. Dil, kültür ve ülkü birliği, bir millet olmanın başta gelen vazgeçilmezleridir. Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir.

4. Son günlerde "Dilimiz" üzerinde kamuoyunun gündeminde yer alan birtakım tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir.

5. Türk Silahlı Kuvvetleri; Devletin, Anayasamızda yer alan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
haber10

Bölünme mi asimilasyon mu?
Serdar AKİNAN
25 Aralık 2010
Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen hareket ne istediğini ifade etti: 'Kürtler, kendilerini yönetmek istiyorlar' ve bunu yapmak için devlet ve bağımsızlık değil, 'bir arada ve ayrı devlet olmaksızın özerk yönetim' formülü öneriyorlar.

Bence son derece kritik bir eşiğin arifesindeyiz. Mevcut siyasi sosyal ve psikolojik iklim, bence sanılanın aksine, bu tip bir tartışmayı zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı bir zeminde.
Bu zemini öncelikle AKP'nin heba etmemesi gerekiyor.

Zira, bu zeminin oluşmasında katkıları yadsınamaz. Ve fakat 'Demokratik Açılım Projesi'' oya tahvil edilecekse yapılır, onu da biz yaparız yaklaşımı kabul edilecek bir şey değildir. Ki korkarım hava o...

Ahmet İnsel, meseleyi net tarif etmiş: 'Türkler bölünme, Kürtler asimilasyon endişesi taşıyor'.

Burada, son derece aklıselimle, bir an önce sağlıklı bir tartışma başlatmak ve ötekine samimiyetle kulak kabartmak gerekiyor.

Güneydoğu'ya son yıllarda bir sivil olarak gitmeden, meselenin oradaki insanlar açısından nasıl algılandığını tam olarak anlamak ve anlatmak neredeyse imkansız.
Benim bu konuda tezim şu: Kürtler adına siyaset yapan heyet, belki de ilk kez, tarihi ve siyasi konjonktürden ötürü akan kanı durdurmak için ve soruna kalıcı bir çözüm getirmek için üzerlerine düşen rolün farkında. Kerkük meselesinde Barzani'nin hayal kırıklığı bu ölçek ve anlamda iyi okunması gereken bir veridir. Tam da bu eşikte samimi olduklarına inanıyorum...

İfade ettikleri kelimelerde federalizm, eyalet gibi sözcükleri reddetmeleri önemli bir göstergedir.

Ancak bu fırsata yönelik tehditleri de iyi okuyup açık etmek şarttır.
Burada, elbette, uluslararası bir proje söz konusu... Siyaseten bölgeyi şekillendiren bu proje, aktörlerin aktif katılımıyla şekilleniyor. ABD'nin bölge planları nasıl direnişle, Şii efektiyle şekillendiyse Kürtlere dair plan da şekilleniyor.

Başta altını çizdiğim şeyi bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu projenin taraflarından biri olan AKP'nin 'Demokratik Açılım Projesi''ni hatırlayalım. Yapılmak istenen neydi? Ne oldu?

Şimdi, tam da muhataplarından, bu taleplere ilişkin bir kapı açılıyorsa bunu elinin tersiyle itmemek gerekir.

Sandıkta belki size oy olarak dönebilecek bir tavırsızlık (ki ondan da derin şüphem var) orta ve uzun vadede bir büyük tarihi fırsatı heba edebilir.

Akşam


Meliha Çelik
Simurg’u ararken, bir dilin “haysiyeti” ile yüzleşmek!
28 Aralık 2010

Dilo rabe, dilo rabe / Yüreğim uyan, yüreğim uyan
Weke çavan ku êvar e / Gözlerdeki gece gibi
Nezan û bes di xew de be /Cahil ve uykuda kalma
Bi nimêj ra me be yar e. / Namazda bizimle yar ol



Bu dizeler hayatı boyunca bir derviş gibi yaşamış, Kürtlerin Yunus Emre’si olarak da tanınan “Kuşların Talebesi” Feqiyê Teyran’a ait. 1590 - 1660 yılları arasında yaşadığı ve Van Bahçesaray’da doğduğu bilinen Teyran, doğa, aşk ve tasavvuf üzerine yazan bir şair, aynı zamanda masal-destan yazarıdır. Asıl adı Muhammed olan Feqiye Teyran’ın “Feqi-Faki” ismi, eğitimini aldığı dini medresede ilim/talebe'den, “Teyr-Tayr” ise Hz. Süleyman gibi kuşların dilinden anladığına inanıldığı için “Kuş”tan gelir.

Rivayete göre, Teyran hayatını herkesin çok merak ettiği efsanevi bir kuşu (Simurg) görmeye adar ve bu uğurda Mezopotamya’yı karış karış dolaşır. Bu arayışları sırasında çeşit çeşit kuşla karşılaşan Feqi, insanüstü sabrı sayesinde kuşların dilini çözer ve onlarla arkadaş olur.

Kürtlerin çok sevip saydığı Teyran’ın bu arayışı, düşüncelerinden etkilendiği söylenen şair ve mutasavvıf Feridüddin Attar’ın Mantıku't-tayr’da anlattığı Simurg’un (otuz kuş) hikayesini hatırlatır.

“…Bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelir ve kuşların sultanını aramaya karar verir. Daha önce kimsenin ulaşamadığı Simurg’u bulmak için çok zor ve çetin yedi vadinin aşılması gerekir. Hedefe ulaşmak için ise en önemli sınav, “sabırlı” olmaktır. Bu zahmetli yolculuğun sonunda nefislerine ve dünyevi isteklerine yenilenler dışında, yedi vadiden geçip sonunda Sîmurg'a ulaşan otuz kuş, aslında Sîmurg'un kendilerinden başkası olmadığını görür.”

Hikayenin özünde anlatılmak istendiği gibi, kuşlar hakikatin, mutluluğun peşinde koşan yolcular yani “bizler”, Simurg ise asıl ulaşılmak istenen “hakikat”, bir bakıma Allah’ın zuhurudur. Hepsi birbirinden farklı olan kuşlar Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık ortada, ne çetin bir yol ne de aşılacak zor bir vadi kalır. Çünkü, hepsi aslında “BİR”dir.

Korku Vadisi’nden geçerken “konuşabilmek”

Hepimiz hakikati arayan kuşlar gibiyiz ve şimdi oldukça çetin bir vadiden geçmek üzereyiz. Vadinin eteğinde oturmuş, birçok konu ile birlikte yıllardır yok sayılan ve hala meclis tutanakları ile mahkemelerde “bilinmeyen bir dil” olarak geçen “Kürtçe” yi (iki dilli yaşam) konuşuyoruz.

“Kürtçe” yoktur diyerek bir halkın dilini diri diri toprağa gömmenin utancı ile birlikte bu sorunun üstesinden nasıl geleceğini bilememenin acemiliğini yaşıyoruz. Bu durum belki de Kürt’lerden çok Türk’leri rahatsız ediyor. Bir yanda sürekli bölünme propagandası ile korkutulan-sindirilen “Vicdanlı Türk”ün hakikatle imtihanı, bir yanda bu imtihanı zora sokmak isteyenlerin çabası, diğer tarafta “Adam yerine konmak” isteyen “Vicdanlı Kürt”ün haklı heyecanı…

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana kendi eliyle yarattığı en zor vadisini aşabilmek için büyük bir imtihandan geçiyor şimdi. Paranoyalarımızla savaşmanın ve ucu “ezberlerimizle” bilenmiş, bıçak gibi keskin fikirlerimizden bir an önce kurtulmanın imtihanıdır aslında bu tartışmalar. Meselenin iyi tarafı “Konuşabilmek” tir. Nihayet çoğumuz “konuştukça” korkularımızı yenebileceğimizin farkına vardık.

Eyvah Pamuk Prenses/Prenses Pembo “Kürtçe” konuşuyor!

Kürtçe ne kadar reddedildiyse de, o bir yerlerde yaşama hakkını –yasaklara rağmen- hep sessizce sürdürdü. Birileri yıllarca “yok” dedikçe, birileri cenazesinde Kürtçe ağladı, düğününde kendi diliyle halay çekti, seccadesi üstünde bildiği dil ile dua etti ve o birilerinin çocukları Kürtçe düşler kurdu. Eğer bir halkın cenazesi ile düğününün ve duası ile düşünün dilini değiştiremiyorsak o zaman hiçbir yasağın hükmü yoktur. Anladık ki bir dili yasaklayarak, yok etmek imkansızdır.

Her şeye rağmen birileri bu hakikat ile yüzleşebildi ve yıllarca “bilinmeyen bir dil” e itibarı-haysiyeti teslim edilmeye çalışıldı. Kürtçe’ye onurunu teslim edenlerden biri 1991’de yürürlükten kaldırılan “Kürtçe Yasağı” ile Turgut Özal ve diğeri 2009’da “TRT ŞEŞ”in yayına başlaması ile R. Tayyip Erdoğan’dır. Ve kim ne derse desin TRT 6 bir devrimdir. Kürtçe’den başka dil bilmeyen minik bir çocuğun Tom ve Jerry ile Pamuk Prenses’i anlayarak izlemesinin yaşatabileceği mutluluğu, hangi “Korku ve endişe” ile kıyaslayabiliriz ki?

“Eğer bir gün bu ülkenin camilerinde insanlar ayrı yerlerde saf tutarsa o zaman korkmak gerek.”

Çok sevdiğim bir büyüğüm böyle söylemişti bu konuyla ilgili sohbette. Anlaşılan kimi bu mevzunun gidişatını takip etmek için Meclis’e, kimi Kışla’ya, kimi Kandil ya da İmralı’ya, kimi ise “Cami”ler ile birlikte çocukların düşlerine bakacak.

Allahın ayetlerinde yasaklamadığı bir dille yüzleşerek, korku ve vesveselerimizi savcılara havale etmek yerine, şeytana satmanın vaktidir şimdi.

Herkesin dili yüreğinin zehirli mürekkebine bulanmadan, bir güvercin hassasiyeti ile ortaya serilmeli ki; bu memleketin çocukları korkmadan-korkutulmadan doya doya dertleşip yüzleşebilsin.

Şimdi bu sancılı yolda dertleşirken hem Kürdün, hem Türk’ün “Şahin” lerine, Simurg’unu bularak, “Bi nimêj ra me be yar e./ Namazda bizimle yar ol” diyen Kürt Feqiye Teyran ile Türk Yunus Emre’nin “yolu-dili” gerek.
haber10

DEMOKRATİK ÖZERKLİĞE BİR AÇI
SERDAR AKİNAN
29 Aralık 2010

Merkez ve çevre göndermesi AKP tarafından çok kullanılan bir kalıptır. Ünlü düşünür Immanuel Wallerstein bu kalıba bambaşka bir açıyla yaklaşır. O, küreselleşmeyi eleştiren duruşuyla dünyamızı anlamaya soyunur.

Ona göre, ''merkez'' yüksek düzeyde teknolojik ilerlemeye sahip ve ileri düzeyde ürünler üretirken; ''Çevre'nin rolü, merkezin temsilcilerine ham madde, tarımsal ürün ve ucuz işgücü sağlamaktır'' şeklinde formalize eder.

Üstada göre, merkez ve çevre arasındaki değişim eşit olmayan şartlarda gerçekleşir: (...) Çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundadır fakat buna karşılık merkezin ürünlerini daha pahalı almak zorundadır. Ayrıca, yarı çevre adı ile adlandırılan merkeze göre çevre, çevreye göre merkez eğilimi gösteren bir bölge vardır. 20. yüzyılın sonlarında bu bölge Doğu Avrupa, Çin, Brezilya gibi alanları kapsayacaktır. Bazı durumlarda, çevre ve merkez bölgeler aynı coğrafi alanda çok yakın işbirliği içinde olabilir.(...)

'Üçüncü Dünya' teorilerini reddeden ünlü düşünür, birbirine bağlı tek bir dünya olduğunu savunur.

Aynı düşünür bundan bir süre önce, daha Türkiye gündemine düşmeden çok önce, ''Demokratik Özerklik'' konusunda da aslında çok önemli bir çıkış yapmıştı:
'Kürt özerkliğinin Türkiye içinde bir realite haline gelmesi durumunda, Türkiye'nin şimdiye kadar ki haliyle üniter devlet olmayı sürdüremeyeceği aşikardır. Ancak üniter devletler, her yerde yararlılığını yitirmiş bir jakoben modele dayanıyorlar. Fransa bile artık bildiğimiz anlamda bir üniter devlet değil. Aynısı Belçika, İspanya, İtalya ve İngiltere için de geçerlidir.' demişti.

Wallerstein, aynı meselede, bir başka önemli açıyı da göstermeyi ihmal etmemişti:
'Kendi başına özerk topluluklar sosyal değişimin aracı olmaz. Kendi kararlarını alırlar. Ama bu kararların toplumsal hiyerarşiyi aşmaya tasarlanmış olması gibi bir zorunluluk yok. Özerk toplulukların toplumsal değişimin aracı olabilmesi için, bir adım daha ileriye gidip aktif bir şekilde ve çok yönlü yollardan toplumsal hiyerarşiyi aşmaya çalışmaları gerekir.''

Ortam, tam da beklediğim gibi, avam bir tartışmaya çekilerek boğulmak istenirken... Kulağa önce akademik gelen bu görüşün de hatırlanması gerektiğini hatırlatmak istedim.
http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=157

Öcalan: Erdoğan Öldürülebilir

03 Ocak 2011
Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmenin notları örgüte yakın internet sitelerinde yayınlandı.

Abdullah Öcalan, "Demokratik Özerk Kürdistan" projesini açıklayan Demokratik Toplum Kongresi'ni, eleştirerek, "Özerklik projesi daha iyi sunulabilirdi. Kırmızı kitapçık şekklinde ele alınması tehlikelli olabilir. Bu tarz yarar yerine zarar getirebilir. Bizim bayrakla işimi olmaz. Demokratik özerklikten kastımız Kürtler'in siyasi bir statüsünün belirlenmesidir" dedi. Ölümünün sonsuz bir savaş nedeni olacağını ileri süren Öcalan, İmralı'da nasıl ölürse ölsün, bunun cinayet gibi algılanacağını belirterek, "Yarın ne gelişeceği belli değil, hatta başbakana da yönelebilir. Çünkü ben kendi tecrübemden de biliyorum. Öylesi bir süreçte Özal öldürüldü, yarın Erdoğan da öldürülebilir, yarın darbe de olabilir ülkede" dedi.

Avukatları ile üç hafta aradan sonra görüşen Öcalan, Demokratik Özerklik ve iki dilli yaşama yönelik değerlendirmelerde bulundu. Fırat Haber Ajansı'nda yayınlanan Öcalan'ın açıklamalarındaki önemli satır başları şöyle:

SABİHA GÖKÇEN'İ KAÇIRALIM DEMİŞTİ: Necati'nin bizimle olduğu bir yıl çok önemli bir yıldı. Mutlaka bilinmesi ve araştırılması gerekir, bir de ölüm şekli, kimin onu öldürdüğünün araştırılması çok önemli. Bu, birçok şeyi netleştirir. Ajan olup-olmadığı belirsizdir, ajan ise durum değişir. Bizimle olduğu dönemde bize "Sabiha Gökçen'i kaçıralım" demişti. Kaçıralım deseydim anında kaçırırdı. Bunu yapsaydık bizleri de Deniz Gezmişler gibi ortadan kaldırırlardı.

PROJE İYİ SUNULMADI: DTK'nın basit ve dar şekilde demokratik özerkliği kırmızı kitapçık şeklinde ele alması tehlikeli olabilir. Bu tarz, yarar yerine zarar da verebilir. Onlar çözüm projelerini ortaya koydular, buna karşı Türkiye'deki milliyetçi güçler ayağa kalktılar. Onların sinir uçlarına dokunmuş deniliyor. Her iki taraf da sertleşerek çatışmaya gidebilirler. DTK'nın demokratik özerklik taslağı erken, acele oldu.

SON SAVUNMAMDAN RAHATSIZ OLDULAR: Son yazdığım savunmamdan rahatsız olmuş olabilirler. 22 Aralık'ta müdüriyete teslim ettim. Toplam 792 sayfa. Herhalde AİHM'ye gönderirler. Bundan dolayı kıyamet koptu. Herhalde hükümet, MGK bundan rahatsız oldu. MGK bunun için sert bir bildiri yayınladı.

Savunmamın ismini "Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü" koydum. Çözüm önerilerini toplam dokuz başlıkta topladım. Demokratik özerklik bu başlıklardan sadece bir tanesidir. İsmi, Kürt Sorunu ve Demokratik Modernite Çözümü olalabilir. Bu tabi ki genel isimdir. Altında da "Demokratik Ulus Olmak" ibaresi olabilir.

ERDOĞAN GLADİO İLE UZLAŞTI: Tansu Çiller Gladio'ya teslim olmuştur. Gladio, Erbakan ile Ecevit'i tasfiye etti. Erdoğan ise Gladio ile uzlaştı. Ben kitabımda Başbakan'ın pozisyonunu da bir uzlaştırma pozisyonu olarak belirtiyorum. Benim kafamda Başbakanın durumu tam net değildir; acaba AKP Gladio'yu etkisizleştirdi mi, yoksa Gladio'ya teslim mi oldu? Kitabımda AKP ile Gladio'nun uzlaştığından bahsediyorum.

ÖLÜMÜM SAVAŞ NEDENİ OLUR: Benim burada ölümüm sonsuz bir savaş nedeni olur, sonsuz bir savaşı başlatır. Yarın öbür gün deprem bile olsa ve ben burada ölürsem bu yine savaş nedeni sayılacaktır. Ya da burada birisi bana saldırırsa bu bir savaş nedeni sayılacaktır. Ya da ben normal bir hastalıktan da ölsem bu bir komplo sayılacaktır. Ama ben şunu diyorum; "İmralı'da ölmek yok öldürülmek var." Burada her türlü ölüm, öldürmek olarak algılanır, PKK bunu böyle algılar. Sonuçta nasıl ölürsem öleyim öldürülmüş olurum, çünkü burası cezaevi.

ERDOĞAN'DA ÖLDÜRÜLEBİLİR: Yarın ne gelişeceği belli değil, hatta başbakana da yönelebilir. Çünkü ben kendi tecrübemden de biliyorum. Öylesi bir süreçte Özal öldürüldü, yarın Erdoğan da öldürülebilir, yarın darbe de olabilir ülkede.

SÜREÇ TERSİNE DÖNER: Yarın ne olacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle Mart diyorum. Hatta Mart'tan önce de olabilir. Bu sadece benimle ilgili değildir. Yarın devlet saldırır on gerilla öldürür, yine süreç böyle provokasyonlarla tersine döner, bu nedenle çözüm için acele etmek gerek.

OCAK'TA ÖNEMLİ GELİŞMELER OLACAKTIR: Yarın olağanüstü bir durum gelişmezse, bir engel çıkmazsa çözüm gelişebilir, önemli gelişmeler olabilir. Ocak ayında yine engelleme olmazsa çözüme yönelik önemli gelişmeler olacaktır. Seçimden sonra çözüm de derinleşebilir.

KÜRTLER YOK OLMA NOKTASINA GELİR: AKP ne kadar Kürtlerden daha fazla oy alırsa, Kürtlerin oyu ne kadar daha az olursa o zaman AKP "Kürtleri ben temsil ediyorum, Kürtler bir şey istemiyor" diyecektir. Bu durumda da Kürtlerin talepleri, statüleri büyük tehlikeye girer, Kürtler geriler, yok olma noktasına gelirler.

MİSİLLEME HAKKI KULLANILIR: Yeni diyalog döneminde birbirlerine karşı herhangi bir saldırının olmaması gerekiyor. Sadece misilleme haklarını kullanabilirler. Yani o saldırırsa diğeri, diğeri saldırırsa o misilleme hakkını kullanabilir.

BAYRAKLA UĞRAŞMIYORUZ: Demokratik özerklik kavramı sanıyorum bazı kesimleri rahatsız ediyor. Burada demokratik özerklikten kasıt, Kürtlere bir statü belirlemesidir, yani Kürtlerin bir statüye kavuşturulmasıdır. Burada biz sınırlarla, bayrakla, bu tür şeylerle uğraşmıyoruz.

YENİ BİR DEVLET DOĞRU DEĞİL: Devleti bölmek istemiyoruz, biz demokratik Türkiye ile bütünleşmek istiyoruz, bunun için çaba sarf ediyoruz. Bayrak bir simgedir. Bizim için çok önemli değildir. Bayrak egemen sınıfların simgesidir. Biz egemenler gibi, egemen sınıflar gibi bakmıyoruz. Bu olaylarda etrafında dolandıkları bir dil var; bu dil, Türkiye'de ulus-devletin oluşturduğu bir dildir. Devletin yanına yeni bir devlet, bayrağın yanına yeni bir bayrak doğru değildir. Bu bir tuzaktır, bundan uzak durulmalıdır. aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Arl 23, 2015 12:25 am tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Oca 14, 2011 8:59 pm    Mesaj konusu: Türk-Kürt Çekişmesi Bağlamında Toplumsal birliğin önemi[ Alıntıyla Cevap Gönder

Türk-Kürt Çekişmesi Bağlamında Toplumsal birliğin önemi
Hasan Can
13 Ocak 2011

“Gel!

‘Sen’lik ve ‘biz’lik yok oluncaya kadar gel!
Öyle bir gel ki;
Ne sen kalsın, ne de biz.”


Mevlâna Celâleddin-i Rumî

Tarih boyunca cemiyet hayatında dava ve değerler iki şeyden hep zarar görür olmuştur. Birincisi “ırk” taassubu, diğeri ise “mal, mülk, mevki, makam,” saplantısıdır. Bundan dolayı yaklaşık sekiz asır önce büyük mutasavvıf Yunus Emre, Anadolu insanını:

“Bu dünyaya kanmayalım.

Fânidir aldanmayalım.

Bir iken ayrılmayalım.

Gel, dosta gidelim gönül!”


dizeleriyle uyararak, olası “nifak”lara karşı uyanık ve dikkatli olmaya, dolayısıyla halkımızı düşman fitnesine kanmadan ayrı bedenlerde tek can olmaya çağırır.

İnsanların arasına nifak yerleştirerek toplumu biyolojik kökenlerine göre ayrıştırma yaklaşımı şeytanın: “Ben ateştenim, Âdem ise topraktan; bu sebeple, ben ondan daha üstünüm” görüşüyle örtüşen bir görüştür. Bu düşüncenin ideolojik bir form ile topraklarımıza sirayet etmesi ise -Fransız İhtilalının de etkisiyle- ağırlıklı olarak Tanzimat’la birlikte Batı dünyası üzerinden olmuştur.

Bu zaviyeden bakıldığında Türkiye’nin, ırkçılık ve ulusçuluk akımından en çok zarar gören toplumların başında geldiği görülecektir. Henüz bir asır önce son cihan devletini yitirdiği yetmezmiş gibi günümüzde de hem maddiyatını hem de en büyük serveti olan insanını ırk ve etnisite temelli problemlerle başa çıkma uğruna harcaması bunun belirgin kanıtıdır.

Yakın geçmişe projeksiyon tutulduğunda, ülkemizde yaklaşık üç asırdan beri ard arda büyük yanlışların yapıldığı ve haliyle hayatımızın, yapılan bu yanlışların med ceziri arasında geçtiği görülür. Sözü edilen yanlışların tepe noktasını ise Tanzimat’ın ilanı oluşturmaktadır. Bu hayırsız vaka ile birlikte -aydınların da çanak tutmasıyla- cemiyette yayılmaya başlayan Batılılaşma tutkusu, zamanla ileri seviyeye ulaşarak toplumsal bünyemizi baş edilmez hastalıkların esiri kılmıştır. Bu sayrıl tutkunun bir yansıması olarak zaman zaman kabaran ırkçılık eğilimleri, ideolojik takıntılar, taklitçilik, yozlaşma ve yabancılaşma illeti haliyle insanımızı aşağılık psikolojisine (aidiyetlerini küçümsemeye) sürüklemiş bulunmaktadır.

En temel meselelerimizin çözümü için bile Batıyı ve onların yöntemlerini çare olarak düşünme alışkanlığı da buradan doğmuştur. Hâlbuki Doğu toplumlarının içinde bulunduğu kargaşa ve buhranı besleyen faktörlerin başında Batının seküler yöntemleri gelmektedir. İslam’ın kendi telakkisini bırakıp Batılıların tanım ve terminolojisi üzerinden meselelerimizi tanımlamaya başladığımız günden beri bu topraklarda ırkçılık emareleri görülmeye başlanmıştır.

İki asır önce ecnebi ülkelerde tahsil görerek Batı terbiyesi ile yetişen Jön Türkler ile İttihat Terakkicilerin (dönemin haramzade evlatları) ırkçı, ulusalcı çizgisi altı asırlık cihan devletimizin yıkılışına sebep olduğu gibi, soğuk savaş döneminin ideolojik kalıpları ile yetişen günümüzdeki kimi çevreler de (Türkçüler, Kürtçüler, vd.) memleket ve milletin mevcut hali ile oynamaktadırlar.

Neden Birlik Olmalıyız?
Hz. Mevlâna bir şiirinde: “Ey insanlar, birbirinizden ayrılmayın. Asla aklınıza ayrılık fikrini koymayın. Hepiniz birsiniz, bu ikilik niye?” diye sorar. Şeyh Sadi Şirazi ise, “Karıncalar birleşince yırtıcı bir aslanı bile dize getirirler” der. Dünyada hoşgörünün zirvesi olarak tanınan Hazreti Mevlâna, Niyazi Mısrî ve Ahmet Ceziri’lerin yetiştiği bu topraklar üzerinde son cihan devletimizin külleri üzerinde kalan iki Müslüman kavmi (Türkler ve Kürtler) bir arada tutmada Türkiye’nin güçlük çekmesi anlaşılır değildir.

Şartlar ne olursa olsun her birimiz “İnsan-İnsan”, “İnsan-Kâinat” ve “İnsan-Allah” dengesinden sapmadan yaşamayı başarmakla yükümlüyüz. Bizim için dünyada haysiyetli yaşamanın yolu “Allah’ı tanımak”, “insanı sevmek” ve “kâinatı emanet bilmek”ten geçer. Bu prensiplerden birinin ihmali bile tek başına bir cemiyet nizamının tepe taklak olması için yeter sebeptir. Bu itibarla, hangi etnik kökenden gelirse gelsin insanımızın tamamı bizim için kıymetlidir, mükerremdir.

Bizler soyumuzdan ötürü değil, on asırdan beri aynı gaye etrafında toplandığımız için bir milletiz. Müslüman telakkisine göre aynı dili konuşanlar değil, aynı hissiyatı paylaşanlar kardeştir. Bu sebeple millet, aynı ırk veya soya mensup insan topluluklarının bir karşılığı olmayıp, mukaddes değerlere etrafında birleşmiş; ortak ruh, inanç ve hissiyata sahip büyük bir yekûnun adıdır. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut veya Boşnak olarak hepimiz ırk üstü, manevî kardeşlik ekseninde buluştuğumuz için yıllar yılı dünyanın en etkili ve uzun ömürlü devletinin çatısı altında bir bütün olmayı başarmışız.
Velhasıl, Anadolu insanı her türlü özel aidiyetinin ötesinde, bir medeniyet insanıdır. Yani kendisine İ’lâ-yı Kelimetullah görevi verilmiş bir millet var karşımızda. Bu vazife bir ırk veya soyun peşinde gitme yükümlülüğü değil, yeryüzünde Kıyamete kadar Hakk’ı üstün kılma görevidir. Dolayısıyla böyle bir milletin ferdi, bin bir türlü irin ve ufunetlerle dolu ırkçılık dehlizine adım atmamalıdır! Hepimiz, medeniyet Hiramız olan Anadolu toprakları üzerinde bir rahmet kümesi halinde ve geleneğimizden kopmadan birlikte yaşamayı başarmak zorundayız.

Kurtuluşumuz tek başına Türklük yahut Kürtlükte değil, farklı ırk ve soyları bir araya getirerek millet yapan telakkinin referanslarında saklıdır. Soy, sop peşinden gidersek sünnetullahtan koparız. Büyük bütünden kopmamamız lazım. Milletin birliği bozulursa, yeniden derleyip toparlama imkân kalmayabilir. Yapılması gereken, parçanın peşine düşmeden bütünü korumak ve hep birlikte onurlu hamlelere kapı aralamaktır.

Cemiyet ve topluma bağlı yaşamak rahmet, ondan uzak kalmak ise azap olduğuna göre birbirimize karşı önce gönlümüzü düzeltmeliyiz. Bunu başaramazsak tıpkı Hz. Süleyman’ın eğrilen tacı gibi hiçbir işimiz kendiliğinden düzelmeyecektir.

Bu toprakları sevmek, Türkiyelilik misyonuna sahip çıkmak aklın da gereğidir. Devlet ise yalnızca bir hizmet aracıdır. Varlık sebebi insana hizmettir. Bir devlet aynı anda birçok farklı ırk ve etnik unsura hizmet verebilir.

Kavmiyetçilik yaparak toplumsal yapımızı parçalayacağımıza, Anadolu’nun gönlünü etrafımızdaki akraba toplumlara açarak onlarla daha güven verici bir gelecek projesi etrafında buluşmalıyız. Bölgemizin yeni uydu devletlere değil, büyük bir ittihada ihtiyacı bulunmaktadır. Herkes bu ittihadın aydınlık seherine ulaşmak için hazırlık yapmalıdır. Nifakta diretirsek “Ve’l Asr” suresindeki İlâhi ikazda olduğu gibi ilânihaye hüsranda kalanlardan oluruz!

Birlik olmayı başaramamış toplumların hali bir ibret vesikası olarak göz önündedir. Üstelik toplumsal yapımızda meydana gelebilecek travmatik bir hadisenin, bir buhran durumunun akla gelmedik birçok şeyi yerle yeksan edeceği de açıktır. Tıpkı Endülüs’ün düşüşüyle nasıl ki koskoca sekiz asırlık bir uygarlıktan geriye taş üstünde taş kalmadıysa, Anadolu’da esas yapılmak istenen de millet bünyesini çeşitli nifaklarla parçalamak ve bu toprakları bin yıl önceki sahiplerine (Hıristiyan dünyaya) bırakmaktır.

Batılıların, Reconquista hareketiyle (İspanya’yı Yeniden Hıristiyanlaştırma) Endülüs İslâm medeniyetini yıktıkları yıllarda İstanbul’a gelen Endülüslü bir şairin ağlayarak Sultan II. Beyazıt'a takdim ettiği aşağıdaki şiiri, şüphesiz herkesi derinden etkileyebilecek derecede dramatik dersler içermektedir:

“Felaket çöktü amansız, mustarip Endülüs'e

Yıkıldı Sehlen, Uhud yandı garip Endülüs’e

Belensiye’ye gidip sor, Mürsiye’nin halini,

Ne oldu sor, nerdedir Şatıbe, Ceyyan hani?

Ya meşhur âlimlerin yükseldiği, nam aldığı

O şanlı Kurtuba, nerde o ilimler yatağı?

Bugün camilere haç koymuşlar, olmuş kilise.

Bugün çan sesleri dolmakta garip Endülüs’e.”


Kaldı ki Endülüs’ün yıkılış asrına uzanmaya da gerek yok. Bugün sınırlarımızın güneyindeki medeniyet şehirlerimizde (Bağdat, Necef, Basra, Kudüs vd.) dünyanın gözü önünde insanlık tarihinin en büyük suçu işlenmektedir. İnsana reva görülen bunca trajik hadise bizleri -benzer akıbetleri yaşamamamız için- birliğimizi koruma idrakine taşımıyorsa, bilin ki bizzat kendi elimizle belirlediğimiz kara yazgımız hükmünü icra etmek üzeredir!

Yine de dua edelim ki Anadolu şövenist telakkilere yenik düşmeye görsün! Şairin: “Ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti” mısraıyla hayıflandığı ölçüde bu topraklar üzerinde dramatik bir ayrışmanın vaki olması halinde yeryüzündeki diğer İslâm toplumlarının da ümidi hepten bitmiş olur. O kadar insan ve coğrafyayı düştüğü yerden bir daha ayağa kaldırmak, kolaylıkla üstesinden gelinebilecek bir iş değildir.

Birbirinden farklı ırk ve kültürlerden gelen insanların hakikatlerine açılmayı asırlarca başarmış bir milletin buna sırtını dönmesi indi İlahi’de affedilemeyecek bir davranış olarak karşılık bulacaktır. Türklerle Kürtler ırkçılık denen kara düşüncelerin ateşine odun taşıyacaklarına yaklaşık üç asırdan beri büyük bir kırılma ve çözülmeye sahne olan Müslüman dünyanın yeniden uyanışına öncülük etmelidirler. Vakit, asabiye vebasına teslim olmanın değil, ait olduğumuz medeniyetin hilâlini bedr (dolunay) yapmanın vaktidir.

Türkiye, yani Anadolu toprakları bütün Müslümanların asli vatanıdır. Bu topraklar üzerinde ayrılık nifakını körükleyerek iki dünyasını birden çamurlaştıranlar Anadolu insanının her şeyden evvel bir medeniyetin insanı olduğu gerçeğini göz ardı ediyorlar. Irk ve etnisite taassupçuları (Türkçüler, Kürtçüler, vs.) boşuna heveslenmesin. Milletimizin bütün yekûnu “aynı sadağın parlak temrenli okları gibidir. Görünüşü bir, görüşü bir, dava ve manası birdir” (İkbal, 2005: 95–102) ve daima böyle kalacaktır.

Memleket bir yerlere ulaşacaksa bu, Türklüğünde yahut Kürtlüğünde diretenlerle değil; “Fatih gibi Türk, Bediüzzaman gibi Kürt” bir insan modelinin samimi çabasıyla gerçekleşecektir. İnsanımızı bu istikamet üzere yetiştirmeyi başarabilirsek ruhumuzdaki irtifa kaybını önleyebileceğimiz gibi, bu toprakların nabzında çarpan tekbirlerin de kıyamete kadar fasılasız devam etmesine vesile olmuş olacağız.

Tıpkı bir elektrik panosunun üzerine sigorta monte edercesine her köşesine birer ulu şahsiyeti (peygamber-sahabe-veli) yerleştirerek, bu toprakları medeniyetimiz adına tescilleyen Cenâb-ı Hâk, Anadolu’da sonu bölünmeye varabilecek bir fitneye fırsat vermeyecektir. Her karışında imdâd-ı İlâhi’nin yankılandığı bu topraklarda kavmiyetçilik yaparak bunun üzerinden menfaat devşirenler adeta şaha kalkan bir yanardağ indifası gibi karşılarında Kars’ta Hasan Harakani’yi, Bursa’da Emir Sultan’ı, Muş’ta İbrahim Samidi’yi, Van’da Muhammed Tayyar’ı, Ergani’de Zülküfül Peygamberi, Kayseri’de Seyit Burhanettin’i, Siirt’te İsmail Fakirullah’ı ve Diyarbakır’da ise Hz. Süleyman (Halid b. Velid’in oğlu) ile beraberindeki kırk bir şehit sahabeyi bulacaktır.

Paganizmin dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda yapılan İlâhi tebliğe karşı en dostane cevabı veren bir şehir olarak Yunus peygamberden dualı olduğunu bildiğimiz Diyarbakır, kutlu bir sahabe şehri, bir medeniyet beldesi olarak bu coğrafyada ayrışmanın değil; Konya’yla, Halep’le, Bursa’yla el ele vererek özlemi duyulan vahdetin rahmi olacak ve bölgemizdeki en büyük ittihadın doğumunu gerçekleştirecektir.

Aynı anda iki dünya arasındaki perdenin hem ötesine hem de berisine vakıf sayısız insanın yetiştiği; üzerinde Malazgirt, Çanakkale ve Sarıkamış gibi emsalsiz destanların yaşandığı bu topraklar büyük acılara, büyük trajedilere yol açabilecek fikir ve düşüncelerin mensuplarını bağışlamayacaktır. Allah’tan başka galip olmadığına (La galibe illallah) inanan Anadolu insanının en zor zamanda bile birliğini muhafaza edeceğine inancımız tamdır. Dünyadaki bütün ırkçı, materyalist telakkiler bir araya gelse bile hiç kimse Orhan Gazi ile medresesindeki baş müderrisi Taceddin-i Kürdi’nin evlatlarını birbirine düşman etmeye muvaffak olamayacaktır.

Vesselam.

Kaynakça

İkbal, Muhammed (2005). Esrar ve Rumuz, (Hazırlayan: Ali Nihat Tarlan), Sufi Kitap Yayınları, İstanbul.

Mevlâna Celalettin’i Rumî, Külliyât-ı Dîvân-ı Şems, II. Cilt, Beyit No: 3020

Topçu, Nurettin (1999) Kültür ve Medeniyet, 2. Baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul.


hasancan36@gmail.com
haber10

Kurtulmuş, özgür Türkiye sözü verdi
14 Ocak 2011
HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, ''herkesin eşit ve özgür yurttaşlar olduğu bir Türkiye'yi kuracaklarını'' söyledi.



Kurtulmuş, Adana'da, Türkmenler Birliği'ni ziyaretinde yaptığı konuşmada, Türkmen ve Yörük kültürünün Çukurova'da yerleşik kültür haline geldiğini belirterek, yöreye rengini ve karakterini verdiğini ifade etti.

HAS Parti ile Türkiye'de yeni bir toplanma merkezini oluşturduklarını anlatan Kurtulmuş, ''Vicdan ve ahlak sahibi olan herkesi partimize davet ediyoruz. HAS Parti organik olarak zaten milletimizin içerisinde olan bir partiydi, bunun için kolay bir şekilde kuruldu. Bundan sonra Türkiye'nin siyasal iktidarının merkezi olacaktır'' dedi.

Bu topraklarda yaşayan herkesin eşit ve özgür yurttaşlar olduğu bir Türkiye'yi kuracaklarını kaydeden Kurtulmuş, ''Türkiye'de hiç kimseye haksızlık yapılmadığı bir siyasal sistemin kurulması için gayret edeceğiz. Herkesin refahtan pay alacağı ekonomik sistemi kurmak için mücadele edeceğiz'' dedi.

Kurtulmuş, Türkiye'nin yeni siyasetinin yeni partisi olarak, bölen değil bütünleştiren, çoğalan, birleştiren ve projelerle konuşan bir parti olacaklarını bildirdi.

-GÜNEYDOĞU SORUNU-

Kurtulmuş, adına ister ''Doğu ve Güneydoğu'' ister ''Kürt meselesi'' denilsin Türkiye'nin bir bölgesinde yaklaşık 30 yıldır süren problemin bulunduğunu söyleyerek, şöyle devam etti:

''Bu memleketteki Türkler ve Kürtler gökten bu topraklara paraşütle indirilmediler. Biz birbirimizle iç içe geçmiş, akraba olmuş, yaklaşık 1100 senedir bu topraklarda yaşayan bir milletiz. Kürt'ün Türk'ten ayrılmasını söylemek, düşünmek tasavvur etmek mümkün değildir. Bu, pratik olarak da sosyolojik olarak da mümkün değildir. Ama memleketin bir bölgesinde süren ve hepimizi ilgilendiren sadece Diyarbakır'ı, Hakkari'yi, Şırnak'ı değil, İstanbul'u, Ankara'yı, Edirne'yi, İzmir'i ilgilendiren bir problemle karşı karşıyayız''

Bu sorunu çözmenin yolunun ''eşit ve özgür yurttaşlık'' olduğunu belirten Kurtulmuş, ''Hiçbir kimsenin bir diğerinden herhangi bir nedenle üstün olmadığı, herkesinde anayasa önünde eşit olduğu bir siyasi hukuki sistemin kurulması gerektiğini'' söyledi.

Kurtulmuş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da siyasi özerlik sorunu olmadığını ifade ederek, ''Buradaki halkın esas sorunu, bireysel özgürlük sorunudur'' dedi.

Bölgede çok köklü ve kapsamlı reforma ihtiyaç olduğunu anlatan Kurtulmuş, ''Bunun için de öncelikli olarak tezimiz Türkiye'de bir anayasal reforma ihtiyaç olduğudur. Bir takım örgütleri ve partileri güçlendirmek değil, asıl olan orada yaşayan insanların bireysel özgürlüklerini artırmaktır. Özerklik değil özgürlükten bahsediyoruz. Herkes eşit ve özgür yurttaşlar olacak'' diye konuştu.

Bölgede ekonomik ve sosyal telafi programlarının uygulanmasına ihtiyaç duyulduğunu, ayrıca göçün geri döndürülmesi gerektiğini anlatan Kurtulmuş, şöyle devam etti:

''Mesela ben başbakan olsaydım, bu süreçlere özür dileyerek başlardım. Yeni başbakan olmuş olabilirsin, ama diyoruz ya 'devlette süreklilik' vardır. Biz yıllardır oradaki öğretmeni, askeri koruyamadık, şehit oldu. Dağdaki insanlar genç yaşta şu veya bu nedenle öldürüldü. Masum insanların köyleri basıldı, öldürüldü. Bunları koruması gereken devletken, devlet bunu yapamadığı için özür dileyerek sürece başlanmalıdır.''

Bütün bunların yapılabilmesi için ''önce PKK'nın koşulsuz silah bırakması gerektiğini'' belirten Kurtulmuş, daha sonra da provokasyonların önlenmesi için rutin operasyonların durdurulması gerektiğini söyledi.
haber10

'Türkiye ile Suriye arasında gizli PKK anlaşması'
19 OCAK 2011

Paris merkezli Intelligence Online isimli internet sitesinin haberine göre, Türkiye ile Suriye arasında PKK'lılarla ilgili gizli bir anlaşma yapıldı.
Anlaşmaya göre Şam, 4000 PKK militanı ve liderine sığınma hakkı tanıyacak. Şam daha sonra ise bu kişilerin affedilmesini sağlayacak.

Intelligence Online'ın haberi, sözkonusu anlaşmanın 21 aralık 2010 tarihinde Suriye Başbakanı Muhammed Naci El Itri'nin Türkiye ziyareti sırasında, Suriye siyeset güvenliği müsteşarı Muhammed Dib Zitun ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasından imzalandığını söylüyor.
Haberde PKK'lılara sığınma hakkı tanınmasının, Kuzey Irak özerk bölgesi tarafından önerildiği ancak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin güvenlik endişesiyle Irak'tan gelen teklifi tercih etmediği iddiası da yer almış.
PKK'lılara Kuzey Irak özerk bölgesinde güvenlik alanında iş verileceği ve bu sebeple TSK'nın Şam kontrolündeki PKK'lıları tercih ettiği de haberde sunulan yorumlardan.
Intelligence Online'ın haberi, PKK'nın 1998'de örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması sürecinde Şam'ın parmağı olduğu inancı sebebiyle, Şam'dan gelecek sığınma teklifini kabul etmeme ihtimalinin güçlü olduğu izlenmiyle sona eriyor. BBC

Öcalan'ın yol haritası
3 MART 2011



PKK'nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun çözümü için Ağustos 2009'da cezaevi yönetimine teslim ettiği ancak idarenin el koyduğu yol haritası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla avukatlarına teslim edildi.
Dicle Haber Ajansı'na göre, yol haritası üç aşamalı bir plan ve 10 ilke içeriyor.

Ajansa göre, Öcalan ilkelerini şöyle özetliyor:

Demokratik Ulus: Dil, etnisite, sınıf ve devlete dayanmayan, çok dilli, çok etnisiteli, sınıf ayrımına ve devlet ayrıcalığına yer vermeyen, özgür ve eşit bireylere dayanan demokratik toplumun ulus halini ifade eder.
Ortak Vatan: Hiçbir kişinin diğerini, hiçbir topluluğun diğer topluluğu ötekileştirmediği, eşit ve özgürce paylaşılan anavatanların toplamını ifade eder.
Demokratik Cumhuriyet: Devletin demokratik topluma ve bireye açık olmasını ifade eder.
Demokratik Anayasa: Demokratik vatandaşı ve toplulukları ulus-devlete karşı korumayı esas alan toplumsal konsensüsle oluşan anayasadır.
Demokratik Çözüm: Daha çok devlet olmayı hedeflemeyen, devletin uzantısı da olmayan sivil toplumun demokratikleşmesini esas alan çözüm modelidir.
Bireysel ve Kolektif Hakların Ayrılmazlığı: Nasıl ki bireylerden oluşan toplum yine de bireylerin toplamından farklı bir şeyse, aralarında farklılık olsa da, bireysel ve kolektif haklar da aynı toplumun iki farklı yüzünü ifade eder.
İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük: Demokratik ulus çözümü kapitalist modernitenin pozitivist ideolojik hegemonyasını ve bireycilik olarak yeniden inşa edilmiş liberalist köleliğini aşmadan gerçekleştirilemez.
Tarihsellik ve Şimdilik: Toplumsal gerçeklikler tarihsel gerçekliklerdir. Tarih ve şimdinin doğru kavranışı demokratik ulus çözümü için gerekli bir koşuldur.
Ahlak ve Vicdan: Hiçbir toplumsal sorun ahlâk ve vicdana başvurulmadan sağlıklı bir çözüme vardırılamaz.
Demokrasilerin Öz Savunması: Öz savunmazsız varlık olmadığı gibi, doğanın en gelişmiş varlığı olan demokratik toplumlar da öz savunmasız gerçekleşemez, varlığını sürdüremez. Demokratik ulusal çözümlerde öz savunma ilkesinin gerekleri karşılanmak durumundadır.

Üç aşamalı planda ise, PKK'nin çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi ve hukuki engellerin kaldırılması amacıyla bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu oluşturulması öneriliyor ve demokratikleşmenin anayasal ve yasal adımları atıldıkça tekrar silahlara başvurmanın zemininin kalmayacağı belirtiliyor.
BBC

Öcalan açıkladı: PKK eylemsizliği 21 Mart'a kadar uzatacak
4 MART 2011

PKK'nın eylemsizliği sona erdirme kararının ardından, avukatları aracılığıyla açıklamalar yapan örgütün cezaevindeki lideri Abdullah Öcalan 21 Mart'a kadar bekleyeceklerini ve hükümetin tavrını izleyeceklerini söyledi.
Bünyesinde PKK'yı da barındıran KCK 28 Şubat tarihinde yaptığı açıklamada, hükümeti ateşkes döneminde yumuşatıcı bir adım atmamakla suçlayarak eylemsizlik sürecinin sona erdiğini duyurmuştu.

Abdullah Öcalan, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini Kürt sorununu çözmek değil, hegemonya kurmaya çalışmakla da suçlayıp, sorunun çözümünde Cumhuriyet Halk Partisi'nin mevcut pozisyonunun AK Parti'den daha olumlu olduğunu da savundu.
Örgütün eylemsizliği sona erdirme kararını değerlendiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "terörle bir yere varılamayacağını herkes gördü" şeklinde konuşmuştu.
PKK, Türkiye'de Anayasa değişikliği referandumu kampanyalarının hız kazandığı 13 Ağustos 2010 tarihinde ateşkes ilan etmiş, ardından ateşkes sürecini seçimlerin yapılacağı 2011 Haziran ayına kadar uzattığını açıklamıştı.
Örgüt, daha sonrasında ise ateşkes sürecinin Mart ayında gözden geçirileceğini duyurmuştu.
PKK'nın Kandil Dağı'ndaki yöneticisi Murat Karayılan ise Şubat ayındaki bir açıklamasında, sürecin devamı için "yumuşatıcı bir adıma ihtiyaç olduğunu ancak hükümetin buna yanaşmadığını" savundu.
Karayılan hükümetin askeri bir yönelime hazırlandığını da iddia etti.
Örgütün eylemsizliği sona erdirme kararını BBC Türkçe'ye değerlendiren Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Aysel Tuğluk, hükümet adım atarsa Abdullah Öcalan'ın hala müdahale edebileceğini ve ateşkesin Haziran'a kadar sürebileceğini söylemişti.
Türkiye'deki bazı gözlemciler, PKK'yı kış aylarına doğru, lositik gereksinimler dolayısıyla ateşkes ilan edip bu ateşkesleri bahar aylarına doğru bozduğunu söylüyor.
PKK'nın kalıcı ateşkes şartları
PKK kalıcı ateşkes ilan etmek için şu şartları öne sürüyor:
1- Askeri ve siyasi operasyonların durdurulması,
2-KCK tutuklularının serbest bırakılmasıı,
3-Öcalan'la müzakere yürütülmesi ve sürece aktif olarak katılmasının önünün açılması,
4- Anayasa komisyonu ile Hakikatleri Araştırma Komisyonlarının kurulması,
5- Ve yüzde 10 seçim barajının kaldırılması
BBC

Öcalan:İlk Nato Müdahalesi Bizden Başlamıştı!
h[img]ttp://www.anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/194437.jpg[/img]
Avukatlarıyla görüşen Abdullah Öcalan, Libya müdahalesi ile PKK arasında bağlantı kurdu. Öcalan'ın açıklamaları, Fırat Haber Ajansı'nda yayımlandı.

26 Mart 2011
Anadolu Haber

Ortadoğu'da yaşanan halk ayaklanmaları ve Libya müdahalesine değinen Öcalan, ABD ve NATO'nun ilk tasfiye harekâtına 1985'te PKK'dan başladığını ileri sürerek şunları söyledi: "Ortadoğu kaynıyor, NATO Libya'ya müdahale ediyor, Kaddafi'yi tasfiye etmeye çalışıyorlar. Arap ülkelerinin çoğu hareketli. Suriye'nin de suyu ısınıyor. NATO'nun aslında Ortadoğu'ya ilk müdahalesi ve 5. maddenin ilk uygulanması da 1985'te bize karşı yapılmıştır. Bu konsept 1985'ten 1999'a, benim buraya getirilişime kadar devam etti. Bu dönemde iç çözümü geliştirmek isteyenler ise hep tasfiye edilmişlerdir."
YAPAY KÜRT PARTİSİ

Son zamanlarda bazı komplolar olduğunu açıklayan Öcalan, şöyle devam etti: "Amaç BDP'ye karşı kendilerine bağlı yapay bir Kürt partisi oluşturmaktır. "
TÜSİAD'IN ANAYASA'SINI BEĞENDİ

Öcalan, TÜSİAD'ın anayasa çalışmaları konusunda da "Fena değil. Bu konuda benim söylediklerimle örtüşüyor. Benim önerilerime yakın" dedi.

“BARIŞ” KALPAZANLIĞI
11 Nisan 2011

Yiğit Tuncay’ın araştırmacı – yazar Suat Parlar ile gerçekleştirdiği “Anayasal Kuşatma ve Sermaye” başlıklı söyleşinin “TÜSİAD vesayeti” başlıklı 1. bölümüne daha önce yer vermiştik. Bu söyleşinin “'Barış' Kalpazanlığı” başlıklı ikinci bölümü de Mızıkacılar’da.

İşte Suat Parlar ile gerçekleştirilen söyleşinin ikinci bölümü:

“BARIŞ” KALPAZANLIĞI
(2. Bölüm)

Ağzındaki baklayı çıkaran TÜSİAD’ın, oluşma ihtimali içindeki “yeni anayasa”ya bir rapor ile yaptığı müdahaleyi değerlendiren söyleşimizin 2. Bölümü, sermayenin birdenbire ortaya çıkan “özgürlük” arzusunu değerlendiriyor. Savaş ekonomisinin hiç bir zaman içinde olmamış gibi davranan sermayenin, devlet ile sivil toplum ikilemini yaratarak başardığı bu politika, gökyüzüne saldıkları “barış” güvercinlerinin büyüsünü seyreden toplumun, kendi toprağındaki neo-liberal barbarlığı görmesine engel oluyor. Piyasa sömürgeciliğinin kalpazanları, sahte “barış”ın yasalarını vesayet altına almaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de, kendi icat ettikleri ulus-devletin karşısına sivil toplum ve adem-i merkeziyetçiliği koyuyorlar. Savaş ekonomisinin kârlarının yerine, sivil piyasa sömürgeciliğinin kârlarını koymaya çalışarak halkları pazara tehcir etmenin yasal dayanaklarını yaratmak istiyorlar. Suat Parlar bu bölümde “kirli savaş” diye tanımlanan sürecin ekonomik ve politik alt yapısının çıplak gerçekliğini bize anlattı.
(Yiğit Tuncay – www.halksahnesi.org )

Türkiye’de Askeri Endüstriyel Kompleks

“Kürt hareketine derinlikli bir sınıfsal analiz yapmadan, bu işin sosyo-ekonomik arka planını incelemeden kimlik siyasetleri üzerinden geliştirilen söylemlerin, sivil toplumcu söylemlerden çok fazla farkı yoktur” demiştik. O bölgede geçimlik ekonomiyi yıkan, on milyonlarla ifade edilen canlı hayvan varlığını ortadan kaldırarak kendi kurduğu şirketler vasıtasıyla Türkiye'de gıda piyasasına hükmeden kimlerdir? En önemlisi de “kirli savaş” adı verilen dönem boyunca -ki bunu “düşük yoğunluklu çatışma” olarak nitelendiren bir Genel Kurmay Başkanı da ortaya çıkmıştı- orduya silah satan, müteahhit olarak orduya hizmet veren ve savaş halindeki bir ordunun o anlamda tedarikçi rolüyle sağladığı müthiş imkânlardan yararlanan kimlerdir? Bu soruların cevaplarını vermek çok da zor değildir. Bütün bunları yapanlar, aynı zamanda uluslararası bir mâli düzeneğin Türkiye'ye yerleştirilmesini de gerçekleştiren sermaye gruplarıdır. Bu sermaye grupları sözü edilen “kirli savaş”ın da baş sorumlusudurlar.
Türkiye'de 500 önde gelen şirketin 57 tanesi silah şirketidir. 57 Silah şirketi içerisinde dolaylı veya dolaysız ihracatçı kapasiteyi elinde tutan 17 tanesi, aynı zamanda uluslararası silah tekelleriyle bağlantılıdır. Bu uluslararası silah tekelleri, Türkiye'deki yavru kompradorlara teknoloji aktarımı, kredi sağlama yoluyla ve bir takım patent imkânlarıyla yeni bir pazarın kanallarını açmışlardır. Burada bir askerî endüstriyel kompleks oluşmuştur. Silahlı bürokrasi, bu askerî endüstriyel kompleksin bir ucunda yer alırken, diğer ucunda komprador tekelci büyük sermaye yer almaktadır. Ama bu dünya ölçeğindeki askerî endüstriyel komplekslerle yürüyen bir iş olmaktan öte, dünya malî oligarşisiyle bağlantılıdır. Çünkü sermaye akışını, finansı sağlayan ve bu sayede Türkiye'nin bu “kirli savaşı”nın uzamasına neden olan güç, ağırlıklı olarak dünya malî oligarşisidir. Aynı zamanda da bu malî oligarşi ile birlikte nefes alan Türkiye'deki uzantılarıdır.

Mezarlık “Barış”ı

Türkiye'de PKK, başka bir örgütlenme ya da yapılanma olmasa bile, 90'lı yıllardaki ekonomik sıkışmayı aşmak açısından militer bir birikim rejiminin oturtulması zorunlu olacaktı. Yani mutlaka bir düşman icat edilecekti. Çünkü sermaye, özü ve varoluşu itibariyle sadece ırkçı değil, aynı zamanda dünyanın her yerinde militaristtir. “Barış” denilen dönemler mezarlık barışlarıdır. Bütün mezarlık barışları kısa sürerler. Halklara, devrimcilere, emekçilere, etiketlenen bazı etnik gruplara, ülkelere karşı ve bunlar olmadığı zamanda kendi içlerinde birbirlerini yiyecek düzenekler icat ederek yürütülecek savaşlar bitmeyecektir. Kapitalizmde savaş süreklidir. Savaş kapitalizmin özüdür.

Savaşın ortaya çıkardığı militer birikim rejiminin Türkiye'deki akışı içerisinde, jeo-stratejik önemini sürekli pazarlayan ilkel bir komprador burjuvazi açısından da bu süreklilik vazgeçilmez bir olgudur. Sürekli olarak stratejik önem üreten ve bu anlamda Ortadoğu'nun en büyük ordusuyla övünen bir sermayenin, elbette ki bunu araçsallaştırması da son derece mantıklıdır ve kendi açısından da ekonomik bir rasyonaliteye oturur.
Türkiye'de 80'li yılların sonundan itibaren tesislerinde silahla ilgili elektronik aygıtları üreten, ordu siparişlerinden yararlanan ve peygamberi Soros olan şahsiyetlerin son dönemde Kürtlere sevgi gösterisinde bulunması ilginçtir. Diğer yandan, Türkiye'deki Müslümanlar da bu aşırı sevgiden payına düşeni almaktadırlar. Bunlar üzerinden, Türkiye'nin bireysel atomizasyonunu, yani adem-i merkeziyetçiliğin savunulması ve bunun “açık toplum” adına yapılması gerçekliği de var. Türkiye'de, Sorosçu, Popperci tezler üzerinden “açık toplum”u savunanların en önde gelenleri, silah sanayisinin, silah pazarının güçlü şirketlerinin sahipleridirler. Üstelik de ihracatçı konuma gelmiş şirketlerinin sahipleridirler. Bu bile, anayasal bir gelişmeden en fazla memnuniyet duyacağını ifade eden Kürt hareketleri açısından hassasiyetle değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Cinayet Ekonomisi

Demek ki, neo-liberalizm özü itibariyle bir cinayet ekonomisinin işlerliğine dayanıyor. Bu işlerliği tanımlayan en önemli unsurlardan biri de, dünya malî oligarşisinin sistematize bir biçimde Türkiye'deki “kirli savaş”tan kâr sağlaması olgusudur. Türkiye'nin borçlanmasının da bunlarla yakından ilgisi vardır. Türkiye'deki 500 büyük şirketin son yıllara kadar “faaliyet dışı kâr” adı altında devlete borç vermeleri ve çok yüklü miktarlarda faiz almaları söz konusudur. Türkiye'deki sermayenin finans-kapital boyutu içerisinde elde ettiği devâsa rantlarla varlığını sürdürüyor olması da, gene savaş olgusuyla bağlantılıdır. Böyle değerlendirildiğinde, “üniforma giymemek sivillik midir” sorusu, elbette ki son derece önemlidir. Gelinen noktada, TÜSİAD'ın böyle bir “anayasa tartışma metni”ni önümüze koymuş olması politik tartışma açısından bizlere fazlasıyla alan açmıştır.
12 Eylül 1980'de işçi ücretleri ve maaşların milli gelirdeki payı %32.79’dur. 1985 yılında bu rakam 19.50'ye inmiştir. Bu durum tam anlamıyla bir cinayet ekonomisine işaret etmektedir. Çünkü bu kadar kısa süre içerisinde milyonlarca ailenin hayat standartlarını düşürmek bir yana, sahip olduğu tüm sosyal değerlere büyük bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Ondan sonra da bu saldırganlığı kurumsallaştırmışlardır. Ondan sonra da, yedek iş gücü ordusu ve büyük bir emek rezervi oluşturulması, düşük ücretlere rıza gösteren bir emekçi sınıfının oluşumu sürekli hale getirilerek uygulamaya konmuştur. Neo-liberal politikanın en önemli dayanaklarından biri budur. Diğeri ise, “kirli savaş” ve o düzenekler üzerinden oluşturulan dünya finans sistemiyle bütünleşmesidir. Son olarak da, devlet borçluluğunun, devlet içerisindeki son sosyal uygulamaları da sosyal kurumlaşmaları da ortadan kaldıracak seviyeye gelmesidir.
Verdiğimiz bu rakamlar, belki ilk anda çok fazla anlam ifade etmeyebilir. Ama şunu söylersek tablo daha netleşecektir: 1980'de çalışan başına kâr, sermayedarlar açısından ortalama 231 bin TL’dır. 1984 yılında çalışan başına kâr 1 milyon 96 bin TL olmuştur. Sömürünün boyutunu düşünün. Nasıl sağlandı bu? Şu şekilde:

1- İşkence
2- Gözaltı kampanyaları
3- İdamlar
4- Cezaevlerini toplama kamplarına dönüştürme mantığı
5- Toplumu beyinsizleştirme
6- Toplumun üzerindeki terörü sürekli hale getirmek
7- Bu mekanizmaları yaratma
8- Kendi emekçilerine savaş ilân etmiş bir silahlı bürokrasi yapılanması

Giderek bunun adını komprador olmaktan çıkarıp, şöyle de söylemek mümkündür; tekelci komprador burjuvazinin çıkarlarıyla da bütünleşmiş silahlı bürokrasi, bu anlamda bir blok oluşturmaktadır. Bu blokta müteahhit ile taşeron biraraya gelmektedirler. Bunlar artık işgalci bir gücü oluşturmaktadırlar. Bu ülke aynı zamanda işgal ediliyor. Bundan sonra Türkiye'de burjuvaziye işgalci burjuvazi diyeceğiz.

İşgalci Burjuvazi

Sizce ortaya koymaya çalıştığımız bu tabloda herhangi bir etnik ayrım var mıdır? Bence yoktur. Topyekun emekçi sınıflara bir saldırı söz konusudur. Söz konusu bu saldırıdan en fazla etkilenen de bölge olmaktadır. Çünkü geçimlik ekonominin yıkılması bir stratejiye dayanmaktadır. Sadece bir askerî ve güvenlikle ilgili bir strateji değildir söz ettiğimiz. Aynı zamanda malî bir stratejinin varlığını da vurgulamaya çalışıyoruz. Geçimlik ekonomi yıkılmış ve Kürtler piyasaya tehcir edilmeye başlanmıştır. O bölge piyasalaştırılmaktadır. Piyasalaşmayla birlikte, o bölgede bir alt komprador sınıf hızla güçlenmiştir. Bu güçlenme Özal döneminde kurumsal hale getirilmiştir. Bugün de yürürlükte olan koruculuk dahil olmak üzere tüm araçlar Özal döneminde yapılandırılmıştır.

Neo-liberalizmin peygamberi olan Özal, bugün Kürtlere yönelik şiddeti yaratan mekanizmanın kurucuları, ataları arasında yer almıştır. Ama Türkiye'de çelişkileri “sivil toplum ile devlet” arasına sıkıştırmış olan anlayış, bunun üzerini ısrarla örtmektedir. Bunun üzerini örtmenin faydalarını da görmüşlerdir. Çünkü Kürt politikası, narko-politikle semiren, bu konuda uluslararası istihbarat örgütleri ve Türkiye'deki kirli savaş düzeneğini işleten güçlerle ortak hareket eden bir ilişkiler bütününün içine düşmüştür. Gelinen nokta da, müteahhitlik hizmetleri ve o ilişkiler bütünüyle bağlantılı bazı fonların aklanmasına bağlı olarak kendini geliştiren alt komprador bir yapılanmaya doğru sürüklenmiştir. Ne yazık ki, Kürt hareketleri son dönemde “demokratik cumhuriyet” vurgusunu ön plâna çıkartırlarken bu sınıfsal arka plânı unutturmuşlardır.
Komprador bir Kürt burjuvazisinin ortaya çıkmış olması, çekirdek halinde bulunan böyle bir burjuvazinin “kirli savaş”ın yararlanıcıları arasında olması ve neo-liberal tezlerle bütünleşmeleri gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor. İş öyle bir hale geliyor ki, şunu söyleyebiliyorlar; “Dünya artık küreselleşti. Biz artık bu saatten sonra bağımsızlık da istemiyoruz. Bir Türk devleti olsun ve bu Türk devleti etnik anlamda kendi özerkliğini ilân etmiş, yerelleşmiş bölgesel güçlerle, bu güçlerin meclisleriyle uzlaşsın. Bu temelde yeni bir yapı oluşsun. Bu yapı giderek bölgeye de taşırılsın. Mesela, Kuzey Irak'ta da kendine alan açsın. Bu bölgeselleşme bizim açımızdan yeterlidir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı denildiği zaman bizim aklımıza gelen budur”.

Bu argümanlar, Avrupa emperyalizminin “etnik parselasyon politikası”nın bu bölgeye yansımasıdır. Üstelik de, bunu bir ilericilik kisvesi altında savunabiliyorlar. Oysa ki, bu anlamda bir yerelleşme, yer yer feodal ölçeklere de taşıyan, ilkel, vahşi bir komprador burjuvaziye hukukî, ekonomik iktidarını sağlamlaştıracak yetkilerin devredilmesi anlamına gelir. Bu çerçeve içerisinde ne yaparlar?

Uluslararası sermaye ve küresel şirketlerle doğrudan muhatap olmanın avantajlarından yararlanmayı “ulusların kendi kaderini tayini” gibi yuttururlar.

Suat PARLAR

TÜSİAD Vesayeti (1. Bölüm) için:
www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx

ABD, Öcalan'ı bu şartlarla teslim etti
13 Mayıs 2011
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesiyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Türkiye'deki açıklamalarıyla sık sık gündeme gelen ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone, yine ses getirecek bir açıklamaya imza attı. Terör örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'nın yakalanarak Türkiye'ye getirilmesiyle ilgili önemli açıklamalarda bulunan büyükelçi Ricciardone, Öcalan'ın Türkiye'ye teslim koşullarını ilk kez açıkladı. Ricciardone, en önemli soruyu ise bakın nasıl geçiştirdi.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone, terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanarak Türkiye'ye getirilişinde ABD'nin rolüne ilişkin önemli bilgiler verdi. 32. Gün programında Mehmet Ali Birand'ın sorularını yanıtlayan Ricciardone, "O dönem Türk, Yunan, Amerikan ve Kenya hükümetleri hep beraber istişare içinde bulunduk" dedi.

İŞTE ABD'NİN O KOŞULLARI

Mehmet Ali Birand'ın, Amerika'nın Öcalan'ı Türkiye'ye teslim ettiği yönünde bir kanaat olduğun belirtince, büyükelçi Ricciardone, "Biz teslim etmedik. sadece Türkiye'nin işini kolaylaştırdık" diye konuştu. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, Başkan Clinton'ın Öcalan'ın Türkiye'ye verilip verilmemesi kararının belirleneceği toplantıda "Öcalan'ın yolda ölmemesi", "Doğru bir dava görmesi", "Kürt sorununda önemli adımlar atılması" gibi koşulları olduğunu doğruladı.

O KRİTİK SORUYU GEÇİŞTİRDİ

Elçi, Ricciardone, Birand'ın "En önemli şart idam edilmemesi miydi?" sorusuna ise "hatırlamıyorum" yanıtını verdi.
haber10


15 HAZİRAN NEDEN KRİTİK?
SERDAR AKİNAN
14 Mayıs 2011

Ortadoğu'da yaşananları olabildiğince yakın takip ederken fırsat bulup Kürt meselesinde ne olup bittiğine dair bir türlü kapsamlı bir yazı yazamadım. Gelinen noktayı sürecin belki de en kritik aşaması olarak görüyorum.

12 Haziran seçimleri sonrası oluşacak Meclis, yüzde 10 barajı ve siyasi partiler kanunundan ötürü yeni anayasayı yapma yetkinliğine sahip değildir.
Bugüne kadar 'Ben yaptım oldu' diyen kesimin bugün karşısında durabilen tek yapı, Kürt siyasal hareketidir. Bu hareketin içinde ellerinde silah olmayanlarının halini KCK davasında görüyoruz. Malum dinlemelerle onları da hapse attılar. Elbette medya ayağı da sağlam çalıştı ve çalışıyor.
Muhafazakar demokratların önderliğindeki koronun 'Derin PKK' ve 'Ergenekon' bağlantısı üzerinden kurgulamaya çalıştığı tablo mevcut gerçeklik karşısında biçaredir.
Eğri oturup doğru konuşulması gereken bir noktadayız. Öcalan, İmralı'da devlet adına konuşan birileriyle pazarlık masasında.
'Buradaki görüşmeler elbette önemlidir, heyet ciddidir. Heyette devletin ciddi kurumlarının temsilcileri vardır. Devlete etki edebilecek güçte bir heyettir. Heyetin devlete, siyasi partilere, topluma etki edecek nüfuzu vardır. Ama henüz devlete, siyasi partilere, topluma etki etmemiştir.' diyen Öcalan'ın ısrarla 15 Haziran'ı işaret etmesini çok önemli buluyorum. İktidar odaklarının, dışarıdakileri ve dağdakileri evcilleştirme çabasına karşın hareket bugün bir coğrafyayı tuttuğunu ve çok ciddi toplumsal bir tabana sahip olduğunu ispat etmiştir.
O nedenle Öcalan'ın,
'Ben, 15 Haziran'dan sonra 'ya büyük anlaşma olur ya da topyekun büyük bir savaş olabilir, kıyamet kopar' demiştim. Hem kırda hem şehirde topyekun bir halk savaşı gelişebilir. Bunun da sonuçları çok ağır olur. Böyle halk savaşı, sokaklarda, şehirlerde her yerde olur, hatta iç savaş olabilir, demiştim. Tekrar söylüyorum iç savaş olursa bundan yalnızca Kürtler etkilenmez, herkes etkilenir. Zerre kadar onuru olan her Kürt'ün bir saat bile beklemeye tahammülü kalmaz. Kürtlere açık açık söylüyorum. Böyle bir durumda da burada beni ölmüş bilsinler, burada pratik önderlik yapamam. Daha bir aydan fazla zaman var.' demesini iyi anlamak gerekir. Türkiye'nin bir yarısı olan bitene 'terör' derken, hatırı sayılır bir kesim 'siyasal mücadele' diyor. Seçim ekranlarında siyasetteki aktörlerin seviyesiz, vizyonsuz ve samimiyetsiz konuşmalarına bakarak çok büyük endişe duyuyorum. Tahrir göndermesini henüz pek az kişi kavramış vaziyette. Oysa büyük medyamızın Türkiye'ye göstermediği (veya çarpıtarak gösterdiği) fotoğraf kareleri Tahrir'in kat be kat ötesinde... Kendilerine muhatap aldıkları ve kapalı kapılar ardında pazarlık yaptıkları insan bakın ne diyor:
'Türkiye'de iki blok vardır. Birincisi milliyetçi-ulusalcı bloktur, bunu MHP ve CHP temsil etmektedir. MHP hala bu bloğun katı temsilcisidir. İkinci blok İslamcı-Türkçü bloktur. AKP bunu temsil ediyor. Bizim geliştirdiğimiz üçüncü blok, milliyetçilik, dincilik, etnikçilik, mezhepçilik değil demokratik toplumsalcılığı esas alan demokratik ulus bloğudur. Ben bu sürece demokratik anayasal çözüm süreci demiştim. Eğer hükümet bu çözüm sürecine gelmezse, büyük bir savaş çıkarsa üç ay bile dayanamaz.'
Bu gerçeğin maliyet hesabını yapamayanlar kayıt yapmakla meşgul...
O kayıtlar maalesef burada işe yaramayacak.

http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=202


Peren Birsaygılı Mut
Artık yeter...Edi Bes e!
19 Mayıs 2011


Tarih bir anneye diz çöktürenleri affetmeyecek !

Anneler gününden bir hafta sonraydı.

Hakkari’de düzenlenen cenaze töreninden ardından bir kare fotoğraf düştü ajanslara. 16 yaşındaki oğlu polis tarafından zorla gözaltına alınan bir anne, çevik kuvvet polislerinin önünde yere diz çökmüş, oğlunu bırakmaları için yalvarıyordu. Üstelik başörtüsünü de çıkarmış, dizlerinin üstüne koymuştu. Sonradan öğrendik ki; Bu öyle alelade yapılmış bir hareket değildi. Zira bir Kürt kadınının başındaki örtüyü çıkarıp dizlerinin üstüne alması ya da yere atması artık kavgaya bir son vermek istediğini gösteriyordu. “Yeter artık” diyordu. Çevik kuvvet polislerinden toplanan kalabalığa merhamet göstermelerini istiyordu, barış istiyordu. Ama en çok da oğlunu istiyordu.

Ancak nafile… Sonuç alamadı ve oğlunu bindirdikleri zırhlı polis aracının önünde kendini yere atarak “Oğlumun suçu yok… Ona bir şey yapmayın” diye haykırdı uzun süre.

Vicdanınız rahat mı?

Birçoğumuz bu içler acısı manzara karşısında en ufak bir rahatsızlık dahi duymadı. Vicdanları körelmişti çünkü. Her zaman olduğu gibi olup bitenler karşısında sessiz kalmak ya da daha da fenası o yere diz çöken anneyi kusurlu bulmak daha kolaydı. Oysa dünya imtihan dünyasıydı ve bir annenin böylesine yerlerde sürüklenmesine sebep olan, göz yuman, bu durum karşısında oralı olmayan veyahut bu durumda dahi iktidar dili ile konuşmaya devam eden herkes bu “insanlık” imtihanından sınıfta kalmıştı.

Bir annenin yerlerde sürüklenmesi karşısında acı çekmeyen, isyan etmeyen herkes sınıfta kalmıştı bu imtihandan. Bir halk, çocuklarının cesetlerini almak için canı pahasına sınır ötesine geçmeye çalışırken, verdiğimiz kayıplar karşısında ortak bir matem dilini savunmayan herkes kalmıştı sınıfta. Zira öldürülen Türk gençleri ile öldürülen Kürt gençlerinin yasını beraber tutabilirdik pekala. Yaptıklarının yanlış olduğunu bile düşünsek, onlar için de sızlayabilirdi göğsümüzün sol yanı. Asker ya da gerilla, ne fark eder. Aynı yaşlarda çocuklar, bu toprakların dağlarında birbirlerini vuruyorlardı.

Tarih bir anneye diz çöktürenleri affetmeyecek !

Türk, Kürt, Arap ya da Çerkez… Tüm annelerin yaklaşımı aynıydı evlatlarına. Bir anne ancak evladı için yere diz çökebilir, ancak evladı için böylesine bir aşağılanmaya göğüs gerebilirdi. O Kürt anne de öyle yaptı.

Pekala…

Bugün haklı olarak Filistin’deki ya da Suriye’deki anneler için ağlayanlar, çevik kuvvet polisinin önünde yere çöken annemiz için de gözyaşı dökecek misiniz? Bir anne ayaklarının dibinde sürünürken, ona adeta ruhsuz bakışlarla bakan çevik kuvvet polisini de lanetleyecek misiniz?

Biliyor musunuz; Bu günler de gelir geçer…Aylar geçer, yıllar geçer, iktidarlar değişir, muktedirler yer değiştirir…Tarih bu…Geride onlarca mazlumun ahını bırakarak devam eder, ağır aksak yürüyüşüne.

Ancak bir şey var ki; Bir annemize diz çöktürenleri, buna göz yumanları ya da bu durum karşısında vicdanında en ufak rahatsızlık duymayanı, gözbebeklerinde bir damla dahi olsun yaş biriktirmeyeni ne Allah affeder, ne de tarih affeder…

perenbirsaygili@gmail.com

KANDİL NOTLARI
SERDAR AKİNAN
23 Mayıs 2011

Murat Karayılan'la bu röportajı oldukça uzun zamandır bekliyordum.

Şam'da Suriye olaylarını izlerken beklediğim haber geldi. Ertesi günü Beyrut'a oradan da İstanbul'a geçtim. THY'nin İstanbul-Erbil uçağına bindiğimde kiminle nerede ve nasıl buluşacağımı bilmiyordum. Erbil'e gece yarısı indim. Sabah uyandığımda telefonum çaldı ve ahizedeki ses 'Hazırsanız sizi bu akşam alalım...' dedi. Akşam üzerine doğru dört çeker bir araçla sadece biri Türkçe konuşan iki kişi kaldığım otele geldi ve yola çıktık. Güzergah boyunca KDP'nin çeşitli kontrol noktalarını aştıktan sonra artık Kandil güzergahından başka istikamete gidemeyeceğimiz bir yola saptık. Şoför, 'Üç kontrol noktası geçeceğiz' dedi. İlk ikisinde sorun yaşamadık. Ancak son noktada aracı kontrol eden peşmerge çantaları açmamı istedi ve kameraları bulunca araçtan inmemi istedi. Barakamsı bir kulübeden sivil giyimli bir peşmerge geldi ve ileriye gidemeyeceğimi söyledi. Çaresiz geri döndük. Benimle başından beri irtibatta olan arkadaşı aradım o ise gayet sakin bir tonda, 'Serdar Bey, çok yaklaştınız. Merak etmeyin sizi almaya bir arkadaş gelecek. Yalnız biraz yürüyeceksiniz' dedi. Bir saat sonra dolunayın ışığında dere yataklarından ve tepelerden yürümeye başladık. Yanımdaki üç parça eşya vardı. Tripod, dijital bir kamera ve şahsi eşyalarım. Benim için son derece zorlu bir yürüyüş oldu. Yaklaşık yarım saat sonra bir köye ulaştık ve burada bir eve girdik.
Birkaç dakika sonra PKK'ya özgü üniforma içinde biri içeri girdi. Haftalardır konuştuğum ses, ete kemiğe bürünmüştü. Gülümseyerek elini uzattı: 'Serdar Bey hoş geldiniz ben Deniz...'

KANDİL'DE 72 SAAT
Ertesi sabah bir pick-up içinde elinde kamera ve Kalaşnikof olan iki militan kız ve Deniz geldi.
Kısa bir sohbetin ardından cep telefonumun aküsünü söküp şahsi eşyalarımı bıraktım ve teknik malzememi yanıma alarak yola çıktık. Yol boyu gördüğüm manzara gerçekten inanılmazdı. Asfalt boyunca birçok köy vardı. Ve bu köylerde görebildiğim kadarıyla normal yaşam devam ediyordu. Fark yaratan tek görüntü geçtiğimiz kontrol noktalarında PKK ve HPG bayraklarının gölgesinde geçen araçlarda kimlik tespiti yapan HPG asayişi ve yol boyunca ikili üçlü gruplar halinde sohbet ederek yürüyen omuzlarında Kalaşnikof asılı gençlerdi.
Son derece belirgin bir kadın varlığı ilk dikkatimi çeken şey oldu.
Bir süre sonra asfalttan ayrıldık ve dağlara tırmandık. Bir dağ köyünde durduk. Köy evinin bahçesindeki silahlı insan sayısından içeride beni bekleyen şahsın kim olduğu konusunda bir fikir oluştu. İçeri girdiğimde beni ayakta karşılayarak elimi ilk sıkan Murat Karayılan oldu.
Kısa bir sohbetin ardından kameramı hazırladım ve çekime başladık. Yaklaşık dört saat süren kayıtlı sohbetin ardından bir başka odada hazırlanan yemeğe geçtik. Masanın etrafında PKK, PAJK ve HPG'nin üst düzey sorumluları oturuyordu.

KAVRAM KARMAŞASI OLMASIN
Karayılan'a bu sohbette öncelikle bu isimleri ve açılımlarını sordum. PKK'nın bir üst yapı olarak durduğunu tıpkı bunun gibi PAJK (Partiya Azadiya Jina Kurdistan. Kürdistan özgür kadın partisi) da tepe kadın partisi olduğunu anlattı. KCK (Koma Civaken Kurdistan) Kürt hareketinin silahlı mücadele yürütmeyen idari kolu. Bu yönetsel yapının yürütme konseyi başkanı sıfatıyla konuşan Karayılan; Avrupa, Kandil, Suriye, İran ve Türkiye'de iki yılda bir nasıl seçim yapıldığını 300 kişilik meclisin nasıl oluştuğunu ve yürütme konseyinin çarşaf liste ile seçildiğini detaylı olarak izah etti.
'Peki PKK nedir?' sorusunu ise şöyle yanıtladı:
'PKK, KCK'nın ideolojik gücüdür. Önderlik felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumludur. Bu çerçevede demokratik konfederalizm organlarının demokratik kurumlaşmasında yer alırlar. KCK içerisindeki her PKK kadrosu ideolojik, ahlaki, felsefik, örgütsel ve yaşamsal ölçüler açısından pkk yapılanmasına bağlıdır.' Mesela PKK'lılar 'ocak' denilen bir akademide eğitiliyormuş. KCK'nın aslında adevleti yani devletsiz bir yapıyı hedeflediği vurgusu bana çok çarpıcı geldi. 'Biz devletleşmeyi özgürlüğe ve demokrasiye aykırı görüyoruz. Toplumun tabandan başlayarak örgütlenmesi ve kendi sorunlarını kendi imkanlarıyla çözme sistemidir. Sorunların çözümünü, devletçi sistemde ve devlette arama yerine, demokratik örgütlenmenin ortaya çıkardığı toplumsal güçte gören bir örgüttür. KCK sistemi her şehir, ilçe, kasaba ve köyde meclislerin ve komünlerin örgütlendirilmesi ile gerçekleştirilir. Komünler ve meclislerin geliştirilmesi ile toplumun örgütlülüğü sağlanabilir, halk irade haline getirilebilir, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilir, kendine yeter hale gelebilir, kendini yönetebilir. KCK, siyaset akademileri, kent meclisleri, kongreler ve kooperatiflerden oluşur.'
Peki silahlı saldırıları kim yapıyor? Bizim kullandığımız şekliyle aslında PKK değil HPG yapıyor. HPG yani 'halk savunma güçleri'... HPG, KCK'dan bağımsız fiilen özerk bir yapı ama pratikte eşgüdüm içinde.
ÜTOPYA PRATİĞİ
Karayılan'ın tarifini yaptığı yapı birçok liberterin farklı motiflerdeki ideolojik felsefi ütopyalarına oldukça yakın. Öcalan'ın 'Konfederalizm' ve 'Ekolojik toplum' kavramlarını ünlü liberter Murray Bookchin'den aldığını biliyordum ama bunu Kandil'de pratiğe geçirilmiş olması dışarıdan bakana sosyolojik bir laboratuvar havası yaratıyor.
Bir örnekle anlatmak gerekirse...
Kandil tamamen örgütün kontrolünde. Kandil bir kamp ve bir tepeden ibaret değil. Yaklaşık 60 köyü içinde barındıran son derece dağlık, içinde derin vadiler olan yeşil, sert ve geniş bir coğrafya.
Bu coğrafyada hastaneler, okullar, bakkallar var.
Yukarıda anlatılan ideolojik felsefi adevlet Kandil'de hayata geçirilmiş. Burada yıllardır yaşayanların anahtarı, kredi kartı, nakit parası, tapusu ve marka malları yok. Hayatlarında, bürokrasi, fatura veya kira ödemeleri yok. Mülksüzler... Komünal yaşıyorlar.
Kadın bu yaşamın en güçlü unsuru. Yüzde 40 cinsiyet kotası var. Yani bir cins hiçbir yapılanmada yüzde 40'ın altında temsil edilemiyor. Avlanmak tüm Kandil'de... İçki ve uyuşturucu örgütte yasak. İdam ezası kaldırılmış. Eğitim ve sağlık hizmetleri konseye bağlı yürüyor. Adalet yapısı özerk. Bu yüzyılda hele bu coğrafyada küresel sistem açısından tam da bu modelden ötürü bir tehdit. Belki de bu nedenle, Kandil'in yerlisi PKK ile ilgisi olmayan binlerce köylü, örgüte gerçek anlamda ve gönüllü olarak 'yardım ve yataklık' yapıyor.

http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=203

Karayılan: 'Ne Ergenekon'u kardeşim?'
25 Mayıs 2011
Murat Karayılan’la görüşen gazeteci Serdar Akinan, “Ergenekon dağa çıktı” iddiasının Kandil’i kızdırdığını söyledi. Karayılan, Akinan’ın sorusuna karşılık “Ne Ergenekon’u kardeşim? Bilgimiz dışında bir şey olmaz” demiş.

İSTANBUL - Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan, PKK’nın Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la Kandil Dağı'nda görüştü.

Gazeteci Serdar Akinan, Murat Karayılan’a seçim süreci ve Kürt sorununun çözümü konusundaki görüşlerini sordu.

NTV’de yayınlanan “Yazı İşleri”ne katılan Serdar Akinan, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.

Ruşen Çakır’ın soruları ve Serdar Akinan’ın bu sorulara verdiği yanıtlar şöyle;

Röportaja nasıl tepkiler geldi?

Tahmin edebileceğin gibi Türkiye'nin polarizasyonu tepkilere yansıyor. Şahsıma ve gazeteye yönelik çok sert tepkiler de var. Bu süreçte Murat Karayılan’la görüşme, kritik bir görüşmeydi. O açıdan olumlu tepkiler de geldi.

Cemil Bayık, Duran Kalkan kendi medyalarına röportaj veriyor ama Türk medyasına geldiği zaman sadece Murat Karayılan konuşuyor. Niye hep Karayılan?

Yürütme Konseyi Başkanı biliyorsun. Kongre seçimi yapıldı, iki yıllığına tekrar seçildi. Belirgin bir şekilde Karayılan öne çıkmış vaziyette. Türk medyasına çok sık çıkmıyorlar. ‘Bunu çok daha sık yapmamız gerekiyor’ dediler. Karayılan bu konuda tamamen örgütün sözcüsü konumuna gelmiş vaziyette.

Burada başlığa çıkartılan neydi?

ABD, Kürtleri kurban etti. Benim yaklaşık bir yıldır başvurum vardı, Kandil’e gitmek için kanallarla uğraşıyordum. Son üç aydır Suriye ve Lübnan özelinde Ortadoğu’daki gelişmeleri takip ettiğim için -zaten sen de tahmin edersin- söyleşiden sonra uzun bir sohbet edilir. Merakla ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Ve bunu çözümlerken elbette kendi hareketi açısından da ne olup bittiğine dair kafa yoruyor. Gerçekten çok derinlikli okumalar yapıyor. 'Ortadoğu’da haklı bir kalkışma var, fakat batılı sistem bunu bir şekilde restorasyon haline getirip raf ömrü dolmuş, otokratik liderleri değiştirip yeni bir tablo ortaya çıkarmaya çalışıyor. Dolayısıyla bu tabloda Türkiye'ye biçilen rol, özellikle AK Parti’ye biçilen rol, ılımlı İslam rolü. Bu konuda, AK Parti’nin en üst kreması diyelim, bu kesimin ABD Başkanı Barack Obama’yla özellikle Amerikan sistemiyle bir şekilde bu rol model özelliğini koruması konusunda mutabakata vardığını, buna mukabil Kürt konusunda da ‘sen gereğini yap’ şeklinde bir kararlaşmaya vardıklarını söyledi. Benim aldığım fotoğraf şu; 2011 yılını çözüm yılı olarak görüyor ve bu konuda Öcalan’ın verdiği 15 Haziran tarihini hazırlıkla karşılıyorlar. Gördüğüm şu ki, sadece bir eylemsizlik sürecinin fiili açıdan kendileri açısından sona ermesi değil, topyekün bir saldırının başlayacağı hazırlığı içindeler. Dolayısıyla bu onlar için önemli bir eşik.

12 Haziran’da seçim olacak, 3 gün sonrası yani...

Aylardır İmralı’da yapılan görüşmelerde üç başlıkta anlaşmışlar. Bu anayasa komisyonunun kurulması, bu geçiş süreci ile ilgili bir takım yapılar... Aç ayrı konuda Öcalan’la bir mutabakat sağlanmış, ikna olmuş bu heyet. Bir şekilde siyasete bunu yansıtamadığı için bunu sokakta karşılığını görmedikleri için diyorlar ki 'Öcalan’ın verdiği tarihin bununla ilgisi var.' Elbette 12’sinden sonra bir balkon konuşması bekleniyor, eğer öyle olursa sonrasında belki bu olmayabilir.

Sabah gazetesinde bir manşet var, ‘Ergenekon dağa çıktı’. Mutlu Çölgeçen’in haberi. Diyor ki, iki ayrı tarihte 2 Mart’ta ve 4 Nisan’da iki kişi PKK’nın Ankaralılar grubu -Cemil Bayık ve Mustafa Karasu’yu kastediyor- herhalde bunlarla görüştüler. Seçim sürecini eylemlerle kilitlemek seçmen üzerinde baskı oluşturmak, AK Parti’yi bölgede sıkıştırmak konusunda anlaştılar. Bunu daha öncede Başbakan bir şekilde söyledi. Adalet ve Kalkınma Partisi çevreleri de söylüyor.

Ben Kandil’deyken de Silivri-Kandil ittifakı çokça konuşulur olmuştu. Tabii bu bir bilgi, ben bunu özellikle sordum. ‘Kastamonu saldırısı, Reşadiye gibi kontrolünüz dışında gelişen bir saldırı mı?’ diye. Aynen şunu söyledi; ‘Biz eylemsizliği başlattığımızdan beri 30’dan fazla kaybımız oldu’ dedi. Hatta ben gittiğimde 12 kayıpları daha vardı. ‘Biz silahlı birimi zor tutuyoruz. Misilleme hakkı vardır; erzak taşırken, sınırı geçerken saldırı oluyor. Bunlar da kendini savunmak durumundadır. Kimseye ben kendini savunma diyemem.' Ergenekon bağlantısı diye sıkıştırınca ‘Ne Ergenekon’u kardeşim?’ diye bağırmaya başladı, sinirlendi. Dedi ki; ‘Kandil burasıdır, bizim bilgimiz dışında bir şeyin olması söz konusu değil. ‘AK Parti’den bize adam gönderdiler, araya adam koydular. Biz reddettik. Biz bu kadar kritik bir eşiğe getirmişiz. Yıllardır süren silahlı bir mücadele, siyasal bir mücadele var.’ Artık eşikte olduklarını düşünüyorlar. 'Ben o aşamaya getirmişim, Öcalan görüşüyor zaten. Sonrasında hazırlığımızı eskisi gibi yapmaya başladık’ diyor.

Peki bu Kastamonu saldırısının mantığı ne olabilir, seçimleri zora sokmak mı?

‘İki mantığı var. Birincisi; seviyemizi, eylem kapasitemizi görmeniz açısından... Akdeniz ve Karadeniz’de onca teknolojiye, hazırlığa, dinlemeye rağmen biz burada barındığımızı, eylem koyabileceğimizi göstermek istedik. İki, bütün bu İmralı görüşmesi devam ederken Diyarbakır sokaklarında eline silah almak yerine çadır kuran insanların üzerine panzerler gittiği için polisin doğrudan AK Parti himayesinde ve emrinde olduğunu bildiğimiz için, doğrudan polisini Diyarbakır sokağından çek mesajı verdik' dedi. ‘Başbakan’ı mı hedef aldınız?’ dedim. 'Başbakan'ı örgüt olarak hedef alacak olsak, böyle aldırmazdık’ dedi.

Başbakan Hakkari’ye gitti. Bin kadar izleyici, bütün dükkanlar kapalı. Ama dün Kemal Kılıçdaroğlu gitti; dükkanlar açık, bayağı kalabalık. Belediye Başkanı karşılıyor, sloganlar Erdoğan aleyhine, Kemal Kılıçdaroğlu lehine. Bu bana fazlası ile garip geliyor. Baktığınız zaman, Kürt sorununa sahip çıkma konusunda daha Kemal Kılıçdaroğlu ‘Kürt’ demeye yeni yeni başladı. Ama öteki tarafta bir şeyler yapmış, Kürt açılımı başlatmış bir iktidar var.

Özellikle cemaatle ilgili bir takım şeyler de sordum. Malum bir imam öldürdüler, Hakkari’de Başbakan ona da gönderme yaptı. Öylesine daraltmış vaziyetteler ki, hedefi bugüne kadar hiç sahip olmadıkları düzeydeki toplumsal desteği de oraya kanalize etmeyi çok iyi başarıyorlar. Gördüğüm o ki; hedefi daraltarak sadece AK Parti üzerine yoğunlaşıyorlar, bence bütün politikaları bunun üzerine kurulu. Dolayısıyla aslında Diyarbakır gibi, Hakkari gibi bir yerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin alanının bu kadar açılması aslında süreç itibarıyla bakıldığında bir şans. Ama şu MHP kasetlerine baktığım vakit, asıl kırılma noktası orası. Seçim sonrası oluşacak tabloda ben CHP’den çok ‘MHP’li bir Meclis mi, değil mi?’ sorusunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin önü açılıyor ama CHP’nin bölgede yüzde 10’u bile aşması çok zor. Bölgede çok güçlü olan birçok belediyeyi de elinde tutabilen bir parti var. CHP, BDP’nin rakibi değil bölgede ama AK Parti rakibi.

Üzerinde takılı kaldığımız, mesela şu Ergenekon bağlantısı görüştü-görüşmedi muhabbetleri bana çok gerçekçi gelmiyor. Orada geçirdiğim üç gün boyunca aldığım izlenim bende ne yarattı diyorsan, ben bir gazeteci olarak çok derin bir endişe duyuyorum. Medyanın gündeminde bu boyutta olmaması... Önceki haftalarda fotoğraflarını gördük Tahrir’in, Tunus’un ve Libya’nın... Diyarbakır’da cenazelerde on binler, yüz binler katılıyor. Sadece YSK’nın kararından sonra oluşan o kaosta sokağın halini gördük. Türkiye'nin gelmekte olan tsunamiyi görmesi gerek diye düşünüyorum.

Sen orada belgesel mi çektin?

Evet, belgesel çektim. Malum, Türkiye'de yayınlama şansım yok. Bu benim için bir anlamda vicdani bir hesaplaşmaydı. Yani 'Kan Uykusu’ndan sonra ben dağın öbür tarafını da yapmak istiyordum, amacım buydu. Ama Türkiye'de gösterme şansım olduğunu düşünmüyorum, dünyadaki festivallere göndereceğim.

ntvmsnbc

SOSİS VE SİYASET İLİŞKİSİ
11 Temmuz 2011

Devlet, Kürt meselesinin halli konusunda somut adımlar atıyor. Yetkili ve etkili bir heyet devlet adına Öcalan'la bir protokol üzerinde anlaşmaya vardı. Bu tarihi aşamayı Öcalan açıkladı. Medyamız ise özenle örtmeyi başardı...Oysa sürecin özellikle tabandaki Kürtler ve Türkler açısından tüm detaylarıyla bilinmesine bir kararlaşma anında çok ihtiyaç duyulacak. Sosyal psikoloji bu siyasi süreci bir oldu bittiyle sindirir mi orası meçhul. O nedenle ortalığa saçılan tüm verileri cılız da olsa paylaşmak bir sorumluluk.

Bir Alman atasözü, ‘Sosis imalatı ve siyasi pazarlık halkın önünde yapılmaz’dermiş. Öcalan’ın devletle bir protokol üzerinde mutabakata varmasının medyada ve kamuoyunda yeteri ilgiyi görmemesi nedense bende bu sözü çağırıştırdı. Görmemezlik(saklama hali) meselenin önemini hafifletmez. Türkiye tarihi bir kavşakta ilerliyor ve istikamet giderek netlik kazanıyor. Önceki yazımda Öcalan’ın avukatları aracılığıyla ilan ettiği yol haritasının ana hatlarını yazmaya çalışmıştım. Öcalan bu açıklamasında, ‘Ulusal Konferans’ çağırısı da yapıyor. Ulusal Konferans’ı tarif ederken demokratik özerkliğin onlarca ayağından birini; siyasi iskeletinin, bir anlamda, ana hatlarını ifade ediyor: ‘’Ulusal konferans içinde ve bünyesinde bir parlamento oluşturulmalıdır. Filistin'deki FKÖ modeli örnek alınarak bir parlamento oluşturulabilir. İkinci şey de bu parlamentonun bir yürütme organını oluşturmaktır. Hatta buna gölge kabine de diyebiliriz. Bu şekilde parlamentonun da bir yürütmesi olmuş olur. Ulusal konferansın yapacağı üçüncü ve en önemli şeylerden biri de silahlı güçlerin koordinesidir. Barzani'nin silahlı güçleri veya Irak Kürt federasyonu silahlı birlikleri ve diğer silahlı güçlerin koordinesi sağlanmalıdır. KCK'nin temsilcisi de ulusal konferansta yer almalı ve KCK kendi temsilcileriyle kendisini temsil etmelidir.” Çevremdeki siyasete ilgili oldukça geniş bir kesimin ‘Kürtler adına siyaset yapanlar ne istiyor?’, ‘Demokratik Özerklik’le ne kastediliyor?’ gibi son derece samimi soruları var ve gördüğüm o ki bir parça endişe ama temelde merakla olan biteni anlamaya çalışıyorlar. Bu süreci onlara antalacak bir medya maalesef yok. Ve burada asıl sorumluluk Kürtler adına siyaset yapan çevreye ait. Kendilerini ısrarla ve samimiyetle, her zeminde(gerekirse zemin inşa ederek) anlatmalılar. Bu arada tüm bunlar yaşanırken meselenin bir Kandil bir de Diyarbakır ayağı var elbette. Diyarbakır’da toplanan BDP İL Başkanları sürece ilişkin somut taleplerini dillendirdiler: -Öcalan'ın koşulları düzeltilmeli, diyalog ve müzakerede alacağı rolün önü açılmalıdır. -Barış Konseyi, Anayasa Konseyi ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu derhal Meclis tarafından kurulmalı ve karar altına alınmalıdır. -KCK davaları düşürülmeli, tüm tutukluları serbest bırakılmalıdır. -Demokratik, eşitlikçi ve cinsiyet özgürlükçü anayasa ertelenmeden Meclis tarafından gündemleştirilmelidir. -TMK, CMK, Seçim ve Siyasi Partiler Yasası başta olmak üzere tüm anti demokratik yasalar kaldırılmalıdır. -Ulus devletin aşındığı yerelliğin ve yerindeliğin önem arz ettiği günümüz dünyasının âdemi merkeziyetçi anlayışı gereğince Demokratik Özerklik tüm Türkiye'de uygulanmaya konulmalıdır. -DTK, Kürt siyasallaşmasının ulaştığı düzey dikkate alınarak, Demokratik Özerk Kürdistan'ın siyasal, sosyal, kültürel, ekolojik, ekonomik alanlarındaki politikalarının tartışılması gündemiyle olağanüstü toplanmalıdır.

Kaynak: http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=801

PKK: Kaçırılan 2 asker, halka işkence yapıyordu
PKK'ya yakınlığı ile bilinen bir internet sitesinde yapılan yazılı açıklamada esir alınan 2'si asker 1 sağlık görevlisi için "Esir alınan askerler Kürdistan'da halka baskı ve işkence yapan kontra bir birlik" dedi. 11.07.2011 haber1001

Selahattin Demirtaş PKK formülünü açıkladı
24 Temmuz 2011
BDP'nin Van'daki yaz kampı çerçevesinde yaptığı toplantı sona erdi.

BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, toplantı sonrası gazetecilerin sorularını cevapladı.

Demirtaş Başbakan Erdoğan'ın PKK'ya çağrı yapmasını isteyerek, "Görüşmeler yapıldığı söyleniyor. Başbakan PKK'ya çağrı yapsın. Barış iradesini açıkça ortaya koysun. Bütün sorunların barış içinde çözüleceği, anayasal çözüme açık olduğunu, şiddetin çözüm getirmeyeceğini, asker ve siyasi operasyonlar ile PKK'nın eylemlerinin sorunları çözmeyeceğini ifade etsin. Bu çağrıya karşı PKK illede ben askere eylem yapacam illede silah kullanacağım derse bizde dahi herkesten tepki görür" dedi.

Diyarbakır'da demokratik özerkliğin ilan edilmesinin ardından eleştirilerin odak noktası olan BDP, kendi içinde demokratik özerklik, TBMM'yi boykotu ve güncel konuları değerlendirip yol haritası çıkarmak için Van'da 4 günlük kampa girdi. Dört gün boyunca kapalı kapılar arkasında görüşmeler yapan milletvekilleri kampı Van'ın Gevaş İlçesi'ndeki Akdamar Adası gezisiyle sonlandırdı.

Kamp boyunca milletvekillerinin ağzını bıçak açmazken, BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, gazetecilerin sorularını cevapladı. Demirtaş, bugün Mardin'in Ömerli İlçesi'ne bağlı İkipınar Köyü'nden görev yaptıkları karakola dönerken PKK'lılar tarafından şehit edilen üç askerle ilgili de açıklamalarda bulundu.

Demirtaş, kayıpların ortak acı olduğunu belirterek, "Bunlar Türkiye'nin karşılaşabileceği en acı olaylardır. Önceki gün Şemdinli'de iki PKK'lı, Silvanda 20 ölüm. Bugün Mardin'de üç insan. Gata'da bir teğmen. Bunlar hepsi Türkiye'nin ortak değeridir. Kayıplarımız ortak acımızdır. Bunları durdurmak siyasetçinin boynunun borcudur. Siyaset başarılı olsa bu ölümler yaşanmaz. Siyaset kendi başarısızlığını bu gençlere ödetiyor. Çözümsüzlük olduğu için barışı gerçekleştiremiyoruz. Yoksa barış bir günlük iştir. Yeterki siyasetçiler irade koysunlar bu işe" dedi.

PKK BARIŞ ÇAĞRISINA RAĞMEN EYLEM YAPARSA BİZDEN DE TEPKİ GÖRÜR

Barışın olması için Başbakan Erdoğan'a büyük görev düştüğünü anlatan Demirtaş, "Başbakana buradan bir kez daha sesleniyorum. Ortalığı velveleye veriyor. Irkçı milliyetçi bir söylem kullanıp 90'lı yılları hatırlatacak militarist çözümler ortaya koyacağına bu ülkede gerilimi nasıl birlikte düşürebiliriz, bu ölümleri nasıl acil durdurabiliriz, gelin bunları konuşalım. Birkez daha yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

Bu bir kışkırtma etnik çatışma haline getirilmemelidir. Herkes buna dikkat etmelidir. Burada Kürtlerin, Türklerin bir suçu yok. Ortada
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ağu 23, 2011 1:23 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 11, 2011 11:34 pm    Mesaj konusu: “KÜRT SORUNU” MU? Alıntıyla Cevap Gönder

“KÜRT SORUNU” MU?
EREN EĞİLMEZ
23 Temmuz 2011

Yıllardır Türkiye’nin bir numaralı gündeminin adı “Kürt Sorunu” “Kürt Sorunu” kavramının Türkiye’nin siyasal literatürüne yerleşmesi süreci konunun yakıcılığı nedeniyle neredeyse hiç tartışılmadı.

Oysa “Kürt Sorunu” kodlaması uluslararası bir denklemin tam ortasında duran bu meseleyi açıklamakta yetersizdir.

“Kürt Sorunu” kodlamasının bir diğer sorunlu kısmı ise kavramın tercüme olmasıdır.

Avrupa merkezli bir tanım olan “Kürt Sorunu”, Kürt siyasetinin kanaat önderlerince “Güneydoğu Sorunu” ya da “Terör Sorunu” adlandırmalarına alternatif olarak hızla benimsendi ama konunun doğrudan muhatabı olan güçlerin ilk kullandıkları tanımlar daha önceleri farklıydı.

Türkiye tarihinde “Kürt Sorunu” kavramına varılmadan önce konu bir etnik sorun olarak değil bir toprak sorunu olarak tanımlanıyordu. Özgürlük kavramı dar anlamda kültürel hakları değil geniş anlamda bir yurt sorununu ifade ediyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmi söylem olarak “bölücü faaliyet” tanımını, PKK ise “Kürt özgürlük hareketi” ifadesini kullanıyordu.

Batı ise, “Kürt Sorunu” tanımlaması sayesinde her iki tarafın kullandığı kavramları kullanmayarak hem bölge devletlerini hem de Kürtlerini memnun edebilmenin yolunu buldu.

Batı’da bugün “Kürt Sorunu” ile sürekli kıyaslanan diğer çatışma içeren örneklerin ise neredeyse tamamı bir etnisiteye değil toprağa işaret eder.

İngiltere’nin İrlanda, Fransa’nın Korsika, İspanya’nın Bask sorunu vardır sıra Türkiye’ye geldiğinde sorun asla “Kürdistan sorunu” değildir. Söz konusu Kürtler olduğunda mesele bir anda “Kürt Sorunu” oluverir.

Türkiye’nin bu kronik tarihsel açmazını Batı’nın da bir toprak sorunu olarak algılamak istememesinin nedeni açıktır. Mezopotamya’nın en eski halklarından olan Kürt nüfusunu 20. yüzyıl başında dört devlet arasında, dört parçaya bölen doğrudan Batı emperyalizminin kendisidir.

“Petrol emperyalizmin damarlarında dolaşan kandır” ve bu coğrafyanın madenleri ise emperyalizmin kalbine bağlanan damarlardır. Garbın Şark Meselesi bu yönüyle genel anlamda bir doğal kaynak stratejisi üzerine kuruludur.

Bölgemizde üzerinde Türk, Arap ya da Kürt halklarının yaşadığı hiçbir toprak parçası asla kendi kaderine terk edilmemiştir. Bu bölge halkları özellikle 20. yy itibarıyla hiç özgür olamadığı gibi bağımsız devletlerini –Türkler de dahil olmak üzere- asla kuramamışlardır.

Batı emperyalizmi bölgenin kaderini yalnızca silahlı kuvvetleri ve şirketleriyle değil aynı zamanda bölgede himaye ettiği işbirlikçi unsurlarıyla çizmiş ve bölge halklarının toprak eksenli her türlü özgürlük hareketini bastıracak bir yöntem geliştirmiştir.

Bölgemizde yaşanan her sorunun din, mezhep ya da etnisite eksenli tanımlanmasının nedeni gayet açıktır.

Coğrafyamız halklarının asıl sorunu özgürlük sorunudur ama bu özgürlük 21. yy’da daha da popüler hale getirilen kimlik sorunlarına indirgenemeyecek ciddiyette bir toprakların (dolayısıyla kaynakların) özgürleştirilmesi sorunudur.

Emperyalizm nasıl geçmişte birleşik Latin Amerika mücadelesinden korkmuşsa bugün de hem Arap hem de Afrika halklarının olası birlikteliğinden aynı derecede korkmaktadır.

Hele de farklı dil, inanç ve mezheplerden halkların anayurdu olan Anadolu’da kurulacak bir kardeş sofrası emperyalizm için katlanılamaz bir kâbustur.

Afrika ve Ortadoğu halklarının üzerinde yaşadıkları toprakları özgürce kullandığı, doğal kaynakları üzerinde bağımsız politikalar geliştirebildiği, ekonomik ve siyasi ortaklıklar kurup daha da ötesinde aralarındaki sınırları da kaldırarak siyasal bir birlikteliğe yol aldığı bir süreci emperyalizm asla kabul edemez.

Bugün sadece Türkiye’de değil geniş anlamda tüm coğrafyamızda ciddi sorun ve sıkıntılar vardır ancak bu sıkıntıların kaynağı asla ve asla “çağdışı, barbar” toplumları yöneten despot yerel idareciler değildir. Bu manzara bir sonuçtur ama neden değildir.

Coğrafyamız ülkeleri geri kalmış değil geri bıraktırılmış ülkelerdir ve Batı’nın bugün kanlı tasfiyelerinde rol kapmaya çalıştığı her rejim aslında doğrudan kendi eseridir.

Bölgemiz halklarının kendi yurtlarının zenginliklerinden aldıkları pay ile ülkelerini yöneten bir avuç azınlığın sahip olduğu kişisel zenginlikler kıyaslandığında ortaya çıkan resim her bölge ülkesi gibi ülkemiz Türkiye’nin de kaderi olmuştur.

Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’na kalkışacak ekonomik ve askeri gücü kendinde bulabilmesinde Harput bölgesinden Alman Krupp ailesine topraklarımızdan akıtılan zenginlik Türkiye’de acaba ne derece sorgulanmıştır?

Almanya ve 20. Yüzyıl başları yalnızca bir örnektir.

İngiliz, Fransız hatta Avusturyalı finans ve sermaye çevrelerinin bu topraklardan hangi aileler aracılığı ile bizlerden neleri çaldıkları tarihin kara sayfalarında öylece durmaktadırlar.

Osmanlı hanedanının egemenliği altında bulunan topraklardaki Bakır madenlerinin -içindeki altını ayrıştırmak için- Batı’ya akıtıldığı yıllarda “topraklarımızdan altınlarımızı çalıyorlar” diyen Ermenileri emperyalizm o topraklarda nasıl yaşatmadıysa, o maden ocaklarında yakacak hammaddesi olarak kullanmak için Dersim ormanlarına göz dikenler de ormanını vermeyen Dersim halkını kendi toprağında yaşatmadı.

Harput’un bakırını kromunu, Dersim’in ormanını yağmalayanlar ve o yağmacılara aracılık eden Osmanlı paşaları kimlerdi?

Topraklarımızda yaşayan halklarımıza ait olması gereken kaynakları aldıkları komisyonlar karşılığı ülke dışına taşıtan, saray çevresine çöreklenmiş işbirlikçi ailelerin kimler olduğunu neden hiç sorgulamadık?

Onların çocukları bugünün Türkiye’sinde hangi soyadlarını taşımakta ve halktan çalınanlar üzerine kurdukları zenginliklerini hangi araçlarla gözümüze sokmaktadırlar?

Muazzam bir sömürü çarkının içinde hem üzerinde yaşadığımız topraklar hem de bu toprakların gerçek sahipleri olan halklar tarihsel bir kırımdan geçirilmiştir. Bu “beşeriyet kırımının” başrolü Batı ise yardımcı oyuncuları da Osmanlı Sarayı’ndan başlamak üzere aşağıya doğru yönetici eliti oluşturan ailelerin tamamıdır.

Askeri bürokrasi ise bu servet biriktirme sürecinin öznesi değil, servet sahiplerinin hizmetinde birikim rejiminin uygulayıcı nesnesidir.

Hammadde ve pazar bölüşümünün kanla hayata geçirildiği bu coğrafyada dini ve kültürel baskılar sorunun başladığı aşama değil vardığı noktadır.

Kültür kavramının günümüzde nedense kullanılmayan diğer adı ekindir.

Kültür topraktan bağımsız olamaz ama her ne hikmetse çağımızda topraksız bir kültürel özgürlükten bahsetmek “akademi” çevrelerinde bile mümkün olabilmektedir.

Ekonomi, felsefe, sosyoloji ve hatta tarih kitaplarını bile “beyaz adam”ın yazdığı bir coğrafyada “akademi”nin de sömürgeleşmiş olması anlaşılır bir durumdur.

Coğrafyamız sorunlarının din, mezhep ve etnisite eksenli tanımlanması bir “beyaz adam” uyanıklığıdır. Bölgemizde yaşanan sorunların tamamı toprak ve kaynak sorunudur.

Batılı “insan hakları” savunucusu bazı kurumlar ve bu kurumların temsilcilerinin Türkiye’nin tarihsel, siyasal çelişki ve çatışmalarını “insan hakları koordinatlarına” daraltarak süreçleri kendi bağlamlarından kopartmalarının asıl nedeni budur.

İnançlar, mezhepler ve etnik-kültürel kimlikler arası çelişki ve çatışmaların sürekliliği bölgede “beyaz adamın” hareket serbestisini ve işbirlikçisini yaratabilmesinin koşullarını sunmaktadır.

Gerçek böyleyken Batılı “aktivistler” kendi toplumsal sistemleriyle ve tarihleriyle son derece barışıktır.

Öylesine barışıktırlar ki ne Türkiye’nin ne de Türkiye benzeri devletlerin taşıdığı derin iç çelişkilerde kendilerinin bu ülkelere dayattıkları siyaset ve yol haritalarının payını asla sorgulamazlar.

Türkiye’deki toplumsal eşitsizlikleri doğulu “barbar” rejimlerin “barbar” iktidarlarının “insan haklarını” yok sayan politikalarına bağlarlar ancak kendi “uygar”lıklarının bu çelişkili süreçlerin iktisadi, ideolojik ve yöntemsel önderleri olduklarını asla dillendirmezler.

Garbın tarihsel bir Şark Meselesi vardır. Garbın bu meselesini içselleştiren ve yüzü Garba dönük olan her Şarklı da kendi doğusuna, öykündüğü medeniyetin penceresinden bakar.

Garbın Şark Meselesi’nden Şarkın Şark Meselesi’ne işte bu şekilde varılmıştır.

Şimdi yıllardır hep birlikte Türkiye bölünecek mi diye tartışıyoruz ancak hiçbirimiz ülkemiz de dahil olmak üzere bölgemiz ne zaman bir arada olmuştu ki diye sormayı akıl edemiyoruz.

Biz hiç birlikte olmadık ki bugün bölünelim.

Bölge halkları yıllarca silah zoruyla yan yana tutuldu.

Böyle yan yana durmak birlikte ve kardeşçe yaşamak anlamına gelmez. Zoru zorla çözebilenin birgün bu zoraki yan yana konuluşu alt üst edebileceği kesindi ve bugün maalesef saflar yavaş yavaş çözülüyor.

Fakat bugün de geçmişte olduğu gibi çözülmeye değil birlikteliğe muhtacız.

Yan yana durmak için değil, omuz omuza dayanıp kadermiş gibi dayatılana isyan etmek için ihtiyaç var halklarımızın birlikteliğine…

Hem de her dinden, mezhepten ve dilden tüm Ortadoğu ve Afrika halklarının birlikteliğine; uzunca süredir coğrafyamıza çökmüş “beyaz adamı” kendi evinin önüne kadar kovalayabilmek için…

“Kürt Sorunu” mu diyorduk?

Yok ortada çok daha ciddi bir yurt sorunu var galiba…

“…ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat” belki de bölünmüş olmamızdadır.

Değil mi canım kardeşim?

Kaynak: http://www.mizikacilar.com/

Altan Tan'dan İslami Kesime Çağrı

Milletvekili Altan Tan, Diyarbakır`da yayınlanan bölgesel Özgürhaber Gazetesi`ne çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte o açıklamalar:

11 Temmuz 2011
Anadolu Haber

Diyarbakır BDP milletvekili Altan Tan, Kürt siyasetini çözme stratejisinin başına getirilmek istendiğini, bunu kabul etmediği için de AKP`ye yakın medya tarafından kendisine yönelik saldırıların başladığını söyledi. Tan, Kürtleri tasfiye etme projesinin başına getirilmesi için uzun bir dönem tarikat, cemaat ve AKP bağlantılı sivil toplum örgütleri tarafından ikna edilmeye çalışıldığını belirterek, Kürtleri tasfiye projesi stratejisinin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ`un 2008 Diyarbakır gezisinde hayata geçirildiğini söyledi.

Diyarbakır`da yayınlanan bölgesel Özgürhaber Gazetesi`ne açıklamalarda bulunan milletvekili Altan Tan, cemaatlerin, tarikatların ve AKP`nin değil Kürtlerin yanında olduğu için bu kesimlerin tepkisini çektiğini söyledi.

SİYASAL AKTÖR OLARAK GETİRİLMEK İSTENDİM

"Kürtleri uyutma politikası ile ilgili stratejisinin başına siyasal aktör olarak getirilmek istendim" diyen Tan, buna inanmadığı, doğru bulmadığı ve vicdanının kabul etmediği için evet demediğini belirterek, "Evimde oturmadım. Kürt siyasal mücadelesinin tarafına geçtim. Kendi kimliğimi muhafaza ederek, bugünkü Kürt siyasetine olan bütün muhalefetimi de saklı tutarak. Kürtlerin meşru hak taleplerine de destek verdim. Bu, bana o teklifi yapanları çıldırttı. Onun için şu anda yaptıkları bir şekilde beni tasfiye etmektir" dedi.

ÖZETLE BUNLARIN PROJESİ ŞU

AKP hükümeti ve onun etrafında kümelenen bazı tarikat ve cemaatlerin Kürt meselesinin çözümünde devletle aynı noktaya geldiklerini belirten Tan şunları söyledi: "Özetle bunların projesi şu; Çok net olarak söyleyebilirim; Kürtlere şu ana kadar verdiklerimizin dışında vereceğimiz başka bir şey yok. Nedir bu; birey haklarına `Evet` grup haklarına `Hayır`. Bu tabii entelektüel bir cümle gibi kuruluyor. Fakat bunun anlamı şudur; Kürtler kendi aralarında çarşıda, pazarda, sokakta ve evde Kürtçe konuşabilirler, şalvar giyebilirler, puşi bağlayabilirler, folklor oynayabilirler, şarkı ve türkü de söyleyebilirler. Bununla birlikte bir iki radyo ve TV programı da izleyebilirler. Ama bunun ötesinde Kürtçe ana dilde eğitim yapamazlar. Kendi kendilerini yönetme ile ilgili demokratik özerklik, bölgesel yönetim, eyalet sistemi ve federasyona kalkışamazlar. Özetin, özeti budur."

STRATEJİNİN BEŞ AYAĞI

Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ`un Diyarbakır gezisinde STK temsilcileri ile biraraya gelerek toplantı yaptığını ve Kürtlerin birey haklarına `Evet`, grup haklarına `Hayır` projesinin hayata geçirildiğini belirten Tan, Başbuğ`un Diyarbakır`daki konuşması ardından yeni bir strateji belirlendiğini vurguladı. Tan, bu stratejinin 5 ayağını da şöyle açıkladı:

BİRİNCİSİ: BDP İLE PKK ARASINDAKİ BAĞIN KOPARILMASI

"Birincisi; önce legal Kürt siyaseti ile yani DTP ve sonrasında BDP ile PKK arasındaki bağın koparılması hedeflenmekteydi. Bunun içinde ilk etapta 3 bin, son seçim döneminde de 2 bine yakın insan gözaltına alındı ve tutuklandı. Yani şehirde bulunan sivil kadrolar, eline silah almamış ama Kürt siyaseti ile bağlantılı 5 bine yakın kalifiye eleman devre dışı bırakıldı. Bundan da anlaşılan şehirdeki Kürt siyasetçilerin ve seçimlere giren partilerin gücünün zayıflatılması birinci hedef budur.

İKİNCİSİ: MALİ KAYNAKLARIN KESİLMESİ VE İZOLASYON

İkincisi; Kürt siyasetinin yani dağ kısmı PKK, Kandil kesimi üzerine uluslar arası güçlerinde desteği ile yani Irak ve ABD`nin Avrupa`da Fransa ve Almanya'da mali kaynaklarının kesilmesinden tutun askeri olarak izole edilmesine kadar bütün tedbirler devreye sokuldu.

ÜÇÜN CÜSÜ: DİN FAKTÖRÜ

Üçün cüsü; Din faktörü devreye sokularak tarikat ve cemaatler fasılası ile PKK`nin, Kürt siyasal hareketinin terörist, dinsiz ve Zerdüşt olması ile ilgili yoğun bir propaganda başladı. Son seçim döneminde Başbakan`ın "Kürtçe ezan istiyorlar" polemiğiyle de doruğa ulaştı. Bu da dindar Kürtler nezdinde Kürt siyasi hareketinin ve partisinin itibarsız hale getirilmesi operasyonuydu.

DÖRDÜN CÜSÜ: EKONOMİK TEDBİRLER

Dördün cüsü: Yine aynı şekilde bütün devlet imkânları valilkler, tarikat ve cemaatlerin yardım fonları, bunların tamamı devreye sokularak, ekonomik yönden güçsüz halk kesimi elde edilmek istendi.

BEŞİNCİSİ: DEVŞİRME POLİTİKASI

Beşincisi: Bölgede etkili olabilecek bazı liberal, sosyal demokrat veya muhafazakâr kişiler devşirilmeye çalışıldı. Yani bunlar meşru taleplere sıcak bakan kişilerdir. Bunlarda siyaseten, mevkii makam, bürokratik değerlendirme gibi yollarla Kürt siyasal hareketine destek vermekten alıkonuldu.

