EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kürt Meselesi mi,"Kürdistan Meselesi" mi?
Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Ekm 01, 2008 5:27 pm    Mesaj konusu: Kürt Meselesi mi,"Kürdistan Meselesi" mi? Alıntıyla Cevap Gönder

Bu Düzen Değişmedikçe Bu Kan durmaz...
Murad Salih

Aktütün Karakolu’unun 1992 yılından 2008 yılına kadar 5 kez baskına uğradığını ve 50’ye yakın askerin bu baskınlarda öldüğünden sözediyor medya...

Televizyonda konuşan bir emekli asker (muhtemelen Osman Pamukoğlu paşa); “ne 5’i? Bu karakol tam 38 kere vuruldu” diyor...

Bölgeyi iyi bilen Pamukoğlu paşa, bu karakol düzeninin kaçakçılığı önlemek amacıyla kurulduğunu ve PKK ile savaşta faydadan çok zarar getirdiğini, açık hedef teşkil ettiğinden zayiatları arttırmaktan başka bir işe yaramadığını ifade ediyor SKY-TÜRK’te...

Beşinci veya otuzsekizinci kere vurulduktan ve sayısı meçhul asker zayiatı verildikten sonra GKB nihayet bu karakolun yerinin değiştirileceğini açıklıyor...

Halbuki Pamukoğlu paşa “karakolu nereye kurarsan kur hedef tahtası olur. Bu savaşta hareketsiz olanın hayatta kalma şansı yoktur... Oradaki bütün karakolları kaldıracak ve askeri sürekli hareket halinde olacağı bir düzene sokacaksın” diyor..

Neticede tecrübe konuşuyor... Kulak vermek lâzım..

Ama kim kulak verecek?

Ankara’daki yetkili komutanların işleri başlarından aşkın...

Laikliği koruyacaklaaaar...

“Cumhuriyetin kazanımlarından asla taviz vermeyecekleeer...

“Atatürkçü düşünce sistemi”ni ne yapıp edip “bu cahil halka” özümsetip benimsetecekleer...

CHP’yi iktidara getirmek için planlar, programlar ve andıçlar yapacaklaaar...

Bir koldan medyayı bağlarken, diğer koldan yargıyı manuple edecekleeeer...

Başörtülü asker analarının, bacılarının, karılarının kızlarının, teyzelerinin ve diğer hanım hısım ve akrabalarının kışlalara ve askerî tesis/bölge/lojman/orduevi/hastahane/dinlenme kamplarına sokulmaması için ek tedbirler geliştirecekleeer...

Başörtüleriyle okumak isteyen gençkızlarımızın heveslerini kursaklarında bırakmak ve onlara dünyayı zindan etmek için yeni yol ve yöntemler araştıracaklaaar...

Bir yılda sayısız kereler Anıtkabir’e çıkıp uzun ritüeller icra ederek, malûm deftere yeni tehditkâr cümleler yazacaklaaar...

Sayısız heykellere sayısız çelenkler koyup, sayısız saygı duruşunda bulunacaklaaar.

Çocuksu müsamereler tertipleyip bu müsamerelerin sonunda gözyaşları içinde onuncuyılmarşları söyleyecekleeer...

Bütün yurttan gelen fişleme raporlarını tasnif edip sivillere gizli damgalı ihbar/ihtar yazıları yazacaklar...

YAR-SAV başkanının refüze olan çürük raporunu kamufle etmek için çırpınacaklaaar...

Daha ne mühim işler yapacaklar ne mühim işler...

Adamlar zaten yaşlı...

Bu tempoya can mı dayanır?..

Ve bu kadar “mühim iş” arasında Aktütün karakolu gibi önemsiz bir ayrıntının lâfı mı olur...

AB-D’nin sesi Taraf Gazetesi de keskin bir manşet attmış: “Genel Kurmay bu kez hesap versin” diyor...

Kime hesap verecek?

Güpe gündüz askerî karakol basılıyor onlarca ölü ve yaralı var... 2 asker de “kayıp”/esir...

Cumhurbaşbakanı GKB’nını çağırıp “Paşa nedir bu hal?” diyeceğine koşa koşa GKB’na gidip “Efenim başınız sağolsun” diyor...

Bu durumda kim kimden hesap sorabilir?...

Ve kim kime hesap verir?...

Adamlarlar açık açık “biz ulusumuzdan başka kimseye hesap vermeyiz” demiyor mu?

Hangi sivil makam sahibi siyasetçi/bürokrat/hakim savcı “hukukun var ve üstün olduğu bir ülkede bu nasıl söz? Bu ülkenin Hakimi savcısı, mahkemesi adsliyesi yok mu? Herkes nereye hesap veriyorsa sen de oraya vereceksin” diyebiliyor mu?

Diyemiyor...

O zaman da GATA merkezli “Alo çürük hattı” kuruluyor...

Politikacıların, yüksek asker ve sivil bürokratların, haramzade zenginlerin yakınları bir bir çürüğe çıkarılırken...

“Yücetürkulusu”nun gariban evlâtları -kaldırılması gerektiği halde yıllardır kaldırılmayan- karakollarda, dağda bayırda, düzovada kirli bir savaşın canlı hedefleri/kurbanları haline getiriliyorlar...

Ve bu kimsenin umurunda olmuyor...

Emperyalizmin bize dayattığı bu hak ve halk düşmanı düzen, baştan sona/A’dan Z’ye değişmeden...

O’nun yerine bu ülkenin insanına, o insanın inaçlarına, tarihine, kültürüne dayanan..

Temel prensiplerini insanımızın -1400 yıldır eskimemiş ve değişmemiş ve kıyamete kadar eskimeyecek ve değişmeyecek olan- inanç ve ahlâkından alan..

Ülkede ve dünyada hak ve adaleti yeniden hakim kılmak için...
Yeryüzünde iyilikği emredecek ve kötülüğü nehyedecek/yasaklayacak olan...

Mazlumların hamisi/sığınağı, zalimlerin korkulu rüyâsı/eceli...

Halkına ve halkının dostlarına dost; halkının ve halkının dostlarının düşmanlarına düşman yeni bir düzen...

BAŞYÜCELİK DEVLETİ kurulmadıkça...

Bu çürümüş düzende...

Ne kimse kimseden hesap sorabilir, ne kimse kimseye hesap verir...

Ne bu kardeş kavgasında akan kan durdurulabilir...

Ne de Türk ve Kürt ailelerin evlerine birer ateş topu gibi düşen içi evlâtlarının kanlı cesetleriyle dolu tabutların bir sonu gelir...

Kaynak: Baran Dergisi

Hawari Kayser
Korucu

Korucu deyince aklıma bir sürü kelime ve kavram üşüşüyor; Paramiliter, Kontrgerilla, Kirli Savaş, Rant, Uyuşturucu, Yargısız İnfâz, Gözaltında Ölüm, Psikopatholoji, Kriminal hayatlar, Fiqirsizlik, gladio, devlet, jandarma vs… Hiçbirine değinmeye niyetim yok.
Dünyânın her tarafında geçmişte ve bugün (muhtemelen yarın da) var oldular, kimi zaman paramiliter, kimi vaqit semi-militer (yarı militer), kimi dem qısmen militer (quasi militaire), bâzen kontr-gerilla fakat her zaman bir veya birden fazla devletin güdümünde, kontrolünde. Mafia ile, polis ile, istihbarat ile, ordular ile, siyâset kurumu ile kısacası devletin her birimi ile içli dışlı, haşır neşir.
Kolombiya’da devrimci sosyalist mücâdele veren FARC ve ELN’e (Ejército de Liberación Nacional) karşı kurulan ve devlet destekli Köylü Nefs-i Müdâfaa Örgütü Paramiliter Çatı Federasyonu’nun silahlı gücü olan Autodefensas Unidas de Colombia (Colombia Birleşik Nefs-i Müdâfaa Örgütü).
Sri Lanka’da Kandyanlar (yaklaşık 100.000 kişi). Angola’da yahudî Joseph Sawimba’nın liderliğini yaptığı (öldü) UNITA. Arjantin Anti-komünist İttifâqı (Alianza Anticomunista Argentina – Triple A veya AAA olarak da bilinir), Macaristan’da Magyar Országos Véderõ Egylet (MOVE; Macar Millî Savunma Birliği), Çeçenistan’da Kadyrovtsy (Êàäûğîâöû; Kadirov dostları) veya Kadyrovites, Sırbistan’da Srpska dobrovoljaèka garda ki, liderliğini Željko Ražnatoviæ (arkan) yapıyordu ve devlet tarafından öldürüldü, Yine Sırbistan’da Beli Orlovi (Beyaz Kartallar). Lithuania’da Jaunieji Šauliai (Genç Silahlı Adamlar), Meksika’da Camisas Rojas (Kırmızı Gömlekliler). İrlanda’da Ulster vs...
Daha bir sürü var. Kimse alınmasın, ister taraf olun ister karşı bu yukarıda saydığım ve sayamadığım örgütlerin ve grupların hemen hepsinin iyi ya da kötü bir fiqriyâtı, bir ideolojisi, bir inancı var ve bu uğurda bir mücâdele veriyor. Yanlıştır ve tasfiye olmaktan başka bir kaderleri olmadığı da âşikârdır. Ama, ideolojisi olmayan, fiqri olmayan, inancı olmayan ve neye hizmet ettiğini bilmeyen yegâne paramiliter güç bizim KORUCULAR’dır. Ne acı ve ne fecî… Çeşitli rakamlar veriliyor; 58.000, 69,000, 80.000 vs. Ben düz hesab diyorum: 100.000.
Koruculuk 1985 yılında 3175 sayılı yasaya dayanarak yürürlüğe konulmuş. Birazdan ona kısaca değineceğim. O zamandan bu yana da trilyon kerre tartışılmasına rağmen, iyi saatte olsunlar bunun mümkün olamayacağını söylerler. Kürdistan’ın yayıldığı 22 ilde, ‘geçici köy korucuları’ adı verilen 70.000 maaşlı, ve tahminen 30 bine yaqın gönüllü köy korucusu var.
Koruculuk, en az 1 milyon insanın geçim kaynağını oluşturuyor. Korucu maaşları 500 YTL’den başlıyor ve ucu açık bir meblağa kadar yükselebiliyor. Kaba saba bir hesab ile; devlet hepsine ayda 500 YTL vermiş olsa 500x100.000=50.000.000 YTL. 25 milyon Euro vs. Yıla vurduğumuzda ise 300 milyon Euro ediyor.
Peki bu paralar karşılığında nasıl tablolar oluştu son 24 yılda?
8000’den fazla (kimi kaynaklara 15.000) korucu yargısız infâz, işkence, tâciz, tecâvüz, cinâyet, mala el koyma, yaralama, rüşvet, kız kaçırma gibi suçlara karıştı.
Koruculuk kurumu 1924’te Köy Kanunu’nda yapılan değişiklikle hayatımıza girdi. Zamanın gerekçesi “eşkıyâlara karşı koruma” idi. 1984’te kanunun bir maddesinde yapılan değişiklikle köy koruculuğu yeniden hortlatıldı.
Geçici köy koruculuğu (GKK), 26 Mart 1985 tarihinde 442 sayılı Köy Kanunu’nun, 74. maddesinde yapılan değişiklikle muhtarın teklifi, kaymakamın kabûlü ile gönüllü ya da Vâlîliğin teklifi ve İçişleri Bakanı’nın onayı ile geçici olarak görev yapılan ve köy koruculuğu adıyla oluşturulan kurum.
Sayıları çeşitli dönemlerde 70.000’i aşan geçici ve gönüllü köy korucuları, idarî bakımdan muhtarın, mesleki bakımdan ise Jandarma Bölük Komutanı’nın emir ve komutası altındadırlar.
Büyük bir bölümü korucu kimliği ile silah, uyuşturucu vb. kaçakçılığı yapmışlardır. İşledikleri fiiller yüzünden mahkemece aranan korucular, maaşlarını düzenli olarak aldıkları hâlde yakalanamamışlardır. Korucular yörede etkili olan aşiret sistemi yüzünden aşiret ağalarının emri ile hareket eder olmuşlar; kendi yandaşları olmayan kişilere PKK taraftarıdır diyerek baskı uygulamışlardır.
1985 yılında başlatılan Koruculuk uygulamasında 1997 yılına dek geçen süre içerisinde 23 bin 817 geçici köy korucusu görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu korucuların 20 bin 319’unun görevi ihmâl suçunu işlediği açıklanmıştır.
Buraları da geçelim; Korucu Kürd, PKK’li Kürd, o dağlarda öldürülen askerlerin hatırı sayılır bir bölümü Kürd, yakılan 5000 köyün ahâlisi Kürd, Kirli savaş döneminde Adana, Anteb, Kayseri, Aydın, Konya, Manisa, Balıkesir, Ankara, İzmir, Bursa, Mersin, Antalya ve nihâyet Istanbul’a göçen Kürd, aşağılanıp itilip kakılan Kürd ve ‘suçlu’ Kürd.
PKK’nı beğenmeyebiliriz, eleştirebiliriz, protesto edebiliriz, hattâ çatışıp savaşabiliriz ancak savaşın da mücâdelenin de, saldırının da, eleştirinin de bir ahlâqı olmalıdır. Bir örgüte, bir insana veya bir gruba ‘terörist’, ‘hâin’ vs. demekle işin içinden çıkılamayacağını en iyi bilen de, savaşı yürüten devletin tâ kendisidir.
Korucu dediğin adama atfedilebilecek hiçbir insanî değer yoktur; Budapeşte Othmanlı’nın elinden çıkarken şehîd düşen komutan için Macar’lar ‘Kahraman Düşman’ tâbirini uygun görmüşlerdir. Mârifet bu işte; hangi taraftan olursan ol diğerinin sana ‘kahraman’ diyebilmesi. Korucu’nun bir Kürd olarak, tek kelime bile Türkçe bilmeden (çok normal bir şey zira adamın ana dili Kurdî’dir) Türk bayrağı sallayıp, göğsüne Türk bayrağı rozeti takması hangi değerle açıklanabilir? Bunca işlenen suçlar – ki, hepsi yüz kızartıcı suçtur – hangi insanlık ölçüsüyle bağdaşabilir? Soruyorum şimdi, Dante Alighieri’nin ‘İlâhî Komedya’sındaki hangi cehennem katına yaraşıyor bu kurumun mensubları?
Peki, hadi bu cihetlerden bir şey bulamadık. Entelektüel açıdan bir nesne var mı? Meselâ adam ‘ben kâtilim ve neden katlettiğimin de çok iyi farqındayım, planım, gâyem ve hesabım bellidir, filanca fiqir davası ya da hazcılık (hedonizm), Sadizm (Sade’cılık), elitizm vs. için bu işi işliyorum der; rafine bir hayatı olur, kazandığı parayı nerede yiyeceğini bilir; iyi yer, iyi içer, iyi giyinir, kısaca üst düzey bir qaliteyi temsîl eder. Dersin ki, tamam bu adamın böyle meziyetleri var. Korucunun insana benzeyen bir hayatı var mı? Zinhâr, insan gibi yaşıyor mu? Hayır, Elit mi, yaptığının farqında mı, belli bir qalitesi var mı, âlet kadar, zerre kadar değeri var mı? En çok bağlı olduğu varsayılan devlet tarafından dikkate alınıyor mu? Hayır, kiralık kâtil bile ondan daha fazla önemseniyor. Devlet, korucunun ‘mouchard’ olduğunu iyi biliyor. Bugün kendi halqına ihânet eden adam yarın bana hayda hayda hâinlik eder diyor. Parasını alsın, ne hâli varsa görsün diye düşünüyor. Gûya hesab KÜRD’ü KÜRD’e KIRDIRMAK. Peki neden? O da kafasındaki bildik küçük menfaat planlarının dışında fazla bir şey bilmiyor. Bir de aşağılık duygusu var, bir de ‘Bir Türk dünyâya bedeldir’ lafı var, bir başkası savaştığı zaman adamın zoruna gidiyor, devletin bütün olanakları seferber edilip, en aşağılık ilişkiler mubâh sayılabiliyor, bir sürü mâsum insanın canına kıyılabiliyor. Ve işte böyle bir ucûbe sürüsü ortaya çıkarılıyor.
Tasfiye edemiyorsun çünkü çözümün yok. Projen yok, aklındaki tek cüce düşünce Kürd’ü itip kakmak. Buradan çıkabilecek bir şey var mı? Yok. İşte şimdi AB-D ve dünyâyı öyle ya da böyle yürüten ECHELON İRÂDESİ yeter, ben Korucu’yu bugüne kadar kullandım şimdi konjonktür onu tasfiye etmeyi gerektiriyor diyor. Devlet de bu theratojenik (ucûbe) varlığı, bu çarpık ve arızalı doğumu sonlandıracak. Evet, tabiî ki, ve derhâl sonlanması gerekiyor; İkinci bir Vak’â-i Hayriyye olarak. Mes’ele, bunu hiç başlatmamaktı, veya kendi aslî irâdenle sonlandırabilmekti. Mardin’de o katli’âmı yaptıran irâde (Echelon) hiçbir zaman anılmayacak; hikâyeler anlatılacak; kız mes’elesi, su şişesi, Laz paşası, töre, kıl, tüy… İrâde ise şöyle buyurdu: Koruculuğun kaldırılması için gerekirse katli’âm yaptırırım, korucuyu o katli’âmın merkezinde sap gibi bırakırım. Yetmez ise, baika katli’âmlar yaptırırım.
DEVLET BÜYÜK BİR FİQİR’dir, her şeyden evvel. O yoksa – ki, YOK – DEVLET YOKTUR. BANA BİRİSİ SÖYLESİN ALLAH AŞKINA, DÜNYÂDA BU KADAR HASTA BİR DEVLET DAHA VAR MIDIR?
İnsanlığın bağrına saplanmış bu paslı hançerin hemen şimdi çıkarılması gerekiyor. ÇIKACAK… Sonra, K ve memleketin en güzel insanları çıkacaklar. FİQİR gelecek, devlete fiqir gerek, devlet gelecek. Bu kadar sabredildi. Korucu kalesi düştü, halqımızın gözü aydın.

Kaynak: Baran

Serdar Akinan
Organik siyaset

Medyada, ticarette, siyasette, sivil toplumda, bürokraside Osmanlı'dan bu yana inorganik bir yapı var.
Çözümü 'Batı'dan bekleyen, kendilerini ve bu ülkenin geleceğini 'egemenler'e teslim eden 'taşeron kıyakçı'lar vaziyete hakim.
Ama sahici değiller. Sentetikler...
'Taşeron kıyakçılar' şimdi de Kürt meselesinde pozisyon alıyor. Akılları sıra psikolojik bir harekat yapıyorlar.
PKK silah bırakıyor-muş...
Gerçek mi? Değil...
Gelin gerçekleri açık açık konuşalım.
PKK silah bırakmaz. Hiçbir güç PKK'yı Irak'tan çıkartamaz...
Öcalan muhatap alınmadan PKK bitmez...
Barzani ve Talabani Kürt halkının gerçek temsilcisi midir?
Hayır değildir...
Irak'ın kuzey'i Anayasa'ya göre Kürdistan'dır. O evrakta öyle yazmasa da Kürdistan'dır. Tıpkı İran'daki eyaletlerden birinin Kürdistan olması gibi... Bu tarihsel gerçeklerden kaçamazsınız. Orada milyonlarca Kürt yaşıyor ve Kürtçe konuşuyor.
'Irak Kürdistan Bölgesi' demek; gerçeği tanımak, bize; Türkiye'ye güç katar... Katacaktır.
Öcalan, Barzani'den de, Talabani'den de daha fazla Kürtleri temsil eder.
O nedenle Barzani asla ve asla Öcalan'ı doğrudan hedef alan bir açıklama yapmaz. Yapamaz...
Tezim şu: Türkiye Kürt sorununu rahatlıkla çözer ve daha da güçlenir. Ama kimi ve neyi muhatap aldığı ve bu siyaseti kimlerle yaptığı önemlidir.
Siyaset yapanlar gücünü gerçek anlamda halktan almıyorsa, muhatapları da aynı güç merkezlerinden besleniyorsa sahnede dans eden kuklalara benzerler. İpler aynı eldedir.
Dökülen bunca kandan sonra çözümü başkalarının reçetelerinde aramak çıkmaz sokaktır.
PKK, Öcalan muhatap alınmadan, anayasal tanınma olmadan, 'af çıkacak' havuçlarıyla silahlı mücadeleyi bırakmaz.
Öcalan Türkiye'nin elindeki en güçlü karttır... Bu kartı çözüm için kullanmayan ve susturanlar kim ona bakın...
Önce 'Kürdistan' deyip sonra 'Valla ben o kelimeyi demedim' diyenlerle sahici çözümler hiç bulunmaz.
Siyaset neden dürüstçe ve cesurca yapılamıyor?
Çünkü siyaset gücünü halktan almıyor.
Organik siyaset olmadan, kalıcı çözüm olmaz.
Bu sentetik aydınların, ikiyüzlü siyasetçilerin gazına gelmeyin.
Çözüm bu toprakta... Yeni bir 'Toplumsal sözleşme' yapmaktan geçiyor.

akşam

Ahmet Türk'ten şok açıklamalar

21 Ekim 2008
DTP Ankara'da yapacağı grup toplantısını Diyarbakır'da gerçekleştirdi. DTP'liler Öcalan'ı Kürt halkının önderi tuttu, askeri soykırımla suçladı.
Ona yapılan saldırıların Kürt halkının onuruna yapılmış sayıldığını savundular. İmralı'ya heyet gönderilmesini ve cezaevi sisteminin değiştirilmesini istediler..

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, 1980 askeri darbesinin hem Kürt halkı, hemde bütün Türkiye için eşi benzeri görülmemiş siyasi, sosyal ve kültürel soykırıma neden olduğunu ileri sürerek, "PKK bu darbeye hazırlık ve soykırım ortamında doğdu, büyüdü" dedi.

Dün Diyarbakır'a gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştiren Türk, yol boyu uğradığı bütün protesto gösterilerini yaşayarak Diyarbakır'a geldiğini ve cayır cayır yanan Kürt coğrafyasının ortasında bu durumu görmezden geldiğini söyleyerek, "Çöp siyasetini Başbakan'a bırakıyoruz" dedi.

Demokratik Toplum Partisi, Ankara'da yapacağı grup toplantısını bugün Diyarbakır'da gerçekleştirdi. Basına kapalı yapılan toplan öncesinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, milletvekilleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, bölge belediye başkanlarının katıldığı bir basın toplantısı düzenlendi.

1924 ANAYASASI'NIN ASİMİLASYON POLİTİKASI SORUNU DERİNLEŞTİRDİ

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konukevi önühde yapılan toplantıda konuşan Türk, Türkiye Cumuhuriyeti kurulduğundan bugüne en temel sorunun Kürt sorunu olduğunu söyledi.

Türk, "Özellikle 1924 Anayasası ile resmileştirdiği tek ulus-devlet anlayışı ve bunun üzerine oturttuğu inkar ve asimilasyon politikaları sorunu derinleştirdi ve çözümsüz kıldı. Lozan Antlaşması sonucu her ne kadar uygulanmamaya çalışılsada, azınlıklar kısmen rahatladılar. Ancak, azınlıkların sahip olduğu haklara sahip olmayan Kürtler ve diğer halklar hep kimliksiz kaldılar. Uygulanan inkar, imha ve asimilasyon gibi şiddet politikaları diğer halklar üzerinde etkili oldu. Yoğun göçler sonucu nüfusları azaldı. Baskılara dayanamadılar ve kimliklerini inkar, bilmeme, tanımama noktasına geldiler. Sadece kürtler bu konuda direnebildi. Halada direniyor. kimliğine sahip çıkıyor" dedi.

KÜRTLER SOYKIRIMA UĞRADI

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, 1980 askeri darbesinin hem Kürt halkı, hemde bütün Türkiye için eşi benzeri görülmemiş siyasi, sosyal ve kültürel soykırıma neden olduğunu ileri sürerek, şöyle konuştu:

"PKK bu darbeye hazırlık ve soykırım ortamında doğdu, büyüdü. Geçtiğimiz, özellikle son 10 yıl içerisinde çok önemli gelişmeler yaşandı. İdam cezası, OHAL, 301 kalktı. Demokratik siyaset alanları açılır inancı gelişti. Ancak, Kürt sorununun çözme konusundaki iradesizlik hiç bir zaman değişmedi. Sıra Kürtlere gelince demokrasi lafları rafa kalktı. Yine imha, inkar baskı şiddet politikaları ve bunun sonucu savaş devam etti. Bugün ise tam bir kaos ortamı yaşanmaktadır. Kürtler barış dedikçe savaşın dayatılması, Kürtler birlikte yaşam dedikçe linç girişimleri ile ayrılıkçılığın dayatılması AKP'nin hükümet ettiği devlet politikalarıdır.

TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA GÖTÜRÜLÜYOR

DTP olarak birlikte yaşam ve birlikte çözüm için yola çıktık. Barış birlikte yaşam eşitlik özgürlük söylemimiz terörize edilmeye, bölücülük olarak gösterilmeye çalışıldı. Bugün Türkiye'de kavramlar tanımlarını kaybetmiş durumda. Yaşamdan, yaşayarak çözmekten bahsetmek şiddete teşvik sayılıyor. Ölümden, öldürmekten dem vurmak ideailize ediliyor. Şu açıkça görülmelidir. Bu uygulamalar nedeniyle Kürtlerin bu konudaki bütün ısrarına ve irade beyanına rağmen ortak yaşam olanakları ve demokratik siyaset yapma koşulları ortadan kaldırılıyor. Türkiye mozaiği bulünme noktasına götürülüyor. Bu sonuçların bütün sorumluluğu başta Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP hükümetinindir"

ÖCALAN'A YÖNELİK UYGULAMALAR KÜRTLERİN ONURUNU KIRMAYA YÖNELİKTİR

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk,, Abdullah Öcalan'a 'sayın' diye hitap ettiği konuşmasını yölle sürdürdü:

"Bugün bizleri buraya toplayan neden PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan'a uygulanan fiziksel şiddettir. Ne yapılmak istendiğini sorguluyoruz. 2006 yılında zehirlenerek yavaş yavaş öldürülmek istendiği ortaya çıktı. Bunun tehlikeli bir oyun olduğu konusunda çağrılarımız oldu. Bu durumun önü alındı. Görüşüne uzun aralıklarla izin verildi. Zaten hücreda kalıyor olmasına rağmen, sürekli hücre cezaları aldı. 2008 yılının başında bu kez saçları zorla kazıtıldı. Halk yine aynı refleksi gösterdi ve biz yine uyardık. Bugün ise yönelimler fiziksel şiddet boyutuna çıkarılmıştır. Bir sonraki adım ne olacak? Saldırıyı yapan bir görevlininde belirttiği gibi ölüm mü? Abdullah Öcalan'a dönük geliştirilen her türlü politikanın Kürt halkına yönelik olduğu oradaki en ufak onur kırıcı irade kırıcı uyulamanın Kürtlerin onur ve iradelerini kırmaya yönelik olduğunu hepimiz biliyor ve görüyoruz. Kürtlerin iradesi olarak gördüğü ve her türlü saldırıda anında refleks göstererek iradesini beyan ettiği Sayın Abdulalh Öcalan'a yapılan bu uygulama gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukukidir. Düşmanına bile saygı gösterilmesi sosyal ve siyasi etik gereğidir. Bundan yoksun olanlar kendilerine gösterilecek saygıdan da yoksun kalırlar. Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesinin geldiği noktada elde ettiği kimliği ve siyasi temsili klasik yöntemlerle engellemek mümkün değildir. Hele hele böylesi fiziksel şiddet uygulamaları ile iradesizleştirme çabaları boşunadır. Halkın iradesine saygı yerine bu Ortaçağ politikalarında ısrar diğer hükümetleri bitirdiği gibi AKP hükümetini de bitirecektir".

KÜRT SORUNU SİYASİ BİR SORUNDUR

Türk, açıklamasında, Kürtlerin iki gündür sokaklarda tepkilerini gösterdiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Taleplerini sloganlarla dövizlerle, yürüyüşlerle ifade ediyorlar. Bu gösterilere yine tahammülsüz yaklaşıldı. Silahla panzerlye karşılık verildi. Onlarca insanımız yaralandı. Doğubeyazıt'ta Ahmet Özhan adlı vatandaşımız öldü. 20 Ekim 2008 tarihinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada tüm Kürtler ayaktaydı. Özellikle Diyarbakır'da. Ve aynı gün Başbakan Erdoğan yol boyu uğradığı bütün protesto gösterilerini yaşayarak Diyarbakır'a geldi. Cayır cayır yanan Kürt coğrafyasının ortasında bu durumu görmezden geldi. Yine güvenlikten bahsetti. Sayın Başbakan'a burada bir kez daha ifade ediyoruz. Özgürlüklerin ve hakların ihlal edilmesi en büyük güvensizliktir. Bugün bu bölgede güvenlik sorununun yaşanmasının nedeni, siyasi bir sorun olan Kürt sorunuda bir asayiş sorunu olarak yaklaşmanızdır.Kürt sorunu siyasi bir sorundur ve çözümü de ancak siyasi olarak mümkündür.

ÇÖP SİYASETİNİ BAŞBAKAN'A BIRAKIYORUZ

Kürt bölgesinin milletvekillerini ben kazanırsam, belediyeleri ben kazanırsam DTP'yi bölgeden silersem bu sorunuda ortadan kaldırırım yaklaşımı bile Kürtlere ne kadar aşagılayarak ve saygısızca yaklaşıldığını göstermektedir. Buradan herkesi dikkatli olmaya ve böylesi tehlikeli oyunlardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Kürtler 80 yıllık uygulamalar nedeniyle bugün PKK lideri Abdullah Öcalan'a ilişkin yapılan açıklamalara güvenmiyor. Bizlerde açıklamaları samimi bulmuyoruz. Çözüm için öncelikle şiddet politikalarından ve siyasi literötüre hakim olan şiddet dilinden vazgeçilmelidir. İmralı Cezaevi'ne biran önce DTP'nin de dahil olduğu bir heyet gönderilmeli. İmralı Cezaevi sistemi ve uygulanan tecrite son verilmelidir. Sosyal ve siyasal yaşama dahil olabileceği bir ortam yaratılmalı ve onur kırıcı davranışlardan vazgeçilmelidir. Buradan herkesi bu uygulamaları yaratacağı sonuçları görmeye ve buna göre daha sağduyu, çözümleyici yaklaşıma çağırıyoruz. Çöp siyasetini Başbakan'a bırakıyoruz. Diyarbakır Türkiye'nin en temiz kentlerinden biridir" dedi.

Gazetecilerin, Başbakan'ın Diyarbakır caddelerin pislik içerisinde olduğu sözlerinin hatırlatılması üzerine Türk, "O gün kentin o halde olmasının nedeni bir protestoydu. Bunu görmemesi onun kapasitesini ortaya koyuyor " dedi.
haber7

Cüneyt Ülsever
Cemaat ve Ortadoğu

OBAMA’nın Türkiye ziyareti, Genelkurmay brifingi, Ergenekon’da 12. dalga, Fethullah Hoca’nın çeşitli "siyasi demeçleri", Güneydoğu’da Cumhuriyet Savcılığı ile Emniyet Müdürlüğü’nün yürüttüğü Kürdistan Demokratik Topluluğu’na (KCK) yönelik operasyon, TRT-Şeş’deki baskı iddiaları!

Bunlar yakın zamanın birbirinden kopuk, daha doğrusu kopuk gibi gözüken başat olayları. Olguları teker teker okursanız bağımsız anlamlar çıkabilir, birarada okumaya kalkarsanız tek bir anlam çıkabilir. Ben bugün ve yarın olguları birarada okumaya çalışacağım. Obama’nın ziyaretinden başlayalım.

Hemen herkes Obama’nın Türkiye’ye gelişini Türkiye’nin nakıs talihini değiştirecek olağanüstü bir olgu olarak takdim ederken ben sadece garsonun değiştiğini, mutfağın aynı olduğunu vurgulayan yazılar yazdım. Bunun içindir ki "Ilımlı İslam" söylemi ile "model ortaklık" terimlerinin çok da farklı olmadığını söyledim. Obama yönetimine yakınlığı ile dikkati çeken Ömer Taşpınar da Sabah Gazetesi’nde benzer yargılarda bulundu.

"Sonuçta Obama için Türkiye’yi en azından jeostratejik önemi kadar önemli kılan unsur Türkiye’nin Müslüman kimliğiyle, demokratik-laik kimliğinin bir arada var olabilmesi."

Ancak, aramızda bir nüans var. O jeostratejik önem ile Müslüman kimliği eşit tutuyor. Ben ise esas olanın jeostratejik önem olduğunu, bu yolda Müslüman kimliğin yardımcı unsur (ikincil) olarak vurgulandığını söylemeye çalışıyorum.

Taşpınar önemsenen "Müslüman kimlik" nedeni ile Ulusalcıların ön plana çıkacaklarını ummamalarını da salık veriyor. Ben bu saptamaya da katılıyorum ama yeni dönemde "cemaatlerin" de meydanı boş bulacaklarını düşünmüyorum.

* * *

29 Mart seçimleri öncesi ABD’nin Türkiye-Kuzey Irak ilişkilerinde mihenk taşı olarak gördüğü Güneydoğu’da Fethullahçılar, (yeni) Hizbullah ve Altan Tan gibi İslamcı aydınlar AKP için büyük gayret gösterdiler.

Tez şu idi. Devlet sizi red ettiğiniz "millet" bazında birleştirmeye zorluyor, biz sizi ortak payda "ümmet" bazında birleştirmek istiyoruz. Ümmet kardeşliği ile iktidar nimetleri birleştiğinde Güneydoğu’nun Kürtleri için selamet yolu açılacaktır.

ABD bu tezi yakından takip etmiş olmalıdır: "Kendi Kürdünü bu tezle kazanacak bir iktidar koalisyonuna Kuzey Irak teslim edebiliriz!"

Ama AKP + cemaatler + İslamcı aydınlar koalisyonu fos çıktı! Maddi rüşvetler de işe yaramadı. Kürtler illa ki "etnik kimlik" dediler.

ABD açıkça gördü ki, Ortadoğu için Türkiye’de cemaatleri ön plana almayı öneren "münevverler" meseleyi doğru dürüst kavramış değiller!

Cemaatler, AKP yalakaları ne derlerse desinler, siyasetin bal gibi içinde oldukları için "çağdaş cemaatler" değiller. Ama siyasi bir aktör olarak Güneydoğu’da da sanıldığı veya vaat ettikleri kadar etkin değiller.

Ancak, bu sonuç "Ulusalcıları" da ön plan çıkarmıyor. Zira, ABD’yi ilgilendiren Güneydoğu seçimlerinde onlar zaten hiç yoktular.

Ortaya bir gerçek çıkmıştır. Kuzey Irak’a giden yol illa ki DTP üzerinden PKK’ya uğramaktadır! Ancak, Güneydoğu denklemi Kuzey Irak için tek denklem değildir. Ülkenin bütünü düşünüldüğünde PKK faktörü bu sefer dizginlenmek zorunda olunan bir faktördür.

* * *

Bana öyle geliyor ki; bu kaos çeşitli örgütler tarafından birlikte algılandı ve Genelkurmay’ın Güneydoğu’ya dönük ılımlı mesajı, Fethullah Gülen’in kendi önemini hissettirme ihtiyacı ile ilgili demeçleri, paniğe kapılan unsurların Ergenekon’da estirdikleri 12. dalga fırtınası, Güneydoğu’da eski sert politikaların sivil taraflarca (Savcılık + Emniyet) sürdürüleceği mesajı (KCK operasyonu) birbirine karıştı. (yarın devam edeceğim.)

HÜRRİYET

Emre AKÖZ
Aktütün bir nevi gerçek mermili tatbikat mıydı?
15 Ekim 2008
Sabah

Kanaat getirdim ki bizim devlet, ne PKK'yı bitirmek istiyor, ne de Kürt sorununu çözmek.

Biz sıradan vatandaşlar, " yanlış politika " izlendiğini sanıyoruz. " Doğru politika nedir ", " Sorun nasıl çözülür " diye tartışıyoruz.
Halbuki "yanlış politika" izlendiği filan yok: Devlet bu durumdan rahatsız olmuyor.
Yani meselenin çeyrek asırdır devam etmesi, bir hatanın sonucu değil, bilerek sürdürülen bir devlet politikası.


Olaya bu açıdan bakınca, başka türlü verilere önem vermeye başlıyor insan.
Sekiz yılını dağda geçirmiş, " komutan " düzeyine gelmiş, daha sonra kaçıp teslim olmuş, hapis yatmış bir PKK'lı bakın neler anlatıyor:
- PKK bu verileri nasıl topluyor?
Bir karakolda kaç kişi kalır, izin günleri, tezkerecilerin durumu, yeni gelen askerlerin sayısı dahi bilinir. Örgüt bu bilgileri kendi elemanlarından, bazen koruculardan, bazen de 'derin istihbarat' dedikleri resmi görevlilerden alır.
- Dağdaki terörist 'derin istihbarat'ı nasıl elde ediyor?
Bu iş karışıktır. Uyuşturucu ticaretindeki rant ve kaçakçılıktaki gelir devreye giriyor. Bir de çift taraflı çalışan 'ajanlar' var.
- 350 militan görünmeden Aktütün'e nasıl gelebildi?
PKK böyle baskınları yapacak güçte değil. Eğer birileri müsaade etmiyorsa. Müsaade olmazsa ne Dağlıca, ne Aktütün baskınları gerçekleşirdi. Saldırıyı 350 kişilik PKK grubunun gerçekleştirdiği hikâyesi yalandır. PKK, 350 militanını bir noktaya yığmaz. En fazla 50-60 kadar kişi bu baskını yapmıştır.
- PKK bu eylemi niye yapmıştır?
Biz Türkiye'nin iç gündemine dair eylemler yapar; gündemi değiştirirdik. "PKK, Aktütün'ü basarak yerel seçimler için tabanını hareketlendirmek istiyor" yorumu çok yersiz. Bunun için şehirde kitle gösterileri yeterlidir. DTP'nin kapatılması PKK'nın işine gelir; ancak kapanmasını kolaylaştırmak için de böyle eylem yapmaz.
- Aktütün ve Diyarbakır (polis) saldırıları niye olur?
Sadece şunu söyleyebilirim; Türkiye 'derin devletini' temizlemezse PKK sorunu bitmez. Birileri ülkede kaos istiyor. Bunun için PKK'yı kullanıyor. ( Haşim Söylemez'in haberi, Aksiyon )

İşte bir örnek daha:
Dünkü Taraf gazetesi belgeleri ve uydu fotoğraflarını yayınladı: Aktütün'e yapılan saldırı baştan sona biliniyordu.
Baştan sonra derken buna bir ay süren hazırlıklar ve militan adları dahil!
Hatırlayın: Radikal gazetesi, saldırının ardından " Hani oralar BBG eviydi " diye sormuştu.
Öyle ya: Madem, eski GK Başkanı Büyükanıt'ın dediği gibi bölge ' Biri Bizi Gözetliyor' evi gibi izlenebiliyorsa, bu saldırı neyin nesi oluyordu?
Doğrusunu isterseniz, " ABD gelen istihbaratta bir sorun yok " dendiğinde kuşkulanmıştım.
İstihbarat geliyorsa, olay saptanmıştır; o halde niye tedbir alınmadı?
Ya istihbarat gelmiş ancak bizimkiler es geçmişti ya da istihbarat gelmiyordu, "politika icabı" böyle söyleniyordu.
Taraf'ın açıkladığı belge ve fotoğraflar ise şunu gösteriyor: Evet bölge gerçekten de "BBG evi" gibi.
İstihbarat akmış, saldırı hazırlıkları saptanmış, günbegün takip edilmiş.
Ama hiçbir şey yapılmamış!
Aktütün, " gerçek mermilerle yapılan bir tatbikat " gibi izlenmiş.
Not: Bütün bunlar inanılmaz geliyor; değil mi? " Yok artık " demekte haklısınız. Lütfen sözünü ettiğim yayınlara bir bakın. Sonra karar verin. 'den
EMRE AKÖZ - SABAH
emre.akoz@sabah.com.tr

Hıncal Uluç/Sabah
Çözüm umudunuz var mı?..

Kendinizi 70 yaşındaki Zülfü Çelebi'nin yerine koyar mısınız bir.. Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde yaşayan Zülfü Çelebi'nin.. İkiz oğulları var.. Aslanlar gibi büyütmüş onları..
Birisi şimdi, Türk Silahlı Kuvvetlerinde vatan görevini yapıyor..
Öteki..
Öteki Kandil'de.. 3 yıldır PKK militanı.. Elinde silah emir bekliyor, kardeşinin ordusuna saldırmak için.. Aktütün'ü basanlardan biri de oydu kim bilir.. Aktütün'de şehit olanlardan birinin kardeşi olabileceği gibi..
"Allah çocuklarımı karşı karşıya getirmesin.. Allah oğullarımı birbirinin katili yapmasın" diye sabah akşam dua eden Zülfü Baba'nın yerine koyun bir an kendinizi.. Koyun ve düşünün..
Olaydaki dramı değil, lütfen gerçeği düşünün..
Ayni aile, ayni çevre içinde büyüyen, ayni çevrede, ayni dost ve arkadaşlarla yetişen, ayni eğitimi alan iki kardeşten birini Türk Silahlı Kuvvetlerine, ötekini bir terör örgütüne götüren ince çizgi nedir?.
Güneydoğu sorununun çözümü bu sorunun yanıtını verebilmemizden geçiyor.. Silahtan, askerden falan değil..
Şimdi, yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un karargâhının ve yeni iletişim bürosunun yanıtlamasını istediğim bir sorum var..
PKK ile otuz yıldan beri süren savaşın bilançosunu öğrenmek istiyorum..
1-Bu savaş için bugüne dek harcanan para nedir?.
2-Bu savaşta bugüne dek verilen zayiat nedir?. Kaç şehit?. Kaç gazi?..Kaç gencimiz, kolunu, bacağını, gözünü kaybetti ve çalışamaz hale geldi?. Kaç yaralımız oldu?.
İstediğim kesin rakamlar gelene dek beklememe gerek yok aslında.. Çünkü her iki sorunun yanıtının da çok ama çok büyük sayılar olduğunu herkes tahmin edebiliyor.. Ki bu bilançonun içinde boşaltılan köyler ve batıya göçlerin yarattığı sosyal maliyet yok..
Peki, bunca büyük maliyetin karşılığında bugün gelinen yer neresidir?. Çözüme ne kadar mesafedeyiz?.
Söyleyeyim. Başladığımız noktada.. Ufukta çözüm mözüm de görülmüyor.. "Görülüyor" diyen var mı?.
Olayın askeri tarafını yöneten Genelkurmay'ın yaptığı açıklamalar sizi tatmin ediyor, umut veriyor mu?.
Siyasal ve sosyal yönünden sorumlu sivillerin dedikleri içinize bir damla su serpiyor mu?. Zerre umutlanıyor musunuz?.
Terörle Mücadele Yüksek Kurulu imiş (TMYK).. Yayınladıkları bildiriye bakar mısınız?.
"Terörle mücadelemiz bütün mülahazaların üstünde devletimizin tüm kurumlarının etkin işbirliği ile her koşulda sürdürülecek ve alınan bütün tedbirlerin uygulanmasına kararlılıkla devam edilecektir.."
Vay anasını Sayın Seyirciler..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Orta Asya gezisini apar topar kesti. TMYK'yı topladı ve bu bildiriyi yayınladılar.. Dinleyince ne kadar rahatladınız, başınızı yastığa ne kadar rahat koydunuz değil mi?..
Hele bir de üstüne Devletin Başkanı Abdullah Gül'ün "Sözüm ona terör örgütü ayakta olduğunu göstermek için bu saldırıyı yapmıştır. Bedeli ne olursa olsun bu mücadeleye devam edilecektir. Bu saldırının hesabı sorulacaktır" dediğini duyunca içiniz nasıl buz gibi olmuş, nasıl derin bir "Ohh!.." çekmişsinizdir.
Geçiniz beyler.. Geçiniz ağalar.. Geçiniz paşalar!..
30 yıldır bu edebiyatı her şehidin ardından duya duya ezberledik.. Ama dönüp arkamıza baktığımızda durum masal.. Bir arpa boyu yol gitmemişiz..
Palavraya, edebiyata, hamasete karnımız tok..
Asker, sivil bir araya gelip, kamuoyunu tatmin edecek bir çözüm planını ortaya koymanız gerek.. Tutarlı ve hepsinden önemlisi inandırıcı..
Asker yıllardır "Ben savaşıyorum, ama dağa çıkış engellenmediği sürece bu savaş bitmez" diyor. Haklı olduklarını herkes kabul ediyor..
Peki dağa çıkış nasıl önlenecek?.. Zülfü Baba'nın bir oğlu bu vatan için silaha sarılırken, ötekinin Kandil'de kardeşine karşı silah kuşanmasının önüne nasıl geçilecek?.
Çözüm için savaşan asker de sözünü açıkça söylemeli.. Şehitleri verenler onlar. Onlara rağmen çözüm üretilemez, kendimizi kandırmayalım. Bu yüzden asker çözüm için neler düşündüğünü açıkça ifade etmelidir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ "Bu benim işim değil. Ben savaşırım. Ötesini siviller bilir" demesin sakın..
Göreve geldiği hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetki ve sorumluluğu altındaki bir konuda asker adına kırmızı çizgiyi çeken "Genel af, menel af olmaz" diyen o değil mi, hem de savaşı kazanmanın yolunun PKK'ya katılımı önlemekten geçtiğini anlatırken..
O zaman, içinde af olmayan bir çözüm yolunu biliyor ve düşünüyor demektir.. Bize de açıklasın, biz de bilelim.. Tüm siviller bilsin bakalım, PKK'ya katılımın en kısa yolla önlenmesinin yolu askere göre nedir?.
Şimdi bakın!..
TMYK falan değil, içinde Cumhurbaşkanının, başbakan ve ilgili bakanların ve de tüm komutanların yer aldığı Milli Güvenlik Kurulu, DTP dahil, Meclis'teki muhalefet liderlerinin de davet edildiği tek gündemli bir toplantıda çözümün temel ilkelerini belirlemeli ve açıklamalıdır.
Kamuoyu artık, inanılır ve güvenilir bir çözüm planı bekliyor.. Yeni şehit listeleri ve dizi dizi cenaze törenleri değil..
Lütfen kendinizin bile inanmadığınız klişe nutukları ve bildirileri unutun.
Millet 30 yıl ve bunca kayıptan sonra gerçekçi bir çözüm planı ve nihai çözüm istiyor..
Tamam mı?.

Kürtlere Özerklik Teklifi
01 Ekim 2008

Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlere özerklik vaat etti mi? Daha sonra bu vaat neden yerine getirilmedi? Kürt isyanlarının sebebi neydi?

Ruşen Çakır'ın “Devlet ve Kürtler” kitabında Atatürk'ün Kürtlere özerklik vaddettiğini yazan Prof. Metin Heper'le yaptığı röportajın son bölümü:

Etnik meseleler kolay kolay bitmiyor. Eğer Kürt kitlelerine her türlü yardımı götürebilirsek, onların kalkınmasını sağlayabilirsek, sosyal imkanlar tanırsak bu kitleleri tahrik eden unsurlar giderek zayıflayacakdır

* Kitapta çok net biçimde görünce çok etkilendim Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlere özerklik vaat ettiğini, daha sonra bunun gerçekleşmediğini belirtiyorsunuz. Niçin böyle bir vaat vardı ve neden bu vaat yerine getirilmedi?

Neyi kastettiği çok belli değil ama bir özerklikten bahsediyor. Bu biraz Atatürk’ün Osmanlı zabiti olduğunu gösteriyor çünkü Osmanlı’da daima bir özerlik tanındı Kürtlere. Aslında üç çeşit düzenleme vardı devletle Kürtler arasında. O dağların uçsuz bucaksız köşelerinde yaşayan Kürtler tamamen kendi hallerine bırakılmışlar bazılarına tamamen Osmanlı sistemi uygulanmış bazılarına ise bazı konularda özerklik verilmiş bazılarına verilmemiş. Osmanlı’nın tamamen pragmatik bir yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz, Kürtlerin bir başka devlet kurmamasının ötesinde, Kürtlere fazla dokunulmuyor. 19. yüzyılın sonu kritik ve o dönemde gayet iyi biliyoruz Abdülhamit’in en güvendiği askerler Kürtler. Bir Osmanlı zabiti olarak Atatürk de merkeziyetçi değil ama entegre bir sisteme, asimilasyona değil de birlikte yaşamaya alışık. O dönemde bundan bahsediyor, ancak sonra devlet kurulmaya başlandığı zaman daha merkezi bir sisteme, laik bir sisteme gidiyoruz. Kürtler artık bir aşiret hayatı sürdüremezler, merkezi devlete bağlı olmaları lazım. Zaten aşiret reislerinin meşruiyeti büyük ölçüde dinden geliyor, ona rağmen biz daha laik bir sistem kabul ediyoruz ve zaten Şeyh Sait İsyanı’na da bu yol açıyor.

* Kitapta Anadolu’daki Kürt ayaklanmalarının hiçbirinde etnik boyutun çok belirleyici olmadığını söylüyorsunuz. Yani Kürtler tarafından yapılmış olsalar bile Kürtçü isyanlar olmadıklarını ileri sürüyorsunuz...

Evet çünkü gerek 1920’lerden 1938’e kadar süren dönemde, gerekse 19. yüzyılda Osmanlı’da yaşanan Kürt isyanlarının ortak nedenlerinden biri devletin daha merkezi bir sistem kurmaya çalışması. Merkezi sistem esasında Tanzimat’la birlikte kurulmaya çalışılıyor, daha o zamandan itibaren buna karşı çıkıyor Kürtler. İkincisi, Tanzimat’la birlikte bir Batılılaşma başlıyor. Halbuki bu aşiret reislerinin meşruiyeti İslam’a dayanıyor. Batılılaşma yeni bir hayat tarzı olarak ortaya çıkmaya başlıyor, bundan da memnun değiller. Sonra bu isyanların bir kısmı çeşitli şeyhler, ağalar arasındaki kavgalardan da çıkıyor ve zaten hemen her isyanda şeyhlerin, ağaların bir kısmı hükümet tarafında oluyor, bir kısmı Kürtlerin tarafında oluyor. Aynen Cumhuriyet döneminde olduğu gibi Osmanlı Dönemi’nde de bu Kürt şeyhleri, isyan edenler önce sürgüne gönderiliyor, sonra tekrar İstanbul’a getiriliyor ve bunlara, onların çoluğuna çocuğuna bir süre sonra devlette önemli görevler veriliyor. Etnik bir asimilasyon arayışı olsa sürgüne gönderirsiniz, bir daha onu geri getirmezsiniz... Halbuki hem Kürt kimliği tanınıyor, hem de kendilerine bazı devlet görevleri veriliyor. Onu siz kendinizden çok değişik görmüyorsunuz, özellikle onların da Müslüman olması burada çok önemli bir rol oynuyor, Osmanlı’da birine “siz kimsiniz?” diye sorduğunuzda, “Elhamdülillah Müslümanım” der ya da “ben Rumum, Ermeniyim” filan der.

* Özellikle Cumhuriyet döneminde Kürtlere yönelik birtakım baskıları anlatıyorsunuz, mesela dile yönelik yasaklar, hem çocuklara Kürtçe isim konmasının yasaklanması hem de bazı yer isimlerinin değiştirilmesi gibi. Bu örneklerin Kürt kimliklerini yok etmeye yönelik çalışmalar olmadığını söylemek çelişki değil mi?

Yok yok, çelişki yok. Çünkü eğer bu bir asimilasyon değilse ne olduğunu bir izah etmem gerekiyor. Bir kere şu noktadan başlıyorum asimilasyon olmasına imkan yok çünkü böyle bir geleneğimiz yok.

*İnkar yok diyorsunuz fakat PKK hareketi nasıl ortaya çıktı ve bugünlere gelebildi?

1984’te başlayan ikinci çatışma döneminin en önemli sebebi kimilerinin Türkiye’de Marksist-Leninist bir devlet kurmaya çalışmasıdır. Bunu yapmaya çalışanlar önce bazı sosyal sınıfları mobilize etmeye çalıştılar edemediler, sonra etnik bazı grupları mobilize etmeye çalıştılar. Bir sebep bu. Tabii bu arada bazı dış mihraklar da bunu teşvik etti. Kürtler arasında bunun geniş bir tabanı olduğunu zannetmiyorum. Gençlerin PKK’ya katılmasında esas neden ekonomik açıdan yapacak başka bir şeylerinin olmaması. Her ne olursa olsun Kürtler arasında Türklere, Türkler arasında da Kürtlere karşı yaygın bir düşmanlık yok.

* Ama bunu tahrik etmek isteyenler var...

Olur tabii, her konuyu tahrik edebilirsiniz ve çevrenize birkaç bin kişiyi toplayabilirsiniz ama mühim olan genel resimdir. Genel resim de öyle görünmüyor. Devlet de daha önceki tutumunu sürdürüyor. Mesela ilk olay 1984’te gazetelerde küçük bir haber olarak çıkıyor. Peşinden daha büyük bir olay olunca dönemin Başbakanı Turgut Özal “Evet öyle bir şey oldu, biz bu işin peşindeyiz” diyor. Bazıları yakalanınca “yakalandılar ve bu iş bitti” deniyor. 1925’teyse Ankara’ya bir telgraf geliyor. O sırada Köşk’te hem İsmet İnönü, hem de dönemin başbakanı var. Atatürk telgrafı önce Başbakan’a gönderiyor. Başbakan bakıyor ve briç oyununa devam ediyor “olur böyle şeyler” diye. Sonra Atatürk, İnönü’ye göndertiyor o telgrafı ve o hemen telaşlanıyor. Zira İnönü bu gibi konularda çok daha hassas, kalkıyor sigara içiyor... Başbakan ilk başta Şeyh Said olayına hiç ehemmiyet vermiyor.

* Yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son Güneydoğu gezisinden sonra sizin kitabınızı okudum ve onun orda söylediklerine çok benzer sözler gördüm.

Evet, Sayın Başbuğ da “dikkat edelim ikincil kimlik birincil kimliğe dönmesin” dedi. Fakat ikincil kimlik konusundan Org. Büyükanıt da, Ahmet Necdet Sezer de bahsetmişlerdi. Aslına bakılacak olursa, sadece İsmet İnönü’yle Atatürk değil, Celal Bayar olsun, tabii Süleyman Demirel olsun, Özal olsun o ilk çizgi devam ediyor. Şunu unutmamak lazım: Bizde devlet, bürokrasi sadece Kürtlere değil, genel olarak halka daima üstten bakmıştır.

* Fakat kitabın bir yerinde bölgede görev yapan memurların Kürtlerden olmamasına dikkat edildiği dönemlerden söz ediyorsunuz...

Tabii, o gözardı etme, birtakım tedbirler alma olmuş. Ama bu bahsettiğimiz husus yakın yıllarda büyük ölçüde değişti. Bölgede sivil ve askeri güvenlik güçlerimiz halkla kaynaşmaya başladı. Askerler Güneydoğu Anadolu’da, Doğu Anadolu’da seyyar sağlık ekipleriyle bölgeyi tarıyor, öğrencileri ÖSYM sınavlarına hazırlıyor ve bütün bunlar tabii çok olumlu etki bırakıyor.
(Vatan)

Mehmet Yılmaz
Askerden 'düşmanla diyalog kurulmalı' tavsiyesi

Şöyle bir manzarayla karşılaştığınızı tahayyül edin. Muvazzaf bir asker, muhafazakârlığı ile maruf bir vakıfta, görev yaptığı yerlerle ilgili bir değerlendirme yapıyor.

Analizleri sırasında sorunların teşhis ve tedavisi hakkında görüşlerini anlatırken bir tavsiyede bulunuyor.

Ve diyor ki, yıllardır savaştığımız düşmanlarla diyalog kurmamız lazım.

Bu düşüncesine de şöyle açılım getiriyor: "İnsanlar uzlaşmak için hazırsa, kurulan her diyalog ileri bir adımdır."

Bunları duyunca ne düşünürsünüz?

Türkiye'de yaşıyorsanız çok şey...

Başka bir ülkede yaşıyorsanız hiçbir şey...

***

General David Petraeus, Amerikalı bir general. Irak'ı işgal eden uluslararası gücün komutanlığını yaptı. Irak'ta geçirdiği 19 aydan sonra ABD Merkez Komutanlığı'na atandı.

Bu ayın sonunda başlayacak yeni görevinin kapsama alanı oldukça geniş. Başta Irak ve Afganistan olmak üzere Ortadoğu'nun tamamı ile Afrika Boynuzu'ndan (Afrika'nın doğusunun Arap Yarımadası'nı çevreleyen bölgesi) sorumlu artık.

Çarşamba günü Heritage Vakfı'nda Afganistan'daki hâl ve gidişatın iyiye gitmediğini anlattı General Petraeus. Çözüm noktasında, 2001'de Afganistan'ı işgal ederek yönetimden uzaklaştırdıkları Taliban'la diyalog kapısının açılması gerektiğini söyledi:

- Düşmanlarla konuşmalısınız. Her şeyi yerine oturtmalı. Kiminle konuştuğunuzu bilmelisiniz. Hedefiniz açık seçik olmalı.

ABD'nin düşmanlarının kim olduğunu belirtmiyor Amerikalı general. Ancak kendisine yöneltilen bir soruda Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin Suudi yetkililerin himayesinde Taliban'la müzakere masasına oturmasından memnun olduğunu söylüyor.

General Petraeus'un bu açıklamasını önemsemek gerekiyor. Çünkü kendisi Irak'ta Amerikan güçlerine ciddi direniş gösteren Sünnilerle anlaşma yolunu tercih etmişti. Böylece ülkedeki güvenlik ortamında nisbi bir iyileşme sağlanmıştı.

Anlaşılan Petraeus, aynı stratejiyi Afganistan'da da uygulamak istiyor.

***

Bu konuda kendisi yalnız değil. Bir başka muvazzaf asker de Afganistan'da kesin zafer elde etmelerinin mümkün olmadığını, Taliban'ın uzun vadede çözümün bir parçası olabileceğini söylemişti.

O asker Afganistan'daki İngiliz birliklerinin komutanı Tuğgeneral Mark Carleton-Smith. İngiliz komutana göre Taliban ile bir anlaşma yapılabilir. Siyasî çözüm bulunursa Afganistan'daki direniş de uzun vadede sona erebilir.

Her iki askeri aynı ortak paydada buluşturan gelişme Afganistan'daki durum tabii ki...

Son iki yılda Taliban giderek güç kazanıyor Afganistan'da. İşgal kuvvetleri Taliban'ın gerçekleştirdiği saldırılarda büyük zayiatlar veriyor.

Bu yılın ilk on ayında koalisyon güçlerinin kaybettiği asker sayısı, geçen senenin rakamlarını çoktan geçmiş durumda.

***

Afganistan'da işlerin yolunda gitmediğini fark eden isimlerden biri de Afganistan Cumhurbaşkanı Karzai.

Önce Suudi Arabistan'a, Taliban'la aralarını bulması için arabuluculuk teklifi yaptı. Ardından Taliban lideri Molla Ömer'e barış çağrısında bulundu. Geçen ay da Taliban yöneticileri ve eski Başbakan Gülbeddin Hikmetyar'ın bir temsilcisiyle Suudi Arabistan'da bir araya geldi.

Afgan hükümeti, Taliban'la müzakere yapıldığına dair haberleri yalanlasa da birtakım girişimlerin olduğu ortada.

Afganistan'daki "güvenlik" sorununu çözmek için askerlerin savaştıkları düşmanla "siyasî diyalog" kurulmasını önermesi hayli ilginç geldi bana.

Peki ya size?

zaman

Ergun BABAHAN
Askerin sorunu
11 Ekim 2008
Sabah

Bir süredir kafamı kurcalayan bir soruyu dün Radikal'de Mehmet Ali Kışlalı dile getirdi: "Türk Silahlı Kuvvetleri çaresiz mi?" diye sordu.

Kışlalı yazısında ister "düşük yoğunluklu çatışma", ister "asimetrik savaş" denilsin, son dönemde büyük ordu sahibi ülkelerin bu savaşları kazanamadığı gerçeğinin altını çizip şöyle diyor:
"Türkiye'nin durumu farklı. Mücadeleyi kendi topraklarındaki ayrılıkçı etnik grubun küçük bir parçasına karşı yapıyor. Büyük parça ise devletin yanında. Sayıları 80 bini bulan köy korucuları onlara karşı savaşıyor. Buna karşın mücadele 24 yıldır sürüyor."
Türkiye'de sivil iktidarlar terörle mücadeleyi genelde askere havale etti, sorunu daha çok askeri bir sorun olarak gördü.
Bu bir gerçek.
Olayın böyle ele alınması, sorunun her boyutunun özgürce tartışılmasını, buna göre strateji geliştirilmesini de engelledi.
Bu mesele, askerin sorumluluk alanı dışında konuşulması yasak bir konu haline geldi.
Kışlalı'nın deyimiyle "İktidarlar konunun, Türkiye için yaşamsal önemini anlamaya çalışmadan, askerin görece bilgi ve deneyimlerinin verdiği, görece yol gösterici isteklerini karşılamaya gayret etmekle yetinmişlerdir."
Asker de sivil iktidardan daha fazla yetki ve para talebinde bulunarak bir mücadele yürütmüştür.
Ancak bugünkü yapının artık böyle bir mücadeleyi aynı koşullarda yürütmeye müsait olmadığı ortada.
Hem sivil siyasetin, hem askerlerin bir paradigma değişimine ihtiyacı var.
Dağlıca'nın ardından gerçekleşen Aktütün baskını askeri kanatta da bir sıkıntı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu sadece mücadelenin yürütülmesi ile ilgili değil.
Askerin toplumla iletişiminde de ciddi bir sorun var.
Hava Kuvvetleri Komutanı'nın golf oynamasıyla ilgili çelişkili açıklamalardan, karakollar için gerekli paranın bulunup bulunmadığına dair bilgilere varıncaya kadar açığa çıkan bir sorun bu.
Bölücü terörle mücadele her kurumda eksikliklere, yanlışlıklara yol açmış olabilir.
Önemli olan durumun fotoğrafını net çekip ona göre yapılanmak ve önlem almaktır.
Türkiye, hukukun içinde kalarak terörle mücadele edip terör örgütünü etkisiz hale getirecek güce sahiptir.
Ama bu gerçek, eksiklerin ve yanlışların görülmesine engel olmamalıdır.
Ülkeyi belirli aralıklarla acıya boğan bu sorunun çözümünde hep denildiği gibi, sadece askeri yöntem başarı sağlayamaz.
Ancak terör örgütü silahı bırakmadan askeri yöntem tamamen devre dışı kalamaz elbette.
O yüzden askeri gücün doğru ve yerinde kullanılıp kullanılmadığı da sorgulanmalı, tartışılmalıdır.

Serdar Akinan
Kılavuz Öcalan taşeron Erdoğan

AKP’nin, “Kürt açılımı” söylemi başından beri sorunlu bir dil ve üslup izliyor.

Sorunun nerede saklı olduğuna bir parça konsantre olduğumuzda, çözümsüzlüğün temel dinamiğinin, aktörlerin samimiyetsiz söylemlerinden kaynaklandığını görebiliriz.

Apo’ya dolaylı mesaj yolladınız mı?

Cevap?

Hayır...İnandırıcı mı? Değil...

DTP’liler, “Bu bir muhataplık sorunudur. Öcalan muhatap alınmazsa çözüm olmaz”diyor mu, demiyor mu?

AKP, bu meselede, fikri bir ayrışma yaşıyor mu? Yaşamıyr mu?

Her ne kadar kol kırılır içinde kalır deseler de cümle alem AKP içindeki Kürt grubun nasıl mevzilendiğini bilmiyor mu?

İçişleri Bakanı’nın açıklamasında satır arası arıyoruz...Satır yok ki arası olsun...

Kasımpaşa ağzıyla sorsak, “Baba iyi de ne diyon? Açık konuş...Kimlik meselesi ne olacak? Anayasa’ya kurucu iki millet diye yazılacak mı? Dağdan inenler-eli kanlı olan ve olmayan nasıl ayrışacaksa- siyasete girebilecek mi? İki dilli resmi eğitim yapılabilecek mi? Eyalet sistemine geçecek miyiz?”

Bu ve buna benzer sorular samimiyetle yanıtlansa yanıtlanabilse belki daha doğru bir yol haritası çıkacak.

Ama ne DTP’lisi açık açık konuşuyor...Ne AKP’lisi...

Askerin bu meseledeki tavrını ben anlamadım. Anlayan varsa beri gelsin...

TSK karnından konuşanlar korosuna mırıldanarak da olsa eşlik ediyor...

Kürt açılımı hangi çerçevede kristalize olacak?

Sırf ABD istedi diye...Sırf Barzani bölgede sıkıştı diye bu plan yürür mü?

Bakın dün Bahçeli bir konuşma yaptı...

Beğenin veya beğenmeyin, görün veya görmeyin, bu memlekette çok ciddi sayıda insanın sözlerine tercüman oldu...

Milliyetçilerin sosyal, siyasi ve kültürel dinamiklerini bilenler açısından bu sözleri tehditkar ve sorumsuzca diyerek kolayca mahkum edebilir miyiz?

Çok safdillik olur.

Birkaç satırla bu zihniyet haritasının koordinatlarına bakın...

Kürt açılımı mümkün mü? Karar verin...Hele ki bu kadar açık konuşmayan, samimiyetsiz bir söyleme karşılık böylesi bir dil gelişmişse...

İşte Bahçeli’nin MHP adına söyledikleri:

“Amaç, Türkiye Cumhuriyeti'nin milli devlet niteliğini ve üniter siyasi yapısını tasfiye süreci başlatılmasıdır.

Bu süreçte 'Türkiyelilik' kavramı milli kimliğin yerini alacak, iki dilli eğitim ve kamu hizmetine geçilecek, eyaletler sisteminin alt yapısı hazırlanacak ve teröristlere siyasi af çıkarılarak ihanet ödüllendirilecektir.

Etnik farklılıkların ayrışma gerekçesi olarak görülmesinin ve demokratikleşmenin bölünme aracı olarak kullanılmasının dünyada başka bir örneği yoktur. Bölünerek demokratikleşen bir devlet tarihte görülmemiştir. Demokratikleşme adına ülkesi ve milleti için en uygun yerli malı bölünme modeli arayışına giren bir hükümete de bugüne kadar şahit olunmamıştır. Bütün kavramları soysuzlaştıran Başbakan Erdoğan şimdi de demokrasiye böyle bir anlam ve fonksiyon yüklemektedir. Kılavuzu Öcalan, taşeronu Erdoğan olan PKK patentli bu bölünme projesinin Türkiye'nin hayrına olmadığı açıktır.''
Akşam

Engin Ardıç
Baykal o raporu nereye sokacak?

Hani dedik ya, Kürt sorununun çözümüne karşı çıkmakta MHP daha "erkekçe" davranıyor, CHP daha bir kıvırtıyor diye...

Görünürde bizi yalanlayacak bir adım atmış.

Niçin görünürde, onu da göreceksiniz...

Deniz Baykal "talimat" vermiş, birtakım "akademisyenler" raporlar hazırlamışlar. (CHP milletvekili ve danışmanı Bülent Tanla da kalkıp Çin'e gitmiş, bu gezinin bir gerekçe kazanması için oturup bir "Çin raporu" hazırlamıştı hani, raporda Türkiye için utanmadan "Çin modeli" öneriliyordu! Baykal raporu aldı, çekmecesine mi koydu çöpe mi attı, bilinmez.)

Bu raporcu akademisyenlerden Profesör Ahmet Özer (CHP'ye yıllardır böyle raporlar hazırlarmış), maşallah Başbakan Erdoğan'ı aratmayacak şekilde konuşuyor!

Profesör, anayasa değişikliği, Kürtçe eğitim serbestliği, genel ya da kısmi af öneriyor!

Anayasada "etnik vurgudan" kaçınılacak, "Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese Türk denir" maddesi yer alacak. (Sonuçta Kürt gene Türk olacak yani.)

Resmi dil elbette Türkçe kalacak, fakat Kürtçe okullarda "seçmeli ders" olarak okutulacak. Kürtçe yayınlar yapılacak (yapılıyor zaten, profesör yeni farketmiş)... Üniversitelerde "Kürdoloji Enstitüleri" açılacak...

Yerel yönetimler daha da güçlendirilecek, çünkü bugünkü sistem "1930'ların devletçi yapısını yansıtıyor"... (CHP yönetimine küfür etsen daha iyi!)

PKK'ya af çıkarılacak, belki Apo'ya bile!

Değiştirilmiş olan Kürtçe köy ve mezra isimleri geri verilecek...

DTP, Kürt vatandaşları parlamentoda temsil eden legal parti olarak kabul edilecek (yani kapatılması için uğraşılmayacak)...

Profesör Özer, akıntıya kürek çektiğinin kendisi de farkında, boşa emek ve zaman harcadığının bilincinde, yirmi sayfa kâğıt ziyan etmenin sıkıntısıyla "Sayın Baykal istedi, ben de yazdım" demiş, "görüşlerim CHP'yi bağlamaz!"

Bu rapor, "CHP medyası" tarafından kamuoyuna "açılım dediniz, işte adamlar açılıyorlar ya kardeşim" havasında yutturulmak isteniyor.

Yemezler.

Sayın Baykal "tatbik mevkiinde" olmadığına göre, bu raporu ne yapacaktır?

Üstüne bir bardak soğuk su mu içecektir? Rafa mı kaldıracaktır, parti arşivine mi devredecektir?

Gene topu taca atacak, "başka" raporları da bekleyecek, berikiler "statükocu" çıkarlarsa onlara mı meyledecektir?

Yoksa benimseyecek midir?

O zaman hükümete destek vermek zorundadır. Peki bütün o bağırmalar çağırmalar ne olacaktır?

Yoksa bütün bu rapor hazırlatma tantanası "dostlar alışverişte görsün" kabilinden bir "kamuoyunu oyalama" numarasından mı ibarettir?

Sayın Bahçeli hiç olmazsa daha açık konuşuyor, "dağa çıkmaya ve elli yıl dağda gezmeye hazırız" diyor, yani devletin kanunlarını çatır çatır çiğnemeye hazırlanıyor... Ne yapacak, "milis kuvveti" mi oluşturacak? Yoksa o da kendi çevresini yatıştırmaya yönelik boş laflar mı ediyor?

Öyle ya da böyle, şenlikli günler de bizi bekliyor.

sabah

Serdar Akinan
Öcalan Mandela olur mu?

Gökçeada'da Yakamoz adlı bir otelin restoranındayım. Ege'de bir gün daha batıyor ve Yakamoz'un manzarası muhteşem...
Bir köşeye ilişip gözalıcı bir beyazdan usulca kavuniçine dönüşen güneşi, o ışıkların denizin yüzeyinde yarattığı sayısız kıpırtıları fotoğraflıyorum...
Tam bu sırada iki genç insan geliyor. Sohbete dalıyoruz... Her ikisi de son iki yıldır Türkiye'nin Güneydoğu'sunda hekimlik yapmışlar...
Konuştuğumuz saatlerde Erdoğan-Türk görüşmesinin ayrıntıları geliyor...
Dönüp bana bakıyorlar, 'Mümkün mü gerçekten? Gerçekten Öcalan'ı Mandela mı yapacaklar? Akan onca kandan sonra böylesi bir oldu bittiyle bu mümkün mü?'
Sonra hekimlerden biri Aktütün
baskını sırasında bölgede görevli olduğunu anlatıyor.
Çatışmada göğsünden giren bir kurşunla diyaframı parçalanan bir eri nasıl kurtardığını anlatıyor.
Tam 400 gün geçirmiş orada... Dönüp Ankara'ya gelmiş, 'Bayraklara baktım uzun uzun...' diyerek hüzünle anlatıyor...
Ne tuhaf değil mi bu satırları yazarken bile, bir hekimin bayrağa bakarken ne hissettiğini aktarırken, faşist damgası yiyeceğimi düşünüyorum...
Bayrak sevgisinden bahset,
yaftan hazır...
Oysa bu bayrağa, bazı 'büyük' edebiyatçıların' yaptığı gibi edebiyattaki gücümü kullanarak usturupla küfretsem entel sofralarında övgü ile anılacağım.
Dönelim aktörlere...
Ahmet Türk'ün umudunu paylaşmıyorum. Taleplerinin özü, Öcalan'a özgürlüktür.
Bu mümkün mü? Toplumsal mutabakat olmadan imkansız. Bunun için ise çok ama çok erken... Sokağa çıktığınızda, halkın arasına girdiğinizde, dar çevrelerden, mahallelerden çıktığınızda göreceğiniz tamamen ayrışmış, zihnen vicdanen kopmuş bir sokaktır.
Bakın internet sitelerindeki okuyucu yorumları benim için turnusol kağıdı gibi...
Tek bir makul yorum bulmak
mümkün mü...
'Kürt açılımı' yazın. Çıkan haberlerdeki yorumlara bakın. Kuduruk bir söylem... Kürt'ü ayrı, Türk'ü ayrı ama aynı kuduruklukta, gözü dönmüşlükte... Bu mu sosyal barış? Bu mu mutabakat?
Amerika istedi... Kürt petrolü kuzeyden çıksın. Barzani ve Talabani'yi Araplar'dan, Şiilerden koruyalım... Kim korusun? Türkiye korusun...
Mesele dış dinamiklerin güdümünde iken bu sorun bu ikiyüzlü söylemle çözülmez; maalesef çözülemez.
Öcalan'ı, samimiyetsiz ikiyüzlü politikalarla, sırf ABD çıkarları konjonktür icabı öyle gerektirdi diye, Mandela yapacağız diye yola çıkmak, bunu da millete 'Kürt açılımı' diye yutturmak... İnanın olacak gibi değil.
Gerçekten ürkütücü bir kabus senaryosu görüyorum.
Akşam

İskenderun'da askeri birliğe saldırı: 3 ölü 8 yaralı
31 Mayıs 2010
Hatay'ın İskenderun ilçesinde Deniz İkmal Komutanlığı'na saat 00:30 sıralarında roketli saldırı düzenlendi.. İlk belirlemelere göre 3 asker şehit olurken 8 askerin de yaralandığı bildirildi.. haber101
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Ekm 21, 2008 10:45 pm    Mesaj konusu: Kürtler Alıntıyla Cevap Gönder

Serdar Akinan
Açılımın önünü açmak

'Kürt açılımı' çarşafa dolandı gözüküyor değil mi?
Değil...
Bence, benden beklenen yorumların aksine, süreç; yani 'büyük mutabakat' -efendilere göre- tıkır tıkır işliyor.
Bu tartışma sürecinin bir hükümet değil devlet kararıyla başladığı yolunda imalar yapılmadı değil. Haklılar...
Sadece 'devlet' kim ve ne onu bilmek gerek. Bu anayasayla bence hepsi şaibeli...
Öcalan'ın son çıkışlarıyla sürecin çöktüğüne ilişkin yorum yapanlar ve üzülenler (özellikle suskunluğa gark olan satılık liberal kalemler) de yanılıyor.
Aktörlerden ikisi çok önemli... Öcalan ve Bahçeli...
Bu tartışmalar çerçevesinde toplumsal tansiyonu; gündemi, sürekli belli bir çizgide tutan hep Bahçeli oldu.
Başbakan'a cepheden saldırdı... Tavsiye kararı alan MGK'yı topa tuttu... Yani askeri de hedef tahtasına koydu...
Peki tüm bu sert açıklamaların neye hizmet ettiğine gelmeden önce bir başka şeye bakalım... Ne oluyor?
Abdullah Öcalan sıfatlardan sıfırlanıyor.
Eskisi gibi, 'Eli kanlı cani', 'İmralı'da yatan canavar', 'Teröristbaşı', 'Çocuk katili' gibi sıfatları görüyor veya duyuyor musunuz? Hafızanızı yoklayın bakalım... Azaldı değil mi?
Süreç, öncelikle zihinlerimiz ve algılarımızı usulca dönüştürüyor.
O artık 'PKK lideri Öcalan'dır. Dil belirler. Hayatı belirler. Siyaseti belirler...
Bu anlamda 'açılım süreci'nin aslen buna hizmet ettiğini düşünüyorum... Zihin terbiyesi yapılıyor...
İkincil olarak Türkiye hemen her köşesinde en uç tartışmaları yaşıyor.
Öcalan, beklenin aksine, 'demokrasi' vurgusu yerine açık açık 'milli bölünme'yi gündeme koydu ve çok net bir şekilde 'muhatap benim' dedi.
Bu sert açıklamalar bize ne diyor? Zihinlerimizde ne oluyor?
'Yahu, vallahi bu Öcalan resmen Türkiye'yi bölmek istiyor... Allah'tan AKP, CHP ve asker var da daha makul şeyler tartışıyoruz... Hatta Bahçeli olmasa kesin bölünürüz. Allah var adam tüm süreci tıkıyor.'
Acaba öyle mi?
Şimdi orada durun...
Gelin AKP cephesine bakalım.
ABD ve AKP'nin karbon kopya açıklamaları (Ömer Çelik ve Henry Barkey'in satır başlarını alt alta koyup üzerinden kalemle geçin bakalım arada fark var mı?) aynı çerçevede...
Zaten herhalde Obama ile Erdoğan'ın çıkıp ortak basın toplantısı yapmasını beklemiyordunuz değil mi?
'Siyaseti ve sosisi yapılırken izlememek gerek' derler bu işin duayenleri. Yani izleye geldiğiniz gerçek siyaset değil... Konuşulanlar dudaklarınıza çekirdek... Siz de bunları konuşun... Diliniz, zihniniz meşgul olsun...
Yani bir gerçek plan var. Bir yol haritası var... Bu inkar edilemez...
Peki asıl soru şu... Ortada bir 'devlet kararı' var mı? Valla bence var.
Baykal, Başbakan'la görüşecek mi? Görüşecek...
Öcalan, iyi kötü muhatap alınıyor mu? Alınıyor... Bu işin sonunda İmarlı koşulları biraz düzelir... Havuç-sopa... Efendiler işi biliyor. Yoksa neden paketleyip teslim ettiler bize...
İş gelip Bahçeli'ye çıkıyor...
Şimdi günlerdir aklımı kurcalayan soru şuydu... Bahçeli neden bu kadar sert açıklamalar yapıyor... Kasım ayındaki kongre mi? Hiç sanmam...
Jeton sonradan düştü...
Muazzam bir işlev görüyor muhterem Bahçeli...
Açılımın önünü açıyor...
İstese ülkücüleri sokağa döker mi? Döker...
Bu hareketliliğe uygun zihni arka plan, milli hassasiyet, kitle; taban, vs var mı? Fazlasıyla... Ekonomik çöküntünün sosyal dokuları nasıl gerdiğini göremiyor muyuz? Üçüncü sayfalara bakın...
Peki, ülkücüler neden suskun?
Eh, Başbuğ bağırıyor ya!... Canlarına okuyor valla...
Milliyetçilerde algı bu... Dinginlik de bundan...
MHP sağlam bir aşı... Bu kritik sürecin ehlileştirme aşısı...
Peki, 'Kürt açılımı' olur mu?
İddiam o ki, bu devlet kararı da olsa, yürümez... Yürüyemez...
İnanın o kadar kolay değil.
Bu topraklarda yaşayan tüm halklar yeni bir toplumsal sözleşme yapacak... Bu siyaset aygıtını iptal edecek... Yenisini, ortak çıkarlar zemininde, optimal bir gelecek vizyonuyla, kendi içinden inşa edecek.

Akşam


Öcalan: Zehir yerim ama Amerika'nın, İngiltere'nin ve hiçbir gücün denetimine girmem
22 Kasım 2008

Abdullah Öcalan, tutulduğu hücrenin penceresinden görebildiği iki ağacın kesildiğini öne sürerken, “Kuşlar konuyor, cıvıltılar oluyordu. Bunlar canlı varlıkları, bir ağacı bile görmeme tahammül edemiyorlar” dedi.

Çarşamba günü kendisini ziyaret eden avukatları ile görüşen bölücü başı Öcalan'ın görüşleri, örgüte yakın internet sitelerinde yayınlandı. Öcalan'ın avukatlarına, kendisine verilen radyodan haberlerin özetlerini ancak ayakta durarak dinleyebildiğini anlatırken, şöyle dediği öne sürüldü:

“Gazeteleri önemli haberleri keserek veriyorlar. Gazeteler, gazete olmaktan çıkıyor, anlamı kalmıyor. Okuduğum kitabı değiştirme isteğim ancak 4- 5 gün sonra yerine getirilebiliyor. Bu sıkıntılar, durumlar gerginliğe neden oluyor. Bu hücre cezası 10’uncu oldu. Bunun nedenlerini anlatmaya çalışacağım. Neden bana bu hücre cezaları veriliyor, buna yoğunlaştım. Bu hafta odamı tekrar aradılar. Her tarafı dağıttılar, 12 saatte ancak düzeltebildim. Oysa daha yeni aramışlardı. Bunu niye yaptılar bilmiyorum. Ancak burada yaşananların idareyle bir ilgisi yok. Onları aşan bir durum, idare kendisine söyleneni yapıyor.”

Abdullah Öcalan, tutulduğu İmralı'yı ‘Proto-Guantanamo' olarak nitelendirdi. Kendisini eleştiren İsmail Beşikçi'yi ‘Kürtler'in Ziya Gökalp'i olarak nitelendirdiğini savunan Öcalan, kendisi gibi Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ile Kuzey Irak'taki bölgesel Kürt yönetiminin Başkanı Mesut Barzani'nin Kürt halkının temsilcisi olmadığını söyledi. İmralı Cezaevi'nde olmasına rağmen hiçbir zaman ‘teslim olmadığını' söyleyen Öcalan şunları söyledi:

“Burada, odamın penceresinden görünen iki ağaç vardı, şimdi yok. İki gün önce onları da kestiler. Bunu aslında anlatmak istemiyordum ama artık anlatıyorum. Bu ağaçları niye kestiler? Bu ağaçlara kuşlar konuyordu, kuş cıvıltıları oluyordu, rüzgar estiğinde hareketleniyordu, yeşillikti, benim bunları, canlı varlıkları görmemi istemiyorlar. Bu nedenle kestiler, baktığımda artık ağaç göremiyorum. Benim bir ağacı bile görmeme tahammül edemiyorlar. Yine geçen gün odamı darmadağın ettiler. Bütün evraklarımı, mektuplarımı dağıttılar. Mektuplarımı bağlayacak bir ip bile bırakmadılar, parçaladılar. Bu dağınıklığı düzeltene kadar ayakta kalacak halim kalmadı. Teslim olsam durum böyle mi olurdu? Ben burada bu koşullarda her gün zehir yerim ama Amerika'nın, İngiltere'nin ve hiçbir gücün denetimine girmem. Burada olmamın sebebi de onların denetimine girmediğimdendir.”

Mutlu Tönbekici/Vatan
10 şehidin verildiği bir gün bir yazar ne yazabilir?

HİÇ. Gerçekten hiç. Dükkanı kapatıp gitmek dışında yapılacak bir şey yok aslında. Başka bir yazı yazmıştım. Neşeli, sevimli bir yazı idi. Haberi alınca tıkandım.

Böyle bir günde, sevimli, neşeli bir yazı? Hayır olmuyor. Başkaları yapabiliyor ama ben yapamıyorum.

Ne yazayım onu da bilmiyorum.

Bin kere yazdığımı mı? Bu çocukları PKK’nın değil sittin senedir uygulanan faşist rejimin öldürdüğünü mü? 23 Nisan’daki “yırtık çizmenin” öldürdüğünü mü? Taş atan çocuklara verilen ağır cezaların öldürdüğünü mü? Dipçikle dayak yemenin öldürdüğünü mü?

Yazdık. Bin tane hakaret de işittik. Değişen bir şey yok. “Bu kadar şehit verilirken ne bedelli askerliği” demiş bugün Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ.

E işte tam da bu nedenle soruluyor zaten...

Kimse canını sokakta bulmadı. İnsanlar parasıyla “can” satın almaya çalışıyor anlamıyor musunuz? Evet bildiğimiz can.

Parasıyla “canını” satın almak isteyen bir ülke olduk çıktık. Ama bunda ayıplanacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Anasını kuzusu, babasını prensi olarak büyü, oku, adam ol, gel 20’lerine, sonra manasız bir kurşun gelsin vursun seni. 10 bin küsur şehidin içinde bir sayı ol.

Yok işte. İstenmiyor. Niye istensin ki? Aklı başında kim niye böyle bir şeyi istesin? İstendiği kadar goy goy gazı basılıp dursun kimse böyle bir savaşta canını kaybetmek istemiyor.

Zira 30 küsur yıldır süren bir savaş pek tabii inandırıcılığını yitiriyor. Birrrr karış toprak uğruna bu kadar can... Üstelik gidilmeyen, sevilmeyen topraklar uğruna.. Yok. Bazıları artık yemiyor.

“Ama biz TRT şeşi açtık... Kürtler de artık entegre olsunlar!”

Yok ya!

Sen öbür tarafta dipçikle 12 yaşında çocuk döver, hastanelik eder ve hatta öldürürsen... PKK bitsin, Kürtler entegre olsun diye çok beklersin.

Bugünkü çatışma onun rövanşıdır. Yarınki başka bir şeyin rövanşı olacak. Dağdaki adama gücü yetmeyen, ovadaki çocuğa sardırırsa olacağı budur.

Sittin senedir olan tam da buydu. Polisi de askeri de etmedik eziyet bırakmadı. Çoğu gizlendi...

Çoğunu gazeteler “aman askerden fırça yemeyelim” diye yazmadı. Üç beş tane yazılıp çizilenle de halk ilgilenmedi. Halk ilgileninceye kadar savcısı mahkemeye verdi, hakimi toplattı, oldu bitti. Tamam. Bu kadar bilgi yeter size.

Halk da zaten dünden meraklı kendini yalanın “konforlu kollarına” atmaya. “Biz yapmayız öyle şey” yalanına, “Kürtler zaten doğuştan haindir” yalanına..

Sonra yavruları patır patır gidince de şaşırdı kaldı. “Biz onlara ne yaptık ki!” dedi analar bacılar.

Yaptığın şu anacığım: Duymadın, görmedin, ilgilenmedin! 10 bin + 10 şehidin katili sensin, o, bu, şu, biz, siz, onlar. Bu kadar basit. Ağlayacak olan da sadece sensin. Tek sen. Gerisi sahte göz yaşıdır.


"PKK da DTP de bundan böyle ne yaparlar onu kendileri bilir. Ben kimseye talimat da vermem"

Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla mesajlarlar gönderdi. İşte o mektuptan satır başları:

"Kürtlere son sözüm şu. AKP yerel seçimlerde yüzde 50 oy alırsa Kürtlere artık her şeyi yapabilecek hale gelir. Bu konuda herkesin sorumluluk duyması gerekir.

Beni kimse temsil edemez. Hiç kimse benim adıma hareket ettiğini söyleyemez. Bundan sonra kimler ne yaparlarsa sadece kendileri adına yaparlar ve yaptıkları sadece kendilerini bağlar.

DTP bölgede alacağı oylardan da kendisi sorumludur, ben sorumlu değilim. Benim adına bu kadar şeylerle uğraşıp bu kadar ceza alacaklarına daha doğru düzgün politika geliştirebilirler. Bir şeyler yapabilirler.

Benim için yaptıkları şeyleri biliyorum. Ben onlara benim için bunları yapın demedim. Ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Benden daha kötü durumdalar. Kendileri için bir şey yapsınlar.

Benim bundan sonra tavrım nettir. Ben ancak devletin resmi görevlileri buraya gelirse ve bana "Sen şu konularda barış için nasıl yardımcı olabilirsin" denilirse o zaman değerlendiririm.

Bunun dışında bir şey yapmam. PKK da DTP de bundan böyle ne yaparlar onu kendileri bilir. Ben kimseye talimat da vermem.

AKP orduyla uzlaşmış. Ne üzerine uzlaşmış tabi ki Kürtler üzerine uzlaşmış. Bunun karşılığında Kürtlerin üzerine gidecekler. AKP orduya ben bölgede güçlüyüm oyların yüzde ellisini alırım orası benim kontrolümde diyor.

Bu aşamada DTP'yi de kıskaca alacaklar, daraltacaklar tasfiye etmeye çalışacaklar."
haber10


Ayna: Germeye Devam Edeceğiz
23 Kasım 2008

DTP yerel seçimlerin startını Hakkari'den verdi. Burada konuşan Emine Ayna ilginç açıklamalar yaptı...

DTP, 15 gün sürecek olan bölge gezisini Hakkari'den başlattı. Burada konuşan DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, günlerdir televizyonlarda bölgeye yapacakları gezinin `Gerilim gezisi, gerilim haritası' olarak duyurulmasına tepki gösterdi. Ayna, "Bizim bölge gezimiz teleziyonlarda `gerilim gezisi, gerilim haritası' olarak veriliyor. Biz toplumu geriyormuşuz. Biz devletin ve hükümetin yanlışlarını söylüyoruz. Eğer gerçekleri söylemek, AKP'yi ve Başbakan Erndoğan'ı geriyorsa germeye devam edeceğiz. Bu seçimlerde demokratik özerkliği yaratacak, özerk bölgelerimizi kuracağız" dedi.

DTP yerel seçimlerin startını Başbakan Recep Erdoğan'ın gelmesine tepki gösterdiği Hakkari'den verdi. 15 gün sürecek 14 ve 28 İlçeyi kapasayacak Doğu ve Güneydoğu ve Akdeniz bölgesi gezisinin ilk durağı için Hakkari'ye gelen DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, Van Milletvekilleri Özdal Üçer, Fatma Kurtulan, Hakkari Milletvekili Hamit Geylani ile Iğdır Miletvekili Pervin Buldan, Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş, Hakkari'ye 30 kilometre uzaklıktaki Çiftlik mevksinde partililer tarafından karşılandı.

`AKP'Yİ GERMEYE DEVAM EDECEĞİZ'

Ayna, son günlerde DTP'nin Doğu ve Güneydoğu illerine yapacağı geziye `Gerilim gezisi, gerilim haritası' benzetmesi yapılmasına tepki gösterdi. Ayna, seçim startını moral bulup motive olmak amacıyla Hakkari'de verdiklerini belirterek şöyle konuştu:

"Bu gezimizle seçim startını verdik. Birkaç gündür televizyonlar bizim bölge gezimizi `gerilim gezisi gerilim haritası' olarak veriyor. Biz toplumu geriyormuşuz. Ne yapıyoruz? Devletin yanlışını söylüyoruz. Ne yapıyoruz? Hükümetin hatalarını söylüyoruz. Yanlışları söylediğimiz için toplumu geriyormuşuz. Sizler bizim haklarımızı yok sayarken, hatta bizi yok sayarken, ölümü dayatırken sesiz mi kalalım. Durup izleyelim mi. AKP son bir yıldır bir slogan bulmuş. `Durmak yok yola devam.' Yani onlar durmak yok savaşa devam derken susalım mı? Onlar durmak yok açlığa, yoksulluğa devam derken susalım mı? Operasyonlara ölümlere devam derken, Kürt halkını inkar ve imhasına devam derken susalım mı? Eğer gerçekleri söylemek AKP ve Erdoğan'ı geriyorsa germeye devam edeceğiz."

`SEÇİMDE ÖZERK BÖLGELERİMİZİ KURACAĞIZ'

Gezilerinin nedeninin seçim çalışması yapmak olmadığını söyleyen Emine Ayna konuşmasına şöyle devam etti:

"Biz sizleri motive etmek için değil, sizlerden güç almak, sizlere teşekkür etmek, sizlerin bizleri motive edeceğini bildiğimiz için gezimize buradan başladık. Seçim çalışması için Hakkari'ye Van'a Diyarbakır'a, Batman'a görevlendirme yapmayacağız. Çünkü biliyoruz ki halkımız değerlerine sahip çıkar. Bedelini ağır ödemiştir. Görevlendirmelerimizi, seçim çalışmalarımızı henüz belediyesi DTP'li olmayan illerde ilçelerde yapacağız. Halkın bizi en büyük oyla birinci çıkaracağına inanıyoruz. Bölge gezimiz çerçevesinde halkımızla kucaklaşıp selamlasacağız. Sizlerden aldığımız büyük güçle yolumuza devam edeceğiz. Son sözümüz `Beğenmeyen gitsin' diyen Erdoğan'a. Ona buradan söyle sesleniyoruz. Bırakalım çekip gitmeyi bir yana, eğer bu halk çekip gidecek olsaydı, 25 yıldır yaptığınız zulümden dolayı gitmedi. Şimdi bırakalım çekip gitmeyi, seçimlerde demokratik özerkliği yaratacağız, özerk bölgelerimizi kuracağız."
aktifhaber

Kürtler ve ‘faydasız salaklık’
NURAY MERT
POLİTİKA / 07/10/2008sayfayı yazdırarkadaşına gönderarşive ekle
‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’ diye bağırmakla olmuyor, gencecik insanlar vatandaşlık görevlerini yapmak üzere gittikleri yerlerden cansız dönüyor. Öte taraftan, ‘barışçı aydın’ ağırbaşlılığı ile, ‘Çözüm başka yerde’ demek artık bana fazlasıyla ağır gelmeye, ağrıma gitmeye başladı. Kendimizi iyi hissetmek için, sahtekârlık yapmanın veya kaçak güreşmenin âlemi yok. Bu kadar da tuzu kuru olmayalım, kendimizi iyi hissetmeyiverelim. Türk veya Kürt milyonlarca insan kendini iyi hissetmiyor. Biraz da bizim canımız sıkılsın, başımız ağırsın, uykumuz kaçsın.
Önce şu, ‘Bu bir kimlik meselesidir’ ezberinden vazgeçelim. Bu bir ‘kimlik’ meselesi değil. Daha doğrusu, ‘kimlik meselesi’ dediğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu kurcalamaya kimsenin cesareti veya mecali yok. Ama, ‘kimlik meselesi’ gibi muğlak bir ifadeye sığınıp, işin içinden sıyrılmanın da, Türk-Kürt, kimseye faydası yok. Sol çevreler,
yıllar boyu, rahatsız edici gerçeklerden kaçmak adına, Kürt siyasetinin bulaştığı şiddetle yüzleşmemeyi başardılar. Ama bu ‘başarı’ meseleyi çözmek adına kimsenin işine yaramadı.
Evet, yakın zamana kadar, ‘Kürt’ demek, Kürtçe konuşmak bile suç sayılabildiğinden, bu kimliğin tanınır olması bile bir aşamaydı. Ama, ondan sonra, mesele, bu kimlik adına nelerin talep edildiği. ‘Üniter devlet’i tartışma konusu etmek yasak olduğu için, bir büyük ikiyüzlülük leke gibi büyüdükçe büyüdü. Ama sorun sadece yasal çekinceler değil, aslında demokrat aydınlar da, ‘üniter devlet’e karşı talepler olabileceğini göz ardı etmekten memnun gibi. Zira, aksi takdirde, bu ülkede yaşayan bir grup insanın siyasi egemenlik talebine karşı tutumumuzun ne olacağı gibi zor bir durumla baş etmek zorunda kalacağız. Bu türden talepler içimize sinmediği noktada ‘milliyetçi’ olup olmadığımızdan kuşkulanacağız. Bu yönde talepler karşısında, milliyetçiliğe savrulmadan pozisyon belirlemek zor olacak. O nedenle, bu zorluktan kaçmak, mevcut yasal kısıtlarla, işin bu boyutunu tartışma dışı bırakmak aslında herkesin işine geliyor.
‘Kürtler adına siyaset yapan tüm çevreler, kimlik siyaseti altında aslında ayrı bir Kürt devleti istiyor ama söyleyemiyor’ demiyorum, ama bu yönde talepleri olanlar da hep oldu, bu taleplerden zaman içinde geri adım atan da, talepleri buralara uzanmayan da. Ama, Kürt siyasetleri, tüm bunları içeriyor ve bunları açık açık konuşmadığımız takdirde, bu muazzam ikiyüzlülük binbir şekil alarak devam edecek.
Aslında belli ki, Kürt siyaseti adına ortaya çıkanların da kafası son derece karışık. Hal böyleyken, Kürtleri yekpare bir grup veya siyasi aktör olarak tanımlayıp, onlarla, ‘barışçı aydın’ veya ‘cici Türkler’ olarak diyalog kurmanın da faydası sınırlı. Kuşdili ile konuşan taraflar arasındaki diyalogdan kime ne fayda gelecek? Milliyetçiler, demokrat aydınlara, siyasi jargonun ünlü deyimi ile, ‘faydalı salaklar’ olarak bakıyor biliyoruz. Ancak, durum bu değil,
bir salaklık söz konusu ise bu ‘faydasız salaklık’, çünkü Türk-Kürt, hiçbir tarafa faydası yok.
Mesele, artık, karşı tarafa hep kuşku ile bakmak veya bu tavrı gösterenlere karşı, diyaloğun, güvenin, empatinin altını çizmek değil. Karşı tarafın her dediğini hayra yormak da bir tür anlayışsızlık. Öcalan’ın mahpusluk koşullarının iyileştirilmesi talebi, daha iyi televizyon seyretmesi için yapılmıyor, bir ‘ulusal lider’ olarak teyit edilmesi adına yapılıyor. ‘Vay hainler’ deyin diye söylemiyorum, bu gerçekle yüzleşelim, onun ötesinde bu konuda şöyle veya böyle tutum takınmak herkesin kendi bileceği iş. Biri için ‘terörist’ olan, diğeri için ‘gerilla’. Bu tür çatışmaların tümünde, dünyanın her yerinde bu böyle. ‘Ben oynamıyorum, adamı rahat ettirin de başımızı dinleyelim’ demek mümkün değil. Daha doğrusu mümkün de, ciddi veya anlamlı değil.
Ya bu rahatsız edici gerçeklerle samimi bir şekilde yüzleşeceğiz, ne diyeceksek bu zeminde korkusuzca söyleyeceğiz, bıkmadan usanmadan, konuşacağız, kavga edeceğiz, barışacağız, sonra bazı konularda yine bozuşacağız, yine barışacağız, böyle yol almaya çalışacağız, ya da olanlara seyirci kalacağız. ‘Cici Türk’lüğün kimseye faydası yok, artık ‘faydasız salaklığı’ bırakalım diyorum.
Radikal

Türkiye de Karartılan Katliamlar
24 Ocak 2009 15:13

Merhum Turgut Özal'ın hazırlattığı terör eylemlerini önlemeye yönelik raporlar ve sonrası gelen faili meçhul karanlık katliamlar.

1992'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal sorunun şiddetle çözülemeyeceğinden hareketle diyalog ortamı yokluyordu. Ocak ayında Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kaya Toperi ve baş yaveri kurmay Albay Arslan Güner'e 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda, "Karşılaştığımız sorunun basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır." deniyordu.
Özal, Martın ilk haftasında Çankaya Köşkü'nde DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan'la görüştü. Sakık, Özal'ın bu görüşmede "Genel af çıkarıp sorunu kökünden çözeceğim." dediğini aktardı.

Özal, Toperi ve Güner'in hazırladığı rapordaki tespitleri 13 Mart 1992 tarihli MGK'da gündeme getirdi ve genel af da dahil siyasi sosyal çözümlere değindi.

Aynı dönemde PKK ve derin güçler cephesi, şiddet eylemlerini had safhaya çıkardı. PKK 1992 Nevruz'unda bölge halkını kışkırtarak kitlesel ayaklanmalara dönüştürmeye çalıştı. Türkiye Mart 1992'de tarihinin en kanlı Nevruz'unu yaşadı. İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum örgütlerine göre 113 kişi hayatını kaybetti.

Turgut Özal, ANAP milletvekili Adnan Kahveci'yi yeni bir rapor hazırlaması için görevlendirdi. Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra "Kürt sorunu nasıl çözülmez" başlıklı bir rapor yazdı. Mayıs 1992'de Özal'a sunulan raporda şu satırlar dikkat çekiciydi: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler'in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır."

Mayıs 1992'den itibaren şiddet eylemleri yeniden arttı.
Adnan Kahveci'nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK toplantısında tartışıldı. Özal, GAP televizyonundan Kürtçe yayın yapılmasını istedi.

11 Haziran 1992: Bitlis'in Tatvan ilçesinde köy minibüsü durdurularak içinde bulunan 13 kişi kurşuna dizildi.

27 Haziran 1992: Silvan'ın Yolaç köyünde cami cemaati kurşuna dizildi. 10 kişi öldürüldü.

18 Ağustos 1992: Şırnak'ta olaylar çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, olayı "300 PKK'lının şehri bastığı bir isyan" olarak nitelendirdi. PKK, eylemi reddetti. İl merkezinde 3 gün süren olaylarda kent neredeyse harabeye döndü. Ölü ve yaralılar konusunda muhtelif sonuçlar açıklandı.

5 Eylül 1992: BingölGenç karayolunda araçlardan indirilen 7 kişi katledildi.

13 Eylül 1992: Şemdinli'de Jandarma Karakoluna yapılan saldırıda 15 er şehit oldu.

15 Eylül 1992: Batman'ın Kozluk ilçesinde bir minibüsün bombalanması sonucu 10 kişi öldü.

29 Eylül 1992: Irak sınırında Derecik Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda 27 asker şehit oldu.

1 Ekim 1992: Bitlis'in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü.

72 yaşındaki Yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da suikaste uğradı.

Ekim 1992'de Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Iraklı peşmergelerle birlikte büyük Hakurk operasyonunu başlattı. Bu peşmergelerle yapılan ilk ortak harekattı.

11 Ocak 1993: İstanbul Polisi, LuckyS adlı Panama bandıralı bir gemide 15 ton uyuşturucu ele geçirdi.

15 Ocak 1993: Bingöl ile Diyarbakır'ın Kulp İlçesi arasında bulunan PKK kampları havadan bombalandı. 150 PKK'lının öldüğü açıklandı.

24 Ocak 1993: Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu, Ankara'daki evinin önünde bulunan arabasına konan bomba ile öldürüldü. Mumcu, öldürülmeden önce PKK-Devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışıyordu. Türkiye'nin her yanından Ankara'ya gelen binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen cenaze töreni, laiklik, cumhuriyet ve demokrasiye bağlılık mitingine dönüştürdü.

28 Ocak 1993: İşadamı Jak Kamhi'ye suikast düzenlendi. Kamhi, yara almadan kurtuldu.

5 Şubat 1993: ANAP İstanbul Milletvekili, eski Devlet ve Maliye Gümrük bakanlarından Adnan Kahveci, BoluGerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. Adnan Kahveci ve eşi olay anında hayatlarını kaybetti.

17 Şubat 1993: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis'in bindiği askeri helikopter, Ankara yakınlarında düştü. Helikopterde bulunanlardan kurtulan olmadı. Genelkurmay, olayın teknik bir arızadan meydana geldiğini açıkladı. Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri bakanlarıyla PKK'nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

19 Şubat 1993: Orgeneral Aydın İlter, Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı.

Cumhurbaşkanı Özal, Mesut Yılmaz'ın 15 Haziran 1991'de ANAP Genel Başkanlığına seçilmesinden sonra partiyi yönlendiremiyordu. O nedenle projelerine parlamentodan destek bulamıyordu. 20 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerde de DYP birinci parti olmuş, Başbakanlık Süleyman Demirel'e geçmişti. Özal, ölümünden 2 ay önce Şubat 1993'te Demirel'e Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerileri içeren bir mektup gönderdi. Mektupta sorunun çözümüne yönelik siyasisosyal öneriler sıralanıyordu.

PKK, 23 Mart 1993'te tek taraflı ateşkes kararı aldı.

17 Nisan 1993: 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp yetmezliğinden dolayı sabah saatlerinde öldü.

22 Nisan 1993: Özal'ın cenazesi, Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra, 100.000 fazla kişinin oluşturduğu kortej eşliğinde Vatan Caddesi'ndeki Anıt Mezara defnedildi.

23 Nisan 1993: Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı'na aday olacağını açıkladı.

7 Mayıs 1993: DEP, 'HEP'in kapatılma ihtimali üzerine' resmen kuruldu. Genel Başkanlığa Yaşar Kaya seçildi.

16 Mayıs 1993: TBMM'de yapılan 3. tur oylama sonucunda DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi.

24 Mayıs 1993: Bakanlar Kurulu'nun af gündemiyle toplanmasından 1 gün önce Bingöl'de terhis olan 33 asker şehit edildi. Askerlerin silahsız ve korumasız olduğu, PKK'nın önceden istihbarat aldığı ileri sürüldü.

8 Haziran 1993: Devlet Bakanlığı'ndan istifa eden Tansu Çiller, DYP Genel Başkanlığı'na resmen aday olduğunu açıkladı.

13 Haziran 1993: Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı seçildi.

15 Haziran 1993: Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e verdi. DYPSHP hükümeti kuruldu. Tansu Çiller, Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı unvanını kazandı.

15 Haziran 1993: Bitlis Kayabaşı ve Bingöl Üçpınar köylerinde 9 vatandaş roketatarlı saldırıyla öldürüldü.

2 Temmuz 1993: Sivas'ta çıkan olaylarda Madımak oteli ateşe verildi, 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak can verdi.

5 Temmuz 1993: Erzincan'ın Başbağlar köyünde 33 kişi katledildi.

12 Temmuz 1993: Emniyet Genel Müdürlüğü'ne Mehmet Ağar atandı.

Anayasa Mahkemesi, HEP'in (Halkın Emek Partisi) kapatılmasına karar verdi.

27 Temmuz 1993: Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in görev süresini 1 yıl uzattı.

29 Temmuz 1993: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, 30 Ağustos beklenmeden görevinden alındı. KKK'na 1. Ordu Komutanı Org. İsmail Hakkı Karadayı atandı.

4 Ağustos 1993: Bitlis'in Mutki ilçesinde otobüs tarandı 15 kişi öldürüldü.

4 Eylül 1993: Batman'da meydana gelen olaylarda DEP Milletvekili Mehmet Sincar ile DEP Batman İl Yönetim Kurulu üyesi Metin Özdemir öldü.

12 Eylül 1993: SHP Genel Başkanlığı'ndan ayrılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Kabine'den de istifa etti.

10 Ekim 1993: Tansu Çiller, Avrupa Konseyi toplantısı için bulunduğu Viyana'da basına "İspanya tecrübesinden (Bask modeli) biz de yararlanacağız." dedi. Demirel 11 Ekim 1993'te anında yanıtladı: "Çözümü İspanya'da arama!

22 Ekim 1993: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü. Başlatılan operasyonda Lice'nin üzerini siyah dumanlar kapladı. İlçe'ye giriş ve çıkışlar yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çıkan çatışmalarda 30 kişi öldü, 400 ev ve işyerinde hasar meydana geldi. PKK, Bahtiyar Aydın cinayetini üstlenmedi.

Başbakan Çiller'in olaylardan sonra Lice'ye yapmak istediği gezi 'güvenlik sorunu' ikazı üzerine iptal edildi.

Daha önce Kürtçe yayından ve Bask modelinden söz eden Tansu Çiller, bu olaydan sonra 27 Ekim 1993'te şahinleşti: "Ya bitecek, ya bitecek!"

Tansu Çiller 31 Ekim 1993'te, "Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını kurutacağız." dedi.

Başbakan Çiller, 3 Kasım 1993'te şu açıklamayı yaptı: "Elimizde PKK'ya yardım eden 60 Kürt işadamının listesi var.

Devlet PKK ile olduğu gibi PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir."

PKK'ya yardım yaptığı ileri sürülen Kürt işadamları teker teker öldürüldü. 14 Ocak 2004'te Behçet Cantürk öldürüldü.

PKK'yla mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söyleyen eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever, duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu.

12 Aralık 1993: DEP'in 1. Olağan Kongresi'nde Genel Başkanlığa Hatip Dicle seçildi.

29 Aralık 1993: Kılavuzköy Jandarma Karakolu'nu basan teröristler, 12 Eri şehit etti. Çatışmada 7 terörist ise ölü olarak ele geçirildi.

zaman

Serdar Akinan
Seçimin gizli gündemi

Sandığa sayılı günler kaldı.
Siyaset sahnesinde muazzam bir hamaset var.
Küresel krizin etkisi ise, an be an artarak, kendini hissettiriyor.
Oysa tüm bu meseleler konjonktürel. AKP her halükarda birinci parti çıkacak. 2011'de ise bu kriz bitecek...
Siyasetin gizli gündeminde ise Kürt meselesi var.
'ABD planı' devrede...
Reçete siyaseti devlet politikası oldu.
Peki bu 'reçete'de ne var?

- Kuzey Irak'ta ve sınır içindeki PKK'lılar silah bırakacak. Bu silahlar KDP'ye teslim edilecek. (Tıpkı Irak'tan çıkan Amerikan askerinin bırakacağı bazı silahlar gibi)
- PKK'nın üst düzeyi İsveç gibi ülkelere gidecek.
- Dileyen militanlar Mahmur kampına gidecek. Mahmur kampında yaşayanlar da BM gözetiminde Türkiye'ye gelecek.
- Af ilan edilecek.
- Orta vadede gerekli hukuki zemin hazırlanarak yönetici kadrolara siyaset imkanı tanınacak.
- Türkiye Erbil'de konsolosluk açacak. (Şu anda 13 ülkenin konsolosluğu resmen açıldı)
- Irak Kürdistan'ı ile ikili ilişkiler genişleyecek ve yoğunlaşacak.
MGK'da alınan kararla Türkiye, devlet olarak, bu plana uyuyor.
Altını çizerek söylüyorum. Bu reçete siyasetinin sahibi tek başına AKP değildir.
Bakın, Öcalan bu fırsatı ıskalamadı.
Kandil'den yükselen itiraz seslerine karşın, 'Ben bu konuda üzerime düşen sorumluluğu yerine getireceğim' diyor.
Ancak Öcalan'ın başka istekleri de var.
'Kürtleri tanıyan bir anayasa hazırlansın ve hakikat komisyonu kurulsun' diyor.
Bu planda Öcalan'a ne kadar yer var açıkçası emin değilim.
Ancak emin olduğum bir şey var.
Rahmetli Eşref Bitlis kültürel konularda açılım sağlayacak, Barzani ve Talabani'yi Türkiye'ye muhatap kılacak bir plan üzerinde yoğunlaşmış ve 'Amerika'ya rağmen' bu planı başarı ile hayata geçirmeye başlamıştı.
Uçağı düştü. Düşmese emin olun Ergenekon'dan içerideydi...
Şimdi plan Washington'ın öngördüğü çerçevede ilerliyor.
Barzani'nin ev sahipliğinde gerçekleşmesi beklenen 'Kürt konferansı'na PKK'nın da katılması bekleniyor.
Burada ilan edilecek ortak bildiri ABD'nin Kürt meselesindeki çerçeve metni olacaktır.
Siyasetin hamasetini bir yana bırakın... Kürt meselesinde çok önemli gelişmeler oluyor. Olacak.
'Tarihin sonuna gelindi'mi? hep birlikte şahit olacağız.
Yılbaşından bu yana Güneydoğu'dan hiç şehit haberi aldık mı?
Çok ciddi tek bir olay meydana geldi mi?
Hayır.
Her şey bir yana akan kanın durmuş olması her şeyden önemli.

Akşam

Serdar Akinan
Broo çay be şeker hefif zor spass

Irak'ın işgalinden kısa bir süre önce aylarca Erbil'de kalmıştık. Otelde, yolda, lokantada insanlarla anlaşabilmek için Kürtçe'yi kafa göz yara yara konuşmaya başlamıştım.
O günlerde gazeteci arkadaşlarım, benim Kürtçe öğrenme çabama bıyık altından gülerdi.
Ben ise, 'Bir gün gelecek Kürtçe bilmeyen gazeteci bölgede zorlanacak' derdim.
Önceki gün Diyarbakır'da Osman Baydemir yüz binlerce insana Kürtçe hitap ettiğinde hem öğrenmeyi terk etmekten ötürü kendime kızdım hem de haklı çıkmaktan ötürü gülümsedim.
Nereden nereye?
1992'de atılan aynı sloganlardan, taşınan aynı kıyafetlerden ötürü aynı kitle Cizre'de gözümün önünde tarandı.
Dün bırakın miting alanını, Diyarbakır sokaklarında miting alnına gitmek için taşıt bekleyen onlarca PKK'lı kıyafeti giymiş (Ayağında elbette mekaplarıyla) puşili Kürt gördüm. Bildiğim kadarıyla hiçbiri gözaltına alınmadı.
GÜNEŞ BALÇIKLA
SIVANMIYOR
Nevruz günü Diyarbakır'daki o devasa alan ve çevresi tıka basa doluydu. Bu hareketin geldiği yeri anlamak için bir ölçü oluşturuyordu.
(Bu arada Diyarbakır valisinin haber bürolarını arayıp -75 bin kişi toplandı yazın- ricasına dair iddia, şayet doğruysa, sözün bittiği yerdir.)
Nitekim, dünkü büyük gazeteler meselenin bu boyutunu görmediler. Belki de görmemeyi tercih ettiler.
Görebildiğim sadece Ruşen Çakır, her zamanki gibi, dürüst bir şekilde bu tarihi fotoğraf karesini okuyucularıyla paylaştı.
BAYDEMİR SAMİMİ Mİ?
Osman Baydemir, tanıdığım günden bu yana, ilgi ve merakla izlediğim, ancak şüpheyle yaklaştığım bir insan.
Çevreme; tanıyanlarına, hep şu soruyu sordum, 'Görüşlerinde samimi mi?'
Aldığım yanıt hep farklı oldu.
Ancak zaman içinde şunu gördüm. Geleceği çok parlak bir Kürt siyasetçisi. Büyük düşünüyor. Büyük oynuyor. Son derece zeki. Hareket içinde bir başka dinamik oluşturduğu, farklı bir kuşağı ve anlayışı temsil ettiğini kim tartışabilir?
Özellikle Nevruz alanında verdiği mesajlar, belagati, kitle ile iletişimi son derece etkileyici idi.
Botan bölgesinde aydınların giydiği yerel kıyafetle sahneye çıkan Baydemir, Kürtçe, şu çarpıcı cümle ile başladı: 'On yıllardır Nevruz ateşini söndürmeye çalışıyorlar. Bilmiyorlar ki o ateş Kürt halkının gönlündedir.'
ÇÖZÜM İMRALI'DA MI?
Fakat, süreci bir bütün olarak değerlendirdiğimizde DTP'nin asıl mesajı çok önemliydi.
Hem Leyla Zana, hem de Ahmet Türk, doğrudan Başbakan Erdoğan'a, açıkça şu mesajı verdiler:
'Türkiye, Kürtleri kazanma veya kaderine terk etme noktasındadır. Bizi kaderimize terk etmeyin. Cesur olun. Tüm Kürtlerin gözü sizde. Kürtler elbette seçeneksiz değildir. Tasfiye değil çözüm istiyoruz. Bizi (Öcalan'ı) muhatap alın.'
Bu cümle şu anda DTP'nin ve PKK'nın durduğu pozisyonun net özeti.
Erbil toplantısı, şayet gerçekleşirse, PKK'nın silah bırakacağı bir sonuçla nihayetlenmeyecek.
PKK ve DTP, Öcalan'sız bir barış süreci başlatmayacak.
Peki, AKP cephesinde durum ne?
Derinleşen ekonomik kriz artık bir gerçeklik.
Yerel seçimler ise ister istemez referanduma döndü.
AK Partinin aldığı oy miktarı, geçen seçimlere kıyasla erirse 'demokratik açılımları' gerçekleştirmede zorlanır mı?
Güneydoğu'da kritik vilayetleri kaybetmesi buna tuz biber eker mi?
Bu tarihi soruların yanıt vadesi o kadar kısaldı ki, sahiden kırılmanın (olumlu veya olumsuz) arifesindeyiz.

Akşam

DERİN PKK LİDERİNİN BAĞLANTILARI
19 Nisan 2009 08:37

Derin PKK'ya yönelik operasyonun perde arkası aralanıyor. İşte çarpıcı bilgiler...

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü terör örgütü PKK'nın şehir yapılanmasına yönelik operasyonun perde arkası aralanıyor.

Elde edilen belgeler ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı rapora göre PKK, Avrupa'da yaşayan Sabri Ok'u Abdullah Öcalan sonrasının yeni lideri olarak belirledi. PKK'nın derin yapılanması olarak gösterilen Kürdistan Demokratik Topluluğu'nun (KCK) da genel sorumlusu olan Ok, il ve ilçelerde 'Kent Meclisleri' adıyla devlete alternatif bir yapı oluşturmaya çalıştı. Operasyonda gözaltına alınan şahıslardan 51'i dün cezaevine gönderilirken, Emniyet raporunda terör örgütü üyesi veya yöneticisi oldukları gerekçesiyle tutuklanan şahısların emri kimlerden aldıkları konusunda da önemli bilgiler yer aldı. Bu kişiler, Abdullah Öcalan başta olmak üzere Kuzey Irak ve Avrupa kamplarında bulunan Cemil Bayık, Murat Karayılan ile Avrupa'daki Sabri Ok'tan bizzat aldıkları talimatları uygulamaya koydu. Raporda Ok'la yapılan yüz yüze görüşmelere dair bilgiler de bulunuyor.

KCK soruşturmasının kilit ismi Sabri Ok'u, derin bağlantıları öne çıkarıyor. İddialara göre 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu'nun PKK ile görüşmeleri Ok üzerinden yürütülüyordu. Ok'un adı PKK'nın ilk kadrosu arasında geçiyor. Ok, örgütün ilk eylemi olan 1984'teki Siirt ve Eruh baskınlarının planlayıcılarından.

1985'te yakalandı. Bursa Cezaevi'nde 20 sene yattı. 1999'da Öcalan hapse atıldığında yanına istediği tek kişi Sabri Ok'tu. Hapisteyken bile örgütün en kilit isimlerinden biriydi. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına dahi konu oluyordu. 26 Temmuz 2000 tarihli MGK toplantısında, PKK ile ilgili istihbarat raporları masaya yatırıldı. Bursa Cezaevi'nde yatan Sabri Ok'un örgüt üzerindeki etkisinin arttığı kaydediliyordu. Ok'un, faaliyetlerini rahatça sürdürdüğü belirlendi.

Sabri Ok'u asıl öne çıkaran özelliği, sahip olduğu bu derin bağlantılar. İddiaya göre, 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu'nun PKK ile görüşmeleri ve bağlantıları Sabri Ok üzerinden yürütülüyordu. Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı, 5 Temmuz 1998'de bir TV programında "devlet içinde bir grubun PKK ile işbirliği yaptığını, İstihbarat Daire Başkanlığı'nın söz konusu o kişiyi tespit ettiğini" söylemişti.

'Ateşkes için aracı oldu' iddiası

PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan, 1999 yılında tutuklu bulunduğu İmralı'da yargılanırken mahkemeye bir tutanak sundu. 2 Haziran 1999'da Star Gazetesi, bu tutanaklara dayanarak, Öcalan'ın bir aracıyla ateşkes için ilişkiye girdiğini iddia etti. Hürriyet, 3 Haziran 1999'da "Kim bu esrarengiz aracı?" sorusunu ortaya attı. 4 Haziran 1999'da Enis Berberoğlu "İstihbarat oyunu Apo'yu kandırdı" başlığı ile yayınladığı makalesinde, askerlerin Öcalan ile yakın temasta bulunduğunu, ama bunun tuzak olduğunu ileri sürdü: "30 Temmuz 1998'de, PKK'ya cezaevinden ateşkes isteniyor haberi gelmiş, hatta Türk tarafının iyi niyetini kanıtlamak için Süleyman Demirel'in Mehmet Ağar'ın düğününe gitmesine izin verilmediği mesajı PKK liderine ulaştırılmıştır. Apo da buna inanarak 1 Eylül 1998 günü ateşkes ilân etmiştir. Halbuki ateşkesin akabinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, ondan hemen sonra da 1 Ekim'de, Süleyman Demirel, PKK'yı kovması için Suriye'yi tehdit etmiştir."

PKK'ya cezaevinden bu ateşkes talebini ileten isim Sabri Ok'tan başkası değildi. Öcalan yakalandıktan sonra DGM savcılarına verdiği ifadelerde Sabri Ok'un rolünü şöyle açıklıyordu: "Ateşkes önerisi bize Avrupa temsilcimiz Kâni Yılmaz ve Şahin kod adlı Ferhat Abdi isimli arkadaş tarafından getirildi. Abdi Şahin isimli arkadaşımıza da Selim Okçuoğlu isimli ve avukatlık yapan, HADEP'te de faaliyet gösteren kişi getirmiş. Bu belge sanırım şimdi Avrupa arşivimizdedir. Aynı konuda, cezaevleri temsilcimiz Sabri Ok'la bir görüşme yapılmış. Sabri Ok, kendisi ile de görüşüldüğünü ve aynı önerilerin kendisine de yapıldığını söyledi. Yine sanırım Genelkurmay'ın Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nda çalışan bir albay, Brüksel'deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım."

Sabri Ok, 2007 yılından beri Avrupa'da yaşıyor. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma da derinleşiyor. KCK soruşturması PKK'nın derin bağlantılarını da gün yüzüne çıkarmaya aday. Savcılığın yürüttüğü soruşturma, bölücü örgütün DTP'liler dahil seçilmiş insanlar üzerindeki baskısını da ortadan kaldırmaya vesile olabilir.


20 yılı hapiste geçti

Sabri Ok, 20 yıl hapis yattı. Cezasının bitmesi yakınlaşınca, Abdullah Öcalan avukat görüşmesinde Sabri Ok'un Leyla Zana ve arkadaşlarının kuracağı partiye üst düzey yönetici olmasını istedi. Sabri Ok, 2005'te tahliye olduktan sonra askere alındı. Manisa'da askerlik yaptıktan sonra Kandil'e gitti. Burada PKK'nın derin troykası olarak bilinen Duran Kalkan, Mustafa Kalkan ve Ali Haydar Kaytan üçlüsü ile hareket etmeye başladı. Bu ekip, Ergenekon'a yakın görüşler taşıyor. PKK'dan ayrılarak Kuzey Irak'ta yaşamaya başlayan Osman Öcalan, bu ekip için şunları söylemişti: "PKK'nın içinde de Kemalistlerden daha çok Kemalistler var. Solcular ve Aleviler de yer alıyor ayrıca. Özellikle solcu Aleviler PKK içinde her zaman güçlü ve etkin oldular. Türkiye'deki bazı güçlerle çalışıyor, onlarla birlikte hareket ediyorlar."
aktifhaber

Serdar Akinan
İyi şeyler

Kürt meselesinde süreç yeni bir evreye girdi... Gelin satır başlarına bakalım...

'Bir yandakiler' sorunun çözülmesi için somut bir çerçevede adım atılmasını savunuyor:

- Başbakan DTP lideri Türk ile görüşsün.

- Kürtçe yer isimleri iade edilsin.

- Yasaklı ekim alanları tarıma açılsın.

- Cezaevlerindeki görüşte Kürtçe yasağı kalksın.

- Korucu alımı durdurulsun.

- Kürt basını üzerindeki baskılar kalksın.

- Üniversitelerde Kürt Enstitüleri kurulsun.

- Üniversitelerde seçmeli Kürtçe dersi konulması

- TRT Şeş'e yasal güvence getirilsin.

- Seçimde Kürtçe siyasi propaganda yasağı kalksın.
- Kürtçe vaaz serbest kalsın.

- Öcalan'ın cezaevi koşulları iyileştirilsin.

- Devlet tiyatrolarında Kürtçe oyun sergilensin.

- Arıcıların güvenlik gerekçesiyle yer değiştirilmesinin engellenmesi durdurulsun

- Dağlardaki 'milliyetçi sloganlar' silinsin.

- Bölgeye Kürtçe bilen personel atansın.

- 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkenceler için devlet özür dilesin.

- Operasyonlarda ölen PKK'lıların cenazeleri ailelerine verilsin.

- Operasyonlara ara verilmesi, PKK'nın da mayınlı tuzaklar kurmaktan ve saldırılardan vazgeçmesi.

- Bölgedeki mayınların temizlenmesine hız verilmesi.

- Terör ve Terörle Mücadele'den doğan zararların karşılanması hakkındaki kanuna başvuru süresi uzatılsın.

Cumhurbaşkanı ne diyor?

'İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu, Türkiye’nin en önemli sorunu. O yüzden iyi şeylerin olacağına inanıyorum. Bir fırsat var, fırsatın kaçmaması lazım'.

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Richard Schmierer, Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı verilen mücadelenin diyalogla başarıya ulaşabileceğini belirtti.

'Bir diğer yandakiler' ise, 'Gerçeklerin konuşulması, sorunlarla yüzleşme, ezberlerin bozulması, statükodan kurtulma, barışla buluşma, değişimin gücü, engellerin aşılması, hataların sorgulanması gibi sayısız kavramla kamuoyunun karşısına çıkan bu mihraklar mesafe almaya başlamıştır. Maksatları, en büyük teminatımız olan millet vicdanını ve şuurunu sarsmak, kavram ve kafa karışıklığı ile milli direnç noktalarını zayıflatmaktır' diyerek bunun bir büyük planın parçası olduğunu söylüyor.

MHP ve CHP, itiraz cephesinde...

Ankara'da mutabakat...