BU BİR ÖZEL HARP STRATEJİSİDİR

Bu komple bir projedir. Bu komple projenin sonuç noktası Kürtlere verilenlerden başkası yoktur. `Alın Allah`a şükredin. Bize de teşekkür edin. Yaşamanıza da izin veriyoruz. Ama bir Arnavutluk gibi Kosova gibi. Bir Bosna Hersek gibi. Bir Çeçenistan gibi halk olma iddiasında bulunmayın ve Ortadoğu`da kadim bir millet olarak eşit ortaklık ve statü talebinde asla bulunmayın.` Özetin özeti budur. Bütün bu siyaset, Kürtlerin bir halk olma iddiasını çözme ve bir statü sahibi olmalarını engellemeye yönelik bir özel harp stratejisidir. Geldiğimiz nokta budur."

PROJENİN BAŞINA GETİRİLMEK İSTENDİM

Kürtleri uyutma ve tasfiye etme projesinin başına getirilmek istendiğini kaydeden Tan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bütün tarikat ve cemaatler AKP bağlantılı sözde STK`lar tarafından uzunca bir dönem ikna edilmek istendim. Bu Kürtleri uyutma politikasının stratejisinin başına getirilmek istendim. İçine değil bu projenin başına getirilmek istendim. Siyasal aktör olarak getirilmek istendim. Fakat ben inanmadığım doğru bulmadığım vicdanımın kabul etmediği hiçbir projeye evet demediğim gibi, buna da evet demedim. Evet dememekle kalmadım. Evimde oturmadım. Kürt siyasal mücadelesinin tarafına geçtim. Kendi kimliğimi muhafaza ederek, bugünkü Kürt siyasetine olan bütün muhalefetimi de saklı tutarak. Kürtlerin meşru hak taleplerine de destek verdim. Bu onları çıldırttı. Onun için şu anda yaptıkları ve ettikleri ne olursa olsun, bir şekilde beni tasfiye etmektir."

BU KİRLİLİĞİ DEŞİFRE EDELİM, BİTİRELİM

Kürt siyasetinin içinde kavga olmasını isteyen kirli unsurların bulunduğunu ve bu kirli unsurların Türkiye`deki yıllardır devam eden kirli rejimin içindeki kirli unsurlarla kirli işler yapmaya devam edebileceklerini belirten Tan şöyle dedi: "En büyük tehlikelerden biriside budur. Buraya dikkat etmek lazım. Bunu nasıl önleyebiliriz. Kandil`den İmralı ya kadar feryat ediyorlar, hakikatleri araştırma komisyonu kuralım. Eğer varsa hem Kürt hem de Türk siyasetinin içinde ne kirlilikler olmuş, bunların hepsini deşifre edelim. Devlette elindeki tüm belge ve bilgileri sunsun. Devletin arşivinde, kasasında ne kadar bilgi varsa bunların hepsini göstersin. Bu kirliliği deşifre edelim ve bitirelim.”

İSLAMİ KESİME ÇAĞRI

Başbakan Erdoğan`ın `Kürtçe ana dilde eğitim ülkeyi böler` sözlerine İslami kesimin birkaç istisnası hariç yüzde 99`undan hiçbir eleştiri gelmediğini kaydeden Tan, "İslam hukukuna göre bu yanlış bir ifadedir diyen çıkmadı. İslami kesim iktidar ile iç içe girdi. Taktik olarak devleti kullanma veya istifade etme noktasında devletin düşündüğü noktaya geldi. O noktada Altan Tan'a ihtiyaç yok. O noktada avcı kekliklere ihtiyaç vardır. Yani Kürtleri kandıracak, oyalayacak ve siyasal taleplerini boşa çıkaracak aktörlere ihtiyaç var" dedi ve İslami kesime şu çağrıda bulundu:

"Şimdi burada da İslami kesime çağrım şudur; Önce doğru İslam hukuku ve akidesinin olduğu noktasına gelin. Ondan sonra devlete AKP`ye, BDP`ye ve PKK`ye olan mesafenizi belirleyin. Doğrulara doğru, yanlışlara yanlış deyin. Ne AKP`li, ne BDP`li, ne PKK`li, ne de devletçi olun. Kendiniz gibi olun. Bu mesafe belirlendiği zaman çözüm kendiliğinden çıkacaktır. Yani Kürtçe ana dilde eğitim bir halkın yani Kürtlerin veya Arapların veya Çeçenlerin hakkı değil midir? Bunu yapalım yönetim şekli ortaya çıkacaktır. Şu anda gelinen nokta iktidarın ve devletin yanında durmadır. Bu da çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eder. Bu günaha ortak olmadır.

KCK'dan saldırı ile ilgili açıklama
16 Temmuz 2011
KCK Silvan'da yaşananlarla ilgili açıklama yaptı.

PKK'nın şehir yapılanması olan KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde çıkan çatışmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Görüldüğü gibi çift taraflı ateşkes olmadan çatışmaların ve kayıpların önüne geçilememektedir. Burada saldıran PKK değil, askerdir” dedi.

KCK Başbakan’a çağrıda bulunarak polisiye ve askeri operasyonların durdurulmasını istedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı açıklamada, eylemsizlik pozisyonunda olmalarına rağmen son üç aydaki operasyonları sonucu 43 militanlarının hayatını kaybettiğini hatırlatarak, bu ölümler karşısındaki sessizliğe tepki gösterdi. Silvan’daki çatışmaya ilişkin KCK’nin açıklaması şöyle: “Son dönemde operasyonların yaygınlaşması üzerine çatışmalarda da artış yaşanmaktadır. HPG’nin son üç ay içerisindeki kayıpları toplam 43’tür. Bu kayıplar, eylemsizlik kararımız olmasına rağmen Türk ordu güçlerinin geliştirdiği saldırı ve operasyonlar sonucunda olmuştur.

Hareketimiz, birçok kere uyarıda bulunmasına rağmen operasyonlar hızından bir şey yitirmeden genişleyerek devam etmektedir. 14 Temmuz 2011 tarihinde Türk ordu güçlerinin verdiği kayıplar da tamamen yapılan operasyonların bir sonucudur. Zaten HPG bu çatışmadan bir gün önce bölgedeki operasyonların durdurulması çağrısı yapmıştır.

Buna rağmen operasyonu sürdüren ordu güçleriyle PKK'lılar arasında çıkan çatışmada 13 askerin öldüğü, 7’sinin de yaralandığı belirtilmektedir. Son 3 ay içerisinde nasıl ki PKK güçleri hareketimizin eylemsizlik kararına uymasına rağmen Türk ordusunun geliştirdiği saldırı operasyonları sonucunda kayıplar verdiyse, 14 Temmuz 2011 tarihinde operasyona çıkan ordu güçleriyle PKK güçleri arasında çıkan çatışmada da Türk ordu güçleri kayıp vermiştir. Kaldı ki aynı çatışmada 7 PKK'lının da şehit düştüğü iddia edilmektedir. Bu konuda daha doğru bilgileri yakında açıklanacaktır.

Görüldüğü gibi çift taraflı ateşkes olmadan çatışmaların ve kayıpların önüne geçilememektedir. Burada saldıran PKK'lılar değil, askerdir. Gerçek böyle olmasına rağmen, çeşitli çevrelerin ve Türk basınının gerçekleri çarpıtarak, sanki PKK'lılar saldırmış gibi göstermesi doğru değildir ve bu tür çarpıtmalar olumlu hiçbir şeye hizmet etmeyecektir. haber5

Türkiye'yi bırakır, İran'a saldırırız!'
28 Temmuz 2011
PKK'nın tepe yöneticisi Murat Karayılan, İran'ın PJAK'a saldırılarının devamı halinde Türkiye'ye karşı savaşı durdurup İran'a saldırıcaklarını açıkladı:

Kimse bizi sınamasın, şimdi Türkiye'ye karşı savaşı durdurup İran'la savaşırsak ne olur? İran 6 ay dayanamaz.

Radikal gazetesinin haberine göre Murat Karayılan, İran ve Türkiye'nin Kürtlere yönelik bir istila projesi olduklarını ileri sürerek İran'ın Kandil merkezini ele geçirmek istediğini söyledi. Karayılan, İran'ın 30 km boyunca 30 bin askeri bölgeye yığdığını ve şiddetli bir savaşın olduğunu iddia etti.

Karayılan,' PJAK'ın karargahını ele geçirdik diyorlar fakat daha sınırı bile geçemediler' dedi.

Karayılan özetle şunları ifade etti: “İran Kürdistan Bölge Hükümeti’nin de bu plana dahil olmasını istedi. Eğer Bölge Hükümeti katılsaydı ne olurdu? İran’ın planı Kürtler arasında dinamit patlatmak ve birbirleriyle savaştırmaktır. Bölge Hükümeti yetkililerinin bu projeyi reddetmesi gerekirdi. Sadece katılamayacaklarını, şartların buna müsait olmadığını, askeri olarak yer alamayacaklarını, ancak Kandil’in etrafını tutacaklarını söylemişler. Bu da onaylama anlamına geliyor. İşte bu eleştiri konusudur. Ancak sonra Kürdistan Bölge Hükümeti yanaşmadı ve projeyi yürürlüğe koymadı. Bölge Hükümeti bu projeyi yürürlüğe koymaması nedeniyle İran’ın tepkisiyle karşılaştı.

Örneğin Hacı Ümran bölgesi bombalandı. Özellikle de bölgede KDP’nin gözetimindeki alanları top atışına tuttu, saldırıları arttırdı. Hatta Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani top saldırısına karşı açıklamada bulundu. Onu da tehdit ettiler. Onu da suçladılar ve terörü ağırladığını söylediler. İran’ın amacı onları da katmaktı. Ancak katılmayınca onlar da İran’ın hedefi oldu. Bu şekilde Kandil’i ele geçirmek, bize ve PJAK’a darbe vurmak istiyor. Kandil’in düşürülmesi ile ise tüm Kürtlere baskı yapmak istiyor. Özellikle de KDP ve tüm Güney Kürdistan güçlerine yönelik tehdit ve baskı artacaktır. Onlara kendi siyasetini dayatmak istiyor. İran’ın politikası böyledir, ya benimlesin ya da karşıtımsın.

TÜRKİYE ABD VE İRAN İTTİFAKI

Aslında bunun bir de öteki yüzü var. Şimdi İran Kandil’e saldırıyor. Başından bu yana Amerika keşif uçakları Kandil üzerinde dolaşıyor. Nedir bu keşifler? Bazıları bu uçakların İran’ı izlediğini söyleyebilir. Hayır, İran’ı gözetlemiyor, çünkü sınırın iç kısmında dolaşıyorlar. Bu keşifler Türkiye’ye aktarılıyor, Türkiye ise İran’a veriyor. Şimdi şöyle bir gerçeklik var: Türkiye, İran ve Amerika bir olmuşlar. Gerçek budur. İran halkının da bunu iyi görmesi gerekiyor, onların yönetimleri doğruları söylemiyor. Tüm taraflar Kürtlerin güçten düşmesi ve onlara muhtaç olmasını istiyor. Burada bir irade savaşı var.

İRAN KORKUYOR

Karayılan, “İran çok iyi biliyor ki Ortadoğu’daki gelişmeler İran’a da ulaşacak. İran kendi hesaplarını yapıyor. Kürtlerin Irak rejiminin yıkılmasında rol aldığını, Kürtlerin Suriye’de bir güç olduğunu ve İran rejiminin yıkılmasında da rol alacağını söylüyor. Kürtleri güçten düşürmek ve paralamak istediğini belirtiyor” dedi. haber10

Meçhule sürükleniyoruz
NURİ ARICI tarafından yazıldı.
Perşembe, 28 Temmuz 2011 18:03



MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli,"İdrak zaafına gömülmüş ve meseleleri isabetle ele alamayacak kadar tükenmiş bir yönetim eşliğinde meçhule doğru sürükleniyoruz" dedi.
BAHÇELİ, Twitter'daki hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, ''Fırtınanın ortasında dalgaların insafına terk edilmiş metruk bir tekne misali çaresizliğin girdabına doğru yol alıyoruz'' dedi.
Bahçeli, "şehitler toprağa düştükçe kederin aleviyle yüreklerin daha da yandığını" belirterek,"Millet çınarının kökü kurutulmak ve dalları etnik bölücülüğün kör makasıyla budanmak isteniyor. Musibetler ve belalar ne kadar hazırlıklı ve etkili olsa da karşılarında çelikten bir irade bulacaklardır" dedi.
http://www.barajdaturk.com/

DTK'dan 'Öcalan' vurgusu
31/07/2011
Sona eren Demokratik Toplum Kongresi'nin sonuç bildirgesini okuyan DTK sözcüsü Cemal Coşkun, Abdullah Öcalan'ın son görüşme notlarına atıfta bulundu.


Mehmet TÜRK-Bayram BULUT

DİYABAKIR- Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 2 gün süren genel kurulu sona erdi. Toplantının sonuç bildirgesini okuyan DTK sözcüsü Cemal Coşkun, Abdullah Öcalan’ın son görüşme notlarına atıfta bulunarak, "Öcalan, barışın inşa iradesini açığa çıkarmıştır. DTK da kendi çalışmalarını gözden geçirmiş, barış için direniş ve mücadele zenginliğini yeterince pratikleştiremediği için özeleştirisini geliştirmiştir" dedi.

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır İl Başkanlığı Vedat Aydın Toplantı Salonu’nda dün başlayan DTK Genel Kurulu, bugün akşam saatlerinde sona erdi. Meclis üyelerinin seçiminin yapıldığı DTK Genel Kurulu’nun son gününde akşam saatlerinde DTK Sözcüsü Cemal Coşkun, sonuç bildirgesini açıkladı.
Kürt sorununun barışçıl temelde çözümünün gerçekleşmesi için yürütülen diyalog sürecinin tıkanma ile karşı karşıya geldiğini belirten Coşkun, "Kürt Halk önderi sayın Abdullah Öcalan, inanılmaz bir emek ve çabayla barışı inşa iradesini açığa çıkarmada belirleyici rolü oynamıştır. Heyet ile yapılan görüşmeler, oluşan protokol metinleri ve kamuoyunda gelişen çözüm umudu doğruya ve ahlaka yakınlığın iyi birer sonuçları olarak topluma nefes aldırmıştır. Ancak AKP hükümeti süreci sabote etmiş, bugüne kadar uygulanan ve sonuç alınmayan yöntemleri esas alarak büyük bir savaş ve tasfiye planının hazırlığı içinde olmuştur. Uluslararası tekelci güçlerin desteği ile askeri operasyonları yoğunlaştırmış, kirli bir Türkiye, İran, Irak ittifakı ile Kürt özgürlük mücadelesini imha konseptini devreye koymuştur. Tüm Kürdistan halkının oluşan statüsünü ortadan kaldırmayı ve Ortadoğu’da gelişecek yeni dizaynın Kürtsüz olmasını hedeflemiştir" dedi.

DTK, ÖCALAN’A, ÖZELLEŞTİRİ VERDİ
İran’da 17 gündür operasyonların yapıldığını belirten Coşkun, DTK olarak bu durumu tartıştıklarını ve vardıkları sonucu şöyle açıkladı:
"Kürt Halk önderis yanı Abdullah Öcalan’ın ’çekiliyorum’ açıklaması karşısında 5’nci DTK kongresi kendi çalışmalarını gözden geçirmiş, barış için direniş ve mücadele zenginliğini yeterince pratikleştiremediği için özeleştirisini geliştirmiştir. Demokratik çözüm için Sayın Öcalan’ın ifade ettiği, ’sağlık, güvenlik ve özgürlük’ ilkelerini DTK, temel politik hedefler olarak belirlemiş, bu ilkelerin hayata geçirilmemesi durumunda bir çözümün gelişme umudu olmayacağından hareketle demokratik kamuoyunu duyarlı olmaya ve tarihi bir sorumluluk üstlenmeye çağırmıştır."

"TÜRKİYE, İRAN VE IRAK İTTİFAK YAPTI" DTK olarak Öcalan için siyasi, diplomatik ve hukuki alanda çalışma yürütebilme inisiyatifin oluşması kararına vardıklarını anlatan Coşkun, "DTK olarak, Öcalan’ın özgürlüğü için siyasi, diplomatik ve hukuki alanda çalışmalar yürütecek bir inisiyatifin oluşması kararına varmıştır. Gelinen aşama, belirli bir hazırlık düzeyine ulaşan ulusal konferansın aciliyetini ve önemini bir kez daha açığa çıkarmış, sürecin hızlandırılması gerektiği belirtilmiştir. Türkiye, İran ve Irak kirli ittifakı öncelikle oluşan Kürt ulusal birliğini ciddi bir tehdit olarak görmekte ve ulusal birliğin kurumsal yapısının oluşmasını engellemek için her türlü yönteme başvurmaktadır" diye konuştu.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK ÖZGÜRLÜĞÜN SOSYOLOJİSİDİR DTK sonuç bildirgesinde demokratik özgürlük konusuna da değinen Coşkun, "Demokratik özerklik, özgürlüğün sosyolojisidir. 21’nci yüzyıl paradigması olan farklılıkların birliği, çeşitliliğin özerklik hakkı, tüm toplumsal grupların kendini yönetme, savunma ve örgünlüğünü sağlama hakkına ve felsefesine dayanır. Farklılık içinde birlik olan demokratik özerklik asla ve asla devlete karşı devlet, iktidara karşı iktidar kurmak değildir. Toplumun devleştirilmesi ve millileştirilmesine karşı, toplumun devlet dışı örgütlenmesidir. Yani az devlet, çok toplumdur. Bu anlamıyla demokratik özerklik canlı bir organizma gibi sürekli gelişim ve inşa halindedir. Demokratik özerklik ilanı bir irade beyanı, demokratik özerkliği inşa çalışmaları ise toplumsallığın özyönetimini kurmaktır. Kürt halkı siyasal statüsünü yukarıda tarif edilen özgürlük anlayışına dayandırmaktadır. Ancak Kürtler ve DTK, ayrı bir devlet ilanı gerçekleştirmiş gibi bir tutum ve saldırı söz konusudur. Bu şekilde çarpıtılarak tartışmalar başka bir mecraya çekilmek istenmektedir. Demokratik özerklik, Kürdistan coğrafyasında kendisi için belirlediği statüdür" ifadelerini kullandı.

Sonuç bildirgesinin okunmasını ardından solonda bulunan DTK üyeleri, yapılan konuşmayı ayakta alkışladı. Bildirgenin okunmasından sonra Türkiye’nin çeşitli kentlerinden gelen DTK delegeleri salondan ayrıldı.
Radikal

DTK'nın toplantısında Öcalan'a özgürlük için çalışma başlatılması kararı alındı

08 Ağustos 2011

Güneşte yanma olayını abartınca...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın 'Çay içip dağılıyorlar' diye eleştirdiği Demokratik Toplum Kongresi Daimi Meclisi toplantısı bitti. Toplantıdan İmralı'da yatan PKK terör örgütü lideri Öcalan'ın özgürlüğü için mücadele kararı çıktı.

Toplantıdan sonra alınan kararlar yazılı bir açıklama ile duyuruldu. İlk karar DTK'nın ilan ettiği Demokratik Özerkliğin Türkiye'yi demokratikleştirme ve Kürt sorununda barışçıl çözümü geliştirme projesi olduğunun tüm çevrelere anlatılması ve inşası için altı aylık çalışma programı hazırlanması oldu.

ÖCALAN'A ÖZGÜRLÜK İÇİN ÇALIŞMA KARARI

Toplantıda Öcalan'ın son avukat görüşmesinde koşullarının iyileştirilmesi talebi de masaya yatırıldı. DTK bu konuda da şu kararı verdi:
"Kürt sorununun çözümünde Sayın Abdullah Öcalan'ın rolünü yerine getirebilmesi için güvenlik, sağlık ve özgürlük koşullarının oluşması için inisiyatif kurulması kararı alınmış, bu inisiyatifin meşru, demokratik ve yasal çerçeve temelinde hukuki, diplomatik ve eylemsel boyutları olan bir planlamayla çalışmaların yürütülmesi kararlaştırılmıştır."

KÜRT ULUSAL KONFERANSINA HAZIRLIK

Savcılığın hakkında soruşturma başlattığı DTK'nın bir başka kararı ise Ekim ayında Güney Kürdistan'da yapılması beklenen Kürt Ulusal Konferansı çalışmaları oldu. Bu konuda konferansın ön hazırlıklarını yürütmek amacıyla bir komisyonun başkanlık divanınca kurulması kararlaştırıldı. Çalışmanın ilk ayağı olan toplantının diğer tüm çevrelerle Eylül ayında gerçekleştirilerek ortak bir mutabakat temelinde Ekim ayında Güney Kürdistan'da yapılacak olan Ulusal Konferansa güçlü katılımın sağlanması benimsendi.

MANDELA'YA GİDECEKLER

DTK'nın Öcalan için Chomsky ve Mandela ile görüşerek destek talebinde bulunacağı daha önce basına yansımıştı. Oluşturulan heyet şimdi bu planlanan çalışmaları yerine getirecek.

Kaynak : http://www.internethaber.com/cay-icip-ocalana-ozgurluk-istediler-364370h.htm#ixzz1UTVlVWiM



"Şu saatten sonra yaşanacak her ölümün sorumluluğu doğrudan Başbakanda olacaktır"
19 Ağustos 2011

BDP İstanbul İl binasında basın açıklaması yapan Selahattin Demirtaş, Kandil’e yapılan operasyon ve terör saldırılarını değerlendirdi. Gelişmelerden Başbakan Erdoğan’ı sorumlu tutan Demirtaş, “Başbakan ‘sözün bittiği yerdeyiz’ derken bir savaş gerçeğine vurgu yapıyor. Biz de barış gerçeğini ifade etmek üzere aynı cümleyi kullanıyoruz. Eğer bu saatten sonra BDP’nin ortaya koyduğu çözüm anlayışına çağrılarına rağmen hükümet bu ülkenin en acil gündemini sadece savaş politikaları doğrultusunda ele alacaksa şu saatten sonra yaşanacak her ölümün sorumluluğu doğrudan Başbakanda olacaktır. AKP’de ya da başkasında demiyoruz, direk Başbakanda olacaktır diyoruz.” ifadelerini kullandı.

Bugün yaşanan olayların Silvan saldırısından sonra yaşanan gelişmeler olmadığını savunan Demirtaş, şöyle konuştu: “Şu anda yaşanan bu çatışmalar, eylemler, operasyonlar, PKK’nın eylemleri Silvan olayı sonrası yaşanan gelişmeler değildir. Bu süreç daha önceden özellikle seçim öncesi AKP tarafından göze alınmış, hazırlığı, planlaması yapılmış bir süreçtir. Seçim öncesi başbakanın konuşmalarına dikkat eden herkes bu sürecin ipuçlarını o konuşmalarda görebilir. Başbakan seçim meydanlarında “Kürt sorunu bitmiştir, bu ülkede PKK sorunu vardır” cümlesini kullanmıştır. Başbakanın bu cümleyi kullandığı dönemde PKK üçüncü kez ateşkes sürecini uzatmıştı. Öcalan’ı asmaktan söz ediyordu. Aynı zamanda Meclis kapanmadan önce özel orduyla ilgili yasayı çıkarmıştı. Bunun uygulaması seçim sonrasına bırakılmıştı. Silvan’da yaşanan kayıplar başbakanın bu kafasındaki projenin somut olarak pratikleşmesine fırsat vermiştir ve başbakanda elindeki projeyi uygulamaya koymuştur.”

KANDİL OPERASYONUNA ‘GAZ ALMA’ BENZETMESİ

Konuşmasında Başbakan Erdoğan’a seslenen Demirtaş, “Türkiye kamuoyu AKP ile İmralı arasındaki müzakerelere karşı değildir. Öcalan’la sizin diyalog içinde olduğunuzu kamuoyu bilmesine rağmen yüzde 50 oy vermiştir. Demek ki Türkiye kamuoyu diyaloga, müzakerelere karşı değil. Bu saatten sonra kiminle müzakere yürütürseniz yürütün kandırmaya oyalamaya değil, iknaya dayalı açık bir müzakere yürütmenizi istiyoruz.” şeklinde konuştu.

Kandil’e yönelik operasyona da değinen Demirtaş, “Sayın Başbakan lafı eveleyip geveleyip Kandil’e gaz alma amaçlı operasyonları bir tarafa bırakıp ‘eğer örgüt eylem yapmayacaksa bizde asla operasyon yapmayacağız’ demelidir. Bu işi geciktirmemelidir. Ölümleri durdurmanın en makul yolu budur; karşılıklı eller tetikten çekilecek.” ifadelerini kullandı.
aktifhaber





İbrahim Karagül
06.11.07
O fotoğraf ve PKK ile masaya oturmak!

İki hafta önce PKK tarafından kaçırılan sekiz askerin serbest bırakılması elbette sevindirici bir gelişme. Özellikle aileleri için… Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD Başkanı George Bush ile, büyük beklentiler içinde, yaptığı görüşmeden hemen önce gerçekleşen olay, aslında Türkiye'de yaşayan herkesin kafasındaki soru işaretlerinin cevaplarını ortaya koydu. Bir tiyatro oynandı. Bundan önce de oynanıyordu bu oyun, onanmaya da devam edilecek gibi. İnsani gerekçelerle bu tiyatroyu seyrettik. Ama insani kaygılarımız, olayın niteliğini, oyunun içeriğini, siyasi sonuçlarını anlamamızı engellememeli. Önce fotoğrafı anlatalım ve ne anlama geldiğini birlikte sorgulayalım:

ABD'nin, Kuzey Irak yönetiminin, Bağdat'ın ulaşamadığı Kuzey Irak'ın dağlarında sekiz asker rehin tutuluyor. Türkiye teyakkuz halinde, sınıra yığınak yapılıyor ve Washington'da kritik bir görüşmeye hazırlanılıyor.

Pazarlık başlıyor. Erbil, Bağdat ve Washington'ın Kuzey Irak'ın en ulaşılmaz dağlarına kadar uzanabildiğini, PKK ile istedikleri zaman görüşebildiğini, her türlü pazarlığı yapabildiğini, baskılarının veya pazarlıklarının sonuç verdiğini öğreniyoruz.

Barzani ne demişti, Bağdat yönetimi ne demişti, ABD ne demişti bundan önce? “PKK'yı istemiyoruz ama etkisiz kalıyoruz. Bizi dinlemiyor. Askeri açıdan yapacak bir şeyimiz yok. Elimiz kolumuz bağlı. Gücümüz yetmiyor. Türkiye durumumuzu anlamalı..”

Ama Washington'dan Barzani'ye, Barzani'den PKK'ya, PKK yönetiminden dağdaki militanlara bir talimat gidiyor: “Askerleri bırakın!” PKK kabul ediyor. Bırakacağını açıklıyor.

DTP milletvekilleri K. Irak'a geçiyor. Dağ başında bir tören düzenleniyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne mensup vekiller törende yerini alıyor. Askerler sıralanmış kurtuluşu bekliyor. PKK zabıt tutuyor, vekiller zaptı imzalıyor. Örgütle bir nevi sözleşme yapılıyor.

Askerler bırakılıyor, Dağdan alınıp Erbil'e getiriliyor, Barzani yönetimine teslim ediliyor. Yani Türkiye'nin peşmerge dediği silahlı güçlere. Erbil'de bir devir teslim yapılıyor ve askerler ABD askerlerine teslim ediliyor. Gelişmeleri Kuzey Irak yönetiminin verdiği bilgilere göre izliyoruz.

ABD askeri uçağına bindirilen askerler Musul'a getiriliyor. Uçakta ABD'li komutanlar da yerini alıyor. Buradan ABD helikopterlerine bindirilip Türk askerlerinin bulunduğu Bamerni üssüne naklediliyor. Bamerni'de TSK mensuplarına teslim ediliyor. Oradan da helikopterlerle Türkiye'ye getiriliyor.

Her şey PKK, DTP'li vekiller, Barzani yönetimi, Washington, Irak'taki ABD birlikleri ve Ankara'daki ABD Büyükelçiliği arasında geçiyor. “Esir değişimi” töreni sanki iki devlet arasında yapılıyor. Kimler yok ki törende? Ya tören alanında olmayan siyasi aktörler?

Hepsinin PKK ile ne kadar yakın olduklarını görüyoruz. “Dağlarda” dedikleri örgütle ne kadar iç içe olduklarını, sözlerinin ne kadar geçerli olduğunu, diyalogların ne ölçüde sağlıklı olduğunu öğreniyoruz. Bu saydıklarımızın aslında hep Kandil'de olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Kamuoyu, sekiz askerin bırakılmasıyla rahatlatılıyor, onlarsa insani bir “görev” üzerinden müthiş bir gösteri yapılıyor. PKK şov yapıyor, onlar bu şovu pazarlıyor, bizler de alık alık bakıyoruz.

Sonuç ne? PKK ortaklarıyla birlikte medyatik şovun ötesinde güçlü bir siyasi sonuç elde ediyor. Oyunu o kurdu. Daha doğrusu ortakları kurdu. O oynadı. Kuralları onlar belirledi. Onlar saldırdı, kaçırdı, onlar serbest bıraktı, bunun sonuçlarını da devşirdi. Siyasi anlamda asli aktör olduğunu dünyaya ilan etti.

İnsani yönün ötesinde örgüte çok güçlü bir siyasi destek sağlandı. Washington gözünde zaten meşru idi. Irak içinde anayasal meşruiyet elde etmişti. Kuzey Irak ise örgütle dayanışma içinde. Peki son durum Türkiye için ne anlama geliyor?

Başbakan'ın ziyareti öncesi bir “iyiniyet jesti” yapılmıştı. Öyle sanılıyordu. Ama aslında Başbakan'ın eli zayıflatılmıştı. İsrail-Hizbullah senaryosu gereği, “askerler bırakıldı. Operasyona gerek kalmadı” mesajı verildi.

Olay, ABD, Barzani, PKK ve Türkiye'de bazı çevrelerin örgüte meşruiyet sağlama, siyasi güç kazandırma yolunda attığı dev bir adım oldu. Abdullah Öcalan posterinin üstünde atılan imzanın siyasi sonuçları Washington'dan Erbil'e kadar etkisini gösterecek yakında.

Türkiye'nin aylardır devam ettirdiği askeri hazırlıklar, ekonomik yaptırım kararları ve siyasi baskı süreci karşısında Washington, Erbil, PKK ve DTP arasındaki koalisyon belirgin bir şekilde kendini hissettirdi. Türkiye gürültü yaptı, onlar sessizce, küçük bir oyun sahnelediler. Zafer “koalisyonun” oldu!

Kim kaybetti? Onu siz biliyorsunuz.

Savaş istemiyoruz, çatışma istemiyoruz, gerilim istemiyoruz, askerlerin rehin kalmasını istemiyoruz. Ama bir taraftan yakıp yıkarken diğer taraftan böyle bir senaryo ne anlama geliyor diye sormak istiyoruz.

Türkiye'yi PKK ile masaya oturtmanın yolu böyle mi açılıyor yoksa! ABD'nin düşüncesi bu. Barzani'nin düşüncesi de. Yarın birkaç PKK'lı teslim edilir, geniş bir müzakere süreci başlatılırsa karşılığında ne istenir? PKK'yı İran'a yönlendirelim, Türkiye'yi de. Barzani üstünden bir pazarlık süreci başlatalım denirse, Türkiye'nin cevabı ne olur?

PKK ile esir değişimi sırasında yapılan mutabakat, örgütün dolaylı tanınması anlamına geliyor. Bunun siyasi okunuşu böyle! Yapılmak istenen tam da bu işte!

YENİ ŞAFAK



Kılıçdaroğlu: Hükümet silah bıraksın

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, terörle mücadele konusunda çözüm üretilmesini istedi. CHP lideri, PKK'ya değil hükümete silah bırakması tavsiyesinde bulundu.Haberi KaydetArkadaşına Gönder
24 Eylül 2011

Kılıçdaroğlu, terör sorununun silahla çözülmeyeceğini söyledi. CHP Lideri politika üretilirse her türlü desteği vereceklerini kaydetti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul'a hareketinden önce Esenboğa Havalimanı'nda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Kemal Kılıçdaroğlu, bir gazetecinin ''Başbakan Erdoğan, terörün çözümü konusunda İran ile ortak adım atılacağını açıkladı. Hükümetin bu konudaki girişimlerini nasıl buluyorsunuz?'' sorusu üzerine şunları söyledi:

''Terör konusunda Hükümet'in girişimleri maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Sıfır terörle devraldılar, şimdi terör Türkiye'nin en temel sorunlarından birisi haline gelmiş durumda. Yeni bir politika izliyorlar, öyle anlaşılıyor. İran ile ortak operasyon yapacaklar. Yani 1990'ların başına yeniden dönüp özel güvenlik güçleri yetiştirecekler. Silahla bu işin çözülemeyeceğini öteden beri söylemiştim. Siyaset kurumunun terörü sonlandırma konusunda politika, çözüm üretmesi lazım. Bu konuda gerekirse bütün siyasi partilerin, kamuoyunun desteğini almak gerekiyor. Eğer böyle bir adım atılırsa CHP olarak her türlü desteği vermeye hazırız.''
haber7

SİSTEM İHTİYAÇ DUYARSA BDP’YE DE YER VAR
EREN EĞİLMEZ
29 Eylül 2011

Seçim barajı, BDP'nin meclise dönmesi gibi konular siyasetin günlük iniş çıkışlarıyla değerlendirilemez.

BDP "meclisi boykot" kararıyla kendini açmaza alan bir karar almıştı. BDP’nin Hatip Dicle ve KCK davasından tutuklu diğer milletvekilleri konusunda ısrar etmeden meclise döneceği, bunun kaçınılmaz olduğu Haziran ayının sonundan itibaren belliydi…

Yani ortada “Son Dakika” olarak verilebilecek bir durum yoktu… Bu görünen köydü zaten.

Siyasi partilerin önünün açılması ya da tıkanmasının kriteri sistemin ihtiyaçlarıdır. BDP de bu ihtiyaçlar denkleminden azade değil...

Seçim barajının %10 olması ve indirilmesi konusu tartışmaya açıldığında da sürekli %7 rakamının dillendirilmesinin taşıdığı anlamlar açıktı…

Peki, sistemin BDP’ye hiç mi ihtiyacı olamayacak? Tabi ki olacak…

Sistemin BDP'ye asıl ihtiyaç duyacağı dönem, dağdan inişlerin başladığı dönem olacaktır.

PKK'nın dağdan iniş süreci başlayıp silahlar "tarafsız" heyetlere teslim edildikten sonra, "Dağdan iniş teslimiyettir” diyerek inmeyen olursa ne olacak?

PKK kendi içinde bir bölünme olmadan dağdan inişler olacağına sistemi nasıl ikna edecek?

Dağdaki alt kadroların entegrasyonu meselesini sistem ve İmralı bir aşamaya kadar çözmüştü, Öcalan’dan Suriye’deki mayınlı arazinin temizlenmesi için dağdan inenlerin kullanılması yönünde bir öneri bile gelmişti…

Öcalan önerisinde özetle şöyle diyordu:

“Suriye’deki mayınlı arazileri dağdan inenler temizlesin ve temizlenen arazide kendi geçimlik işlerini yapsınlar. Bu sayede hem geçimlerini sağlarlar hem de ailelerini kurup yeni düzene entegre olurlar. Ayrıca sizin de onlarla ilgili güvenlik kaygılarınız giderilmiş olur. Sınırları belli olan bir arazide onları denetleyebilirsiniz.”

Bu dağdan iniş müzakerelerinin tıkandığı asıl önemli nokta dağdaki alt düzey kadrolar konusunda değil örgütün yönetici kadroları konusunda yaşanmıştı. Öcalan “onlar ikna edilemezse diğerleri de indirilemez” önerisiyle sistemi açıkça uyarmıştı.

Yönetici kadrolar meselesi şimdi hangi aşamada?

Bu kritik soruyu şu sorularla tamamlayalım.

Eğer PKK'dan "kurtuluşa kadar savaş" diyen "Gerçek IRA" gibi bir yapı ayrılırsa tabandaki kitleleri sistem içine kim taşıyacak; AKP ya da benzeri bir parti mi yoksa BDP ya da benzeri bir parti mi?

İngiltere Sinn Fein'i neden gözü gibi korudu?

Sistem Öcalan'a neden "önderlik" diyor ve bunun tüm Türkiye'de duyulmasını neden istiyor?

Ne dünayada ne de Türkiye’de süreçler günlük olaylar ve gelişmelere bakarak değerlendirilebilir.

Günlük olaylar, o olayların ardından gelişen süreçler, yapılan haberler ve yürütülen popüler tartışmalar ile ancak kamuoyu algısı yönetilir.

Taraflar birbirlerine karşı yeterince zorlu bir mücadele verirken bir de adına halk denilen geniş yığınları ayaklarında bağ olarak görmek istemiyorlar.

Halkın kendisini doğrudan ilgilendiren konularda neden tribüne itildiklerini ve etraflarının da medya denilen tel örgülerle neden çevrildiğini anlamak çok da zor olmasa gerek.

Ne dersiniz?

http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=209

Osman Pamukoğlu: Devlet topraklarının 4'te birinde silahlı kalkışma var
30 Eylül 2011

Tv8'de Erkan Tan'ın konuğu olan HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu terör konusunda önemli açıklamalarda bulundu.

"TOPRAKLARIN 4'TE BİRİNDE KALKIŞMA VAR"

"Olup bitenler için 'terör' lafı az gelir" diyen Pamukoğlu şu sözleri kaydetti: "Şehirlere, köylere, yollara, dağlara, mezralara hakimler. Bu benim için yeni bir şey değil Devletin topraklarının dörtte birinde silahlı kalkışma var. Göz görüyor, kulak duyuyor; ama zihin bazı şeyleri reddediyor. Görmek istemediğiniz sürece bazı şeyler ortadan kalkmaz. Cenaze töreni düzenlemeyen şehir kaldı mı, kalmadı."

"İNŞALLAH VE MAŞALLAH PARTİSİYLE BU İŞ OLMAZ"

BDP'nin Meclis'e dönüşünü ''PKK'nınki 1 Ekim'de Meclis'e geliyor'' sözleriyle eleştiren Pamukoğlu, CHP ve MHP'ye de ilginç bir yakıştırmada bulundu. CHP ve MHP'nin BDP'nin Meclis'e dönüş kararına sevindiğini belirten HEPAR lideri: "Arkadaşlar Çalışıyor Partisi ve Öp Elimi Partisi var Meclis'te. PKK'nınki 1 Ekim'de geleceğim diyor, dans ediyor. İkisinin de oyunu toplasan bir iktidar partisi olmuyor. İnşallah ve Maşallah Partisi ile bu işler olmaz. Gündüz gözüyle polis ve rütbeli askerler şehit olurken benim söylediklerim ağır değil." ifadelerine yer verdi.
haber1001



'Öcalan eve, PKK sınırdışına' önerisi

BDP içinde Öcalan'a yakınlığıyla bilinen Aysel Tuğluk, Öcalan'ın ev hapsine alıdıktan sonra PKK'nın yurtdışına çıkabileceğini savundu

Dünya Bülteni / Haber Mrekezi

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı, Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk, PKK'nın geri çekilmesine karşı Öcalan'a ev hapsinin cazip bir öneri olduğunu söyledi.

Tuğluk'un Radikal İki'de yayımlanan yazısında Öcalan'ın ev hapsine alınması ve PKK'nın geri çekilmesi konusunda ilginç önerilerde bulundu.
Tuğluk'un yazısının ilgili bölümü şöyle: "...Eğer karıncaların ayak izlerini takip edeceksek Kürt sorununun çözümüne katkı için atılacak çok sayıda "küçük" adım var; BDP'nin TBMM'de gidip yemin ederek faaliyetlerine katılması iyi bir adımdı; demokratik anayasa konusunda herkesin söz söylemesi de önemli bir adımdır; MİT-PKK görüşmelerinin ifşası sonrasındaki kamuoyu tepkisi de ciddi bir adımdır; sözü edilen protokoller de güzel bir adımdı... Dahası da yapılırsa harika inançlar beslemek için çok fazla gerekçemiz olacaktır. Kesintiye uğrayan görüşmeler daha sağlıklı bir zeminde ve her aşaması karşılıklı pratik adımlarla desteklenen müzakereler biçiminde sürdürülür ve milletin meclisinde demokratik bir anayasayla herkesin hakları garanti altına alınırsa neler başarılmaz ki...

Hayat bize koşullar sunar, bizler aktörler olarak o koşullar içinde tarih yaparız. Kürt sorununda aktörler belli. Karıncalar ve kargalar da belli. Aslında gelecek üzerine çokça laf edildi. Belki yine hüzünle bitecek bu aşamadaki adımlarımız. Olabilir. Gene dene. Hep dene! Bu nedenle söylemekten hiçbir zaman imtina etmeyeceğim, durmadan dinlenmeden, bıkmadan gerçekleşene kadar tekrar edeceğim, atılacak küçük adımları, bir kez daha önermek istiyorum. Biliyorum ki, küçük bir girdi muazzam sonuçlara yol açabilir.

- İmralı bu koşullarda değil geri çekilme, eylemsizliğe dahi yol açmayabilir. Mevcut fiziki tecrit O'nu etkisizleştiriyor. Devlet elitinin "kullanma" amacına dahi hizmet etmez! Koşulların kendisini etkili kılacak bir biçimde değiştirilmesi gerekiyor. Ki, bu "çözüm" sürecinde kaçınılmazdır. Şu an manevi gücü büyük ama maddi gücü sınırlandırılmış durumdadır.

- Reel politika gereği "geri çekilme"ye karşı "ev hapsi" koşulları ya da şartı mevcut güç dengesi içinde makul bir talep, sorunun tümden siyasi alana taşınması için cazip bir öneridir.

- Anayasal çözüm (toplumsal barış yasası dahil, dikkat edin 'af' demiyorum) ve silahsızlanma eş zamanlı olarak devreye girer. Bu evre şimdiden ilan edilebilir.

- Yeniden başlaması kaçınılmaz olan müzakere süreci bu perspektifle (kabullerle) başlamazsa, geçmişteki gibi kesintiler, krizler, çatışmalar katlanarak var olmayı sürdürür ve her şeyi daha da zorlu hale getirir..."

Devlet ve Cinnet
Meliha Çelik
10 Ekim 2011



"Kendi ırkına tapan herkes suçludur artık bu kan deryasında. Irklarından bir put yapıp ona tapınması ezberletilenler, bundan böyle akacak her kan damlasından sorumludur."

Colorado'nun ıssız dağlarında, korkunç bir kış mevsiminin yaşandığı bölgededir Overlook Oteli…

Amerika’da, tam anlamıyla kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdir burası…

Eski bir öğretmen olan Jack Torrance (Jack Nicholson), hem geçimini sağlamak hem de yeni bir kitap yazmak amacıyla ailesiyle birlikte otelin kış bakıcısı olarak Overlook’a yerleşir. Otel kış aylarında kapalı olduğu için Jack ve ailesi uzun bir süre burada yalnız kalacaklardır.

Kış yüzünü gösterdiğinde dışarı çıkamayacak hale gelen ve her geçen gün gerçeklikten kopan Baba Jack ile küçük oğlu Danny, kaldıkları yerde bazı kötü ruhlarla karşılaşırlar.

Danny, babasının bu ruhlar tarafından ele geçirildiğini ve kontrolünü kaybederek her geçen gün çıldırdığını hisseder. Jack, Mr. Grady adlı bir ruhla tanıştığında ise asıl kabus o zaman başlar. Mr. Grady, otelin eski bakıcısıdır ve aynı zamanda karısıyla iki kızını öldüren kişidir.

Ruhlarla her gece görüşmeye başlayan Jack Torrance, adım adım aklını yitirir. Artık düşman gördüğü oğlunu ve karısını öldürmeye çalışır. Bunu fark eden karısı ve oğlu ile Jack arasında bu saatten sonra bir kovalamaca başlayacaktır.

The Shining’i (orijinal adı) yani kendisinden sonraki çoğu korku filmlerini önemli ölçüde etkileyen Cinnet’i yeniden izlerken, Türkiye’de son günlerde yaşanan ölümleri, gözaltıları, tutuklamaları ve operasyonları anımsadım. Sinemanın dahilerinden Kubrick’in 1980’lerde çektiği bu korku filmini özellikle devletin 90’lı yıllarda yaşadığı ve yaşattığı gibi bugün ki cinnet anına benzettim birden.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürekli “baba” rolü oynayan devleti, Jack Nicholson’ın muhteşem korkunç mimikleri ile çıldırmış haline, Dany’yi ise hep inkar ve imha edilmiş, bir türlü adam yerine konulmamış kötü çocuk! Kürtlere uyarladım istemeden.

Kabusu yaratan babanın trajedisi, çocuğun yok olmaktan kurtulma çabalarından daha çok korkuttu beni. Evet bu film tanıdık geldi. Hem de çok tanıdık.

Tıpkı yıllarca halkını döven, aşağılayan, onurunu kıran, dilini, kimliğini ve kültürünü yok sayan, en vahşeti ise birçok insanı pis zindanlarda, kör kuyularda katlederek kendi trajedisini yaratan bir “Devlet Baba” ile canı gibi haysiyetini de yok olmaktan kurtarmaya çalışan, gözyaşının hiç dinmediği bir coğrafyanın talihsiz çocukları gibi tanıdık bir film işte.

Ve birde kendi trajedisinden trajedi doğurmayı başarmış olan babanın özellikle eski günahlarından rol çalıp, onunla savaşmayı seçmiş silahlı bir çocuğu var ortada.

Ya silahsızlar? Onlar hep şüpheli ve hep tehlikeli… Yürürken hep enselerinde bir elin gölgesi…

Bir ülke düşünün ki milyonlarca insanın oy verdiği bir siyasi partinin yöneticileri, vekilleri, parti binaları ve hatta tek tek seçmenleri bile topyekûn şüpheli ilan ediliyor toplumun gözünde. 2-3 yıl içerisinde KCK Operasyonları adı altında 7 binin üzerinde insanın gözaltına alındığını ve çoğunun tutuklandığını, hatta bazı kişilerin sadece isim benzerliğinden mağdur olduğunu düşününce…

Bu sahiden kötü bir “Korku Filmi” diyor ve bir an önce ilahi adaletin “Stop” demesini ümit ediyor insan…

JACK’İN BALTASI

Beni en çok etkileyen sahnelerden biri ise Jack’in Dany’i kovalarken elinde tuttuğu baltaydı. İşte o balta, hassasiyetleri yüksek, acısı derin ve ölüsü çok bir ülkenin medyasında kaleme dönüşünce gerilim de, nefret ve ölümler gibi tırmanıyor ister istemez. Yıllarca asker ağzıyla haber yapıp hedef gösteren basın bir yana, eskiden adam yerine konmayan muhafazakar medyanın takkeli şahinleri şaşırtıyor en çok. İşte o baltalar şimdi şükürsüz ve abdestsiz ellerde kamuoyunu provoke eden haberlere dönüşüyor tek tek. Hem de gazetecilik adına.

Irkçı ve yanlı haberleriyle meşhur “baba” medyayı anlamıştık ancak Allah’ın ismini zikrede zikrede ölüm ve savaş naraları atan dinci basının savaş baltalarına pek alışık değildik. En yakın örneği ise son zamanlarda devletin yaptığı operasyonlar…

“Dağda değil ovada siyaset yapın” diyenlerin niyeti özellikle Kürt kamuoyu vicdanında sorgulanırken, her fırsatta barıştan yana olduklarını dile getirenleri - siyasetçi, aydın ve gazetecileri- itibarsızlaştırmaya dönük kullanılan haber dili ve pervasızca atılan manşetler hem endişelendiriyor hem de toplumun huzurunu kaçırıyor.

KCK operasyonlarında gözaltına alınan binlerce kişiyi haklarında hiçbir yargı kararı olmamasına rağmen peşinen suçlu ilan eden medya büyükleri, aynı zamanda korkunç bir vebalin altına girdiklerini umursamıyor bile. Barış kelimesini kullanan herkes PKK veya KCK etiketleri ile fişlenerek korkutulmaya çalışılıyor şimdi.

Tam Kürt vekillerin meclisteki yeminine sevinelim derken, parti binalarında böcekler, savaş tellallarının vicdan ve baltalarında ise kurtçuklar bitiverdi aniden.

Ve toplum sahiden bir kabusun ortasında debelenmeye başladı. Bir yanda var olduğunu ispat etmeye çalışanlar, diğer yanda devlet ideolojisinin kendi eliyle yarattığı toplum içinde ki küçük fanatik Jack’ler…

Kendi ırkına tapan herkes suçludur artık bu kan deryasında. Irklarından bir put yapıp ona tapınması ezberletilenler, bundan böyle akacak her kan damlasından sorumlu oldukları gibi, hiçbir kanın izini de silemeyecekler tarihin belleğinden. Ne kadar çabalasalar da ne alınlarında ki ne de baltalarında ki secde izini silemeyecekleri gibi.

En fenası da insan vicdanının cinnet halidir ya! Vay halimize!

***

Ha bu arada izlemeyenler için filmin sonu; Baba Jack, çok çabaladığı halde Dany’i öldüremez. “Barış”ın da ölmemesi umuduyla…

Kaynak: haber10

'Uçurumun kenarında değiliz düşüyoruz'
20 Ekim 2011



BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde PKK’lıların düzenlediği ve 24 askerin şehit olduğu saldırıyı değerlendirirken, ''Şimdi geldiğimiz noktada uçurumun kenarında falan değiliz, uçurumdan düşüyoruz. Yere çakılmayı hafifletecek ve zararı azaltacak yöntemler bulmamız lazım'' dedi.

Çukurca’daki saldırı için ’vahim, üzücü ve acı bir olay’ diyen Demirtaş, olay tazeyken konuşmanın kolay olmadığını söyledi. Selahattin Demirtaş, olayların bir kaç ay içinde ’savaş boyutuna tırmandığı’ görüşünü savunarak şunları söyledi:

"PKK bitti, belini kırdık, temizledik, dolayısıyla bir kara harekatı, hava harekatı yaparız bu işi bitiririz diyenleri uyardık. Hava saldırılarıyla, kara saldırılarıyla bitecek bir noktada değil. O nedenle hep diyalog ve uzlaşmayı ve ikna yöntemlerini kullanmayı önerdik. Ve bu konuda bugüne kadar üstümüze gelinmesine rağmen geri adım atmadık. Hep barış ve diyalog yolunu öne çıkardık. Ama tek bir önerimiz dahi hükümet tarafından hayata geçirilmedi. Eğer, bizim önerdiğimiz hayata geçmiş olsaydı bugün bu savaş bitmiş olacaktı."

PKK için ’ortada binlerce silahlı militanı olan milyonlarca insandan halk desteği almış bir Ortadoğu’da etkili bir halk hareketi var. Ve bu örgüt aynı zamanda silah da kullanıyor’ diyen Demirtaş, bu örgüte karşı ikna yönteminin kullanılmasını bunun da müzakere ve diyalog olduğunu öne sürdü.

Selahattin Demirtaş, bugün gelinen nokta için "Uçurumun kenarında değil, uçurumdan düşüyoruz. Fakat, bu yere çakılmayı hafifletecek ve zararı azaltacak yöntemler bulmamız lazım. Yoksa uçurumun kenarında falan değiliz artık. Yakın zamana kadar uçurumun kenarındayız diyorduk artık düşüyoruz" diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Çukurca’da 24 askerin şehit olmasından sonra yaptığı "İntikamımız büyük olacak" açıklamasını da eleştiren Demirtaş, "Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları, Cumhurbaşkanı makamı ağırlığına denk düşmemiştir. İntikam, devletlere mahsus bir yöntem değildir. Bir devlet başkanı intikamdan söz edemez en fazla hukukun ve yasaların gereğinden söz edebilir" dedi.
haber10

Pamukoğlu'ndan PKK yorumu
2011.10.21

Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, Çukurca saldırısını değerlendirirken ürküten bir yorumda bulundu
Çukurca'daki saldırıya dikkat çeken Pamukoğlu, terör örgütünün ilk defa her yere hakim olduğunu iddia etti. Pamukoğlu, çok konuşulacak görüşünü PKK'nın saldırı saatlerine dayandırdı.

Bilindiği gibi Çukurca'daki 8 ayrı birime yönelik saldırı 01:00'de başlamış, çatışma sabaha kadar sürmüştü.

PKK İLK DEFA HER YERE HAKİM

"İstihbarat yok ki biz de. Bu kadar geniş bir noktaya gece saat 1’de
saldırıyorlar. PKK, hava karardıktan sonra 21’de başlar en geç 23’de bitirirdi. Daha sonra karanlık geçmeden bölgeyi hızla terk etmek için geri çekilirdi. Şimdi buna bile ihtiyaç duymuyorlar. Her yere hakimler ilk defa. Oturup bunu düşünmek lazım."

TV8'de Erkan Tan’la Başkentten programının konuğu bugün Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı Osman Pamukoğlu idi. Pamukoğlu, terör saldırıları ve Kuzey
Irak’a yapılan kara harekatı ile ilgili konuştu. Pamukoğlu OHAL'e karşı çıktı. İşte Pamukoğlu'nun açıklamaları:

OHAL'E GEREK YOK

“Olağanüstü hale gerek yok. Yapılması gereken şu; 20 bin kişi 4 ila 6 ay eğitilecek, özel
yetiştirilecek. Onlar nasılsa biz de öyle olacağız. Bir toprakta, dağlarda, kentlerde iki tane
silahlı güç olmaz. Jandarman, polisin, ordun var. Dağlarda gezen eşkiya var. Bu kabul
edilemez. Devlet kendi güvenliği, dolayısıyla halk ve topraklarının güvenliği için şiddet
yasaları uygulamak zorundadır. Savaşçılık doğadan gelir. Bir savaşçı yılanı, kaplanı,
tilkiyi, bütün yırtıcıları bilir. Bu yaratılıştaki çocuklardan oluşturulacak 20 bin kişi 365
günde o dağları temizler."

365 GÜNDE TERÖRÜ BİTİRİRİM

“Kimse kimsenin üzerine üniforma giydirerek onu savaşçı yapamaz. Savaşçı başka
bir şey. Doğuştan olacak. Nasıl örgütleneceksiniz, nasıl eğitileceksiniz, nasıl istihbarat
elde edeceksiniz bütün mesele bu. Doğuştan savaşçı gençler bulup terörü 365 günde
bitiririm.”

SURİYE UYARISI

“İçişlerine müdahale etmeyin demiyoruz. Edin ama böyle değil. Ormandan kopup gelmiş
uğultular gibi olmaz.Yıllardır İran ve Suriye PKK’yı destekledi. Şimdi sen gidiyorsun, PKK
ile mücadele ediyorum diyorsun ama ikisiyle de kavgalısın.”

"DAĞLARI TEMİZLETİN BDP YÜZDE 2 OY ALAMAZ"

“Halk hiçbir zaman PKK’ya destek vermedi. Destek vermiş olsaydı bütün şiddete rağmen PKK’nın uzantısı parti yüzde 5-6 almazdı. Bu, halk bunları bütün baskıya rağmen reddediyor demek. Dağları temizletin yüzde 2-3 oy alamazlar. Siyasi olarak hiçbir güçleri yok.”

ANAYASA ÇALIŞMALARI YANLIŞ

“Halkın tek derdi var. Hayattan atılan 20 yaşındaki o çocuklar. Başka hiçbir şey önemli değil. Anayasa çalışmaları da yanlış. Dışarıda kalanların yüzde 7-8 oyu var neden onların temsilcisi yok? Demokrasi de bir kişi bir kişidir. Böyle olmaz. Derme çatma bir şey yapıyorlar. Uyduruk bir salonda toplanmışlar, birbirlerinin tepelerinden bakıyorlar. Buradan sonra yapılacak her şey hayatidir. Halk eski halk değil. Bunu da görsünler.”
http://www.son-dakika.gen.tr

Şırnak'ta çatışma 1 Üstteğmen şehit
13 Şubat 2012
Şırnak'ta çıkan çatışmada bi üst teğmen şehit olurken 4 militan öldü çatışmada 4 asker yaralandı.
haber1001

Mardin'de Mayın Patladı
25 Şubat 2012
Patlamada ilk belirlemelere göre 1 asker şehit oldu, 1 asker yaralandı.

Mardin'in Nusaybin ilçesinde mayın patladı. Patlamada 1 asker şehit oldu, 1 asker yaralandı.
TRT

MHP'li Koray Aydın'dan bomba iddia
Abdullah Öcalan yakalanıp Türkiye'ye getirildiğinde eski Bayındırlık ve İskan Bakanı olarak görev yapan Koray Aydın, çok tartışılacak bir açıklamada bulundu. MHP'nin 4 Kasım 2012'deki 10. Büyük Kurultay'dan önce genel başkanlığa adaylığını açıklayan Aydın, bölücübaşının "asılmamak kaydıyla" verildiğini söyledi. Bu durumu devlet sırrı gerekçesiyle tabana anlatamadıklarını, o dönemde anlatılmış olması halinde bugünkü sıkıntıların yaşanmayacağını iddia etti. 28.07.2012 ANKARA netgazete

'Türkiye'nin Kürtleri-Şiddet dolu bir dönem'
17 AĞUSTOS 2012

Economist dergisi, bugün piyasaya çıkan sayısında 'Türkiye'nin Kürtleri-Şiddet dolu bir dönem' başlıklı bir makaleyle, son dönemde artan PKK saldırılarını değerlendiriyor.

PKK'nın Tunceli'de CHP milletvekili Hüseyin Aygün'ü kaçırıp, 48 saat sonra serbest bıraktığını hatırlatan dergi, Aygün'ün serbest bırakıldıktan sonra, kendisini kaçıran PKK militanlarının barış arzusundan bahsettiğini aktarıyor ve şöyle devam ediyor;

"Ama PKK'nın gündeminde barış varmış gibi görünmüyor. Örgüt, geçen ay boyunca şiddet eylemlerini arttırdı. Şemdinli yakınlarındaki bir dağda iki hafta boyunca orduyla çatıştı. Foça'da iki asker öldü. PKK saldırısı haberi duyulmayan gün neredeyse geçmiyor. Terör eylemlerindeki artış, daha sonra otonomiye razı olacağını ilan eden PKK'nın 28 yıllık silahlı bağımsızlık mücadelesinin başlamasının yıldönümü olan 15 Ağustos'la bağlantılı olabilir. Ama Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, suçu Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'a yüklüyor. Erdoğan, Beşar Esad'ın, 1998'de Türkiye'nin savaş tehdidi üzerine babası Hafız Esad'ın kestiği PKK'ya desteği, yeniden vermeye başladığını söylüyor. Erdoğan'ı eleştirenlerse, suçun kendisinde olduğu yanıtını veriyor. Türkiye'nin Suriye'deki isyancılara verdiği sıkı destek, Esad'ın yanı sıra birkaç PKK kampına ev sahipliği yapan İran'ın da düşmanlığını kazandırdı."

'Suriye'deki Kürt oluşumundan korku aşırı'

Beşar Esad'ın Kürtler'in çoğunlukta olduğu bölgelerin denetimini bıraktığını söyleyen dergi, bu durumun Türkiye'nin sınıra daha fazla asker kaydırmasına yol açtığını belirtiyor. PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi PYD'nin vakit geçirmeden bölgede denetimi ele aldığı belirten Economist, hükümet binalarına Kürt bayrakları ve hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'ın posterlerinin asıldığını söylüyor. Dergi şöyle devam ediyor;
"Ama yine de, Suriye'de PKK yönetimindeki, yarı bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye topraklarını yutacağı korkusu aşırı. Suriye'de sayıları 3 milyon kadar olduğu düşünülen Kürtler ülke geneline yayılmış halde. Çoğunluktaki Sünni Araplar da, büyük olasılıkla bölgesel özerklik taleplerine izin vermeyecektir. Ayrıca Türkiye, PYD ve rakipleri arasındaki anlaşmanın arabuluculuğunu yapan Iraklı Kürt lider Mesud Barzani'yle yakınlaşıyor. Barzani Türkiye'yle bu yeni ittifakını korumaya istekli. Özellikle de Iraklı Kürtler'in büyük petrol zenginliğinin tek çıkış noktası Türkiye olduğu için. Geçen ay Türk tankerleri petrol taşımaya başladı ve Irak'ın Şii Başbakanı Nuri el Maliki Türkiye'yi Kürt ayrılıkçılığını teşvik etmekle suçladı."

Dergi ticari bağların geliştiği bir ortamda, Türkiye ve Iraklı Kürtler arasında gayriresmi bir konfederasyondan gidirek daha sık bahsedildiğini, hatta Erdoğan'ın Irak'ın olası bir saldırısı durumunda Türkiye'nin kendilerini savunacağına dair kişisel garantiler verdiğini belirtiyor.
BBCT

PKK 'resmi ve açık' ateşkes ilan etti
23 MART 2013



PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'deki silahlı militanların tıklayın sınır ötesine çekilmesi çağrısının ardından, örgütün fiili lideri durumundaki Murat Karayılan, ateşkes ilan ettiklerini duyurdu.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenen "Newroz Kutlaması" mitinginde ekrana yansıtılan görüntülü mesajında, şu ifadeyi kullanıyor: "21 Mart’tan bu yana ve bundan sonra biz hareket olarak; KCK, PKK ve HPG olarak resmi ve açık bir şekilde ateşkes ilan ediyoruz."

KCK, PKK'nın üst yapısı, HPG ise askeri kanadı olarak biliniyor.
Fırat Haber Ajansı, Karayılan'ın yanaşık düzende sıralanmış örgüt militanlar
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Mar 24, 2013 9:49 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 30, 2011 6:38 pm    Mesaj konusu: Anlık İstihbarat Paylaşımı "Kaza"sı: 35 Kürt Genci Alıntıyla Cevap Gönder

Anlık İstihbarat Paylaşımı "Kaza"sı: 35 Silahsız Sivil Kürt Genci Öldü
Oğuz Gürses
29.12.2011



[Şırnak’a bağlı Uludere yakınlarında meydana gelen saldırıyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı sabah saatlerinde yaptığı yazılı açıklamada, ''Dün akşam saatlerinde insansız hava araçlarının aktardığı görüntüler üzerine sınırdan yük hayvanları ile geçmeye çalışan bir grubun hedef alındığını'' duyurdu.

TSK yaptığı basın açıklamasında, saldırının düzenlendiği bölgede sivil yerleşim olmadığını savundu; PKK'nın saldırı hazırlığı yaptığına işaret eden istihbarat olduğuna dikkat çekti.

Genelkurmay açıklamasında olayın meydana geldiği yer, "Irak'ın kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesidir" denildi.
Çelik ise açıklamasında, "Ortasu Köyü ile Irak toprakları içinde Sinat Haftanin arasındaki bir yer" ifadesini kullandı.

Ölenlerin cenazeleri sabah saatlerinde traktör römorkları ve katırlar ile dağdan indirilmiş, ardından cenazeler otopsi için Şırnak'a götürülmüştü.

Gelişmelerle ilgili Roj TV'ye konuşan Uludere Belediye Başkanı Fehmi Yaman, hava harekatının F-16 savaş uçaklarıyla yapıldığını ve otopsi için Şırnak'a götürülmüş olan cesetlerin yanmış durumda olduğunu söyledi.

Gelen ilk haberlerde bu grubun sınırdan mazot kaçıran köylüler olduğu yönünde ifadeler yer almıştı, hükümet yetkilileri ise hayvanların yükünün sigara olduğu yolunda bilgiler aldıklarını söylüyor.]


BBC'nin haberi böyle...

***

Kendi ülkesinin uçakları tarafından bombalanıp öldürülen 35 silahsız, sivil genç insan için ne söylenebilir?

AKP'nin de dili tutuldu...

Ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini bilemedi...

Komşu ülkenin devlet başkanına Kötülük İmparatorluğu ABD!nin suflörlüğünde efelenmek kolay da...

"Bana bak diktatör! Sen kendi halkına kurşun sıkmaya utanmıyor musun? Meşruiyetini kaybettin. Derhal istifa edip yerini Kötülük İmparatorluğu'nun göstereceği adamlara brakıp ülkeni terket..."

Filan...

Ya şimdi komşu "Diktatör" dile gelir de...

"Kendi halkının üstüne uçaklarla bombalar yağdırıp katleden Zalimler! Bütün meşruiyetinizi kaybettiniz. Derhal istifa edip ülkenizi terkedin!"

Gibisinden lâflar ederse ne diyeceksiniz?

Ne diyebilirler ki?

Açın Hüseyin Çelik'in açıklamasını okuyun...

Araştıracaklarmış da...

Soruşturacaklarmış da...

Çok üzgünmüşler de...

"Çevir kazı yanmasın" hesabı...

***

El şeyiyle gerdeğe girilemeyeceğini atalarımız yüzyıllar öncesinden görüp formüle edip bizlere intikal ettirmişler ama...

Bunu gel de her gördüğü Amerikalıya “Abicim bizimle anlık istihbarat paylaşımı yapıcanız değil mi?” diye boyun bükmeyi, gerdan kırmayı siyaset zanneden AKP ileri gelenlerine anlat...

Adamlar 10 yıl önce açık açık “Bölgede şu kadar devletin sınırlarını değiştireceğiz” diye stratejik bir hedef tayin etmişler...

Bu hedefe uygun bölünmüş Türkiye haritalarının, resmî yayınlarında ve toplantılarında açık açık kullanmışlar...

Size de bu melanet projesinin projenin “Eş başkanı” olmak gibi bir şeref(!) bahşetmişler...

Bu doğrultuda Afganistan ve Irak’ı sizlerin unutulmaz katkılarınızla işgal etmişler... Libya’da taş üstünde taş bırakmamışlar...

Her üç ülkede de milyonlarca Müslümanı katletmişler... Yaralamışlar... Esir etmişler, vahşî işkenceler uygulamışlar, tecavüz etmişler, ülkelerini terke mecbur etmişler...

Bütün bunları yaparken de sizin vasıtanızla Türkiye’yi de gırtlağına kadar bu pis işe bulaştırmışlar...

Siz bu ırz düşmanı kaatillerle her sahada işbirliği yapın ve karşılığında da sadece...

İnsansız hava aracı isteyin...

Onlar bu konu da yalandan nazlandıkça da...

Bu haçlı kaatillerin eline ayağına kapanıp “Bari sizin uçakların istihbaratını anlık paylaşalım” diye yalvarın...

Alın işte size "anlık istihbarat"..

Adamlar size PKK’lıların değil, kaçakçı köylülerin istihbaratını “anında” geçiversinler...

Siz de kaldırın uçakları silahsız köylü gençlerinin üstüne bomba yağdırın...

***

Şimdi bu ölen 35 köylü Kürt gencinin kaatili kim?

Bu gençlerin silahsız siviller olduğunu bile bile görüntülerini “paylaşan” ABD mi?

El aletiyle gerdeğe girilmeyeceğini bilmesi gereken bir kültürün içinde doğup büyüdüğü halde...

Gerdek için Haçlı kaatillerden “alet” dilenen AKP’li politikacılar mı?

Düşman bir ülke tarafından önlerine atılan “anlık” görüntüleri sağlam kaynaklardan teyit etmeden harekât emri veren TSK komutanları mı?

Birincisi...

İkincisi...

Üçüncüsü...

İkisi veya üçü bir arada...

Ne farkeder?

35 silahsız sivil genç kendi ülkesinin askerî uçakları tarafından bombalarla öldürülmüş....

Bunun, zaten etnik bölünmenin kıldan ince kılıçtan keskin sırat köprüsü üzerinde yıllardır ecel terleri döken bu ülknen birliğine ve dirliğine nergatif/menfi etkisi açık değil mi?

Bu genç ölümlerinin...

Bu ülkenin sosyal dokusunda ve siyasî yapısında açtığı yaraların, sosyal ve siyasî etkileri hakkında AKP ileri gelenlerinin herhangi bir fikirleri varmış gibi geliyor mu size?

Bana gelmiyor...

Bütün iç ve dış meselelerinin çözümünü haçlı stratejistlerin eline teslim etmiş AKP zihniyeti...

Bunun basit bir “iş kazası” olduğuna gerçekten ve safça inanıyor...

Bu “Anlık istihbarat paylaşımı”nın BOP adıyla bu bölgede yürütülen “sınırların yeniden çizilmesi operasyonu” na dahil küçük bir "istihbarat yanıltması" olabileceği ihtimalini hiç nazara almıyorlar...

Çünkü...

AKP zihniyeti, bu şeytan işbirlikçisi stratejistlerin fikirlerinin uygulama asistanlığını yapmayı büyük siyaset zannediyor ve -emrindeki medya gücü sayesinde- halka da öyle zannettirmeyi beceriyor...

İşte ölümlerden çok daha vahim olan da bu durum...

Çünkü...

Bu “durum”un ...

Bu türden ölümlerin sayısını arttırarak bütün ülkeyi bir yangın gibi kaplamasını sağlamaktan başka bir işe yaramayacağı açık...

Tarihin bu güne kadar kaydetmediği kadar büyük ve dünya çapında bir kaosun içine, böyle çerden çöpten bir yönetim kadrosuyla girmek ne büyük talihsizlik...

Çandar: Ortadoğu'da sınırlar değişecek, Türkiye de buna dahil...
28 Kasım 2012

'Ya Türkiye Kürt sorununu çözecek ya da Kürt sorunu Türkiye'yi' uyarısında bulunan Çandar, 'Erdoğan ve Öcalan'ı TBMM'de yan yana görmek çok iyi olur, ancak hayalperest değilim' diyor.

Hazal Özvarış
hazalozvaris@gmail.com

Cengiz Çandar, gazeteci olarak hiçbir zaman kayıtsız kalınabilen bir isim olmadı.

Son kitabı "Mezopotamya Ekspresi" (İletişim Yayınları), Çandar'ın kişisel serüveni eşliğinde Türkiye solundan Ortadoğu’ya, Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın danışmanlığından Kürt sorununa uzanan önemli girişim ve temasları içeriyor.

Çandar, sözünü esirgemeyen, kitabın ortasından konuşan tutumuyla daima destek veya tepki alan, tam da bu nedenle kayıtsız kalınamayan bir gazeteci olageldi.

(..)

Katı gerçekçi tutumu, tutkulu gazetecilik serüveninde başrol oynamış, heyecanlarına yanılma kaygısıyla ket vurmamış, ama ne olursa olsun olayların ta içine sokulan girişimciliğiyle daima ilgi görmüş kıdemli bir gazeteci karşısındayız.

630 sayfalık “Mezopotamya Ekspresi - Bir Tarih Yolculuğu" adlı son kitabını notlar çıkararak okuduktan sonra T24 için Çandar’ın kapısını çaldık. Hem akademi, medya ve siyaset için bir kaynak niteliği taşıyan bu kitabı konuşmak, hem de zaman zaman sabrını zorlama pahasına da olsa kitaba yazmadıklarından da bir şeyler koparmak için yaklaşık iki saat konuştuk.

Çandar'ın, bütün aktörleriyle birebir temas kurduğu Kürt sorunu konusunda söylediklerini dikkatle okumak gerekiyor. "Zira" diyor Çandar, "ya Türkiye Kürt sorununu çözecek ya da Kürt sorunu Türkiye'yi..."

Evet, Çandar, Türkiye'nin de dahil olduğu bu coğrafyada sınırların mutlaka değişeceğinin altını çiziyor. Peki bu değişiklik, Türkiye topraklarını bölmeden olabilir mi? "Evet" diyor Çandar, nasıl olabileceğini anlatıyor.

“Erdoğan ve Öcalan’ı TBMM’de yanyana görmek çok iyi olur” diyen Çandar ekliyor: “Ama öyle bir hayalperest tarafım yok.”

Soruyoruz; “Erdoğan'a Kürt sorununun çözümü için bir çağrı yapsanız, neler söylerdiniz?”

Seçim sandığı yerine tarihe işaret eden cevabını duraksamadan paylaşıyor:

“Çözüm yönünde daha cesur ol. Bu, bazı makamlara mal olacak olsa bile, ismini tarihe yazdırmaktan kaçınma.”

Sözü Cengiz Çandar’a bırakalım, buyrun.

- Abdullah Öcalan'ın katıldığı ilk eyleminin sizin düzenlediğiniz eylem olduğunu okuduğumuzda aklımıza şu soru düştü; Öcalan, siz, Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Emre Taner, Mahir Çayan, Mesut Yılmaz, Hasan Cemal, Mehmet Ağar, Oral Çalışlar, Hüseyin Velioğlu gibi Türkiye’yi farklı cephelerden etkileyen onlarca kişi Ankara Siyasal çıkışlı. Sizce Mülkiye’yi bu kadar doğurgan yapan ne?

Ankara'da o dönemde '68 kuşağının iki merkezi vardı; biri Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF), biri ODTÜ'ydü. Bu herhalde okulun geleneği ile ilişkiliydi. 1960'a giden dönemde Türkiye'deki öğrenci hareketleri İstanbul'da 28, Ankara'da 29 Nisan'da SBF'de patlak vermişti. Bir ay sonra 27 Mayıs olunca ki o zaman "asker darbe yaptı" olarak görülmüyordu, ilerici-gerici, sol-sağ çatışmasında ilericilik kazanmış ve 1961 Anayasası solun önünü açmış sayılıyordu. 1961 Anayasası'nı yapan hocaların çoğunluğu da Siyasal’dandı. Ayrıca ilk Sosyalist Fikir Kulübü daha sonra TİP’in üç büyük liderinden biri olacak olan, okulun hocalarından Prof. Sadun Aren’in etkisindeki öğrenciler tarafından orada kurulmuştu. SBF yolun taşlarını döşeyen en önemli merkezlerden biri olmuştu ve dönem gençliği için bir ufka dönüştü.

Türkiye'de Kemalizm ile sosyalizm arasında çok net sınırlar çizilemiyordu. Gerek Kemalist, gerek sosyalist, gerek ilkinden ikincisine seyreden gençlik, en çok 29 Nisan'dan gelen bu hareket geleneğinden beslendi. O yüzden de ‘68 kuşağı denen dönemin Ankara'daki kalesi oldu. İstanbul'da da Hukuk Fakültesi'ydi, Deniz Gezmiş oradaydı.

‘Filistin halkı devrimcilikle dinin bağdaşmazlığı fikrini kafamdan silip attı’

- Ömer Laçiner’in T24'e verdiği söyleşide dile getirdiği "Sol, askerle aynı mahalleden hissetti" argümanına sizce Ankara Siyasal'ın da etkisi oldu mu?

Olabilir. Harbiye Marşı, "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyız” diye, Mülkiye Marşı da “Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz / Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” diye başlıyor.

- Kitapta kimliklerinizi şöyle tanımlıyorsunuz: “Kültürel kimliğim Müslüman, ideolojik kimliğim özgürlükçü demokrat.” Müslüman kimliğiniz hakkında Yalçın Küçük, “namazınızın Cumhuriyet’te yadırgandığını” yazmıştı. Doğru mu?

Hayır. Doğru değil. Zaten hayatımda tüm Ramazan ayı boyunca oruç tutmaya ilk kez Bosna’da başladım. 1995’te Ramazan’ın ilk günü Bosna Ordusu’nun bir birliğinde koğuşta kalmıştım. George Michael dinleyen askerlerin tümü oruç tutuyordu. Kimlik tavrı. Biz de tuttuk. Cumhuriyet’ten yıllar sonra.

“Müslüman kimlik”ten kastım, bizim doğuştan kazandığımız bir kimlik olması. Ateistlik bir bireysel tercihtir, kimlik değildir. Hıristiyanlık, Müslümanlık, Yahudilik doğuştan kazanılan bir şeydir. Ben, Müslüman bir topluma gözümü açtım. Minarelerde ezan sesi duydum. Göz estetiğim camilerle beslendi. Çevreme, bazıları aile ferdim insanlar namaz kılıyorlardı. Ben, o geniş büyük Müslüman ailenin bir ferdiyim. Bir Müslüman ülkeye gittiğim zaman, etnik olarak farklı kimlikte olsam bile, kültürel iklimimin içinde hissettim kendimi. Filistin halkının içinde yaşadığım dönemde, insanların Müslüman olmasıyla devrimci olmaları arasında hiçbir çelişki olmadığını gördüm. Ve, İslam’ı daha iyi, daha derinlemesine bilmek zorunda olduğuma hükmettim.

- Ömer Laçiner’den bir alıntı daha: “Türkiye’de sol dini öğrenme zahmetine girmedi.” Sizin örgütten uzaklaşmanızda bunun etkisi oldu mu?

SBF'de çevremdeki hareketin parametrelerinden de etkilenerek dindarların önemli bir kısmına, gericiler diye bakıyordum. Onlar bizim halkımız, insan veya sevilesi yaratıklar değildi. Ama Filistin halkının gayet Müslüman, aynı zamanda devrimci olması bende çok önemli bir etki yarattı ve devrimcilikle dinin bağdaşmazlığı düşüncesini kafamdan silip attı.

’12 Mart ve 12 Eylül sonrasında sol lider beklenebilir bir durumda değildi’

- Sizce, sol bugün İslam’la barıştı mı?

Solu siyaset sahnesinde amorf görüntüsünden çıkmış bir unsur olarak görmüyorum. Barışanı da var, barışmayanı da. Dolayısıyla genelleme yapıp soruya cevap vermek doğru değil.

- Şu soru aklınıza takılıyor mu; 1980'den sonra Türkiye sağı Özal ve Erdoğan gibi iki önemli lider çıkardı, sol neden lider çıkaramadı?

Sol 12 Mart'ta çok ağır bir darbe yedi; 12 Eylül'de de ölümcül bir darbe. Sovyetler Birliği’nin dağılış gerekçelerini arayan bir hale geldi. Dolayısıyla bu süreçte lider, beklenebilir bir durum değildi.

‘Ben hiç doğru dürüst Maocu olmadım’

- “Mezopotamya Ekspresi”nde Filistin’de gerillayken Doğu Perinçek’in çevresindeki Aydınlık tayfasını ve örgütlülüğünüzü sorgulamaya başladığınızı yazıyorsunuz.

Daha ‘71 yılı dolmadan, 3-4 ay sonra çabucak koptuk. Başkaldırarak.

- Maocu olmanız...

Ben hiç doğru dürüst Maocu olmadım. Oral (Çalışlar) ve karım sinirleniyorlar “Peki o zaman neydin” diye. Ben de diyorum ki “Hareket Maocuydu, ama ben değildim.” Liderlerinden biriydim, fakat kızıl kitap elde, “Başkan Mao” denilmesine vs. bir türlü içim ısınmamıştı.

- Sizin de içinde bulunduğunuz Aydınlık grubunun lideri Doğu Perinçek bugün sizin için ne ifade diyor?

Ergenekon’u. Kitapta da o konuda anlamlı bölümler var. Perinçek, Talat Paşa Komitesi üyesiydi zaten. Senin bir şey demen bile gerekmiyor.

‘Fallaci’nin Arafat’a yaptığı tipik bir Batılı zıpırlığı’

- Bir parantez açsak; sizin kişisel olarak da tanıdığınız Yaser Arafat, iz bırakmış önemli bir lider. Kendisiyle yaptığı söyleşide Oriana Fallaci’nin Arafat’a sorduğu “eşcinsel misiniz” sorusunu okuyunca siz ne hissettiniz?

Filistin hareketi dünyanın en zor işine kalkıştı. Holocaust’un yaşandığı bir dünyada bütün Batı onun utancıyla felç durumdayken en olmayacak şeyi yaptı ve bir Yahudi ulus-devletine karşı silah çekti. Bunu simgeleyen adam Yaser Arafat’ın hem kişilik, hem fiziki katli için İsrailliler çok uğraştı. Kişilik katli için bütün Batı da gönüllüydü. Dolayısıyla Fallaci'nin yaptığını tipik bir Batılı zıpırlığı olarak görüyorum. Bir de yalan söylüyordu. Fallaci, aynı dönemde Batı’nın kucağına oturan Kral Hüseyin’i göklere çıkaran röportajlar yaptı.

(..)

‘Kıramayacağımı düşündüğüm iki lider var; biri Özal, diğeri Arafat’

- Kitapta konuşmalarınızı ve yaşananları anlatırken mükemmele yakın bir Özal portresi çıkıyor. Özal'a dair eleştireceğiniz hiçbir şey olmadı mı?

Uzunca düşünsem sıralarım, fakat Özal'la benim ilişkim işlevsel bir ilişkiydi; bir de arada kendiliğinden oluşan bir sevgi bağı vardı. Mesafe almış bir aydının gözlemciliği konumunda değildim. O yüzden aklıma o seyir içinde "şunu şöyle yapma" gibi bir düşünce gelmedi. Başka söyleşilerde söyledim, ben çok koyu bir bireyim; disiplin, örgüt, talimata gelemem. Ama bütün bu özelliklerime rağmen, benden bir şey istediklerinde, yanlış olduğunu düşünsem bile kişisel sadakat duygusuyla yerine getiremeyeceğim, onları kıramayacağımı düşündüğüm iki lider figür var; biri Özal, diğeri Arafat. Bu, onlara duyduğum inanç ve sevgiyle ilgiliydi.

- Yanlış olduğunu düşündüğünüz, buna rağmen Özal istediği için yaptığınız şeyler neler?

(..)

‘2011’den bugüne Erdoğan’da Özal izi azaldı, Erbakan’ın ağırlığı arttı’

- Erdoğan, Adnan Kahveci’nin raporunu iletirken size 2005’teki Diyarbakır konuşmasında “Kürt sorunu” dediği için pişmanlık duyduğunu belirtiyor. Siz de şu cümleyi kaleme alıyorsunuz: “İş, Kürt sorununun çözümü ise, Tayyip Erdoğan’a Turgut Özal ölçüsünde bel bağlamamak gerekir.” Sizce, Erdoğan'ın Özal'ın halefi olduğu iddiası yersiz mi?

Erdoğan, kendini tanımlama yolu olarak Erbakan'ın değil, "Atatürk, Menderes, Özal" zincirinin bir halkası olarak olmayı daha uygun görüyor. Ancak 2011'den bugüne kadarki performansına baktığım zaman Erdoğan’da geçmişe kıyasla çok daha az iz görüyorum Özal’dan.

- Erdoğan’ın üzerinde Erbakan ağırlığının arttığını mı düşünüyorsunuz?

Evet. Zaten şu anda da Erbakan'ın Batı'nın G-7'sine karşı kurduğu D-8 zirvesinde.

- Çok değinmediğiniz bir konu; Gülen cemaatinin sizdeki yeri ne?

Bu kitapla ilgili bir soru değil.

‘Gülen cemaati olarak ileri sürülenler güvenlik ve yargıda tehlikeli rol oynuyor’

- Kitapta Fallaci de yoktu.

Evet, şu ana kadar kitabı konuşmadık. Gülen cemaati dünyada eşine pek rastlanmayacak türden ilginç bir hareket. İçlerinde Fethullah Gülen de dahil kendime dost saydığım insanlar var. Çok becerikli ve başarılı bir hareket, ama tespit olarak Türkiye’nin şu döneminde ciddi olarak tartışma zeminine gelmiş de bir hareket.

- Kelimelerinizi özenle, tane tane seçtiniz.

Gülen cemaatinin güvenlik bürokrasisinde ve özel yetkili mahkemelerin de dahil olduğu yargıda çok etkili olduklarına dair birtakım belirtiler var. Bunlar beni çok rahatsız ediyor. Ama bunu yapanlar Gülen cemaati kisvesine bürünmüş bizim bildik devletimizin bildik dişlileri mi, yoksa gerçekten Gülen cemaati mi sorusunun cevabını bilmiyorum açıkçası. Ama Gülen cemaati olarak ileri sürülen birtakım insanların saydığım bu kurumlarda son derece tehlikeli ve zararlı bir rol oynadıklarına dair bir algım var.

‘İki Gülen cemaati’ gözlemi

- Tehlikeli bulduğunuz bu davranışların kaynağını Fethullah Gülen cemaatinin bilinçli tavrı olarak değil, bazı cemaat üyelerinin şahsi tutumu olarak mı yorumluyorsunuz?

Bilmiyorum. Yalnız cemaatin yayın organlarında güvenlik ve yargıdaki bu çok tehlikeli ve zararlı gördüğüm davranışları savunan tavırlar gördüm. Buna rağmen onlar gerçekten Gülen cemaati mi, soru işaretini muhafaza etmeyi uygun görüyorum. Çünkü benim tanıdığım ve dostluk ettiğim cemaatten kişiler onlara benzemiyor.

- “İki Gülen cemaati” okuması yapıyorsunuz, doğru mu?

Evet. Güvenlik bürokrasisi ve yargı üzerinden harekete geçen bir sürü olumsuzluk Gülen cemaatiyle ilişkilendiriliyor. Ve Gülen cemaatinin yayın organlarında bu olumsuzlukların kollandığı ve savunulduğunu görüyorum. Bunu kendime bir not olarak düşüyorum; fakat “Bu Gülen cemaatidir” demekten de imtina ediyorum. Çünkü olmayabilir.

‘Cemaatten bazı tanıdıklarım ‘onlar Ergenekoncu’ diyor’

- Eleştirilerinizi Gülen cemaati mensuplarına ilettiğinizde nasıl bir yanıt alıyorsunuz?

Kimisi söylediklerimi onaylıyor, “Bunlar hâlâ güvenlik ve yargı bürokrasisinin bildiğimiz devleti, Ergenekoncular” diyorlar. “Bunlar bizle alakalı değil. Günahı niye bize çıkıyor” diyorlar. O zaman da “Yapılanları yayın organlarınızda savunmayın” diyorum.

- Hangi olayları kastediyorsunuz?

Bazılarına çok komik geliyor, ama Fenerbahçe davası bir örnek. Keza bir sürü faulü olan Balyoz davasında, Ahmet Şık ve Nedim Şener davasında ve MİT krizinde cemaatin yayın organı olarak deklare edilen yerlerde bu konularda pozisyon alındı. Bunu yapanlar Gülen cemaati değilse bu savunma yapılmamalı, Gülen cemaatiyse de bu yanlış.


‘Başbuğ’un tutuklanmasından çok rahatsız oldum; saçma sapan bir dava’

(..)

- Sizin gibi Kürt meselesinde tabular içinde konuşmayan bir gazeteciyle Kürt meselesini konuşmak üzere görüşen bir Genelkurmay Başkanı'nın terör örgütü liderliğinden tutuklanıyor olmasının sizdeki yansıması ne?

Tutuklanmasından çok rahatsız oldum. Başbuğ ile görüşmüş olduğum için değil, "terör örgütü kurmak ve yönetmek" gibi absürt bir suçlamayla karşı karşıya olduğu için rahatsızım.

“Darbe amaçlı terör örgütü kurmak” suçu isnat edilen adam, bu suçlamaya dayanak olan tarihte Genelkurmay Başkanı. 800 bin kişilik silahlı güce hükmediyor. “Darbe amacıyla silahlı terör örgütü kurma”ya ihtiyacı olabilir mi? Böyle bir suçlama olabilir mi? Böyle bir suçlamayla, bir Genelkurmay Başkanı tutuklanır mı? Gerçi, Türkiye’de Kenan Evren Genelkurmay Başkanı iken dört kuvvet komutanı darbe yaptı ama “emir ve kumanda altında” yapılan bir darbeydi o. İlker Başbuğ’a “darbe amaçlı silahlı terör örgütü kurmak” suçlamasında bulunulacaksa, tartışmasız sağlam kanıtlar ortaya koymak gerek. Öyle bir şey yok. Aziz Yıldırım’a da isnat edilen “şike yapmak amacıyla terör örgütü kurmak.” Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Kulübü Başkanı. Sözde terör örgütü üyeleri asbaşkan ya da yönetim kurulu üyeleri. Böyle bir suçlamanın inandırıcılığı olabilir mi? Şike yapmak amacıyla silahlı terör örgütü mü kurulur?

- Suç kapsamı “görevi kötüye kullanma” olsa rahatsız olmayacak mıydınız?

Onu da somut delillendirmeniz lazım. İkincisi de; bu insanları niye tutukluyorsunuz? Tutuklanmak çok ağır bir ceza.

- Sizce Başbuğ’un suçlanması için somut delil var mı?

Hiçbir delil yok. Ortada saçma sapan bir dava var. Cemaatçi arkadaşlarımızla ayrıca konuştuğumuz konulardan biri bu. (..)

- Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkililerinin tutuklanmasından memnuniyet duymadıklarını söyledikleri Başbuğ, sizce neden hâlâ içeride?

Devletin içinde Erdoğan’ın kolay diş geçiremediği belli odaklar var. Zaten kendisi de MİT krizinin doğrudan kendisine yönelik olduğunu söyledi.

- Başbuğ’un tutukluluğunun sona erdirilememe sebebi olarak Gülen cemaatini mi işaret ediyorsunuz?

Bunlar benim bildiğim cemaatin işlevleriyle bağdaşmayan şeyler. Dolayısıyla, bunlar cemaat kullanılarak yapılıyor, diyorum. Bu yüzden, bu tip işlere Gülen cemaati mührü vurmaktan imtina ediyorum.

- Güneydoğu’da PKK’nın yanı sıra etkin olan AKP, Gülen cemaati ve Hizbullah mimarisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Halihazırda AKP, potansiyel olarak da Gülen cemaati.

‘Güneydoğu’da PKK da, Gülen de aynı sahaya ekim yapıyor’

- Nasıl bir potansiyelden bahsediyorsunuz?

Üniversitelerde, yurtlarda, burslarda baya bir yaygınlık elde etmeye başladılar. Yeni Kürt kuşaklarına yatırım yapıyorlar. Gülen cemaati uzun vadede hareket eden ve yatırımlarla çalışan ve sonradan hasat toplayan, bunu da gayet sabırlı ve kararlı bir şekilde yapan bir cemaat.

- Sizce bunun siyasi sonucu ne?

Her siyasi hareket gelecek kuşaklara oynar. Gülen cemaatinin burs verip yurda yerleştirdiği ve okuttuğu kişiler PKK’nin de kendilerine devşirmek istediği kişiler. PKK da, Gülen de aynı sahaya ekim yapıyor. Sonra da mülkiyet meselesi çıkıyor, “bu tarla benimdi” diye.

- Karşı karşıya gelme durumunda kimin üstün çıkacağına dair cevabınızın net, değil mi?

Kürtler Türkiye’de eşitlenmedikçe, Kürt hareketi her zaman diğerini alt eder.

- Varsayımlardan yana değilsiniz, ancak yine de soralım; Öcalan, üniversite yıllarında Mahir Çayan'dan değil de mesela Sezai Karakoç'tan etkilenseydi, Marksist çizgide doğan PKK yerine, İslamcı bir PKK görebilir miydik?

Tarih metodolojisi açısından "Öyle şey olur mu" denilir. Bazı insanların tarihte olağanüstü önemli bir rolü oluyor, Öcalan da bu kişilerden biri. Dolayısıyla buna cevap vermek çok zor.

PKK morfolojisi yapmaya kalktığımız zaman doğum şartlarına bakmak gerekiyor. PKK'nin en çarpıcı özelliklerinden biri Türkiye üniversite sol hareketi içinden çıkmış olması ve onun bütün izlerini hem zihin kalıplarında, hem söyleminde bugüne getirerek taşıması. İkincisi dünyanın durumu, eski sömürge ülkelerde ortaya çıkan ve terör diye kınanmadan selamlanan kurtuluş mücadeleleri ve Sovyetler Birliği'nin olduğu bir dönem var. PKK'nın ana rahmine düştüğü dönemin yapısını ve dışarıdaki iklimi göz ettiğimiz zaman PKK ancak böyle olabilirdi, denebilir.

‘Öcalan’ın tutuklanması müthiş bir ivme yarattı’

Ama Öcalan da zaman içinde böyle oldu, birinci günden itibaren kimse bir şey olmuyor. Hatta Öcalan bu durumuna tutuklandıktan sonra geldi, çünkü ‘99 öncesi ve sonrası Öcalan arasında nüfuz, güç, etki bakımından olağanüstü bir fark var.

- 1999 dönemi öncesine gitsek; Öcalan sizce nasıl lider oldu? Tarih yazan insanlarla doğrudan tanışan biri olarak Öcalan’ın lider vasıflarına sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

Çıktığı dönemde dünyada PKK’ya benzer onlarca hareket var; dili, üslubu ve yöntemi de bir sürü hareketle türdeş. Öcalan da netice itibariyle onlardan birinin lideri. Fakat Türkiye'nin kendine özgü şartları bu hareketin kök salmasına yol açtı. 1989-91 aralığında Soğuk Savaş bitince bu tür hareketler dünyada çok zayıflayarak kaldı. Fakat PKK güçlendi. Buna sebep olan da 90'lı yıllarda Türkiye'nin izlediği politikalardı. İkinci neden de PKK’nın Soğuk Savaş sonrası döneme görece adapte olması ve bağımsızlık taleplerini ortadan kaldırması oldu. Ayrılık talepli bir hareket olmamasına rağmen Türkiye'nin ayrılıkçı hareket muamelesi yaparak Kürt bölgelerine genel bir baskı uygulaması hareketin kök salmasına neden oldu. Üstüne Öcalan'ın tutuklanması müthiş bir ivme yarattı.

- Ruşen Çakır da köşesinde alıntıladı; Öcalan’ın tutuklandığında gösterdiği tutum hakkında Talabani’nin size “Türkiye Kürtlerinin bu adamın hâlâ arkasından gitmesini anlayamıyorum; senin bir izahın var mı” diye sorduğunu yazıyorsunuz.

Çakır, bu soruya cevap vermediğimi yazmış. Ancak cevap vermiştim; sadece kitaba almadım.

- Cevabınız neydi?

Haklı ya da haksız, doğru veya yanlış, Türkiye'nin Kürtleri 80 yıldır, o zaman 80 yıldı, kendilerini ezdiğine inandıkları Türk devletine karşı başkaldırı olarak görüyorlar Öcalan'ı. Her şeyi de buna göre rasyonalize ediliyorlar, yakalandıktan sonra mahkemedeki performansı da öyle.

- Sizce, Kandil'den Öcalan'ın savunması ve ifadeleri için gelen "İlaç verdiler" bu rasyonalizasyonun bir parçası mı?

Evet, bir dalgalanma yaşandı. Büyük bir türbülansa giriyorlar ve kopuşlar yaşanıyor. Fakat Öcalan ile örgüt arasında tekrar bağ kurulduktan sonra Öcalan duruma hükmediyor.

Öcalan'ın ilginç bir tarafı var; örgüt içinde birtakım farklı eğilimler olduğu zaman zamk görevi görüyor. En büyük gücü de Kürt halkı üzerindeki simbiyotik ilişkisi üzerinden geliyor. Bunu da kırmak çok zordur.

‘Kürt aydını sıfatıyla İstanbul’da dolaşanlara bölgede kitlesel tecrit var’

- Öcalan dışında ikinci bir lider çıkabilseydi, bu aidiyet sizce yine bu kadar kuvvetli olur muydu?

Çıkamadı, ben de tam onu söyleyecektim. Bunun temel sebeplerinden birini Kürtlerin zihin kıvrımlarını öğrenmeye çabaladığınızda öğreniyorsunuz.

Bugüne kadar bir sürü Kürt isyanı oldu ve hepsi hem fiziki olarak ezildi, hem de liderleri yok edildi. PKK, Kürtler için yenilmemiş bir Kürt isyanı. Darbe yiyor, tutuklanıyor, birtakım adamlar öldürülüyor ama öbürleri gibi yenilmiyor. Bunun göstergelerinden biri liderinin hayatta olması ve hapiste de olsa liderliğe devam etmesi. Bir anlamda kendisini kavramsal olarak tutuklu hisseden bir kitlenin liderinin tutukluluğu Kürtlerin kendilerine ilişkin algılarının tam karşılığı oluyor.

Ayrıca, Kürt isyanları 1- Devlet tarafından ezildi, 2- Bölündü, ihanete uğradı. Kürtler için ikinci lider hemen o bölünme ve ihanet kavramını çağrıştırıyor ve hiçbir şansın kalmıyor. Bu yüzden, “Kürt aydını” sıfatıyla İstanbul’da, Ankara’da dolaşanların görüşlerinin, sözlerinin bölgede bir etkisi kalmadığı gibi, bölgede bulunmalarının da imkanı pek kalmıyor. Kimisi “PKK bizi öldürecek” diye korumayla geziyor, ama asıl sıkıntı bu konuda değil. Bölgede insanların kendilerine yüz çevirecek olması kaygısı. Bir nevi kitlesel tecrit hali. Nedeni, onların Kürt hareketini zayıflatıyor olarak görünmesi ve az önce söylediğim kendilerine ilişkin genel Kürt algılaması.

- Kitabınızda aktarıyorsunuz; Mesut Barzani de Öcalan’ın tutuklandığı zamanki tavrı sorguluyor ve şunları söylüyor: "Kürtlerin böyle bir liderden utanması gerek. Avrupa'nın en önemli devletlerini asil kökenli insanlar kurdu. Başka türlü devlet kurulmaz. Öcalan'ın kökeni ne? Kimin nesi o?" Siz, Barzani’nin söylediklerini nasıl okudunuz?

Barzani şunu demek istiyor: Avrupa'da Habsburglar gibi aileler imparatorluklar kurdular. Kalıcı ve sağlam devlet kurmak ile ailenin, bir ulusun yönetici elitinin köklülüğü arasında bir ilişki var. Barzaniler 100 yıla yakın bir süredir Irak Kürtlerinin siyasi hareketinin liderliğini yapmışlar. Bu nedenle bir Kürt devleti kurma misyonuna ailesi nedeniyle sahip olduğunu düşünüyor. Bu misyonla Öcalan’a "Bu kim" diyor.

Barzani ve Öcalan değerlendirmesi

- Barzani'nin kendine biçtiği rol, Öcalan ile arasındaki hiyerarşide karşılığını ne kadar buluyor?

PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi) Genel Sekreteri Mesut Tek’in bana söylediği bir cümle var; "Bir kazanda iki kelle kaynamaz, bizde üç kelle var." Pan-Kürt perspektif ile baktığımızda Barzani ile Öcalan arasında kendiliğinden bir liderlik rekabeti var.

Yalnız, Barzani Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı sıfatıyla başarıyı temsil ediyor. Fakat Kürtlerin devletleşmesi ve tarih sahnesine çıkması tamamlanmamış bir süreç; ayrıca Öcalan, Kürtlerin en büyük bölümünü teşkil eden Türkiye Kürtlerinin içinden çıkmış olması ve Kürt mazlumluğunu temsil eden tutukluluğu nedeniyle Türkiye Kürtleri nezdinde daha fazla güce sahip.

- Bir parantez daha: AKP Kongresi’ne katılan Barzani konuşmasından önce anons edilirken “Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı” denilmedi. Barzani, sıfatının AKP tarafından seslendirilmemesi hakkında ne düşünüyor, biliyor musunuz?

Bundan haz ettiği elbette ki söylenemez. Ama Türkiye’yi yorumlayabildiği için bunun bir süreç meselesi olduğunu ve öyle takdim edilmese de Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı sıfatını taşıyan bir kişinin Türkiye başkentinde, iktidar partisinin kongresinde Kürtçe konuşma yapmış olmasını çok çarpıcı ve gelinen nokta açısından çok daha önemli görüyor.

- Öcalan ve Barzani arasındaki rekabet ile Barzani ve Talabani arasındaki geçmişten gelen husumet "Birleşik Kürdistan" fikrini ütopyaya mı dönüştürüyor?

Tarihe ipotek koyamayız. Fakat tarihin yol alışı, dünyadaki teknoloji dahil gelişmeler, ulus-devlet bağlamında Kürt devletinin kurulmasını gereksiz ve anlamsız kılabilir.

- Sizce bağımsız Kürt devleti şu an anlamsız mı?

Şu an alacakaranlık kuşağındayız. Ulus-devlet aşınan bir format, yakın bir gelecekte bu model yok olabilir, ama Kürtler yok olmayacak, peki ne yapacaklar? Milletin tüylerini diken diken etse de Öcalan'ın demokratik özerklik ve konfederasyon önerisi tam da bu durumu karşılıyor. Bu tezde mevcut sınırlar değişmeksizin ve Kürt ulus-devleti oluşmaksızın Kürtlerin tarih sahnesinde yeni bir formatta yer almasının bir formülasyonu var.

‘PKK içinde ‘genç subaylar rahatsız’ durumu yok’

- Bunun Kandil'deki karşılığı ne, sorusuna kitabınızdan bir alıntıyla girizgâh yapalım; 1993’te Bingöl'de 33 silahsız askerin öldürüldüğü saldırıyı Öcalan duyunca hayretler içinde kalıyor. Ancak birkaç gün sonra olayı üstlendikten sonra Talabani'ye "Kabullenmeseydim gerilla üzerindeki hakimiyetimi kaybedebilirdim" diyor. Öcalan ve Kandil arasındaki farklı dalga boyunu da göz önünde bulundurduğunuzda, sizce İmralı Kandil'e her zaman hükmedebilir durumda mı?

Büyük ölçüde, ama tümüyle değil. Çünkü iki temek fark var; Öcalan tutuklu; gördüğü insan sayısı sınırlı ve çerçevesi iradesi dışında çizilebiliyor. Kandil, serbest dolaşan insanlardan oluşuyor, özgür ve silahlı olmanın getirdiği bir düşünce kalıbı var. Kandil’dekiler, konumlandıkları coğrafya nedeniyle bir sürü devletle de temas edebilir durumda. Onlar da birtakım siyasi hesaplar yapıyorlar ve "Önderlik, bizim elimizdeki verilere haliyle sahip değil, dolayısıyla bizim hesapladıklarımızı doğal olarak görmüyor olabilir. Yaptıklarımız aslında onun lehine dönüşebilecek şeylerdir" diye düşünebiliyorlar. Birebir örtüşmeyen pozisyonlar olduğu varit, bu son üç sene içinde defalarca yaşandı. Ancak talimat mekanizması çalıştığı takdirde son sözü Öcalan söylüyor ve uyulmaması söz konusu değil. Olsa olsa öncekiler gibi bir fraksiyon ayrılır, gider.

- Öcalan'ın "Anadilde eğitim tamam, silahları bırakın" dediği noktada sizce Kandil, silahları gömer mi?

Karayılan, "O derse yaparız" dedi. Ama “Daha orada değiliz" diye de ekledi. Fakat, Öcalan bunu zaten demez. Öcalan, bütün İmralı serüveninde devletin değişik unsurlarıyla, değişik zeminlerde, değişik talepler üzerinde konuşuyor. Ama zurnanın zırt dediği hep aynı yer. Devlet, silahlı mücadelenin sonlandırılması stratejisi ve taktikleriyle yol alıyor. Ama Öcalan nezdinde bu son nokta. Çünkü örgütün varlığı ve silahlı bulunması onun en önemli pazarlık kozu.

- Söylediklerinizden şu mu çıkıyor; "PKK içinde 'genç subaylar rahatsız' durumu yok!'

Hayır, yok.

‘Kandil hiyerarşisinde birinci Cemil Bayık, ikinci Karayılan’

- Kitabınızdan bir alıntı: Talabani espriyle "Sorun yine sizinkilerden çıktı" diyor ve siz açıklıyorsunuz, "Talabani şahin çizgisindeki Türk ve Alevi olan Duran Kalkan'dan bahsediyordu." Kandil’de Öcalan’a dair bir rahatsızlık olmadığından emin misiniz?

Şahin kanat, genç subaylara tekabül etmiyor. Son söz, Öcalan'ın.

- Kandil’den üç isim: Murat Karayılan, Duran Kalkan, Cemil Bayık. Hiyerarşi listesi yapsanız bu isimleri nasıl sıralarsınız?

1. Cemil Bayık, 2. Murat Karayılan, 3. Duran Kalkan ya da Mustafa Karasu veya Sabri Ok vs. Oradaki sıralamayı çok iyi tasavvur edemiyorum.

- Neden Bayık, birinci sırada?

Çünkü PKK kurucu kadrolarını, a takımını çok kayıp vermeden koruyor. Bu a takımının PKK’da manevi değeri var. 1970'lerin ortalarında Ankara'nın çeşitli evlerinde toplandıklarında Cemil Bayık var ve hâlâ hayatta. Karayılan, bölgede örgütlenme kararının ardından ilk örgütlenenlerden, ikinci aşamada örgüte giriyor. Karayılan, gücünü iki yerden alıyor: 1- Onu Öcalan oraya atadı; 2- PKK'nın silahlıları nezdinde savaş sicili efsanevi; 3- Irak Kürt liderlerinin görüşülebilir bulduğu kişi.

‘‘Şahin, güvercin’ adlandırması, PKK’de kenetlenmeye neden oluyor’

- Karayılan'ın “konuşulabilir” kimliğiyle listenizde ikinci sırada yer alırken, şahin kanattaki Bayık’ın birinci sırada olması çatışma yaratmıyor mu?

Öcalan’ın tarafından atanmış olduğu için Karayılan’ın pozisyonunu Öcalan’ın kendisinden başka kimse değiştiremez. Kandil’dekiler aynaya baktıkları vakit, hepsinin sureti aynı olmasa da, bu farklılık üzerinde oynanmaya kalkıldığı takdirde, PKK’de bunu yapanların hesaplarının tam tersi yönünde bir kenetlenme yaşanıyor. “Bu şahin, şu güvercin” adlandırması, PKK nezdinde “örgütün tasfiyesi yönünde yeni bir girişim” olarak algılanıyor.

‘Kürt halkı nezdinde Bayık bir lider değil’

- Öcalan'ın tecridi sürerse, ikinci adam kim olur?

Son bir yılda ne gözüküyor? İkinci adam olmuyor. Birinci mesele de tecridin kalkması talebine dönüşüyor. Kürt halkı nezdinde Bayık bir lider değil. Bana sorarsanız, Öcalan'ın tutuklu olması yüzyüze görüşerek çözüm aranması için bir şans olarak değerlendirilebilir. Ama kitabın bir bölümünün başlığında da olduğu gibi "Ya eşitlik, ya eşitlik." Bunun dışında bir çözüm yok.

- "Öcalan'ın tutuklu olması yüzyüze görüşerek çözüm aranması için bir şanssa” Öcalan idam edilseydi, sizce bu şans kaybedilmiş mi olacaktı?

Bu konuya öyle yaklaşılmaz. Birincisi idam tartışmalarını çok ciddiye almıyorum. Bu başka amaçlarla açılan bir tartışma. İkincisi, eğer geçmişte öyle olmuş olsaydı -ki öyle olmadı- bugün bambaşka bir süreç söz konusu olurdu. Öyle bir sürecin sorununun çözümü bakımından daha elverişli olacağını söyleyemeyiz; çünkü bilemeyiz.

- Peki, dediklerinizden bu tartışmayı gündeme getiren "Erdoğan, Öcalan'ın kıymetini bilmeli" gibi bir sonuç da çıkıyor mu?

Barışçıl ve siyasi çözüm şansı için değerlendirilmesi anlamında, evet.

Çandar’dan Erdoğan’a: Çözüm için daha cesur ol

- Bu kadar uzun zamandır Türkiye siyasetinde hem gazeteci, hem danışman olarak etkili bir isim oldunuz. Leyla Zana'nın "O çözebilir" dediği Erdoğan'a Kürt sorununun çözümü için bir çağrı yapsanız, neler söylerdiniz?

Çözüm yönünde daha cesur ol. Bu, bazı makamlara mal olacak olsa bile, ismini tarihe yazdırmaktan kaçınma.

- Erdoğan’a "Sandık yerine tarihi tercih et" mi diyorsunuz?

Evet, öyle.

- Kürt siyasetindeki askeri vesayet bir başka konu başlığı. Aysel Tuğluk, açlık grevlerinin sonlanmasının ardından Yeni Şafak'tan Murat Aksoy'a "Yeni sayfa açıyoruz, şimdiye kadar yapmadıklarımız neler bakacağız, yapıcı bir muhalefet olacağız" dedi.

İyimserlik duygusu.

- Gerçekçi mi?

Bilmiyorum, bunlar konjonktürel.

- Peki, Kürt siyasetinde sivil bir kahramanın çıkması da mı konjonktürel?

Abdullah Öcalan, sivil. Hiçbir silahlı çatışmada yer almadı. Silah taşıdığına dair bir fotoğrafını da görmedim. Kürtlerin gözünde PKK, sadece bir askeri örgüt değil; Kürt Özgürlük Hareketi. Bunun içinde sivil toplum örgütleri, milletvekilleri, belediye başkanları, KCK var ama omurgası PKK. Öcalan da filanca kolordunun komutanı değil.

- Dağa çıkmamış bir isim, mesela milletvekilleri ihtimaller arasında yok mu?

Abdullah Öcalan varken öyle birisini aramayın. Bunu söylediğiniz noktada o isimleri de iptal etmiş olursunuz, çünkü siyaseten biterler. Hak-Par veya KADEK’in BDP’ye rakip olma şansı yok. Bu PKK izin vermediği için değil, toplum özdeşleşmediği için olmuyor.

- Son zamanlarda Özgür Gündem’in Ramazan ayına özel içerikleri, sivil cumalar gibi etkinlikler çıkmasına rağmen Marksist kökenli PKK, Kürt halkının dindarlığını ne kadar dert etti?

PKK lider kadrosunun kökeni, üslubu ve dili bakımından solcu özelliklerini koruyor. Fakat PKK zaman içinde bir halk hareketi kimliği edinmeye başladığı andan itibaren o da dönüşümden nasibini alıyor. Milliyetçi boyutu da var, ama Türkiye’de MHP neyse PKK da Kürtlerde ona mı tekabül ediyor? Hayır. Solcu; ama tam solcu da değil vs. PKK, esnek bir hareket, muazzam bir bilmece.

- “Kandil’de namaz kılınıyor” diyebileceğiniz kadar esnek mi?

Onu bilmiyorum. Kandil büyük bir yer, öyle herkesi pat diye göremiyorsun.

‘Türkler nelere sahipse, Kürtler de aynı şeylere sahip olmak zorunda’

- Kitabın sonunda hayalinizi şöyle özetliyorsunuz:

“Türkiye’nin Kürtlerle barışık ve birleşik biçimde Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı sonrası çizilen sınırlarını tümden iptal ederek, demokratik ve modern bir toplum olarak dünya sahnesinde sağlıklı bir güç olarak belirmesi.”

“Barışık ve birleşik biçimde” tabirinizi açan bir başka cümleniz de “Kürtlerin kendilerini ülkenin ayrılmaz unsuru olduklarını hissetmesi.” Açıklar mısınız, “ayrılmaz unsur olmak” nasıl hissedilir?

Bir kere Kürt kimliği ile ilgili olan her şeyin tartışılmaz olmaktan çıkarılması gerek. Biz hâlâ anadilde eğitim yapmıyoruz da seçmeli ders olarak koyuyoruz. Tüm bunlar gevezelik. Kürtlerin Kürt kimlikleriyle bu ülkede eşit olmaları gerekiyor.

Kürtler, tarih sahnesinde Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar olmadıkları şekilde çıkıp yer alıyorlar ve bu Kürtlerin yarısından çoğu Türkiye vatandaşı. Artık 5 sene öncesine göre büyük ilerleme sayabileceğin şeyler bu tarihi kategori itibariyle anlamlı değil. O yüzden kafalarımızı açmamız lazım; Kürtler, Türkler olarak biz nelere sahipsek, aynı şeylere sahip olmak zorundalar. Bunun için her şeyi konuşabilmemiz lazım.

İkincisi; statü. Irak içinde neredeyse devlet halini alan bir Kürt yapısı var. Yarın Suriye’de de benzer bir durumun yaşanma ihtimali var. Irak’takilere benzer bir şekilde federal mi, özerk bölge mi olacak bilmesek de en azından şunu biliyoruz; Suriye Kürtleri, Suriye’deki olaylar başlamadan önceki statülerinde olmayacaklar. Türkiye’deki Kürtler de, “Bizim bulunduğumuz devlet sisteminin daha gerisinde olan ülkelerdeki Kürtlerin konumundan biz niye altta olalım” diyeceklerdir ve diyorlar.

‘Kürtçe ders almam biraz da Kürtleşmekle ilgili’

- Statüye geçmeden soralım; anadilde eğitim yerine Kürtçe seçmeli ders için “gevezelikler” diyorsunuz, ancak TESEV ve KONDA’nın “Anayasaya Dair Tanım ve Beklentiler” başlıklı raporunda katılımcıların yüzde 73’ü “Temel eğitim dili yalnızca Türkçe olmalıdır” diyor. Kürt sorunun çözümüne Türk kamuoyunu siz ne kadar katıyorsunuz?

Kamuoyunu dönüştürmek siyasi önderliğin görevidir. Bu sorunun nedenlerinden biri de zaten Türk algısıyla ilgili. Bunun değişmesi gerekirken bazı siyasetçiler ucuz bir popülizmle toplumdaki geri durumlara kendilerini kolayca teslim ediyorlar.

- Hidayet Şefkatli Tuksal’ın “Bölünmemek için Kürtler ne kadar Türkleştiyse, Türkler de o kadar Kürtleşmeli” sözleriyle sizinkini bir araya getirdiğimizde şu sonuç mu ortaya çıkıyor: “Erdoğan’ın Kürtleşmesi gerekiyor.”

Hidayet Hanım’ın dediği anlamda hepimizin “Kürtleşmesi” lazım. Benim Kürtçe ders alıyor olmam da biraz bununla ilgili zaten.

‘Erdoğan ve Öcalan’ı TBMM’de yan yana görmek iyi olur ama ...’

- Peki, sizin statüden kastınız tam olarak ne; federasyon, konfederasyon, özerklik?

Federasyon da olabilir, otonomi de; önemli olan Türkiye bütünlüğü içinde Kürtlerin kendi kendini yönetir durumda olması; prensip adem-i merkeziyetçilik.

- Aklınızda Mehmet Ali Birand’ın geçtiğimiz günlerde söylediği “Öcalan, parti başkanı olarak Meclis’e girmeli” düşüncesi de var mı?

Elbette, öyle olmak zorunda. PKK’nın silahı bırakabilmesi için “Talep ettiklerinizi silahsız da talep edebilirsiniz” diyebileceğiniz bir mekanizma yaratmanız lazım. Bu da PKK’nın siyasi taleplerinin taşıyıcısı olan kadroların siyaset yapabilmesi demek. Sonucu da Abdullah Öcalan’ın meşru zeminde siyaset yapabilmesi, parlamentoya girebilmesi demek.

- Cengiz Bey, siz Erdoğan ve Öcalan’ı yan yana TBMM’de hayal edebiliyor musunuz?

Öyle bir hayalperest tarafım yok.

- Bu, hayalperestlik mi?

Çok iyi olur, ama olabileceğine dair hiçbir sinyal almıyorum.

- Kitabın en ön plana çıkan cümlelerinden biri; “Ya Türkiye Kürt meselesini çözecek ya da Kürt meselesi Türkiye’yi çözecek.” Sizce, Türkiye’yi hangi ısrarlar böler?

Türkiye bir boşlukta yaşamıyor, dünyada yaşıyor. Ve bir sürü dinamik hareket halinde. Televizyonlardan seyrettiğiniz iç savaş manzaraları bu bölgenin içinde de oluyor. Suriye’de olan buraya da sirayet eder. Şu anda ekonominin iyi gitmesinin getirdiği bir ivmeyle yol alan bir ülke var. Fakat bu hastalıklı bir ülke, bünyesi çok sağlam değil.

Dolayısıyla bu sorunlar kangrenleştiği, birikip yoğunlaştığı zaman öyle bir tarih konjonktürü gelir ki mevcut halinizi devam ettiremezsiniz. “Ya çözersiniz, ya çözer”den kasıt budur. Yoksa bundan daha kötü oluruz.

‘Bu ülke bölünürse çok sancılı bir şekilde, kanla bölünür’

- Bundan daha kötü olan ne?

İç savaş, ülkenin parçalanması gibi büyük siyasi-toplumsal felaketler.

- Murat Belge’nin tabiriyle Çekler ve Slovaklar gibi “efendice bölünmek” de sizce bir felaket mi? Barışçıl bir bölünme mümkün değil mi?

Barışçıl dediğiniz anda bölünmeyiz zaten. Bu ülke bölünürse çok sancılı bir şekilde bölünür.

- Kastınız kan mı?

Tabii, kanla bölünür. Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiye süreci 100 küsur yıla yayıldı ve büyük felaketlerle oldu. Birçoğumuz büyük felaketler yaşamış insanların devamıyız. Mesela ben Rumeliliyim ve İstanbul’da konuşuyoruz. Felaketler yaşanmasaydı, “Rumeliliyim” deme ihtiyacı duymazdım. Ve Osmanlı’nın tasfiyesi daha tamamlanmamış olabilir. Bu tasfiyeyi ortadan kaldırmak için barışçıl beraberliğin yolunu bulmalıyız. Yoksa Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi devam eder.

Kitapta, alıntı olarak 1911 tarihinde çıkmış uzun bir makale var. İttihat ve Terakki ile yeni bir canlanma var zannediliyor ama yazar, bu ülkenin tarihi ve coğrafyasıyla miras aldığı şeyin küçülme trendi olduğunu ve bunun da çok kanlı ve sancılı olacağına işaret ediyor. “Bunların becereceğine inanmıyorum çünkü...” diyerek gerekçeleri sayıyor ve dedikleri bir sene sonra Balkan Savaşı, arkasından Birinci Dünya Savaşı’yla pat diye çıkıyor. Milyonlarca insan yerinden oluyor, ölüyor. Araya 1915 giriyor.

Dolayısıyla barışçıl bir buluşmayı yakalayamazsak, felaketler yaşarız. Şu anda her şey gayet iyi gözüküyor, ama bunları aşamazsak söz gelimi 2018’de, 2028’de ne olur bilemeyiz. Tekrar söylüyorum, ya barışçıl bir bütünleşme ve büyüme, oradan yola çıkarak sınırları, zapt ederek değil ama gelişme seyri ile anlamsız kılma yaşanacak ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesinin yeni şartlarda devamı durumuyla yüz yüze kalacağız.

‘Irak’ta savaş potansiyeli var’

- İyimser olan ilk ihtimalin bir ucu da Atatürk’ün bölge liderlerine söylediği “Siz de bağımsızlığınızı kazandıktan sonra birlikte federasyon kurabiliriz” cümlesinin bugün yeni bir formatta gerçekleşmesi mi?