Manşet bu...

Mutabakat var mı?

Soru yanlış...

Doğru soru şu:

Hangi Ankara?

Camekran.com adlı sitesinde yayınladığı analizde Gürkan Zengin bakın meseleyi nasıl okuyor:

(...)
İşte yine aynı konu gündemde: PKK'yı dağdan indirmek ya da Kürt sorununu çözmek...

Öyle anlaşılıyor ki, konunun tekrar gündeme gelmesinin üç ana sebebi var:
1. Ankara'da hükümet-asker ilişkilerinde alınan mesafe ve hükümetin askerle bu meselenin halli yolunda içeriği pek belli olmayan mutabakatı,
2. PKK'nın arazideki 'bir numaralı şefi' Murat Karayılan'ın Hasan Cemal'e verdiği -yeni olmasa da konjonktüre uygun olumlu mesajları,
3. Son yıllarda belki de ilk kez hem büyük aktörlerin, hem bölgesel aktörlerin en azından pek çoğunun- PKK'nın son kullanma tarihinin dolduğuna dair kanaatleri... Yani 'dış konjonktür'ün de artık 'çözüm' için uygun olduğu tespiti.
'Dış konjonktür' tamam da 'iç konjonktür' konusunda o kadar iyimser olmak için bir sebep göremiyoruz. PKK'nın Karayılan'ın ağzından verdiği mesajlara güvenip güvenmemek bir yana - örgütün bu konuda son derece karanlık bir sicili var- asıl mesele, Ankara'nın çözüm iradesindeki sıkıntılar.
Açık konuşalım; Ankara'da Kürt sorununun çözüm şekli üzerinde bir 'mutabakat' yoktur. Burada 'Ankara'dan ne kastetildiğinin iyi anlaşılması lazım. Konu Kürt meselesi olunca Ankara 'hükümet' ya da 'hükümet artı asker' demek değil.
Kürt meselesinin çözümünde Ankara, 'hükümet artı asker artı muhalefet' demektir. Bunu, 'asker artı parlamento' diye de formüle etmek mümkün. Bütün bu aktörlerin üzerinde 'mutabık' kaldığı bir çözüm formülünü üretmeden, 'barış'tan ya da 'PKK'yı dağdan indirmek'ten bahsetmek boş hayal kurmakla aynı anlamdadır.
Peki böyle bir 'Ankara uzlaşması' ufukta görünüyor mu?
Mesela Bahçeli'nin bugünkü grup toplantısındaki sözleri:
'Gerçeklerin konuşulması, sorunlarla yüzleşme, ezberlerin bozulması, statükodan kurtulma, barışla buluşma, değişimin gücü, engellerin aşılması, hataların sorgulanması gibi sayısız kavramla kamuoyunun karşısına çıkan bu mihraklar mesafe almaya başlamıştır. Maksatları, en büyük teminatımız olan millet vicdanını ve şuurunu sarsmak, kavram ve kafa karışıklığı ile milli direnç noktalarını zayıflatmaktır.'
Askerle hükümet uzlaştıktan sonra Baykal ve Bahçeli ne ifade eder diye düşünebilir. Çok şey ifade eder. MHP ve CHP'nin itiraz ettiği, destek vermediği, hatta diyebiliriz ki sessiz kalıp görüş beyan etmediği bir çözüm formülün yaşama şansı yoktur. Maalesef yoktur.
Hasıl-ı kelam önce bizim muhalefeti dağdan indirmek gerekecektir ki; PKK'yı dağdan indirmekten daha kolay bir iş değildir!
Eldeki siyasi malzeme budur ve maalesef yapacak bir şey yoktur.
Daha önce de belirttik, bu cesareti ve feraseti gösterecek kadrolar ortaya çıkancaya kadar bu yara kanamaya devam edecek.(...)

Bu analize kendimce bir katkı yapmam gerek.

Gürkan, sadece 'asker artı Parlamento' mutabakatıyla bu mesele çözülür diyor.

Çözülmez. Yetmez...

Bu aktörler toplumu gerçek anlamda temsil edemiyorlar. Millet siyaseten ayrışmış...

Yeni bir toplumsal sözleşme olmadan yani kurucu meclis olmadan, bu aktörler tasfiye olmadan, değil Kürt meselesi en ufak sorunlarımız dahi çözülemez.

Akşam

APO, Perinçek'e Kadar Nurcuydu
19 Mayıs 2009 12:36

Abdülmelik Fırat, Öcalan'ı ilk tanıdığında Risale-i Nur okuduğunu, Perinçek ekibine girdikten sonra herşeyin nasıl değiştiğini anlattı..

Vatan'dan Mine Şenocaklı'nın Abdülmelik Fırat'la röportajı:

Abdülmelik Fırat, Kürt meselesiyle öylesine iç içe ki, artık siyaset üstü bir kimlik olmuş. Siyasetçi olup da onun evine misafir olmayan kalmamış. Üstelik sadece siyasi kimlikleriyle değil, özel hayatlarıyla da tanıyor çoğunu... Merak edip, “Öcalan’la hiç karşılaştınız mı?” diye soruyorum. Tabii ki karşılaşmış. “Peki nasıl biriydi?“ diyorum merakla. “Dindardı” diye giriyor söze, ben hayretler içinde kalıyorum, o devam ediyor: “Nurcu’ydu, Kadastro’da memurken hep Risale-i Nur okurdu!” Peki sonra ne oldu da ortaya Apo çıktı? Cevabı yine şaşırtıcı; “Doğu Perinçek’in teşkilatıyla tanıştı, döndü, sosyalist oldu...”

Abdullah Öcalan’la hiç karşılaştınız mı?

Öcalan kadastro memuruyken Ankara’da evime gelirdi. Yani Öcalan’ı PKK’li olarak değil, kadastro memuru olarak tanıdım.

Peki nasıl biriydi o zaman?

Nurcu’ydu, dindardı.

Nurcu mu?

Evet, Nurcu’ydu. Tabii bana geldiği zaman öğrenciydi daha. Sonra döndü, sosyalist oldu. Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım, Dersimli’dir. O da devletin ajanıydı. Yani MİT’in adamıydı. Onun kızı da Kesire. Evlendirdiler Öcalan’ı onunla. Öcalan diyor ki, “Ben sonra onlardan zor kurtuldum...”

Bir dakika, ben hâlâ “Öcalan Nurcu’ydu” dediniz ya, oraya takıldım kaldım. Biraz anlatır mısınız? Nasıl Nurcu’ydu? Yani dini, imanı yerinde biri miydi Öcalan?

Evet, Nurcu’ydu. Bunu söyleyen bir tek ben değilim. Diyarbakır’da Kadastro’da memurluk yaparken hep Risale-i Nur okuyordu. Sonra Doğu Perinçek’in teşkilatıyla tanıştı, sosyalist oldu. Daha sonra da Partiya Karkerên Kurdistan’ı (PKK), yani Kürdistan İşçi Partisi’ni kurdu...

Peki siz ilk nasıl tanıştınız Öcalan’la?

Benim Diyarbakır’da bir akrabam vardı, Dicle Belediye Başkanı Zülküf Bilgin Bey, onun oğlu Behram da kadastro okulunu okumuştu, o da Öcalan gibi fark imtihanlarını verdi, üniversitede okumak için Ankara’ya geldi. Öcalan önce hukuk fakültesine, sonra siyasal bilgilere kaydoldu ama okumadı... Sol gruplarla anarşist hareketlere katılmaya başladı. İşte Öcalan’la Ankara’da tanışmamız Behram vasıtasıyla oldu. O da şu anda elektrik mühendisi.

PKK ile bir ilgisi yok herhalde?

Hayır, kontradır. Behram, Diyarbakır’dan geldiği için, bizim aileden olduğu için görüşürdük. Tabii o da sol düşünceli olabilir de, PKK ile hiçbir alâkası yok. Öcalan’ı öyle tanıdım. Ama Öcalan, sosyalist olduktan sonra alâkayı kesti bizimle.

Öcalan bana ‘Mamosta’ ya da ’Seyda’ diye hitap ederdi...

Peki ilk izleniminiz neydi Öcalan’a ilişkin? Nasıl hatırlıyorsunuz onu? O zamanlar öylesine mi, yoksa gerçekten inançlı biri miydi?

Hayır, çok derinlemesine dindar değildi. Yani bir de orada, sathi görüyordum onu. Çünkü benim evime, Alevisi, Sünnisi, sosyalisti, dindarı her kesimden Kürt çocukları, özellikle de Ankara’da üniversitede okuyanlar gelirdi... Öcalan o zaman fakir bir ailenin çocuğu, köyden Diyarbakır’a gelmiş, kadastro okulunu okumuş, bir-iki sene kadastro memurluğu yaptıktan sonra da, lise fark imtihanını verip Ankara’ya gelmiş.

Peki davranışları nasıldı?

Amcamın oğlunun oğlu Behram, bana nasıl davranıyorsa, Kürt gençleri nasıl davranıyorsa, o da öyle davranıyordu, saygılı biriydi. Bana bazen Kürtçe, ’Mamosta’, yani ’Hocam’ diye hitap ediyordu. ‘Öğretmenim’ manasında... Bazen de ’Seyda’ derdi. Seyda da Kürtçe’de dini bakımdan ‘Hoca’ manasına geliyor... Diyeceğim, Öcalan hep saygılıydı bana karşı. Hatta onu Şam’da gördüğüm zaman, yani güçlenmiş haldeyken de, bana karşı fevkalade saygılıydı. Şu ana kadar Öcalan benim aleyhimde bir-iki mesele söyledi, yani ona göre ben, ’Demirel’in adamıyım, Kürt düşmanıyım’, ama ondan öteye bir şey söylemedi.

aktifhaber

'TÜRKİYE KÜRTLERİ KOZ OLARAK GÖRÜYOR'

31 Mayıs 2009 08:55
'Türkiye'nin Kürt sorununda çözüm girişimlerini yavaşlatması önce bazı kazanımlar elde etme niyetinden kaynaklanıyor. Ankara çözüm eğilimi karşılığında ABD, AB ve Kuzey Irak'tan Ermeni meselesi, Kıbrıs ve PKK konusunda destek alabileceğini düşündüğünden işleri ağırdan alıyor'
SAMİ SURUŞ

Türkiye’deki Kürtlere, kültürel ve siyasi haklarına yönelik açılım çok yavaş ilerliyor. Hatta geçen birkaç hafta içinde Türkiye hükümeti Kürt eylemcilere yönelik cezalandırıcı uygulamalar ortaya koydu. Buna son işaret, birkaç gün önce Kürtlerin desteklediği DTP’nin üyesi beş milletvekilinin, PKK’yla işbirliği suçlaması yöneltilmesi sonrası mahkeme karşısına çıkarılmak istenmesi.

Aslında gözlemciler yerel seçimden birkaç ay önce, Ankara’nın Kürtlere yönelik açılım çıtasını yükseltme girişimlerinde bulunacağını tahmin ediyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hükümetin barışçıl girişimler üzerinde çalıştığını açıklıyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan Diyarbakır’ı iki defa ziyaret etti ve hükümetinin PKK sorununa barışçıl çözümler bulmak istediğini açıklayarak, PKK savaşçılarının dağların zirvelerinde kalmasının tehlikesi durdu. Erdoğan, yasalar çerçevesinde doğal hayata dönmelerini temin edecek garantiler sunma noktasında Türkiye hükümetinin sorumluluğuna dair imada bulundu.

Seçim cezası değil

Fakat seçimler biter bitmez ileri gelen Türk yetkililer Kürt bölgelerindeki siyasi ve ekonomik reformlar konusunda verdikleri vaatler karşısında sessizliğe büründü. Ayrıca Gül’ün sözünü ettiği girişimleri hayata geçirmekten de uzak kaldılar. Birçok gözlemci Ankara’nın Kürt sorunuyla barışçıl ilişki kurmakta gecikmesinin arkasındaki temel etkenin, iktidardaki AKP’nin yerel seçimlerde Kürt bölgelerinde yaşadığı gerilemeden kaynaklandığını düşünüyor. Bu anlamda gözlemciler Erdoğan’ın vaatlerinden geri adım atışının, Kürt seçmenleri yerel seçimde kendi partisi yerine DTP’yi destekledikleri için cezalandırma eğilimiyle bağlantılı olduğuna inanıyor. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in kentteki oyların yaklaşık yüzde 70’ini aldığına işaret ediliyor.

Bazı gözlemcilerse hükümetin Kürt meselesindeki gecikmesini, Türk ordusunun PKK ortadan kaldırılmadan önce hükümetin Kürtlere yönelik herhangi bir ciddi açılımına şiddetle karşı çıkmasından sakındığının ifadesi olarak açıklıyor. Çok sayıda Türk-Kürt ilişkileri uzmanı Ankara ve Washington’ın terör örgütleri kapsamında sınıflandırdığı PKK’yı ortadan kaldırmanın, ordunun hükümetin Kürtlerin kültürel haklarını tanımasına yeşil ışık yakılmasına yönelik onayının önşartı olduğu görüşünde.

Fakat bu yorumların Ankara’nın Kürt dosyasıyla etkin ilişkiye geçişini yavaşlatmasının arkasındaki gerçek etkenler olarak görülmesi mümkün mü? Gerçekçi yanıt ‘kesinlikle hayır’. Zira Türkiye’deki yavaşlama konusunda başka yorumlar da var. Bu yorumlar Ankara’nın stratejik kazanımlar elde etmeden Kürt sorununa barışçıl çözüm kartından ödün vermeme eğilimiyle ilgili. Bu bağlamda Türkiye’nin elde etmeyi düşündüğü kazanımlarından bazıları şöyle:

İlki, Ermenilerle ilgili dosyanın kapatılması yönünde Amerikan desteğinin temin edilmesi. Bu bağlamda ABD Başkanı Barack Obama, Kongre’nin 2006’da gündemine aldığı ve Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu döneminde maruz kaldıkları katliamın soykırım olarak tanımlanmasıyla ilgili bağlayıcı olmayan karar tasarısını muhafaza ediyor.

İkincisi, Türkiye’nin Kıbrıs sorununun sonuçlarıyla ilgili tutumuna Arap desteğinin temin edilmesi. Zira Atina ve Paris, limanlarını ve hava sahasını Kıbrıs gemi ve uçaklarına açması-nın Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilmesinin temel giriş kapısı olduğuna vurgu yapıyorlar.

Üçüncüsü, PKK savaşçılarına af çıkarma veya açılımın sürmesi yönündeki bir karardan önce PKK’nın Kuzey Irak’tan çıkarılması hususunda Iraklı Kürtlerin desteğinin temin edilmesi.

Türkiye bütün bu sebeplerden ötürü Kürt meselesinin barışçıl yolla çözümünü ağırdan alma siyasetini bilinçli olarak sürdürüyor; ABD, AB ve Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin, Ankara’yla Kürtler arasındaki ilişkilerin doğallaşması ve PKK sorunundan bütünüyle kurtulma eğiliminin sonucu olarak Türkiye’ye stratejik kazanımlar sağlamak zorunda kalacaklarını düşünüyor.

Aslında Türkiye PKK dosyasının kapatılması ve Kuzey Irak’a güvenlik ve sükunetin gelmesi yönündeki isteğinin, bu bölgelerin jeo-siyasi açıdan terörist - Irak’taki Kaide ve terör örgütlerinin- sığınağına dönüşmeye müsait olduğu kanaatiyle doğrudan bağlantısı olduğunu düşünüyor. Tabii bu durum Ankara PKK dosyasını sona erdirecek barışçıl çözümü sunmayı hızlandırmadığında geçerli.

Diğer sorunların temeli

PKK lideri Murat Karayılan birkaç gün önce Times gazetesine yaptığı açıklamalarda, PKK’nın Kürt sorununun çözümü için olumlu unsurlar içeren Türk barış girişimine olumlu karşılık vermeye hazır olduğunu teyit etti. Karayılan Türkiye’nin barışçıl müzakereyi reddetmeyi sürdürmesi durumundaysa, örgütün bütün şekil ve araçlarla herşeyi göze almış bir savunma beklemesinin gerektiğini sözlerine ekliyor. Bu sözler, Ankara’nın Kürt haklarını inkârını sürdürmesi durumunda, PKK savaşçılarının terör örgütleriyle işbirliği yapmak zorunda kalacağı ihtimaline işaret ediyor.

Türkiye kazanımlar elde etmeyi beklediği için aceleci görünmüyor. Burada sorun Türk yetkililerin Kürt sorununun diğer sorunların temelini oluşturduğuna, kazanımları beklemeden kültürel ve siyasi açılımlarla çözüme hız verilmesi gerektiğine nadiren dikkat çekmeleri.

(Ürdün gazetesi Ghad, 28 Mayıs 2009)

''En İyi Kürt Ölü Kürt'tür''
09 Haziran 2009 07:45

Ergenekon davası sanıklarından Kemal Alemdaroğlu'nun avukatı Metin Çetinbaş, dün görülen duruşmada provokatif bir savunma yaptı.

Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'nun avukatı Metin Çetinbaş, dün görülen duruşmada provokatif bir savunmaya imza attı.

Eski Susurluk hakimi Çetinbaş, Fikri Karadağ ve Hayrettin Ertekin'in kullandığı 'En iyi Kürt ölü Kürt'tür' sözünü şöyle savundu: "Kürtlerin ölmesini istemek suç mu?"

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri'de görülen Ergenekon davasına dün devam edildi. Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'nun avukatı Metin Çetinbaş, savunmasının 4. gününü geride bıraktı. Eski Susurluk hâkimi, müvekkilinin ardından 2 Haziran'da savunmasına başlamıştı. Metin Çetinbaş, dün savunmasının 4. gününü geride bıraktı. Ergenekon örgütü davası sanıklarının Fehmi Koru, Osman Baydemir, Orhan Pamuk gibi ünlü isimlere suikast girişiminde bulunmak için yaptıkları telefon görüşmelerini 'geyik muhabbeti' olarak değerlendirdi. Metin Çetinbaş'ın gündemindeki konulardan biri de Ergenekon sanıklarının kullandığı 'en iyi Kürt, ölü Kürt'tür' sözüydü. Avukatın bu sözü savunurken kullandığı ifade dikkat çekiciydi. Provokatif bir savunma yapan Çetinbaş, şu ifadeleri kullandı: "Bunlar Kürtler ile ilgili kişisel düşüncelerdir. Bu, 'gidelim Kürtleri öldürelim' anlamına gelmez. Ayrıca, Kürtlerin ölmesini temenni etmek suç mudur? Düşünce ve temenni anlamına gelen bu beyanların ceza davası ile bir ilgisi yoktur. Herhangi bir örgütün sempatizanı olmak, belirli insanlardan nefret etmek suç değildir."

Bu arada, tutuksuz sanık Kemal Alemdaroğlu'nun, Zona hastalığına yakalandığı için duruşmalara katılmadığı öğrenildi. Alemdaroğlu'nun, tedavi için bir hafta rapor aldığı bildirildi.

aktifhaber

Öcalan'dan İlginç İddialar
18 Temmuz 2009

İmralı'da ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan, ilginç açıklamalarda bulundu..


İMRALI'da ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan, 15 Ağustos'a kadar `yol haritası' hazırlayacağını söylerken, "Tarihi günler yaşıyoruz. 1-1.5 ay sonra süreç değişebilir" dedi.

Bazı internet siteleri, Öcalan'ın avukatları ile yaptığı görüşmede söylediği öne sürülen sözleri yayınladı. Türkiye'deki siyasi parti liderlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Abdullah Öcalan, kamuoyunda tartışılan 15 Ağustos'ta açıklayacağı belirtilen `yol haritası' ile ilgili şöyle konuştu:

"RADİKAL DEMOKRATIM"

"Açıklayacağım yol haritasında akil adamlara değineceğim, aydınlara da rol düşüyor. Türkiye'deki radikal demokratlara sesleniyorum. Görev ve sorumluluk alsınlar. Türkiye'de 3 çeşit demokrat var; Liberal, Muhafazakar ve Radikal demokratlar. Ben radikal demokratım. Çözümün öncülüğünü radikal demokratlar yapacaktır. Tarihi günler yaşıyoruz, tarihi bir süreçten geçiyoruz. 1-1.5 ay sonra süreç değişebilir. Ben yol haritasını Ağustos 15'ine kadar yetiştireceğim. Herkes benden birşeyler bekliyor, rol almamı istiyor."

"SINIRLARIN DEĞİŞMESİNE GEREK YOK"

Öcalan, Misak-ı Milli içerisinde şu anki bilinen Türkiye sınırları olmadığını, bunun içinde, Musul- Kerkük ve Suriye'deki Kürtler'in de dahil olduğunu iddia etti. Öcalan, "Misak-ı Milli, o dönem Meclisin aldığı bir karardır. Misak-ı Milli, `milli ant' demektir. Misak-ı Milli derken sınırların kalkmasından, değişmesinden söz etmiyorum. Günümüz şartlarında zaten sınırların kalkmasına gerek yok" dedi. Öcalan'ın bu konuda söylediği ileri sürülen görüşleri şöyle:

"Misak-ı Milli, Kürt- Türk birlikteliğini ifade ediyor. Kurtuluş savaşı Türkler ve Kürtler'in ortak savaşıdır. 10 Şubat 1922 tarihinde Meclis'in gizli oturumlu 18 maddelik bir kararı var. Bu karar 64 red oyuna karşılık 373 kabul oyuyla kabul edilmiş bir yasadır. Dikkat edilirse 64'e 373. Bu, Meclis arşivlerinde mevcuttur, devlet yetkilileri bunu biliyorlar. Bu kararla Kürdistan'a başta özerklik olmak üzere birçok hak tanınmış. Benim bu tarihli oturumdaki karardan haberim yoktu, bilmiyordum. Yine 1921 Anayasası var. Bu ülkenin ve Cumhuriyetin kuruluş aşamasında hazırlanan bir anayasadır. Bunun uygulanmasını istiyoruz. Diyoruz ki, bu kararı sizin meclisiniz aldı, bunu uygulayın."

GÜL VE ERDOĞAN'A MEKTUPLAR

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a daha önce defalarca mektup yazdığını anlatan Öcalan, "7 yıldır sabrediyorum. Önemli açıklamalar yapıyorlar, hadi buyurun yapın. `Çözeceğiz' diyorsunuz niye çözmüyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı siz de olacak, devletin en önemli 3 yetkilisi sizden olacak, yine de siz çözmeyeceksiniz, o zaman bu bir oyalamadır.

`Anayasa yapacağız, hazırlayacağız' diyorsunuz, yapmıyorsunuz. Yapsanıza demokratik anayasayı, çıkarsanıza. Mesele demokratik bir anayasa ile çözülebilir, niye yapmıyorsunuz? Erdoğan bu süreci yürütemiyor. Kürt sorunun çözümünde bir `ekonomi' diyorlar, bir `siyaset' diyorlar. Olmadı, ekonomiyi başa alalım diyorlar. Bunların siyaset biliminden de haberi yok, siyasi sorun çözülmeden, diğer sorunlar çözülemez" dedi.

"GEÇMİŞTE AKLIMIN ALMADIĞI OLAYLAR OLDU"

Bazılarının ABD ve İngiltere'nin sırtından siyaset yapmaya devam ettiğini, barış ve savaşın `adam gibi' olması gerektiğini ileri süren bölücü örgütün elebaşı Abdullah Öcalan, iddialarını şöyle sürdürdü:

"Geçmişte aklımın hayalimin almadığı olaylar oldu. Bir korucu yüzünden ailesini tasfiye etme gibi olaylar yaşandı. Bu benim yöntemim değil, hayat felsefemde de böyle bir şeye yer yoktur. Şimdi de onların yaptıklarını korucular yapıyor. Bilge Köyü dahil birçok yerde yaptılar, yapıyorlar.

`Dörtlü Çeteden' sıkça bahsetmiştim. Çözüm gelişmezse ben aradan çekileceğim. 1-1.5 ay sonra süreç farklı bir yöne de çevrilebilir. Sonbahara kadar çok şey değişebilir. Savaş olursa kopuşa gider. Biz ısrarla barışı savunuyoruz, barışı getirmeyenler sorumlu olur. Türkiye'deki mevcut statüyü Kürtler kabul etmez, bu statü kabul edilemez."

Öcalan: Ben Eski Ben Değilim
27 Temmuz 2009 13:59'

Ben de eski ben değilim. Hürriyet de eski Hürriyet değildir" diyen Öcalan, avukatları aracılığıyla şu mesajları verdi:

Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yaptığı son görüşmede, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dolaylı yollardan kendisinden ricada bulunduklarını iddia etti. Öcalan’ın "Sayın Erdoğan ve Gül’ün dolaylı da olsa, basın yoluyla da olsa çağrıları oldu, ricaları oldu. Ben de bunlara cevap verdim" dediği ileri sürüldü. Öcalan, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün kendisiyle ilgili yazısına değinirken, "Ben, eski ben değilim. Geçmiş, geçmişte ka
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Ağu 04, 2009 8:33 pm    Mesaj konusu: Kürt meselesinde nereden nereye? Alıntıyla Cevap Gönder

Yıldırım Türker/Radikal
Bunamadan barışalım

Bellek, beladır. Hatırlayarak, istemeden de olsa kayıt düşerek yaşamak zorunda olan canlılarız. Hatırlamak, insanın en ağır yükü.
Doludizgin, her an sıfırdan başlama duygusuyla yaşama hakkını kullanabilmek mümkün değil. Hiçbir şey yeni , hiçbir şey tam olarak bilinmedik değil. Güneşin altında yeni bir şey yok. Geçmiş, ‘adetlerin farklı olduğu’ o yabancı ülke, ikide bir seslenir. Rahat bırakmaz. Uyarır. Döne döne aynı acılardan, benzer zulümlerden geçerken yolumuzu aydınlatan yine de hatırladıklarımızın solgun ışığıdır.
Bir de bu memlekette hemen herkes tarafından toplumsal bir çözümleme yolunda sarf edilen ilk cümle ‘belleksiz toplum’ saptaması olunca zindan hayatımızın tek anahtarı kaçınılmaz olarak belleğimiz oluyor.
Unutmamalı. Hatırlamalı. Elimizden yeni bir başlangıç duygusunu, torlak bir umudu söküp alacağını bile bile hatırlamak, asla unutmamak zorundayız.
Değişim fikrine direnmek, değişeni dönüşeni anlamayı reddetmek değil, unutmamak.
Değişeni tanırız biz. Nedamet getiren katili sesinden, gözünden biliriz. Gençliğimizi gasp edenlerin daha kaç kuşağın hayatına kastettiğini anlayabilecek durumdayız.
‘Unut Beni’, ‘Unutamıyorum’, ‘Unutulsam da Ben’, ‘Hatırla Ey Peri’, ‘Duydum ki Unutmuşsun’,
‘Unutmadım Seni Ben’; istediğiniz şarkıyı mırıldanın, hatırlamak-unutmak ikilemiyle malûl bir toplumuz maalesef. En büyük silahımız yerine göre hatırlamak ya da unutmak. Bize malumat değil talimat vermekle gücünü tartan devletimiz ve sözcüleri unutulacaklar listesi çıkarıyor yeniden.
Ertuğrul Özkök, devlet ideolojisinin kör pusulası olarak mutlaka izlenmesi gereken bir yazardır. Dolayısıyla sık sık kâh bu köşede kâh başka köşelerde anılır, alıntılanır.
Bu kez de Van’ın Özalp ilçesinin Belediye Başkanı’na yazdığı açık mektupla içimizi kararttı.
Üstelik yazısını İçişleri Bakanı’nın ‘Geçmişi unutmazsak geleceği kurtaramayız’ vecizesiyle bağlamış. Muhteşem final şöyle: “Eğer herkes kendi acısını, kendi kinini, kendi ıstırabını canlı tutmaya kalkarsa, biz bu barışı neyin üzerine kuracağız?
Sen unutmazsan, unutturmamaya çalışırsan, başkaları da unutmaz, unutturmamaya çalışır.
Söyler misin bu neye ve kime hizmet eder?”
Önce yıllardır yazmamıza rağmen yeni gündeme gelen konuyu hatırlayalım. Ahmed Arif’in ‘33 Kurşun’ şiirinde anlattığı katliamla başlayabiliriz. Şiirin en bilinen bölümü, 40 yıl önce Fikret Kızılok tarafından şarkılaştırılmıştı. “Vurulmuşum/ Dağların kuytuluk bir boğazında/ Vakitlerden bir sabah namazında/ Yatarım/ Kanlı, upuzun.../ Vurulmuşum/ Düşüm, gecelerden kara/ Bir hayra yoranım çıkmaz/ Canım alırlar ecelsiz/ Sığdıramam kitaplara/ Şifre buyurmuş bir paşa/ Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız//Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz/ Rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ Domdom kurşunu/ Paramparça ağzımdaki...”
Ahmed Arif’in şiirinde ‘şifre buyuran paşa’, orgeneral Mustafa Muğlalı’dır.
1943 yılının 30 Temmuz gecesi 33 Kürt’ün infaz emrini vermişliğiyle geçmiştir karanlıklar tarihimize.
Devletimizin daha o tarihte ‘çete’ kurma konusunda nasıl hevesli olduğunun hikâyesi, bu katliamla sonuçlanan.
‘İranlı çapulculara’ karşı zamanın bakanının ve askeri erkânın emriyle bir çete kurulur. Sınırı geçip İranlı Kürt bir aşiret reisinin koyunları çalınır. Reis koyunlarını geri ister.
Aldığı cevap ağır hakaret olunca sınırı geçer ve bir baskınla koyunlarını geri alır. Durum, ‘Rus askerleri sınırı geçti’ diye duyurulur önce. Operasyon başlatılır. Reis ve 40 köylü tutuklanır. Ancak Özalp Sulh Mahkemesi sanıkları suçlu bulmaz ve serbest bırakır.
Tatlıya bağlama geleneğine sahip olmayan devletimiz 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı’yı sorunun çözümü için görevlendirmiştir. Muğlalı, 24 Temmuz günü Van’a ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları
toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri kararı alınır. 25 Temmuz’da biri kadın,
biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli er olmak
üzere 33 kişi yakalanıp Özalp polis karakoluna konulur.
Bu arada, İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan, bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız olur ve Muğlalı ile görüşmek ister. Ancak general, bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı, ‘’Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın, onu kırbaçlarım’ cevabıyla herkese haddini bildirir.
Muğlalı, öldürme emrini vermiştir bir kere.
Gerçekten de 33 Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri dışında tümü kurşuna dizilir. Kaçarken vuruldukları yolunda tutanak düzenlenir.
Bu hikâye, üstünden 56 yıl geçmiş olduğu halde, maalesef hiç küf kokmuyor. Çünkü JİTEM’in ilk provalarından biri olarak devletimizin Doğu-Güneydoğu konusundaki geleneksel yaklaşımını apaçık sergiliyor.
Muğlalı, ancak yıllar sonra Demokrat Parti’nin dayatmasıyla yargı karşısına çıkarılır. 1950 yılında önce ölüm, sonra yaşından dolayı 20 yıl hapisle cezalandırılır.
51 yılında da hapiste, sevenlerinin sıkça işaret ettiği gibi, kahrından delirerek ölür.
İşte bu ‘yüce Türk Adaleti’ tarafından suçlu bulunup ölüm cezasına yakıştırılan komutanın adı 2003 yılında Özalp’teki jandarma garnizonuna verildi.
O zamandan beri kimsenin pek ilgisini çekmeyen bu durum, Türk ordusunun tarih karşısında imanı kavi bir taraf olduğunu gösteriyor. Muğlalı’nın marifetlerinin sahiplenildiğini de.
Yani ordumuz, Muğlalı’nın mahpus damlarında kahrından ölmesini asla hazmetmemiş, şimdi de kendini yegane muhatap kabul ettiği Kürt sorununun çözümünde örnek alınası bir askerin gadre uğraması olarak değerlendirmektedir.
2004 yılında katliamın gerçekleştirildiği yerdeki garnizona katliamcının adını koyarak, sorunu çözme yordamı hakkında bir manifesto sunmuştur.
Askerin çeşitli dar durumlarda kendini yeterli sertlikte bulmayan zevata dönüp, ‘Gün olur devran döner, yarın ikinci bir Mustafa Muğlalı olmak istemeyiz’ dediğini bir yerlere kaydetmişliğiniz vardır mutlaka.
Mustafa Muğlalı, besbelli askerin bağrında sızlayan bir yara olarak kalmıştır. ‘Yiğit askerdi. Kıymeti bilinmedi’ inancının Korkut Eken’den Temizöz’e çeşitli asri savaşçılar için aynı çevrelerce kullanıldığını biliriz.
Şimdi bu utanç verici durum karşısında Özalp’in DTP’li Belediye Başkanı, kışlanın karşısına,
öldürülen köylüleri simgeleyen bir
‘33 Kurşun Anıtı’ yaptıracağını açıkladı ya, Ertuğrul Özkök elbette hemen devreye giriverdi: “İlçedeki jandarma garnizonuna, 1943 yılında
33 Kürt’ün öldürülmesinde sorumluluğu bulunan Mustafa Muğlalı adlı bir komutanın adı verilmişti.
O bölgede bir garnizona bu isim verilmeseydi daha iyi olurdu.
Ancak şimdi Özalp’ın yeni seçilen DTP’li belediye başkanı, bu garnizonun çıkışında bir yere öldürülen kişilerin anısına bir anıt dikmek istiyor.
Askerler de buna karşı çıkıyor ve ilçede bir gerginlik yaşanıyor” deyip Belediye Başkanı Murat Durmaz’a bu ‘tehlikeli ve gereksiz şov’ dan vazgeçmesini salık veriyor.
Hayır efendim! Barışın yolu unutmaktan geçmez. Resmi bunaklığın üzerine kurulan barış, asla kalıcı olmaz. Askere, ‘o ad verilmeseydi iyi olurdu’ kadar bir sitemi yeterli bulan Özkök’e gereken cevabı Durmaz vermiş: “ Tehlikeli bir iş yaptığımı belirtmişsiniz. Tehlikenin ne olduğunu köşenizde açıklayın... Şov yapıyorsun demişsin. Bu şov lafını 2004’te kışlanın ismi değiştirilip, Mustafa Muğlalı ismi verilirken neden şov yapılıyor demedin.
O tarihte biz kardeş değil miydik? ...Bu ilçenin bir bireyi olduğunu, hatta 33 masum insanın torunu olduğunu ve her gün o kışlada Mustafa Muğlalı ismini gördüğünü düşün; Sen unutur musun?”
Hayır! Unutulmayacak! Unutturmayacağız! Kahraman diye tepemize yerleştirilen katilleri asla unutmayacağız!
Bize bunaklık, size fişler dosyalar.
Sen cürmü 70 yaşında katilleri unutmayıp onların adları altında karşıma dikileceksin. Bense senin
aracı kullanarak ya da dolaysız uyguladığın zulmü unutacağım.
Bunu de birlik beraberlik-uzlaşma barışma adına yapacağız. Sen barış adına bir adım geri çekilmeden, hâlâ bana sopa göstereceksin. Ben kardeşlerimi öldürenleri, yakınlarımı işkenceyle sakat
edenleri bir çırpıda unutacağım.
Unutan hep ben olacağım. Zamanı gelince belleksizliğimden yakınansa sen. Yok öyle yağma!

04 Ağustos 2009
Nuh Gönültaş/Bugün
Kürt meselesinde nereden nereye?

Genç Türkiye Cumhuriyeti Kürtler'i nasıl görüyordu?
Bugün gelinen noktaya nereden gelindiğini göstermesi açısından 1930 Ağrı İsyanı'ndan sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazanlara göz atmakta fayda var. O yıllarda Mahmut Esat Bozkurt -ki kendisi Cumhuriyet'in ilk Adliye Vekili'dir- "Çiğ eti bulgurla karıştırıp yiyen Kürtler'in Afrika yamyamlarından farkı yok" demişti.
Benzeri sözleri Cumhuriyet yazarı Yusuf Mazhar 1930 Ağrı İsyanı'nın bastırılmasının akabinde bölgeye yaptığı geziden sonra gazetesine yazmıştı.
İşte o yazıdan ibret-i alem için bir bölümü aşağıya alıntılıyorum ki, Kürt meselesi konusunda nereden nereye gelindiğini görelim anlayalım, bu sorunun çözümünü istemeyenlerin ne menem adamlar olduklarını öğrenelim.
Yusuf Mazhar, 1930 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde Kürtler için şunları yazıyor:
"Bunlar tarihin şehadeti ile sabittir ki, Amerika'nın kırmızı derililerinden fazla kabiliyetli oldukları halde ziyadesiyle hunhar ve gaddardırlar. Dessas ve bedevi hislerden, medeni temayüllerden tamamıyla mahrumdurlar.
Bunlar asırlardan beri ırkımızın başına bela kesilmişlerdir...
Ruslar'ın idaresi altında bir kısım insani ve medeni haklardan mahrum tutularak dağlardan inmelerine müsaade olunmayan bu mahlûkat hakikaten medeni haklardan istifadeye şayan değildir. Siyasi ve medeni teşkilata istinat eden buradaki Türk köylüleri hükümet ve idare nüfusunun zaafa uğraması üzerine başkaldıran vahşi Kürt aşiretlerinin önünden ya kaçmışlar yahut Kürtleşmişler, yalnız köylerinin isimlerini bırakmışlar.
Bunlar ayrık otu gibi sardıkları toprakta intişar eder fakat bastıkları yere zarar verir mahlûklardır.
Birçok yerlere hastalık sirayet eder gibi sonradan yerleşmiş ve asli ahalisini aşiret teşkilatındaki kuvvet sayesinde körletmişlerdir. Bu Kürtler zahireyi değirmende öğütmeyi bilmezler.
Bunlarda istiklal ve hürriyet hisleri temelinden meskût, ruhları izzeti nefisten mütecerriddir.
Bana bu sözleri söyleyen Kürt delikanlısı buralar Ruslar'ın işgaline uğrayınca hicret ederek 14 yaşından 19 yaşına kadar Gaziantep'te yaşamış olduğu cihetle biraz insanı andırıyordu. Yoksa bunlar meramlarını maksatlarını en basit mantıki kıyaslarla yahut en adi misallerle ifadeye kadir değildirler.
Bu Kürt kitlesindeki karanlık ruhu kaba hissiyatı hunhar temayülatı kırmak mümkün olmadığına kâniyim.
Bunu uzun bir tekâmülden beklemek bunların zaman zaman böyle isyanlar çıkararak yahut memlekette asayişi bozarak veyahut hırsızlık ederek hükümetin daima meşgul olmasına halkın mütemadiyen mutarrız olmasına sebep olur."

Serdar Akinan
Şivan Perwer'le yüreği titreyen kim?

Amerika’nın Irak’ı işgal etmesinden birkaç hafta önce Erbil, Dohuk, Süleymaniye sokaklarındaydım.

İstisnasız hemen her köşede, tıpkı bugün olduğu gibi İbrahim Tatlıses ve Mahsun Kırmızıgül vardı. Türkiye, tezkereyi oylar askerimiz de sınırı geçer ihtimali karşısında binlerce Kürt, Türkiye aleyhine gösteriler yapıyordu. O günlerde şöyle bir iddiam oldu: “Türkiye tanklardan önce İbo’yu ya da Mahsun’u yollasın. Bakın gerilim falan kalıyor mu!”

Dün, Başbakan’ın Kürt açılımı vesilesiyle, “Şivan Perwer’le yüreği titreyen kim?” cümlesini sarf etmesi bana son derece samimiyetsiz geldi. Çünkü gerçekliği yok... Grup toplantısında gözyaşlarına boğulan milletvekilleri fotoğrafı da yüreğimi kabartmadı tersine içimi bunalttı.

Bu kafa ve söylemle Kürt meselesini aşamazsınız. Bu yükün altına ne MHP ne CHP girmeyecek. Bu ortaya çıktı... Amerika’nın çıkarlarını gözeten kafalar tarafından “iki kötü adam” muamelesi görseler de milletin büyük kısmı anayasal bir takım köklü revizyonlara kökten karşı olduklarını gösterdiler.

Kimse kendini kandırmasın. Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşması bir manifesto falan değil apaçık çaresizlik vesikasıdır.

Bugüne kadar hemen hiçbir temel meselede; hiçbir şekilde ve zeminde uzlaşmayan iktidar ve destekçileri köşeye sıkıştı.

Neden?

Irak uzmanı Patrick Cockburn’e kulak veren sağduyu sahipleri Türkiye’de Kürt açılımı olarak tezahür eden, kimi çevrelerin telaşının ardında aslında ne yattığını görebilir.

Irak ordusu ve Kürtler çatışmanın eşiğinde!...

Bu çatışmanın neleri tetikleyebileceği dışında enerji havzaları güvenliği olarak da okumak gerek.

Yani işin özü şu: Başbakan’ın yaptığı konuşmadaki hisli(!) vurgular Kürt açılımının çözümüne vesile olacak karmaşık yolun çıkış haritası değildir. Olamayacaktır...

Neden mi?

Şundan... Bu meselenin halli önce samimiyetten geçiyor da ondan.

Allahınız aşkına siz Başbakan’ın veya

Bülent Arınç’ın oturup Şivan Perwer dinlediğini ve yüreğinin titrediğini falan mı sanıyorsunuz?

Velev ki öyle olsun meseleye böylesi bir zihniyet haritasıyla ve samimiyetten yoksun bir söylemle yaklaşmak neyi nasıl çözer?

Kürtler ne istiyor? Açık ve net...

Bu siyesetin sözcüleri kim ve nerede duruyorlar? Bir temsil sorunu var mı?

Bu sorunda çözüm istediğini söyleyen iktidar neye dayanarak meseleyi kökünden halledecek?

Bırakın bu işleri...”Neden şimdi?” sorusuna açık açık yanıt verin...

Neden şimdi sorusunun yanıtını bulan bu meselenin bu kafayla neden çözülemeyeceğini de kavrar.

Akşam

Nuray Mert
Gözü yaşlı Meclis

Çıkışı ne tür bir tarihsel momentumla olursa olsun, değil mi ki, Kürt meselesinin çözümü yolunda bir umut belirdi, peşinden gitmek lazım. Zaten, zorlayıcı etkenler olmazsa, herkes ağırdan alıyor, hiçbir sorun çözülmüyor. Dahası, zorlayıcı etkenler olmazsa, eli güçlü olan, değil sorunu çözmek, mağdurunu daha da eziyor, yok etmeye çalışıyor. Keşke böyle olmasa, ama tarih böyle işliyor.

Canına susadığı için değil, tarih böyle işlediği için, onca insanın gözü karardı, silahı alıp, dağa çıktı.

Bunca insan, ‘vatan haini’ olduğu için değil, kendini, öz yurdunda ‘garip’, ‘parya’ hissettiği için, kendine

ayrı bir vatan edinme fikrinin peşine düştü.

Bugün, ‘tarihsel momentum’ dediğimiz, ABD’nin Kuzey Irak’tan çıkış koşullarıdır. Dün başka şeydi, yarın bir başka şey olacak, ama ‘tarihsel momentum’ dediğimiz şey, hep düne kadar eli güçlü olanın, elinin sıkıştığı yerdir. Velev ki, düne kadar eli güçlü olan, bugün itibarıyla, ufukta beliren daha büyük çıkarlar adına hareket ettiğini düşünsün, hedefine ulaşma yolunda işi, dün ezdiğiyle acilen barışmadan geçecek. Dün ‘Kürt mürt yoktur, daha sonra, varsa var, hepsi Müslüman değil mi, maraza çıkarmanın ne âlemi var?’ diyenler bügün Ağrı Dağı Efsanesi okuyacak.

Keşke böyle olmasaydı, ama siyaset böyle işler.

Meclis’te ağlayanlar, liderlerinden duyduklarını ilk kez duydukları, hislerini bastıramadıkları için değil, siyasetin ‘sahne duygusu’ ile ağlaşıyorlar. Sahne sanatçıları bu ‘duygu’ya aşinadır, rolünün hakkını verebilen sanatçılar sahnede olduğu süre boyunca neyi veya kimi oynuyorsa odur. Sahiden ağlar, sahiden kızar, insan kendini rolüne inandıramıyorsa, kimseyi inandıramaz, kötü oyuncu olur. Siyaset de, sahne duygusu gerektiren bir iştir. Siyasetçiler, zannedilenin aksine, söylediklerine önce kendi inanan insanlardır. Karizmatik liderler önce

kendileri, kendi dehalarına inanmasa, bunca insanı inandıramaz, yeterince tesirli olmazlar. Buraya

kadar işin içinde samimiyetsizlik yoktur.

Ama, siyasetin sahnesi, sanatın sahnesi gibi masum değildir. Sanatın sahnesinde, binbir kılığa ve ruh haline bürünme kabiliyetinde olan insanlar, kendi bedeni ve ruhu üzerinden, bize insanlık hallerini sergiler. Oyun biter, perde iner. Kazançlı çıkarız, bilet parası dışında da bedel ödemeyiz.

Siyaset sahnesinde olanların, her zaman hepimize paylaştırılan bedelleri vardır. Ve bilin ki, o sahnede oyun ne kadar dramatikleşirse, perde arkası o kadar karmaşıktır. Dahası, siyaset sahnesinde, iddia ‘sahicilik’ olduğu için, sahne duygusu fazlasıyla sırıtabilir.

Duyduklarından habersiz olmaları imkânsız bir heyetin, bunca zaman bambaşka telden çaldıktan sonra, iki gün önce Meclis’te gözyaşlarına boğulma sahnesi ruhumu bulandırdı. Rolüne kendini iyice kaptırmış, yönetmeye kendini beğendirmeye kitlenmiş ama, alelacele yazılmış bir senaryoyu, kötü bir sahnede oynamaya çalışan, bu kötü oyuncular, adalet duygumu incitti. Kürt meselesi, şiir kasedi dinleme seyrine girdi.

Ama bunları söylemekten de rahatsız oluyorum. Ben diyorum ki, bırakalım bu hamaset ve samimiyetsizlik üzerinden gitmeyi. Muhalefetin hamasetini savuşturmanın yolu, açık konuşmaktır.

Gelinen noktanın vehameti, mevcut hükümetin sorumluluğunda olmadığına göre, itirafından gocunmanın da anlamı yok. ‘Bildiğiniz daha iyi bir yol varsa beri gelin’ dersiniz olur biter. Ama tabii, bugüne kadar ‘Rabbena, hep bana’ demiş, bu tavırda hâlâ sorun görmeyen bir anlayışın da bunu demesi zor. Mesele budur. Böyle devam ederse de, çıkış yolu uzaktır. Söylemek istediğim de, söylediğim de bu.

Bu tür sözlerin ardında, ‘nazik sabotaj’ arayan genç arkadaşların niyeti de, ne olursa olsun hükümete destek çıkmak değil de, halis düşüncelerinin ifadesi ise, onlara tavsiyem, böylesi önemli bir konuda samimiyet testlerini iyi yapmalarıdır. Zira, bu samimiyet testlerinin sonucu, şahsi sıfatımızı temize çıkarmaya değil, geleceğimizi belirlemeye yarayacak.

RADİKAL

Mehmet Altan
İsmail Beşikçi Eruh Baskını’nda var mıydı?

Yazının başına oturduğumda... Abdullah Öcalan’ın avukatları İmralı’ya... Öcalan’ın bugün Eruh Baskı’nın 25. yıldönümünde açıklayacağı “yol haritası”nı almaya gitmişlerdi.

Demek ki, Kürt Sorunu’nun son aşaması yaşamımızın çeyrek yüzyılını alıp götürmüş.

Bakalım bunca acı, kan ve gözyaşı sonrasında bu sorunu çözebilecek miyiz?

***

Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Figaro’nun muhabiri Laure Marchand, iyi bir gazetecilik yaparak, “Kürt Açılımı” tartışmalarının yoğunlaştığı bu dönemde ve Abdullah Öcalan’ın bugün beklenen açıklamaları öncesinde PKK’nın 25 yıl önce ilk baskın gerçekleştirdiği Eruh’u ziyaret etmiş.

Şunları yazıyordu:

“10 bin nüfuslu Eruh, Kürt gerilla ile dayanışma içerisinde.

Burası, 25 yıl önce PKK’nın, ilk saldırısını lanse ederek Türk devletine savaş açtığı yerdir.

Çeyrek yüzyılından ve 45 bin insanın ölümünden sonra bu kale, ilk defa sorunun çözülmesi yönünde bir umut görüyor.”

DTP’nin bugün Eruh’ta binlerce kişinin bir araya geleceği bir festival düzenlediğini de yine Le Figaro’dan öğrendim.

***

Bugün PKK’nın ortaya çıkışının 25. yıldönümü...

Dün ise Kürt Sorunu’nun neden sürekli var olageldiğini anlatan hüzünlü bir örneğin yıldönümüydü...

Sosyoloji asistanı Dr. İsmail Beşikçi 14 Ağustos 1972’de 13 yıl hapse mahkûm olmuştu.

Neden mi?

“Doğu Anadolu’nun Düzeni” adlı doktora çalışmasından dolayı.

***

Vikipedi’nin, 1939 doğumlu İsmail Beşikçi için yazdıkları bile durumu çok netleştiriyor.

“İskilip’te ilkokulu okuduktan sonra Çorum Lisesi’ni bitirerek, 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu.

1965-1971 yılları arasında Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi’nde asistanlık yaptı.

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde sosyoloji asistanı iken aynı bölümde sosyoloji doçenti olan Orhan Türkdoğan tarafından, Marksist propaganda ve bölgecilik yaptığı gerekçesiyle ihbar edilen Dr. İsmail Beşikçi, 12 Mart 1971 döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve üniversite ile ilişiği kesildi.

1974 affıyla cezaevinden çıktı, daha sonra Kürt sorununu işleyen düşüncelerinden ötürü yargılandı.

Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yazılarıyla tanınan Beşikçi, sekiz kez cezaevine girip çıktı ve yaşamının 17 yılı cezaevinde geçti.

12 Eylül askeri darbesinden önce 1979’da cezaevine girer ve 1987’de serbest bırakılır ancak davalar bir türlü peşini bırakmaz bu davalardan giydiği hükümlerle 1999’a kadar tutuklu kalmıştır.

1999 yılında yapılan sınırlı yasal düzenleme sonucu tahliye olduğunda hakkında toplam 100 yıl hapis ve 10 milyar lira para cezası verilmiştir. İsmail Beşikçi’nin yayımlanan 36 kitabından 32’si Türkiye’de yasaklandı.

Atatürk Üniversitesi’nde asistanlığı döneminde doktora tezi olarak hazırladığı “Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme”, alanında Türkiye’de yapılmış önemli sosyolojik bilimsel çalışmalardan biridir.

Beşikçi, sarı hoca lakabıyla da tanınmaktadır.”

***

Türkiye, Güneydoğu ile ilgili sosyo-ekonomik araştırma yapan gencecik bir asistana bir ömür hapis cezası kesen bir ülke.

Buralarda bir kitap, bir ömre bedel olabiliyor.

Bugün kâbus gibi hatırladığımız Eruh Baskını’nın 25. yıldönümü.

Dün ise İsmail Beşikçi’nin yaşamanı karartan ilk cezasını aldığı davanın 37. yıldönümüydü...

İkisi arasında hiç bir bağlantı yok mu?

***

PKK’nın da hiç sıcak bakmadığı İsmail Beşikçi’yi, 37 yıl önce akademik çalışmasından dolayı, neden 13 yıla mahkûm ettiğimizi yeniden masaya koymadan hiç bir şey anlamayız.

Çünkü belki de “Kürt Sorunu” dediğimiz, devletin kromozomlarına yerleşmiş olan tek parti faşizminin adıdır...

Star

Serdar Akinan
Türkiye özür dilesin

Murat Karayılan Kandil'de Le Monde gazetesine mülakat vermiş... Le Monde muhabiri , 'Af' meselesini sormuş...
Aldığı yanıt hayli ilginç,
'Kim, kimi affetmeli? Esrarengiz saldırganlarca öldürülen 17 bin sivil kurbandan kim söz edecek? Kentlerin ortasında öldürülen işadamları, avukatlar, sendikacılar, doktorlar, öğretmenlerden? İki taraf birbirimi affetmeli. Türk devleti ilk önce özür dilemeli.'
Bu cümle üzerinden sağlam bir polemik başlayabilir...
Tahrik edici bir tartışma konusu olabilir.
'Ulann, sen kim oluyorsun da koskoca Türk devleti özür dilesin diyorsun' diyebiliriz.
Sonra bir an durdum... Ne yapıyoruz? Bu tartışmalar nereden ve nasıl çıktı?
Bu tartışmanın tarafı olarak bir samimiyet zemini talep edemez miyiz?
İşaret fişeğini kim ne zaman attı... Ne oldu da biz, bir anda, 'Kürt açılımı' içinde kendimizi bulduk?
Karakollar basılırken, şehit cenazeleri şehirlerimize onar onar gelirken gözyaşı dökmeyenler; Kürt sorununun varlığını, siyaset yaptıkları sürece fark etmeyip, sırf konjonktür öyle gerektirdi diye ön saflarda yer tutan mide bulandırıcı politikacıların kuş beyinleri mi çözümün çerçevesini akıl etti diye düşündüm. Elbette ki hayır...
Süreç bir tasarımın ürünü.
Bakın Amerikalı Türkiye uzmanı Henry Barkey bir süre önce 'Kürt açılımı' üzerine konuşmuş.

Dört ayaklı bir çerçeve sunmuş.
1. Anayasada, vatandaşlık tanımını daha kapsayıcı hale getirecek biçimde bazı revizyonlar yapılması gerek.
2. Kültürel reformlarla ilgili olmak zorunda. Yani Kürtçe yayın, eğitim olmalı... Siyasetçiler Kürtçe siyasi konuşma yapmalı.
3. İktidarın bir kısmı yerel yönetimlere devredilmeli.
4. Silah bırakması için PKK'ya yönelik bir tür af veya başka bir açılım ortaya konulmalı.

Tanıdık geliyor mu?
Şimdi dünkü gazetelere bakalım... Aydınlarımızın meselenin halline yönelik beyanatları bire bir örtüşüyor.
Konuşun ve konuşalım... Gene ve ısrarla söylüyorum... Samimiyetle...Soğukkanlılıkla...
Oysa zemin kaygan... Vıcık vıcık... Ne MHP'nin 20 yıl önceki tutumu ve söylemi ile bu sorun konuşulabilir.
Ne CHP'nin muğlak ifadeleri ile...
ABD tasarımı bir plan, bu süreçte işe yaramayacaktır.
Tersine içinden çıkılamaz bir yere sürükleniyoruz.
'Önce Türkiye özür dilesin' lakırdılarıyla nereye varılır Allahınız aşkına...

Akşam

17 Ağustos 2009 Pazartesi
DEMİRTAŞ 'KÜRT MESELESİ' PANELİNDE KONUŞTU



İstanbul Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde ALTAY Siyasi Araştırmalar Derneği tarafından Kürt sorununa ilişkin düzenlenen panelde konuşan Demirtaş; "Erdoğan'ın değişimi kaygılandırıyor" dedi.
DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, "Şimdi bu zemine geldik. Bu süreçte hükümetin elinde somut olarak ne olduğunu bilmememize rağmen, psikolojik zeminin oluşturulması noktasında siyasal zeminin güçlenmesi ve barışçıl çözüm umutlarını artması konusunda partimiz sürece destek sunuyor. Biz süreçten umutluyuz” dedi.

Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde Kürt sorununa ilişkin panel düzenlendi. Panelin Moderatörlüğünü Av. Doğan Yıldırım yaparken, DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, Araştırmacı Yazar Altan Tan ve Hasan Kapar konuşmacı olarak katıldı. İlk sözü alan Demirtaş, Kürt sorununa tartışmalarına değinerek, ''Türkiye'de en fazla tartışılan, konuşulan ancak halen çözümlenemeyen veya engellenen bir konu. Çözüm olmadığı sürece bu konunun tartışılmaya devam edilecek. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir dönem başlamıştır'' dedi

.

HÜKÜMETİN KAFASINDA NASIL BİR PROJE VAR?

Demirtaş, sorunun son 30 yılın sorunu olmadığını, bunun tarihsel temellerinin bulunduğunu belirterek bu sorunun 30 yıldır farklı karaktere büründüğünü ve zaman içerisinde farklı şekillerde tartışıldığını dile getirdi. Sorunun çözümüne yönelik son günlerde hükümet tarafından başlatılan girişimlere de değinen Demirtaş, ''Bizim bu sürece şüpheyle bakmamız için çok sayıda neden vardır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son bir ay içindeki değişimi bizi kaygılandırıyor. Çünkü Başbakanın yakın bir dönem öncesine kadar ki konuşması farklı, şimdiki konuşması farklı. Bu nedenle şu anda hükümetin kafasında nasıl bir proje var. Bunu bilmiyoruz. Hükümet artık bunu yapmak zorundadır. Uluslararası konjonktürden kaynaklı olarak'' diye konuştu.

‘BİZ UMUTLUYUZ’

Yürütülen sürecin kendilerinden bağımsız devam etmediğini belirten Demirtaş, DTP olarak hükümetin açılımından, Kürt sorunun siyasal çözümünden söz ettiklerinin altını çizdi. Demirtaş, yıllardır gençlerin ölmemesi ve anaların yüreğinin yanmaması için mücadele ettiklerini söyledi. Demirtaş, "Şimdi bu zemine geldik. Bu süreçte hükümetin elinde somut olarak ne olduğunu bilmememize rağmen, psikolojik zeminin oluşturulması noktasında siyasal zeminin güçlenmesi ve barışçıl çözüm umutlarını artması konusunda partimiz sürece destek sunuyor. Biz süreçten umutluyuz. Çünkü gerçekten barış, çözüm isteyen bir halk var. Biz umutluyuz. Çünkü 'artık yeter' sesleri Türkiye'nin her yerinden yükseliyor'' ifadelerini kullandı.

Araştırmacı-Yazar Altan Tan ise sorununun çözümüyle ilgili olarak hükümetin bütün çevrelerin desteğini alarak süreci sürdürmesi ve yeni bir anayasa hazırlanması gerektiğini söyledi. Bireyin anadilinde eğitim yapma hakkının olduğunun altını çizen Tan, "Peki ben bu eğitim hakkımı nasıl yapacak okul, sınıf, üniversite olmazsa ben birey olarak bu eğitimi nasıl alacağım?" diye sordu.

Dinleyici olarak katılan MHP Eski Milletvekili Ahmet Çakır ise milletin ırkı, Kürdü, Türkü ifade etmediğini savunarak, "Diyarbakır'da doğan çocukla Aksaray'da doğan çocuk ayrı değil. Gerçek bir Kürt aydını yok. Kürt aydınlarının kendilerinden başlatarak başlattıkları bir inanç bir dünya görüşü yok. Hep dışardan beslenmişler. Türklerin ise var" iddiasında bulundu. Bazı dinleyiciler ise " Türk milliyetçiliği yapıyorsunuz" diyerek Ahmet Çakar'a tepki gösterdi.

Panel dinleyicilerin soruları ile devam etti.

Bu arada panele konuşmacı olarak beklenen Avni Özgürel, AKP milletvekillerinin panele katılmamasını protesto ederek kendisi de katılmadı.
ANF

Serdar Akinan
İki uç arasında

Kürt Açılımı konusunda inanılmaz yorumlar ve açıklamalar uçuşuyor. Farkındaysanız söylenenler, söyleyenlerin konumundan ötürü son derece ciddi bir boyut almaya başladı. Meselenin söz sahibi taraflarının ve sözcülerinin, gerçekte, ne kastettiğini açık açık anlamak ve anlatmak gerek.

Geçtiğimiz günlerde bu anlamda ilk çıkış 'referandum' tartışmasının alevlenmesi ile gerçekleşti. Emekli Büyükelçi Ümit Pamir, 'bence Türklerle Kürtlerin birlikte mi, yoksa ayrı ayrı mı yaşamak istedikleri saptaması referandumla yapılmalıdır ve bir an önce yapılmalıdır' dedi. Bu, meselenin anlaşılması (dolayısıyla sağlıklı tartışılması için) tüm taraflara ve aktörlere sağlıklı bir tartışma zemininin koordinatlarından sadece birini verdi. Neden önemliydi? Taraflardan biri, (gerçekleşmesi teknik olarak neredeyse imkansız olmasına mukabil) açık yüreklikle zihinsel arka planının koordinatlarına dair bir ipucu verdi. Ardından Öcalan'ın açıklaması sızdı...

Bunu da bir kesimin zihinsel arka planının açık koordinatları olarak okudum. Öcalan ne diyordu? 'Kürtler demokratik bir ulus olarak varlık kazanacak. Kendi sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini yapabilirse kendi yapacak, kuracak. Hatta kendi özsavunması bile olacak. Kendi itilaflarını çözecek savunma gücü olacak.

Yani Kürtler de kendi kendilerini demokratik biçimde örgütleyecek.' Yani ne diyor ve istiyor? Özerk Bölge, ayrı meclis, ayrı polis teşkilatı ve hatta ordu. Mümtaz Soysal ise, gene,bir cenahın dikkate değer sözcüsüdür...

Açık yüreklilikle ne dedi? 'Güneydoğu'da ise, bölgesel özerklik, resmi dil dışında öğretim gibi ulus-devlet ilkesiyle çatışan isteklere karşı kesin kırmızı çizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomik-sosyal kalkınmayı öne çıkarıp bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak'taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekecektir.' Yani 'mübadele' diyor... Öcalan'ı sabır ve büyük bir iştahla dinleyenlerin, mesela Soysal'ın bu önermesini de dinlemesi gerekmez mi?

Günlerdir ne yazıyorum? Bu meselenin halli, bu şartlarla ve bu kafayla imkansızdır... Kabul edin veya etmeyin... Yukarıdaki görüşler iki ayrı uçtur. Bu coğrafyada bu iki ayrı görüşün destekçisi insanların sayısı azımsanamaz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşmayan, yüzde 47'sine güvenen, 'ben yaptım oldu' diyen AKP kadroları şimdi gerçekten sıkıştı.

Pandora'nın kutusunu bu sorunlu siyaset yapma pratikleri ile açmaya cüret edemezler diyordum. Açtılar... Elbette, 'açmaktan' kastım 'aman açılmasın' değildir. Artık bir saatli bomba haline gelen Pandora'nın kutusunun, bu tarihsel kavşakta açılmasının ötelenmesi de değildir. Bu sersemce olur. Kastım, ikiyüzlü aydınlar, samimiyetsiz ve omurgasız siyasetçiler eliyle bu kutunun açılmasının, bu coğrafyada geri döndürülemez hasarlara yol açması korkusudur. Tek bir örnek vereyim...

Sizce bu kadar sert köşelere sahip, uç isteklerin uçuşmaya başladığı bir meselede tüm toplumu birleştirip uzlaştırması gereken kimdir?

Cumhurbaşkanı... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çıksa racon kesse kim ciddiye alır? Peki biz, o tarihlerde beyefendi Köşk'e metazori seçilirken neden, 'olmaz' diye yırtınmıştık? Beyler, Türkiye'nin en hassas konusu ile oynamaya başladınız ve ortaya saçılan kelimelere bakın... Mübadele... Ayrı meclis... Hadi şimdi kapatın Pandora'nın kutusunu...

Akşam

Ahmet Hakan
İslamcıların Kürtlerle dansı

GÖRMEZDEN GELME DÖNEMİ 80’lerin başında,
HEPİMİZ DİN KARDEŞİYİZ DÖNEMİ Sonra şöyle bir çıkış bulundu: “Hepimiz din kardeşiyiz... Aynı Allah’a inanıyoruz... Aynı kıbleye yöneliyoruz... Neden ayrı gayrı olalım ki?” Bu sorunun dindar Kürtleri etkileyeceği düşünülüyordu... Ne hazin bir tecellidir ki etkilenme olmadı...

ÜMMET BİLİNCİ DÖNEMİ Bir adım daha atıldı... Bu kez “İslam gelecek / Dertler bitecek” sloganı ima edilmeye başlandı... Ütopya şuydu: İslam ümmeti topyekün ayağa kalkacak, sınırlar kalkacak, Türklüğün de Kürtlüğün de bir önemi kalmayacak... Fakat bu sefer Kürtler, “Bu dönem gelinceye kadar biz ezilmeye devam mı edeceğiz?” diye sormaya başlamasınlar mı?

KÜRTÇÜ ÇIKIŞ DÖNEMİ Bir yandan Kürtlerin İslami mesajlarla ikna olmaması, bir yandan İslamcı Kürtlerin bastırması sonucu Refah Partisi lideri Erbakan, o meşhur söylevini verdi... “Ne mutlu Türküm diyene” sözüne açıktan savaş açtı... Başı belaya girdi...

TÖHMET ALTINDAYIZ DÖNEMİ Ve işte bunun ardından “Yahu biz zaten irtica falan diye dövülüyoruz, bir de Kürt tezlerine destek verirsek iyice eziliriz” şeklindeki akıl yürütmesi başladı... Yani “Mazeretim var, Kürtlerden söz edemem” dönemi... Kürtlerden söz edilmedi ama bu da kurtuluş getirmedi... Partiler kapatıldı, İslamcı siyasetçiler bölündü...

LİBERAL ÇIKIŞ DÖNEMİ Milli Görüş gömleği çıkarıldıktan ve hareket “muhafazakâr demokrat” kimliğe büründükten sonra Kürt sorunu konusunda “liberal tezler” ile barışma dönemi başladı... SHP’nin bıraktığı boşluk, AKP tarafından dolduruldu... Gerçi hâlâ eski günlerin etkisiyle “din kardeşliği”nden falan söz ediliyor ama “Hepimiz din kardeşiyiz / Oturun oturduğunuz yerde” denmiyor...


Öcalan’la müzakere neden imkânsızdır?


HAYIR... Hayır...

Bir Oktay Vural öfkesi ile ayağa kalkıp...

“O bir bebek katilidir... Bu yüzden kendisiyle müzakere asla caiz değildir” demeyeceğim...

Benim itirazım “moral duygusu”na yaslanan bir itiraz değil...

Teknik bir itiraz...

Şöyle ki:

Takip edebildiğim kadarıyla Abdullah Öcalan, son zamanlarda, biraz entel takılmaktadır.

MFÖ şarkısında dendiği gibi:

“Optimist, hem de pesimist biraz, idealizmi de savunmakta...”

Mesela...

“Kürt sorunu”nu anlatırken, meseleye “insanlık ve uygarlık tarihi”nden girmekte...

Ta Konfüçyüs’e kadar uzanmaktadır...

Ne alaka ise “bakırın bulunuşu”na acayip önem atfetmektedir...

“Savunma” adı altında kaleme aldığı sıkıcı, bunaltıcı, malumatfuruş, anlatımı bozuk üç ciltlik kitaba şöyle bir göz attığınızda...

Bir yandan sıkıntıdan geberirsiniz, bir yandan da gelmiş geçmiş bütün filozof isimlerinin metinde yer aldığını, ancak meselenin özüne bir türlü girilmediğini görürsünüz...

Öcalan uçmayı seviyor yani...

Şimdi söyleyin bakalım:

Kafası bu denli karışık birinin ortaya koyacağı “yol haritası”nı, kaç harita mühendisi kaç ayda söker?

Hürriyet

Özal'ın Mesajı; O Deliye Söyle...

20 Ağustos 2009 13:17
Arabulucu Talabani... Öcalan'ı görmeye Suriye'ye gitmeden Özal'a uğruyor. Bir mesajınız var mı diye soruyor, Özal şunları söylüyor;

Yıl 1993. Özal’ın ölümünden kısa süre önce. Demirel Başbakan. O yıl Talabani Türkiye’ye geliyor. Özal ve Demirel’le görüşüyor. Onlardan aldığı bir mesajı Öcalan’a götürüyor. Cevabı Ankara’ya getiriyor.

Özal’dan yeni bir mesaj alıp onu tekrar Suriye’ye götürüyor. Bu “konuşma” dramatik bir olayla bitiyor.

Arslan Tekin'in imzasını taşıyan "İmralı'daki Konuk" kitabında çarpıcı bir bölüm var... O bölüm, 1993 yılında yaşananlara ayna tutuyor...

Hürriyet'in tepe ismi Ertuğrul Özkök köşe yazısında, o kitaptan alıntı yaparak aktarıyor. Talabani ile yapılan röportajdan bir bölüm ile başlayalım;

ÖCALAN İLE TANIŞIKLIĞI

* Öcalan’ı nerede tanıdın?

* Suriye’ye sığınmış bir gençken tanıdım onu. Partimizin evlerinde yaşıyordu.
* Abdullah Öcalan’la aranda hoş hatıraların olduğu söyleniyor.
* Gerçek şu ki, ben onunla 1980’de birkaç defa karşılaştım. (Sonra) 1992 ve 1993 yıllarında Demirel, Özal döneminde hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Ben o sırada Türkiye’de idim. Demirel beni evine çağırdığında, Halk Partisi (SODEP) Başkanı Dr. Erdal İnönü ile koalisyon yapacağını bildirdi. Ve Kürt meselesi konusundaki görüşlerimi sordu. Çünkü o Kürt kimliğini tanıyacak bir proje hazırlıyordu. Bu projenin içerisinde Kürtlere bazı hakların verilmesi de vardı. Dedim ki,
* Bu sizin iç işlerinizdir.
Onun cevabı şu idi:
* Bu kardeşçe bir istişaredir.
Ben de,
* Bu sizin ve Kürtler için iyi bir şey, dedim.
Abdullah Öcalan üzerindeki etkimin ne olduğunu sordu. Ona şöyle cevap verdim: Onunla olan ilişkimi gizleyecek değilim. Abdullah Öcalan beni dinler. Savaşı durduracak ve size projenizi gerçekleştirmek için mühlet verecektir. Siyasi çözümün herkes için en iyi çözüm olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu çağ diyalog çağıdır.
Demirel bu düşünceyi hoş karşıladı. Daha sonra dostluğu ile gurur duyduğum Başkan (Cumhurbaşkanı) Özal’la görüştüm. Ondan hiçbir şey gizlemedim. Suriye’ye gidip Öcalan’la görüşeceğimi haber verdim.

O DELİYE SÖYLE...

(Öcalan’a) bir mesajınız var mı? diye sordum. Özal dedi ki:
* Ben deliye (mecnun) -onun tanımlamasıyla- nasihat etsen de bize siyasi çözüm fırsatı (fursatan li-hallin siyasi) verse...
Daha sonra Irak Kürdistan’ına dönüp kardeşim (el-ah) Mesud Barzani’yle birlikte General Eşref Bitlis Paşa ile görüştük. Türk ordusunun kuvvetli şahsiyeti Türk Jandarma Komutanı General Eşref Bitlis Paşa, ki o Kürt asıllıdır, bana Suriye’ye olan kritik (el-muzmi’a) yolculuğumu, Öcalan’la karşılaştığımda ne yapacağımı sordu. Dedim ki;
* Büyük ihtimalle onunla görüşeceğim.
Eşref Bitlis Paşa şöyle sordu:
* Ona ne söyleyeceksin?
Dedim ki:
* Ona savaşı durdurmanın zaruri olduğunu bildireceğim.
Eşref Bitlis Paşa beni teşvik etti.
Şam’a vardığımda Öcalan beni evimde ziyaret etti. Savaşı durdurma meselesini onunla görüştüm. Buna şartsız hazır olduğunu açıkladı. Kardeşim Kâmran Karadağı da hazırdı. Ankara’daki temsilcimiz Serçil Kazzaz’a telefon ettim.
O da Turgut Özal’ın basın danışmanı Kaya Toperi’yi arayarak (Abdullah Öcalan’la) aramızda geçenleri haber verdi. (Toperi) Bu düşünceyi hoş karşıladı ve doğrudan doğruya Başkan’a (Özal’a) nakletti. (Özal’ın) özel sekreteri bizi aradı ve şöyle dedi:

BASIN TOPLANTISI YAPSIN ONA GAZETECİ GÖNDERECEĞİM

* Başkan bu düşünceyi beğendi.
Benden bir basın toplantısı yaparak kararını açıklaması için Öcalan’ı ikna etmemi istedi. Çünkü bu karar kapalı kapılar ardında kalmamalıydı.
Öcalan’la telefonla görüştüğümde basın toplantısı yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Aynı gece Başkan Özal’la görüştüm. Özal bir grup Türk gazeteciyi göndereceğini söyledi.
Bekaa’da basın toplantısı yapıldı. Türk gazetecilerle birlikte ben de oradaydım. Öcalan 22 gün süreyle ateşkes ilan ettiğini bildirdi. Ancak biz onun niçin bu müddeti tercih ettiğini anlayamadık.
Daha sonra Amerika’ya yolculuk ettim. Milli Güvenlik Konseyi’yi ziyaret ettim. Onlar da çabalarımın devamı konusunda beni teşvik ettiler. Daha sonra İngiltere’ye dönüp Dışişleri Bakanı Douglas Hurd’la görüştüm. Görüşme esnasında Hurd’ın yanında bir grup Iraklı muhalif de bulunuyordu. Bu grubun içerisinde Dr. Muhammed Bahr el-Ulûm ve Dr. Ahmet Çelebi de vardı. Öcalan’la Türk hükümeti arasında ateşkes için arabuluculuk yaptığımı ve bunun nevruz bayramına denk gelmesine çalıştığımı söyledim.
Douglas Hurd beni teşvik etti. Ancak tek başıma fazla bir şey yapamayacağımı söyleyince bana tam destek sağlama sözü verdi.
Türkiye’ye döndüğümde samimiyetle karşılandım. Öyle ki Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz beni havaalanında karşılamış, “Hoş geldin” dedikten sonra, kan dökülmesini durdurma yolundaki çabalarımdan dolayı beni övmüştü.

PAZARLIK YAPMAYIZ AMA HOŞ KARŞILADIK

Daha sonra Başbakan Süleyman Demirel beni kucaklayarak ve öperek karşıladı. Daha sonra da Başkan Özal ve Dr. Erdal İnönü’yle görüştüm. Demirel şu tarihi sözü söyledi:
* Biz teröristlerle pazarlık yapmayız. Ancak bu olumlu adımı hoş karşılıyoruz.
Özal da beni tebrik ederek şöyle dedi:
* Bu deliden (mecnun) durmasını ve ateşkes süresini uzatmasını iste ki, bu konuda askerleri (el-askeriyin) ve halkı (nâs) ikna etmek için bir çıkış yolu bulayım.
(Özal’dan) Kürt asıllı Türk (El-Ekradü’l Etrak) parlamenterin bazılarının onu (Öcalan’ı) ziyaret etmelerini istedim. Gerçekte de onları (Kürt asıllı milletvekillerini) kabul ederek bu mevzuda bana yardımcı olmalarını istedi. Ve benimle birlikte Öcalan’ı ateşkesi uzatmaya ikna için Lübnan’a gitmelerini istedi.
Bekaa’da Öcalan’ı ziyaret ettik. Ateşkes döneminin uzatılması istendi. Başkan Özal’a belirlenmemiş bir süre verilmesinden yanaydım. Öcalan da bunu kabul etti. Tekrar bir basın toplantısı düzenleyerek süresiz olarak savaşı durdurmayı kabul ettiğini ilan etti. Özal’ın vefatına kadar bu anlaşma sürdü.

22 ASKER OLAYINI KINA DEDİM AMA O REDDETTİ

Şemdin Sakık’ın, izinden dönen 22 askeri (33 olacak A.T.) kaçırıp öldürmesi suçuyla beraber anlaşma da bozulmuş oldu.
(Öcalan’a) Bu cinayeti kınayan bir açıklama yapması konusunda nasihat ettim. Ve bu olaya sebep olan adamı mahkemeye sevk etmesini (cezalandırmasını) istedim. Ancak o bunu reddetti. Bunları söylediğim için ilişkilerimiz gerildi.

24 Ağustos 2009 10:32

AKP'li Vahit Erdem, hükümetin başlattığı Kürt açılımının Cumhuriyeti ortadan kaldıracağını öne sürdü.



AKP'li Vahit Erdem Cumhuriyet gazetesine bunları söyledi;


Hükümetin ‘Kürt açılımını’ AKP milletvekili Vahit Erdem de eleştirdi:

Cumhuriyet ortadan kaldırılıyor

Hükümetin Kürt açılımında iyi niyetli olduğunu vurgulayan Vahit Erdem, buna karşın sürecin kontrolden çıktığını söyledi.

AKP’li Erdem, “Aklında Kürt milliyetçiliği olmayan normal bir vatandaş bile neredeyse Kürt milliyetçiliği yapar hale geldi bu kampanyayla. Bu kampanya ayrıştırıcılığa hizmet eder hale geldi. Türkiye Cumhuriyeti öyle hale geldi ki ortada Cumhuriyet kalmıyor” diye konuştu.

Daha sakin olunmalı Erdem, açılım üzerinde önceden bir çalışma yapılması ve demokratikleşme adı altında kamuoyuna açıklanmasının daha iyi olacağını belirtti.

Hükümeti suçlamadığını, ancak sürecin kontrolden çıktığını ve siyasetin gerildiğini söyleyen Erdem, karşılıklı çok ciddi sözler sarf edildiğine işaret etti. “Daha sakin, serinkanlı olunmalı, bir şekilde ilgililerle görüşülmeli, mutabakat sağlanmalı” diye konuşan Erdem, açılımın kimlikle ilişkilendirilmesinin de toplumda rahatsızlık yarattığını söyledi.

Kaynak: Emine Kaplan/Cumhuriyet

Serdar Turgut
serdarturgut@superonline.com

Hiçbir şey anlatmayan tarihi açılım yazıları

Son 48 saat içinde büyük bir bunalım içindeydim. Cumhurbaşkanı Gül 'Tarihi açılım' denilen şeyi uçakta yanında götürdüğü bazı gazetecilere detaylı anlattı ya, onlar da döndüklerinde konuyu açıkladılar ya, ben hiçbir şey anlamadım.
Onların yazılarını okumadan önce ne biliyorduysam (yani hiçbir şey), hepsinin yazısını dkkatli okuduktan sonra da hiçbir şey bilmiyorum. Hatta daha önce bildiklerimi de unuttum. Onlar sadece yazmakla da kalmadılar, ekrana çıkıp anlattılar. Yok abi yok, yine de bir şey anlaşılamadı...
Bu arada İsmail'in yazısı nedeniyle ben kendi yazım dışında ilk kez AKŞAM gazetesini bu kadar dikkatli okumak zorunda da kalmış oldum. Bunu da bilin.
Bu arada tüm bu yazılarla harcanan vaktimin öcünü aralarından kurbanım olarak seçmiş olduğum Fatih Çekirge'den aldım. Sözde tarihi açılımı anlatmak için çıktığı televizyon programında yaklaşık bir saat kadar anlattıktan sonra program biter bitmez onu arayıp 'Şu tarihi açılımı televizyonda anlatmayacaksan bari bana özel anlat' dedim. Beş altı, aynı cümleyi tekrarladığım telefondan sonra ise kendisine tarihi açılımlar filan gibi absürd şeyler ile uğraşmak yerine akşamını daha güzel geçirmesi için bazı tavsiyelerde bulundum. Umarım tutmuştur bu tavsiyemi.
İsmail Küçükkaya'yı da arayabilirdim tabii ki ama onun konu ile ilgili yazısından anladığım kadarıyla, o meseleyi anlamış ama bize anlatmamak için elinden geleni yapıyor. Dolayısıyla bir de telefonda sormanın fazla bir anlamı olmayacaktı.
Bu konuda 'Yayın yönetmenleri bilsin ama yazarların bilmesine fazla lüzum yok' şeklinde bir devlet kararı olmalı...
Cumhurbaşkanı ile giden grupta Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak da vardı. Ama televizyonda konuyu açıklarkenki surat ifadesinden, onun İsmail gibi bildiğini saklama çabasında olmadığını, konuyu baştan hiç anlamamış olduğu görülüyordu.
İnanmıyorsanız dediğime, girin gazetelerin yazar arşivlerine okuyun. Bu konuda yazılmış olan tüm yazıları, güya tarihsel açılımın ne olduğunu anlatıyor ama somut tek bir kelime yok içlerinde. Sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin bir açılım için çok niyetli olduğu söyleniyor hepsinde. (Türkiye Cumhuriyeti'nin niyetli olduğunu söyleyip de yapamadığı öyle çok şey var ki; bu son açılım niyetinin neden başarılı olacağını düşünmemiz gerekiyor ki?)
Sadece İsmail ve Fatih dedi diye ben bir şeye inanmam. Hatta bazen ikisi aynı anda aynı şeyi söylerlerse ben o şeye kendiliğimden inanacağım varsa bile bundan vazgeçebilirim. Erdal'a ise soru sormaya artık gerek yok.
Bir süreç Hasan Cemal ile başlarsa olacağı da buydu. Açılımın ilk somut adımını o attı. Bundan dolayı iş baştan karıştı ve anlamsız oldu bence. Diğerleri bu yüzden meseleyi tam anlamamış olabilir. Onlarda da vahim düzeyde bir Hasan Cemal sendromu başlamış olabilir.

SONRA BİRDEN ANLADIM
Yaklaşık bir saat boyunca İsmail ile Fatih'in 'tarihi açılım'ı aralarında konuştukları programı izledim.
Evet utanarak itiraf ediyorum ki; ben gece bir saat boyunca böylesine abuk bir şey yaptım. Galiba artık tamamen delirmeye başlıyorum. Birkaç ay önce bana birisi akşam viskini yudumlarken 'Kürt sorununda tarihi açılım' konulu bir tartışma programında iki ciddi adamın fikirlerini dinle deseydi onu hiç düşünmeden ve de hiç üşenmeden hemen öldürürdüm. Elimde artık leş olmasına rağmen başka bir kanalda o tartışmanın sürmekte olduğunu tamamen unutup kendime eğlenceli bir film bulup izlemeye başlardım.
Ama bunu önceki akşam yapmadım ve hiçbir şey anlayamama rağmen konuşulanları bütün dikkatimle dinledim.
Sonra birden mucize oldu, her şeyi net olarak anlayıverdim. Ama ışığı görmem onları dinlerken değil, tamamen başka bir kanalda ABD Başkanı Obama ve İsrail Başbakanı Netenyahu'nun ortak açıklamasını dinlerken yaşandı. (Evet; Fatih ile İsmail'in tartışmalarını dikkatle izledikten sonra sıradan bir insanın birden eğlenceli bir dünyaya geçiş yapabilmesi mümkün olamıyor. Alıştıra alıştıra yapılması gereken bir şey bu. Eğer eğlenmeye başlayacaksanız da arada terapik bir mola vermeye ihtiyacınız var.)
Ben bir film izleyecektim. Fakat o kadar haddinden fazla ciddiyetten sonra birdenbire laubali yaşamaya başlamayayım diye o arada Obama ile Netenyahu'nun ortak açıklamasını izledim.

EVET SONUNDA ANLADIM MESELEYİ
Baktım Obama da aynen Gül gibi Ortadoğu bölgesinde barışların sağlanması için tarihi bir fırsat olduğunu anlatıyor. Aynı kelimelerle aynı sürecin farklı yönlerini söylüyorlar.
Tahmin ediyorum ki; Obama Ankara'ya geldiğinde kendisinin 'Tarihi fırsat' dediği, Gül'ün de 'Tarihi bir açılım' olarak tanımladığı sürecin farklı yönleri burada konuşulmuş ve süreçler çoktan başlatılmış.
Meseleler gizli ve birçok konu henüz net değil. Meğerse bu yüzden arkadaşlar meseleyi açıkça anlatamıyorlarmış.
İçinde Amerika Birleşik Devletleri'nin de ağırlıklı olarak bulunduğu bir büyük süreç bölgemizde çoktan başlatılmış durumda...
(Bunu anlamının ne olabileceğini ve bize ne ifade edebileceğini maalesef İngilizce anlatacağım. Ama bunu da tahmin ediyorum ki herkes hemen anlar.)

İşin özeti bence şu:
WE ARE REALLY FUCKED
Çünkü işin içinde Amerika'nın aktif olarak bulunduğu herhangi tarihi dakşamüzenlemenin bölgemizde güzel sonuçlar getirmesi mümkün değil. Bazı gazetecilerin durmadan 'Bu çok önemli, gerçekten önemli' diye söylenmeleri yetmez. Bu konuda bir an önce somut neler yapıldığı, nihai amacın ne olduğu biraz açılmalı ve biraz tartışma olmalı.
Cumhurbaşkanı Gül'e de sadece basit bir şey söyleyeceğim: 'Aman sakın ha fazla gereksiz yere açılma. Yoksa birden gol yiyebilirsin...'
Diyeceğim bu kadar. BYE BYE LOVE BYE BYE HAPPINESS HELLO LONELINESS...

akşam

21 Ağustos 2009 Cuma
PKK ERDOĞAN'IN SÖZLERİNİ YALANLADI: ÇÖZÜMÜ ABD İSTİYOR!




Başbakan Erdoğan'ın "ABD projesi olduğunu ispatlamayan alçaktır" sözlerinin üzerinden çok geçmeden, PKK'dan "Çözümü ABD istiyor" açıklaması geldi.

KONGRA-GEL Başkanı Remzi Kartal, ABD’nin gerek Irak’taki Kürtlerin, gerekse Türkiye’deki Kürtlerin durumunda bir istikrarın olmasını istediğini belirtti. Kartal, “Onun için Kürt sorununun bir çözüme kavuşmasını istiyor. Kürt sorununun çözülmesi ve bir istikrara kavuşması Amerika’nın da işine geliyor” dedi.

"SİLAHLAR BIRAKILACAKSA, MUHATAP ÖCALAN'DIR"
Remzi Kartal, Brüksel’de ANF’ye yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Kürt sorunun çözümünde samimiyse Abdullah Öcalan’a doğru yaklaşması gerektiğini söyledi. Kartal, “Silahlar bırakılacaksa, Kürt sorunu çözülecekse bunun muhatabı Abdullah Öcalan’dır. Sorunun kalıcı bir çözüme kavuşması için tek adres İmralı’dır” diye konuştu.

Hükümetin “Kürt açılımını” değerlendiren Kartal, “Her şeyden önce yapılan tartışmalar gelinen aşama olumludur. Bir adımdır. Ancak sürecin arka perdesini görmeden gelinen aşamalara bakmadan ve sadece bugünkü açıklamalarla ve soruna yaklaşımla sınırlı tutulacak bir değerlendirme eksik kalır” dedi.

ABD İSTİKRAR İSTİYOR
AKP’nin yerel seçimlerde Güneydoğu ve Doğu’da seçimi kaybettiğini, DTP’nin de bir patlama yaşadığını söyleyen Kartal, “Ondan sonra bu sürece girildi. Tabii o süreçte, siyasi bir zeminin oluşması için hareket olarak bazı adımlar attık. Artık Kürt sorununda askeri olarak bir sonuca varılmayacağı anlaşılınca iç ve dış faktörlerin etkisiyle böyle bir süreç başlatıldı” diye konuştu.

Kartal, ABD’nin sürece ilişkin tutumunu değerlendirirken de şunları söyledi:
”Amerika güçlerini bölgede yavaş yavaş çekmeye çalışıyor. Afganistan gibi sabit yerlerde konumlandırmaya çalışıyor. Gerek Irak’taki Kürtlerin durumunda gerekse Türkiye’deki Kürtlerin durumunda bir istikrarın olmasını istiyor. Onun için Kürt sorununun bir çözüme kavuşmasını istiyor. Kürt sorununun çözülmesi ve bir istikrara kavuşması Amerika’nın da işine geliyor. İç ve dış faktörler Türkiye’de klasikleşmiş Kürt sorununun yerine giderek daha ılımlı ve çözüme yönelik adımların atılmasını istiyor. Bütün yaşanan bu tartışmaların arkasındaki gelişmeler bunlardır.”

ÇÖZÜM PAKETİNDE NELER VAR

Kartal, Türk hükümetini "Kürt açılımı" konusunda samimiyetine ilişkin bir soruya da şu karşılığı verdi:
“Hareket olarak Türkiye’de siyasal bir zeminin oluşması için başlattığımız sürece hükümetin verdiği bu cevabı olumlu buluyoruz. Sivil toplum örgütleri, aydınları, demokratik kitle örgütleri ve hükümetin yaptığı bütün bu tartışmaları anlamlı buluyor, değer veriyoruz. Fakat gerçekten tartışmaların içeriğine bakıldığı zaman bize yeterli güveni vermiyor. Sorunun çözümü için iki taraf varsa tarafları bir araya gelmesi gerekiyor. Dışarıdan bazı çevrelerin görüşü alınarak yapılan çözüm arayışları kalıcı olmuyor. Diğer bir taraftan da çözüm çözüm deniliyor. Ama yürütülen tartışmaların arka perdesi nedir, çözüm paketinin içinde neler vardır kimse bilmiyor. Diyorlar ki silahlar sussun. Çözüm için ciddi adımlar atılsın. Ama DTP’nin bile söylediği Abdullah Öcalan ile görüşmeyi reddediyorlar. Bu hareketin önderi Öcalan’dır. Silahlar bırakılacaksa, Kürt sorunu çözülecekse bunun muhatabı Abdullah Öcalan’dır. Sorunun kalıcı bir çözüme kavuşması için tek adres İmralı’dır.”

BAŞBAKAN 'BUNU DİYEN ALÇAKTIR' DEMİŞTİ
Kürt açılımının ABD projesi olduğu yönündeki iddialara sert tepki gösteren Başbakan Erdoğan, cuma namazı çıkışında gazetecilere yptığı açıklamada "Bir kağıt almış dolaşıyorlar ’Amerika’nın bir projesidir bu...’ Bunu ispat ederlerse her şeye varım. Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar. Bu kadar açık, bu kadar ağır konuşuyorum. Çünkü artık bu kadar iftiraların, bu kadar hakaretlerin altında bu iktidar kalmaz. Bu iktidar Türkiye Cumhuriyetinin iktidarıdır. Herhangi bir ülkenin temsilcisi değildir" demişti. Terör örgütü KONGRA-GEL'in, tam da Erdoğan'ın bu açıklamasının arkasından yaptığı 'Çözümü ABD istiyor' mealindeki bu açıklama, hem hükümeti hem de Başbakan'ı zora sokacak gibi görünüyor.
kaynak:haber 1



Sokaklar Savaş Alanına Döndü
25 Ağustos 2009 07:02
Turkcell Süper Lig'de dün oynanan 3. haftanın son maçında Fenerbahçe'nin Diyarbakırspor'u yenmesiyle taraftarlar adeta şehri savaş alanına çevirdi...



Diyarbakırspor -Fenerbahçe maçı sonrası bir grup taraftar ile polis arasında arbede yaşandı. Polis, öfkeli taraftarları dağıtmak için biber gazı kullandı. Taraftarlar stad çevresindeki çöp konteynırlarını ateşe verirken, polise taş attı.Maç sonra stattan ayrılan bir grup öfkeli taraftar, dışarıda güvenik önlemi alan polislerin araçlarına önce tekmeli ardındanda taşlı saldırıda bulundu. Polis, taraftarları dağıtak için cop ve biber gazı kullandı. Stat çevresindeki caddelere dağılan taraftarların attıklaır taşlardan bazı gazeteciler ile yaralananlar oldu. Yaralılar ambulanslarlahastaneye götürülürken, bir süre olaylar stat çevresinde sürdü. Öfkeli taraftarlar çöp konterlerini yakarken, polisle kovalamaca yaşadı. Olaylar yaklaşık 45 içinde kontrol altına alındı.

Süper Lig'in 3. haftasında Diyarbakırspor - Fenerbahçe arasında oynanan maçın ardından stat dışında bir grup taraftar olay çıkardı.

Fenerbahçe'nin 3-1 galip geldiği karşılaşma sonrası bir grup taraftar, polis ile çatıştı. Polis, taş atan taraftarlara basınçlı su ve biber gazıyla müdahale etti. Olaylarda bazı taraftarlar atılan taşlar sonucu yaralanırken, yol üzerinden geçen bir ambulansın da camları kırıldı.

OLAYLARDA YARALILAR VAR

Diyarbakırspor ile Fenerbahçe arasında oynanan maçın ardından olaylar çıktı. Maç sonrasında olay çıkaran taraftarları dağıtmak için polis biber gazı kullandı. Taraftarlar biber gazı atan polise taş atarak karşılık verdi.
Olaylarda çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi

aktifhaber


En son Ekim tarafından Sal Ağu 25, 2009 9:07 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Ağu 20, 2009 7:49 pm    Mesaj konusu: Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi Alıntıyla Cevap Gönder

Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi
Salih Mirzabeyoğlu

ZENDPRESS- Sizce Kürt meselesi nedir? Türkiye ve Ortadoğu alanında neyi ifâde ediyor? Dünyadaki anlamı ve durumu nedir?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Eşya ve hâdiseler, muhtevalarını kendilerine sorulan sorunun mahiyetine göre verirler; bu bakımdan, önce sorunun doğru sorulması ve mânâlandırılması gerekiyor... Rastgele sorunun baştan savma cevabı gibi olmasın diye, bunun belirtilmesini zarurî görüyorum; bu tavrımı, muhatabını mühimseyen ve ağzından çıkan sözün mesuliyetini duyan bir fikir adamının usűlü olarak kabul edin... Şimdi gelelim sorunuza: "Kürt meselesi nedir?" sorusu, bir "Kürt'ün meselesi nedir?" mânâsına, bir de "kime nisbetle?" ve "ne bakımdan?" soruları mânâsına alınarak cevablanabilir... Bu mânâlar çerçevesinde cevab verildiği ânda da, zaten Türkiye, Ortadoğu ve Dünya'daki anlamı ve durumu da belirtilmiş olur... Şayet "Kürt'ün meselesi nedir?" diye soruyorsanız, bunun malűm ve meşhur, "Kürt halkının horlanmışlığı, ezilmişliği, kimliğinin kabulü isteği, kendi kendini idare arzusu" gibi cevabları var ki, meseleye yeni bir bakış açısı getirmez... "Kime nisbetle?" ve "ne bakımdan?" mânâsına, meselâ Türkiye'ye, İran'a, Irak'a, Suriye'ye göre ve tarihî, coğrafî, siyasî veya iktisadî bakımdan muradıyla soruluyorsa, bu takdirde de mevzuun muhatabı o sahalarda aranmalıdır; çünkü meselenin bir yönü, mevzuuyla kayıtlı mahalli idrak olarak, kendi esas, usűl ve kurallarıyla iş gören ilim ve uzmanlık bahsidir... Bana gelince, beni "Kürt'ün meselesi nedir?" suâlinden çok, "Kürt'ün meselesi ne olmalıdır?" davası ilgilendiriyor... Meseleye bir dünya görüşüne nisbetle ve bir aksiyon mevzuu ve imkânı diye baktığım belli... Zaten böyle bir bakış, hem mahalli idrakın hakikatini murakabe edicidir, hem de "Kürt'ün meselesi nedir?" suâli etrafındaki açılımlarda yürüyücüdür.

ZENDPRESS- İslâmî açıdan Kürt meselesi nedir?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- "Sizce Kürt meselesi nedir?" suâliyle aynı... Sorunuzun ne türlü anlaşılması gerektiğini biraz önce belirttim, buna göre cevaplayayım... Fikre nisbetle fert, sosyal sınıflar ve kavimler, zamanın tecelli ettiği mekân zaruretini ifâde ederler... Bildiğiniz gibi, hikemiyat ve felsefede ruha "zaman" ve maddeye de "mekân" izâfe edilir; BÜYÜK DOĞU İDEOLOCYASI'nın Mimarı Necip Fazıl'ın belirttiği üzere, keyfiyet, "zaman"ın ve kemmiyet de "mekân"ın ressamı... Bu çerçevede bakılınca, Kürt'ün meselesi de, Türk'ün meselesi de, Arab'ın meselesi de, Azeri'nin meselesi de birdir: Derinliğine ve genişliğine insan ve toplum meselelerini "İslâma muhatap anlayış"ın pırıldatıcısı olarak temsil etmek, İslâm'a nisbetle "zaman ölçüsü" tutturmak... Görülüyor ki, hem "kimlik" meselesini çok mühimsiyorum ve hem de "nasıl kimlik ve hangi kimlik?" sorusunun cevabını vermiş oluyorum; diğer bütün meseleler, buna nisbetle ele alınır ve mücadelesi verilir... Eğer dava bu şekilde ele alınmazsa, sözü geçen meselelere basmakalıp bir bakışın, hasta adama nazar edip de "bu adam hasta!" der gibi kaba tesbitten öte bir mânâsı yoktur!..

ZENDPRESS- Tarihî açıdan bakıldığında, İslâm, Kürt meselesine ne verdi, ne aldı?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Bu sorunuzu da, bundan önceki sorunuzla bitişik olarak cevaplandırayım... Suyun başında oturan bir insan düşünün: Su, o adam için ihtiyacına cevab verecek bir imkânı temsil eder... Adam ondan faydalanmış veya suyun başında susuzluktan ölmek gibi bir garabete düşmüş, netice ne olursa olsun, "su açısından insan" diye bir soru şekli doğmaz; çünkü insan orada, kendi idrak ve aksiyonuna sunulmuş, onu yaşatacak bir imkâna muhatab... Doğrudan suyun zatî keyfiyetiyle ilgilenildiği yerde bile, o hakikati ifşâ eden insan sözkonusu; yâni, "insan açısından su", insana göre suyun zatî keyfiyeti... Bu çerçevede bakıldığı zaman, "İslâmî açıdan" veya "İslâm'a göre" ifâdeleri, İslâm'a muhatab olanın değerlerdirmesi şeklinde anlaşılmak gerekir... İzâh ettiğim husus, "tarihî açıdan bakıldığında, İslâm Kürt meselesine ne verdi, ne aldı?" sorusunun da cevabını teşkil ediyor... İslâm, insana, topyekűn insan ve toplum meselelerinin mutlak hakikat yönünden çözüm imkânını veriyor; o imkândan faydalanıp faydalanmamak, insana âit bir iş... Eğer İslâm ile Kürt meselesini, birbirinden ayrı ve birbiriyle karşılaştırılabilir iki unsur zannıyla ele alırsanız, "Türk-İslâm sentezi" gibi şişeyle suyun sentezinden bahsedercesine bir fikir kelliğine düşülmüş olur... Dikkat ediyorsanız, "İslâm ne aldı?" sorusunun geçersizliği açık... Ancak bu sorunun "İslâm'a bakış" bahsine vesile bir yanı var ki şu: İslâm, mutlak fikirdir... Bir şey söylemek için herşeyi söyleme, Kâinat'ın hen ân yeniliği içinde herşey söylenemeyeceğine göre de, "Mutlak Fikir"e nisbetle söyleme şartının cevabıdır bu vasıflandırma... Bu vasıflandırmanın kitablık bahisler hâlinde işlediğimiz ölçülendirmeleri bir yana, son tecritte iş, "ya İslâm veya hiç!" noktasına varır... Aynı soruyu, "Mutlak Fikir" ile "beşeri sistemler" arasındaki farkı gösterici diye de ele alabiliriz: Her beşerî sistemin kesinlikle kendisini belirleyen çevre şartlarına bağlı tarihî bir yanı vardır ve bu yüzden pörsümeye ve geçersiz kalmaya mahkűmdur... Eğer biz Kürt meselesinin yönlendirdiği böyle bir sisteme taraftar olsaydık, alâka nisbetleri içinde "ne verdiği" sorusuna muhatab olurduk... Gelelim "tarihî açıdan" meselesine: Tarihîlik, hâlihazır idrak keyfiyetinden, bu idrak keyfiyetine nazaran tarihi mânâlandırmağa, tarih felsefesinden, kronolojik tarihe ve vesika tesbitine kadar geniş bir yelpazeyi kapsar... Bu geniş yelpazede benim bulunduğum nokta, İslâm'a muhatab anlayışın dünya görüşünü temsil eden Büyük Doğu-İbda sistemi ve anlayışıdır; İslâm'a muhatab anlayışın idrak keyfiyeti ve bunun dünya görüşü mânâsına tarihîlik... Bu "tarihî-zamanî şuur"a nisbetle Kürt'ü tarihte seyretmek de, meseleyle ilgili tarihçilerin işi; ve kitablık meseleler... "İslâm, Kürt davasına ne verdi, ne aldı?" derken, şayet "almak" lâfını "Kürt'ün İslâm'a hizmeti ne oldu?" şeklinde mânâlı kılarsak, sadece hizmet davasını değil, İslâm'ın Kürt'e ne verdiğini hem de sözünü ettiğim idrak keyfiyetine nazaran tarihîlik bahsini de içine alacak şekilde misâllendirebilirim: İslâm'a muhatab anlayışı örgüleştiren Necip Fazıl'ın ve benim bağlı olduğumuz Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Kürt beldelerinde yetişmiştir... Bu harika yetmez mi? Türk'ün, Kürt'ün veya Arab'ın bürünmesi gereken hüviyetin remz şahsiyetleri bu soydan insanlardır!.. Haçlı seferlerini bozguna uğratan Selâhaddin Eyyűbî Hazretleri gibi bir serdar Kürt değil miydi?.. Alpaslan, Anadolu'ya geldiğinde Bizans ile savaşlarında, Malazgirt zaferinde İslâm ordusu safında yer tutan Kürtler?.. Yavuz Sultan Selim'in İran ve Mısır seferleri?.. Abdülhamid Han'ın, "Hamidiye Paşası" diye anılan Kürt Paşalarının yararlıkları?.. Moskof'a karşı Kürdistan müslümanlarının direnişi?.. Vesaire, vesaire...

ZENDPRESS- İslâm ordularının Kürdistan bölgesine girişinin ilk yıllarında yaklaşık 130 bin kişi öldürüldü... Bu "tebliğ"e uyar mı?.. Yine bu irtibat içinde, Kürtlerin sık sık ilk dinleri olan Zerdüştlük'e irca etmelerini nasıl yorumlamak gerek?.. Benzer biçimde, Yezidilik'in durumu nedir?

SALİH MİRZABEYOĞLU- "Evet, tebliğe uyar!" veya "hayır, uymaz!" dememin pratik bir faydası yok... Aynı dilden konuşuyor ve aynı şeyden bahsediyor olmamız için, önce İslâmî ölçüleri ve sonra muhatab anlayış olarak ona nisbetle ölçülendirme ölçülerini vereyim; bu vesileyle mesele de konuşulmuş olsun... Önce "kavmin hakikati nedir?", bunun üzerinde duralım: Kur'ân'da, insanların kavimlere ayrılması hikmeti, "birbirlerini iyi tanımaları için" diye buyurulmuştur... Demek ki, insanların kavimlere ayrılması hikmeti, "varlık" ve "oluş" bahsini de kapsayıcı bir şekilde ifâde edersem, "aslın görünebilmesi için gerekli araz" hükmündedir... Hayat bu arazlardan yürür... Araz, "herşey zıddıyla kâimdir" hakikatinden "fark"a kadar sarkan bir mânâdadır; "ümmetimin ihtilâfı rahmettir!" buyuran Allah Resûlü'nün sözü dairesindeki binbir hikmetten biri hâlinde hem bu ikinci husus görülür, hem de kavim üstü "ümmet" esasına nisbetle "kavim" hakikatinin ne olduğu... Şu ölçü de O'nun: "Kişi, kavmini sevmekle kınanamaz!"... Kavim, fikrin tecelli imkânıdır; buna nisbetle de, İslâm'ın hakikatine yaklaşıldığı kadar kavim hakikati ortaya çıkar... Yâni Kürt, Türk veya Arab, ilkel bir psikoloji içinde kavmiyle kuru kuru böbürlenen değil, İslâm'ın hakikatini yaşatandır... İnsan veya kavim, bu hakikate yaklaştığı kadar azizleşir, uzaklaştıkça da süflileşir... Anlaşılıyor ki değer keyfiyettedir; şu veya bu kavme mensub olmak kimsenin kendi elinde değildir ve insan ancak kendi emeği derecesinde şereflenir... Bizim müslüman olarak Türk, Kürt veya Arab diye hiç kimseye sadece kavminden dolayı bir dalkavukluk tavrımız yoktur ve müslüman hangi kavimden olursa olsun, kavim üstü "ümmet" esasına nisbetle kardeşimizdir; müslüman olmayan da düşmanımız... Baştan beri yaptığım açıklamaların, aslında her fikir için geçerli bir yanı var... Biri de şu: Bir fikir kendini ortaya koyduğu ânda, zıddını da işaretlemiştir ve bu demektir ki, madde veya mânâda imha hedefini de belirlemiştir... Şimdi en başa dönersek: İslâm ordularının Kürdistan bölgesine girişinin ilk yıllarında 130 bin Kürt öldürülmüş olmasının, böyle bir vakıa var mı yok mu, 130 bin kişi mi 30 bin kişi mi diye üzerinde durulmasının fikrî bakımdan bir mânâsı yok... İslâm ordusu, Arab ile de, İran ile de, Azeri ve Çerkes ile de, Türk ile de savaştı; ve tarihî süreç içinde ordu da, bu kavim unsurlarından oluşuyor zaten... Lâfa lâf cevab isterseniz; aşiretlerin birbiriyle savaşmaları, Barzanî ile Talabanî'nin dalaşmaları, PKK'nın fikir ayrılığı veya "işbirlikçi, hain" vesaire diye öldürmeleri?.. Öte yandan, "halkların kardeşliği" diye kendi halkından olanı öldürenle, Türk milliyetçiliği için Türk komünistini öldüren?.. Bu çerçevede sonsuz misâl verilir... Kısacası; savaşların değerlendirilmesi, "neden" ve "niçin" şeklinde sebebler manzűmesinin kıymetlendirilmesine tâbidir... "Bu tebliğe uyar mı?" meselesine gelince; cevabı ortaya çıktı ama, üzerinde duralım... Bir takım İslâmcı geçinen iptidaî ahmaklarla, İslâm dışı çevreler, bu çerçevedeki ifâdeyi umumiyetle, gűya İslâmî bir şey anlatıyor zannını uyandırmak için kullanırlar; yâni ne dediklerini bilmeden, kartpostal ve aksesuar olarak... Meselâ anlattığım şu kadar şeyden bir şey anlamaz iptidaî bir mezhepsiz veya Şiî, bunu perdelemek için "bizim metodumuz tebliğ!" der, çıkar işin içinden... Oysa, "tebliğ-bildirme", "tebliğ metodun ne?" şeklinde, metoda mevzu olandır ki, bu durumda "metod" değildir... Tıpkı, "Ali'nin kalemi" dersin de, "kalemin Alisi" denemeyeceği gibi... Öte yandan; tebliğ, her fikrin kendini ortaya koyduğu ândan itibaren başlayan bir hâdisedir, çünkü fikir zaten "bildirilebilme" ve "bilinme" ile doğan bir keyfiyet olarak, onun hem sebebi ve hem de neticesidir... Her fikrin kendini ifâdeye dair bütün hareketleri, "tebliğ"in kapsamı içindedir... Bu çerçevede bakıldığı zaman, "tebliğ"in "metod" ifâde edici yanı görülüyor ki, "bizim metodumuz metod" gibi bir saçmalık... Sorunuza dönersek: Tebliğ, fikrin kıymetine ve bu fikre nisbetle hareketin değerlendirilmesine âit bir iş olduğuna göre, İslâm'da da savaşmanın yeri bulunduğuna nazaran, tebliğe uygundur!.. "Kürtlerin sık sık ilk dinleri olan Zerdüştlük'e irca etmelerini nasıl yorumlamak gerekir?" suâline gelince... "Zerdüştlük'e irca edilmeleri" mi denmek isteniyor, yoksa Kürtlerin kendilerini Zerdüştlük'e irca etmeleri mi?.. Birinci şıkta, tıpkı Batı'da Türkler'in İslâm'la alâkasını pörsütmek üzere Bizans artıklarından Frigya çanaklarına kadar herşeyi "Anadolu Kültürü" hikâyesiyle kaide yapmak gibi, Kürtler'in İslâm'la alâkasını perdelemek üzere şovenist, dinsiz taktik... İkinci şıkta ise; Kürtler'in, -bahse değmez azınlık hariç-, kendilerini Zerdüştlük'e irca etmelerine dair bir müşahede sahibi değilim... Aslında kibar cevab verdim, hakikatin incinmemesi için şöyle demem gerekir: İstisnanın kaide yerine konması gibi, bu çok uydurma bir genelleme olur... Eğer denildiği şekilde bir durum olsaydı, o zaman da cevabım şu olurdu: Bu, Kürt kavminin ahmaklığını gösterir ve ziyafet sofrasından kalkıp solucan atıştırmaya benzer bir hâldir... İşin en başında söylemem gereken de şuydu: Zerdüştlük putperest bir din, Kürt de kavim olduğuna göre, din ve kavim birbirine irca edilebilir unsurlar değildir... Yezidîlik?.. Maymun seyri kıymet derecesinde bir folklorik özellik olarak ele alınabilirse de, derinliğine ve genişliğine bahse değer bir keyfiyet değil!..

ZENDPRESS- Hazret-i Ali döneminden başlayarak Kürtler, İslâm devletlerine çok az destek oldular?.. Buna karşılık o dönemden sonra Emevi ve Abbasi dönemlerinde, devlete karşı hemen her türlü isyan ve zıddı olaylarına, hemen hemen istisnasız katıldılar?.. Nasıl açıklarsınız?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sorunuzu değil de, sorunuzun muradını anlayabilmiş değilim... Ama tarihî gerçekleri aksettirdiğini farzederek cevablandırayım... Tek tek insanlardan meydana gelen kavim, her devirde, içine çiş de, süt de doldurulabilecek, her ikisini de kabule müsait bir kaptır; idrak ve iradesi hangisini kabul ederse... Ve herbiri kendi nefsinden ve zaman diliminden mesul... Eğer Hazret-i Ali devrindeki durumlarını bir İslâm karşıtlığına nişâne diye görüyorsanız, bu o devirdekilerin istidatsızlığını gösterir... Dikkat ediliyorsa, söyleneni doğru değerlendirilmiş farzederek cevabladım... Oysa, meselâ Hazret-i Ali mutlaka haklı ve Hazret-i Muaviye ise haksız değildi... Bunun yanında, genellemelerden kaçınmak lâzım: Meselâ, Hazret-i Hasan veya Hazret-i Hüseyin'in Kerbelâ'da kendilerine imdat için yola çıkan -fakat yetişemeyen- Kürtler hakkında, Allah'ın soylarını yüceltmesi için duası vardır... İşin ötesini tarihçilere havale ediyorum!..

ZENDPRESS- İslâm'ın İlâhi nizâm ve dolayısıyla ebedî bir nizâm olduğu, üstelik Cihanşumul bir özellik taşıdığı ileri sürülüyor. Ama bir de olaylara bakıldığında, İslâmiyet'in ilk dönemlerinde (Asr-ı Saadet denilen Hazret-i Muhammed dönemi) bile kavmiyetçiliğin bir çeşidi veya evveli olan esbetçilik (Kabilecilik-aşiretçilik)i bile önleyemediği, daha sonraki dönemlerde, özellikle Emevî devrinden başlayarak, adım adım kavmiyetçilik karşısında gerilediği, neredeyse İslâmî özün kavmiyetçi biçim ve özlerle karıştığı görülüyor. 19. ve 20. yüzyılda ise İslâmiyet, kavmiyetçilik karşısında büyük bir gerileme gösterdi. Osmanlı gibi bir toplumda, Arap, Kürt, Ermeni, Türk, Çerkes, Arnavut unsurları ön plâna çıktı. Bunun anlamı nedir?.. Bugün bile İslâmiyet, bir İran kavmi niteliği veya Arap kavmi niteliğini aşamıyor?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- İslâm İlâhî bir nizâm olduğuna göre, "üstelik Cihanşumul bir özellik" eki gereksiz; "üstelik" mânâsız... Bahsedilen özellikleri "taşıdığı ileri sürülüyor" diyorsunuz... Yerinizi belirtmek için soruya soruyla karşılık vereyim: Siz buna katılmıyor musunuz? Herşeyden önce, eşya ve hâdiselerin her ân yeniliği içinde gelişen veya değişen insan faaliyetinin ürünü fikir ve sistemle, "Mutlak Fikir" arasındaki farkı dikkate almak ve "Bütün Fikrin Gerekliliği" hakikatinin idrak edilmesi lâzım... Aynı çerçeve içinde, "Mutlak Fikir" olduğuna inanılsın veya inanılmasın, "Mutlak Fikir" iddiasındaki bir fikre yaklaşabilmek için gerekli fikrî meseleler ve ölçülendirmelerin ne olduğunun bilinmesi lâzım... Bunları binbir yönden ve binbir kere kitaplar boyu izâh ettiğim için, hem lüzum ve hem imkân bakımından burada ifâde şartlarından uzağım... Şunu da ilâve edeyim: Muhatabını, onun söylediği mânâda anlamadan, yâni ne dediğini bilmeden yapılan bir eleştiri, yanlıştır... Bu dava, "Asr-ı Saadet devri" için söyledikleriniz hususunda da geçerli; "sahâbe"nin rolü ve mânâsı hakkında hiçbir ölçü ve ölçülendirme sahibi olmadan o dönemden bahis, uçma müşterekliğinden dolayı kartalın vasıflarını sineğin özellikleri ile açıklama gibi bir yanlışa varır... Meseleye her fikir için geçerli bir başka yönden de bakalım: Doktorun, hastanın ihtiyacına karşılık olması gibi, insan ve toplum meselelerinin hâlli iddiasındaki bir sistem de, insan ve toplum meselelerinin hâlli ihtiyacına bir cevab teşkil eder... Dikkat edilsin: Meselelerin hâlli ihtiyacı... Bu ihtiyaç, mihrakında insan bulunan geniş mânâda hayatın tezahürlerinden doğuyor... Zaten, ihtiyaçlar arazdır ve araz olmasa hayat yürümez, donar... Neticede bu iş, son tecritte "her şey zıddıyla kaimdir" hakikatine çıkar... Ve bir daha tekrara lüzum kalmasın diye, yine sorunuzla ilgili olarak şu ölçülendirmeyi söyleyeyim: Bir sistemin uygulamaya geçirilişinde, şüphesiz o sistem adına yapılan yanlış uygulama, o sistemin yanlışlığını ortaya koymaz... Ancak, hayatın çok yönlülüğü yüzünden, pratik sistemin dışında görüntüler vermesi ve yeni tatbik ve tecrübe neticeleriyle değişen bilgi ile, sonuçta sağlanacağı söylenen yapının gerçekleşebilir olmadığı gösterilebilir; çağımızda yaygın uygulama alanı bulan beşerî sistemlerin yanlışlıkları da, sistem adına yapılan yanlış uygulamadan değil, sınırlı tetkik ve tecrübe neticelerinden elde edilen bilgilerle kurulmuş düşünce sistemleriyle "mutlak prensipler"in elde edilemeyişinden ileri gelmektedir... Bu ölçülendirmeye nisbetle, tenkit İslâma mı, yoksa uygulanışına mı; bunun belirtilmesi gerekir... İslâm'ın kavmiyetçilik karşısında gerilemesi meselesine gelince... Çok genel bir hükümle, hem ayrı ayrı ele alınması gereken devirler hakkında tarihî bir çarpıtma sözkonusu, hem de bu mevzuda Büyük Doğu'nun tarih muhasebesi bilinmediği için, bizzat İslâm'ın suçlanması... Önce şuna dikkat çekeyim: "Emevi devrinden başlayarak" diyorsunuz ama, bir sürü milleti içinde barındıran Osmanlı Devletini unutuyorsunuz... Ne isminde, ne idare yapısında -ki Osmanlı'nın sonuna kadar bütün İslâm devletlerinin umumî çizgisi budur- kavim davası yoktur... 19. ve 20. yüzyıldaki perişanlığa gelince, şöyle bir misâl vereyim: Toprak, su ve havayı bir fikir terkibinin unsurları farzedersek, baba varlık ve bolluk içinde yaşamışken, aynı unsur şartlarına malik oğlu yoksulluk ve züğürtlüğe düşmüş... Bu neyi gösterir?.. Oğulun ahmaklığını, istidatsızlığını, tembelliğini vesaire... Sanıyorum "bunun anlamı" ortaya çıktı... "Bugün bile İslâmiyet, bir İran kavmi niteliğini yahut Arap kavmi niteliğini aşamıyor" şeklindeki ifâdenize gelince, bunu çok baştan savma karşıladığımı belirtmeliyim: Her şeyden önce "bugün bile" ne demek?.. Bugün İslâmî tatbikin tekâmülünde bir zirve değil ki!.. Yemyeşil bir ağacın kuruma safhalarından geçtikten sonra oduna dönmüş hâline bakıp, sanki bu bir tekâmül imiş gibi, "bugün bile yeşil değil" dercesine!.. Üstelik, hırdavatçı dükkânının üstüne "eczahâne" levhası asmakla nasıl içindeki malzeme değişmezse, bugün "İslâma muhatab anlayış"ın sistemini ifâde eder bir devlet yok ki; zaten İslâmiyet'in bir İran ve Arab kavmi niteliğini taşıdığını söylerken, bunu farkında olmadan siz belirtmiş oluyorsunuz... Eğer sözünüz bir fikir kastı ile söylenmiş ise, sözü daha fazla uzatmadan kendimi örnek vereyim: "İslâma muhatab anlayış"ın dünya görüşüne mensub ben varım karşınızda... Biz, Büyük Doğu-İbda olarak, kuru odun cinsi oluşumların sahiblenicisi ve avukatı değil, o oluşumların, kendi fikir ve aksiyon imkânımız bakımından muhasebecisiyiz!..

ZENDPRESS- İlginç değil mi, İslâm'ı ezenlerin hepsi de İslâm ülkeleri?.. Dün de öyleydi bugün de?.. İran, Irak, Suriye, Türkiye vesaire.

SALİH MİRZABEYOĞLU- "Dün" demeniz?.. İlginçliği şurada: Her dağın, yüksekliğince çukuru olur... Bugün İslâm ülkelerinin rejimleri -İran ayrı fasıl-, Büyük Doğu Mimarı'nın "tersine mucize" diye vasıflandırdığı sırrı ifşâ edicidir... Allah'a ve Kâinat'ın Efendisi'ne bağlılığın nurlu idrakına malik iken, aksiyon fezasında yaşayanlarla, o nuru kaybettikten sonra kütleşen bünyenin düştüğü perişan hâl; nur gitti, pil bitti... Pilin neden bittiğinin idrakı da kalmadığı içindir ki, dediğiniz hâl... Fakat bunun yanında, gerek ihtiyaç ve gerekse çözüm sırasında bugün meselenin idrakı safhasında yaşandığı, bunun sancılarının çekildiğini söyleyebiliriz!..

ZENDPRESS- Derginizin bir sayısında Yavuz Sultan Selim'in mirasını sürdüreceğinizi söylüyorsunuz, bir yandan da Kürt meselesine sahib çıkmaya çalışıyorsunuz?.. Oysa Yavuz, Dersim'li Kürtleri kesip asan birisi değil miydi?.. Yine aynı Osmanlı 1830'lardan başlayarak Kürt prensliklerini (Bedirhan, Bâban vesaire) tasfiye etti?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Yavuz Sultan Selim'in mirasının sürdürüleceğini haykıran dergi Taraf isimli dergidir... İbda Fikriyatı'nı, kendi hususiyetine ve oluş mizacına göre yürüten bir cephe... Adresi böylece belirtmemin sebebi, fikri benimsediğim, fakat ifâdecisi ben olmadığım bakımındandır; yâni dergiyi ben çıkarmıyorum... Benimsiyorum, çünkü dergide belirtildiği üzere Yavuz Sultan Selim, İslâm birliği davasının sahibi adamdır; bu davanın büyük aksiyoncusu, remz şahsiyetidir... Bu davanın önüne kim çıktıysa, bertaraf etmiş ve etmeye çalışmış bir kahramandır; kendi kardeşinden tutun da, Şiî sapıklarına ve Mısır seferine kadar hep bu gaye ile tepelemiştir... Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı bir kavim değil, kavimlerin harman olduğu bir "ümmet" devletidir; İslâm'ın hakikatini temsil eden Sünni Kürtler de, bu davada Yavuz Sultan Selim'e özellikle yardım etmişlerdir... Aslında doğrudan doğruya şunu söylemem gerekirdi: Öldürmenin kendi başına "iyi-kötü" değerlendirmesi olamaz... Yeri gelir, Üstad'ımın söylediği gibi, "mikroba merhamet, hastaya merhametsizliğe varır!"... Yavuz'un tepelediği, Şiî Kürtlerdir; şimdi kontrgerillanın Hizbullah diye meşreblerinde örgütlendikleri ve düzen adına PKK'ya karşı çıkan zümre... Söz PKK'dan açılmışken, "sözde Kürt'ün meselesine sahip çıkıyor ama, hep Kürtleri öldürüyor" desek?.. Üstelik Yavuz Sultan Selim ve Ulu Hakan Abdülhamit Han, Kemalist rejim adına kalem yürütenlerin "Kürtlere yüz verdi, Kürtçülük şuuru bunlarla uyandı!" diye buğz ettikleri iki isimdir... Aynen, "Kürtlere yüz verdiler!" derler; "Kürt diye diye, bu Türkleri ayrı kavim zannettirdiler!"... Altını çizdiğim bu husus, "Kürt meselesine sahip çıkmaya çalışıyorsunuz" ifâdenizin çeşitli yanlışlıklarından birini de göstermiş oluyor!.. Sorunuzun son faslına gelince... Yavuz Sultan Selim'den sonra Osmanlı genellemesine atlayarak 1830'lardaki tasfiyelerden bahsetmenizi, hâdiselerin muhasebesi yönünden bir zaaf olarak görürüm: "İyi adamın kelek oğlu" hesabı, oğulun vasfı babanın mümtaz şahsiyet olduğu hakkındaki hükmü bertaraf etmez... Osmanlılar, ümmet olarak -ki Kürtler de buna dahildir- İslâm'ı temsil ettikleri kadar yükselmiş, temsil liyakatini kaybettikleri nisbette de gerilemiş ve çökmüşlerdir... Dikkat ediliyorsa, sözü geçen tasfiyelerin şartları üzerinde değil de, muhakeme usûlünüz üzerindeyim... Başka bir yönden: Meselâ, Anadolu birliğinin sağlanması safhasında, bir sürü Türk beylikleri de tasfiye edilmiştir... PKK'nın, "gayeye o türlü değil de, bu türlü ulaşılır" diye, metod ayrılığından dolayı -hem de Kürtçü olmasına rağmen- tasfiye etmeye çalıştığı Kürt örgütleri?.. Demek oluyor ki, haklılık-haksızlık değerlendirmesi ayrı şeydir, gücün haklı kullanılıp kullanılmaması ayrı şeydir, bayrağın gücü olanda kalmasının tabiîliği ayrı şeydir, herkesin kendi yönünden haklı olup da gücün tayin edici rol oynaması ayrı şeydir!.. Gelelim, verdiğiniz tarih (1830) dönemine:

- "19. yüzyılın başlarında problem hâline gelenlerden Vidin'de Pazvantoğlu, Rumeli'nde Tirsinikli oğlu İsmail Ağa ve Dramalı Mahmut Paşa, Yanya'da Tepedelenli Ali Paşa, Tırhala'da Tıfılboz, Manisa'da Kara Osmanoğlu, İzmir'de Kâtibzâde, Yozgat'ta Çapanoğlu, Sivas'ta Kadıkıran, Trabzon'da Tuzcuoğlu, Muş'ta Emin Paşa, Ravanduz'da Mehmed Paşa, Cizre'de Bedirhanîler, Süleymaniye'de Babanlar vb. olmak üzere sayısız mütegallibe ve derebeyi sayılabilir. Bu bölünmeyi, dağılmayı durduran, imparatorlukta otoriteyi ve devlet nizâmını hâkim kılmak için amansız bir çabaya girişen Sultan 2. Mahmud olmuştur."

Altını çizdiğim bu husus, ısrarla Osmanlı ile Kürt'ü karşı karşıya gösterme çabasının sakatlığını gösterir; dikkat edilirse, -haklılık, haksızlık davası bir yana-, devlet ve devlet içi çeşitli bölgelere âit meseleler karşılaşması var... Aynı eserden:

- "Çıkarları ve şahsî nüfuzları kırılan mahalli Bey ve ağalar, bu kez İbrahim Paşa ile devlete karşı anlaşmaya giriştiler, ne var ki, yıllardan beri yerli beylerin, ağaların, şeyhlerin nüfuz ve otorite kavgasında oyuncak olan, fakat gerçek selâmetin devletin yüce hâkimiyetinde olduğunu sezen halk, bu yaklaşmalara seyirci kaldı. Halktan gerçek desteğini bulamayan mütegallibenin bu teşebbüsleri de bir sonuç vermedi. 1848 ve 1850 yıllarında yapılan harekât sonunda Cizre'den Bedirhanî, Süleymaniye'den Baban ve Hakkari'den de Nuri Bey'in despotluklarına son verilerek Osmanlı devlet nüfuzu İran hududuna kadar yayılmış oldu."

İsmet Parmaksızoğlu'nun resmi görüş doğrultusunda yazılmış "Tarih boyunca Kürt Türkleri ve Türkmenler" isimli kitabından altını çizdiğim husus, Bedirhaniler ve Babanların 1830 değil de 1848-1850 yıllarında tasfiye edildiklerini gösteriyor ki, bildiğiniz gibi 1839 Tanzimat Fermanı, hâlen solun ilericilik adına şakşakladığı bir hâdisedir... M. Salih San tarafından yazılan "Doğu Anadolu ve Muş'un İzâhlı Kronolojik Tarihi" isimli kitabtan:

- "1839 yılında Büyük Mustafa Reşit Paşa, Gülhane Hattı Humayunu ile Tanzimat devrini açtı. Tanzimat idaresi kurallarına göre, beyliklerin kaldırılması lâzımdı. Bu arada Muş'taki bağımsız Beylerbeyi Alâaddin Paşa'nın evlâtlarının da saltanatına son verilecekti."