Tabii ki. Kitabın temel tezlerinden biri, Filistin sorunundan Kürt meselesine kadar çoğu sorunun kaynağının Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Fransızların halkları parçalayarak, çok kaba ve yanlış biçimde çizdiği sınırlar olması. Bu sorunlar bölgenin sistemi, bölgenin beşeri, kültürel, coğrafi yapısına ve tarihi arka planına uygun olarak dizayn edilmedikçe devam eder. Dolayısıyla esas şey bu sınırları anlamsız kılmakta. Küreselleşme çağının getireceği dinamikler, bizi hayal çerçevemizin dışında olan yapılara doğru götürebilir; teknolojinin, bilimin ve ekonomin gelişmesine mevcut yapılar bu halleriyle dayanamazlar. Mümkün değil.

‘Bölgede sınırların değişeceğinden eminim; Türkiye de bundan muaf değil’

- Bölgede bir başka hareketlilik Barzani ile Irak’ın Şii Başbakanı Maliki arasındaki asker konuşlandırmalarında yaşanıyor. Sizce ufukta bir savaş olması mümkün mü?

Böyle bir potansiyel var. Suriye’nin ne olacağını bilmiyoruz dedim de, Irak’ın da ne olacağını bilmiyoruz. Irak dosyası kapanmış değil. Zamanını ve tarihini bilmiyorum ama bu bölgede sınırların değişeceğinden eminim.

- Sınırların soyutlaşarak değişmesinden mi yoksa hakiki bir sınır değişiminden mi bahsediyorsunuz?

Ben soyutlaşarak değişmesinden yanayım. Ama somut değişiklik ihtimali kuvvetle var.

- Bu değişime Türkiye’nin güneydoğu sınırlarını da dahil ediyor musunuz?

Bu bölgenin sınırları, Türkiye’ninkiler de dahil, aynı dönemde çizildi. İsrail’in Filistin sınırları içine yerleşmesi bir dünya savaşı sonucunda olabildi. Sovyetler Birliği’nden 15 tane ayrı sınırlara sahip ülke çıktı. Yugoslavya’dan 7 ülke çıktı vs. Sınırlardaki değişiklikler büyük olaylarla oluyor. Şimdi tarihi olarak yeni bir dünya inşası dönemi yaşıyoruz. Şimdi de değişecek. Kimilerinin Arap Baharı dediği Arap ayaklanmasının, devriminin varacağı istasyon da budur. Türkiye de bundan muaf değil.

- Tüm bunlardan Türkiye’ye geldiğimizde “efendice” olmayan bir…

Öyle bir tarihi evre olabilir. Kitabın son bölümlerinde daha küçük birimlere bölünme ihtimali var. Bölgede dinamik çalışıyor, Kürt sorununu biz çözmezsek, Kürt sorunu bizi çözer noktasına gene geri geliyoruz.

T24[/b]
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 07, 2012 7:35 pm    Mesaj konusu: Mustazaf-Der partileşiyor: 'Ne Kemalizm ne Apoizm' Alıntıyla Cevap Gönder

PYD Eş Başkanı Salih Müslim: 'Bağımsız devletin zamanı değil'
5 Temmuz 2014



PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin yapmayı planladığı bağımsızlık referandumu için "Halk iradesine bakmak gerek, ancak bağımsız bir devlet için henüz zaman gelmedi" dedi.

Diyarbakır'da düzenlenen "Ortadoğu'da Sınırlar, Rejimler, Kürdistan ve Gelecek Tahayyülleri" adlı konferansa Skype bağlantısıyla katılan PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin "Birkaç ay içinde yapacağız" dediği bağımsızlık referandumu hakkında "Halkın iradesine bakmak gerekiyor. Ancak bağımsız bir devlet için henüz zaman gelmedi. Bunun için uygun koşullar yok" diye konuştu.

Al Jazeera’nin haberine göre "Kürt halkından isteğimiz ulusal birlikteliğimizi sağlamaktır" diyen Müslim, Suriye'nin kuzeyindeki 'Kobani kantonunda IŞİD ile PYD güçleri arasındaki çatışmalara değindi.

Müslim, şunları ifade etti: "Kobani düşerse tüm Kürt halkının iradesi düşer. Tarihi bir dönem yaşıyoruz. Kobani’de büyük bir saldırı var. Bu sabah güzel bir haber aldık. Akşama kadar saldırıların geri püskürtüldüğüne dair güzel haberler almaya devam edeceğiz. Tilkoçer’de peşmerge ile YPG birlikte IŞİD’e karşı mücadele veriyor. Güney Kürdistan’da uygulamak istediklerini, Rojava’da da uygulamak istediler ama buna izin vermedik. Kürt halkının birlikteliği bu kirli politikalara izin vermeyecektir."

KOBANİ'YE IŞİD SALDIRISI

Kobani, Suriye'nin kuzeyinde PYD'nin özerklik ilan ettiği üç kantondan biri. Kobani, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinin hemen karşısında yer alıyor. Son üç günde IŞİD buraya bağlı üç köyü ele geçirdi. PYD çatışmalarda 100'den fazla IŞİD üyesini öldürdüğünü iddia etti.

Kaynak: Rusya'nın Sesi Radyosu

Abdullah Öcalan'dan Yeni bir mektup
04 Nisan 2013



Doğumgünü kutlamaları için teşekkür eden Öcalan, süreç ile ilgili de önemli açıklamalar yaptı.

İŞTE ABDULLAH ÖCALAN'IN YENİ MEKTUBU:

Değerli dostlar, saygıdeğer halkımız, yaşamı her gün yeniden oluşturan kadın arkadaşlar, yüreğinde mücadelenin en kor ateşini yaşayan genç yoldaşlarım, sizleri selamlıyorum. Öncelikle Amara'ya gelen doğum günümü kutlayan onbinlere büyük şükran ve sonsuz sevgilerimi iletiyorum.Böylesi bir günde sizlere müjdem şudur ki; Gerçekten onurlu bir barışın imkanları çok artmıştır. Bu bizim insanlarımıza sunacağımız en önemli şeydir. Bugünün önemi benim kişisel doğumumdan öte bir halkın yeniden doğuşudur. Sizlerin de böyle kavradığını biliyorum. 65 yaşıma girmekteyim. Ben üzerime düşeni yaptım. Eylem sırası halkımızın kendisindedir. Onlara olan büyük hürmetimi ve hizmetimi önemli ölçüde tamamladığımı düşünüyorum. Artık görev sizdedir. Sizlerin de bu görevi bundan önce olduğu gibi bundan sonrada layıkıyla yerine getireceğinize inanıyorum. Onurluyum diyen herkese ,zengin,fakir,kadın,erkek,genç,yaşlı demeden sürece uymaya ve geliştirmeye çağırıyorum. Şunu herkes çok iyi bilmeli ki; Artık farklı bir yaşam gelişecektir. Umuyorum ki bu süreç gelişirken bir damla bile kan akmasın. Kimse kimseyi incitmesin.Herkes aşkla bu sürece katılsın.Bu süreci ağırlıklı ortaya çıkaracak olan halkımızdır,halklardır.Kadınlarda gerçek yaşama geçisi bu günle doğrudan bağlantılıdır. Kadınlara özgür bir yaşamı yaratmak için uğraştım,uğraşıyorum.Kadınlar özgür yaşam imkanlarını ortaya çıkarmak ve geliştirmek konusunda sonsuz bir güce sahiptir.Ben çok iyiyim.Son nefesime kadar da iyi olacağım.Bu temelde bir kez daha herkesi barışa olan güvenimle selamlıyorum.''
net gazete

3 NİSAN 2013
İmralı Cezaevi
Abdullah Öcalan

Mustazaf-Der partileşiyor: 'Ne Kemalizm ne Apoizm'
07.12.2012



Mustazaflar Derneği parti kuruyor

Mustazaflar Derneği partileşiyor. Eski dernek başkanı Hüseyin Yılmaz, "Ne Kemalizmle sorunlar çözülebildi, ne de Apoizmle" diye konuştu.

Hüda-Par adıyla siyaset dünyasına adım atacak olan hareket, önümüzdeki hafta İçişleri Bakanlığı'na başvuru yaparak resmen kurulacak. Mustazaf-Der'in partileşme kararı alması, “Hizbullah Partileşiyor” iddialarını da gündeme getirdi. Bu iddiaları “Partimizi dar bir alana hapsetmek istiyorlar” şeklinde değerlendiren dernek başkanı Hüseyin Yılmaz, kendilerinin legal, Hizbullah’ın ilegal bir yapı olduğunu söyledi.

Partileşme sürecini NTV Diyarbakır Temsilcisi Nizamettin Kaplan’a değerlendiren kapatılan Mustazaf-Der Başkanı Hüseyin Yılmaz, Hüda Partisi’nin üçüncü bir yol olarak orataya çıktığını söyledi.

Bölge halkının mecburiyetten AK Parti ve BDP’ye oy verdiğini ileri süren Yılmaz, “Mevcut partilerin temsil edemediği bir camia var. Derneğimiz her geçen gün büyüdü. PKK çizgisindeki kişiler derneğimizi kundakladı. Güvenlik güçleri bizleri rahat bırakmadı. İkili bir kıskaç uygulandı. Öyle bir hale geldiki bu caminanın artık siyasi bir temsilcisinin de olması ihtiyacı doğdu” dedi.

3-4 yıldan beri partileşmeleri yönünde talepler olduğunu belirten Yılmaz, kendilerini diğer partilerden ayıracak olan yönün İslami perspektif olacağını söyledi. Yılmaz şöyle dedi:

"Siyasi yelpazeye baktığımızda tüm siyasi partiler bu camiayı temsil edemiyor. Bu camianın görüşlerini paylaşamıyor. Bazı noktalarda bizim olaylara bakışımızın bir bölümünü, bir kısmını AK Parti yerine getiriyor. Bir kısmını kendi uygulamasında dile getirebiliyor, sahiplenebiliyor ama sahiplenemediği kısımlar var. BDP’yle de bir yere kadar ortak bazı paydalar olabiliyor. Sizin taleplerinizin bir kısmını onlar da talep edebiliyor. Ama bütüne baktığımızda bütünü bir temsiliyet yoktur. Parçalı bir şekilde farklı partilerde bu söylemler bulunabiliyor. Mesela başörtüsü sorunu konusunda AK Parti’yle, Kürt sorununun çözümü konusunda da BDP ile aynı şeyleri düşünmüyoruz. Kürt sorununun İslami bir bakış açısıyla çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu İslami çözüm noktasında Kürt-Türk bir arada yaşayabilir diye düşüncemiz var. Ve onu uygulamaya çalışıyoruz. Ayrışmadan ziyade bütünleşme, ama eşit ve adil bir bölüşüm, bir yaklaşım, bir temsiliyetle bir arada yaşamanın yollarını araştırıyor ve bunu sunuyoruz. BDP’nin de bu noktada eksiği var."

'İNSANLAR İKİ PARTİYE MAHKUM OLMUŞ'

50 kurucu üye ile partileşme sürecini yürütüklerini vurgulayan Yılmaz, Türkiye’de üçüncü bir yol olacaklarını belirterek, şöyle devam etti:

"Genele baktığımızda Türkiye’de insanlar iki partiye mahkum edilmiş durumda. Bölgemizde AK Parti ve BDP’ye, batıda ise genelde CHP ve AK Parti’ye mahkum edilmiş durumda. AK partinin son söylemlerine baktığımızda artık MHP’nin de görevini üstleniyor bir yere kadar. Yani onun tabanına da hitap ediyor. Dolayısıyla insanlar niye iki partiye mahkum olsun. Üçüncü bir yol yok mu? Üçüncü bir bakış açısı yok mu? 'var' diyoruz ve kendi söylemimizi öne çıkarıp, bu söylem ve bakış açısıyla bu politik alana girmeyi düşünüyoruz.“Başörtü” ve “Ahdı vefa” mitingleri bizim için siyasi mitinglerdi. Kendi gücümüzü, kendi tabanımızı eğer test edeceksek, bu ikisiyle test ettik. Biz halkın gerçekten temsil edilmediğine inanıyoruz. Bir mecburiyet var. Çevremizde tanıdığımız insanların, halkın, bizden talepleri var. Açıkça şunu diyorlar; "Bizi AK Parti ve BDP’ye niye mahkum ediyorsunuz." Bunların içinde kerhen gidip bu iki partiye oy veren insanlar da var. Politikasının tamamını tasvip etmiyor. İslami duyguları, hassasiyetleri ağır bastığı için ‘belki bu konuda AK Parti bazı islami iyleştirmeler yapabilir’ umuduyla AK Parti'ye gidiyor. Tamamen tasvip etmemesine rağmen, seçim günü sandığa gittiği zaman oraya giden insan da var. Yine BDP’nin politikalarının tamamını tasvip etmemekle beraber Kürdi hassasiyetlerinden dolayı ‘AK Parti şu an gittikçe sistemle bütünleşmeye doğru gidiyor ve bunu gördüğü için de ondan uzaklaşıp BDP’nin yanında yer alan, ona oy veren insanlar da var.

Üçüncü bir yol, üçüncü bir alternatif ortaya çıkması halinde, İslami bir perspektifle hem Müslüman Kürtlerin bu sorunlarına sahip çıkacak, hem de Türkiye’deki diğer İslami yapıların, bölgedeki İslami yapıların sıkıntılarına sahiplenecek bir İslami hassasiyeti olan bir siyasi yapının ortaya çıkması bekleniyor. Çünkü ne Kemalizmle sorunlar çözülebildi, ne de Apoizimle. Bu halkın alıcıları bize açık, camiamıza açıktır. Bu halkın dini yöndeki temsilyetini nasıl sağladıysak, siyasi yöndeki temsiliyetini de sağlamaya adayız. Boşluktan dolayı AK Parti ve BDP’ye giden insanlar geri gelecektir, partimize gelecektir."

Hedeflerinin 2014 yılında yapılacak olan yerel seçimler olduğunu hatırlatan Yılmaz, bu seçimlerde nasıl bir yol izleyecekleri konusunda anketler yaptırdıklarını ve bu anketlerin sonucuna göre strateji belirleyeceklerini açıkladı.

'BİZ LEGAL, HİZBULLAH İLLEGAL BİR YAPI'

"Yerel seçimler bizim için öncelikli hale geliyor. Bağımsız adaylarla girmek yerine partileşip kendi adımızı, kimliğimiz, plan ve projelerimizle bu halka gitmeyi ve desteklerini istemeyi düşünüyoruz. 2013 yılı bizim için teşkilatlanma ve kongreler yılı olacak."

‘Hizbullah partileşiyor’ söylemlerinin ard niyetli ve kasıtlı olduğunu savunan Yılmaz, bu konuda şunları söyledi:

“Bu söylem özellikle çıkarılıyor. Partimizi dar bir alana hapsetmek istiyorlar. Bunlar bizi bölgeye hapsetme düşüncesiyle çıkarılan söylemlerdir. Ama biz diyoruz ki, etnik kimlik farkı gözetmeden bütüne hitap edeceğiz. Bizimle çalışan, Türk, Arap kardeşlerimiz var. Derneğimizin kapatılmasının gerçek sebepleriyle, görünen sebepleri farklıdır. Görünen veya uydurulan sebep Hizbullah'a yakınlık. Fakat asıl sebep Mustazafların her geçen gün büyümesi, halkın desteğinin her geçen gün artması sonucu sistemde oluşturduğu paniktir. Bugün görüyoruz BDP ile PKK çizgisi arasındaki ilişkiyi. Açık bir şekilde mesela diyebiliyorlar 'Kandil bizim irademizdir, Apo bizim irademizdir.' Ama bugüne kadar hiçbir yetkilimizin ağzından 'Bizim temsilcimiz Hizbullah'tır' diye bir şey duyulmadı. Hatta bütün platformlarda biz diyoruz ki 'Biz farklıyız, Hizbullah farklı bir yapıdır. Biz legal çalışan bir yapıyız, onlar ise ilegal bir yapıdır.' Yani bunu söylememize rağmen amaç özellikle bu bölgede başta olmak üzere İslami hassasiyeti olan alternatif bir yapının ortaya çıkmamasıdır. 2004 yılından beri çalışan bir hareketiz. Hizbullah'ın çalışmasının üzerine çalışmamızı bina etmiyoruz. Farklı alandır onunki. Biz farklı bir kulvarlarda çalışıyoruz. Ama nedir, bu bölge halkının sosyolojik yapısına baktığınızda dindar Kürtlerin öyle veya böyle Hizbullah'a bir sempatisi var. Yani bunun olması, sempatisi olan bu insanların bünyemizde yer alması, yeralabileceği düşünüldüğünde bu organik bir bağ olarak kabul edilemez. Nedir? malzeme budur. Bu topluma hitap ediyoruzsunuz ve bu toplumdaki insanların da belli bir politik yapısı, siyasi düşüncesi illa olacak. Mesela bizim dernek üyelerimizin bir çoğunun ya bir akrabası dağda ya bir akrabası PKK’dan cezaevinde. Hatta aynı evden kardeşin biri bizim yöneticimiz. Diğeri KCK yöneticiliğinden şu anda cezaevinde. Yani toplumun yapısı bu, malzemesi bu. Mecburen bunun üzerine bina ediyorsunuz. Ama bunu kötü niyetle alırsak ki, biraz da kötü niyetle alınmak isteniyor. Peşinen bir yere mesaj veriliyor. Hangi siyasi yapı kendini nasıl tanımlıyorsa, nasıl isimlendiriyorsa onu o şekil kabul etmek lazım ve ona göre muammelede bulunmak lazım. Ona göre değerlendirmek lazım."

Türkiye’de hiç bir siyasi partinin programında olmayan bir önerilerinin olduğunu dile getiren Yılmaz, "Burada azınlık olan Rum'dur, Ermeni'dir, Süryani'dir, Ezidi'dir, yani gayrimüslim topluluklar var. Ve bunların kendi kimlikleriyle Meclis'te bir temsilyetleri yoktur. Biz diyoruzki bunlar Türkiye’deki genel nüfusa oranı miktarınca yani 75 milyon insan yüzde olarak kaça tekabül ediyorsa, 550 milletvekilliğinde yüzde kaça tekabul ediyorsa, ona göre bir oran tespit edilsin ve bu insanlar kendi içlerinde kendi temsilcilerini seçsinler ve Meclis'te kendi dini inancının temsilcisi olarak Meclis'te yer alabilisin. Bu derece önemsiyoruz. Toplumun rahatlaması açısından her düşünce temsil edilmelidir. Sorunların çözümü açısından her kesimin bir siyasi temsile ihtiyacı vardır" şeklinde konuştu.

Kaynak Vatan

İmralı süreci: Suriye çatışmasının artçı şoku
Rengin Arslan
İstanbul
26 ŞUBAT 2013



PKK lideri Abdullah Öcalan ile hapis yattığı İmralı’da başlatılan diyalog sürecinin Türkiye’nin iç dinamikleri açısından kritik olduğu kuşkusuz. Ancak uzmanlar yürütülen görüşmelerin en büyük itici güçlerinden birinin özellikle Suriye’deki gelişmeler olduğunu belirtiyor.

Suriye’deki gelişmeleri yakından takip edenler, Öcalan’a sadakatleriyle bilinen ve Suriye’de silahlı bir örgütlü güce sahip Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) Suriye’nin dengelerine olan etkisi konusunda hemfikir.

Türkiye’nin Öcalan ve PYD üzerinden Suriye’deki gelişmelerde kendi lehine bir tablo oluşturmak istediği düşünülüyor.

Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde araştırma görevlisi Ercan Geçgin, “Bu diyalog sürecinin en büyük itici gücü PYD’nin Suriye’deki örgütlü gücünün ortaya çıkması. Öcalan’ın bu noktada sembolik düzeyde de olsa, realitede de olsa bir önderlik gücü var,” diyor.

Gazeteci Cengiz Çandar da, “İmralı’da Abdullah Öcalan ile başlatılan diyaloğun Suriye ve Suriye üzerinden bölge boyutunun olmamasını düşünmek çok zor,” diyerek bu konunun önemini vurguluyor.

Bu tür bir arka plana işaret eden sadece uzmanlar değil. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaklaşık bir ay önce basına yansıyan açıklamalarında PKK’nın silah bırakmasının “diğer ülkelerdeki gelişmeleri de etkileyeceğini” söylemişti.

Davutoğlu ayrıca, PYD’nin Esad rejimiyle arasına mesafe koyması ve muhaliflerle ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini belirtmişti: “Bir an önce Suriye'nin istikrara kavuşması önemli tabii ama Suriye ile ilgili tüm grupların da rejimle kendi aralarına mesafe koyması lazım. PYD'yi kastediyorum burada. (...) PYD'nin alacağı tutumu yakından takip edeceğiz. Türkiye'de eğer terör örgütünün silahsızlanması ve bir süreç içinde silahlarını bırakması söz konusuysa, mutlaka diğer ülkelerdeki gelişmeleri de etkileyecektir."

Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Ahmet Türk ile Barış ve Demokrasi Partisi milletvekili Ayla Akat Ata'nın İmralı'ya giderek müzakere kapısını araladığı günlerde bir açıklama yapan BDP'li milletvekili Nursel Aydoğan, Kürtlerin Orta Doğu’da "belirleyici aktör pozisyonuna" geldiğine dikkat çekmişti: "Türkiye şunu anlamış durumda; bir şekilde Türkiye'de var olan Kürt sorununu çözmez ise, Orta Doğu'daki gelişmeler bağlamında, Kürt sorunu bir şekilde dış müdahalelerle de olsa çözülme sürecine girecek.”

PYD ne yapıyor?

PYD bugüne kadar Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın yanında yer almasa da muhaliflere de katılmadı ve silahlı sokak çatışmaları içinde bulunmadı.

Geçen hafta ise bir gazeteye açıklama yapan PYD lideri Salih Müslim, bugüne kadar bazı bölgelerde çatıştıkları Özgür Suriye Ordusu ile PYD arasında hem ateşkes hem de işbirliği anlaşması imzalandığını söyledi.

Salih Müslim, bugüne kadar rejimin Kürtleri karşısına almak istemediğini, Kürtlerin de “az kan ve az ölümle meseleyi bitirmek istediklerini” söyledi.

Müslim bununla birlikte artık durumun değiştiğine işaret ediyor: “Ama durum değişiyor. Biz de Kürt bölgelerini savunacağız. Ortaklaşa. Tabii YPG güçlerini Hama ya da Humus’a gönderecek değiliz. Ama Kürt ve Arapların olduğu yerlere ortak birlikler olacak,” diyor.

Müslim aynı açıklamada Öcalan’ın fikirlerini desteklediklerini ancak ondan talimat almadıklarını söylüyor: “Sayın Öcalan, bir değerdir. Saygı duyuyoruz.

Ama biz kimseden, ne Kandil'den ne Sayın Öcalan’dan direktif alıyoruz. Onları kardeş biliyoruz. Ama talimat almıyoruz. Bizler Sayın Öcalan’ın fikirlerini destekliyoruz ama organik bağımız yok.”

PYD’nin Suriye’deki etkisi

Cengiz Çandar, PYD’nin son dönemde kazandığı güçlü pozisyonun ve Suriye’nin kuzeyindeki etkisini arttırmasının belirleyici olduğunu düşünüyor: "Buralarda çatışmasız da olsa, hatta kimilerinin iddiasıyla rejimin göz yummasıyla da olsa PKK’nın Suriye’deki yansıması, bir parçası olan PYD’nin Kürt yerleşim merkezlerinde yönetici konuma geçtiği görülüyor. Bu Türkiye hükümetini son derece rahatsız eden bir durum."

Çandar ayrıca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri’nden dönerken uçakta yaptığı açıklamaları da bu bağlamda değerlendiriyor. Erdoğan, “Biz, Kuzey Suriye gibi bir oluşuma Türkiye olarak müsaade edemeyiz,” demişti. Çandar bunun net olarak PYD kontrolündeki bölgelere ilişkin bir değerlendirme olduğunu düşünüyor.

Ercan Geçgin de müzakerelerin bölgesel ilişkiler boyutuna dikkat çekiyor. Suriye’nin yanı sıra Irak’taki ticari ilişkilerin de etkili olduğunu düşünüyor. Geçgin şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bir bütün olarak görmek gerekiyor.

Zaten, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile bölgesel ilişkiler var ticari anlamda. O bölgenin ve sermaye birikiminin, petrolün, doğalgazın aktarımının güvenliğinin sağlanması gerekiyor.”

Türkiye’nin bu anlamda elinin kuvvetli olması gerektiğini söyleyen Geçgin, Ankara’nın güçlü olmasını engelleyen etkenlerden birinin Kürt sorunun geldiği nokta olduğunu düşünüyor. Süreç içerisinde PKK’nın gücünün kendi doğallığında sınandığını belirten Geçgin, “Bu noktada Kürtlere büyük bir rol düşüyordu. Bu hem Türkiye’deki hem Suriye’deki hem Irak’taki Kürtler açısından böyle,” diyor.

Hükümet PKK’dan ne ister?

Peki MİT ve Öcalan arasında yürütülen görüşmeler bir diyalogdan müzakere sürecine evrildiğinde Türkiye PKK’dan Suriye bağlamında ne ister?

Çandar, bu noktada toprak bütünlüğü çağrısının ve PYD’nin Suriye’deki muhaliflerle yakınlaşmasının istenebileceğini düşünüyor: “Öcalan’a denecektir ki, ‘öyle bir telkinde bulun ki, senin takipçin Kürtler de Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde bir tavır koysunlar.’ Böyle bir gelişmenin ipucu Suriye’deki Kürtlerin Suriye muhalefetine katılması olacak. Tahminim bu.”
Ercan Geçgin de, “Öcalan’la diyalogtan müzakereye gidilen evrede mutlaka Öcalan liderliğinde Suriye’deki Kürtlerle, stratejik olmasa bile konjonktürel olarak işbirliğine gidilecek,” diyor. Geçgin bu tür bir ortaklığın Özgür Suriye Ordusu veya onlara yakın olanlar üzerinden olacağını düşünüyor.

Geçgin, “Kürtler tarihe bakıldığında hiç bu kadar örgütlü bir güce erişmemiş ve ilişkileri de hiç bu kadar çeşitlenmemişti,” tespitinde bulunuyor.
BBCT

FT: 'İmralı'yla anlaşma olacak mı?'
28 ŞUBAT 2013



Financial Times gazetesinin analiz bölümünün ilk sayfasının tümünü kaplayan bir makale, Ankara ile Abdullah Öcalan arasında yürütülen barış görüşmelerini konu alıyor.
Daniel Dombey'nin kaleme aldığı makale, "son 14 yılını 13 metrekareden büyük olmayan bir hücrede geçiren Abdullah Öcalan'ın kendini bir anda hayatının en farklı görevlerinden birinde bulduğunu" söylüyor.

"Öcalan, Türkiye'yi baştan sona değiştirebilecek görüşmelerde doğrudan Türkiye hükümetiyle müzakere masasında" diyen makale şöyle devam ediyor: "Abdullah Öcalan bu hafta 20 sayfalık barış için yol haritası mektubunu belli taraflara gönderdi. Buna göre kendisi hükümetin attığı adım ne olursa olsun Mart ayında Mart ayında PKK'nın ateşkes ilan etmesini ve yaz ortasına kadar kuvvetlerini çekmiş olmasını istiyor. PKK, ellerindeki Türk tutsakları serbest bırakıp Türkiye'nin de aynısını yapmasını umacak.
Konuştuğumuz bir üst düzey hükümet yetkilisi 'Türkiye Kürt meselesini çözecek olursa çok rahatlayacağız. Bunu çözüp Kürtlerin ve Türklerin birbirlerini etnik grup olarak değil de insan olarak görmesini sağlarsak ülkemiz çok gelişecek' diyor."
Makalenin devamında Dombey, Ortadoğu'da değişimlerin yaşandığı günlerde bu görüşmeler sonucunda bir anlaşmanın çıkmasının Ankara'nın bölgesel bir güç olma hedefine doğru atılmış büyük bir adım olacağını yazıyor.
"Her şey bu iki kişiye bağlı: Öcalan ve Erdoğan"
Yazar, hakkında "Değişime susadığı apaçık ortada" dediği PKK lideri Öcalan'ın, örgütünü "Marksizm, mezhepçilik ve Kürt milliyetçiliğini içeren şiddete başvurmuş bir grup" haline getirdiğini söylüyor.
Ama Dombey, PKK lideri Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmelerin ardında Başbakan Erdoğan'ın siyasi hedeflerinin de olduğuna dikkat çekiyor.
Dombey'e göre Erdoğan, Suriye başkanı Esad'ın görevinden ayrılması için çaba sarf etmesinden dolayı bu ülke ve İran'la gerilimin tırmandığı bir dönemde bölgedeki Kürt halkını kendi safına çekmeye çalışıyor.
Ama Financial Times yazarı Dombey bu barış görüşmelerinde Erdoğan'ın kişisel hedeflerinin de olduğunu söylüyor. Makalenin bu kısmı şöyle: "Türkiye'de gelecek sene cumhurbaşkanı ilk defa halk tarafından seçilecek. Erdoğan bu görev için en favori isim.
Ülkenin askeri devrimden kalma anayasasının yeniden yazılması çabaları sürerken Erdoğan'ın basit bir hedefi var: kendisinin doğrudan koltuğuna oturabileceği bir Başkanlık sistemine geçilmesi.
Meclis'te bunun için destek yeterli olmadığından Erdoğan geçtiğimiz haftalarda yeni bir taktik denemeye karar verdi. [BDP'le] anlaşıp meseleyi referanduma sunmak.
Öcalan, yandaşları ve PKK şimdi bu kararı vermek zorunda. Türk etnik kimliği ve Türk vatandaşlığı arasında fark yaratacak bir anayasa yakın. Ama bunun karşılığında Türkiye'de tüm güçler, Erdoğan'a özel hazırlanmış merkezi bir sistemde toplanabilir.
Başbakan'ın yandaşları bu sistemin daha verimli olacağına; muhalifleriyse onu bir sultana dönüştüreceğine inanıyor."
PKK'nın taleplerini doğrultusunda Türkiye'de 'terörizm' tanımının değiştirildiğini ve mahkemede Kürtçe ifade verilmesi hakkının tanındığını yazan Dombey, konuştukları üst düzey yetkilinin "PKK'nın silahlarını bırakması için koyduğu koşullar sağlandı - Türkiye'deki Kürtlerin durumunun tanınması, Kürtçenin kullanımı, yayıncılık, siyasi katılım ve temsil. Ama sosyal, siyasi, kültürel meseleler tartışılacaksa silahlar aradan çekilmeli." dediğini aktarıyor.
Financial Times, bununla hemfikir olmayanların da olduğunu; bu kişilerin, aralarında Kürt belediye başkanlarının da bulunduğu binlerce kişinin mahkum edilmesini, Kürtçe eğitimin sağlanmamış olmasını ve ufak partilerin meclise girmesini engelleyen %10'luk barajın hâlâ yürürlükte olmasını eleştirdiğini yazıyor.
Dombey'e göre bu süreçte çeşitli engellerin olacağı şimdiden belli. Yazar, ilk engelin görüş ayrılıkları olduğunu belirtiyor: "Türklerin yarısından çoğu PKK ile müzakere masasına oturulmasına karşı. (…) Kürtlerin çoğu da hâlâ İran, Irak ve Suriye'deki Kürtlerle birlikte Kürdistan'ın kurulmasının hayallerini kuruyor."
Yazar bir başka sorunun zamanlama olduğunu belirttiği bölümde, referandumun gelecek sene yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminden önceye alınabilmesi için "ülkenin en zor sorunu" olarak nitelediği Kürt meselesinin en geç bu yaza kadar çözülmesi gerektiğini belirtiyor.
Makale şöyle devam ediyor: "Öcalan'la bir anlaşmaya varsa bile Erdoğan tüm geleceğini referanduma bağlıyor olabilir.
Oldukça milliyetçi bir ülke olan Türkiye'de halk, sadece yeni bir Başkanlık sistemini değil, ülkenin çoğunun şeytana benzettiği bir adamla yapılan görüşmeler sonucunda genişletip Kürtlere tanınan hakları oylayacak."
BBCT


Apo'nun İmralı tutanakları Türkiye'yi salladı



İmralı tutanaklarının tam metni medyaya sızdı. Abdullah Öcalan hem Gülen hem de Erdoğan hakkında inanılmaz yorumlar yapmış. İşte imralı tutanakları tam metni. ..

Abdullah Öcalan, BDP milletvekillerine, “Ben sorumluluk üstlenmem. Süreç başarısız olursa ‘Apo öldü’ diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem” dedi

GÜLEN NUR HAREKETİNE SIZDI

Cemaatin merkezi ABD’dir. Benim buraya alınmamla birlikte Fethullah da ABD’ye alındı.

Bir yazar (yazarın adını hatırlayamadı) ‘Fethullah Gülen, Nur hareketine sızdı’ diyor. ‘Kesin bilmiyorum, Kemalistlerin sızması’ diyor.

Nur hareketini inceleyin, Saidi Nursi eski Nurs köyündendir. Eski bir Ermeni köyüdür. Teşkilatı Mahsusa’ya girdi, sonradan Mustafa Kemal ile takıştı.

EMRE USLU KONTRGERİLLA MERKEZİNDE YETİŞTİRİLDİ

Fethullah Gülen ABD’de yaşıyor. 120 devlette okul açmış, para nereden. Florida kontrgerillanın eski merkezidir, Türkeş ve Latin Amerika’daki kontrgerilla, orada yetiştirildi. Yeni merkez ise Utah’tadır. Emre Uslu vs. orada eğitildi. Sağda ve solda örgütleri kontrgerilla ele geçirdi.

Milliyet'ten Namık Durukan'ın haberine göre, 23 Şubat 2013 görüşme notları’ başlığı altında oluşan görüşme notları, Abdullah Öcalan’ın, “Tarihi önemde bir toplantıya başlıyoruz. Nasıl bir yöntem izleyelim?” sözü ile başlıyor. Heyetten “Size nasıl uygunsa” yanıtı alan Öcalan, çözüm süreci ile ilgili değerlendirmelerinin ve önerilerinin yanı sıra BDP heyetindekilerle özel konularda sohbet de ediyor.

Milliyetteki habere göre Abdullah Öcalan’ın, İmralı’da BDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’la yaptığı, bir MİT yetkilisinin de hazır bulunduğu görüşmenin tutanakları özetle şöyle:

BAŞARAMAZSAK FELAKET OLUR

“Kandil’e BDP’ye ve Avrupa’ya üç nüsha mektup yazdım. Heyet ile dünden beri yoğun olarak tartışıyoruz. Özal’dan beri teşebbüs içerisindeyim, akim (akamete uğradı, kesintiye uğradı) kaldı. Şimdi akamete uğramaması lazım. Uğrarsa, tırnak kesilirse felaket olur.

BİZ AK PARTİ'Yİ ÇIKARAN GÜCÜZ

Eski yaşam alışkanlıkları top yekun bırakmak gerekir. Neden, çünkü bu bir rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, 1950 çok partili hayata geçişten çok daha önemli, bu hepsinden daha derinlikli olacak. Zamanında söyledim anlamadılar. Anlamış olsaydılar, Ergenekon olmazdı, AKP bunları diyor ama çok yüzeysel bakıyor. Benim çok inatçı olduğumu biliyorsunuz. Ben ilk günden demokratik Cumhuriyeti savundum, onlar beni anlamadılar;

“APO’yu bitirdik” dediler. Stratejik hatalar yaptılar. Ergenekon’u saptılar umarım bu sefer böyle olmaz. Onun için benimle oynanmayacağını özellikle AKP’ye anlatmalısınız. AKP’lilerle konuşun anlatın. Siz Meclis’tesiniz size çok görev düşüyor. Anlamlı bir uzlaşmaya gidilseydi (Ecevit döneminde) ne Ergenekon ne AKP olmazdı. Biz AKP’yi çıkartan gücüz.”

HA SAKİNE'Yİ VURMUŞLAR HA BİZİ...

- Sırrı: Bize gelen bilgide, “Sakine’nin tutumunun ve katılımının iyi olduğu, dağ adına Avrupa’da görevli olduğu, işini tamamlayıp geri dönüş için Paris’e gittiğinde bu olayın olduğu... Tutumunun ve katılımının iyi olduğu” bildirildi.

- Öcalan: Ha bizi vurmuş, ha Sakine’yi vurmuşlar. Çok karanlık bir olay. Ankara’ya gelmiş (Ömer Güney) Çankaya’da büro tutmuş. Sterk “MİT kaynaklı” demiş. Mümkün değil ama düşüneceksin. Milyonda bir de olsa düşüneyim, MİT var mı? MİT de şaşırdı. Demekki darbe hala devam ediyor.(Sırrı’ya dönerek) Sinop olayı rast gele mi organize mi?

- Sırrı: Organizeydi başkan. Çünkü ancak bir reklam ajansı grafiği ile önceden hazırlanmış pankartlar ve bildiriler vardı. Sosyal medya üzerinden bize dönük kampanyalar başlatıldı. Darbe Araştırma Komisyonunun görevi bittikten sonra, Özel Harp Dairesi ile ilgili, Gladyo ile ilgili, Kürdistan bölgesi hariç özellikle Karadeniz’i deşifre eden bilgiler geldi. Burada Karadeniz’de gladyonun yaptığı işler başlığı altında TAYAD’lı ailelere dönük linç girişimi de vardı. Orada anlatılan, yapılan ve biçimler ne ise hepsini Karadeniz’de gördük. Bu yönüyle örgütlü ve organizeydi.

DEVLETE GÜVENMEYİN

- Öcalan: Siz de muallaktasınız. Tıpkı Sakine gibi. Bir daha kendini öz savunmanın hazırlamadığınız hiçbir yere gitmeyin. Size bir vurduklarında on vuramayacaksınız, gitmeyin, devlete güvenmeyin. Biliyorsunuz ki Ahmet Türk’ü iki kez vurdular, bir Samsun’da, bir İzmir’de... Sakine’ye yapılan hepimize yapılabilir. Bu özel harbe ayrıca geleceğiz.
(Çay geldi)

BAŞBAKAN ZEKİCE KULLANIYOR

- Öcalan: Hükümet kesin vesayetten kurtuldu mu hesaplaşma tam olarak yapıldı mı? Tayyip’in Hükümet mekaniği, Kürt hareketine vurduğu kadar kendisine izin veriliyor, alan açılıyor vesayet kurumu, güç odakları tarafından. Sayın Başbakan zekice bu mekaniği teşhis etmiş ve iyi kullanıyor. Komplonun bir parçası değil. Danışıklı demiyorum ama Başbakan komplonun parçasıdır demiyor ama, bu yöntemi bir iktidar aracı olarak görüyor. PKK’ya vurarak yerini sağlamlaştırıyor. Kendime kızıyorum, 2001-2004’te biz eylemi ‘tak’ diye kestik. Hükümet anlamadı, ‘terör bitti’ dediler. (Altan Tan’a dönerek) Sayın Altan bilirsin İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar. Benim demokratik kriterlerim var bunu anlattık, bir baktık ki AKP hegemonya kurmak istiyor, 1923-40-50 CHP yerine AKP...

BAŞBAKAN TUTUKLANACAKTI

AK Parti’nin çıkışları yanlıştır. Son bir buçuk yılda büyük bir savaşa yüklendiler. Nihai tasfiye operasyonları yaptılar. Sayın Başbakanı buna inandıran ekip (2011’de) PKK’yi bitireceğiz’ dedi. 10 bin kişiyi (KCK) içeriye aldılar, Bu güç MİT’e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, ‘bu darbedir’ dedim. Ergenekon’dan farkı yok. Başbakan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. (Durdu yeniden söze başladı) Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ’u kastetti) tutuklanması da budur. O güce Cevat Öneş ‘darbe’ dedi. Bu yüzden ben devreye girdim, yardımcı olayım dedim.

DARBEYİ BEN ÖNLEDİM

Metiner, ‘Sıkıştı’ diyor. Yanlış söylüyor. Sıkışma yok, darbeyi önledim. Bir darbe var, fakat derinliğini tam fark edemiyorum. MİT’i düşürseydiler. Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu... Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.

APO ÖLDÜ DEYİN

- Sırrı: Gruptaki arkadaşların da selamı var, bir diyeceğiniz var mı?
- Öcalan: Ben sorumluluk üstlenmem. Süreç başarısız olursa ‘Apo öldü’ diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem.
- Sırrı: Rojava (Suriye’nin Kürt bölgesi) için bir aktarımınız olacak mı?
- Öcalan: Suriye’de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye Demokratik Kurtuluş Cephesi olsun. Kürt, Arap, Türk, Türkmen hepsi. Suidi Selefiler çok tehlikeli, Esad ise küçük burjuva diktatörlüğüdür. Kürtler (Suriye’deki Kürtleri kastederek) Barzani’nin emrine giremez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı.
- Pervin: Başkanım sizden bir parça almak istiyorum.
- Öcalan: (Elindeki kalemi Pervin’e vererek) Hatta size bir şey imzalayabilirim. (Heyetin üç üyesine ayrı ayrı duygularını ifade eden birer cümle yazarak birer kart imzalayıp verdi)

TAYYİP BEY KURNAZ ÇIKTI

Öcalan, “Kirli işler dönemini Baykal, AKP’ye devretti. Baykal tarihi hata yapmıştır. Tayyip Bey kurnaz çıktı. Deniz Baykal’ı kullandı. Ergenekonun bizden beklentisi 2002’den itibaren savaşı tırmandırmamızdı. Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim. AKP anlar dedik. AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/derde sokmayalım dedik. Onlar darbelerle uğraştılar. 2007, 2009 hatta 2011’e kadar seçim hesapları, oy hesapları yaptılar. Ben geri çekildim.

Benim çekilmem AKP’nin istismarından dolayıdır. KCK de PKK de dürüst ve fedakardır ama savaşı tam yapamadı, yetersiz kaldı; barış meselesinde de dirayetsiz kaldılar. Sıkıldım geri çekildim. Onlara ağır kelime kullanmıştım. Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının... 7 Şubat MİT’e darbesi... Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘Hakan Bey’i (MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı kastediyor) yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı” diye konuştu.

NEVRUZ'DA İLAN EDECEĞİM

Eylem Planı’na bir sayfalık ek yazdım. İkinci ek 4 sayfalık paralel devletle ilgili sorulara cevaplar. Değerlendirme 3 yaprak, 6 sayfa Kürt Sorununda Barış ve Demokrasi Süreci Hakkında Kısa Değerlendirme.

Ben 3 aşama ve 10 ilke öneriyorum. Bu yazı üzerine cesurca tartışacaksınız. Bunu Kandil’e ve Avrupa’ya götüreceksiniz. Kendi aranızda iş bölümü (heyeti kastederek) yaparak, Kandil ve Avrupa’ya bu görüşmeyi anlatın. Daha önce 3 hafta demiştim ama 2 hafta içerisinde gelirse, görüşlerimi revize ederim. Eşbaşkanlarla görüşürsem iyi olur. Eğer eşbaşkanlara tavır devam ederse yine bu heyet gelir. Newroz’a bunu ilan etmek istiyorum. İlanı ben yapacağım.
(Sırrı’ya dönerek) Kolektif haklar ve Kürt reformu yasası yapılacak. Biz demokratik özerklikte ısrar edersek, bu sabote olur.

- Sırrı: Sayın Başkan süreci tıkayacak olan da sürecin önünü açacak olan da sizin koşullarınız. Buna dönük yetkililerle görüşmelerinizde bir takviminiz, bir mutabakatınız var mı?

- Öcalan: (Önce cevap vermek istemedi sonra) Ben PKK’nin yetersizliğine karşı da inisiyatif kullanacağım. Ne PKK’nin sandığı, ne AKP’nin sandığı gibi bir çekilme olur. Akdoğan (AKP Parti Ankara milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ı kastediyor) milat diyor. Bu kendini kandırmadır. Felakete neden olur. Mektubun cevası gelecek. Karar verip ilan edeceğim. Kandil karamsar, aşarlarsa iyi olur. Akdoğan kendisine güveniyorsa onunla konuşabilirsiniz. Bunu yapmazlarsa daha da gelişkin bir gündemle karşılaşırlar.
(Sırrı’ya dönerek) Peki bu çekilen yere JİTEM’in ve korucuların dolmaması için komisyonlar mı olmalı, yoksa akil adamlar mı olmalı.

- Sırrı: Parlamentonun böyle bir yetkisi ve işlevi yok.

- Öcalan: Komisyonlar kurulacak. Hakikat komisyonu da kurulacak. Akil adamlar denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak. Köylere geri dönüş olacak. Bunları yapmazlarsa geri çekilme olmaz. Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var.

HEPİMİZ ÖZGÜR OLACAĞIZ

- Sırrı: Sizin konumunuz ne olacak?

- Öcalan: (Gülerek) Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’. Kendime güveniyorum. Şunu iyi bilin devlet de ben de vazgeçemeyiz. Tarihi bir barış ve demokratik yaşama geçiş.
Kandil onların savaş sistemine katılmadığım için... Bu yüzden onlara kızıyorum.
Umarım AKP’de bizi yanlış anlamaz. Yanlış anlarsa felaket olur. Buna rağmen AKP diktatoryasını bize dayatırsa kabul etmeyiz.

- Sırrı: Başkanım her şeyi konuştuk. Bir de başkanlık meselesi var. Kamuoyu bu konuda çok hassas. Osman Kavala’nın size selamları var. Totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediyorlar.


http://burokrathaber.com/site/teroristbasi-abdullah-ocalan-ile-gorusmek-uzere-imraliya-giden-bdp-heyetinin-gorusme-tutanaklari-ortaya-cikti.html

http://sozcu.com.tr/2013/gundem/akpyi-10-yildir-ayakta-tutan-benim.html

BARIŞ SÜRECİN NE TARAFINDA!
Ersin Sağlamer
Mart 06 2013



İşleyen bir süreç, beklentileri olan, hesapları olan, ismine “süreç dedikleri, şimdilik “barış” tan çok uzak bir kumar oyunu izliyor gibiyiz.

Masaya kaçak oturan, oturmayan, zorunlu oturan, içinde olup da görünmeyen tarafıyla tam bir kumar oynanıyor.

İmralı’daki görüşmelerin sızması yada kasten sızdırılması, Başbakanın sızdırana çemkirmesi ve sızan içeriğe bir şey dememesi söylediğimiz oyunun bir parçası!

Görünen, görünmeyen muhatapların birbirine söyledikleri, kaş, göz ve mimikleriyle birbirlerinin “rest” ve “blöf” önü yakalama derdinde!

Ne oldu; reel politik konjektör bu kadar çabuk “barış”a evrildi?

Ölü doğan bir “açılım” hamlesi, diğer tarafta DTK’nın “demokratik özerklik” ilanı çalışmaları. İmralı tecridi ve KCK tutuklanmaları… Ortada bir Suriye meselesi… Doğu’da kaçak görüşmeyi bırakan PKK şehirlerde silahla boy göstermeye başlamasıyla, şiddetli çatışmaların bugüne kadar hiç olmadığı boyutta yaşanması!

ABD’nin seçim öncesi ürkekliğini, seçim sonrası üstünden atmasıyla başta Kuzey Irak ve Suriye meselesi üstünden sürece müdahil olması ile çabucak evrilen konjektörde büyük payı olduğunu göz ardı etmemek lazım!

Açlık grevini bitiren Öcalan’a hükümetin kıyağı Ana dilde savunma hakkını bir çırpıda çıkarmak oldu. Ard arda paketlerle kısmı hukuki iyileştirmeler devam ederken bir adımda Suriye’den geldi YPG ve ÖSO belli başlı birkaç maddeden oluşan bir barış antlaşması imzaladı. BDP heyetinin İmralıya ikinci ziyareti ve sonrasına bakarsak Avrupa ve Kandil’e iletilen İmralı müzakere notlarını bekleye dururken hükümet işin “blöf yapma”, “rest çekme” noktasında son birkaç günde Kandil’i birkaç sorti de olsa bombalamakla, güç ve “iyi niyet”ini unutturmamış oldu. Kandil elinde tuttuğu asker ve memurları birkaç güne bırakacağını deklere ederken BDP’den de öğrendiğimiz kadarıyla Newroz’a yakın bir ateşkes ilan edileceği bunun tek taraflı mı olacağı yada hükümetten makes bulacak mı orasıda oyunun “blöf” ve “rest” kısmının içinde.

Öncesi ve sonrasıyla yukarıda altını çizdiğimiz ve şimdi adına “süreç”, “müzakere”, “çözüm” dedikleri bu şeylerin “barış”ın ne tarafında kalıyor merak konusu! Dahası hükümetin “barış” için nasıl bir planı olduğu ve ne düşündüğü hususunda kimse bir şey bilememekte… BDP ve AKP milletvekillerinin bu “barış” planı hususunda bir şey bilmemesi takdire şayan bir durum!

Reel politik konjektör birkaç sene önce “demokratik açılım” adı altında havayı yumuşatıp, yine aynı konjektör gereği “demokratik özerklik” adı altında gerilimi tırmandıranlar isimleri ve durdukları noktalar farklı olsa da aynı mihrakın birbirini tamamlayan kurgunun parçaları!

Bugün’de aynı kurgu’nun devamı olarak kadraj mühendislerinin adına “ barış” dediği ve yazdığı ve reklamını yaptığı plan ve programı olmayan bir sürecin içine doğru sürükleniyoruz.

Ciddi sonuçları olan meselenin, ciddi ve kapsamlı çalışmalarını gören-duyan yok! Misal ilk akla gelen sorulardan madem müzakere yürütülüyor, öncesi ve sonrası için garantör bir devlet var mı? Varsa hangisi?

Bugüne kadar oynanan oyunlar samimiyeti ortadan kaldırdığı için ne kimse durduğu yerin nede bulunduğu yerin izahını yapamadığı gibi hesaptan da azade!

Sahte dengelerin bölüp-bölüştürüldüğü, sahte bir kutuplaşma içinde, iki arada bir derede kalan insanların “barış” adına her heveslenmesinde birlik ve beraberliği daha çok yara almakta ve derinleşmekte!

Türkiye’de ilk iktidardan sonuncuya sistem adına değişmeyen bir karakteristiği mevcut o da birbirine benzer zihniyetlerin, uygulamada da birbirine benzer çözümler ortaya koyması! Ezber bozulur mu bilmem lakin görünen manzara itibariyle söylersek “barışın” adı var kendi yok!

Bu müzakerelerin bir tarafında “başkanlık sistemi” ve “yeni anayasa”, diğer tarafında Kuzey Irak ve Suriye’nin merkezinde olduğu dahası AB-D ve İsrail’in bir tarafında durduğu düşünürsek; Şair’in “Dört yanım puşt zulası” demesi gibi altta kalan ve canı çıkan “barış” sürecin en bilinmez ve uzak tarafında duruyor!

http://turkiyetime.com/bari%C5%9F-s%C3%BCrecin-ne-tarafinda/#.UTuhW9ZPgdU

Öcalan'ın mektubu: "Türk halkı bilmeli Kürtlerle 1000 yıldır İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşliğe dayanır"
21.03.2013



Günlerdir manşetleri işgal eden, herkesin merakla beklediği Abdullah Öcalan'ın yazdığı 5 sayfalık mektup Diyarbakır Newroz'unda okundu. Mektubu BDP'li Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder okudu. Biri Kürtçe okurken diğeri Türkçe okudu.

ARTIK SİLAHLAR SUSSUN

Öcalan, iki dilde okunan mesajında "Artık silahlar sussun, silahlı güçlerimiz sınır dışına çekilsin. Bu bir son değil yeni bir sürecin başlangıcıdır" dedi.

İşte Öcalan'ın mektubunun tam metni:

"Merhaba Newroz kutlu olsun. Mazlumların özgürlük ve Newroz'u kutlu olsun. Selam olsun bu uyanış canlanış ve diriliş günü olan Newroz'u kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya’ya selam olsun.

Selam olsun bütün kardeş halklara. Zağros ve Toros eteklerinden Fırat ve Dicle nehir vadilerine Mezopotamya’nın tarım köy ve şehir uygarlıklarına analık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun.

Binlerce yıllık bu medeniyeti farklı ırklarla birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ve Fırat Sakarya'nın kardeşidir. Horon ve zeybekle halayla kardeş olur. Son 200 yıllık fetih savaşları baskıcı anlayışla Arabı Türkü Farasi'yi ulus devletçiklere suni problemlere götürmüştür.

Sömürü rejimler miadini doldurmuştur. Ortadoğu halkları uyanıyor aslında dönüyor. Birbirine karşı savaşlara artık dur diyor.

NEWROZ ATEŞİNİ DOLDURANLAR 'BARIŞ' DİYOR

Artık Newroz ateşini dolduranlar barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm diyor. Bu mücadele bilinci anlayışı amaçlıyor. Bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır. Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine mezhebe karşı olmamış ve olamaz. Kavgamız bilgisizliğe baskı ve ezilmeye karşı olamaz.

Bugün artık yeni bir Türkiye'ye yeni bir Ortadoğu ve geleceğe uyanıyoruz. Gençler, söylemlerimi kabul eden dostlar sesime kulak kesilen insanlar! Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direnişten demokratik siyasete kapı açılıyor.

ONLARCA YILIMIZI BU HALK İÇİN FEDA ETTİK

Demokratik hakları özgürlükleri eşitlikleri esas alana bir anlayış gelişiyor. Biz onlarca yılımızı bu halk için feda ettik helal olsun.

Bu fedakarlıkların hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler aslını yeniden kazandı. Kutlu olsun. Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun noktasına geldik. Yok sayan inkar eden paradigma yok oldu. Akan kan Kürt'üne Türk'üne Laz'ına bakmadan bağrından akıyor bu coğrafyanın.

SİLAH DEĞİL SİYASET ÖNE ÇIKIYOR

Ben beni dinleyen milyonların şahitliğinde diyorum ki artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil siyaset öne çıkıyor.

BU SON DEĞİL YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR

Artık sınır ötesine çekilme aşamasına gelinmiştir. Bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum. Bu son değil yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil yeni bir mücadeleyi başlatmaktır.

Kürdistan ve Anadolu'ya yaraşır şekilde tüm halkların kültürlerin eşit şekilde oluşması için herkese eşit sorumluluklar düşüyor. En az Kürtler kadar Ermenileri Türkmenleri Arapları da yakılan ateşten kaynaklı kendi öz eşitlikleri olarak yaşama çağırıyorum.

Saygıdeğer Türkiye halkı. Bugün Türk halkı bilmeli Kürtlerle 1000 yıldır İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşliğe dayanır. Bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar asimilasyon olmamalıdır.

Kapitalist modernleşmeye dayalı halkı bağlamayan elitin çabaları bitmiştir. Bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için Ortadoğu’nun iki stratejik gücü olarak kendi öz ve uygarlıklara uygun şekilde demokratik modernliğimizi inşa etmeye çağırıyorum. Bu çağrıya cevap veren yok mu?

ZAMAN HELALLEŞME ZAMANIDIR

Zaman helalleşmenin zamanıdır. 1920'de orta geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek geleceğimizi birlikte kurmamız gerektiği gerçeğidir. TBMM'nin kuruluşundaki ruh yeni dönemi aydınlatmalıdır.

Kadınları, ezilen mezhepleri ve kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfı temsilcileri ve herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sisteminde yer tutmaya çağırıyorum. Ortadoğu ve Orta Asya demokratik bir düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe model arayışı ekmek kadar ihtiyaçtır. Bu modele Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının öncülük etmesi kaçınılmazdır.

Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.

Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.

Son 90 yılın hata ve eksikliklerine rağmen mağdur edilmiş halkları ve sınıfları yanımıza alarak bir model inşa etmeye çağırıyoruz. Bu çağrıya bir selam!

BİZİ BÖLMEK İSTEYENLERE KARŞI BÜTÜNLEŞECEĞİZ

Biz kapsamının genişleyici kapsamı dar iktidar seçkinliğiyle teke indirilmiştir. Biz kavramına eski ruhu verilmelidir. Bizi bölmek isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere inat birleşeceğiz. Zamanın ruhunu okuyamayanlar tarihin çöp sepetine giderler. Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir.

Bu Newroz hepimize müjdedir. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler bugün yeniden harekete geçiyor.

YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ

Yeni mücadelenin zeminin fikir ideoloji ve demokratik siyasettir. Yeni mücadelenin zemini demokratik siyasettir. Demokratik mücadele başlatmaktır. Selam olsun bu sürece güç verenlere. Demokratik barış sürecini destekleyenlere. Selam olsun halkların kardeşliği için sorumluluk üstlenenlere. Yaşasın Newroz! Yaşasın halkların kardeşliği!
haber1001

PKK 'resmi ve açık' ateşkes ilan etti
23 MART 2013



PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'deki silahlı militanların tıklayın sınır ötesine çekilmesi çağrısının ardından, örgütün fiili lideri durumundaki Murat Karayılan, ateşkes ilan ettiklerini duyurdu.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenen "Newroz Kutlaması" mitinginde ekrana yansıtılan görüntülü mesajında, şu ifadeyi kullanıyor: "21 Mart’tan bu yana ve bundan sonra biz hareket olarak; KCK, PKK ve HPG olarak resmi ve açık bir şekilde ateşkes ilan ediyoruz."

KCK, PKK'nın üst yapısı, HPG ise askeri kanadı olarak biliniyor.
Fırat Haber Ajansı, Karayılan'ın yanaşık düzende sıralanmış örgüt militanlarına hitaben yaptığı konuşmanın video kaydını yayınladı.
Geri çekilme için 'zemin' bekleniyor
Hürriyet ve Evrensel başta olmak üzere, Türkiye'deki medya kuruluşlarının metnine yer verdiği dokuz buçuk dakikalık konuşmada Karayılan, "geri çekilmeye ilişkin olarak" ise şöyle diyor: "Eğer Türk devleti, hükümet ve parlamento sorumluluğunu yerine getirir ve geri çekilmeye ilişkin gerekli kararları alırsa, gerekli komisyon ve kurumları oluşturursa, geri çekilmenin zeminini eğer oluşturursa biz onu da yerine getireceğiz. Şimdi bu zeminin oluşturulmasını bekliyoruz. Bu konularda bizim söyleyeceklerimiz kısaca budur. Herkesin bilmesi gerekir ki, bu tarihi döneme biz PKK olarak hazırız. Biz savaşa da hazırız, barışa da hazırız."
İmralı Cezaevi'nde tutulan Öcalan'ın, BDP'li milletvekilleri aracılığıyla tıklayın gönderdiği mektubu teslim alan Karayılan, PKK kurucu liderinin çağrılarını "kararlılıkla" takip edeceklerini söylemişti.
Öcalan'ın mesajının Diyarbakır'daki Nevruz kutlamasında yayınlanmasına benzer şekilde, Bonn'daki kutlama sırasında yayınlanan görüntülü mesajında Karayılan, ateşkesin nasıl uygulanacağına ilişkin ayrıntılara da değindi.
Karayılan'ın açıklamasına göre, PKK militanları herhangi bir askeri eyleme girişmeyecek, sadece kendilerine herhangi bir saldırı olursa, karşı misillemede bulunacak:"Eğer, güçlerimize karşı saldırılar olursa, o zaman gerilla güçlerimiz kendilerini koruyacaklardır. Bu dünyevi bir haktır, meşru bir haktır. Uluslararası yasalarda da bu var. Yok eğer kimse güçlerimize saldırmazsa güçlerimiz de hiçbir askeri eylem yapmayacaktır. Şimdilik kesinleşen kararımız budur."
PKK 1990'ların başlarından beri birçok kez ateşkes ilan etti. Türk Silahlı Kuvvetleri ise geleneksel olarak, örgüt militanlarına yönelik operasyonlarını aralıksız sürdürüyor.
BBCT

Tarihî Bir Zaman-Çarpık Bir Süreç
Ersin Sağlamer
28 Mart 2013



Tarihî bir zamanı çok aktörlü, çarpık bir süreçten anlamak zor, anlatmaya çalışmak daha zor.

Suriye ve İran çıkmazı, Irak-Türkiye ekseninde “Kürt entegre” politikasını anlamak için bir önceki yüzyıl başında ortaya çıkan-çıkartılan sebeplerini anlamayı gerektirir.

Bu Tarihî kavşakta varılmak istenen neticenin, sebepleri göz ardı edilirse, çözümünde yarım kalacağını görmek zor değil.

Parça parça doğrularla, bütünün halledilemeyeceği hakikati ortada… Dedikleri gibi Tarihî bir zamansa, sebeplerini yani Tarih görmemezlikten gelinemez.

Anlatmak istediğimizi İBDA Mimarından aktaralım: “ Vakıa sebep olmadan, netice doğmaz, fakat neticeyi teşhis ettirici yollarında sebep kutbuna bağlı düğümleri vardır. Öyle ki, sebep, bütün kendi eseri olan netice yollarından aranabilir.”

İşin kolaycılığına kaçmadan söylersek, sırf imparatorluğun tasfiyesi sonrasında, ortaya çıkan sınırlar ve sorunları dersek; bugün gelinen süreci hafife almak olur.

Son birkaç yıldır kademeli olarak, zihinlerden başlayarak, kafalardaki yaşanan kırılmalardan tutunda, olabilirlerin, olmazların nokta atışıyla hesap edildiği, bütün direnç noktalarıyla, aşılıp-aşılmayacağına bakılan bu süreç; bugüne ait bir süreç değildir, asırlık hesapların ortaya attığı “kurguların bir neticesidir.

Asırlık hesaplar ve kurguları…

Batı emperyalist yayılmacılığının direk olmasa da dolaylı olarak kendisini ilk hissettirdiği hadise Tanzimat Fermanıdır… Yapılmak istenenlerin halkta makes bulmadığı, var ola gelen sıkıntıları daha derinleştiği bu dönem, yeni önlemler almayı gerektirdi ki, Batı emperyalizmi adına bu direk müdahalenin kapısının açılması demekti… Bu seferde Islahat fermanı hazırlanır; ıslahat adı altında, ordu başta olmak üzere bütün devlet kuruluşları, kılık-kıyafet ve anlayışa varıncaya kadar Batlılaşmaya kalkışılmıştır. Batı’dan borçlanma had safhada… Alınan her borç, verilen bir imtiyaza kapı aralıyor, bunun neticesinde felç olan yerli sermaye ve kaynaklarının sevk ve idaresi Batılılara geçer…

Batı emperyalist politikalarının adım adım kurgularının bir neticesi olarak, kendi topraklarını Batı namı ve hesabına ıslaha çıkan devşirilmiş kafaların her kurtarıcı tedbiri bu coğrafyayı yokluğa sürüklemekten öteye gitmedi!
Bu topraklarda ki, her kırılma süreci beraberinde Batı’nın yeniden kurgulanmış-tahkim edilmiş planlarını getirdi…

1 ve 2. Meşrutiyet, İttihat-ı Terakki, 1.Dünya Harbi, Cumhuriyet ve Kemalizm, Demokrasiye geçiş, üst üste darbeler, 28 Şubat, Ilımlı İslam…

Batı bu topraklarda kirli kurgularını hayata geçirirken, bunu sahte kutuplaşma alanı içinde tutarak başardı… İnsanları, Sağ-sol, irtica-bölücü gibi kurgulara dost ve düşman ederek, hem yıprattı hem oyaladı hem de her istediklerini yaptırdılar.

Wilson-Manda zihniyeti-Yeni Dünya’ya ilk Adım…

1.Dünya harbi ve paylaşımı sonrasıyla yaşanılanlar, bugün yaşadıklarımızın daha iptidai provası gibidir.

Wilson prensiplerinin ilanıyla, “Dünya Barışı”nın sağlayacağına inanılması diğer Avrupa devletlerinin bunu kabul ediyor görünmesi ve sonrasıyla yaşananlar tam zihin karmaşası ve akıl tutulmasıdır.

Yenilmeyen ama yenilenlerin safında yer alan imparatorluk, Wilson’un dikte ettiği prensiplere güvenerek, silahlarını teslim eder. Ordusunu dağıtır. Yine vaat edilen bu ilkeler sayesinde teslim alınıp, Avrupa’ya peşkeş çekilir.

“Ermenistan” bu sayede kurulur. “Kürt devleti” kurulma niyeti ciddi ve ilk olarak bu “ilkeler” sayesinde konuşulmuştur.

Wilson prensipleri iç ve dış ayağıyla iki sebepten mihenk ve önemli kırılma noktalarından biri olarak çıkar karşımıza…

Birinci sebep: İçerde, bir zihniyetin dışa vurumu…

Bir Vatanı-Milleti bölmeyi ve Batı’ya peşkeş çeken bir zihniyetin ilk nüvesi bu hadiselerle kendini ele verir. En zor zamanlarda halkın aklı ve vicdanı’nın karartıldığı bu dönemin baş aktörü yine bu zihniyet. İşgali meşrulaştırmak adına bütün değerleri alt-üst etmekten hiç çekinmez.

Henüz silahların bırakılmadığı mütareke döneminde, aydını, gazetecisi, politikacısı, askeri, liberali, hürriyetçisi, cumhuriyetçisi, İslamcısı ile beraber aynı çizgide birleşen “MANDA” ve “HİMAYE” adı altında topraklarını İngiliz veya ABD’ye teslim etmeyi düşünmezler bizatihi isterler, dernekler, gazetelerle, toplantılarla bunu yaparlar.

Kendi “mânâ ve “değerlerine” düşman zihniyetin otopsisi yapıldığında; dün ile bugün arasında hizmet edilen mihrakın değişmediği, yalnızca argümanların değiştiği rahatlıkla görünür. Dün “Manda” ve “Himaye” isteyenle bugün “Demokrasi”, “değişim”, “Dönüşüm” isteyenlerin argümanları farklı olsa da aynı zihniyet kümesi içinde, yine aynı “niyet” ve “maksat”ı güttüğünü söyleyebiliriz.

Bir Zihniyet iki misal: Dün; İstanbul’u işgale gelen İngilizleri karaya ayak basar-basmaz kortej halinde kendinden geçercesine avuçları şişinceye kadar alkışlayan zihniyetle…

Bugün; Irak, Afganistan, Libya’nın kendi “mânâ” ve “değerlerinin” nüfuz sahası olduğunu unutan, demokrasi adı altında yağma ve işgale düşmanla beraber çıkan yardım eden zihniyet aynı…

İkinci sebep: Vahşi emperyalizmin ilk dolambaçlı denemesi…

ABD Başkanı Wilson 1917’de “Dünyanın demokrasi için daha güvenilir bir yer olması dileğiyle” girdiği savaşın bitmesiyle meşhur “Barış Prensipleri”ni deklere eder. 20 yüzyılın koşullarına uygun “Yeni Dünya”nın yeniden yapılanmasını öngördüğü bu prensipler, İçeriye karşı “ Halkların kendi kaderini tayin” , gibi kafa karıştırıcı-oylayıcı maddeler koyarken… Dışarıya karşı, bütün devletlerin içinde yer alacağı bir dünya örgütünün kurulmasını isteyen, (paylaşımda) büyük güçlerin, birbirine düşmemesi “çıkar” ve “işbirliği”nin, “uyum” içinde olmasını vaaz eden gizli-açık maddeler…

“Barış Prensipleri” dedikleri bu ilkeler tamamen savaş dönemine ait derin stratejik hesaplar güden, yeni şekillenen liberal emperyalizmin ilk şekli diyebiliriz. Batı’nın Haçlılardan beri sürdüre geldiği kaba sömürgecilik yöntemlerinin 20 Yüzyıl koşullarına göre dizayn ettiği ilk adımdır.

Neticesinde; “Milletler Cemiyeti” kurulur. ABD garantörlüğünde bir Ermenistan kurulur. “Halkların kendi kaderini tayin” adı altında kafası karıştırılır, zihni ifsad edilir, Kürdistan kurulmasına dair ilk ciddi çalışmalar bu ilkeler vesilesiyle olmuştur.

Not: “Yeni Dünya Düzeni” yapılandırılmasına dair ikinci hamle, İkinci Dünya Savaşının sonuna tekabül eden “Yalta Konferansı” ve kararlarıdır…

“Üç büyüklerin”(ABD-Rusya-İngiltere) oturup, savaş ertesi “Yeni Dünya”ya dair bağlayıcı kararlar aldığı bir bir konferans… “Birleşmiş Milletlerin” “Veto” yetkisi burada alınmıştır… İsrail ve sınırı ilk burada konuşulur. Avrupa topraklarını savaş sonrası yeniden şekillenmesi burada karar verilir.

Çarpık Süreç…

Genişletilmiş bir Ortadoğu projesi… Merkezinde İsrail’in bulunduğu bu projenin yanında-berisinde stratejik ortakların olduğu bir plan…
Oyunu değiştiremiyorsan, oyuncuyu değiştir mantığı içerisinde Ortadoğu’nun harabeye dönmüş çehresi…

AB-D/NATO’nun “eksen kaymasın” diye apar-topar “Füze Kalkanı”nı yerleştirdiği Malatya, Nato operasyon merkezi İzmir, bütün işgallerde başrölü oynayan Adana-İncirlik, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir” ifşası…

Ortalıkta esen bir “Barış” havası var… Buna istinaden “Tarihî bir süreç” diyenler var… Hemen yukarıda yazdıklarımızla “Tarihi bir süreç” ten geçtiğimiz doğru…

Bir doğru’da, daha önce dediğimiz gibi; olabilirlerin-olmazların nokta atışıyla hesap edildiği, bütün direnç noktalarıyla, aşılıp-aşılmayacağına bakılan bu süreç, dilinin ve siyasetinin belirlendiği çarpık bir süreç…
Doğru kavramadığınız, tanımlayamadığınız bu süreci, doğru çözemezsiniz!

Kaynak: http://www.turkiyetime.com/2013/03/ersin-saglamer-yazdtarihi-bir-zaman.html

Irak: Ankara, Türkiye’deki çatışmayı Irak’a taşıyor
15-05-2013



Irak: Ankara, Türkiye’deki çatışmayı Irak’a taşıyorIrak hükümeti, PKK militanlarının Türk hükümetiyle yapılan anlaşma çerçevesinde Irak’a girmesine tepki gösterdi.

YDH-El Irakiye televizyonunun haberine göre Irak hükümeti bir bildiri yayımlayarak PKK militanlarının kuzey Irak’a girmesinin Irak’ın ulusal egemenliğinin ve bağımsızlığının hiçe sayılması anlamına geldiğini belirtti.

Irak hükümeti tarafından yapılan açıklamada, “Bağdat, bölge ülkelerindeki sorunların barışçı yollarla çözümünü desteklemektedir; ancak bunun Irak’ın egemenliğini ihlal etmemesi gerekir” denildi.

Ankara’nın PKK militanlarının Irak’a gönderilmesi yönündeki adımının kabul edilemez olduğunu belirten Irak hükümeti, bu konudaki tepkinin diplomatik yollarla dile getirilmesi için dışişleri bakanlığının görevlendirildiğini açıkladı.

“Bağdat, silahlı ya da silahsız adamların Irak’la koordine edilmeden ve Irak’ın kararı sorulmadan ülkeye sokulmasını kesinlikle reddetmektedir” denilen açıklamada, konuyla ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi’ne şikayette bulunulduğunu ifade etti.

Irak Dışişleri Bakanlığının ise Arap Birliğine ve İslam İşbirliği Örgütüne birer yazı göndererek uluslar arası yasalar çerçevesinde Irak’ın egemenliğinin ve bağımsızlığının korunması için bu örgütlerden destek isteyeceği bildirildi.

Başbakan Nuri el-Maliki liderliğindeki Hukuk Devleti İttifakı milletvekillerinden Kemal Saidi ise Irak’ın yasadışı yollarla ülkeye giren PKK militanlarını tutuklama hakkı olduğunu söyledi.
http://www.ydh.com.tr/

PKK'dan açıklama: Gerillanın Türkiye sınırları dışına çekilmesini durdurduk
5 EYLÜL 2013



BBC'nin haberine göre; Silahlı PKK militanlarının Türkiye sınırları dışına çekilmesinin "durdurulduğu" belirtiliyor.

KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine başlayan Kürt sorununun silahtan arındırılması sürecinin "hassas bir aşamadan" geçtiğini söylüyor.

Bayık, Türk hükümetini "sahte paketle halkı kandırmak" istemekle suçlayarak, "(Hükümet) Savaşmak istiyor. Buna karşı kendimizi savunacağız." dedi.

Açıklamaya göre, PKK militanlarına karşı operasyonlar düzenlenirse örgüt karşılık verecek; çatışmaların şiddetlenmesi halindeyse Kuzey Irak'a geçen militanlar tekrar Türkiye içine gönderilecek.
haber1001

Uluç Kılıçoğlu: Kürdistan hangi dili konuşuyor
24.10.2014



(..)

Sene 1991…

ABD I. Körfez Harekatı:

Sonuç: Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi.

Sene 2003

ABD II. Körfez Harekatı:

Sonuç: Kuzey Suriye Özerk Kürt Yönetimi.

Plan bu. Büyük Kürdistan yani.

***

Not düşeyim: Kul plan yapar, Allah gülermiş…

***

Peki, bu Kürdistan nece konuşur: Mehmet Yiğittürk bakın ne diyor:

“Üniversitelerdeki öğretmenlerin yüzde 90'ı yabancı. Okullardaki en önemli dil İngilizce. Eğitim İngilizce ve Arapça yapılıyor. Amerika bu üniversitelere denklik hakkı tanıyor. Ve bölgedeki cemaat okulları? Onlar da İngilizce eğitim yapıyor. Soranice ile anlaşılamadığı takdirde, günlük hayat İngilizce ile devam ediyor. Yani orada İngilizce konuşulan bir Kürt devleti kuruluyor."

Kobani, direniş, PYD filan…

İşin özeti:

Dün İngiltere, bugün ABD,

Şimdi de Kürdistan…

Müdür, söylemiştim: Aynı dili konuşurlar…

Odatv.com

Peşmerge, üniformasındaki ABD bayrağı ve 'Amerikan Ordusu` yazısı ile PKK'iıların tezahüratları arasında Türkiyeye girdi
29 Ekim 2014



Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi`nin, Kobani`de IŞİD güçlerine karşı savaşmak için gönderdiği 150 kadar Peşmergenin 84`ünün gece yarısından sonra uçakla Şanlıurfa`ya gelmesinin ardından, karadan yola çıkan grup da bu Sabah habur Sınır Kapısı`ndan Türkiye`ye giriş yaptı.



Öğleden sonra saat 14.00 sıralarında Mardin’inKızıltepe İlçesi’nden geçen peşmerge konvoyu, özel harekat polislerinin zırhlı araçları eşliğinde saat 18.30’da Şanlıurfa’nın Viranşehir İlçesi’ne giriş yaptı.

İki ilçe arasındaki 75 kilometrelik mesafeyi 4.5 saatte kat eden ve yerleşim merkezlerinde destek gösterileriyle karşılanan grup, Viranşehir girişinde toplanan kalabalık tarafından havai fişeklerle karşılandı. Peşmerge konvoyu, bekleme yapmadan Şanlıurfa’ya gitti.

ABD ÜNİFORMALI PEŞMERGE

Geçiş sırasında bir peşmergenin üniformasındaki ABD bayrağı ve `U.S Army` (Amerika Birleşik Devletleri Kara Kuvvetleri) yazısı dikkatlerden kaçmadı.

http://www.dogruhaber.com.tr/Haber/Pesmergenin-gecisinde-dikkat-ceken-detay-150552.html?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ekm 29, 2014 8:46 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Nis 25, 2013 10:24 pm    Mesaj konusu: PKK Kandil'de açıkladı: Çekilme 8 Mayıs'ta Alıntıyla Cevap Gönder

“İNŞALLAH MAAŞALLAH ELHAMDÜLİLLAH… ŞİMDİ N’APIYORUZ HOCAM?..”
Faruk Selim
01 Eylül 2013



**** **

“ÇÖZÜM SÜRECİ”: PİMİ ÇEKİLMİŞ BOMBA!..
Hükümet elinde bu bombayla…
Üstelik “pimin çekilmiş” olduğundan da habersizmiş gibi, dolaşıyor…
Bundan üç dört ay önce söyledik:
Bu süreç:
Sağa sola “gülücükler” dağıtarak yürümez diye…
“Çözüm süreci” her an ‘kördüğüme’ dönüşebilir diye…
Kehanet değildi tabii ki…
Sürecin “iki tarafını” da az çok tanıdığımız için;
“Lafla peynir gemisi yürütmeye alışkın” iktidar:
Çözüm sürecini de;
“Peynir gemisi” gibi yürüteceğini düşünüyordu;
Yanıldı!..
Çünkü bu defa karşılarında;
“KAZLI ÇEŞME SAKİNLERİ” yoktu!..
Hadiseyi-süreci-;
Savsaklamaya, geçiştirmeye, verdiği sözleri ertelemeye davrandığı her defasında:
“Örgütün” ve “Öcalan’ın” AÇIK RESTİ ile karşılaştı…
Mesaj her zaman çok açıktı:
“SÖZÜNÜZDE DURMAZSANIZ OLACAK OLAN BUDUR!..”
Ve:
Anında geri vites…
Gelinen nokta:
“İki ucu b.klu değnek” tabir edilen nokta; hükümet açısından tabii…
PKK attığı her adımı sağlam attı… Hiç yaş tahtaya basmadı:
Verilen sözlerin, taahhüt edilen adımların atılmadığı her nokta da; gayet açık bir şekilde tavrını koydu…
Şimdi:
Gelelim, niye “pimi çekilmiş bomba” dediğimize…
Malûm; bu iktidar; bir “proje iktidarı”…
Neyi kastediyoruz?…
Irak ve Afganistan ile başlayan haçlı işgal ve yağmasını-ki bugün için Amerika ve Batı açısından YENİLGİ ile sonuçlanmıştır-istikrarlı bir şekilde yürütebilmek için böyle “bir projeye” İHTİYAÇ vardı…
Hadisenin “detaylarına” girmiyorum:
Irak “üç günde halledilecekti”; On sene sonra zar zor çıkıp kaçabildiler; Irak’ın şimdiki hâli ortada…
(Irak’ta katledilen iki milyondan fazla MÜSLÜMANIN kanında KİMİN PARMAK İZLERİ VAR?.. -Kazlı çeşme sakinleri hariç- herkes biliyor.)
Geçelim:
“Amerikancı-Batıcı ittifak” Suriye’ye SALDIRDIĞINDA da GÜN SAYIYORLARDI; üç güne kadar düşer üç aya kadar düşer filan derken İKİ SENE geride kaldı:
Suriye şimdi KAN GÖLÜ…
Kim istedi, ne istedi, beraber ailecek tatile çıktığımız hoş komşu birden nasıl böyle oldu filân, hiç girmeyelim; kazlı çeşme sakinlerinin orucu bozulmasın; iftar saati yaklaştı malûm…
Neyse;
Hükümet: Kaldı mı “KOMŞUSUYLA BAŞ BAŞA”…
Hadi bakalım; ÖSO’ya VER DESTEĞİ… VERDİ de…
(Bu arada biz demokrat hükümetimizle Öso’ya destek verirken; bu arada “çözüm süreci” de ilk meyvesini verdi:
PYD!…
Sınırda; -Bu arada sınır kevgir-yol geçen hanı- bizim kazlı çeşme sakinlerinin hep birlikte omuz verdiği ÖSO ile PYD sınırda başladılar ÇATIŞMAYA…
N’olacak?…

“Öso’ya desteğe devam” dese, içerde çarşı karışacak çözüm süreci; Güüüm!..

“Tamam, tamam biz PYD ile anlaşalım, ÖSO’nun canı cehenneme!..”

Tamam da hocam, KAZLI ÇEŞME sakinlerinin KAFASI KARIŞACAK?…

“Yahu, bırakın onları… Onların kafası karışsa bile kendilerinden başka kimseye zararı olmaz!..

-Ha, tamam o zaman… N’apıyoruz şimdi?…

“DIŞ POLİTİKADA:

ZALİM ESED’e karşı savaşan ZALİM ÖSO’ya karşı, mazlum PYD ile görüşmelere devam edeceğiz!..

Çok güzel… Çok güzel…

Şu diyorum; pimi çekilmiş şey; elinizi fazla gevşetmeyin isterseniz; hani size de zararı olabilir:

Geçen defa söylemedim ama bu defa söyleyelim:

Şu “Reyhanlı’da patlayan şeyler” var ya?..

-Evet?

Sınırlar bu hâlde olduğu sürece; adamlar o şeyleri isterlerse Ankara’nın göbeğinde de patlatabilirler, bu aklınıza geliyor mu?…

O zaman iş sakata biner tabii…

Ankara’da patlarsa “Reyhanlı’ya benzemez…”

“İnşallah, Maaşallah, elhamdülillah n’apıyoruz hocam şimdi?..”

-Zalim Esed’e karşı savaşan, Zalim ÖSO’ye karşı Mazlum PYD ile görüşmelere ve anlaşmaya devam…

“Zalim Esed’i devirmeyecek miyiz?…”

-Amerika ve Batı destek olmuyor bize… Bir milyona yakın da YENİ SURİYE VATANDAŞIMIZ oldu… İki üç güne kadar herhalde Esed devrilir… -Bu arada iki sene geçti.-

(Hiçbir açıklaması, izâhı olmayan, gerek “dış politika”, gerek; “Milli menfaat, milli çıkar” açısından, gerek “komşuluk” ve sair açısından, gerek Amerika ve Batı’ya güvenerek bir “işe” girişmiş olmak noktasından, oranın KAN GÖLÜNE döneceğini bile bile -veya bilmeden- DÖKÜLEN onca kandan en çok kimin SORUMLULUĞU var?.. Evet; Suriye konusunda hem “YAPILANLARIN” -hem de “YAPILMAYANLARIN”- hiçbir tutarlı AÇIKLAMASI ve İZAHI yok maalesef… Ama kazlı çeşme sakinlerinin de böyle bir derdi yok zaten… Kapatıyoruz.)

Meselenin “bizimle ilgili” kısmı, çözüm süreciydi, oraya geliyoruz:

“İNŞALLAH MAAŞALLAH ELHAMDÜLİLLAH… N’APIYORUZ HOCAM ŞİMDİ?..”

Vaziyet “son şeklini” bu şekilde almışken…

Bu arada;

-“İnşallah Maaşallah biz n’apıyoruz hocam?.. PKK’ya karanfil dağıtıp, akil insanlar topluluğumuzu şey edecek miyiz, yoksa ‘bebek katili’ filan mı şey yapacağız?…”

Karışık bir durum tabii…

(-Bu arada, ortada herhangi bir SAVAŞ İLANI filân da olmadan Suriye’ye -zalim Esed’e- karşı, bizim VERDİĞİMİZ KAYIPLAR ÖSO’dan daha fazla neredeyse… Tamam “abartı” kabul ediyoruz da; Düşürülen uçaktan, sınır kapılarındaki patlamalardan, Reyhanlı’dan, Ceylanpınar ve Akçakale’ye düşen bomba, şarapnel, mermi vesaireden verdiğimiz ölü ve yaralıları alt alta koyarsanız, ciddi bir şey çıkacağı da kesin…

Bölgede ÇÖKEN EKONOMİ hariç…

Bölgeyi TERK EDEN insanlarımız hariç…

Sınırı her gün zorlayan; Kaçakçıdan Mülteciye… Hariç…

Tam da “Savaş tabloları” değil mi bunlar?.. Geçelim…)

MESELENİN “BİZİMLE İLGİLİ” KISMI

Evet, bizimle doğrudan ilgili kısmı…

“Salih Mirzabeyoğlu Dâvâsı”…

Bu konudaki; “DERİN ÇELİŞKİ”yi tekrara gerek yok… Sadece “Çözüm süreci” ilgisi içinde, “kazlı çeşme” kazlığını işaretlemek için…

Daha önce söyledik:

Bu mesele çözülmezse Türkiye çözülür diye…

Soru şu:

-Mirzabeyoğlu diyoruz Mirzabeyoğlu!…

-Kiiim?..

-Mirzabeyoğlu?..

-Ha, “bebek katili” mi o?.. Öyle olsa kolay: Çözüm süreci filân hallederdik bir şekilde ama… Değil galiba… “Suçsuz” filân diyorsunuz, suçsuzsa olmaz!..

(“Adalet ve demokrasi” arayıp soran NUTUKLARA dikkat!..)

MİLLİ İRADEYE SAYGI MİTİNGİ YAPALIM…

“Milli iradeye saygı göstermiyorlar…”

“Milli iradeye saygı gösterilmesini bekliyoruz…”

Kimden?…

Milli iradeye kim saygı göstersin?..

“Faiz lobisi mi?..”

Gezi eylemcileri mi?..

Milli iradeye KİMDEN SAYGI BEKLİYORSUNUZ?.. Bu çok önemli…

Amerikadan mı?.. Batı’dan mı?.. Fetullah’dan mı?.. Kimden?..

(Meselenin ARKA PLANINA girmiyoruz…)

Soru bu:

Milli iradeye KİMDEN saygı bekliyorsunuz?…

Bu sizin SAYGI beklediğiniz “GÜÇLER” (-Ki anlaşılan sizi de gözden çıkardılar, o yüzden DİRENİYORSUNUZ…) daha önce MİLLİ İRADEYE saygı göstermişler miydi, siz de içindeydiniz ya:

Saddam Hüseyin’e…

Kaddafi’ye…

Filistin’de HAMAS’a…

Cezayir’de FIS’a…

Bunlar MİLLİ İRADEYİ temsil etmiyorlar mıydı?.. Kaddafi’ye niye SAYGI göstermediniz, TALİBAN’a niye?.. HAMAS’a, Saddam’a?.. Ve de MURSİ’ye?..

Onların ki;

“Faiz lobisinin” İRADESİ miydi?..

Esed’e?..

O da “faiz lobisinin” iradesini mi temsil ediyordu?

(Bu arada MAZLUM(!) İSRAİL ile arayı düzelttiniz, ZALİM ESED’e karşı İSRAİL oradan, siz buradan… Vurun bakalım… Tabii ki önemli olan MİLLİ İRADE… Ama galiba size ÇEKİL dediler!..)

KİM NE İSTİYOR?..

“Amerika şunu istiyor…”

“İngiltere bunu istiyor…”

“Avrupa Birliği onu istiyor…”

(Irak, Suriye, Afganistan ve Mısır ekseninde söylenenler kasdıyla…)

Şu an buralarda;

Oluk oluk Müslüman kanı akıyor…

Bırakın bu ağızları da;

“ASIL SİZ NE İSTİYORSUNUZ HOCAM?..”

“Ne olursa olsun” KOLTUKTA kalmanın dışında tabii ki…

Onda bir şüphe yok “elhamdülillah”… Her hâlükârda koltukta kalmak istiyorsunuz; bunu anladık…

Irak’ı…

Afganistan’ı…

Libya’yı…

En son Suriye’yi KAN GÖLÜNE ÇEVİRDİNİZ… (Tabii tabii sizin bir alakanız yok, biliyoruz… Hiiiç… Uzaktan yakından bir ilginiz yok, tabii tabii… Yahu biz KAZLI ÇEŞME’den geliyoruz, bilmez miyiz hocam, İnşallah Maaşallah…)

Ve işte şimdi de Mısır…

(Amerika şunu diyor, Batılı güçler bunu istiyor, radikal İslam olmasın diyor filân… Anladık… Tabii…)

Anlamadığımız:

SİZ NE İSTİYORSUNUZ

KAN GÖLÜNDE YÜZEN BİR KOLTUKTAN BAŞKA?..

(Hiçbir meselede:

Ciddi…

Tutarlı…

Ahlaki bir tavır ve POLİTİKASI olmayan-geliştirememiş, geliştirmeyen, sadece “iyi nutuk atarak” ülke yönettiğini -pardon kazlı çeşme ahalisinin algılarını yönetebilen- zanneden bu hükümete asıl sorulması gereken soru DÜN de, BUGÜN de budur):

SİZ NE İSTİYORSUNUZ?..

Amerika ve Batı’nın emir ve talimatları dışında, YAPMAYI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ bir şey var mı?..

CEMAAT-HÜKÜMET KAPIŞMASI KAPIDA

Muhtemelen, son şanlı ABD ziyaretinde, Bülent Arınç’ı Fethullah Gülen’e göndererek:

“Bir emriniz var mı?…”

Diye sorduran Sayın Başbakan, Fetullah’dan;

“Çekil, Başkan filân olmayacaksın, büyük abi kızar!..”

Cevabını alınca, ipler koptu…

Koşa koşa gelip:

“Milli iradeye saygı gösterin, bakın biz ne kadar kalabalığız” mitinglerinin bir anlamı bu…

Yoksa, burada –hâşâ- Milli İradeye Saygısızlık yapan kimse yoktu…

İşin; “Uluslararası güçler, faiz lobisi” ve sair kısmı; yerseniz…

Yok değil, bununla ilgili…

Yani işin aslı Fetullah’ın buna “ÇEKİL” demesi, demiş olması olabilir…

Zira;

Sayın Başbakan, daha önceden, Türkiye’den Sayın Gülen’e defalarca çağrıda bulundu kürsülerden:

“Gel artık, bitsin bu hasret!..” filân…

Yok!..

Fethullah yerinden kımıldamıyor. Daha doğrusu ABD onu kımıldatmıyor. Fethullah, maazallah elinden bir kayarsa, “bu yaşlı adamı kandırabilirler” diye düşünüyor ABD…

Ve… Ve… Ve…

SIRADA TÜRKİYE VAR…

Irak öyle…

Suriye böyle… Afganistan, Mısır, Filistin…

Sınırlar malûm… Mülteci durumu malûm… Çözüm süreci malûm… Bütün bu “malûmlar” içinde, “Başkanlık sistemi” meçhul?..

İşte düğüm burada…

Ve DÖRT BİR TARAFI YANAN bir ülkeye YANGININ SIÇRAMAYACAĞINI DÜŞÜNMEK, sadece Kazlıçeşme sakinlerinin yapabileceği bir şey…
Kaynak: http://www.dunyatime.com/?p=664

PKK yeniden yapılanıyor
10 TEMMUZ 2013

PKK'nın kongre organı olarak bilinen Kongra-Gel Genel Kurulu'nda, yönetim değişikliği kararları alındı.

Türkiye'de Kürt sorununun şiddetten arındırılması ve bölgedeki gelişmeler konusundaki görüşleri kabul edilen hapisteki PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan, yeniden Kürdistan Topluluklar Birliği KCK'nın Genel Başkanı seçildi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan'ın ise bu görev yerine, silahlı kanat Halk Savunma Güçleri HPG'nin başına geçeceği iddia ediliyor.

Genel kurulda alınan kararlardan biri de, HPG'nin büyütülüp genişletilmesi.

Bayık ve Hozat liderliğe geçti

Kongra Gel 9. Genel Kurulu'nun 30 Haziran'da Irak'ın kuzeyinde PKK denetimindeki bölgelerde yapıldığı belirtiliyor.

Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre, genel kurula katılan 162 delege KCK sözleşmesi üzerine Kürtçe'nin 5 lehçesinde ve Türkçe yemin etti.

Genel kurulda, KCK'nin yönetim şekli değiştirilirken, PKK'nın fiili lideri olarak görülen Murat Karayılan'ın KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı görevi sona erdi.

Yeni Yürütme Konseyi Başkanlığı, 'eş başkanlık' şeklinde düzenlendi ve bu makama PKK kurucularından Cemil Bayık ile önde gelen kadın militanlardan Bese Hozat getirildi.

Türk medyasındaki birçok değerlendirmede, İran istihbarat servisiyle ilişkili olduğu öne sürülen Bayık'ın, Karayılan ve ekibi karşısında örgütün "şahin" kanadını temsil ettiği iddia ediliyor.

PKK kaynakları ise bu tür iddiaları kesin dille reddediyor ve örgüt içinde farklı fikirler olsa da derin ayrılıklar olmadığını savunuyor.

Öcalan'ın Türkiye'de Kürt sorununun çözümü konusundaki yol haritasına tam destek verilen genel kurulda, PKK liderinin Suriye başta olmak üzere bölgedeki gelişmeler konusundaki görüşleri benimsendi.

HPG'nin büyütülmesi kararı

KCK lideri Murat Karayılan HPG'nin başına geçebilir
Genel kurulda ayrıca, Kürtlerin "meşru savunma güçleri" olarak tanımlanan HPG'nin gücünün "her zamankinden daha fazla artırılması" karar altına alındı. "HPG'nin büyüyeceği ve sağlam duruşuyla süreci gözleyip başarıya gitmesi için her türlü olasılığa göre hazırlıklı ve sağlam bir duruş içinde olması gerektiği" kaydedildi.

Kongra Gel Eş Başkanları olaraksa, Avrupa'da yaşayan eski TBMM üyesi Remzi Kartal ve Hacer Zagros belirlendi.

İmralı adasında hapis yatan Abdullah Öcalan ise yeniden oybirliğiyle KCK Genel Başkanlığı'na seçildi.

Türk medyasındaki bazı haberlerde, Murat Karayılan'ın eskiden olduğu gibi HPG Komutanlığı'na geçeceği öne sürülüyor.

Karayılan, Öcalan'ın çağrısı üzerine örgütün silahlı güçlerini Türkiye topraklarından tıklayın çekme kararını Türk medya temsilcilerine Kandil dağlarındaki tıklayın basın toplantısında açıklayan isimdi.
BBCT

PKK Kandil'de açıkladı: Çekilme 8 Mayıs'ta
25 NİSAN 2013



PKK, 8 Mayıs'ta Türkiye'deki güçlerini geri çekmeye başlayacağını açıkladı. Örgütün tamamen silah bırakması ise ''Abdullah Öcalan da dahil olmak üzere herkesin özgürleşmesi'' koşuluna bağlandı.
Fırat Haber Ajansı'nda (ANF) yer alan habere göre, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Kandil'de düzenlediği basın toplantısında, ''geri çekilmenin 8 Mayıs'ta başlayacağını, saldırıların olması durumunda geri çekilmenin durdurulacağını'' söyledi.

Kandil'e davet edilen gazetecilerin cep telefonları basın toplantısı öncesinde toplandı. Karayılan'ın açıklamalarına ilişkin ilk ayrıntıları ANF duyurdu.

Karayılan basın toplantısında hapisteki PKK lideri Öcalan'ın, Kürt sorununa çözüme ilişkin 14 Nisan tarihli mektubunda kendilerine ''gerilla güçlerinin geri çekilmesi için çağrıda bulunduğunu'' belirterek, çağrıyı ''talimat'' olarak aldıklarını ve "üzerlerine düşen sorumlulukların gereğini yerine getirmek için" bir karar verdiklerini kaydetti.

Karayılan, kararın ''tam bir kararlılık ve irade birliği içinde tereddütsüz sahiplenilerek yerine getirileceğini'' söyledi.

Karayılan'ın açıklamasına göre, geri çekilme örgütün kendi belirlediği güzergah üzerinden gerçekleştirilecek. 8 Mayıs'ta başlayacak çekilmenin en kısa sürede tamamlanmasının hedeflendiğini aktaran Karayılan, ayrıca geri çekilecek güçlerin Irak Kürdistanı'nda üsleneceklerini vurguladı.

"Türk ordu güçlerinin de aynı duyarlılık ve ciddiyetle hareket etmesi bir zorunluluktur" diye konuşan Karayılan, çekilen güçlere herhangi bir saldırı olması halinde çekilmenin derhal durdurulacağını ve güçlerinin "meşru savunma hakkı temelinde misilleme hakkını kullanacaklarını" belirtti.
'Silahsızlanma Öcalan'ın özgürlüğüyle gelecek'

Karayılan, çekilmenin bağımsız heyetlerce izlenmesinin her iki taraftan da engel olabilecek hatalı yanları tespit etmesinin sürecin sağlıklı gelişmesine imkan sunacağını söyledi.

Açıklamada "demokratik çözüm süreci" olarak ifade edilen sürecinin üç aşamasının olduğu belirtildi.

Buna göre, ateşkes ve geri çekilmeyle birinci aşama sona erecek.
ANF'nin aktardığı açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla, sürecin ikinci aşamasında ise daha çok devletin ve hükümetin atacağı adımlara ilişkin beklentiler var. Bu çerçevede, anayasal bir çözümden bahsedilerek, ''reformlarla, gerçek bir demokratikleşme ve Kürt sorunun çözüme kavuşturulmasının koşulları doğmuş olacak'' denilen açıklamada, koruculuk ve özel timin devre dışı bıraklması talep ediliyor.

Açıklamada, ''normalleşme süreci'' olarak adlandırılan üçüncü aşamada ise, ''Abdullah Öcalan da dahil olmak üzere herkesin özgürleşmesinden'' ve ''silahsızlanmadan'' söz edildi.

Karayılan, Kürt sorununun uluslararası bir sorun olduğunu belirterek, başlattıkları hamlenin başarısı için ABD, AB ve Rusya'dan destek istedi.

PKK lideri ayrıca Diyarbakır, Erbil, Türkiye ve Avrupa'da çözüm konferansları yapılması çağrısında da bulundu.

Karayılan, basın toplantısında, Öcalan'ın Time dergisi tarafından dünyada en etkili 100 isim arasında yer almasından memnuniyet duyduklarını kaydederken, Öcalan'la ilgili makaleyi kaleme alan Kuzey İrlanda'daki Sinn Fein hareketi lideri Gerry Adams'a teşekkür etti.

PKK'nın kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan, 21 Mart günü Nevruz kutlamaları sırasında Diyarbakır'da okunan mesajında, silahların susması ve Türkiye'deki silahlı PKK güçlerinin sınırın ötesine çekilmesi çağrısı yapmıştı.

ABD'li PKK uzmanı Marcus: Top Erdoğan'ın sahasında
İlhan Tanır
Washington
25 NİSAN 2013



Washington'daki gözlemciler, PKK'nın silahlı güçlerini Türkiye dışına tıklayın çekme kararının ardından, gözlerin hükümetin atacağı adımlarda olacağına dikkat çekiyor.

Örgütü yakından izleyen uzmanlardan Aliza Marcus, Türkiye hükümetinin askeri alandan politik alana tıklayın geçiş yapmak istediğini açıklayan PKK/KCK'nın taleplerine cevap vermesi gerekeceğini kaydederken, Prof. Henri Barkey de, sürecin Türkiye'yi birleştirirken, Irak'ı bölebileceğini savundu.

Kandil'de, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, KCK Yürütme Konseyi üyesi Zeki Şengali ve Kongra Gel Başkanlık Divanı üyesi Hacer Zagros tarafından yapılan ve bütün dünyaca izlenen çekilme açıklamasını Washington'daki Amerikalı uzmanlar değerlendirdi.

Washington'da Kürt sorunu konusunda fikrine başvurulan uzmanların başında gelen Henri Barkey, 'çekilme' çağrısını 1993'ten beri "ilk ciddi barış açılımı" olarak tanımladı ve gelişmelerin başarıyla sürmesi ve tamamlanması halinde ''Türkiye'nin yönünü değiştirecek bir dönüm noktası'' olarak gördüğünü açıkladı.

'Irak'ı bölen bir hamle'

Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olan Prof. Barkey, geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığı'nda Orta Doğu ve Türkiye alanında analist olarak görev yapmıştı.

Prof. Henri Barkey

"Türkiye'yi birleştiren ama Irak'ı isteyerek veya istemeyerek olsa da bölen bir hamle."

Türkiye'nin tarihindeki en büyük sorunun Kürt sorunu olduğunu hatırlatan Barkey, çözüm süreciyle birlikte hem iktisadi hem de politik anlamda bölgesel ve global alanda Türkiye'nin etkisinin artacağını, aksi halde, nüfusunun % 20'si ile barışık olmayan ülkenin etkisinin her zaman sınırlı kalacağını kaydetti.

Türkiye'deki genel kanının aksine, şimdiye kadar ABD'nin hükümet ile PKK arasında süregiden görüşmelerde pek bir rol oynamadığı Washington'daki genel görüş.

Barkey'e göre ise, Washington bundan sonra mecburen barış sürecini daha yakından takip edecek, çünkü bu sürecin Irak'a isteyerek veya istemeyerek çok derin etkileri olacak.

ABD'nin 2003'de Irak'ı işgal ederek, on yıl boyunca enerji, kan, para ve zaman harcayarak Irak'ın bir bütün olarak kalması için uğraştığına dikkat çeken Barkey, bu gelişmelerle birlikte, Irak'taki bütün dengelerin değişebileceğine dikkat çekerek, 'Kürtlerle barışmış' bir Türkiye'nin "sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne değil, Kuzey Irak'taki Türkmenlere ve Sünnilere daha çok hitap edeceğini'' söyledi.

Türkiye'deki Kürt sorununa çözüm girişimini, ''Türkiye'yi birleştiren ama Irak'ı isteyerek veya istemeyerek olsa da bölen bir hamle'' olarak tanımlayan Barkey, bu açıdan Kerkük'te son zamanlarda meydana gelen ve ölümle sonuçlanan protesto ve çatışmaların da dikkatle takip edilmesi gerektiğine inanıyor.

Marcus: PKK, çekildiği gibi geri gelebilir

Başkent Washington'da PKK ve Kürtler dendiğinde akla gelen isimlerden bir diğeri de Aliza Marcus.

80'li yılların sonundan beri PKK'yı yakından izleyen ve örgüt üzerinde en ciddi çalışmaların başında gelen ''Kan ve İnanç'' kitabını yazan Marcus, bugünkü 'çekilme' çağrısına daha temkinli yaklaşıyor.

ABD'nin rolü açısından Barkey ve Marcus aynı düşüncede: ABD şimdiye kadar süreçte önemli bir rol oynamadı. Marcus, ABD'nin özellikle Karayılan'ın üçüncü adım olarak tanımladığı silahsızlanma sürecinde rol oynaması gerektiğini düşünüyor.

Marcus'a göre asıl önemli olan bundan sonra hükümetin PKK'nın çekilme hamlesine vereceği karşılık.

PKK sadece çekilme kararı vererek ve bunu önümüzdeki aylarda yerine getireceğine söz verirken, Türk hükümetinin askeri alandan politik alana geçiş yapmak istediğini açıklayan PKK'nın taleplerine cevap vermesi gerekecek.

Marcus'a göre Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından atılması gereken adımların başında TBMM'de gerekli yasal çerçevenin oluşturulması gelecek.
Daha sonra süregiden KCK davalarında yargılananların serbest bırakılmasının sağlanması veya PKK bayrağı altında siyaset yapılmasına izin verilmesi gibi oldukça zorlu adımlar gündemde olacak Marcus'a göre.

Dolayısıyla, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın önümüzdeki aylarda bu reformları yapmakta ne kadar başarılı olacağı, sürecin başarısı açısından kritik önemde.

Aksi taktirde, Marcus'a göre, PKK militanlarının Türkiye'den ayrıldıkları gibi geri gelmeleri her zaman mümkün.

Kısacası bu yaklaşıma göre ''top Erdoğan'ın sahasında'' ve işin zor kısmı yeni başlıyor.

AKP memnun, CHP kaygılı, MHP tepkili, BDP ihtiyatlı
Ayşe Sayın
Ankara
25 NİSAN 2013



Silahlı PKK güçlerinin 8 Mayıs'tan itibaren Türkiye'den Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içine tıklayın çekilmesi açıklamasına partilerin tepkileri şöyle:

Ayşenur Bahçekapılı (AKP Grup Başkanvekili)

Çözüm sürecinin içindeyiz. Hassas bir dönemdeyiz. Herkesin konuşmasına, ağzından çıkan her kelimeye dikkat etmesi gerekir. Çekilme oluyorsa buna sevinmekten başka bir şey gelmez elimizden. Bundan sonra silahların değil dost ellerin birbirini tutması konuşulacaktır.

Oktay Vural (MHP Grup Başkanvekili)

Onlar özgürleşecek, bizi içeri atacaklar. Silahı bırakma yok. AKP ile PKK'nın yaptığı anlaşma, önce Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çekilmesi. "Biz silah bırakmayacağız. Yasal ve anayasal taahhütleri yerine getireceksiniz" deniyor. Ondan sonra Öcalan serbest kalacak, silah da bunun garantisi olacak. PKK silahıyla hedefine ulaşmış olacak ve meşrulaşacak. Bu süreç doğrudan doğruya AKP'nin teslimiyet süreci, AKP'nin ya da devletin bir planı değil. Doğrudan doğruya, Öcalan'ın isteği ve arzusu yerine getiriliyor. Öcalan'ın ya da PKK'nin hiçbir geri adım söz konusu değil.

Faruk Loğoğlu (CHP Genel Başkan Yardımcısı)

Böyle üç aşamalı bir yol haritası çizip sanki yetki, otorite kendilerindeymiş gibi bir durumun Türkiye'ye empoze edilmesini biz kaygı verici buluyoruz. Artık gerek Öcalan'ın, gerek Kandil'in yaptığı bu açıklamalar, Öcalan ile yapılan pazarlıkların yavaş yavaş ortaya çıkması anlamına geliyor. Kandil'in yaptığı açıklamanın unsurları konusunda bir anlaşmaya varılmamış olsaydı böyle bir açıklama yapılmazdı. Hepimiz dostluk, barış istiyoruz ama AKP'nin Türkiye'yi, halkımızı getirdiği bu nokta hazmedilebilecek, içimize sindirebileceğimiz bir nokta değil. CHP de herkes gibi çözüm ve barış istiyor. Ancak bu TBMM'nin belirlediği çerçevede olmalı. Silahların susması önemli ve gerekli ama yeterli bir durum değil. Nedir yeterli olan durum? PKK'nın, Kandil'in, Öcalan'ın hep birlikte Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı her türlü şiddet ve terör eyleminden vazgeçildiğini ve silahlarını teslim edeceklerini, bırakmak yerine teslim edeceklerini, kesin bir dille ve alenen beyan etmesidir. Bu bizim için vazgeçilmez şarttır.

Malik Ecder Özdemir (CHP Sivas Milletvekili)

Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da bu sahte bayram havası yaratılarak, beklentiler çok yüksel tutuldu. Eğer bu süreçle ilgili beklentiler boşa çıkarsa, silahların daha öldürücü, daha fazla ölüm kusacağı endişesi taşıyor. Ölümlerin durması elbette güzel. Ama bütün bu sürecin el altından yürütülen pazarlıkların parçası olduğu endişesi var.

Pervin Buldan (BDP Grup Başkanvekili)

Türkiye açısından tarihi bir süreçten geçiliyor. Kürtler açısından beklenti ve umudun olduğu bir süreç yaşanıyor. Çünkü yıllarca bu coğrafyada sürekli silahlar konuştu, insanlar yaşamını yitirdi, bir halk inkar edildi, görmezden gelindi. Ancak Kürtler açısından şunu ifade etmek gerekiyor ki bir halk artık muhatap olarak alındı. Böylesi bir süreçten umutluyuz ve bunun bir barış sürecine evrilmesi bizim açımızdan önemli. Bir geri çekilme sürecinin takvimi açıklandı. Tabii ki geri çekilmeyle birlikte "Türkiye'de barış olacak" gibi bir havaya kapılmamak gerekiyor. Asıl yapılması gerekenler bundan sonra başlıyor. Kürtler yıllarca verdiği mücadelenin, ödediği bedelin artık yeni bir aşamaya girdiği sürece tanıklık ediyor. Dolayısıyla geri çekilme sürecinin bitmesiyle birlikte aslında önemli bulduğumuz ve olması gereken bir süreç başlayacak... Hem Kandil'de hem İmralı'da yaptığımız görüşmeler, hem de devlet ve hükümet düzeyinde yapılan görüşmelerde herkesin çok hassas olduğunu ifade etmek isterim. Hassas olunması gereken bir süreç. Aynı zamanda samimi ve ciddi olunması gereken bir süreç. Eğer ciddiyet ve samimiyet bu süreçte ortaya konulursa, ben bir sıkıntı yaşanacağını düşünmüyorum ama önemli olan bu hassasiyeti görmek ve bu hassasiyet üzerinden bazı şeyleri geliştirmek.

Sırrı Sakık (BDP Muş Milletvekili)

Bugün önemli bir süreçten geçiyoruz. Çatışanlar ülke sınırının dışına çıkıyor ve silahlar susuyor. Yeniden geleceğimizi birlikte inşa edeceğiz. Dünyanın dört bir tarafından herkesin gözü Kandil'de...

Kaynak: BBCT

Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin, kurumsal olarak 'Kürt'ü nasıl tanımladıklarına yanıt verdi
26/11/2013



Kürt nedir? Biraz ağaç, biraz 'topluluk'

Habertürk'ün Bilgi Edinme Yasası kapsamında "Kürt" kelimesinin anlamını' sorduğu Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin yanıt verdi. "Kürt" sözünün kökeninin Prof. Dr. Tuncer Gülensoy tarafından hazırlanan ve TDK tarfından yayımlanan Türkiye Türkçesi'ndeki Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü adlı esere atıf yapan Kaçalin 3 ayrı anlamı şöyle sıraladı:



- 'Ön Asya 'da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse (Orta Türkçe),
- 'Kayın ağacı, bundan yay, kamçı, değnek gibi şeyler yapılır.' (Divanü Lugati't-Türk)
- 'Kerestelik bir tür ağaç' (Denizli yöresi)

FARKLI ANLAMLARI VAR
Pamukkale Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Solmaz, Kürt kelimesinin Anadolu 'da yaşayan insanlar tarafından farklı anlamlarda kullanıldığını vurguladı: "Kürt kelimesi, Denizli Acıpayam İlçesi'ne bağlı Darıveren kasabasında ‘Dağlık ve kayalık yerlerde yetişen siyah üzüm gibi meyveleri olan sağlam kerestelik bir ağaç' diye geçiyor.

Amasya, Tokat, Fatsa, Arapgir, Ünye ve Konya gibi Anadolu'nun farklı yörelerinde ise "kürt" kelimesi; ‘Kuytu yerlere toplanmış kar ya da kum yığını anlamına gelen "kürtüm", "kurtuk", "kürtük" gibi kelimeler ile anılıyor. Yine Konya yöresinde "kürt", "çığ" anlamına, Sarıkamış bölgesinde ise "kürt koçu", "kürt küpesi" gibi bir çeşit kilim olarak kullanılıyor. Bu anlamlar Anadolu insanının ağızlarında yaşadığı ve yazılı dilde olmadığı için kelimenin saklanması açısından önemli buluyoruz."
Radikal

Yerel Yönetim, Yerel Özerklik ve Özyönetim! Bunların hangisi?
Prof. Dr. Ünal Emiroğlu
10 Nisan 2014

“Halk kendi özyönetimini inşâ seçimini yaptı”.

BDP Diyarbakır Belediye Başkan adayı Gültan Kışanak’ın seçim sonrası yaptığı açıklamaydı bu.

Seçimlerden önce başlayıp seçim süresince de devam eden Abdullah Öcalan-PKK eksenli Kürt siyasî hareketinin propaganda stratejisi, “özerklik referandumu” üzerine kurulmuştu; yerel özerklik! Nitekim seçim sonrası yapılan BDP açıklamaları, “Halk özerkliğe oy verdi” şeklinde özetlenebilir.

Gültan Kışanak, özerkliğin de ötesinde bir lâf etti: Özyönetim!
Yapılan seçimler, mahallî idare (yerinden yönetim) seçimleriydi. Bu idarelerin özerkliği var mı, yok mu? Bağımsız mı hareket ederler?
Yürürlükteki Anayasa’nın yerel yönetimlerle ilgili 127. maddesinde bu yönetimlerin özerkliği yazılı değildir.

Devletin idarî yapısı merkezî ve mahalli yönetimler olarak Anayasa’da belirtilmiştir (126.ve127.m.).

Merkezde hükümet vardır; merkezî idarenin mahalli idareler üzerinde denetim hakkı bulunmaktadır ki, buna idarî vesayet diyoruz. Mahallî idareler “idarenin bütünlüğü ilkesi”ne uygun hareket etmek durumundadırlar. (Anayasa, madde: 127)

Devleti temsil eden hükümet de, yerel yönetimler de halka hizmet için vardır.

Merkezî ağırlıklı bir düzen mevcutsa da, demokrasi açısından halkın yönetime katılmasını etkinleştiren yerel yönetimlerdir.
Sosyal devletin giderek yok olduğu ülke ortamında yerel yönetimler vasıtasıyla sosyal politikalar oluşturulabilir. Niyet hâlisse yerel yönetimlerin etkinliğinden yanayız. Amaç ve niyet, milli devleti parçalamak ve bölmek için mahallî idarelerden yola çıkmaksa, buna karşıyız.

Anayasa, yerel yönetimlerin özerkliğinden söz etmiyorsa da;
Türkiye, üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nce hazırlanmış bulunan ve yerel özerkliğin dayandığı ölçütleri belirleyen 1985 tarihli “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” uluslararası sözleşmesini 1992’de kabul etmiştir.
İmzaladığımız bu sözleşmeye göre yerel özerklik:

Kamusal görevlerin önemli bir bölümünün, yerel yönetimlerce, kendi sorumlulukları altında ve yasalar çerçevesinde, yerel halkın çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi ve yerine getirilmesi hak ve olanağıdır.
Yerel yönetimlerin özerkliği, bu yönetimlerin seçim yoluyla oluşturulan karar organları eliyle yönetilmesini, kendilerine görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanmasını, kendilerini ilgilendiren her konuda, devletçe düzenlemeler yapılırken görüşlerinin alınmasını, üzerlerindeki devlet gözetim ve denetiminin yalnızca “hukuka uygunluk” denetimiyle sınırlı olmasını, yurt içinde ve dışında başka yerel yönetimlerle işbirliği yapmakta ve ulusal ve uluslararası derneklere üye olmakta özgürce hareket edebilmelerini, hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla yargı yerlerine başvurmakta da özgürce davranabilmelerini kapsamaktadır.

Türkiye, bu anlaşmayı imzalamasına imzalamıştır ama çekince koyduğu, sayıları 10’u bulan madde ve fıkrası vardır;
Bunların içinde, yerel yönetimlere mâli kaynak dağıtımında görüşlerinin alınması, merkezî yönetimin yardım yoluyla yerel yönetimler üzerinde partizanca bir denetim kurmaktan kaçınması, karar ve planlama süreçlerine halkın katılmasına olanak sağlanması… kuralları vardır.
Yerel özerkliğin, ülkemiz yönünden devletin birliğine, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne halel getirmeyecek hassasiyette değerlendirilmesi mecburiyetindeyiz.

Gelelim Gültan Kışanak’ın kaşıdığı “özyönetim”e;
1945 tarihli Birleşmiş Milletler Misakı (Şartı), özyönetim (self-determinasyon) hakkını sömürge halkları için kabul ederken, sömürge tanımını da, egemen devlet toprağından uzak olma, koşuluna bağlayarak daraltmıştır.

Kışanak Hanım, yöresindeki halkı sömürge halkı gibi mi görmekte, yoksa “özyönetim” kavramını mı bilmemekte?

Türk milleti hiçbir zaman ne sömürgeci olmuştur ne de sömürge halkı! Doğu ve güneydoğu yöremizdeki insanlarımız da milletimizin bir parçasıdır.
Kürt kardeşlerimiz “azınlık” da değildir ki, “Azınlık Hakları Hukuku”nda “özyönetim hakkı”, çare arayışı olsun!

“Açılım” diye diye ülkeyi bu hâle getirenlere bir davetimiz var;
Kapatmaya çalıştığınız işlerinizden vakit bulursanız, bir ara utanmaya bekleriz!

Kaynak: http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009489/yerel-yonetim-yerel-ozerklik-ve-ozyonetim-bunlarin-hangisi/prof-dr-unal-emiroglu

Barzani: Bağımsız Kürdistan yolda
08-04-2014



Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Kürdistan’ın bağımsızlığı yönünde adım attıklarını açıkladı.

YDH- Kurdpress haber ajansının bildirdiğine göre Skynews Arapça servisine demeç veren Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, konfederalizm yönünde adımlar attıklarını belirterek bağımsız Kürdistan’ın yolda olduğunu söyledi.

Mesud Barzani’nin bu açıklamayı Irak Merkezi hükümetiyle bütçe paylaşımı, petrol ihracatı ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yasal yetkileri konusundaki görüş ayrılıklarının arttığı bir dönemde yapması dikkat çekici bulundu.

Kürdistan Bölgesel Yönetti Başkanı Mesud Barzani, Erbil ile Bağdat arasında yaşanan sorunların derinleştiğini belirterek “Eğer Bağdat’taki yöneticiler, Kürdistan Bölgesi’ne yönelik tutumlarında ısrara devam edecekse gelin oturup bu hasarlı ilişkiye son verelim” dedi.

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD12745_barzani--bagimsiz-kurdistan-yolda.html

DTK Diyarbakır'da Kutlu Doğum Haftasını Kutlama etkinliği düzenleyeccek
13.04.2014



Odatv'nin haberine göre BDP/HDP'nin öncülük ettiği Demokratik Toplum Kongresi (DTK) İnanç Komisyonu ve DİAYDER, "Kutlu Doğum Haftası" nedeniyle 19 Nisan'da Diyarbakır Nevruz alanında Hz. Muhammed’in doğum gününü kutlayacaklarını açıkladı.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) İnanç Komisyonu ile bileşeni Din Alimler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER), 19 Nisan’da Nevruz alanında yapılacak olan "Kutlu Doğum Haftası"na ilişkin basın açıklaması yaptı.

DTK binasında yapılan basın açıklamamasına dini derneklerin temsilcileri katıldı. Açıklama yapan DİAY-DER Başkanı Zait Çiftkuran, 19 Nisan’da Hz. Muhammed’in doğum gününü kutlayacaklarını belirterek, “Program 12:00'da başlayıp, 17.00’a kadar devam edecek. Kutlu doğum etkinliğine bütün halkımız davetlidir. Halkımızla birlikte Peygamber efendimizin doğum gününü bayram havasında kutlayacağız. Kutlu doğum etkinliğine bölgedeki dini derneklerin yanı sıra batı ilinden de katılımlar olacak. Mevlit ve Kuran-ı Kerim okunduktan sonra Peygamber efendimizin ruhu için Kürtçe, Zazaca kaside ve beyitler okunacak” dedi.

Bu arada hazırlıklarla ilgili çalışmalar son aşamaya gelirken, Kürtçe, Zazaca ve Türkçe basılan 200 bin bildiri ve davetiyenin dağıtımına önümüzdeki gün başlanacak.

Ayrıca etkinliğe Mardin Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk, yazarlar Hüda Kaya, Ayhan Bilgen, İhsan Eliaçık, Prof. Dr. Kadri Yıldırım’ın yanı sıra 100’e yakın ilahiyatçının katılması bekleniyor.

ÖCALAN NE DEMİŞTİ

KCK İnançlar ve Halklar Komitesi de, Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla yayınladığı bir mesajda, İslam aleminin "Kutlu Doğum Haftası"nı kutladı. KCK, "Tüm Müslümanları Hz. Peygamber’in (s.a.v.) tebliğ ve tatbik ettiği İslam gerçeğini tekrar tekrar anlamaya ve onun etrafında birleşmeye" çağırdı.

Yazılı bir mesaj yayınlayan KCK İnançlar ve Halklar Komitesi, "Hz. Peygamberin (s.a.v.) doğumunun kutlandığı bu günlerde, İslam’ın, O’nun tebliğ ettiği ilk halinden oldukça uzaklaştırıldığı ve sınırlandırıldığına" dikkat çekti.