Aynı eserde, Alâaddin Paşaların tasfiyesinin civar aşiretler tarafından memnuniyetle karşılandığı da belirtiliyor... Henüz gerçek anlamda Kürtlerin tarihi yazılmamış olduğu için, bazı olayların ve gerçeklerin saptırılması, Kemalist görüş çerçevesinde bir takım -Osmanlılar için de olduğu gibi- uydurma yorumlar bir yana, Alâaddin Paşalardan bahsetmemin sebebi, Mirzabey'ler ile akraba, bir şecere kopyasına nazaran da aynı kökten olmaları... Bu husus size iki bakımdan çok şey söylemeli... Birincisi; İslâm davasının kavgacısı olmam bir yana, sizin ölçünüzle de "meseleye sahib çıkmaya çalışıyorsunuz" sözünün muhatabı değilim... İkincisi; hak ve hakikat kaygısını her türlü şoven duygudan üstün tutmam ki, değerlendirmelerime ayrıca kıymet katsa gerek... Bu hususlar gözönünde tutulursa, Kürt aşiretlerin birbirlerini tasfiye hareketleri yanında, sözünü ettiğiniz tasfiyelerin bir Osmanlı karşıtlığı olarak kullanmada sözünün bile edilemeyeceği gerçeğini belirtmemin, tartışma götürmeyeceği açıktır!..

ZENDPRESS- Kemalizm ve Kürt meselesini nasıl izâh edersiniz?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Kemalizm ile Kürt meselesinin karşılaştırılması, ikisinin de ne olduğu malűm farzedilerek, yâni iki malűmun karşılaştırılması şeklinde olur ki, bugün için böyle bir anlayış ortalamasından bahsedilemez... Farklı bakış içinde, ortada bir sürü uydurma tasvir var... Evvelâ, bir dünya görüşü ve sistem olarak Kemâlizm nedir?.. Hemen söyleyeyim ki, insan ve toplum meselelerinin hâlline dair bir Kâinat muhasebesi ve "yaşanmaya değer hayat hangisi?" ıstırabının mahsulü bir dünya görüşü ve sistem haysiyeti yok ortada; eğrisi-doğrusu bir yana, böyle bir sistem yok ortada... Necip Fazıl'ın dediği gibi, 6 ok diye sıralanmış bir pusulacık... Kemâlizm'i ancak, neye taraftar olduğuyla değil de, neye karşı olduğuyla malűm bir anlayış çerçevesinde mütalâa edebiliriz: Meşhur "lâiklik" ilkesi, yâni İslâm düşmanlığı... "Lâiklik din düşmanlığı değildir!" cinsinden tekerlemelere gelince; bunlar ne lâikliğin ne olduğunu biliyorlar, ne de İslâm'ı tanıyorlar... Nedir lâiklik?.. Beylik tarifiyle, "din ve vicdan hürriyeti"... Demek ki lâiklik, "hürriyet" bahsi içinde bir kategori... Mesele konuşalım: Hak ve hürriyetler, mükellefiyet ve zorunluluğun olduğu yerde sözkonusudur... Mükellefiyet ve zorunluluk da, hakikati belirttiği yerde, kendisine uyulduğu nisbette hürriyetin ifâdesi olur; çünkü bu mânâda "zorunluluk", angarya değil, insan varlığının "oluş" şartı ve imkânıdır... Necip Fazıl'ın ifâdesiyle, "hürriyet, hakikate esaretten sonra hürriyettir!"... Demek ki, bir dünya görüşü, hürriyetin hem gayesi ve hem de neticesidir... Şimdi sormak lâzım: Güneş olmadan ışığından bahsedilemeyeceğine göre, olmayan dünya görüşüne ve sisteme nisbetle lâiklik neyin nesi?.. Batı'da lâiklik, "Yunan aklı, Roma nizâmı ve Hıristiyan ahlâkı" diye formüle edilen bir hayat tarzının tarihî seyri içinde ortaya çıkmış bir dava... Herşeyden önce Hıristiyanlık, dünya nizâmı vazetmeyen bir ahlâkî prensipler manzumesi; dünya nizâmı vazetmedikten sonra, zaten "inanç ve vicdana" hükmedilemeyeceğine göre?.. Bu şartlar altında "din ve vicdan hürriyeti", sadece Hıristiyanlığı aslî yerine oturtma mânâsı taşır; ve zaten kilisenin dünyalık iktidar hırsı, cemiyete tasallutu, ilme tahakkümü ve vicdana hükmetmeye yeltenme garabeti yüzünden doğmuştur lâiklik... Bizde ise, işi biraz daha süslemek için, "ibadete karışan mı var?" tekerlemesi eklenir... Bilmek lâzımdır ki, İslâm aynı zamanda bir dünya nizâmıdır ve bütün mükellefiyetleri ve zorunlulukları ibadetler cümlesindendir... İslâmî düzen kurulur, bu düzenin statükosu içinde de, "dinde zorlama olmaz" ölçüsü çerçevesinde, ister müslüman olursun-ister kâfir... Bütün mesele, kâfir düzen içinde müslümana yer gösterme ile, müslüman bir düzende kâfire yer gösterme davasıdır... Lâfın kısası: Lâiklik, İslâm karşıtlığıdır... "Kürt meselesi" davasına gelince: Kürt meselesini bir keyfiyet davası olarak gördüğümü belitmeme nazaran, Kemâlizm ile Kürt meselesinin alâkası, baskın nüfusuyla müslüman olan Kürt milletinin, Türk milletiyle aynı akıbeti paylaşması sürecindedir... Tarihî açıdan, kısa kısa birkaç tarihî hâdiseyi nakletmek istiyorum: 1938 senesinde, ölümünden bir ay önce Mustafa Kemâl'in İngilizlere yazdığı bir mektub var... 1977-1978 senesinde, Milliyet gazetesindeki 5-10 sayı devam eden bir yazı dizisinde, hasta yatağından yazdığı bu mektubun fotokopisi yayınlanmıştı; "beraberce kurduğumuz Cumhuriyeti, beraberce yaşatacağız!" diyor... Lâik Cumhuriyeti... Bir başka sahne: Mutki'li Hacı Musa Bey, Erzurum Kongresine davetli... İsmi murahhaslar arasında geçer... Kongreye gitmeden önce Muş valisini değiştiriyor... Şark âdetleri uyarınca, yanında Kürt aşiretlerinden 500-600 atlı var; ve toplanan aşiret mensuplarının kâtibliğini Şeyh Selâhaddin (Kâmuran İnan'ın babası) yapıyor... Varto'nun Kaymakamı, Erzurum Kongresine şöyle bir telgraf çekiyor: "Musa Bey, sizi tedibe, bertaraf etmeye geliyor!"... Ve Musa Bey Varto'ya vardığı zaman, Kongrenin dağıldığı duyuluyor; bunun üzerine geri dönüyor... Mustafa Kemâl'in, Erzurum Kongresi başlamadan önce Musa Bey'e, "Anadolu harekâtı başarısız olursa, yanınızda yerimiz var mı?" tarzında bir telgrafı sözkonusu; bu telgrafın 1960'a kadar, oğlu Medenî Bey'de olduğu biliniyordu, fakat ondan sonra kimde olduğunu bulamadım... Başka bir dava: Hoybin Cemiyeti, Musa Bey'in tesbit ettiği isim listesine göre kurulmuştur... Mustafa Kemâl ile bu cemiyetin ilişkileri, demokratik(!) rejimin kanun duvarlarına çarpmadan belirtilemez... Şu işaretlediğim birkaç çizgi, meseleye yeni değerlendirmeler getirecek niteliktedir... Umumi hüküm şudur: Kemâlizm ve Kürt meselesi, meselenin kendine mahsus şartları gözönünde tutulmak üzere, Kemâlizm ve Türk meselesinden ayrı değildir... Kemâlizm'in İslâm düşmanlığı, Kürt ve Türk halkının müştereken yaşadığı bir hâdisedir!.. Şunu bilhassa gözönünde tutmak lâzımdır: Batı dünyası için aslolan, hilâfetin tasfiyesi ve İslâm dünyası içinde İslâmî bir dirilişin engellenmesiydi... Nedir hilâfet?.. İslâm birleşmiş milletlerini temsil eden bir müessese... Türkiye'nin bugünkü durumuna ışık tutucu, tarih mevzuunu da içine alan bir parantez açarak 1979'da altını çizdiğim bir mevzuu hatırlatayım: Sakarya'da Yunanları yendikten sonra -ki, yenilişlerinde asıl sebeb, çizmeyi aşan Yunanistan'a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır-, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek... Aşağılık bir devrin propogandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir... Bu çerçeve içinde, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kurulan düzenin kademe kademe İslâm düşmanlığı çehresini göstermesine nazaran; şayet Türkiye Cumhuriyeti şu veya bu sebeble kurulmasaydı, Anadolu harekâtı öncesi sözkonusu olan Kürt devleti kurulması gündeme gelecek, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin Ortadoğu'da yüklendiği rolün düzeni, kademe kademe Kürdistan'da gerçekleştirilecekti... Antiemperyalist mücadeleden bahseden bazı ilerici(!) çevrelerin, bugün hâlâ İslâm düşmanlığı sözkonusu olurolmaz düzenin gönüllü maşası rolüne bürünmeleri, ibrete değer ayrı bir mevzudur!..

ZENDPRESS- Cumhuriyet ayaklanmaları döneminde İslâm'ın tavrı hiç de olumlu değildi?.. Şeyh Said'e tutum daha çok İslâmî temeldeydi. Ama gerek Bediüzzaman'ın tavrı açık ve onaylayıcı değildi, gerekse İslâmcı kesimler devletle işbirliği durumundaydılar?.. Nasıl açıklanır?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Cumhuriyet ayaklanmaları döneminde İslâm'ın tavrının olumlu olmadığını söylerken, bu ayaklanmaların bir kısmının İslâmi bir cehdle yapıldığnı örtüyorsunuz ki, bu doğru değil... Bu yanlışlığı, Şeyh Said'den bahsederken bir tevil kaydırmasıyla başka bir yanlışlığa düşerek sürdürüyorsunuz: Şeyh Said isyanı İslâmi bir ayaklanma olduğuna göre, İslâmî tavrın olumlu veya olumsuz oluşundan bahsetmek abes... İslâmî bir ayaklanmaya, İslâmcı kesimin tavrının daha çok İslâmî temelden dolayı olumlu bakması da gayet tabiî ve bunun menfi bir edâda beyanı yine abes... Sorunuzun kaygusu İslâmî olmadığına göre, Said-i Nursî'nin İslâmî niyetli politik ayrı bakışının sözkonusu edilmesi, sanki Şeyh Said isyanı İslâmî değilmiş gibi yorumlanırsa tekrardan abes; eğer iki İslâmî politikanın ayrılığı dikkate alınırsa, bu mevzuun sorunun niyetinde yer alması bir daha abes... Üstelik bilinmesi gereken başka bir husus da, Şeyh Said hakkında Said-i Nursî, "biraderim Şeyh Said'e katılmadığım için pişmanım; bundan sonra kendimi sadece imân ve İslâm davasına vereceğim!" tarzında ilânda bulunmuştur... "İslâmcı kesimler devletle işbirliği durumundaydılar!" genellemesine gelince: Bu ifâdenizin bir yönü, belirtmiş olduğum yanlışlıkları pekiştirmek için kullanılmış olmasından dolayı, pekişmiş bir yanlıştır... İşin diğer yönüne gelince, onun da birkaç bakımdan ele alınması gerekir... Birincisi: Şayet İslâmî ayaklanmalar sözkonusu ediliyorsa, genel olarak İslâmcı kesimin bunları değerlendirebilecek ve destekleyebilecek bir gücü ve politikası yoktu. Nitekim, Menemen provakasyonundan sonra gelişen müslüman kıyımından tutun da, öncesi ve sonrasındaki tek tek sayılamayacak sayısız zulüm örnekleri boyunca bu boynu büküklük son dönemlere kadar sürmüştür. Üstelik Şarktaki ayaklanmalarda, bazı aşiretler devletle işbirliğine girerek, aşiretler arası rekabet durumundan dolayı ayaklanmaların kırılmasına hizmet etmiştir... Yâni ayaklanma İslâmî olsun veya olmasın, İslâmcı kesim dairesine sokulamayacak hareketlerin İslâmî tavır gibi anılması abestir... Bunun yanında, bazı yerde Kürt ve İslâmı karşılıklı iki rakib keyfiyet gibi değerlendirmek, bazı yerde de İslâm'la Kemâlist rejimi işbirliği içinde gösterip Kürt'ü bundan sıyırmak, hileli bir tavırdır: Belirttiğim gibi, Şeyh Said isyanı, İslâmcı tavrın olumsuzluğu hükmünüzü çeliyor. Bunun yanında, Said-i Nursî de Kürt idi... İkincisi: "İslâmcı kesimler devletle işbirliği içindeydiler" derken, bunun aynıyla muhataba tatbik edilebileceği meselesi... Cumhuriyet tarihi boyunca yüzde 99'u ile baskı altında tutulan ve binlercesi hapis, işkence ve ölüm cezasına çarptırılan Türk ve Kürt müslüman halk madde ve mânâda törpülenirken, Türk ve Kürt şövenistleri ve solcuları, doğrudan veya dolaylı biçimde resmî ideolojinin âleti mevkiinde değil miydi?.. Üçüncüsü: İş, hududu belirsiz bir genelleme içinde ele alınırsa, bırakın işbirliğini, Kemâlist rejimin doğrudan temsilcisi "Demokratik SOL Parti" ve "SOSYALİST HALKÇI Parti" için ne demeli?.. Hem de dünden değil de bugünden bahsederek, "sol, Kürt meselesine böyle bakıyor!" diye hükümlendirirsek?..

ZENDPRESS- Kemalistlerin tekke ve tarikatları yasaklamasıyla birlikte Türk müslümanları, bundan yararlanıp, Kürt tarikat ve zaviyelerinin asimile edilme programını ve Türkleştirme siyasetini benimsediler. Nasıl açıklarsınız?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- "Tekke" ve "tarikat" bahsi, umumiyetle İslâmcılardan bahsedilirken, mefhum ve mahiyeti bilinmeden, aksesuar ve dekor unsuru olarak kullanılır... Önce bu meselede "Büyük İrşad Kutbu" Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin hükmünü bildireyim: "Hükümet tekkeleri kapatmadı; onlar zaten kendi kendilerini kapatmışlardı. Hükümet boş mekânları kapattı!"... Yine, uydurma Menemen hâdisesinden sonra şeyh ve şeyh bozuntusu kim varsa toplayıp Menemen'e gönderdikleri zaman, Efendi Hazretlerini de, ne tarikat, ne siyaset, dış dünyaya sızan hiçbir faaliyetleri olmadığı hâlde yakaladılar ve oralara sürdüler. Binbir çile içinde dimdik, tevekkülle İlâhî iradeyi bekledi ve "Divan-ı Harb" huzurunda olanca müdafaasını şu harikulâde cümleye sığdırdı: "Ben şeyh değilim ve o yüce mertebeye lâyık olmaktan uzağım; yok, eğer şeyhlik devrimizde gördüklerimin hâli demekse ona da tenezzül etmekten münezzehim!"... Ve Necip Fazıl'ın hükmü: "Hükümetin yasak edebildiği de, sahtekârlarca dış plân maskesi olarak kullanılması gayet kolay ve kökünü kaybetmiş merasim şekilleri. Efendi Hazretlerinde ise, yolun öz hakikati olarak gizli kök nisbeti öyle yerindeydi ki, bazı zarurî dış alâmetlerin büsbütün silinip ortadan kaldırılmasıyla müteessir olmuyor; ve bu nisbet, ışığı suda kepçeyle yakalamak gibi, kanunun tutabileceği birşey olmaktan münezzeh kalıyordu!"... Demek oluyor ki, hükümetin kapattığı tekkeler, üstünde "Kuyumcu" tabelâsı asılı içi boş dükkânlardı... İşaret ettiğim hususlara dikkat edilirse, tarikatler dünya hırs ve tamahı veya politika sahnesinde bir unsur olarak ele alınabilir bir nasib çizgisi değildir... Bu meseleyi böylece tesbit ettikten sonra, bilinmesi gereken diğer hususa geçeyim: Bir ağacın meyvesi, içinde barındırdığı çekirdekten dolayı nasıl ağacın devam gayesi ise, nasıl ki ağaç bütüne dair ise ve nasıl ki ağaç ile birbirinden ayrı şeyler gibi değerlendirilemezse, Şeriat'e nisbetle tarikat de odur... Bir ağaçta kök, gövde, dal ve meyve, nasıl ki birbirinden farklılıkları içinde ağaç bütününde bir ise, Şeriat ve tarikat de birdir... Bu nisbet içinde bilinmek üzere tarikat, Allah'ta fâni olma gayesiyle, her türlü dünyevî murad ve telâşe dışı bir "oluş" rejimidir... Belirttiğim hakikatlere nazaran ortaya çıkan neticelerden birincisi: Kemalistler boş mekânları kapatırken, bunda Türk-Kürt ayırımı da yapmamıştır... İkincisi: "Türk müslümanları bundan yararlanıp Kürt tarikat ve zaviyelerinin asimile edilme programını ve Türkleştirme siyasetini benimsediler" sözü çelişkilidir... Kafa kâğıdında "müslüman" yazılı nice ahmağın Şeriat'a ve tarikata karşı olduğunu söylemesini de dikkate alarak, hiçbir gerçek müslümanın ne hakikatiyle tarikatın yasaklanmasını (zaten yasaklanamaz, çünkü ruhtan ruha bir davadır), ne asimile edilmesini tasvib etmesi (zaten asimile olmaz, çünkü dış dekora mahkûm bir iş değildir), ne de Türkleştirme siyasetini benimsemesi mümkündür... Sanıyorum sorunuzu mânâlı kılma çabamın farkındasınız: Ne müslümanda öyle bir dilek olur, ne tarikat asimile etme ve Türkleştirme faaliyetine mevzu olur, ne de tarikat asimile olur ve Türkleştirilir, ne de "al birini vur öbürüne hesabı" Kemalist-Türkçü veya Kürtçü tarikatten bahsedilebilir... İşin tarihî çehresine gelince: 1839 Tanzimat Fermanı'ndan sonra, merkezî idareye karşı imparatorluğun çeşitli bölgelerindeki kaynaşmalara karşı yürütülen hareketler sırasında, Şarktaki Beylerin nüfûzunu kırmak üzere sözünü ettiğim düzmece şeyhlere nüfûz verilmiş veya Beylerin ve aşiret reislerinin nüfûzu kırıldıkça onların yerine düzmece şeyhler kaim olmuş, (hiç babadan oğula geçen bir müessese mi şeyhlik), Cumhuriyet'ten sonra da, bunların nüfûzu artan ve devlete tâbî olmayanları tırpanlanmıştır... Üstelik, "Türk müslümanları" ifâdesiyle fatura İslâm'a çıkarılırken, Türkçülük davasının fikir babasının bir Kürt olan Ziyâ Gökalp olduğu da unutulmamalıdır... Şu Kürt'ün ettiğine bak!..

ZENDPRESS- İslâmcılar açısından Kürt meselesi gündemin neresinde?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- İslâmcılar içinde çeşitli gruplar olması bakımından, kendi açımızdan kaydıyla açıklamak durumundayım... Bizim daimi gündemimiz, kendi iç oluşumuzu tamamlamak ve bunun tabiî neticesi merkezden muhite doğrudur; bir hâdise kendini çözüm için teklif ettiği ve "iş içinde eğitim" hikmetine denk geldiği kadar, muhitten merkeze doğru bir merkez gayeye hizmet edici cebhe teşkil eder ki, Kürt meselesi etrafındaki hâdiseler bu mevzuda pek verimlidir... "Kendi iç oluşumumuz" dedim; âlemde kendi kendi için olmadan başkası için olabilen hiçbir şey bulunmadığına göre, "iç oluş" ve "dış oluş" ifâde eden her durumda mücerret olarak Kürt meselesinin de bulunması tabiîdir, çünkü bu hem genel olarak müslümanın, hem de Kürt müslümanının kendi "varoluş"unu tamamlarken hâl tabiîliğinde bulunan ümmet davasıdır... Şunu açıkça belirtmek isterim: Biz, İslâm dışı çevrelerin eylemlerini bile kendi kâr hânesinde eritmenin tılsımına ermiş, merkezî tecelli plânının mekânını "Anadolu" diye işaretlemiş sahici fikrin hareketçisiyiz... Bu çerçeve içinde Şark hareketlerini son derece dikkatle takib ve için için el ovuşturmamız tabiîdir!..

ZENDPRESS- İslâmî kesim Kürt meselesinde hatalı davrandığını (geçmişte) kabul ediyorsa, bunun muhasebesini yaptı mı?.. Örnek çıkışlarınız var mı, olgular temelinde neler konuşuldu?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Kesim muhasebesi?!! Nasıl ki Kürt kesiminden bahsedildiğinde içinde İslâmcı kesim, solcu kesim, şövenist kesim, Kemâlizm'e hizmet eden kesim varsa ve bunlar arasında "kesim" genellemesiyle müştereklik kurulamazsa... Nasıl ki, Marksizm'den ortanın soluna kadar binbir çeşit görüş "sol" genellemesine mevzu olsa da, "sol"dan bahsederken bunların hangisinin kastedildiğinin anlaşılması gerekiyorsa... Nasıl ki, birbirinden ayrı ve aykırı yollardan hareket eden Marksist kesimdeki örgütler ve örgütlenmeler "kesim" genellemesine muhatab olarak iştirak etmediği fikir ve hareketlerin müsebbibi addedilemezse... "Kürt meselesi" davasına gelince, bundan ne anlaşılması gerektiğini daha önce izâh ettim: Bu izâhlar çerçevesinde de, Şeyh Said isyanı misâlinde görüldüğü gibi, ister aşiret, ister solcu ve isterse kuru şövenist olsun, Kürt kesimi seyirci ve tepeleyiciler safında yer almıştır... Şimdi ben sorayım: Geçmişte müslüman Kürtlere karşı yapılanları seyirci veya alkışçı olarak karşılayan "Kürt kesimi"ndekilerin diğerleri, hatalı davrandıklarını kabul ediyorlar mı, yoksa meşreblerinin tabiî tezahürü olarak mı görüyorlar?.. Bahsettiğim hususlar gözönünde tutulmak, Kürt meselesinin "İslâmcı Kürt" yönü dikkate alınmak üzere, "benim gözümde" İslâmcı kesim ve İslâm dışı kesimin karşılıklı durumlarını ele alabilir, bu meseleler içinde de sorunuza bir başka yönden mânâ getirebilirim: İslâmcı kesim, Kemâlist rejimin adlî, idarî, askerî, polisiye ve eğitim sahasındaki bütün hatlarıyla tasallutuna maruz kalmış, ilmiye sınıfındaki ekâbirleri ezilmiş, sindirilmiş, öldürülmüş veya zındanda çürütülmüş, dava cahil ve masum bir sürü tarafından temsile dönmüş... Böyle bir çerçeve içinde, din adına dini tepeleyici tezahürler; din simsarları, sapık anlayışlar, düzene yamananlar, kafa kâğıdı müslümanları... Bunun yanında, düzenin hâlâ istismâr ettiği, devlete bakış yanlışlığı; asırlarca devlet, İslâm devleti olmuştur... Teşkilât, ruhun "ifâde"si, yetişeceği ortam değil mi?.. İslâmî ruha uygunluğunca uyulması ve pörsüdükçe düzeltilmesi gereken... Diğer taraftan da, bu ruhu yetiştirme ve yaşatma çerçevesi olan teşkilât... Ruh pörsüdükçe teşkilât ve teşkilât pörsüdükçe ruh pörsümesi; ki, bizim Büyük Doğu-İbda anlayışının tarih muhasebesi bilinmeden, neyin nerden nereye, nasıl ve niçin geldiği bilinemez... Bu ilgi nisbetleri içinde, asırların oluşturduğu bir devlete itaat yapılanması ve şartlanması... Savaşlarda yitirilen erkekleriyle, erkek kıtlığına düşmüş Anadolu; dul kadın yetiştirmesi bir nesil... Bu nesil üstüne çökmüş Kemâlist rejim ki, her şeyi bir tarafa, eğitim sistemi İslâm düşmanı yetiştirmeye memur; güç, okuyup mevki sahibi olanda ve devri daim makinesi gibi, rejimin yetiştirdiği rejimi idame ettiriyor... Böylesine ezilmiş ve cahil insanların, rejimin devletin karakteri olduğu, devleti koruyorum diye rejimi koruduğu meselesini anlamasını bekleyemezsiniz... Bugün bile, kelli felli makam sahibi olmuş olmasına rağmen ordu çapındaki sürüyle ahmak, hem de müslüman geçinmesine rağmen, devleti koruyorum diye Kemâlist rejimi koruduğunu anlamıyor... İslâmcı kesim, "devlet-rejim-düzen"in ne olduğunu bilmezlik içinde Kemâlizm'e gûyâ düşmanken âlet oldu ve oluyor ya; buna mukabil İslâm düşmanı -umumiyetle sol- çevreler de, gûyâ rejimi değiştirme kavgası yapma adına, rejimin İslâmî kesimi sindirme, saptırma ve kullanma adına geliştirdiği fikir ve hareketlere âlet ve destek olmuşlardır... İslâm'ın sözkonusu olduğu her yerde, hemen resmî ideolojinin seviyesiz motiflerine sarılarak onunla paralellik belirtmişler, ortamı daha garabet hâle sokmuşlardır: Müslüman "gerici", Kemâlist "ilerici", sol ondan daha "ilerici" ya; solcu, bir müslümanın gözünde "daha kâfir"; müslüman, bir solcunun gözünde "daha gerici"; neticede de Kemâlizm, (mevcut düzen), hem müslüman ve hem de solcu için, daha ehven-i şer(!)... Müslüman geçinen salak, devleti koruyorum derken Kemâlizm'i yaşattığını anlamaz, solcu geçinen ahmak da rejim değiştirme iddiasındayken, rejime âlet olduğunu anlamaz... Büyük Doğu-İbda olarak bildirelim ki, bu durum, idrakın iğdiş edilmiş olmasından başka bir şey değildir; mücerret fikir haysiyeti adına belirtilmesi gereken dava, Kemâlizm'in asıl buğz edilmesi gereken tarafı, ne İslâm karşıtlığı, ne dış yüz devrimleri, sadece idrakı iğdiş etmiş olmasıdır... İncitici olmamak için, komedi diliyle fikir kelliğini gösterir misâller vermiyorum; ama fikir kelliğinden kurtulmak ve ulvî dava dilinden anlamak için gerekli adresi de verdiğimi sanıyorum... Şunu da memnuniyetle ifâde edeyim: Bahsettiğim olumsuzluklar, karşısındakinin ne olduğunu farketme ve Kemâlist rejimin dolmuşuna gelmeme şeklinde bugün aşılmaya başlanmıştır... "Örnek çıkış" meselesine gelince: Daha önce de belirttiğim gibi, âlemde kendi kendisi için olmadan başkası için olabilen hiçbir şey yoktur... Güneş olmadan, ışığından bahsedilebilir mi?.. Ne oldun ki, ne olunmasını istiyorsun?.. Dikkat ediliyorsa, fikre bağlı harekette gözüm... "Hani fikir, hangi fikir?" davası... Bizim dünya görüşümüz, topyekûn insanlığa yapılmış bir teklif olan "Mutlak Fikir"den hareketle örülü olduğuna göre, Kürt meselesi için de örnek çıkış, bizim mensub olduğumuz fikir varlığımızdır, kendi çıkışımızdır... Kanun sınırı zedelenmeden söylenemeyecek olanlar bir yana, siyasî mücadele plânında, sözünü ettiğim keyfiyet ağacının bir cebhesi niteliğinde olma ve oluşturma işinin üzerinde olduğumuzu söyleyebilirim... Bahsettiğim mânâlar çerçevesinde bakarsanız: Olgular temelinde sadece ne konuşulduğunu değil, neler konuşulabileceğini de, Büyük Doğu-İbda kütübhânesi adresini vererek belirtmiş oluyorum... Sizi de iştirakçi görme umuduyla!..

ZENDPRESS- T.C. Kürtleri Türklük şiârı altında inkâr ediyor, İslâmî kesim de "ümmet" şiârıyla... Fark nedir? İzâh eder misiniz?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Aynı mantık silsilesi içinde ben de soru sorarsam, sorunuzun ruhu ortaya çıkar: T.C. İslâmcıları "ümmetçi" oldukları için reddediyor, Kürtçüler de Kürtlük adına... Fark nedir?.. T.C. İslâmcıları "ulus şiârı" altında reddediyor, solcular da "halk" şiârıyla... Fark nedir?.. Mantık cimnastiği niyetine, şimdi de değişik yönlerden bakalım: İnkârdaki müştereklik, acaba ittifak mânâsına mı kullanılıyor?.. Bu takdirde "fark nedir?" suâlinin yeri yok; çünkü belirttiğiniz gibi, T.C. Türklük, İslâmî kesim "ümmet" şiârıyla... Yâni fark belli!.. Eğer ittifak mânâsında değil de, gayesi Türkçülükle Ümmetçiliği aynı gören bir hükmün belirtilmesi şeklinde soruluyorsa, cevab almak için değil, hükmü pekiştirmek için sorulmuştur ki, cevab gerekmez... Hükmün doğru olduğu yolundaki bir bakıştan sonra, şimdi de gelelim hükmün yanlış oluşuna... Farkın belirtilmesi ve izâhı, ancak hükmün yanlış olması durumunda gerekiyor ki, zaten yanlış... Yanlışlığı şurada: "Ümmet" ve "Kavim"in İslâm'a nisbetle ne mânâya geldiğini belirttiğim için, tekrarına lüzum görmeden, sorunuz vesilesiyle başka bir inceliği belirteyim... Meselâ zeytinyağına ihtiyacınız var, bir dükkâna giriyorsunuz ve dükkân sahibine içinde zeytinyağı olan şişeyi işaret edip, "bana şu şişeyi verir misin?" diyorsunuz... Böyle bir durumda, şişeden muradın zeytinyağı olduğu açık; yâni malik olunmak istenen şey, şişenin kendi değil de, içindeki zeytinyağı... İşte Türklük, kavimde tecelli eden İslâmî muhteva mânâsına anlaşılıyorsa -ki bizim için gerçek Türk odur-, bu takdirde Ümmet ile Türklük ayrı şeyler değildir... Nasıl ki bu mânâda Kürtlük de ümmetten ayrı değil... Bu çerçeve içinde, kuru ve şövenist kavmiyetçiliğe "ümmet" şiârıyla olumlu bakılmaması, bizzat Kürt ve Türk tarafından reddi, tabiîdir... Fakat böyle bir tabiîlik içinde de, gerek T.C., gerek şövenistler, gerek solcu-halkçılar tarafından reddedilen, Türk müslümanları ve Kürt müslümanları, yâni ümmetçilerdir... Yâni, T.C. Türklük'ü ile İslâm dışı Kürtçülüğü, aynı yolun yolcusu!..

ZENDPRESS- Geçmişte solcu ve sosyalistler "Türkiye halkları" veya "Kürt halkı" deyimi için uzun mücadele verip, acı çektiler. Yolu açtılar. İslâmî kesim o dönemde sadece inkârcı değil, aynı zamanda solculara karşı aktif güçtü. Bugün ise Kürt meselesi mevzuunda İslâmî kesim yazıp çiziyor. Nasıl samimi olunur?.. Üstelik İran örneği de ortada. Çünkü İran, Kürtlere birşey vermedi?.. Kavmiyetçiliği çözemedi. Aslında hiçbir modern İslâmi devlet kavmiyetçiliği çözmüş değil. Meselâ, ne Pakistan, ne Sudan?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Geçmişten bahsederken, ne kadar geçmiş?.. Bu dava, 10 senenin veya 20 senenin işi değil ki!.. Üstelik "solun açtığı yol"dan bahsederken, bizim gözümüzde oynadığı kobay rolünü ve asfalt yol açmakta olanlara "keçi yolu" sahiplerinin birşey diyemeyeceğini gözönünde tutmak gerek!.. Bu umumî hükümden sonra, değişik yönlerden sorunuzu ele alalım... İlk başta, istemediğim hâlde, mecbur kaldığım için işin kendi şahsıma ait yönünü belirteceğim: Hoybin cemiyetinden bahsettiğimden, bunu geçiyorum... Sözkonusu etmek istediğim, Kürt şövenistlerin başucu eserlerinden, Kürt şairi Ciğerhun'un yazdığı "Şer Şere Cı Mere-Cı Ne're; Aslan Aslandır, Ha erkek Ha dişi" isimli destan, Musa Bey'in kızkardeşi Gülnaz Hanım için yazılmıştır... Musa Bey, dedem İzzet Bey'in babası... Kemâlist bakışın tasvibi içinde ve Mustafa Kemâl, İsmet İnönü, Celâl Bayar, Cemâl Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren'in sözlerinden iktibaslarla süslü bir ön girişle sunulan "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" isimli M. Şerif Fırat'ın eserinin son baskısından:

- "14 Şubat 1341-1925 tarihinde başlayan Şeyh Said isyanı adındaki bu irticaî hareket, 15 Mayıs 1925 günü sona ermiş, Zaza ve Kormanço şubesine bağlı bütün aşiret şeyh ve ağalarının idamları, Babakürdî şubesine mensub aşiretler üzerinde derin tesirler meydana getirmiş, bunlar da isyana hazırlanmak için bölgelerinde bazı çeteler teşkil etmişlerdi. Bunlardan ilk önce Muş dağlarında oturan Huytu aşiret reisi Hacı Musa'nın kardeşi Nuh Bey elli atlı ile meydana çıkmış, Muş dağlarında bulunan Şigo, Huytu aşiretlerini harekete geçirmişti. Osman Paşa bu hareketi bastırmak için 19 Haziran 1925'de Varto'da Binbaşı Tahsin beyi mevki kumandanı bırakarak kendisi fırkasıyla Muş vilâyet merkezine gitmiş, 34. Alay Komutanı Talât Beyle-Birinci Tabur Komutanı Binbaşı Ziyâ Bey taburunu, asilerin üzerine tahrik etmiş, askerî birliklerimizi bu dağlardaki kabile başlarını hükümete dehalete getirmiş, Nuh Bey'le Hacı Musa oğlu İzzet Bey'i yüz atlı ile Sason üzerinden Hizan ve Garzan kazalarına doğru kaçırmışlardı. Nuh ve İzzet, Hizan, Garzan, Beşirî, Sason havalisinde gezerek, buradaki aşiret ağa ve şeyhlerine hükümetin kendilerini keseceğini ileri sürmüş, buna misâl olarak Şeyh Said'le arkadaşlarının asılmasını göstererek cahil halkı kandırıp ikinci bir isyan çıkarmaya muvaffak olmuşlardı (...) İkinci isyan faslı da bu suretle sona erdikten sonra, askerî kıtalar 1925 Eylül ayında garnizonlarına dönerek, Doğu illerinde kalan Şakî çeteleriyle Nuh ve İzzet'in takibine seyyar jandarma birlikleri çıkarılmıştı."

Neticede 25 Mart 1926'da, İzzet Bey, yeğeni ve bir adamı, Kösor dağlarındaki çatışmada öldürülür ve başları kesilerek Muş'a getirilir... Gülnaz Hanım'a psikolojik zulüm yapmak maksadıyla, kesik başlar jandarma karokolunda yere dizilir ve "tanıyor musun?" hikâyesiyle davet edilir... Gülnaz Hanım vakur bir edada içeri girer, ellerinin tersi belinde, kesik başlara yaklaşır... Ayağıyla İzzet Bey'in kafasını iter: "Bu benim kardeşimin oğludur!"... Sonra ikinci kesik kafayı ayağıyla iter: "Bu da benim oğlumdur!"... Üçüncü kesik kafaya gelince, mahzun bir şekilde mırıldanır: "Buna yazık olmuş, hizmetkâr-askerdi!"... Ve başta kumandanları olmak üzere orada bulunanlara çalımla döner: "Erkek, koç gibi bıçağa gelmek içindir!" der... Ve oradakilerin buz tutmuş sükûtu içinde, aynı vakur ve çalımlı edâ ile çıkar gider... İşte Kürt şairi Ciğerhun'un destanlaştırdığı tablo budur... Dedem İzzet Bey'den bahsetmem, Kürt meselesini şövenist bir temelde solcu bir edâ ile takdim garabetine dikkat çekmek, kimi yerde "ümmet" karşısında bir kavim davası gibi ele alıcı, kimi yerde resmî ideoloji ile paralel göstermek, kimi yerde "Kürt meselesi"ni solun tekelinde sunmak yanlışını işaret içindir... Ve bilhassa şu dava: Fikir haysiyeti adına, hiçbir şöven küçüklüğüne yer vermeden konuşmam, ayrıca kıymet ifâde etse gerek, samimiyet ifâde etse gerek... Gelelim geçmişte solcu ve sosyalistlerin "Türkiye halkları" veya "Kürt halkı" deyimi için uzun mücadele verip acı çekmelerine ve yolu açmalarına: Herşeyden önce bilmek gerekir ki, "Türkiye halkları" ile "Kürt Halkı" nitelemesi birbirinden ayrıdır... Birinde "Türkiye", yâni Türklere âit mekândaki halklar sözkonusudur, diğerinde ise halk olduğuna ve halka âit olduğuna göre "Kürdistan"... Arada hem coğrafî, hem de idarî-siyasî bir niteleme farkı var... Geçmişteki İslâm devletlerine âit bir inceliği de bu vesileyle belirteyim: İçinde değişik kavim özellikleri bulunan devletlerin hiçbirinde, "ümmet" anlayışından dolayı kavmi öne çıkarıcı bir isim yoktur... Emevîler, Abbasîler, Eyyubîler, Selçukîler, Osmanlılar vesaire... Ve bizim fikrimizin tecelli plânı olarak seçtiğimiz mekân ismi, aynı zamanda insan mekânını da ifâdelendirici şekilde, "Anadoluculuk"tur; bu asıl üzerinde, Lâzistan da yerini bulur, Kürdistan da... Halkların kardeşliği mi?.. Müslüman olan Rum Beyi Mihâl Gazi, Osmanlılar'daki akıncı teşkilâtının kurucusu bir yiğit adamdır ve akıncılar 300 sene boyunca bu aileden gelenlerce yürütülmüştür... Buna mukabil, Sovyetler Birliği'nde din yasaklanınca, kavim duygusunun öne çıkışından bahseden de, bir kaç sene önce Türkiye'ye gelmiş olan bir Sovyet Türkologudur; nitekim Osmanlılar'da da, din duygusu pörsüdükçe kavmiyetçilik azmıştır... Gelelim başka bir meseleye: "Ümmet" kavramından bahsederken, bunun gûya İslâmî fikirden haberdarmış gibi bir dekor ve aksesuar olarak kullanılışından bahsetmiştim... Ümmet, "cemaat, kavim, din birliği olan insan topluluğu" mânâlarına gelir... Şayet kavramların birbirini destekleyen verilerin billûrlaşması olduğunu dikkate alırsanız, bu kavramlar müslümanların keyfiyetini doldurduğu kelimelerdir... Bu mânâlar çerçevesinde, bizim "halk"tan bahsetmemizle solun "halk"tan bahsetmesi arasında bir keyfiyet farkı var; bu keyfiyet farkı, aynı zamanda fikir kıymetini de gösteriyor... Halkların kardeşliği; neye göre, kime göre?.. 1400 sene önce, "müslümanlar kardeştir!" demiş ölçümüz; sol neyin nesi... Biz zaten pratikte de çökmüş, fikir plânında ise 40-50 sene önce çökmüş sol düşünceyi tasvip etmiyoruz ki, onun açtığı yola sahib çıkalım... Ve çektiği acının bizimle alâkası olsun; yâni, ister müslümanlar diye alınsın, ister Kürt müslümanlar... Acı çeken, acı çekmeyen hikâyesi, solun kendi içinde aransın; acı çeken solcularla, araziye uyan solucan karakterli solcular, ayrıca solculuk adına tutunduğu 40 dal da kırıldıktan sonra can havliyle Kürtçülük davasına atlayarak solculuk oynayan solcular... Devam etmek zorundayım: Bugün hâlâ Kemâlizm'in davulculuğunu yapan solculardan ne haber... Kemâlist rejimin Türk ve Kürt müslümanlara karşı yürüttüğü katliamları ve her türlü zulmü "gericiliğin ezilmesi" diye karşılayanlar nerdeler?.. Kürt müslümanlara yapılan zulmü "gericiliğin ezilmesi" diye karşılayıp, "Bağımsız Türkiye!" sloganları atan zamane Kürdistan solcuları kimlerdir?.. Mustafa Kemâl'i "devrimin birinci basamağını gerçekleştirdi" diye kalpaklı resimleriyle sloganlı poster yapan Dev-Genç dönemini, yaşı müsait olanlar, olmayanlara anlatsın... O posterleri yırtıp, "gericiler Atatürk posterlerini yırtıyor!" diye atılan naraları... Bizzat şahit olduğum hâdise: İstanbul Üniversitesi'ndeki Atatürk heykeline, sabah 5'te dinamit asıp ateşlediler, kaçtılar... O gün imtihanım olduğu için, gece Eskişehir'den otobüse binmiş, o erken saatte okula gelmiş, Hukuk Fakültesi talebesi solcuları bahsettiğim hâdise üzerinde görmüştüm... Dinamiti ateşleyip kaçtılar, fakat dinamit patlamadı... İmtihandan çıktıktan sonra, Atatürk heykelinin önünde kalabalığı gördüm; Deniz Gezmiş başta olmak üzere, gericiliği tel'in eden nutuklar atılıyor... Ve sonra Bayezid Meydanı'na yürüyüş... Ve komik bir hâdise: Oradan geçmekte olan bir Albay'ı omuzlarına aldılar ve "ordu-gençlik elele, kahrolsun gericilik!" sloganları... Adam, yüzü pembecik olmuş, memnun mesut, omuzlar üzerinde asker selâmı veriyor, bu şekilde taşınıyor... Her neyse: Gericiler karşısında, ilericilerle-biraz daha ilericilerin flörtü ilerleyen zaman içinde fiyaskoya dönünce olanlar oldu... "Doğu Devrimci Kültür Ocakları"nın da, sonradan Dev-Genç'ten ayrılanlarca kurulduğunu hatırlatayım... "Sol kesim"den, Cumhuriyet Gazetesi'nin solcularının acıları(!) da, "acı çeken sol" genellemenize dahil mi?.. Netice olarak: Kronolojik tarih açısından, Kürt şövenizmi, hem genel olarak solun ve hem de Kürt solunun önünde... Müslümanlar ve Kürt müslümanlar da, şövenist Kürtlerden önce... Kürt şövenistleri, Türk şövenistleri, Kemâlistler, Türk solcuları ve Kürt solcuları "ümmetçilik"e karşı ya; "halkların kardeşliği"nden bahsederken, diyelim ki İslâm'a karşı olduğun için "ümmetçilik"e karşısın... Yâni, sol kardeşlik değil de, İslâmcı kardeşlik olduğu için... Nitekim bir kısım solcular, yamuk bir Türkçe ile, "ümmet bilincinden ulusal bilinç düzeyine erişildi!" diye Kemâlizm'i alkışlarlar... Yahu sen milliyetçi misin ki, İslâmî bir fikirde de olsa "halkların kardeşliği"nin "ulusal bilinç"ten sana daha yakın olduğunu anlamıyor ve reddediyorsun, "ulusal bilinci" şakşaklıyorsun?.. "Marsist Kürtçü" gibi, -lâfazanlıklar bir yana, işin aslında milliyetçilik yatmaktadır-, birbirine aykırı iki unsuru çorba ederek, yeri gelince şöven, yeri gelince solcu edâyla, ya ümmetçiliğe karşı çıkmak veya ümmetçileri şövenist Kürt dışı kavimlerle özleştirmek?.. Sanıyorum anlaşıldı: Kemâlist rejimin tarihi boyunca acı çeken müslümanlara sırıtıp zulmü alkışlayanların, müslümanlara bu mevzuda söyleyebileceği birşey yoktur... Temas ettiğim meselelerden de anlaşılacağı üzere, "yolu sol açtı" hükmü yanlıştır... İslâm'ın sol karşısında aktif güç olması, solun İslâm karşısında aktif güç olmasından farklı değildir ve bu mevzu bir haklılık-haksızlık davası şeklinde alınmayıp, her kesimin siyasî çizgisindeki doğruluk veya yanlışlık olarak ele alınmayı gerektirir... "Bugün ise Kürt meselesi hakkında İslâmî kesim yazıp çiziyor" ifâdenize gelince; hem meselenin kimsenin tekelinde olamayacağı ve herkesin fikir sunucu olması bakımından, hem de müslümanları bir nevî "dışardan gazel okuma" gibi bir duruma düşürüp işi sola yontmak bakımından, sakat... "Nasıl samimi olunur?" suâliniz ise mecburen şu cevabı davet ediyor: Biz, samimiyeti tescil edilme durumunda değil de, samimiyeti tescil makamındayız... İran örneği, daha önce belirtilmiş ifâdelerde de var; fakat sıkça başvurulan bir hileye bu örnek vesilesiyle değinebilirim... Muhatabla konuşurken verilen örnek, muhatabı temsil eder mi, yoksa ondan farklı ve aykırı mı, buna dikkat etmek lâzım... İslâm adına ben şöyle bir dünya görüşüne bağlıyım, İran ise apayrı; sizin durumunuz, bana İran'ı sormak olabilir, İslâmı burdan ve oradan dinleyerek gerçek temsil plânında kimin olduğu şeklinde bir hüküm sahibi olmak olabilir, ama söylediklerime nisbetle söyleyeceğini söyleme yerine küfeyi sırtından atar gibi mesuliyeti bana âit olmayan bir örnekle işi sağırlığa vurmak ve kaytarmak olmaz... Çok karşılaştığım bir durum:

- "Gerçek bir fikir adamı olduğunu biliyorum, fikirlerine katılıyorum ama, İran?"

Madem ki katılıyorsun, o hâlde katıldığın taraftan İran'a bak!.. Küfür adına, İran veya bir takım keleş görüntüleri İslâm bu diye takdim sahtekârlığı yerine, bizzat İslâm adına İran veya o keleş görüntüleri eleştir... Meselâ biz İbda olarak, hiçbir zaman Marksizm'i Türk veya Kürt göstermelik örnekleriyle eleştirmedik; bu husus eserlerimizde mevcuttur... Komünizm'in çöküşünü de Sovyetler Birliği gibi bir örnekle bile değil de, kendi fikrî yapısında eleştirip, pratikteki tezahürler ne olursa olsun, "zaten temel sakat" esasında işaretledik... İran?.. Her şeyden önce İran, İslâm'dan sapan sapık kollar cümlesinden olarak Şiîdir... Ve Şiîliği, Zerdüştlüğü kendi aslîliği içine alarak İran şövenizminin kisvesi niteliğindedir... Ve İran'ın en büyük zulmü, oradaki Sünnî Müslümanlaradır... Azerî, Kürt veya İran'lı Sünnî müslümanlara... Daha önce de belirttim: Hırdavatçı dükkânının üstüne "eczahâne" tabelâsı asmakla orası "eczahâne" olmaz... İran'ın "müslüman devlet"liği bu


kadar!.. "İran Kürtlere birşey vermedi!" derken, verilmesi gereken şeylerden neyi kastettiğinizi anlamak isterdim... Unutmadan, sizin örneklemenize benzer bir örnekleme yapayım: Sol, nerede halkına ne verdi ve halkların kardeşliğini sağladı ki, "Türkiye halkları" ve "Kürt halkı" ifâdesinin yararı olsun?.. Hele Sovyetler sapır sapır dökülmüş, hem de en kâmil bir örnek iken!.. Gelelim son davaya: "Aslında hiçbir modern İslâm devleti kavmiyetçiliği çözmüş değil!" ifâdeniz, birkaç bakımdan çelişkili... Modern İslâm devletlerinin kavmiyetçiliği çözememiş olmasından bahis, zımnen daha önceki İslâm devletlerinin bu işi çözmüş olduğunu belirtiyor ki, doğrusu budur; bu doğru, daha önceki sorularınızda "tarih boyunca İslâm'ın kavmiyetçiliği çözemediği" şeklindeki sözlerinizin eğriliğini de gösteriyor... Öte yandan, "modern" kavramının uyandırdığı "tekâmül" imajına nazaran, verdiğiniz örnekler İslâm'ın çöküntü ve döküntü devrinin mahsulleridir ki, "modern"lik nitelemesi uygun değildir!


En son Ekim tarafından Prş Ağu 20, 2009 8:07 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Ağu 20, 2009 8:06 pm    Mesaj konusu: Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi Alıntıyla Cevap Gönder

(devam)

ZENDPRESS- Refah Partisi-Milliyetçi Çalışma Partisi seçim ittifakı Kürt düşmanlığı temelindeydi. Nasıl açıklarsınız?.. Bağlantılı olarak, Erbakan'ın ABD siyaseti anti-emperyalizmle bağdaşır mı?.. Son İran ve ABD ziyaretlerini de gözönünde tutarsak?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Ne Refah Partisi'ni ve ne de MÇP'yi benimsemediğim için, sorunuza bir hakem gözüyle cevab verirsem; ittifakı Kürt düşmanlığı temelinde gerçekleşmiş bilmeyi, hem kötü bir kasıt, hem ucuz bir karalama, hem de çok komik karşıladığımı söylemeliyim... Ortada bir seçim var, her parti alâkalı alâkasız her tarafa temennâ çakıyor, bu iki parti ise oy davasını bırakmış ve "şu Kürtlere ne etsek" diye "Kürt düşmanlığı temelinde" ittifak yapıyor(!)... İttifak üzerine değil de, sözkonusu iki partinin Kürt meselesine olumsuz bakışıyla ilgili küçük bir değerlendirme yapayım... Kürt düşmanı olmakla, Kürtçü düşmanı olmak arasında bir fark var; Türk düşmanı olmakla, Türkçü düşmanı olmak arasında da... Türkçü ve Kürtçü, birbirine mislini söyleme hakkına sahibtir... Kürt düşmanı olmakla, malûm şekildeki görünüşüyle meselenin savunucularına olumsuz bakmak da ayrı şey...

MÇP; Kemâlizm'in İslâm ve Ümmet karşısında geliştirdiği "Türkçülük" davası daha sonra Komünizme karşı da kullanılmış, hududunu taşırınca yine düzen fideliğinde yetiştirilen solcularla karşılaştırılmış, CKMP'den MHP'ye uzanan ve sonrasındaki dönemde kel-keleş bir Türkçülük olmayacağını anlayınca İslâm ile Türk'ü sentez etmeye kalkmış, Necip Fazıl'ın el atmasıyla İslâmcı yönü gelişirken ırkçı tarafı törpülenmiş, ancak hiçbir zaman bir dünya görüşü haysiyetini kavrayamadığı için hayatını komünistlere reaksiyon olarak ve bu tarafı düzence dolmuşa getirilmiş biçimde sürdürmüş, ortadaki kavganın rejim değiştirme kavgası olduğunu bilmeden devleti koruyorum diye düzen bekçiliği yapmış, 12 Eylül sonrasında kendisine ihtiyaç kalmayınca rejim tarafından tepelenmiş, bunun sonucunda bir kısmı İslâm'a, bir kısmı "vur patlasın çal oynasın" dünya görüşü ve partilerine kaymış, geri kalanı ise ne istediği ve ne istemediği belirsiz bir apışmışlık içinde donmuş, başlarındaki liderleriyle mevta olmaya giden zümrenin partisi... Kürt'ün meselesine "Kürt de Türk'tür!" tekerlemesini inkâr ile baksa kendi kendini inkâr gibi geliyor; açıkçası, kendini izâha kavuşturabilmiş değil ki, Kürt meselesinde bir görüş belirtebilsin... Herkesin herkese ve mesnedsiz, muhasebesiz, bir boşlukta söylediği "dış güçler-mış güçler" tekerlemesiyle vaziyeti idare ediyor... Refah Partisi'ne gelince; "bir müslümanı tenkit hakkı en çok müslümana âittir!" hakikati dairesinde bildireyim ki, ne dün ve ne bugün, İslâm'ın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini belirtme liyakatinden bir nişân taşımıyor... Keyfiyet bu olduktan sonra, onun politikasından ne hayır gelir, ondan "İslâmî bir idare biçimi", "İslâm ülkelerinin birliğine dair adım adım gerçekleştirilecek politika" nasıl beklenir?.. Böylece, Refah Partisi'nin hâline sırıtarak İslâm'ın eleştirisine ve reddine gidenlerin sefilliğini de işaretlemiş oluyorum... Bizim her iki partiye bakışımızda, oldukları hâli tasvib değil de, olmaları gerekeni ümit ve şahsiyetli bir yola girmeleri temennisi çerçevesindeki tertib sahası oluşlarıyla ilgili... Erbakan'ın ABD ziyaretine gelince; spekülâtif ve şarlatanca birkaç değerlendirme bir yana bırakılırsa, basında bunun detayını görmedim ve herkesin herkesi ziyâreti gibi sıradan bir olay... ABD siyasetinin anti-emperyalizmle bağdaşıp bağdaşmaması, şayet tarafgirlik olarak soruluyorsa, ona karşı oluşu hakkında en küçük bir şüpheye bile yer verilmesini doğru bulmam... Eğer siyasetinin sonuçta neye ve kime yaradığı sorulsaydı, bu başlıbaşına bir "sistem gerekliliği" şartının izâhına dayanan bir iş... Erbakan'ın MÇP ile ittifakı ve bunun ABD siyaseti, sonra da ABD ve İran ziyaretleri arasındaki bağlantı fazlasıyla uydurma olur... Meselâ, HEP, SHP ile ittifak yaptı, SHP içinde DYP ile koalisyona dahil oldu, DYP ise hem parti ve hem de mason lideri ile ABD politikası malûm... Demek ki sizin mantığınıza göre, sizin HEP, Amerikancı!.. PKK ile HEP arasındaki alâka da malûm olduğuna göre... Demek ki Abdullah Öcalan, bir Amerikan uşağı... "Türkiye'yi parçalamak isteyen!"... Bazı solcu köşe yazarı ve dergilerin İslâmcılara karşı yaptıkları cingözlüklere veya ahmaklık ettiklerini anlamamalarına nazaran, bizim de aynı mantığı uygulayabileceğimizi gösteren bu misâl, bizim böyle küçüklüklere tenezzül etmeyişimiz bakımından, sizi bize sempatiyle baktırmalı!..

ZENDPRESS- Türkçülük MÇP'yi ön plâna çıkarıyor. İslâmî kesim de milliyetçilerden destek almak için Ülkücü kesime oynuyor, hem de Kürt dostluğuna soyunuyor. Aslında sizin de taraftarlarınız ve kadrolarınız arasında Ülkücüler olduğu biliniyor. Nasıl bağdaştırıyorsunuz?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sorunuzun geliş biçimi içinde iki husus dikkatimi çekiyor... Birincisi: Türkçülük ile Kürtçülük'ün bağdaşmazlığı ve buna rağmen nasıl iki tarafla da dost olunduğu... İkincisi: Daha önceki sorularda geçen "Türkiye halkları" ve genel olarak sol ağız edâsı, yerini Türkçülük davasının aynına bırakmış... Türkçülük veya Kürtçülük, tek kelimeyle kavmiyetçilik, ırkçılık; bu, Necip Fazıl'ın diliyle söylersem, "bir ideolocya değil, psikolocya"dır... Bu psikolocya etrafında hudutsuz inceliklerle hiçte gezmiş Batı yanında, bizimkiler zaten kel-keleş ya, hepsini birden kuşatıcı biçimde hükmümüzü bildirelim: Bu psikoloji, çayırda zıplayan bir sıpanın kendi fizik imkânından duyduğu memnuniyetten fazla kıymete değer değilldir... Kavmiyetçiliğin verdiği heyecanın, üstün fikir önünde kıymeti bu kadar!.. Zaten ne kadar çabalasanız, bu asıl için bir muhteva tertib etmek zorundasınız: İdaresiyle, ekonomisiyle, eşyayı algılayış biçimiyle... Neticede, o keyfiyete göre bir ırkçılık veya ırkçılığın seçtiği keyfiyet tipi olacak ki, bu durumda da aynı ırkta bile ayrı keyfiyet talebleri belirecektir... Oysa, işi tersinden alıp "Türk-İslâm sentezi" gibi bir garabete ve Kürtçülük için sola çarketme gibi aynı garabete düşüleceğine, milliyetçilik bir keyfiyet davası olarak bilinip kavim de o keyfiyeti aksettirici edâya ısmarlansa, hem milliyetçiliğin hakikati ortaya çıkar, hem de ümmetçiliğin... Ünlü Fransız mütefekkiri Bergson'un dediği ve Üstadım Necip Fazıl'ın sıkça aktardığı gibi, milliyetçilik, sobanın kenarında kıvrılmış bir kedinin o umumî edâsı, tabiî hâlidir... Tıpkı, fizik özellikleri içindeki erkek ve kadının, o fizik içinde erkek ve kadın keyfiyetini tüttüren edâ ve tabiî hâl gibi; eğer bunlar, "ben erkeğim" veya "ben kadınım" diye işi fizik özelliğine dökerek ortaya çıkarlarsa, şüphe doğar... Bu mânâlar çerçevesinde açıkça söyleyeyim: Kavmî asabiyetle ortaya çıkan Türk, Kürt, Çerkes, Lâz, Azerî, Arab, falan ve filân, ayağı kırık itten fazla bir değer sahibi değildir... Elbette bunu böyle gören müslüman da, Türk'tür, Kürt'tür, Çerkes'tir, Lâz'dır, Azerî'dir, Arab'dır... Zannediyorum kavmiyet davası yanında, hangi ve nasıl Türk için oynandığını ve hangi Kürt'le dost olduğumuzu da belirtmiş oluyorum; nasıl olunması gerektiğini de... Ayrıca şunu da söylemek istiyorum: "Kürt dostluğuna soyunuyorsunuz" ifâdesi, son derece garib... Kürt olmak veya Kürt dostu olmak kimin tekelinde?.. Bizim İBDA olarak bir fikir hareketi içinde olduğumuzu söylemiştim... Acaba Kürt şövenizmiyle solculuk nasıl bağdaşıyor?..

ZENDPRESS- Bu bağlamda, Kürt düşmanlığı gelişirken Ülkücü kesimin Kürtlere karşı kullanılacağı söyleniyor. Tavrınız ne olur?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Kürt düşmanlığının geliştiği hakkında bir müşahede sahibi değilim... Kemâlist rejim "kahrolsun komünistler" veya "kahrolsun devletimizi yıkanlar" edebiyatıyla artık müslümanları kendi menfaati için dolmuşa getiremiyor; bu mevzuda, bizim zümremize iltihak etmeseler ve bize yamuk baksalar dahi, genel olarak müslümanlar üzerinde bir hayli tesir sahibiyiz... Doğrudan veya dolaylı tesir... Ülkücüler için de aynı şey... Şu basamakta, Kemâlist rejim kendi imkân zemininde, her kesimin desteğinden mahrum biçimde çırpınıyor; ara sıra çıkan çatlak sesler de, hayatiyeti için başka ifâde imkânı bulamayan eski yapı dinazorlarının "son çırpınışları" cümlesinden... Rejime saldırma yerine işi Kürt-Türk çatışmasına döndürmemek için, meseleler doğru ifâde edilmeli; biz bunu yapıyoruz... Bizim her kesim için tavrımız, kendi kendinden ibaret kalabilecek nice hareketleri mânâlı kılabilme keyfiyet özelliğimiz bakımından, ifâdemiz oldukları kadarıyla, bilerek veya bilmeyerek bizim cephemiz rolünü yerine getirdikleri nisbette, zımnî veya doğrudan ittifak şartları içinde değerlendirilebilir... Açıkçası, bizim politikamızı, tabiî olarak İslâm gayesi belirler... Elbette seyirci değil, oyuncuyuz... Eğer İslâm gayesi faydası doğmazsa, Roma asillerinin tribünde kölelerin birbirini boğazlayışını seyretmesi gibi, seyrederiz!..

ZENDPRESS- Size göre PKK nedir?.. Apo'yu değerlendirir misiniz?.. Apo'nun din hakkındaki düşünceleri size göre nedir?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- PKK hakındaki değerlendirmelerim, daha önceki sorulara da ışık tutucu bir nitelikte olacaktır... Birincisi: Hâdiselerin akışı içinde bir takım oluşumlar, kendilerinden önceki oluşumların tabiî neticesi gibi ortaya çıkarken, bir takım oluşumlar vardır ki sıçrama ve icad keyfiyeti ifâde ederek, kendisinden önceki faaliyetleri kendisi içinmiş kılar, kendisi için kılar... Hâdiseler zeminindeki bu sıçrama noktaları, hem kendi kendinden ibaret kalabilecek nice hareketleri mânâlı yapar, hem de o tabiî akış içinde devamı kesilen bir takım kayda değer oluşumları temsil makamına erer... Zaten birikim, bu tip sıçramalarla işarete gelen bir davadır... İşte PKK, benim gözümde böyle bir sıçramayı ifâde edicidir... Bu sıçramanın muhteva ve mahiyeti nedir?.. Aslına bakılırsa, Kürt meselesi geçmişte hangi çehresi ile kendini göstermiş olursa olsun, hiçbirinde gerçek bir fikir hareketi olarak değil, reaksiyon ve siyasî kavga davası olarak görünmüştür... Geçmişteki aşiret davası, dinî asabiyet veya şoven duygusuna dayanan ayaklanma ve faaliyetlerden, PKK öncesi solcu debelenmelere kadar genel olarak meselenin durumu budur; PKK'nın kendine taban yaptığı birikim bu olduğu gibi, kendi mahiyeti ve hareketinin muhtevası da budur... İkincisi: İsrail devlet oluşumunun fikir babası Thoedor Herzl'in, Yahudi kavmi için yaptığı bir tesbit vardır ki, bugün aynı tesbiti PKK'nın rolü ve mânâsına aynen tatbik edebiliriz... Şöyle diyor: "2 bin sene boyunca Yahudiler, kavim şuurunu kaybetmediler, iktisadî sahada güç oldular, dünya çapında ilim, fikir ve sanat adamları yetiştirdiler. Devlet olmak için bütün şartlara malik olmalarına rağmen, ne yazık ki kendilerini yönlendirecek bir siyasî liderlikten mahrumdular!"... Bugün PKK, böyle bir siyasî liderlik rolünü yerine getirmektedir, getirebilmektedir...

Getirebildiğine göre?.. Bu vesile ile, sizin mantığınıza sizin mantığınız ile cevab verebilme vesilesini de elde etmiş oluyorum: "İslâmcılar kavmiyetçiliği aşamadı" şeklindeki sürekli tekrarlarınızın aynı, "Kürtler tarih boyunca devlet olamadılar" resmi propagandasıdır... Aşamamaları, aşamayacak olmaları mıdır?.. Üçüncüsü: PKK'nın şu ânda yerine getirdiği siyasî önderliğin verimi ve bu rolün yarını üzerinde durmak lâzım... PKK, bölgenin coğrafi şartlarını kendine imtiyaz kılıcı bir şekilde, gel-geç cinsinden bir örgüt ve gerilla savaşı icracısı olmadığını ispatlamıştır... Uyguladığı savaş politikası, politikasının tamamı ve siyasî önderliğinin mahiyetidir; bunun ne demek olduğunun üzerinde sonra duracağım... Şu ânda işaretlemek istediğim dava, sözünü ettiğim siyasî önderliğin hâlihazırdaki tesiridir: Gel-geç cinsinden olmayan bir güç ifâdesine kavuşulan yerde, hem mevzi ve kısa süreli ayaklanma cinsi hareketlerin maruz kaldığı tepelenme olmaz, hem de bu soydan tezahürlerin kendi kendinden ibaret kalması sözkonusu olmaz... Açıkçası, siyasî önderliğini bulmuş veya buna tâbî hareketler karşısında, mahalli bir "asarız, keseriz, çizeriz" politikası, azdırıcı olur!.. Ancak, bahsettiğim rol, bir kısmıyla "istidat" kıvamını, bir kısmıyla da "düşmanımın düşmanı benim müttefikimdir" tasvibini taşımaktadır; özellikle Kemâlizm düşmanı ve bilhassa Kürt müslümanların verdiği temsil vekâletine dikkat etmek gerek... Dördüncüsü: PKK'nın yarını ile, Abdullah Öcalan'ı birlikte değerlendirmek istiyorum... "PKK'nın uyguladığı savaş politikası, politikasının tamamı ve siyasî önderliğin mahiyetidir" dedim; PKK, geçtiği yolları ve konacağı tepeleri kollayan canlı bir savaş makinesi olarak, bu niteliğine uygun bir amelî-pratik siyaset içindedir... Buna bağlı olarak üzerinde duracağım meselelerden birincisi: "Savaşmana gerek yok, buyur, gel ve al!" dendiğini farzet, hangi fikirle neyi gerçekleştireceksin?.. Bu soruda "hangi fikirle?" derken, "ortada fikir demeye lâyık ne var?" kasdı ve "neyi gerçekleştireceksin?" derken, "gerçekleştirebileceğin birşey yok!" mânâsını da murad ettiğimi belirtmeliyim... Birinci meseleyle bağlantılı ikinci mesele: Belli başlı bir dünya görüşü, insan ve toplum meselelerini unsur unsur ihata edici bu görüşün umumî kültür politikası, maddî ve manevî çehresiyle insan tekâmülünü murad etmiş bu kültür politikasının dışa doğru yekpareleşmesi ve ferasetini temsil eden umumî mânâsıyla siyaset, nihayet amelî plânda tertib ve tedbir ifâde eden siyaset, bu siyasetin aracı rolünde fizikî kuvvet, bu kuvvetin de kendine mahsus siyaseti... Böyle bir mücerret şemaya nisbetle PKK, evvelleri olmayan son halkada toplu bulunuyor... Belki hâdiselerin hayhuyu, heyecanı ve doyuruculuğu içinde pratik bir değer nazarıyla umur dışı tutulan bu husus, yarın bütün ağırlığı ile zaruretini gösterecektir... Varlığını safi savaşta ve ve yalnız karşı oluşta gösterebilen bir hareket, savaştığının ve karşı olduğunun varlığını dileme mahkûmiyetine düşer... Bir yönüyle Ülkücü hareket buna örnektir: Yükselişleri ve düşüşleri, başta Üniversitelerde olmak üzere komünistlere karşı çıkabildikleri şartlarda oldu... Bahsettiğim şemaya nisbetle değerlendirilecek cebheler hâlinde bir hareket ve bu hareketin keyfiyetlendirdiği bir taleb zemini oluşturulmazsa, kuru heyacanların pörsüyeceği ve hayatî olduğu kadar kandırılması ve saptırılması da kolay gırtlak edebiyatına bağlı taleblerin düzen alternatiflerine kanalize edileceği, en nihayet örgütün de yakıtı tazelenmeyen kandil gibi boşlukta siyasî taleb sayıklamalarıyla akibetini bekleyeceği... Bahsettiğim işler hangi şartlarda olur, nasıl olur, bu ayrı bir dava; ama "tedbirini alabilir misin, alamaz mısın?" diye Kemâlist düzenin inisyatifine bakan bir dava... Şunu rahatlıkla söyleyeyim; hâlihazırın dörtköşesi içinde belki idrak edilmeyen bu gerçeklerin en yakın temsilcisi, tıpkı sivilcenin karaciğer rahatsızlığına nişâne olabilmesi gibi, politika geliştirememek-kilitlenmektir... Böyle bir intiba sahibi olduğumu da beyan etmeliyim...

Abdullah Öcalan'a gelince: PKK'yı değerlendirişim içinde, bir bakıma onu da değerlendirmiş oluyorum... Örgütün ruhu ve bel kemiğini ifâde eder bir mânâsı var... Azimli, kararlı, istikrarlı, gözükara, tedbir tertibden anlar, umumî olarak örgüt mensubları üzerinde nüfûzu keskin, onlar için güven kaynağı olduğu açık, mahiyetini açıkladığım amelî siyaset bakımından tamam; doğrudan onun şahsına âit olarak işaretlediğim bu vasıflara, örgüt için belirttiğim hususları da eklerseniz, görüşüm tamamlanmış olur... Onun din hakkındaki görüşlerinin bana göre ne olduğu şeklindeki sorunuzun cevabı bir bakıma dolaylı yoldan verilmiş oldu; dinden herhâlde İslâmiyeti kastediyorsunuz... İslâm bahsettiğim şema çerçevesinde ifâdelendirilmek gerektiğine göre, -ki esasen o şemaya muhatab başka sistem de kalmadı-, PKK bu gerekliliğin neresinde?.. PKK bu gereklilik şartını ihtiva etmediğine göre, genel olarak PKK'lıların, din düşmanı olmasa da habersiz oldukları açık... İslâm, ya aksiyon tarafı bilinmeyen bir kuru inanç mevzuu, ya kendi adına yapılan istismârlar ve kel keleş görüntülerden dolayı nefret mevzuu, ya alâkadar etmezlik mevzuu, yahut da inanılmasa da hoşgörü mevzuu; şöyle veya böyle, PKK'lıları bu sınıflama ve bu sınıflama içindeki münasebet tonlarında tesbit edebiliriz... Bu sınıflama içinde Abdullah Öcalan; müslümanlara hoşgörüsü, şahsî bir hususiyet yerine, pragmatik bir yaklaşım gereği gibi görünen... Aslında bu "pragmatik-faydacı" yaklaşım, onun vasıfları içinde bellibaşlılarından; ve "amelî, askerî siyaset" diye belirlediğim rolü içinde onun bu tarafı, yön tayini işinde kuru marksist lafazanlıklarla şu veya bu yana çekilebilecek hareketin verimsizliğe düşmesine engel... Sanıyorum marksist bir literatürle konuşuyorsa da, Kürt milliyetçiliği çizgisinde olduğunu da fısıldamış oluyorum; bu husus sizin sorularınız için de geçerli... Dikkat ediyorsanız, Abdullah Öcalan'ın bu "pragmatik" yaklaşımının nitelendirilmesini yapmadım... Hoşgörüsü acaba İslâm'ı Kürt kültürünün parçası olarak gördüğü için mi, yoksa istismar gayesinin maskesi mi?.. Bu meseleye biraz daha yakından bakarsak, PKK'nın yarını hakkında da bir takım tahminlerde bulunabiliriz... "Filistin ve İşkence" mevzuunda 1988'de verdiğim konferanstan bir bölüm, meseleye ışık tutucudur:
- (Taarruz Batı'dan geldiği için, mücadelelerde İslâmî bir sistem anlayışı geliştirilemediği için, derhâl Batı'ya reaksiyon hâlinde bir takım örgütler türüyor ve bunlar kaynakta marksist değildirler; reaksiyon olarak marksisttirler... Aynı, Türkiye'de, İslâm'ı ırkçılıkla çorba ettikleri için, bir takım adamların Doğu bölgesinde bir takım haksızlıklara karşı olmak bakımından marksizme kaymaları gibi... İzâh edebiliyor muyum?.. Bugünkü Filistin hareketinde görünen odur; iş halk hareketine döndüğü zaman, köklerindeki İslâmî niyetler ortaya çıkıyor... Anlatılanlardan, fikir zaafı, dünyadaki müslümanların fikir zaafı kendiliğinden görünüyor... Daha önce de, Afganistan'da -Pakistan da olabilir- müslümanların, "müslüman marksistler" diye örgütlenmeleri gibi, bir sistem olmadığı ve hareketini bir sisteme dayanarak yürütme zarureti bakımından, marksizm'e sığınmaları gibi... Şimdi bunun daha başka şekilleri tezahür etti: Sovyetlerin işgalinden sonra bu sefer yine tam İslâmî bir hüviyet koyamamakla beraber, İslâmî niyetle ama yine pek ne istediğini, ne dediğini anlatamayan, savaşan insanlar... Biraz önce dikkat ettiyseniz, size bir söz söyledim; dedim ki, "dünyada size idealize edilecek ve gösterilebilecek bir örnek mevcut değil...")
Sözkonusu konferansımdan işaretlediğim davanın, Şark'ta sadece PKK'nın değil, diğer sol örgütlerin de durumuna değinir yanı var... Öyleyse tahminimi bildireyim: Abdullah Öcalan, pragmatik biçimde İslâm'ı değerlendirirken, bunun kuru bir istismar olduğunu sanmıyorum... Ayrıca, zamanla ortaya çıkan bu durum, bütün marksist edebiyata rağmen hareketin halk katılımına döndüğü yerde "müslüman Kürk halkı" realitesinin göründüğünü de ifşâ ediyor; halkla temas yoğunlaştıkça, halk motiflerinin sirayeti hâdisesi... Dini kullanıyorum derken, dindarlaşacak bir çizgi... PKK ile Abdullah Öcalan'ı birlikte ele alarak söylediklerim bir yana, ben aslında Öcalan'ın ateist olduğunu sanmıyorum... Ama bugün doğrudan doğruya ALLAH'a inandığını söyleyemeyeceğini, bu tutumunun da pragmatik bir yaklaşımdan kaynaklandığını sanıyorum... Bugün örgüt, milliyetçi bir çizgide de olsa, zaten kendini marksist literatürde ifâde ediyor, ifâde edebiliyor... "Dinî görüşüne" âit şahsiyet tahlinin önemli noktalarından biri de şu: Uzun yıllar, İslâmcı geçinen çevre için söylediğim, "inandığını söylediği ile bildiği şey arasında irtibat kuramayan" sözünün içinde, onun da hâli var... Bir yandan ALLAH'a ve Resûlü'ne inanıyor, öbür yanda materyalist eğitim sisteminde öğrendiği bilgiler... Bugün her türlü meseleyi İslâm'a göre ifâdelendirebilir bir dil kurmam da, zaten bu ıstırabı yaşıyor olmamdan gelen bir davadır... Abdullah Öcalan?.. Bir Anadolu çocuğu... Baba evinde İslâm'ı malûm ibadet dairesinde görüyor, yörede İslâm diye gördüğü bu, o kel keleş ortamda Kemâlist eğitimin tornasına giriyor, sonra büyük şehire geliyor, "düzen değişimi" tabiî arzusunun karşısında da, marksizim'den başka derli toplu ifâdelendirilebilir bir alternatif yok... Bu yollardan binlerce insan geçti; ya ferdî inancı, ya "içtimaî çözüm" şıkkını seçti... İnsan ve toplum meseleleri karşısında Büyük Doğu bulutunu rahmet yağmuru gibi sunan İBDA'nın doğum sancılarını da ifâdelendirir o şartlar... Son bir cümle: Canlı savaş makinesi diye nitelendirdiğim PKK'nın, bu çerçevede gelişmiş bir siyasî edebiyat dışında, cemiyet mimarîsi kaydına değer fikir yok arkasında... Eğer ümitler ve ihtimâl kaydındaki vaatler olmasa, işin idealize edilecek bir yanı kalmaz!..

ZENDPRESS- PİK ve PKK ilgisi içinde değerlendirmeniz?.. Kürt meselesine çözümünüz?.. Aynı durumda, Hizbullah -kimine göre Hizbul kontra- PKK çatışması nedir?.. Özellikle bu mevzudaki yayınları da gözönünde tutarsak... MİT-Hizbullah ilişkisi mevzuuna âit yayınlar.

SALİH MİRZABEYOĞLU- Gayrettepe'deki İşkence Şubesi'nde önüme getirilen Almanya'da basılmış bir dergi vesilesiyle, PİK'in İrancı Şiî bir örgüt olduğunu öğrendim; yâni dergi onlarındı... Dergiyi önüme getirmelerinin sebebi de, PİK diye kamuoyuna duyurulan silâhlı eylem yapmış bir grubu kötülemek içindi... Cezaevinde mensublarını tanıdığım bu grubun, isminin PİK olmadığını ve sözkonusu dergi çevresini de tanımadığını öğrendim: Bunlar sünnî müslümanlardı... Ancak bu grubun isimsizliğinden ve suçlarını abartmak için "PİK'in Türkiye kolu" diye duyurulmalarından sonra, hiçbir iş yapmadan İran'dan çöplenen otlakçı Şiî'ler bunu "Türkiye kolumuz" diye sahiplenmişler ve neticede isim üzerlerine kalmış... Bu iki PİK hikâyesinden sonra, İBDA-C KİP (Kültür, İletişim, Propaganda), PİK'in Türkçesi olarak ve diğer iki PİK'in temeli gibi sunulmuş, neticede polis mamulü hâlinde ortaya 3 PİK çıkmıştır... Daha sonra otlakçı Şiîler kaale alınmayarak, İBDA'ya iltihak eden PİK sanıklarından bazıları yüzünden, PİK tamamen İbda mamûlü olarak sunulmuştur... "Kürt İslâm Partisi" şeklinde kolay ifâdeli bir isim altında başka bir oluşum -özellikle Suriye'de- var mı bilmiyorum... Aynı şekilde İKP-C (İslâm Kurtuluş Partisi-Cebhesi)nin de poliste KİP'in tarihçesine eklenmesi sözkonusu... (İKP-C, bugünkü İBDA-C'yi mayalandıran önderlerin 1979'da kurdukları örgüt)... Neticede, PİK-PKK ilgisi içinde bir değerlendirmeden neyi kastettiğinizi anlamadım... Şayet İbda ilgisine yorulabilecek bir soru diye anlamam gerekirse, sanıyorum söylenebilecek olanları önceki sorularınızda belirttim... Hizbullah hikâyesine gelince, üzerinde önemle durulması gereken bir mevzu: Türkiye'deki Hizbullah, düzen aleyhine hiçbir kıymet ifâde etmediği için -çünkü Şiîliğin bir halk tabanı yoktur-, polisin, Sünnîler içinde bir pislik grubu olarak hafiften himâye etttiği bir takım iptidaî tiplerdir... Doğu ve Güneydoğu'da ise, PKK'nın karşısına -bir kısım saflar hariç- doğrudan Kontrgerilla mensublarının bu isim altında dikilmesidir... Kontrgerillanın niçin Sünnîleri değil de Şiîleri seçtiği meselesini uzun uzun izâh yerine, 12 Eylül ertesi bir nevî "izm-Türkçülük-İslâm" sentezi yapmaya ve bunu çeşitli yollarla 12 Eylül işlerine empoze etmeye çalışan "Aydınlar Ocağı" derneğinin MİTSEVER bir köşe yazarının söylediklerini hatırlatmak yeter...

İBDA mensublarının başlatttığı Türban kavgasının bir ânda bütün yurdu kaplaması üzerine, sözkonusu yazar, "bu İslâmcılar adına büyük ayıptır; Cumhuriyet'in başından beri bütün müslümanların topluca devlet aleyhine davrandığı görülmemiştir!" diyordu... 12 Eylül ertesi, Komünist aleyhtarlıklarından dolayı "din duygusuyla daha iyi mücadele ederler!" diye polise ve Üniversite rektörlüklerine getirilen tiplere bakıvermek, fakat sonradan yükselen düzen aleyhtarı BÜYÜ DOĞU-İBDA hareketinin ürküntüsüyle -ordu tavsiyesi dahil- İslâmcı kesime buğz tavrına dikkat etmek yeter... Kısacası, Sünnî kesim düzen için tehlikeli bir şuurlanma sürecine girmiştir... Sünnîleri kullanalım derken, şuurlara "silâhlı mücadele" alternatifi vermeye çalışanlara âlet olma durumları, hareketin kontrolleri dışına çıkması tehlikesi vardır... Bu durumda kendilerine halktan -Kemâlizm adına destek bulamayacaklarına göre- İslâmî destek bulmak için, Şiîleri buldular... İran'ın bol para sarfetmesine rağmen, bunların ne kemmiyet, ne keyfiyet, ne de eylem gücü vardır... Sünnîlerin "onlar da müslüman" sakat müsamahasıyla baktığı bu "muta" çocukları hakkında bir tesbitle devam edeyim: Temyiz kabiliyeti olmayan adama halk içinde "Allahlık" demeleri gibi, Şiîlerin "ALLAH Hizbi-Hizbullahçılığı" da "Allahlık hizib"dir...

Kontrgerillanın niçin İBDA-C adına değil de "Hizbullah" adına PKK'ya karşı çıkması açık değil mi?.. Benim burada vereceğim mesaj şudur: İslâmî bir motif niyetine "Hizbullah" diye PKK'nın karşısına çıkarılan Kontrgerilla ve onun yamacındaki iptidaî İran yanlısı bir avuç adam yüzünden, "dinci kesim" genellemesiyle İslâmcı kesimi toptan karşısına alıcı bir yanlışlığa düşülmemesi lâzım... Burada, Abdullah Öcalan'ın din hakkındaki görüşleri bahsine de bir netice çıkıyor: "Dinci kesim" genellemesiyle işi toptancılığa dökerek, Kontrgerilla ve Kemâlist rejim uydusu bir takım adamlar eliyle gerçekleştirilen toplantıları, sanki İslâmcı kesimi temsil eder gibi anladı ki, bu onun kültür yönüne eklenmesi gereken eksi bir nottur... Ve son söz: Yavuz Sultan Selim, pislik edenleri tepelerken ne kadar da haklıymış!..

ZENDPRESS- "ABD, T.C., Suudî" münasebetinde veya İran alâkasında İslâmî kesimden olanlar "resmî ideoloji"den ne kadar farklı ve ayrıdırlar?.. Meselâ Hizbullah-PKK çatışmalarına ilişkin açıklamalar olmadı?.. Irak katliamı pek kınanmadı?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sorunun birinci kısmına cevab vermeye değmez; fakat bunun, sorunun ikinci kısmına yontulması için sorulduğu anlaşılıyor... Sudan bir tedaî ile töhmet altında bıraktıktan sonra, yanlış bir mantıkla delillendirme usûlü!.. Herşeyden önce Hizbullah-PKK çatışmalarına ilişkin bir açıklama olmaması, resmî ideoloji ile ayniyet mânâsı taşımaz... Tıpkı düzenin İslâm dışı saldırıları ve operasyonları boyunca PKK'nın ses çıkarmamasının, onun "resmî ideoloji"nin emrinde olmasına misâl gösterilemeyeceği gibi... Eğer, "ABD-Suudî-T.C. münasebetinde veya İran alâkasında İslâmî kesimden olanlar"dan muradınız, sözü geçenlerle birlikteliği ifâde ediyorsa, bu takdirde de zaten resmî ideoloji ile ayniyetleri veya birliktelikleri tabiîdir... Irak katliamından bahse gelince: Hangi hâdiseyi kastettiğinizi bilmiyorum ama, Irak ile kapışan Talabanî ve Barzanî ile PKK'nın durumu, PKK karşısında T.C. ile Barzanî'nin hâli malûm... Körfez Savaşı'nda Irak'ı arkadan vurmak için İran'ın Kürtler'i kışkırtması, savaş sonrasında da "çapulcu ve yağmacılığın cezasını ödemeleri" karşısında, Abdullah Öcalan aynen böyle değerlendirmedi mi?..

ZENDPRESS- Benzer biçimde Abdülkadir Aksu ve Korkut Özal egemenliğindeki Emniyet Teşkilatı'nın belkemiği "İslâmcı-Türkçü" kesimlerdi. MİT ve "İslâmî kesim", "ALLAH için Kürt öldürüyoruz, bu bir cihadtır!" diyor. Bunu nasıl açıklarsınız?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sanıyorum "benzer biçimde" derken, Irak katliamına atıfta bulunuyorsunuz... Fakat "İslâmî kesim"den sözederken, Abdülkadir Aksu'nun, T.C. "Kürt kesimi"nden oluşunu dikkate almıyorsunuz... "Kürt kesimi" içinde İslâm savaşçıları olduğu gibi, ABD-T.C. emrine nazır lâik ve İslâm karşıtı bu kesim de var... Lâik ve Kemâlistliği pek sağlam olan bu civelek zât, tabiî olarak hiçbir zaman "ben İslâmcı düzen istiyorum!" demedi ama, seçimler sırasında "Kürt davasını ortaya biz attık, başkaları sonradan sahib çıktı!" dedi; yâni bir Kürt, "geçmişte solcuların çektiği mücadele" diye sorduğunuz daha önceki sorularda geçen ifâdenizi yalanlıyor... İşaret ettiğim hususlar, Kürt karşısına İslâm'ı, İslâm'ın yanına Kemâlist rejimi ve Türk'ü, Kürt'ün yanına solu vesaire koyarak sorduğunuz soruların gözden geçirilmesini de gerektiriyor... Şimdi ben size bir misâl vereyim, bunu gerekli yerlere tatbik edin: Ördek avcılarının, avlarda kullandıkları, "çağırıcı" ördekler vardır. Bunlar suya salınır ve ötüşlerine kanıp da yanlarına gelen ördekleri, avcılar vurur... Her kesimde "mürre" vardır ve apaçık istismar üzerinde konuşmak gereksizdir.

ZENDPRESS- İslâm gerçekten çözüm mü?.. Özellikle Kürt ve milli meseleleri çözmede ebedî ve ezelî bir metod mu?.. Ortada İran, Pakistan, Sudan, Fas, Irak örnekleri var çünkü. Hepsi de başarısız. Ayrıca Federasyon hakkında ne düşünüyorsunuz?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- "İslâm yalancıktan çözüm!" dememi beklemiyorsunuz herhâlde!.. Daha önce söyledim ama, İslâm'ı hep başarısız misâllerle özleştirmenize nazaran bir daha söyleyeyim: Siz, İslâm'ı bırakın da, "Kürtler tarih boyunca devlet kuramadılar!" diyenlere cevab verin... Federasyon davasına gelince: İbdacı kesimde, "İslâmî idare şekli" çerçevesinde ve İslâm Birleşik Devletleri ideali içinde, her toplum ve devleti ihâta edici bir çözüm olarak düşünülmüş, 1980'de sözkonusu olan bu dava, 1990'da kamuoyuna "NOKTA" dergisiyle maledilmiştir... Bildiğim kadarıyla federasyon fikrini ilk ortaya atan benim... Sonradan HEP milletvekilleri ve Abdullah Öcalan'ın "Türkî-Kürdî Cumhuriyetler Federasyonu" teklifleri çıktı!..

ZENDPRESS- PİK ve benzeri Kürt İslâmî örgütleri hakkındaki düşünceleriniz?.. Kürdistan'ın bütün parçalarında İslâmî partilerin kitleleşememesini nasıl açıklarsınız?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- PİK hakkında konuşmam, kanunî sakınca doğurabilir... Kürdistan'ın bütün parçalarında İslâmî partilerin kitleleşememesinden bahsederken, herhâlde illegal örgütlenmeleri kastediyorsunuz, çünkü milletvekili seçilen veya seçilmek için epeyce oy alan yer, kitleyi gösterir... Eğer illegal örgütlenmeleri kastediyorsanız, ihtilâlci şuurlanma ve örgütlenmenin yaş olarak çok genç oluşunda arayabilirsiniz!
1992

Kaynak:
Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar /-1984'den 1996'ya-, İBDA Yay., İstanbul 1997, s. 130-184

DTP'den AKP Ve Başbuğ'a Tepki
25 Ağustos 2009 15:02

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Kürt açılımı açıklamalarını değerlendiren DTP, AKP'ye yüklendi...


DTP, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Kürt açılımıyla ilgili açıklamalarını, “Son MGK bildirisinden ve Genelkurmayın açıklamasından da anlaşılacağı üzere AKP’nin açılım dediği şey aslında bilinen resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya adaydır” şeklinde değerlendirdi.

DTP, AKP’yi gelinen aşamada daha ciddi, sorumlu ve sürece daha cesur sahip çıkmaya çağırarak “Demokrasiden, hak ve özgürlük anlayışından uzak, çatışmacı, kışkırtıcı yaklaşımlar karşısında geri adım atan ve demokratikleşme söylemini bir kenara bırakıp terör söylemine sarılan bir anlayış daha işin başında tökezlerse halkın umutlarının kırılması an meselesi olur” uyarısında bulundu.

DTP Grup Başkanvekilleri Gülten Kışanak ile Selahattin Demirtaş yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, bir süreden bu yana devam eden Kürt açılımı çerçevesinde AKP hükümetinin gelinen noktadaki tutumunun umut verici olmaktan öte kaygı duyulacak bir yaklaşım halini aldığı ifade edilerek “Demokratik açılım adı altında yürütülen çalışmalarda üslup ve yöntem konusundaki hassasiyetleri öne çıkararak işe başlayan ve bu vesileyle yöntem konusunda partimizden de destek alan Hükümet, gelinen aşamada üslubu bir kenara bırakmakla kalmayarak çözümü zorlaştıracak girişimlere de imza atmaya başlamıştır” denildi.

“Açılım sürecinin başından bu yana yapıcı ve sorumlu bir politika izlemeyi esas alan partimize yönelik tutuklama ve gözaltı furyası devam ederken, diğer yandan Kürt halkının değerlerine yönelik saygı sınırlarını aşan saldırılara karşı, AKP de aynı üslupla cevap vererek bu provokatif ve saygısızca tutuma ortak olmaktadır” denilen açıklamada “Kürt halkının dilinin, kültürünün, demokratik haklarının CHP ve MHP tarafından bölücü talepler olarak değerlendirilmesi karşısında AKP hükümeti bu taleplerin bölücü olmadığını tam tersine 80 yıldır inkar edilen Kürtlerin demokratik hakları olduğunu savunmak yerine, ürkek ve korkak bir yaklaşımla ‘zaten biz de sizin gibi düşünüyoruz’ diyerek muhalefetin haksız tutumuna ortak olmakta ve çanak tutmaktadır” görüşüne yer verildi.

-ÖCALAN’IN İDAMI-

Açıklamada şunlar kaydedildi:
“Diğer yandan Öcalan’ın Kürt sorunun kalıcı ve barışçıl çözümü konusundaki etkisi ve katkısı biliniyor olmasına rağmen hem kendisinin tecrit koşullarında hiçbir değişiklik yapılmamış olması, hem de kendisinin açıklayacağı yol haritasının engellenmesi, süreci başlı başına zora sokan gelişmelerdir.

Yine Öcalan’ın 1999’da uluslararası bir hukuksuzlukla yakalanması sonrasında idam cezasının infaz edilmemiş olması üzerinden AKP ve MHP’nin yürüttüğü tartışma seviyesiz ve çirkin bir boyuta ulaşmıştır. Şu çok açık bilinmelidir ki Öcalan’ın idam edilmesini engelleyen ne MHP, ne DSP, ne de ABD’dir. Öcalan’ın idamını durduran güç O’nun arkasındaki halk desteğidir. İdam sehpaları ve yağlı urganlardan medet uman zihniyet, AKP’de de olsa MHP’de de olsa birbirinin aynıdır ve aynı çıkarlara hizmet ederler. Bu dil barış dili değil, tam tersine incitici, provokatif bir çatışma dilidir.

Bu ülkede çatışmayı ve savaşı 30 yıldır sürdüren dilden hiçbir farkı yoktur. Kaldı ki açılımdan söz eden bir hükümetin kalkıp da idam cezasının kaldırılmasını eleştirmesi ve bunu bir politik malzeme olarak kullanması tam anlamıyla siyasi faciadır. Batı demokrasilerinde hatta birçok üçüncü dünya ülkesinde bile Türkiye’den çok önce kaldırılmış olan idam cezasının Türkiye’de de kaldırılmış olması siyasi bir suçlama mevzusu olmamalıdır. Demokratik bir gelişmeye karşı böylesi bir yaklaşım içinde olan Hükümetin, şimdi demokratik adımlarla neyi kastettiği haklı olarak sorgulanır. Askeri operasyonları durdurarak kalıcı barış sürecine destek sunması beklenen Hükümetin, tam aksine bir yandan operasyonları sürdürüp diğer yandan Kürt Halkının değerlerine dil uzatarak Kürtlerin sorununu çözmeye çalışması trajik bir yaklaşımdır.”

-RESMİ SÖYLEM-

Son MGK bildirisinden ve Genelkurmay’ın açıklamasından AKP’nin açılım dediği şeyin aslında “bilinen resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya aday” olduğu belirtilen açıklamada, şu görüşlere yer verildi:

“DTP’yi ve Kürtleri sorumlu bir dil ve üslup kullanmaya davet eden ve karşılıklı hassasiyetlerden söz eden kesimlerin de bu seviyesiz yaklaşımlar karşısındaki suskunluğunu anlamak mümkün değildir. Şüphesiz ki 72 milyon yurttaşın hassasiyetinden söz ederken bu 72 milyonun içinde Kürtlerin de olduğu unutulmamalıdır. Gelinen aşamada, AKP’yi sürece daha ciddi, daha sorumlu ve daha cesur sahip çıkmaya çağırıyoruz. Demokrasiden, hak ve özgürlük anlayışından uzak, çatışmacı, kışkırtıcı yaklaşımlar karşısında geri adım atan ve demokratikleşme söylemini bir kenara bırakıp terör söylemine sarılan bir anlayış daha işin başında tökezlerse halkın umutlarının kırılması an meselesi olur. Bu çerçevede AKP Hükümetine bir kez daha hatırlatıyoruz ki; demokrasi mücadelesi ilkesel ve vicdani bir duruşu ve elbette ki bedel ödemeyi göze almayı gerektirir, eğer bu cesareti ortaya koymaktan kaçacaksanız halkı boş yere umutlandırmaktan vazgeçin, aksi takdirde en çok kaybeden siz olursunuz.”
aktifhaber

25 Ağustos 2009 Salı
İnönü'nün hazırladığı gizli Kürt raporu: Türkleştirin!

1935 yılında İnönü'nün hazırladığı gizli raporda Kürtlerin Türkleştirilmesi gerektiğini öneriyor.

1935 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün hazırlayıp M. Kemal Atatürk'e sunulan gizli Kürt Raporu'nda çok çarpıcı detaylar yer alıyor.
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün doğu il ve ilçelerini dolaştıktan sonra hazırladığı "çok gizli" raporda, "Erzincan Kürt merkezi olursa Kürdistan'ın kurulmasından korkarım" denilirken, "Van ve Erzincan'da acele olarak, Muş ovasında tedricen ve Elazığ ovasında kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız" ifadesine yer veriliyor ve Kürtleri Türkleştirmenin etkili bir yolu olarak, Türklerle Kürtlerin aynı okullarda okutulması isteniyor.

DERSİM'E ASKERî İDARE

Diyarbakır hakkında "kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz olgunluktadır" ifadesi kullanılan raporda, "Dersim vilâyetinin teşkili ile askerî bir idare kurulması ve Dersim ıslahının programa bağlanması lâzımdır" deniliyor. Erzurum'un içeride Kürtlüğe karşı sağlam bir Türk merkezi haline getirilmesi istenen raporda, boşaltılan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleştirilmesinin engellenmesi gerektiği belirtiliyor.

Sorunun çözümü için 3 yıldır yapılan çalışma 'açılıma' dönüştü. Fakat raporların hazırlandığı dönemlerde yaşanan tartışmalar yeniden başladı. Yıllarca görmezlikten gelinen veya 'güvenlik meselesi' olarak bakılan Kürt sorunu, yine ülke gündeminde. Türkiye'de şimdiye kadar çeşitli kuruluşlar tarafından sorunun çözümüne yönelik atılacak adımları içeren 21 rapor hazırlandı.

Umumi Müfettiş Abidin Özmen de 1936'da yine gizli 'Kürt Raporu' hazırlamış. Terör örgütü PKK'nın 1984 yılından itibaren silâhlı mücadeleye başlamasıyla birlikte raporlar birbirini izledi. 1990-2002 yılları arasında SHP 2, CHP 4, TÜSİAD 2, TOBB 2, TOSAV, ANAP, Adnan Kahveci, İşadamı Sakıp Sabancı, Türk-İş, Hak-İş, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası, İktisadi Kalkınma Vakfı birer rapor hazırladı.

Raporlarda, OHAL ve Koruculuk sisteminin kaldırılmasından, Kürtçe radyo ve tv'ye, anadilde eğitimden Kürt kimlik ve kültürünün teslim edilmesine, siyasî genel aftan Bask modeline kadar pek çok öneriye yer veriliyor. Rapor hazırlayanlar kimi zaman bölücülük ve vatan hainliğiyle suçlandı. SHP'nin 1990 yılında hazırladığı rapor ise DGM'lik oldu.

1990 ve 1993 yıllarında SHP, 1993, 1998, 2000 ve 2002 yıllarında da CHP, toplam 7 kez rapor hazırlayarak kamuoyunun dikkatini bu soruna çekmeye çalıştı. Kürt sorununun çözümüne yönelik çalışma yürüten başta Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmak üzere Sakıp Sabancı, Andan Kahveci gibi isimler hayata gözlerini yumdu.
RAPORLARDA ÖNE ÇIKAN İSTEKLER

Hazırlanan Kürt raporlarında birçok talebin ortak olması dikkat çekiyor.


Geçmişten günümüze kamuoyuna yansıyan raporlardan öne çıkan talepler şöyle:


"Anadil yasağı ilkel bir politika, kaldırılmalı, tek parti döneminde bile uygulanmadı. Anadil öğrenimi güvence altına alınacak. Resmi dil Türkçe. Koruculuk sistemi kaldırılmalı, bölge kalkınma planı hazırlanmalı, bölgedeki toprak dağılım adaletsizilği giderilmeli, değişik kültür ve diller için araştırma birimleri ve enstitüler kurulmalı, terör ve demokrasi sorunlarına çözüm getirilmemiş olması Türkiye'yi krize taşıdı, Kürt sorunu etnik duyarlılıklara demokratik çözüm ile çözülür, devletin ırkı olmaz' anlayışı temelinde tüm yurttaşlar 'TC yurttaşlığı' üst kimliğinde buluşmalı, Köye Dönüş Projesi başlatılmalı, anti terör eğitimi görmüş polis ve jandarma sayısı en az PKK'nin iki katına çıkarılmalı, PKK için özel tip cezaevleri inşa edilmeli, terörle mücadelede halka zarar verilmemeli, teröre destek veren ülkelere caydırıcı önlemler alınmalı, Kürt kökenli vatandaşların kendilerini doğrudan ifade edecekleri düzenlemelere gidilmeli, bölge halkının Türkiye'nin bölünmesi yönünde bir arzusu yok, insan hakları iyileştirilsin, AB reformları hızlandırılsın, işkenceyi önlemek için yasal iyileştirmeler yapılsın, seçim sistemi yenilenmeli; siyasi partilerin seçim ittifakına olanak verilmeli, baraj makul bir seviyeye indirilmeli, Ulusal Program'da kültürel hakların iki önemli konusu olan anadilde eğitim ve televizyon-radyo yayını konusunda açıklık yok."


"Türkler ve Kürtleri ayrı ayrı okutmakta yarar yoktur"

İLK raporu İsmet İnönü hazırladı. 1935 yılında Atatürk'ün emriyle Doğu ve Güneydoğu illerini, ilçelerini adım adım dolaşan dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün hazırladığı 'çok gizli' rapor, tartışılacak cinsten. "Ağrı'da Kürtlerin medenileşip, sükûnet bulmaları bile kardır." denilen raporda, Karaköse'nin hükümete bağlı bir Kürt şehri olduğu belirtilirken, Erzincan'ın Kürt merkezi olması halinde Kürdistan'ın kurulmasından korkulacağı ifade ediliyor. Rapor, "Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.' Türkler ve Kürtleri ayrı ayrı okutmakta yarar yoktur.

Kaynak: Yeni Asya Gazetesi

Ruşen Çakır
rcakir@gazetevatan.com
Açılmadan kapanıyor mu?

Dün itibariyle bakıldığında hükümetin başlattığı “Kürt açılımı” nın ciddi bir tıkanma ve kriz içine girmekte olduğunu söyleyebiliriz. Zira açılımın başarısı için toplumun tüm kesimlerinin özgür bir şekilde katılacağı seviyeli ve üretken bir tartışma şart. Fakat son günlerde tartışma adına yaşananlarda ne bir içerik, ne derinlik, ne de seviye gözlemek mümkün değil. Türk demokrasisini yıllardır tüketen kısır siyasi polemiklerin en kötü ve en verimsizlerinin gündeme hakim olduğunu gözlemliyoruz.

Bu durumdan, iktidarı ve muhalefetiyle herkes sorumlu. Aslında İçişleri Bakanı Beşir Atalay süreci epey iyi götürüyordu. Az konuşup çok dinliyor, her soruya cevap veriyor ve kimseyi kırmamaya, dışlamamaya azami özen gösteriyordu. Fakat Başbakan Erdoğan yine kendini tutamadı, Cuma günü, açılımın bir Amerikan prodüksiyonu olduğunu iddia edenleri “namussuzlar” olarak tanımlayınca muhalefetin eline güçlü bir koz verdi. Bu olay da gösteriyor ki Atalay “açılım polemik kaldırmaz” sözünü önce kendi hükümetine ve partisine belletmek zorunda. Dün AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın, muhalefetten gelen eleştirileri cevaplamak için ekranları parsellemiş olmasının, siyasi olarak AKP’ye ne getirip ondan ne götürdüğünü bilemem ama, Kürt açılımına hiçbir katkısı olduğunu sanmıyorum, hatta buna olumsuz etkisi olduğuna da eminim. Nitekim özellikle MHP sözcüleri anında kendisine cevap yetiştirmekten geri kalmadılar. Sonuçta açılımın başlangıcındaki sukunet ve serinkanlılığın yerini giderek hiddet ve çatışmanın alıyor.

Çıkmaz sokak mı?

Türkiye’nin bu en köklü ve çetrefil sorununu çözmenin hiç de kolay bir iş olmadığı ortada. Ama bu çözümü daha fazla erteleyemeyeceğimiz de açık. Bir diğer açık olan husussa şu: AKP ne yapıp edip bu sorunu çözme zemini oluşturmaya çalışırken, MHP ve CHP buna yanaşmıyor. Aslında MHP’nin daha ilk andan itibaren Kürt açılımına karşı çıkmasında şaşılacak bir şey yok. Türk milliyetçiliğinin siyasi merkezi olması iddiasındaki bir partiden başka türlü bir tutum beklemek doğal olmazdı. Fakat aynı şeyi CHP için söylemek mümkün değil. Yıllarca, herkesin sustuğu dönemlerde bu sorunu “Kürt sorunu” olarak tanımlamış ve bunun çözümü için son derece ileri ve isabetli öneriler geliştirmiş bir siyasi partinin bugün “Amerikan planı” gibi hayli tartışmalı bir iddiayı ve “anadilde eğitim” talebini mutlak bir şekilde reddetmeyi temel alarak (ki hükümetin böyle bir niyetinin olup olmadığını bilmiyoruz) açılıma tüm kapılarını kapatması kesinlikle doğal bir tutum değil.

CHP’nin bir “sol parti” olmanın gereğine uygun bir şekilde geliştirmiş olduğu Kürt politikasına karşı zamanın sağcılarının dile getirdiği eleştirilerin (bölücülük, ihanet, vs.) benzerlerinin, bugün aynı CHP tarafından, hükümetin Kürt açılımına karşı kullanılıyor olması hazindir.

Peki çıkmaz bir sokakta mıyız? Henüz bu noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Ancak Kürt açılımını başlatanlar bu krizi yönetmeyi beceremezlerse en çok korktukları şey başlarına gelebilir ve açılımdan geri adım atabilirler. Nasıl bir formül bulacaklar belli değil ancak ne yapıp edip bu sürece MHP ve CHP’yi bir şekilde dahil etmeleri şart. Kuşkusuz doğal olan, işe CHP’den başlamk olacaktır. Sözü edilen Erdoğan-Baykal buluşması gerçekleşebilirse belki çözüm için bir ümit kapısı açılabilir. İktidarın CHP’yi sürece katabilmesi durumunda MHP de ya dilini yumuşatmak ya da marjinalleşme riskini göze almak durumunda kalacaktır.

Vatan

Serdar Akinan
S.çılımda son perde

Zihinlerimiz her gün aynı kelimelerle kuduruk bir idmana çıkıyor...

Kürt, Öcalan, açılım, demokratikleşme, Bahçeli, Baykal, Erdoğan...

Dedi, ifade etti, köpürdü, nokta koydu, bendini çiğnedi aştı ve de taştı...

22 kaleli bir statta beş takım bir topun peşinde koşturuyor. Dört hakem durmadan düdük çalıyor... Tribünler sersemlemiş... Herkes avazı çıktığı kadar bağırıyor ve herkes kan ter içinde... Ortada ne oyun var. Ne kural... Sadece eksiliyoruz.

Bir gün Cumhurbaşkanı gündem belirliyor, öteki gün Başbakan...
Aaaa, bi bakıyorsunuz Bahçeli almış kalemi eline yazılı açıklama yapıyor...

Manşetler ise 'Ver coşkuyu...' kıvamında...

Coşku alındı mı? Ertesi gün Baykal sahnede... Ciddi bir mesele konuştuğumuz nasıl da anlaşılıyor yüz hatlarından. Ürküyorum...
Siyasetin süslü püslü aktörlerinin bu tip açıklama anlarında o bir anlık sessizliklerini çok seviyorum.

Vurgunun sertlik dozunu sessizliğin süresi belirliyor.

Çok önemli şeyler oluyor memlekette... Kürt açılımı yapılacak... İsteyenler ve istemeyenler var... Heybetli, kocaman kocaman laflar ediliyor.

Son sözü, elbette, asker ediveriyor... Bir bakıyorsunuz siyasette bir hizalanma...

Mesaj sadece siyasete mi? Olur mu canım? Tabii ki onların da tabanları var...

Medya burada da devreye giriyor... Kimisinin manşeti dünden hazır.
Askere çakmak üzere varolan cenahın manşeti ne olabilir? Muhtemelen; 'Muhalefetin Paşası...'

Büyük medyanın kıvamı pratiğinden tahmin edilebilir:
'Asker açılıma noktayı koydu...'

Şakşakçılar ise sığ dimalarından ne çıkarabilir ki?
'Bravo Paşam...'

Oysa tümü aynı algının inşasına tuğla taşıyacak...

Memlekette ters bir şeyler oluyor. Ama 'bizimkiler' direniyor. O bizimki herkesinki olabilir bu arada... Fark etmez.

Mesela DTP... Tüm bu açıklama gösterisinde rol mü kaptırıyor sanıyorsunuz?

'Karşı' açıklama yaptığında farklı mı oluyor sanıyorsunuz?

AKP, askerin açıklamasını doğruluyor...DTP hemen hücum ediveriyor, 'Biz zaten size inanmamıştık...' Neden baba? Eh, Kürt oyları dağılmasın... Önümüz seçim... Malum.

Tamamı bir oyun. Tamamı samimiyetsiz.

Önceki gün de yazdım. Kürt meselesinde ortada kolektif bir karar var.
Adına 'devlet' dediğimiz yapı ağır ağır dönüyor... İstikamet değişiyor. En azından bu beyhude çabaya girdi.

Bu karşılıklı sert açıklamalardan sanmayın ki bu yapıyı oluşturan heyetler bu gizli mutabakatın farkında değiller ve çatışıyorlar.

Gerçekleri hiçbiri dillendirmiyor. Bağırıp çağırmıyor... Ayağa kalkmıyor...

Sayın Baykal'ın söylemi dökülüyor. Başbakan çıkıp Mevlana'ya mı gönderme yaptı... Hemen bir Yunus edebiyatı...

Madem sol partisin, polise taş atan 18 yaş altı çocuklar siyasi koğuşlarda tutulup bilmem kaç yılla yargılanıyor.

PKK silah mı bırakacak? Bu yüzyılda bırakmayacağı kesin.

İnsan kaynakları o cezaevi işte... Sorumlusu kim? O cezaları veren adalet... Susan siyasetçi... Ellerini oğuşturarak vaziyeti izleyen DTP'li...

Çıkıp bunun hesabını sor...

Bölgede asıl sorun işsizlik... Millet aç... AÇ... Anladınız mı? AÇ...

Kürt olsa da aç...Türk olsa da aç... Nüfus kağıdı karın doyurmuyor artık.

Bağlar'da iki binada yaşayan çocuk nüfusu hilafsız bir ilkokul ediyor... Ey, DTP kalk bunun da hesabını sor... CHP susma... MHP bunu anla...

Açılım maçılım bilmem; anlamam... Bu vesile ile gördüğüm şu: Siyasete taraf kim varsa açılımı değil saçılımı gördük...

Öbek öbek sıçıyorlar...

Biz sizi hak etmek için ne yaptık be kardeşim?

Akşam













En son Ekim tarafından Pzr Ekm 18, 2009 7:08 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Ağu 28, 2009 10:33 pm    Mesaj konusu: 'Üniter Devletin Koruyucusuyuz' Alıntıyla Cevap Gönder

RTE=AKP, -“Kürt meselesi” de dahil- bu ülkenin herhangi bir problemini çözebilir mi?
Oğuz Gürses



İktisadî problemleri ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını çokuluslu Batılı şirketlerin yağma ve talanına sınırsızca açarak...

Türkiye nüfusunun en az yüzde 95’ini oluşturan Sünnî müslümanların kızları ve kadınlarının eğitim-öğrenim ve çalışma haklarını fiilen ortadan kaldıran Türban meselesini AYM’ye “ebediyyen” yasaklatarak...

Anayasa değişikliği meselesini TBMM’nin yetki alanından çıkarıp AYM’nin insafına terkederek...

Kıbrıs meselesini ada’yı Rumlara terkederek...

Azınlıklar meselesini, AB’nin her istediğini aynen kabul ederek ve Batı Trakya’da’ki Türk azınlığınının meselelerinin mukabil olarak çözülmesinden hiç sözetmeden...

Nasıl çözdüler(!)se...

Şimdi de birdenbire Kürt meselesine el attılar...

Kürtler için ne kadar “ah-vah-eyvah” desek az gelir...

***

Bir meselenin çözümü için ilk şart samimî çözme niyeti/iradesi, ikinci şartsa o meseleyi doğru kavramak ve doğru tanımlamaktır...

Doğru kavramadığınız7tanımlamadığınız bir meseleyi doğru çözemezsiniz...

Yanlış bir tanımlamadan yola çıkarak atacağınız her adım meseleyi i daha karmaşıklaştırır... Kangrenleştirir... Kördüğüm eder...

CHP zihniyeti ve O’nun silahlı kanadı gibi davranan bir kısım Kemalist-laik generaller uzun yıllar bırakın Kürt meselesini, Kürt diye ayrı bir kavmin varlığını bile inkâr ettiler... Onlara göre bu ülkede yaşayan herkes Türkt’ü.. Türk olmanlar da ya kendini Türk hissederek Türkleşecekler veya pılıyı pırtıyı toplayıp ülkeyi terkedeceklerdi...

TC’nin yarı resmî yayın organı olan Hürriyet gazetesiesinin logosu’nda yayınlandığı ilk günden itibaren “Türkiye Türklerindir” yazarken...

Laik/Kemalist generaller vatan savunması için emirlerine verilen bu ülkenin evlâtlarına, yine vatan savunması için emirlerine verilan bütçeleri kullanarak bu ülkenin neredeyse her karışına “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyen şövenist sloganlar yazdırırken... Ve kendi aralarında “en iyi Kürt ölü Kürttür” diye konuştukları Ergenekon Davası delilleri arasında açığa çıkmışken..

Bu topraklarda ayrı bir kavim halinde yaşarlarken, bu topraklara sonradan gelmiş Türklerle birlikte bin yıldır İslâm kardeşliği içinde kendi dilini ve kültürünü muhafaza ederek yaşayagelmiş Kürtlerin, aslında “birer dağ Türk’ü olduğu ve onların karda yürürken çıkardıkları kart kurt gibi sesler sebebiyle Kürt olarak isimlendirildikleri” komik safsatası yıllarca TC’nin resmî Kürt tarifi olarak her platformda dillendirilirken...

Kürtçe konuştu... Kürtçe Türkü söyledi... Kürt’üm dedi diye insanlar gözaltına alınıp işkence edildikten sonra çıkarıldıkları mahkemelerde “bölücülük” sebebiyle ağır cezalara çarptırıırken...

İlköğretimdeki çocukları her sabah “Tüüürküüüm, doooğruyuum...” diye başlayan paganist/şövenist dualar etmeye zorlarken...

Kemalist- laik TC aslında hep “Kürt açılımı” yapıyor ama bunun adını böyle koyamıyordu?

CHP ve Kemalist-laik generallerin bu “Kürt açılımı” sonunda Kürtleri, dağa çıkarttı...

Kürtler dağa çıkınca TC bunlardan “üç buçuk eşkiya... Belini kırdık... Kafasını kopartık... Eşkiya son çırpınışlarını yapıyor... Yakında kökleri kazınacak” filan diye bahsetmeye başladı.. Ama netice: Onbinlerce ölü, onbinlerce yaralı... Her taraf kan revan... Güneydoğudan Batı’ya doğru milyonluk göçler... Bu ülkenin dağlarında ise halâ binlerce gerillâ...

Bu defa da Özal “Eee tabii her şeyin temeli iktisadîdir... Bölgeler arasındaki farklılığı gidermek için oraya daha çok yatırım yaparak(=bazı Kürtleri parayla satın alarak), Eğitime önem vererek(=Kürt çocuklarını asimile etmeye çalışarak), Mezralara kadar elektirik götürüp Köylülere bedava Televizyon ve bilgisayar dağıtarak(=ahlâki ve kültürel erozyonu hızlandırarak)” filan diyerek çözmeye çalıştı... Bu “açılım” da akan kana çare olmadı...

RTE=AKP, 7 yıldır iktidarda... 7 yıldır DTP’nin randevu talebine cevap bile vermedi, 7 yıldır DTP’lilerin elini sıkma nezaketini bile göstermedi.. 7 yıldır dağlar kan revanken kılı bile kıpırdamadı.. Ama bir gün kafasına saksı düşmüş gibi Ahmet Türk’e kucağını açıp “Gel seninle bi açılım yapalım” dedi...

Bu “açılım” AB-D’nin işi değil de, RTE=AKP’nin işiyse “7 yıldır aklın nerdeydi be birader?” demezler mi adama?

Bu son “açılım”ın ilk hedefi PKK’yı ve DTP’yi parçalayarak birbirine düşürerek tasfiye etmek gibi görünüyor...

Buna ek olarak bölgedeki AB-D çıkarlarına bilerek veya bilmeyerek engeller çıkaran CHP ve MHP’yi çözümsüzlüğün müsebbibi olarak göstererek onları da aynı akıbete mahkûm ederek bir taşla birden fazla kuş vurmak niyetleri de var gibi...

Ancak MHP’den beklemedikleri sertlikte bir karşılık görünce RTE yine ipin ucunu kaçırıp küfür ve hakaretlere başladı...

Artık biliyoruz ki RTE’nin dengesi en çok “iş üstünde” yakalandığında bozuluyor!

1 Mart tezkeresini hatırlayın... Suriye sınırındaki mayınlı arazileri Yahudilere peşkeş çekerken yakalandığındaki fevrî, ipe sapa gelmez, dün söylediğini bugün inkâr eden, sinirli, ağzı bozuk hallerini hatırlayın...

Ve bir de bu “açılımın” bir ABD projesi olduğunu delilli ispatlı söyleyen Devlet Bahçeli’ye ettiği şu lâflara bakın:

-"Ellerine bir kağıt almış dolaşıyorlar. ABD'nin bir projesidir diye. Bunu ispat ederlerse biz herşeye varız. Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin cevabı da şöyle:

-"Barış ve kardeşlik projesi gibi sahte etiketler bu gerçeği saklayamamaktadır. Bu projenin ABD'nin stratejik hesaplarının bir gereği olduğu ABD yetkilileri ile Barzani ve Talabani'nin beyanlarıyla sabittir. Haddini aşarak altından kalkamayacağı sözler söyleyen ve çukurda siyaset yapan Başbakan Erdoğan'a bu gerçeği hatırlatırız."

Burada küçük bir hatırlatma: İspat hukukunda, “hayatın olağan akışına uygun olan” diye bir kavram vardır... Bu kavram özellikle “ispat külfeti” ve “ispat külfetinin yer değiştirmesi” bakımından önemlidir.. İspat hukunda genel kural “herkes iddiasını ispatla mükelleftir.” Ancak “hayatın olağan akışına uygun olan” bir iddiayı ayrıca ispat etmek gerekmez; yani bunun aksini ispat karşı tarafa düşer... Bu çerçevede iki liderin söylediklerine kısaca bakacak olursak...

Devlet bahçelinin “bu bir AB-D projesidir” demesi (“hayatın olağan akışına uygun” olduğu için) yeterliyken bir de RTE’nin “bir kâğıt” diye nitelediği bir belgeyi göstererek iddiasını ispat ettiği anlaşılıyor...

Halbuki RTE=AKP’nin bizzat kendisinin bir AB-D projesi olduğuna dair o kadar çok belge bilgi ortada dururken, yaptıklarının ABD projesi olduğu iddiası “hayatın olağan akışına uygun olduğundan” ayrıca ispatı gerekmezdi...

Bu projenin AB-D projesi olmadığını ispat yükü RTE=AKP’ninken, muhatabından ispat istemek “uyanıklık” değilse nedir?

RTE=AKP’nin nasıl bir AB-D projesi olduğunun ispatına dair belge ve bilgilerin çoğu geçmiş sayılarımızda mevcut; dileyen arşivlarden bulur... Ama yandaki sayfada Ayvalık Kuvayi Milliye Grubu’nun hazırladığı “100 AKP Gerçeği” başlıklı yazıdan da bunu okuyabilirsiniz.

Efsanevî Irak direniş karşında tutunamayan İşgalci ABD Irak’tan kaçıyor... İşbirlikçileri Talabani ve Barzani can derdine düşmüşler; ABD’nin yakasına paçasına sarılarak “Biz n’olcaz?” diye böğürüyorlar... ABD de “sizi TC’nin şefkatli kollarına emanet edecem merak etmeyin” diyerek bu “açılım” dalgasını başlatıyor...

Yani RTE=AKP’nin bu “açılım”ı bir nevi “Alavere dalavare Türk-Kürt mehmet ABD çıkarları için nöbete” durumu...

RTE’de bu “durum”da suçüstü yakalandığı için kontrolünü kaybederek çileden çıkıyor...

***

Bunu ['Açılım' değil, 'kamuoyu çalışması'] olarak niteleyen Nuray Mert haklı: AB-D, RTE=AKP ve yandaş medya aracılığıyla çok yönlü bir kamuoyu çalışması yapıyor... Olabilirleri ve olamazları gözlemliyor... Direnç noktalarını, bunların aşılıp aşılamayacağına bakıyor... Bu yüzdende ortada henüz “paket/yol haritası/mahiyet/muhteva” yok... “Açılım”ın kapsamı bu “kamuoyu çalışması”na göre belirlenecek...

Deniz Baykal bunu farkettiği için bastırıyor: “Nedir kardeşim sizin yapmak istediğiniz şey?” RTE=AKP’de tık yok... Sadece kem küm... Danışman Ömer Çelik “Ya henüz ortada bir şey yok, sadece dinleyip not alıyoruz. Kapsam daha sonra belirlenecek” diyerek bu durumu ağzından kaçırıyor...

Ee, ortada bir şey yoksa, olmayan bir şey etrafında bu telaş, bu koşuşturma, bu velvele de ne?.

Medyada okuduğum en aklıbaşında yorumlardan biri Serdar Akinan’a ait:

[İşaret fişeğini kim ne zaman attı... Ne oldu da biz, bir anda, 'Kürt açılımı' içinde kendimizi bulduk?
Karakollar basılırken, şehit cenazeleri şehirlerimize onar onar gelirken gözyaşı dökmeyenler; Kürt sorununun varlığını, siyaset yaptıkları sürece fark etmeyip, sırf konjonktür öyle gerektirdi diye ön saflarda yer tutan mide bulandırıcı politikacıların kuş beyinleri mi çözümün çerçevesini akıl etti diye düşündüm. Elbette ki hayır...
Süreç bir tasarımın ürünü.
Bakın Amerikalı Türkiye uzmanı Henry Barkey bir süre önce 'Kürt açılımı' üzerine konuşmuş.
Dört ayaklı bir çerçeve sunmuş.
1. Anayasada, vatandaşlık tanımını daha kapsayıcı hale getirecek biçimde bazı revizyonlar yapılması gerek.
2. Kültürel reformlarla ilgili olmak zorunda. Yani Kürtçe yayın, eğitim olmalı... Siyasetçiler Kürtçe siyasi konuşma yapmalı.
3. İktidarın bir kısmı yerel yönetimlere devredilmeli.
4. Silah bırakması için PKK'ya yönelik bir tür af veya başka bir açılım ortaya konulmalı.
Tanıdık geliyor mu?
Şimdi dünkü gazetelere bakalım... Aydınlarımızın meselenin halline yönelik beyanatları bire bir örtüşüyor.
Konuşun ve konuşalım... Gene ve ısrarla söylüyorum... Samimiyetle...Soğukkanlılıkla...
Oysa zemin kaygan... Vıcık vıcık... Ne MHP'nin 20 yıl önceki tutumu ve söylemi ile bu sorun konuşulabilir.
Ne CHP'nin muğlak ifadeleri ile...
ABD tasarımı bir plan, bu süreçte işe yaramayacaktır.
Tersine içinden çıkılamaz bir yere sürükleniyoruz. ]


“Kürt meselesi” çözülürse sıranın “müslüman meselesi” ne geleceğini umarak ["Devlet" herkesle barışmak zorunda. Kürtlerle barıştığı kadar İslam'la da barışmak zorunda.] diyen İbrahim Karagül ise dereyi görmeden paçayı sıvayanlar kervanına katılıyor... Kardeşim İbrahim, Kürtler meseleleri için canlarını ortaya koydukları, evlâtlarını kurban etmeyi göze aldıkları ve savaştıkları için, meseleleri en azından “çözülecekmiş gibi yapılıyor”... Müslümanlarsa peşin peşin teslim olmuşlar... Hiç kimseye, hiçbir problem çıkarmıyorlar... Onları kim, niye kaale alsın, adam yerine koysun da meselelerine el atsın? Sen önce bunun cevabını düşün...

Bütün bu yazdıklarımızdan bizim çözüm karşıtı olduğumuz sanılmasın...

Aksine, biz Bu ülkede, İslâm alerminde ve dünyada kimin ne meselesi /problemi varsa hepsini çözmeye talip ve hazır bir dünya görüşünün bağlısıyız...

İddiamızı ispata dair 100’ lerce ciltlik “Büyük Doğu İbda Kütüphanesi” raflarda ilgilisini bekliyor... Samimi olan açar okur... Ama madem konu “kürt meselesi”dir, öyleyse İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi” (*)başlıklı muhteşem röportajı 1992 yılından beri bu meselenin samimî olarak çözümünü istiyenlerin gözlerinin önünde duruyor... Çözüm anahtarıysa, çözüm anahtarı, yol haritasıysa yol haritası...

Bu röportaj her ne kadar “Kürt meselesi” etrafında gerçekleştirilmişse de, bakmasını bilenlere Türkiye’nin diğer problemlerinim/meselelerinin nasıl kavranacağı ve nasıl çözülebileceğinin ipuçlarını da taşıyan bir ders kitabı/kılavuz/rehber olabilecek nitelikte... Ondan birkaç satırla yazımızı noktalayalım:

“Umumi hüküm şudur: Kemâlizm ve Kürt meselesi, meselenin kendine mahsus şartları gözönünde tutulmak üzere, Kemâlizm ve Türk meselesinden ayrı değildir... Kemâlizm'in İslâm düşmanlığı, Kürt ve Türk halkının müştereken yaşadığı bir hâdisedir!.. Şunu bilhassa gözönünde tutmak lâzımdır: Batı dünyası için aslolan, hilâfetin tasfiyesi ve İslâm dünyası içinde İslâmî bir dirilişin engellenmesiydi... Nedir hilâfet?.. İslâm birleşmiş milletlerini temsil eden bir müessese... (..)Aşağılık bir devrin propogandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir... Bu çerçeve içinde, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kurulan düzenin kademe kademe İslâm düşmanlığı çehresini göstermesine nazaran; şayet Türkiye Cumhuriyeti şu veya bu sebeble kurulmasaydı, Anadolu harekâtı öncesi sözkonusu olan Kürt devleti kurulması gündeme gelecek, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin Ortadoğu'da yüklendiği rolün düzeni, kademe kademe Kürdistan'da gerçekleştirilecekti... ”

* Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar /-1984'den 1996'ya-, İBDA Yay., İstanbul 1997, s. 130-184

Kaynak: Baran dergisi

'Üniter Devletin Koruyucusuyuz'
28 Ağustos 2009 12:15

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, "Üniter, ulus ve laik devletin koruyucusuyuz" dedi...


Orgeneral Başbuğ Genelkurmay Karargahı'ndaki madalya töreni öncesi yaptığı konuşmada önemli mesajlar verdi.

Başbuğ, "Türk Silahlı Kuvvetleri bize emanet edilen Cumhuriyet ve devletimizin ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısının her zaman savunucusu ve koruyucusu olmuştur. Bundan sonra da olmaya devam edecektir" diye konuştu.