KCK ve BDP/HDP öncülüğünde kurulan DTK ilk kez ‘Kutlu Doğum Haftası’nı mitingi düzenliyor. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz yıllarda Hizbullah’a yakın gruplar Güneydoğu'da ‘Kutlu Doğum Haftası’nı kitlesel mitinglerle kutluyorlardı.
Hatırlanacağı üzere Abdullah Öcalan geçtiğimiz yıl okunan Nevruz mesajında İslam Birliği’ni dile getirmişti. Öcalan o mesajında şunları söylemişti:

“Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle 1000 yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Bu hukukta fetih, inkar, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.”

haber93

Bunları biliyor muydunuz...
ERDAL SARIZEYBEK



Birinci Dünya Harbi'nde Doğu cephesinde Ruslara, Ermeni ve Rumlara, Ezidi, Yezidi ve Nesturilere karşı savaştığımızı...

Birinci Dünya Harbi'nde Güney cephesinde İngilizler ve Araplara karşı savaştığımızı...

1915 Çanakkale'de İsrail'in Siyon Katır alaylarının bize saldırdığını....

Birinci Dünya Harbi'nde bizi, biz Türk Milleti'ni terk etmeyen tek evladımızın Kürtler olduğunu...

Ve...

Birinci Dünya Harbi'nde Kürt kardeşlerimizle birlikte savaşıp Cumhuriyet'i, diğer bizim yanımızda olanlarla birlikte kurduğumuzu...

Birinci Dünya Harbi'nde Kürt kardeşlerimizle birlikte omuz omuza yedi düvele karşı koyduğumuzu...

PKK'nın Kürt olmadığını, bir Ermeni ittifak örgütü olduğunu...

PKK'nın Kürt kardeşlerimizi temsil etmediğini...

Kendi kaderine terk edilmeye çalışılan kardeşlerimizin PKK olmadığını....

PKK aranıyorsa eğer Ankara'da aranması gerektiğini biliyor muydunuz....
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=845019248853111
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ekm 15, 2014 9:57 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Ağu 30, 2013 3:39 am    Mesaj konusu: Diyarbakır'da 'Demokratik İslam Kongresi' Alıntıyla Cevap Gönder

Diyarbakır'da 'Demokratik İslam Kongresi'
Zübeyde Sarı, Sinan Onuş
Diyarbakır
10 MAYIS 2014



PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önerisiyle aylardır hazırlıkları yapılan “Demokratik İslam Kongresi” Diyarbakır’da Kuran okunarak başladı.
İki gün sürecek kongrenin ilk gününe 300’ü aşkın delege katıldı.

Kongrenin birinci gününde “Medine Sözleşmesi”, “İslam’da zalim, mazlum ve adalet kavramları” ve “Ortadoğu’da barış arayışı ve Kürt sorunu çözümü”; İkinci gününde ise “İslam’da savaş, hukuk, barışın inşası” ve “Kadının İslam’daki yeri” başlıklarında oturumlar yapılacak.
Kongre, 11 Mayıs Pazar günü sonuç bildirgesinin açıklanmasıyla sona erecek.

Kongrenin açılış konuşmasını Çalışma Komitesi adına Prof. Kadri Yıldırım ve Rojova Halklar ve İnançlar Bakanı Muhemed Ebidallah El Kadiri yaptı.
Yıldırım, “Kürtler ve İslamiyet ile Kürt sorunu ve İslam’ın Hakemliği” başlıklı konuşmasında Kuran'da ve Peygamberin sünnetinde “Çok kimliklilik, çok dillilik ve çok renklilik” gibi kavramların bulunduğunu söyledi.
Medine Sözleşmesi üzerine de değerlendirmelerde bulunan Yıldırım, sözleşmenin, “bir arada yaşama ve yönetime kolektif katılmanın yazılı anayasası olduğunu” söyledi.

Cîzêrê Kantonu temsilcisi Nureddin Şakir ise “Rojava'da oyunlar oynanıyor. İnsanların kafaları kesiliyor. Rojava Kürdistanı, bu birliğe ihtiyacı var. Önderimiz, 15 yıl sonra da seni özgürleştiremedik. Özgürlük Amed zindanında başladı, dağlara ovalara yayıldı. Özgürlük, Rojava'da yaratıldı. Seni özgürleştireceğiz Önderimiz. Rojava devrimi Kürdistanı özgürleştirecek. Rojava devriminin başarısı Kürdistan'ın başarısıdır. Bu nedenle Önder Apo'nun çağrısıyla başlayan kongrenin anlamı büyüktür” dedi.

Öcalan’dan mesaj

Öcalan da kongreye üç sayfalık mesaj gönderdi. Öcalan’ın “Mümin kardeşlerim” diye başlayan mesajını HDP Grup Başkanvekili ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken okudu.

Öcalan mesajında, “Özellikle İslam'ın iki büyük merkezi olarak kendini günümüze de dayatan iktidarcı Arabi, Selefi akımlarla İrani Şia akımların devletçilik bağlamında yol açtıkları büyük tahribatlara karşı mekan halk ve demokrasi merkezli kavramlarla mücadele bayrağı açmayı aynı dinin özündeki doğruya sadakatla bağlı olmanın gereği saymaktayım. İki iktidarcı devletçi merkeze karşı demokratik ve mekan merkezli karşı çıkışların en büyük toplumcu ahlaki ve politik ifadesi olarak islami yanıt aramayı bulmayı ve iradeleştirmeyi kongrenizin en temel görevi saymakta ve selamlamaktayım” ifadeleri yer aldı.

PKK lideri, mesajında “bazılarının”, PKK’nın temsil ettiği Kürt hareketini “ateist, komünisti, materyalist gibi” tanımladıklarını ama bu tanımların “batılı kavramlar” olduğunu söyledi. Öcalan, “Bunlara ‘kavram kölesi’ demek daha uygun düşer. Yalnız şu kadarını söylemeliyim ki; eğer İslami toplum doğası bir gerçekse, İslam’ın dindârı ve ateisti olmaz. Bunlar kavramsallaştırmalardır” dedi.

Abdullah Öcalan mesajında, “çağdaş İslami ümmetin millet birliğini” anlamlı bulduğunun altını çizdi. Öcalan, bunun ise asla “tek devlet, tek millet, tek bayrak zırvalamaları anlamına gelmediğini” ileri sürdü. Öcalan, “Tersine ilgili ayetteki ‘birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı kavimler halinde yarattık’ hükmü gereğince çoğulcu, demokratik, eşit ve özgür bir İslami ve birliğinde olan diğer kavimlerin ‘milletler birliğini’ ifade etmektedir. Kongrenizin hem İslam’ın evrenselliği hem tekilliği bağlamında gerek İslami Milletler Birliği gerekse bağrındaki çoğulculuğun ifadesi olan her mezhebi tekiller sorununa doğru yaklaşımlar ve uygulama esaslarını gerçekleştireceğine dair inanç ve umudumu ifade etmek isterim” dedi.

Öcalan ayrıca kimi çevrelererce eleştirilen, “Kürdistan” ve “Demokratik” kavramlarını, “eksik ve yanlış anlamaya yol açabileceğinin bilincinde olarak daha büyük yanlışları önlemek ve özdeki doğrulara yol açmak açısından kullanmaktan çekinmediğini” söyledi.

Abdullah Öcalan mesajında ayrıca, PKK hareketini, “Batı’nın ideolojik hegomonyasının bir sonucu olan dini-laik ikilemine boğmamak” gerektiğini söyledi. İslam’ın kendisini “dini laik bağlamına sıkıştırmasının” da yanlış olduğunu belirten Öcalan bunun, İslam’daki yaşam bütünlüğünü bozduğunu ileri sürdü. Öcalan, “Eğer illa genel bir güncel İslami tanımalamada bulunma gereği varsa bunu kültürel İslam olarak belirlemek kanımca herkesi içermesi nedeniyle doğruya daha yakındır. Kültürel İslam’la kast edilen hem gerçekleşmiş hem de anlamını sürdüren İslam toplumu olmaktadır” dedi.

Mesajında kongrenin genel hatlarını uzun uzun açıklayan Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Saygıdeğer mümin kardeşlerim, kongrenizin genel hatlarıyla ifade etmeye çalıştığım anlamı kadar, sürekliliği ve bundan sonraki kurumsallaşması daha da önemli bir görev olarak önümüzde, önünüzde durmaktadır. İslami diyarların genellinde olduğu gibi, Kürdistan’da sürekli yeni bir İslami kurumlaşmaya şiddetle ihtiyaç vardır.”

Salondaki bazı katılımcılar, Öcalan’ın mesajını ayakta alkışlarken bazı katılımcıların da hiç alkışlamaması dikkat çekti. Bu da kongreye, PKK-KCK çizgisinde olmayanların da katıldığının bir göstergesi olarak yorumlandı.
BBCT

Öcalan’ın işaret ettiği Demokratik İslam Kongresi için geri sayım başladı
Sinan Onuş
Ankara
7 MAYIS 2014



Demokratik İslam Kongresi, 10-11 Mayıs'ta Diyarbakır'da toplanıyor.
Kongre, Öcalan'ın aylar önce "Hz. Muhammed'in Medine Şûra çalışmaları örnek alınarak, Şeyh Said gibi tarihi kişiliklerin ruhuna uygun olarak bu çalışmaların yapılması önemlidir" sözleriyle gündeme gelmişti.

İslam Kongresi, Demokratik Toplum Kongresi'nin de desteklediği, Demokratik İslam Kongresi Hazırlık Komitesi tarafından düzenleniyor. Kongreye, yerli ve yabancı 300'e yakın İslam alimi, akademisyen, yazar ve uzmanın katılımı bekleniyor.

Böyle bir kongreye neden ihtiyaç duyuldu?

Kongre Çağırıcı Gurubu'nda yer alan Hazro Belediyesi Eş Başkanı Güler Doğu Özavcı, "Amacımız, Kürtlerle İslam'ı konuşmaktan ziyade başlı başına İslam'ı konuşmak ve İslam'ın özüne dönük bir konferans düzenlemek. Bu nedenle Kürdistan'ın dört parçası, Avrupa ve Türkiye'nin batı yakasına açılım gösterdik. Yani çerçevemiz çok geniş" diyor.

Eski Mazlum Der yöneticisi de olan Özavcı, Hazreti Muhammed'den sonra "siyasallaşan bir İslam"ın olduğunu söylüyor. Kongreyle, "İslam'ın özü olan tevhit, adalet, özgürlük mücadelesi ruhunu tekrar ortaya çıkarmak, özellikle ezen-ezilen ilişkisine vurgu yapmak istediklerini" belirtiyor.
Hazreti Muhammed döneminde uygulanan Medine Sözleşmesi'ni anımsatan Özavcı, "Çok kültürlü-çok dilli bir sistemin günümüzde de olabileceğini tartışmak, böyle bir hayatın mümkün olabileceğini ortaya çıkarmak istiyoruz" diyor.

İslami kimlik neden öne çıkarılıyor?

Adalet ve Kalkınma Partisi, Gülen hareketi ya da Hür Dava Partisi'nin Güneydoğu'daki gücü biliniyor. AKP'nin son yerel seçimlerde bölgeden aldığı önemli oy oranı da bunu net olarak ortaya koyuyor.

Bu oy oranını dikkate alan PKK-KCK çizgisindeki Kürt hareketinin, Çözüm Süreciyle birlikte kongre üzerinden hem Batı hem de Doğu'daki seçmene "İslam'la sorunumuz yok" mesajını öne çıkardığı ve 'müdahalede bulunduğu' yönünde eleştiriler yapılıyor.

Kongre Çağırıcılarından Özavcı, bu eleştirilere, "Ortadoğu kan gölü. Müdahaleden ziyade, İslam'ın bir adalet ve barış dini olduğunu göstermek istedik. Kongre, özgün bir çalışmadır. Herhangi bir siyasi parti, düşünce ya da siyasi çalışma değil. Bu anlamda oy kaygısı taşıyan bir çalışma ya da bir tarafın tabanını başka bir tarafa kaydırma gibi bir amaç da söz konusu değil" diyerek karşı çıkıyor.

Kongrede HDP'nin 'muhafazakâr kanadını' mı inşa edilecek?

Halkların Demokratik Partisi'nin ağırlıklı olarak sol ve sosyalist parti ve gruplardan oluştuğu, muhafazakâr kanadının ise yeterince temsil edilmediği eleştirileri zaman zaman gündeme geliyor. Kongrede, 'HDP'nin muhafazakâr kanadı inşa edilecek' yorumları yapılıyor.

Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, kongreden böyle bir "kanadın" çıkıp çıkmayacağını zamanın göstereceğini söylüyor.

Muş Milletvekili Demir Çelik ise "Kongreden HDP'ye kanalize etmek istediğimiz bir hareket yok" diyerek karşı çıkıyor.

Öte yandan Çelik, BDP ve HDP'nin "hep yanlış algılandığını, 'din dışı, dini inkar eden' bir siyasal parti olarak gösterildiğini ama böyle olmadığını" söylüyor.

Çelik, HDP'ye yükledikleri misyonun sadece sol ve sosyalist partilerin, hareketlerin "aritmetiksel toplamı" olmadığını söylüyor ama bu "imajın" oluştuğunu da kabul ediyor. Çelik, "Bunu aşmamız gerektiğini gördük. Evet, sol-sosyalistler olmalı ama toplumun ekseriyeti hala dindar. Bunları görmemezlikten gelerek bir parti büyüyebilir mi?" diye soruyor.

Çelik, "Samimi dindarları, AKP'nin yedeğine göndermeye ne hakkımız var. Madem ki AKP suiistimal ediyor, o halde onlardan kurtarıp kendi ayakları üzerinde siyaset yapabilecek haklara da kavuşmalılar. O anlamıyla Demokratik İslam Kongresi, bir yanıyla İslami duyarlılığa sahip olduğumuzu, İslam'ı, devletin dini olmaktan çıkartmak istediğimizi, dini toplumla buluşturup toplumsal hakikatlerle kendi kendisini yönetmesine fırsat vermeye hizmet etsin istiyoruz" diyor.

Aynı soruyu yönelttiğimiz HDP Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü ise "Bizim öyle kanatlarımız yok. HDP, HDP'dir" diyerek tepki veriyor.
BBCT

DTK Diyarbakır'da 'Kutlu Doğum' mitingi yaptı: "Bizim inancımız herkesten fazladır"
19 Nisan 2014



Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Barış Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır'daki Newroz alanında Kutlu Doğum Haftası için bir miting düzenlendi. Yoğun katılımın olduüu mitingde Kürtçe ve Türkçe ilahiler okundu. mitingde konuşan Ahmet Türk, "bizim inancımız herkesten fazladır" dedi.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Barış Demokrasi Partisi (BDP), ilk kez b,r kutlu doğum programı düzenledi.



Kurulan platforma ve alanın bazı noktalarına "Rojbuna Hz. Muhammed pîroz be", "Yên kû li hember zulme be deng bîminin şeytanên bê zimanin", "İslamiyet adalettir, İslamiyet barıştır, İslamiyet hoşgörüdür, İslamiyet barıştır", "Hz Muhammed Mekke'de direniş, Medine'de adalet, Hudeybi'de barıştır" ve "Zulme karşı mazlumun yanında yer alınız" pankartları asıldı.



Çevre ilçelerden gelen peygamber sevdalılarının da katıldığı kutlamada yurttaşlar başlarına Arapça Hz Muhammed'in isminin yazılı olduğu bandajlar bağladıkları görülürken, "Lailahe illallah Muhammed resulullah. (Allah'tan başka ilah yoktur Muhammed onun resüludur)" yazılı flamalar taşındı. Sarı, kırmızı, yeşil flamaların da yurttaşlar tarafından taşındığı kutlamaya katılım ilerleyen her saat giderek daha da arttı. Havanın sıcak oluşu nedeniyle yurttaşların sıcaklardan korunmak için şemsiye kullanmaları ve sürdürülen programı pür dikkat takip etmeye devam etti.



Binlerce yurttaşın Hz. Muhammed için biraraya geldiği alanda okutulan Kuran-ı Kerim ile duygulanan yurttaşlar söylenen ilahilere eşlik etti. Kutlamaların tekbir ile sürdüğü etkinlikte konuşan DİAYDER Başkanı Süleyman Ekinci, Cahiliye Devri’nde yapılan zulüm ve baskıya karşın Hz. Muhammed’in mücadele ederek tüm kesimleri İslam çatısı altında birleştirdiğini belirterek, Hz. Muhammed’in peygamber olmadan geçen yaşamında da sürekli adalet ve hukuku gözettiğini anlattı.



Programda bir konuşma yapan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, "Özgürlük mücadelesi sünnettir. Özgürlük mücadelesi Kur'an-ı Kerim'in yolundadır. Kur'an, bize bunu emretmiştir. İnanç sahipleri adaletsizlik ve haksızlığa karşı durmalıdır." dedi.

Mardin Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, kutlamaya gelen yurttaşları selamlayarak, bu haftanın İslam alemi için önemine vurgu yaparak, yeryüzüne Allah tarafından gönderilen tüm peygamberlerin haksızlık ve zulme karşı mücadele verdiğini dile getirdi. Türk, Hz. Muhammed’in tüm kesimleri biraraya getirdiğini ve İslam dininde adalet ve özgürlüğü esas aldığını ifade etti. Yeryüzüne gönderilen her peygamberin halkının ezilmişliği karşısında büyük bir mücadele ile direndiğini ve Hz. Muhammed’in de bu nedenle büyük bir direniş ve mücadele verdiğini dile getiren Türk, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye ayak bastığında ırklar arasında ayrımcılığı gözetmediği için İslam adına siyah bir insan tarafından ezan okutturduğunu ve herkesi İslam dinine davet ettiğini söyledi. Allah’ın insanları farklı farklı yarattığını, yine farklı kesimlerin birbirleriyle barış içerisinde yaşamaları adına birçok ayet indirdiğini kaydeden Türk, herkesin yaşamında özgür olduğunu ve birbirine hürmet etmesi gerektiğini belirterek, Hz. Muhammed’in insanları tüm farklılığına karşın biraraya getirdiğini anlattı. Hz. Peygamberin insanlara kıymet verdiğini her daim barış için mücadele ettiğini vurgulayan Türk, Hz. Muhammed’in sesini tüm dünyaya duyurduğunu dile getirdi. Kürt halkının zulme karşı ve geleceğine sahip çıkmasını gerektiğini sözlerine ekleyen Türk, özgür yarınların mücadele ile geleceğini belirterek, özgürlük mücadelesinin kendi halkına yapılan zulme karşı mücadele ettiğini dile getirdi. Türk, tüm İslam aleminin Kutlu Doğum Haftası’nı kutlayarak, mücadelesine sahip çıkmayanların dindar olmadığını ifade etti.



Türk, konuşmasında, Kürtlerin İslam dini ile ilişkilerine de değinerek, "Biz ulusumuza, halkımıza, geleceğimize sahip çıkmalıyız. Biz sahip çıkmazsak dindar değiliz ve demek ki, Resulullah'ın yolundan gitmiyoruz. hepimiz İslam'da sünnetin de gereği olan, zulme karşı çıkmalıyız. Kürt halkı Bugün de İslamiyet'i yaşamında büyütüyor. Bizim İslâm inancımız herkesten fazladır. Kendilerine Müslüman diyen ve din yolundan gidenler Kürtleri inkar ediyorlar ve Kürt haklarını tanımıyorlar. Bu Resulullah'ın yoluna karşı bir şeydir. Çok iyi bilmeliyiz ki, özgürlük mücadelesi sünnettir. Özgürlük mücadelesi Kur'an-ı Kerim'in yolundadır. Kur'an-ı Kerim de bize bunu emretmiştir. Adalet ve haksızlığa karşı inanç sahipleri durmalıdır diyor. Hz. Muhammed'in doğumunu kutluyoruz. Bütün İslam alemine kutlu olsun diyoruz" dedi.

Yıldırım: Nereden çıktı bu İslam Kongresi diyenler korkaktır

Müzik grubunun ilahi dinletisi ile süren programın devamında konuşan Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü Başkanı Prof. Kadri Yıldırım ise Kutlu Doğum Haftası nedeniyle bir arada olduklarını, bunun Kürt halkı ve ezilmiş halklar için ikinci bir Newroz olduğunu belirterek katılımcıları selamladı. Kimilerinin “O programa katılma koltuğun elinden gider” dediğini söyleyen Yıldırım, halk için elinden koltuk alınacaksa bir gün öncesinden gitmeye razı olduğunu belirterek, halkının yanında olmayanın elinden ne alınırsa alınsın bir öneminin olmadığını ifade etti. Kimsenin Kürtlerinin cesaretini sorgulama cesaretinin olmadığını belirten Yıldırım, Kürtlerin diyanetinin sorgulandığını ifade ederek, düne kadar Kürtlere, “Neden İslam’ı incelemiyorlar. Kutlu Doğum programı düzenlemiyorlar. Başörtülü aday gösteremiyorlar” diye eleştiriler yönetildiğini söyledi. Şimdi ise Kürtlerin yaptıklarına “Nereden çıktı bu İslam Kongresi, nerden çıktı bu adaylar ve nerden çıktı bu Kutlu Doğum etkinliği” diye eleştiriler yöneltildiğini kaydeden Yıldırım, bunun tek nedenin korku olduğunu ve Kürtlerin İslam ile yapacaklarının önüne geçemeyeceklerinden dolayı olduğunu söyledi.

‘Hz. Muhammed’in etrafında Kürt sahabe vardı’

Kürtlerin diyanet ile ne zaman tanıştığına dikkat çeken Yıldırım, Hz. Muhammed’in daha Mekke’deyken etrafında Kürt sahabe olduğunu belirterek, bunun tescil edildiğini söyledi. Hz. Muhammed’in hiçbir zaman “Bu Kürtlük de nerden çıktı” diye bir konuşması olmadığını belirten Yıldırım, “O bulunmadıysa siz niye bulunuyorsunuz” diye sordu. “Kürtler Hz. Muhammed zamanında Müslümanlık ile tanıştı” diyen Yıldırım, Kürtlerde birçok din aliminin yetiştiğine vurgu yaparak, Kürtlerin din alimlerinin tarihinden kesitler anlattı. Kürtlerin Said-i Nursi gibi bir din aliminin olduğunu belirten Yıldırım, Ehmedê Xanî’nin ise dilinin yasaklandığına işaret etti.



Ardından kadınlar adına konuşan Hazro Belediye Eş Başkanı Özavcı Doğu, tevhid, adalet ve özgürlüğün kadınlar için her zaman büyük değerler olduğunu belirterek, Kuran’ın yol gösteren bir rehber olduğunu dile getirdi. Kuran’ın tüm insanlara indiğini ifade eden Doğu, Kuran’ın hiçbir kişi, millet ve ırkın tekelinde olmadığını, İslam’ın insanları zincirlerinden kurtararak özgür iradesiyle özgürleştirdiğini dile getirdi.

Çevre illerden de katılımın olduğu mitingde, insanlar başlarına Arapça Hz. Muhammed'in isminin yazılı olduğu bandajlar bağladı. Kutlama alanının bazı noktalarına kurulan stantlarda, Abdullah Öcalan ve siyasi tutsakların serbest bırakılması için imzalar toplandı.

Program Kuran'ı Kerim dinletisi ile devam ederken, Kuran okunmasının ardından katılımcılar sık sık tekbir getirdi. Ardından Kürtçe Mevlit okutularak, Kürtçe ve Türkçe ilahiler okundu. Okunan ilahiler ve Kuran'ı Kerim dinletisi sarasında kimi yurttaşların göz yaşlarına hakim olamadıkları görüldü.
haber93

Cemil Bayık’ın gözünden ‘Cuma’
Mahmut Hamsici
BBC Türkçe, Kandil
27 AĞUSTOS 2013



“Bizi öcü olarak göstermek istiyorlar, biz öcü falan değiliz!”

Cemil Bayık’la Kandil’de yeşillik bir alanda röportaj için buluşmuşuz, plastik sandalyelerimize oturmuşuz, daha sorular sorulmamış ve onun ilk sözleri bunlar oluyor.


Üzerinde tüm PKK’lıların giydiği yerel kıyafet, göğsünde PKK bayrağı ile Abdullah Öcalan’ın resminin bulunduğu bir rozet var.

İlk sözlerine bakılırsa, Bayık’ın KCK eş başkanlığına gelmesinden sonra Türk basınında çıkan iddialar Kandil’de de epey yankı bulmuş.

Bayık, Türk kamuoyunda çok merak edilen bir figür.
Abdullah Öcalan’dan sonra PKK’nın en etkili ismi olduğu iddia edilen, Öcalan’ın kendisi hakkında "Bu hareketin yüzde 50’sini ben, yüzde 25’ini Cemil, yüzde 25’ini diğer arkadaşlar yarattı" dediği söylenen, örgütün ilk kurucularından bir isim.

Son dönemlere kadar medyaya fazla konuşmaması onu daha da merak edilen bir konuma taşımış durumda.
Şahin lider iddiası

KCK’nın tepesindeki değişiklikten sonra Türk basınında çıkan haberlere bakarsak Bayık 'örgütteki şahin kanadın lideri', 'İran yanlısı' ve 'çözüm sürecinin düşmanı'.
Ona göreyse bu iddialar sadece yanlış değil, bilinçli bir 'psikolojik savaşın parçası'.

Örgüt içinde 'Cuma’ kod adıyla bilinen Bayık, PKK bünyesinde şahinler ve güvercinlerin bulunduğunu dillendirmenin amacının, "PKK’da sürece karşı olan şahin kanat göreve geldi" görüntüsü vermek ve çöküşün zeminini yaratmak olduğunu söylüyor.

"Yani KCK’daki görev değişikliğinin hiçbir özel anlamı yok mu?" Bayık’a göre kesinlikle yok.

Değişikliğin süreçten önce planlandığını, Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’taki mektubu üzerine bunu bir süre ertelediklerini belirtiyor.

Hatta daha da öncesinde KCK’nın bir önceki Başkanı Murat Karayılan’ın "Artık yeterli, ben değişeyim, ben başka görevler yapayım" dediğini ancak hareket olarak bunu o dönem kabul etmediklerini söylüyor.

İran yanlısı mı?

İran yanlısı olduğu iddiaları açıldığındaysa gülüyor ve "Buna çocuk bile inanmaz. Güler geçer" yorumunu yapıyor.

Bayık kendisi için Türkiye ile İran arasında Kürt sorununa yaklaşım açısından hiçbir fark olmadığını, birini diğerine tercih etmeyeceğini söylüyor.

İran yanlılığı iddialarının yanında, Alevi olduğunun da yazıldığını hatırlatınca da şunları söylüyor: "Ben Sünni mezhebinden gelen biriyim. Hatta onun da Hanefi kolunda olan biriyim. Benim anam, babam namazında, niyazında, hacca gitmiş insanlar. Alevi olmadığım halde Alevi gibi gösteriliyorum. Kaldı ki Alevi de olabilirim. Neden Alevi düşmanlığı geliştirilmek isteniyor?"

PKK’nın ideolojik-politik çizgisini belirleyen isimlerden biri olduğu iddialarını konuşmaya başladığımızda hemen ve çok keskin bir şekilde "Hayır" diyor ve arkasını şöyle getiriyor: "Bizim ideolojik çizgimizi belirleyen önder Apo’dur. Biz, o ideolojiyi kavramaya çalışıyoruz, onu yaşamsallaştırmaya çalışıyoruz."

Söyleşide 'siyasi sorular' bittikten sonra Cemil Bayık’la siyaset dışındaki ilgi alanlarını konuşuyoruz.

‘Eskiden Beşiktaşlı'ydım artık takım tutmuyorum’

"Benim bütün yaşamım, zamanım, bu toplumun insanını yeniden yaratmakla geçiyor. Zaman yetmiyor. Onun için uğraşacak başka bir şeye fırsat bulamıyorum. Fırsatım olsa ilgilenirdim elbet" diyor.

"Neyle mesela?" Bunun sorunca öğrencilik yıllarında 'müzikle, resimle, basketbolla, voleybolla ilgilendiğini' anlatıyor.

Anlattığına göre futbolla artık ilgilenemediği için takım tutmuyormuş. Tuttuğu dönemdeyse Beşiktaşlı'ymış. Zamanında bu tercihi yapmış çünkü Beşiktaş yoksulların takımı olarak görülürmüş.

Müzik olarak otantik müzikten hoşlanırmış. "Hangi şarkıcılar mesela?" deyince Aram Tigran, Ayşe Şan ve Meryem Xan’ın ismini veriyor.

Kitap olaraksa her alandan okumalar yaptığını son olarak bir Alman arkeologun Göbeklitepe’yle ilgili araştırmasını okuduğunu söylüyor.

Uzun söyleşi sırasında Kandil’de gün bitiyor, dolunay çıkıyor.

Kayıt bitince ilk karşılaşmada söylediklerini tekrarlıyor:
"Yani biz öcü falan değiliz. Bizi gelsinler, bizden dinlesinler."

Vedalaşırken eller sıkılıyor ve son cümle geliyor: "İnşallah bir dahaki sefer Türkiye’de görüşürüz!"
BBCT

[size=124]Cemil Bayık: Süreç çöküşe gidiyor[/size]
Mahmut Hamsici
BBC Türkçe, Kandil
27 AĞUSTOS 2013



KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, hükümetin barış sürecinin nasıl ilerleyeceği konusunda bir planı ve programı olmadığını, hatta büyük bir savaşa hazırlandığını söyledi.
Kandil dağında uzun bir söyleşi yaptığımız Cemil Bayık, sürecin seçimlere ve siyasi kazanımlara kurban edildiğini öne sürdü, "Tabanımızı tutmakta zorlanıyoruz" dedi.
İlgili Haberler
DİZİ: DÜNYADA BARIŞA GİDEN YOL
Öcalan: 'Basın toplantısı düzenlemek isterim'
PKK revizyonu 'süreçteki tıkanmanın' sonucu mu?
Devamı için tıklayın
İlgili Konular
Türkiye, Orta Doğu
Bayık, silahlı güçlerine yeni katılımlar olduğu iddialarını doğruladı ama çekilmeyi hâlâ sürdürdüklerini de belirtti.
Hükümete, adım atması için 1 Eylül'e kadar süre verdiklerini söyleyen KCK Eş Başkanı, adım atılmazsa bu tarihten itibaren geri çekilmeyi durduracaklarını söyledi.
Bayık'ın tekrar işaret ettiği 1 Eylül tarihi, içinde bulunduğumuz haftanın kritik önemine işaret ediyor.
Bu kritik dönemeçte Bayık ile yaptığımız söyleşinin bugünkü ilk bölümünde, kamuoyu nezdinde hâlâ bilinmezlerle dolu olan barış sürecinin Kandil'den nasıl göründüğünü aktarmaya çalışacağız.
Yarın ve öbür gün ise bölgesel politika ve Türkiye ile ilgili konulara gireceğiz.
'Biz her şeyi açık yürütmek istedik'
"Adım atmak istemiyorlar, gündemlerinde çözüm yok, amaçlarında savaş hazırlığı var."
Bayık'la ilk olarak, Türkiye kamuoyunun süreçle ilgili bilgi eksikliğini ve kafa karışıklığını konuştuk.
Durumun böyle olduğunu kabul ediyor Bayık. Ama ona göre bu görüntünün sorumlusu kendileri değil:
"Biz her şeyi açık yürütmek istiyoruz çünkü bizim bir açıklık ilkemiz var. Biz hem içimizde hem dışımızda bu ilkeyi esas alıyoruz. Fakat karşımızdaki Türk devleti, hükümeti, açıklık politikasını esas almıyor. Eğer açıklık politikasını esas alsaydı bu karışıklıklar yaşanmazdı."
Buradan sürecin hangi aşamada olduğu konusuna geliyoruz.
Bayık'a göre özetle, sürecin ilk aşamasında PKK verdiği sözleri yerine getirerek kendi atması gereken adımları attı ama hükümet adım atmaya başlamadı.
Bu yüzden de sürecin çöküşe doğru gittiğini düşünüyor.
‘AKP büyük bir savaşa hazırlanıyor ’
PKK’nın 1990’lardan bu yana Kürt sorununun savaşla değil, siyasi ve demokratik yollarla çözümünü esas aldığını ancak geliştirdiği ateşkeslerin zayıflık olarak algılandığını, bundan dolayı Türk hükümetlerinin savaşta ısrar ettiğini belirten Bayık, AKP hükümetinin tavrının da aynı olduğunu söylüyor.
“Şimdi onlar (AKP hükümeti) çözüm değil savaş hazırlığı yapıyor, hem de büyük bir savaş hazırlığı, bunu biliyoruz. Büyük bir darbe vurmak istiyor” diyen Bayık, "Savaşa hazırlanıyorlar derken neyi kastediyorsunuz? Sri Lanka örneğindeki gibi büyük bir askeri operasyon mu?" sorumuza, "Evet. Bunun hazırlığı var" cevabını veriyor.
‘Hükümetin süreçle ilgili bir çözüm programı yok’
Bayık'a göre AKP hükümetinin sürecin yol haritasıyla ilgili, hangi aşamada hangi adımların atılacağına dair programı yok: "Kemal Kılıçdaroğlu bile dedi ki, 'Çözüm paketi diye bir şey yok ki ben karşı olayım ya da yandaş olayım.' Gerçeği de budur. AKP bugüne kadar Türkiye toplumuna, uluslararası camiaya çözüm yönünde herhangi bir paket sundu mu?"

"Ama iddia edildiği gibi hükümetin şimdi böyle bir programı yoksa, demek ki başta da yoktu ve PKK bunu bilerek sürece başladı. Yani risk mi aldınız?" sorumuza "Elbette" diye yanıt veren Bayık şöyle devam ediyor:
"Biz her zaman risk üstlendik. Biz, 1993'ten beri, birinci ateşkesten beri risk üstleniyoruz. O kadar tek taraflı ateşkesi bunun için geliştirdik. Bütün bunları sorunu çözmek için yaptık. Sorunun çözümünde ısrarlı olduğumuz için yaptık."
'Süreci seçimlere kurban etmek istiyorlar'
Cemil Bayık, AKP'nin sürece dair tavrıyla ilgili, "Aldatarak zaman kazanmak, bütün bu geliştirdiklerimizi, seçimlere kurban etmek istiyorlar. Belediye seçimlerini kazanıp onun üzerine parlamento seçimini, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak istiyorlar. Gündemlerinde Kürt sorununu çözmek gibi sorun yok. Tamamen zaman kazanmaya oynuyorlar. İşleri çöküşe götürmek, ondan sonra savaşla güya PKK'nin işini bitirmek istiyor. Ya da olmazsa seçimlere kadar böyle idare etmek, ‘işte bak biz savaşı durdurduk, kan akmıyor’ propagandasını yapıp, seçimleri kazanmak istiyorlar" yorumunu yapıyor.
‘Sıra Türk devletine gelince adım atmadılar'
Peki ya PKK'nın üzerine düşenler?
Bayık'a göre Abdullah Öcalan ve kendisiyle görüşen heyetin mutabakatı doğrultusunda, sürecin birinci aşamasında silahlar susacak, PKK'lılar Güney'e doğru geri çekilmeye başlayacaktı.
"Biz elimizdeki esirleri karşılıksız bıraktık. Ateşkesi karşılıksız ilan ettik. Savaşı durdurma, gerillayı Kuzey'den Güney'e çekmeyi pratikleştirdik. Birinci aşamayı biz başarıyla tamamladık” diyen Bayık şöyle devam ediyor: “1 Haziran, ikinci aşamanın başlangıcıdır. Bu da Ekim ayının sonuna kadar tamamlanacaktı. Ekim ayının sonunda da üçüncü aşamaya geçilecekti. Sıra Türk devletinin adım atmasına gelince, ikinci aşamada, Türk devleti adım atmadı, gerekçeler yaratmaya başladı. Adım atmak istemiyorlar, gündemlerinde çözüm yok, amaçlarında savaş hazırlığı var."
"Eğer (hükümet) çözümde ısrarlı olsaydı, topluma çözüm programı sunsaydı, toplumun güveni olurdu ve tutup da insanlar köylerinden, şehirlerinden çıkıp bu süreçte gelip gerillaya katılmazdı. "
Bayık'ın "Gerekçeler yaratıyorlar" diye tanımladığı şeylerin başında hükümetin çekilmeye ilişkin eleştirileri geliyor.
‘1 Haziran’da çekilme tamamlanacak sözünü vermedik’
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan son haftalarda, "Türkiye’yi terk konusunda verilmiş sözler yerine gelmiş değildir. Çok basit anlamda, o da çocuk, yaşlı, kadın gibi yüzde 20 çekilme gibi bir durum var. Bunun dışına çıkma diye bir şey söz konusu değil" açıklamasını yapmıştı.
AKP milletvekili Galip Ensarioğlu da çekilenlerin yaşlılar ve hastalar olduğunu söylemişti.
Bayık, bu eleştirilerin doğru olmadığını söylüyor.
Cemil Bayık öncelikle karşılıklı mutabakat kapsamında, çekilmenin bitişine dair bir tarihin belirlenmediğini belirtiyor: “1 Haziran, AKP'nin dediği gibi işte bütün gerillanın Kuzey'den Güney'e çekilmesinin son tarihi değildir. 1 Haziran, gerillanın savaşı durdurma ve geri çekilmeyi pratikleştirme tarihidir. Hiçbir zaman PKK şunu söylememiştir: 'Biz, geri çekilmeyi Newroz'la başlatıp, 1 Haziran'da tamamlayacağız, Kuzey'de tek bir gerilla kalmayacak, bunun üzerine ikinci aşama başlayacak'. Kesinlikle ne böyle bir anlaşma vardır, ne böyle bir belge vardır.”
‘Çekilme devam ediyor, yüzde 20 açıklaması yanlış’
Hükümetin çekilmenin sadece yüzde 20 oranında gerçekleştiği iddiasının da doğru olmadığını söyleyen Bayık, “Çekilme hâlâ devam ediyor” diyor.
Bununla birlikte hali hazırda çekilmiş olan PKK gücünün yüzdesiyle ilgili sorumuz karşısında Bayık, yüzdelerle konuşmanın 'anlamsız' olduğunu söylüyor ve ekliyor:
"Biz Türk devletiyle görüşmeler yaparken şunun üzerinden yaptık: Gerilla, savaşı durduracak, Güney'e çekilecek. 'Şu kadar tarihte başlayacak şu kadar tarihte geri çekilecek, tamamlanacak' demedik. Sadece 'Bu kararı uygulayacağız' dedik. Zaten kendimiz bu kararı almışız, uyguluyoruz."

Çekilenlerin iddia edildiği gibi sadece çocuklar, yaşlılar ve hastalar olmadığını da belirten Bayık, "Biz, basına vermediğimiz, çekilen grupların görüntülerini, Erdoğan'ın son açıklamalarından ötürü basına verdik. Biz çekilmeyi durdurmadık, sürdürdük" diye ekliyor.
‘PKK’ya yeni katılımlar olduğu doğru’
Bayık'a, hükümet tarafının başka bir iddiası olan yeni katılımlar konusunu soruyoruz.
Bayık, PKK'ya yeni katılımlar olduğunu doğruluyor ve ekliyor: "Eğer (hükümet) çözümde ısrarlı olsaydı, topluma çözüm programı sunsaydı, toplumun güveni olurdu ve tutup da insanlar köylerinden, şehirlerinden çıkıp bu süreçte gelip gerillaya katılmazdı. Demek ki toplum çözüm görmüyor, inanmıyor. Pratikte yapılanlar da savaş hazırlığıdır, bunu görüyor, onun için kendisini güvenceye almak istiyor. Onun için gerillaya katılıyor."
Bayık bu sözlerinin ardından yönelttiğimiz, "Peki katılanlar da Güney’e çekiliyor mu?" sorumuza ise "Elbette çekiliyor" yanıtını veriyor.
‘PKK tabanını tutmakta zorlanıyoruz’
"(Tabanımıza) cevap veremiyoruz. Cevap vermek istiyoruz ama vereceğimiz cevap maalesef yok. 'Biz bunları yaptık, karşı taraf da şunları yaptı, yapıyor' diyemiyoruz, çünkü ortada bir şey yok."
Süreçle ilgili tartışmalarla yer yer gündeme gelen bir başka iddia da, ‘PKK tabanında sürece inançsızlık olduğu ve örgüt yönetimin tabanı zor tuttuğu' yönünde.
Bu konuda ‘Zorlandığımız açık’ diyen Cemil Bayık şunları söylüyor: “Halkımız da inanmıyor, savaşçılar da inanmıyor. Başta inanıyorlardı. Ama şimdi giderek o inanç zayıflıyor. Neden? Çünkü yapılanlara bakıyor, bizim attığımız adımlara bakıyor, karşılığında hiçbir şey yok. Hatta birçok güç bize açıkça diyor ki: 'Siz neyinize güvenerek bu adımları attınız? Ortada ne bir üçüncü taraf var, ne gözlemci ne de imzalanan belgeler var. Siz bu adımları niye attınız? Neyin karşılığı bunu yaptınız? Karşı taraf ne yapıyor size, hangi sözü verdi, hangi sözü yerine getiriyor?"
"Bu sorulara siz ne cevap veriyorsunuz" diye sorduğumuzda Bayık, "Cevap veremiyoruz. Nasıl cevap verelim? Cevap vermek istiyoruz, ikna etmek istiyoruz ama, vereceğimiz cevap maalesef yok. Ne diyeceğiz yani? 'Biz bunları yaptık, karşı taraf da şunları yaptı, yapıyor' diyemiyoruz çünkü ortada bir şey yok. 'En azından karşı tarafın da böyle bir programı var' diyemiyoruz" yanıtını veriyor.
‘Adım atılmazsa 1 Eylül’de çekilmeyi durduracağız’
PKK'nın hükümete adım atması için son tarih olarak ilan ettiği 1 Eylül'ün anlamı ne peki bu durumda?
Bayık, 1 Eylül tarihinde ısrar ettiklerini çünkü sürecin çökmesini istemediklerini belirtiyor ve sadece hükümete çağrı yapmıyor, "Uluslararası kamuoyu ve Türkiye'deki demokrasi güçleri de rollerini, sorumluluklarını yerine getirmeliler" diyor.
"Gezi’de demokratik siyasetin kanalları açılmak istendi, demokratik bir eylem geliştirilmek istendi. Vahşice üzerine gidildi. İleri demokrasi isteyen, demokratikleşme paketlerini geliştirenler bunu yapabilir mi?"
Bununla birlikte Bayık, "Biz 1 Eylül'e kadar çabalarımızı sürdüreceğiz. Önder Apo da sürdürüyor, biz de sürdürüyoruz. Eğer 1 Eylül'e kadar ikinci aşamanın gerektirdiği yönde adım atmazlarsa bizim artık yapacağımız bir şey kalmaz. Biz geri çekilmeyi sürdürdük, 1 Eylül'e kadar da sürdüreceğiz, ama 1 Eylül'de bunu görmezsek geri çekilmeyi durdururuz. Ve hatta böyle devam ederlerse geriye gelen güçler nasıl geldilerse öyle de tekrar Kuzey’e giderler. Onun için zamana oynamamaları gerekir, oyun oynamamaları gerekir" diye konuşuyor.
Bayık, "Eğer sorumluluklarını yerine getirirlerse umuyorum ki bu süreç çöküntüden çıkartılabilir. Bu da herkesin yararınadır. Aksi takdirde korkunç sorunlar yaşanabilir" yorumunu yapıyor.
Demokratikleşme paketiyle ilgili ‘aldatma’ yorumu
Hükümetin önümüzdeki günlerde bir demokratikleşme paketi açıklaması bekleniyor.
Cemil Bayık paketi daha açıklanmadan eleştiriyor.
Hükümetin bu paketi tek taraflı oluşturduğunu söylüyor ve "Dünyada demokrasi paketleri tek taraflı hazırlanmaz. Eğer Kürt sorununu çözmek istiyorlarsa bunu Kürt tarafıyla, Önder Apo'yla, BDP'yle, bizimle, Kürtler adına siyaset yapan başka güçlerle, Türkiye’deki demokrasi güçleriyle görüşmeleri, bunların da düşüncelerini almaları gerekiyor. Demokrasi paketini tek taraflı, istediği gibi hazırlayıp, herkesi de bunu kabul etmeye zorlamak anti-demokratik bir tutumdur, aldatmadır" yorumunu yapıyor.
‘Anadil müzakere konusu bile yapılamaz’
Bayık, demokratikleşme paketiyle ilgili Gezi eylemleri üzerinden de eleştiride bulunuyor:
"Gezi’de demokratik siyasetin kanalları açılmak istendi, demokratik bir eylem geliştirilmek istendi. Vahşice üzerine gidildi. İleri demokrasi isteyen, demokratikleşme paketlerini geliştirenler bunu yapabilir mi?"
Bayık'a, Başbakan Erdoğan’ın demokratikleşme paketinde anadilde eğitim konusunun bulunmadığı yönündeki açıklamasını nasıl yorumladığını da soruyoruz.

Bayık, "Anadil doğal bir haktır. Bunun tartışılması bile abestir. Yani bir halk kendi diliyle eğitim yapmayacak, bu müzakere konusu yapılacak, hatta Türk devleti böyle bir hakkın olmadığını söyleyecek. Burada ne demokrasi var, ne özgürlük var, ne adalet var ne insanlık var. Bu bir insan hakkıdır. En doğal haktır" yorumunu yapıyor.
‘Öncelikle komisyonlar kurulmalı’
Peki PKK'nın atılmasını beklediği adımlar neler?
Öncelikle Bayık, sürecin ikinci aşaması kapsamında Abdullah Öcalan tarafından önerilen komisyonların kurulması için hükümetin adım atması gerektiğini söylüyor.
Daha önce Öcalan tarafından yapılan açıklamalarda, Hukuk, Sosyo-ekonomik Gelişme, Misak-ı Milli, Kadın Özgürlüğü, Ekoloji, Sivil Toplum, Güvenlik, Hakikatleri Araştırma ve İzleme komisyonları kurulması istenmişti.
Bayık bu komisyonların kendileri için anlamını şöyle özetliyor, "Eğer bu sekiz komisyon kurulur, çalışır, yasalar oluşturulursa bunları parlamentoya getirirse, parlamento tartışır bunları yasalara dönüştürürse, bu hem Kürt sorununu çözecek, hem Türkiye'yi demokratikleştirecek, hem de ikinci aşamada devlet ve hükümet üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacak, ikinci aşama tamamlanmış olacak. Bununla normalleşme sürecine geçeceğiz."
"Tamamen eşitsiz şartlarda bir görüşme yapılıyor. Bir taraftan Türk devleti bütün kurumlarıyla süreci değerlendiriyor diğer taraftan Önder Apo tek başına görüşmeler yürütüyor. "
Bayık ayrıca süreci takip edecek bir komisyonun oluşturulması gerektiğini, bu komisyonun hem devletin hem de PKK’nın attığı adımları denetlemesi gerektiğini de söylüyor.
'Görüşmelerde bir tarafta tek kişi, bir tarafta heyet var'
Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’ndaki koşullarının değiştirilmesi, bağımsız doktorların adaya gitmesine izin verilmesi gerektiğini de belirten Bayık, süreçteki bir asimetriye de işaret ediyor:
"Tamamen eşitsiz şartlarda bir görüşme yapılıyor. Bir taraftan Türk devleti bütün kurumlarıyla süreci değerlendiriyor diğer taraftan Önder Apo tek başına görüşmeler yürütüyor. Önder Apo'nun yoldaşlarıyla görüşmesi gerekiyor, Türk basınından gidenlerin olması gerekiyor, akademisyenlerin gitmesi gerekiyor, sivil toplum kuruluşlarından, siyasetçilerden gidenlerin olması gerekiyor" diyor.
Akil İnsanlar grubunun hazırladığı raporların yayınlanması da PKK'nın talepleri arasında.
Bayık ayrıca baraj ve kalekol inşaatları ile, PKK’lıların çekildiği bölgelere asker ve korucuların yerleştirilmesinin, cezaevlerinde hâlâ çok sayıda Kürt siyasetçinin bulunmasının sürece aykırı olduğunu belirtiyor.
BBCT

Cemil Bayık'tan Barzani yönetimine sert eleştiriler
Mahmut Hamsici
BBC Türkçe, Kandil
28 AĞUSTOS 2013



Kandil'de konuştuğumuz Cemil Bayık, Rojava'da yaşananlar konusunda ise Barzani yönetimini sert bir dille eleştirdi. PYD'ye yönelik eleştirilere ise 'Bir savaşanlar var bir de Hewler'de (Erbil) oturanlar' diye tepki gösterdi.
KCK Eş Başkanı Cemil Bayık'la Kandil dağında tıklayın gerçekleştirdiğimiz söyleşide, Suriye'nin kuzeyinde Rojava olarak bilinen bölgede yaşanan gelişmeler ve bu nedenle bölgedeki farklı Kürt siyasi hareketleri arasında yaşanan gerilimler önemli yer tuttu.

PYD (Demokratik Birlik Partisi) başta olmak üzere Kürt grupların yaklaşık bir seneden bu yana, Rojava'da fiili bir özerklik kurma çabaları Türkiye kamuoyu tarafından dikkatle takip ediliyor.



Son dönemde PYD'ye bağlı YPG (Halk Savunma Birlikleri) ile El Nusra Cephesi'nin de aralarında bulunduğu radikal İslamcı gruplar arasında yoğunlaşan çatışmalar, Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinin hemen karşısındaki Suriye kasabası Rasulayn'ın Kürt grupların denetimine geçmesi ve PYD lideri Salih Müslim'in Türkiye'yle doğrudan temaslara başlaması, Rojava'ya ilgiyi iyiden iyiye artırmış durumda.
Türkiye kamuoyunda PYD'nin PKK demek olduğu yönünde bir algı bulunuyor. Türk medyasında ise, PKK'nın Kandil'den birçok militanını Rojava'ya gönderdiği yönünde çıkan haberlerin sayısı hiç az değil.
'PKK, Rojava'ya kendi iradesini dayatmaz'
Cemil Bayık öncelikle bu algıyı da, bu haberleri de doğru bulmadığını söylüyor.

Bayık, Rojava'daki savaşı PKK'lıların yürüttüğü iddialarını reddediyor ve "Rojava halkı kendine yeten bir halktır. İstediği kadar da savaşçı yaratabilir" diyor.
Bu konuyu konuşurken Bayık'ın en sık kullandığı kelimeler 'irade' ve 'saygı' oluyor.
Bayık, PKK'nın, Rojava'daki Kürtlerin siyasi çabalarını çok anlamlı bulduğunu, Rojavalıların bütün Orta Doğu'daki demokrasi ve özgürlük güçleri adına direndiğini, bunun görkemli bir direniş olduğunu söylüyor ve ekliyor:
"Hiç kimse, PKK dahil, kendi iradesini Rojava halkının iradesinin yerine geçiremez. Geçirmeye kalkarsa da Rojava halkının ve oradaki siyasi partilerin bunu kabul etmeyeceğini düşünüyorum."
Barzani yönetimine eleştiri
"Rojava halkı kendine yeten bir halktır. İstediği kadar da savaşçı yaratabilir."
Bayık, sohbetin bu noktasında, Rojava'daki siyasi güçlere kendilerinin dayatmada bulunmadığını, başkalarının da bulunmaması gerektiğini vurguluyor: "PKK, kendi iradesini dayatmadığı gibi hiç kimsenin de iradesini dayatmasınıistemiyor, onu da doğru görmüyor. Dışarıdaki güçler iradelerini dayatmaya kalkarsa bunu teşhir eder, bunun karşısında durur. Hiç kimse oradaki halkın iradesini belirleyemez."
Bayık bu örtülü eleştirel sözlerinin hedefinde bölgedeki diğer Kürt siyasi gruplar ve asıl olarak da Mesut Barzani'nin liderliğindeki KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) var.
Rojava'daki halkın askeri saldırılar ve ekonomik kuşatmalarla karşı karşıya olduğunu söyleyen Bayık "Bu halk; bu kuşatmalar, bu saldırılar, bu ambargolar altında kendi iradesine, geleceğine, değerlerine, özgürlüğüne sahip çıkıyor. Bundan daha iyi bir şey olamaz. Buna destek olunması gerekiyor, bunu boğmamak gerekiyor" diyor.
PYD diğer grupları dışlıyor mu?
KDP'ye yakın kaynaklar son dönemde sürekli olarak PYD'nin Rojava'daki siyasi süreci domine ettiğini, diğer Kürt grupların anti-demokratik bir biçimde dışlandığını iddia ediyor.
Madem Rojava'daki tüm bir halkın mücadelesinden bahsediliyor, o halde neden sadece birçok siyasi grubun içinde sadece PYD'den bahsediliyor?

Bayık'tan itiraz geliyor.
PYD-YPG'nin Rojava'da mücadele eden en büyük grup olduğunu, direndiğini, halkını koruduğunu ve kayıp verdiğini söyledikten sonra "Mücadele eden başka partiler de var" diye ekliyor.
"PYD'yle birlikte hareket eden çeşitli güçler var. Örneğin Kürt Sol Partisi var. Demokrat Parti var. Yine Sol Parti'den ayrılan, kendini sosyalist gören bir parti daha var. Öyle sadece PYD yok. PYD dışında da partiler var ve onlar birlikte hareket ediyorlar."
Cemil Bayık, PYD hakkındaki 'diktatörlük kurduğu, başkalarının çalışmasına izin vermediği' suçlamalarına, PYD'nin bu bahsettiği partilerle birlikte çalıştığını, bunların "kara propaganda" olduğunu söyleyerek yanıt veriyor.
'Bir savaşanlar var bir de Hewler'de (Erbil) oturanlar'
KCK lideri PYD'yi suçlayanlara karşı sözünü sakınmıyor: "Bir bunlar var bir de Hewler'de kalan (Erbil), televizyonlarda PYD'yi eleştiren güçler var. El Nusra sivil halka saldırıyor, insanları kesiyor. Peki bunlar buna karşı ne yapıyor? Savaştıkları, bir şehit verdikleri var mı?"
PYD ile ilgili hem bazı Kürt gruplar hem de Suriyeli muhalif gruplar tarafından dillendirilen eleştirilerden biri de Suriye'deki Beşar Esad yönetimiyle işbirliği yaptığı yönünde.
Buna kanıt olarak PYD ile Suriye ordusu arasında yoğun çatışmaların yaşanmaması gösteriliyor.
‘Savaşın kaderini Rojava Kürtleri tayin edecek’

Bayık'a göre bu da bir kara propagandanın parçası. Sürdürüyor Bayık: "PYD’yi benimsersin, benimsemezsin. Ama PYD bugün hem muhalefetle çatışıyor hem devletle çatışıyor, hem muhalefet üstüne geliyor hem devlet geliyor."
İddia ettiği üzere PYD'nin iki tarafın da saldırısına maruz kalmasını ise şöyle açıklıyor: "Neden rejim vuruyor PYD’yi, neden El Nusra vuruyor PYD’yi? Çünkü savaşın kaderini Rojava Kürtleri, PYD tayin edecek de ondan. Kürtler her hangi birinin yanında yer almayınca ne muhalefet ne rejim başarılı olabilir. Olamadığı da açık. Çabaları Kürtleri kendi yanına çekmektir. Bu saldırılarla kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Dikkat edilirse onlar da üçüncü çizgide ısrar ediyor."
'Suriye'de sorunlar savaşla çözülemez'
Bayık, Suriye’de sorunların savaşla çözülemeyeceğini söylüyor ve ekliyor: "Ancak diyalog ve müzakereyle, demokratik yöntemlerle sorunlar çözülür. Savaşla çözülmeyeceği ortaya çıkmıştır. Onun sonucunda Cenevre konferansı gündeme gelmiştir. Cenevre, sorunların ancak diyalog ve müzakereyle çözüleceğini ifade ediyor. Bu, Kürtlerin politikalarının ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Ne rejim ne muhalefet çizgisi Kürtlerin sorununu çözebilir."
‘Demokratik ulus esası’
"Suriye'de sorunlar ancak diyalog ve müzakereyle, demokratik yöntemlerle sorunlar çözülür."
Bayık, Suriye'de demokratik bir birliğin kurulması gerektiğini söylüyor: "Suriye artık eskisi gibi de olamaz. Suriye’deki demokrasi güçlerinin güçlerini birleştirmeleri gerekiyor. Demokratik Suriye birliğini hedefleyen bir örgütlenmeyi geliştirmeleri gerekiyor. Suriye'deki bütün halkların, kültürlerin, dinlerin bu birliktelikte yer alması gerekiyor. Suriye’de artık ulus devlette ısrar etmemeleri gerekir. Demokratik ulusu esas almaları gerekiyor. Demokratik ulus demek, herkesin kendi kimliğiyle, değerleriyle kendisini özgürce örgütlemesi ve diğer güçlere karşı sorumluluk duyması, sorumluluklarını yerine getirmesidir. Yeni Suriye’nin bu şekilde şekillenmesi gerekiyor."
Bayık, El Nusra Cephesi gibi grupların da özünde ulus devleti esas aldığını söylüyor: "Dikkat edilirse El Nusra Cephesi ulus devleti esas alıyor ama bunu ümmet adı altına yapıyor. Yani hiç bir halk yok, herkes Müslüman olacak. Orada Hristiyan var nasıl Müslüman olacak? Orada Dürzi var nasıl Müslüman olacak? Süryani var, Ermeni var ve de Sünniler içinde Müslüman olup da El Nusra Cephesi’ni, El Kaide’yi kabul etmeyenler var."
Erbil yönetimine ambargo eleştirisi
Bayık'a göre Rojava'nın, çatışmalar dışındaki en büyük sorunu ekonomik sorunlar.
Cemil Bayık bu durumu, "Güney Kürdistan Yönetimi" olarak tanımladığı Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin uyguladığını iddia ettiği ambargoya bağlıyor.

"Rojava üzerinde Türkiye, El Nusra Cephesi ambargolar geliştirebilir. Bunun bir izahı da vardır. Yine diyelim İran orada ambargonun sürmesini isteyebilir. Bunu da anlayabilirsiniz. Ama Güney Kürdistan hükümetinin de bu ambargoya katılmasına anlam veremezsiniz. Kürdistan hükümeti ambargoyu derhal kaldırmalıdır. Bu, Kürtleri güçlendirir, bu Kürtleri uluslararası alanda itibarlı kılar. Aksi takdirde zarar verir, ulusal birliğe, yine oradaki mücadeleye zarar verir, bunun izahı olamaz, tarih önünde kimse bunun hesabını veremez" diyor Bayık.
Bayık, Rojava'dan Irak Kürdistanı'na yönelik son büyük göç dalgasına da bahsettiği ambargonun neden olduğunu belirtiyor ve "Rojava ekonomik olarak çökertiliyor. Saldırılarda insanların boğazı kesiliyor. Açlık ve korkuyla insanların göç ettirilmesi isteniyor." diyor.
Irak Kürdistanı PYD'yi mi hedefe koydu?
"Güney’den (Irak Kürdistanı) Rojava’ya tek bir kilo şeker bile geçirilmiyor."
Ama bu göç Rojava ve Irak Kürdistanı arasındaki kapının açık olduğunu göstermiyor mu?
"Doğru sınır kapısı açık" diyor ve devam ediyor: "Ama nasıl açık? Rojava’dan halkın Güney’e gelmesi için açık. Oranın boşaltılması için açık. Buradan halkın oraya gitmesi için kapalıdır. Buradan yine Rojava’ya erzak, eşya gitmesine kapalıdır, ticaretin yapılması için kapalıdır. Sorun ambargonun kaldırılmasıdır. Güney’den Rojava’ya tek bir kilo şeker bile geçirilmiyor."
"Peki sizce bu, PYD'ye karşı mı yapılıyor?" sorumuzaysa Bayık şu cevabı veriyor: "Bunu onlara sormak lazım. Ama öyleyse bu PYD’yi zayıf düşürmez daha da güçlendirir çünkü PYD orada direniyor. Herkes en zor günde PYD’nin direndiğini görür ve PYD’ye destek olur."
BBCT

Cemil Bayık: 'Gezi'de yanlışlar yaptık'
Mahmut Hamsici
BBC Türkçe, Kandil
29 AĞUSTOS 2013



KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’la Kandil'de yaptığımız söyleşinin son bölümünde Bayık’ın Gezi Parkı eylemleri, PKK ile devlet ve hükümet yetkilileri arasında 1990’larda yapılan gizli temaslar, Ergenekon davası ve Fethullah Gülen Cemaati’yle ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar var.
Gezi Parkı eylemleri sırasında Kürt siyasi hareketinin hata yaptığını belirten Bayık, çeşitli gerekçelerle hareketin eylemlere zayıf katıldığını ama bu gerekçelerin yanlış olduğunu belirtiyor.


Bayık, 1990’larda kendileriyle görüşen devlet yetkilileri arasında generallerin de bulunduğunu söylüyor, Ergenekon davası için de "Tamamen bir aldatmadır" yorumunu yapıyor.

KCK eş başkanı, Gülen Cemaati’ninse barış sürecini sabote ettiğini ve Büyük Birlik Partisi’nin de Cemaat tarafından kullanıldığını iddia ediyor.

'Süreç zarar görebilir diye düşünüldü, yanlıştı'



Gezi eylemleri ve Kürt siyasi hareketinin ilişkisi en tartışmalı konulardan biri.

Zira hareketin, eylemlerin farklı evrelerindeki farklı tutum ve açıklamaları, kamuoyunda bu konuda kafa karışıklığı yaratmış durumda.

Cemil Bayık’la uzun söyleşimiz sırasında Gezi eylemleri konusu, Gezi’yle ilgili sorulara başlamadan önce de dolaylı olarak birkaç kez açıldı.

Bayık, Gezi eylemlerine verdikleri anlamı, en çarpıcı şekilde şu cümleyle ifade ediyor: "Gezi’den sonra Türkiye artık eskisi gibi olamaz."

Bayık "Demokratik siyasetin önünü açan bir eylemdir. Dolayısıyla bu, çözüm sürecine de hizmet eden bir eylemdir. Ona katılmama, tereddütler yaşama yanlıştır" diyor.

"Ama bu tereddüt yaşandı" dediğimizde, "Evet" diye onaylıyor ve bu tavrın nedenlerini açıklıyor:
"Neden onu yaşadılar? Birincisi 'Katılırsak, devlet Türkiye’deki demokrasi güçlerine saldırabilir, eğer katılmazsak saldırı olmayabilir, o zaman bu hareket daha güçlü gelişebilir' diye düşünüldü. İkincisi, 'Eğer katılırsak Önder Apo’nun başlattığı süreç zarar görebilir. Bunu kullanan güçler olabilir. Özellikle hükümet bunu kullanabilir. Zaten çözüm yönünde adım atmaya pek niyeti yok, bunu da gerekçe yapıp adım atmayabilir' anlayışı vardı."

"Gezi’den sonra Türkiye artık eskisi gibi olamaz."

Bayık "Bu endişelerle, katılmama ve zayıf katılma durumu yaşanmıştır. Bu iki anlayış da yanlıştır. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyorum" diyor.
"Peki bu kaygılar geçti mi?" sorumuza "Elbette geçmiştir" diye yanıt veriyor.
Bayık’a göre, Türkiye’de 15-16 Haziran olaylarından sonra ilk kez büyük, kitlesel bir hareket gelişiyor ve bu, Türkiye’de demokratik siyasetin önünü açıyor.
'CHP-MHP-İşçi Partisi Gezi’yi siyasi amaçları için kullanmak istedi'
Bayık, bazı kesimlerin eylemlere gölge düşürdüklerini söylüyor: "O endişelerle çok güçlü katılınmadığı için birçok güç öncülüğün zayıflığını gördü, oraya üşüşmek, öncülüğünü ele geçirmek, o hareketi amacından saptırıp kendi dar çıkarlarına alet etmek istedi. CHP-MHP-İşçi Partisi bunu AKP’yi yıpratma hareketine dönüştürmek istedi. Bu bir saptırmaydı. Diyelim ki bu sonuç yaratıldı, bunun kesinlikle Türkiye’nin demokratikleşmesine, Kürt sorununun demokratik, siyasal çözümüne hizmet etmeyeceği çok açıktır. Başarılı oldular mı? Elbette ki olamadılar ama gölge düşürdüler, bu bir gerçek."

Bayık’a "Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?" diye sorduğumuzda "Birçok yerde sanki o hareket onlar tarafından geliştirilmiş gibi bir izlenim yaratmaya çalıştılar. Belki tümden değil ama en azından bazılarının üzerinde bu izlenimi yarattılar" diyor.
Bu sözleri üzerine Bayık’a, Gezi eylemcilerinin önemli bir bölümünün eylemlerini siyasi partilerin kullanmasına izin vermeme tavırları olduğunu hatırlattığımızda ise şunları belirtiyor:
"Evet, Gezi Parkı’nda eyleme katılanlar çok çeşitli çevrelerdi. Sol, anti-kapitalist Müslümanlar, çevreciler, insan haklarını savunanlar, liberaller, demokratlar, akademisyenler, yani toplumun birçok kesimini temsil eden örgüt veya yandaşları vardı. Bir kesimi de belki hiçbir örgütle ilgili olmayan kesimlerdi. Bu muazzam bir şeyi ifade ediyor. Özellikle uzun bir tarihten sonra Türkiye toplumunda böyle bir oluşumun gelişmesi, Türkiye için büyük bir şanstır. İşte egemenler bunun tehlikesini gördüler ve onu provoke etmeye çalıştılar. Kitle politikleşmesin, örgütlü bir kitle haline gelmesin, örgütlü bir mücadele yürütülmesin istediler. Bunu belirttiğim o ulusalcı geçinen güçler de yapmak istedi. Onun zaaflarından yararlanarak kendi amaçları temelinde geliştirmek istediler. Elbette ki tam başarılı olamadılar. Eğer buna özgürlük hareketi yanlısı güçler de katılmış olsaydı o güçler bu kadar üşüşmeyecekti. O hareket daha güçlü, daha nitelikli gelişecekti."
Atatürk ve Öcalan resimlerinin aynı alanda olmasının önemi
Bayık, Gezi Parkı eylemlerinin ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan birinin Atatürk ve Abdullah Öcalan bayraklarının birlikte taşınabilmesi olduğunu, çünkü bunun Türkiye toplumunun çözüm isteğinin göstergesi olduğunu söylüyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ulusalcılara bu manzaradan dolayı kızmasının çok dikkat çekici olduğu, başbakanın açıklamalarıyla şovenizmi körüklediği görüşünde.
O görüntülerle ilgili Bayık, "Bundan daha iyi bir gelişme olamaz. İşte bu, Türkiye ve Kürt halkının yakınlaşmasını sağlayabilir, birlikteliğini sağlayabilir" diyor.
‘Ulusalcı güçler de çözüm istiyor’
"O iki resmin birlikte taşınması onu gösteriyor. Yani çok rahatlıkla Türkiye toplumunda ulusalcı denen kesimin bile çözüme gelebildiğini, benimsediğini gösteriyor"
Kürt siyasi hareketinin açıklamalarından ulusalcıların Gezi eylemlerine katılmasından rahatsız oldukları izlenimi çıktığını, ancak ulusalcı kesimin bu eylemlere hayli kitlesel katıldığını da gözönüne alarak, Lice olayları sonrası yapılan eylemlere bu kesimlerin de katılmasının Kürtler açısından bir anlam ifade edip etmediğini soruyoruz.
Bayık, Lice eylemlerinin çok önemli olduğunu belirtiyor ve açıyor:
"Türkiye’de Lice selamlanmıştır. Eskiden Kürdistan’da vahşet uygulanırdı, Türkiye toplumu bunu pek duyamazdı çünkü üzerinde psikolojik bir savaş yürütülüyordu. Biz, ulusalcı çevreleri çözüm karşıtı olarak, düşman olarak kesinlikle görmüyoruz. Çözümü istemeyen AKP’dir, devletin kendisidir, toplum değil. Veya ulusalcı güçler denen kesimler de değil. Belki onlarda kemikleşmiş bazı kadrolar karşı durabilir ama taban kesinlikle çözümden yanadır. O iki resmin birlikte taşınması onu gösteriyor. Yani çok rahatlıkla Türkiye toplumunda ulusalcı denen kesimin bile çözüme gelebildiğini, benimsediğini gösteriyor. Biz bunu olumlu görüyoruz.”
'AKP artık eskisi gibi güçlü değil'
Bayık, AKP’nin kendisine muhalefet edenlere en ufak bir tahammül göstermediğini belirtiyor, birçok baskının yanında gazetecilerin de işten çıkarıldığını söyleyip, "12 Eylül’de bile bu durum ortaya çıkmadı. Şu andaki durum Türkiye toplumu açısından 12 Eylül’den daha vahim bir durumu ifade ediyor" diyor.

Bayık iddia ettiği baskının nedenini ise iktidarın eskisi gibi güçlü olmadığı ve korktuğu savına dayandırıyor.
Bayık şunları söylüyor:
"Türkiye’de AKP iktidarı artık eskisi gibi güçlü değil. İçte de dışta da ona destek veren birçok çevre, şimdi artık o desteği eskisi gibi vermiyor. Uluslararası alanda ABD’sinden Avrupası’na kadar herkes artık AKP’yi sınırsız desteklemiyor. AKP’nin izlediği çizgiden rahatsız da oluyor. Rahatsızlığını Mısır’da Mursi’ye karşı ortaya koydu. Mursi, Erdoğan’la aynı çizgiyi yürütüyordu. Şimdi Mursi, darbeyle uzaklaştırıldı. Erdoğan’ın yarın uzaklaştırılmayacağı ne malum? Yine içeride eskiden, Fethullahçılarla AKP’nin ittifakı vardı. Şimdi o ittifak çatırdamıştır. Artık Türkiye toplumu da konuşuyor, suskunluğu kabul etmiyor. PKK de demokratikleşme diye dayatıyor. Bütün bunlar dikkate alındığında AKP eskisi gibi artık yürüyemez. Türkiye artık Gezi Parkı’ndan sonra eskisi gibi olamaz."
'Gezi devam etmeli'
Gezi Parkı eylemlerinin devam etmesi gerektiğini belirten Bayık, "AKP bunu önlemek isteyebilir. Bunu, dış güçlerin kendisine yönelik komploları olarak gösterebilir. Demokrasi güçleri bundan kesinlikle vazgeçmemeli, geri adım atmamalı, korkmamalıdır. Türkiye’nin demokratik harekete ihtiyacı var. Bu şovenizm, bu parçalanmışlık onunla aşılır, gerçek bütünlük, kardeşlik, ileri demokrasi bununla gerçekleşir" diyor.
Gezi eylemlerinden 1990’larda PKK ile devlet yetkilileri arasındaki gizli görüşmelere geçiyoruz. Yani daha önce başarıya ulaşamamış barış ihtimallerine.
Cemil Bayık, kısa süre önce, başbakan olduğu dönemde, Necmettin Erbakan’ın kendilerine mektup gönderdiğini söylemişti.

Bayık’la 1990’larda buna benzer başka hangi temasların gerçekleştiğini konuşuyoruz.
Bayık, bu temasların ilk Turgut Özal iktidarı döneminde yapıldığını söylüyor.
Özal dönemindeki temaslar
Turgut Özal’ın PKK’yla teması iddialarıyla ilgili şunları söylüyor Bayık:
"Özal, PKK’yi bitirmek için bütün yöntemleri kullanmak istedi ama bitiremedi. Bir de Özal, Misak-ı Milli’yi yeniden geliştirmek istedi. Osmanlı’da Musul Vilayeti demek, Güney Kürdistan’ın tümü demektir. Projesinin başarılı olabilmesi için Kuzey’de Kürt sorununun bir biçimde engel olmaktan çıkarılması gerekiyordu. Bu temelde, Celal Talabani, Turgut Özal’la Önder Apo arasında arabuluculuk yaptı. Birinci ateşkesin ilan edilmesi bununla bağlantılıdır. Bu yönde epeyce mesafe alınacaktı ama bu, içimizde Şemdin Sakık, dışımızda da Mahmut Yıldırım, Yeşil kod adlı cinayet şebekesi tarafından önlendi. Daha sonra Turgut Özal ve ekibinin tümü tasfiye edildi. Hatta bazı milletvekilleri trafik kazası süsü verilerek tasfiye edildi."
'Erbakan gerçek bir yurtseverdi, Kürt sorununu çözmek istedi'
Bayık, "Gerçekten yurtseverdi, Türkiye’yi seven biriydi, Türkiye’nin gelişmesini isteyen biriydi" diye tanımladığı Necmettin Erbakan’ın, başbakan olduğunda sorunun çözümünü istediğini, ancak korktuğunu belirtiyor.
Bunlarla birlikte Erbakan’ın Kürt sorununu çözmek için kendilerine üç mektup gönderdiğini söylüyor.
Bayık, Erbakan’ın gönderdiği bu mektupların içerikleriyle ilgili daha fazla ayrıntı vermeyi ise istemiyor.
"1998 ateşkesi devlet yetkililerinin bize ulaştırdığı mesajlar temelinde geliştirildi. "
Bu mektuplaşmalar üzerine, 1996’da Abdullah Öcalan’ın geri çekilmeyi hayata geçirmek istediğini, ancak bunun hem bölgede ve dünyada barış isteyen güçlerin olmaması, hem de savaş isteyen bazı güçlerin mektuplaşmalardan haberdar olmaları üzerine gerçekleşemediğini belirtiyor.
'1998’de Genelkurmay’dan gelip bizimle görüşenler oldu'
1990’larda askeri kesimden kendileriyle temas olup olmadığını sorduğumuzda ise, Avrupa’da bu tür görüşmeler olduğunu belirtiyor.
Bayık şunları söylüyor: "1998 ateşkesi, devlet yetkililerinin bize ulaştırdığı mesajlar temelinde geliştirildi. Ordunun içerisinden, Genelkurmay kesimlerinden gidip, Avrupa’da arkadaşlarımızla görüşenler oldu. 'Eğer siz ateşkes ilan ederseniz, çözüm için çaba göstereceğiz, artık bu savaş bu tarzda yürütülemez. Savaşla sorun çözümlenmiyor' dediler. Biz de bunun üzerine 1 Eylül ateşkesini ilan ettik."
Bayık, bu kişilerin isimlerini verebileceklerini ama vermeyi ahlaken doğru bulmadıklarını belirtiyor.
"Peki bu askerlere daha sonra ne oldu?" diye sorduğumuzdaysa, "Çözüm isteyen generalleri, subayları tasfiye ettiler" yanıtını veriyor.

Bayık’a Abdullah Öcalan’ın 2011 yılında yaptığı bir açıklamada, Ergenekon davasında yargılanan bazı isimlerin, çözüm için PKK’yla görüşme yanlısı isimler olduğu yönündeki açıklamasından bahsedip, söz konusu kesimlerin Öcalan’ın işaret ettiği isimler olup olmadığını soruyoruz.
Böylece Ergenekon davasıyla ilgili konuşmaya başlamış oluyoruz:
"İçinde onlar da olabilir. Ama genelde, çözüm isteyenler de dahil olmak üzere, bizimle Kürdistan'da savaşan generallerdi, o kirli savaşı yürüten generallerdi. Bunlar Zap operasyonuyla sonuca gitmek istedi. Zap operasyonu stratejik bir operasyondur. Eğer başarılı olsalardı, Ergenekon davası olmayacaktı. Silivri mahkemeleri olmayacaktı. Şimdi belki AKP oralarda yargılanacaktı. Ama başarılı olamadıkları için AKP ve ABD onun üzerinden hamle yaptı. 'Size destek verdik ama başarılı olamadınız' dendi. Dolayısıyla onları tutuklayıp yargılamaya başladılar."
Bayık’a "kirli savaş" yürüttüğünü iddia ettiği generallerin, bu iddia edilen savaşta onlara itham edilen suçlarından dolayı mı yargılandığını sorduğumuzda ise, iki kere "Hayır" diyor.
'Ergenekon davası tamamen bir aldatma'
Bayık Ergenekon davasının bir aldatma olduğu görüşünde:
"Dikkat ederseniz Ergenekon davasında Kürdistan’da yaptıklarına dair bir yargılama yoktur. Yargılama hangi çerçevede? Sadece hükümeti ilgilendiren, AKP’yi ilgilendiren yanlarıyladır. Onun için bu dava öyle çok söyledikleri gibi Ergenekon’u açığa çıkaran, vesayeti ortadan kaldıran, Türkiye’yi kirlilikten kurtaran, her şeyi şeffaflaştıran, her şeyin hesabını soran bir dava değil, tamamen bir aldatmadır. Yapılan daha önceki Ergenekon’un tasfiyesi, onun yerine yeşil Ergenekon’un geçirilmesidir. Dikkat ederseniz bunun esas sorumluları yavaş yavaş temizleniyor. Bütün belgeler ortadan kaldırılıyor, izler silinmeye çalışılıyor."
"(Gülen Cemaati) kendisini bir sivil toplum örgütü gibi gösteriyor. Bu bir aldatmadır."
Eski derin devlet, yeni derin devlet tartışmaları üzerinden, Bayık’ın daha önce kendi derin devletini kurduğunu iddia ettiği Gülen Cemaati konusuna geliyoruz.
Bayık’a Cemaat’le ilgili iddiasının bugün için de geçerli olup olmadığını sorduğumuzda "Elbette" cevabını veriyor.
'Gülen Cemaati çözüm sürecini sabote ediyor'

Bayık, Gülen Cemaati’nin, İslam coğrafyasında geçmişten bugüne uzanan bir misyonunun bulunduğu, o kapsamda faaliyetlerini sürdürdüğünü söylüyor:
"Türkiye’de ilk komünizmle mücadele derneğini kuran Enver Ören ile Fethullah Gülen’dir. Bu dernekleri CIA, Sovyetlere ve Türkiye’de sola karşı kuruyordu. Sovyetler ve Sosyalizm düşmanlığı yapıldı. Sovyetler dağılınca kapitalist modernist sistem tarafından yeni bir strateji geliştirildi: İktidar İslam’ı stratejisi. Bu, Fethullah Gülen eliyle gerçekleştiriliyor. Bugün kapitalist modernist sistem, onun vurucu gücü NATO, Orta Doğu ve Orta Doğu’nun etrafında bu stratejiyi uyguluyor. Bununla kendi hegemonyasını kurmak istiyor. Derin devlet NATO’nun stratejilerine göre şekilleniyor. Bu stratejinin ideolojik öncülüğünü de Fethullah Gülen örgütlenmesi yapıyor. Kendisini bir sivil toplum örgütü gibi gösteriyor. Bu bir aldatmadır. Tamamen o stratejinin ideolojik öncülüğünü yapıyor."
Bayık, Gülen Cemaati’nin barış sürecine de karşı olduğunu düşünüyor: "Açıkça karşısında duruyor ve sabote etmeye çalışıyor. Hatta hükümete şunu söylüyor: Neden PKK’yle çözüme oturuyorsun? Tasfiye etmen gerekir."
Bayık, BBP’nin (Büyük Birlik Partisi) Cemaat tarafından kullanıldığını da iddia ediyor.
Bayık’a göre Cemaat ve BBP arasında 12 Eylül öncesi dönemde MHP ve Ülkü Ocakları arasında olana benzer bir ilişki var.
Ancak Fethullah Gülen ve onu temsil ettiği düşünülen kişiler defalarca barış sürecine karşı olmadıkları yönünde açıklamalar yaptılar.

Bundan yola çıkarak, Bayık'a "Gülen Cemaati ile ilgili olarak, zamanında elinizde olduğunu söylediğiniz ve çarpıcı olduğunu iddia ettiğiniz belgeleri açıklayacak mısınız?" diye sorduk.

Bayık ise, bunları yayınlamak isteyen basın organlarına vermeye hazır olduklarını, ancak kimsenin yayınlayabileceğine inanmadıklarını söylüyor.

KCK Eş Başkanı Cemil Bayık ile Kandil dağında yaptığımız söyleşi burada sona eriyor. Bayık'ın iddiaları hakkında görüşlerini almak istediğimiz hükümet yetkilileri görüşme başvurularımızı henüz yanıtlamadılar.
BBCT
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Tem 09, 2014 1:54 am    Mesaj konusu: Bağdat kapılarını içten ve dıştan zorlayan (IŞ)İD etrafında Alıntıyla Cevap Gönder

Bağdat kapılarını içten ve dıştan zorlayan (IŞ)İD etrafında bölgeye bakış -1-
Ali Haydar Can
15 Ekim 2014



Bizdeki ayrılıkçı Kürtçü örgütlerin bir aydır Aynel Arab’da kurduklarını sandıkları “Kobani Kantonu” etrafında köpürttükleri “Kobani direnişi” mavallarına aldanmayın...

Bunların hayatı kolpa...

Batılıların ısrarla “IŞİD” demeye devam ettiği “İslâm Devleti” İD, Aynel Arab’daki bütün PYD/YPG direniş mevzilerini çiğneyip geçerek PYD/YPG’nin karargâhını da ele geçireli neredeyse 1 hafta oluyor.

İnternet, İD tarafından saf dışı edilen PYD/YPG militanlarının ceset fotoğraflarıyla dolu...

Urfa mahreçli şu haberi dikkatlice okursak “Kobani”de direniş mireniş kalmadığını kolayca görebiliriz:

[Bölgedeki yerel haber kaynaklarının verdiği bilgilere göre, Kobani'de savaşırken Türkiye'ye kaçtığı belirtilen 200'e yakın YPG'li gözaltına alındı.

Sanliurfa.com'da yer alan habere göre cuma günü Gaziantep'e gönderilen YPG'lilerin sorgusu devam ediyor.

"Şanlıurfa’da 200 YPG’li Gözaltında" başlığıyla verilen haberde ayrıca, çatışmalarda yaralanan YPG'lilerin Suruç Devlet Hastanesi'nde tedavi edildiği iddia edildi.

Haber şöyle devam ediyor:

SURUÇ DEVLET HASTANESİ YPG/PYD’Lİ YARALILARA HİZMET VERİYOR

Öte yandan Kobani’de IŞİD ile girdikleri çatışmalarda yaralanan ve Şanlıurfa’nın Suruç Devlet Hastanesinde tedavi altına alınan YPG ile PYD’lilerin sayısı 500’ü geçti. Suruç Devlet Hastanesi son 25 gündür tamamen Kobani’de çatışmalarda yaralanan PYD/YPG’lilere hizmet vermeye başladı.

SURUÇ’TA YPG MEZARLIĞI OLUŞTURULDU

Hastanede yapılan müdahalelerde tedaviye cevap vermeyen yaklaşık 100 civarında PYD/YPG’li öldü. Ölen PYD/YPG’lilerin bir kısmı Viranşehir’de bir kısmı Diyarbakır’da 30’a yakında Suruç’ta toprağa verildi. Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde Devlet Hastanesi tarafındaki İlçe Mezarlığında PYD/YPG Mezarlığı oluşturuldu. Kobani’de çatışmalarda ölenlerin de bu mezarlığa defnedildiği öğrenildi.]


“Şanlı Kobani direnişi”nin haline bakar mısınız...

Sadece Suruç Devlet Hastanesinde Kobani’den getirip tedavi altına alınan YPG ile PYD’lilerin sayısı 500’ü geçmiş.

Suruç Devlet Hastanesi son 25 gündür tamamen Kobani’de çatışmalarda yaralanan PYD/YPG’lilere hizmet vermeye başlamış...

Hastanede yapılan müdahalelerde tedaviye cevap vermeyen yaklaşık 100 civarında PYD/YPG’li ölmüş..

Ölen PYD/YPG’lilerin bir kısmı Viranşehir’de bir kısmı Diyarbakır’da 30’a yakında Suruç’ta toprağa verilmiş...

Hastanede ölen militanların dışında, Kobani’de çatışmalarda ölenler için Suruç’ta Devlet Hastanesi tarafındaki İlçe Mezarlığında ayrı bir PYD/YPG Mezarlığı oluşturulmuş. Buraya kaç militanın defnedildiği bilinmiyor...

Bir de...

Aynel Arap’ta 'de savaşırken silahlarını atıp Türkiye'ye kaçtığı belirtilen 200'e yakın YPG'li gözaltına alınmış...

Kobani sokaklarında kaç ceset gömülmeyi bekliyor bilen yok...

Türkiye’ye getiril(e)meyen kaç militan Aynel Arap’ta toprağa verildi o da bilinmiyor...

Kevgire dönmüş TC sınırlarından yakalanmadan bu tarafa kaçan kaç militan var o da bilinmiyor...

Ama bizdeki ayrılıkçı Kürtçüler hem “Şanlı Kobani direnişi” mavalları anlatmaya devam ediyorlar. Hem erkekçe baş edemedikleri önünden kaçıp kafalarını sokacak bir delik aradıkları İD’yi siytonist-haçlı ordularının bombalamaları için yalvar yakar oluyorlar...

Lan siz hani “bağımsız devleti” kuracaktınız?

Haçlı Ordularının bombalarının yardımıyla bile kuramadığınız bu devleti, varsayalım ki kurmuş olsaydınız...

Bu devlet nasıl bir “bağımsız devlet” olacaktı? Önce onu anlatıverin de biz de anlayalım...

Madem...

Suriye topraklarındaki karışıklıktan bil istifade, -Barzani’nin Irak’ta yaptığı gibi- BOP ihanetinin bir parçası olarak siyonist-haçlıların himaye ve teşvikiyle kanton manton bir şeyler kurdun...

Korusaydın ya...

Madem...

Koruyamayacaktın, korumaya gücün yoktu..

Boyundan büyük işlere neden kalkıştın?

Madem...

Boyundan büyük işlere kalkıştın şimdi niçin ortalığı velveleye vererek, ağlayıp sızlayıp siyonist-haçlılardan ve kadim düşmanın bildiğin TSK’dan bile imdat istiyor, medet umuyorsun...

Siyesette “Şartların objektif tahlilini” doğru yapmadan siyonist-haçlı takımının gazıyla ortalığa yırtık dondan fırlar gibi hesapsız kitapsız, paldır küldür fırlarsan...

Sonun da böyle olur...

Bir de utanmadan orada “siviller var katliam olacak” yalanları söylüyorlar...

Bir...

Orada sivil mivil kalmadı, bir kısmı Suriye’deki daha güvenli bölgelere, bir kısmı kuzey Irak’a diğer kısmı da Türkiye’ye göç etti...

İki..

Aynel Arap’taki sivil Kürtler, sizin gibi ne idüğü belirsiz tipler değil, bu ülkenin Kürtleri gibi Sünnî Müslümanlardır, bu yüzden de İD onlara hiçbir zarar vermez. Siz orayı ister istemez terkettikten sonra göreceksiniz ki, bu gün gurbet ellerde muhacir olmaya zorladığınız bu Müslüman halk, -şayet siz engel olmazsanız- kendi memleketlerine güven içinde geri dönecektir...

Aynı hatayı buradaki eşörgütüz PKK’da yaptı...

Kobani Mobani diye hesapsız kitapsız sokağa sürdüğü Kürt gençlerin vandalizmi öyle bir karşıt Milliyetçi tepkiyle karşılaştı ki...

Ne yapacaklarını şaşırdılar...

Bir kaç gün sonra sokağa saldıkları Kürt gençleri geri çağırmak zorunda kaldılar...

Ama bu şımarık vandalizmin uyandırdığı milliyetçilk dalgası büyümeye devam ediyor...

İyi de oluyor...

HDP’si, PKK’sı, KCK’sı sürüsü sümüklüsü, ortalıkta siyonist haçlı gazıyla dolanan bütün ayrılıkçı kürtçüler, böyle bir hatayı bir daha yaparlarsa; bu Milliyetçi dalga tam bir tsunamiye dönüşerek onları Kandil’e kadar kovalar ve Kandil’i de yer ile yeksan edebilir...

Hesabınızı ona göre yapın...

İnsan siyaset yaptığı, siyaseten ayrılıkçı hesaplar yaptğı ülkenin demografik yapısını iyice inceler de sonra işe girişir (1)...

Bunu yapsaydınız...

Önce “Türkiye’de 40 milyon kürt var filan hikâyelerini bırakırdınız..

Ne 40 milyonu?

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de toplam kürt nüfus 20 milyon bile değil...

Türkiye’nin nüfusu kaç 76 milyon...

Bu nüfusun etnik kökeninin yaklaşık yüzde 90’ı Türk...

Kalan yüzde 10’luk dilimin yüzde 5-7’si ise Kürt...

Yüzde 7 kabul etsen...

5 milyon 300 bin...

Yüzde 10’un tamamını Kürt kabul etsen bile...

7 Milyon 600 bin kişi

Yukarıdan da saysan, aşağıdan da saydan vaziyet bu...

Ki bunların tamamı da sizin gibi haçlıların gazıyla Allahsız kitapsız, dinsiz imansız bir ırkçı ayrılıkçılık peşinde değil...

HÜDA PAR, Hizbullah Cemaati gibi ayrılıkçı olmayan, İslâm kardeşliğini savunan, birleştirici, bütünleştirici Müslüman Kürt grupların sayısal toplamı senden kat kat fazlayken...

Hatta sırf hemşericilik duygusuyla sana oy veren Sünni Müslüman Kürtlerin sayısı senin tabanının çoğunluğunu oluşturduğunu farketmeden...

Bu kibirden, bu şımarıklıktan, bu gözü dönmüş ırkçı ayrılıkçlıktan, bu siyonist-haçlı projelerine gönüllü taşaronluktan bir an önce vazgeçmezseniz, ilk tokadı bunlardan yerseniz hiç şaşırmayacaksınız...



Bir de bakacaksınız arkanız da sadece içinizdeki bir avuç Allahsız Kitapsız Batı uşağı ile pek seviştiğiniz Cihangir’in nonoşları kalmış...

Mutlak güç ve kuret sahibi Allah’tır...

Onun dışındakilerde güç ve kuvvet yoktur...

Onlar Allah’ın kendilerine verdikleri güç ve kuvvetle iş görürler...

Kim ki bunun dışında, kendinde veya kendilerine hizmetkârlık ettiklerinde bir güç ve kuvvet vehmeder ve bununla azgınlığa ve kibre düşerse...

Allah verdiği sınırlı gücü ellerinden alıverirnce Aynel Arab’ta ve Türkiye’deki son ayrılıkçı Kürtçü ayaklanmada görüldüğü gibi dımdızlak ortada kalıverir...

Bunlardan gerekli dersleri çıkardınız çıkardınız...

Çıkaramadıysanız tokatın büyüğünün az ötede durduğunu ancak yiyince anlarsınız ki..

O zaman da muhtemelen iş işten geçmiş olur...

Dipnotlar:

1- Bkz: Ali Haydar Can, TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK TAHLİLLERİNDEKİ İKİ VAHİM YANLIŞ
http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=712


(Devam edecek)

İsrail ile Iraklı Kürtlerin ittifak kumarı
Victoria Fontan & Ahmad Moussa (*)
4 Tem 2014



Iraklı Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma arzusunu desteklediklerini açıklayan İsrail, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ise görmezden gelerek tutarsız bir tavır sergiliyor.

Mesut Barzani'nin bağımsızlık için referanduma gitmeyi planladıklarını açıklamasının ardından Kürtler, Erbil'de destek gösterileri düzenledi.
İsrail ile Irak'ın Kürdistan bölgesi arasındaki ilişkilerin niteliği ve kapsamına dair yıllardır çeşitli spekülasyonlar yapılır. Ancak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 29 Haziran'da işin aslını açıklayarak, bir Kürt devleti kurulduğu takdirde bunu destekleyeceklerini söyledi. Netanyahu'nun bu açıklamasından kısa bir süre önce, Irak Kürdistan Özerk Bölgesi'nden İsrail'e ham petrol ihracatı yapılmıştı ki, bu da hem Irak merkezi hükümetinin, hem de Amerika Birleşik Devletleri'nin konuyla ilgili görüşünün hiçe sayılması anlamına geliyordu.

Kürt-İsrail ilişkilerinin geçmişi, 1960'lı yıllara ve bağımsız bir Kürt devletinin Netanyahu'nun yakın zamanda kullandığı tabirle İsrail'in bölgedeki "ılımlı müttefiki" olabileceğinin açıkça fark edilmesine dayanıyor.

Irak Kürdistanı'nda bulunan Duhok Üniversitesi'nde barış tesisi uzmanı olarak görev yapan Khaider Domle, Kürtlerin İsrail'i her zaman dost olarak gördüğünü, zira İsrail'de birçok Kürt Yahudi olduğunu, aynı şekilde Kürdistan'da çok sayıda Yahudi'nin yaşadığını belirterek "Her iki halkın da ortak noktası geçmişte zulüm görmüş olmaları" diyor.    

Son yıllarda sosyal medyada bu ortak noktaları öne çıkaran çok sayıda bireysel girişim dikkat çekiyor. Eski Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin'in 2003 yılında devrilmesinden bu yana, güvenlik ve kalkınma sektörleri başta olmak üzere somut işbirliği örneklerine imza atıldı.  

ABD'li gazeteci Seymour Hersh, 2004 yılında kaleme aldığı bir makalede, ABD öncülüğünde gerçekleştirilen Irak işgalini başta destekleyen İsrail'in, ABD'nin bu işgal savaşını kazanamayacağını anladığını; B planı olarak da Kürtlere eğitim verme yoluna gittiğini yazdı. Böylelikle müttefiki ABD'ye giderek büyüyen bir isyana karşı yardım etmekle kalmayıp, bölgede güçlü bir Arap dışı ittifak oluşmasına da katkı sağlayacaktı. Bu durumun, Irak Kürdistanı'nın daha özerk bir statüye ulaşmasını hiçbir koşulda istemeyen Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri bariz biçimde sarsacağı anlaşılıyordu. Hersh, söz konusu yazısında, İsrail'in bu hamlesinin Kürtleri günün birinde bağımsızlıklarını ilan etmeleri yönünde cesaretlendirebileceğini söylüyordu. On yıl sonra bugün, bu senaryo kaçınılmaz görünüyor.

Şimdilerde ismini İslam Devleti olarak değiştiren Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, Irak içinde hızla ilerlemeye devam ederken, Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, bağımsızlık için referanduma gitmeyi planladıklarını duyurdu. Uzmanlar ise, Kürtleri açgözlülük yapıp ülkenin gücü ve birliği pahasına kendi ulusal çıkarlarını gözetmekle eleştirdi.

Öte yandan, İsrail ile bir Kürt devleti arasındaki mukayeselerin artması da, Araplar arasındaki Kürt karşıtı duyguları körükledi. Ancak bu tür eleştiri ve karşılaştırmalar, hem siyasi gerekçelere dayalı, hem de yanlış.

Bir çıkar evliliği mi söz konusu?

“Kürt ve Filistin halklarının maruz kaldığı
tarihi haksızlıkların kökeni, Ortadoğu bölgesini
İngiliz ve Fransız menfaatlerine göre bölen
Sykes-Picot Anlaşması'na dayanıyor.”


Irak genelinde güvenlik koşulları kötüleşirken, Kürdistan bölgesinin nispeten emniyetli ve müreffeh bir yer olarak kalmasında, emrindeki güvenlik unsurlarının – yani peşmergelerin, asayiş güçlerinin ve her köy ve kasabaya yayılmış durumdaki muhbir ağının – payı büyük.

Kürt kamuoyu genel olarak İsrail ile resmi ilişkiler kurulmasını destekler görünmekle birlikte, pek çok analist, konunun kendi kaderini tayin bağlamında değerlendirilmesi ve özünde bir çıkar evliliği olarak görülmesi gerektiğini de kabul ediyor.

İngiltere'deki Durham Üniversitesi'nde doktora araştırmacısı olarak görev yapan Amjed Rasheed, "1948 yılında İsrail devleti kurulduğunda ABD'nin bu yeni devleti 11 dakika içinde tanıdığı gibi, İsrailliler de Kürtlerin bağımsızlığını anında tanıyacaktır" diyor.

Fakat bu hem İsrail, hem de Kürtler için riskli bir siyasi kumar değil mi? Kürtlerin kendi kaderini tayin arzusunu desteklerken, Filistin'de aynı hakkı elde etmek için verilen mücadeleye karşı çıkmak bir çelişki teşkil etmiyor mu? Bu durumun bağımsız "Kürdistan"ı bölgede tutarsız bir konuma sokacağı kesin.

Rasheed, Kürtlerin Filistinlilerin duygularını paylaştığını, ancak "Ürdün Kralı Abdullah'ın 'Önce Ürdün Kampanyası'ndaki gibi, Kürt yönetiminin de önceliklerini belirlemesi gerektiğini" ısrarla belirtiyor.    

Bununla birlikte, kurulacak bağımsız bir Kürt devleti ile İsrail arasındaki olası bir ittifakın, Filistin'in devlet olma mücadelesine nasıl yansıyacağı da merak uyandırıyor.

İsrail medyası, Kürtlerin bağımsızlığını destekleyen makale ve açıklamalarla dolu. Hatta kimilerinde, Kürtlerin çektiği acılar, Yahudilerin tarih boyunca maruz kaldığı zulümlere benzetiliyor. 26 Haziran'da Arutz Sheva haber sitesinde yayınlanan "İsrail'in Kürtlere yardım etmesinin zamanı geldi" başlıklı makalede, yazar şöyle diyor: "Korkunç bir bölgede yaşıyor ve dostlara büyük ihtiyaç duyuyor olsa da, İsrail, düşman komşularının zulmünden mustarip olan Kürt halkına karşı özel sorumluluğundan kaçamaz, kaçmamalıdır."

Gerçek mağdur kim?

Bu tür ifadeler, İsrail'in tipik Arap saldırganları söyleminden yararlanıyor ve bunu, Kürtlerle bir çıkar evliliği yapılması için kullanıyor. Iraklı Kürtlerin, Saddam Hüseyin'in Enfal Operasyonu'nun mağdurları olduğuna şüphe yok. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün verdiği bilgiye göre, operasyonda 100 binden fazla Kürt öldü, 2 bin köy de tahrip edildi.

Fakat bu ortak mağduriyet söylemini ciddi bir gerçeklik testine tabi tutmak şart. Her şeyden önce, İsrail devleti tarihi bir adaletsizlik neticesinde kuruldu. Filistinlilere yönelik etnik temizlik kapsamında 531 köy yok edildi. Sonuç olarak, şu anda Filistinlilerin bir kısmı komşu Arap ülkelerine dağılmış durumda, bir kısmı ülke içinde yerlerinden edildi ve mülteci kamplarında yaşıyor, bir kısmı ise diasporada. Kalıp İsrail devleti sınırları içinde İsrail vatandaşı olarak yaşamaya devam eden Filistinliler ise, sürekli bir güvensizlik hissiyle hayatını sürdürüyor ve İran'daki Kürtlerin durumundan farksız olarak, ikinci, hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyor.

Kürt ve Filistin halklarının maruz kaldığı tarihi haksızlıkların kökeni, Ortadoğu bölgesini İngiliz ve Fransız menfaatlerine göre bölen Sykes-Picot Anlaşması'na dayanıyor. Neticede hem Kürtlerin, hem de Filistinlilerin devlet olma ya da kendi kaderini tayin şansı ellerinden giderken, Filistin halkı pahasına Siyonist hareketin ekmeğine yağ sürülmüş oldu.        

Bu tarihi olayların sürekli inkar edilmesi bir yana, İsrail, Nekbe Yasası adıyla bir kanun çıkararak, bunların anlatılmasını ya da öğretilmesini yasakladı.

“Kürtler ve Filistinliler arasında bir mağduriyet
kardeşliği söz konusu. İsrail mağdur bir halka destek
olmak istiyorsa, çok uzağa bakmasına lüzum yok.”


 Filistinlilerin durumunu görmezden gelirken, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına destek vermelerini meşru göstermeye çalışan Kürt yanlısı İsrailliler, Filistinlilerin müstakil bir halk olmadığını; bunun uydurma bir kimlik olduğunu öne sürüyor – yani bir zamanlar Türkiye'de anlatılan "Aslında Kürt diye bir şey yoktur. Kürt dediğimiz insanlar, dağ Türkleridir" şeklindeki hikâyenin bir benzeri.

Aslında bazı akademisyenler bu komik iddiaların foyasını ortaya çıkardı. Örneğin İsrailli bilim adamı Shlomo Sand "Yahudi Halkının İcadı" isimli kitabında, Siyonist hareketin, seçilmiş halk ve vadedilen topraklar kisvesi altında toprakları sömürgeleştirmek için nasıl ırk ve dine dayalı bir "yeni Yahudi" kavramı inşa ettiğini anlatıyor.

'Ortak bir payda' olarak Kürtler

Ama bir noktayı da açıkça ifade etmek lazım. İsraillilerin aksine, Kürtler toprakları sömürgeleştirip insanlara zulmetmiyor. 7,5 milyar dolarlık bir silah ticaretinin aktörü değiller. Dünyanın diğer yerlerine savaş ve gözetleme teknolojileri ihraç etmiyorlar. Uluslararası hukuku çekinmeden ihlal etmiyorlar. Nükleer bir güç değiller. Dünyada ABD'den en çok yardımı onlar almıyor. ABD'den sonra en büyük F-16 savaş uçağı filosu onlarda değil. Yani tarih anlatımı ancak bir yere kadar manipüle edilebiliyor, zira gerçekleri değiştirmek mümkün değil.

Kürtler ve Filistinliler arasında bir mağduriyet kardeşliği söz konusu. Bu iki halk, İsrail ve Avrupa'nın menfaatleri doğrultusunda hazırlanan meşhur Sykes-Picot Anlaşması'nın kurbanı.

Dolayısıyla İsrail mağdur bir halka destek olmak istiyorsa, çok uzağa bakmasına lüzum yok. İşe bölgenin yerlisi olan Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını tanıyarak başlayabilir.

Tıpkı Kürtler gibi, Filistinliler de Sykes-Picot Anlaşması'ndan bu yana, uluslararası toplumun gözü önünde tarihi bir adaletsizliğe göğüs geriyor.

* Victoria Fontan: Irak Kürt Özerk Bölgesi'ndeki Duhok Üniversitesi'nde Barış ve Çatışma Çözümü Çalışmaları alanında öğretim üyesi ve King's College London'da savaş çalışmaları alanında doktora adayı.
Twitter'dan takip edin: @DecolonizingPAX

Filistinli-Kanadalı yazar Ahmad Moussa: Irak Kürt Özerk Bölgesi'ndeki Duhok Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapıyor.
Twitter'dan takip edin: @a_moussa5


Kaynak: http://www.aljazeera.com.tr/gorus/israil-ile-irakli-kurtlerin-ittifak-kumari

Diyarbakır'da büyük eylem: Halk, ABD Başkonsolos’nun iftar çadırını tekbirle yerle bir etti
15 Temmuz 2014

ABD’nin Adana Başkonsolosluğu tarafından düzenlenen iftar yemeğini protesto eden Diyarbakır halkı, tekbirler getirerek çadırı yerle bir etti.

ABD Adana Başkonsolosluğu tarafından Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’nda vatandaşlara belediye çadırında verilmesi planlanan iftar yemeği Diyarbakır halkı tarafından protesto edildi.



İftar saatinden önce çadırın kurulduğu meydana gelen grup, tekbirlar getirerek çadırı yerle bir etti ve ABD bayrağını yakarak.

İftara yaklaşık 45 dakika kala çadırın bulunduğu alana gelen kalabalık bir grup, ABD Başkonsolosluğu’nun iftar vermesini protesto etti. ‘Kahrolsun Amerika’, ‘Kahrolsun İsrail’ sloganları atarak tekbir getiren grup arasında bulunan bazı kişiler iftar çadırına yönelerek masa ve sandalyeleri kırmaya başladı. İftar için hazırlanan yemekleri de yerlere savuran grup çadırın içerisindeki tüm malzemeleri parçalayarak, maytaplar attı.



Grup arasında bulunan bir kişinin getirdiği Amerika bayrağı ayaklar altında çiğnenirken, daha sonra yakıldı. Olaylar sürerken çadırın arka tarafında bulunan çevik kuvvet ekiplerinin müdahale etmediği görüldü.



Saldırıya uğrayan iftar çadırı kullanılamaz hale gelirken, polisin çadırın etrafını sarması üzerine grup dağıldı. Vatandaşlara yönelik iftar programı da üzerine iptal edildi.

haber93

Erbil neden önemli?
Neil Arun
BBC muhabiri
11 AĞUSTOS 2014



Ünlü kalesinin gölgesinde Erbil (Hewler), uzun süredir Irak'ın en güvenli şehirlerinden biri.

ABD'nin, kendini İslam Devleti (İD) olarak ilan eden Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünü hedef alan hava saldırılarına gösterdiği gerekçelerden biri de özerk Irak Kürdistan bölgesinin başkenti olan Erbil'i korumak.

Kent Irak'ın on yıldan uzun bir süre önce ABD ve müttefikleri tarafından işgalinden bu yana yabancılar ve uluslararası kuruluşların üslendiği bir merkez oldu.
Dağlarla ve peşmerge kontrol noktalarıyla çevrili kentin, Bağdat'la ve Irak'ın şiddetin hüküm sürdüğü bir çok diğer kentiyle kıyaslandığında neden daha güvenli bir cazibesini merkezi oluşturduğu açık.

Yabancılar burada ülkenin diğer bölgelerinde akıllarına bile getiremeyecekleri özgürlüklerden de yararlanabiliyor, lüks otellerinden çıkıp yanlarına ağır silahlarla donanmış pahalı bir muhafız gücü almaksızın meyhaneye ya da istedikleri diğer yerlere gidebiliyorlar.

Kısacası Erbil giderek daha belirginleşen bir şekilde Amerikan işgalinin görünür mirası olan çok uluslu şirketler ve yardım kuruluşlarının bölge yöneticilerinin merkezi haline geldi.

Irak Kürdistan'ının petrol rezervlerinin büyülü çekiciliği uluslararası petrol devlerini Erbil'de üslenmeye yöneltti.

Bu da kentteki konut ve ofis fiyatlarında bir patlamaya yol açarak Erbil'i tozlu bir taşra kentinden daha tozlu ama hızla gelişen bir merkeze çevirdi. Sayısız inşaat alanının tozu yakındaki çölün tozuna karıştı.

Bu yaz ABD hem diplomatlarının seviyesini yükselterek hem de orada konuşlandırdığı özel kuvvetleri takviye ederek kentteki varlığını tahkim etmişti. 2003 yılında Saddam Hüseyin ordularına karşı Iraklı Kürt güçleriyle birlikte hareket eden ABD, kenti bir üs olarak kullanıyor.
Bu kez Amerikan güçlerinin hedefi, Irak'ın kuzey batısında yıldırım hızıyla ilerlemesini sürdüren İD, ya da eski adıyla IŞİD.

Sokak çatışmaları

Musul ve Ninova eyaletinin kasaba ve köylerinin cihadçılar tarafından birer birer ele geçirilmesi ile evlerini terkeden yüzbinlerce mülteci dalga dalga Erbil'e ulaşmaya başladı.
Çoğu IŞİD tarafından "kafir" ve "din düşmanı" sayılan Irak'ın Hristiyan ve Ezidi toplumlarına mensup bu insanlar güvenli bir vaha olarak gördükleri Irak Kürdistanı'na akıyor.

Erbil halkı da zor zamanlar yaşıyor. Bağımsız bir devleti olmayabilir ama Erbil başkentleri. İD'nin kapıya dayanması, inşa ettikleri herşeyin tehdit altında olduğu anlamına geliyor.
Erbilli güvenlik danışmanı Nabaz Hoşnaw, kentteki havanın panikle meydan okuma arasında bir yelpaze oluşturduğunu söylüyor.
Hoşnaw'a göre, çoğunluk IŞİD'in Kürt savunma hatlarını geçemeyeceği inancında ama çok korkan birileri de var.
Hoşnaw bu kişilerin "IŞİD gelirse kadınları kaçıracak, erkeklerin kafalarını kesecek" diye düşündüğünü anlatıyor. Bazıları kaçmaya, bazıları da kadınları korunaklı dağlara yollayıp sokak çatışmasına hazırlanıyormuş.

Kentin düşeceği tahmin edilmiyor ama İD sempatizanları ya da ajanlarının Erbil'de bazı saldırılar yapabileceği endişesi de var.
Erbil'in Hristiyan mahallesi Ankawa, mültecilerle dolup taşmış durumda.
Yeni gelenlerden bir kısmı okullar ve kiliselerde yatıyor, kimileri ise sokaklarda. Pahalı villalar ve yabancıların gittiği barların da bulunduğu mahallede, göçmenlerin hali çarpıcı bir tezat oluşturuyor.
Nabaz Hoşnaw, mahalle halkının mülteciler için aşevleri oluşturduğunu da anlatıyor.
Fakat İD'nin yaklaştığı haberleriyle beraber kent halkı da elindeki gıdayı dağıtma konusunda daha isteksizleşmiş. Hoşnaw "Değerleriniz sınavdan geçiyor burada, çok zor bir durum" diyor.
Adını vermek istemeyen bir Erbilli Hristiyan işadamı, kentteki yabancı işçilerin çoğunun işlerine devam ettiğini anlatıyor.

Hristiyan işadamı, "IŞİD önüne gelen herşeyi yakıp yıkıyor. Ama burada bunu yapmak kolay değil. Kürt halkı tarafından inşa edilen herşeyi bir günde yıkmak kolay değil" diyor.
ABD askeri harekatının bir rahatlama yarattığını söyleyen işadamı, buna karşılık uzun vadede IŞİD'e karşı savaşa daha çok ülkenin destek vermesi gerektiği görüşünde, "uluslararası planda destek bulacak kalıcı bir çözüm bulmak zorundayız" diyor.+
BBCT

BOP Kürdistanı
Şamil İĞDE
23 Eylül 2014

Savaşlar böyledir…

Saflar netleşir, niyetler açığa çıkar.

Dost ve düşman belli olur, cepheler şekillenir.

Silahlar çıkar; kim mert, kim namert belli olur.

Kalemler yazar; kim namuslu, kim namussuz anlaşılır.

40 yıllık “hep Amarıgan oyunu bunnar” türküsünü çığırmaya devam ederken, “Amarıga’nın” oyunlarının ne olduğu hakkında 2 cümle kuramayacak sözüm ona yazar-çizer zenneler, mesele her İslam ve vatan olduğunda yaptıkları gibi kurdeşen dökmeye, salya akıtmaya devam ededursun; Irak İslam Devleti savaşçıları Kobani’ye de girdi. Daha doğrusu girmek üzereyken ABD bombardımanı başladı.

“Ne önemi var, mesele küçücük bir Kobani mi?” diyebilirsiniz.

Bu kargaşada haksız da sayılmazsınız. Ama evet mesele Kobani…

Neden Kobani?

Bu soruyu, aslında IŞİD’in Musul’dan sonra Erbil’e yürüdüğü gün, ABD’li yetkililerin panik içinde demeçler vermeye başlamasından ve özü itibariyle vatansever bir hareket olan IŞİD yürüyüşünün, ABD işbirlikçisi Kürt Bölgesi’ne kaymasından sonra başlayan süreçte, Batı’nın tutumunun nasıl değiştiğini izleyerek rahatlıkla vermek mümkün.

Öyle anlaşılıyor ki, kendi açısından absorbe edilebilir gördüğü Musul’un fethine sesini çıkarmayan Batı; işin ucu, bölgedeki Sünni Arab kanının üzerine inşa edilmesi planlanan “Siyon Kürdistanı” ya da “BOP Kürdistanı” nın kalelerinden biri olan Erbil’e dokununca anında harekete geçmişti hatırlarsanız.

Şimdi aynı Batı, Kobani’ye de müdahale etti uçaklarıyla.

Neden? Çünkü tıpkı Erbil gibi stratejik önemi olan ve “Siyon Kürdistanı” ya da “BOP Kürdistanı”nın kalelerinden biri daha tehlike altında.

Irak İslam Devleti savaşçıları, köy köy zaptederek Kobani’nin merkezine kadar inmişti ki, anında “Amarıgan” uçakları bölgeyi bombardımana tuttu. Bölge derken, IŞİD mevzilerini bombardımana tuttu.

Kobani isimli yerleşim yerindeki ABD işbirlikçisi Kürt mevzileri, tıpkı Erbil‘de olduğu gibi “Amarıgan” uçakları tarafından kurtarıldı.

Erbil’de de aynı şey oldu, Kobani’de de.

Sonrakilerde de aynı şeyler olacak…

Vatansever Arab, Türkmen, Türk, Kürt ölürken, toprağı yağmalanırken, ırzına geçilirken gık çıkmayacak ama ABD işbirlikçisi “BOP Kürdistanı” veya “Siyon Kürdistanı” Kürtlerinin, burunlarının kanamasına bile tahammül edemeyecekler…

Vatansever Türk, Kürt, Arab…

Önlerine kim çıkarsa çıksın yakıp yıkacak Haçlı uçakları.

Hesap bu…

Kardeşlik böyle bir şey…

Bu arada, “hep Amarıgan oyunları bunnar” cılara birkaç soru soralım…

Bu “Amarıgan” uçaklarını, ABD işbirlikçisi Kürt örgütlerini ve Peşmerge çetelerini, dedikleri gibi “Irak’ın birliği(!) ve bütünlüğü(!) adına” Arab ve Türkmen yerleşim yerlerini savunurken gören oldu mu?

“Amarıgan’ın” kayığına binenler kimlerdir?

Kimler orta doğuda 30 yıldır “Amarıga’nın” karakol görevini yapmaktadır?

Saddam, “Irak’ın parçalanması için” idam edilirken; dün ve bu gün, güya Irak’ın birliği ve bütünlüğünden bahseden Barzani gibilerin neden kılına bile zarar gelmemiştir?

Kimler onlarca yıldır orta doğuda “Amarıga” tarafından parayla, silahla desteklenmektedir?

Biraz da bunları sorun bakalım.

Biz hep sorduk, hep te sormaya devam edeceğiz.

Bunları ne kadar unutturmaya ve gizlemeye çalışırsa çalışsınlar asla unutulmayacak!

Bütün bunların yanında…

Daha önce, ABD ve tüm Batılı işgal devletlerini bölgemizden def edecek bir “Türk Kürdistanı” fırsatını tepen “yetkili” ahmakların; şimdi öküzün treni seyretmesi misali, Arab ve Türk’ün bağrında yeşertilen “BOP Kürdistanı” inşaatını seyretmelerini yazacak bir tarihçi elbet çıkacaktır.

Çünkü tarih asla unutmaz!

Kaynak: Adımlar Dergisi

Cemil Bayık: Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz
03 Kasım 2014



PKK'nın başındaki isim Cemil Bayık: Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir gidiş var.

PKK'nın başındaki isim PKK'nın başındaki isim Cemil Bayık'tan Çözüm süreci, Kobani ve AKP hakkında gündem yaratacak açıklamalar geldi. Avusturya gazetesine konuştu ve çözüm süreci için ABD'nin gözlemci olmasını istedi.

Bayık'ın tehditlerle yüklü açıklamalarında doğrudan hedefi Erdoğan oldu. Cemil Bayık, "Erdoğan’ın yürüttüğü politika Türkiye’nin izolasyonuna ve ülke içinde bir iç savaşa götürüyor” dedi.

Avusturya gazetesi Der Standard’dan Michael Völker’e konuşan Cemil Bayık, Türkiye'ye yönelik IŞİD üzerinden karalama kampanyasına devam etti.

Türkiye'den Kuzey Kürdistan diye söz eden Cemil Bayık, çözüm sürecinin Kobanê’den bağımsız ele alınamayacağını söyledi. AKP'nin politikalarına ağır bir dille yüklenen Cemil Bayık, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alarak şunları söyledi;

“Eğer AKP, DAİŞ’in siyasetini destekliyorsa, bu siyasetin barış için olmasını beklemek oldukça ‘safçadır’. Erdoğan’ın yürüttüğü politika Türkiye’nin izolasyonuna ve ülke içinde bir iç savaşa götürüyor.”

AKP KANDIRDI

Çözüm süreci konusunda AKP'yi eleştiren Cemil Bayık şunları söyledi;

“AKP’den sadece boş vaatler geldi. AKP herkesi kandırdı; sorunu çözmek gibi bir meselesi yok. PKK’yi yok etmek için zamana oynuyor. Türkiye’nin direnişe tahammülü yok; sivil halka karşı, eylemlere, eleştiri yapan gazetecilere ve muhalefete karşı sertlikle cevap veriyor. Ve AKP, tüm devlet aygını kontrolü altına almaya çalışıyor.”

KANDİL ÇÖZÜM SÜRECİNİ BİTİRDİ Mİ?

Çözüm sürecinin çok kritik bir aşamada olduğunu yineleyen KCK Eşbaşkanı, kendilerinin adım atılması yönündeki taleplerine karşılık, Türkiye’nin buna hazır olmadığını kaydetti.

Bayık, kendilerinin tekrar Türkiye’ye karşı savaşmak gibi bir niyetleri olmadığını, ancak ‘tek yanlı çabaların da bir sınırı olduğu’ söyledi.

Halka yönelik saldırıların devam etmesi durumunda PKK'nın tekrar devreye gireceğini belirten Bayık, “tüm dünya bizim 2013 Newroz’unda ateşkes istediğimize, sorun barışçıl bir biçimde çözmek istediğimize şahittir. Ama Türkiye bize başka seçenek bırakmazsa, kendimizi savunuruz” şeklinde konuştu.

TÜRKİYE'Yİ BEKLEMEYİZ

Türkiye’nin oyalayıcı politikalarına karşı daha fazla beklemelerinin ‘teslimiyet’ anlamına geldiğini dile getiren Bayık, kimsenin ‘Kürtlere yönelik baskılardan doğan bir hareketten teslim olmasını beklememesini ve kendilerinin de bunu asla kabul etmeyecekleri’ni söyledi.

ABD ÇÖZÜM SÜRECİNE GÖZLEMCİ OLSUN

Gelinen noktada üçüncü bir gücün çözüm sürecine gözlemci olmasını istediklerini söyleyen Cemil Bayık, ”Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz, ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir gidiş var" dedi.

KOBANİ TÜRKİYE'YE BAŞKALDIRI

Kobani'nin Türkiye'ye karşı Kürtlerin başkaldırısı olduğunu söyleyen Bayık şöyle konuştu;

-“Kobanê’de yeni bir özgürlük hareketi doğuyor ve Kürtler de bu şehrin arkasında birleşiyorlar. Bu direniş kamuoyunu ve uluslararası toplumu da etkiliyor ve aynı zamanda Türkiye’ye yönelik de bir başkaldırıdır. Şimdi ciddi ciddi PKK’nin nihayet terörist örgütleri listesinden çıkarılması tartışılıyor. Bizler barış sürecinin devamını istiyoruz ve bu da bir taktik değil. Bizler bu sorunun sadece barışçıl yönden çözülebileceğini düşünüyoruz. Yıllarca savaşıldı. Ne Türkiye ne de biz bu savaşla amacımıza ulaşamadık. Savaş ile çözüm olmaz ve bundan dolayı siyasi bir çözüm olması gerekiyor. Şimdi tam da bir adım atılmasının zamanı geldi.”