Org. Başbuğ, "Şüphesiz ki güçlü ordu demek güçlü Türkiye demektir" ifadesini kullandı.

Genelkurmay Başkanı konuşmasında, Büyük Taarruz'a da değindi, taarruzda 100 bine yakın Yunan askerinin imha edildiğine dikkat çekti ve zaferin Türk milletin zaferi olduğunu vurguladı.

Aktifhaber

Cengiz Çandar/Radikal

'Askeri müdahale' ile 'Kürt açılımı' duramaz

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ‘Kürt açılımı’ tartışması denk-lemine 25 Ağustos açıklamasıyla girmesi, bir ‘utanç tablosu’ oluşturdu.

1. Siyasi partilerin siyasi aczini ortaya çıkarttı. MHP ve CHP’nin ‘askerin arkasına saklanarak’ siyaset yapmaya mecbur kaldıkları, ülkenin en temel meselesinde kendi ayakları üzerinde duramadıklarını gördük.

2. Ak Parti açısından da benzeri bir durum söz konusu. Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın açıklaması, sanki Başbuğ’un sözleri muhalefet partilerini hedef alıyormuş gibi bir ‘cinlik’ ile açıklamayı yorumlaması, Ak Parti’nin de ‘siyasi rüştü’nden duyduğu kuşkunun ve asker konuşunca, kendisini sorgusuz-sualsiz ona endeksleme mecburiyeti duymasının can sıkıcı bir başka tablosudur.

3. Bana Diyarbakır’da rastladığım hemen herkes, Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos’ta yaptığı konuşmadan birçok kişinin gözlerinin dolduğunu, gözleri yaşaranların sadece Ak Parti grubundaki milletvekilleri değil bölgedeki sıradan Kürt vatandaşlar olduğunu söyledi ve en önemlisi şu ortak değerlendirmeyi yaptı: Tayyip Erdoğan o gün ilk kez ‘Kürtlerin de başbakanı’ olarak konuştu. O konuşmanın devamı gelirse, ‘Kürtlerin de başbakanı’ algılaması güçlenir. Bu algılamanın ‘milli birlik ve bütünlük’ oluşmasındaki rolü apaçık ortada. Ne var ki, Tayyip Erdoğan, İlker Başbuğ’un açıklamasının ardından bildik basmakalıp terminolojiyi daha fazla vurgulamaya kendisini mecbur hissetti. Bu, iyi bir şey değil.

4. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İlker Başbuğ’un konuşması üzerine otomatik tepkisi ‘çok güzel bir konuşma’ oldu. Böyle bir tepkiye kendisini mecbur hissetmesi, üzerinde durulmaya değer.
Genelkurmay Başkanı’nın açıklaması, hem ‘çok güzel’ değil, hem de doğru değil.
‘Siyasi irade’ ve ‘kararlılık’la ‘Kürt açılımı’nı başlatmış olan hükümetin askerin üzerine vazife olmayan bir konuya ‘müdahele etmesi’ne ilişkin tavrının, 27 Nisan (2007) e-muhtırasına karşı ortaya koyduğu tavra benzemesi gerek. Aksi halde, başlattıkları ‘süreç’in altında kalırlar ve kendileri kalsa neyse, ülke kalır.
***
Radikal’de dün Tarhan Erdem, İlker Başbuğ açıklaması için gayet haklı olarak ‘Doğru yapmadı, iki muhalefet partisi liderinin acımasız ve insafsız tahriklerine kapılmamalı, susabilmeliydi’ diye yazdı. Haklı. Çünkü yine onun satırlarıyla “Böyle tartışmalara katılmaması gereken tek kurum vardır: Ordu ve ordunun komutanları. Silahlı kuvvetlerin mensupları, görevleri gereği katıldıkları resmi ve gizli toplantılar dışında, görüşlerini açıklamamalıdır.”
Siyasi taktik anlamında da Orgeneral Başbuğ’un açıklaması doğru olmamıştır. Eğer hükümet Başbakan’ın ifade ettiği adıyla ‘Kürt açılımı’na devam ederse ki, her ne pahasına olursa olsun, -devamında kararlı olduğunu da beyan etmiştir- ne olacak?
Zira ‘acımasız ve insafsız tahrikler’de bulunan muhalefet partileri, Başbuğ’un o açıklamasından sonra TSK’yı ‘kendi saflarında’ görür oldular. ‘Açılım’ devam eder, Genelkurmay Başkanı suskun kalırsa bir dert, konuşmaya devam ederse başka ve daha büyük bir dert.
Onun için konuşmamalıydı. MGK toplantısında konuşamıyorlar mı?
Kaldı ki, açıklamasının, ‘TSK’nın kırmızı çizgileri’ diye ilan ettiği, bazı hükümet çevrelerinin ‘Tamam, bizimki de zaten aynı’ diye üzerine atladığı içeriğinin doğruluğu, isabeti tartışılmaya muhtaç.
Başbuğ, “TSK, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet ve üniter devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya devam edecektir” diyor.
‘Üniter devlet’ten ne anlıyorsunuz? Adeta kutsanan bu kavramın, birçok ülkede farklı biçimleri var. Örneğin, bizim kestirmeden İngiltere dediğimiz Birleşik Krallık da ‘üniter devlet.’ İngiltere’de ‘Birleşik Krallık’ın kurucu ülkeleri olarak İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda, İngiltere’nin yanı sıra yetki devriyle belli ölçüde özerk statüde’ler. İskoçya’da bir yerel İskoç hükümeti ve İskoçya Parlamentosu, Galler’de Gal Meclis Hükümeti ve Gal Ulusal Meclisi, Kuzey İrlanda’da Kuzey İrlanda Yürütmesi ve Kuzey İrlanda Meclisi var.
Birleşik Krallık yine de ‘üniter devlet’ çünkü bu yetkiler merkezden verilmiş ve merkez tarafından kaldırılabilir yetkiler.
Sadece İngiltere değil, İspanya da ‘üniter devlet.’
İşin ilginç yanı, İspanya, tam 17 özerk topluluk bölgesi ve iki özerk şehirden oluşan, resmi dili İspanyolca (Castillan) olmakla birlikte Bask Ülkesi ve Navarro’da Baskça’nın, Katalunya ve Balear Adaları’nda Katalanca’nın, Valencia’da Katalanca’nın bir lehçesinin ve Galicia’da ‘Galego’nun İspanyolca yanında ‘eş resmi dil’ olduğu, Avrupa’nın en ademi merkeziyetçi ülkelerinden biri.
Ve, bu İspanya, yine de ‘üniter devlet.’
Türkiye’nin İngiltere ya da İspanya’ya benzeyen bir ‘üniter devlet’ olmasına var mısınız?
İngiltere ve İspanya’nın ‘toprak bütünlüğü’nün tehlikede olduğunu ve ‘bölünme tehlikesi’yle karşı karşıya olduğunu söyleyebilir misiniz?
***
Gelelim ‘ulus-devlet’e.
Hangi ‘ulus-devlet’ ya da nasıl bir ‘ulus-devlet’? Bunun da tek bir tanımı yok ve Şahin Alpay dün bu konuda Zaman’daki yazısında gayet anlaşılabilir bir dille ‘mesele’yi ortaya koydu:
“... ‘Muasır medeniyet’e uygun ‘ulus-devlet’ anlayışı ise, hiçbir modern devletin kültürel bakımdan homojen-türdeş olamayacağını kabul eder. Burada ‘ulus’, yurttaşların etnisite (soy) ya da kültürel türdeşliğine değil, ulusal topluluğa gönüllü bağlılıklarına dayanır. Yani kültürel değil siyasal bir ulus söz konusudur. Ulus, kültürü değil, yurttaşlığı ve onun getirdiği haklarla yüklediği sorumlulukları paylaşanlardan oluşur.
Bugün Türkiye’de asıl tartışma, ne ‘Türkiye devleti’ kavramı, ne onun ‘üniter yapısı’, ne de ‘resmi dilin Türkçe olması’ üzerine... Tartışma, Türkiye Cumhuriyeti hak ve sorumluluklarda eşit yurttaşlardan oluşan bir ulusa dayanan ‘Türkiye devleti’ olarak yenilenecek mi, yoksa Türklerden ya da Türkleşmiş olanlardan oluşan bir ulusa dayanan ‘Türk devleti’ olarak mı anlaşılmaya devam mı edecek noktasında odaklanıyor. Yani çağdışı bir ulus ve ulus-devlet anlayışında ısrar ederek sonunda bölünmeye mahkum mu olağız, yoksa Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi anadil ve kültürlerini koruyan, ancak yurttaşlığın getirdiği hakları ve sorumlulukları paylaşanlardan oluşan modern bir ulusa dayanan, özgürlükçü ve çoğulcu demokratik rejime sahip bir ulus-devlet olarak yeniden mi tanımlayacağız?”
Bu kadar.
İlker Başbuğ’un açıklamasında altını çizdiği hususlar bize tanıdık. Bu, kendisinin etkilendiği ve sık sık referans verdiği Metin Heper’in görüşleri. Ama Metin Heper’in görüşleri doğru değil. Dolayısıyla, Metin Heper’in yanlış görüşlerini ‘Türk Genelkurmay Doktrini’ haline getirmek de doğru değil.
Bu konular öyle açıklamalarla, beyanatlarla önü alınacak cinsten konular değil. Tartışılacak. ‘Açılım’ durmayacak. Duramaz.
Baksanıza, tartışıyoruz zaten...

Ahmet Altan / Taraf

Ordu Açılımı

Bir teğmenin eline bir bomba verip pimini çekmesinden sonra mevziden mevzie dolaşırken bombanın patlamasıyla birlikte ölen genç askerin babası, dün sabah bizim gazetedeki haberi görünce koşa koşa askerlik şubesine gitmiş.

“Bu haber nedir” diye sormuş.

Şubedeki görevliler ona aynen şunu söylemişler.

“Sen o gazetede yazılanlara inanıyor musun?”

Eğer o baba bana gelseydi ben de ona sanırım benzer bir söz söylerdim.

“Sen o ordunun söylediklerine inanıyor musun?”

Bizim ordunun doğru söylememek gibi bir alışkanlığı var.

Bu kaçıncı?

Dağlıca’da aynı, Aktütün’de aynı, bulunan LAW silahlarının kime ait olduğu konusunda aynı, mayın konusunda aynı, bu son bomba olayında aynı.

Gidin sorun bakalım, çocukları “bombalı ceza” yüzünden ölen annelerle babalar çocuklarının niye öldüğünü biliyorlar mı?

Anneleri babaları bir yana bırakın Milli Savunma Bakanı bile bilmiyor o çocukların nasıl öldüğünü.

Generaller akıllarını siyasete öyle bir takmışlar ki askerliği unutmuşlar neredeyse.

İttihatçılardan bu yana bu ülke, ordusunun bu alışkanlığını değiştirmeyi bir türlü başaramadı.

Siyasetle uğraşan her ordu gibi askerî konularda çok fazla hatalar yapıyorlar ve sürekli olarak bu hataları saklamaya uğraşıyorlar.

Generaller hep siyaset konuşuyorlar ama halk hiç askerlik konuşamıyor.

Ordunun hataları gündeme gelmiyor bir türlü.

Biz, Kıbrıs savaşında kendi gemimizi batırdığımızı kaç yıl sonra öğrendik, hatırlıyor musunuz?

Hatırlamıyorsunuzdur bile.

Ordunun hatalarını konuşmak ve hatırlamak yasak.

Medyaya baksanıza.

Genelkurmay Başkanı siyasetle ilgili açıklama yapınca manşetlerine çekiyorlar, sanki bu çok doğal bir şeymiş gibi.

Generaller siyasetle ilgili konuşamazlar.

Bu, onların işi değil.

Onların işi askerlik.

Bu ülkenin birçok “açılım” yapması gerekiyor.

Bir tanesi de “ordu açılımı”.

Ordunun konumunu, işleyişini, askerî yeteneklerini, hatalarını, yapılanmasını yeniden tartışmalıyız.

Lafa gelince bu “bizim ordumuz”, ordu “bizimse” neden biz ordu hakkında konuşamıyoruz, neden soru soramıyoruz, neden hatalarını soruşturamıyoruz?

Neden hiçbir hatasının hesabını vermiyor ordu?

Bu ülkedeki generaller, hiç mi askerî bir hatadan dolayı istifa etmez?

Kürt açılımı konusunda üstüne vazife olmamasına rağmen uzun uzun konuşan Genelkurmay Başkanı neden ordunun işleyişi konusunda ortaya çıkan aksaklıkların hesabını vermiyor bu halka?

O ordunun sahibi generaller değil, o ordunun sahibi bu ülkenin halkı.

Tabii, o hesabın sorulabilmesi için gerçek bir medyanın ve gerçek siyasetçilerin olması gerekiyor bu ülkede.

Dün MHP yöneticilerinden birinin açıklamasını utançla okudum.

Genelkurmay Başkanı’nın konuşması üzerine, “açılım meselesi bitmiştir” diyordu sevinçle.

Eğer siyasi açılımlar bir generalin konuşmasıyla bitiyorsa, bu ülkede parlamentoya, siyasi partilere, milletvekillerine ne ihtiyaç var?

O siyasetçi o açıklamayı yaparken aslında “ben yokum, partim de yok, seçmenim de yok, parlamento da yok, sadece general var” demek istiyordu.

Bu tür siyasetçilerle nasıl uygarlaşacak, gelişecek, kalkınacak bu ülke?

Örtülü bir askerî diktatörlük olmaktan nasıl kurtulacak?

Böyle, kendi kimliğinden, kişiliğinden, fikirlerinden, seçmeninden vazgeçmiş, kendi iradesiyle “emireri” haline gelmiş siyasetçilerle Türkiye, gerçek bir demokrasiye kavuşabilir mi?

Türkiye ordusunu düzeltmek zorunda.

Ordunun düzelebilmesi için de kışlasına dönmesi, aklını kendi mesleğine vermesi, sağlam bir disipline kavuşması, üstüne vazife olmayan işlerde susması gerekiyor.

Yaşadığımız çağda bizimki gibi bir ordu kalmadı gelişmiş ülkelerde.

Daha yeni, Yunanistan fazla konuşan genelkurmay başkanını görevden aldı.

Onun için zaten Yunanistan Avrupa’nın üyesi, biz değiliz.

Onun için minicik Yunanistan bizden kat kat zengin.

Bir ordu açılımı yapmalıyız.

Orduyu disipline, siyaseti ve medyayı kişiliğine kavuşturmalıyız.

Aksi takdirde kanlı bir hercümercin içinde debelenmekten bir türlü kurtulamayacağız.

Çocuklar ölüp duracak.


Öcalan Yol Haritasını Anlattı
28 Ağustos 2009 14:25

Avukatlarıyla haftalık olağan görüşmesini yapan Abdullah Öcalan, yol haritasını anlattı...

PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, “Yol haritası demokratiktir, birleştiricidir, bütünleyicidir. MHP’nin söylediği ayrıştırıcı söylemi kesinlikle doğru değil. Tam aksine yol haritası bütünleştiricidir, Türkiye halklarına, Türkiye’ye, Türkiye demokrasisine hizmettir” dedi.

Öcalan avukatlarıyla haftalık olağan görüşmesini yaptı. ANF’de yer alan habere göre Öcalan, görüşmede gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Amerika’nın desteğini yitirdiğini ve açılıma bu yüzden karşı çıktığını iddia eden Öcalan, şöyle konuştu:

“Bahçeli bu açılıma sert bir şekilde karşı çıkıyor. Bu sürecin kendi yönünden en iyi farkında olanlardan birisi Bahçeli’dir. Genelkurmay da açıklama yapıyor. Bunları söylemek zorunda hissediyor kendini. Ama Bahçeli daha organizelidir. Bahçeli’nin bu kadar sinirlenmesi, çözüme karşı çıkması gayet doğaldır. Çünkü Amerika’nın desteğini yitirmiş durumdadır. Neleri kaybettiklerinin, kaybedeceklerinin farkındadırlar. Bugüne kadar Amerika tarafından eğitilmişler, Amerika’dan destek görmüşler ama Amerika 5 Kasım 2007’den itibaren Türkiye’deki Gladio’dan desteğini çekti. Bunlar neleri kaybedeceklerini biliyorlar. Onun için bu sürece karşı çıkıyorlar. Oysa bunların hepsi Amerika’nın ürünüdür. Aynen El Kaide gibi. İşte Amerika daha çok El-Kaide tipi örgütlenmelerle Ortadoğu’nun denetimini elinde tutmaya çalışıyor.”

-“ÖZ SAVUNMA’ AYRI BİR ORDU DEĞİL”-

Öcalan, bir kısmı basına yansıyan yol haritasında yer alan Kürtlerin kendi savunma örgütlerini kurmaları önerisine ise şöyle açıklık getirdi:

“Benim söylemek istediğim ordu içinde ayrı bir ordu değildir. Türkiye’de ikiyüz bin özel güvenlikçi vardır. Benim söylediğim ordu içinde ordu değildir, ayrı bir ordu da değildir. Benim söylediğim şehirde, mahalle sakinlerinin seçtiği zabıta tarzında olabilir. Köylerde de köy halkının seçtiği, milis tarzında, milis diyebileceğimiz güvenilir kişilerden oluşan bir güvenlik birimi, bir güvenlik sistemi de diyebiliriz.

Bunları halk kendisi seçmelidir. 86 bin köy korucusu var, bunlarla güvenlik sağlanamaz. Köy koruculuğu sistemi kötü bir sistem. Eski sistemle olmuyor, yeni güvenlik sistemi bu konuma gelecek, ben bunu önceden öngörerek söyledim. Bunları bölge halkı kendisi seçecek, kendi güvenliğini kendisi sağlayacak. Bu şimdi değil ta ilerisi için söylediğim bir konudur. Bunu şart olarak da ileri sürmüyorum, ama bu bir ilkedir. Bunun için kimse bana kızmasın, yanlış da anlamasın, eninde sonunda da bu noktaya gelinecek. Güvenlik korucularla sağlanamaz.”

-“20 MİLYON İNSANIN DİLİ NE OLACAK?”-

Demokratik açılım tartışmalarında devletin resmi dili Türkçe olduğu vurgusunun yapılmasını da değerlendiren Öcalan, şunları kaydetti:

“Tamam devletin resmi dili Türkçe’dir ama yirmi milyon insanın dili ne olacak? Bu yirmi milyon insan hayvan değil ya. Dil diyorsunuz eğer dili örgütlemezseniz, dili kullanmazsanız, dili eğitmezseniz, gazete, radyo, televizyonlarda her gün işlemezseniz, eğitimde kullanmazsanız dili nasıl geliştireceksiniz? Nasıl yaşayacak bu dil? Kültür ancak dil ile geliştirilir. Dilin örgütlenmesi lazım. Bu bireysel ve kollektif haklar meselesi de boş bir ayrımdır. Kabul edilemez bir ayrımdır. Bu şu demektir, biz bireyi tanıyoruz ama toplumu tanımıyoruz gibi absürd bir şeydir. Toplumsuz birey olmaz. Birey ancak toplumla varolabilir. Kürtler şunu istiyor. Kürtlerin kültürlerinin tamamen serbest olması gerekiyor. Kültürlerini örgütleyecek bir serbestiyet gerekiyor. Bu diğer kültürler için de durum böyledir. Kürt sorunun çözümü için Kürtlerin kendilerini demokratik-evrensel ifade tarzı ile ifade edebilmeleri ve demokratik anayasa gerekiyor. Bu sorunun çözümü için demokratik bir zihniyet, demokratik tartışma, demokratik işleyiş, demokratik siyaset, demokratik örgütlülük, demokratik anayasa gerekiyor. Demokratik anayasa olmadan bu sorun çözülmez.”

-“ORTAK VATAN TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN”-

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ortak vatan, Türkiye ve Kürdistan’dır. Kürtler hem Türkiye’yi hem de Kürdistan’ı ortak vatan olarak kabul edecekler. Türkler de hem Türkiye’yi hem de Kürdistan’ı ortak vatan olarak bilecekler. Kürdistan kelimesi de bana ait bir kelime değil. Bu kelimeyi ilk olarak da ben kullanmıyorum. Selçuklu Sultanı Sencer tarafından ilk kez kullanılmış. Tarihsel bir kavramdır. Osmanlı sultanlarının da mektuplarında kullandığı bir kavramdır. Şu anda zaten cumhuriyet var. Sıra geldi cumhuriyetin demokrasiyle donatılmasına. Türkiye’nin her alanda demokratikleşme sorunu var. Bu sorunların mutlaka çözümü gerekiyor. Kürt sorunu da demokratik şekilde Türkiye demokratikleştirilerek çözülmelidir.”

-“YOL HARİTASI BİRLEŞTİRİCİ”-

Öcalan, hazırladığı yol haritasının sadece Kürtler için değil, Türkiye ve Ortadoğu’nun da demokratikleşmesi için önemli olduğunu ifade ederek “Yol haritası demokratiktir, birleştiricidir, bütünleyicidir. MHP’nin söylediği ayrıştırıcı söylemi kesinlikle doğru değil. Tam aksine yol haritası bütünleştiricidir, Türkiye halklarına, Türkiye’ye, Türkiye demokrasisine hizmettir. Hatta İçişleri Bakanı Türkiye modeli diyor, işte yol haritası, çözüm için Türkiye modeli budur. Ben yol haritasını 160 sayfa olarak hazırladım. 600 sayfa da savunmanın ‘Ortadoğu Kültürünü Demokratikleştirmek’ kısmını yazdım. Toplam 760 sayfa. Hepsini Cezaevi idaresine teslim ettim. Benim buradaki tutumum, onurlu bir yaşam sürdürmeye çalışmaktır, halkların yararına olan gerçekleri dile getirmektir, kimse beni gerçekleri dile getirmekten vazgeçirtemez. Ben netim. Bu net durumumu da sürdüreceğim.”
aktifhaber

Latif Abi De ABD Projesi Dedi
29 Ağustos 2009 12:08

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener de Kürt açılımı için ABD projesi dedi...

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, partisinin Maltepe'de gerçekleştirdiği 'İstanbul İftar Buluşması'nda hükümetin demokratik açılım çalışmalarını eleştirdi.

Yaklaşık bin kişinin katıldığı iftar yemeğinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şener, açılım konusunda hükümeti samimiyetsizlikle suçladı: "Konu hassas, samimiyet ister. Ağıza alınmayacak ve devlet adımına yakışmayacak küfürler samimiyetsizliğin göstergesidir. Konu Türkiye'nin gündemine dışarıdan aktarıldı. Zamanlamaya baktığımızda bu açılım, ABD'nin Irak'tan çekilmesiyle paralel bir döneme rastlamıştır. Konunun dışarıdan Türkiye'ye empoze edildiği izlenimini vermiştir."

Türkiye Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından Maltepe Wonderland Restaurant'ta gerçekleştirilen iftar yemeğine Genel Başkan Abdüllatif Şener, Genel Başkan Yardımcıları Abdülkadir Sarı, Mustafa Öztürk, İl Başkanı Mehmet Yazar, Maltepe Belediye Başkanı Mustafa Zengin ile çok sayıda partili katıldı. İftar yemeğinin ardından Abdüllatif Şener, gazetecilerin demokratik açılımla ilgili sorularını yanıtladı.

Hükümetin çalışmalarının samimiyetten uzak bulduğunu belirten Şener, "Konu hassas, samimiyet ister. Ağıza alınmayacak ve devlet adamına yakışmayacak küfürler samimiyetsizliğin göstergesidir. Siyaset soğuk savaş dönemi gibi işliyor, üzerinde ne bulursa kavga etmeye çalışıyorlar. Uzlaşmadan, birlikten beraberlikten uzak bir süreçte siyasi partiler arasında görülen en büyük kavgaların ortaya çıkmış olması samimiyetten ne derece uzak bir süreç yaşandığını gösteriyor. Karşılıklı hakaretler, karşılıklı rencide edici sözler bu bir aylık süreç içerisinde tüm vatandaşlarımızın televizyondan izlediği, gazetelerde okuduğu bir gerçek olmuştur. Bu mantık biçimiyle böyle bir süreç idare edilemez" dedi.

Türkiye'nin, kendi gündemini kendisinin belirlemesi gerektiğini ifade eden Şener, "Bu süreci idare edenlerin kulaklarının dışarıda değil, içeride olması lazım. Vatandaş ne diyor, bu ülkenin kurumları ne söylüyor, siyasi partiler arasında işbirliği nasıl sağlanır? Hükümetin bunu araştırması, bulması gerekirken konu gündeme dışarıdan düşüyor. Dış yönlendirmelerle ve dış taleplerle mesafe alınıyorsa bu da büyük bir sorun demektir. Bu endişelerin, hayal kırıklıklarının artmasını istemiyoruz. Ülkemizde her şeyin güzel olmasını istiyoruz. Bu dönemde tüm siyasi partilere önemli görevler düşüyor. Herkes hırsını bir kenara bırakıp ülke adına söyleyeceği güzel şeyler varsa onu söylemeli" diye konuştu.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın pazartesi günü yapacağı açıklamayla ilgili soru üzerine "Bir ayı aşkın süredir Türkiye'de büyük bir siyasi kavga yaşanıyor. Ancak konunun özüyle ilgili tek bir kelime söylenmedi. Açılım sürecini başlattığını ifade eden iktidar, konu ve konunun özüyle ilgili tek bir cümle söylememiştir. Ne garip bir ülkede yaşıyoruz, özüyle ilgili tek bir kelime duyamıyorsunuz. Ama bir aydır kavga ediliyor. Bunu her vatandaşın sorması ve sorgulaması gerekir. Bunlar pazartesi günü ne söyleyecek, ben de merakla bekliyorum. Ülke lehine bir şeyler söylerlerse destekleriz. Ülkemizi rahatsız edecek bir şey söylerlerse buna da karşı çıkarız" dedi.

"Kürt açılımında yabancı güçlerin etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?" şeklindeki soruya ise Şener, "Ben konunun Türkiye gündemine dışarıdan aktarıldığını düşünüyorum. Bunu ben değil birçok siyasi söylüyor. Açılım turlarının ilk başladığı günlerde bunu DTP sözcüleri ifade etmişlerdi, 'Dışarıdan Türkiye gündemine getirilmiştir bunu arzu etmezdik ama' demişlerdi. Daha sonra da gerek CHP gerek MHP kanadında olayın dış merkezler tarafından Türkiye gündemine düşürüldüğü şeklindeydi.

ABD'den de bu konuda doğrulanmayan birkaç açıklama geldi. Ama yalanlanıyor da olsa vurguyu artırmıştır bu açıklamalar. Bu yaşanan değerlendirmelerle birlikte zamanlamaya baktığımızda bu açılım, ABD'nin Irak'tan çekilmesiyle paralel bir döneme rastlamıştır. Konun dışarıdan Türkiye'ye empoze edildiği izlenimini vermiştir. Bunun böyle olup olmadığıyla ilgili herhangi bir belge aramaya gerek yok, bölgemizde olup biten dış hadiselere baktığımızda zamanlamanın dış taleplere uygun bir döneme rastladığını görürsünüz" şeklinde konuştu.
aktifhaber

Mehmetçik, Diyarbakır sokaklarında tempo tuttu
12:20 - Tüm Türkiye'de olduğu gibi Diyarbakır'da da 30 Ağustos Zafer Bayramı çoşkuyla kutlandı. Kutlamalara katılan askerler, birliğe dönerken, "Ne Mutlu Türküm Diyene", "Vatan Sana Canım Feda" şeklinde tempo tutatak yürüdü. Törene katılan DTP'li Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Ali Şimşek'in, İstiklal Marşı'nı okumaması dikkat çekti. Şimşek'in elini bir tek protokolde bulunan Vali Hüseyin Avni Mutlu sıktı. 30.08.2009 DİYARBAKIR netgazete

31 Ağustos 2009
Nuray MERT
nuraymert@hurriyet.com.tr
Daha açık konuşmak


“KÜRT meselesinde, bölünme dahil her şeyi açık açık konuşmaya bir yerden başlamazsak, hiç mesafe alamayız” dedim, vay sen misin diyen! “Büyük Türk demokratları” rahatsız oldular.


Oysa benim derdim, “Kürtler bölünme istiyor, onlar adına biz konuşalım, onları ‘bölücü’ ilan edip, işi kızıştıralım” değildi, olamazdı. Öyle olsaydı, onu da söylerdim, herkes gibi benim de bir sürü zaafım var ama bunlardan biri, Türk demokratları gibi ‘samimiyetsizlik’ değil.

MÜSAMERE

Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesinin, laiklik ve Kürt meselesi denilen iki fay hattından bel verdiğini ve sert bir kırılmadan kaçınmak için esnemesi gerektiğini düşünenlerdenim, bunu yüzlerce kez yazdım. Kırılmadan, tamir etmek mümkünse, bu yeni bir “toplumsal mutabakat” üzerinden olacak. Ama asıl mesele de bu. Yani yeni bir toplumsal mutabakata nasıl ulaşacağız?

Ben bu uzun ve çetin işin vazgeçilmez koşullarının başında ‘samimiyet’ ve işin zorluğunu teslim etmek olduğunu düşünüyorum. Üç beş entelektüelin kompozisyon ödevi yazması veya iki şehit annesi müsameresi ile bu iş hallolacak gibi olsaydı, bugüne gelinmezdi.

Kürtlerin siyasi taleplerini karşılamak yönünde adım atılacaksa, bunu destekleyen herkesin, kolayına kaçmadan bu talepleri ve bu yönde adımları kamuoyuna izah etmek için çaba göstermesi gerekiyor. İzahtan kastettiğim, soğuk, soyut ilkeleri dikte etmek değil. Mesela “Bir insan için anadilini, kültürünü yaşatmak ne demektir, insanlar neden bunu talep eder, bunu tutturur?” sorusuna insani boyutta cevap vermek, bunu kamuoyu ile paylaşmak için dil dökmek.

Türkiye’nin bir ucunda yaşayanın diğer ucunda yaşayanı, Kürtçe talebi dolayısı ile, “hain, bölücü” olarak “mimlemesi”nin önüne geçmek için, çok şey yapmak gerekiyor. Tabii, bu arada, Kürtleri anlamaya çalışırken, Türk kamuoyunun zihin ve duygu haritasını “faşizan” diye bir kalemde çizip atmanın da ne hakkaniyetle alakası var, ne de çözüme en ufak bir katkısı. Bunu da görmek lazım diye düşünüyorum.

Bakın Kürtler, insani, samimi bir zemin yakalamak için, Milli Mücadele ortaklaşmasına gönderme yapıyor. Ben “iki kurucu unsur” tezlerini derde derman bulmuyorum, ama muğlak bir demokratikleşme söyleminden daha sahici bir zemin arayışı olarak görüyorum.

Silahlı siyasi mücadeleye sempati besleyen biri değilim, ama eline silah alıp dağa çıkanın sadece ekonomik nedenler veya kandırılma yüzünden canını tehlikeye atmadığını, onur mücadelesi olarak gördüğü bir şeyin peşinden gittiğini görebiliyorum. O nedenle, silahsızlanmanın sağlanmasının sanıldığından zor olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan, Kürtlerin de silahlı mücadelenin nihayetinde sert kırılmadan başka bir sonuç vermeyeceğini görmelerini umuyorum.

Ancak yılların karşılıklı güvensizliğini ortadan kaldırmak için, kısa vadede hiçbir şey yeterli olmayacak. Türkler demokratlaşma çerçevesinde yapılanları “teslim olmak”, Kürtler “kandırmaca, oyalama” olarak görmeye devam edecek.

İDRAK EDELİM

Hep söylüyorum, ‘geç olsun, güç olmasın’, oturup her şeyi konuşalım, konuşturmak istemeyenlere hep birlikte direnelim, ama şu güvensizlik, şu samimiyetsizlik, şu karnından konuşma işine artık bir son verelim. Yoksa hep birlikte çok karanlık bir tünele gireceğiz, bunu hep birlikte idrak edelim.

Kuzey Irak’taki enerji yollarının güvenliği konusu ne kadar önemli olursa olsun, patronlar ne derse desin, aslolan bizim barışımız. Hafife almayalım, bunu sağlayamazsak, ortada ne enerji yolu kalır, ne yaşama enerjimiz.

hürriyet

SON HABERLER

"SÜREÇ TIKANIRSA KÜRTLER AYRILMAYI TARTIŞIR"

1 Eylül 2009
DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, demokratik açılım sürecinin tıkanması halinde Kürtlerin ayrılmayı bile tartışmaya başlayabileceğini söyledi
Tuğluk, "Kürtler haklarının güvence altına alınmasını istiyor. PKK sadece silahlı bir örgüt olarak değerlendirilmemeli. PKK'nın kitle gücü var. Akıllı devlet, Öcalan'ı sürece katar" dedi.

DTP'nin Diyarbakır'da bugün düzenleyeceği miting öncesinde dün gece 'Barış Çadırı'nın kurulduğu Sümerpak'ta gazetecilerle sohbet eden DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın Kürt açılımıyla ilgili açıklamalarını değerlendirdi. Atalay'ın açıklamalarının Kürt sorununu çözecek adımlar içermediğini belirten Aysel Tuğluk, şunları söyledi:


"Güven sorunundaki kaygılar biraz daha arttı. DTP olarak bu sürecin içerisinde olmayız. PKK'yı silahsızlandırmak ancak çözümle birlikte ve kendiliğinden gelişir. PKK'yı sürecin başında silahsızlandırmayı isterseniz, süreci tıkarsınız. AKP bu konuda güven tazelemeli. Örneğin İmralı'da Öcalan'ın dışarıdakilerle görüşmesinin önünün açılması, tutuklanan 300 DTP'linin serbest bırakılması süreci kolaylaştıracaktır. Teslimiyet dayatması veya pozisyonuna sokulmasını, Kürtler kabul etmeyecektir. Oyun var, çözüm yok. Ancak sürecin ilerlemesi içinde çaba sarfedeceğiz. Bir süre sonra ise bu süreci değerlendirmek zorunda kalabiliriz. Tartışıp, çekilebiliriz de ve gidip halka anlatırız. Bir daha çatışma süreci başlarsa Türkiye'ye yazık olur. Umutlar kırılırsa ne olacak? 'Biz çözüm istiyorduk, ancak bunlar istemiyorlar' noktasına getirilmesine de izin vermeyeceğiz. Bu sürecin işlemesi için çabalarımız devam edecek. Oysa ölümleri durdurabilirdik. Anayasal değişiklik zorunludur denilmeliydi. Bu nedenle hayal kırıklığı yarattığı kesindir. Kürtler haklarının güvence altına alınmasını istiyor. Bu kadar basit değil. Geçmişe göre bir açılımdır. 'Buna engel olanlar var' demeleri tutmaz."


DTP ÜZERİNDEN BU SORUN ÇÖZÜLEMEZ


Sorunun çözümü konusunda muhatap meselesinde cesur adımlar atılması gerektiğine öne süren Tuğluk, şöyle dedi:

"Muhatap meselesinde cesur adımlar atılmalı. Öcalan ve PKK dolaylı olarak çözümün bir parçası haline getirilmeli. Komplekse girmeye gerek yok. Siz PKK ve Öcalan'ı muhatap almazsanız, DTP'nin misyonu buna yetmez. DTP üzerinden sorun götürülemez, çözülemez. DTP önemi bir aktör olabilir ve bir yere kadar getirebilir. Ancak Öcalan ve PKK çözümün parçası haline getirilmeli. Biz, çözümün güçlenmesi için rol oynayabiliriz. DTP'nin gücü bir yere kadar. PKK, sadece silahlı bir güç olarak değerlendirilmemeli. Kitle gücü vardır. Akıllı devlet Öcalan'ı sürece katar"


SÜREÇ TIKANIRSA KÜRTLER AYRILMAYI TARTIŞIR


Tuğluk, Türkiye'nin üniter yapısı, bayrağı ve diliyle bir sorunlarının olmadığını söyledi. Tuğluk, "Bunlarla birlikte bu halkın, halk olmasına saygı istiyoruz. Evrensel ilkeler çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını istiyoruz. Genelkurmay ile İçişleri Bakanı'nın açıklamasında bir parelellik var. Etnik tanımlanmadan arındırılmış bir vatandaşlık tanımlaması, ana dilde eğitim. Dilin gelişiminin önü açılmalı. Bu süreç tıkanırsa ayrılmaya kadar tartışılabilir. Bu bir öngörü olarak söylüyorum" dedi.

Hürriyet

Aşiret lideri: "Bu iş Apo ile 5 dakika içinde çözülür'
12:10 - Hakkari ve Şırnak'ın önde gelen ve geneli korucu olan Jirki Aşireti'nin lideri olan Mehmet Adıyaman, hükümet tarafından sürdürülen 'Kürt Açılımı'nı desteklediklerini belirtti. Adıyaman, CHP Genel Başkanı Baykal ve MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye sert tepki göstererek, "Bu iş Apo ile 5 dakika içinde çözülür' dedi. Adıyaman, Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal'ı da çok sert bir dille eleştirerek, "Tayyip Erdoğan'ı kıskandıkları için barışa karşı çıkıyorlar. Bunlar ancak Meclis'te lak lak yapmasını bilirler, çoban bile olamazlar" dedi. 01.09.2009 HAKKARİ netgazete

Başdüşman: 'Ulus-devlet'!
NURAY MERT
01/09/2009

Sadece Kürt meselesini tartışırken değil, epeyce zamandır, demokratikleşmeyi konuşurken dönüp dolaşıp ulus-devleti tartışıyoruz. Yakın tarihimizle hesaplaşmamıza ilişkin tartışmalar da ulus-devlet tartışmasının bir parçası.
Tartışalım, çünkü bu tartışmalar sıradan zihin cimnastikleri hükmünde tartışmalar değil, siyasal-toplumsal darboğazlardan çıkmak için yol gösterici olacaklar veya olmalılar. Yoksa, bir derde derman olmayacaksa, yakın tarihe öyle baksak ne olur, ulus-devleti böyle tarif etsek ne olur?
Demokratikleşme maceramızın yolunun yakın tarihimizin sorgulanmasından ve bazı siyasal kavramların yeniden değerlendirilmesinden geçtiği kesin. Neden? Çünkü, ulus-devletler kuruluş süreçlerinde, modern ve seküler çerçevede ortak bir zemin yaratmak adına, toplumları alabildiğine türdeşleştirmeye çalışırlar. Resmi ideolojileri, vatandaşlık tanımları, eğitim ve kültür politikaları bu hedefe kilitlendiği için, kültürel çeşitlilikleri, dinsel mensubiyetleri ya toptan ya kısmen görmezden gelirler.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş macerası da budur.
Türkiye örneğinde, uluslaşma sürecinin baskıladığı, dini mensubiyet ve Kürt kimliği, zaman içinde,
ulus-devletin dar çerçevesini zorlamaya başladı, siyasal ifade, toplumsal karşılık buldu, bu noktaya gelindi.
Şimdi diyoruz ki, bu gerilim hatlarının mevcut yapıyı kırılmaya sürüklemesi durumunda, toplum olarak büyük maliyet öderiz, o halde bu işi uhuletle ve suhuletle, uzlaşmalar üzerinden halledelim. Demokratikleşme denilen budur ve bu nedenle zaruridir.
İnsanlık tarihinde de, bizim yakın geçmişimizde de, düşürülemeyen gerilimlerin, sert kırılmaların acı sonuçları yeterince tecrübe edildi. Tarihi mazoşizmin, acı tiryakiliğinin lüzumu yok. Buna aklımızı
yatırırsak, demokratikleşmeyi, ‘kırılmadan esneme macerası’ olarak içimize sindirebiliriz.
Diğer taraftan, demokratikleşmenin de, ‘bir esneme macerası’ olarak sınırları vardır. Bu sınırlar, toplumların genleşme derecesiyle belirlenir.
Demokrasi söylemleri, bir toplumun genleşme derecesini artırmaya yaradığı ölçüde, siyasal
süreçleri olumlu manada etkiler. Aksi takdirde, ya lafı güzaf olarak kalır, ya da daha kötüsü, genleşme derecesini düşürmeye neden olabilir.
Ben, demokratikleşme adına yapılan ‘ulus-devlet’ tartışmalarının, ikinci türden tesirinin ciddi
ölçüye vardığını düşünüyorum. Bunun en önemli nedenlerinden biri, resmi ideolojinin hegemonyası ve direnci ise, diğeri de, ulus-devlet eleştirilerinin ikna edici olmaktan uzaklaşması.
Tüm toplumsal-siyasal sorunların baş sorumlusunu ulus-devlet ilan edip, başınız ağrısa ulus-devletten bilir hale gelirseniz ikna ediciliğiniz azalır, tepkisel söylemlerin etki alanı genişler. Türkiye’de halihazırda ulus-devlet tartışmalarının geldiği nokta budur.
Ulus-devlet eleştirileri mevcut ezberleri bozmak ve ulus-devlet adına yaygın kabul gören katı, ayrımcı tutumlarla mücadele etmekten yola çıkıyordu, bu açıdan önemliydi, anlamlıydı. Ancak gelinen noktada, bu söylem kendini ulus-devlet çerçevesinde tarif eden sıradan insanın dünyasını başına yıkmaktan adeta zevk alan, zalim bir üslup ve içerik kazandı.
Hiçbir toplum, ‘Dedelerimiz Ermenileri kesmiş, Kürtleri ezmiş, zaten Milli Mücadele’de öyle abartılılacak şey değilmiş şişirilmiş, aslında berbat bir milletiz, belki tüm dünyadan özür dilersek adam oluruz’ gibi bir söylemin sabah akşam başına kakılması ile sağaltılmaz. Bu bir!
İkincisi, ulus-devlet sorgulaması, ‘Olmadı, baştan yapalım’ hafif akıllılığı ile yapılacak iş değildir. O nedenle, ‘Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemez maddeler de değiştirilir, nitekim bir gün değişecek’
gibi aptalca bir çıta yükseltmeye gerek yok.
Tabii ki, hiçbir devlet, Anayasa veya maddesi ne ezeli, ne ebedi değil. Mesele şu ki, bir siyasi sistemin çatısını toptan değiştirmeye demokratikleşme veya reform denmiyor. Onun adı ‘devrim’.
Derdimiz, öyle ciddi ve maliyetli bir kopuş yerine, esnek bir devamlılığı sağlamak. Yoksa, işimiz o denli büyük bir kopuşa kaldıysa, vay geldi halimize!
Son olarak, modası geçtiği için kimse ulus-devletin tarihsel süreç içindeki önemini teslim etmek istemiyor ama, ulus-devlet geleneksel toplumların olumlu manada çözülüşünü sağlayan süreçtir. Ve, Afganistan ve Irak örneklerinde olduğu gibi, bu süreçten geri vites takıp, daha baskıcı toplumlara dönüş riski mevcuttur.
O nedenle, tekil, dışlayıcı, otoriter çerçeveden sıyrılmayı başardığı sürece, açıkcası ben ulus-devlet modelinin halen önemini koruduğunu düşünüyorum.
Radikal

Barışa Evet mitinginde Öcalan posterleri açtılar

17:55 - DTP Van İl Başkanlığı tarafından tertip edilen 'Onurlu Bir Barışa Evet Mitingi', ellerinde terör örgütünün sözde bayrağı olan bez parçaları ile Abdullah Öcalan'ın posterlerini açan kalabalık, sık sık 'Barış hemen şimdi' sloganları attılar. Polis ekiplerinin yoğun güvenlik önlemleri aldığı mitingde DTP Van İl Örgütü de her hangi bir olay çıkmaması için personel görevlendirdi. Miting öncesinde kalabalık Türkçe ve Kürtçe anons yapılarak uyarıldı. Uyarıda, "Polise taş atanlar, gerginlik çıkaranlar bilin ki bizden değildir. Bunlara dikkat edin" denildi. 03.09.2009 VAN netgazete

M.Ali Kışlalı/Radikal
Hedefte Anayasa

İster ‘Demokrasi Açılımı’, ister ‘Kürt Açılımı’ adı altında olsun, açılımcıların hedefinde galiba;
12 Eylül 1980’den sonra oluşturulmuş ‘Kurucu Meclis’ tarafından hazırlanan, sonra halkoyuna sunulup yüzde 100’e yakın oyla onaylanan Anayasa var. Şimdiye kadar, TBMM’de
gerekli çoğunluk sağlandığında, çok değişikliğe uğradı. Ama girişindeki ‘Değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ kaydı bulunan maddeleri dolayısıyla rejimin temellerine dokunulamadı. Anayasa Mahkemesi yapılan değişiklik önerilerinin bu maddelerin ruhuna uygun olması gereğini de kabul etti. Şimdi Anayasa’yı ve dolayısıyla rejimi temelinden değiştirmek olası değil. Oysa etnik esaslara göre yeni bir düzen düşleyenler şimdi ne yapıp yapıp istedikleri
değişikliğin yapılmasını sağlamak istiyorlar.
Mücadele ‘Demokrasi’ adına yapılıyor.
AKP iktidarının, bu kendisi için büyük baş ağrısına sebep olacak yola nasıl girdiğini saptamak kolay değil. İki olasılık var; biri telkinin ABD‘de hazırlanan iki rapor kaynaklı olması. Diğeri ise Başbakan’ın kimi danışmanından gelmesi.
Kaynak ne olursa olsun AKP’nin bu yönde atmış olduğu adımın hem kendilerinin hem de ülkenin başına ne gibi sorunlar açacağı kuşkusu gerçek.
Bu aşamada yapılan çalışmaların ülke çapında yarattığı kaygı bile sanıyorum AKP lider kadrosunun tehlikeyi algılamasına yardımcı oldu.
Şimdi, hedeflerine varmaları için öncelikle ve mutlaka Anayasa’nın girişteki maddelerinden kurtulmak isteyen, bunu da ana hukuk kuralları yolundan ziyade uzmanı olduklarını sandıkları ‘laf ebeliği’ ile yapmaya çalışanların yanıtlamaları gereken bir husus var. O da, yeni anayasa yapıp şikâyetçi oldukları maddeleri oraya koymamayı nasıl sağlayacaklar?
1982 Anayasası’nın bir Kurucu Meclis tarafından yapıldığını ve halkoyu ile kabul edildiğini biliyoruz. Şimdi aynı şeyi yapmaya kimsenin gücünün yeteceğini de sanmıyoruz. O zaman, etnik siyasi haklar içeren değişikliklere TBMM’de büyük çoğunluğun karşı çıkacağı da açık bir gerçek.
O halde şimdi farklı niyetlerle ‘açılım’ girişimini destekleyenlerin başka hangi çarelere başvurabileceklerini irdelemek gerekecek.
Yürürlükteki Anayasa’ya geniş ve etkili bir çevre, TBMM içinden ve dışından kolayca sahip çıkabiliyor. Bunu son günlerde çeşitli vesilelerle Türk Silahlı Kuvvetleri açıkça vurguladı. Daha önce de, 22 Temmuz seçimlerinden sonra, MHP-AKP işbirliği ile yapılan girişimlerin nasıl Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildiğini hatırlıyoruz.
Bu ortamda siyasi iktidar, hatalı adımlarından nasıl döneceğini aramalı. Galiba bunun için de isteğin kendisinden değil, ülkenin çeşitli, resmi olmayan sivil demokratik çevrelerinden geldiğini göstermeye çalışıyor.
Bunda başarılı olamayacağını yakında göreceğiz. Çünkü günün koşulları içinde, her geçen gün TSK’nın Anayasa’nın temel prensiplerini, sarsılmaz kararlılıkla gösteriyor. Bunu yaparken geniş kitlelerin de nabzının tutulduğuna kuşku yok.
Askerin, her fırsat bulduğunda savunduğu Cumhuriyet’in Anayasa’da yazılı temel prensiplerini vatandaş çoğunluğunun özümsemediği söylenebilir mi?
Bu gerçeği başta AKP taraftarları olmak üzere CHP ve MHP’lilerin de paylaşmamaları olası mıdır?
İçinde bulunduğumuz duruma bakarken çok bilinen bir öyküyü hatırlıyorum; denize düşmüş, boğulmak üzere olan birini atlayan ve kurtaran kişi sudan çıktığında etrafındakilere; ”Beni kim denize itti?” diye sorar.
Kanımca, öncelikle AKP iktidarı kendisini bu ‘açılım’ işine kimin özendirdiğini saptamalı, özendiricinin gerçek niyetlerini iyi irdelemeye çalışmalıdır. Çünkü genel durum, kaygı verici bir hızla gerginleşmekte, şimdiye kadar beklenti içine girmemiş olan kimi çevreler giderek tehlike artırıcı işaretler vermektedirler. Bu da, korkarım yok edeceği sanılan mevcut şiddetin artmasına sebep olabilecektir.

AKP'li Vekil: Akrabalarım Yakıldı
04 Eylül 2009 13:37

İftar yemeğinde Kürt açılımını değerlendiren AKP Hakkari Milletvekili Abdulmuttalip Özbek, birçok akrabasının asit kuyularında yakıldığını söyledi...


AKP Hakkari Milletvekili Abdulmuttalip Özbek, Hakkari’de verilen iftar yemeğinde yaptığı konuşmada, birçok akrabasının Silopi’de asit kuyularında yakıldığını söyledi.

Herkesin elini taşın altına koymasını isteyen Özbek, “Birbirimizi affedebilmeliyiz” şeklinde konuştu.

Aknews sitesine göre, Hakkari Ticaret ve Sanayi Odası (HTSO) Başkanı Ahmet Şen'in Perşembe akşamı verdiği iftar yemeğinde bir konuşma yapan Abdulmuttalip Özbek “Benim dağdaki çocuğum da bu memleketin çocuğu, Avrupa ve başka bir memleketin çocuğu değil” dedi. Özbek şunları söyledi:
“Benim dağdaki çocuğum da bu memleketin çocuğu, Avrupa ve başka bir memleketin çocuğu değil. Benim dağda şehit olan askerimin de tabutu ailesine geliyor. Burada herkes elini taşın altına koymalı ve bütün iyi niyetini sarf etmelidir.”

-“11 DEFA ÇATIŞMA GÖRDÜM”

Bölgede yaşanan çatışmalı ortamdan en büyük zararı gören ailelerden biri olduklarını kaydeden Özbek, şöyle devam etti:
”11 defa çatışma gördüm. Öz yeğenim kollarımda can verdi. Bir sürü daha tanıdık bu uğurda can verdi. Bir sürü akrabam Silopi'de asit koyularında yakıldı. Ama bakınız bir konuda bir birimizi affedebilmeliyiz. Bütün yaşadıklarıma rağmen, ben herkesi affediyorum. Diğerleri de beni affetsin. Güzel bir Türkiye için silaha, çatışmaya verdiğimiz paraları, çocuklarımızın eğitimine, sağlığına ve geleceğine harcayalım.”
aktifhaber

Türkiye'deki Kürt Nüfusu Ne Kadar?
06 Eylül 2009 13:12

Sizce Türkiye’deki Kürt nüfusu ne kadar? İşte Türkiye'de Kürt nüfusu ve gerçekler...


Hasan Celal Güzel - Radikal

Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, üzerinde bol bol tartışılan ve spekülasyonlar yapılan Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında bildiklerimi tekrar aktarmaya çalışacağım.

Evvelâ, şu noktanın altını çizmeliyim ki, Türk-Kürt ayrımına tamamen karşıyım. Türkiye’de yaşayan her vatandaşın eşit olduğunu düşünüyorum. Altkimlikleri nasıl ifade edilirse edilsin, Kürtler Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçası ve bizim öz kardeşlerimizdir. Onlardan bahsederken ‘biz-onlar’ ayrımını yapmak bile beni rahatsız ediyor.
Lâkin, Türkiye’de ayrılıkçı-ırkçı-Kürtçülerin nasıl ayrımcılık yaptıklarını ve bazı dış mihraklar tarafından da nasıl desteklendiklerini hepimiz biliyoruz.

Atmasyonun böylesi görülmemiştir
Efendim, Kürtçülerin, tamamen ayrılıkçı emellerle Türkiye’deki Kürt nüfusunu yüksek gösterme gayretleri
bazen ‘açık arttırma’ ya dönüştürülmektedir. Meşhedi Cafer’e rahmet okutturacak şekilde rakamlar savuranlar, iddialarını toplam nüfusun yüzde 15’inden başlatarak yüzde 20, yüzde 25, hatta üçte birine kadar yükseltmektedirler. Ancak, mübalağalı, siyasî ve ideolojik varsayımlı bu iddiaların hiçbirinin bilimsel, hatta mantıklı bir kaynağa dayanmadığı görülmektedir.

Bir haftalık dergide de yer alan Mehrdad İzady’nin tahminlerine(!) göre, 2050 yılında Türkiye’deki Kürt nüfusu, Türk nüfusunu geçecekmiş. Meşhedi Cafer’in ahfadından(!) geldiğini sandığımız İranlı Kürtçü İzady, 1991 Kasımı’nda Newyork’ta Kürt Enstitüsü’nde yapılan bir konferansta, Türkiye’deki Kürt nüfusunun 2020 yılında 34 milyona ve 2050 yılında 49 milyona çıkacağını iddia etmişti. İzady, Prof. Justin McCarthy’nin, görüşlerinin hangi bilimsel verilere dayandırıldığına dair sorusuna ise ‘İstatistiklere değil, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi’nin Körfez Savaşı sırasında telâffuz ettiği bazı rakamlara, geçen yüzyılda atla dolaşıp tahminlerde bulunan seyyahlara ve siyasî beyanlara’ dayandırıldığını söylemişti.

Time dergisi 18 Mart 1991 tarihli sayısında, Türkiye’de 8 milyon Kürt olduğunu yazmış; ancak iki hafta sonraki 1 Nisan 1991 tarihli sayısında -bu rakamı az bulmuş olacak ki- Türkiye’deki Kürt nüfusu sayısını bir anda ikiye katlayarak 14,5 milyona çıkarmıştır (Mustafa Akyol).

Aynı yılın Mart ayında Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan, ‘Türkiye’de 25 milyon Kürt var’ diye açıklama yapmıştır. Talabanî, 1991 Martı’nda Der Spiegel’e yaptığı açıklamada, ‘Topraklarında 9 milyondan fazla Kürdün yaşadığı Türkiye...’ şeklinde beyanda bulunmuşken; Kemal Burkay, aynı yılın Aralık ayındaki basın açıklamasında Türkiye’de 15 milyon Kürt olduğunu iddia etmiştir.

Gene, 24 Aralık 1994 tarihinde yayınlanan aynı TV programında Kürtçü milletvekili Muzaffer Demir Kürt nüfusunu 15 milyon, Mahmut Alınak ise 20 milyon olarak ileri sürmüşlerdir.

Bütün bunlar, aynı dönem itibariyle Kürtçülerin kendi aralarında bile nasıl çelişkiye düştüklerini ve Türkiye’deki Kürt sayısı hakkında hiç bir bilimsel dayanağı olmayan rakamlar verdiklerini göstermektedir.

Gerçek rakam nedir?

Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında en gerçekçi ve bilimsel veriler Devlet İstatistik Enstitüsü‘nün(Şimdi TÜİK ) 1965 nüfus sayımlarıdır. Buna göre, 31.391.421 olan Türkiye Nüfusu’nun 2.219.502’si ana dili olarak Kürtçe’yi beyan etmiştir. Bu sayı, toplam nüfusun yüzde 7,07’sine tekabül etmektedir. Bu tarihten sonraki nüfus sayımlarında nüfusun ana dile göre dağılımı yapılmamıştır.

Günümüzde Kürt nüfusu oranının artmış olduğunu savunanlar, Kürtlerin diğer etnikaltı gruplara göre daha fazla doğurgan olduklarını ve Türkiye ortalamasının üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulunduklarını ileri sürmektedirler. Doğurganlık konusunda elimizdeki tek veri ise, gene İstatistik Kurumu’nca yapılan bir çalışmadır.
Buna göre, Türkiye genelinde doğurganlık oranı yüzde 2,23 iken, Doğu ve Güneydoğu’da bu oran yüzde 3,65’e yükselmektedir. Buna karşılık, göç eden Kürtlerin yeni yerleşimlerinde diğer etnikaltı gruplara benzeşerek şehirleşme sonucunda nüfus artış hızı bakımından Türkiye ortalamasına yaklaştığı görülmektedir.
Diğer taraftan, anılan bölgelerde bebek ölüm oranlarının yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük olması ise nüfus artışında ters etkenlerdir. Ayrıca, bu bölgelerde nüfusun önemli bir kısmı da Türk ve Arap’tır.

Kürt nüfusu hakkında, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Başkanı Prof. Aykut Toros ve ekibi, genel nüfus sayımlarını esas olarak yaptıkları projeksiyonlarda, 1992 yılında ana dili Kürtçe olanların oranını yüzde 6,2 olarak tesbit etmişlerdir.

Türkiye’nin etnik yapısı konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaları bilimsel şekilde değerlendiren Ali Tayyar Önder ise 2006 yılı itibariyle 74 milyonluk varsayılan Türkiye nüfusu içerisinde Kürt sayısını 5 milyon (yüzde 6,76), Zaza sayısını 800 bin (yüzde 1,08) olarak tesbit etmiştir. Buna göre -Zazalar Kürt olmadıkları halde- Kürt ve Zaza nüfusunun toplam içindeki oranı yüzde 7,84 olarak bulunmaktadır.

Gazi Üniversitesi’nden Prof. Mehmet Şahingöz’ün, P.A. Andrews’in merkezi ABD’de bulunan ‘Ethnologue Data from Languages of the World’ adlı kuruluşta hazırladığı çalışmasında Kürt nüfusunun oranı yüzde 8,36 olarak tesbit edilmiştir. Bu konuda, bugüne kadar bulunan akademik temelli en yüksek oran, Andrews’in ‘Türkiye’de Etnik Dağılım’ başlıklı raporunda 2001 yılı içinde toplam etnik nüfus yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir.

Ayrıca, Eylül 2005’te ‘AB Eurobarometer Anketi’nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin oranı yüzde 93 olarak bulunmuş ve Kürtleri de içine alan geri kalan nüfusun yüzde 7’yi geçmediği görülmüştür.

Kürt nüfusunun hesaplanmasında Kürtçü siyasî partilerin aldıkları oylar da bir gösterge sayılabilir. Her ne kadar Kürt nüfusunun tamamının bu siyasî partilere oy vermedikleri bilinse de, seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, Kürt nüfusunun Kürtçülerin mübalağalarına uygun miktarda olmadığını göstermektedir. Nitekim, 1995 Aralık Genel Seçimleri’nde HADEP, PKK’nın tehdit ve baskılarına karşılık -Kürtçüler dışındaki sol oyların da eklenmesiyle- ancak yüzde 4,17 oranında oy alabilmiş; gene 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde de DEHAP’ın yüzde 6
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Eyl 12, 2009 9:29 pm    Mesaj konusu: Öcalan'dan Erdoğan'a Uyarı Alıntıyla Cevap Gönder

Kürt Açılımı - I-
Yılmaz Dikbaş -
www.acikistihbarat.com
12.09.2009

8 Ağustos 2009 Cumartesi akşamı saat 21.00’de, uydudan yayın yapan AKDENİZ TV’nin ‘Son Nokta’ programına konuk oldum. Yaklaşık bir buçuk saat süren, Ali Tongülüs’ün sunduğu söyleşide, gündemin en önemli konusu ‘Kürt Açılımı’ ile ilgili, belgelere dayalı görüşlerimi anlattım.

İşte şimdi, o söyleşide anlattıklarımın en çarpıcı bölümlerini yazıya döküyorum.

‘Kürt Açılımı’ ne demek?

ABD ve AB’nin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bir Kürdistan devleti kurma plan ve projesine, Türkiye’yi yöneten sivil-asker yöneticiler ‘Kürt Açılımı’ dediler. Bu tanım ulusalcılardan çok büyük tepki görünce de, yarım adım geri attılar ve girişimi ‘Demokratik Açılım’ diye adlandırdılar.

Türkiye’de Kürt kökenli T.C. vatandaşları vardır ama Türkiye’nin bir ‘Kürt Sorunu’ yoktur. Türkiye’nin temel sorunu, sivil-asker yöneticilerinin ABD boyunduruğunu ve AB Mandacılığını kabullenip, bu emperyalist odakların ülkemizi ve ulusumuzu bölüp parçalama planına boyun eğmesidir.


PKK Kürt Halkının Temsilcisi mi?

Yirmi beş yılı aşkın bir süredir terörist eylemlerde bulunan PKK, hiçbir zaman Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olamamıştır.

PKK terör örgütünün siyasi kanadı olarak seçimlere giren ve bugün TBMM’de 21 milletvekili bulunan Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin de Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olmadığını görmek için 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri sonuçlarına bakmamız yeterli olacaktır:

Partiler Oy Oranı Oy Sayısı


AKP %38.78 15.490.799

CHP %23.12 9.237.494

MHP %16.04 6.408.399

DTP % 5.68 2.269.482

Yerel seçimlerde oy kullanırken, Kürt kökenli yurttaşlarımızın ekonomik koşulları dikkate almayacağı, kimliklerini ön plana çıkarıp sadece etnik köken bağlamında oy kullanacağı iddia edilmiş ve ortaya yukarıdaki tablo çıkmıştır.

Eğer Kürt kökenli seçmenlerin partisinin DTP ve onun da yönlendiricisi PKK olduğu kabul edilecek olursa, Türkiye genelinde PKK-DTP’nin oy oranı sadece %5.68’dir.

Şimdi, PKK-DTP ve yandaşları, %5.68 oy oranıyla, Türkiye siyasetine yön verecek, Türkiye’nin toprak ve ulusal bütünlüğünü bozacak düzenlemeleri dikte ettirebilecek güçte olduklarını söylemektedirler!

Çok basit bir aritmetik sorusu:

%5.68 oranı, %94.32 oranından büyük müdür?

Basitleştirerek ve yuvarlayarak soralım:

6 sayısı 94 sayısından büyük müdür?

Peki, nasıl oluyor da Türkiye genelinde %5.68 oy oranına sahip olan taraf, %94.32 oy oranına sahip olan tarafa hükmetmeye çalışıyor?

Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir ülkede, yüzde 6 oranındaki bir azınlık, yüzde 94 oranındaki bir çoğunluğu boyunduruğu altına alamamıştır.

Şimdi istenilen şudur: Ezici bir çoğunluğa sahip olan kitle, küçük bir azınlığa sahip olan bir topluluğa imtiyaz haklar tanıyacak, kendi varlığını kendi kimliğini hiçe sayan kararları kabul edecek.

Ve bütün bunlar, demokrasi adına yapılacak!

Dünyada böyle bir demokrasinin örneği hiç olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.