KOBANI SAVAŞI PKK'NIN RESMİNİ DÜZELTTİ

Cemil Bayık, Kürt sorununun aynı zamanda uluslararası bir sorun olduğunu kaydetti. Bayık “Bu savaşın artık PKK’nin (gerçek) resmini düzelttiğine inanıyoruz. Kürt sorunu sadece Türkiye’nin sorunu değil, uluslararası bir sorundur ve çözümü de uluslararası olmalıdır. PKK bu sorunun çözümünün parçası olacaktır. Kürtler, Ortadoğu’da belirleyici bir güçtür. Kürtlerin zamanla kazandığı organize olma yeteneği büyük oranda PKK’nin etkisi sayesinde olmuştur. Kürtlerin katılmazsa, Kürtler içine alınmazsa, Ortadoğu’daki sorunlar çözülemez. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi için Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor" dedi.
Türkiye’nin IŞİD'e destek vererek Kobanê’deki savaşı kızıştırdığını öne süren Bayık, “Türk özel birlikleri DAİŞ (IŞİD) teröristleri ile ortak çalışıyorlar. Güney Kürdistan’da otonom bir bölge oluştu ve sırada Rojava var. Ondan sonrasında ise Türkiye var ve Kürtlere bir statü tanıması gerekiyor. Türkiye ise bunu tüm imkanlarını kullanarak engellemeye çalışıyor. Türkiye, Suriye’de (Rojava’da) geliştirilen oluşumları yok etmek istiyor ve bunun için ise DAİŞ kullanıyor. DAİŞ üzerinden Ortadoğu’daki etkinliğini güçlendirmek istiyor. Bunun yanında Kürtler de kurban edilmek isteniyor. "

TÜRKİYE TAKTİK DEĞİŞTİRDİ

Der Standard muhabirinin, ‘Türkiye’nin Peşmergelerin Kobanê’ye geçişine izin verdiğine’ yönelik hatırlatması üzerine Bayık, bunun hem Kobanê direnişiyle şehrin düşmemesi hem de uluslararası baskının sonucu geliştirilen bir taktik değişikliği olduğunu iddia etti.

Bayık, şöyle dedi:

-“Türkiye’nin Kobanê’nin düşmesine yönelik planı başarısız olunca ve ABD ile Avrupa eliyle uluslararası baskı büyüyünce, Türkiye taktiğini değiştirdi. Bu taktiğin bir parçası da, Peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) temsilcilerinin Kobanê’ye geçmesine müsaade edilmesiydi. Erdoğan başlangıçta uluslararası koalisyonun DAİŞ’e karşı olduğu gibi YPG ve PKK’yle de mücadele edilmesini talep ediyordu. Amerikalılar bunu kabul etmedi; YPG’yi desteklediler. Türkiye’nin taktiğini değiştirmesinde ABD’nin büyük payı var.”

TÜRKİYE’NİN DİPLOMATİK YENİLGİSİ

ABD’nin bizzat YPG güçlerine silah gönderdiğini hatırlatan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, bu durumun Türkiye’nin diplomatik yenilgisi anlamına geldiğini söyleyerek şöyle devam etti:

-“(YPG’ye silah yardımı) Türkiye için çok büyük bir yenilgidir. ABD ve Avrupa ile Türkiye’nin hedefleri arasında ciddi karşıtlıklar var. ABD ve Avrupa, DAİŞ’e karşı savaşılmasını isterken, Türkiye buna karşın DAİŞ’i destekliyor ve Kürtlere karşı harekete geçiyor. Türkiye bunu yaparak Amerikalı ve Avrupalılar için bir yük haline geldi.

PEŞMERGEYLE SORUN ÇIKARACAKLAR

Türkiye şimdi başka bir biçimde denemek istiyor. Kobanê’ye saldırılarla Kürtlerin birleştiğini ve daha da güçlendiğini gördü. Şimdi ise, Peşmergenin Kobanê’deki varlığı üzerinden Kürtler arasında sorun çıkartmayı umuyor.

Türkiye, peşmergelerin geçişine izin vererek, Kürtler arasında çatışmayı provoke etmek ve Peşmerge ile YPG’yi birbirine karşı kullanmayı istiyordu. Ama bu tutmadı, Kürtler bu tür oyunlara gelmezler.”'tan Çözüm süreci, Kobani ve AKP hakkında gündem yaratacak açıklamalar geldi. Bayık, Avusturya gazetesine konuştu ve çözüm süreci için ABD'nin gözlemci olmasını istedi.

Bayık'ın tehditlerle yüklü açıklamalarında doğrudan hedefi Erdoğan oldu. Cemil Bayık, "Erdoğan’ın yürüttüğü politika Türkiye’nin izolasyonuna ve ülke içinde bir iç savaşa götürüyor” dedi.

Avusturya gazetesi Der Standard’dan Michael Völker’e konuşan Cemil Bayık, Türkiye'ye yönelik IŞİD üzerinden sert açıklamalarına devam etti.

Türkiye'den Kuzey Kürdistan diye söz eden Cemil Bayık, çözüm sürecinin Kobanê’den bağımsız ele alınamayacağını söyledi. AKP'nin politikalarına ağır bir dille yüklenen Cemil Bayık, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alarak şunları söyledi;

“Eğer AKP, DAİŞ’in siyasetini destekliyorsa, bu siyasetin barış için olmasını beklemek oldukça ‘safçadır’. Erdoğan’ın yürüttüğü politika Türkiye’nin izolasyonuna ve ülke içinde bir iç savaşa götürüyor.”

AKP KANDIRDI

Çözüm süreci konusunda AKP'yi eleştiren Cemil Bayık şunları söyledi;

“AKP’den sadece boş vaatler geldi. AKP herkesi kandırdı; sorunu çözmek gibi bir meselesi yok. PKK’yi yok etmek için zamana oynuyor. Türkiye’nin direnişe tahammülü yok; sivil halka karşı, eylemlere, eleştiri yapan gazetecilere ve muhalefete karşı sertlikle cevap veriyor. Ve AKP, tüm devlet aygını kontrolü altına almaya çalışıyor.”

KANDİL ÇÖZÜM SÜRECİNİ BİTİRDİ Mİ?

Çözüm sürecinin çok kritik bir aşamada olduğunu yineleyen KCK Eşbaşkanı, kendilerinin adım atılması yönündeki taleplerine karşılık, Türkiye’nin buna hazır olmadığını kaydetti.

Bayık, kendilerinin tekrar Türkiye’ye karşı savaşmak gibi bir niyetleri olmadığını, ancak ‘tek yanlı çabaların da bir sınırı olduğu’ söyledi.

Halka yönelik saldırıların devam etmesi durumunda PKK'nın tekrar devreye gireceğini belirten Bayık, “tüm dünya bizim 2013 Newroz’unda ateşkes istediğimize, sorun barışçıl bir biçimde çözmek istediğimize şahittir. Ama Türkiye bize başka seçenek bırakmazsa, kendimizi savunuruz” şeklinde konuştu.

TÜRKİYE'Yİ BEKLEMEYİZ

Türkiye’nin oyalayıcı politikalarına karşı daha fazla beklemelerinin ‘teslimiyet’ anlamına geldiğini dile getiren Bayık, kimsenin ‘Kürtlere yönelik baskılardan doğan bir hareketten teslim olmasını beklememesini ve kendilerinin de bunu asla kabul etmeyecekleri’ni söyledi.

ABD ÇÖZÜM SÜRECİNE GÖZLEMCİ OLSUN

Gelinen noktada üçüncü bir gücün çözüm sürecine gözlemci olmasını istediklerini söyleyen Cemil Bayık, ”Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz, ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir gidiş var" dedi.

KOBANİ TÜRKİYE'YE BAŞKALDIRI

Kobani'nin Türkiye'ye karşı Kürtlerin başkaldırısı olduğunu söyleyen Bayık şöyle konuştu;

-“Kobanê’de yeni bir özgürlük hareketi doğuyor ve Kürtler de bu şehrin arkasında birleşiyorlar. Bu direniş kamuoyunu ve uluslararası toplumu da etkiliyor ve aynı zamanda Türkiye’ye yönelik de bir başkaldırıdır. Şimdi ciddi ciddi PKK’nin nihayet terörist örgütleri listesinden çıkarılması tartışılıyor. Bizler barış sürecinin devamını istiyoruz ve bu da bir taktik değil. Bizler bu sorunun sadece barışçıl yönden çözülebileceğini düşünüyoruz. Yıllarca savaşıldı. Ne Türkiye ne de biz bu savaşla amacımıza ulaşamadık. Savaş ile çözüm olmaz ve bundan dolayı siyasi bir çözüm olması gerekiyor. Şimdi tam da bir adım atılmasının zamanı geldi.”

KOBANI SAVAŞI PKK'NIN RESMİNİ DÜZELTTİ

Cemil Bayık, Kürt sorununun aynı zamanda uluslararası bir sorun olduğunu kaydetti. Bayık “Bu savaşın artık PKK’nin (gerçek) resmini düzelttiğine inanıyoruz. Kürt sorunu sadece Türkiye’nin sorunu değil, uluslararası bir sorundur ve çözümü de uluslararası olmalıdır. PKK bu sorunun çözümünün parçası olacaktır. Kürtler, Ortadoğu’da belirleyici bir güçtür. Kürtlerin zamanla kazandığı organize olma yeteneği büyük oranda PKK’nin etkisi sayesinde olmuştur. Kürtlerin katılmazsa, Kürtler içine alınmazsa, Ortadoğu’daki sorunlar çözülemez. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi için Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor" dedi.
Türkiye’nin IŞİD'e destek vererek Kobanê’deki savaşı kızıştırdığını öne süren Bayık, “Türk özel birlikleri DAİŞ (IŞİD) teröristleri ile ortak çalışıyorlar. Güney Kürdistan’da otonom bir bölge oluştu ve sırada Rojava var. Ondan sonrasında ise Türkiye var ve Kürtlere bir statü tanıması gerekiyor. Türkiye ise bunu tüm imkanlarını kullanarak engellemeye çalışıyor. Türkiye, Suriye’de (Rojava’da) geliştirilen oluşumları yok etmek istiyor ve bunun için ise DAİŞ kullanıyor. DAİŞ üzerinden Ortadoğu’daki etkinliğini güçlendirmek istiyor. Bunun yanında Kürtler de kurban edilmek isteniyor. "

TÜRKİYE TAKTİK DEĞİŞTİRDİ

Der Standard muhabirinin, ‘Türkiye’nin Peşmergelerin Kobanê’ye geçişine izin verdiğine’ yönelik hatırlatması üzerine Bayık, bunun hem Kobanê direnişiyle şehrin düşmemesi hem de uluslararası baskının sonucu geliştirilen bir taktik değişikliği olduğunu iddia etti.

Bayık, şöyle dedi:

-“Türkiye’nin Kobanê’nin düşmesine yönelik planı başarısız olunca ve ABD ile Avrupa eliyle uluslararası baskı büyüyünce, Türkiye taktiğini değiştirdi. Bu taktiğin bir parçası da, Peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) temsilcilerinin Kobanê’ye geçmesine müsaade edilmesiydi. Erdoğan başlangıçta uluslararası koalisyonun DAİŞ’e karşı olduğu gibi YPG ve PKK’yle de mücadele edilmesini talep ediyordu. Amerikalılar bunu kabul etmedi; YPG’yi desteklediler. Türkiye’nin taktiğini değiştirmesinde ABD’nin büyük payı var.”

TÜRKİYE’NİN DİPLOMATİK YENİLGİSİ

ABD’nin bizzat YPG güçlerine silah gönderdiğini hatırlatan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, bu durumun Türkiye’nin diplomatik yenilgisi anlamına geldiğini söyleyerek şöyle devam etti:

-“(YPG’ye silah yardımı) Türkiye için çok büyük bir yenilgidir. ABD ve Avrupa ile Türkiye’nin hedefleri arasında ciddi karşıtlıklar var. ABD ve Avrupa, DAİŞ’e karşı savaşılmasını isterken, Türkiye buna karşın DAİŞ’i destekliyor ve Kürtlere karşı harekete geçiyor. Türkiye bunu yaparak Amerikalı ve Avrupalılar için bir yük haline geldi.

PEŞMERGEYLE SORUN ÇIKARACAKLAR

Türkiye şimdi başka bir biçimde denemek istiyor. Kobanê’ye saldırılarla Kürtlerin birleştiğini ve daha da güçlendiğini gördü. Şimdi ise, Peşmergenin Kobanê’deki varlığı üzerinden Kürtler arasında sorun çıkartmayı umuyor.

Türkiye, peşmergelerin geçişine izin vererek, Kürtler arasında çatışmayı provoke etmek ve Peşmerge ile YPG’yi birbirine karşı kullanmayı istiyordu. Ama bu tutmadı, Kürtler bu tür oyunlara gelmezler.”
Kaynak: Cumhuriyet

Selahattin Demirtaş'a uçakta tepki: ABD’ye gidip talimat mı aldın, insanları sokağa döktün. Katil
04 Kasım 2014



Geçtiğimiz perşembe günü Diyarbakır’dan uçakla Ankara’ya giden HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, 6-7 Ekim’deki Kobani olaylarında çocuğu yaralanan bir yolcunun tepkisiyle karşılaştı. Yolcu, “Senin yüzünden çocuğum hastanede yatıyor” sözleriyle Demirtaş’ın üstüne yürümek istedi.

Geçtiğimiz perşembe günü Diyarbakır’dan Ankara’ya uçakla seyahat eden HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile bir yolcu arasında çıkan Kobani olayları tartışması karakolluk oldu.

"İNSANLARI SOKAĞA DÖKTÜN"

Edinilen bilgilere göre, bir özel havayolu şirketine ait 21.20 uçağında eşiyle birlikte üçüncü sırada Ankara’ya seyahat eden bir erkek yolcu, ilk sırada oturan HDP Lideri Selahattin Demirtaş’la tartıştı. Diyarbakır’da 6-7 Ekim’de Kobani olaylarında oğlunun yaralandığını ileri süren yolcu, uçağın Ankara Esenboğa Havaalanı’nda aprona yanaştığı sırada Demirtaş’a “Senin yüzünden oğlum yaralandı, evde yatıyor. Amerika’ya gidip talimat mı aldın, insanları sokağa döktün. Katil, sıra 1 Kasım’da mı?” diye bağırdı.

KORUMA MÜDAHALE ETTİ

Demirtaş ise “Terbiyesizlik yapma” diye karşılık verdi. Uçakta bulunan yolcular, tepki gösteren kişinin Demirtaş’ın üzerine yürümesi üzerine Demirtaş’ın, korumasından müdahale etmesini istediğini aktardılar. Korumanın tutarak sakinleştirmeye çalıştığı yolcuya Demirtaş’ın, “Dışarıda görüşelim” dediğini anlatan görgü tanıkları, şahsın hakaret ederek “Senin kayınpederinin apartmanında oturuyorum, ne yapabilirsin, gel görüşelim” diyerek adresini verdiğini öne sürdüler.

AKP'Lİ VEKİL ARAYA GİRDİ

Tartışmanın büyümesi üzerine uçakta bulunan AKP Diyarbakır Milletvekili Süleyman Hamzaoğlu, araya girerek tarafları sakinleştirmeye çalıştı ve olayın büyümesini önledi. Demirtaş’ın korumasının talebi üzerine aprona çağrılan polisler, eşiyle birlikte seyahat eden kişiyi gözaltına aldı.
Kaynak: Karşı Gazete

Etnik Kürtçülüğün Amerikan İşbirlikçiliğini İzâh Zorluğu
Cüneyt Karan
7 Kasım 2014



HDP milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü, Sebahat Tuncel ve Levent Tüzel, İstiklal Caddesi’ndeki Divriği Kültür Derneği’nde, 15-16 Kasım’da Ankara’da düzenlenecek Halkların Demokratik Kongresi‘ne ilişkin basın toplantısı düzenledi.

HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, kongreyle yeni bir süreç başlatacaklarını anlatarak, “Yeni yönetimi belirleyeceğiz. Barış meselesi en önemli çalışmalardan biri olacak. Herkes barışa mahkûm” diye konuştu.

Tuncel, bir gazetecinin, “PKK, on binlerce insanı öldüren ABD’den silah yardımı istedi. Buna ne diyorsunuz?” sorusu üzerine, “IŞİD orada ağır silahlarla saldırıyor. Kürtlerin eşit şartlarda savaşmak içim yardım istemesini çelişki olarak görmüyorum. IŞİD’e karşı eşit savaşmak, oradaki halkların yaşam güvencesi için normal bir durum” diyerek, Amerikan işbirlikçiliğini savunmaya kalktı.

Tuncel, aynı gazetecinin, “Hem IŞİD’e ABD silah verdi diyorsunuz, hem de ABD’den silah istiyorsunuz” ifadeleri üzerine, “Bunu isterseniz toplantı bittikten sonra baş başa konuşalım” diyerek, Amerikan işbirlikçiliğini kamuoyuna izâh etmede zorlandığını gösterdi.

Apaçık sorulan bir soruyu, Tuncel’in, temsil ettiği etnik bölücü yapılanma adına, “mırın-kırın” ederek geçiştirmeye çalışması, aslında işbirlikçiliği itiraf etmekten başka ne mânâya gelir ki?

Bu sorudan önce, herkesi, “barışa mahkûm” ilân eden kendileri, niçin Amerika’ya karşı olmak temelinde İslâm Devleti ve bölgedeki diğer anti-emperyalist unsurlar ile bir barış sağlamayı, ittifak kurmayı, Amerika’ya karşı güç birliğine gitmeyi düşünmüyorlar o zaman?

Amerikan işbirlikçiliği temelindeki bir barış, barış mıdır ki?

Bu olsa olsa, bu topraklara ihaneti “barış” adı altında sunmaktır.

Bu topraklarda barış, her kesimin Amerika’ya karşı ittifakı üzerine tesis edilebilir. Amerikan kuyrukçuları ile barış filan olmaz, savaş olur ancak.

Amerikan kuyrukçularının kendi aralarında yapacağı barışın adına, Amerika adına bu topraklara ihanet etmek için ortaklık kurmak denir ancak.

Amerikan’ın “stratejik ortakları”nın kendi aralarında yapacakları anlaşmayı bu millet kabul etmez. Kabul etmediğinden dolayıdır ki geçtiğimiz ay teşebbüs edilen kalkışmaya bu millet pabuç bırakmamış, “geleceğiniz varsa, göreceğiniz de var!” diyerek, meydanları Amerikan işbirlikçisi etnik bölücü teröre teslim etmemiştir, etmeyecektir.

KAYNAK: ADIMLAR

Amerika İşbirlikçiliği Kürtleri Kurtarabilir mi?
Hasan Yılmazer
14 Kasım 2014



Kürtler, Ortadoğu’nun en mağdur milletidir. Osmanlı'nın yıkılmasından sonra Batılı emperyalist güçlerin yardımıyla Osmanlı’nın şemsiyesi altında yaşayan birçok kavim, devlete kavuştu. Ancak, emperyalist güçler, bunu çok görmüş olacaklar ki, her zaman Kürtlere ihanet edip bu türden girişimlerin önünde engel oldular.

Defalarca darbe yemelerine ve ihanete uğramalarına rağmen, Kürtlerin önemli bir kısmının eteğine sıkıca yapıştığı Amerika’nın eski ağabeyi İngiltere, bir zamanlar üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk olarak nitelendiriliyordu. Ortadoğu’daki bütün kavimlerle anlaşıp onları razı etmeye çalışan zamanın emperyalist gücü, Kürtleri her zaman ötekileştirip ihanet etti. İngiltere ile Fransa’nın 29 Nisan 1916’da tevaffuk ettiği Sykes–Picot anlaşmasıyla Ortadoğu toprakları emperyalist güçler tarafından parsellenirken Kürtlerin yaşadığı coğrafya dört ülke arasında paylaşılıyordu. O tarihten sonra Sykes–Picot anlaşmasıyla tayin edilen sınırlarda kimi değişiklikler yapılmasına rağmen, emperyalist güçlerin bu şekilde uygun görmesiyle Kürtlerin parçalanmışlığı ve karşılaştıkları zulüm bugüne kadar devam etti.

Kürtlerin o günkü rehberleri emperyalist güçlerin ne kadar kötü ve şeytan ruhlu olduğunu bildiklerinden hiçbir zaman güvenmediler. Çoklarının İngiltere’ye yaranmak için eşiğini paspasladığı dönemlerde yoksul ve mağdur durumdaki Müslüman Kürtler, emperyalist güçlere boyun eğmemenin cezasını çektiler.

Irak, Birleşik Krallık Mezopotamya Mandası yönetimi altındayken 1920’de Kürtlerin rehberlerinden Mahmut Berzenci bölgeyi istediği gibi evirip çeviren İngiltere’nin boyunduruğuna girmeyi kabul etmedi. İşgalci Haçlı gücü olarak nitelendirdiği İngiltere’ye karşı kıyam etti. Berzenci’nin kabilelerden topladığı kuvvetler İngiliz ordusuyla çatıştılar. Düşmanın askeri açıdan güçlü olması nedeniyle fazla tutunamayan Müslüman Kürt güçleri geri çekilmek zorunda kaldılar. Ancak Berzenci pes etmedi. 1923 ve 1932’de birer kez daha kıyam etti. Her seferinde kıyam hareketleri güç kullanılarak bastırıldı.

Kürtler zalim diktatörlerin baskısı altında ezilirken dünyanın hakim gücü olduklarını iddia eden Batılılar tarafından her zaman güçlü düşmanın zulmüne terk edildiler. Örneğin Sovyetler Birliğinin İran’ı işgal ettiği dönemde İran Kürtleri Kadı Muhammed öncülüğünde İran Şahına karşı ayaklanmış, 1946’da Mahabad Kürt Cumhuriyetini kurmuşlardı. Sovyetlerin İran hükümetiyle anlaşıp 1947 yılında İran’ı terk ederek Kürtleri İran Şahının inisiyatifine terk etmesi üzerine İran ordusuyla savaşan Kürtler, güçlü İran ordusu karşısında tutunamadılar. Kürtlerin yıllarca dost diye nitelendirdiği Sovyetlerin ihaneti neticesinde Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkıldı ve yöneticileri idam edildi.

Bundan sonra ihanet sırası kendisini dünyanın hâkimi gören Amerika’ya geçmişti. İran–Irak savaşının devam ettiği sekiz yıl boyunca Amerika Saddam’ı destekledi. 1986–1989 yılları arasında Saddam’ın başlattığı Enfal operasyonları neticesinde 150 bin Kürt vahşice katledildi. Katliam neticesinde 100 bin Kürt kadını dul kalırken, yüz binlerce çocuk yetim bırakıldı. On binlerce Kürt, rejim güçleri tarafından kaybedildi. Uluslararası Af Örgütü 1988 yılında Saddam rejimi tarafından ortadan kaybolan 17 binden fazla kişinin ismini tespit etti. Yine Amerika’nın desteklediği, Batı ülkelerinin İran’a karşı kullanması için kimyasal silahlar verdiği Saddam, 1988 yılında Halepçe’de kimyasal silah kullanmış kadın, çocuk, yaşlı beş binden fazla insan hayatını kaybetmişti. Bütün bunlar İran–Irak savaşında ciddi roller üstlenen Amerika’nın bilgisi dâhilinde yapılıyordu.

Amerika’nın dini imanı kendi menfaatidir. Birilerine güler yüz gösteriyorsa, sırtını sıvazlıyorsa ve dostluk mesajları gönderiyorsa çıkarından dolayıdır. Amerika’nın çıkarına dokunulduğu zaman hiç kimseye merhamet etmez. Ayrıca Amerika korumalığını yaptığı ve yaşatmak için çabaladığı Siyonist rejimin güvenirliğine de önem vermektedir. Eli kanlı Siyonist rejimin korunması için gerektiğinde milyonlarca insanı katledebilmektedir. Irak ve Afganistan’ın işgali ve buralarda hayatını kaybeden milyonlarca insanın katili Amerika’nın bütün bu cinayetlere bulaşmasının sebebi yine kendi menfaatleriydi. İnsanları öldürmekle dünyanın hâkimi olduğunu göstermeye çalışıyor ve bu yolla Müslüman halkların kaynaklarını sömürüyordu.

İnsanlığa karşı cinayetler işleyen Amerika, ihtiyaç duyduğunda kullanmak amacıyla son yıllarda yeni müttefikler edinmektedir. Güçlü destekçilere ihtiyaç duyan Kürtlerin belini sıvazlayarak bir taraftan göz kırparken diğer taraftan düşmanlarını ya da yaramazlık yapan muhaliflerini cezalandırmak için güçlerinden istifade etmeye çalışmaktadır.

Ortadoğu’da birilerine bel bağlamadan bir yere ulaşamayacağına inanan ve Amerika’ya dayanarak bir şeyler yapılabileceğini düşünen Barzani’nin bugüne kadar Amerika’nın Kürtlere yaptığı ihanetlere rağmen bu ülkenin eteklerine sıkıca sarıldığı görülmektedir. Bütün bu ihanetlere rağmen anti Amerikancı yönü olmayan Barzani’nin bu emperyalist güce sarılması çok fazla garipsenmeyebilir. Ancak yıllarca emperyalizme karşı olduklarını ifade eden, Barzani’yi Amerika ajanlığıyla suçlayan, Amerika emperyalizminin Kürtlerin en büyük düşmanı olduğunu dillendiren PKK’nin kurtarıcı olarak Amerika’nın eteklerine sarılması ve son günlerde PKK'cilerde zirve yapan Amerika hayranlığı birçoklarını şaşırtıyor. İş sadece hayranlıkla da kalmıyor. Yıllarca sosyalizm hikâyeleri anlatan ve Amerika’ya ateş püskürtenler bugünlerde yeni patronlarından aferin almak için büyük bir koşuşturma içindeler. İnsanlığa, özellikle de Kürtlere bunca ihaneti yapan Amerika’yı Kürtlerin biricik dostu ve hamisi görüyorlar.

Belki de Amerika’nın önünde yapılan secdeler, bu ülkenin PKK’yi Daiş belasından kurtarmak için Kobani’de havadan yaptığı bombardımana karşılıktır. Yani minnet borcundan kaynaklanan çabalar olabilir. Öyle de olsa taparcasına bağlanan PKK’nin bundan böyle Amerika’nın çıkar bekçisi olduğu anlaşılmaktadır. Zira yukarıda bahsedildiği gibi Amerika, menfaatinin dostu olup çıkarları için kendini feda edecek gönüllü askerlere ihtiyacı var.

Emperyalist güçlere güvenenler ve onlara uşaklık yapanlar hiçbir zaman zillet kemendini boyunlarından çıkaramazlar. Emperyalist güçlerin kodları zulüm üzerine bina edildiğinden kötülükten başka verecek bir şeyleri yoktur. Kürtlerin kurtuluşu emperyalistlere uşaklıkta değil, inanç ve kültürlerinin köklerindedir. Başka yerdeki çabaları zillet ve çöküştür.

(Hürseda Haber)

Diyarbakır'da bazı parti ve dernekler 'Kürdistan' bayrağı astı
16 Kasım 2014



Diyarbakır'da adında 'Kürdistan' kelimesi geçen parti ve dernekler kurulurken, balkonlara halen Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nin kullandığı 'Kürdistan' bayrakları asılıyor.

Kürdistan Gençlik Hareketi Derneği örgütlenme sorumlusu Roger Cağer, bağımsız bir Kürdistan'ı savundukları için bürolarının balkonuna Kürdistan bayrağı astıklarını söyledi. Daha önce birçok kişinin ceza almasına yol açan 'Kürdistan' kelimesi ile 'Kürdistan bayrağı' çözüm süreciyle birlikte artık tabu olmaktan çıktı. 1946 yılında İran'da kurulan Mahabat Kürt Cumhuriyeti tarafından kullanıldıktan sonra bütün Kürtler tarafından kabul edilen yeşil, kırmızı, beyaz zemin üzerinde güneş bulunan Kürdistan bayrağı, artık bu isimle kurulan parti ve dernekler tarafından da kullanılıyor.
Cumhuriyet

ALİ K@S@P ‏@AKasap07 1 sa.1 saat önce
PYD/PKK 'nın İngiliz, ABD, İsrail ve Alman savaşçıları:

_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Arl 07, 2014 1:02 am    Mesaj konusu: KÜRT NE İSTİYOR? Şamil İğde Alıntıyla Cevap Gönder

KÜRT NE İSTİYOR?
Şamil İğde



IŞİD’in Irak operasyonu öncesinde, Türkiye-ABD-İran-Peşmerge arasında sıkışan ve Türk topraklarında, çözüm süreci dayatmasına boyun eğerek, artık pek te işe yaramayan askeri varlığından çok, siyasi kadrolarıyla varlığını sürdürmeye razı olan PKK’nın, bir ABD karakolu olarak inşa edilen BOP Kürdistanı’nda, vatandaşlık dışında yerinin olmadığı artık apaçık görünür hale geldi.

Türk Milleti tarafından, mahiyeti tam olarak bilinmese de, AKP ve ABD yetkililerininkendilerinden gayet emin bir duruş ve inatla, PKK özelinde yürüttükleri çözüm sürecinin; bir yandan ABD destekli Barzani’nin Kürdistan liderliğini, bir yandan da PKK’yı orta ve uzun vadede BOP Kürdistanı’na zorla katmayı hedeflediği anlaşılıyor.

PKK’nın liderliğinin ise bu gidişatı tahlil etmekte zorlandığı, anlayamadığı ve yeni şartları algılayamayıp, yeni durumlar ve şartlara göre yeni stratejiler geliştiremediği; sadece, bir güç olduklarını ve kendileri dışlanarak yürütülen politikalar için tehdit unsuru olmaya devam ettiklerini hatırlatan ve etnik çatışma tehditi anlamına gelen küçük çatışmalar organize etmekten başka bir şey yapamadıkları görülüyor. Üstüne üstlük, Türkiye’de bu tip tehditlerin, tıpkı Ayn-el Arap olayları sırasında görüldüğü gibi artık etkili olmaması, PKK liderliğini şaşırtmışa benziyor.

Ama aslında şaşıracak bir şey yok. Basit ve ilkesiz faydacı hesaplarla ABD kayığına binerekişleri eskisi gibi yürütmek isteyenler, işlerin artık eskisi yürümediğini ve yürümeyeceğini yaşayarak görüyorlar.

Batılı işgal devletlerinin sebep olduğu gerek bölgesel, gerekse yerel savaşlara ve çatışmalara baktığımızda, artık eski dünyanın genel ve basit savaş kaidelerinin, neredeyse insanlık tarihi kadar eskimiş olan ilkesiz pragmatist plan, strateji ve öngörülerin, tek başlarına bir şey ifade etmediği yeni bir çağa, farkında bile olmadan girdiğimizi ve yaşıyor olduğumuzu görüyoruz.
Batılı işgalcilerin, Orta Doğu halklarının eski ilkel politik seviyesindeki basit “al gülüm, ver gülüm” hesaplarının devri geçti. Çünkü artık ne Orta Doğu eskisi kadar ilkel; ne de Batı eskide kalmış bu ilkel seviyelerde politika yürüterek fayda devşirmeyi düşünecek kadar amatör. Kısacası her şey değişti.
Basit çete savaşı mantığı temelinde, ilkesiz pragmatist politikalar ve çatışmalar yürüterek fayda devşirmeye ve alış verişe alışmış PKK lider kadrosunun, belki de hala anlayamadığı şey işte bu; Batılı işgal, artık sadece Orta Doğu’nun eski ilkel politik seviyesinde basit çatışmalar kurgulayan bir faydacı değil, faydacının faydacılığından faydalanan bir faydacı. Hatta bu fayda ve istismar zincirini, Batı açısından sonsuz faydaya kadar uzatabilecek politikalar geliştirebilecek kadar akıllı, fırsatçı ve kurnaz.
Yani Batı, kendi stratejilerini bu “ilkesiz pragmatizm” içine yerleştiriyor. Kürt Şövenizmi de, bugün bilerek buna teşne oluyor. Mesele bu açıdan değerlendirildiğinde etnik Kürtçülüğün bugün Amerikayla aynı çizgiye düşmesinin “ilkesiz pragmatizm”in tabiî bir neticesi olduğu söylenebilir.
Ve görünen o ki, bu yeni durumu bölgede ilk gören hareket te IŞİD.
ABD ve Batılı işgalcilerin sadece basit bir alma-verme mantığı temelinde hareket etmediklerini, devletleri (IRAK) yıkılıp milyonlarca insanını kaybederken yaşayarak öğrenen IŞİD’in, hiçbir muhatap kabul etmeden kendi çizdiği sınırlar için bütün şartları zorlamasının sebebi başka neyle izah edilebilir?

Bölgedeki tüm işgalci unsurların lideri olan ABD’nin, her gün hesap, taktik, politika değiştirdiği zannı uyandıran ve IŞİD, PKK, PYD, Peşmerge, hatta AKP gibi yerel güç ve yönetim mekanizmalarını her gün yeni bir değişime zorlayan ve bu yerel güçlere her gün, yevmiyelik faydalar vaat eden sahte politik hamleleri ve söylemleri başka neyle izah edilebilir?

Aslında çok uzatmaya ve teferruatta boğulmaya gerek yok. Zira karşımızdaki manzaraya baktığımızda her şey açık açık görünüyor.

BOP’un önemli safhalarından biri olan BOP Kürdistanı’nın yönetiminde, PKK lider kadrosuna, bekledikleri seviyede yer yok. ABD, işi yeni Kürtçü kadrolar eliyle kotarmayı planlıyor.Öcalan, çoktan gözden çıkarıldı.

ABD’nin, aslında uzun zaman önce Öcalan’ı ve PKK’yı gözden çıkarması, AKP Hükümeti’nin, başına bela olan 30 yıllık PKK sorunu açısından işine geliyor ama yeni kurulacak BOP Kürdistanı’nın sınırlarının ve ABD’nin vereceği görevlerinin, ileride sebep olabileceği gelişmelerin kestirilememesi veya şimdilik tahmin edilememesi uykuları kaçırıyor. Yani AKP huzursuz.
PKK, IŞİD’in bu şeytan pazarı içerisinde yürüttüğü bağımsız politikaları ve askeri hamleleri tahlil etmekten çok uzak. Kendileri açısından bir varoluş savaşına dönüşen hadiselerden ve ABD’nin başlatıp halen sürdürdüğü “IŞİD’i şeytanlaştırma propagandasının”oluşturduğu atmosferden faydalanarak, Türk ve Arap’a yani İslam’a saldırarak, aradan sıyrılıp güçler dengesi içerisinde yer kapmayı düşünüyor.

Adımlar Dergisi’nin halka açık bir bayramlaşma toplantısında, çeşitli parti, dernek ve sivil toplum kuruluşu mensubu davetlilerin, bireysel olarak meseleler hakkında konuşmasındanbile dehşete düşen ve hadiseleri Türk faşizmi gibi son derece basit bir seviyede algılayan PKK liderliğinin, kendilerini yok etmeye karar vermiş olan ABD-AKP ve İsrail politikalarına boyun eğmesi; ancak boyun eğdiği bu politikalara karşılık olarak, varlığını sürdürmek için, Türk ile çatışmak gibi, tarihte yanlışlığına defalarca şahit olunmuş hatalı bir manevraya niyetlenmesi,ne seviyede bir siyasi-askeri tahlil yapabildikleri açısından da son derece önemli.

PKK’nın, Türk topraklarında planlı olarak çıkarttığı etnik çatışmalar ile kendini hatırlatarak Batılı işgal devletlerine varlığını yeniden kabul ettirebilme telaşı, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız ilkesiz pragmatizm hastalığının yalnızca bir işareti.

Diğer taraftan, IŞİD’in yürüttüğü Batı emperyalizmi karşıtı mücadeleyi de aynı seviyede değerlendirerek, Müslüman Arap ve hatta Müslüman Kürt ile çatışmaya giren PKK’nın,faşizm ve yobazlıkla itham ettiği halkların karşısında tarihi bir yenilgi yaşamak üzere olması; hadisenin bu yönüyle de aslında kendi katili ABD’ye yardım ediyor olması, trajik bir politik hata olarak elbette tarihe geçecek.

Yaşanan bu çatışmaların ve kâr-zarar hesaplarının ortasında, bölgedeki unsurların söz sahibi olabilmeleri, elbette siyasî ve askerî güçleriyle doğru orantılı. Ancak kâr ve zarar hesaplarını,ABD’nin muhtemel kazançlarından pay kapma üzerine kuran PKK-PYD ve Peşmerge gibi unsurların, bu muhtemel ABD kazançları gerçekleşmediği takdirde (ki gerçekleşmediği ve gerçekleşmeyeceği 1991 yılından bu yana Körfez Savaşı boyunca görüldü) yürütecekleri alternatif politikalarının ne olduğunu veya olup olmadığını Türkler ve Araplar kadar, Kürtler demerak ediyor.

Türk ve Arap’ın şehirlerine, bilinçsiz ve çok genç yaştaki Kürt çocuklarından oluşan heyecanlı gruplar salarak ve bu sayede panik havası meydana getirmeye çalışarak; hattadoğrudan doğruya Müslüman Kürtlere silahlı saldırılar tertip ederek ayakta kalabileceğini ve bölgede güçlü bir unsur olarak kendini kabul ettirebileceğini sanan PKK’nın, aynı cevvalliği ABD, NATO ve Batılı işgal devletlerine göstermemesini artık hem Türk, hem Arap, hem de Kürt halkı sorguluyor.

PKK, PYD ve Peşmerge gibi, onlarca yıldır ABD’nin muhtemel kazançları üzerinden kendilerine yol haritası çizenlerin, Sayın Salih MİRZABEYOLU’nun yıllar önce sorduğu şu soruyu kendi içlerinde cevaplamaları, hem kendileri ve hem de temsil ettiklerini iddia ettikleri Kürt halkının geleceğini inşa edecek politikaların istikametini belirleyecektir.

“Kürdün meselesi ne olmalıdır?”

Evet, Kürdün meselesi ne olmalıdır?

Bu soruyu, Kürtler olduğu kadar elbette Türkler de “Türkün meselesi ne olmadır?” şeklinde kendi içlerinde cevaplamalıdırlar.

Yazının başında dediğimiz gibi, onlarca yıldır ilkesiz pragmatist politikalar yürütenler, bu politikalara gönül verenler ve taraftarları için, ezber bozacak hakikatler konuşulmak zorunda kalınacak olan can sıkıcı bir soru olduğunun farkındayız.

Ama seviyesiz bir Türk düşmanlığı güderek emperyalist ülkelerin safında varlıklarını sürdürmeye çalışanlar ve bu ilkesiz pragmatizm hastalığı neticesinde, bir Amerikan piyadesiolarak Orta Doğu ve Anadolu’da yok olma ihtimali daha yüksek olanların, bu can sıkıcı(!) ve ezber bozan soruyu cevaplamaları bizce daha doğru olacak.

Ondan sonrası kolay…

Zaten düğüm çözüldükten sonra, diğer sorular ve gerçek meseleler birbiri ardınca gelecektir.

Türk, Arap ve Kürt’ün, ABD ve müttefiklerinin paylaşımlarından arta kalacak olan kırıntıları gagalayarak ve köle devletçikler olarak varlıklarını sürdürmeye çalışması yerine; Türk, Arap ve Kürt’ün, tüm mazlum milletleri de dahil ederek ve örneğin, dünya petrol fiyatlarını belirleyen bir İslam medeniyetinin unsurları olmasının hayali bile güzel değil mi?

ABD ve Batı emperyalizmine hangi şartlarda razı olacağımızı düşüneceğimize ve bu esaret ve işgal kuşatmasının içerisinde sıkışan diğer kardeş milletlerin yok olması üzerinden varlık planları yapacağımıza; bunun tam tersini nasıl yapacağımızı ve bu Batılı canavarın dişlerini nasıl kıracağımızı düşünmenin zamanı çoktan gelmişti, şimdiyse geçiyor.

Aslında bunlar hayal de değil, zor da değil…

Amerikan maması yiyerek semirmektense, ısırgan otu çorbası içen onurlu ve hür insanlar olunabileceğini bütün dünyaya yüzlerce yıl göstermiş insanların çocukları için çok basit şeyler bunlar.

Gerekiyorsa, yazının hepsini silelim ve çok basit bir soru soralım:
Kürt ne istiyor?

Devlet mi?

Milletleşme sürecini tamamlayan insan topluluklarının, önünde sonunda bir devlet talebiyle sahneye çıktığı ve bundan sonra da çıkacağı; bu sosyolojik gerçekliği ve vakayı anlayamayacağımız mı sanılıyor?

Öyle sanılıyorsa yanlış sanılıyor…

Mesele bu değil… Mesele, bu meseleleri bizim yerimize ABD ve Batılı işgalcilerinkonuşması, planlaması, dayatması.

Kürtün ne istediğini Kürt söylediğinde mesele olmayacaktır. Bu Arap için de geçerlidir, Türkiçin de geçerlidir.

Ama dediğimiz gibi, ABD ve Batılı işgalcilerin kayığına binerek özgürlük ve vatan arayanlar, ABD ve Batı emperyalizminin kolları arasındaki varlıklarını sürdürmek için Türk’ün varlığına kastedenler, 1000 yıldır defalarca görüldüğü gibi, yine denize dökülmektenkurtulamayacaklardır.
Adımlar Dergisi

Bayık: Çekilmeye Öcalan karar veremez
30 Kas 201



KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, PKK'nın yurt dışına çekilme kararını ne HDP ne de PKK lideri Öcalan'ın verebileceğini söyledi; "Onun kararını ancak biz veririz" dedi. Bayık, Öcalan'ın "başmüzakereci" olduğunu da belirtti.

BBC Türkçe’ye konuşan KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, PKK’nın cezaevindeki lideri Abdullah Öcalan’ın “başmüzakereci” olduğunu ancak pratiği kendilerinin yürüttüğünü söyledi. “Önder Apo'yla hareketimizin herhangi bir ilişkisi yoktur” diyen Bayık buna karşılık Öcalan ile görüşmeden hiçbir adım atmayacaklarını da belirtti ve “Hiç kimse önder Apo'yla PKK'yi birbirinden koparamaz” diye ekledi.
"Önder Apo orada çarmıkta gerilmiş durumdadır. Sürekli kameralarla izleniyor, sürekli baskı altındadır. Ellerinde rehinedir. Güya önder Apo'yla hareketi vurmaya çalışıyorlar. Bunu hiçbir zaman başaramayacaklar. Önder Apo baş müzakerecidir. Müzakereyi kabul ederlerse eşit ve özgür şartlarda bu müzakereyi yürütür. Pratiği yürüten biziz. Pratikten biz sorumluyuz, önder Apo sorumlu değil. Önder Apo'nun İmralı'da yapacağı bir şey yoktur o anlamda. Önder Apo, oradan ne hareketi yürütebilir ne pratiği yürütebilir, ne de bu konularda herhangi bir karar verebilir. Öyle bir şansı, öyle bir imkânı yoktur. Önder Apo'ya o imkânı tanımamışlardır. Önder Apo'yla hareketimizin herhangi bir ilişkisi yoktur."
Cemil Bayık, silahlı güçlerin yurt dışına çekilmesi kararını kimin alacağıyla ilgili soruya ise, "Onun kararını ancak biz veririz, başkası veremez. Ne HDP verebilir ne de önder Apo verebilir. Önder Apo rehinedir ellerinde. Önder Apo bu koşullarda hangi kararı verebilir?" diye yanıtladı.
Öcalan’ın çekilme çağrısı yapması halinde nasıl davranacakları sorusu üzerine ise, “Olamaz. Olsa da biz karar veririz. O bizi ilgilendiriyor” dedi.
Bayık ayrıca, Kandil ile İmralı arasında çelişki olduğu iddialarını da yalanladı.
Kaynak: BBC Türkçe

Öcalan: Sabrımın son sınırındayım
13 Aralık 2014



Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Genel Başkanı Hatip Dicle, çözüm süreciyle ilgili olarak Abdullah Öcalan'ın "Sabrımın son sınırındayım. Böyle sürdüremeyiz" dediğini aktardı.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Genel Başkanı Hatip Dicle, ’Demokratik Çözüm ve Müzakere Taslağı’nın herkes açısından çok iyi anlaşılması gerektiğini; Abdullah Öcalan’ın sunduğu taslağı boşa çıkarmaya kimsenin hakkı olmadığını söyledi. Dicle, "Savaş ve barış için öyle bir noktadayız ki, barış, elimizi uzatacağımız kadar yakın, ama aynı zamanda ’Sırat Köprüsü’nden de geçeceğimiz bir noktadayız. Bulunduğumuz noktanın kıymetini sadece biz değil onlar da bilmelidir" dedi.

DTK’nın 1’inci Olağan Genel Kongresi, Diyarbakır’ın merkez Kayapınar İlçesi Cegerxwin Kültür Merkezi’nde başladı. Kongreye, HDP ve DBP’li yönetici ve delgelerin yanı sıra bir süre önce Mardin Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınan ve daha sonra serbest bırakılan Yaşayan Diller Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Kadri Yıldırım da katıldı. Salonda, İmralı’da ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan ile Suriye’nin kuzeyindeki ’Rojava’ olarak bilinen Kürt bölgesinde IŞİD’e karşı savaşta ölen YPG’li Arin Mirhan’ın fotoğrafları ile ’Özgür önderlik, özgür Kurdisdan’, ’Özerk Kürdistan şiarıyla, ulusal birlik ekseninde buluşuyoruz’ pankartları asıldı. ’Kürt Milli Marşı’ olarak nitelendirilen ’Ey Rakip’in okunması ve saygı duruşu yapılarak başlanan kongrede konuşan Eş Genel Başkan Hatip Dicle, ’Kürt halk önderi’ olarak nitelendirdiği Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan sıcak ve coşkulu selamlarını ilettiğini söyledi. Dicle, "Aynı zamanda Kandil’de yıllardır Kürdistan özgürlük mücadelesini yürüten siyasi ve askeri liderlerimizin sizlere selamlarını da getirdim bunları iletmek durumundayım" diye konuşmasına başlayınca salondakiler ayağa kalkarak kendisini uzun süre alkışladı ve ’Yaşasın başkan Apo’ diye slogan attı.

"SIRAT KÖPRÜSÜ’NDEN GEÇİYORUZ"

’Çözüm Süreci’ aşamasına gelinceye kadar geçen süreçlerle ilgili değerlendirme yapan Hatip Dicle, gelinen bu kavşağın kıymetli olduğunu söyledi. Dicle, şöyle konuştu:

"Sayın Öcalan’ın en son sunduğu ve KCK’nın bütün birimlerinin kelimesine dahi dokunmadan arkasında olduğu Barış ve Demokratik Müzakere Taslağı’nın bugün kıymetini anlamak için ve bu yakaladığımız halkanın kıymetinin hem bizler, hem de hükümet ve ilgili çevreler açısından bilinmesi lazım. Bunun siyasi arka planını biz ve hükümet doğru kavrayamazsak yakaladığımız bu halkayı kaybedebiliriz. Deyim yerindeyse; öyle bir noktadayız barış ve çözüm elimizi uzattığımızda yakalayacağımız kadar yakın ama o kadar da Sırat Köprüsü’nden geçer gibi tehlikeli bir noktada."

Dicle, sürece gelinen aşamayı anlatırken, Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Türkiye’ye teslim edilmesinin altında yatan nedenin Türkiye’de bir iç savaş çıkartmak olduğunu savundu. Hatip Dicle, şöyle devam etti:

"Sayın Ecevit de demişti; ’Öcalan’ı bize niye teslim ettiler anlamıyorum’ diye. Anlamadan da vefat etti. Öcalan’ı Türkiye’ye teslim edip, Türkiye’de korkunç bir savaşı başlatmak için bu komployu kurdular. Sayın Öcalan doğru yolu gösterdi ve Türkiye’yi bu savaş ve korkunç kavganın içine düşmekten kurtardı. Aksi takdirde bugün sonuçlarının düşünelemeyecek durumda olduğu, belki de NATO’nun müdahalesini gerektiren bir süreçle karşı karşıya kalınabilirdi. NATO’nun 5’inci maddesinin ’B’ şıkkı var; Eğer ’NATO’ya bağlı bir ülkede iç savaş çıkar ve o ülke bu iç savaşı bastıramazsa NATO müdahale eder’ diye. Bu madde 1952’de konulmuş ve Türkiye’de bunun altına imza atmış. Bu tehlikeli badireden Sayın Öcalan’ı akli selim davranışı ve barış mimarlığı sayesinde Türk ve Kürt halkları çekip alınıyor."

Dicle, 2002 yılında idam cezasının kaldırılmasında sürecin farkında olan devlet güçlerinin payı bulunduğunu, o güne kadar devletin elindeki hiç bir Kürt isyan liderinin idam cezası dışında bir sonuçla karşılaşmadığını ifade ederek, "Seyit Rıza’ların, Şeyh Said’lerin nasıl oyuna getirelerek idam cezalarına çarptırıldığını hepimiz biliyoruz" dedi.

Dicle, 2004 yılında Leyla Zana’ya verilen Sakharov ödülüyle ilgili Avrupa Parlamentosu’nun kendilerine verdiği yemekte geçen bir diyalogu ilk kez aktardığını anlatırken şöyle dedi;

AMAÇ ÇÖZÜMÜ ENGELLEMEKTİ

"Hükümet de bundan ders çıkarsın. Leyla Zana’ya bir Sakharov Ödülü verilmişti. 2004’te biz de cezaevinden yeni çıkmıştık. AB Parlamento Başkanı bizi davet etmişti. Bize bir yemek verdiler. Orada sordum; ’PKK 1984’ten 1999’a kadar 15 yıl savaştı bazen sivil ölümleri de oldu, bazen biz siyasetçilerin savunamayacağı eylem de oldu. Hatta PKK’nın daha sonra mahkum ettiği eylemler oldu. Siz o dönemde PKK’yı terör örgütü listesine almamıştınız. PKK 1999’dan beri silahları konuşturmuyor, gerillalar çekildi barış ve çözüm aranıyor. Tam da bu ortamda neden PKK’yı terör örgütleri listesine aldınız? Bu barışı mı, savaşı mı teşvik ediyor? Sayın başkan açıklayabilir mi?’ diye sordum. Başkan bana dönüp, tercüman aracılığıyla ’PKK, El Kaide ile ilişki içinde olduğu istihbarat örgütleri tespit edildiği için bu listeye aldık’ dedi. Ben de güldüm. ’Felsefik olarak bu kadar karşı olduğumuz bir hareketle nasıl işbirliği yaparız. Bu gülünç bir iddadır, siz buna inanıyor musunuz’ dedim. ’Hayır inanmıyorum istihbarat örgütlerimiz böyle bilgi verdiği için inanmak ve böyle hareket etmek zorundayız’ dedi. Oradaki mesele çözümü engellemekti. Tabii ABD ve AB, PKK’yı terör örgütü listesine aldığı için Türkiye Cumhuriyeti bayram ediyordu. Oysa ruhu öldürülen barış ve çözümdü."

ÖCALAN: EN GEÇ NİSAN’A KADAR BİTMELİ

Hatip Dicle, Abdulah Öcalan’ın "Hükümete söyleyin ben kimseyi tehdit etmiyorum ama bu son şanstır. Bu barış ve demokratik çözüm taslağı üzerinde bir şekilde 4-5 aylık bir süreçte en geç Nisan 2015’a kadar tüm aşamaları bitmek zorunda. Mutlaka bir siyasi çözümü yakalamalıyız. Aksi takdirde sabrımın son sınırındayım. Böyle sürdüremeyiz. Bir hafta 10 gün sonra sizi bekliyorum" dediğini anlatırken, "14 gündür daha biz adaya gidip sayın Öcalan’a sadece Kandil’in çok şeffaf bir şekilde mesajını iletebiliriz. Hükümet bu taslak üzerine ne diyor daha bilmiyoruz" dedi.

"BULUNDUĞUMUZ NOKTANIN KIYMETİNİ HERKES BİLMELİ"

Dicle, gelinen tarihi halkayı önemsemek gerektiğini aksi takdirde 1991 yılında Sovyetler Birliği ve sosyalistlerin çözülmesinden bu yana Ortadoğu’da başlayan 3’üncü Dünya Savaşı’nın bütün komşu devletlerde alevlerini gördüklerini, Türkiye ve ’Kürdistan’ olarak nitelendirdiği Kürtler’in yaşadığı bölgelerin etkilerinin yansıdığını bu savaş sürecinin gırdabına yuvarlanabileceklerini söyledi. Dicle, şöyle dedi:

"Sayın Öcalan elinden gelen bütün çabayı sarfederek görüştüğü devlet heyetlerine bunu göstermeye çalışıyor; ’O yola girmek kimseye kazandırmaz’ diyor. ’Diyalog sürecinin müzakere sürecine evrilmemesine, bundan sonuç almamaya da izin veremeyiz’ diyor. Hükümeti uyarıyoruz. Bizim yapacağımız analizleri kendileri de yapabilir. Bulunduğumuz noktanın kıymetini bizim gibi onlar da bilmek zorundadır. Özgür irademizle bu yolda yürüyoruz. Ama, takvimi sulandırmaya, Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu taslağı boşa çıkarmaya veya oyalamaya hiç kimsenin hakkı yoktur, olamaz, kabul edilemez. İçinde bulunduğumuz sürecin kritikliği nedeniyle bunları diyorum. Dilerim sorunun muhatapları bizim gerçekten bütün Türkiye halklarına sorumluluk gereği bu kadar canı gönülden haykırdığımızı lütfen anlamalıdırlar."

"ÖZERKLİK BÜTÜN HALKLAR İÇİN OLMALI"

DTK Eş Genel Başkanı Selma Irmak ise, Kobani ve Şengal’deki IŞİD saldırılarına değinirken bu aşamadan sonra Kürtler’in statüsüz olamayacağını, devletlerinde bu eksende kendilerini gözden geçirmesi gerektiğini savundu. Demokratik özerkliği sadece Kürtler için değil bütün halklar ve inançlar için istediklerini belirten Irmak, üniter devletinde bu eksende bir reforma gitmesi gerektiğini söyledi. Irmak, "Müzakere ya ilerleyecek ve adım atılacak ya da müzakerenin rengi değişecek. Çünkü halk artık devletin bu tutumunu kabul etmeyecektir. Devlet ’süreç ilerliyor, baldıran zehiri içiyoruz’ diyor. Ama bizim gördüğümüz, kalekolların ve HES’lerin inşaatı, gençlerin katledilmesi ve tutuklamalardır. Biz bunların dışında bir şey duymuyoruz. Son iki yılda 60’a yakın yurttaş sokak ortasında polis kurşunuyla katledildi. Bunlar samimiyet değil samimiyetsizliktir. Bu yüzden diyoruz ki son görüşmedeki taslak bizim için de esastır ve bu eksende adım atılmadır. Adım atılmazsa şartlar değişecektir" ifadelerini kullandı. Irmak, 2015’te özerkliğin yaşam bulması için çaba harcanması gerektiğini belirterek, "Özerklik istiyorsak, geleceğimizi demokratikleştirmek istiyorsak en başta dilimizi öğrenmeli, onu konuşmalı ve yaşamın her alanında kullanmalıyız" dedi.
Cumhuriyet

Selahattin Demirtaş: Herkes 'Biji Obama' demiyor
18 Ocak 2015



HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş yaptığı açıklamada, "Biz ABD ile tabii ki ilişki kurarız. Bütün dünya ABD ile ilişki kuruyor. Ancak ABD'yi kurtarıcı olarak görmek söz konusu değil. Özgücümüzle siyaset yapıyoruz" dedi.

HDP lideri Selahattin Demirtaş CNN Türk'te Hakan Çelik'in sorularını yanıtlarken, Fethullah Gülen, Cizre olayları ve hükümet ile IŞİD ilişkilerine dair yorumlarda bulundu.

Demirtaş'ın konuşmasından bazı bölümler şöyle:

AKP İLE IŞİD İLİŞKİSİ BİR TELEFON MESAFESİNDE
Geçen günlerde bir astsubay sınırda IŞİD tarafından kaçırıldı. Kaşla göz arasında o astsubay geri alındı. Musul rehineleri için yaşananları da biliyoruz. Yani AKP hükümetinin IŞİD ile ilişkileri bir telefon mesafesindedir. Hatır gönül ilişkileri gelişmiş durumda. Şu anda Nusra ve IŞİD'in Suriye'deki militanlarının neredeyse tümü Türkiye üzerinden gitti. Cihatçı olduğu bilinen fişlenmiş insanlar sınır kapısından turistik geziye gidiyoruz diye geçiyorlar. Devlet de buyurun gidin turistik gezinizi yapın diye bu cihatçıların pasaportlarına damga vuruyor. Bunu kim inkâr edebilir? Sultanahmet bombacısı selefi bir İslamcı olduğu için olay hemen örtbas edildi. Ama eğer o kadın DHKP-C'li olsaydı Başbakan ve Cumhurbaşkanı gece gündüz bağıra bağıra anlatacaklardı. Ama selefi olduğu için hiç bir tepki gösterilmiyor.

HÜKÜMET CİZRE İLE HALKI BASKI ALTINDA TUTMAK İSTİYOR
Devlet içinde gerilim siyaseti ile süreci zorlayan bir çete var. Ama bunlar hükümete rağmen yapılmış şeyler değil. Hükümet Cizre ile mesaj veriyor. “İstersem bu tür güçleri halkın üstünde Demokles'in kılıcı gibi tutarım” diyor. İstediğim zaman bu güçleri devreye sokarım siz de hiç bir şey yapamazsınız diyor hükümet. Yoksa plakasız polis araçlarının sokaklarda ne işi var? Benim kişisel kanaatime göre bu hükümet ile bu anlayış ile 50 yıl müzakere edilse bile çözüm için sonuç almak gerçekçi değil. Demokrasi anlayışı bu kadar daralan barışı sağlamak kolay bir iş değil.

'BİJİ OBAMA'
Büyük kitleler “Biji Obama” diye slogan atmıyor. Kameralar karşısındaki sınırlı bir olaydı. Ama biz ABD ile tabii ki ilişki kurarız. Bütün dünya ABD ile ilişki kuruyor. Ancak ABD'yi kurtarıcı olarak görmek söz konusu değil. Özgücümüzle siyaset yapıyoruz.

RUSYA ZİYARETİ
Dünyanın her yerinde projelerimizi anlatmaya çalışıyoruz. Suriye için partimizin bir çözüm projesi var. Bunu bütün dünya ile paylaşıyoruz. Bunu gizli saklı da yapmıyoruz. Rusya ziyareti de bu temelde yapılmıştır.

'ERMENİ SOYKIRIMI'NI TEREDDÜTSÜZ KABUL EDİYORUZ
Biz hiç tereddüt etmeden Ermeni soykırımının gerçekliğini kabul ediyoruz. Kürtlerin de herkesin de rolü olmuştur bu soykırımda. Ama siyasi irade Enver Paşa ve Talat Paşa'nın başını çektiği İttihat ve Terakki'idir. Madem Osmanlı'nın bütün mirasını sahipleniyorsanız çıkın bunu sa sahiplenin. Öyle değilse de bu acı ile yüzleşilsin.

AK SARAY KÜLLİYE TARTIŞMASI
Daha önce de söyledim. Orada (16 Türk devletini temsilen askerlerden oluşan karşıma töreni) anormal olan askerler değil takım elbiseli Cumhurbaşkanı'dır. Hatta Deli İbrahim örneğini verdim. Kendisi öyle giyinebilirdi. Kendisi Türkiye'ye bir kalıp dayatmaya çalışıyor. Osmanlı'da camiilerin etrafında kütüphanelerin de içerdiği külliyeler vardı. Şehirler de külliyelerin etrafında şekillenirdi. Şimdi bize kaçak bir sarayı dini bir mekanmış gibi yutturmaya kalkmasınlar.
Kaynak: Sol

İÇİMİZDEKİ FRANSIZLAR
Ahmet ÖLÇÜLÜ
20 Ocak 2015



Etnik Kürtçü yapılanmanın emperyalizmle işbirliği Paris’te gerçekleşen cezalandırma eylemi ile bir kez daha kendisini gösterdi. Özellikle İslâm Devleti’nin Ayn-el Arap’ı fethetmek üzere harekete geçmesi ile ortaya çıkan bu durumda, etnik Kürtçü yapılanma, içindeki birçok tezat ve sahtelikleri de gözler önüne sermeye başladı.

Ayn-el Arap’ın İslâm Devleti’nin eline geçmemesi için emperyalizmle her türlü işbirliğine giden ve Amerika’ya kendilerini kurtarmaları için çığlıklar atıp sonrasında Amerikan uçaklarını alkışlayan, “Biji serok Obama!” diye çığlıklar atan etnik Kürtçülük, diğer yandan kendi siyasetlerini kendi öz güçleri ile yürüttükleri iddiası ile gülünç oluyorlar. (Selahattin Demirtaş’ın CNN Türk’te Hakan Çelik’in sorularına verdiği cevapta olduğu gibi.)

Kendi kaderini Batı’nın, emperyalizmin kaderi ile birleşmiş gören etnik Kürtçü bölücü siyaset, Fransa’da yaşanan cezalandırma eylemi karşısında tüyleri diken diken olmuş şekilde, hemencecik Fransa’ya başsağlığı dileyip, ağıtlar yakmaya, emperyalizme, Müslümanlara karşı birlikte savaşma isteklerini sunmaya başladılar. İşte, HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın, 07.01 2015 tarihli, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ye hitaben mektupları: “En az 12 Fransız vatandaşının ölümüne ve çok sayıda kişinin yaralanmasına sebep olan Charlie Hebdo dergisinin ofisine yönelik saldırıyı üzüntüyle karşılamaktayız. Bu saldırıyı en güçlü şekilde kınıyor ve lanetliyoruz. Umarız ki, bu acımasız saldırı, Avrupa toplumlarında insan hakları odaklı ilkeler, demokrasi ve fikir özgürlüğü konularında olumsuz yönde bir değişime sebep olmaz. Bilmenizi isteriz ki Halkların Demokratik Partisi, Fransa’da yaşayan herkesin acısını paylaşarak sizlerle dayanışma içinde olduğunu gösterecektir.”

Avrupa’dan demokrasiye bağlılık bekliyor ve Fransa ile dayanışma içinde olduklarını bildiriyorlar.

HDP Eşbaşkanı Yüksekdağ’ın geçtiğimiz hafta Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşma ise bütün bir İslâm’a olan kin ve nefretin ürünü…

Haber şöyle:

“Geride bırakılan aylarda Kobanê’de, Kerkük’te, Musul’da, Rojava kantonlarında DAİŞ adı verilen zihniyetin Paris’teki saldırının benzeri saldırılarla halkların bir arada yaşama iradesini teslim almaya çalıştığını belirten Yüksekdağ, bütün halkların bu faşist ve katliamcı çetelere karşı ortak mücadele yürütmesi gerektiğini söylediklerini ifade etti. DAİŞ’in tüm dünya ve Türkiye için tehdit oluşturan bir saldırı odağı olduğuna dikkat çeken Yüksekdağ, “Kobanê halkı için dayanışmanın tarihsel bir görev olduğunu söyledik. Yaptığımız çağrılar dikkate alınmadı” değerlendirmesinde bulundu.”

Yüksekdağ, Paris’le bölge arasında bir bağ kuruyor ve demek istiyor ki, “Paris’le biz aynı çamurdan yoğrulmayız, Biz de sizdeniz, bize de saldırıyorlar, niye sahip çıkmıyorsunuz?”

Sonrasında, İstanbul’da Diana Ramazanova’nın patlattığı bombaya atıfta bulunuyor. İyi de ya sizin patlattığınız bombalar, daha önceki gün dört ayrı bomba patladı. Sizin Doğu’da katlettiğiniz insanlar. Onlar, yani 6-7 Ekim hadiseleri, Kürtlerin demokrasi için gösteri hakkını kullanmasıymış. Evet, gerçekten Batılısınız, hakikatleri Batı gibi çarpıtmayı çok iyi öğrenmişsiniz.

Etnik Kürtçülüğün bu konudaki hezeyanları bunlarla sınırlı değil elbette. Neredeyse bütün hücrelerine sirayet etmiş ihanet ve işbirlikçilik tablosundan parçalar:

12.01.2015 tarihli bir haber: Paris 3 Kürt kadın devrimci ve Charlie Hebdo katliamlarına karşı yürüdü. Cumartesi ve dünkü yürüyüşlerde her iki katliamın aynı zihniyetin ürünü olduğuna dikkat çekilerek ortak mücadele çağrısı yapıldı.

Paris’te onbinlerce Kürt ve Kürt dostu, 9 Ocak 2013 günü PKK kurucularından Sakine Cansız (Sara), KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan (Rojbîn), Gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez’in (Ronahî) katledilmesinin yıldönümü vesilesiyle “Suskunluğunuz Suç Ortaklığınızdandır” sloganı ile bir miting gerçekleştirdi.

Kortejin en önünde “2 yıl önce Sakine, Rojbîn, Leyla, bugün Charlie Hebdo” yazılı pankart, ardından Charlie Hebdo’da katledilen 12 kişiyi simgeleyen birer karanfilin altında katledilenlerin isimleri ve olaydan sonra çizilen ilk karikatürün üzerinde bulunduğu “Barbarlık Kobanê’de olduğu gibi Paris’te de öldürüyor” yazılı pankart bulunuyordu.

12.01.2015 tarihli haber: HDP Van İl Eş Başkanı M. Veysi Dilekçi: “Fransa’nın başkenti Paris’te bir basın kuruluşuna operasyon düzenlenerek çok sayıda basın çalışanı katledildi. Bu anlayış ve zihniyet karanlık bir dünyayı arzuladığından dolayı aydınlık bir dünyanın mücadelesini yürüten basın emekçilerinin çalışmalarını hazmedememenin anlayışıdır.”

14.01.2015 tarihli haber: Hatay HDP İl Eşbaşkanı Hülya Kadi: “Geçtiğimiz hafta dünyaca ünlü karikatür dergisi Charlie Hebdo’ya IŞİD’in üstlendiği bir saldırı gerçekleşti. Saldırıda 12 yazar/çizer katledildi. Kalemleri kıramaz, özgür düşünceyi susturamazsınız. Hepimiz Charli Hebdo’nun kalemleriyiz!”

16.01.2015 tarihli bir haber: HDP Gençlik Koordinasyonu üyesi yaklaşık 15 kişilik grup bir grup, öğle saatlerinde İstiklal Caddesi’nde bulunan Fransız Konsolosluğu önünde toplandı. Grup adına açıklama yapan Barış Can Göral: “7 Ocak 2015 tarihinde Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan silahlı saldırının ardından 12 kişi hayatını kaybetti. Charlie Hebdo’ya yapılan saldırı her ne sebeple olursa olsun kabul edilemez. Düşünce ve ifade özgürlüğünün cezalandırılması, yaratma ve yaşam hakkının gaspıdır. Paris’teki saldırının hedefinde cesurca geliştirilmiş eleştiriler, ifade özgürlüğünü kullanan halklar vardır. Gerekçesi fark etmeksizin bir türün, dinin, dilin, inancın, kimliğin, cinsiyetin, cinsel yönelimin başka bir tür, din, dil, inanç, kimlik, cinsiyet ve cinsel yönelim üzerinde baskı kurmasını reddediyoruz. Gençlik Şengal’den Kobane’ye, Soma’dan Ermenek’e, Caferağa’dan Hevsel’e, Madımak’tan Zirve katliamına kadar özgürlüğe ve umuda yönelmiş bütün katliamların hesabını soracak.”

Yani, 6-7 Ekim’de yaptıkları gibi Müslümanları katledip, emperyalizmle işbirliği içinde bölgeye yeni bir İsrail dikeceksiniz öyle mi? “Gençlik hesap soracak!”mış… Soma gibi apaçık sistemin zulümlerini de araya sıkıştırıyor ki itiraz edemeyelim diye. Soma’yı da Batıcıların kendi arasındaki mücadelede istismar vasıtası olarak araya sıkıştırıyor. Zehrini kustuktan sonra, o zehri Soma kadehinde sunmaya çabalıyor. Soma, Paris’te cezalandırılan Charlie Hebdo’cular rahat döşeklerinde solculuk yapabilsinler, Fransa’nın uçaklarıyla bombaladığı Müslümanlara, onlar da dergi köşelerinden saldırıp hakaret edebilsinler diye yaşandı. Soma ve benzeri katliamları Paris’le özdeşleştirmek kadar ikiyüzlü bir siyasi tavır ancak etnik Kürtçü şımarıklığa yakışırdı.

Evet, hesap mı soracaksın, gel bekliyoruz! İşte meydan.

ADIMLAR

Kürtlerin inandırıcılık sorunu...
Selçuk Salih Caydi
4.2.15



Kürt Hareketi (yani PKK) ile önce Berlin Teknik Üniversitesi'nde tanıştım. 1980'li yıllardı ve ilk kez takım elbiseli adamlardan oluşan bir "aktivistler" grubunun Üniversitede bildiri dağıttıklarını, çok bağırdıklarını ve takım elbiselerinin altındaki şişliklerin de uzunluğu ve ebatlarıyla aynen "Ondörtlü"lere (9 mm Browning) benzediğini görüp çok şaşırmıştım -zira Afgan Mücahitleri, hatta İranlı devrimciler bile Üniversitede kot pantolon ve türevlerini giyiyorlardı, yani bu adamlar ortama tamamen yabancı madde indindeydi, Dev-Sol'culardan falan bile daha tehlikeli görünüyorlardı...

O zamanlardan beri siyasetin her türüyle ilgili biri olarak edindiğim tecrübe şudur: PKK ve onun legal devamı HDP, aslen (mikromilliyetçi) Kürt partileridir ve demokrasisinden insanhaklarına kadar tüm iyi yanları, "Kürt meselesi" dediği milli mücadelesine endekslidir...

Kürt Hareketi elbette kuru bir milliyetçilik hareketi değildir, bir kere en başta -neoliberal döneme has- bir sonradanmodernleşmenin siyasi ifadesidir. Kapitalizm ve modernleşme, birbirini tamamlayan, ilintili oluşuklardır ve globalleşen ekonomi devrinde Türkiye'de 1980'lerdeki son modernleşme dalgasından nasibini alan bir kesimin siyasi temsilcisi de kimlikçi "Kürt Hareketi"dir...

Bu hareket, Doğu Anadolu'da ağırlıklı olarak Kürt kökenli Türk Vatandaşlarının modernleşmesi, demokratikleşmesi, kadın haklarının gelişmesi, feodal ağalığın geriletilmesi bakımından çok önemli bir rol oynamıştır, ama birinci önceliği daima "Kürt Kimliği"dir ve en büyük sorunu da aslında budur, çünkü Kapitalist sistemin kategorik sorunlarının tüm dünyada sınırlarötesi bir tartışma konusu olduğu günümüzde, "Kürt kimliğimiz tanındı mı tüm sorunlar çözülmüş olacak" tipi Kürt önermesi, tıpkı İslamcıların "İktidara gelince Allah eğilip bizi kutsayacak, gökte çiçekler açacak" benzeri söyleminden farksızdır, yani fena halde sorunludur...

"Kürt Hareketi", İslamcı iktidarda "saf Türkler" gibi bir şey gördüğü 1990'lardan beri, İslamcılarla "Kürt sorununun çözümü" adına gizli bir ittifak halindedir. Bu ittifak reddedilse de, yapısal bir zorunluluktur, çünkü hem "Müslüman kimliği" hem "Kürt kimliği" söylemleri, neoliberalizme özgü siyaset biçimleridir ve birbirleriyle iyi anlaşmaları ve hatta ittifak yapmaları doğaldır. Ama dünyaya yalan söyleyerek, kendi tarihini dayandırdığı "Türk Solu"nu kandırarak, takiyyeci yalancı maymun İslamcılara benzeyerek -yani katakulli ile- bir seçim kampanyasına girmek, kuşkusuz yeni bir "Level" oluşturuyor...
HDP'nin seçimlere "Parti olarak" girererek ve yüzde on seçim barajını aşarak Meclis'e girmesi imkansızdır. Ama Meclis'e girememesinin (bilinçli?) "bedeli", AKP'nin seçim sistemi marifetiyle, Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğu elde etmesi olacaktır. Yani HDP ile AKP arasında -ne idüğü asla açıklanmayan- çözüm görüşmelerinde gizli bir anlaşma varsa (bu anlaşma muhtemelen, Kürtlerin anayasal bazda ayrı bir adla tanınması gibi bir şey olmalıdır) ancak Anayasa değişikliğiyle Kürtlerin istediği noktaya gelebilir...

"Kürt Hareketi"nin bu konudaki tutumu, islamcı faşistlerin "yaptım oldu" anlayışından farksızdır, yani bir toplumsal mutabakattan ziyade Meclis'de kafa sayısına göre yapılacak sıradan bir AKP operasyonuna indirgenmiştir...
HDP'nin yüzde 7'yi aşmayan oyuyla "seçimlere Parti olarak girmek" azminin ardında başka bir keramet görünmemektedir...

HDP, Kürt Hareketi kökenli CHP Milletvekillerine, CHP'nin Kürtlerle yakınlaşmak için gösterdiği çabalara rağmen, seçim sonrası CHP ile bir koalisyon veya ittifak yapar mı? Hiç sanmıyorum. Kürt Hareketi'nin "Siyasi pragmatizm" konusunda ne Özal ne de Erbakan'dan aşağı kalır yanının olduğunu düşünüyorum -ve birinci amacı, "Türkün aptalını bulmuşken" sorunu kendince çözmektir ve bir (Kürt) milliyetçi hareketi için de en akıllıca yoldur -ama bir milliyetçi hareket için. Sol Hareket için değil...

Sol çağının açıldığı 2008 sonrası dönemde, milliyetçilik ile Solculuk arasındaki çizgiyi daha iyi ve net kollamak gerekiyor -bu elbette sadece (sol dil kullanan) Kürt Milliyetçiliği ile ilgili değil, "Ulusalcı" Türk Milliyetçiliği ile ilgili bir konu aynı zamanda. Çünkü milliyetçilikler birbirini üretirler ve hepsini reddetmek en doğru birleştirici tutumdur...

Burada, yükselen ve Birleşik Haziran Hareketi'nde ifadesini bulan Yeni Sol'un "Kürt Hareketi" ile ittifakının yanlış olacağını, bu düşüncelerle yazmıştım. Seçimlere "Parti olarak" giren HDP'ye verilecek her oyun AKP'ye gideceğini, Kürt milliyetçiliğinin gönlü olacak diye Dünya Solu'nun dürmeye hazırlandığı "İslamcılık" ruh-vebasına dolaylı katkının asla kabul edilmeyeceğini -bu vesileyle- iyi niyetli Kürtlerin de bilmesini istedim...

Kaynak: Konstantiniye notları

DAVİD PHİLİPS: KÜRDİSTAN AKDENİZ'E AÇILMAYA ÇOK YAKIN!!



“Bölücü Kürtlerin” beyni ABD’li Phillips, Suriye ve Irak devletlerinin çöktüğünü, Kuzey Irak yönetimi ile Suriye’deki Kürtlerin Akdeniz’e ulaşmak için birlik kurabileceğini söyledi

Haber: Salim Yavaşoğlu

ABD’nin, Irak, Suriye ve Türkiye’yi parçalayarak Güney sınırlarımız boyunca Akdeniz’e kadar uzanacak Kürdistan projesinin önemli aktörlerinden David Phillips, yeni oyunuyla yine sahnede. Phillips, Yeniçağ’ın her fırsatta gündeme taşıdığı Türkiye, Irak, Suriye ve İran’dan koparılan toprakla Türkiye’nin güneyinde inşa edilecek ve Akdeniz’e uzanacak kukla ülke “Free Kurdistan” için Kuzey Irak ile Kuzey Suriye Kürtlerinin konfederasyon yapmaları gerektiğini söyledi.

Kilit isimlerden

Kartvizitinde “Columbia Üniversitesi Barış ve İnsan Hakları Çalışmaları Direktörü” yazan gerçekte ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) ve bölücü Kürtlerin akıl hocası ve yöneticisi olan David L. Phillips, Orta Doğu’nun kanla bölünecek haritasıyla ilgili önemli açıklamalar yaptı. Martti Ahtisaari ile birlikte 2009 Oslo görüşmelerinin de kilit isimlerinden olan, “Kürt Baharı - Ortadoğu’nun Yeni Haritası” kitabının yazarı Phillips, yeni Orta Doğu’nun “dünyada bundan sonraki ilk bağımsız devlet olacak olan Kürdistan” ın sınırlarına bağlı olarak değişeceğini söyledi. “Güney Kürdistan bir devletmiş gibi hareket etmeli” diyen Phillips, şöyle konuştu:

Hedefleri Akdeniz

“Güney Kürdistan bir devletmiş gibi hareket etmeli. Irak dağıldığında, Irak Kürdistanı da yükselişe geçecektir. Suriye ve Irak devletleri çöktü. Irak Kürdistan’ı Rojava ve Suriye üzerinden deniz bağlantısı kurabilir. Kürtler birbirine çok bağlı, özellikle kendilerine saldırı yapıldığında. Kürdistan Bölgesi ile Rojova arasında bir çeşit konfederasyon ya da gayri resmi bir düzenleme olabilir. Özellikle Kurdistan Bölgesi’nin Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz ile bağlantı kurması için. Fakat ben su an için bu amaçla herhangi bir resmi anlaşma olacağını sanmıyorum.”

Özerklik isteği

Kürtlerde demokrasinin giderek geliştiğini, insan hakları ve demokrasi konusunda Orta Doğu’da diğer halklar açısından çok önemli bir model teşkil ettiğini öne süren Phillips, ABD’nin IŞİD’le savaşta PKK ve PYD’ye daha çok destek vermesini istedi. Kürtleri, “yaşadıkları ülkelerin demokratikleşmesine hem yardımcı hem de ilham kaynağı” olarak tanımlayan Phillips, “İş, hükümeti gözetim altında tutma ve hesap verebilirliğe gelince toplumun rolü çok hayati bir önem taşıyor. Kürt toplumu bu açıdan nerdeyse tüm Arap ülkelerinden daha önde gidiyor. ABD yönetimi Kürtlerle daha yakın güvenlik ve ticari işbirliği geliştirmeli” diye konuştu.

“PKK’ya terör örgütü deyip tahrik ediyor”

ABD yönetimine, “Kürdistanı’nın bağımsızlığının desteklenmesi,” “PKK’nin terör örgütleri listesinden çıkartılması” ve “Kuzey Suriye-Rojava adına PYD ile işbirliği yapılması” yönünde baskı yapan David Phillips, Washington’un Türkiye’ye bakışının değiştiğini söyledi. “Türkiye’nin NATO müttefikliğine ne kadar uygun olduğu konusunda giderek büyüyen bir tartışma var” diyen Phillips, şöyle konuştu: “Gezi’den beri Türkiye NATO üyeliği kriterleri ile örtüşmüyor. PKK terör listesinden çıkartılmalı. Eğer, Ankara ve PKK konuşuyorsa neden batılı devletler hala PKK’yı dışlamaya devan etsin? AKP hükümeti hala Kürtlere siyasi ve kültürel bir hak vermiş değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan hala tahrik edici bir dil kullanıyor ve PKK’ya ’Terör örgütü’diyor. Türkiye barışta ciddiyse o zaman anlamlı adımlar atmalı ve demokratik özerklik tanımalı. Değilse eğer, o zaman gerçekten de durum riskli bir boyutta demek ki, Türkler ve Kürtlerin bunu istediğini sanmıyorum. Bugün ortada ne barış ne de barış süreci var. Erdoğan, Kürt sorununa kesin ve kalıcı bir çözüm bulması gerekirken, eline geçen tarihi fırsatı boşa harcıyor. AKP, Kürt sorununu çözebilir. Ama bunun için barışa yönelik ilkeler ve taahhütlerle hareket etmeli. Politik oyunlar oynamak yalnızca Kürtler’i öfkelendirir ve PKK’yı de yeniden radikalleştirir.”

“ABD’nin en iyi dostları Kürtler oldu”

İŞİD’nin hiçbir Kürt liderin yapamadığını başardığını, Kürtlerin birliğini ve ortak bir amaca yönelmesini sağladığını belirten Phillips, şöyle dedi: “Kürtler, terörizmle savaşta Amerika’nın en iyi ve en vefalı dostudur. Obama yönetimi tam zamanında hava saldırıları ve silah yardımı ile Kobani’nin yardımına yetişti. Bu yardımlar Erdoğan’ın itirazlarına rağmen yapıldı. Kobani, Halepçe’nin Kürt tarihinde oynadığı gibi Kürt kimliğinin inşasında son derece kritik bir yer alacaktır. Kobani farklı bölgelerden Kürtler’i bir araya getirdi. Kürt ulusal hareketi tarihte hiç olmadığından daha güçlü bir durumda bulunuyor. Kobani’de tam da bu oldu. Kürtler’in savaşmak için silaha ihtiyacı var. İŞİD’i yenmek ve tüm Kürt bölgelerini özgürleştirmek için, Irak ve Suriye’yi terörist gruplardan kurtarmak için. ABD, bu mücadelede peşmerge ve diğer Kürt savaşçılara destek vermeli. Hedeflerimiz aynı, bölgeyi özgürleştirmek ve terörizmden kurtarmak. Birlikte daha yakın çalışmalar yapabiliriz. Obama yönetimi bir seçim yapmak zorunda. Eğer İŞİD’i bitirmek istiyorlarsa yerel unsurlarla birlikte çalışmak gerek, özellikle de Kürtler. Böyle olursa, zafer mümkün. Yoksa su andaki gibi devam ederse nihayetinde bu çatışmayı yönetmek için ABD askeri sahaya inecek. Ya da IŞİD’le savaşın uzun ömürlü bir süreç olduğunu kabul edip geleceğe dair politikalar belirlemek lazım.”

David Phillips kimdir?

ABD Dışişleri Bakanlığı ve BM Genel Sekreterliği eski üst düzey danışmanlarından olan David Phillips, halen New York ve Columbia üniversitelerinde dersler veriyor. Atlantik Konseyi’nde proje direktörlüğü de yapan Phillips, 15 Ekim 2007 tarihli “PKK’nın silahsızlandırılması, dağıtılması ve (topluma) yeniden entegre edilmesi” raporuyla dikkat çekmişti. Raporunu ilk kez yayımlayan Referans’a açıklamalarda bulunan Phillips, Türkiye ve Irak’a ziyaretlerde bulunarak üst düzey yetkililerle görüştü. Rapor, bu toplantı ve görüşmelerin zemininde hazırlandı.

Kaynak: Yeni Çağ

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ (HKP) “hedef müslüman israil"
04.04.1015

HKP Genel Başakanı Nurullah Ankut, HDP ve demirtaş'ın ABD'nin taşeronu olduğunu iddia etti:

““HDP, PKK’nın legal plandaki temsilcisidir.1991’de Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ın çöküşüyle birlikte, dümeni Atlantik’e-Amerika’ya kırmıştır. Ve Miami sahillerine demir atmıştır. Böylelikle de savunduğu Kürt Meselesi’ni ABD Emperyalistleri’nin emrine sunmuştur. Demirtaş başkanlığındaki HDP Heyeti ‘ABD’den Suriye için bize rol vermesini istedik’ diye açıkça açıklamalar yapabilmektedir.
Yine aynı Demirtaş, Taksim Gezi İsyanı’nı bile ‘Buradan bir darbe çıkarmak isteyenlerle birlikte olmayız biz’ diyerek, karalamaya, mahkûm etmeye çalışmıştır. HDP, bu şanlı isyanımıza sadece katılmamakla kalmamış, ona çamur atmaya da kalkışmıştır. Yukarıdaki söylenenler tam da Tayyip’in söyledikleriyle benzerdir. Hatta aynıdır.
Demirtaş, bir süreden beri demokratı, hatta solcuyu oynamaktadır. Bunların demokratlığı, ABD’nin ‘Project Democracy’ diye tanımladığı Amerikan işbirlikçiliğidir. Bu parti, ne yazık ki, bugün bizim ‘Sevrci Soytarı Sahte Sol’ diye adlandırdığımız grupları da peşine takmış, ibrikçisi yapmıştır.
“Kürt Sorunu’nun; gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde çözülmesi savunulmalıdır.
Biz, Doğu’nun büyük devrimcilerinin; MollanurVahidov’un, Sultangaliyev’in, TurarRıskılov’un, Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve yoldaşlarının, Marks, Engels, Lenin ve Kıvılcımlı Usta’ların…Denizler’in, Mahirler’in tek ve meşrû mirasçısıyız, savunucusuyuz." demiştir...
haber93

Bölünmeyi durdurabilir miyiz?
Bülent Esinoğlu
29 Haziran 2015



Türkiye'nin bölünme stratejisini Kürtler yapmadı. Bölme stratejisi Batının çok uzun yıllar önce ortaya koyduğu, Batının bir yol haritasıdır.
Batının güvenliği güçsüz Türkiye varlığından geçer.
İngilizlerin Osmanlı üzerinde uyguladığı strateji de budur. Osmanlı yıkılacağı zaman Osmanlının elinden tutmak, güçlendiği zaman, Osmanlı içindeki etnik ayrıcalıklarla iş tutmaktır.

Amerika'nın Orta doğu stratejisinin ana unsuru da, Büyük Kürdistan’dır. Her ne kadar yöneticilerimiz ve halkımızın bir kısmı kabul etmese de, bu böyledir.
Amerika'nın, Türkiyeyi hem içeriden hem de dışarıdan bölmekte olduğunu şöyle ifade edebiliriz.

Dışarıdan silahla, içeriden sahte demokrasi tellallığı ile…

Hem silahla bölüyorlar, hem siyasetle…
(..)
PKK’yı ise, içeride, iki şekilde Türkiye'nin bölünmesi için kullanıyor. Birincisi, silah, ikincisi siyaset.

PKK, içeride, eskiden olduğu gibi, biraz silah biraz demokrasi oyunları…
Şunu söylemeye çalışıyorum. PKK dışarda, sadece silahla yol alıyor. Ve Türkiyeyi güneyden kuşatmada tutuyor.

İçeride ise; biraz silah, daha çok siyaset silahını kullanıyor. Tabi Amerikancıları kullanarak. Yani Amerika, PKK’nın hem içeri de hem dışarıdaki yardımcısı oluyor.

Seçim süresince ve seçimden sonra, uygulanan sinsi siyaset şudur; “Bizim (PKK) Türkiyeyi bölmek gibi bir niyetimiz yok” Propagandası sürüyor.
Bu propagandanın önemli iki amacı vardır.

Birincisi; hala ikna edemedikleri Türkiye devletinden yana olan Kürtleri konsolide etmek. Pekiştirmek.(Biliyorsunuz güneydoğuda oyların önemli bir kısmını silah zoru ile aldılar)

İkinci amacı ise; Batı ve orta Anadolu halkının tepkisini yumuşatmak ve siyaseten yoluna devam edebilmektir.

İfade ettiğimiz gibi; biraz silah biraz demokrasi imkanlarını kullanarak, nihai amaç olan bölünmeye varmak.

Türkiye’nin kendi güvenliği alarm vermeye başlayınca, dışarıdan Türkiye’yi vuran PKK’yı vuralım dediğinizde, içerideki sahte demokratlar toptan ayağa kalkıyor.

Aman Amerika ile görüşmeden bir şey yapmayın.

Amerika’nın, Büyük Kürdistan Stratejisinin gerçekleşmesi için sözde demokrasi adına bas bas bağırıyorlar.

Elbette PKK kuşatmasını yarmak zorundayız. Elbet ABD stratejisinin dışına çıkmak zorundayız.

Erdoğan karşıtlığı üzerinden bölünmenin sözcülüğünü yapanlar, öncelikle bölünmeyi durdurmayı düşünmelidirler.

Sözüm; liberallere, PKK’nın kuyruğundaki solculara ve sosyal demokratlaradır.

Batının, tasarlanmış elverişli düşmanını esas alıp, PKK’yı haklı çıkarma gayretinden çıkmalıdırlar.

PKK’yı siyasi olarak destekleyerek, bölünmeyi durduramayız.

bulentesinoglu@gmail.com
Ulusal Kanal

SÜREÇ
Hüsnü Mahalli
16.06.20113

Geçen hafta Başbakan Erdoğan üç Afrika ülkesini ziyaret etti. Üçü de eski Fransız sömürgesi. Ziyaretin bittiği gün Fransız askerleri Mali ve Somali'de operasyon başlattı. Hedef bu ülkelerdeki Kaide yanlısı radikal İslamcı örgütler.

Somali son dönemde Türkiye'nin yakın ilgi duyduğu ülke. Hatta bu ülkenin 'Uyumlu İslamcı' Cumhurbaşkanı geçen ay Türkiye'ye gelmişti. Mali'nin komşusu ve Başbakan Erdoğan'ın geçen hafta ziyaret ettiği Nijer ordusu Fransız askerlerine destek veriyor. NATO'nun işgal ederek iktidar değiştirdiği Libya ve komşusu Cezayir Fransız ordusuna kolaylıklar sağlıyor. ABD ve İngiltere hava desteği verdiklerini resmen açıkladılar.

Libya işgalindeki gibi Fransa Afrika'daki radikal İslamcılara karşı Batı'nın karanlık operasyonunda başı çekiyor. Aynı sıralarda Amerikan casus uçakları 'Uyumlu İslamcı' Yemen, Afganistan, Pakistan ve zaman zaman Somali'deki 'Uyumlu İslamcı' iktidarların onayıyla her hafta birçok Kaide, Taliban ve yandaşı örgütlerin yöneticilerini füzelerle öldürüyor.

KOLAY ANLAŞILMAZ

ABD ve müttefiği Batılı ve bölgesel ülkeler, Suriye'ye yönelik bildik planlarını uyguluyor. Tam bu sırada Paris'te üç PKK'lı kadına yönelik suikast gerçekleşti. Suikastla ilgili yazılan, söylenenlerin ortak sözcüğü 'süreç'.

Herkes suikast ile İmralı süreci arasında bağlantı kurmaya çalıştı. Başbakan Erdoğan PKK'lı kadınlarla görüştüğünü söyleyen Fransız Cumhurbaşkanı Hollande'e sert tepki gösterdi. Fransız medyası ve yetkilileri 'Sen de Öcalan ile görüşüyorsun' dedi. Başbakan Erdoğan daha önce de Fransa ve Almanya'yı PKK konusunda sert eleştirmiş, bazı Batılı müttefik ülkeleri PKK'ya yardım etmekle suçlamıştı. Oysa Almanya ve Fransa Suriye konusunda Türkiye'ye en çok destek veren ülkelerin başında. Fransa'nın Ermeni konusundaki tavrını anımsatmaya gerek yok.

Durum böyle olunca PKK'lı kadınlara yönelik saldırının Paris'te olması ayrı bir önem taşımakta. Suikastın kimler tarafından ve neden gerçekleştirildiği kolay anlaşılmayacaktır. Anlaşılacak gibi olsaydı Paris gibi önemli bir başkentte ve böyle bir zamanda yapılmazdı.

BAĞLANTI KURMAK YANLIŞ

Böyle olunca bu suikast ile İmralı süreci arasında bağlantı kurmak doğru değildir. Çünkü sürecin gidişatını ve sonucunu belirleyecek iki aktör var: Başbakan Erdoğan yani hükümet, devlet ve Abdullah Öcalan. Suikast sonrası tüm açıklamalarda hükümet tarafında olumsuz tavır sergilenmediğine göre süreç devam edecek. Aynı hava PKK cephesinde de gözlenmektedir. Yani hükümetle Öcalan anlaşırsa hiçbir güç bu süreci etkilemez. Çünkü hükümet sürece inanarak başlamış, devamının önemini kavramış ve sonuçlarını peşinen kabullenmişse hiçbir dinamik onu durduramaz. Benzer şey PKK için de geçerlidir.

Yani Öcalan süreç sayesinde özgürlüğüne kavuşacak ve başından beri dillendirdiği bazı isteklerinin yerine getirileceğine inanırsa gereğini yapacaktır. Yani Kandil'i arayarak 'Teslim olun' der ve Kandil'dekiler bu talimatı yerine getirir. Elbette gidişatı kolay kabullenmeyecekler çıkabilir. Ama bu önemli bir etki yapmaz, bölgesel ve uluslararası güçlerin çabası boşa çıkar. Yani Paris suikastı ve olası benzeri provokasyonlar süreci hiçbir şekilde etkilemez.

Önemli olan karşılıklı iradenin varlığı ve iki tarafın 'Ne olursa olsun bu işi bitireceğim' demesidir. Böyle bir kararlılık, bölgesel ve uluslararası güçlerin çok karmaşık bu soruna müdahale yolunu da kapatır.
Özetle her şey çok net ve açık: Bu sürecin kaderi Erdoğan ve Öcalan'ın dudakları arasında. Gerisi teferruat.
Yani bahane. Yani sürece inanmayarak başlamaktır.

Kaynak: http://www.facebook.com/pages/H%C3%BCsn%C3%BC-Mahalli/274591419218688?ref=stream

Süreci Anlamaya Dair…
Ersin Sağlamer
14 03 2013



Hadiseler birbirine dolanan ip yumağı gibi karışık ve içinden çıkılmaz görünse de, bakan ve gören göz için öyle değil!

İnşa ediliyoruz…
Son 10-15 yıldır, gizlenemeyen bir şekilde ve alenen, içerisiyle ve dışarısıyla, komşusuyla hep beraber “Yeni Dünya Düzeni” adına inşa ediliyoruz!
İçeride asıl olanı gizleyen, saklayan, sahte kutuplaşmalardan üretilen siyaset, önce ayrışmayı ve bölmeyi dayattı ve buna göre politika yürüttü.
Şimdi ise ortaya konan siyasetse bir değişiklik yok, gizlenen, saklanan, örtülen yine aynı siyaset fakat politika değişen konjektöre nispetle zıddı; karşılıklı müzakerelerle adına barış diyemeyeceğimiz, alınan ve verilen tavizler ve pamuk ipliğine bağlı her ân bozulabilir, pazarlıklardan ibaret!
Çok hızlı yaşadığımız bu zaman diliminde, tv, gazete, internet vs. ile gerçek kadar yalanın da kafalara hükmedebileceğini gösteren “Yeni Dünya” dezenformasyonu ve buna göre yürütülen politikalar; aynı fikir ve düşünceyi paylaşanları bile farklı hareket ve düşünmeye sevk eden zor bir süreç!
Süreci idrak etmek…
“Bütün”ün halledilemediği yerde, “parça”nın ıslahının mümkün olmayacağını en başından söylemek lazım!
“Bütün”ü görme adına en başa dönelim…
“Tarih”i en başta onların yazdığı gibi kabullendik. Bu kabulleniş esaret çizgisinde bir “algılama biçimi” ortaya çıkardı.
Baştan kabul ettik, her şey onların dediği gibi olacak; “tarih”ten edebiyata, sanattan teknolojiye!

Gelinen süreçte geriye baktığımızda her şey safha safha onların istediği biçimde oldu… Dil inkılâbı, Kürt isyanları, çok partili meclis, ABD’den alınan ilk borçlar ve demokrasiye geçiş, darbeler ve ara darbeler, ABD’nin good boys dediği iyi çocuklar ve 12 eylül, Diyarbakır-işkence ve ortaya çıkan Kürt hareketi, Özal ve liberal politikalara ilk adım, borsa’ya geçiş, Irak savaşı, çevik güç-incirlik, çok kanallı tv’ler, Kürt bölgelerinde infaz ve köy boşaltmaları yavaş yavaş gelişen PKK, Refah partisi ve gelişen İslâmî duyarlılık, yine sahnede ABD’nin good boys’ları iyi çocukları ve 28 Şubat, hukuka ayar çeken paşalar, içi boşaltılan bankalar, İMF’ye borçlanma, Kapıdaki Irak işgali ve işgali meşrulaştıracak; ABD düşmanlığını absorbe edecek bir İslâmcı hükümet ihtiyacı, değişen-dönüşen ve kurulan bir AKP, işgal edilen Irak, gazı alınan İslâmcı çevreler ve hassasiyetleri… Gerisi malum…

“Uzun vadede zararlı bir gerçek, faydalı bir yalandan daha iyidir” deyip devam edelim…

Bilindiği gibi Osmanlı’nın son dönem başını en çok ağrıtan mesele “Ermeni sorunuydu” Batı’nın her fırsatta kaşıdığı bu mesele nihayetinde İngiliz ve Amerikan hamiliğinde Ermenistan kurulmasına kadar gitti. Batı’nın “Yeni Dünya”ya ait kurgusu Kürt sorunu ve Kürt devletidir.

Kürt meselesi yada “Sorunu”nu ilk defa nerde ve kim tarafından ve niçin telaffuz edildiğini bilmiyorsak, konuştuğumuz şeylerin bir ayağı boşta demektir! Osmanlı imparatorluğunun yıkılmaya yüz tutması ile beraber, Kürd devleti talebi oldu… Willson prensipleri dile getirilmesi bu talepler sıklaşsa da bunun Kürd ve Türk’ü oyalamaktan başka bir şey olmadığı, işgal’le ortaya çıktı ve hep beraber kurtuluş mücadelesi verildi. Bu zamana kadar henüz “Kürt sorunu” diye bir şey yoktu.

Kürd’ün sorun olduğu ilk defa Lozan Konferansı sırasında ortaya atılmıştır. Bunu ortaya atan kişi’de İngiltere’yi temsil eden Lord Gürzon’dur. Bu sorunu ortaya atmasının iki sebebi vardır…

Birincisi; Hilafet makamının kaldırılması… İkincisi; Musul meselesidir. Bu iki meselede Türk heyetinin ayak direteceğini düşünün Lord Gürzon bunları bilerek, isteyerek ortaya atmıştır… Ekalliyetler meselesini “gayrı Türk ve gayrı Müslim”in yanında birde “Müslüman ekalliyetler” olarak “Kürt sorunu” demiştir. Bizim tarihçiler buna “teşebbüs etmiştir” diye yazar… Hâlbuki bizzat sorun olarak masaya koymuştur. Türk heyetinin hiç beklemediği ve kıskıvrak yakalalandığı ve refleks olarak tepki verdiği bu mesele böylece Batı’nın kullanacağı bir koz olarak kaldı.

Bir önemli husus daha var oda; Lozan’da bu mesele ortaya atıldıktan sonra ki süreçte, İsmet İnönü’yü Kürt’lerin Türk asıllı olduklarını ispata davet edilir, Lozan heyetince!

Sorunu ortaya atan “Batı” ve adını koyan yine “Batı”, çözümünü isteyen yine “Batı”!Bu arada şunu ifade etmemiz lazım; Türkçülüğü dayatan irade yine “Batı”nın kendisidir. Yahudi ve masonların ittihat-ı terakki ile beraberliği ve ondan sonrakilerin devraldığı ve yaptıkları hep “Batı” mahreçlidir.

Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kürt meselesi” hakkındaki söyledikleri, çözümün biricik anahtarı ve püf noktasıdır. “Kürt’ün meselesi nedir?” suâlinden çok, “Kürt’ün meselesi ne olmalıdır?”… “ Bu çerçevede bakılınca, Kürt’ün meselesi de, Türk’ün meselesi de, Arab’ın meselesi de, Azeri’nin meselesi de birdir: Derinliğine ve genişliğine insan ve toplum meselelerini “İslâma muhatap anlayış”ın pırıldatıcısı olarak temsil etmek, İslâm’anisbetle “zaman ölçüsü” tutturmak…(1)

“Şu işaretlediğim birkaç çizgi, meseleye yeni değerlendirmeler getirecek niteliktedir… Umumi hüküm şudur: Kemâlizm ve Kürt meselesi, meselenin kendine mahsus şartları gözönünde tutulmak üzere, Kemâlizm ve Türk meselesinden ayrı değildir… Kemâlizm’in İslâm düşmanlığı, Kürt ve Türk halkının müştereken yaşadığı bir hâdisedir!.. Şunu bilhassa gözönünde tutmak lâzımdır: Batı dünyası için aslolan, hilâfetin tasfiyesi ve İslâm dünyası içinde İslâmî bir dirilişin engellenmesiydi… Nedir hilâfet?.. İslâm birleşmiş milletlerini temsil eden bir müessese… Türkiye’nin bugünkü durumuna ışık tutucu, tarih mevzuunu da içine alan bir parantez açarak 1979′da altını çizdiğim bir mevzuu hatırlatayım: Sakarya’da Yunanları yendikten sonra -ki, yenilişlerinde asıl sebeb, çizmeyi aşan Yunanistan’a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır-, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek… Aşağılık bir devrin propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir… Bu çerçeve içinde, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan düzenin kademe kademe İslâm düşmanlığı çehresini göstermesine nazaran; şayet Türkiye Cumhuriyeti şu veya bu sebeble kurulmasaydı, Anadolu harekâtı öncesi sözkonusu olan Kürt devleti kurulması gündeme gelecek, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’da yüklendiği rolün düzeni, kademe kademe Kürdistan’da gerçekleştirilecekti… Antiemperyalist mücadeleden bahseden bazı ilerici(!) çevrelerin, bugün hâlâ İslâm düşmanlığı sözkonusu olurolmaz düzenin gönüllü maşası rolüne bürünmeleri, ibrete değer ayrı bir mevzudur!..”(2)

1-2: Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar

Kaynak: http://turkiyetime.com/ersin-sa%C4%9Flamer-b%C3%B6lgeden-yazd%C4%B1-s%C3%BCreci-anlamaya-dair/#.UUJVwtZPgdU
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Şub 09, 2016 12:11 am tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Mar 08, 2015 6:21 pm    Mesaj konusu: Economist'in Suruç yorumu: Savaş yeni bir boyut kazandı Alıntıyla Cevap Gönder

YPG’yle birlikte IŞİD’e karşı savaşan 1 Kanadalı ve 1 İngiliz öldürüldü
03.01.2017



IŞİD’e karşı savaşmak için Suriye’ye giderek YPG’ye katılan Kanadalı gönüllü Nazzareno Antonia Tassone’nin Rakka’nın IŞİD’den geri alınması için düzenlenen operasyonda öldüğü belirtildi. Türkiye’ye tatile gidiyorum’ diyen İngiliz de, IŞİD’e karşı savaşırken öldü.

YPG’den yapılan resmi açıklamada, “Kanadalı YPG gönüllüsü Nazzareno Antonio Tassone, Rakka operasyonu kapsamında IŞİD’lia savaşırken hayatını kaybetmiştir” dendi. Kanada doğumlu Tassone’nin, İngiltere vatandaşı Ryan Lock’le aynı operasyonda hayatını kaybettiği kaydedilirken, YPG’ye katılan iki yabancı gönüllünün de ölüm tarihinin 21 Aralık olduğu ifade edildi.

Başkent Ottawa doğumlu olan Tassone, YPG saflarında IŞİD’e karşı savaşırken ölen ikinci Kanadalı oldu. Eski bir Kanada askeri olan John Gallagher da, Kasım 2015’te IŞİD’in düzenlediği bir intihar saldırısında hayatını kaybetmişti. Suriye’de IŞİD’e karşı Kürt gruplarla birlikte savaşırken ölrn yabancıların sayısının 20’den fazla olduğu düşünülüyor.
Kaynak: Sputnik

Ali Serdar Bolat'tan ilginç bir analiz: Tayyip Bey'in sürdürülemez Esad - PYD çelişkisi
30 Kasım 2015

Aydınlık, 28 Kasım 2015

Tayyip Bey'in hem Esad'a hem de PYD'ye, dolayısıyla koridora karşı olması derin bir çelişki oluşturmaktadır. Bu, sürdürülmesi mümkün olmayan bir çelişmedir.

***

Obama'nın koridordaki zorluklarının başında Maliki takıntısı geliyordu.

Esad'ın terörist saldırısına direnişi ve başta Rusya, İran ve Çin olmak üzere Avrasya cephesinin kararlı tutumu ABD'nin saldırganlığını frenlemiş, Obama Birinci Körfez Savaşı benzeri doğrudan bir saldırı yapamamıştı. O yüzden desteklediği teröristler vasıtasıyla Esad'a karşı yıpratma savaşına girdi. Buna vekalet savaşı (proxy war) deniyor.

Doğrudan saldırı yapamamasının nedenini Obama 23 Ağustos günü şöyle açıklamıştı:
"ABD eğer BM kararı olmadan ve yetersiz delillere dayanarak başka bir ülkeye saldırırsa, bu hareketi uluslararası hukuk bağlamında sorgulanır."

Irak'a müdahele için kimyasal silah bahanesi kullanmışlar, ancak işgalden sonra kimyasal silah bulunamamıştı. İkinci defa böyle bir şey yapamayacaklardı.
Bakınız:
http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2013/08/suriyeye-saldr-konusunda-ilgili.html

Tayyip Bey'in "Esad kimyasal silah kullandı" tezgahını Obama bu yüzden kabul etmemişti. Bu savaşın amacı Esad'ı hemen yıkmak değil. Irak örneğini hatırlamak bu açıdan önemli.

***
1991 Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra ABD Saddam'ı devirme olanağı varken devirmedi. 2003'e kadar bekledi. Niçin? Çünkü bu zaman zarfında Çekiç Güç vasıtasıyla Irak Ordusu'nun kuzey Irak'a geçmesini önleyerek Barzani'nin bu bölgede iktidarını sağlamlaştırmasını sağladı.

Eğer Saddam'ı hemen devirseydi, kurulacak yeni Irak Hükümeti Barzani'nin ayrılıkçı tutumunu kabul etmeyebilir ve zayıf durumdaki Barzanî'nin üzerine yürüyebilirdi. Bu ihtimale karşı, 1991-2003 arasında Barzani'nin kuvvetlenmesi sağlandı. Türkiye Hükümetleri de, Çekiç Güç'ün İncirlik'te konuşlanmasına izin vererek bu sürece yardım ettiler.
Bakınız:
http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2013/12/tbmmnin-barzanistan-kurulmasna-yardm.html

Irak'a yapılan saldırının görünür amacı Saddam'ı devirip demokrasi getirmekti. Ama esas amaç, Irak'ı parçalayıp kuzeyinde bir Kürt devleti kurmaktı. Görünürde ABD bu amacına ulaştı. Barzani kuzeyde bir devlet için gerekli alt yapıyı kurdu. Gelgelelim, ABD, Irak'ın başına Barzanistan'ın bağımsızlık ilan etmesini kabul edecek demokratik (!) bir hükümet getiremedi. Maliki Hükümeti, "Irak'ı böldürmem" diye tutturdu. Al başına belayı...

***
Aynı kurgu Suriye'de değişik oyuncularla tekrarlanıyor. Şöyle ki:

Irak örneğinde Saddam Ordusu'nun Barzani bölgesine geçmesini İncirlik'te konuşlanmış olan Amerikan Çekiç Güç önlüyordu.

Suriye'de ise, Amerika, Esad Ordusu'nun PYD=PKK bölgesine geçmesini önleme işini Türk Ordusu'na ihale etti. Alt yüklenici AKP Hükumeti.
Bakınız:
http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2012/10/bu-yumruk-amerika-adna-kalkt.html
http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2012/10/turk-ordusuna-kurdistan-kurduruyorlar.html

Bu sayede ÖSO ve El Kaide Suriye Ordusu'nu yıpratırken PYD=PKK de Suriye'nin kuzeyinde yerel yönetimlerini (kantonlarını) kurup sağlamlaştıracak ve sonunda Barzanistan'a benzer bir PKK devletçiği kuracaktı. Sonra bu devletçik batıya doğru Türkiye sınırı boyunca uzanarak Akdeniz'e ulaşacak, böylelikle Barzanistan'ı Akdeniz'e bağlayan koridor kurulmuş olacaktı. Petroller bu koridor üzerinden emperyalizmin kullanımına sunulacaktı.

Ya Esad devrilir de, yerine geçecek olan hükumet Maliki örneğinde olduğu gibi "Suriye'yi böldürmem" diye tutturursa? İşte bu yüzden ABD, teröristlere sofistike silahlar vermekten kaçındı. Esad ve şeriatçı teröristler arasındaki savaşın mümkün olduğu kadar uzun sürmesi ve her iki tarafın da aşırı derecede yıpranması gerekiyordu ki, her iki taraf da Rojava'da kurulan PYD=PKK devletçiğine müdahale edemeyecek kadar zayıf düşsün.

İşte Obama, Maliki tehlikesinin bu şekilde üstesinden gelmeyi planlıyordu.

***
ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey, bu olguyu şöyle açıklıyordu:
"Esad rejiminin hava gücünü yok edebiliriz, ancak bu durumda ABD savaşın içine sürüklenir... Bize ayda 1 milyar dolara mal olur. Muhalifleri eğitmek ve yardım etmek ise yılda 500 milyon dolara mal oluyor... Muhalifler kontrolü ele geçirdikleri taktirde ABD'nin çıkarlarını desteklemeyeceklerdir. ABD'nin seçmesi geren taraf, dengeler değiştiği zaman çıkarlarımızı desteklemeye hazır olmalı. Ancak durum şu anda bunu göstermiyor."

Tercümesi: “Esad'ı devirirsek yerine geçecek olan muhalifler de Suriye'nin bölünmesini, Kürt devleti kurulmasını kabul etmeyecekler.”

Ayrıntılı bilgi için bakınız:
http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2013/08/yobazlarn-son-crpns-samda-kimyasal-silah.html

Gerçekten de, İstanbul'da toplanan muhalifler PYD ve diğer bölücü örgütlere karşı mesafeli tutum alınca ABD bunların çatı örgütünü dağıtmış, Katar'da yeni bir çatı örgütü kurma toplantısı yapmış ve SUKO böyle doğmuştu.
Ayrıntılı bilgi için bakınız:
http://aliserdarbolat.blogspot.com/2013/02/esadn-isbirlikcisi-pkk-demokrasi.html

***
Ancak Türk Ordusu'nun "PYD Fırat'ın batısına, Cerablus'a geçemez" şeklinde kırmızı çizgi ilan etmesi, AKP'nin ve Rusya desteğinde Suriye Ordusu'nun Bayırbucak harekatı, PYD=PKK kantonlarının birleşip Akdeniz'e uzanarak koridoru tamamlamasının önüne geçmişti.

PYD Fırat'ın batısına geçemez ise Rojava ve Afrin kantonları birbirine bağlanamaz, Suriye Ordusu Bayırbucak'ı denetimine alırsa Afrin'den Akdeniz'e çıkılamazdı.

Ancak ABD planından vazgeçmiyor, yenilen pehlivan misali son bir yumruk daha atmak istiyordu. Bu yüzden 50 kişilik ABD Özel Kuvvetler timi 27 Kasım 2015 günü Mürşitpınar sınır kapımızdan geçerek Suriye'nin kuzeyine, PYD=PKK kantonuna geçti. Görevleri sözde bölgeyi IŞİD'den temizlemek amacı ile PYD'nin silahlı gücü olan YPG'yi Fırat'ın batısına, Cerablus'a geçirme operasyonuna yani Türk Ordusu'nun kırmızı çizgisini çiğneme operasyonuna hazırlamak ve operasyonu yönetmek.

***
Tayyip Bey'in ve büyük stratejist Ahmet Davutoğlu'nun anlayamadıkları veya anlamak istemedikleri nokta da işte bu. Tayyip Bey'in amacı Esad'ı yıkıp Şam'da namaz kılarak başkanlık yolunda esaslı bir adım atmak, ABD'nin amacı ise Suriye'yi parçalayıp PYD=PKK koridoru ile Barzanistan'ı Akdeniz'e bağlamak ve Irak - Suriye petrollerini bu koridordan akıtarak Türkiye'yi (Ceyhan'ı) devre dışı bırakmak.

Bundan dolayı, ABD ile birlikte yürüyüp Rusya ve Esad düşmanlığı yapan AKP Hükumetlerinin PKK ile mücadeleyi başarıya ulaştırması ve koridor karşıtı gerçek bir mücadele yapması mümkün değildir.

AKP Hükumeti’nin hem Türk Ordusu'nun "PYD'nin Fırat'ın batısına geçmesi" kırmızı çizgisinin arkasında durması, hem de ABD askerlerinin PYD'yi Fırat'ın batısına götürecek operasyonda yönetmek üzere PYD kantonlarına Türkiye üzerinden geçmelerine izin vermesi ve PYD'yi kara gücü olarak kullanan ABD'ye İncirlik Üssü'nü kullanma izni vermesi sürdürülemeyecek bir çelişkidir. Esad ve Rusya düşmanlığı, bu çelişkinin ABD ve PYD=PKK yararına çözülmesini dayatacaktır.

Çözüm yolu AKP Hükumetinden bir an önce kurtulmaktır.

***
arşiv:
Uçak düşürmek de başkanlık takıntısına ilaç olmadı 26 Kasım 2015
http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/11/ucak-dusurmek-de-baskanlk-takntsna-ilac.html

Kaynak: http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/11/tayyip-beyin-surdurulemez-esad-pyd.html?m=1

Amberin Zaman'ın bu yazısında ilginç ayrıntılar var: ABD-Kürt işbirliği tam gaz
17/09/2015



Türkiye ile PKK arasında yeniden alevlenen çatışmaların yakın gelecekte sona ereceğine dair herhangi işaretin belirmediği bu günlerde ABD bu durumun PKK’nin Suriye kolu YPG ile derinleşen ilişkilerini olumsuz etkilemesinden kaygı duyuyor.

Bu kaygılar ağırlıklı olarak dışişleri bakanlığında dillendiriliyor. YPG ile PKK arasındaki ‘fark’ cansiperane şekilde vurgulanıyor. PKK’nin aksine YPG’nin ABD’nin terör listesinde yer almadığı cümlesi papağan gibi tekrarlanıyor.

Değişmeyecek bir gerçek

ABD ile çiçeği burnunda ittifaklarının hasar göreceğinden endişe duyan kimi YPG’liler de huzursuzluğunu gizlemiyor. PKK’nin Türkiye’deki eylemlerine son vermesinin herkesin hayrına olacağına inanıyorlar. Ama gerçek şu ki YPG de PKK de Abdullah Öcalan’ın liderliğindeki Kürt siyasi hareketinin (KSH) ayrılmaz birer parçası.

Halihazırda PKK’nin desteği olmadan YPG ayakta duramaz. Batı istediği kadar YPG’ye silah versin, araya sanal çizgiler çeksin, bu gerçek yakın gelecekte değişmeyecek.

Fiyasko tescillendi

Zaten ABD dışişlerindeki telaş savunma bakanlığında (Pentagon) yetkilileri arasında pek sezilmiyor. Zira Türkiye’nin IŞİD’le mücadelede yakın zamana kadar sergilediği direnç hafızalarda yerini koruyor. Her ne kadar Türkiye, ABD uçaklarının YPG’nin sağladığı koordinatlarla IŞİD’e karşı operasyonlar düzenlemek için İncirlik’i kullanmasına izin verse de -ki bu çok kritik bir adım- ağızlardaki kekremsi tat henüz dağılmadı.

Üstelik YPG’nin kredisi her geçen gün artıyor. Daha dün Senato’da ifade veren ABD Merkez Kuvvet Komutanlığı’nın (CENTCOM) başındaki General Austin, ABD’nin Türkiye’nin de yer aldığı ‘Eğit-Donat’ programında eğittiği kaç kişinin Suriye’de savaştığı sorusunu, “Düşük bir rakam… Dört veya beş kişi diyebiliriz” diye yanıtladı. Fiyasko böylece tescillendi.

Başkanlık seçimleri atmosferinin gittikçe kızıştığı bu günlerde Cumhuriyetçiler iktidardaki Demokratları IŞİD’e karşı zafiyet üzerinden vuracak. Obama yönetiminin IŞİD’e karşı acilen bir başarı hikayesine ihtiyacı var. O hikayenin adı da Kürtler.

Kasım 2016’da yapılacak seçimlerden önce IŞİD’in ‘başkent’i Rakka’nın ele geçmesi Demokratlara önemli bir üstünlük sağlar.

Düğüm çözüldü

Fakat YPG bu işin altından tek başına kalkamaz. Zaten bunu defalarca belirttiler. Rakka’nın düşmesi için birlikte hareket ettikleri Özgür Suriye Ordusu’na bağlı grupların katılımı şart. Bir de ağır silah sevkiyatı için yolların açılması. Türkiye YPG’yle sahada işbirliğini reddeettiği sürece de bu ancak Irak Kürdistanı üzerinden gerçekleşebilir.

Aylardır mesele tam da bu noktada düğümleniyordu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile PKK/YPG arasındaki sürtüşmeler YPG’ye silah aktarımına engel oluyordu. Öyle ki Kürt kaynaklarına göre Ağustos öncesine kadar YPG’ye ait kamyon dolusu silah Süleymaniye’de bekletiliyordu, çünkü Suriye ile sınırı kontrol eden Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) geçişlerine izin vermiyordu.

ABD’nin yoğun diplomasisi neticesinde sorun aşıldı. Kamyonlar geçti. Ve yine ABD’nin bastırmasıyla Barzani ve PYD Eş Başkanı Salih Müslim bu hafta uzun zamandır ilk kez Erbil’de bir araya geldi. ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD’e Karşı Mücadele Özel Temsilci Yardımcısı Brett McGurk de görüşmelerde hazır bulundu.

Mutabakat sonucu Irak Kürdistanı yönetimince YPG’ye silah sevkiyatına kontrollü şekilde izin verileceği iddia ediliyor. Bunun karşılığında ise YPG Barzani’nin eğittiği Suriye KDP’sine bağlı peşmergelerin Suriye’ye geçişine izin verecek. Iraklı Kürt kaynaklara göre YPG ve peşmerge komutanları Zaho’da ortak operasyon merkezi kurdu bile.

Ancak Erbil merkezli Bas News’un aktardığına göre YPG Sözcüsü Redur Xelil, Suriye KDP’sine bağlı peşmergelerin geçişlerine olanak sağlanacağı haberini yalanlandı. Xelil, ayrıca ABD özel kuvvetlerinin YPG’ye Suriye’de eğitim verdiği haberlerin de asılsız olduğunu savundu. Anlaşılan pürüzler sürüyor.

(..)
Kaynak: diken.com.tr

Demirtaş'tan "Biji Serok Obama" ağızları: ABD'nin İncirlik Anlaşması'nda Kürtlere ihanet ettiğini düşünmüyorum
14 Ağustos 2015



Sol'un haberine göre; HDP'li Selahattin Demirtaş, PKK'ye yönelik operasyonlar nedeniyle Erdoğan'ı suçlarken, ABD'nin İncirlik mutabakatı ile Kürtlere ihanet ettiğini düşünmediğini söyledi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Washington Post'un ünlü köşe yazarı David Ignatius'un sorularını telefonla cevapladı.

Demirtaş, Suruç'un "Erdoğan'a bağlı Gladyo"nun işi olduğunu söylemesi hakkında da, Erdoğan'ın ülkede olan biten her şeyi bildiğini ileri sürdü.

HDP'yi "liberal, reformist" bir parti olarak tanıtan Ignatius, Demirtaş'ın erken seçimlerde HDP'nin hedefinin yüzde 20 oy almak olduğunu söylediğini aktardı.

Demirtaş, ABD ile Türkiye arasındaki İncirlik Anlaşması hakkında da konuştu. "Demirtaş ABD'nin rolünü eleştirmeyi reddetti" diyen Ignatius'un aktardığına göre, HDP lideri şöyle devam etti:

[İncirlik Anlaşması'nda] ABD'nin Kürtlere ihanet ettiğine inanmıyorum. IŞİD'e karşı alınan her önlemi desteklerim.

ABD'nin PKK ile devlet arasındaki "barış süreci"ne yardım edebileceğini söyleyen Demirtaş, ABD'yi sürecin devamı için "teşvikler yaratmaya" çağırdı.
Haber 93

Economist'in Suruç yorumu: Savaş yeni bir boyut kazandı
21 Temmuz 2015



İngiltere'de yayınlanan Economist dergisi, Suruç'ta dün 30'dan fazla kişinin öldüğü saldırıyla ilgili olarak "Kürt milis grupları, Irak Şam İslam Devleti ve Türkiye arasındaki karmaşık savaş, bir IŞİD militanı tarafından düzenlendiği düşünülen intihar saldırısıyla tehlikeli bir aşamaya girdi" diye yazdı.

Haberde "Saldırı gerçekten IŞİD tarafından yapıldıysa bu, örgütün Türkiye toprakları içinde düzenlemeye cesaret ettiği ilk büyük çaplı saldırı olacak. Bu saldırı ayrıca, Türkiye'deki Kürtlerin, Suriye'deki kardeşlerine verdiği desteğin savaşın Türkiye'ye sıçramasına neden olabileceğine ilişkin bir uyarı olarak görülecek" denildi.
Yazıda özetle şöyle deniyor:
"Saldırı açıkça Kobani'yle bağlantılı. Aynı zamanda Türkiye'deki Kürt siyasi güçlerini ve özellikle de 7 Haziran'daki seçimlerde ilk kez meclise giren HDP'yi hedef almış gibi görünüyor. AKP milletvekili Orhan Miroğlu, 'Bu saldırının hedefi HDP'dir' diyor. Suruç; HDP'nin yönetiminde ve ilçe IŞİD karşıtlarının kalesi konumunda. Tüm bunlar, IŞİD ve destekçilerini Kürtlerle karşı karşıya getiren karmaşık bir savaşın parçası."

'Saldırının hedefi HDP'

"HDP, yasadışı PKK'ya sempatisini gizlemiyor. YPG, PKK'nın Suriye'deki uzantısı. PKK 2013'te ateşkes ilan etti. Örgüt daha sonra silahlarını Suriye ve Irak'taki cihatçılara çevirdi. Haziran'da IŞİD'i Tel Abyad'dan çıkararak büyük bir başarı elde etti. Tel Abyad, IŞİD'in Türkiye'den silah ve militan geçişleri için kritik önemde bir ikmal yoluydu."

"Bu arada, Kürtler uzun zamandır Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP'nin, Suriye'deki Kürtlerin Rojava'daki özyönetim deneyimini baltalamak için gizlice IŞİD'e destek verdiğini öne sürüyordu. Saldırıdan sonra bu iddialar yeniden gündeme geldi."

"AKP, IŞİD'le işbirliği yaptığını reddediyor. Polis geçen hafta IŞİD militanı olduğundan kuşkulanılan çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Erdoğan Suruç'taki saldırıyı hemen kınadı. Ama Türkiye, IŞİD'e karşı ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyonun parçası olmasına rağmen İncirlik'in kullanılmasına izin vermedi. Türklerin ayak diremesi ABD'yi YPG'yle işbirliğine yöneltti. Bu, YPG ile PKK arasında bir fark görmeyen Türkiye'deki generalleri öfkelendirdi."

"Erdoğan Kürt meselesine ilerici yaklaşımı nedeniyle övgü almıştı. Başbakanken Öcalan'la görüşmeler başlatan ilk Türk lider oldu. Ama Ağustos'ta cumhurbaşkanı olduktan sonra şahinleşti."

"Erdoğan'ın Türkiye'yi IŞİD'le savaştan uzak tutma çabası bir ölçüde Kürt milliyetçiliğine karşı çıkmasından, bir ölçüde de cihatçı terörden çekinmesinden kaynaklanabilir. "
Kaynak: BBCT

Mesrûr Barzani: Orası da Irak toprağı ve PKK Kandil'i terketmeli
03 Temmuz 2015



Sol'un haberine göre; Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Güvenlik Meclisi Başkanı Mesrûr Barzani Al Monitor'e önemli açıklamalarda bulundu.

Al Monitor'dan Amberin Zaman'ın sorularını yanıtlayan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Güvenlik Meclisi Başkanı Mesrûr Barzani, IŞİD'le mücadeleden Türkiye ve PKK ile ilişkilerine kadar bir dizi başlıkta önemli açıklamalarda bulundu.

Erbil merkezli ve Suriye'nin Kürt bölgelerini de içine alan bağımsız bir Kürdistan senaryosunun masada olup olmadığı sorusuna ise Barzani "Bilmiyorum. Spekülasyona girmek istemem. Bizim Irak Kürdistanı'ndaki niyetimiz Irak Kürdistanı'na odaklanmak ki bu oldukça meşru." dedi ve komşu ülkelerden saygı görmek istediklerini söyledi.

PKK-KDP İLİŞKİSİ

Bölgede IŞİD'e karşı birleşik bir Kürt ordusu için henüz şartların olgunlaşmadığını belirten Barzani, diğer bölgelerdeki Kürt güçlerinin Irak'taki Kürt bölgesine yardımda bulunmasının daha makul bir yol olduğunu belirtti. Bunun Sincar'daki yansımasının ne olacağının sorulması üzerine Barzani şöyle konuştu:

Dediğim gibi, PKK'nin burada bir rolü yok. PKK'nin, Sincar'dan çekilmesi gerekir ve çekilmeli zira Sincar halkı kendi geleceğine kendi karar verecek ve bu bölge Irak Kürdistanı. PKK, Irak'tan bir Kürt partisinin Diyarbakır ya da Mardin'deki işlere burnunu sokmasını ister mi? Ancak Türkiye'de Kürt halkı içinde rol almasına izin verilmesi gereken partiler var. Biz çok partili sisteme inanıyoruz. PYD-PKK unsurları durum normale döndüğünde (Sincar'dan) geri çekilmeli.

Al Monitor'un Kandil'e ilişkin sorusuna ise Barzani şu yanıtı verdi:

Orası da Irak toprağı ve PKK Kandil'i terketmeli. Bu bizim Türkiye'deki Kürt barış sürecinin başarıya ulaşmasını istememizin nedenlerinden biri.
Haber 93

PKK ile Barzani arasında Kürdistan'ı kim yönetecek kavgası
16 Nis 2015



Al Jazeera Türk'ün haberine göre; IKYB Başkanı Mesut Barzani, PKK yöneticisi Duran Kalkan'ın "Güney Kürdistan'ı Erbil'den yöneteceğiz dememek lazım" sözlerine cevap verdi. Kalkan'ı 'ihanet ve iç savaşı tahrik etmekle' suçladı.

Barzani ile PKK geçen aylarda Musul'a bağlı Yezidi halkın yaşadığı Şengal ilçesinin yönetiminde de karşı karşıya gelmişti.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Barzani, yaptığı yazılı açıklamada, PKK yöneticilerinden Duran Kalkan'ın, IKBY yönetimini diktatörlükle suçlayan sözlerine tepki gösterdi.

Kalkan'ın 'söz konusu emellerini, Kürt bölgesinde gerçekleştirmek istemesine izin vermeyeceklerini' vurgulayan Barzani, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Kürdistan'a farklı şekillerde düşmanlık yapıldığına şahit oluyoruz. Demeç, açıklama, yazı ve farklı propaganda araçları düşmanlığın yeni boyutudur. İç savaşı tahrik eden ve Kürtler arasında fitne sokmayı amaçlayan açıklamalar yapılıyor. Kürdistan'da iki idareli yönetimin yeniden canlandırılması amaçlanıyor. Bu ifade özgürlüğü değildir. Bu tür girişimler millete ve vatana ihanettir. Bu, düşmanların plan ve programını, Kürdistan'da hayata geçirme çabasıdır. Düşmanların ajandasını uygulamaktır. Vatana yönelik bu tür düşmanlıkların, Kürdistan'da varlık bulması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu girişimlere asla izin verilmeyecektir. Bu konu ulusal ve milli güvenliğe ciddi bir tehdittir. Sahip olduğumuz kazanımlar, kan ve gözyaşıyla elde edilmiştir. Bu yöndeki çabalar güvenliğimiz için tehlikedir."

Parlamento ve hükümete çağrı

IKBY Parlamentosu ve hükümetine sorumluluklarını yerine getirme çağrısında bulunan Barzani, "Vatana ihanet içindeki bu oluşuma karşı uygun tedbirleri alın. Bu tür oluşumlar tehlikelidir. Bir daha aynı durumla karşılaşmamak için yasal ve resmi yolları uygulamaya koyun. Bu yöndeki açıklamaların yayılmasını engelleyin. Bu tür açıklamalar halkın yaşamını, vatanın birliğini ve milli huzuru hedeflemektedir. Bu açıklamalar iç savaşı ve iki idareli yönetimi tahrik ediyor" ifadelerini kullandı.

Barzani, "bütün Kürdistan halkına ve siyasi taraflara da seslenmek istediğini" dile getirerek, şöyle konuştu:

"Bu sesin (Duran Kalkan) çıkmaması için bütün gücünüzle çaba gösterin. Vatana ihanet suçu olan bu görüşlerin önünü kesin. Şerefli Kürdistan halkına da çağrım şudur: Böyle grupların Kürdistan'da varlık bulmasına izin vermeyin. Vatana ihanet içindeki bu unsurlar iç savaş çıkarmak istiyor. Fitne çıkarmayı amaçlayan bu oluşumlara imkan tanımayın. Kürdistan'ın savunulması ve halkımızın birliğinin sağlanması için elinizden gelen çabayı gösterin."

Duran Kalkan ne demişti?

PKK yöneticilerinden Kalkan, örgüte yakın bir yayın organına verdiği röportajda, şu ifadeleri kullanmıştı:

"Güney Kürdistan, merkezi bir siyasi yönetim altında yaşayamaz, bir olamaz. Çünkü içinde birçok lehçe ve çok değişik halk toplulukları var. Güney Kürdistan’da merkezi diktatörlük yaşayamaz. Bu bölgeyi demokrasi birleştirir ve yaşatır. Demokrasi de halkın yönetime katılması, yerel yönetimin güçlü olması demektir. Yani 'Güney Kürdistan’ı Erbil’den yöneteceğiz, sadece yönetim Erbil'de olacak' dememek lazım. Şengal, Kerkük, Germiyan, Duhok ve Süleymaniye de kendini yönetmelidir. Böyle olursa Kerkük de Kürdistan’a katılır."

Aralarındaki sorun

Barzani ile PKK geçen aylarda Musul'a bağlı Yezidi halkın yaşadığı Şengal ilçesinin yönetiminde de karşı karşıya gelmişti.

Şengal ilçesinin DAEŞ'ten kurtarılan bölgelerinde PKK'nın kanton ilan etmek istemesi ve kendi idari yapılarını kurmaya başlaması üzerine Mesut Barzani, gereken tedbirleri aldırtmış, kanton girişimi için de "karton" benzetmesinde bulunmuştu.

KCK’dan Barzani’ye Cevap

Mesut Barzani ve KDP Yönetiminin, PKK yöneticisi Kalkan'ın "Güney Kürdistan'ı Erbil'den yöneteceğiz dememek lazım" sözlerine gösterdiği tepkiye KCK yönetimi cevap verdi: Şaşırtıcı ve anlam verilemez.

KCK Yürütme Konseyi Eş başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, PKK ve KDP’nin ideolojisi ve politikaları farklı olan siyasi hareketler olduğuna dikkat çekildi. KDP yetkilileri sık sık PKK’yı eleştirdiğine dikkat çekilen açıklamada, kendilerinin soğukkanlı yaklaştığı belirtildi.

'Açıklama şaşırtıcı'

Açıklamada, KDP tarafının açıklamalarının şaşırtıcı olduğu ifade edildi.
“Kuşkusuz farklı düşünce ve öneriler olabilir; değerlendirmeler yapılabilir. Ancak sadece düşünce ve görüşü ifade eden değerlendirmeler karşısında “İç savaş çıkarılmak istendiği”nden söz etmek gerçekten de şaşırtıcı olmuştur. Halkımızın en fazla acısını çektiği ve bir daha olmamasını istediği bu tür bir durumu, ortada bir neden yokken bu kadar kolay ifade etmek, duyulması gereken siyasi sorumlulukla bağdaşmamaktadır. Hareketimizin, farklı bir inanca sahip; insanlığın ve tarihimizin bize miras bıraktığı Ezidi halkımız için Kürdistan demokrasisi içinde özyönetime sahip olarak ulusal birliği güçlendirecek bir yaşam biçimine sahip olmasını Kürdistan'ı parçalama ve bölme olarak göstermek gerçekten de anlaşılmaz bir tutumdur. Kürdistan'a yönelik her tehlike karşısında duran bir ulusal bilinçle fedaice bir savunma pozisyonu içinde olmamız bu tür değerlendirmeleri hak etmemektedir.”

'Gerilime taraf olmayacağız'

KCK, gerilimlerin tarafı olmayacaklarını ifade etti.

“KDP Polit Bürosu ve yetkililerinin açıklamaları ise susturma, konuşturmama, bir daha bu tür görüşlerin olmasını engelleme, yaşamasına izin vermeme gibi yoruma açık demokratik olmayan tehlikeli değerlendirmelerde bulunması eğer maksadı aşan yetersiz değerlendirmeler değilse, gerçekten de düşündürücüdür. Ulusal kongrenin tartışıldığı bir dönemde bu tür ifadelerde bulunulmasının hiç kimseye faydası olmayacaktır.Biz hareket olarak anlaşılmaz biçimde yaratılan gerilimler içinde olmayacağız. Siyasi yaklaşımlarımızı ve önerilerimizi demokratik teamüller içinde ifade etme, halkımız ve kamuoyu ile paylaşma dışında bir tutum içinde olmayacağız.”
Haber 93

Hüda Par 9 ilde seçimlere bağımsız adaylarla girecek
04/04/2015



Radikal'in haberine göre; Hüda Par'ın 7 Haziran'da yapılacak milletvekili genel seçimlerine 9 ilde bağımsız adaylarla gireceği bildirildi.

Diyarbakır 'da bir düğün salonunda yapılan aday tanıtım toplantısında konuşan Hüda Par Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yılmaz, seçim barajının, farklı düşüncelerin mecliste temsil edilmesine engel olduğunu savundu.
Yılmaz, "Temsilde adaleti engelleyen bu baraj zulmünü aşabilmek için parti olarak değil, bağımsız adaylarla seçimlere katılma kararı almış bulunuyoruz" dedi.
Türkiye 'nin önünde acilen çözülmesi gereken iki önemli meselenin bulunduğunu dile getiren Yılmaz, bunlardan birinin Kürt sorunu diğerinin de İslami yaşamın önündeki engellerin kaldırılması olduğunu söyledi.

6-7 EKİM OLAYLARI

Yılmaz, 6-7 Ekim'de DAEŞ bahanesiyle düzenlenen izinsiz gösterilere ilişkin hazırlanan iddianamede, azmettiricilere yer verilmediğini ileri sürerek, "Yandaş kitlesini eylem yapmaya çağıran başta örgüt lideri Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır il eş başkanı dahil diğer hedef gösterenlerin iddianameye dahil edilmeleri gerekirdi" diye konuştu.

YAPICIOĞLU DİYARBAKIR’DAN ADAY

Toplantıda, Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun seçimlere Diyarbakır'dan bağımsız aday olarak gireceğini açıklandı. Yapıcıoğlu, yaptığı açıklamada, mecliste İslami bir muhalefetin olması gerektiğini savundu.

9 İLDE ADAY GÖSTERİLECEK
Konuşmaların ardından 9 ilde seçimlere girecek bağımsız adaylar tanıtıldı. Diyarbakır'da Yapıcıoğlu, Batman'da Aydın Gök, Bitlis'te Cengiz Karakaya, Adana'da Salih Demir, Şırnak'ta Şehzade Demir, Van'da Mehmet Mehdi Oğuz, Şanlıurfa'da Mehmet Yavuz, Bingöl'de Sait Şahin ve Mardin'de Mahmut Kılınç'ın aday gösterileceği duyuruldu.
haber 93

Türkler ve Kürtler: Muhtemel bir anlaşma
Immanuel Wallerstein
20 Mart 2015

Bu aralar, Türk hükümeti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında, geçmişi 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar götürülebilecek olan acımasız mücadeleyi sona erdirebilecek bir anlaşmanın sağlanmasına dönük gerçek bir olasılık var gibi görünüyor.

Mesele en başından beri açıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün hemen ardından, başını Mustafa Kemal’in (Atatürk) çektiği bir grup Türk milliyetçisi iktidarı ele geçirdi ve sınırları esasında Anadolu ve Trakya olarak bilinen toprakları içeren seküler bir cumhuriyet kurdu. İktidara yeni gelen neredeyse bütün milliyetçiler gibi, bu grup da ideolojik olarak Jakobendi. Bu grup, bir Türk cumhuriyeti ve aslında sadece Türkler için olan bir cumhuriyet kurdu.

Ermenilerle olan etnik mücadeleler iyi bilinmektedir ve halen aslında neler olduğuna dönük bitmeyen bir tartışmanın da konusudur. Bugün, dünya çapında analizcilerin büyük kısmı, bahsi geçen tarihin Ermeni versiyonunun daha doğru olduğunu kabul etmekte ve aslında bir etnik temizliğin yapılmış olduğunu kabul etmektedir.

Kürtçe konuşan halklar, bugün dört farklı devlette bulunmaktadır: Türkiye, Suriye, Irak ve İran. Kürt yurtseverleri*, uzun zamandır, bu dört ülkedeki grupları bir araya getirecek bir tür Kürt devleti kurma arayışındadır. Bu zamana kadar, bu girişim başarılı olamamış ve bu dört ülkedeki Kürt yurtseverleri, hedeflerini dört devletin her birinde kayda değer özerklikler elde etmek yönünde yeniden kurgulamıştır.

Türkiye örneğinde, Kürtçe konuşanlar, Türk devletinin güneydoğu bölgesine odaklanmıştır. 1976 yılında, Kürt yurtseverliğinin bayrağı, kendisini Kürtçe konuşanlara yönelik herhangi bir siyasi, kültürel ya da dilsel hakkı tanımakta isteksiz olan Türk hükümetine karşı isyan etmeye hazır, Marksist-Leninist bir hareket olarak tarif eden PKK tarafından ele alınmıştır. Doğrusu, Türk hükümeti, onları Dağ Türkü olarak adlandırmak suretiyle Kürtlerin varlığını bile tanımayı reddetmiştir. Böylece Türk hükümeti ile PKK arasında süregiden bir askeri mücadele ortaya çıkmıştır.

1999 yılında, PKK lideri Abdullah Öcalan, Türk hükümeti tarafından CIA’in de yardımıyla yakalandı. Vatana ihanet ve terörizmden yargılanarak ölüme mahkûm edildi. Bu cezanın infazı, sonradan, bir ada hapishanesinde tek kişilik hücrede ağırlaştırılmış müebbede çevrildi. Bu sırada Öcalan’ın dünya görüşü de değişiyordu ve Marksizm-Leninizm’in artık PKK’nin örgütlenme ideolojisi olması gerektiği fikrinden uzaklaştı. Bununla birlikte PKK’li çeşitli gruplar silahlı mücadeleye devam ettiler.

2002 yılında, adı AKP olan bir İslamcı siyasi parti, parlamentoya uzun süre hâkim olan seküler milliyetçileri alaşağı ederek ve sıkı sekülerizm siyasetine teşne askeri liderleri ürküterek, Türkiye’de iktidara geldi. AKP’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan, üç seçimden başarıyla çıktı ve bugün AKP devletin siyasi kontrolünü sımsıkı elinde tutuyor görünmekte.

Pek çok kişi açısından sürpriz olacak biçimde, 2012 yılında Erdoğan, PKK ile ve dolayısıyla Öcalan ile, ilk başta gizli tutulacak biçimde müzakerelere başladı. Her iki taraf da çatışmanın kabul edilebilir bir çözümünün nasıl olacağı ve Kürtlerin hakları ve özerklik üzerine uzun zamandır süren farklı görüşler üzerine tartışıyordu. Siyasi çözüme dönük bu türden bir girişime yol veren şey, her iki tarafın da askeri mücadeleyi kesin olarak kazanmasının mümkün olmadığının farkına varmış olması gibi görünüyor. Aynen diğer iç savaşlar gibi, bir tükenmişlik unsuru, rakip güçlerin bir tür uzlaşmayı kabul etmesine yol açacak biçimde rolünü oynamaya başlamıştır.

Uzlaşmalar her zaman sancılıdır ve her iki tarafta da bunu kabul edilemez bulacak militanlar her zaman olacaktır. Standart sorular, her bir tarafın yapılacak olan anlaşmada ne elde edeceği ve her bir tarafın kendi siyasi tabanlarının desteğini ne dereceye kadar alabileceğidir.

Türkiye, ileriye yol almak adına yeni bir anayasa kabul etmek zorundadır. AKP, diğer partilerin karşı çıktığı, başkanın iktidarını kayda değer ölçüde genişletmek konusunda telaşlı davranıyor. PKK ise bu türden bir yeni anayasaya, Kürtleri Türklerle eşit haklara sahip bir halk olarak tanıyan maddelerin dahil edilmesi konusunda telaşlı davranıyor. PKK, anayasadan, Kürtleri modern Türkiye’nin eşit kurucu halkı olarak tanımlayacak bir dil bekliyor.

Ayrıntılı çözüme dönük zor meselelerden biri, düşmanlıklara son verilmesidir. Türk hükümeti ve PKK, PKK silahlı güçlerinin Irak’taki özerk bölgeye geri çekilmesinde uzlaşmıştı. Bu geri çekilme halihazırda başlamış durumda. Fakat silahları bırakma söz konusu değil ve PKK birlikleri, daha somut bir süreç hayata geçirilene dek silahları bırakmak niyetinde değil. Öcalan’ın cezasını Türkiye’de ev hapsinde geçirmesine izin verilip verilmeyeceği de, tartışılan meselelerden birisi ve olması da muhtemel.

PKK için acil olan ve büyük bir başarı sayılabilecek olan şey, her ne kadar özerkliği içermese de Kürtlerin haklarının tanınması olacaktır. AKP için acil olan şey ise, yeni bir anayasayı yürürlüğe sokması için gereken Türk parlamentosundaki %75’lik** oranı elde etmek adına parlamentodaki Kürt üyelerin oylarına ihtiyacı olmasıdır.

Böylece, bunca ihtiyat ve süregiden karşılıklı kuşkunun ortasında, iki taraf da bir anlaşmaya önemli ölçüde daha yakın hale gelmiştir. Bazı zorluklarla birlikte, Öcalan muhtemelen kendi tabanının müstakbel düzenlemelere uyum göstermesini sağlayabilecektir. Öcalan halen bir Kürt kahramanıdır. Eğer anlaşma gerçekleşirse, Kürtler dilsel ve kültürel haklarına kavuşmuş olacaktır. Sıradan Kürtlerin ekonomik durumunun ne kadar gelişeceğini ise bekleyip göreceğiz.

* Wallerstein’in yazısının orijinalinde Türkler için de Kürtler içinde “milliyetçi” anlamına gelen “nationalist” sözcüğü kullanılmaktadır, ancak çeviride, Türkçe okur açısından iki tarafı eşitleyen bir dil kullanmamak için “Kürt milliyetçileri” yerine “Kürt yurtseverleri” ifadesi kullanılmıştır; -editörün notu.

** Yazar % 75 dese de bu oran gerçekte 2/3 yani %67’dir; -e.n.

[Binghamton.edu’daki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]

BARZANİCİLİĞİ AŞAMAYAN SAHTEKÂRLAR
Ali Osman ZOR
7 Mart 2015



“Hükümetin Batı Karşıtlığı” üzerine havada lâflar uçuşuyor. Bu lafları “uçuranlar” Amerika’nın başını çektiği organize suç örgütünün Bağdat’a, Musul’a saldırırken AKP’nin de bu saldırıya askeri malzeme taşıyan uçaklarla destek verdiğini gizleme gayreti içinde değerlendiriyorlar.

Hükümet yanlısı gazeteler iki-üç gün evvel bir işadamı üzerinden İsrail’in “Mavi Marmara’da şehit edilen mücahitlerin ailelerine 1 Milyar dolar teklif ettiği“ni yazarken, bugün başka bir haber ajanslara düştü: Amerika-İsrail tatbikatına Hükümet vetosunu kaldırarak izin vermiş.

AKP-PKK “çözüm” ortaklığının on maddelik masa başı müzakere ön anlaşması milletin gözünden kaçırılırcasına açıklandı. Daha bu on maddenin üzerinde olan biteni anlamak için tartışmaya zaman kalmadan Erdoğan Kâbe’de, Davutoğlu Washington’da, Hükümetin gönderdiği uçaklar Bağdat’ta, İsrail gemileri Akdeniz’de görülüverdi.

Yakında Filistin’le alâkalı yine bildik yaygaraları da duyarız.

Malum olduğu üzere, Batı’yla her türlü haltı karıştıranlar, yaptıklarını perdelemek için dönem dönem hemen Filistin yaygarasını koparırlar. Hiç kimse de bunlara “Filistin direnişini de siz bitirdiniz!” demez. Suriye’den AKP eliyle çıkarılıp Katar’da “ev hapsi”ne alınan Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal şu ân istediği hiç kimseyle görüşemiyor. Oturmaktan 25 kilo aldığı da gelen haberler arasında.

Artık herkes tarafından biliniyor ki, Batı’nın esas hesabı Irak’ın Kuzeyi’ndeki düşmana kapıyı içeriden açan işbirlikçi yasadışı yapıyı tamamen oturtmak. Perde arkasında 30 yılı aşkın süredir yapılan bu hesap, şimdi pervasızca göz önünde anlatılıyor. İslâm Milleti de bu hesap üzerinden bölünmeye çalışılıyor.

İslâmcısından Atatürkçüsüne her kesim içine sızmış bu problemi, İslâm Milleti’ne mensup ne yapacağını bilen milli bir iktidar iş başında olsa 72 saat içinde çözer:

Anadolu’dan yapılacak bir müdahaleye Amerika da dahil hiç kimse hiçbir hamle yapamaz; çünkü Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu yapılanma şu hâliyle dağıtabilir bir konumdadır. Türkiye’nin verdiği destek olmasa hiçbir dayanağı mevcut değil. Fakat görüyoruz ki, bu yasadışı yapılanmayla menfaat ilişkisi kurmayan hiçbir kesim olmadığından, böyle bir hamleye karşı her kesimden de bir direnç var.

91-2002 arası bu ilişkiler zaten kurulmuş ve geliştirilmişti; 2002’den sonra ise, daha sistemli ve kalıcı hâle getirildi.

Özellikle “Şeriatçılıktan” Liberalliğe savrulan (cici demokrasi aşıkları) Irak’ın Kuzeyi üzerinden devşirilerek mamalandı.

Peki, bu mamalananlar nereye gitti?

Buharlaştılar mı?

Hayır, hiçbiri buharlaşmadı; “Karun” olup, 2002’den sonra hükümetin çevresinde yerlerini alarak satılmışlıklarını kendi kesimlerine sirayet ettirme misyonunu üstlendiler. AKP’yi desteklemek bunlar için politik tavrı aşan bir ideoloji hâline geldi.

Bu tip insanlar sadece dünün “şeriatçılar“ının içinden çıkmadı. Milliyetçi, Ulusalcı ve Sosyalist kesimlerden de bol miktarda çıktı.

Batı, farklı kesimlerden devşirdiği ve hükümet etrafında öbeklenen bu tipler üzerinden, hesaplaşmanın Irak’ın Kuzeyine bulaşmasını kesinlikle istemiyor!

Irak Milli Kuvvetleri’nin, bu yasadışı yapının üzerine yürümesiyle aynı ânda Amerika’nın müdahale etmesi bu sebepten

Türkiye’den yapılacak herhangi bir hamle ise, Batı’nın bu yapı üzerinden yürütmeye çalıştığı stratejik planları yerle bir edeceğinden, özellikle Washington-Londra-Telaviv’in kâbusudur. Çünkü bu yapı kalıcı hâle getirildiğinde, İsrail’in etkisi Güneydoğu’ya kadar ulaşacak. Buna karşın söz konusu Siyonist Duvar’a Anadolu’dan bir müdahalede ise, aynı İsrail, hayâlini kurduğu bu hat yerle bir olacağından, mevcut konumunu da yitirecek.

Diğer taraftan ise, hesaplaşma Irak’ın kuzeyine bulaştığında, özellikle 91-2003 arası defterler açılıp, kimin hangi ihanetler içinde bulunarak bugünlere geldiği de meydana çıkacak! Bunun neticesinde millette oluşabilecek şok durumunun hiç de Batı hesaplarına hizmet etmeyeceği açık…

91’de isyanın bastırılmasından hemen sonra holdingler, şirketler bu bölgeye akın etti. İnşaatından alt yapısına kadar Türk firmalarının öncülüğünde, orada âdeta Honkong vari bir yer oluşturdular. Şu ân kaçakçılığın her nevinden, kumar ve uyuşturucuya kadar her “film” orada dönüyor. İstanbul’daki her bakkalda Barzani’nin kaçak sigaralarını bulmak mümkün. Bir de marka ismi gibi “kaçak sigara” olarak rahatça satılıyor. Yasadışı yürütülen tüm bu akçeli işler, gayet tabi olarak bu bölgenin ihanet bahçesi olmasını da beraberinde getirdi. Ehl-i Sünnet Müslümanlar’ın kanı üzerine herkesin kolay para kazandığı bir ada kurdular adeta. “İslâm Devleti” mücahitlerinin daha ilk hamlesinde silahlarını bırakarak tabana kuvvet kaçmalarının sebebi de buydu. Bu kadar kolay para kazanılan ve bunun neticesinde de şartların oldukça rahat olduğu bir ortamda savaşacak adamların ortaya çıkması zordur. Savaşa girerse de “İslâm Devleti” misâlinde olduğu gibi ardına bakmadan kaçar ve Batı’nın hava desteğinden medet umar.

Irak’ın Kuzeyi üzerinden mamalanan ve Karunlaşan sadece iş dünyası ve siyasiler değil; medya sektörü de bu talanın içinde. Şu ân adına “Türk Medyası” denilen genelevin köşe başlarına, Amerikancı etnik Kürtçülüğün yerleşmesi ve buralardan İslâm Milleti’ni tehdit etmesinin, uyutmasının alt yapısı yasadışı “ada” ile girilen bu ilişkilerle kuruldu. Bundan dolayı hem hükümet, hem Fetullahçılar, hem de laik medya bu yapının desteklenmesinde hem fikirdir, aralarındaki çekişme ekran başı seyircisine sergiledikleri şovdur. Burayla alâkalı ise, en ufak bir ihtilâfları ve ayrıldıkları nokta yoktur.

İş dünyası ve medyanın içine “sanat çevreleri”ni de katabilirsiniz… “Sanat çevreleri” üzerinden de bu yapı, milletin algılarında inceltilerek kabul edilebilir ve hazmedilebilir bir hâle getirilmeye çalışılıyor.

Yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığımız sebeblerden dolayı, hem PKK içinde, hem hükümet çevrelerinde, hem de ülkenin güneydoğusunda Barzani‘nin etkisi sanıldığından büyük olup, Barzaniciliğin aşılması neredeyse pek mümkün gözükmemektedir.

Muhalefet de dahil olarak İslâmcısı, Atatürkçüsü, milliyetçisi, ulusalcısı, sosyalisti velhâsıl bütün kesimlerin bu işin içinde olduğunu bilmek lâzım. Her kesimi bir şekilde bu işin içine sokan Amerika, bu hain yapının korunup kollanmasını hükümete bir görev olarak vermesine gerek kalmadan, kendiliğinden yapılan bu vazifeyi seyrediyor.

İslâm Milleti adına söz söyleme durumunda olan insanların (nerede, hangi konumda olurlarsa olsunlar) zihinleri Barzanici (Etnik Kürtçü) şablonlar tarafından satın alınarak işgâl edildiğinden, her türlü icraat -birbiriyle çekişir gözükenler de dahil- Anadolu’nun aleyhine olarak kendini gösteriyor.

Batı’nın bu fitne üssü dağıtılmadan, düşman işgâline son vermek mümkün değil!

Şu ân Amerikan liderliğinde Irak’a saldıran Şiî Şövenizmiyle birlikte, PKK, Peşmerge, AKP bütün unsurların tek hedefi bu Yasadışı Yapı‘yı Irak Milli güçlerinin elinden alarak İslâm Milleti bütünlüğünden koparmaktır. Ve böylece İslâm Milleti bütünlüğüne karşı Batıcı bir ırk inşâ edecekler.

Gerçek bir “Birleşik İslâm Devleti” projesinin ilk hedefi bu fitne merkezi’ni dağıtarak asliyetine kavuşturup ayrılmak istediği bütüne, yani olması gerektiği yere, İslâm Milleti’ne dahil etmek olacaktır.

Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab‘ın arasına çekilmek istenen bu Siyonist Duvar’ın malzemesi yapılan Ehl-i Sünnet Kürt, gerekirse bir “Osmanlı tokadı“yla kendisine getirilip, bu ihânete bir son verilecek!
Kaynak: Adımlar Dergisi

UĞUR MUMCU'NUN KATLEDİLMEDEN ÖNCEKİ SON YAZISI ÇOK İLGİNÇ: MOSSAD VE BARZANİ
7 Ocak 1993

İsrail’de Türk büyükelçiliği önünde Barzani ve İsrail bayraklarıyla yapılan bir gösteri

Ortadoğu'nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. MOSSAD, İsrail 'in gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?
Barzani 'nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, "Hayır olmadı" diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.
MOSSAD' ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney'de yayınlanan "Israel 's Secret Wars-A History of Israel's Intelligence Services" adli kitapta sergileniyor. Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington'daki Brooking Enstitüsü'nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış. Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor.
Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.
* * *
Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı 'ndan sonra, MOSSAD 'ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sayfa.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel'in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak 'tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.
1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması 'ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından "Kürdistan Demokratik Partisi"ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.
Barzani 'nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dış işleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor.
MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail 'in Tahran 'daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.
Nimrodi 'nin üstlendiği görev ilginç: Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani 'nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sayfa. 328-329) Kitapta, MOSSAD'dan Kürtler 'e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sayfa.328)
* * *
70 'li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu?
Kitaba göre sürüyor. "Körfez Savaşı sırasında Irak 'ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv'e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. (sayfa.521) Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, simdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor.
MOSSAD, Barzani'ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor. Kitapta, Mesud Barzani'nin İsrail 'e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor. Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyorki daha da sürecek...Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek...
İlgi belli...
Ilişki de belli...
Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD 'ın Kürtler arasında?
Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değilmi?
Kaynak: Cumhuriyet

BU SAVUNMAYI GAZETEDEN OKUYAMAYACAKSINIZ

06.08.2010
Malumunuz, Kayseri Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz'ün de tutuklu olduğu yargılama süreci ile ilgili geçmişte çok sayıda yazı kaleme aldım. Son olarak Albay Cemal Temizöz'ün mahkemeye sunduğu ek savunmaları inceledim. Temizöz'ün savunmasında yer alan bazı iddialar ve bilgiler, ilk defa Odatv'de gündeme gelecek. İşte o bilgiler ve iddialar:

Kazı yapılan yerden PKK'nın infaz ettiği kadın çıktı

Albay Temizöz'ün tutuklanmasına neden olan iddiaların başında bölgede çok sayıda faili meçhulün yapıldığı ve öldürülenlerin başta asit kuyuları olmak üzere açılan kuyulara gömüldüğü iddialarıydı.

PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın gazetelere yaptığı açıklamalar ve çizdiği krokiler üzerine, infaz edildikleri iddia edilen Hakkı Kaya ve Fethi Yıldırım'ın ailelerinin başvuruları üzerine Diyarbakır-Hani karayolunda 3 Nisan 2009 tarihinde kazılar yapılmış ve kazılarda elde edilen 461 kemik parçası Adli Tıp Kurumu'na gönderilmişti. Adli Tıp Kurumu'nun yaptığı incelemede kemiklerin hayvan kemiği olduğu ortaya çıkmıştı. Temizöz, 7 Mayıs 2010'da yapılan 10'uncu duruşmada Diyarbakır 6'ncı Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na sunduğu savunmasında, 3 Eylül 2009'da, Cizre'de yol çalışması sırasında toprak altından çıkan insan kemiklerini hatırlatarak, iki cesetten birinin PKK tarafından infazı edildiğini kaydetti. PKK’nın bölgede “Devlet ajanı” suçlaması yaparak çok sayıda infaz yaptığını hatırlatan Temizöz adı geçen olayı şu ifadelerle mahkemeye anlattı:

(...) Hisar köyünün muhtarı Fahrettin Elçi ile birlikte 3 yakınını katleden ikisini sakat bırakacak şekilde yaralayan, PKK'lı grubun sorumlusu Enver Ökten, bu olaydan 2-3 ay sonra güvenlik kuvvetleri ile Bakartal mevkiinde girdiği silahlı çatışmada öldürülmüştür.

Enver Ökten'in ölümü ile birlikte ortada kalan eşi de terör örgütü tarafından öldürüldü. Öldürenin ise terör örgütü mensubu Kuto Sait olarak bilinen Sait Nart (Abdulkadir oğlu, Çağlayan köyünden) olduğu, Sait Nart'ın Cizre'de Hizbullahçı olarak bilinen Mele Zeki'yi de öldürdüğü ve halen Suriye'de olduğu bilinen hususlardır.

Basına yansıdığı kadarıyla, Cizre-İdil çevre yolu çalışması yapan bir inşaat şirketinin iş makinelerinin Kuştepe köyünün yakınlarında yaptığı çalışma sırasında 03 Eylül 2009 da toprak altından çıkan çamaşırlardan biri kadına ait olduğu değerlendirilen iki cesede ait kemikler çıkartılmıştır. Bayan cesedinin dişinden yapılan teşhiste, Hisar katliamını yapan Enver Ökten'in eşi olduğu, yakınları tarafından bilinmiştir. (...) Olayı herkesin bilmesine rağmen neden gerçekleri söylemediği önemlidir.

(...) Dişinden teşhis edilip namus cinayeti denmeseydi bu olayda mı bizim üzerimize atılacaktı?”

TANIK EBUBEKİR DÖKMEN NEREDE?

Albay Cemal Temizöz, öldürüldüğü belirtilen İzzet Padır'in oğlu Harun Padır'ın ifadelerindeki çelişkiye de dikkat çekiyor.

Harun Padır'ın 21 Haziran 1994 tarihindeki ifadesi ile duruşmadaki ifadesinde, İzzet Padır, Abdullah Özdemir, kendisi ve Ebubekir Dökmen'in gözaltına alındığını, sonrasında kendisi ve Dökmen'in serbest bırakıldığını belirttiğini, ancak 24 Mart 2009 tarihli Cizre Baro Başkanlığı'na verdiği dilekçe ve aynı gün Cumhuriyet Savcılığınca alınan ifadesinde ısrarla üç kişi olarak gözaltına alındıklarını tanık göstererek beyan ettiğini kaydeden Temizöz, “Bu durumda Ebubekir Dökmen'in ifadesinin olmayışı ya unutulmuş olabilir ya da ifadeye çağrılmış, köyde olmadığı, göç ettiği veya kayıp olduğu söylenerek ifadesi alınamamıştır. Yani Ebubekir Dökmen serbest kaldıktan sonra kaybolmuştur” diye sözlerine devam ediyor.

Ancak Temizöz asıl bombayı Dökmen'in nerede olduğuna ilişkin şu bilgileri vererek patlatıyor:

“(...) Bilinen gerçek ise; Ebubekir Dökmen bu olayı müteakip terör örgütüne katılmış, 1997 yılında K. ırak'a yapılan operasyonda yaralanmış, Zaho'da tedavi görmüş, Zaho'da evlenerek oraya yerleşmiştir. Halen K. Irak Zaho'da yaşamaktadır. (...) Ebubekir Dökmen'in durumu araştırılmalıdır.”

“MAĞDUR” SURYA UYKUR YAŞIYOR MU?

Albay Cemal Temizöz, mahkemenin 5 Mart 2010 tarihli 10'uncu duruşmadan itibaren mahkemeye gelmesi için tebligat çıkarttığı maktül Ramazan Uykur'un 18 çocuğundan ikisi olan Abdurrahman Uykur ve Surya Uykur ile ilgili de çarpıcı iddiaları yer alıyor. Ramazan Uykur'un, Cizre eski Belediye Başkanı Salih Şık'ın tetikçisi olduğunu iddia eden Temizöz, Abdurrahman ve Surya Uykur'un PKK üyesi olduğu için yıllardır arandığını kaydederek şunları söylemiş:

“Surya Uykur, PKK terör örgütünün bir üyesi olmasına rağmen (...) örgütün infaz listesine girmiştir. Üstelik gönül ilişkisine girdiği gerekçesiyle yine terör örgütü üyesi olan ağabeyi Abdurrahman Uykur'a infaz ettirilerek.

(...) Acaba Uykur ailesi (...) Surya'nın akıbetini terör örgütüne sormuşlar mıdır? Onlara da içimize sızmış özel savaş elemanları tarafından mı katledildi denildi? Burada özel savaş elemanı Surya'nın ağabeyi mi? Uykur ailesi, Cizre'li müdahil avukatların da bildiği ancak gizledikleri bu olayı adalete intikal ettirecekler mi?”

Temizöz'ün söylediğine göre, mahkemenin, duruşmalara gelmesi için tebligata yarar açık adreslerinin bilinmesi için müzekkere yazılmasına karar verdiği “mağdur” Surya ve Abdurrahman Uykur'un adresleri çok açık: Kandil Dağı. Biri kardeşini örgütün emriyle infaz etmiş yaşıyor, diğeri ağabeyi tarafından, yani faili belli bir şekilde öldürülmüş iki PKK mensubu.

İnsanın, Temizöz'ün mahkemeye söylediği “Bu müzekkerre Kandil'e, Irak'a yazılsaydı herhalde daha çabuk cevap verilmiş olurdu” katılmaması mümkün değil.

Temizöz'ün savunmalarında yer alan bilgiler sadece bunlarla sınırlı değil. Habur'dan giren terör örgütü mensuplarının geçmişte yaptıklarından tutun da kendisine yönelik psikolojik harekatın somut nedenlerine kadar çok çarpıcı bilgiler yer alıyor. Şimdilik bunları anlatalım, bugün Diyarbakır'dan gelecek haberi bekleyelim. Neden mi? Çünkü bugün Diyarbakır'da bu davanın 17'nci duruşması yapılacak. Umarız Türk basını, bu tür gerçekleri, bari bu duruşmadan sonra Türk kamuoyundan gizlemez.

Ceyhun Bozkurt
Odatv.com

İÇ SAVAŞ KORKUSUNU AŞMALISINIZ...
Ordu Millet
05.01.2011

1- "Aydınlar"ın "...Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir ulus-devlet olarak varlığını sürdürmesi noktasında söylem birliğine sahip oldukları" ve yine "hemen hepsinin Kuzey Irak'taki 'kukla' Kürdistan yapılanmasıyla ilgili aynı görüşlere" sahip bulundukları yani söz konusu yapılanmayı kabul etmedikleri düşüncesi; "Irak'ın kuzeyi" yerine "Kürdistan" ve "Kuzey Irak" ifadelerini kullanmanın gereksizliği bir yana, "aydınlar" tabiriyle işaret edilenler sadece millici, vatansever bilinenler olsa bile, hayli iyimser bir değerlendirmedir.

Aydınların, daha doğrusu "aydınlar kastı"nın, milli ve milliyetçi olan her şeye, vatan-devlet-ordu kavramları ve kurumlarına açıkça düşman olmaları yüzünden "Batıdan bağımsızlığımızı kazanınca milliyetçiler-milliciler bizi kesecekse, sömürge olarak kalalım" psikolojisiyle davranan "gizlisiz liberal capulcu... 2.Cumhuriyetçi" kanadı; son 30 yıl boyunca nasıl ki Irak ve Türkiye'deki etnik bozguncu hareketlerle -karagöz perdesinde Türk Milletinin nazarına genellikle "iyi bozguncu" rolüyle sunulan Irak'ın kuzeyindekilerle açıkça, payına "kötü bozguncu" rolü düşen Türkiye'nin güneydoğusundakilerle de daha çok "Irak'ın kuzeyindeki dostlar" üzerinden yarı gizli-yarı açık ilişkiler kurarak -"Saddamcılık, Kemalizm canavarı; BAAS diktatörlüğü, Kemalist diktatörlük" adlarıyla öcüleştirip aynılaştırdıkları milliciliğe, milli devlet yapılarına karşı birlikte hareket etmişlerse; gizlendikleri samimi milliciler, vatanseverler arasında, "Batıdan bağımsızlığımızı kazanınca gericiler bizi kesecekse, sömürge olarak kalalım" psikolojisiyle bilerek bilmeyerek hedef şaşırtan aynı "kast"ın güya öbürüne muhalif kanadı da, etnik bozgunculuğun her iki ayağıyla benzeri ittifak ilişkilerini bu sefer, tam bağımsız vatanı, yabancı güçlerin taleplerine boyun eğilmediği, stratejik sektörlerin millileştirildiği bir yerden ziyade, her metre karesinde şarap çanağıyla dolaşılabildiği taktirde özgür olunabilen, herkesin eli herkesin cebinde, vur patlasın çal oynasın bir gazino olarak tasavvur eden "meyhaneci laikliği"nden ibaret "ilerici maksatlarla" geliştirmişlerdir.

Türkiye'nin Güneydoğusunun Irak'ın kuzeyine teslim edildiği, güneydoğusundaki etnikçiliğin de en az Irak'ın kuzeyindekiler kadar "gayet makbul bozguncular" olarak kabul görüp "devlet"i ele geçirdiği bugün, etnikçiliğe 30 yıldır iyi niyetlice alet olanların şaşkınlığı, birbirlerine karşı dost kuvvet olarak kullandıklarını zannettikleri etnik bozgunculuk tarafından fena halde kullanıldıklarını anlamaktan kaynaklanıyor.

Sürecin bilinçli güdücüleriyse, akıllarınca maksat hasıl olduğu için seslerini çıkarmıyorlar.

2- Uygulamaya koyan devlet görevlileri, işin buraya varacağını hesaplamışlarmıdır ayrı konu; ancak Türkiyenin güneydoğusunun Irak'ın kuzeyine teslim edilmesine varan sürecin başında, ortadan kaldırılan önderlerince sergilenen davaya inanmışlık örneklerinin de etkisiyle, 71 yükselişinin hemen ardından sosyalist hareketin uygun soğuk savaş şartlarında, anti-amerikan bir devrime doğru hızla kitleselleşmesini, bu hareketi besleyen güneydoğulu unsurları ana gövdeden ayırıp bölerek durdurmak maksadıyla etnikçilik zehrinin önünü açma stratejisi yatar.

Bozguncuların özellikle 70'lerin sonlarında ve 80'lerde yayınladığı dergiler incelenecek olursa, öldürülmüş etnikçi militanlarla ilgili resim altı yazılarında "...Bir süre faşist-Kemalist Türkiye sol hareketi içinde çalıştı. Ulusal hareketle tanışınca kimliğini buldu, Kemalist sosyalist Türk faşistlerini kürdistandan kovmaya and içti" benzeri cümlelerle maksada nasıl yüründüğü görülecektir.

Irak'ın kuzeyindeki kukla yapılanma, başlangıcı 70'lerin başlarına kadar uzanan ve T.Özal döneminden bugüne gemi azıya alan bir aymazlıkla esasen Ankara'dan kuruldu ki bu kuruluş sürecinin üzerindeki "örtü" ayrıntılı araştırmalarla henüz tamamıyla kaldırılıp Türk milletine anlatılmış değildir.

Dolayısıyla "Türkiye'de, üst düzey sivil ve askeri bürokrasiyle birlikte muhalefetteki siyasiler(in) hemen hiçbir konuda olmadıkları şekilde tek ses oldukları", hatta "bu konuyu 'milli mesele' olarak benimsedikleri" tespiti de doğruluğu daha çok görünüşte bir iyimserlik taşımaktadır.

3- "Savaşacağız ama iç savaş çıkar" diye düşünerek kazanılmış tek bir bağımsızlık savaşı örneği yoktur. "Savaşacağız ama iç savaş çıkar" diye düşünmek, "Düşmanın çoktan başlattığı bu savaşı seyrederek vatanımı kaybetmeye, Türk milleti olarak siyasi tarihten silinmeye razıyım" demektir. Milletçe içinde bulunduğumuz savaşın, samimiler içine gömülerek gizlenenlerin işbirlikçi yüzlerinin açığa çıkacağı, işgalcilerle, bozguncularla yan yana görünür hale gelecekleri seviyeye ulaşması lazımdır.

Durumu kavrayamayan iyi niyetlilerce üzerinde düşünmeden tekrarlanan ve Türk Milletinin topyekun seferber olmasını frenleyen "kardeş kavgası tehlikesi... iç savaş tehlikesi" edebiyatından vazgeçilmelidir.

İç savaş tabirinden korkmayacaksınız. Zira, sadece evin içindeki dış düşmana değil, 1920'lerde görüldüğü üzere, onun yönlendirdiği işbirlikçi bozguncu kalkışmalara karşı da verildiğinden, bütün istiklal savaşları aynı zamanda birer "iç savaş"tır.

Siyasi tarihi hiçe saymaktan başka bir şey olmayan marangoz eşitliği uğruna, "Türk" sıfatını, adı olduğu milli bütünlüğün unsurlarından biri derecesine indirerek, "Türk-Kürt kardeşliği...Türk-laz Kardeşliği... Türk-Keldani kardeşliği...Kıldani kardeşliği" gibi, dış düşmanın etnikçi bozgunculuğu kullandığı bir vasatta sadece yalvarmak, yaltaklanmak olarak anlaşılan kalıpları kullanma kolaycılığından da bir an evvel kurtulunmalıdır.

Savaş, "Türkçü-Kürtçü iç savaşı" olarak hızlansa bile, aslında, kendilerini adı Türk olan milli bütünlüğe mensup hissedenlerin teşkil ettiği Türk Milletiyle, böyle hissetmeyen unsurların doluştuğu dış destekli etnik bozguncu şebeke arasında gerçekleşen bir kurtuluş savaşı olduğu kısa sürede görülecektir.

Olanca haşmetiyle yerinden doğrulup, içinde birikmiş olanca kızgınlığıyla düşmana patladığında, onu 30 yıldır mıncıklayıp şekillendirdiklerini zanneden bozguncu-sömürgeci takımı, güçlerinin yetmeyeceği büyüklükte bir muhteşem varlığı kavrayıp oynamaya kalkıştıklarını öğreneceklerdir.

Türk Milletinin tarihi varlığı, görüldüğü zannolunandan çok daha büyüktür.

ordu millet

Bakın Milliyet Aslında Neye Darbe Vurdu?
Levent Gültekin
04/03/2013



Fark ettim ki AK Partilileri asıl kızdıracak olan Öcalan’ın başkanlık sürecine dönük sözleri.

Abdullah Öcalan yayınlanan metindeki sözleriyle aslında süreci olumlu etkiliyor, başkanlık hesaplarına ise ciddi bir darbe vuruyor.


**********

PKK ile barış yapmaya çalışırken her gün kendi aramızda yeni yeni ayrışmalara gidiyoruz.

Son ayrışma konusu Milliyet’in yayınladığı İmralı tutanakları.

Genellikle iktidara yakın duran gazeteciler bu haberin yayınlanmasını “sürece büyük darbe” diye yorumlarken, iktidarla arasına mesafe koyanlar “büyük gazetecilik başarısı” olarak değerlendiriyor.

Samimiyetle sürecin zarar göreceğinden endişe duyarak bu haberden rahatsız olanlar da yok değil.

Fakat işin ilginç yanı Milliyet’in bu tutanakları haber yapmasına en çok kızanların, Ergenekon sürecinde eline geçen yalan yanlış her belgeyi, insanların özel konuşmalarını "gazetecilik yapıyoruz" diyerek manşetlerine taşıyanlar olması.

Ergenekon sürecini hiç kuşkusuz bazı medya organlarının bu sorumsuz tutumu sulandırmıştır. Tarihi bir süreç, bu gazetecilerin, savcılardan kendilerine servis edilen dedikoduları, şüpheli belgeleri yayınladıkları için sulandı.

İnsanların kimseyi ilgilendirmeyen özel telefon konuşmalarını yayınlamaktan zerre kadar mahcubiyet, endişe duymadılar.

Başbakan Erdoğan da tek bir gün çıkıp “Bu kadar yalan yanlışı, mahremi, iftirayı yayınlayanlar Ergenekon’un sulandırılmasını isteyenlerdir, batsın sizin bu gazetecilik anlayışınız” demedi.

Şimdi aynı gazeteciler topluma gazetecilik dersi verip asıl dertlerinin ‘barış sürecinin sabote edilmemesi’ olduğuna bizim inanmamızı bekliyorlar.

Başbakan Erdoğan'da ve bazı AK Partililerde sürecin ruhuna yakışmayacak türden bir öfke var.

En keskin, en öfkeli, en çatışmacı dille ülkeye ‘barış’ getirmeye çalışıyorlar.

Peki bu öfkenin, bu tahammülsüzlüğün gerçek nedeni ne?

Sosyal medyada herkes bu soruya cevap arıyor. Niçin bu kadar kızdılar?

Çünkü Öcalan’ın konuşmalarına göre hükumetin elinin güçlenmesi gerek. Müzakere için neredeyse istediği tek şey “herkes için yüksek demokrasi.”

Geriye kalan abartılı lafların kendi tabanının gazını almaya dönük olduğu hemen anlaşılıyor.

Peki Öcalan çıtayı bu kadar aşağıda tuttuğu halde, tutanakların yayınlanması özellikle iktidar çevrelerini niçin bu kadar rahatsız etti?

Sosyal medyadaki bir takipçimin mesajı üzerine dönüp yayınlanan metni tekrar okudum.

Fark ettim ki AK Partilileri asıl kızdıracak olan Öcalan’ın başkanlık sürecine dönük sözleri.

Abdullah Öcalan yayınlanan metindeki sözleriyle aslında süreci olumlu etkiliyor, başkanlık hesaplarına ise ciddi bir darbe vuruyor.

Son haftalarda "AK Parti BDP ile anlaşıp başkanlık sistemini referanduma götürecek" türü yorumlar gerçeklik kazanıyor.

Barış sürecine ‘başkanlık sistemi’ hesabı karıştığında işler elbette içinden çıkılmayacak bir hal alacak.

Müzakere sürecinde verilecek her tavizin, “aslında akan kanı durdurmak için değil” başkanlığı almak için verildiği yaygarası koparılacak.

AK Partililer belki farkında değiller ama kullandıkları dille, takındıkları tahammülsüz tutumla bu şüpheleri besliyorlar.

Barış yapabilmek için yüksek bir kültür, hoşgörü, olgunluk, nezaket, tahammül gerekiyor. Hem bunları göstermemek, hem de "barış için çabalıyoruz” demek insanların kafasını bulandırıyor.

İşte bana göre Milliyet belki de farkında olmadan başkanlık sitemi hesaplarına büyük bir darbe indirdi.

Yoksa öfkeyi gerektirecek başka ne var o metinde Allah aşkına?

Barış sürecinde operasyon saçmalığı..

Bir taraftan Abdullah Öcalan ile görüşülüyor, bir taraftan milletvekilleri Kandil’e gidip "Sayın Karayılan"la başlayan cümlelerle geri dönüyorlar. Diğer taraftan da devlet Kandil’e bomba yağdırıyor.

“Barış sürecinde operasyon mu olurmuş” dediğimizde de, “devlet kuyruğu dik tuttuğunu göstermek istiyor” diyorlar.

Bu devlet Kandil’e binlerce kez sorti yaptı. Binlerce ton bomba yağdırdı. Bir faydası olsaydı bugün müzakere masasında olmazdık, değil mi?

Bu gerçek bilindiği halde bariş sürecinde Kandil’e operasyon yapmak, yapanların niyetlerini sorgulanmaya açmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

Herkes her şeyin farkında. Devletin “kuyruğu dik tutmak için” oraya bomba attığını bilmeyen kimse yok. Ortalama bir vatandaşa sorun, buradaki gayri samimi niyeti size iki cümlede özetlesin.

Bana göre esas olan dürüstlüktür, sahiciliktir, netliktir. İnsanlara doğruyu söyleyelim. Attığımız her adımı dürüstlük üzerine bina edelim, göstermelik numaralara ihtiyaç duymayacak bir iş yaptığımıza toplumu ikna edelim ki gerçek ‘barış’ gelsin.

“Resmi ideoloji yıllarca büyük bir yanlışla kendi vatandaşlarına tahammül edilmeyecek zulümler yaptı. Bu vatandaşlarımızın içinden bazıları da devletin bu yanlışına masum çocuklarımızı öldürerek daha yanlış, daha vahşi bir karşılık verdi. Şimdi biz bu iki yanlışı ortadan kaldırmaya çabalıyoruz" demek varken, vekillerin Kandil’e gittiği gün Kandil’i bombalamak gibi küçük numaralara niçin ihtiyaç duyuluyor?

Kuyruğu dik tutarsınız ama itibarınız da, inandırıcılığınz da, samimiyetiniz de yerlerde sürünür.

Çünkü toplumun "gazını almak" için Kandil’e atılan her bomba, süreci yürütenlerin güvenirliğine düşüyor.

Tokalaşmak için elinizi uzattığınız ve bunu için elini uzatana silah çekmek izahı zor bir harekettir.

Güvenin, dürüstlüğün, açıklığın, samimiyetin olmadığı yerde silahlar sussa bile "barış" çıkmaz. Söylemek istedim..

www.gazeteciler.com
twitter.com/acikcenk

Ahmet Türk: Suriye'de ABD'lilerle aynı görüşteyiz
21 MAYIS 2013



Çeşitli temaslarda bulunmak üzere BDP Van Milletvekili Nazmi Gür ile birlikte ABD'ye gelen, Mardin Bağımsız Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Ahmet Türk, Amerikalı yetkililerin, Türkiye'deki "barış sürecinin hassasiyetinin farkında" olduğunu belirtiyor.
İkili, Washington'daki ABD Dışişleri Bakanlığı'nda üç toplantıya katıldı.

Türk ve Gür, toplantılarda Avrupa ve Avrasya İşleri Müsteşar Yardımcısı Eric Rubin ile Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye masası yetkilileriyle görüştü.

Suriye'deki gelişmeler üzerinde 'uzunca' duruldu

Türk, sadece PKK ve silahların susturulması konularını görüşmediklerini belirterek, "Orta Doğu'da artık Kürtlerin önemli bir aktör olduğunun herkes farkında" dedi.

Görüşmeleri esnasında tıklayın Suriye'deki gelişmeler üzerinde uzunca durduklarını kaydeden Türk, Suriyeli Kürtlerin de diğer Suriyeli muhaliflere katılmasıyla bir çözümün mümkün olacağını söyledi.
Bütün grup ve inanca sahip olanların bir arada olacağı demokratik bir yapının Suriye'yi kurtaracağına inandığını ifade eden Türk, Suriye'deki Kürtlerin sürecin dışında kalmasının Türkiye'deki barış sürecini de olumsuz etkileyeceğini ileri sürdü.

Türk, Suriye'nin geleceği ile ilgili bu düşüncelerinin Amerikalı yetkililer tarafından da paylaşıldığı izlenimi edindiklerini söyledi.
BBCT

AKP'li başkan, İçişleri Bakanı'nı böyle çağırdı: Bölgemizdeki kargaşanın, kaosun mimarı Süleyman Soylu[/size:de812c7df
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Mar 24, 2017 8:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Tem 06, 2016 9:55 pm    Mesaj konusu: Müslim: Erdoğan’ı yargılatacak belgeler ABD ve Rusya’da Alıntıyla Cevap Gönder

Rus strateji uzmanı: Büyük Kürdistan kurulamaz
Hikmet Durgun
15.12.2016



Moskova'da Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Yakın ve Orta Doğu Ülkeleri Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen 'Rusya'nın tarihi sınırlarında İslam Dünyası' konulu konferans kapsamında 'Türkiye ve Kürt sorunu' başlıklı yuvarlak masa toplantısı yapıldı. Etkinliğe katılan Toplumsal ve Siyasi Araştırmalar Merkezi Başkanı Vladimir Yevseev, Suriye’de Rusya ile ABD’nin rolü ve Suriyeli Kürtlerin geleceğiyle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu: Bence ABD’nin Suriye’deki pozisyonu giderek zayıflamakta. Suriye’nin Kuzey-Batısında Amerikalılara hiç ihtiyaç duyulmamakta. Orada ABD olmadan da işler pekala çözülebiliyor. Amerikalılar sadece Suriye’nin Doğusunda gerekli olabilir. Öneğin Rakka, Deyr ez Zor gibi operasyonlarda. Ancak oradaki sorunları da diğer partnerlerimizle çözebiliriz. Bu bağlamda Amerikalılar, Suriye’nin kuzeyini kaybetmeye başlarsa, Suriyeli Kürtleri etkileme imkanını da kaybederler. Yani Suriyeli Kürtler, ABD’ye daha az bağımlı olacak. Bu koşullarda Rusya, Kürtlere yönelik öz stratejisini oluşturmalı. Ancak bu konu, Suriye’nin geleceği ile ilgili. Bana göre, Suriyeli Kürtlere özerklik verilmeyecek. Çünkü Şam’da özerklik, Suriyeli Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin bağımsızlığına doğru bir adım olarak değerlendiriliyor. Bu durumda Kürtlerin, Suriye’nin geleceğine uyum göstermeleri gerekir. Belki Suriye’de yerel yönetimlerin yetkileri artabilir ama özerklik tanınmayacak. Peki Kürtler bu perspektiflere nasıl bakıyor? Onlar, şu anda kontrol ettikleri bölgelerin özerk statü kazanma fırsatlarından ve umdukları hak ve yetkilerden vazgeçecekler mi? Bu bir soru işareti. Bence bugün bölgede Büyük Kürdistan kurulamaz. Kürtler arasındaki ayrılıklar ve ihtilaflar çok büyük. İstek var, ama imkanlar da olmalı. Ben Kürtlerin elinde bunu sağlayacak imkanları görmüyorum. Büyük ihitmalle, Kürtlerin hakları arttırılacak, ancak bu, hiçbir şekilde bir özerklik tanıma şeklinde olmayacak. Peki Kürtler bu senaryoya ne kadar hazır? Bu durum onları Şam yönetimiyle karşı karşıya getirmez mi? Bu konuda farklı görüşler var. Her halükarde Şam’ın bu konudaki endişeleri Ankara da paylaşmakta. Tüm bu çizdiğim tabloda Rusya’nın bölgedeki mükemmel arabulucu rolü öne çıkmakta. Çünkü bugün Rusya, hem Suriyeli Kürtlerle hem Türklerle hem Suriye’nin merkezi hükümetiyle görüşüp anlaşabilir konumda.

Kaynak: Sputnik

Türkiye'nin sınırları yakında değişecek'
12.12.2016

ABD'li neo-con yazar Michael Rubin'e göre Türkiye'nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması tamamlandı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihe 'kibiri uğruna Türkiye'yi yıkan kötü adam' olarak geçecek.

Odatv'nin aktardığına göre, 15 Temmuz darbesini önceden yazan ABD'li neo-con yazar Michael Rubin, Türkiye'nin bölündüğünü, ancak henüz Kürtlerin ayrı bir devlet mi kuracakları yoksa Türkiye'nin içinde bir federasyon mu olacaklarının belli olmadığını öne sürdüğü bir yazı kaleme aldı. Rubin'e göre Türkiye'nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması tamamlandı ve Erdoğan tarihe 'kibiri uğruna Türkiye'yi yıkan kötü adam' olarak geçecek.

‘TÜRKİYE PARÇALARA AYRILMIŞ DURUMDA'

Başbakan Yıldırım: Başkanlık gelmezse Türkiye'nin bölünme riski var
Rubin yazısını şöyle bitirdi: "Türkiye parçalara ayrılmış durumdadır. Sınırları yakında değişecek; tek mesele bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye'ye dahil bir federasyon mu henüz belli değil. Erdoğan kendisini büyük bir lider ve yeni Atatürk olarak görüyor olabilir. Fakat Atatürk modern Türkiye'yi inşa ederken, Erdoğan onu yıkmaktan başka bir şey yapmadı. Erdoğan tarihe bir kahraman olarak geçmeyecek, kibiri uğruna Türkiye'yi yıkan yozlaşmış bir kötü adam olarak geçecek."
İşte Rubin'in Türkiye'nin bölünme senaryosunu yazdığı o yazısı:

‘BANGLADEŞ'İN PAKİSTAN'DAN KOPMASI İSE SADECE BİR YIL ALMIŞTI'

Bir ülke ne zaman parçalanır? İç savaş ve şiddet dolu karışıklıklar parçalanma aşamasının ön adımlarıdırlar. Çekoslovakya'nın barışçıl bölünmesinin karşısında Yugoslavya ve Hindistan örnekleri de bulunuyor. Etiyopya'dan kopmasından önce Eritre'de onlarca yıl çatışmalar sürmüştü, ya da Güney Sudan bağımsızlığını ilan ederek Sudan'dan koparken de durum farklı değildi. Bangladeş'in Pakistan'dan kopması ise sadece bir yıl almıştı fakat o bir yıl içerisinde Suriye'de son beş yılda ölen insandan daha fazlası hayatını kaybetmişti.

Ancak bu örneklerin hepsinin ortak özellikleri politik ayrışmalar ile bölünme öncesinde ortaya çıkan psikolojik bölünme halidir. Eritreliler bağımsızlıklarını ilan etmeden çok uzun zaman önce kendilerini Etiyopyalı olarak görmekten vazgeçmiş ve ayrı bir topluluk olarak düşünmeye başlamışlardı. Bangladeşliler içerisinde yaşadıkları toplumdan farklı bir dil konuşuyorlardı ve oldukça farklı bir kültürel kimliğe sahiptiler. Çekler ve Slovaklar zorla birlik haline getirilirlerken farklı tarihsel altyapılara ve dillere sahiptiler.

‘KALİFORNİYA'NIN AYRILIK KONUŞMALARI STRES ATMAKTAN BAŞKA BİR ANLAMA GELMEYECEK'

(ABD'nin yeni başkanı) Donald Trump'ın seçim galibiyetinden sonra ayrılık konuşmalarının ortaya çıktığı Kaliforniya'da ise durum aynı değil. Eyaletler arası otoyol sisteminden tutun da Hollywood'un Ulusal Futbol Ligine kadar, Kaliforniya Amerika'nın ta kendisidir. Kaliforniyalılar, öteki 49 eyalette bulunan vatandaşlarıyla birlikte dünyanın farklı yerlerinde savaşmışlardır. Kaliforniya halkının büyük bölümü Trump'tan hoşlanmıyor olabilir, Kaliforniya halkının büyük çoğunluğu da kendisine oy vermemiştir. Kaliforniya'nın ayrılık konuşmaları stres atmaktan başka bir anlama gelmeyecektir.

‘BAĞDAT KÜRTLERİN ÜZERİNE ATEŞ PÜSKÜRMEYE BAŞLADI'

Şimdi bir de Ortadoğu'ya bakalım: Kürtler kendilerini ulus olamamış büyük bir topluluk olarak görüyorlar. Onlarca milyon Kürt dört bölge ülkesine yayılmış halde yaşamaktadırlar: Türkiye, Suriye, İran ve Irak. Kürtler Irak'ta onlarca yıldır süren bir mücadele içerisindeler. Irak monarşisi süresince, Kürtler ve monarşi güçlerinin arada sırada çatıştıklarına şahit oluyorduk fakat o günler 1961'de kaldı, sadece üç sene sonra Irak ordusu bir darbe ile monarşiyi yıktı ve Kürtlerin mesafeli kaldığı Bağdat bu topluluğun üzerine ateş püskürmeye başladı. Ayaklanmalar ve düşük yoğunluklu çatışmalar sonraki 10 yıl da sürdü. 1970 senesinde, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Molla Mustafa Barzani, şimdiki lideri Mesut Barzani'nin babası olur, Saddam Hüseyin'in barış sağlanabilecek pragmatik bir lider olduğunu düşünmüştü. Baba Barzani ve Saddam birlikte Kürtlere otonom haklar tanıyan bir anlaşmaya varmışlardı. Çok kısa bir süre sonra ise Barzani Saddam'ın samimiyetsizliğine tanık olacaktı. Çatışmalar bir kez daha başlamıştı. Çatışmaların sertleşmesi ve Saddam'ın baskıcı bir tutumu benimsemesi Kürtlerin kendi tarihsel miraslarına yönelerek Iraklı liderin kafalarına sokmaya çalıştığı düşünceleri reddetmeye yöneldiler. 1991 senesi, Saddam'ın bir hesap hatası ile şekillenmişti: Saddam sivil devlet memurlarını geri çekmiş ve ablukaya aldığı Kürtlere boyun eğdirmenin yolunu aramıştı. Irak Kürtleri ise durumdan avantaj sağlayarak kendi hükümetlerini kurmuşlardı.

‘BAĞDAT'TA IRAK KÜRDİSTAN'ININ NE KADAR FARKLI OLDUĞUNA DAİR KONUŞMALAR YAPILIYOR'

O günlerin üzerinden 25 yıldan fazla zaman geçti. Genç nesiller Saddam'la asla karşılaşmadılar, ve çoğu sivil Kürt savaşı asla deneyimlemediler, İslam Devleti'nin (IŞİD) Kürt kentlerine birkaç düzine mil yaklaşmasını önemsemediler. Kürtçe konuşuyorlar ve Arapça anlamıyorlar. Kürt şarkıcıları dinliyorlar ve Kürt televizyonu izliyorlar. Bırak Irak'ın güneyini, pek azı daha önce Bağdat'ta bulundu. Çok azı kendisini Iraklı hissediyor. Bu yeni bir şey değil, çok sayıda akademisyen ve gazeteci Irak Kürdistan'ını ziyaret ederek aynı gözlemlerde bulunuyorlar. Basra, Necef, Kerbela ve hatta Bağdat'ta Irak Kürdistan'ının ne kadar farklı olduğuna dair konuşmalar yapılıyor fakat onların da pek azı bölgeyi ziyaret etmişler. Eğer Kürdistan dağlarında yaz tatili merkezleri inşa edilmiş olsalardı, Iraklılar buraları ziyaret ederlerken sanki yabancı bir ülkeye giriyormuş gibi pasaport kontrolünden geçeceklerdi. Oysaki bir zamanlar okullarda Arap milliyetçiliğinin birlik olabilmek için verdiği savaşı öğreniyorlardı, çok sayıda genç Iraklı genç Irak Kürdistanı'nın ülkeye bütünüyle entegre olması gerektiği konusunda umursamaz durumda. Irak Kürtlerinin kazançları sadece bölgelerinin kontrolü ile kısıtlı kalmadı, aynı zamanda psikolojik olarak kendilerini kabul ettirmeyi de başardılar.

‘ERDOĞAN KÜRTLERE KARŞI KANLI VE KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ BİR GİRİŞİM İÇERİSİNDE'

Türkiye'de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kürtlere karşı kanlı ve küçük düşürücü bir girişim içerisinde. Yapmaya çalıştığı seçimlerde Kürtlerin büyük bölümünün oyunu alabilmekti, fakat kısa süre önce Kürtlerin oylarına ihtiyacı kalmadığında verdiği sözleri de unuttu. Barış sürecine olan inancında samimi değildi. Çok geçmeden gördü ki Kürtler HDP'ye oy veriyorlar,
kavurucu dünya siyasetini benimseyerek Cizre, Silopi, Nusaybin gibi şehirleri yıkarak Suriye'nin Halep'ine benzetirken, düşmanının kaynaklarını kurutmaya yöneldi. Barış görüşmesinin ardından gelen ve 1980'lerin ortalarını anımsatan şiddet deneyimi Türkiyeli Kürtlerin Türk vatandaşları ile müşterek gelecek düşüncesinden vazgeçmelerine neden oldu. Kafa yapısı değişen ise sadece Kürtler değiller. Erdoğan Türk basını üzerinde oldukça güçlü bir kontrole sahip, Türkler şimdiye kadar olmadığı denli baskı altında tutulan ve konuşmasına izin verilmiş kısık seslere maruz kalıyorlar.

‘BATILI YAŞAM TARZINA SAHİP TÜRKLERİN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU TÜRKİYE'NİN GÜNEYDOĞU BÖLGESİNE ADIMINI BİLE ATMAMIŞ'

Sonuç olarak, yeni nesil Türkler eğer düşman olarak değilse Kürtleri en azından öteki olarak görüyorlar. Batılı yaşam tarzına sahip Türklerin büyük çoğunluğu Türkiye'nin Güneydoğu bölgesine adımını bile atmamış, bölgede yaşayan Kürtlerin büyük çoğunluğu ise Antalya, Bursa ve İzmir'i asla ziyaret etmeyecekler. Türkiye psikolojik anlamda bir bölünme sürecinden geçiyor. Hatta Erdoğan'ın kendisi dahi bir aşamada bu bölünmenin kaçınılmaz olduğunu anladı ve hatta ekonomi politikalarından Kürt bölgelerini silmesinden bu durumu anlayabiliriz.

‘ATATÜRK MODERN TÜRKİYE'Yİ İNŞA EDERKEN, ERDOĞAN ONU YIKMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY YAPMADI'

Psikolojik bölünme etnik bir temizliği tersine çevirmeyi imkansız hale getirmektedir. Neredeyse imkansız hale gelmesi bir yana, Kürtler de silahlı ve savaş deneyimine sahipler. Türkler gerçeklerle yüzleşmeliler: Türkiye parçalara ayrılmış durumdadır. Sınırları yakında değişecek; tek mesele bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye'ye dahil bir federasyon mu henüz belli değil. Erdoğan kendisini büyük bir lider ve yeni Atatürk olarak görüyor olabilir. Fakat Atatürk modern Türkiye'yi inşa ederken, Erdoğan onu yıkmaktan başka bir şey yapmadı. Erdoğan tarihe bir kahraman olarak geçmeyecek, kibri uğruna Türkiye'yi yıkan yozlaşmış bir kötü adam olarak geçecek.
Kaynak: Sputnik

ABD'nin Suriye'deki "kara kuvvetleri"nin lideri Müslim: Bize karşı duran herkesle savaşırız
06.07.2016



BirGün'ün haberine göre; PYD Eş Başkanı Müslim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanmasına neden olacak bütün belgelerin ABD ve Rusya tarafından belgelendiğini söyledi.

PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Menbic ve Musul operasyonu, Türkiye’nin Rusya ve İsrail yakınlaşması, Rıza Sarrab davası, Türkiye-Suriye görüşmeleri ve IŞİD saldırılarını Fırat Haber Ajansı’na (ANF) değerlendirdi.

Müslim’in açıklamalarından başlıklar şöyle:

Menbic

“Rakka’nın yani DAİŞ (IŞİD) merkezinin Türkiye ile olan bir bağı Grî Spî (Tel Ebyad) daha önce ele alınarak bu ilişkinin sağlandığı bir yol kesilmişti. Cerablus yolu yani Menbic’de alınınca Rakka yalnız kalıyor. Sadece Musul yolu kalıyor. O da kesilirse DAİŞ ortada desteksiz kalacak. Bu gerçekleşirse DAİŞ’in sonunu getirmek daha kolay olacak.

“Diğer boyutuyla bizim için de Menbic çok önemlidir. Menbic köyleri Rojava’nın bir parçasıdır, bu köylerin yüzde 50’si, Menbic merkezinin ise yüzde 49’u Kürt’tür. Buradaki halkımızı asla yüz üstü bırakamayız diğer halklar gibi.

“Diğer önemli bir boyutu ise Avrupa’ya eylem amaçlı gelen DAİŞ üyeleri hep bu yolu kullanıyor. DAİŞ üyeleri orada eğitilip Avrupa’ya eylem yapmak için geri gönderiliyordu. Menbic alınırsa Avrupa’daki saldırılar da çok azalır.

“Türkiye hala Menbic’dwn vazgeçmiş değil şimdi çeşitli yollardan DAİŞ’e yardım göndermeye çalışıyor. Cerablus’daki DAİŞ güçlerine şimdi açıktan yardım etmiyorlar ama diğer ılımlı güçler denen El Nusra ve Ahrar û Şam gibi DAİŞ ile aynı zihniyete sahip olan güçler üzerinden bu yardımı sağlıyorlar. Bir çatışma süsü vererek 4 gün önce 12 TIR yardım ulaştırdılar.

“Bu yol kullanılarak DAİŞ’e cephanelik ulaştırılıyor. Daha yeni bir antlaşma gereği Türkiye’nin ılımlı güç dedikleri gruplar, aralarında ki çatışmayı durdurarak Suriye Demokratik Güçleri’ne (QSD) karşı savaşacağını ilan etti. Özellikle Azez tarafındaki çatışmaları durdurmuşlar böylelikle DAİŞ’in Menbic’de elini güçlendirmeye çalışıyorlar. Ama bedeli ne olursa olsun DAİŞ belası tüketilecek.”

Musul

“Musul bizim alanımız değil. Ama oradaki güçler öncülüğünde bir operasyon olmalı. Biz olmasak da HPG, YPŞ, Peşmerge veya Irak hükümeti gibi güçler bunu yapabilir. Bin 200 Türk askerinin Musul’un yanı başında olan Beşika’da bulunması ne anlama geliyor? Bu askerler DAİŞ’e ile ulaşım yolunu sağlıyor ve destekler Zaxo üzerinden yapılıyor. Kimse bunu gizlemiyor.

“Kim ne derse desin DAİŞ’in kurucuları arasında Türkiye vardı bunu hep saklıyordu ama bunların hepsi açığa çıktı. Bunların Rojava’da Kürtleri bitirme planları vardı bu planlar hepsi Türkiye üzerinden yürütülüyordu. Bu ilişkilerin ve planların hepsi açığa çıktı ve herkes görmesine rağmen Türkiye DAİŞ’e destek vermediğini hala ısrar ediyor.”

İsrail ve Rusya

“İsrail ve Rusya’ya karşı tükürdüklerini yaladılar. Daha önce de söylemiştim konu Kürtler olunca Türkiye her şeyinden vazgeçmeyi göze alır. Kürtler tek bir hak elde etmesin diye her şeyi yaparlar. Şimdi Kürtün önüne geçemediğini anlayınca her şeyi deniyorlar.

“Bu yakınlaşmanın temel mantığı Kürtlerin bölgede güç sahibi olmasını engellemektir. Artık Kürtlerin bölgede en güçlü halk olduğu gerçekliği dünya tarafından kabul edilmiştir. Bize karşı duran herkesle savaşırız. Hiç kimse bize karşı savaşmayı göze alamaz. Türkiye başka ilişkiler içerisine girebilir ama bundan kaynaklı kimse bize karşı tavır alma durumuna kendisini koymaz.

“Bölgede genel bir istikrar isteniyorsa Kürtlerin yanın durmaktan başka seçenekleri yok onlar da iyi biliyorlar ki Kürtler bölgenin en büyük aktörüdür. Türkiye Kürtlerin durdurmak için DAİŞ, Ehrar û Şam, Cebatul Nusra gibi terör örgütlerine hep destek vermiş ve bütün dünya bunu çok iyi biliyor.

“Şimdi bütün ilişkileri açığa çıkmış bir gücün yanında durmak DAİŞ’in yanında durmak anlamına gelir. Avrupa ve dünyada iyi biliyor ki kendi değerlerini korumak için Kürtlerin yanında durmak zorundalar.”

Rıza Sarraf davası

“Türkiye'ye karşı net tavır alınmış durumda zaten bundan kaynaklı birazda Türkiye Rusya’ya yanaşmak istiyor. Erdoğan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanması için bütün dosyalar hazırlanmış durumda. Ruslar bu dosyalara yani Türkiye’nin DAİŞ ile olan ilişkilerine sahip belgelerin hepsine sahip durumda.

“Yine Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanması da bundan kaynaklıdır. Zarrab meselesi unutulmamalı bu dava devam ediyor. Kuveyt Türk bankasına karşı açılmış bir dava var. Bunlarla birlikte Türkiye’nin bütün ilişkileri açığa çıkarıldı ve çıkarılıyor.

“Zarrab davası birilerinin boynunda ip gibi duruyor bu ipi istedikleri zaman çekebilirler. ABD elinde bulundurduğu bu ipi çekecek mi yoksa şantaj olarak mı kullanacak birlikte göreceğiz. Yani hem Rusya hem de ABD, DAİŞ ile olan bütün ilişkilerin bilgisine sahip bu bilgileri nasıl kullanacakları onların siyasetine bağlı.”

Türkiye-Suriye görüşmeleri

“Cezayir’de yaşanan bir görüşmenin ve Türkiye’nin görüşme istekleri olduğu bilgisi bize geliyor. Ve yine arabulucuların gidip geldiğini biliyoruz. Ama yeniden ilişki kurma durumu ne olursa olsun bu bölgede olan gerçekliği değiştirmede bir etki yaratmaz. Bu ilişki kurma isteğinin bir sonuca varmayacağını düşünüyorum olursa da onlar için çok daha kötü bir durum ortaya çıkar.

“Kürt karşıtlığı üzerinden yeniden bir ilişki kurmak isteniyor. Temel amaç Kürtlerin bölgede hak elde etmesini engellemektir. Kürt sorunu artık bölgesel bir sorundan çıkarak evrensel bir soruna dönüşmüştür. Bu güçler Kürtlere karşı birleşse bile bizim için fark etmez. Kürt halkı artık hiç olmadığı kadar güçlüdür ve kimse onları yenemez.

“Diğer taraftan Avrupa ve dünya buna müsaade etmez. Avrupa’nın ve dünya güçlerinin kendi istikrarları için Kürtlerin yanında olması gerekir bunun da farkındalar. Avrupa’nın istikrarı Ortadoğu’ya, Ortadoğu’nun istikrarı Kürtlere bağlıdır. Kürtler olmazsa kimi kabul edecekler DAİŞ’i mi, Baas rejimini mi yoksa Osmanlı’yı mı bunları da kabul etmeyecekleri ortada.”

IŞİD saldırıları

“İstanbul’daki olay sıradan bir olay değil. Daha önce söylemiştim siz DAİŞ’e yardım edersiniz ama günü gelir sizi de vurur. Artık Türkiye’ye DAİŞ’in kendisine karşı geliştirdiği eylemlerden kurtulamaz.

“DAİŞ’in içinde farklı fraksiyonlar vardı bunların içinde Türkiye etkisi olanlar artık zayıfladı. Özellikle belli yerlerde Türkmenler falan vardı, bunların gücü zayıfladı ve aralarında DAİŞ’in içinde bulunan Ebu Müslüm öldürülmesi buna bir örnektir.

“Yine Türkiye’nin politikasını DAİŞ içerisinde yürüten birçok isim öldürüldü. Türkiye’nin bu Cerablus meselesi falan kısa zamanda kendisine karşı dönebilir. Diğer anlamda bu eylem Türkiye’ye karşı bir şantajdır ya eskisi gibi bize yardım etmeye devam edersin ya da sana karşıda eylem yapabiliriz mesajı verildi.

“Türkiye yaptığı hatalardan kaynaklı bugün büyük bir sıkışmışlık içerisinde ya eskisi gibi bunları destekleyecek, bunlara yol açacak ya da bu tür eylemelerin Türkiye’de yaşanmasını göreceğiz. Türkiye daha önce bunları Suruç’ta olsun Ankara’da olsun kullandı şimdi onlar kullanıldıklarının farkına varmışlar.

“Türkiye’de güçlerinin ve üyelerinin olduğu ortada ama ne kadar olduğunu bilmiyorum. Avrupa’da uyuyan ve zaman zaman eylem yapan hücreleri Türkiye’deki güç tarafından yönetiliyor ve doğrudan bu uyuyan hücreler Türkiye’deki güçlere bağlıdır.”
Kaynak: haber 93

Cerablus operasyonunun sır kelimesi ‘Kürtler’
29 Ağustos 2016


ARAP COĞRAFYASINDA GEÇEN HAFTA

Arap basınında ABD, IŞİD ve Suriye Hükümeti’nin güvenli bölgeyi AKP Hükümeti’ne 'hediye ettiği' yorumları yapıldı.


Ali KARATAŞ / Yusuf ERTAŞ

Arap basını, TSK’nın özel kuvvetler ve ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun hava desteği ile başlattığı Cerablus operasyonunun asıl hedefinin Fırat’ın batısına geçen Kürt güçleri olduğu konusunda birleşiyor. Fırat’ın batısını kırmızı çizgi olarak ilan eden AKP Hükümeti’nin Cerablus operasyonunu “Fırat Kalkanı” olarak adlandırması da yine Kürtlere bir mesaj olarak değerlendirildi.

IŞİD’İN SESSİZLİĞİ TARTIŞILIYOR

Menbic’in, PYD güçlerinin ağırlıkta olduğu Suriye Demokratik Güçleri tarafından ele geçirilmesinin ardından IŞİD’in Cerablus dahil bölgeden çekildiği Arap basınında yer aldı. IŞİD’in önceden boşalttığı Cerablus kenti hiçbir çatışma olmadan kısa sürede Türkiye’nin öncülük ettiği ÖSO milislerinin eline geçerken buna karşın Türkiye ile Kürt kuvvetleri arasında çatışmalar yaşandığına dikkat çekiliyor. Lübnanlı Gazeteci-Yazar Muhammed Ballut, “IŞİD, sınırlı çatışmalarla ama tuzaklar kurarak savaşır. Carablus, Halep’in kuzeyinde olmasına rağmen bir tane intihar bombalaması bile ortaya çıkmadı. Türkiye savunma Bakanlığı ‘Fırat Kalkanı’ operasyonunda bir askerin bile ölüp yaralanmadığını açıkladı” diye yazdı.

ULUSLARARASI MUTABAKAT

Cerablus operasyonunun hakkında, Suriye rejimi dâhil bölgesel ve uluslararası güçler arasında bir mutabakat olduğuna dikkat çekiliyor. Rai al Youm, “Suriyeli yetkililerin kendi topraklarında yapılan bu Türk askeri operasyonu karşısında Suriye Dışişleri Bakanlığı adına göstermelik yayınlanan ortak açıklama dışında sessiz kalması dikkat çekici” diye yazdı. Bölgeyi yakından takip eden gözlemciler, bir bir kalelerini kaybeden IŞİD’in gerileyişi sürerken Kürt güçlerinin Fırat’ın batısına geçerek yeni mevziler kazanmasının başta Suriye rejimi olmak üzere bölgesel aktörler için bir tehdit teşkil etmesi nedeniyle bu güçlerin yakınlaştığı konusunda birleşiyor. Rai al Youm yazarı Abdulbari Atwan, “Suriye, Türkiye ve İran’ın ‘Kürt ayrılıkçı eğilimini’ durdurmaktaki ortak çıkarı; çatışmadan ve vekâlet savaşından sonra üçlüyü bir araya getiren ‘sır kelimedir’” yorumunu yaptı.

KÜRT HEDEFLERİ BOMBALANDI

Lübnan gazetesi Daily Star, TSK savaş uçaklarının Suriye’deki Kürt hedefleri bombaladığını yazdı. Gazete Suriye Demokratik Güçleri’nin bir parçası olan Cerablus Meclisi’nin Türk uçaklarının Cerablus’un güneyinde yer alan al Amarna köyünü bombalaması nedeniyle sivil ölümlerin yaşandığını söylediğini aktardı. YPG güçlerinin ilk kez Türk tanklarını hedef aldığına dikkat çeken Sputnik News da, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çarşamba günü Suriye’de başlattığı Fırat Kalkanı operasyonunda, Cerablus’un güneyinde TSK’ya ait iki tanka roketli saldırılar gerçekleşti. Saldırılarda bir asker hayatını kaybetti, 3 asker yaralandı” diye yazdı.
Middle East, Türkiye’nin cihatçılara ve Kürt savaşçılara karşı bir askeri saldırıya destek olmak için orada bulunan tanklara ek olarak Suriye’ye daha çok tank gönderdiğini aktardı.

ABD VE IŞİD GÜVENLİ BÖLGEYİ HEDİYE ETTİ

Türkiye uzun zamandır Suriye topraklarında bir “uçuşa yasak bölge”, “tampon bölge” veya “güvenli bölge” oluşturulmasını talep ediyordu. Cerablus operasyonu ile Türkiye’nin bu talebinin fiilen hayata geçtiğine dikkat çekiliyor. Lübnan’da yayınlanan ve Hizbullah’a yakınlığı ile bilinen al Ahbar gazetesi, ABD’nin ve IŞİD’in Türkiye’ye “güvenli bölge”yi hediye ettiğini yazdı. Muhammed Ballut, Cerablus operasyonu ile Türkiye’nin en az maliyetle hedeflerinin çoğunu gerçekleştirdiğini öne sürdü. Al Kuds al Arabi gazetesi de “Operasyon; Ankara’yı sınırında tampon bölge oluşturmaktan men eden uluslararası kırmızı çizgiyi kaldırdı” diye yazdı.

KÜRTLER; TÜRKİYE-SURİYE GİZLİ ANLAŞMASININ SIR KELİMESİ
Abdulbari ATWAN
Rai al Youm

Perşembe günü Şark al Awsat gazetesinin yayınladığı haber bizi şaşırtmadı. Haber, Türk eski general, diplomat ve Vatan Partisi Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Tekin’in Şam’a beş defa ziyarette bulunduğunu doğruladı. Bu ziyaretlerde iki ülkenin yakınlaşma çabalarının bir parçası olarak en başta Beşar Esad olmak üzere üst düzey yetkililerle görüştü.
Eski General Tekin, Suriye iktidarı ve Muhaberat tarafından iyi biliniyor. Arka planında PKK saldırılarının olduğu bir önceki Türkiye-Suriye krizinde görüşmeleri kendisi yürüttü. 1998’de Adana Antlaşmasını yapmayı başardı. Bu anlaşma PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Nayrobi’ye gönderilmesi ve sonrasında tutuklanması ve Ankara’ya teslim edilmesi ile sonuçlandı. Bir general, O’nu zor gizli misyonların adamı alarak nitelendirdi.
Türkiye ile Suriye arasındaki gizli görüşmeler, geçen mayıs ayından bu yana durmadı. Özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi’nde Davutoğlu’nun başbakanlıktan ayrılması ve yerine Binali Yıldırım’ın tayin edilmesinden sonra. Recep Tayyip Erdoğan, Suriye dosyasını siyaseten yeniden yorumlamaya, Rusya’dan özüre ve İran vasıtasıyla Şam’la diyalog kurmaya karar verdi.
Resmi bir Türk yetkili Şam’ın en yüksek güvenlik yetkilisi Ali el Memlük ile mevkidaşı Hakan Fidan’ın Tahran ve Cezayir’de doğrudan doğruya gizli görüşmeler gerçekleştiğini doğruladı. İki taraftan istihbarat subayları Şam’da ve Ankara’da defalarca görüştüler.Türk kuvvetlerinin sınırdaki Cerablus’a girişi Türkiye- Suriye arasındaki gizli anlaşmanın ilk uygulaması. Bunun karşılığı sadece Suriye silahlı muhalefetinin yüzüne sınır kapılarının kapanması değil, bütün tedarik damarlarının kesilmesi ve Suriye ordusunun Halep’e girişidir.
Suriye’nin, Türkiye’nin ve İran’ın “Kürt ayrılıkçı eğilimini” durdurmaktaki ortak çıkarı; çatışmadan ve vekâlet savaşından sonra üçlüyü bir araya getiren “sır kelimedir”.

ANLAŞMANIN ÜÇ İŞARETİ
Başyazı
Rai al Youm

Türkiye kuvvetleri çarşamba günü tanklarla, uçaklarla ve özel kuvvetlerle Suriye sınırındaki Cerablus’a en büyük hücumu; “Fırat Kalkanı” operasyonunu başlattı. Amerika’nın danışmanları ve hava koruması ile desteklenen operasyon; IŞİD’in Kuzey Suriye’deki son yerini ve YPG’nin bölgedeki boşluğu doldurarak özerk bölge ilan etmesini hedef aldı.
Burada ortaya çıkan soru, Türkiye’nin, Şam’daki iktidarı yıkmak için savaşan silahlı muhaliflere sınırlarını kapatması karşılığında Kürtlere karşı Rusya ve İran’ın arabuluculuğunda Suriye’yle anlaşıp anlaşmadığı?
Bu sorunun cevabı en üst seviyede zorluk taşımaktadır. Çünkü Türkiye’nin Suriye topraklarına askeri müdahalesi, Saddam Hüseyin zamanında Kuzey Irak’taki benzerlerini andırmaktadır. Lakin göstergeler bir değiş-tokuş olduğuna işaret etmektedir:
Birincisi; Suriye uçaklarının birkaç gün önce ABD’nin desteği ile Haseke’de hakim olduğu alanları genişletmeye çalışan Kürt kuvvetlerini kriz başladığından bu yana ilk kez bombalamasının anlamı, Ankara ve Şam arasındaki “gizli” anlaşmasının gölgesinde Suriye-Kürt ittifakı aşınmaktadır.
İkincisi; Türkiye-Suriye sınırındaki silahlı muhaliflerin sızmasına veya silahların girmesine karşı prosedürleri sıkılaştırmıştır.
Üçüncüsü; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürtlerin Suriye’nin kuzey sınırı boyunca bir kuşak ve özerk bir bölge oluşturmasını engellemek için ülkesinin Suriye’nin toprak bütünlüğüne tam bağlılığını taahhüt etmiştir.

CERABLUS TİYATROSU; MERCİDABIK’TAN SONRA NE OLACAK?
Muhammed NUREDDİN
as Safir

Türkiye; Suriye’yi işgal için 24 Ağustos’u seçti. Yavuz Sultan Selim’in, Sultan Kansu Gavri’yi yendiği Mercidabık savaşının 500. Yılı. Memlük Komutanı Khair Bey’in ihaneti Osmanlının Biladüş Şam’ı ve Mısır’ı işgal etmesini mümkün kıldı.
Dün ile bugün arasında değişen hiç bir şey yok. Türkler Yavuz Sultan Selim’i yeni sultan Recep Tayyip Erdoğan’la değiştirdi. Tek olan Khair Bey’in yerini de Özgür Suriye Ordusu, Sultan Murat, Nurettin el Zengi tugayları aldı.
Türkiye, Cerablus operasyonuyla en az maliyetle hedeflerinin çoğunu gerçekleştirdi.
a. Suriye’de bir Kürt koridorunun tamamlanmasının engellenmesi talebini gerçekleştirdi.
b. Suriye’de daha önce mümkün olmayan doğrudan bir dayanak oluşturdu. Bu şekilde Suriye krizi boyunca gerçekleştirmekten aciz olduğu Cerablus’tan Azez’e kadar bir nüfuz bölgesi oluşturdu. Bu, görüşme masasında sınırların ötesinde değil Suriye topraklarında bir ekip olması anlamına gelmektedir.
c. Erdoğan bu askeri operasyonla darbeden sonraki imajını yeniden restore etti. İhtiyaç duyduğu, darbeye rağmen güçlü adam görüntüsünü oluşturdu.
d. Bu durum darbeden sonra liderliği boşalan Türk ordusu için de geçerlidir.
e. Ayrıca bu askeri operasyonu Kürtler dışında tüm siyası güçler tarafından onaylandı. Bu şekilde Erdoğan, özellikle başkanlıkla ilgili olarak seçimde veya referandumda kullanmak üzere Türk milliyetçiliğini ve sokağı kendini desteklemek için kenetledi.

KÜRTLERDEN VE IŞİD’TEN ÖTE
Semih SAAT
an Nahar

Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki kara harekatı ilan edilenden daha derin hedefler taşımaktadır. Türkiye’nin akını Suriye işgalinin bitmesinden yaklaşık yüz yıl sonra gerçekleşti.
Recep Tayyip Erdoğan ikna edilerek gerçekleştirilen Türkiye’nin Suriye’ye kara müdahalesi, İran ve Rusya’ya Suriye’deki rollerine karşılık stratejik cevap niteliğindedir.
Amerika’nın tutumu bugün Rus “Sukhoi” uçaklarına karşı Türk tankı. Belki de Moskova son Türk harekatının derinliği konusunda diğerlerinden daha bilinçli. Belki de bundan dolayı Petersburg’daki ortak basın toplantısında Erdoğan’ın yanında duran Rus Lider Vladimir Putin’in yüzü gülmüyor.

SURİYE’DE TÜRK OPERASYONU: NE DEĞİŞTİ?
Başyazı
al Kuds al Arabi

Türkiye Dışişleri Bakanı Melüt Çavuşoğlu, Cerablus’un IŞİD’ten temizlenmesi operasyonunun bu örgüt ile mücadelede dönüm noktası olacağını söyledi. Lakin gerçek durum operasyonun bunu çoktan aştığı. Operasyon; Ankara’yı sınırında tampon bölge oluşturmaktan men eden uluslararası kırmızı çizgiyi kaldırdı. Bu çizgi aralarında rejimin meşruluğunu korumak ve emrivaki ile Suriye’de bir Kürt devleti oluşturmak gibi sebepler nedeniyle NATO’daki müttefikleri ve ABD başkanı Obama tarafından oluşturulmuştu.

IŞİD VE CERABLUS
Muhammed BALLUT
as Safir

IŞİD, Amerikan-Türk senaryosuna ortak oldu. Irak ve Suriye’deki askeri tarihinde en hızlı yenilgisini aldı. Geçmişte silahlı grupları çıkarmak için onlarca intihar bombacısı kullanmıştı.Yakındaki Cerablus’un kolayca kuşatılması için Türkmenlerden oluşan ve Türk istihbaratının emrinde olan Sultan 4. Murat Tugayı’na kenti savaşmadan teslim etti.
IŞİD, sınırlı çatışmalarla ama illa tuzaklar kurarak savaşır. Cerablus Halep’in kuzeyinde olmasına rağmen bir tane intihar bombalaması bile ortaya çıkmadı. Türkiye Savunma Bakanlığı “Fırat kalkanı” operasyonunda bir askerin bile ölüp yaralanmadığını açıkladı. İki tane militan mayın patlamasıyla hayatını kaybetti.

Kaynak: Evrensel

Türkiye, Rusya’nın kurduğu oyunun içinde
29 Ağustos 2016



Cerablus operasyonunu, Suriye savaşının yeni dengelerini ve Türkiye’de artan şiddet sarmalını Prof. Dr. Abbas Vali ile konuştuk.
Serpil İLGÜN

Hızlı ve yoğun akan gündem, ölümleri daha fazla içine katarak ilerliyor ne yazık ki. Özellikle son bir yıldır hemen her güne bir önceki günü aratır saldırılar ve kayıplarla uyanan Türkiye, geçtiğimiz hafta Elazığ, Cizre ve Antep saldırılarını tartışma fırsatı bulamadan, kendini Suriye’de buldu.
“Fırat Kalkanı” adı verilen Cerablus operasyonunu Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abbas Vali’yle konuştuk. Vali’ye göre Türkiye’nin Cerablus’a girmesini sessizlikle karşılayan Rusya’nın büyük stratejik planları var. Türkiye’nin ABD ile arasının bozulması da bu planlara dahil…
Türkiye şu an Cerablus’a girdiği için mutlu ancak bu mutluluğunu nelerin olabileceğini hesaplayarak tekrar düşünmek ve gerçekliğe dönmek zorunda. Çünkü YPG’yi ortadan kaldırmak isteyen Türkiye’nin şu an Rusya tarafından belirlenmiş oyunda kısıtlı bir rolü var.
Vali’ye göre yakın zamanda AKP ile PKK arasında bir müzakerenin başlayabilmesinden söz etmek zor. Çünkü AKP ve Kemalist konsensüs barış görüşmelerinin başlama ihtimalini düşürüyor.
2008’den bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Vali’nin “Kürdistan Cumhuriyeti”, “Kürt Tarihi Kimliği ve Siyaseti”, “Kapitalizm Öncesi İran”, “Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri” kitapları Türkçe’ye çevrildi.

Cerablus operasyonunun zamanlamasıyla ilgili sizin değerlendirmelerinizi alarak başlayalım. Türkiye, neden daha önce değil de bugün Cerablus’a, dolayısıyla Suriye’ye girdi? “Fırat Kalkanı” operasyonun stratejik amacı ne?
Bir zamandır zaten AKP’nin gündeminde böyle bir harekat vardı. Ama başka bir plan olarak düşünülüyordu. NATO üyesi olarak Suriye’ye girip bir tampon bölge oluşturmak istiyordu. Ama Amerika ve Avrupa’nın desteğini bunun için alamadı. Rusya da Suriye’ye direk bir askeri müdahalede bulununca oyunun kuralları ve stratejik dengeler tamamen değişti. Ve Rusya ile yaşanan çatışmayla birlikte Türkiye tamamen marjinalleşti. Karadan müdahale olanaksız hale gelmişti. Türkiye’nin Rusya jetini düşürmesiyle hava müdahalesi de imkansız hale geldi. Şimdi ama durum değişti.

Nasıl?

Rusya ile yakınlaşma ve hatta bazılarına göre karşılıklı bir anlaşma süreci yaşanmaya başlandı. Oyunun kuralları tamamen değişti. Kuvvetle muhtemel Rusya ile İran anlaştı, Esad’ın değişmesi ve onunla pazarlık yapılmaması artık hiçbir şekilde mümkün değil. Esad artık Suriye’deki barış görüşmelerinin tamamen bir parçası.
Türkiye Suriye’ye girdi ve resmi açıklama, sınırları IŞİD’den temizlemek. Avrupa, ABD ve aynı zamanda kurulan koalisyonla bir anlaşma sağlayarak bunu yapıyor ve bir Kürt devleti oluşmasını, PYD/YPG’nin Menbiç ve Afrin’le birleşmesini engellemeye çalışıyor.
Önemli olan şu; evet Türkiye şu an Suriye’ye girdi. Cerablus’un temizlenmesine bir şekilde yardım etti ve Cerablus alındı artık. Ama bunun getirdiği sorular var. Birincisi, Türkiye Suriye’deki bu savaş ortamı bitene kadar Cerablus’ta kalacak mı? Eğer Türkiye orada kalmazsa Cerablus nasıl bir pozisyonda olacak? Kendi kendine devam edebilecek mi? Eğer Türkiye ayrılmazsa ve Suriye’deki kriz bitene kadar Cerablus’ta kalırsa strateji ne olacak, sadece orada mı kalacak yoksa daha da ilerleyecek mi?

Bu soruların yanıtına gelmeden, siz de değindiniz NATO, ABD, Rusya vs Türkiye’nin tampon bölge planına izin vermiyordu ancak bugün onay verildi ve Türkiye’nin planı birebir olmasa da bir ölçüde gerçekleşiyor görünüyor. Neden onay verdiler, ne değişti?

Tampon bölgeye aslında izin vermeyecekler. Bunları birbirine karıştırmamak lazım. Çünkü Esad Suriye’nin egemen bir tek millet olarak kalmasından yana. İran da, Rusya da buna onay veriyor. Ancak bu birçok karmaşık problem doğuracak. Yüzlerce kilometre derinliğinde ve uzunluğunda bir bölge düşman kuvvetlerine karşı nasıl savunulabilecek? Türkiye’nin Cerablus’a girmesi konusunda ABD destek tutumunu söylüyor net bir şekilde. Karşı olduğunu söylemesine rağmen İran sessiz. Rusya da öyle. Ve neden sessiz olduğu önemli. Rusya akıllıca bir oyun oynuyor.

Nasıl bir oyun? Rusya’nın amacı ne?

Rusya’nın asıl amacı ABD ile Türkiye’nin arasını açmak. Türkiye’yi Suriye’ye çekip Amerika ile Türkiye arasında bir ayrılık yaşanmasını sağlamak. Esad, ÖSO’yu kastederek, “Türkiye Cerablus’ta bir terörist grubu çıkarıp diğerini soktu” diyor.
Oyunun amacı şu; eğer Türkiye Suriye’ye tam anlamıyla girmiş olursa ve YPG ile bir cephe savaşı yaşanırsa, ABD bir seçim yapmak zorunda kalacak. Türkiye’yi mi PYD’yi mi destekleyecek şeklinde. Bu aynı zamanda IŞİD stratejisini de etkilemek zorunda. Rusya tamamen stratejik üstünlük sağlamak istiyor. ABD’nin lider konumda olmasına karşın bir çatışma yaratmak istiyor. Müthiş hesapları var Rusya’nın. Türkiye’nin şunu bildiğini biliyor; ÖSO toprak kontrolüne hiçbir şekilde hakim olamaz.

Peki Türkiye kısa sürede çekilir mi?
Eğer Türkiye hemen çekilirse operasyonun hiçbir anlamı yok aslında. Çünkü PYD hızlıca geri alabilir Cerablus’u. Ama eğer kalırsa çatışmanın içine dahil olmuş olur. Putin büyük amaçları olan bir oyun oynuyor. Esas amacı vurguladığım gibi Suriye’de stratejik bir üstünlük sağlamak. ABD dışişlerindeki zayıflık ve belirsizlik, Rusya’nın bu rolü oynamasını mümkün kıldı. Sormak zorunda olduğumuz soru şu; Rusya’nın kurduğu bir oyunda Türkiye NATO üyesi olarak devam edebilir mi? Asıl önemli soru bu.

Yanıtınız ne, ne öngörüyorsunuz?

Türkiye şu an Cerablus’a girdiği için mutlu ancak bu mutluluğunu tekrar düşünmek zorunda. Nelerin olabileceğini hesaplayarak gerçekliğe dönmek zorunda. Şu an Rusya tarafından belirlenmiş bir oyunda kısıtlı bir rolü var çünkü. Rusya stratejik üstünlüğü için PYD’yi feda etmekte herhangi bir sakınca görmez. Ama Türkiye şunu düşünmek zorunda; sonrasında ne olacak?

Cerablus operasyonu, Suriye’deki dengeleri, kurulan oyunu etkileyen bir operasyon mu?

Değil. Çünkü kısıtlı bir amaç var. En ideal amacı PYD’yi sahneden çıkarmak. Çıkaramasa da kısıtlamak istiyor. Bu amaç Suriye’deki krizi çözemez. Çünkü Suriye’de çok farklı politik hesaplar ve dengeler var. Türkiye’nin amacını genişlettiğini ve Suriye’de ilerlediğini düşünelim. Müttefikleri kim olabilir? PYD olamaz zaten. ÖSO da olmaz. Muhtemel diğer İslami gruplar olur ancak bunlar ne Rusya tarafından, ne de ABD tarafından desteklenecek gruplar. Türkiye’nin ilerlemesinin, diyelim Rakka’yı almasının nasıl bir amacı olur, kiminle ittifak kurabilir? İslamcı gruplarla savaşmak zorunda ve bu da Suriye’de uzun süren bir savaşın içine çekilmesi demek. Başka bir nokta daha var; Türkiye ve Türkiye’nin Sünni sözde müttefikleri Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile ilişkilerinde de sorunlar var. 15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrası ilişkiler tamamen değişti. Türkiye ve Suudi Arabistan artık aynı stratejik hatta değil.

İdeal amacı PYD’yi sahneden çıkarmak olan Cerablus operasyonu ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın, hatta Batı’nın onayının alınarak yapılıyor olmasının PYD-YPG için anlamı ne?
PYD, ABD için, Batı için vazgeçilebilir bir güç değil. Ancak, Kasım’daki seçimlerden sonra eğer ABD stratejisi değişirse bu olabilir. Ama şu anki dışişleri stratejisinde ABD asker yollamak istemiyor ve bölgedeki güçlerle bu savaşı sürdürüyor. Eğer bu şekilde devam ederse Kürtlerden vazgeçemez. Türkiye sürekli olarak şunu söylüyor, “PYD, PKK’nin uzantısıdır.” Ancak Suriye’deki savaş cephesine baktığımız zaman, YPG’nin PKK’den askeri olarak en az beş, hatta altı kat daha büyük bir güç olduğunu görüyoruz. Bunu kısıtlamak çok çok zor.
Şu da var; PYD eğer doğuya doğru Haseke-Kamışlı’ya doğru giderse Türkiye en az 50 bin kadın ve erkekten oluşan bir askeri güce karşı ne yapar sizce? Irak sınırını koruyabilir mi? Irak Kürdistanına doğru ilerlerse aynı şekilde, buna karşı ne yapabilir? Dolayısıyla PYD’yi kısıtlamak öyle kolay bir iş değil. Türkiye, sınırını korumak için Barzani’den yardım isterse bu da gerçekleşmeyecek. Şu an PYD’nin Irak’a doğru ilerlememesinin sebebi askeri bir gereklilik olmaması. Ancak doğuya doğru itilirse sınırı mutlaka geçecektir ve peşmerge de YPG güçleriyle böyle bir savaşa girmek istemeyecektir.

Yeri gelmişken, tam da Cerablus operasyonu başladığında Ankara’ya gelen Barzani’nin ziyaretini nasıl okuyorsunuz? Ne istendi Barzani’den?
Her şeyden önce sebep Cerablus değil. Barzani stratejik bir müttefik. Türkiye’ye çağırıp bilgilendirmek ve muhtemelen desteğini istemek için oldu ancak bu yeni bir ittifak değil. AKP ile Barzani bir süredir müttefikler. AKP ile bu stratejik ittifak 5-6 yıl önce başladı. Sorun şu; Barzani o zaman ekonomik ve politik olarak daha güçlüydü. Bugün her şey zayıfladı. IŞİD’in Irak Kürdistanına girmesiyle birlikte Barzani diğer politik grupları bu ittifaka dahil etmede zorlandı. Irak’ın ayrıca zaten şu anda kendi savaşı var. IŞİD’e karşı bir savaş yürütüyor ve aslında Türkiye’ye değil, batıya bağlı ve bağımlı bir şekilde bunu yürütüyor. Barzani petrol gelirlerinin düşmesiyle birlikte zaten bir çıkmazda ve politik meşruiyeti için zaten hali hazırda mücadele ediyor. Dolayısıyla bütün hesaplar bütünüyle değişti. Bence Barzani’nin PYD Irak’a geçtiğinde yaratacağı duruma tepkisi çok farklı olur. Tabii eğer bütün bunları hesaplayamayacak kadar akıl dışı davranmazsa.

AKP VE KEMALİST KONSENSÜS BARIŞ GÖRÜŞMELERİ İHTİMALİNİ DÜŞÜRÜYOR

AKP Hükümeti, YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesinin kırmızı çizgisi olduğunu Cerablus operasyonu sırasında da tekrarlıyor. ABD de, AKP Hükümeti’nin bu talebine alan açmış görünüyor. Hatta Binali Yıldırım’a göre ABD, YPG’nin batıya geçmeyeceğini garanti etti. Ancak diğer yandan Cerablus sınırlarından çekilmeye başladığı söylenen YPG’ye TSK’den saldırılar da başladı. TSK’nin YPG’ye saldırılarını sürdürmesinin, Türkiye içinde devam eden çatışma ve şiddetin boyutlarını daha da artırabileceği, giderek iç savaşa varacak sonuçlar üreteceği yorumları yapılıyor, katılır mısınız?

Aslında Türkiye’nin sürekli bunu tekrarlaması, PYD’nin batıya doğru geçmesine karşı çıkması, Suriye’yi takip eden herkesin şunu fark etmesini sağladı. Bu, Türkiye’nin PYD’nin Fırat’ın doğusunda kalmasına üstü örtülü bir izin vermesi anlamına geliyor. ABD’nin Türkiye’yi ikna etmesindeki etken de bu. Ancak Türkiye Cerablus’a girmesiyle birlikte daha fazlasını istemeye başladı. Oynamaya başladığı ve (Rusya’nın üst çatısını kurduğu) bu oyun, uzun bir savaşa sürüklenmesi anlamına geliyor Türkiye’nin. Türkiye’nin kısıtlı amacı YPG’yi Fırat’ın doğusunda tutmak ancak şartlar iyi giderse YPG ve PYD’yi ortadan kaldırmak ister tabii. Ama şu an bunu mümkün kılacak şartları çok mümkün görmüyorum.
İç savaş senaryolarına gelince, çok muhtemel görmüyorum. Ama tabii ki politikada her şey olabilir. Bence iç savaş Kürt toplumunda olanlar yüzünden değil, Türk toplumu eğer çok açık bir şekilde kutuplaşırsa, önemli bir kısmı eğer hükümeti desteklemekten vazgeçebilirse olabilir. PYD doğu ve batı yönünde ilerlemeye devam ederse, aynı zamanda PKK operasyonlarını Türkiye içinde devam ettirirse, bir yandan da şimdiki gücü merkezileştirme ve otoriterleşme politikaları artarsa, Türk toplumunda çok açık bir ayırım, kutuplaşma yaşanabilir. Ancak bu olursa iç savaş ihtimali var. Özetle, iç savaş Kürt toplumu nedeniyle değil, Türk toplumundaki mücadele ve bu politik mücadelenin sonuçları nedeniyle yaşanabilir.

Bununla beraber, Türkiye’de PKK ile çatışmanın şiddeti arttı ve bunda hükümetin Rojava politikalarının, dolayısıyla YPG’ye saldırılarının da etkisi var. Ancak kimi yorumculara göre artan bu şiddet müzakereye dönülmesini zorunlu kılacak. Siz yakın vadede böyle bir ihtimal görüyor musunuz?
Rojava’nın etkisi ve Türkiye’nin Rojava politikasının sonuçları aslında çok daha iyi olabilirdi, PKK çok önemli stratejik hatalar yapmasıydı. Üstelik hâlâ da bu hatalara devam etmese.

Açar mısınız, nasıl hatalar?

PKK kendi kimliğini unuttu aslında. PKK’nin silahlı bir kanadı var ama bir yandan da sosyal bir hareket. Ancak bir sosyal hareket olduğunu unuttu. Diyarbakır, Silvan, Nusaybin ve bölgedeki diğer hendek savaşlarına başladığı zaman sosyal hareket yanını unuttu. Bunu hafife aldı ve silahlı güç olduğunu vurgulamaya başladı. Bu özellikle 7 Haziran seçimleri sonrasında önemliydi. Silahlı harekete değil, politik, sosyal harekete vurgu yapmalıydı. HDP’yi ancak bu şekilde güçlendirebilirdi. Rojava’ya, Türkiye içinde desteği artırabilecek tek şey buydu aslında. YPS güçlerinin şehirlerde savaşması önemli bir stratejik hataydı. PKK, 7 Haziran’dan sonra saldırıya uğrasa bile savaşmayı kesinlikle reddetmeliydi. Art arda açıklamalar yapmalıydı, “biz bu savaştan her şekilde kaçınmak istiyoruz” demeliydi. Böyle yaparak AKP lehine davranmamalıydı. Şiddetin sonuç getirmeyeceğini görmeliydi. Sosyal politik yanını güçlendirmek zorunda. Eğer böyle bir şey yaparsa ancak Rojava’nın Türk halkı üzerindeki etkisi değişir. Bence PKK için en etkili strateji kendini politik, sosyal ve kültürel bir hareket olarak genişletmesi, hükümetin istemediği budur çünkü.
Müzakere sorunuza gelince; bugün darbe girişimi sonrasında yeni bir politik konsensüs oluştu AKP İslamcılığı ile Kemalistler arasında. Ve bu Kürtlerin dışlanması sayesinde ve Kürtlerin dışlanması için kurulmuş bir ittifak. İttifakın temeli güvenlik kaygısı. MHP ve CHP bu kaygıyla Kürt kuvvetleriyle savaşı destekliyor. Politik baskıyı destekliyor. AKP ve Kemalist konsensüs barış görüşmelerinin başlama ihtimalini düşürüyor. AKP’nin tekrar müzakere sürecine başlaması için Kemalist güçler olmadan da hareket edebilecek kadar kendini güvende ve güçlü hissetmesi gerekiyor. Eğer politik ve askeri hakimiyeti ve ekonomik istikrarı sağlayabilirse Kemalist güçler olmadan güvende hisseder. Ancak bu noktaya kadar Kemalist ittifakı kesinlikle bırakmaz. PKK’nin de bunu bilmesi gerekiyor.

Bu bağlamda geçtiğimiz günlerde KCK’den gelen “müzakerelere hazırız” açıklamasını nasıl değerlendirirsiniz?

PKK’nin böyle bir şey söylemesi iyi ancak eminim ki hükümet bu çağrıları söylediğim sebepler yüzünden dinlemeyecektir. Ayrıca hükümet Suriye stratejisinde net bir sonuç almadıkça içeride müzakereye dair bir adım atmayacaktır. Suriye’deki yeni stratejisinin nasıl sonuçlanabileceğini bilmiyor çünkü.

AKP KÜRT SORUNUNU ÇÖZME AMACINA HİÇBİR ZAMAN SAHİP OLMADI

Hükümet müzakereye yanaşmıyor, diğer yandan şiddet yükseliyor… peki nereye varacak? Bu tablo ne oluncaya kadar sürecek? Hükümetin amacı ne?
Bence Hükümetin bir Kürt politikası zaten yok, PKK politikası var. Ve bu politika silahsızlanma ve boyun eğme anlamına geliyor. Bunu bekliyorlar. Yılladır Türkiye’de özellikle Kürt sorunu hakkında okuyorum, çalışıyorum, hiçbir hükümetin Kürt politikası olmadığını düşünüyorum. Çünkü Kürt sorununun toplumsal bir sorun olduğunu düşünmüyorlar, bunu sadece silahlı bir grubun sorunuymuş gibi ele alıyorlar.

2.5 yıl süren “çözüm süreci” boyunca toplumsal bir sorun olarak ele alındığına dair açıklamalar da yapılmıştı. Taktik bir süreç miydi yaşanan?
Taktik olup olmaması aslında çok da önemli değil. Bu barış sürecinde AKP Kürt sorununu çözme amacına hiç sahip olmadı, PKK sorununu çözmeye çalıştı. Bunu başaramayınca da oy kazanmak için bir taktiğe dönüştü. Oy da kazandırmayınca tamamen vazgeçti. Bence en büyük sorun, devletin stratejik bir meselesini AKP’nin seçim taktiğine dönüştürmesiydi. En büyük hata buydu.

TÜRKİYE BİR DÖNÜM NOKTASINDA

AKP, darbe girişiminden sonra şu argümanı daha da kuvvetlendirdi; “Türkiye emperyalist güçlerin saldırısı altında, daha önce bitirmedikleri hesaplarını şimdi bitirmek istiyorlar, Türkiye üzerinde büyük bir oyun oynanıyor, bunun için de Kürtleri/PKK’yi vs’yi kullanıyorlar, amaçları ülkeyi bölmek, halkı birbirine düşürmek. Tüm bunlar da üst akılla yönetiliyor!” İçinden geçtiğimiz şiddet ve çatışma yüklü sürecin böyle açıklanmasını nasıl değerlendirirsiniz? Türkiye sizce nasıl bir yöne giriyor?

Bu çok eski bir hikaye aslında. Bütün popülist rejimler dışarıdaki düşmana çok ihtiyaç duyarlar. Saddam bunu Irak’ta yaptı, İran da çok kullanıldı. Asıl olay, Kürtler bu argümana tam olarak uyduruldu. Bu kalıba sokuldu. Toplumun içindeler ancak toplumun bir parçası değiller ve dış düşmanların da maşasılar! Bu Suriye, İran, Irak Kürdistan’ı için de söylendi. Suriye’de Kürtlerin bütün mülklerine el koydular, 500 bin Kürt 1962’de kimliksizleştirildi, birdenbire ortadan kaldırıldı. Bunu nasıl yaptılar? Kürtlerin Arap birliğine karşı oldukları söylendi. “Birliğe karşılar aynı zamanda dış güçlerin maşasılar!” bu çok yorucu ve bıktırıcı bir argüman.

Türkiye nereye gidiyor sorusunun yanıtını belirleyecek faktörlerden biri de Cerablus operasyonu. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş “Başımıza ne geldiyse Suriye politikası yüzünden geldi” demişti. Soru şu; Cerablus’a girildi. Bundan sonra başımıza neler gelebilir?

Şunu düzeltmek gerek, ne olduysa Suriye politikası yüzünden olmadı. Yanlış Suriye politikası yüzünden oldu. Türkiye’nin uyguladığı politika başarısızlığa uğradı, yenildi ve bu politikayı üretenler şu an sessiz. Ve şu an gerekleşecek olan şeyler, Türkiye toplumu için kötü sonuçlar doğuracak. Söylemek isterim ki, Türkiye bir dönüm noktasında. İki seçenek var. Durup kendini değiştirebilir ve politik aklı gerçekten kullanıp gücün ve gücü uygulamanın sınırlarını gerçekçi bir şekilde fark edebilir ve demokratik hakları savunabilir vs. Ya da merkeziyetçi anlayışını, otoriter, baskıcı uygulamalarını arttırabilir. Falcı değilim! Ve politikada tahminler hiçbir zaman tutmaz. Bu nedenle cevap vermek istemiyorum.

Ama verili işaretler de var. Antep saldırısı gibi. Cerablus operasyonunu erken haber alan IŞİD’in bu operasyona tepki için Antep’te Kürtlere saldırdığı söyleniyor. Ve Suriye’ye girilmesiyle bu tip katliamların daha fazla yaşanmasından endişe ediliyor. IŞİD Cerablus operasyonuna nasıl bir tepki verir?

Antep, Cerablus’a girilmesi için bir sebep miydi, yoksa Cerablus operasyonunu önceden öğrenenlerin saldırısı mıydı, buna dair çok fazla şey söyleniyor ama bunu medyadan öğrenme ihtimalimiz yok. Eğer IŞİD ve Türk güvenlik güçlerinin yakın bir ilişkisi olduğu doğruysa bunu duymuş olması muhtemel. Eğer böyle bir ilişkiyi kabul etmiyorsak, Antep bu operasyonu tetiklemiş olabilir. Ama tabii Türk güvenlik güçleri elbette ki daha iyi çalışmak zorundaydı. Umarım yanılıyorumdur ama IŞİD’in Antep ve diğer sınır bölgelerindeki uyuyan hücreleri, IŞİD Cerablus’tan sonra daha da büyük zarar görürse büyük şehirlerde harekete geçebilir. Suriye’de geri itilirlerse daha fazla kör şiddete doğru bu iş gider. Hakikaten bu çok üzücü.

IŞİD GİDER AMA DÜŞÜNCELERİ KALIR

Öte yandan, IŞİD’in Cerablus’ta dişe dokunur bir direniş göstermemesi, oradaki esas kuvvetlerinin operasyondan önce ayrılması vs. manidar bulunarak, operasyonun bir tür danışıklı dövüş olduğu da söyleniyor. Sizin gözleminiz ne?

Birçok okuduğum, konuştuğum kişi ve aynı zamanda PKK de bunun bir danışıklı dövüş olduğunu söylüyor, evet. IŞİD çok önemsiz bir direniş gösterdi. İster Suriye’de değişen koşullar nedeniyle Cerablus’un artık stratejik öneminin kalmadığını düşündüğünden böyle bir şey yapsın, ister aralarında bir danışıklı dövüş olsun… bilmiyorum. Bunların hepsi spekülasyondan ibaret.

Cerablus’ta direnmemiş olması, IŞİD’in Suriye’de güç kaybettiği şeklinde de değerlendirildi. Katılır mısınız, IŞİD zayıflıyor mu?

Doğru. Zaten stratejik ve askeri raporlara baktığımız zaman bunu görebiliriz. Rakka ve Musul kaldı sadece iki önemli hat olarak. Ve onlar giderse IŞİD’in neredeyse ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.

Peki yerine kim gelir? Sünni hattı kim doldurur?

IŞİD gider ama düşünceleri kalır. Mutlaka başka selefi güçler o boşluğu dolduracaktır. Sorun, Suriye’deki durumun nasıl stabil hale geleceğidir.

Kaynak:

PKK'nın Suriye kolu YPG, Türkiye’nin 'kırmızı çizgimiz' dediği Fırat’ın batısına geçti AKP'den tık yok
26.12.2015



Sputnik News'in haberine göre; Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde YPG’nin de içerisinde yer aldığı Batıcı Suriye çeteleri Türkiye’nin kırmızı çizgimiz dediği Fırat’ın batısına geçti ama "Fırat'ı geçerlerse müdahale ederiz" diyen Davutoğlu ve AKP hükümetinden tık yok.

Sputnik’e konuşan sözde Kobani Savunma Bakanı İsmet Şeyh Hesen, Fırat’ın batısının Türkiye’nin toprağı olmadığını belirterek, IŞİD neredeyse oraya müdahale edeceklerini söyledi. YPG komutanı Agit Kobani de Fırat’ın batısına geçtiklerini kaydetti.

Edinilen bilgilere göre akşam saatlerinde Kobani’nin güneyinde bulunan stratejik Tışrin Barajı’nı ele geçiren YPG’nin de içerisinde yer aldığı Batıcı Suriye Suriye çeteleri, Türkiye’nin kırmızı çizgimiz dediği Fırat’ın batısına geçti.

Fıratın batısı Kobani’nin batısına düşüyor ve Türkiye sınırındaki Cerablus kentini kapsıyor.
Haber 93

Barış Doster: Türkiye'yi Türklere böldürtmek
25.02.2017



ABD akıllı davranıyor. Kürt devletini Türkiye’nin desteğiyle ve hamiliğinde kurmak, bir anlamda Türkiye’yi Türklere böldürtmek istiyor.

Türkiye’ye son günlerde gelen ABD’lilerin konumu, rütbesi ve verdikleri mesajlar da, ABD’nin PKK – PYD terör örgütüne verdiği açık desteğe rağmen, Türkiye’den ABD’ye verilen mesajların dozu ve içeriği de bir kez daha gösterdi: Türkiye’nin Atlantik sisteminden kopması kısa vadede olanaksızdır. Bunu da en iyi ABD bilir.

Gerçekçi olalım: Rakka’da ABD ile birlikte hareket eden Türkiye’nin, nesnel olarak, olgusal olarak Rusya, İran ve Suriye ile daha fazla yakınlaşması mümkün değil. ABD, hem de sık sık, yüksek sesle bölgedeki en önemli müttefikleri arasında PKK – PYD terör örgütünü de sayıyor. Kuzey Irak’ta Barzani’nin sadakatinden memnuniyetini söylüyor. Onlara her türlü silahı, cephaneyi veriyor. Türkiye’nin tüm ısrarına karşın, PYD’yi terör örgütü olarak tanımıyor. Terör örgütünün uzantısı olan partinin yönettiği belediyelere, Türkiye’nin içişlerine karışarak, açıktan sahip çıkıyor.

Şunu görelim: Dört bölge ülkesinin (Irak, Suriye, İran, Türkiye) bölünmesiyle kurulacak Kürt devleti, ABD ve İsrail’in stratejik hedefidir. Bu hedefe ulaşmak için çeşitli araçlara sahiptir ABD. Takım çantasında PKK – PYD terör örgütü de vardır. Ve ABD, bağımsız Kürt devletine giden yolda en önemli aşamanın, en kritik durağın, Irak’tan başlayan, Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan koridor olduğunu bilerek adım atmaktadır. Bu koridor; stratejik, diplomatik, jeopolitik olduğu kadar, ekonomik olarak da zorunludur. O nedenle, bölünmeye çalışılan bölge ülkelerinin, onları bölmek isteyen ülkeyle müttefik olması, eşyanın tabiatına aykırıdır.

AÇILIM SÜRECİ YENİDEN BAŞLAR MI

Cumhurbaşkanı başdanışmanı, işadamı, gazeteci İlnur Çevik geçen hafta işaretini verdi. Belli ki, açılım süreci denilen, Türkiye’yi bölme, parçalama projesinin yeniden başlaması gündemde. Zamanı ve zemini kollanıyor. Referandum sonucu bekleniyor. ABD, Türkiye’nin PKK – PYD terör örgütüne karşı daha yumuşak davranmasını istiyor. HDP ve destekçileriyle yakın temas halindeki ABD’li diplomatlar, bu tutumlarını hiç saklamıyorlar. Kamuoyu önünde en küçük bir diplomatik nezaket kuralını da, Türkiye’nin hassasiyetlerini de hiç gözetmiyorlar.

Peki, Türkiye ne yapıyor? Israrla ABD ile stratejik ittifak ilişkisi içinde olduğunu söylüyor. Suriye’de ABD’yle işbirliğini artırmaya çalışıyor. ABD, kendi çıkarına göre konum alır, uygun müttefikler - araçlar seçer, takım çantası hazırlar, stratejilerini şekillendirirken; Türkiye doğru konum almıyor. Doğru ittifaklar kurmuyor. Atlantik ezberini bozamıyor. ABD’nin ağzının içine bakıyor. ABD Başkanı ile yapılan telefon görüşmesini, CIA başkanının ilk yurt dışı durağının Ankara olmasını gururla, davul zurna çalarak kutluyor.

Anımsayalım: ABD, Süleymaniye’de Mehmetçiğin başına çuval geçirdi. Muavenet zırhlısını vurdu. Eşref Bitlis’i şehit etti. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını iktidar ve FETÖ eliyle tertipledi. Türk denizciliğinin gelecek 30 yılını kararttı. En seçkin, donanımlı, deneyimli, bilgili, çalışkan, yurtsever, Cumhuriyetçi subayları tasfiye etti. Türkiye’nin normal koşullar altında aynı safta olması gereken ülkelerle, ABD’nin hedefinde olan bölge ülkeleriyle bir araya gelmemesi için her yolu denedi. Başarılı da oldu. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle, Avrasya güçleriyle yakınlaşmasını engelledi. Rusya, Çin ve İran’la ekonomik ilişkilerine koşut bir politik ve diplomatik ilişki kurmasının önüne geçti. Hem de ABD bunları, Türkiye’nin onca ısrarına karşın, FETÖ elebaşını iade etmeden, PYD’yi terör örgütü olarak tanımadan, dahası ona ağır silah, zırhlı araç vererek yaptı. Türkiye’nin IŞİD terör örgütüne karşı mücadelesini desteklerken, PKK – PYD terör örgütü hedeflerini vurmasından memnun olmadı hiç. Çünkü başından beri Türk ordusu ile bu terör örgütlerinin birlikte, bir ABD yapımı olan IŞİD’e karşı mücadele etmesini istedi.

ABD, KÜRDİSTAN’I TÜRKİYE’YE KURDURTMAK İSTİYOR

ABD akıllı davranıyor. Kürt devletini Türkiye’nin desteğiyle ve hamiliğinde kurmak, bir anlamda Türkiye’yi Türklere böldürtmek istiyor. Türkiye’nin Diyarbakır’dan değil, Ankara’dan bölüneceğini biliyor. Türkiye’nin muhalefet mevzilerinden değil, iktidar mevzilerinden bölüneceğini hesaplıyor. Türkiye’nin Çekoslavakya gibi barışçıl yollardan, kansız biçimde değil, Yugoslavya gibi kanlı biçimde bölüneceğini görüyor. Ve şunu diyor: “Musul’un belli bölgelerinin Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile birleşmesini sağlarım. Türkiye’nin PKK – PYD hedeflerini vurmaktan vazgeçmesini isterim”. Yani ABD, Musul üzerinden Türkiye’yi Irak başta olmak üzere bir kez daha komşularıyla karşı karşıya getirmek istiyor. Anımsayalım; Irak ile 384, Suriye ile 911 kilometre sınırı olan Türkiye, Irak merkezi hükümetinin bilgisi dahilinde Başika kampını açtığı halde, hatta Irak Savunma Bakanı kampı ziyaret etmesine karşın, Başika kampı konusunda Ankara ile Bağdat ters düşmüştü. Bu konuda Rusya ve İran açıkça, ABD ise diplomatik dille Bağdat’ı desteklemişti.

Şunu görelim: Türkiye’nin yumuşak güç olanakları, devlet kapasitesi sınırlı. 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimine gelene dek sert gücüne, yani silahlı kuvvetlerine güvenirdi. Türk ordusunun gücü, itibarı, caydırıcılığı öne çıkardı. FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında büyük yara aldı. Son 15 yılda çok konuşan, ama gereğini yapmayan, yüksek perdeden atıp tutan sonra da U dönüşü yapan dış politikasıyla Türkiye’nin durumunu batılı diplomatlar, “diplomacy without teeth” deyimiyle açıklıyorlar. Yani sert gücü, yaptırım kapasitesi, müeyyide kabiliyeti olmayan diplomasi…

Dış politikada temel kurallardan biridir: Bir ülke için kendi sıkletinin altındaki ringlere çıkmak ne denli yanlış ise boyundan büyük laflar edip, tutamayacağı sözler verip, itibarını, saygınlığını, güvenilirliğini yitirmek de o kadar yanlıştır. Türkiye bu yanlışı son yıllarda çok sık yaptı. Misal; bir zamanlar İsrail – Suriye arasındaki barış müzakerelerine arabuluculuk etmeye çalışırken, sonrasında iki ülkede de büyükelçisi olmayan bir ülke oldu. Sonra İsrail’le anlaştı. Mavi Marmara saldırısında öldürülen yurttaşlarımıza İsrail’in vereceği 20 milyon dolarlık tazminata razı oldu. İsrailli yetkililer aleyhindeki davaları düşürdü, mahkemelerin, yargının bağımsızlığını tartışmaya açmak pahasına. “Gazze ablukası kalkmadan anlaşma olmaz” söylemi kenara atıldı.

Kıssadan Hisse: Bölgede mezhepçilik yapmak, Kuzey Irak’ta Barzani’ye sınırsız destek vermek, Türkmenleri yarı yolda bırakmak Türkiye’ye kaybettirdi. Siyasi rekabet içinde olduğumuz, enerji ithal ettiğimiz İran’ın ise eli daha da güçlendi. ABD’nin Kürdistan projesini bir türlü görmemenin maliyeti çok ağır olacak.

Odatv.com

PYD: Menbiç'te özerklik ilan edeceğiz
12.03.2017



PYD, Suriye'nin kuzeyindeki Menbiç kentinde 'Demokratik Özerk Yönetim' ilan edeceğini açıkladı.

Sputnik'e konuşan PYD'nin Kobani Dış ilişkiler sorumlusu Ewwas Eli, PYD'nin de dahil olduğu Demokratik Suriye Güçleri'nin (DSG) ilan edeceği yönetimin 13 kişilik heyet tarafından yönetileceğini ifade etti.

'ÖZERKLİK İLANI İÇİN HAZIRLIKLAR TAMAMLANIYOR'

Eli, şunları kaydetti: "Oluşturulacak olan yönetim, 13 kişilik heyet tarafından idare edilecek. Menbiç Özerk Yönetimi ne zaman ilan edilecek bilmiyorum. Dün Menbiç'teydim, hazırlıkları tamamlıyorlardı. Menbiç yönetimi başkanı ve üyeleriylle dün görüştüm."

İLAN EDİLECEĞİ AÇIKLANAN ÖZERK YÖNETİMİN YAPISI

Edinilen bilgilere göre, DSG'nin ilan edeceği özerk yönetimde 71 Arap, 43 Kürt, 10 Türkmen, 8 Çerkez, 1 Ermeni ve 1 Çeçen yer alacak. Menbiç Özerk Yönetimi heyeti 13 kişiden oluşurken, bu 13 kişinin de 4 yardımcısı olacak.

PYD'NİN TEL ABYAD'DA İLAN ETTİĞİ ÖZERKLİK

PYD daha önce de Türkiye sınırındaki Tel Abyad kentinde 'Demokratik Özerklik' ilanı etmişti.

MENBİÇ STRATEJİK BİR NOKTADA YER ALIYOR

Menbiç, güneyde Halep'e 85 kilometre, kuzeyde Cerablus'a 40 kilometre, doğuda Kobani'ye 65, batıda ise El Bab'a 45 kilometre mesafede bulunması nedeniyle stratejik bir öneme sahip.
Sputnik

Barzani'den TÜRKİYE'ye AÇIK REST!
15 Mart 2017

Barzani bu...

AKP Kongresinde TÜRKİYE SENİNLE GURUR DUYUYOR diye karşılandı.

AKP eliyle Türk toprağına kirli ve kanlı ayaklarıyla basarak Ayn El Arap'taki PKK/PYD'ye yardım olsun diye peşmergelerini gönderdi. Türkiye hala bu PYD/PKK ile uğraşıyor.

1992'de Eşref Bitlis Harekatıyla PKK terör örgütü bitirilmek üzere iken PKK'ya yardım etti, Türk Ordusuna arkadan saldırdı. Şu anda PKK terör örgütünün Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap terör inleri Barzani bölgesinde ve himayesinde.

Ve Türkiye'ye geldi; Kürdistan paçavarası TÜRK BAYRAĞI yanında AKP eliyle göndere çekildi. Üstüne de Barzani'ye kırmızı halılar serildi, Saraylarda karşılandı.

Ve şimdi Rudaw Barzani Televizyonu Türk topraklarını kendi toprağıymış gibi gösteriyor! Ve Barzani diyor ki yakında Kürdistan'ı ilan edeceğim.

ŞİMDİ SİZ BUNA MI EVET DİYECEKSİNİZ!

Erdal Sarızeybek

AKP'li başkan, İçişleri Bakanı'nı böyle çağırdı: Bölgemizdeki kargaşanın, kaosun mimarı Süleyman Soylu
24 Mart 2017



İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, referandum kapsamında sürdürülen çalışmalar için dün (23 Mart) Diyarbakır’ın Silvan ilçesindeydi.

Soylu’nun konuşması öncesinde, Bakan'ı kürsüye davet etmek için konuşma yapan AKP Silvan İlçe Başkanı Nimet Aksoy “Bölgemizdeki kargaşanın, kaosun, terörün mimarı, Sayın Bakanımız Süleyman Soylu Bey” ifadesini kullanarak büyük bir gafa imza attı.
T24

Amerika, Kürdistan’ı kurarsa Türkiye’den toprak talep edecek!
15 Mayıs 2017



Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, “ABD’nin Suriye’de yaptığı oradaki Kürtleri gerilla tarzından ordulaşmaya geçirmek. Bunun adı devlettir” dedi

PKK terörünün en yoğun olduğu 1993-1995 yılları arasında Hakkari Dağ ve Komando Tugayı Komutanlığı yapan emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, Güneydoğu sınırımızda Irak ve Suriye'deki gelişmelerin ülkemiz için kaygı verici olduğunu söyledi.
Pamukoğlu, “Bazı adımları atmak için geç kalınıyor. Türkiye'deki NATO ve ABD üsleriyle ilgili yeni düzenlemeler ve güvenlik unsurlarımızın öne alındığı konular görüşülmeli. Yeni anlaşmalar yapılmalı” dedi.
“SAVAŞ GÜCÜ SIKINTIYA GİRDİ”
Pamukoğlu, “Irak'ın kuzeyinde Barzani üzerinden Kürdistan'ın kuruluşu tamamlandı. Şimdi Suriye Kürdistanı'nın ağır silahlarla, tanksavarlar takviye ederek, sınır boyundaki yaklaşık bin 100 kilometrelik alanda Kürdistan kuruluyor. ABD'nin bugün yaptığı iş gerilla tarzından oradaki grupları ordulaşma safhasına geçirmektir. Bunun adı da devlettir” uyarısında bulundu. Güneydoğu'nun unutulmaz komutanlarından Pamukoğlu, son gelişmeleri şöyle anlattı:
15 TEMMUZ darbe girişiminden sonra Silahlı Kuvvetlerimiz savaş gücü olarak sıkıntıya girdi. Harp okulları, askeri liselerin dağıtılması sonucu yaşanan boşluk ve güvensizlik, Silahlı Kuvvetler'e de darbe indirdi. Askere savaş sanatını öğretmek öyle kolay bir şey değil.
“UÇAKLA SONUÇ ALINMAZ”
ORDU, psikolojik olarak da yıprandı. Son 3 aydır Çukurca'da askeri üslere sürekli saldırılar var. Hemen her gün 1-2 şehit veriyoruz ya da askerimiz yaralanıyor. Bunların hepsi Zap Kampı'ndan gelen teröristlerce yapılıyor. Her olayın arından Çukurca'ya 4-5 kilometre uzaklıkta olan Zap Kampı'na uçaklarla saldırılar yapılıyor. Şu unutulmasın; o kampta uçakla bir şey yapılamaz. Çünkü, uçakların dalış imkanı yok. Havadan vurmakla sonuç alınmaz.
BOTLAR çamurlanmadan Zap asla temizlenmez. 30 yıldır burada teröristler var. Zap'ın nasıl bir yer olduğunu konuşabilmek için görmek lazım. Hava harekatı teröristleri açıkta yakalarsan, yürüyüş kolu halinde görürsen tesirli olur. Ancak hava harekatıyla tek tek yapılan saldırılardan sonuç alamazsınız.
“KÜRDİSTAN BİZİ DE ETKİLER”
SINIRIN öte yakasındaki teröristlerin bulunduğu Hakurk Kampı 18 kilometrelik bir vadi. Bu kampları bastığımızda 37 gün kaldık. 268 yeraltı deposunu açtık. On binlerce mayın, silah, mühimmat bulduk. Bunların ancak yedide birini taşıdık. Oralar inanılmaz bir coğrafya…
KOMŞUMUZ Irak ve Suriye'de kurulacak Kürdistan, hemen arkasından bize de sirayet eder. Ülkemizde de devleti zorlayacak otonomi, özerk bölge gibi talepler gündeme gelecektir. Kürdistan kurulmasıyla ilgili zamanı ABD, siyasi ve askeri koşullar nedeniyle erteliyor.
“İNGİLTERE, RUSYA DA VAR”
SİYASİ hesaplar nedeniyle ABD, Suriye Kürdistanı için Türkiye'yi uzak tutuyor. Suriye Kürdistanı'yla ilgili çalışmalarda hep ABD konuşuluyor ama planın içinde İngiltere, Fransa, Rusya da var. Afrin üzerinden enerji naklinin hangi limandan yapılacağı da gündemde… Akıllarında İskenderun Limanı bulunuyor. Bunun anlamı, ileride Türkiye'den de toprak alınacağıdır. Amanos Dağları'nı PKK'nın terk etmemesi ve sürekli o bölgede dolaşması da İskenderun hesabının bir parçasıdır.
Saygı Öztürk/Sözcü

Küba Komünist Partisi: Kürdistan bir ABD Projesi
3 Haz, 2017



Küba Komünist Partisi yetkilileri, “Kürdistan girişimi bir ABD projesidir” açıklaması yaptı. Havana’da Vatan Partisi heyetini kabul eden Küba KP Merkez Komite üyesi ve Dışilişkiler Bürosu Başkan Yardımcısı Juan Carlos Marsan, Ortadoğu’daki gelişmeleri bu sözle özetledi. ABD Başkanı Trump’ın PYD’yi silahlandırmasını çarpıcı bulduğunu da dile getiren Marsan, Fetullah Gülen Örgütü ve IŞİD’in de emperyalizmin birer aracı olduğunu vurguladı.
‘ABD ETNİK BÖLÜCÜLÜK YAPIYOR’
Vatan Partisi Uluslararası İlişkiler Bürosu üyesi Yunus Soner ve Partinin Latin Amerika Temsilcisi Özgür Uyanık’tan oluşan heyet, 2 Mayıs’ta da Havana’da ul
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Ağu 01, 2017 9:04 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Hzr 05, 2017 3:14 am    Mesaj konusu: Küba Komünist Partisi: Kürdistan bir ABD Projesi Alıntıyla Cevap Gönder

Hulusi Akar: Kürt kuşağı kurulmasına izin vermeyiz
16.09.2017



Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ile bir araya geldi. Orgeneral Akar, ABD'nin Suriye'de YPG'ye verdiği destekten duydukları rahatsızlığı Dunford'a iletti.

İki komutanın görüşmesi Arnavutluk'un başkenti Tiran'da dün ve bugün yapılan NATO Askeri Komitesi Genelkurmay Başkanları Toplantısı esnasında gerçekleşti. Akar ve Dunford'un dünkü görüşmesinde Irak'ta Kürt Bölgesel Yönetimi'nin referandum kararındaki ısrarı ve Suriye'deki gelişmeleri ele aldıkları öğrenildi.

Akar, Suriye'de İdlib'de çatışmasızlık bölgesi oluşturulması ve buralara Türkiye, Rusya ve İran’ın gözlemci kuvvetlerinin yerleştirilmesi kararıyla ilgili Dunford'a bilgi verdi. Akar, bir kez daha ABD'nin Suriye'de YPG güçleri ile birlikte hareket etmesinden duyulan rahatsızlığı aktardı ve Türkiye'nin güney sınırlarında bir Kürt kuşağı kurulmasına izin vermeyeceği mesajını iletti.
Birgün

İbadi: Askeri müdahaleye hazırız
16.09.2017



Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) düzenlemeyi planladığı bağımsızlık referandumunun şiddetle neticelenmesi halinde askeri müdahaleye hazır oldukları söyledi.
Birgün

Bağdat'tan Erbil'e: Sınır kapılarını ve havaalanlarını teslim edin
24 Eylül 2017



Ayrıca Irak hükümeti, komşu ülkelerden, petrol ve sınır konusunda sadece Bağdat ile ilişki kurmasını istedi

Irak hükümeti, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nden Erbil ve diğer tüm bölgelerdeki havalimanları ile sınır kapılarının Bağdat yönetimine teslim edilmesini istedi.

Ayrıca Irak, komşu ülkelerden, petrol ve sınır konusunda sadece Bağdat ile ilişki kurmasını istedi.

Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, IKBY'nin tek taraflı referandum kararının "anayasaya aykırı" olduğunu belirterek sonucu tanımayacaklarını söylemiş, Irak Federal Mahkemesi de aynı gerekçeyle referandumun geçersiz olduğuna ve durdurulmasına karar vermişti.

ABD de büyük tartışmalara neden olan referandum kararı hakkında "seçilen yolun çok riskli olduğunu" kaydederek bunun ivedi bir şekilde iptal edilmesini istemişti.

T24
ETİKETLER
erbil bağdat irak

İran: IKBY'ye sınır kapılarını kapatırız
17.09.2017



IKBY'nin 25 Eylül'de düzenleyeceği bağımsızlık referandumu ile ilgili açıklamada yapan İran, olası bir bağımsızlık ilanında sınır kapılarını kapatacaklarını açıkladı.

İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şamhani, IKBY'nin bağımsızlık ilan etmesi halinde sınır kapılarını kapatacaklarını açıkladı.

Şemhani yaptığı açıklamada, “Kürdistan Bölgesi, Irak’tan ayrılırsa, Kürdistan Bölgesiyle yaptığımız bütün anlaşmaları gözden geçiririz” ifadelerini kullandı.

İran, daha önce yaptığı açıklamada, IKBY referandumuna karşı olduğunu duyurmuştu. Olası bir bağımsızlık adımına karşı IKBY'yi uyaran İran, Irak'ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu açıklamıştı.

Birgün
İran Irak güvenlik

ABD'den YPG'ye silah desteği 900 TIR'ı geçti
01 Ağustos 2017



ABD'nin Suriye'de IŞİD'e karşı yürütülen mücadele kapsamında YPG'ye verdiği silah desteğinin 900 TIR'ı geçtiği ifade edildi.

Hürriyet'te yer alan habere göre; önceki gece 100 TIR daha Rakka’nın kuzeyindeki örgüt unsurlarına gönderildi. Askeri araç gereç ve mühimmat taşıyan TIR’lar, Irak sınırından geçerek örgüt kontrolündeki Haseke’ye girdi. Konvoyda, ABD ordusunun kullandığı yüksek hareket kabiliyetli zırhlı Hummer’lar, 4x4 jipler ve vinçler olması dikkati çekti. Bu son teslimatla birlikte haziran başından beri terör örgütünün kontrolündeki bölgeye Amerikan askeri yardımı 900 TIR’ı aştı. 5 Haziran’da 60, 12 Haziran’da 20, 16 Haziran’da 50 ve 21 ile 26 Haziran’da toplam 120, 5 Temmuz’da 82, 9 Temmuz’da 102, 13 Temmuz’da 95, 17 Temmuz’da 100, 22 Temmuz’da 100, 27 Temmuz’da 80 olmak üzere 809 TIR, PKK/YPG bölgesine teslimat yapmıştı.

20 bin makineli, 4 bin tanksavar

Hürriyet'in, haziran başında ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a ait bütçeyle ilgili bir belgeye dayandırdığı haberinde Suriye’de YPG’nin içinde olduğu gruplara verilecek silahlar listesinde, 12 bin kalaşnikof marka tüfek, 6 bin makineli tüfek, 3.500 ağır makineli tüfek, 3 bin Amerikan yapımı RPG-7, bin Amerikan yapımı AT-4 veya Rus yapımı SPG-9 tanksavarın yer aldığı ifade edilmişti. Listede 235 havan topu, 100 keskin nişancı tüfeği, 450 PV-7 tipi gece görüş dürbünü ve 150 kızılötesi lazer aydınlatıcı dürbün de bulunuyordu. ABD’nin öncülük ettiği koalisyon, Rakka kent merkezine yönelik operasyonunu 6 Haziran’da başlatmıştı.

ETİKETLER
abd ypg sİlah
T24

İsrail Adalet Bakanı Ayelet Şaked, 'gönlündeki Kürdistan'ı açıkladı
20.01.2016



İsrail'den Ortadoğu'da bağımsız Kürt devleti kurulmasına yine destek geldi. Kürtlere yapılan haksızlığın düzeltilmesini isteyen Adalet Bakanı Şaked, uluslararası toplumun 'işini kolaylaştırıp' devletin nerede kurulması gerektiğine dair koordinat da verdi. Şaked'e göre Kürdistan Türkiye ve İran arasında kurulmalı.

İsrail hükümeti yıllardır doğrudan ve dolaylı olarak destek verdiği bağımsız Kürt devleti fikrini yeniden gündeme getirdi. Irkçı sözleri sebebiyle kabinenin tartışmalı isimlerinden olan ve ‘Bayan Hitler’ olarak anılan Adalet Bakanı Ayelet Şaked, bağımsız Kürt devleti kurulmasına büyük destek verdiğini ve bu yeni devletin Türkiye ve İran arasında yer alması gerektiğini söyledi.

'DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUMDUR'

Öte yandan İsrail’in yine Kürt kartını oynaması, İsrail’in Ortadoğu’da yeni bir devlet kurdurup İran gibi ‘düşmanlarını’ zayıflatmak istediği ve Kürtlerle Araplar arasındaki husumeti kullanıp ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ politikası güttüğü yorumları yaptırdı.

NETANYAHU 'HAK EDİYORLAR' DEMİŞTİ

Başbakan Benyamin Netanyahu da 2014’te Kürdistan devleti kurulmasına destek vermiş ama sınır çizmemişti. Kürtleri ‘savaşçı ulus’ olarak tanımlayan Netanyahu, siyasi bağlılıklarını kanıtladıklarını ve bağımsızlığı hak ettiklerini söylemişti.

İsrail’in ham petrolünün üçte birini Irak'ın kuzeyinden aldığı biliniyor. Yerel basına göre İsrail özel kuvvetleri 10 yılı aşkın süredir bölgede Kürt güçlere destek veriyor. Tel Aviv’den Erbil’e düzenli bir silah akışı olduğu da iddialar arasında.
Sputnik

Küba Komünist Partisi: Kürdistan bir ABD Projesi
3 Haz, 2017



Küba Komünist Partisi yetkilileri, “Kürdistan girişimi bir ABD projesidir” açıklaması yaptı. Havana’da Vatan Partisi heyetini kabul eden Küba KP Merkez Komite üyesi ve Dışilişkiler Bürosu Başkan Yardımcısı Juan Carlos Marsan, Ortadoğu’daki gelişmeleri bu sözle özetledi. ABD Başkanı Trump’ın PYD’yi silahlandırmasını çarpıcı bulduğunu da dile getiren Marsan, Fetullah Gülen Örgütü ve IŞİD’in de emperyalizmin birer aracı olduğunu vurguladı.

‘ABD ETNİK BÖLÜCÜLÜK YAPIYOR’

Vatan Partisi Uluslararası İlişkiler Bürosu üyesi Yunus Soner ve Partinin Latin Amerika Temsilcisi Özgür Uyanık’tan oluşan heyet, 2 Mayıs’ta da Havana’da uluslararası Küba ile dayanışma kongresine katılmıştı. Kongrede Küba’nın dışpolitikası hakkında sunum yapan Dışişleri Bakan Yardımcısı Ana Teresita Gonzalez, “ABD Ortadoğu’da etnik farkları ülkeleri bölmek için kullanıyor” demişti.

MEKSİKA’DA ORTAK TUTUM

Meksika’da mart ayı sonunda düzenlenen, Küba Komünist Partisi’nin Dışilişkiler Başkanı düzeyinde temsil edildiği uluslararası “Partiler ve Yeni bir Toplum” kongresinde de Vatan Partisi heyeti Venezuela’nın iktidar partisi PSUV ve Arjantinli Herkes için Vatan Partisi, ortak bildiri sunmuştu. Bildiride Türkiye, Suriye ve Irak topraklarında “2. İsrail” kurma girişimi kınanmıştı. Bildiriye aralarında Küba, Nikaragua, Ekvador, Guatamela gibi ülkelerin iktidar partileri de dahil olmak üzere 40 ülke temsilcisi alkışlarla destek vermişti.
‘ABD İLE TÜRKİYE ARASINDA DERİN ÇATLAK’
Öte yandan tüm Latin Amerika’da yayın yapan Venezuelalı Telesur televizyon kanalı da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti nedeniyle bir buçuk saatlik özel bir yayın yaptı. Yayına, Trump’ın PYD’yi silahlandırması damga vurdu. Yayına bağlanan Latin Amerikalı uzmanlar, Türkiye ile ABD’nin ilişkilerinin gelecekte tekrar düzelme ihtimalini tartıştı. Uzmanların büyük çoğunluğu, Türk-Amerikan ilişkilerinin tekrar düzelmesinin zor olduğu, Türkiye’nin NATO’dan da giderek uzaklaştığı görüşünü savundu. Uzmanlar, iki ülke arasındaki çelişkinin temelinde ise ABD’nin PYD ve PKK’ya verdiği desteğin yattığını vurguladı.

‘LATİN AMERİKA ABD’YLE ÇATIŞMAMIZIN FARKINDA’

Vatan Partisi Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı Yunus Soner, Latin Amerika’daki temaslarını değerlendirdi. Soner, Latin Amerika ülkelerinin Türkiye’ye bakışına ilişkin dört tespitini sıraladı: “Latin Amerika, Türk Amerikan çatışmasının farkında. Bu çatışmanın Kürdistan kaynaklı olduğunu biliyor. Ayrıca ülkeler Kürdistan’ı, bir Amerikan projesi olarak kabul ediyor. Bu çatışmada Latin Amerika ülkeleri Türkiye’nin yanında yer alıyor.’
‘ÖNERDİĞİMİZ BİLDİRGEYİ İMZALADILAR’
Soner, Latin Amerika’nın Türkiye’ye bakışını şöyle anlattı: “Latin Amerika’nın iktidar ve çoğu muhalefet partileri Türk Amerikan çatışmasının net bir şekilde farkında. Küba Komünist Partisi, ‘Latin Amerika’nın bütün devrimci liderleri, iktidar partileri ‘Kürdistan’an bir Amerikan projesi olduğunu artık görmeye başladılar’ dedi. Ekvador iktidar partisinin ve Küba Komünist Partisi’nin Merkez Komite Üyesi Juan Carlos Marsan Aguilera’nın söyledikleri dikkat çekici. ‘Kürdistan bir Amerikan projesidir’ dedi. Bizim önerdiğimiz ‘İkinci İsrail’e hayır’ bildirgesine imzalayarak, bu yaklaşımlarını somutlaştırdılar. Kırkı aşkın ülke bu bildirgeyi onayladı. Venezuela’nın iktidar partisi, Arjantin’in önemli bir partisi de bu bildirgeye destek verdi.”

‘PKK’NIN FOYASI ORTAYA ÇIKMIŞ’

Soner, Latin Amerika partilerinin PKK/PYD’ye bakış açısını da şöyle aktardı: “Küba’da muhataplarımızdan biri ‘Ben PKK’lıları hatırlıyorum. 80’li yıllarda çok karşılaşmıştık’ dedi. Zamanında PKK ile sıcak ilişkiler kurduklarını anlıyoruz. Ama aynı kişi bugün, ‘Kürdistan Amerikan projesidir’ diyor. Bunlar, Türk Amerikan çatışmasını öyle doğru bir yere oturtmuşlar ki, eski ilişkilerini koparıyorlar. Dünya insanlık tarihinde devrimcilik, antiemperyalizim, bağımsızlık ve milli egemenlik açısından çok önemli rol oynamış Latin Amerika kıtasında artık PKK/PYD’nin foyası ortaya çıkmış durumda.”
SILA KEMAHLI

İlkKurşun

ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Jeffrey: Kürtlerin Türkiye’ye ihtiyacı var
18.07.2017



James Jeffrey, Irak Kürt Bölgesinde bağımsızlık referandumuna karşı çıkan Türkiye’nin tavrının ABD açısından taşıdığı önemin sorulması üzerine “Türkiye, Kürdistan’daki değişimlerde kilit konumdadır” değerlendirmesini yaptı.

ABD'nin eski Ankara ve Bağdat Büyükelçisi James Jeffrey, Erbil merkezli Rudaw ile yaptığı geniş mülakat sırasında, Türkiye'nin tavrının ABD açısından taşıdığı önemin sorulması üzerine "Türkiye, Kürdistan'daki değişimlerde kilit konumdadır" değerlendirmesini yaptı.

'KÜRTLERİN TÜRKİYE'YE İHTİYACI VAR'

Jeffrey şunları söyledi:

"ABD bölgesel her konuda Türkiye'ye kulak veriyor. Türkiye bölge için önemli bir aktör. Bölgedeki herhangi bir işi ABD, Türkiye'siz iyi sonuçlandıramaz. Kürdistan'da yaşananları Türkiye veto ediyor. Türkiye yapmasa da İran kesin bir şekilde bu girişime karşı çıkacaktır. Kürdistan'ın ABD ve Türkiye ile iyi ilişkileri ve İsrail'le yakınlığına dair çıkan söylemlere kalsa dahi karşı çıkılacaktır. Suriye ve İran kara ile hava yollarının kulanılmasına izin vermezken, petrol ve gaz borularına nasıl izin verecek? Yani Kürtlerin Türkiye'ye ihtiyacı var. Türkiye, Kürdistan'daki değişimlerde kilit konumdadır. "
'PKK, ABD İÇİN İDEOLOJİ VE EYLEMLERİ AÇISINDAN SORUN'

James Jeffrey, "Rojava'da şu anda 7 askeri üs ve bin 500 ABD askeri bulunuyor. Bunların çoğu da YPG'yle işbirliği yapıyor. Kürdistan Bölgesi — Rojava ile ilişkilerin iyi olması Washington için ne kadar önemli?" sorusuna "Sorunuz hem kolay hem de zor. ABD tüm taraflar arasında ilişkilerin iyi olmasından yanadır. Fakat temel farklılıklar var. PYD, PKK'ye bağlı bir kanat. Türkiye için bu sorundur. ABD için de PKK, ideoloji ve eylemleri açısından sorundur" karşılığını verdi.

'ROJAVA KÜRTLERİYLE SINIRLI İŞİBRİLĞİ İÇİNDEYİZ'

Rojava Kürtleriyle "sınırlı bir işbirliği içinde olduklarını" belirtirken "Amacımız orada IŞİD'i bitirmek ve bu geçici bir işbirliğidi" diyen Jeffrey, "Suriye'nin kuzeyinde Arap ve Kürtlerin işbirliği gerekli, hepsinden önemlisi de Türkiye'yle işbirliği gerekiyor" sözlerini kullandı.

James Jeffrey, Rudaw'ın "Türkiye'nin Afrin'e müdahalesinin gündemde olduğunu, ABD'nin ise bu konuda sessizliğini koruduğunu belirtip ABD'nin konuya ilişkin açıklama yapmamasının nedeni nedir?" sorusunun karşısında "İki nedenden dolayı" dedi. Jeffrey iki nedeni şöyle açıkladı:
"İlki ABD iki tarafla işbirliği içinde ve PYD'ye de ihtiyacımız var. Özellikle Demokartik Suriye Güçleri'ne. Daha gerçekçi olalım. YPG, IŞİD'i yendiği içindir. Bununla birlikte IŞİD'in kırılmasında Türkiye'ye de ihtiyacımız var. ABD için Türkiye önemli bir statüye sahip. Bir diğer anlamda dostlarımızın bize sinirlenmesini istemiyoruz. İkincisi ise, Türkiye ve Rojava halkıyla sorunu çözebiliriz."
Sputnik

25 Eylül referandumu savaş sebebi midir?
Resul TOSUN
27 Ağustos 2017

Irak Kuzey Yönetim Bölgesi (IKYB) 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapmakta ısrarcı.

Tabiatıyla bağlı olduğu merkezi Irak yönetimi bölgenin ayrılmasına muhalefet ediyor.

Yoğun Kürt nüfusa sahip ülkeler yani Türkiye ve İran da karşı çıkıyor.

Türkiye ve İran’ınKürt bölgesinin Irak’tan kopmasına karşı olmaları milli güvenlik ve toprak bütünlüğünü tehdit etmesi sebebiyledir.

Çünkü Kuzey Irak’ın merkezden kopması gelecekte güneydoğusunun da Türkiye’den kopması anlamına geliyor.

Bu kadar net.

***

Peki referandum savaş sebebi midir?

Referandum savaş sebebi değildir. Çünkü referandum ile bağımsızlık ilan edilmiyor, halkın görüşü soruluyor. Bağımsızlık kararını bu görüşten yola çıkarak IKYB verecek.

IKYB itibar kaybına uğramamak için referandumdan vazgeçmiyor ama komşularının ve diğer güçlerin tepkisini hesap ederek bağımsızlık kararı vermeyebilir!

Verirse savaş sebebi olur mu? Olur, ama bu savaş önce Irak merkezi yönetimiyle olur.

Bu durumda toprak bütünlüğünü savunan Türkiye de merkezi yönetime destek verir.

***

Fakat mesele bundan ibaret değil.

IKYB’nin sadece Kürt bölgesini değil, çoğunluğunu Türkmenlerin teşkil ettiği ve tartışmalı olduğu Irak anayasasıyla da belirlenmiş olan Kerkük ve benzeri bölgeleri de ilhak etme eğiliminde olduğu görülüyor.

DolayısıylaIKYB hem bağımsızlık talebiyle hem de Kerkük ve benzeri şehirleri ilhak girişimiyle Türkiye’nin tepkisini ikiye katlamış oluyor.

“Musul ve Kerkük’ün Lozan’da karara bağlanmadığı ancak Ankara anlaşmasıyla birleşik Irak’a bırakıldığı, Irak’ın parçalanması halinde Türkiye’nin bu bölgede hak iddia edebileceği” fikrini savunan Türk siyasetçilerin varlığı ve bu düşünceyi zaman zaman seslendirmelerinin hesaba katılmadığını söylemek ne kadar mümkündür bilemiyorum!

***

Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak devletimin komşu ülkelerin toprak bütünlüğünü savunması fikrini destekliyorum.

Bir Müslümanolarak da İslam coğrafyasının parçalanmasını değil bütünleşmesini savunuyorum. Bu sebeple de ne Irak’ın kuzeyinin bağımsızlığını ne de Suriye’de yeni devletçiklerin oluşmasını doğru bulmuyorum.

Kuzey Irak’ın ve kuzey Suriye’nin merkezden koparılması fikrini İsrail ve ABD’nin destekliyor olmasının ötesinde bizler Müslümanlar olarak daima birlik ve beraberliği savunmak durumundayız.

Asıl olan Müslüman ülkeler arasındaki sınırların kalkmasıdır. Bugün bu mümkün olmadığına göre ona en yakın olanı savunmamız gerekir.

Yani Müslüman ülkeler arasında serbest dolaşım, serbest ticaret, gümrük birliği, ekonomik birlik askeri birlik.

Bunlar pekâlâ mümkün.

Arap baharından önce Türkiye bu birlikteliği büyük oranda gerçekleştirmişti. Emperyalist güçler Arap baharını kışa çevirerek bu birliğe mani oldular.

***

Hasılı kelam,Irak’taki bağımsızlık talebini İsrail’in destekliyor olması, Suriye’deki terör örgütlerine devletçikler kurdurma projesine İsrail’in hâmisi ABD’nin bütün gücüyle destek vermesi açıkça gösteriyor ki, atılan adım ne bölge halklarının ne de İslam ümmetin menfaatine bir adımdır.

Dolayısıyla Kuzey Irak’taki referanduma ‘evet’ demek coğrafyamızın daha da parçalı hale gelmesi ve bölge üzerinde emelleri olanlara kolay lokma hazırlanması demektir.

Bu itibarla Kuzey Irak’ın merkezden kopması ve Suriye’de terör örgütlerine devlet kurdurulması, emperyalist ve Siyonist güçleri sevindirecek gelişmelerdir.

Asıl soru şu, bizler birlik ve beraberliği koruyarak kendi ülkelerimizin ve İslam ümmetinin menfaatine mi yoksa parçalanarak emperyalizmin çıkarına mı hizmet etmeliyiz?

Star

Barış DOSTER: BARZANİYE VERİLEN DESTEĞİN AĞIR FATURASI NE?
28 Ağustos 2017

Irak’ın kuzeyinde Bölgesel Yönetim Lideri Barzani, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacaklarını ilan ettiğinde en sert tepki İran’dan geldi.

ABD, esastan karşı çıkmadı. Zamanlama açısından itiraz etti, o kadar. Türkiye’nin tepkisi de düşük düzeyde oldu. Sert değildi. Olması da imkânsızdı. Çünkü Barzani’yi ekonomik ve diplomatik olarak fazlasıyla destekleyen Türkiye; İstanbul’da ve Ankara’da havalimanlarına Kuzey Irak bayrağı çekerek karşıladı Barzani’yi bir süre önce. İktidar partisinin kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratı eşliğinde kürsüye çağırılan Barzani, Diyarbakır’da da meydanda selamlanmıştı, devlet ricaliyle birlikte.

Kuzey Irak’taki gelişmelerin, İsrail’le yaşanan hızlı yakınlaşma ve Kıbrıs’taki arayışlarla birlikte ele alınması gerekiyor. Çünkü her üç meselede de diğer unsurların yanında, enerji kilit önemde. Şöyle ki; Kuzey Irak’ta yeraltında 3 trilyon metreküp doğalgaz çıkarılmayı bekliyor. Şimdiye dek 500 milyar metreküp doğalgaz bulundu. İşlenmeye başlandı. Bu miktar, Türkiye’nin yıllık ihtiyacının yaklaşık 10 katı. Rus doğalgazına olan bağımlılık oranı yüzde 55 olduğundan, Kuzey Irak’taki doğalgaz Türkiye için önemli bir seçenek olarak görülüyor. Dahası mesafe de yakın olduğu için, Türkiye’ye taşıma maliyeti daha ucuz. Fakat Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinin boyutu, derinliği, yoğunluğu dikkat çekici olduğundan, Rusya’ya karşı manevra alanı kısıtlı. Hele de Rus uçağı düşürüldükten, 15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişiminde Rus desteği alındıktan ve Rus büyükelçisi öldürüldükten sonra…

NATO ÜYESİ TÜRKİYE, BARZANİ REFERANDUMUNA KARŞI ÇIKAMAZ

Türkiye’nin Kuzey Irak’taki referanduma yüksek sesle, kararlı biçimde karşı çıkmasını engelleyen başka unsurlar da var. Her şeyden önce Türkiye, Irak ve Suriye’den Türkiye’ye yönelen, ikisi de emperyalizm destekli olan PKK ve IŞİD terörüne karşı askeri mücadele verirken, siyasi düzlemde gerekli cesur saptamayı yapamıyor. Yani bunların arkasında, aynen FETÖ’nün arkasında olduğu gibi, ABD emperyalizminin olduğunu göremiyor. Türkiye ne zaman PKK – PYD – YPG terör örgütüne karşı harekât yapmak istese, ABD karşı çıkıyor. Tank ve ağır silah vererek desteklediği bu terör örgütünü, Türkiye’ye karşı koruyor. Türkiye; hem bu yalın gerçeği kabul etmekte zorlanıyor, hem de Irak’ta itiraz etmediği, hatta destek verdiği bağımsız Kürt devletine, Suriye’de itiraz ederek, çelişkili, tutarsız bir siyaset izliyor. Oysa tutarlı olması, bağımsız Kürt devletinin emperyalist bir proje olduğunu görmesi, Irak ve Suriye’den sonra sıranın Türkiye ve İran’a geleceğini saptaması, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunması gerekiyor.

Anımsayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinden hemen önce, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ABD’de bulunduğu sırada, ABD PKK – PYD – YPG terör örgütüne ağır silah vereceğini açıklamıştı. Zamanlama ve üslup manidardı. Türkiye’nin onuruna dokundu. Buna rağmen ne üç üst düzey yetkili, ziyaretlerini hemen kesip Türkiye’ye döndüler, ne de cumhurbaşkanı ziyaretini iptal etti. İncirlik Üssü ve diğer üsler tartışmaya dahi açılmadı. ABD, IŞİD terörüne karşı savaştırdığı, “kara gücüm” dediği PKK – PYD – YPG terör örgütüne adeta düzenli ordu muamelesi yaparken, onu muhatap alırken, düzenli ordulara verdiği silahlarla donatırken, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen, onu tercih ettiğini gösterdi. ABD, Irak’ın kuzeyinde de peşmerge güçlerini, kurulacak bağımsız Kürt devletinin ordusu olacak şekilde eğitiyor.

Gerçeği görelim. Türkiye; PKK – PYD – YPG terör örgütü konusunda da, FETÖ konusunda da ABD’den istediklerini alamadı. ABD, itaate ve icraata bakar. Sahadaki duruma gelince… ABD; Irak’ta Kürt kartını masaya sürdü, kazandı. Suriye’de sürdü, Esad’ın direnişi, Rusya ve İran’ın tavrı sonucu, tam olarak istediğini alamadı. Rusya da, Suriye Kürtleri ile işbirliği yaptı. Silah sattığı PKK – PYD – YPG terör örgütünü, tamamen ABD’nin inisiyatifine bırakmadı. IŞİD’e karşı mücadelede aynı cephede buluşan ABD ve Rusya; PKK – PYD – YPG terör örgütü konusunda da Türkiye’nin hassasiyetini paylaşmıyorlar. İran; ABD’nin Irak’ı işgaliyle Irak üzerinde nüfuzunu en çok artıran ülkeydi. Suriye karışınca, Suriye üzerindeki etkisi de pekişti. Türkiye ise Irak’tan sonra Suriye’de de en çok kaybeden oldu. Salt diplomatik anlamda, güvenlik bağlamında değil, ekonomik düzlemde de kaybetti.

İNGİLTERE VE İSRAİL’İN ORTADOĞU HESAPLARI

(..)

İsrail; Irak işgalinden, Suriye’deki iç savaştan memnun. Barzani bağımsızlık ilan ederse, tanıyacağını açıkladı. Arap dünyasının birbirini yemesi, İslam aleminin mezhepsel kimlikler üzerinden birbirini boğazlaması, İsrail’in elini rahatlatıyor. ABD, 2019 – 2028 yılları arasındaki 10 yıl boyunca İsrail’e her yıl 3.8 milyar dolarlık askeri yardım yapacak. ABD’den 33 adet F- 35 savaş uçağı alacak olan İsrail, hem savaş uçağı filosunu yenileyecek, hem de füze savunmasını güçlendirecek. Ortadoğu’nun sınırlarını çizen; emperyalizmin, diplomasinin, istihbaratın kitabını yazan İngiltere de, haritalar üzerinde çalışıyor.

Türkiye ise Rusya’dan özür diledi. İsrail siyasetinde U dönüşü yaptı. Gazze ablukasının kaldırılması talebinden vazgeçti. Mavi Marmara saldırısı sonrasında İsrailli yetkililer hakkında Türk mahkemelerinde açılan davalar, TBMM tarafından düşürüldü. Yani, yasama yargıya müdahale etti. Yargı bağımsızlığı zedelendi, İsrail için. Davanın savcısı, Türkiye’nin bu davaya özel olarak yaptığı anlaşmayla, egemenlik hakkından vazgeçtiğini söyledi. Suriye konusunda Türkiye üslubunu yumuşattı. Bir zamanlar PYD terör örgütü lideri Salih Müslim’i, Esad’a karşı işbirliği yapmak için Ankara’da misafir eden Türkiye, Suriye konusunda ABD’ye fazla güvenmenin, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte Suriye’de rejimi değiştirebileceğini sanmanın ağır faturasını ödüyor şimdi

Kıssadan Hisse: Diplomasi, üniversite giriş sınavına benzemez. 4 yanlış 1 doğruyu götürmez. Tek yanlış, bütün doğruları götürür.
OdaTv

Genç bakan İsrail’in sinsi Kürdistan planını açıkladı
12 Eylül 2017



İsrail Adalet Bakanı Ayelet Şaked, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde 25 Eylül'de yapılacak sözde bağımsızlık referandumu hakkında İsrail'in sinsi planını açıkça anlattı. Şaked, "Irak Kürtleri'nin bağımsızlığını destekliyorum" dedi.

Daha önce de Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına destek veren İsrail Adalet Bakanı Ayelet Şaked, ABD’nin, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) 25 Eylül’de yapılacak bağımsızlık referandumunu desteklemesi gerektiğini söyledi. Şaked, bugün katıldığı bir konferansta, İsrail’in Irak Kürtleri’nin bağımsızlığını desteklediğini yineledi.
‘ABD’NİN REFERANDUMU DESTEKLEME ZAMANININ GELDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM’
Haaretz’in aktardığına göre, Şaked, ‘İsrail ile Batı ülkelerinin Kürdistan devletinin kurulmasında büyük menfaati olduğunu’ belirterek “ABD’nin, Kürdistan Bölgesi’nde yapılacak olan referandumu destekleme zamanı geldiğini düşünüyorum” dedi. ABD IKBY’de yapılacak referandumun zamanlamasını IŞİD’le süren mücadele nedeniyle doğru bulmadığını açıklamıştı.
Şaked, daha önce yaptığı açıklamada da, ülkesinin Ortadoğu’da bağımsız Kürt devleti kurulmasına destek vermesini istemişti.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da, ABD’li Kongre üyeleriyle daha önce gerçekleştirdiği görüşmelerde, Kürtlerin devlet sahibi olması gerektiğini ifade etmişti.
TARTIŞMA YARATAN BAKAN
Shaked (39), geçtiğimiz yaz İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında Filistinliler için kullandığı ırkçı ifadelerle gündeme gelmişti. Shaked, Facebook hesabından Netanyahu’nun eski danışmanı Uri Elitzur’un yazdığı bir metni paylaşmıştı. Söz konusu metinde “Her teröristin arkasında onlarca erkek ve kadın var. Onların hepsi düşman savaşçı ve onların kanı ellerimizde olmalı. Bu onları çiçekler ve öpücüklerle cehenneme gönderen şehitlerin anneleri için de geçerli. Oğullarının yolunda gitmeliler. Onların yılanları yetiştirdikleri evleri de yıkılmalı. Yoksa daha fazla küçük yılanlar oralarda yetişecek” ifadeleri geçiyordu.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
İsrail Adalet Bakanı Ayelet Şaked Irak Kürt Bölgesel Yönetimi

Fransız diplomattan Barzani'ye: 'Amerikalılar sizi sırtınızdan bıçaklayabilir'
15 Eylül 2017



Tissot, Iraklı Kürtlere 'Amerikalılar sizi sırtınızdan bıçaklayabilir' imasında bulundu

ABD, İngiltere ve Birleşmiş Milletler’in 'alternatif' önerisinin ardından Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bağımsızlık referandumunu erteleme ihtimali konuşulurken, eski Fransız diplomat Frederic Tissot'tan çarpıcı bir çıkış geldi.

2008-2012 arasında Fransa'nın Erbil başkonsolosluğu görevini yürüten Frederic Tissot, 'alternatif’ önerisini eleştirerek Iraklı Kürtlere ‘Amerikalılar sizi sırtınızdan bıçaklayabilir’ imasında bulundu.

"Kissinger’ı unutmayın"

Tissot, Twitter hesabından paylaştığı ilk mesajda, hem IKBY Başkanı Mesud Barzani’yi hem de Erbil’e alternatif öneren heyette yer alan ABD’nin IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ü etiketledi ve şu ifadeleri kullandı:

Takip et
Tissot Frédéric @DocteurTissot
My Kurdish friends, never forget the stab in your back that Kissinger gave you in 1975 @masoud_barzani @brett_mcgurk #kurdistan
22:23 - 14 Eyl 2017
33 33 Yanıt 251 251Retweet 468 468 beğeni
Twitter Reklamları'na ilişkin bilgiler ve gizlilik
"Kürt dostlarım, Kissinger’ın sizi 1975’de nasıl sırtınızdan hançerlendiğini hiçbir zaman unutmayın."

Tissot ikinci tweet’inde de, "Kürt dostum, ‘dost’unuz Kissinger’ın 1975’de Cezayir Anlaşması’nı organize ederek sizi sırtınızdan hançerlediğini unutmayın" dedi.

Takip et
Tissot Frédéric @DocteurTissot
My Kurdish friend, do not forget that your "friend" Kissinger stabbed you in the back in 1975 by organizing the Algiers agreement
23:49 - 14 Eyl 2017
58 58 Yanıt 280 280Retweet 542 542 beğeni
Twitter Reklamları'na ilişkin bilgiler ve gizlilik
Gazete Duvar’ın haberine göre, ABD’nin girişimiyle imzalanan Cezayir Anlaşması İran ile Irak arasındaki sınır sorunlarını çözüme bağlamış ancak Molla Mustafa Barzani’nin isyanının da bastırılmasına yol açmıştı. Saddam Hüseyin’in anlaşma sonrası operasyonları sonucu 100 bine yakın Iraklı Kürt Türkiye ve İran'a göç etmişti.

Ne olmuştu?

IKBY’nin 25 Eylül’de düzenlemeyi planladığı bağımsızlık referandumuna ilişkin tartışma son günlerde alevlenmiş durumda. Irak parlamentosunun referandumu tanımama kararı alması ve Başbakan Haydar el İbadi’yi oylamayı engellemek için görevlendirmesi sonrası, Erbil’e yakınlığıyla tanınan Kerkük valisi Necmeddin Kerim dün sabah görevden alındı.

Akşam saatlerinde ise ABD, İngiltere ve BM yetkilileriyle görüşen IKBY Başkanı Barzani, kendilerine referandumu ertelemeleri karşılığında bir alternatif önerildiğini ve bunu değerlendireceklerini açıkladı.

T24
ETİKETLER
frederic tissot mesud barzani ikby abd İngiltere bm irak bağımsızlık referandumu

Arslan Bulut: Barzani devletini kim kurdu?
18/09/2017



Bugün Kuzey Irak’ta “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi” diye Türkiye tarafından tanınan, yarı bağımsız bir devlet varsa, bunu Türkiye sağlamıştır.

Turgut Özal döneminde Türkiye’ye davet edilen Çekiç Güç’ün görevi, işte bu devleti kurmaktı. Eşref Bitlis Paşa, bu projeye engel olduğu için öldürüldü! Sonra da kurulan devletin ordusuna eğitim veren, alt yapı yatırımlarını yapan Türkiye oldu!
AKP döneminde de bu politikalar aynen devam etti.

Arslan Bulut’un yazısının tamamı için: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/barzani-devletini-kim-kurdu-44256yy.htm

Yıldıray Oğur, Menderes dönemini hatırlattı: Aynı korkular, aynı hataları doğuruyor, umarım sonuçları aynı olmaz
17 Eylül 2017

"58 yıl sonra tarih tekrarlanıyor"

Karar yazarı Yıldıray Oğur, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde 25 Eylül'de düzenlenecek "bağımsızlık" referandumuna ilişkin olarak Adnan Menderes'in Başbakanlığı döneminde yaşananları hatırlattı. "Sınırlarmızın ötesinde bir Kürt devleti kurulacak korkusu, sınırlarımız içinde bir Kürt devleti isteyen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 49’lar davası aslında bugün hala süren sorunların da kapısını açmıştı" diyen Oğur, "58 yıl sonra tarih tekrarlanıyor. Aynı korkular, aynı hataları doğuruyor. Umalım ki aynı hatalar da bu kez aynı sonuçları doğurmasın" ifadesini kullandı.

Yıldıray Oğur'un "Bir 'korktuğunun başına gelmesi' hikâyesi" başlığıyla yayımlanan (17 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Başbakan Menderes, 14 Temmuz 1958 günü Yeşilköy Havaalanı’nda zirve için Bağdat’tan gelecek genç kralın uçağının inmesini bekliyordu. Kral II. Faysal, 23 yaşındaydı. Ama tahta 19 yıl önce, henüz dört yaşındayken çıkmıştı. Bütün dünya bir kralın büyümesini izlemişti. O kadar meşhurdu ki 'Siyah Altın Toprakları' macerasında Tenten’in petrolün peşinde Orta Doğu’daki Khemed Krallığı’na gidip, kurtarmaya çalıştığı genç Prens Abdullah karakterini de Herge, çocuk Kral Faysal’dan esinlenerek çizmişti.

Büyük dedesi “Araplar bizi arkadan vurdu”nun baş kahramanı Mekke Emiri Şerif Hüseyin’di. Emirin oğlu I. Faysal, İngilizler tarafından Irak Kralı ilan edilmiş, 48 yaşında şüpheli bir kalp kriziyle vefat edince yerine tek oğlu Gazi oturmuştu. Altı yıllık hanedanlığından sonra, o da spor arabasıyla yine şüpheli bir kaza yapıp ölünce Haşimi saltanatından geriye sadece 4 yaşındaki oğlu Faysal kalmıştı.

***

1953’de 18 yaşına girene kadar amcası Abdullah’ın nezaretinde ülkeyi yöneten Faysal büyürken komşu ülkeler de karışmıştı. Türkiye çok partili hayata geçmiş, İran’da Başbakan Musaddık bir darbeyle devrilmiş, ilk Kürt devleti Mahabad Cumhuriyeti yıkılmış, Soğuk Savaş kızışmıştı. Buna karşı, 1955 yılında ABD ve Birleşik Krallık, İran, Irak, Pakistan ve Türkiye arasında doğunun NATO’su olarak bilinen CENTO’yu (Bağdat Paktı) kurdurmuştu. Zaten kral da ertesi gün İstanbul’da başlayacak CENTO toplantısı için Türkiye’ye geliyordu. Havaalanında Menderes’le birlikte kralı bekleyenler arasında yeni dünürleri de vardı. Şerif Hüseyin’le kötü hatıralardan sonra II. Faysal son padişah Sultan Vahideddin ile son Halife Abdülmecid Efendi'nin torunu Hanzade Sultan’ın 17 yaşındaki kızı Fazile ile nişanlanmış, Türkiye’nin damadı olmuştu. Sık sık İstanbul’a geliyordu.

Fakat o gün uçağı bir türlü Yeşilköy’e inmedi. Kötü haber, havaalanına inen Irak Havayolları uçağının pilotuyla gönderildi; “Kral Faysal’ı darbeyle devirdik, onu İstanbul’a göndermeyeceğiz.”

14 Temmuz sabahı İstanbul’a yolculuk için uyanan Kral, sarayı basan öfkeli askerlerle karşılaşmışı. Amcası, teyzeleri, halaları, vahşice öldürüldü, cesetleri sokaklarda sürüklendi, sarayın camlarından asıldı. Yaralı kurtulan genç kral ise kaldırıldığı hastanede, doktorlar müdahale etmeyince kan kaybından hayatını kaybetmişti. Amerikan yanlısı Haşimi Krallığı yıkılmış, yerine Sovyetlere yakın Irak Cumhuriyeti kurulmuştu.

Darbenin liderleri iki generaldi; Abdülkerim Kasım ve Abdülselam Arif. Kasım, Sovyet yanlısıydı, en büyük destekçisi, özellikle Kürt bölgesinde etkili Irak Komünist Partisi’ydi. Arif ise Cemal Abdülnasır’ın Mısır ve Suriye’yi birleştirerek kurduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti yanlısı milliyetçi Baascılar tarafından destekleniyordu.

***

Darbeye Türkiye’nin ilk tepkisi sert oldu. İki yıl sonra kendisini de benzer bir akıbetin beklediğinden habersiz Menderes “Darbeci maceraperestlerin hedefi Bağdat Paktı yıkmak” diyerek Sovyetleri suçladı. Ordu birlikleri Irak sınırına doğru kaydırıldı. Yeni rejimin hamisi Sovyetler, Ankara’yı herhangi bir müdahale ihtimaline karşı uyardı. Amerikan istihbarat raporlarına göre ise Türkiye’nin esas kaygısı, sınırlarının öteki tarafında bir Kürt devleti kurulmasıydı.

Darbeden iki gün sonra Türkiye’nin çekindiği destek gelmişti. Yasadışı ilan edilmiş Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin Moskova’daki lideri Mustafa Barzani, Kasım’a bir mesaj gönderip yeni cumhuriyete desteğini bildirdi.

Molla Mustafa Barzani, 16 yaşında ağabeylerinin yanında İngilizlere karşı isyana katılmış, 29 yaşında Barzan aşiretinin reisi olmuş, 1943'te Bağdat yönetimine karşı isyanı başlatmış, iki yıl sonra isyan bastırılınca aşiretini alıp İran'a geçmiş, 1946'da Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanlığı’nı yapmış, bir yıl sürmeden İran orduları Mahabad’a girip, Cumhuriyet’e son verince de 1947’de Peşmergeleriyle birlikte Türkiye içinden geçip, SSCB'ye kaçmıştı.

Kasım’dan dönüş izni gelince, 11 yıl kaldığı Moskova’dan ayrıldı, önce Bükreş ve Prag’da devlet başkanlarıyla görüşüp oradan Kahire’ye geçti, burada Cemal Abdünnasır’la buluşup destek aldı ve törenlerle 11 yıl ayrı kaldığı Barzan Köyü’ne döndü.

Yeni kurulan Cumhuriyet’in anayasasına iki kurucu unsur olarak Araplar ve Kürtler girmişlerdi. Türkmenler için tehlike sinyalleri çalıyordu. Ama Türkmenler için esas tehdit darbeyi yapan koalisyonun çatlamasıyla ortaya çıktı. Darbenin lideri Kasım, Arap milliyetçisi Arif’i tasfiye etmişti. Türkmenler de uzun süredir Arap milliyetçileriyle birlikte hareket ediyordu.

Milliyetçi askerlerin ilk isyanı 1958 Mart’ında Albay Şavvaf liderliğinde Musul’da çıktı. İsyanı çoğunluğu Kürtlerden oluşan Irak Komünist Partisi’nin Halk Direniş Örgütü’ne bağlı milisler kanla bastırdı, Barzani’nin partisinin milisleri de onlara yardım etmişti. Musul’da büyük katliamlar yaşanmıştı.

Baba Gurgur’da dünyanın gözünün üstünde olduğu petrol yatakları keşfedilmiş Kerkük’te de tansiyon yükseliyordu. 1957 sayımına göre şehrin yüzde 37’si Türkmenler, yüzde 33’ü Kürtler ve geri kalanı da Arap Süryanilerden oluşuyordu. Kerkük’teki Türkmenler şehirli, eğitimli ve varlıklı iken Kürtler çoğunlukla köylü ve yoksuldu. Bu sınıfsal gerilimin üstüne yoksul Kürtlerin Irak Komünist Partisi ve KDP tarafından örgütlenmesi, Türkmenlerin ise buna karşı Turancı fikirler veya Nasırcı Arap milliyetçileriyle birlikte hareket etmesinin sancıları da eklenmişti.

İlk gerginlik Molla Mustafa Barzani’nin Kasım ayındaki Kerkük ziyaretinde yaşandı. Komünist Partili milislerle , Türkmenler arasında çatışmalar yaşandı. Çatışmalar sırasında Kürt kaynakları göre Barzani’yi taşıyan helikopter bomba koyduğu ortaya çıkınca Türkmen kaynaklara göre ise çatışmaları yatıştırmaya çalışırken şehirdeki 2. Ordu’nun Türkmen Komutanı Hidayet Arslan kalp krizi geçirerek vefat etti.

Nisan ayında bu kez Türkmen komutan Mustafa Dabak’ın Bağdat yönetimine karşı isyan girişimi, artık çok güçlenmiş olan Komünist milisler tarafından sert biçimde bastırıldı. Türkiye’deki gazetelerde Kerkük’te Türkmenlerin Kürtler tarafından katledilip, yerlerine Moskova’dan silahlı Kürtlerin yerleştirildiği, Bağdat rejimin Kerkük’ün demografisinin değiştirdiği haberleri çıkmaktaydı.

Ama kimse Kerkük’te olan bitenlerin Türkiye’de onlarca yıl sürecek Kürt meselesini tetikleyeceğini tahmin edemezdi.

Aslında 1931 Ağrı İsyanı ve 1938 Dersim isyanı ve katliamı sonrasında Kürt meselesi derin bir uykuya dalmıştı. 1950’de sorunun baş müsebbibi görülen CHP tek parti iktidarının yıkılıp DP’nin iktidara gelmesine Kürtler de büyük destek vermişti. DP, hem Dersim’de hem de Diyarbekir’de bütün milletvekillerini kazanmıştı.

Demokrat Parti’nin listelerinde tek parti rejimiyle kavgalı Kürt liderler ve aşiretlerinin temsilcileri vardı. Ağrı’dan 1931 Ağrı İsyanı’na katılmış, isyanda dağda yaşamış Halis Öztürk, Erzurum’dan Şeyh Said’in torunu Abdülmelik Fırat, Elazığ’dan Suriye’ye göç edip, Suriye KDP’sini kurmuş Nurettin Zaza’nın kardeşi Suphi Ergene, sürgün edilmiş Şeyh Abdülbaki Küfrevi’nin oğlu Kasım Küfrevi, Muş Oxin şeyhlerinden Giyaseddin Emre, Bitlis’ten Şeyh Selahaddin İnan (Kamran İnan’ın babası), Urfa’dan Ömer Cevheri (Necmettin Cevheri’nin babası) , Diyarbakır’dan Ensarioğlullarından Celal Yardımcı, Bucaklardan Mustafa Remzi Bucak, Mardin’den Bahaddin Erdem (Zeynel Abidin Erdem’in amcası) gibi uzun yıllar bölgede kuşaklar boyu siyaset yapacak aileler DP listelerinden Meclis’e girmişti. (Kaynak; Kürt Sorunu/Altan Tan/Timaş Yayınları)

1954 seçimlerinde bir kısmı Kürtçülük ithamlarıyla lise dışı kalsa da bir zamanların isyancı Kürt aşiretleri ve şeyhlerinin çoğunluğu, DP ve Ankara siyasetiyle entegre olmuştu. Başarılı entegrasyonun bir başka işareti de ortaya çıkan Kürt orta sınıfıydı. Doktor, avukat, askerlik gibi mesleklerde görünmeye başlayan Kürt orta sınıfının çocukları da İstanbul ve Ankara’daki iyi üniversitelerde okuyordu. Bir kısmı Diyarbakır, Bingöllülerin kurduğu yurtlarda kalan öğrencilerin Kürt kimlikleriyle bağlarıysa, yaptıkları sazlı sözlü şehir gecelerinden ve kurulan bir kaç hemşehri derneğinden fazlası değildi.

Ama 1959 yılında Meclis’e verilen bir soru önergesi bir anda asabiyet duygularını yeniden kabartacaktı.

Aslında Irak’ta meydana gelen çatışmalarla ilgili Türkiye’nin resmi pozisyonunu Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu “Irak da Birleşik Arap Cumhuriyeti de (Mısır-Suriye) dostumuzdur, aralarındaki anlaşmazlığın hallini temenni ederiz” diye açıklamıştı. Henüz Türkiye’nin Kıbrıs gibi henüz bir Kerkük hassasiyeti de yoktu.

Dışişleri Bakanı’nın açıklamayla tatmin olmayanlar da vardı.

***

CHP Niğde Milletvekili Asım Eren, Kore’de savaşmış, “Haberalma, propaganda ve mukabil mücadele esasları. (Su uyur; düşman uyumaz!)” diye bir kitap da yazmış emekli bir kurmay albaydı.

8 Nisan 1959 günü Meclis’te Dışişleri Bakanı Zorlu’ya bir sözlü önergesiyle sordu:

“Irak Anayasası yalnız Arap ve Kürtlere siyasi haklar tanıyan hükümler ihtiva etmektedir. General Abdülkerim Kasım’ın beyanlarında da Türklerin haklarından bahseden pasajlara rastlanılmamaktadır. Komünistlere alet olan Kürtler, Irak Türklerine zaman zaman silahlı tecavüzlerde bulunmaktadır. Irak hükümeti de Türkleri sosyal ve kültürel alanda şiddetli baskın altında tutmaktadır. Hükümetin alacağı tedbirler nelerdir? Gerekirse mukabeleyi bilmisil yapılması düşünülmekte midir?”

Soru önergesindeki “Mukabeleyi bilmisil” ifadesi fitili ateşlemişti.

14 Nisan 1959 günü, İstanbul’da okuyan 102 Kürt öğrenci, Asım Eren’in sözlü sorusunu Kürtlere yönelik bir tehdit olarak değerlendirip, protesto için CHP’ye toplu telgraf çektiler. Asım Eren’i Türkiye Kürtlerine düşmanlıkla, Moskof uşaklığıyla, memleketi parçalama temayülüyle suçlayan telgraf çok sertti:

“Vatan menfaatlerinde Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı, sizinkiyle kıyas kabul etmez. Milletin menfaatlerini herşeyden üstün tuttukları için suratınıza asilce bir tokat atan Kürtler, cumhuriyet Türkiyesinin istiklal ve bütünlüğünde büyük hissesi olan ve ülkenin birliğini muhafazada mertçe duran vatandaşlardır. Türkiye’de sizin gibi hortlak zihniyet eserlerinin çok az olduğuna inanıyor, bu hareketinizle Türk amme efkarı nazarında yaşayan bir ölü olduğunuzu hatırlatıyoruz”

Telgrafın altındaki imzada şöyle yazıyordu: İstanbul’da Yüksek Tahsilde bulunan Kürt gençleri.

Telgraf ertesi gün CHP’ye yakın, yazarları arasında Çetin Altan, Aziz Nesin, İlhami Soysal gibi isimlerin olduğu Akşam Gazetesi’nde şu başlıkla verildi: “102 Üniversiteli Kürtlük iddiasında bulundu”

Telgrafın içindeki vatanseverlik vurguları dahi dikkatlerin imzaya kaymasına engel olamamıştı. Asım Eren, “mukabeleyi bilmisilden” Türkiye’deki Kürtleri kastetmediğini açıklasa ve Moskof oyununa gelmeyin dese de de artık cin şişeden çıkmıştı.

20 Nisan 1959 günkü gazetelerde Gençlik içindeki gizli, yıkıcı, bölücü faaliyetlerle mücadele için Başvekillikte bir özel büro kurulduğu haberleri çıktı. Aynı tarihlerde Emniyet’te İkinci Şube müdürlüğüne daha sonra, devletin Kürt meselesindeki kara kutusu haline gelecek Fatsa Kaymakamı Ergun Gökdeniz getirilmişti.

Kerkük’ten kötü haberler gelmeye devam ediyordu. Esas büyük katliam 14 Temmuz 1959’da darbenin yıldönümü kutlamaları sırasında yaşandı. Yeni rejime bağlılıklarını göstermek isteyen Türkmenler Kerkük’ü taglarla donatmışlardı. Ama Komünist Parti’nin Halk Direniş milisleri de askeri nizam içinde kutlamaların olduğu yere gelmişler, Türkmenlere yönelik sataşmalarla başlayan olaylar, ordunun da sessiz kalmasıyla, bir katliama dönüşmüştü. Türkiye basınına düşen haberlere göre 50 ile 500 arasında Türkmen öldürülmüştü.

Katliam karşısında gözyaşları içinde açıklamalar yapmış General Kasım, Komünist Parti’nin milis örgütünü lağvettiğini açıklamıştı.

Kerkük’ten gelen haberlerse Türkiye’yi germeye devam etmekteydi.

O sıralarda Diyarbakır’da çıkan Yurt Gazetesi’nde gazeteci Musa Anter’in Kımıl adlı Kürtçe şiiri yayınlandı. Şiirin bu dizesi devletin Kürtçülük tedirginliğini daha da artırmıştı: “Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.” Anter ve derginin yöneticileri hakkında dava açıldı.

Ankara’da istihbarat raporları dolaşmaya başlamıştı. Daha sonra Yön dergisi tarafından bulunup yayınlanacak iki rapor devletin zirvesinde tartışılmıştı.

Raporlardan 31 Temmuz 1959 tarihli olanı Emniyet teşkilatı istihbaratında çalışan, ABD’de eğitim almış Ergun Gökdeniz’e aitti. 12 Aralık 1959 tarihli raporsa MİT’in öncüsü Milli Emniyet Hizmetleri’nin (MAH) reisi Zeki Selışık’ındı.

“Kürtçülük hareketinin bugünkü durumu” başlıklı raporlarda özetle şöyle deniyordu: “14 Temmuz 1958 Irak İhtilali’nin ardından Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetleri arttı. Ankara ve İstanbul’daki öğrenciler arasında Kürtçülük faaliyetleri seziliyor ve artış gösteriyor. Elde yeterli delil yoksa da ani bir baskınla bu deliller bulunabilir. 40-50 kişi tutuklanırsa Kürtçülük faaliyetleri uzun bir süre durdurulacaktır.”

Raporda bu tutuklamaların dışarıya “Komünist Kürt hareketi” olarak sunulmasıyla ABD’den de destek alınabileceği tavsiyesine yer verilmişti.

***

Bu tavsiye o sırada DP iktidarının en çok ihtiyacı olan şeydi. Ekonomik krizle mücadele eden Menderes, ekim ayında yardım için ABD’ye gitmiş ama eli boş dönmüştü. Hatta Menderes, tam bir anti-komünist olan ABD Başkanı Eisenhower’ı, destek için Moskova’yı ziyaret etmekle bile tehdit etmişti. Belki de bu yüzden Eisenhower 7 Aralık günü Pakistan’a giderken, Ankara’ya da uğramış, 17 saat kaldığı başkentten “Kalbinin fethedildiğini” söyleyerek ayrılmıştı. Ve 10 gün sonra...

17 Aralık 1959 günü Türkiye’nin farklı şehirlerden 50 eğitimli, varlıklı Kürt gözaltına alınarak İstanbul’daki Harbiye Kışlası’na getirildi.

Tutuklananlardan biri binbaşı altısı subay, 4’ü avukat, 2’si doktor, 2’si gazeteci, 3’ü tüccar, biri mühendis, 2’si nakliyeci, 1 işçi, 1 muhasebeci, 1 memur, 1 fabrikatör ve 27’si de öğrenciydi. Öğrenciler, 7 ay önceki telgrafın altına imzası olan öğrencilerdi.

Ertesi günkü gazetelerde bu tutuklamalarla ilgili sadece “Gizli bir teşkilat hakkında neşir yasağı konuldu” haberleri yer aldı.

Önce 40 kişi, Harbiye Kışlası’nın altındaki tek kişilik 40 hücreye kapatıldı. Sonra 10 kişi daha getirildi. Dört ay boyunca yakınları, avukatlarıyla görüşmeden, birbirlerinden de habersiz olarak tek kişilik hücrelerde tutuldular. Kötü koşullar yüzünden Ankara Hukuk Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Emin Batu rahatsızlanıp, kan kusarak vefat edince, sayıları 49’a düşmüştü. Ölmeden önce duvarına kanıyla “Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa, hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim” yazdığı söylenir.

Meşhur “49’lar davası” nın sanıklarıydılar.

Tutuklamalarından altı ay sonra 27 Mayıs darbesi oldu. Hücrelerini ziyaret eden bir general “Bunlar niye yatıyor” diye sorunca, bir asker “Kürtçülük” diye cevap vermiş, general “Nedir Kürtçülük, .okçuluk ” diye tepki göstermişti. Sanıklardan tıp öğrencisi Said Kırmızıtoprak “Bence siz ezilmiş bir Balkan göçmenisiniz” deyince kısa süreli bir gerginlik yaşanmıştı.

Solcular olanları, dindar olanları vardı. Aralarında “kendimize Kürt demeyelim”, “solcu kitaplar almayalım, bir de kendimize komünist dedirtmeyelim” türü tartışmalar oluyordu.

Darbeden üç ay sonra İstanbul’dan Ankara’daki bir askeri cezaevine nakledildiler. Darbeden ancak 8 ay sonra mahkeme önüne çıkarıldılar. İddianamedeki suçlama

“Yabancı devletler müzaheretiyle devletin birliğini bozmaya ve devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devletin idaresinden koparmaya matuf hareketler”di. Fakat, çoğu birbirini hapiste tanımış, iş güç sahibi insanlar ve öğrencilerden oluşan 49 kişinin Kürtçülük yaptığına dair ortada bir delil yoktu. Adalet duygusu kuvvetli bir askeri hakime denk geldiler ve 1.5 ay sonra hepsi tahliye edildiler. Mahkemeleri dört yıl daha sürdü. Kürtçülük, komünistlikten ceza alanlar oldu ama çoğunluğu beraat etti.

***

Ama altı yıl sonra artık onlar hapishaneye giren o 49 kişi değillerdi.

Gözaltına alındığında Bingöllü varlıklı bir muhasebeci olan Said Elçi, 1965 yılında Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye ayağını kurdu. 1971 yılında Kürt örgütleri arasındaki hesaplaşmada öldürüldü.

Tutuklandığında herkesin sevdiği, neşeli bir Dersimli Tıp fakültesi öğrencisi olan Sait Kırmızıtoprak, bir süre Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde doktorluk yaptıktan sonra, Dr. Şivan adıyla Kürtlük üzerine kitaplar yazdı, 1969’da Irak’a geçerek Türkiye’de Kürdistan için savaşan ilk silahlı örgütü T-KDP’yi kurdu. O da aynı yıl iç çekimeler yüzünden öldürüldü.

Tutuklandığında Kars’ta doktorluk yapan Naci Kutlay, çıktıktan sonra Türkiye İşçi Partisi’nde siyasete girdi, daha sonra Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)’da yöneticilik yaptı.

Tutukladığında iktisat Fakültesi öğrencisi olan Yaşar Kaya, 1965’den sonra sol ve Kürt hareketi içinde yer aldı. 1991 yılında PKK’nın ilk siyasi partisi DEP’in genel başkanlığını, Özgür Gündem gazetesinin yöneticiliğini, sürgündeki Kürt Parlamentosu’nun başkanlığını yaptı.

Musa Anter, Diyarbakırlı bir gazeteci olarak girdiği hapisten, Kürt meselesi üzerine yazan bir Kürt aydın olarak çıktı ve ömrünün sonuna kadar Kürt meselesi üzerine yazdı. 1992’de Diyarbakır’da öldürüldü. Davası hala devam ediyor.

Tutuklandığında Hukuk Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi olan Şerafettin Elçi’nin de bütün hayatı Kürt meselesi etrafında geçti. 1978 Bayındırlık Bakanı oldu. “Ben kürdüm ve Kürtler vardır” dediği için 12 Eylül rejimi tarafından tutuklandı. Vefatından önce DTP milletvekili olarak Meclis’e girdi.

Medet Serhat, Hukuk fakültesini yeni bitirmiş, 1959’daki telgrafı örgütleyen genç bir avukat adayıydı. Tahliye olduktan sonra o da Kürt siyasi hareketleri içinde yer aldı. 1994 yılında evinin önünde öldürüldü.

Tutuklandığında 55 yaşında olan Esat Cemiloğlu, Paris’te mühendislik okumuş, Türkiye’deki boksun öncülerinden, milli bir boksör olarak girdiği cezaevinden hayal kırıklıklarıyla çıktı. Siyasette Kürtlük hem veto yemesine neden oldu.

Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Nurettin Yılmaz, 1980’de Cumhurbaşkanlığı’na aday olmuştu. İlk Kürt cumhurbaşkanı adayı olarak kendisini tanıtmasının cezasını da 80 darbesinden sonra Diyarbakaır Cezaevi’nde işkence olarak gördü.

Canip Yıldırım, Yavuz Çamlıbel ve diğerleri...

1959 yılında, kendilerini “Türkiyenin istiklal ve bütünlüğünde büyük hissesi olan ve ülkenin birliğini muhafazada mertçe duran vatandaşlar” olarak tanımlayan öğrencilerinden, devlet muhalif Kürt siyasetçiler yaratmayı başarmıştı.

Altı boş bir Kürtçülük suçlamasıyla başlayan mağduriyetler, Kürt meselesini yeniden canlandırmıştı. Kürt orta sınıfının okumuş ve varlıklı bir kesimi politikleşmiş, 1959’da “Vatan menfaatlerinde Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı, sizinkiyle kıyas kabul etmez” diyen Kürtler demokrat çizgiden solculuğa doğru kaymıştı.

Sınırlarmızın ötesinde bir Kürt devleti kurulacak korkusu, sınırlarımız içinde bir Kürt devleti isteyen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 49’lar davası aslında bugün hala süren sorunların da kapısını açmıştı.

58 yıl sonra tarih tekrarlanıyor. Aynı korkular, aynı hataları doğuruyor. Umalım ki aynı hatalar da bu kez aynı sonuçları doğurmasın.

T24
ETİKETLER
adnan menderes yıldıray oğur tayyip erdoğan akp ikby

"ABD'nin Orta Doğu'daki üç aşamalı planının son kısmına gelindi: Kürt devletinin kuruluşu"
21 Eylül 2017



"Silahlanan Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek"

Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) 25 Eylül'de yapmayı planladığı bağımsızlık referandumunda ısrarlı olmasının arkasında İsrail ve ABD'nin olduğunu öne sürdü. Bölgede tehlikeli oyunların oynandığına dikkat çeken Selvi "ABD, Ortadoğu’daki ikinci büyük müttefiki olarak Kürtleri görüyor" dedi. Selvi, Ortadoğu'da ABD'nin üç aşamalı Kürt planın da son aşamasına gelindiğini iddia ederek "Birinci adım Irak’ta atılıyor. Onu Suriye takip edecek. Üçüncü sırada ise Türkiye var. PYD-YPG’yi Rakka operasyonunun tam 30 katı silahla donatmalarının tek nedeni DAEŞ olmasa gerek" dedi.

Selvi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump görüşmesinde 22 Eylül'de yapılacak olan Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) kararlarının da konuşulacağını iddia etti.

Abdulkadir Selvi'nin "ABD’nin, Kürt planında üçüncü aşama" başlığıyla yayımlanan (21 Eylül 2017) yazısı şöyle:

Bugün gözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la görüşmesinde, cuma günü ise MGK’da alınacak kararlarda olacak.

Erdoğan, MGK toplantısında alınacak kararlar için, “Yaptırımlar sıradan olmayacak” dedi. Şimdi herkes yaptırımların ne olacağını araştırıyor.

1991’de 1. Körfez Savaşı’ndan önce Özal, ABD’den önce harekete geçip, petrol boru hattını kapatmıştı. Bağımsızlık referandumunda ısrar eden Barzani yönetimine yönelik yaptırımlarda ilk sırada yine petrol boru hattının kapatılması geliyor. Böylece Barzani yönetiminin nefes borusunun kesilmesi amaçlanıyor. Bölgesel Kürt yönetimi ise Ankara’ya, “Siz kapatırsanız, İsrail, Hayfa hattını devreye sokmak için bekliyor” mesajını uçuruyor.

Erbil’e inecek uçaklar için Türk hava sahasının kapatılması, Habur sınır kapısının kapatılması, Bölgesel Yönetim’e verilen para desteğinin kesilmesi gibi seçenekler sıralanıyor. Bunların hiçbiri Barzani’yi referandum kararından dönmeye ikna etmez. Ankara bunun farkında.

Siyasi yaptırımlar

Ekonomik yaptırımlardan ziyade siyasi yaptırımların ağır bastığı söyleniyor. MGK toplantısında bağımsızlık referandumu Türkiye’nin ulusal güvenlik sorunu olarak ilan edilebilir. İkinci adım olarak, Bölgesel Yönetim’e karşı bir siyasi izolasyon yoluna gidilebilir. Masada askeri seçenek var mı? Ortadoğu’da diplomasinin arkasına askeri seçeneği koymadığınız takdirde o kâğıttan bir kaplan olarak görülür. Ciddiye alınmaz. O nedenle sınırda yapılan tatbikatın, yaptırımlar için MGK toplantısının beklenmesinin, hepsinin bir mesajı var. Türkiye’nin Erbil’e yönelik bir askeri harekâtı söz konusu olabilir mi? Daha o aşamaya gelmeden önce yapılacaklar var. Devletler bunları her zaman açıklamaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Barzani’ye yönelik, “Elindekileri de kaybedersin”uyarısı bu açıdan önemli. Bağdat, petrolden kaynaklanan payını vermediği halde Türkiye, Erbil’e nefes borusu açtı. Böylece Barzani yönetiminin ayakta kalması sağlandı.

25 Eylül sabahına kadar referandumun ertelenmesi seçeneğinin masada olduğunu düşünüyorum. Ancak Erbil’den gelen sinyaller Barzani’nin kararlı olduğu yönünde. Barzani’yi bu kadar kararlı kılan, sadece çocukluk hayali olmasa gerek. İsrail’in güçlü desteği önemli. ABD, referandumu yapma demiyor, Rakka operasyonu sürerken, zamanı değil, ertele mesaj veriyor. Ama ürkek bir şekilde. ABD, bölge açısından tehlikeli bir Kürt politikası izliyor. 2017’de Irak’ta Barzani’ye, 2018’de Suriye’de Salih Müslim’e bağımsızlık sözü verildi mi, orasını bilmiyoruz. Ama Barzani’yi böylesine kararlı kılan bir şey var.

Şu günlerde ABD’nin Kürtlere ihanetleri hatırlatılıyor. Mahabat Cumhuriyeti’nde İran karşısında, 1975’te Irak yönetimine karşı önce kışkırtılıp sonra ortada bırakılan Kürt gerçeğinin altı çiziliyor. Kendimizi kandırmamızın anlamı yok. Onlar tarihten bir ders olabilir ama bugünün gerçeğini yansıtmıyor.

ABD’nin Kürt planı

ABD, Ortadoğu’daki ikinci büyük müttefiki olarak Kürtleri görüyor. Trump yönetiminden etkin bir ismin, “Ortadoğu’da birinci müttefikimiz İsrail, ikinci müttefikimiz ise Kürtler. Önceden Suudi Arabistan’dı ama Kürtler artık bizim Ortadoğu’da İsrail’den sonraki ikinci müttefikimiz oldu” dediğini yeni bir anekdot olarak paylaşmak istiyorum. Zaten sahadaki gerçek de bu yönde değil mi? Suriye’de PYD-YPG’ye TIR’lar dolusu yardımda bulunan ABD, Türkiye parasını ödemesine rağmen Cumhurbaşkanlığı korumalarına silah satışı yapmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz paramızla alamıyoruz, siz terör örgütüne veriyorsunuz” diye isyan ettiği olaydan söz ediyorum.

Ortadoğu’da ABD’nin üç aşamalı Kürt planının üçüncü ayağına gelindi.

1- İşgal.

2- İçsavaş ve kaos.

3- Kürt devletinin kuruluşu.

Birinci adım Irak’ta atılıyor. Onu Suriye takip edecek. Üçüncü sırada ise Türkiye var. PYD-YPG’yi Rakka operasyonunun tam 30 katı silahla donatmalarının tek nedeni DAEŞ olmasa gerek.

Birinci Körfez Savaşı sırasında Gazeteci Güneri Cıvaoğlu, Amerikalıların komuta merkezinde bir yarbayın, Ortadoğu haritasının üzerinde elini gezdirerek, “Biz savaştan sonra buralardan çekileceğiz. Geride bıraktığımız silahlar özellikle kuzeyde Kürtler tarafından ele geçirilecek. Silahlanan Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek. Ya istedikleri toprakları vereceksiniz ya da savaşacaksınız” dediğini aktarmıştı.

Referandumla birlikte o aşama başlıyor.

T24
ETİKETLER
kürt devlet abd türkiye mgk abdulkadir selvi barzani referandum

"Erdoğan tabanı memnun etmek zorunda ama referandumu desteklemek için sebepleri var"
21 Eylül 2017



"Türkiye'nin Kuzey Irak'ta IKBY sayesinde bir askeri üssü olduğunu unutmayın"

İngiltere'de yayınlanan Financial Times (FT) gazetesi, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani'nin 25 Eylül'de yapılacak bağımsızlık referandumundan geri adım atmamasının "Ankara ile ilişkileri test ettiğini" yazdı.

FT'nin analizinde, PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığı konusunda IKBY'nin 'denge' unsuru görevi gördüğüne, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın da son 10 yılda Barzani'ye sıkı destek verdiğine dikkat çekiliyor.

Ankara ile Erbil arasındaki ekonomik çıkarlar ve petrolle doğalgaz bağlantılarının referandum konusunda Türkiye'nin tutumunu şekillendirdiği belirtilen analizde, şu ifadelere yer veriliyor:

"En kritik konu petrol ve doğalgaz hatları"

"Türk şirketleri, IKBY'nin altyapısını oluşturmasına destek verdi. Erbil'de inşa edilen 550 milyon dolarlık havaalanı ve bölgede faaliyet gösteren 1300 Türk şirketi buna dahil. Ancak en kritik konu, iki bölge arasındaki petrol ve doğalgaz hatları. Iraklı Kürtler Türkiye'nin güneydoğusundan Akdeniz'e ulaşan boru hattından günde 550 bin varil petrol ithalat ediyor ve gelirinin büyük bölümünü böyle sağlıyor."

"Erdoğan, çıkarları dengelemek zorunda"

Erdoğan'ın bağımsızlık referandumunun yapılması halinde oluşacak "domino etkisinin" Türkiye sınırındaki Kürtlere ulaşacağından endişe ettiği belirtilen yazı, şöyle devam ediyor:

"Erdoğan'ın sert duruşu Türkiye'deki milliyetçilerin hoşuna gidiyor ve Erdoğan'a ulusal desteğini perçinlemesi için fırsat sunuyor. Ancak Erdoğan'ın Türkiye'nin stratejik ve ekonomik çıkarlarını da dengelemesi gerekiyor."

"IKBY sayesinde Türkiye'nin Kuzey Irak'ta askeri üssü var"

Yazıda, Ankara'daki bir yabancı diplomatın, "Erdoğan'ın Barzani üstünde büyük bir baskı kurmaktan çekineceği" yönündeki şu görüşlerine yer veriliyor:

“Erdoğan kamuoyu önünde tabanı memnun etmek zorunda ama referandumu desteklemek için de sebepleri var. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta IKBY sayesinde bir askeri üssü olduğunu unutmayın."

Türkiye'nin, Barzani'nin referandumu "bağlayıcılığı olmayan, sembolik bir oylama gibi ele alması" için atabileceği adımlar ise, bir analist tarafından şu sözlerle açıklanıyor:

"Türkiye'deki IKBY temsilcilerini sınır dışı edebilir, Türk konsolosluk çalışanlarını geri çağırabilir, kritik önemdeki Türk Hava Yolları'nın uçuşlarını durdurabilirler. Aynı zamanda başta elektrik olmak üzere bölgeye ithalatı sınırlayabilirler."

"Boru hattının kesilmesi Türkiye'yi de etkiler"

Ekim 2016'da kaydedilen son verilere göre IKBY'nin ürettiği petrolün yüzde 85'i Türkiye'nin güneydoğusundaki Ceyhan Limanı üzerinden satıldı.

Ancak FT yazarlarına göre, boru hattının kesilmesi "Türkiye'yi de etkiler" çünkü Barzani hükümeti Ankara'ya transit ücreti ödüyor. Türkiye de hızla büyüyen enerji ihtiyacı nedeniyle "ithalata fazlasıyla bağımlı".

"Erdoğan, Barzani'yle ilişkileri sürdürecek"

Türkiye'nin sert adımlar atması halinde "Orta Doğu ve Rusya arasında enerji ithalatı için bir transit yolu olma amacının" da darbe alacağı belirtilen yazı, şu ifadelerle sonlanıyor:

"Bir diplomata göre, Erdoğan bir yandan diş gösterirken, diğer yandan cüzdanını hepten kapatacakmış gibi yapıyor. Ancak bu, iki adımdan birini atmayı isteyeceği anlamına da gelmiyor. Çünkü Erdoğan çekildiği an İran'ın onun yerine geçmek için adımını atacağını biliyor. Bu yüzden Erdoğan Barzani'yle ilişkileri sürdürecektir. Diğer seçenekler, çok daha tatsız olur."

BBC Türkçe
ETİKETLER
tayyip erdoğan mesud barzani ikby kuzey irak referandum petrol doğalgaz İngiltere financial times İran rusya

Türkiye "Kürdistan" referandumunu engellemek için ne yapabilir
Türker Ertürk
20.09.2017

Türkiye’nin, bugün için referandumu engellemek maksadıyla yapabilecekleri şunlardır...

Irak Kürdistan Bölge Yönetimi tarafından “Kürdistan bölgesinin bağımsız bir devlet olmasını ister misiniz?” sorusunun yöneltileceği referandum, 25 Eylül’de yapılacak. Referandumda yüksek oranda “Evet” çıkması neredeyse kesin gibi.

Referandumda sonucun “Evet” çıkması ertesi gün “Bağımsız Kürdistan”ın ilan edileceği anlamına gelmemekle birlikte, nihai sonuç bağımsızlık olacaktır. Referandumla birlikte, bölgenin 100 yıllık statükosunun değişmesine yol açacak hukuki başlangıç yapılmış olacaktır.

KİMİN ÇIKARINA?

“Bağımsız Kürdistan” için referandumun alt yapısı 1991’de, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile başlatılmış, Saddam’ın düşürülebilme imkânı varken kasti olarak frene basılmış ve 2003’e kadar kuzeyde otonom bir yapının inşası için beklenmiştir. Bu süre içinde Türkiye’de bulunan Çekiç Güç ile bu yapının Saddam’a karşı korunması sağlanmıştır. 2003’de Irak’ın işgali ve 2005 Irak Anayasası ile kuzeyde bulunan Kürt bölgesinin varlığı hukuki hale getirilmiştir.

ABD ve İsrail, bölgede Kürt devletinin kurulmasını kendi çıkarları açısından elzem olarak görmektedir. Bölgede Kürt devletinin kurulması, Büyük Ortadoğu Projesinin olmazsa olmaz başlıklarından birisiydi. Kürt devletinin kurulmasındaki en büyük güçlük ise bölgedeki dört devletin güvenliğini ve bekasını yakından ilgilendiriyor olmasından kaynaklanmaktaydı.

ÜLKEMİZ İÇİN YAŞAMSAL TEHDİT

Referandumun yapılması ve bölgede bağımsız Kürt devletinin kurulmasına yol açacak gelişmelerin başlaması; Türkiye’nin güvenliğini, iç barışını, huzurunu ve bekasını olumsuz olarak etkileyecektir. Bu nedenle referandumun yapılması engellenmelidir, hatta bugüne kadar çoktan engellenmeliydi.

Halen ülkemizi yönettiğini zanneden, ama her geçen gün adım adım ülkemizi felakete doğru sürükleyen iktidar iradesinin bağrışmaları ve yaygaraları yalandandır. Kuzey Irak'ta bağımsızlık referandumu yapılabiliyor olmasının başat sorumlusu iktidardır. Bu sorumluluk hesap vermeyi gerektirir.

SORUN NEDEN BU HALE GELDİ?

Sorunun buraya gelmesinde mazur görülemez iki büyük yanlış;

1. Kuzey Irak Yönetimi ile onu Bağdat’tan koparacak ve elini rahatlatacak şekilde bugünler hiç hesap edilmeden girişilen siyasi, diplomatik ve ticari ilişkiler,

2. Bu konuda en büyük çıkar birlikteliği içinde olabileceğimiz Suriye’de istikrarın bozulmasına, merkezi hükümetin zayıflamasına neden olan vekalet savaşına verilen destektir.

GAZ ALMA TATBİKATI

İktidar iradesinin bugüne kadar, bağımsız Kürt devletinin kurulmasına yol açacak olan referandumu engellemek maksadıyla, halkın gazını alıcı mesajlar dışında bir gayreti gözlenmemiştir.

Askeri müdahale seçeneğini göze almadan sınırda tatbikat yapmak iç kamuoyuna yönelik olup, asla sonuç alınamaz.

NE YAPILMALI?

Türkiye’nin, bugün için referandumu engellemek maksadıyla yapabilecekleri şunlardır;

1. En üst düzeyden ve en üst perdeden niyet beyanı yapılmalıdır: “Irak’ta toprak bütünlüğünün ihlali anlamına gelen referandumun yasal olmadığı, referandum iptal edilmediği takdirde Türkiye’nin ekonomik ambargo ve zorlayıcı askeri müdahale dahil, her türlü tertip ve tedbirleri alacağı” derhal ilan edilmelidir.

2. Bölge ülkelerinin merkezi yönetimleri olan Tahran, Bağdat ve Şam derhal acil eylem için toplantıya çağırılmalı ve Washington, Moskova, Pekin ve Tel Aviv ile ivedi mekik diplomasisi başlatılarak, durumun Türkiye tarafından asla kabullenilmeyeceği ve askeri müdahale edileceği anlatılmalıdır.

KAYBEDİLECEK ZAMAN YOK

3. Bugüne kadar çok zaman ve zemin kaybedildiğinden ve geç kalındığından, Erbil yönetimini kararından vazgeçirmeye yönelik zorlayıcı tedbirler manzumesi içinde mütalaa edilebilecek; petrol boru hattından akışın durdurulması, Dicle’den verilen suyun miktarının azaltılması ve ticari ambargo konulması gibi uzun zaman diliminde sonuç verecek şeylerle şu anda uğraşılmamalıdır. Ama sonrası için, Erbil’e karşı zorlayıcı eylem planı hazırlanmalıdır.

4. Referandum ve bağımsız Kürt devletinin Türkiye’nin güvenliği için tehdit olduğundan hareketle, Madde 4 gereğince NATO acil toplantıya çağırılmalıdır. Çünkü Madde 4; “Üye ülkelerden herhangi biri toprak bütünlüğü ve güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman tüm üye ülkeler birlikte danışmalarda bulunacaklardır’’ demektedir.

Odatv.com

Fatih Altaylı: Barzani'ye devlet başkanı muamelesi yapan Türkiye'ydi, niye şimdi şaşırmış numarası yapıyoruz?
24 Eylül 2017



"Kuzey Irak Kürt otonom bölgesini yıllardır kim imar ediyor?"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Türkiye’nin Ir
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Eyl 26, 2017 9:44 pm    Mesaj konusu: DİYARBAKIRLI YUSUF Alıntıyla Cevap Gönder

DİYARBAKIRLI YUSUF: “Peşmerge Vatanlarını Savunan Direnişçilerin Kadınlarını Haşdi Şabi’ye satıyor…“
26 Eylül 2017

– Öncelikle kendinizi biraz tanıtır mısınız, okuyucularımız için?

“İsmim Yusuf, aslen Diyarbakırlıyım, yani Diyarbakır doğumluyum. Türkiye‘nin farklı illerinde büyüdüm, uzun süre gezdim. Adana‘da bir 15-18 yılım geçti. Çevrem de genellikle Adana‘dadır, Adanalıdır.“

– Geçmişten beri Batı saldırganlığı karşısında verilen kurtuluş savaşlarında cephelerde de yer aldınız. Afganistan, Irak ve Suriye…

“Evet, Batı’nın, zaten 2001 de söylediği gibi o zaman ki terör örgütü lideri ABD başkanı BUSH‘un, “bu bir Haçlı Seferi’dir” deyip İkiz Kuleler üzerinden İslâm topraklarını işgâl etmeye başladığında, Allah’a hamd olsun atalarım gibi bu kurtuluş mücadelesindeki saflarda yerimi aldım. Gerek Afganistan, gerek Irak, gerek Suriye… Allah nimet olarak bahşetti. Ve bir çok zulme, bir çok sıkıntıya ve o bölgelerin siyasî ortamlarına da şahid oldum.”

– O vakit söylecekleriniz çok aydınlatıcı olacak inşallah, okuyucularımız, bizi takip edenler için. Ya da dost olan her kesim için. Bir kardeşinizin de sehid olduğunu söylemiştiniz…

“Allah’a hamd olsun. Bir kardeşim Türkmen dağında Haçlı koalisyonunun bombardımanında, Cuma namazı sırasında camiinin bombalamasında, şehid olan 103 kişiden biriydi.”

– Allah rahmet eylesin.

“Âmin. Diğer kardeşim de yine atalarına yardıma gelen diğer müslümanların Türkmen bölgesi olan Telafer’de Türkmenlerle beraber gerek Haçlı koalisyonuna, gerek PEŞMERGEYLE, gerek Haşdi Şabiyle, gerek PKK ile mücadele ediyor. Tabi gündem şu anda Telafer’in düşmesi ile alâkalı.”

– Ben de oraya gelecektim şimdi… Şu an Telafer ile ilgili büyük bir sansür var. Bugün Arakan etrafında oradaki kardeslerimiz ile ilgili -ki orada yirmi yıldır süren benzer bir süreç var-, haberlerle Telaferi’in üstü örtülüyor. Telafer’de yaşananları örtmek maksadıyla bir hamaset güdülüyor. Okuyucularımızı aydınlatmak için Telafer’de neler oluyor, anlatır mısınız?

“Musul katliamı yapıldığı zaman, koalisyon, Haşdi Şabi ve PEŞMERGE, Belçika, ki bütün ülkeleri biliyoruz, 120 bin askeriyle hiçbir sınır tanımadan uçaklarıyla katliam yapıldığında, bunu Kudüs’de bir imamın ayağına kurşun gelmesiyle örtmüşlerdi. Bir hafta boyunca vay imamın ayağına kurşun geldi, imam şöyle oldu, böyle oldu.”

– Tabi onu da istemeyiz de. Propaganda olarak söylüyorsunuz…

“İşte önüne engel koydular. Şu ânda Arakan’daki müslümanlara yapılan bir zulüm var. Ki bu yeni değil, 1964’den beridir. Ki Arakanlı general de açıklama yapmıştı, “bu bize verilen görevin devamıdır ve sonuna kadar gidilecektir.” Kırk yıldır Arakan’da bu katliamlar yapılıyor. Lâkin neden şimdi gündem edilmeye başlandı? Çünkü Telafer katliamında hiç bir müslüman, Türkmen kalmadı, hepsini biçtiler, çoluk çocuk; hatta şöyle söyleyeyim, aldığım haberlerde sokakların çocuk ve kadın cesetleriyle dolu olduğunu söylüyorlar. Ve bunu utanmadan, PEŞMERGENİN adamları, HAŞDİ ŞABİ’nin adamları, twitter hesaplarından yayımladılar, “bakın neler yapıyoruz” diye. Ki Haşdi Şabi’nin mezhepci bir yaklaşımı var. Katliam yaparken bununla övünür Haşdi Şabi. bir video yayınlamışlardı bundan üç ay önce, hiç unutmuyorum. Altı tane kadar kız ve erkek çocuğunu yere yatırıyorlar Musul‘da ve, “bakın size ne yapıyoruz Sünnîler” diye tarıyorlar. Yani bir mezhepçi yaklaşımla katliamdan hiç çekinmiyor. Bu öyle bir hâl aldı ki bizim devlet yetkililerimiz de bunu artık görmüyor. Dünya kadar Türkmen kardeşlerimiz üzerine siyaset yapanlar, direnişin kalesi gibi olan TELAFER ve Felluce gerçekten semboldür… Bunlar, 2003’den beridir en büyük direnişler burada gösterildi. Felluce alındı, oradaki katliamlar zaten hiç duyulmadı. Sadece bir gecede yapılan bombardımanda 1800 civarında insan katledildi… Ve bunu sevinçle yayınladı kukla Irak Hükûmeti. Hiç kimseden ses çıkmadı. Ki oralar geçmişte ve hâlâ böyle, bizim kardeşlerimiz. Geçmişte bizim topraklarımızdı… Osmanlı’nın çocuklarıydı onlar da.”

– Kulağımıza şey geliyor… Telafer’deki Türkmen, hatta Kürt, Arap, Ehli Sünnet hanımların gözleri önünde kocaları ve erkek kardeşleri katlediliyor. Ondan sonra bu hanımlar Haşdi Şabiye PEŞMERGE tarafından para karşılığında satılıyor. Yani bu ciddi bir sektör haline gelmiş, yanlış mı duyuyoruz?

“Bu haberlerin tamamı doğrudur. Bahsettiğiniz unsurlar tarafından Telafer’e zaten direnişin kalesi olduğu için ciddi bir öfke var 2003’den beri. Gerek Etnikçi Peşmerge, yani KÜRTÇÜLER olsun, ki ben bir müslüman bir Kürt olarak onlardan beri olduğumu her yerde ilân etmişimdir, gerek ırkçı Kürtçülerden olsun, gerek mezhepçi Haşdi Şabi’lerden olsun, şu ânda Peşmergeye sığınan, güvenen ve esir edilen ailelerin kadınları beş bin, altı bin dolar gibi bir para karşılığı satılıyor HAŞDİ ŞABİ’YE. Yedi yüz kadar erkek teslim oldu. Yani Peşmerge’ye güvenip teslim oldu.

– Bu karşılıklı anlaşma, aileler zarar görmesin diye teslim olma üzerine…

“Evet aynen öyle. Onun üzerine bir anlaşma yapılıyor. Ve bunlar bizzat görüştüğüm insanlar. Mesela bir hanımefendi ile görüşmüştüm, “kocamı gözümün önünde vurdular, toplu mezara attılar” dedi. Aynı şekilde erkeklere işkence yapıp, bunu da bizzat bir Peşmerge’den duymuştum, erkeklere işkence edip eşlerinin, çocuklarının karşısında küçük düşürüp, sonra götürüp toplu mezarlarda infaz ettiklerini söylediler. Bu da yeterli değil, zaten Peşmerge’nin twitter hesaplarından bunların resimleri paylaşıldı.”

– Örtülen bir şey değil yani.

“Örtülen bir şey değil, kesinlikle. Sadece bizim medyamız örtüyor.”

– Dolayısıyla devletin haberi yok denilemez… Türkiye Cumhuriyeti’nin de haberi var.

“Hatta o katliamın olduğu gün Çavuşoğlu Kerkük’e gitti.”

– Hakan Fidan da her hâlde o günlerde gitti?

“Bugün gidecek diye biliniyor. Yani bu konuda hükûmet, “Türkmen kardeşlerimiz” diye siyaset güttüğü hâlde hiçbir şey yapmıyor, hiçbir müdahalede bulunmuyor. İslâmî bir parti olduğunu iddia ediyor, bu ideoloji de ilerlediğini iddia ediyor, lâkin bu kardeşlerimiz için hiçbir müdahelede bulunmuyor.

– İrade olsa müdahale alanı var, bazı şeyler yapılabilir; değil mi?

“Tabii muhakkak ki, yani bugün biz hiç kimseye, “ordunuzu yollayın savaşın” demiyoruz. Hani ordumuzun oraya inmesine gerek bile yok. Bunu siyasî süreçle de emin olun iki günlük bir zamanda halledebilirler. Ki ben bunun en basit örneğini söyleyeyim. Mesela bir Rıza Rezzab olduğu zaman yahut diğerlerinden onlara para aktaranlardan biri olduğunda, beraber çalıştıkları biri, iki üç günde her şeyi halledebiliyorlar. Amerika da bile olsa. Mesela iktidarlarına göz diken “fetö” söz konusu olduğunda görüyoruz neler yapabiliyorlar. Sapla saman karışabiliyor hiç acımıyorlar. Ama orada savunduğu ideolojinin kardeşi var. Türk ve Müslümanlar var. Ve bunlara düşmanlığın tek sebebi dinlerini yaşamak istemeleri ve Haçlı işgâlcilere eyvallah etmemeleri 2003’den beri. Bunun intikamını alıyorlar şu ân.”

– Biliyorsunuz Barzanî kuvvetleri, etnik Kürtçüler, Irak işgâli 2003’de başladığında ilk o zaman Amerikan uçakları korumasında güneye doğru, işte Musul’a, Telafer’e, kendi bölgelerindeki bütün Ehli Sünnet Arap ve Türkmen köylerini yağmalamışlardı. İşte kadınlarına yapılanlar var. Genelde bunları biz yazdık. Bu önceden beri yapılan şeylerdi. Şimdi benzer bir süreç devam ediyor ama medyada yok.

“Medya da kesinlikle yok. Hatta bazen idrak bile edemiyorum artık. Bu kadar bir zulmü nasıl örtebiliyorlar. Nasıl bir algıları ve kalpleri var ki, insanlık namına bunu yapmaları lâzım ama hiçbir müdahale yok. Zaten medya, yandaş olsun, yiyici olsun, yalaka olsun, bu medyalar Haşdi Şabi komutanlarını da, Peşmerge’nin komutanlarını da kahraman yapmışlardı. Ebu Azrail diye bildiğimiz Haşdi Şahbi komutanlarından, “a haber” ve onun benzeri yandaş kanallar, öve öve bitirememişlerdi. Ama ne oldu? Abu Azrail‘in son videosunda, Tayyip Erdoğan’a, Cumhurbaşkanı’mıza ve askerlerimize dönük söylediği sözler ortada. Video hâlâ youtube’da duruyor. Ağıza alamayacağım ben, onlar kendileri izlerler, dileyen arkadaşlar. Sonuç bu oldu. Peşmerge yıllardır, kendi kanallarında, Diyarbakır, Muş, Telafer, hava durumlarında Kürdistan bölgesi diye onları verirler. Bunu da biliyorlar. Telafer’de yapılan katliamı da emin olun benden, sizden çok çok iyi biliyorlar. Çünkü gerek istihbarî bilgiler olsun gerek aradaki diyaloglar olsun…

– Türk Vatandaşları da çok.

“Türk Vatandaşları da var. Şöyle bir algı oluştu IŞİD’in çıkmasıyla; “giden herkes Işidci”. Böyle değil. Meselâ Türkmen Dağı’na giden adam savaşıyor, Allah rızası için gidiyor ve kardeşi için gidiyor. Türkmenlere katliam yapılıyor ve ben bunu savunacağım. Kardeşlerimin ırzı namusu. Telafere giden adamların, giden Türklerin %95’inin IŞİD‘le hiçbir bağları yok. Sadece kardeşlerini savunmak adına gittiler. Ve ülkelerine güvenip, haklarına güvenip teslim oldular. Çünkü çoluk-çocukların katledilmesine, oradaki Türkmenlerin bombardımanla katledilmesine göz yumamadılar.”

(Devam edecek…)

kaynak: Adımlar dergisi

DİYARBAKIRLI YUSUF: “İSLÂM DÜNYASININ EKSİĞİ BİRLİK VE LİDER!”
28 Eylül 2017

-Telafer ile ilgili okuyucularımızın bilmesi iyi olur. Telafer Musul’a bağli bir ilçe. Hatta Musul’un tek ilçesi diyebiliriz öyle değil mi?

“Evet, ilçe. Yani büyüklük olarak merkezî ilçelerden…”

-Musul’un yarı nüfusuna yakın Türkmen olarak biliyoruz. Hatta İslâm Devleti Işid’in oradaki ilk sorumlusu Türk’tü yanlış bilmiyorsam. İşte orada da ciddi bir katliam var, o mevzu da pek dillendirilmedi. Şu ân oradaki katliam Telafere kaydı. Musul’da neler olmuştu. Musul’da 1-1.5 milyon insan vardı. Şu ân sanki yüz bin nüfus varmış gibi bir şey var. Batılı kaynakların söylediği 30 bin sivil katledilmişti. Gerçeği ne bunun?

“Bizim ve Batılı kaynakların ikiyüzlülüğü bu. Ne yazık ki doğru ve dürüst olmayan, haberciliğin ilkelerini çiğneyen insanlardan haber aldığımız bunları karıştırıyoruz. Mesela bir örnek vereyim size. Daha sonra Musul’u anlatayım. Halep katliamı başladığında -ki Halep’in düşmesinin en büyük sebebi yine Fırat Kalkanı’dır-, oradakileri çekip buraya verdiği zaman. Bir oyundu bu da, siyasi bir oyun. Başarılı da oldu. Katliam başlamadan önce Halep’te 250 bin sivilden bahsediyorlardı. Üç gün sonra haberlerde yüz bin sivil var denildi. Üç gün sonra seksen bin sivili oradan otobüslerle çıkaracağız dediler ve çıkardığı sivil sayısı 44 bin. Diğerlerine ne oldu? Katledildiler ve göz yumuldu.”

-Musul’da da benzer…

“Musul’da da aynısı oldu. Ki Musul Irak’ın en büyük illerindendir. Ve ciddi mânâda nüfusu yoğundu. Dört milyon, dört buçuk milyon kadar bir nüfusu vardı Musul’un. Tabi savaş sürecinde birçoğu gitti. Bir milyon, bir buçuk milyon kadar… Bir buçuk milyon kadarı kabul etmediği için çekildi. Yâni geriye bir milyon üç yüz bin kadar kaldı, araştırılan ve yapılan sayıya göre. Bunlar katledildiğinde Musul’da bir anda yüz bin sivil vardı denildi. Batı Musul’a ise habercilerin sokulmasına bile izin verilmedi. Ki “Ariki”, Kürt gazetecidir, Peşmerge bölgesinde yaşardı. Haşdi Şabi ile hareket ettiği zaman bazı videolar çıkardı ortaya. İşkence, kadına tecavüz… Çocuğu kucağındayken kadına tecavüz ediyorlar sırayla. Bu videoları yayınladı. İnsan olarak kabul edemedi. Zihniyet ve ideolojisi o olsa bile insanlığı bunu kabul edemedi, kalbi kaldıramadı ve yayınladı. Bakın burada bunu yapıyorlar dedi.”

-Yâni yüz binlerce, milyonlarca olan uygulamadan, benzer uygulamadan sızan şeyler bunlar.

“Evet sızanlar. Şimdi diyorlar yüz bin. Ben size şöyle izâh edeyim. Musul’da binalar ikiden başlayarak beş, altı, yedi katlı, bu şekilde gelişir. Kısa bir matematikle hesap edersek, dörder daireden her aile üç kişi olsa, beşi dörtle çarptığınız zaman yirmi, yirmiyi üç ile çarptığınız zaman altmış bir binada var. Musul’un komplesi dümdüz oldu. Diyorlar ki otuz bin sivil cesedi çıkarıldı. Yalan söylüyorlar. Kesinlikle iki yüz üç yüz binden aşağı değildir. Çünkü hiç acımadılar. Her bombardımanda yirmi beş otuz ceset fırlıyordu. Her bombada. Ve bunu izâh bile edemiyordu anlatanlar. Oradan kaçan siviller, görüşülen insanlar. Her taraf ceset ve koku diyorlar. Ve bunu videolarında Haşdi Şabi çok güzel yayınladı bir de. Sokak ortasındaki cesetleri, bebeklerin üzerine basıp kahkaha atmaları… İşte Sünnîlerin hâli böyle gibi mezhepçi sapık ideoloji ile yanaşmasıyla bunu gösterdi. Üç yaşındaki, Işid ile ne gibi bir şeyi olabilir? Ya da evde kocasını bekleyen, çocuğunu emziren bir kadının Işid ile ne ilgisi olur? Velev ki oldu. Bu kucağında çocuğu varken tecavüz edilmesini veyahut da parayla İranlı’lara satılmasını mı gerektiriyor? Medyamız bunu çok güzel örtüyor. Hakkını veriyor, projenin.”

-Şu ân sınıra yakın bir bölgede diyelim, bildiğimiz işte üç yüz, dört yüz aile var herhalde, ağırlıklı kadınlar. Bir şekilde size ulaşanlar bunu ifade ettiler, bize yardımcı olun diye?

“Evet. Şu ânda bu bilinen sadece. Haşdi Şabi’ye Peşmerge tarafından satılanlar hariç. Ve biz bazı şeyleri açıklayamıyoruz, çünkü onların hayatî tehlikeleri söz konusu. Umut ediyoruz ki hükümet bir el atar bu işe. Çünkü isterse halledebilir. İstemiyor ve görmek istemiyor. Bunun örneği şudur. Reina’da bir olay oldu, bir saldırı. Onun ardından bütün Doğu Türkistanlıları Işidli diye teslim ettiler. Bu bunun gibi bir şey. İki tane adam… Orada bir direniş var ve Peşmerge, Haşdi Şabi, PKK, ki senin kırk yıllık düşmanın. Gerçekten dürüst bir iktidarımız olsaydı, gerçekten Allah’tan korkan İslâmî bir iktidarımız, ki öyle bir dertleri olmadığını kendileri de söylüyorlar artık. Bunlar bir olmuş, Koalisyon yukardan Türkmenleri katlediyor Telafer’de. Kaçan kadınlar satılıyor, çocuklar meçhul. Merhametli, insanî olarak Peşmergenin eline düşen, insaniyetinden dolayı zarar gelmesini istemiyor. Diğerleri meçhul. Neden sen bunlara dur demiyorsun? İllâ ki birilerinin böyle bas bas bağırması mı lâzım? Ve medyamız neden şu kadar olsun dürüst olmuyor? Ya bunu ADIMLAR ve parmakla sayılacak kadar bir iki dergi, haber sitesi dışında haber yapan bile yok! Ve bu çok üzücü… Hem bir de Allah’a hamd ediyoruz, dürüst gazetecilerle tanışıyoruz, dürüst müslümanlarla oturup kalkabiliyoruz. Biz bu konuda hamd ediyoruz. Lâkin bu aileler için bir şeyler yapılması şart. Gerçekten kurtulan ailelerin hâlini gördüğüm zaman üzülmemek mümkün değil. Günlerce açlar! Gidin “Hamam Ali” kampına. Günlerdir açlar. Çocuklar açlıktan ağlıyor. Hamile kadınlar var. Yâni yedi aylık, altı aylık, üç aylık. Bunlar hamile. Ve direniş için teslim olmayanlar da zaten Işidli diye atılıyor bir kenara. Oysa direnişe baktığımızda, Telafer de Işidli ne geziyor? 2003’den beridir tamamen Türkmen ve Kürt müslümanların zulüme karşı durduğu bir bölge.”

-O zaman şöyle sorayım. Bu Batı saldırganlığının, Haçlı-Yahudi ve Şii Şovenizminin de etnik bütünlük oluşturduğu koalisyonunun siyasî hedefi nedir sizce?

“Öncelikle ciddi bir ders vermek… Telafer’deki o 2003’ten beridir süren direnişe.”

-Ki Musul ile Telafer 2003’ten beri direnişin merkezi olduğu için?

“Evet, merkezi olduğu yerler. Öncelikle dünyaya bu dersi vermek, müslümanlara, mazlumlara. Akıllı olun, böyle yaparız. Ki Telafer sokakları, konuştuğum bir telaferli direk nakletti bana, sokaklar çocuk cesedi dolu diyor. Yâni on adımda bir bebek var, çocuk var. Üç yaşında, on yaşında, on bir yaşında ve kadınlar. Yâni bunlar size ne yapabilir? Haşdi Şabi girdiği her yeri yıkıp yakıyor, Peşmerge de önünde set kurmuş kimsenin kurtulmasını istemiyor. PKK da Suriye sınırından zaten… Yâni ders veriyor. Diğer bir konu, bu bölgeleri etnik olarak temizleyerek…”

-Soykırım mı yapıyor?

“Soykırım yapıyor bildiğimiz. Ve kendi Kürtçü, Yahudi Kürtçülüğü deyip, ki haber kanalları da ortadadır. Gerek Zernews, gerek Rudaw, Yahudileri öve öve bitiremediler. Hıristiyanların da kalelerini yaptılar.”

-İsrail hükümeti de her türlü desteği ifade etmişti zaten. Kürdistan’ın kurulma zamanı geldi demişti, İsrail devleti olarak da elimizden geleni yapacağız demişti.

“Musul, etnik olarak temizlendi zaten. Şu ân şakşakçılık yapanlar, “Musul Deaş’dan kurtuldu, Işid’den kurtuldu” falan filan “teröristlerden” diyenler, Musul’u vahşilerin eline bıraktılar.”

-Birde o şeyi de mevzu etmek lâzım. Şimdi Işid, ama onun dışında mesela Nakşibendi Ordusu, bir çok sufi cemaat de dâhil orada komple Ehli Sünnet Arab’ın, Türkmen’in ortak bir cephesi vardı. Yâni Işid tek başına değil herhalde.

“Mesela bu koalisyon ile savaşanlardan birisi Ensar El İslâm. Kürt bir Cemaattir, İslâm için mücadele ettiğini söyler. Saddam döneminden beridir vardır. Bunlar vardı.”

-Bilgi olarak geçmek lâzım, 2003 saldırısı başladığında ilk bomba Bağdat’a ve Irak’ın kuzeyinde ki Ensar El İslâm’ın cephelerini vurmuşlardı. Barzanî ve Talabanî’nin verdiği koordinatlar ile!

“Aynen. Zaten Kuzey CIA’nın Ortadoğu’daki en büyük üssü diye bildirilir. Direniş de Ensar El İslâm vardır Kürt cemaatlerden. Oldu bitti hem Saddam’a hem de Peşmerge’ye karşı bir mücadele vermiştir. Haçlı baskısını kabul etmemek için. Türkmen müslümanlar vardır. Onlar zaten 2003’ten beri hiçbir zaman silahı bırakmadılar. Tâbi Haçlılara tâbi olanları kastetmiyorum. Çünkü Türkiye’de öyle bir algı oluştu ki, Haçlılara tâbi olan Türkmenler kahraman gösterildi.”

-Şiî Türkmenler de var tabi.

“İdeolojisi koyu olup sadece Şiîlik için katledenler için konuşuyorum. Yoksa gerçekten merhametli Şiî Türkmenleri de çok gördüm. Sırf bundan dolayı savaşmayan, hatta karşı safta yer alan. Hani Haçlıya karşı savaşan, o tarz Şiîlere de şahid oldum üç beş tane. Aynı zamanda Arap gücü vardı. Zerkavî temelli Irak İslâm Devleti, sonradan Işid oldu. Bu vardı. Yâni Nakşibendî Ordusu vardı, sofi idi kendisi. Ki Filistin’e yaptığı yardımlarla meşhur olmuştu.”

-Baas’ın devamı hâlinde?

“Tâbi Baas’ın devamı hâlinde! Bunların hepsi bir aradaydı. Sadece Işid yoktu. Ve savaş Işid ile değil. Bunu ABD Generali çok güzel açıklamıştır. “Ortadoğu’da bir Hilâfet’e asla izin vermeyeceğiz.” demiştir. Savaşın Işid ile değil de Hilâfet ile olduğunu da göstermiştir. Yâni bugün Türkiye’de de Hilâfet ilân edilse bize de aynısı yapılacak. Öncelikle hani bu savaşın fıkhını anlamak lâzım. Etnik temizlik ve İslâm düşmanlığı! Tamamen budur başka hiçbir şey değil. Işid ya da diğerini yıkmak kesinlikle değil.”

-Ehli Sünnet İslâm coğrafyasının birleşmesini, bütünleşmesini engellemek?

“Aynen, bitirmek. Mesela bizim sınırımızdan set çekiliyor, Kürdistan seti. Ta ki biz müslümanlara yetişmeyelim diye.”

-O zaman bir duvar çekiliyor, Siyonist duvar dediğimiz?

“Tâbii, bildiğimiz Siyonizm’in duvarı örülüyor. Bunun adı da Kürdistan. Ve bu duvar bizim karşıya geçmemize asla izin vermeyecek. Bunun farkında değil milletler. Özellikle halkımız çok farklı dertlere bürünmüşler ama ülkenin ne halde olduğunu fark edemiyorlar. Hele hele bu kardeşlerimize, Türkmen kardeşlerimize yardım etmememizden dolayı da onların da bize karşı umutları artık tükenmiş durumda. Gerçekten bir kadın elini açtığında “Türkiye’den bir müslüman gelse de beni kurtarsa” demek yerine “Yarabbi artık canımızı al” diyor. Önceden böyle değildi.”

-Hayâl kırıklığı büyük oldu diyorsunuz?

“Çok büyük oldu. Yâni iktidar tamamen bitirdi, Türkiye’nin o lider şeyini olduğu gibi bitirdi Ortadoğu’da. Bakın size bir olay anlatayım. Afganistan’da daha önce, 2007-2008 dönemlerinde, bir Türk gördükleri zaman Haçlı NATO’ya karşı savaşan mücahidler, sarılır öperlerdi. Öyle böyle değil. “Türkiye’de kardeşimiz gelmiş” diye el üstünde tutarlardı.”

-Lider bir Millet gözüyle bakılır…

“Tâbii, çünkü Osmanlı’nın bir yükselişi buradan başlayacak derlerdi. Ne oldu? 2011-2012 sonlarında, Afgan bir Abdurrahim dayı vardı, oturduk konuşuyoruz. Tâbii eski karşılama yok. Fark ettiriyor kendini. Dedim, “Dayı niye böyle Türk milletinden, daha doğrusu Anadolu halkından soğudu Afgan halkı?”. “Senin incirliğinden benim torunlarımı katlettiler” dedi. Şimdi sen bu dayıya ne anlatacaksın? Benim elimde değildi, nasıl senin elinde değildi, müdahale edemedin mi? Doğru! Oy veren sen, bu iktidara. Yanlışa dur demiyorsun, her şeyin altına İslâmi bir kılıf uyduruyorsun liderine. Fanatiklik, partizanlık had safhada… Yâni haşâ Allah azze ve celleye söylenen kelimeleri söylüyorsun. Bir uç yok, sınır yok artık, ilâhtan da ilâh oldu hâşâ ve kelle. E bu durumda sen ne diyebilirsin? Emin olun, Kıbrıs olayında bize yardım eden insanlar kimlerdi? Kaddafî, Saddam’da el altından mühimmat işini halletti. Bir devlet düşünün, bir lider, çılgın olabilir, sağı solu belli olmayabilir ama duruşu vardı.”

-Vatanı seven, toprağını, insanını…

“Evet. Ve kendisi gibi olanlara zarar gelmesini istemezdi. Kaddafî ki, Merkez Bankası’nı senin hizmetine açtı. Biz ne yaptık? Kaddafî’yi devirdik! Üslerimiz ile. Irak’ta Saddam’ı devirdik. “Saddam bomba atacak” yılları vardı hatırlarsınız belki. Adana’dakiler çok korkardı, sınırdakiler falan.”

-Gaz maskesi dağıtırlardı, öyle bir propaganda vardı ki. Hâlbuki kendisi İsrail’e otuz dokuz tane göndermişti “Delikanlı varsa bir tane islâm devletlerinde kırkıncıyı göndersin” demişti.

“Aynen, ama yok. Bugün kahraman diye İran gözümüze sokuluyor ama el altından en büyük Haçlı ittifâkını kuran İran’dır. Budistler müslümanları katlederken Arakan’da, arefe gününden bir gün önce bizim toplumumuz da şerefe denir, şerefe günü boyunca katliâm başladı. Gözümüze soktular tabii, yoksa daha önce de vardı. O gün İran Budistleri karşıladı. Kimse bunlardan anlatmıyor ve yaymıyor. Medya tamamen insanî ve İslâmî olan her şeyi örtüyor, Haçlı ideolojilerini övüyor ama Amerika bizi kıskanıyor! Böyle hegemonyaya tutulmuşlar.”

-Böyle bir yalan dünyasında yaşıyorlar…

“Evet.”

-Siz 2007’den beri direnişin içerisinde de yer aldınız.

“Tâbii. Farklı bölgelerde, farklı şekilde ve yerlerde…”

-O bölgelerde yaşadıklarınız ile ilgi, mesela mücahidlerin durumu hakkında, o günden bugüne neler anlatabilirsiniz?

“Allah’a hamd olsun, çok güzeldi. Mücahidlerin morali de yerinde. Tâbii hatalar oluyor, hangimizin bir hatası yok ki? Merkezde de insan olunca ister istemez hatalar oluyor. İnşallah bir daha da yapmamak nâsip olsun. Lâkin Felluce büyük bir şeref örneğidir. 7 yıl boyunca küçücük bir kasaba olmasına rağmen sonuna kadar direndi ve ciddi mânâda Haçlılara kan kusturdu, tâ geçen seneye kadar. Artık geçen sene Haçlılar topyekûn sancaklarıyla gelince, yerden de yüzbin kişi saldırınca bir kasaba ne kadar dayanabilir ki? Tâbii Allah’ın dilemesi müstesna… Düştü. Düştü dediğim de şu şekil; işgâl edildi, fakat Felluce’de Haçlı koalisyonuna ve Haçlı uşaklarına operasyonlar hâlen yapılıyor. Medyamız örtse de her gün sosyal medyadan görüyoruz. Telafer de aynı durum, hamdolsun. Müslümanların kadınları esir oldu, bizim gibi müslümanlar oturdular. Allah bunun hesabını bize muhakkak ki soracak. Allah Resûlü buyuruyor, “Müslümanları kurtarın. Kim bir müslümanın namusunu savunursa Allah da onun namusunu savunur”. Bugün esir olan kardeşlerimizi, Rabbimden dilerim bir an önce bize kavuştursun. Yalnız direnişe devam eden kardeşlerimiz hamd olsun gerek dağlardan, gerek çöllerden mücadeleye devam ediyor. Her gün Telafer’de Haçlı uşakları olan Peşmerge’nin olsun, Haşdi Şabi’nin olsun ölüm haberleri geliyor. Böyle devam ediyor Allah’ın izniyle. Bu bitmez. Yâni 2003’te bitti dediler. 2007 senesine kadar nerdeyse hani asgariye inmişti medya yoluyla. Yoksa orada çatışmalar devam ediyor ve her gün elli-altmış asker ölüyordu. Lâkin medya örtüyordu. Şu ânda da durum bu… Kimse ümidini kaybetmesin, Allah izniyle. Allah zâlime fırsat vermez. Bazen bizi yaptığımız yanlışlardan ve herkesi kucaklayamamız gibi şeylerden dolayı imtihân eder ama ümit ediyorum daha ileri gider, kim bilir yarın dünya müslümanları olarak bir liderlik altında, ki Rabbim bunu erken kılarak İrma’yı erken gönderdiği gibi. Bu liderliği de erken kılar ve bir çatı altında hep beraber bir mücadeleye kalkışırız.”

-İnşâllah.

“Bu mesele, batının da dediği gibi İslâm ile Küfrün meselesidir. Kesinlikle bu Işid ile diğerinin veyahut da Peşmerge ile Haşdi Şabi’nin meselesi değildir. O önümüze örülen duvara da bir ân önce engel olmamız lâzım. Kürdistan duvarı örülürse Arap dünyası ile bağımız kopar. Geçemeyiz! Yâni şu hayâllere dalmıyalım, işte “Bir askerimiz şu kadarına bedel”. Bunlar demagoji! Böyle bir şey yok, savaş ortamı hiç de böyle olmuyor.”

-Ya da tarihteki o Mehmetçik Ruhu’nu tekrar diriltmek. Mücahid Mehmetçik vasfı! İslâm tarihinde Türk Milleti’nin oynadığı rolü…

“Zaten o vasfı bitirdiler, inşallah geri gelir. Bizim kanaat önderlerimizin yazılarıyla diyelim. Ama şu var; tarih boyunca İslâm ile savaşmadan İslâm’a giren iki Irk vardır. Böyle anlatılsa da hiç savaşmamıştır. Biri Kürtlerdir biri Türklerdir. Haçlılar öyle bir oyun oynadı ki ikisi birbirine düşman edildi. Savaşmadan İslâm’ı kabul eden iki ırk birbirine kırdırıldı. Şu an Müslüman Türkler ve Müslüman Kürtler bir araya geldiği için Allah’a hamd ediyorum. Bu müslümanların ve büyüklerin vesilesiyle inşallah tekrar birleşir. Yoksa bizim şu ânki yönetimden zaten umudumuz artık kalmadı.”

(Devam edecek…)
Kaynak Adımlar dergisi

Sözcü: Erdoğan hayal kırıklığına uğradı; "Besle kargayı oysun gözünü" dedikleri tam da bu...
27 Eylül 2017



Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) yapılan bağımsızlık referanduma ilişkin olarak Sözcü gazetesi, "Erdoğan, Barzani konusunda itirafta bulundu: Yanılmışız" manşetiyle çıktı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Açıkçası biz son ana kadar Barzani’nin böyle bir yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk" açıklamasının hatırlatıldığı haberde, "Besle kargayı, oysun gözünü' dedikleri tam da bu" yorumu yapıldı.

Sözcü gazetesinin manşetten verdiği haber aynen şöyle:

Türkiye, Şii Bağddat yönetimine karşı destek verdiği Kürt lider Mesud Barzani'nin referandum ihanetiyle yıkıldı... Erdoğan da hayal kırıklığını böyle özetledi.

"Besle kargayı oysun gözünü" dedikleri tamda bu... Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'ye daha düne kadar her türlü testeği verdi. Bağdat'a karşı korumasına aldı. Ancak o ne yaptı?

"Yapılan ihanettir"

"Türkiye'yi dinlemeyip meydan okurcasına, sözde bağımsızlık referandumu yaptı. Erdoğan, Barzani'nin bu hainliği karşısında yaiadığı hayal kırıklığını şu sözlerle dile getirdi: "Bu karar ülkemize ihanettir."

"Sessiz kalmayız"

Erdoğan, "Son ana kadar Barzani'nin böyle bir yanlışa(referandum) ihtimal vermiyorduk. Demek ki yanılmışız. tek desteği İsrail veriöyor. Kutlamayı PKK yapıyor Türkiye böyle rezalete sesiz kalmaz" açıklamasında bulundu.

T24

Yusuf Halaçoğlu: "Barzani'yi kim palazlandırdı, peşmergeyi eğiten kim, kim lahmacun ısmarladı!"
27 Eylül 2017



"Diyarbakır'da el ele tutuşup göz yaşları içinde megri megri diye tempo tuttular"

Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı ve Kayseri Bağımsız Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, sosyal medya hesabı üzerinden Irak'taki bağımsızlık referandumuna ilişkin değerlendirmede bulundu. Irak'taki referandumun sonuçlandığını fakat herhangi bir yaptırımın 'henüz' hayata geçmediğini söyleyen Halaçoğlu "Barzani'nin ortakları kimler? Petrolü kim satıyor? Barzani'yi kim palazlandırdı? Peşmergeyi kim hangi kafayla eğitti? Kim PYD'ye yardım için peşmergeyi Türk topraklarından Suriye'ye geçirtti? Hatta lahmacun ısmarladı?" diye sordu.

Yusuf Halaçoğlu
Yusuf HalaçoğluHalaçoğlu, Irak Bölgesel Yönetiminin referandumunun gerçekleştiğini fakat Türkiye 'den herhangi bir net hamlenin henüz gelmediğini söyledi. Facebook hesabından yazılı bir açıklama yayımlayan Halaçoğlu, "Hani hükümetin referandum karşı asıp keseceğini söyleyip ahkâm kesenler neredesiniz? İş bitmiş hala Habur sınır kapısı, hava sahası açık. Petrol boru hatları çalışıyor. Barzani'nin Türkiye'deki işletmeleri faaliyette.

"Eee şimdi ne olacak?"

Referandum yapıldı? Eee şimdi ne olacak. Tabii bir şey olmayacak. Denecek ki, Barzani'yi cezalandırmak için biz kardeşlerimizi cezalandırmayız. Ama asıl olan arkasında yatan, Barzani'nin ortakları kimler? Petrolü kim satıyor? Barzani'yi kim palazlandırdı? Peşmergeyi kim hangi kafayla eğitti? Kim pyd'ye yardım için peşmergeyi Türk topraklarından Suriye'ye geçirtti? Hatta lahmacun ısmarladı? Sonuçta bütün bunlara baktığımızda nasıl olur da kendi kendilerine yaptırım uygularlar diye düşünüyor insan.

Boşa mı Barzani'nin paçavrasını bayrak diye aylar öncesinden direğe çektiler. Boş yere mi Türkiye seninle gurur duyuyor diye alkış tuttular. Boş yere mi Diyarbakır'da el ele tutuşup göz yaşları içinde megri megri diye tempo tuttular. Haaa onlara destek veren birileri de otursun şimdi kına yaksın." dedi.
T24

Rudaw’ın yayın yönetmeninden Erdoğan’a ‘vana’ yanıtı: Sattığınız Kürt petrolünün paraları nereye gitti?
28-09-2017



Barzani’ye yakınlığı ile bilinen Rudaw haber sitesinin genel yayın yönetmeni Rêbwar Kerîm Welî, Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “Vanayı kapatırız” açıklamasına cevap verdi.

İleri Haber

Erdoğan’ın İstanbul’da düzenlenen “Uluslararası Ombudsmanlık Toplantısı”nda kullandığı “Giriş çıkış kapatılacak. Bundan sonra Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi bakalım petrolünü nereye akıtacak ya da satacak? Vana bizde” ifadelerine yanıt veren Rêbwar Kerîm Welî, Erdoğan’ın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden Erdoğan ailesine ait gemilerle yaptığı petrol ticaretini hatırlatarak “Sonra, 'vanayı kapatmakla' tehdit ediyorsunuz? Bağdat'ın itirazlarına rağmen Kürt petrolü Ceyhan'a gönderilir ve oradan gemilerle -kimindi o gemiler?- Meksika körfezine kadar dolaşırken neden kapatmadınız vanayı? Sattığınız Kürt petrolünün paraları nereye gitti?” dedi.

“BAŞKANLIK YOLUNDA İHTİYAÇ DUYDUĞUNUZ OYLAR İÇİN, KÜRDİSTAN HALKINI ALDATTINIZ”

Erdoğan’ın “Yanılmışız” sözüne de cevap veren Rêbwar Kerîm Welî, geçtiğimiz yıllardaki Erdoğan’ın Mesud Barzani’yle yakın ilişkisine dikkat çekti. Welî’nin yazısındaki lgili bölüm şu şekilde;

“Sayın Cumhurbaşkanı, 'En kötü günlerinde yanlarında olduk. 'Yanılmışız' diyorsunuz. Esad sizi aldattı, Netahyahu aldattı, Obama aldattı, en son da Sayın Barzani mi? Nasıl oluyor da bu kadar kolay aldatılıyorsunuz? Hayır Sayın Cumhurbaşkanı, Kürdistan ve Başkanı Barzani sizi hiç yanıltmadı. Ama siz belki de başkanlık yolunda ihtiyaç duyduğunuz oylar için, Kürdistan halkını aldattınız.

“MEGRİ MEGRİ SÖYLERKEN SAYIN BARZANİ ‘KÜRDİSTAN BAŞKANI’ DEĞİL MİYDİ?

Şimdi, 'Bu ülkeye ihanet etti' dediğiniz Sayın Mesud Barzani'yi seçim dönemlerinde 'Başkan' sıfatıyla Kürt illerine siz davet etmediniz mi? Miting meydanlarında birlikte 'Megri Megri' söylerken Sayın Barzani 'Kürdistan Başkanı' değil miydi? Desteğine ihtiyaç duyduğunuz günlerde Ankara'da göndere çekilen Kürdistan bayrağı şimdi mi gayrimeşru oldu?”

İlerihaber

Ahmet Hakan: Vanayı kapatmamız bile zor gibi gibi
26.09.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Ankara'nın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) düzenlediği bağımsızlık referandumuna verdiği tepkiye ilişkin bir yazı kaleme aldı.
Hakan'ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

"Estik gürledik ama bir türlü yağamadık gibi gibi…

(IKBY lideri Mesud) Barzani, (ABD Başkanı Donald) Trump Bey'den desteği kapmış gibi gibi…

Barzani'nin güvendiği bazı dağlar var gibi gibi…

Bizim Habur'u kapatmamız bile mümkün değil gibi gibi…
Usul usul Kerkük'e gitme, usul usul Musul'a gitme… Olmayacak gibi gibi…

Bu saatten sonra Barzani'ye korku salmamız zor gibi gibi…

Bizim ekonomik olarak Barzani'ye ihtiyacımız daha fazla gibi gibi…

Bir ekonomik ambargo söz konusu olmayacak gibi gibi…

Vanayı kapatmamız bile zor gibi gibi…

'YSK, KUZEY IRAK'A'
Mühürlü oy pusulası tartışmasıyla…

Sandık başlarında evet'e abanılıyor dedikodusuyla…

Referandumu tartışmalı hale getirecek bin türlü atraksiyonla…

Galiba…

Bu Barzani'nin hakkından ancak bizim YSK gelir."

Sputnik

Kumandan Carlos: TÜRKİYE IRAK’TAN DA ÇEVRELENİYOR
29 Eylül 2017



Gündemde konuşulması gereken birçok mesele var; fakat bunların en önemlisi olan ve Türkleri, Kürtleri ve Arapları yakından alakadar eden Kerkük mevzuu hakkında konuşmak istiyorum. İslâm coğrafyası kritik bir sürecin içerisinden geçiyor. Bu, Irak’ın merkezî Bağdat Hükümeti ile Irak Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki krizden kaynaklanıyor.

Biliyoruz ki her ne kadar sınırlarla ayrılmış olsa da, Kerkük Türkiye’nin bir parçasıdır. Bugün orada Kürtlerin ve Arapların da yaşamasına ve Türklerin azınlık durumuna düşmesine mukabil Kerkük tarihî olarak bir Türk şehridir. Saddam Hüseyin döneminde, bölgedeki Kürtler çıkarılmış, Şiiler güneye sürülmüş ve Kerkük’e bir Sünnî Arap şehri hüviyeti verilmek istenmiştir. Saddam Hüseyin’den sonra ise Kürtler geri dönmeye başlamıştır.

Bölgede bugün müthiş bir güç boşluğu var ve bunu fırsata çevirmek isteyen Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, ülkenin Kuzey’inde bir referandum ile bağımsızlık kazanmak istiyor. Başta Türkiye olmak üzere bölgede bulunan tüm devletler ve bölgede söz sahibi olduğunu iddia eden büyük devletler buna resmî olarak karşı çıkıyor. Irak Hükümeti, Suriye Hükümeti, Rus Hükümeti, Amerikan Hükümeti, İran Hükümeti ve diğerleri Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığına karşı çıkıyor. Fakat daha enteresan olan durum ise İsrail’in Kürdistan’da ne nüfus olarak, ne de başka bir açıdan hakkı olmamasına rağmen orada askerî bir özel kuvvetler üssüne sahip olması. Bağdat’ın benim açımdan en önemli politik siması olan Nuri el Malikî referandum hakkında “bölgede ikinci İsrail’i kurmak istiyorlar” şeklinde bir açıklama yaptı. Malikî, Amerikalı ve diğer Batılı istihbarat servisleriyle ilişkisi olan bir isimdir. Bunu Malikî’nin söylemiş olması oldukça garip geldi bana. “İkinci İsrail”… Bunu niçin söyledi? Kendisi Amerika tarafından yükseltilmiş bir isim ve Amerika İsrail’in en önemli dostu. Üstüne basarak söylüyorum, “resmî” olarak İsrail dışında herkes referanduma karşı çıkıyor.

Bu hâdisenin merkezinde Kürtler var. Kürtlerin büyük çoğunluğu gerçek Müslümanlardır ve Türklerin hâkim olduğu dönemde İstanbul’a olan sadakatleriyle bilinirler. Fakat bugün aniden tarihî ve millî haklarını tekrardan almak istiyorlar; geçmişte de böyle bir teşebbüsleri olmuştu. Bu haklara sahip olduklarını söylüyorlar. Elbette, bu haklara sahip olabilir; fakat bugün Kürdistan’ın bağımsızlığa kavuşması sadece Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmasıyla alâkalı bir durum değil, bu savaşın bir parçası. Şunu unutmayalım ki; 1946’da Kürdistan Cumhuriyeti’nin ilk kurucusu Mustafa Barzanî’dir. Stalin idaresinde Kızıl Ordu tarafından desteklenmiştir. İran sınırında Urumiye Gölü’ne kadar olan bir sahada Kürdistan devletini kurdu. Orada Kürtlerin bölgede yaptığı büyük savaşlardan birisi yaşandı. Şehir zaman zaman Irak, zaman zaman ise İran tarafından kontrol edildi. İran resmî olarak Britanya İmparatorluğu’nun bir sömürgesiydi ve İngilizlerin desteği yanlarındaydı. Daha sonra ise 1968’de Baas Partisi resmî olarak Kürtlere haklarını verdi. Zaman zaman tansiyonun yükseldiği bölgede, Irak, güvenliği sağlama almak açısından Mustafa Barzanî’yi öldürmeyi denediler.

Irak devriminin önemli generallerinden birisi olan Saddam Hüseyin’in iktidara gelmesinden sonra ordudaki Kürt generallerin de yardımıyla Mustafa Barzanî’nin Kürt ordusunun isyanı sonrasında Irak ordusu Kürtleri yenilgiye uğrattı. Burada birçok İran askeri ve vatandaşı gönüllü olarak Kürtlere destek verdiler. Bozguna uğrayan Kürtler de İran’a kaçmak zorunda kaldılar. Elbette İran bunla alâkalı kayıtlara ve arşivlere sahiptir. Şunu söylemek istiyorum, Kürtler İran’a tarihî olarak çok şey borçlular. Bunlar İran devrimi olmadan evvel yaşanan şeyler.

Bugüne tekrar gelirsek, durum şu ki; Kürtler bölgede tarihî olarak bir takım hakları olduğunu iddia ediyorlar ve bu haklarını elde etmesi ile devletlerin bu haklarını tanımalarını bekliyorlar, bunu dile getiriyorlar. Bu topraklar tarihî olarak Anadolu’ya gelen Türklere aittir. Elbette objektif olarak bugünkü duruma nüfus olarak baktığımızda Irak’ın Kuzey’inde bağımsız bir Kürt devleti kurma hakları var. Bunda ısrar etmeleri ise bölgede muhtemel yeni bir savaşa kapı aralıyor ve bu savaşı kazanabilecek gibi de görünmüyorlar.

Cumhurbaşkanı gönüldaş Erdoğan bir takım askerî tedbirler alıp, hamleler yapacak mı göreceğiz. Çünkü Kerkük’te Türkmenler yaşıyor ve Kerkük Türklerin şehridir; bu bölge Türklerin Anadolu’ya gelmeden evvel yerleştikleri topraklardır. Türk ordusunun buraya müdahale etmesi tabiî bir hakkıdır ve tıpkı Suriye sınırında olduğu gibi Irak sınırında da hazır bir şekilde bekliyorlar. Bugün bütün Kürtler Barzanî hükümetini yahut PKK’yı desteklemiyor. Buradaki asıl soru, bu meselenin bölgede çok daha fazla gerginliğe ve savaşlara yol açıp açmayacağı. Belirttiğim gibi Kürt insanının büyük bir çoğunluğu gerçek Müslüman ve belki de bir hiç için savaşacaklar. Muhtemel bir savaş Müslümanlara fayda sağlamayacak ve sivillerin büyük zarar göreceği bir savaş olur.

Irak ve Suriye sınırlarından Türkiye’ye yönelik büyük bir tehdit olduğu doğru. Coğrafî olarak, Irak Cumhuriyeti’nde yaşayan Kürtler tam bağımsız olabilirler. Bu durum hayatta kalmaları açısından sıkıntı doğurabilir. Çünkü İran tarafından çevrelenmiş durumdalar. Ayrıca Erdoğan’ın çok akıllı bir politikacı olduğunu unutmamak gerekiyor ve Barzanî ile iyi ilişkileri var. Kürdistan yönetiminin kontrolünde olan petrol sahalarından çıkan petrollerin Türkiye üzerinden Batı’ya taşınmasından kazanç elde ediyor. Bu durum, problemin çözülebilmesi açısından önemli; çünkü bu, bölgede problem oluşmasının da öncelikli sebeplerinden birisi.

Öte yandan, yıllar önce Yahudiler Filistin’e yerleşmeye başlamadan önce bu topraklara gelen Yahudiler, Müslümanların birbirleriyle savaşıp birbirini öldürürken onların politik durumu ve hakları hiçbir zaman değişmedi. Esasında bölgede yaşayan tüm insanların aynı haklara sahip olması gerekiyor. Bunu hatırlatmak açısından söyledim.

Türkiye’nin NATO üyesi bir devlet olması dolayısıyla bölgedeki diğer devletlerle hiçbir zaman iyi ilişkilerinin olması istenmedi. Buna mukabil son dönemlerde Türkiye politikalarını değiştirmişti. Türkiye’nin bölgede bütünleyici politikalar yapmasının önüne geçilmeye çalışılıyor. NATO üyesi olmasına rağmen etrafı NATO tarafından sarılıyor. Kürdistan meselesini de bu çerçevede değerlendirebiliriz.

Allahü Ekber!

Ilich Ramirez Sanchez

23.09.2017

Görüşmeyi yapan: Av. Güven Yılmaz

Kaynak:Adımlar dergisi

HAYIRDIR, KİM RAHATSIZ OLDU?
Nihan Öztürk
30 Eylül 2017

Türk Silahlı Kuvvetleri bir emir yayınlayarak, bazı askerî kıyafetlerde “yönetmeliğe” aykırı arma ve teçhizatlara rastlandığını belirtip dikkat çekici bir şekilde kıyafetlere ve teçhizata eklenen, özellikle Göktürkçe “Türk” yazılı armalara yasak getirdi.

Bir ordu böyle bir karar alabilir.

Yâni, “üniformalarda yalnızca askerî hiyerarşiyi belirleyici amblemler olur, başka hiçbir şey kullanılamaz!” diyebilir.

Fakat, gel gelelim yıllardır, hele de son dönemlerde silâhlı kuvvetlerimizin üniformalarında sıkça gördüğümüz ve Türk halkının da sempatiyle yaklaştığı bu amblemlere neden şimdi böyle bir yasak getiriliyor?

Açıkçası “HAYIRDIR?” dedirtmiyor mu?

Bundan kimler ve neden rahatsızlık duyuyor olabilir?

Bu soruların cevabını hemen bulabiliyoruz…

Etnik Kürtçülük yapan partinin (HDP) Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu bunu gündeme getirmiş ve basın yoluyla, ‘aşırı milliyetçi semboller kullanan güvenlik güçlerine ilişkin sorular’ başlığıyla Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’ye sorular yöneltmişti.

Kerestecioğlu’nun, “aşırı milliyetçi semboller” diye itham ederek şikâyet ettiği şeyler, işte bu Göktürk alfabesi ile yazılmış “Türk” ibaresi…

Kürtçülüğün aşırısını savunan birinin Türklük’ten rahatsızlık duymasından daha tabiî bir şey olamaz da, dikkat edilmesi gereken husus, kendisine Türk diyenlerin, böyle bir yasağı, aşırı Kürtçüleri memnun etmek üzere getirmiş olmaları.

Bu kararı alanların aşırı etnik Kürtçülüğün isteklerini yerine getiriyor olmaları, orada aşırı Kürtçülüğe karşı savaşan Mehmetçiği yaralamaz, onların mücadele azmini baltalamaz mı? “Adamlar Kürtçü olduklarını iftiharla ilân edebiliyorken ben kendim Türk olduğumu söyleyemeyecek olduktan sonra, niye mücadele edeyim ki” diye sordurmaz mı adama?

Haçlı terörist Amerikalıların 4 Temmuz 2003 günü Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde Türk karargâhına saldırarak Türk subaylarının başına aşağılıkça çuval geçirme hâdisesiyle başlayan, sonra “Ergenekon” aldatmacasıyla devam eden, Türk Ordusu’nun itibârı üzerinde oynanan oyunlara başka bir kılıf uydurularak bir yenisi eklenmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.

Nihan ÖZTÜRK
Adımlar dergisi

Barzani: Artık ölebilirim
01 Ekim 2017



"Hiçbir önlem, hiçbir cezalandırma yaşadıklarımızdan daha sert olamaz"

IKBY referandumunun resmi sonucu: Yüzde 92 bağımsızlığa 'Evet' dedi
Barzani'nin reddettiği ABD teklifi ortaya çıktı

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, bağımsızlık referandumu sonrası ilk röportajında, "Artık ölebilirim" ifadelerini kullandı.

Barzani referandumdan sonraki ilk söyleşisini, Fransız yazar ve düşünür Bernard Henry-Levy ile yaptı. Henry-Levy, 25 Eylül’deki referandumun hemen ertesi sabahı yaptıkları sohbeti, Erbil’den yayın yapan Rudaw için kaleme aldı.

Sandıklar kapandıktan sonra ilk iş olarak babası Mustafa Barzani’nin mezarını ziyaret ettiğini anlatan Barzani, Türkiye dahil komşularına da bir dizi mesaj verdi.

Gazete Duvar'ın aktardığına göre, Barzani'nin Fransız yazar ve düşünür Levy'ye verdiği demeç şöyle:

Bu sabah böyle hissediyorum"

Barzani Fransız yazarla söyleşiye, bir anekdotla başladı: “Birisi bana şunu anlatmıştı: sizin devlet adamlarınızdan birisi, Fransa’nın 1918’de Almanya’ya karşı zafer kazandığı gece ‘Artık ölebilirim’ demiş. Ben de bu sabah böyle hissediyorum.”

"Hayalini kurduğum her şey bir noktada birleşti"

Iraklı Kürt lider, referandumun hayatındaki en mutlu gün olduğunu söyleyerek şu ifadeleri kullandı: "Yarım asırdır savaşıyorum. Halkımla beraber katliamlar, tehcirler, kimyasal gaz saldırıları gördüm. İşimizin bittiğini, yok edileceğimizi düşündüğümüz zamanları hatırlıyorum. Saddam’la ilk savaştan sonra 1991’de, demokrasilerin bizi kurtardığını ama diktatörlüğü yerinde bırakarak bizi yeniden geri plana attığını hatırlıyorum. Direnişle, umutların alt üst olup yeniden doğmasıyla geçen o onyıllar boyu, büyük bir olay veya önemsiz bir siyasi kavganın lekelemediği örnek bir seçim sürecinin sonunda halkımın nihayet biraraya gelip, demokratik ve özgür olma arzularını dünyaya ifade ettiği günü görebileceğimi hiç düşünmemiştim. O gün geldi ve bu, hayatımın en mutlu günü. Sanki yaptığım ve hayalini kurduğum her şey, birlikte verdiğimiz bütün mücadleler, bunların hepsi o anda tek bir noktada birleşti.”

ABD ne önerdi?

Henry-Levy söyleşide, Barzani’yi referandumu ertelemeye veya iptal etmeye ikna çabalarına da değindi. Henry-Levy, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Kürt liderliğinde oylamaya beş gün kala bir anlaşma sunduğunu yazdı. Anlaşmanın taslağını gördüğünü belirten Fransız yazar, şu ifadeleri kullandı: “Bir açıdan iyi bir anlaşmaydı. Hayalini ertelemesi karşılığında ona bol miktarda itibar, devasa mali yardım ve bir Amerikan garantisi öneriliyordu. Fakat anlaşma, Kürdistan’ın yaşlı aslanının yenilmez onurunu dikkate almıyordu. Anlaşma, onun kafasını kurcalayan temel fikri, sadece onun hayatını değil halkının kaderini de anlamlı kılan o fikri kavrayamıyordu.”

"Tek bir saplantım vardı..."

Barzani’nin kendisi de, anlaşmayı niçin reddettiğini şu sözlerle izah etti: “Anlamanız lazım. Referandumdan geri adım atmam için her yönden baskı gördüğüm haftalar boyunca endişem, zamanı geldiğinde beni seçen insanların gözlerinin içine bakabilmekti. Ve sadece hayatta olanlardan değil, Kürt davasını savunmak için canını verenlerden de söz ediyorum. Ve Erbil’deki Hariri stadyumunda düzenlediğim son mitingde, tek bir saplantım vardı: Onların karşısına çıkmaktan utanç duymamak."

"Referandum sonrası ilk yaptığım şey..."

Barzani, oylama sonrasında ne yaptığını da “Dün gece Barzan Dağları’nın en uzak köyündeki son sandık da kapandıktan sonra yaptığım ilk şey, kafamı toplamak için babam ve Kürt ulusu babası olan Mustafa Barzani’nin mezarını ziyaret etmek oldu” sözleriyle anlattı.

Iraklı Kürt lider, referandumu kendi başkanlığını uzatmak için düzenlediği yönündeki eleştirilere de karşı çıktı “Ben bütün hayatım boyunca babam gibi peşmerge üyesiydim. Ve peşmergenin parçası olmak, bana her zaman için başkan olmaktan daha önemli görünmüştür” diyen Barzani, “Kürt ulusunun genç nesil liderlere ihtiyacı var” ifadelerini kullandı.

Türkiye'ye mesaj

Barzani, söyleşide Irak, Türkiye ve İran’ın tepkisini de değerlendirdi. Iraklı Kürt lider, “Biz bir suç işlemedik. Ne Irak’ın federal yasalarını, ne de BM Şartı’nı ihlal ettik. Ve tekrar tekrar vurguladığım gibi, bu oylama aceleci veya tek taraflı bir bağımsızlık ilanıyla değil, Bağdat’la gerektiği kadar uzun sürecek dürüst bir müzakere süreci başlatmakla ilgiliydi. Komşularımızın oylamamıza tehdit ve şantajla yanıt verdiğinde, varabildiğimiz tek sonuç, ihtiyatlı davranmakta ve yüzyıllar süren ihanetin ardından kendi geleceğimizi kendi elimize almayı istemekte haklı olduğumuzdur” dedi.

"Özgürlük sevdamız için çok bedel ödedik"

Barzani, Irak hükümetinin yaptırımları henüz devreye girmeden yapılan söyleşide, ‘tehditlerin hayata geçirilmemesini bütün kalbiyle umduğunu’ da söyledi. Iraklı Kürt lider, “Fakat eğer hayata geçirirlerse, bizi gerçekten havasız bırakmaya çalışır, havalimanlarımızı veya ticaret bağlantılarımızı keserlerse, siz şunu söyleyeyim: Biz bunları daha önceden gördük. İşkenceden geçirildik, öldürüldük, yerimizden edildik. Yıllar önce dağlarda ve sadece haftalar önce IŞİD’e karşı neredeyse tek başımıza tuttuğumuz 1000 kilometrelik cephe hattın, özgürlük sevdamız için çok yüksek, çok yüksek bir bedel ödedik. Dolayısıyla, hiçbir düşmanca önlem, hiçbir toplu cezalandırma zaten yaşadıklarımızdan daha sert olamaz.”

"Artık kimse onurumuza saldıramaz"

Henry-Levy’nin aktardığına göre, Barzani bu noktada odadaki danışmanlarına baktıktan sonra sözlerine şöyle devam etti: “Ve bir şey daha… Bir insanın bir insana yapabileceği en kötü şey, her birimizin hafızasına ilk elden kazınmış durumda. Hepimiz bunun farkındayız. Bir daha hiçbir zaman bize böyle davranılmasına izim vermeyiz. Bir daha hiç kimse onurumuza dokunulmazlık altında saldıramaz."

"Dünya yine izleyecek mi?"

Iraklı Kürt lider, komşularının tepkisinin sertleşmesi halinde uluslararası toplumun ne yapacağını da sorguladı: “Komşularımızın mantıksız planlarını hayata geçirdiğini varsayın. Uluslararası toplum kenarda durup boğulmamızı izleyecek mi? Gaza boğulduğumuz zaman yaptıkları gibi gösteriyi izleyecekler mi?” Geçen sene peşmergenin IŞİD tarafından pusuya düşürüldüğü ancak IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun taleplere rağmen ve angajman kurallarını ihlal ederek hava desteği sağlamadığı bir vakayı hatırlattı: “Koalisyon bir söz vermişti ama o gün sözlerini tutmadılar. O sırada herkes peşmergeden söz ediyordu. peşmergenin cesareti, peşmergenin fedakârlığı… Fakat bugüne dek bana bir açıklama yapılmadı.”

"Başka ülkelere karışma niyetimiz yok"

Henry-Levy’nin deyimiyle bu noktada Barzani o günkü öfkesini hatırlamış görünse de ‘sinirlerine hızla hâkim olarak’ sözlerine şöyle devam etti: “Şunu ne kadar söylesem az: Biz müzakere ve diyalog istiyoruz. İstediğimiz bağımsızlığın Iraklı Kürtler için olduğunu, komşu ülkelerin içişlerine karışmak gibi bir niyetimiz olmadığını tekrar tekrar söylemeye hazırız.” Bu görüşlerini geçen hafta kendisini arayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a da ilettiğini anlatan Barzani “Dostane bir tavrı vardı. Anladı” dedi.

Fransa arabulucuk mu yapacak?

Öte yandan, ufukta Fransız arabuluculuğuyla sağlanacak bir anlaşma olabilir. Zira söyleşide, Macron’un Barzani’yi Irak Başbakanı Haydar İbadi ile arabuluculuk için Paris’e davet ettiği ortaya çıktı. Barzani, “Davetini kabul etmekten onur duyarım. Oraya hemen yarın gidebilirim. Umarım bu, Sayın İbadi için de geçerlidir” dedi. Fransa dün, İbadi’nin referandumu görüşmek için 5 Ekim’de Paris’e gideceğini açıklamıştı. İbadi’nin ofisinden ‘ziyaretin referandumla ilgili olmadığı’ açıklaması gelse de, Fransız başkanlık Sarayı Elysee’den bir kaynak Reuters’a yaptığı açıklamada Macron’un ‘gerilimi düşürme’ girişiminde bulunacağını söyledi.

T24
ETİKETLER
ikby mesud barzani referandum irak türkiye

IKBY'li vekiller Irak parlamentosuna alınmadı
03 Ekim 2017



Oturuma 175 Iraklı parlamenter katıldı

Irak Parlamentosu, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) milletvekillerinin bugün yapılan (3 Ekim 2017) oturuma katılmasına izin vermedi.

Oturuma 175 Iraklı parlamenterin katıldığı öğrenildi.

Parlamento Başkanı Selim Cuburi ile Şii Ulusal Koalisyonu, IKBY'de yapılan bağımsızlık referandumunda oy kullanan Kürt parlamenterlerin, dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep etti.

Kürt temsilcilerin yargılanıp parlamenterliklerinin de düşürülmesi isteniyor. Cuburi’nin, referandumda oy kullanan parlamenterlerin listesini talep ettiği kaydedildi.

T24
ETİKETLER
bağdat ırak parlamentosu ikby giriş engeli haber

Suriye: ABD yardımı Kürtleri sarhoş etti; desteğin sonsuza dek sürmeyeceğini anlamalılar
11 Ekim 2017



Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, petrol alanlarının kontrolü konusunda Kürt güçlerin Suriye ordusu ile mücadele içinde olduğunu, ancak böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceklerini söyledi.

Rusya’nın Soçi kentinde mevkidaşı Sergey Lavrov ile yaptığı görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyen Muallim, "Kürtler, Suriye’nin hiçbir koşul altında egemenliğinin ihlal edilmesine izin vermeyeceğini çok iyi bilirler” dedi.

Rudaw’da yer alan habere göre Muallim ayrıca, “ABD’nin desteği ve yardımı Kürtleri sarhoş etti. Ancak bu desteğin sonsuza dek sürmeyeceğini anlamaları lazım” diye konuştu.

2010 yılı itibariyle Suriye’de 2,5 milyar varillik petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Savaş öncesinde devletin toplam gelirlerinin yüzde 25’i petrolden geliyordu. Suriye’nin petrol sahalarının önemli bir kısmı ülkenin kuzeydoğusunda bulunuyor.

T24
ETİKETLER
velid muallim suriye rusya abd sergey lavrov petrol kürt güçleri suriye ordusu

Irak birliklerinin Kerkük'ün merkezine doğru hızla ilerlediği belirtiliyor
16 Ekim 2017



Irak güvenlik güçleri, Kerkük'teki askeri üs ve petrol kuyularını almak üzere operasyon başlattı. Kerkük'ün azledilen Valisi Necmettin Kerim operasyona karşı kenti teslim etmeyeceklerinin belirtirken halkı sokağa çağırdı.

Irak hükümet güçleri Kerkük'teki Halid askeri kampını ele geçirdi.

Irak kuvvetleri, Kerkük'teki Baba Kakkar ve Bai Hassan petrol sahalarına ulaştı.

Irak güvenlik güçleri tarafından şu ana kadar ele geçirilen bölgeler olarak Halid askeri kampı, Kerkük Doğalgaz Çevrim Santrali, Shorija, Kerkük sanayi bölgesi, Sari Tappah gösteriliyor.

Irak güvenlik güçlerinin Kuzey Petrol Şirketi'ni kuşattığı da gelen bilgiler arasında.

Henüz Peşmerge ile Irak güvenlik güçleri ve Haşdi Şabi arasında bir çatışma bilgisi gelmiş değil.

Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi, "Az önce Irak Türkmen Cephesi Leylan bürosuna bir saldırı gerçekleşti" açıklamasında bulundu.

Kerkük Valisi'nden 'Karşı koyma' çağrısı

Barzani'ye yakınlığı ile bilinen Rudaw'a konuşan Kerkük'ün azledilen Valisi Necmettin Kerim kenti teslim etmeyeceklerinin belirtirken halkı sokağa çağırdı.

Peşmerge güçlerinin ve silahlanan bazı yerel güçlerin Kerkük merkezinde Irak güçlerinin gelişi için hazırlandığı belirtiliyor.

Irak güçleri, peşmergeler tarafından işgal edilen kontrol alanlarını yeniden kazanmak için Nineveh Ovaları'nda ilerliyor.

Irak medyasından gelen bilgilere göre Irak güvenlik güçleri Kerkük Üniversitesi'ne doğru ilerliyor.

Peşmergeye ait büyük bir mühimmat deposu ele geçirildi

Irak birliklerinin Kerkük'ün güneyinde yer alan Dibs bölgesinde peşmergeye ait oldukça büyük bir mühimmat deposu ele geçirdiği belirtiliyor.
T24

Kerkük, Irak ordusunun kontrolüne geçti: Yeni vali atandı, peşmerge Kerkük'ten çekiliyor...
16 Ekim 2017



Irak güçleri, dün gece başlattıkları operasyonla Kerkük'teki askeri üs, petrol sahaları ve havalimanını ele geçirdi. IKBY Peşmerge Bakanlığı ile uluslararası koalisyon Erbil'de toplantı yaptı. Kerkük operasyonuyla ilgili Bağdat yönetiminden yapılan açıklamada, Kerkük'ün tamamen kontrol altına alındığı açıklandı. Kerkük'te sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Iraklı güvenlik güçleri Kerkük kent merkezindeki askeri üs ve petrol kuyularını almak için operasyon başlattı. Irak Ordusu, Kerkük Havalimanı, Kerkük'ün güneyinde benzin istasyonları ve petrol rafinerisinin yanı sıra Kuzey Petrolü Şirketi'nin merkez ofisini de ele geçirdiği duyuruldu.

Kerkük operasyonuyla ilgili Bağdat yönetiminden yapılan açıklamada, Kerkük'ün tamamen kontrol altına alındığı bildirildi. Irak Başbakanı İbadi yaptığı açıklamada, Peşmerge güçlerini, federal güçlerin emri altında harekete etmeye çağırdı.

Kente Irak ordusu ve federal polis güçleri girerken, Haşdi Şabi'nin ise cephe arkasında kaldığı henüz Kerkük'e girmediği belirtiliyor.
Cumhuriyet

Kerkük'teki peşmerge heykeli ateşe verildi
17 Ekim 2017



Bağdat yönetimi daha önce heykelin yıkılması için IKBY'ye çağrıda bulunmuştu

Irak ordusu, Kerkük Havalimanı yakınlarında bulunan peşmerge heykelini yaktı. Ateşe verilen peşmerge heykelinin etrafında kutlamalar yapıldı. Yıkılması için daha önce Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'ne çağrıda bulunan Bağdat yönetimi bu talebe olumlu yanıt alamamıştı.

NTV'nin haberine göre, askeri Üssü'nün kontrol altına alınmasının ardından kutlamalar yapan Irak ordusu ve Haşdi Şabi milisleri dışarda bulunan dev peşmerge heykelinin çevresini sardı. Heykel yine yıkılmadı, fakat etrafındaki inşaat iskelesi benzin dökülerek ateşe verildi.

Heykelin üzerinden siyah dumanların yükseldiği görülürken heykelin yakılışı sırasında da kutlamalar devam etti.

Irak güçleri, K1 Askeri Üssü'ndeki bayrakları ve heykelin hemen yanında bulunan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'ne ait bayrakları da indirerek yerine Irak bayrakları astı.

Bu arada aynı bölgede Mesud Barzani'nin referandumdan kalma posterlerinin asılı olduğu bilbordlar da iş makineleri ile yıkıldı.

T24
ETİKETLER
peşmerge heykel kerkük

Irak Türkmen Cephesi: Peşmerge çekilmese iç savaş çıkardı
17 Ekim 2017



Kerkük İl Meclis Üyesi Ali Mehdi, peşmergenin çekilmesiyle birlikte 100 bin civarında Kürt'ün de şehri terk ettiğini söyledi.

Irak Ordusu ile Haşdi Şabi güçlerinin önceki gün ele geçirdiği Kerkük’te, Irak hükümeti tarafından vekaleten vali olarak atanan Rakan Said Ali Cuburi kentin güvenliği ile ilgili bir toplantı yaptı. Toplantıya katılan Irak Türkmen Cephesi (ITC) Sözcüsü ve Kerkük İl Meclis Üyesi Ali Mehdi, “Peşmergelerin Kerkük’ten çekilmesi doğru bir hamleydi. Çekilmeselerdi bir iç savaş çıkardı” değerlendirmesinde bulundu.

İdris Emen’in Hürriyet’te yer alan haberine göre, Mehdi, “Kerkük’te dün çok az çatışma çıktı. O çatışmalara katılanların çoğu Kerkük’te bulunan PKK’lılardı” dedi.

Mehdi konuşmasının devamında “KYB’ye (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ait peşmerge güçleri geri çekildi. Arkasından KDP’ye bağlı güçler Kerkük’ten çekildi. Yani fazla savaşmadan yerlerini Irak ordusuna bıraktılar. Kürt medyası, ‘Haşdi Şabi gelecek, sizi kesecek’ mesajı verdi. Bu yüzden 100 bin civarında Kürt Kerkük’ü terk etti. Peşmergelerin Kerkük’ten çekilmesi doğru bir hamleydi. Çekilmeselerdi bir iç savaş çıkardı” ifadelerini kullandı.

İlk toplantı yapıldı

Bağdat yönetimi tarafından Kerkük’e vekâleten vali olarak atanan Rakan Said Ali Cuburi yönetiminde ilk toplantının dün yapıldığını söyleyen Mehdi, “Şu anda Kerkük’te çok sakin. Hiçbir olay yok. Irak hükümeti tarafından Kerkük’e vekaleten atanan vali Rakan Said Ali Cuburi bünyesinde Kerkük’ün emniyeti ile ilgili bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya ben de katıldım. Toplantıda Kerkük’ü terk edenlerin mal mülklerinin nasıl korunması ve Kerkük’ü terk edenlerin geri gelmesi gündeme getirildi. Kenti terk eden Kürtlerin geri dönmesi için çalışıyoruz” dedi.

"Artık bir etnik grup yönetemez"

Kerkük’le ilgili ortak yönetim modelini savunduklarını söyleyen Mehdi, 2014 öncesindeki yapıya dönüleceğini söyledi: “Biz Türkmenler 10 sene önceki projeyi savunuyoruz. 10 sene önceki proje uygulanmış olsaydı Kerkük bu duruma düşmezdi. Bizim önerimiz Kerkük için ortak yönetim projesidir. Kerkük Kürt, Türkmen ve Araplarla beraber yönetilsin. Bunun olması için de Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin oturup konuşması lazım. Türkiye’den de beklentimiz bunun oluşturulması için girişimlerde bulunulmasıdır. Hiçbir zaman sadece bir etnik grup Kerkük’ü yönetemez. Ortak yönetimle Kerkük’ün yönetimi başarılı olur.”

Altınköprü yeni sınır

Irak Ordusu ile Haşdi Şabi’nin Kerkük- Erbil arasındaki Altınköprü’ye kadar ulaştığını söyleyen Mehdi ,”Şu anda Kerkük içinde Peşmerge varlığı söz konusu değil. Şu anda Irak Ordusu Kerkük- Erbil arasındaki Altınköprü’ye kadar olan bölgeyi kontrol altına aldı. Petrol yatakları da Irak ordusunun eline geçti. Irak ordusu Başika, Kerkük, Geyyara gibi bütün anlaşmazlık bölgelerini kontrol etme çabası içerisinde” dedi.

“Erbil'e endişe hakim"

Haşdi Şabi ile Irak Ordusu’nun Kerkük’e girmesinden dolayı Erbil’de endişenin hakim olduğunu söyleyen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKYB) Partlementosu Türmen Kontejanı Milletvekili Aydın Maruf Selim ise, “Erbil’de bir endişe ve korku hakim. Erbil halkı Haşdi Şabi’nin Erbil’e saldırmasından endişe duyuyor. Ancak böyle bir şey olamaz. Böyle bir şey söz konusu değil. İnsanlar, ‘Keşke referandum yapılmasaydı’ diyor. Bir de KYB ile KDP arasında bir iç savaş çıkmasından korkuluyor. Her iki taraf da birbirini medya yoluyla eleştiriyor” dedi.

T24
ETİKETLER
kerkük türkmen ırak referandum ali mehdi

Irak ordusunun Kerkük’te ilerleyişi sürüyor: Barzani’den BM’ye imdat çağrısı!
21 Eki, 2017



Irak güvenlik güçlerinin Kerkük’ün kuzeydoğusunda yer alan Şuvan kasabasında kontrolü sağladı. Barzani BM’yi ‘göreve’ çağırdı.
Irak Ordusu ve Haşdi Şabi milisleri ile Barzani’ye bağlı peşmergeler arasında Kerkük’ün Altınköprü İlçesi’nde dün yaşanan şiddetli çatışmalar bugün yerini sessizliğe bıraktı.
Altınköprü’de silahlar dün gece sustu. Dün şiddetli çatışmaların görüldüğü Altınköprü’de bugün sessizlik hüküm sürerken, peşmerge güçleri bölgeye yığınak yapmaya devam etti. Altınköprü’de bulunan peşmerge mevzilerine gazetecilerin girişine izin verilmezken, Erbil-Kerkük karayolu da asayiş güçleri tarafından kesildi. Bölgeye giden gazeteciler, Altınköprü’ye 8 kilometre mesafede kurulan kontrol noktasında durdurularak, bölgeye girişlerin yasaklanması nedeniyle geri gönderildi.

IRAK ORDUSU ŞUVAN KASABASINI ALDI

Bu arada, Irak Ordusu, bu sabah saatlerinde Kerkük’ün 20 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Şuvan kasabasına girdi. KYB’ye bağlı peşmergelerin kontrolünde olun Şuvan’da herhangi bir direnişle karşılaşmadan giren Irak ordu birliklerinin kasaba merkezinde kontrolü ele geçirdiği ifade edildi. Kürt nüfusun bulunduğu Kerkük’e bağlı Şuvan’da orduya karşı herhangi bir olumsuzluğun görülmediği ifade edildi.

HEDEFTE TAK TAK KASABASI VAR

Şuvan kasabasında kontrolü sağlayan güvenlik güçleri oradan 20 kilometre mesafede yer alan Tak Tak kasabasına doğru hareket geçti.
Güvenlik kaynakları, ordu güçleri ve onlara destek veren Haşdi Şabi’nin, kasaba sınırlarına yaklaşıp, yüksek tepelerde konuşlandığını belirtti. Irak güvenlik güçlerinin kasaba sınırlarında durmasının nedeni ise Tak Tak’ın Erbil’in Koy Sancak’a bağlı olmasından kaynaklandığı ifade ediliyor.
IKBY’nin petrol çıkardığı en önemli kuyulardan bir tanesi Tak Tak’ta yer alıp, Kerkük kent merkezinden yaklaşık 50 kilometre mesafededir.
Erbil ve Süleymaniye arasında yer alan Köysancak İlçesi’ne bağlı Taktak Bucağı, Erbil’in 98 kilometre güneydoğusunda. Irak birlikleri bugün girdikleri Şuvan Bucağı’nı da geride bırakarak, Kerkük yönüne doğru çekildi.

‘BAĞDAT ŞARTSIZ BİR ŞEKİLDE DİYALOG MASASINA OTURMAYACAK’

Irak Hükümet Sözcüsü Saad Hadisi, Kerkük krizi ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamasında, Bağdat’ın şartsız Erbil ile diyalog masasına oturmayacağını belirten Hadisi, şöyle dedi;
“Bağdat’ın şartları; Irak’ın toprak bütünlüğü, havayolları, sınır kapıları, ülkenin doğal kaynakları, peşmerge güçleri, güvenlik kurumlarının teslimi, tartışmalı bölgelerin yasal uygulanması, referandum sonucunun iptali ve Kürdistan Bölgesi’nin anayasaya karşı her girişiminin engellenmesi olacaktır. Referandum ve sonucu hiçbir şekilde konuşulmayacaktır. Irak Hükümeti, referandumun iptali için mahkeme kararına bağlıdır. Federal hükümetin, parlamento kararını uygulamaya koyma kararına ek olarak, güvenlik, referandum sonucu, Kürdistan Bölgesi’nin tüm imtiyazları bozulmuştur.”

BARZANİ’DEN BATI’YA MÜDAHALE ÇAĞRISI

Müsteşarlığını Mesut Barzani’nin oğlu Mesrur Barzani’nin yaptığı, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Güvenlik Konseyi de Irak ve Haşdi Şabi milislerinin dün Erbil’e 45 kilometre uzaklıktaki Altınköprü’ye saldırı düzenlemesine ilişkin yazılı açıklama yaptı. Güvenlik Konseyi’nden yapılan açıklamada, uluslararası topluma Irak’ın saldırılarına müdahale edilmesi çağrısında bulundu. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“Halkın korunması için kurulan ordu bugün Kürdistan halkına karşı kullanılıyor. Irak’ın saldırıları bu ülkeyle birlikte yaşama konusundaki korkuyu ortaya koymuştur. Uluslararası toplulukların Irak’ın saldırılarına karşı tavır alması gerekiyor. Irak yönetimi de, Kürdistan halkına karşı uyguladığı şiddete son vererek, işgal ettikleri bölgelerden geri çıkmalıdır.”

KERKÜK VE TUZHURMATU’DAN 120 BİN KİŞİ GÖÇ ETTİ

Irak güvenlik güçlerinin 16 Ekim’de başlattığı operasyondan bu yana Kerkük kenti ile Salahaddin vilayetine bağlı Tuzhurmatu ilçesinden yaklaşık 120 bin kişinin göç ettiği bildirildi.
Irak Göç ve Göçmenler Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, “Kerkük kenti ile Salahaddin vilayetine bağlı Tuzhurmatu ilçesinden yaklaşık 120 bin kişinin Peşmerge ve Irak güçleri arasında çıkabilecek çatışmaları öngörerek Erbil ve Süleymaniye illerine göç etti.” denildi.
Açıklamada, bakanlığın, söz konusu Kürt göçmenlere acilen insani yardım sunduğu ifade edildi.
İlk Kurşun

“Başkanlık" ısrarı ve sonuç
Zeynep Gürcanlı
23 Ekim 2017



Ne güzel sözdür; “Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan oldu…”
Kuzey Irak'ta Mesud Barzani'nin yaşamakta olduğu da tam olarak bu…
“Bağımsızlık referandumu” diye yola çıktı, elindekilerden de oldu.

Iraklı Kürtler, anayasayı hiçe sayarak Kerkük'te hakimiyet kurmuştu. Kerkük yeniden Bağdat yönetiminin kontrolüne geçti.

Kuzey Irak'ta “bölgesel yönetim” adı altında adeta “devlet gibi” işleyen bir yapı kurulmuştu. Şimdi bu yapıyı oluşturan iki Kürt aşireti, Talabani ve Barzani grupları neredeyse sıcak çatışmanın eşiğine geldi.

Barzani, Türkiye'yle sınırları, Talabani ise İran'la sınırları kontrol ediyor, kapılardan geçişte, y
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 23, 2017 8:55 pm    Mesaj konusu: 'Başkanlık' ısrarı ve sonuç Alıntıyla Cevap Gönder

Kürtler, Kuzey Irak'ta Barzani'ye karşı ayaklandı protestolar sürüyor: Ölü ve yaralılar var
19 Aralık 2017



Süleymaniye'deki gösteriler sırasında 5 kişinin öldüğünü belirtildi

Kerkük elden gidince, Irak halkına ait Kerkük petrollerini çalarak korsan devleti bugüne kadar idare eden Barzani Yönetimi'nde (IKBY) memur maaşlarının ödenmesi, gecikmesi ve alınan kemer sıkma önlemlerini nedeniyle dün başlayan gösteriler bugün de devam etti. Gösterilere yapılan müdahale sırasında 5 kişinin hayatını kaybettiği 80 kişinin de yaralandığı belirtildi

T24'ün haberine göre; Dün 13 kentte yapılan eylemler ikinci gününde farklı şehirlere de yayıldı. Germiyan, Hewlêr ve Halepçe’de ‘hakkımızı istiyoruz’ diyen kamu emekçilerinin eylemine sert müdahalede bulunuldu.

Kürdistan Demokratik Partisi'nin (KDP) Süleymaniye'deki parti merkezinin yakılmasının ardından göstericiler bugün de Ranya’da Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kürdistan İslami Birlik (Yekgırtu) partilerine ait binaları ateşe verdi.

Ranya Sağlık Müdürü Taha Muhammed, Rudaw televizyonuna yaptığı açıklamada, bugünkü olaylarda 5 kişinin yaşamını yitirdiğini ve 80 kişinin yaralanarak hastanelere kaldırıldığını söyledi.

Birçok noktada protesto gösterileri düzenlenirken Kürdistan Bölgesi Parlamenteri Rabûn Mehrûf'un Süleymaniye’de gözaltına alındığı iddia edildi.

Protestocular, IKBY'den, peşmerge güçleri de dahil olmak üzere güvenlik güçlerinin maaşlarında kesintiye gitme planından vazgeçmesini istiyor. Güvenlik güçleri ise protestoculara biber gazıyla müdahale ediyor.

Referandum, ekonomik krizi derinleştirdi

IKBY, 2014'ten beri Bağdat'ın bütçe kesintileri, göçmenler ve yerlerinden olan kişilerin getirdiği yük ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle ekonomik kriz içerisindeydi.

Bölgede yapılan referandumun ardından petrol zengini Kerkük vilayetinin yönetiminin askeri operasyon sonucu Bağdat hükümetine geçmesi de krizi derinleştirmişti.

Ana Haber
ETİKETLER
ikby protestolar kerkük ekonomik kriz

Fatih Altaylı: 'ABD'nin babana attığı kazığı unutma' derim hep
12 Kasım 2017



"Putin ile Trump, Suriye’nin tek parça olması konusunda uzlaşmışlar"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, ABD ve Rusya'nın, ortak bir bildiri imzalayarak, Suriye krizinde askeri bir çözümün olmadığını duyurmasını değerlendirdi. Rusya'nın, Suriye'nin geleceğinde söz sahibi olacak YPG ile de masaya oturacağını belirten Altaylı, "Barzani’nin ABD’ye güvenerek gaza geldiği her dönemde ben, “ABD’nin babana attığı kazığı unutma” dedim hep ve haklı çıktım. Bu bölgede 'büyüklerin' taşeronluğuna soyunup yatağa giren herkesin de bunu unutmaması lazım" ifadesini kullandı.

Fatih Altaylı'nın "Bu kulaklar neler duydu bu gözler neler gördü!" başlığıyla yayımlanan (12 Kasım 2017) yazısının ilgili kısmı şöyle:

İyi mi kötü mü?

Putin ile Trump, Suriye’nin tek parça olması konusunda uzlaşmışlar.

Böyle okuyunca haber iyi gibi görünüyor.

Ancak detaylar ilginç.

Rusya, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacak tüm gruplarla masaya oturacağını açıklıyor.

Bu gruplar arasında elbette ki YPG/PKK da yer alıyor.

Hani şu silah verdiği için ABD’ye çok öfkeli olduğumuz YPG/PKK.

Tabii şunu da asla unutmamak lazım.

Barzani’nin ABD’ye güvenerek gaza geldiği her dönemde ben, “ABD’nin babana attığı kazığı unutma” dedim hep ve haklı çıktım.

Bu bölgede “büyüklerin” taşeronluğuna soyunup yatağa giren herkesin de bunu unutmaması lazım.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı abd türkiye suriye rusya vladimir putin donald trump ypg pkk

Barzani: Kerkük'te yaşanan büyük bir ihanetti, ABD sessiz kaldı
29.10.2017



Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, "Kerkük'te meydana gelen büyük bir ihanetti" yorumunu yaptı ve ABD'yi Irak ordusunun müdahalesine sessiz kalmakla eleştirdi.
Mesud Barzani, Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin ABD'nin gözleri önünde ve onların silahlarıyla Kürdistan'a saldırdığını söyleyerek, "ABD buna neden sessiz kaldı?" diye sordu.

'İYİ BİR HAZIRLIK YAPMIŞTIK'

Barzani, "Kerkük için iyi bir hazırlık yapmıştık. Maalesef 16 Ekim gecesi bu büyük ihanet gerçekleşti. 16 Ekim gecesi, peşmerge ve halkımıza zehirli bir hançer sapladılar" dedi.

Kerkük'te yaşananlara değinen Barzani şöyle devam etti:
"16 Ekim gecesi Kerkük'te meydana gelen büyük bir ihanetti. Kerkük teslim edildi ve zehirli bir hançer hem halkımız hem de peşmergenin sırtına vuruldu. Bu ihanetle referanduma 'evet' diyen 3 milyon insanın iradesi zor bir sürece sokuldu ve durum zorlaştı. Bu ihanet olmasaydı durum çok daha farklı olacaktı. Kerkük ve diğer bölgelerin korunması için daha önce çok iyi bir hazırlık yapmıştık çünkü saldırı planı masadaydı. Ancak bu ihanet hem Peşmerge hem de halkın moralini düşürdü ve istenilen savunma yapılamadı."

'GELİŞMELERİN HEPSİ ÖNCEDEN PROGRAMLANMIŞTI'

Barzani, "Kürtlerin haklarını tanıma gibi bir anlayışa sahip değiller. Federalizme de inançları yok. Referandumu sadece bahane edip saldırmak istediler. Bu gelişmelerin hepsi daha önce programlanmıştı" dedi.

Peşmerge'ye saldıran Haşdi Şabi güçlerinin ABD yapımı silahlar kullandığını savunan Barzani, "Tuhaf olan şey, ABD'nin terörist ilan ettikleri kişilerin Abraham tanklarına binip Kürtlere saldırmalarına seyirci kalması. Burada bir sorun var. 'Acaba ABD buna neden sessiz kaldı?" diye konuştu.
Referandum öncesinde Kerkük ve tartışmalı bölgelere askeri operasyonun düzenleneceği sinyallerini aldıklarını dile getiren Barzani, "Referandum öncesi birçok defa söylemiştim. 'Bize çok baskıda bulunacaklar.' Çünkü bağımsızlık bedel ister" dedi.

'MEVCUT DURUM GEÇİCİ'

Mevcut durumun geçici olduğunu ve böyle kalmayacağına da değinen Barzani, "Sonuna kadar savaşmaya hazırız. İrademizin kırılmasına izin vermeyip, ölümü tercih edeceğiz" şeklinde konuştu.

Irak ordusunun operasyonunda Kerkük'te kontrolü sağlayan Kürdistan Yurtsever Birliği'ne (KYB) bağlı Peşmerge birliklerinin geri çekildiği ve Kerkük'te Irak güçlerinin kontrolü sağlamasına yardımcı olduğu ileri sürülmüştü.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Meclisi Danışmanı Vagdi Süleyman, Peşmerge'nin Kerkük bölgesinden çekilmesinin Kürdistan Yurtsever Birliği'nin (KYB) bazı yöneticilerinin ihaneti yüzünden gerçekleştiğini belirtmişti.

Süleyman, "Bölgesel ülkeler, Irak hükümeti ve bazı KYB üyelerinin katılımıyla büyük komplo kuruldu. Bu, (IKBY Başkanı Mesut Barzani'nin başkanlığındaki) Demokratik Kürdistan Partisi'ne karşı değil, tüm Kürt halkına karşı bir ihanet" demişti.

Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ise, KYB'li Peşmergelerin Kerkük başta olmak üzere statüsü tartışmalı bölgelerden çekilmeleri nedeniyle yaşadığı karışıklıktan Mesut Barzani başkanlığındaki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) sorumlu olduğunu savundu.
Sputnik

"Barzani hayal kırıklığına uğrayacağını hesap etmeliydi"
03 Kasım 2017



"Kürt siyaseti yeniden şekillenecek"

Siyaset Bilimci ve P24 Bağımsız Gazetecilik Ağı yazarı Sezin Öney, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani'nin görevini bırakmasını değerlendirdi. Öney, "Barzani, son kertede ABD’nin kendisini destekleyeceğini düşündüyse, hayal kırıklığına uğrayacağını hesap etmeliydi" ifadesini kullandı.

“Arada geçen sadece birkaç haftalık dönemde, ‘bağımsızlık zaferi psikolojisi’ birden ‘Kerkük hezimeti psikolojisine’ döndü" diyen Öneyi "Şimdi de Barzani, Kürdistan Bölgesel Yönetimini referandum zaferine taşıyan lider değil, bölgenin kaosa sürüklenmesi ve Kerkük’ün kaybedilmesine yol açmış lider algısıyla ‘emekli’ oluyor" değerlendirmesinde bulundu.

Evrensel'den Şerif Karataş'ın sorularını yanıtlayan Sezin Öney'in açıklamaları şöyle:

Mesud Barzani, bağımsızlık referandumu öncesinde, başkanlık seçimlerinde aday olmayacağı belirtmişti. Ve yaptığı açıklamayla başkanlık görevini bıraktı. Barzani’nin istifa etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Mesud Barzani, zaten görevi bırakacağını referandum öncesinde de net biçimde açıklamıştı. Ancak, referandum sonrasında, ezici bir çoğunlukla Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) halkı tarafından bağımsızlığın büyük coşkuyla desteklenmesinden hemen sonra görevini bırakmış olsaydı, elbette bugünkünden çok daha farklı bir algı ile koltuğundan kalkmış olacaktı. Aradan geçen sadece birkaç haftalık dönemde, “bağımsızlık zaferi psikolojisi” birden “Kerkük hezimeti psikolojisine” döndü. Şimdi de Barzani, Kürdistan Bölgesel Yönetimini referandum zaferine taşıyan lider değil, bölgenin kaosa sürüklenmesi ve Kerkük’ün kaybedilmesine yol açmış lider algısıyla “emekli” oluyor. Bahsettiklerim, algıların genelde nasıl şekillendiği; elbette Barzani’nin yakın çevresi ve Barzani’yi destekleyenler referandum sonuçlarının silinemeyeceğini ve Kerkük ile ilgili yaşananların kendi suçları olmadığını öne sürüyor ve Talabani ailesinden bazı kişilerin “arka kapı pazarlıklarının” sonucu gerçekleştiğini belirtiyorlar. Ne var ki, son kertede, kim ne düşünür ve savunursa savunsun; Mesud Barzani’nin, 2005’te özerk bölgenin “doğumundan beri” başında olduğu KBY liderliğinden hedeflediği gibi “görkemli bir veda” ile ayrıldığını söyleyemeyiz. Barzani’nin “son nefesine kadar peşmerge olarak kalacağı” yönündeki duygusal mesajları da bu durumu şu an için değiştirmiyor. Bugünden tarihe farklı bir okuma mı kalacak, bunu da zaman gösterecek.

"ABD'nin 'müttefiklere sadakat' yaklaşımı yok"

İstifa konuşmasında Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin ABD’nin gözü önünde ve ABD’nin silahlarıyla Kürdistan’a saldırdığını söyleyen Barzani, “ABD buna neden sessiz kaldı?” diye sordu. Barzani’nin yaptığı bu değerlendirmeye ilişkin neler diyeceksiniz?

ABD’nin, KBY’nin bağımsızlık referandumu ertesi Kerkük başta olmak üzere, Kürtler için son derece sembolik, ekonomik ve stratejik önemi olan yerlerin Haşdi Şabi güçleri üzerinden İran’ın siyasi ve askeri etkisi altına girmesine neden göz yumduğu epey bir tartışıldı ve değişik görüşler ortaya sürüldü. Washington’un, referandumun ertelenmesi konusunda Barzani yönetimine inatla ricacı olmasına karşılık, Erbil’den olumsuz yanıt almalarının, “madem öyle, işte böyle” gibi bir intikamcı tavır almasına neden olduğunu öne sürenler var. ABD’den Barzani’nin istifasına yönelik, önceki gün gelen “takdirle karşılıyoruz” açıklaması da, bu yönde bir gönderme içeriyordu.

Buna karşılık, ABD’nin bölgede gücünü ve ağırlığını kaybettiğini, Irak Ordusunun da hem Pentagon hem de Haşdi Şabi desteği ile zaten hesap edilenden de güçlenmesinin bir ‘stratejik körlük’ sonucu gerçekleştiğini iddia edenler var. Peki gerçek nedir?

Her şeyden önce, ABD’de dış siyasetten bahsederken, tek bir odaktan bahsedemeyeceğimizi, bunun hep böyle olduğunu ama Donald Trump yönetimi zamanında karmaşaya varan bir “farklılıklar ortamı” olduğunu unutmayalım. Diğer bir deyişle Washington, Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklemek zorunda, çünkü farklı bir politika veya vizyon ileri sürebilecek ve bunun da yüzde yüz ardında durabilecek yekpare bir siyasi güç konumunda değil şu an zaten. Trump yönetimi altında çok etkin ve yetkin biçimde çalışabilen bir Dışişleri Bakanlığı olduğunu söyleyemeyiz. Bir kere, Obama zamanında yapılan en önemli dış politika hamlelerinden olan İran’la nükleer anlaşmayı çöpe atan bir Trump var, öte yandan Washington’da buna çok da niyetli olmayan diğer aktör ve kurumlar. ABD’nin İran politikası nedir şu an? Bir kere bu bile muğlak...

Bu nedenle, Barzani’ye yönelik “İstifanı takdirle karşılıyoruz” söylemi, Washington’un kendi içinde yaşadığı dış politika kaosunu perdelemek ve “Bizi dinlemedin, başına bu geldi” gibi gerçekten olduğundan güçlü ve tepeden bakan bir izlenim vermek için de olabilir.

Barzani, son kertede ABD’nin kendisini destekleyeceğini düşündüyse, hayal kırıklığına uğrayacağını hesap etmeliydi. Hem ABD’nin Trump döneminde kendi içinde yaşanan yönetim karmaşasından, hem de özellikle bu dönemde, “ittifaklara saygı, müttefiklere sadakat” gibi yaklaşımı yok ABD yönetiminin...

"Kürt siyaseti de yeniden şekillenecek"

Barzani’nin görevi bırakma açıklamasının ardından KDP ile YNK ve Goran Hareketi arasındaki tarihsel olarak da var olan gerilimin yeniden bir çatışmaya doğru gidebileceğine dair gelişmeler yaşandı. Bu süreç nasıl devam edecektir?

KBY’deki farklı siyasi gruplar, zaten Barzani’nin istifası sonrası, parlamentoyu bastı ve bazı milletvekilleri odalarından çıkamadı. Şimdi, Barzani’nin çekilmesiyle beraber, hem Barzani ailesi içinde, hem de KBY’deki diğer siyasi gruplar arasında kozların yeniden paylaşıldığı bir zaman olacak kaçınılmaz olarak. Boşluğu kim dolduracak, kim değişen dengelerden güçlenerek çıkacak; tüm bunların yaşandığı bir hesaplaşma zamanı. Bana kalırsa, KBY’de referandum sürecinde rüzgarın bir anda tersten esmesinde asıl etkili olan Bağdat veya Tahran’ın tavrı ve “Şapkadan tavşan çıkaran” stratejileri kadar, KBY içi siyasi kutuplaşmaların, güç oyunlarının keskinliği. Eğer ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi referandum sonrası tek ses olmayı sürdürse ve savaş tehdidine karşı da “Birlikte bir siyasi tavır” ortaya koysa, gene aynı sonuç söz konusu olur muydu? “Kaçın kurası” diyebileceğimiz devletlere karşı, Kürdistan’ın da “devlet politikası” yürütmesi ve ne olursa olsun kazanan taraf olmakta ısrarcı olması gerekiyordu ki, devlet olarak rüştünü ispat etsin. Derebeylikler gibi, farklı ailelerin farklı tavırlar sergilemesi, bir “devlet bütünlüğü” görüntüsü vermiyor. Ki bu mesele de, bugün veya referandumla ortaya çıkmış bir mesele değil. Aslında, bu darboğazlar da, Kürt politikasının devletleşme sürecinde yaşaması kaçınılmaz durumlardı. Taban ve siyasi aktörler arasında, yeni etkileşimler yaşanacak ve Kürt siyaseti de yeniden şekillenecek...Devletleşme sınavı böyle bir şey işte...

T24
ETİKETLER
ıkby barzani görevi bırazakma hesap haber röportaj abd

“Başkanlık" ısrarı ve sonuç
Zeynep Gürcanlı
23 Ekim 2017



Ne güzel sözdür; “Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan oldu…”
Kuzey Irak'ta Mesud Barzani'nin yaşamakta olduğu da tam olarak bu…
“Bağımsızlık referandumu” diye yola çıktı, elindekilerden de oldu.

Iraklı Kürtler, anayasayı hiçe sayarak Kerkük'te hakimiyet kurmuştu. Kerkük yeniden Bağdat yönetiminin kontrolüne geçti.

Kuzey Irak'ta “bölgesel yönetim” adı altında adeta “devlet gibi” işleyen bir yapı kurulmuştu. Şimdi bu yapıyı oluşturan iki Kürt aşireti, Talabani ve Barzani grupları neredeyse sıcak çatışmanın eşiğine geldi.

Barzani, Türkiye'yle sınırları, Talabani ise İran'la sınırları kontrol ediyor, kapılardan geçişte, yine adeta “devlet gibi” vergi alıyordu. Sınırların kontrolü yeniden Bağdat yönetimine geçmek üzere.

Iraklı Kürtler, Anayasa'da olan “petrol gelirleri Bağdat'la paylaşılacak” maddesini görmezden gelip, petrol ihaleleleri vermeye, çıkan petrolü satıp, kendi kasalarına koymaya başlamışlardı; en zengin petrol kuyuları Irak ordusu tarafından Kürtlerden alındı.

Ve özellikle de, “sanki devletmiş gibi” Batı'nın sağladığı tüm imkanları tek tek kaybettiler Barzani ve ekibi… Bir dönem peşmergeye silah yardımı yapan, askeri eğitim veren başta Almanya gibi Batı ülkeleri, “verdiğimiz o silahları sakın Irak ordusuna karşı kullanmayın” diye ültimatom çekiyor bugünlerde Barzani'ye…

Peki, adeta “devletmiş gibi” davranırken, üstelik Batı'dan -hatta bir ölçüde AKP hükümetinden (Barzani geldiğinde Başbakanlık'a çekilen, havaalanına asılan Kürdistan bayraklarını hatırlayın)- “devletmiş gibi” muamele gören Barzani neden bu kumarı oynadı?

Bunun için Kuzey Irak'ta yaşananlara bakmak gerekiyor.
Barzani, yaklaşık iki yıldır “kanunsuz” şekilde “Kuzey Irak Bölge Başkanı” koltuğunda oturuyor. İki yıl önce yapılması gereken başkanlık seçimlerini iptal etti. Yetmedi. Buna karşı çıkan parlamentoyu da çalıştırmadı, adeta dağıttı.

Barzani aşiretinin mensuplarının, liyakata hiç bakılmadan en kritik görevlere atanması sonucu, Kuzey Irak'ta yolsuzluk ayyuka çıktı. Kanunsuz da olsa o kadar petrol satışına, Türkiye gümrüğünden gelen “vergilere” rağmen bölge ekonomik çöküşün eşiğine geldi. Bir dönem memur maaşları bile ödenemedi.
Koltuğu kaybetmek üzere olan Barzani'nin, kendi halkına “bağımsızlık” dışında vaat edecek herhangi birşeyi kalmamıştı.

Üstelik, “bağımsızlık”la gelecek yönetim yapısı değişikliği, yeni anayasa ve yasalar, Barzani'nin yeniden “başkan” seçilmesini engelleyen kısıtlamaları da ortadan kaldıracaktı.

Ve Barzani'nin “başkanlığı” uğruna Kuzey Irak'taki Kürtlerin başına gelmeyen kalmadı.

Sınırları, anayasayı, hukuku, imkanları bu kadar zorlamamak lazım…
Sözcü

"Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nnden Irak'a garip teklif: Habur'u Amerikalılarla birlikte kontrol edelim"
02 Kasım 2017



Habur'daki İbrahim halil sınır kapısının kontrolü Türk askerleri ile Irak ordusunun ortak girişimiyle Iraklı güçlerin eline geçmişti.

BBCT'nin haberine göre; Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), Habur'daki geçiş noktası İbrahim Halil sınır kapısını ABD'lilerin gözetiminde, Bağdat'la birlikte kontrol etme teklifini getirdi.

Bölgeye ABD'li bağımsız gözlemcil(!)erin de yerleştirilmesini öneren IKBY'nin Savunma Bakanlığı, "Irak anayasası çerçevesinde kalıcı bir çözüm bulunana kadar, bu sınırlı ve geçici çözüm taraflar açısından da iyi niyet göstergesi olacaktır" dendi.

Irak ordusu salı günü (31 Ekim 2017) sabah saatlerinde İbrahim Halil sınır geçişinin kontrolünü peşmerge güçlerinden almıştı.

Irak Başbakanı Haydar el İbadi, IKBY'nin 25 Eylül'de düzenlediği bağımsızlık referandumunun anayasaya aykırı olduğunu ve IKBY'nin kontrolü altında olan tüm gümrük kapılarının kontrolünün merkezi yönetime devredilmesi gerektiği çağrısını yapıyor.

Bu hafta Irak ordusunun kontrolüne geçmeden önce İbrahim Halil sınır kapısı, 27 yıl boyunca peşmerge kontrolünde kalmıştı.

Ana Haber

Barzani: Belki de Ruslar, ABD'den daha iyi dosttur
07.11.2017



Eski Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, referandum sonrası ABD'nin tutumunundan dolayı şok olduklarını söyledi ve Rusya'ya yakınlaşma mesajı verdi. Barzani, referanduma Rusya'nın pozitif baktığını ifade ederek, "Belki de Ruslar ABD'den daha iyi bir dost olabilirler" dedi.
Barzani, 25 Eylül'de yaptıkları bağımsızlık referandumu kararından pişman olmadıklarını belirterek, referandum sonrasında ABD ile ilişkileri yeniden değerlendireceğini söyledi. Habertürk'ün habarine göre, Barzani referandum sonrası istifası ile sonuçlanan olaylardan sonra ilk kez ABD radyosu NPR'den Jane Arraf'a konuştu.

'ABD'NİN KERKÜK'ÜN ALINMASINA SES ÇIKARMAMASINA ŞOKE OLDUK'

Bölgede referandumdan sonra kaybedilen onca şeye rağmen referandum kararından pişman olmadığını belirten Barzani, "İran destekli paramiliter güçlerle, Irak Ordusu'nun, ABD'nin kendilerine tedarik ettiği tanklar ile petrol kenti ve Kürtler için önemli bir kent olan Kerkük'ü almasına ABD'nin ses çıkarmamasına şoke olduk" dedi ve ekledi: "Amerikan silahları, Abram tankları ve ABD'nin Irak ordusuna DEAŞ ile mücadele etmesi için verdiği silahları kullanıyorlardı. Ama bu silahları insanlar üzerinde kullandılar ve Amerika sessiz kaldı. Tabii ki bu beklenmedik bir durumdu. Yani ABD ile ilişkileri ciddi bir şekilde revize edeceğimizi söyleyebilirim."

'İNSANLARIN ABD'YE OLAN SEVGİSİ UMUDU VE GÜVENİ AZALDI'

Barzani, Rusya'nın referanduma daha pozitif yaklaştığını ve bugün 'Rusların Amerika'dan daha iyi bir dost olabileceğini' de ifade ederek, "Kürt savaşçıları, genelde ödeme almadan, yetersiz ekipmanla hem el-Kaide hem IŞİD'le savaştı" dedi.

Kürt bölgesinde yaşayanlar üzerinde 16 Ekim ve sonrasında yaşananların etki bırakacağını söyleyen Barzani, "Çünkü, insanların ABD'ye olan sevgisi, umudu ve güveni azaldı ve her geçen gün azalmaya devam ediyor" diye konuştu.
Sputnik

"Suriyeli Kürtler, ABD'nin kendilerini terk etmesinden korkuyor"
15 Aralık 2017



AFP'ye göre ABD'nin bölgeden çekileceğine yönelik endişeler Suriye Kürtlerini Rusya'nın yörüngesine sokuyor olabilir

Fransız haber ajansı AFP'ye konuşan Suriye Kürtleri, Türkiye ve Şam rejimi karşısında yalnız bırakılmaktan korktuklarını söyledi. Ajansa göre ABD'nin bölgeden çekileceğine yönelik endişeler Suriye Kürtlerini Rusya'nın yörüngesine sokuyor olabilir.

Haber AFP'nin Kamışlı'daki muhabiri Delil Suleyman'ın imzasını taşıyor. Haberde, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün büyük darbe aldığı Suriye'nin kuzeyinde, Kürt grupların en büyük destekçileri ABD'nin onları 'yüzüstü bırakacağından' endişe ettikleri belirtiliyor.

AFP'deki haberde, Suriye Kürtlerinin IŞİD'e karşı yürütülen mücadelenin önemli aktörlerinden olduklarına dikkat çekiliyor ve ABD'nin Türkiye'nin sert tepkisine rağmen Kürt Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) silah desteğini sürdürdüğü hatırlatılıyor. Türkiye YPG'yi PKK'nın bir uzantısı olarak görüyor.

"IŞİD'in zayıflatılması ile dengeler değişecek"

Suriye'de Kürt yetkililerin son 4 yılda kurumsal yapılar oluşturduklarını kaydeden AFP'ye göre bölgede IŞİD'in zayıflatılması ile dengeler değişecek. Yıllar süren zorlu operasyonlar sonucu IŞİD şimdi Suriye topraklarının ancak yüzde 5'inde tutunabiliyor.

"Kürtler, siyasi kazanımlarını kaybetmekten kaygı duyuyor"

YPG'nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) ABD'nin desteğiyle IŞİD'in "fiili başkenti" Rakka'yı geri alması, AFP'ye göre Suriye'de Kürtlerin en büyük zaferi. Rakka'nın geri alınmasından haftalar sonra ise ABD Suriye'de yaklaşık 2000 kişiden oluşan askeri gücünün bir bölümünü geri çekmişti. AFP'ye göre Suriye Kürtleri şimdi ABD'nin bu ortaklıktan uzaklaşması sonucu siyasi kazanımlarını kaybetmekten kaygı duyuyor.

"İşleri bitince bizi tamamen unutacaklar"

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke iline bağlı Kamışlı ilçesi, bu kazanımlar açısından kilit bölgelerden olarak görülüyor. Kamışlı, Kürt güçlerin fiili olarak ilan ettiği özerk bölge içerisinde yer alıyor. AFP'ye konuşan 37 yaşındaki Rafea İsmail, arabasından kadın aksesuarları satarak ekmeğini kazanıyor. İsmail, "Amerika bizi uzun süre piyon gibi kullandı. Şimdi korkuyoruz. İşleri bitince bizi tamamen unutacaklar" diyor.

45 yaşındaki yabancı dil öğretmeni Naval Farzand ise Rakka'yı IŞİD'den Kürtlerin kurtardığını, bu yüzden "ABD'nin onları terk edip Türkiye'ye yaklaşmaması gerektiğini" söylüyor.

"Kürt halkına yönelik bir tehdit, Türkiye"

YPG'nin kadın birliği YPJ'den (Kadın Savunma Birlikleri) Nesrin Abdullah de cihatçı grupların işinin bitmediğini belirtiyor. Deyrizor kentinin doğusundaki IŞİD savaşçılarının uyuyan hücrelerden saldırılar düzenlendiğini ifade eden Abdullah, "Koalisyon güçlerinin burada kalarak güvenliği ve istikrarı sağlaması önemli. Çünkü IŞİD tehdidi sürüyor" diyor. Abdullah'a göre, "Kürt halkına yönelik bir tehdit de, Türkiye".

"ABD, Kürtler'e sırtını dönerse, bu Türkiye'ye en büyük hediye olur"

30 yaşındaki İngilizce öğretmeni Nada Abbas ise "ABD, IŞİD'e karşı savaş bitince Kürtler'e sırtını dönerse, bu Türkiye'ye en büyük hediye olur" yorumunda bulunuyor. Abbas, "Geçmişte olduğu gibi bize saldırırlar. Türkiye tehdidi hiç bir zaman bitmeyecek" ifadelerini kullanıyor.

"Suriyeli Kürtler için, Erdoğan Esad'dan daha tehlikeli"

Türkiye'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'dan daha tehlikeli olduğu görüşünü dile getiren Yeni Amerikan Güvenlik Merkezi isimli düşünce kuruluşndan Nicholas Heras, sözlerini şöyle sürdürüyor: "(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan açık açık söyledi: ABD yoldan çekilirse hepsini PKK gibi gördüğü Kürtleri vurmaya niyetli."

T24
ETİKETLER
suriye kürtler pyd abd esad erdoğan türkiye

ABD'den YPG'ye 10 tugay gücünde yardım!
18 Aralık 2017



ABD'nin YPG'yi düzenli orduya dönüştürdüğüne vurgu yapan emekli Albay Erol Başaran Bural, ABD bütçesinde örgüte ayrılan yardımın, '10 tugay gücüne denk' olduğunu söyledi.

ABD'nin 2018'de terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG'ye 500 milyon dolarlık silah, teçhizat, araç, mühimmat ve ekipman vereceğini ortaya çıkmasının ardından Pentagon'un Suriye bütçesinin detayları tartışılmaya devam ediyor.

Uluslararası terörizmle mücadele uzmanı emekli albay ve 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi Başkanı Erol Başaran Bural, 2017'ye göre 8 kat artan silah yardımının en önemli detaylarından birinin 100 milyon dolarlık üniforma ve kişisel teçhizat yardımı olduğunu belirtiyor.

100 MİLYON DOLAR'LIK ÜNİFORMA

Bural, "ABD askeri mevzuatına göre standart kıyafet paketi içerisinde; üniforma, bot, parka, sırt çantası, yağmurluk ve iç çamaşırı gibi arazide personelin giyeceği birçok kıyafet bulunuyor. Kişisel teçhizatlar içerisinde ise arazide üzerinde yatılacak mat, uyku tulumu, kompozit başlık, balistik koruyucu yelek ve koruyucu gözlük gibi malzemeler yer alıyor" dedi

Bural ana omurgasını YPG terör örgütünün oluşturduğu SDG'ye (Suriye Demokratik Güçleri) verilen teçhizatın örgüte değişik kabiliyetler kazandırdığını vurguluyor:

SDG'ye personelin çatışmada başını koruyacak kompozit başlık ve vücudunu koruyacak balistik koruyucu yelek verilmiş ise; PKK/PYD'ye yeni bir imkân ve kabiliyet kazandırılmış demektir. 100 milyon dolar harcanacak 25 bin tek tip kıyafet sayesinde PKK/PYD sözde bir 'ordu' görünümüne kavuşacak. Silahların yanında tek tip üniforma önemsenmese de ABD tarafından PKK/PYD'ye yardımların 'kapalı mesajı' olarak değerlendirilmelidir. ABD tarafından Suriye kuzeyinde sözde bir Kürt ordusu yaratıldığı açıkça görülüyor.

10 TUGAY, 3 KOLORDU

Bural, SDG'nin silahlı gücünü şöyle değerlendiriyor: Pentagon'un 2018 bütçesinde 30 bin, 2017 bütçesinde ise 40 bin SDG mensubunun eğitildiği ve silahlandırıldığı belirtiliyor. Resmi olarak açıklanan sayıları ve bunların en düşük olanlarını değerlendirdiğimizde; PKK/PYD'nin yaklaşık 35 bin civarında silahlı bir gücü olduğu düşünülse Türkiye için büyük güvenlik tehdidi ortaya çıkıyor. Standart bir ordunun 'tugay' seviyesindeki gücü yaklaşık 3 bin-3 bin 500 kişiden oluşur. Yani yaklaşık 10 tugay kadar bir güç resmi olarak eğitilip donatılmış. Bu da yine yaklaşık 3 kolordu büyüklüğüne eşit gelir ki bu bile oldukça büyük bir rakam.

12 BİN KALAŞNİKOF

Emekli albay Bural, terör örgütüne yapılan silah yardımının ne kadar büyük olduğunu şöyle anlatıyor: ABD terör örgütüne 2018'de 12 bin AK47 kalaşnikof, 1.000 AT-4 ya da SPG-9 anti-tank füzesi, 5 bin 500 el bombası ve çeşitli çapta 235 havan verilecek.

İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre 2017'de (01 Ocak-11 Aralık) ele geçirilen toplam silah miktarı 3 bin 135. Ele geçirilen AT-4 tanksavar füzelerinin miktarı ise 21. Yakalanan el bombası sayısı 3 bin 302. Muhtelif çaplarda 21 adet havan da güvenlik güçlerimiz tarafından ele geçirildi. Bu rakamlara bakarak bile yapılan silah yardımının ne kadar büyük olduğunu anlamak mümkün.

EN CİDDİ TEHLİKE EĞİTİM

Erol Başaran Bural, örgüte verilen askeri eğitime dikkat çekiyor: ABD ile birlikte diğer batılı ülkelerin Özel Kuvvetleri'nce verilen eğitim ile hareket kabiliyeti yüksek, yerleşim birimlerinde savaşabilen, mayın ve el yapımı patlayıcı tehditlerine karşı koyabilen, zırhlı birliklere karşı anti tank silahlarını etkin kullanabilen, düşman gerisine sızarak lojistik ve komuta merkezlerini hedef alabilen birlikler yetiştiriliyor.

İki hafta sürdüğü bilinen bu eğitimlerin öncesinde PKK/PYD tarafından eğitime katılanlara terör örgütünün klasik ideolojik eğitimi ile silah kullanma teknik ve taktikleri, çatışmada uygulanacak hareket tarzları, ilk yardım ve yaralılara tıbbi müdahale, keşif ve gözetleme konularında temel askeri eğitim verildiği biliniyor.

ABD silahları geri alsa bile, verilen özel kuvvetler eğitimi geri alınabilir mi? 'En etkin silah, eğitilmiş insandır' prensibine göre verilen eğitimler sayesinde PKK/PYD'ye kazandırılan imkân ve kabiliyetler Türkiye için daha büyük bir ulusal güvenlik tehdidini içeriyor. Eğitim almamış ve etkin olarak kullanacak adam olmadığı sürece en teknolojik silahlar bile anlamsız kalır.

Haber Fedai
Etiketler : abd, pkk, ypg, sdg, Pentagon

Bağdat’tan IKBY'nin sınır kapılarını teslim alma kararı
02.01.2018



Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Türkiye ve İran'la olan sınır kapılarının kontrolünün merkezi yönetime teslim edilmesi kararı alındığı bildirildi.
Irak Başbakanı Haydar el İbadi'nin danışmanı İhsan el Şammari, kişisel sosyal medya hesabından yaptığı yazılı açıklamada, "IKBY'nin, krizin sonlandırılmasını ve anayasayı hakem olarak kabul etmesi üzerine, Türkiye ve İran ile olan sınır kapılarının teslim edilmesi ve sınır ve gümrük kapılarıyla havalimanlarının yönetimi için yüksek komite kurulması kararı alındı" ifadelerini kullandı.

Merkezi yönetime bağlı söz konusu komitenin çalışma planı hazırladığını da belirten Şammari, IKBY teknik komitesini beklediklerini aktardı.
Şammari, IKBY'deki eğitim ve sağlık alanlarında memur isimlerinin tespit edilmesi için ikinci komitenin de kurulduğunu vurgulayarak, oradaki Su Kaynakları Bakanlığına bağlı memurların maaşlarının ödenmesi kararının alındığını kaydetti.

"Referandum mazide kaldı" ifadelerini kullanan Şammari, açıklamasında IKBY'de merkezi yönetime bağlı memurların da toplantı için Bağdat'a çağrıldığı bilgisini de paylaştı.
Sputnik

Cüneyt Cebenoyan: Ablamı ve Onat Kutlar'ı PKK öldürdü; bu sessizlik istisna değil
Işıl Öz
11 Ocak 2018



"Katile katil demezseniz, mağdura da mağdur dememiş olursunuz"

Geçen 30 Aralık, The Marmara Oteli’nde Yasemin Cebenoyan ve Onat Kutlar’ı öldüren bombanın patlamasının 23. yıldönümüydü. Yasemin Cebenoyan hayatını hemen orada yitirmişti. Onat Kutlar ise 11 Ocak’ta öldü.

Cüneyt Cebenoyan, ablası ve Onat Kutlar’ın PKK tarafından öldürülmesi karşısındaki sessizliğe tepkili. Bu sessizliğin bir istisna olmadığını belirterek.

Cebenoyan, “Ablamın katilleri PKK’lı. PKK, sadece ablamı öldürmedi, binlerce insanımızı öldürdü. Öldürmeye devam edecek. Çünkü PKK’nin işi bu. Mesela 92-96 yılları arasında sadece Diyarbakır’da öldürdüğü öğretmen sayısı 27! Diğer sivilleri, diğer kentleri, diğer yılları saymıyorum.

Başka hiçbir eylemi bilinmeyen İBDA-C’nin 1994’te The Maramara Oteli’ndeki patlamayı reklam amaçlı üstlenmesinin arkasına saklanılıyor ve PKK’nın gerçek fail olmadığı iddia ediliyor. Peki, siz bu bombalama öncesinde ya da sonrasında bir İBDA-C eylemi hatırlıyor musunuz? Hatırlamıyorsunuz, hafızanızı zorlamayın. Çünkü 'İBDA-C’nin böyle bir eylem yapma gücü ve potansiyeli olmadı'. Bu, o dönemde Ruşen Çakır’ın, yani İslami örgütler konusunda en bilgili kişilerden birinin bana söyledikleri…” diyor.

Ne olmuştu?

Polis bazı telefonları takip etti, Sultanahmet’e bırakılan ve nihayetinde infilak edip yine ölümlere yol açan bir bombalı aracı yerleştirenleri buldu. O kişilerin PKK üyesi oldukları ve The Marmara Oteli’ni bombaladıkları ortaya çıktı. İtiraf ettiler. Yattılar, çıktılar. PKK’den, kurumsal bir ses çıkmadı. Mecliste, Toplumsal Bellek Platformu olarak BDP’yi ziyaret etmiştik. Konuyu açtığımda BDP milletvekillerinin söylediği bu tarz cinayetler hakkında ileride özür dilenebileceğiydi... Eğer, bir komisyon kurulur, hakikatler araştırılırsa... Bu eylemle PKK’nin alakası yok demeyecek kadar dürüsttüler, sağ olsunlar.

Sonraları, içeriden de haberler duyacaktım. PKK’lılarla birlikte içeride yatanlardan, 'hataydı, oldu' sözlerini duyanlar vardı. PKK’liler şundan dolayı hataydı diyorlardı; umulmadık birisi ölmüştü: Onat Kutlar! Bombalama eylemi belli bir kişiyi hedef alan bir suikast girişimi değildi. Bombanın sıradan insanları, tercihen turistleri öldürmesi bekleniyordu, böylece Türk turizmine darbe vurulacaktı. Ama hesapta olmayan bir aydın öldü. Göğüslerini gererek sahip çıkacakları bir eylem olmadı sonuçta. PKK militanı Deniz Demir saldırıyı üstlenince, PKK üstlenmiş oldu. Merkez reddetmemekle yetindi.

Apaçık PKK eylemlerini bile kınamayanlardan, bu eylemi kınamalarını beklemek abes. Kınamadılar kınamayacaklar. Failleri, ad vermeden lanetliyecekler, laf olacak, torba dolacak, dostlar alış verişte görecek, yasak savılacak. Yani aslında kimse lanetlenmeyecek.”

“PKK lanetlenmiyor”

Cebenoyan: “Katile katil demezseniz, mağdura da mağdur dememiş olursunuz. Eğer katili adını vererek lanetlemezseniz, katili koruyup kollamış olursunuz. PKK, hiçbir cinayetinde lanetlenmiyor benim ait olduğum çevre tarafından. Benim şehrimde, Dolmabahçe’de katliam yapıyorlar; orada bulunma ihtimali hayli yüksek insanların sosyal medya paylaşımlarına bakıyorum; PKK lanetlenmiyor. Bir umutla bekliyorlar, saldırıyı yapan örgüt IŞİD çıksın diye; çıkmıyor. O zaman, sessizlik. Bunun bin tane örneği verilebilir. Kendimi ait hissetmek istediğim çevre, kurbandan çok katilin yanında yer alarak, bana kendimi değersiz hissettiriyor. Solun önemli bir kesimi aldıkları tavırla PKK kurbanlarına kendilerini nasıl çaresiz, nasıl yalnız, nasıl değersiz hissettirdiklerini zerre kad

ar düşünmüyor. Benim ablamın katili eğer saygın biriyse, o zaman ablam, ben, benim ailem değersizdir. PKK’nin kutsal savaşında ölmesi caiz figürlerdir. Ablamın yerinde ben de olabilirdim, herkes olabilirdi. Onun ölümüyle ailem çöktü. Hepimiz öldük.”

PKK “terörist” midir?

Hiçbir örgüt terörist değildir. Terör eylemlerini yapanların nihai bir amacı, bir ideolojisi vardır. Radikal islamcıdır, anarşisttir, Maoisttir, milliyetçidir, şudur budur bu örgütler. Terör bir araçtır, nihai amaç değil. Sadece bu yüzden PKK için terörist örgüt demem. Yoksa en korkunç terör eylemlerini yapmaktan kaçınmayan, en temel insan hakkı olan ‘yaşama hakkına’ saygı duymayan ve bu nedenlerle faşizan, milliyetçi, Kürtçü bir örgüttür PKK/YPG. Canlı bombalarıyla, bombalı araçlarıyla IŞİD’le aynı cinayet tekniklerini uygulamaktadır. Ama IŞİD de terörist değildir, PKK gibi. Terörü bir araç olarak kullanan örgütlerdir bunlar.

IŞİD gibi bomba yüklü araçları, intihar eylemcilerini şehirlerin ortasında patlatmanın; alış veriş merkezlerini yakmanın, derme çatma karakollardaki 20 yaşındaki çocukları öldürmenin, insanlık suçu sayılan mayınları döşeyip patlatmanın çok devrimci ve sosyalist eylemler olduğunu iddia etmek isteyenler var. Bunlar dolaylı olarak Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan’ın öldürülmeleri gerekliydi, iyi de oldu demiş oluyorlar. PKK her türlü insanlık suçunu işleyecek ama devlet de bunları suç olarak tanımladığı için ben susmak zorunda kalacağım! Öldürülen kendi canım, kanım olsa da sesimi çıkarmayacağım! PKK’ye sosyalist değildir bile diyemeyeceğim! Dersem devletin diliyle konuşmuş olacağım! Öyle mi? Öyle değil!

PKK askeri bir örgüt. Barış filan istemediği açık. Kürtler çok zulüm gördü. Ama zulüm görmek zulüm etmeyi meşrulaştırmaz. İntikam mantığı sadece bir şiddet sarmalı yaratır ve militarizm ile milliyetçiliği besler. Ayrıca şiddete maruz kalanlar, şiddeti yaratanlar ve ondan çıkar sağlayanlar değildir çoğunlukla. Her iki tarafta da masumlar ölüyor. Ama burada bir Kürt meselesi çözümlemesi yapacak değilim. PKK’nin herhangi bir sivil insan hakkı için bir eylem örgütlediğini ben bilmiyorum.

Suriye’de PKK değişik adlar alıyor: YPG, YPJ ve Suriye Demokratik Güçleri. Hepsi aynı kapıya çıkıyor, o kapı da PKK. Adrian Fisk’e göre Suriye Demokratik güçleri Suriyeli değil (Türkiyeli demek istiyor sanırım), ağırlıklı olarak Kürt ve zerre kadar demokratik değil. Duvar Gazetesi Fisk’in yazısını çevirirken bu “zerre kadar” tanımlamasını atlamış. Uluslararası Af Örgütü’ne göre YPG savaş suçlusu. İsteyen arayıp bulur Amnesty International’ın raporunu. YPG’nin, Peşmerge ve ABD desteğiyle IŞİD’e karşı Rojava savunmasına diyecek bir şey yok. Ama YPG orada durmadı. ABD’nin kara gücü olarak Suriye’de Kürt olmayan bölgeleri işgal ediyor. IŞİD’e karşı mücadele herşeyi meşru kılarmış gibi... Şu özgürlük savaşçısı kavramına gelirsek... Nikaragua’daki Kontralar da özgürlük savaşçısıydı, Afganistan’daki Taliban da, Libya’daki El Kaideciler de... Amerikan çıkarlarına uygun hareket eden herkes özgürlük savaşçısı sıfatına layık görülebilir. CIA destekli bu hareketlerin belirleyici özelliği, o günün konjonktüründe emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmesidir. Bu özgürlük savaşçılarından hiçbiri devrimci değildi. Olmamıştı. Benim de iddia ettiğim bundan ibaret. YPG’nin devrimcilik sıfatını hak etmediğini düşünüyorum. Yoksa ona başka sıfatlar yakıştırabilirsiniz.

Fatih Akın’ın Rojava’ya dair paylaşımı sonrası Facebook’ta yazdıklarınız eleştirilmişti. Konu ile ilgili söylemek istedikleriniz var mı?

O yazı sonrası, muhbir, Kürt meselesine ve Kürtlerin çektiklerine zerre kadar önem vermeyen, ön yargılı biri olarak ilan edildim. Suçlamaların canımı acıttığı bir yıldı.

İrfan Aktan, Duvar’daki feci yazısında, Ahmet Şık’ı yayımlanmayan kitabı nedeniyle hapse attıran FETÖ + AKP ittifakıyla tıpatıp aynı şeyi yaptığımı ima etti.

Birikim dergisinde Orhan Koçak, beni muhbir ilan etti. Koçak’a göre ben Fatih Akın’ı ihbar etmiştim. Yaptığım Büyükada toplantısında tutuklanan insan hakları savunucularına yapılan ile aynıydı.

Aktan ve Koçak içerik olarak barbarca olsalar da biçimsel olarak bir seviyeyi tutturuyorlardı. HDP’li bir yönetici olan Pınar Yiğitoğulları’nın ise biçimsel kaygıları filan yoktu. O dere tepe dümdüz gitti. Bu kişi, benim de oy verdiğim, bütün entellektüellerin, solcuların büyük çoğunun oy verdiği partiden biri. Özgür Gündem’e nöbetçi yayın yönetmeni olmuş biri.

Yakın zamanda Aytekin Yılmaz’ın İletişim’den çıkan kitabı “Yoldaşını Öldürmek”i okudum. PKK, DHKP-C ve TİKKO kendi yoldaşlarını aynı gerekçelerle öldürmüştü. Yani muhbir olmakla, hainlik yapmakla. Beni muhbirlikle suçlayanlarla, o örgütlerin yoldaş katili üyeleri arasındaki fark bir doz farkı gibi geliyor bana. İçinde bulunduğunuz siyasi kanata dair eleştiri getirdiğiniz anda, karşı tarafın adamı, hain ve muhbir oluyorsunuz. PKK, bir gece yoldaşının boynunu iple sıkarak öldürüyor, İrfan Aktan ve Orhan Koçak gibiler adamı sosyal olarak öldürüyorlar. Yaptıkları fikir tartışması filan değildi, çünkü tamamen yalanlar üzerine kurmuşlardı söylemlerini. Amaçları beni sosyal olarak öldürmek, aforoz etmek. Bu yaştan sonra sağcı olacak değilim. Dertleri beni sol çevreler içinde yaşayamaz hale getirmek. Beceremeyecekler çünkü en hafif tabiriyle cahilce şeyler yazıyorlar.

Konu ablamın katillerine övgü olursa bazen öfkemi dizginlemem, dizginleyemem.

Fatih Akın Rojava’ya dair yeni film projesini bir propaganda afişiyle tanıttı. Afişte “DAESH’i ez. YPG * YPJ Özgürlük Savaşçılarını (Freedom Fighters) Destekle. Rojava’da demokratik devrimi savun”, yazıyordu. Bu tanıtım benim için Fatih Akın’ın YPG-YPJ ile arasına hiçbir mesafe koymadığı anlamına geliyor. Şöyle düşünün: İslami eğilimleri olan bir yönetmen IŞİD’e dair bir propaganda afişi paylaşıyor. Afişte: “Amerikan emperyalizmini ve onun uşağı YPG’yi ez. IŞİD’in cihadını destekle. Bağımsız İslam Devletini ve Rakka direnişini savun” yazıyor. Yönetmen, bu afiş vasıtasıyla yeni projesinin Suriye’ye dair olduğunu söylüyor. Yönetmenin yaşadığı ülkede IŞİD’e büyük sempati olduğunu da düşünün. Böyle bir film projesi tanıtımı beni kızdırırdı örneğin. Böyle bir yaklaşımla bir film yapılmasına tepki gösterirdim.

Konuyla ilgili çok kişi görüşümü sordu. Akın’ın, Türkiye’yi ve Türklüğü Batı’nın hoşuna gidecek bir resimle sunduğunu katiyen demediğimi defalarca dile getirdim. Ağzımdan Türklük diye bir kavram çıkmadı, çıkmaz. Ama Fatih Akın’ın Almanya’daki trendlere uygun filmler çektiğini söyledim. The Cut’ın, Alman Parlamentosu’nun soykırım tasarıyla benzer tarihlerde çekilmiş olmasını, bu tarz bir eğilimin işareti olarak değerlendirdim. YPG/YPJ’nin bugün Batı’daki imajı “özgürlük savaşçısı” kahramanlardır. Akın, bu egemen görüşün filmini yapmaya soyunmuş. Akın’ın vatandaşı olduğu ve yaşadığı ülke olan Almanya’da risk almayan filmler çektiğini, bu konuların zaten ülkesinin egemen ideolojisini yansıttığını söyledim. Stefan Zweig, Brezilya’da Nazi Almanyası ile ilgili soruları yanıtlamaz çünkü “risk almıyorsa, konuşmayı müstehcen derecede çirkin” bulur. Brezilya’da Almaya hakkında konuşmak risksizdir, o nedenle konuşmaz. (Maria Schrader’in “Vor der Morgenröte” filminden). Aydın risk alır, trendlere uymaz. Akın, risk almıyor. Batıda geçerli olan, egemen ideolojinin diliyle konuşuyor ama o bunu muhaliflik ve hatta devrimcilik sanıyor olabilir.

Yeni filmiyle Akın’a Amerika kapısı açıldı. Hayırlı olsun, filmi görmediğim için bir şey söyleyemem.

T24
ETİKETLER
onat kutlar yasemin cebenoyan pkk sessizlik tepki haber cüneyt cebenoyan
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3  Sonraki
2. sayfa (Toplam 3 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com