PKK’nın Açılım Şartları:

Ortaokul ve lise tarih kitaplarında okuduk. İki devletin orduları savaşır. Ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda bir taraf yenilir ve barış masasına oturulur. Barış masasında yenen taraf, yenilen tarafa anlaşmanın şartlarını dayatır. Yenilgi ne kadar ağır olmuşsa, yenen tarafın dayattığı şartlar da o kadar ağır olur.

Şimdi, yirmi beş yılı aşkındır Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile çarpışan PKK terör örgütünün, ‘Kürt Açılımı’ adı altında dayattığı şartlara bakalım:

· TSK, çatışmaları koşulsuz olarak durduracak.

· PKK’nın dağdaki militanlarına genel af çıkarılacak. Dağdan inecek bu militanlara özgür yaşama, ekonomik rahatlık ve siyasete girme koşulları sağlanacak.

· Kürtçe, resmi dil olarak kabul edilecek.

· Kürtçe eğitim yapan ilköğretim, ortaöğretim okulları ve üniversiteler açılacak.

· Güneydoğu Anadolu bölgesine ekonomik özerklik tanınacak.

· Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki belde, köy,sokak, cadde, ilçe ve il isimleri Kürtçeye dönüştürülecek.

· Türkiye’de okullarda ‘Ant İçme’ törenleri kaldırılacak. Hiçbir yere ‘Ne Mutlu Türküm’ söylemi yazılmayacak, yazılmış olanlar hemen silinecek.

· PKK’nın terörist lideri, İmralı’dan salınacak ve T.C. Devleti ile yapılacak görüşmelerde muhatap kabul edilecek.


Bu şartlar, uzun süren bir savaşın sonunda yenen tarafın PKK, yenilen tarafın da Türk Silahlı Kuvvetler olduğunu göstermiyor mu?

Peki, gerçekten TSK yenildi mi?

TSK yenildi de Türk halkının haberi mi olmadı?

PKK-DTP Propagandacısı Gazeteciler

“Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan bir gerçekmiş gibi algılanır.”

Dr. Joseph Goebbels

Hitler’in Propaganda Bakanı

Medyada, PKK-DTP’nin açıktan açığa propagandasını yapan Taraf gazetesinden birkaç alıntı yapmak istiyorum.

Bu alıntıları okuduktan sonra, sakın ola Taraf gazetesinin yazarlarına alçak, namussuz, şerefsiz, onursuz, vatan haini gibi sıfatlar yapıştırmayınız! Böyle yaparsanız, asıl gerçeği gözden kaçırmış olursunuz.

Aşağıda yorumlarını okuyacağınız Taraf gazetesi yazarları, ‘görevli’ dirler. Hepsi bu kadar! Kendilerine verilmiş olan görevleri, Hitler’in Propaganda Bakanı Dr. Joseph Goebbels’in yöntemini uygulayarak yerine getireceklerdir. Yani, sürekli olarak yalan söyleyecekler, yalanlarını da Allah’ın her günü tekrarlayıp duracaklardır!

İşte, Taraf gazetesinin ‘görevli’ yazarlarının yaptığı PKK propagandasından örnekler.


Yasemin Çongar

“Kürt sorununda Başbakan mecbur kaldığı için birtakım adımlar atıyor.”

“Devlet, barışçı çözüm için Öcalan’ı muhatap alması gerektiğinin farkında”

“Çözüm, ‘resmen’ değil, ‘fiilen’ gerçekleşecek”

“Öcalan’ın bugün artık dağdan ziyade, şehirde etkili bir lider olduğuna inanıyorum.”

“Öcalan, devlet için ‘mecburi’ bir muhatap.”

(Taraf, 22.07.2009)


“Elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun, NATO, ABD ve AB işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınır mı?”

(Taraf, 28.01.2009)


“Hükümet, Kürt meselesini çözmek için yapılması gereken her şeyi, evet her şeyi, yapma cesaretini ve kararlılığını içinde barındıran bir çalışma başlattı ama, Kürt vatandaşlarımız henüz buna inanmıyorlar.”

“Kürtlerin bugüne kadar daha ziyade zalim yüzüyle tanıdıkları devlete güvenmeleri çok zor.”

“Devletin de değişmeye başladığı, değişmeye mecbur kaldığı…”

(Taraf, 04.08.2009)


“PKK, Kürt meselesinde çözüm arayışına giren devletin resmen olmasa da, fiilen muhatabıdır.”
“Kürt meselesinin asıl nedeni olan eşitsizlik ortadan kalkmadıkça, çözüm yetersiz kalmaya mahkûmdur.”

“Ancak hükümet çevresi, çıkış yolunun, tek maddeye odaklı bir değişim yerine, Anayasanın tümüyle değiştirilmesi olduğunu düşünüyor…”

(Taraf, 05.08.2009)


Ahmet Altan

“Bu sorun çözülecek.

Öcalan’ın bir ‘yol haritası’ açıklayacağını söylemesi, DTP’lilerin TÜSİAD’la görüşmesi, Kürt milletvekillerinin ılımlı konuşmaları, ‘iklimin’ rahatlamasında önemli roller oynuyor.”

Ahmet Altan, PKK terör örgütü karşıtlarının sonunu şöyle görüyor:

“Yavaş yavaş bir mizah konusuna dönüşecekler.”

“Bu toplum umutlu bir yolda ilerliyor.

Ergenekon türü örgütler temizleniyor.

Ordu, olması gereken çizgilerin içine çekiliyor.”

(Taraf,30.07.2009)


“Peki, hepimiz eşit miyiz?

Türklerle Kürtler eşit mi?

“Devletin resmi dili ne?

Türkçe.

Demek dilde eşit değiliz, ülkede yaşayan bir grubun dili, ‘devletin remi’ dili, diğer büyük grubun dili ‘resmi’ değil.

Ülkede eğitim hangi dilde yapılıyor?

Türkçe.

Kürtçe eğitim yapan okul var mı?

Yok.

Kürtçe eğitim yapan üniversite var mı?

Yok.

Demek eğitimde de eşit değiliz.”

“Demek, anayasaya göre de eşit değiliz.”

(Taraf, 05.08.2009)


“Siz, ona buna ‘hain’ diyenlere, ‘Ergenekon’un avukatlığına’ soyunanlara aldırmayın.

Onlar çoktan kaybettiler.

Hayat onları yendi geçti.”

(Taraf, 06.08.2009)


“PKK niye teslim olsun?

Bu örgüt yenilmedi ki.

Hâlâ parası, silahı ve en önemlisi halk arasında kuvvetli bir desteği var.

Halk arasında desteği sürdüğü sürece de PKK’yı yenemezsiniz.

Yirmi beş yıl süren savaş bir yirmi beş yıl daha sürer.”

“PKK ne kadar sıkışık durumdaysa, devlet de o kadar sıkışık durumda.”

“Doğrusunu söylemek gerekirse Kürt kanadı daha aklı başında duruyor.

Baykal ve Bahçeli gibi kışkırtıcı konuşan liderler pek çıkmıyor o kanattan.”

(Taraf, 07.08.2009)


Roni Margulies

Türkiye’nin bölünüp parçalanmasına karşı çıkanları şöyle tanımlıyor:

“Faşistlerin tepinmesi, ‘vatan elden gidiyor’ diye böğürmesi çok doğal.”

“Bizzat genelkurmay görevlileri sorunun silah zoruyla halledilemeyeceğini ilan ediyor. Radyolar açılıyor, köy isimlerinin tekrar Kürtçeleştirilmesi konuşuluyor. Yavaş yavaş, fazla zorlamadan, fazla keskin bir adım atmadan, Türkler alıştırılıyor.”

“Sayın Öcalan’ın açıklayacağı yol haritası tarifsiz bir heyecanla beklenmeye başlandı.”

“”Siyasi kararlılık olduğu çok açık. Her şey bunu gösteriyor. Belli ki, asıl kaygı, ‘Acaba Türk Milleti ne der?’ diye kaygı duyuluyor.”

“CHP, ‘Niye operasyon yapmıyorsunuz lan?’ diye tepiniyor.”

“Ve AKP kurmayları, CHP ve MHP’ye oy kaybetmekten korkuyor!

Böyle durumlarda, bu kurmayları karşıma alıp duvara dizmek geçiyor içimden. Tek tek sol elimle kravatlarından tutup sağ elimle iki tokat atmak ve bağırmak istiyorum…”

Kürt Açılımı Çalıştayı

1 Ağustos 2009 günü Ankara’da Polis Akademisi’nin ev sahipliğinde akademinin Anıttepe yerleşkesinde “Kürt Açılım Çalıştayı” yapıldı.

Basına kapalı yapılan çalıştaya, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan ile birlikte şu gazeteciler katıldılar.

1. Hasan Cemal (Milliyet)

2. Cengiz Çandar (Radikal)

3. Oral Çalışlar (Radikal)

4. Fehmi Koru (Yeni Şafak)

5. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan (Akşam-Bahçeşehir Üniv. Rekt.)

6. Okan Müderrisoğlu (Sabah)

7. Muharrem Sarıkaya (Haber Türk)

8. Mustafa Karaalioğlu (Star)

9. Nasuhi Güngör (Star)

10. Prof. Dr. Mithat Sancar (Taraf-Ankara Üniv. Hukuk Fak. Öğrt. Üy.)

11. Ruşen Çakır (Vatan)

12. Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak)

13. Mümtazer Türköne (Zaman)

14. İhsan Dağı (Zaman)


Şimdi bu katılımcıların bazılarını biraz yakından tanıyalım.


Prof. Dr. Zühtü Arslan

Polis Akademisi Başkanı.

Projeler yaparak, kitaplar yazarak AB’den doğrudan ve dolaylı yüz binlerce Avro hibeler aldı. Kesin olarak ne kadar Avro aldığını sorduğum mektuplarıma yanıt vermedi, telefonlarıma çıkmadı.

AKP iktidarına yeni anayasa taslağı (Manda Anayasası) hazırlayan altı kişilik komisyonda görev aldı.[1]


Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

Dünyanın en iyi 1 000 (bin) üniversitesi listesinde adı bulunmayan, yani esamesi okunmayan Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü ve Akşam gazetesi yazarı.

AB Mandacısı.Öğrencilere AB’nin Erasmus programını uyguluyor.

Erasmus programının amacı, ulusal kimliği silmek, yerine Hıristiyan Avrupa kimliğini yerleştirmektir.


Hasan Cemal

Dünyayı yöneten Küresel Çete’nin tepedeki üç kuruluşundan biri olan Bilderberg üyesidir.

Bilderberg yöneticilerinin tamamına yakını Siyonist’tir.

Pentagon koridorlarında neler konuşulduğunu bilen ve yazan gazetecidir.

Kayıtsız şartsız ABD yanlısıdır.

AB mandacısıdır.

İMF’siz Türkiye’nin yapamayacağını sürekli yazandır.


Cengiz Çandar

CIA Ulusal Güvenlik Konseyi eski üyesi Graham Fular ile “Türkiye için Büyük Jeopolitika” isimli makaleyi yazdı.[2]

Küresel Çete’nin en tepesindeki CFR adlı gizli örgütün Siyonist yöneticilerini “Onur Duyduğu Şahsiyetler” olarak sundu.

ABD eski Savunma Bakan Yardımcısı Siyonist Paul Wolfowitz’in, Barzani’nin ve Talabani’nin yakın arkadaşı.

1998 Temmuz’da Washington merkezli Wilson Enstitüsü’nden yüklü bir burs alarak altı ay Washington’da yaşadı.

Fehmi Koru

İmam Hatip Okulu ve İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdikten sonra ABD’de eğitim gördü.

Küresel Çete’nin en tepedeki üç kuruluşundan biri olan Bilderberg’in toplantısına davet edildi.

Asıl mesleği casusluk olan CIA ajanı Graham Fullar’in kaleme aldığı “Türkiye’de İslam Köktenciliği’nin Geleceği” adlı kitabın takdim yazısını yazdı.

Prof. Dr. Mithat Sancar

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakütesi öğretim üyesi ve Taraf gazetesi yazarı.

Kürtçenin eğitimde kullanılmasını, özel radyo ve televizyonlarda sınırsız yayın yapılmasını istiyor. Kimlik temelli genel siyaset yapılmasını ve yerel yönetimlere “özerklik” tanınmasını, yani Türkiye’de eyalet sistemine geçilmesini savunuyor.

AB Mandacısı. Öğrencilerine, AB’nin Erasmus programını uyguluyor.

Kürt Açılımı Alternatif Çalıştayı

Kürt Açılımı Çalıştayı’na katılanların ABD buyruğunda ve AB Mandacısı olduğunu vurgulayan ulusalcıların haklı tepkileri ses getirmeye başlayınca, Çankaya Köşkü’nde oturan Abdullah Gül, bu tür çalıştayların sürdürüleceğini, toplumun diğer katmanlarından da sözcülerin bu çalıştaylara davet edileceğini söyledi.

Eğer Abdullah Gül bu söyleminde ciddi ise, bugünden sonra yapılacak ilk çalıştaya, tümü halkımız tarafından çok iyi tanınan şu aydınlarımızın da çağırılmasını öneriyorum.

1. Vural Şavaş: Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yazar.

2. Erol Bilbilik: Araştırmacı Yazar

3. Bertan Onaran: Bilge Yazar.

4. Metin Aydoğan: Araştırmacı Yazar.

5. Cengiz Özakıncı: Araştırmacı Yazar.

6. Mustafa Yıldırım: Araştırmacı Yazar

7. Halûk Tarcan: Bilimsel Araştırmacı, Yazar.

8. Banu Avar: TV Program Yapımcısı, Yazar.

9. Talat Turhan: Araştırmacı Yazar.

10. Mustafa Çınkı, Maden Y. Müh., Araştırmacı Yazar.

11. Uğur Yıldırım: Araştırmacı Yazar

12. Cazim Gürbüz: Gazeteci, Yazar.

13. Mehmet Uysal: Ege Üniversitesi Öğretim Görevlisi.

14. Halit Payza: Yazar

15. Serdar Ant: Yazar

16. Cem Kılıç: Türk Gençliği Hareketi Başkanı.

17. Cumhur Utku: Yazar.

18. Deniz Altıntaş: Hür ve Eşitlik Partisi Kurucu Üyesi.

19. Opr. Dr. M. Uğur Yılmaz: Sağlıkta Dönüşüm’de Uzman.

20. Mahmut Özyürek, ADD Isparta Şube Başkanı, Öğretmen.

21. Mahiye Morgül: Eğitmen, Akademisyen, Yazar.

22. Tuncer Kalemoğlu: Mimar, Yazar.

23. Öner Yağcı: Yazar

24. Hasan Hüseyin Yalvaç: Şair, Yazar.

25. İsmet Arslan: Yayıncı.

26. Dr. Kâzım Üstüner: ADD Burdur Şube Başkanı.

27. Hicran Karabudak: Aydınlanma Derneği Başkanı.

28. Besim Esinoğlu: İP Genel Başkan Yrd., Yazar.

29. Ali Çevikyiğit: ADD Çerkezköy Şube Başkanı, Öğretmen.

30. Dr. Ramazan K. Kurt: Araştırmacı Yazar.

31. Dr. Yener Oruç: Araştırmacı Yazar.

32. Süleyman Sefer Cihan, Batı Trakya Türkleri Derneği Bşk.



Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri

ABD ve AB’nin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bağımsız bir Kürdistan devleti kurma plan ve projesine, Türkiye’yi yöneten sivil-asker yöneticiler ‘Kürt Açılımı’ adını verdiler. Bu tanım ulusalcılardan çok büyük tepki görünce de, yarım adım geri attılar ve girişimi ‘Demokratik Açılım’ diye adlandırdılar.

İster ‘Kürt Açılımı’ deyin, isterseniz de ‘Demokratik Açılım’, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bir Kürdistan devleti kurulması projesinin uygulanmaya konulması şu evrelerden geçti.

İsmail Cem

Milletvekilliği, Dışişleri Bakanlığı, parti kuruculuğu yapan, bir ara adı cumhurbaşkanı adayı olarak geçen ve Atatürkçü olarak bilinen İsmail Cem 1977 yılında şunları söylüyordu:[3]

“Türkiye’de zaman zaman ‘memleketi bölelim, yarısında başka bir memleket oluşsun. Bunun da özgürlüğü olsun’ şeklinde tartışmalar gündeme gelmektedir. Bir liberal, bir solcu ve gazeteci olarak bana bu normal gelebilir ve Türkiye’ye hiçbir zarar vermeyeceğini düşünebilirim. Ama bunu siyasete, yaşama geçirmek için belli bir konsensüs lazımdır. Ve o konsensüs inşallah terör meselesi bittikten sonra oluşabilecek bir konsensüstür.”

Milletvekili seçildiğinde, vatanın ve ulusun bölünmez bütünlüğünü koruyacağına dair yemnin eden İsmail Cem, memleketin bölünmesinde hiçbir zarar görmüyor, bunun gerçekleşebilmesi için uygun bir zamanı kollamanın gerektiğini söylüyor! Ve yine de aydın kesim kendisini Atatürkçü olarak görmeyi sürdürüyor!

Mesut Yılmaz

Üç kez başbakanlık yapan Mesut Yılmaz, 15 Aralık 1999 günü Diyarbakır’da yaptığı şu konuşmayla, Diyarbakır’ı AB’nin himayesine sokuyordu:[4]

“Biz, AB’ye giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inandığımız için buradayız. Zaman gelip çattı. Bu devlet yapısıyla artık gitmez. Devlet çağın gerisinde kaldı. Devleti kırgın gören millet, milletine güvenmeyen devlet, insanını dışlayan cumhuriyet, acze düşmüş siyaset ile Türkiye’yi çağa taşıyamayız. Bu sökük artık dikiş tutmaz…

Merkeziyetçi yapı yok edilmeli, devlet ekonomiden süratle çıkmalı, her kişi ve kurumun zihniyeti değişmeli.”

Bu sarsıcı sözleriyle Mesut Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonun geldiğini ilan ediyordu!

Mesut Yılmaz, Avrupa Birliği’nin hem anti-demokratik hem de katı merkeziyetçi yapıya sahip olduğu gerçeğini Türk halkından saklıyor ve merkeziyetçi olarak nitelediği Türk devletinin yok edilmesini istiyordu!

Mesut Yılmaz bu sözleriyle, çok açık ve net olarak, Diyarbakır’ı AB’nin himayesine bırakıyor ve Diyarbakırlılara artık T.C. Devleti’nden hiçbir şey beklememeleri öğüdünü veriyordu!

Mesut Yılmaz’ın, aslında bir ihanetin belgesi olacak nitelikteki bu açıklamalarına, sivil kesimden de askeriyeden de bir ses çıkmadı!

T.C. Devleti’ne sahip çıkmaları gereken güçlerden ses çıkmayınca, Diyarbakır da kendi başının çaresine bakma yoluna girdi, AB’nin himayesini kabullendi. AB’nin ekmeğine yağ sürülmüş, Güneydoğu’da bir Kürdistan kurulması isteğinin gerçekleşeceği ortaya çıkmıştı.

AB’nin 6 Ekim 2004 Tarihli Türkiye Raporları

Avrupa Birliği (AB), 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye ile ilgili üç rapor yayınladı:
İlerleme Raporu, Öneriler Raporu ve Etkiler Raporu.


Bu raporlara göre Türkiye; Kıbrıs’ı Rumlara bırakacak, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt devletinin kurulmasına giden yolu açacak, sözde Ermeni Soykırımı’nı tanıyıp Ermenistan ile olan sınırını açacak, İstanbul’da Heybeliada Ruhban Okulunu açıp, Fener Kilisesi Başpapazı’nı ‘Ekümenik’ olarak tanıyarak İstanbul’da bir Ortodoks din devleti kurulmasını kabullenecek, başta Dicle ve Fırat nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere Türkiye’nin tüm su kaynakları ve dağıtım şebekelerinin denetimini AB’ye devredecek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin etki ve yetkileri azaltılacak, sonucu önceden garanti edilmeyen ‘ucu açık’ üyelik müzakerelerin sonucunda Türkiye, AB’ye üye olsa bile Türkler AB’de serbest dolaşamayacaklar, ama AB Üye Devletlerinin vatandaşları Türkiye’de serbestçe dolaşabilecekler…[5]

Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri, AB’nin bu raporlarında dayattığı koşullara karşı çıkmak bir yana, AB yanlısı tutumlarını kararlılıkla sürdürdüler.

17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Birliği Konseyi Başkanlık Kararları

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’de 16/17 Aralık 2004 tarihlerinde katıldığı Avrupa Konseyi Başkanlar toplantısı, Türkiye açısından önemliydi.

Bu toplantıda, AB’nin Türkiye ile yapacağı Müzakerelere başlama tarihinin verilmesi gündemdeydi. Bu toplantının en önemli özelliği, AB ile Türkiye arasında yapılabilecek en son ‘pazarlığa’ son noktanın konulması aşamasına varılmış olmasıydı.

Bu toplantıda alınacak kararlar Türkiye tarafından kabul edildiği takdirde, Müzakereler başlayacak ve bir daha Türkiye hiçbir konuda hiçbir zaman AB ile pazarlığa girişemeyecek, sadece Avrupa Müktesebatı’nın tamamını olduğu gibi uygulamakla yükümlü olacaktı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne, yukarıda açıkladığımız 6 Ekim 2004 tarihli Türkiye raporlarındaki maddeler birer birer konulur ve bunları kabul etmesi istenir.

Recep Tayyip Erdoğan bu ağır şartlar karşısında bocalar, bunalır ve hatta bir an, anlaşmayı imzalamadan hemen uçağa binip Türkiye’ye dönmeyi bile düşündüğü söylenir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kabullenmekte en çok zorlandığı madde, Kıbrıs’ın Rumlara verilmesidir.
Bunu, Türk halkına anlatamayacağından, kabul ettiremeyeceğinden ve çok büyük bir tepki ile karşılaşacağından korkmaktadır. Avrupa Konseyi üyesi İngiltere Başbakanı Tony Blair bu durumun farkına varır, Recep Tayyip Erdoğan ile başbaşa görüşebilmek için toplantıya kısa bir ara verilmesini ister.

İki başbakanın birbirlerine ilk isimleriyle hitap ettikleri bu kısa görüşmedeTony Blair, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a şöyle bir rol oynamasını önerir:

“Sen Türkiye’ye döndüğünde, Kıbrıs’ı Rumlara verdiğini söylemeyeceksin! Rumlarla bir ticaret anlaşması imzaladım, diyeceksin!”

Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzü güler, sorun aşılmıştır!

Başkanlar Konseyi yeniden toplandığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB’nin istediği tüm ağır şartları kabul eder. Bunun üzerine, AB’nin Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinde Müzakerelere başlayacağı duyurulur.

Başkanlar Konseyi toplantısı bittiğinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına gelen İsveç Başbakanı şunları söyler:

“Siz ne yaptınız! Çok ağır şartları kabul ettiniz! Biz, sizin bu şartları kabul etmeyeceğinizi, tartışma ve hatta kavga çıkaracağınızı sanıyorduk! Eğer siz bu ağır şartlara karşı direnseydiniz, biz de sizi destekleyecektik! Ama bundan sonra bizim de yapacağımız bir şey kalmamıştır!”


Türkiye’nin toıpraklarının ve ulusunun bölünüp parçalanmasına neden olacak nitelikte ağır kararları içeren Avrupa Konseyi Başkanlar Raporunu, AKP hükümeti ve yandaşları 17 Aralık 2004 günü Ankara’da düğün bayram yaparak kutladılar. Bu çok ağır kararları yalnız Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri değil, TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin tümü, İşçi ve İşveren Konfederasyonlarının tamamı ve Medyanın tamamına yakını coşkuyla kabul etmişlerdir.[6]

17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Başkanlar Kararları’ndan sonra, Güneydoğu’da bir Kürt devletinin kurulmasının önü tamammen açılmış oldu.

İlhan Selçuk, Güneydoğu’ya Yabancı Askerleri Çağırıyor

Kendilerine ‘aydın’ diyen bir kesim tarafından Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve Aydınlanmanın Yazarı olarak tanımlanan İlhan Selçuk, 9 Eylül 2006 tarihinde şöyle yazıyordu:[7]


“Afganistan’daki terörle mücadele için NATO Türkiye’den ek asker istedi…

Lübnan’da terör mü var?..

Türkiye’den asker isteniyor…

Afganistan’da terör mü var?..

Türkiye’den asker isteniyor…

Oysa terörün daniskası bizde!..



Peki, biz neden susuyoruz?


Birleşmiş Milletler Barış Gücü bize gerekmez mi?


Nato güneydoğuya asker yollasın…

AB neden küçük parmağını kımıldatmıyor?..

Şimdi Lübnan’a asker yollayan Avrupa devletleri bize neden askeri güç sağlamıyorlar?..”



Güneydoğu Anadolu’ya yabancı askerleri davet eden İlhan Selçuk, bizim bazı ‘aydınlarımızı’, ABD-AB projelerine uygun olarak Güneydoğu Anadolu’da kurulması planlanan bir Kürdistan devletine hazırlamaktaydı…



AB Güneydoğu Anadolu’ya Hibe Akıttı



2004-2006 sürecinde AB, sözde proje karşılığı, Diyarbakır Belediyesi’ne 40 milyon Avro hibe etti. Yaklaşık 8 milyon Avro harcayarak da Diyarbakır’da 18 okul yaptırdı.


Aynı süreçte AB, Şanlıurfa Belediyesi’ne, sözde proje karşılığı, 21 milyon Avrodan fazla hibe verdi. Buna ek olarak, 7 milyon Avrodan fazla para harcayarak Şanlı Urfa’da 15 okul ve 10 lojman yaptırdı.


Avrupa Birliği, Güneydoğu Anadolu’ya akıttığı bu paralarla bu bölgenin belediyelerini, sivil toplum örgütlerini ve önemli kişilerini devşirdi, kendi çıkarları doğrultusunda eğitti.


Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri tüm bu gelişmeleri sadece izleyerek, bölgenin yavaş yavaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim ve denetiminden çıkmasına neden oldular.



Barzani’nin Bursları


Irak’ın kuzeyinde bir Kürdistan devletinin kurucularından olan Barzani, ABD ve AB’nin desteğinde Güneydoğu Anadolu’da da kendisine bağlı bir etki alanı yaratmak için çalıştı. O bölgedeki Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gençlere burslar dağıttı.


Barzani’den burs alan gençler, Barzani’ye mi yoksa T.C. Devleti’ne mi bağlılık gösterecektir?


T.C. Devleti’nin sivil-asker yöneticileri bu gelişmelere de sadece seyirci kalarak bölgenin elden çıkmasını kolaylaştırdılar.



8 Ağustos 2009 Cumartesi akşamı AKDENİZ TV’de yayımlanan ‘Kürt Açılımı’ programı, internetteki şu sitelerdeki video kayıtlarından izlenebilir:



www.kalinka.com

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yılmaz Dikbaş, “Gaflet Dalalet Hıyanet”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, 4. Baskı, sayfa: 580-594

[2] Erol Bililik, “Amerikanperestler”, Destek Yaınları, Ekim 2008, sayfa: 176

[3] Cumhuriyet, 6 Aralık 1977

[4] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006, 5. Baskı, Sayfa: 435-436

[5] A.g.e. Sayfa: 87-100

[6] A.g.e. Sayfa: 100-101

[7] İlhan Selçuk, Pencere, Cumhuriyet, 9 Eylül 2006




12 Eylül 2009 10:42
Öcalan'dan Erdoğan'a Uyarı
Son dönemde artan PKK saldırılarını değerlendiren Öcalan Erdoğan'ı uyararak şu ricada bulundu:Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan, avukatlarıyla olağan görüşmesini yaptı. Öcalan, Başbakan Erdoğan'ı da uyardı: 3 ayda bitersin

3 AYDA BAŞBAKAN'I BİTİRİLER
Öcalan, askerle teröristler arasında yaşanan çatışmaları değerlendirdi. Terör örgütü lideri, "Üstlerine gidilirse elbetteki kendilerini koruyacaklardır. Çözümün gelişmemesi halinde üç ayda Başbakanı bitirirler, Özal gibi onu da yok edebilirler" dedi.

OPERASYON YAPMASINLAR
'Türkiye bir yol ağzında. Ya demokratikleşecek ya da kaybedecek" diyen Öcalan, Erdoğan'a seslendi. Öcalan şöyle konuştu: "Sayın Başbakan'dan rica ediyorum, askerleri üzerlerine sürmesinler, operasyon yapmasınlar. Bunu engelleyebilirler. Askerleri üzerlerine sürmezlerse çatışma da olmaz. Bu konuda kendisinden duyarlılık bekliyoruz."
aktifhaber

Hasan Cemal
Milliyet Gazetesi
‘Son teröristi öldürünceye kadar’ söylemi, barışa yatırım değildir!

13 Eylül 2009
Adına ister demokratik açılım, ister Kürt açılımı, ister barış açılımı deyin, Erdoğan hükümetinin başlattığı açılım bölgede büyük bir umut dalgası kabartmış durumda.
Daha fazla kan ve gözyaşı dökülmesin, artık dağdan ölüm haberleri gelmesin diyenler ve silahla şiddetin çıkmaz sokak olduğunu çoktan anlayanlar gözlerini Ankara’ya dikmiş bekliyorlar.
Umutlu bir bekleyiş bu.
Ama aynı zamanda kaygı ve tedirginlik de var bu bekleyişte. Çünkü, bu umut verici sürecin ‘sabote edilmesi’nden korkuluyor.
5 günde 1500 kilometre yaptık.
Her durakta aynı şeyi gördüm.
Hava Kuvvetleri Komutanlığının 30 Ağustos’taki devir teslim törenindeki o söz, “Son terörist ölünceye kadar mücadele sürecek!” sözü bölgede umutsuzluk ve güvensizliği körüklemiş durumda.
Cuma günü Genelkurmay Başkanlığı tarafından da tekrarlanan bu söylemin barışa yatırım olduğunu sanmıyorum. Güneydoğu’da nereye gittiysek, bu söze büyük tepki vardı.
Biliyorum şimdi denecek ki:
“Ne var yani, devlet kendine silah çekenle mücadele etmeyecek mi?”
Edecek tabii.
Ama iş bununla bitmiyor ya da bu kadar kolay değil. Bu mesele öyle ezberci yaklaşımlarla bitmez.
Nitekim bitmedi de.
Çeyrek yüzyıldır bu ezberci yaklaşımlardır, devletin ve siyasal iktidarların Kürt sorunu ve PKK politikalarına damgasını vuran...
Sonuç ne oldu?
Dağın yolu kesilebildi mi?
Hayır.
Dağa çıkışlar engelenebildi mi?
Hayır.
PKK dağdan temizlenebildi mi?
Hayır.
PKK’nın şehirlere siyaseten nüfuz etmesi önlenebildi mi?
Hayır.
PKK’ya dayanan güçlerin Güneydoğu’da belediyeleri halkın oyuyla kazanmaları önlenebildi mi?
Hayır.
PKK’nın şehirlerde sivil toplum kuruluşlarını örgütlemesine set çekilebildi mi?
Hayır.
PKK’ya yönelik olarak Kürtlerde yer etmiş destek ve sempati azaltılabildi mi?
Hayır.
On yıldır hapiste olmasına rağmen Öcalan’ın hem PKK’daki, hem Kürt kitlelerindeki etkisi kırılabildi mi?
Hayır.
Ve çeyrek yüzyıldır dağda PKK’lı öldürmüyor mu devlet?.. Askeri yönetim dönemlerinde, sıkıyönetimlerde, olağanüstü hallerde işkencelerden faili meçhullere kadar her türlü baskı ve zulüm uygulanmadı mı Güneydoğu’da Kürt insanına?..
Peki, değişen ne oldu?..
Bakın, tekrar tekrar yıllarca aynı şeyi yapıp, değişik bir sonuç beklemek, akıllı insan işi değildir. Bu mesele artık elde silah, ‘öldürmek’le çözüm yoluna girmez. Dağın yolu böyle kesilmez, kesilemez.
Geçmişin dersi budur.
Dağda öldürdüğünüz her PKK’lı, şehirden dağa çıkacak yeni PKK’lıların yolunu açar. Dağda öldürdüğünüz her PKK’lı, örgütün kitleler nezdindeki destek ve sempatisini arttırır.
Bu yalın gerçeği görmeden, hissetmeden bu ülkede barışın yolu açılamaz, Kürt sorunu çözüm yoluna sokulamaz.
Devlet, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana gelen ezberleriyle, klişeleriyle bu sorunu içinden çıkılmaz hale getirdi. Devlet, kendini Kürtlere böyle yabancılaştırdı.
Ve bu yabancılaşmada asker belirleyici rol oynadı. Çünkü bu alanı, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ‘sivil siyaset’e kapattı, Kürt sorununu kendi tekeline aldı.
Tunceli ya da Dersim’deki gibi ‘tenkil’ siyasetiyle, Kürtlerin dilini, kimliğini inkar eden asimilasyon siyasetiyle ve bir tek ‘sopa’yla, aş ve işle bu meselenin üstesinden gelineceğini sandı devletle asker...
40 bin kişi öldü.
Çözüldü mü?
Tek kelimeyle hayır.
Eğer ‘bölücülük’ diyorsanız, bölücülüğü asıl körükleyen, yani Kürtleri bu topraklarda küstüren, askerin damgasını vurduğu devlet politikalarıdır.
Artık kafayı değiştirmek lazım.
Kürtlere el uzatmak, aralarına girip onları anlamaya ve dertlerini hissetmeye çalışmak, kendinizi onların yerine koymaya gayret etmek şart.
Başka türlü anlayamazsınız.
Kürtleri de, sorunu da anlayamazsınız bu güne kadar süregelen tutumunuzla...
Dikenli tellerin, kum torbalarının arkasına ya da fil dişi kulelere çekilerek, yani toplumla her türlü teması keserek ve de toplumsal ve siyasal gerçeklerle hiç bir ilintisi kalmamış, günlük deyişle cılkı çıkmış bir takım ezber ve klişelerle düşünürek bir yere varamazsınız.
Bugüne kadar varamadınız.
Bundan sonra hiç varamazsınız.
Elbette PKK’nın da, DTP’nin de yanlışlar var. Arabayı atın önüne koymaya çalışan gerçekçilikten kopuk yönelişleri var. O saflarda da ‘barış süreci’ni sabote etmek isteyen güçler var.
Ama hakim eğilim barıştan yana, silah ve şiddetten değil. Ben bunu mayıs ayı başında Kandil’de de gördüm, Güneydoğu’daki son beş günlük gezimde de...
Bu yüzden Erdoğan hükümeti eğer Ankara’da gerekli ‘siyasal irade’yi gösterebilirse, Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu barış açılımı devam eder.
Bu bir ‘süreç’tir.
Zaman, sabır ve siyasal kararlılık isteyen bir süreç. Bugünden yarına bu mesele çözülmez. Kolayından zoruna doğru akacak bu sürecin kırılgan olduğunu bilerek yola çıkılması lazım.
Şimdi ne mi yapmalı?
Parmakları tetikten çekerek, dağda silahların sustuğu bir ortamda ‘barış açılımı’na devam etmektir en iyisi...
Beş gün yollardaydık.
Şemdinli çıkışında, Yüksekova’ya doğru kıvrılırken bir kontrol noktasında, hani fidan gibi derler ya, öyle gencecik askerler ile ayaküstü eğlenceli bir sohbet yaparken, “Yazık değil mi bu canlara” diye geçti içimden...
Ve dört çocuğunu dağda kaybetmiş Hayriye Ana’nın barış hasreti çeken o sesi kulağımdan hiç gitmedi gezi boyunca:
“Barışa emanat olun!”
İyi pazarlar!

Oral Çalışlar
Radikal Gazetesi
Temizöz'ü görevde tutan askeri irade

23 Eylül 2009 Çarşamba 12:57Kayseri İl Jandarma Komutanı iken tutuklanan ve Güneydoğu’da onlarca cinayetten sorumlu olarak yargılanan Albay Cemal Temizöz’ün askeri irade tarafından halen görevinde tutulduğu anlaşıldı. Albay Temizöz mahkemeye getirilirken ona yüksek rütbeli subayların eşlik ettiği ortaya çıktı.
Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral, Hıfzı Çubuklu, 18 Eylül tarihi itibarıyla dokuz kez ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla yargılanan Temizöz’ün görevi başında bulunduğunu ifade etti.
Ortada bir iddianame var. Bu iddianame uyarınca mahkeme Albay Temizöz’ü en ağır cezalık bir suçtan tutukluyor ve yargılıyor. Gelin görün ki, disipliniyle ünlü, en küçük bir iddiada bile mensuplarını görevden el çektirmesiyle tanınan Türk Silahlı Kuvvetleri böylesine ağır bir iddiayla yargılanan subayına karşı bu kez ‘sahip çıkan’ bir tutum sergiliyor.
***
Genelkurmay’ın bu konudaki tutumu sizde nasıl bir duygu yaratıyor? Yakınları, faili meçhul cinayetlere kurban giden ve bu davanın açılmasıyla umuda kapılan yöre insanlarının ‘Kürt açılımı’ konusunda nasıl bir değerlendirmede bulunmalarını bekliyorsunuz?
Askerin, bu tür ‘işler’ yaptığı iddia edilen personelini sonuna kadar korumaya niyetli olduğunu çok net bir şekilde görüyoruz. Askerin bu davaya olan yaklaşımı, ‘Kürt açılımı’nın ne kadar büyük engellerle karşı karşıya olduğunu da bize bir kez daha göstermiş oluyor.
Herhalde Albay Temizöz bu işleri kendi başına ve kendi kararıyla yapmadı. Onu bir irade yönlendirdi, ona birileri bu tür uygulamaları yapması için destek verdi. Bu düşünceyi destekleyen en önemli kanıt ise, Temizöz’ün Güneydoğu’da birçok faili meçhul cinayetin sorumlusu olarak
suçlandığı koşullarda, yıllar içinde terfi ederek Kayseri Jandarma Alay Komutanlığı’na
kadar yükselmiş olması.
Temizöz davası, Temizöz’ün kişisel olarak işlediği veya işlettiği iddia edilen insanlık dışı suçların çok ötesinde bir anlam taşıyor.
Bu davaya karşı ortaya konan tutumdan; bütün bu fiillerin aslında bazı çevrelerce hala yerine getirilmesi gereken görevler olarak anlaşıldığını; ‘faili meçhul’un, ‘yargısız infaz’ı bir devlet politikası olarak gören anlayışın hâlâ devletin bazı kurumlarında egemenliğini sürdürdüğünü görüyoruz.
***
Kürt açılımının önündeki ilk hedef PKK’nın dağdan indirilmesi ve silahsızlandırılması. Hükümetin bu amaçla yaptığı planların neler getireceğini hep birlikte göreceğiz. PKK’nın dağdan indirilebilmesi için, PKK’lıların silahlarını bırakmaya ikna edilmeleri gerekiyor. Şu anda sürdürülen siyasetin hedefi bu ikna faaliyetini inandırıcı hale getirmek ve hem Kürtlerin hem de Türkiye’nin bütününün bu sürece katkıda bulunmasını sağlamaya yönelik olarak kamuoyu yaratabilmek.
Bu adımların inandırıcı, ikna edici olmaları için devlet kurumları arasında bir uyum olması da gerekiyor. Hükümetiyle, meclisiyle, askeriyle, yargısıyla, bürokrasisiyle tüm devlet kurumlarının bu sürece dahil olması, böyle ağır bir sorunun çözümünün zorunlu koşulu.
Albay Temizöz, o bölgede bir dönem gerçekleşmiş olan hukuk dışı uygulamaların simgelerinden birisi olarak algılanıyor. Albay Temizöz’lerin yargılanabilmeleri, bir irade değişikliğinin, bir çözüm umudunun sinyalini verecek. Çünkü, bu gibi isimlerin yargılanması devlet içinde bu tür ‘işlere’ kalkışanlara, bu yöntemlerle bu sorunu çözebileceklerini iddia edenlere, ‘hukuk devleti’nin varlığını hatırlatmış oluyor.
Temizöz’ün halen Kayseri Jandarma Komutanlığı görevinde bulundurulması, ‘Kürt açılımı’na bir cevap ya da ‘Son terörist tepelenene kadar operasyonlar sürecek’ diyen yaklaşımın bir direnme gösterisi olarak değerlendirilebilir.
Bu tabloya baktığımızda, ‘Kürtler açılımdan ne kadar umutlanabilirler?’, ‘PKK’nın dağdan indirilmesi için bu tutum ne kadar ne kadar inandırıcıdır?’ gibi sorular farklı bir görünüme bürünüyorlar.


aktifhaber

Etiketler: 12 Eylül gecesi Genelkurmay Karargahı Demirel 49 idam Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Hava Kuvvetleri Komutanı Deniz Kuvvetleri Komutanı Jandarma Genel Komutanı TBMM protesto etti darbe muhsin yazıcıoğlu cia pentagon abd Cumhurbaşkanı GKB Mağdur yargısız infaz atatürk laiklik Milli Savunma Bakanlığı, Komutanlığı, gkb genel kurmay ilker başbuğ abd ab nato ordu ihale pentagon askeri uçak diyarbakır adana kürt akp asker rte ölü çavuş asteğmen er abd gkb tsk PKK Asker Jandarma Komutan düşman chp
Kürt açılımı Abdullah Öcalan yılmaz dikbaş demokratik açılım taraf tayyip erdoğan akp ak parti çözüm baran özal yılmaz dikbaş bölünme
abd ab barzani güney doğu kürt türk kürtçe anayasa hasan cemal kandil imralı şemdinli


En son Ekim tarafından Çrş Eyl 23, 2009 9:35 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Eyl 13, 2009 10:45 pm    Mesaj konusu: 'Açılım' ya Mehmet ağa'nın dediği gibi olur veya.. Alıntıyla Cevap Gönder

“Açılım” ya Mehmet ağa’nın dediği gibi olur veya...

Murad Salih



[Bir hışımla geldi geçti peh peh peh
Kiziroğlu mustafa bey hey heeey
şu dağları deldi geçti
Ağan kim paşan kim
Hanım kim nigar kim
Kim kim kim kim
Kiziroğlu mustafa bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu]


Diye başlar ya Köroğlu türküsü...

AKP’de böyle başladı bu “açılım” işine...

Bir tantana, bir velvele bir koşuşturma, bir hava, bir caka ki...

Bunu gören, duyan da “yahu bunlar bu defa ve ilk defa verdikleri bir sözü tutacaklar galiba” diye düşünmeye başladı...

Aradan bir aydan fazla bir zaman geçti...

Halâ “Ne yapacaksınız?” sorusuna hiçbir cevap veremiyorlar.. Sadece işportacı ağzıyla herkesi bu açılıma destek olmaya çağırıyorlar: “Koş vatandaş koş! Açılıma koş!”

Neyi nasıl yapacakları hakkında hiç bir fikirleri yok ama; ne yapmayacaklarını/yapamamayacaklarını çok açık söylüyorlar:

“Terör örgütünü ve Örgüt elebaşısını asla muhatap almayacaaaz”

Başka?

“Kat’iyyen Anayasa değişikliği yapmayacaaaz!”

Başka?

“Af maf çıkarmayacaaaz!”

Başka?

“Kürtçe eğitim yaptırmayacaaz!”

İşte budur ya...

Adına ister AKP’nin söylemeye cesaret edemediği gibi “Kürt açılımı” denilsin, isterse “Kürt” gibi sakıncalı bir kelimeyi telaffuz etmekten çekinerek “demokratik açılım” denilsin... Bir “açılım” Ancak bu kadar açık ve net olarak yapılamaz...

Kardeşim bu bir "açılım” değil tam bir “kapanım”...

Fakat, bunlar bu “kapanım”a niçin ısrarla “açılım” diyorlar onu anlayamıyorum..

“Yahu bunlar bizimle gırgır geçiyo” desem...

O da değil; pek hevesli pek ciddi görünüyorlar...

Peki abicim...


“Terör örgütü”nü ve “Örgüt elebaşı” nı asla muhatap almadan, “anaların göz yaşını” nasıl dindirecen? Bu çatışma nasıl bitecek?

“Örgüt önce silah bıraksın”

Sen af çıkarmayacan; ama örgüt silah bırakacak ha?

Yahu sen ya kendini çok uyanık zannediyorsun, ya da “örgüt”ü keriz...

Böyle bir “açılım”ı İngilizler Lozan’da bize yaptılardı da... Sonra bir daha belimizi asla doğrultamadıkdı!...

Hani Lozan bazılarına göre “kurucu belge” sayılıyor ya...

Herhalde bu kötü örnekten yola çıkarak, barışın ancak bir tarafın ellerini havaya kaldırıp peşin olarak teslim olduğunu göstermesinden sonra müzakere edilebileceğini sanıyorlar...

Peşin peşin teslim olan adamla neyin müzakeresini yapacan arkadaşım?

Lozan’da bize yaptıkları gibi; teslim alan taraf, teslim olana şartlarını dayatır geçer...

Bunu herhalde “terör örgütü” de, “elebaşısı” da biliyordur...

Onlar İsmet Paşa mı ki; dayatılan her şarta eyvallah desinler?..

Zaten böyle bir kerizliğin tarihte Lozan’dan başka bir örneği olabileceğini de sanmıyorum...

Bu kafayla “açılım” değil, Serdar Akinan’ın dediği gibi ancak “s.çılım” yapılabilir...

Peki gerçek bir “açılım” nasıl yapılır?.

Onu da PKK ile yıllardır savaşan Jirki Aşireti’nin lideri/korucubaşı Mehmet Adıyaman’dan dinleyelim:

[Hakkari ve Şırnak'ta yaşayan ve geneli korucu olan Jirki Aşireti'nin lideri olan Mehmet Adıyaman, "Bu iş Apo ile 5 dakika içinde çözülür' dedi.

21 yıldır bilfiil PKK ile savaşan ve şu ana kadar bin 500'e yakın kayıp veren korucu aşireti de 'Kürt sorunu'nun çözümü için 'İmralı'yı adres gösterdi. Yıllardır yaşanan bu olayların tek sorumlusunun Kenan Evren olduğunu belirten Mehmet Adıyaman, "Bunlar ancak Meclis'te lak lak yapmasını bilirler, çoban bile olamazlar" dedi.
Abdullah Öcalan'ın da DTP Genel Başkanlığı görevine getirilmesini isteyen, şehit anaları ve babalarına da seslenen Adıyaman, "Ne olur siz de katkı sunun artık, şehit anaları babaları çoğalmasın. Bu sorunun çözülmemesi halinde Türkiye Somali'ye dönecektir" diye konuştu.
Bölgenin en büyük aşiretlerinden olan Jirki Aşireti'nin lideri olan 4 evli ve 42 çocuk sahibi Mehmet Adıyaman, 1988 den beri aşireti ile korucu olduğunu ve devletin yanında yer aldığını belirterek, "21 yıldır biz silah almışız savaşıyoruz. İran sınırından Suriye sınırına kadar PKK cephe tutmuştu. Her zaman operasyonlara çıkıyor karşı karşıya geliyor birbirimizi öldürüyorduk. Belki PKK bizim aşiretten 3 bin kişiyi öldürdü. Bunu 21 yılda bitiremedik. Devletle, en büyük silahlarla, korucularla vurduk bitiremedik, artık bu savaşa son verilsin" dedi.
Sorunun ancak barışla, kardeşlikle son bulacağını söyleyen Mehmet Adıyaman, dağa çıkanların da insan evladı olduğunu söyledi. Adıyaman, “Kürt ile Türkler kardeştir. Barış ne Ahmet Türk ile ne de Emine Ayna ile olamayacaktır. Bu kapının bir anahtarı var, bu anahtar da malum yerdedir ve bunu da herkes biliyor. Alsınlar o anahtarı kapıyı açsınlar. Neden barışırız diyor ama o anahtarı almıyorlar. Alsın o anahtarı ve o kapıyı açsın. Bir insan için barış yapılmıyor fakat barış bu insanın elindedir. Neden başka yollar deniyorlar. Bir iki Bakan ya da general gitsin Abdullah Öcalan'ın yanına konuşsun. Ben artık yaşlı bir insanım 73 yaşındayım ve bu barışın anahtarını, ruhunu biliyorum. Eğer barış olacaksa doğru yolu kullanın, Bu iş çok basittir, gitsinler Abdullah Öcalan'ın yanına konuşsunlar. Apo, Ahmet Türk'ün yerine DTP'nin genel başkanı olsun. Af çıkarılsın, dağdaki gençler indirilsin, iş imkanı verilsin bütün sorunlar böylece hal olur" dedi.
Mehmet Adıyaman, Kenan Evren'in devrim yaparak gençleri idam ettiğini, kurtulanların kaçarak Avrupa'ya yayıldığını söyledi. "O zamanlar Kenan Evren af verseydi biz bu hale gelmezdik. Bu sorunların en büyük sorumlusu Kenan Evren'dir" diyen Adıyaman, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Buradan Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Genelkurmay Başkanı'na ve bürokratlara sesleniyoruz. Sizden ricamız Bahçeli'yi dinlemeyin ve bu barışı yapın, genel af verin. Öcalan eğer istemezse iltica hakkı verin başka bir devlette yaşasın, bu iş hal olur. Biz sadece şunu istiyoruz, artık kan dökülmesin. Şehit babalarına annelerine sesleniyorum, siz de yardımcı olun, artık daha fazla şehit annesi babası olmasın. Bunlar son olsun artık." ](*)


İşte 21 yıldır cephede PKK ile savaşan ve kendi aşliretinden bu savaşta binlerce hısım ve akrabasını kaybetmiş Korucubaşı Mehmet ağa, pratiğin içinden çareyi çok açık, çok net, dobra dobra söylüyor...

“Açılım” ya Mehmet Ağa’nın dediği gibi olur veya hiç olmaz ve durum bugünkünden de kötü olur:

Türk ve Kürt evlerine gelen tabutların sayısı her geçen gün katlanarak artar ve bu kan deryası ülkeyi bir baştan öbür başa yangın yerine çevirir...

* netgazete

Kaynak: Baran dergisi

Serdar Akinan
Açılımın önünü açmak

'Kürt açılımı' çarşafa dolandı gözüküyor değil mi?

Değil...

Bence, benden beklenen yorumların aksine, süreç; yani 'büyük mutabakat' -efendilere göre- tıkır tıkır işliyor.

Bu tartışma sürecinin bir hükümet değil devlet kararıyla başladığı yolunda imalar yapılmadı değil. Haklılar...

Sadece 'devlet' kim ve ne onu bilmek gerek. Bu anayasayla bence hepsi şaibeli...

Öcalan'ın son çıkışlarıyla sürecin çöktüğüne ilişkin yorum yapanlar ve üzülenler (özellikle suskunluğa gark olan satılık liberal kalemler) de yanılıyor.

Aktörlerden ikisi çok önemli... Öcalan ve Bahçeli...

Bu tartışmalar çerçevesinde toplumsal tansiyonu; gündemi, sürekli belli bir çizgide tutan hep Bahçeli oldu.

Başbakan'a cepheden saldırdı... Tavsiye kararı alan MGK'yı topa tuttu... Yani askeri de hedef tahtasına koydu...

Peki tüm bu sert açıklamaların neye hizmet ettiğine gelmeden önce bir başka şeye bakalım... Ne oluyor?

Abdullah Öcalan sıfatlardan sıfırlanıyor.
Eskisi gibi, 'Eli kanlı cani', 'İmralı'da yatan canavar', 'Teröristbaşı', 'Çocuk katili' gibi sıfatları görüyor veya duyuyor musunuz? Hafızanızı yoklayın bakalım... Azaldı değil mi?

Süreç, öncelikle zihinlerimiz ve algılarımızı usulca dönüştürüyor.

O artık 'PKK lideri Öcalan'dır. Dil belirler. Hayatı belirler. Siyaseti belirler...

Bu anlamda 'açılım süreci'nin aslen buna hizmet ettiğini düşünüyorum... Zihin terbiyesi yapılıyor...
İkincil olarak Türkiye hemen her köşesinde en uç tartışmaları yaşıyor.

Öcalan, beklenin aksine, 'demokrasi' vurgusu yerine açık açık 'milli bölünme'yi gündeme koydu ve çok net bir şekilde 'muhatap benim' dedi.

Bu sert açıklamalar bize ne diyor? Zihinlerimizde ne oluyor?

'Yahu, vallahi bu Öcalan resmen Türkiye'yi bölmek istiyor... Allah'tan AKP, CHP ve asker var da daha makul şeyler tartışıyoruz... Hatta Bahçeli olmasa kesin bölünürüz. Allah var adam tüm süreci tıkıyor.'

Acaba öyle mi?

Şimdi orada durun...

Gelin AKP cephesine bakalım.

ABD ve AKP'nin karbon kopya açıklamaları (Ömer Çelik ve Henry Barkey'in satır başlarını alt alta koyup üzerinden kalemle geçin bakalım arada fark var mı?) aynı çerçevede...

Zaten herhalde Obama ile Erdoğan'ın çıkıp ortak basın toplantısı yapmasını beklemiyordunuz değil mi?

'Siyaseti ve sosisi yapılırken izlememek gerek' derler bu işin duayenleri. Yani izleye geldiğiniz gerçek siyaset değil... Konuşulanlar dudaklarınıza çekirdek... Siz de bunları konuşun... Diliniz, zihniniz meşgul olsun...

Yani bir gerçek plan var. Bir yol haritası var... Bu inkar edilemez...

Peki asıl soru şu... Ortada bir 'devlet kararı' var mı? Valla bence var.

Baykal, Başbakan'la görüşecek mi? Görüşecek...

Öcalan, iyi kötü muhatap alınıyor mu? Alınıyor... Bu işin sonunda İmralı koşulları biraz düzelir... Havuç-sopa...

Efendiler işi biliyor. Yoksa neden paketleyip teslim ettiler bize...

İş gelip Bahçeli'ye çıkıyor...

Şimdi günlerdir aklımı kurcalayan soru şuydu... Bahçeli neden bu kadar sert açıklamalar yapıyor...

Kasım ayındaki kongre mi? Hiç sanmam...
Jeton sonradan düştü...

Muazzam bir işlev görüyor muhterem Bahçeli...

Açılımın önünü açıyor...

İstese ülkücüleri sokağa döker mi? Döker...

Bu hareketliliğe uygun zihni arka plan, milli hassasiyet, kitle; taban, vs var mı? Fazlasıyla...

Ekonomik çöküntünün sosyal dokuları nasıl gerdiğini göremiyor muyuz? Üçüncü sayfalara bakın...

Peki, ülkücüler neden suskun?

Eh, Başbuğ bağırıyor ya!... Canlarına okuyor valla...

Milliyetçilerde algı bu... Dinginlik de bundan...

MHP sağlam bir aşı... Bu kritik sürecin ehlileştirme aşısı...

Peki, 'Kürt açılımı' olur mu?

İddiam o ki, bu devlet kararı da olsa, yürümez... Yürüyemez...

İnanın o kadar kolay değil.

Bu topraklarda yaşayan tüm halklar yeni bir toplumsal sözleşme yapacak... Bu siyaset aygıtını iptal edecek... Yenisini, ortak çıkarlar zemininde, optimal bir gelecek vizyonuyla, kendi içinden inşa edecek.

Kaynak: Akşam

15 Eylül 2009 17:52
'CHP İçin Kurşun Yedim'
Geçmişte CHP'de aktif ol alan eski PKK itirafçısı ve JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan'dan çarpıcı açıklamalar...

Ergenekon savcılarına, talep halinde her şeyi anlatacağını açıklayan PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, ifade vermeden önce Cihan'a konuştu.

PKK'ya katılmasından firarına, JİTEM'e alınmasından, orada şahit olduğu operasyon ve cinayetlere, Ergenekon'dan günümüzdeki Kürt açılımına kadar son derece çarpıcı ve net açıklamalarda bulunan Abdulkadir Aygan, bunu "vicdani bir sorumluluk, Türkiye'de başlayan güzel bir sürece katkı sağlamak ve başka kötü olayların yaşanmaması adına" yaptığını iletti. Stockholm'e yaklaşık 500 kilometre mesafede yaşayan Aygan, Cihan muhabirinin uzun uğraşları sonunda kamera karşısına geçmeyi kabul etti. İsveç İstihbaratı tarafından yoğun güvenlik önlemleri altında korunan ve başkalarıyla görüşmesine izin verilmeyen Aygan, yetkililerin izin verdiği tek tanıdığı vasıtasıyla görüşme yapabiliyor. Beş saat süren röportaj da bu dostunun evinde gerçekleştirildi.

Bugün ilk bölümü yayınlanan uzun mülakatın tamamında, şu ana kadar yapılan konuşmaların, röportajların bir değerlendirilmesi, yanlış yansıyan bilgilerin kritiği ve devam eden dava sürecine katkı sağlayabilecek oldukça önemli hususlar ele alındı. Ayrıca Aygan, özel arşivindeki birçok belge, bilgi ve dokümanı da paylaştı.

TÜRKİYE'DE YARGILANSAM CEZA ALMAM; AMA BENİ ÖLDÜREBİLİRLER…

Son günlerde, savcılığa bildikleri noktasında yardım edeceği yönündeki açıklamalarının hatırlatılması üzerine Aygan, "Bunu her zaman söylüyorum, yardıma hazır olduğumu. Ben şu an Türkiye'de yargılansam da ceza alacağıma inanmıyorum; çünkü ceza alacak bir durum yok. Ben o cezadan, şundan bundan korkmuyorum. Benim korkum, şu an yürütmekte olan Ergenekon, JİTEM, faili meçhuller davalarının tanığıyım. Belki de tek canlı tanığıyım ve iddialarını açıkça devam ettiren biriyim. Beni ortadan kaldırmak isteyecekler. Bundan çekincem..." diyor.

Türkiye'deki resmi kurumlardan, savcılıktan herhangi bir resmi talebin olup olmadığını sorduğumuzda ise Aygan, daha gelmediğini ama kısa sürede geleceğini tahmin ettiğini söyledi. Yazışmalarda gerçek ismi olan Abdulkadir Aygan mı yoksa Aziz Turan isminin mi kullanıldığının sorulması üzerine Aygan, resmi makamların iki ismi de kullandığını, Türkiye'den gelen evraklarda ikisinin de geçtiğini belirttikten sonra "Benim için hiçbir şey sorun değil, ben bir şeyden kaçınmıyorum, ifade vermekten de kaçınmıyorum." diyor.

BAŞKA İTİRAFÇILAR DA VAR; AMA TAM KONUŞMUYORLAR… BEN DE TAM KONUŞMUYORUM, İADE DURUMLARI VAR!

Muhbir olarak, itirafçı olarak başkalarının da ortaya çıktığına değinen Aygan şöyle devam ediyor: "Başkaları da çıkıyor ortaya, ben muhbirim diye, onlara kitabın ortasından atıyorum. Mesela, İbrahim Babat bazı şeyler konuşuyor, biliyor. Ama bazı gerçekleri perdeliyor, güvenliği gereği belki yapmak da zorunda. Şimdi ben de bazı şeyleri gizliyorum, evet; şahsıma ait bazı gerçekleri gizliyorum, niye yalan söyleyeyim kardeşim! Ama yapmak zorundayım; bir aile sorumluluğum var ve başka sebepler... Yarın bir gün iade meselesinde filan karşıma çıkacak bunlar. İbrahim Babat söylerse, Ali Ozansoy söyleseydi, Adil Timurtaş doğru konuşsaydı yani, ki Adil Timurtaş benden de çok şey biliyor, kendi bulunduğu çevreyle ilgili olarak. Tamam, benim birimimle ilgili olarak bilemez; ama onun haricinde özel harekâtçılarla filan hepsiyle içli dışlıydı. İstanbul'dan tutun, ülkenin birçok yerindeki olaylarla ilgili şeyleri bilir o."

DEMOKRATİKLEŞMEYE KATKIDA BULUNMAK İSTİYORUM

Neden konuştuğunu ise şöyle açıklıyor Aygan: "Ben bunları size konuşuyorum; bir fedakârlık, bir görev olarak, bir insani vazife olarak. Yoksa, basına konuşmaya ne ihtiyacım var; kitap da yazmışım… Yardımcı olmak istiyorum, bu sürece karınca kararınca bir katkım olsun istiyorum. Elbirliğiyle bu düğüm çözülsün diye." Aygan, Ergenekon davası ve Kürt açılımının hararetle konuşulduğu sürece katkıda bulunmak istediğinin altını çiziyor.

Abdulkadir Aygan, bazı sorularımıza şu cevapları verdi:

HER ŞEY, DARBE ŞARTLARINI HAZIRLAMAK İÇİNMİŞ

- PKK üyeliğinden, JİTEM ve oradan da İsveç'e ilticaya uzanan hayat sürecinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Ben yoksul denilebilecek veya köylülükten başlayan, köylü ve daha sonra da mevsimlik isçi olan bir ailenin 7 çocuğundan biriyim. Okul yıllarım; ilkokul, ortaokul ve 2 yıl da lise dönemim biraz da göçmen kuşları gibi geçti. Yani oradan oraya nakil… Ailenin ekonomik ve sosyal durumu ister istemez çocukların hayatına ve eğitimine de yansıyor. Yan Nizip Atatürk Okulu'nda başlayan eğitim, eski adı Misis olan Yakapınar İlkokulu'nda devam etti ve orada ilkokulu bitirebildim. Ortaokulu da yine Nizip Lisesi'nde başladım ama ortaokulu bitirmem de Osmaniye Ortaokulu'nda nasip oldu. Liseye de Adana Motor Meslek Lisesi'nde başladım, ancak 2 yıl sürdürebildim eğitimimi, daha sonra ara verdim 1978'de.

O dönemi hatırlarsınız; can güvenliği diye bir şey yoktu, toplumda, öğrenciler arasında kamplaşmalar başladı. Polisin içerisinde bile Polder, Polbir gibi sağ sol ayrışmaları başladı. İdeolojik ayrışmalar çatışmalara dönüşmeye başladı. Kavgalarla başlayan bu süreç, daha sonra kanlı olaylara sahne oldu. Tabi bunun nedenlerini de günümüzde çözebiliyoruz; kimler neden bunları başlattı, bugünlerde ortaya çıkıyor. Bu bir süreçmiş, yani birileri bir süreç başlatmış. Türkiye'de darbe şartlarını hazırlamak ve de askeri darbe yapmak için. Cuntayı başa getirmek için hazırlanan bir senaryonun parçalarından biriymiş bu sağ sol çatışmaları, toplumun değişik ideolojik kamplara ayrışması…

ÜLKÜCÜ GENÇLERLE AYNI KOĞUŞTAYDIK

- O dönemdeki hadiseleri, bugünkü dava süreçlerini vs. görünce mi bu tahlilleri yapıyorsunuz?

Evet, tabii. Ben 12 Eylül'de Gaziantep 5. Zırhlı Tugayı askeri cezaevindeydim. 12 Eylül'ü orada karşıladık. Ülkücü gençlerle aynı koğuşlarda, aynı yemekhanelerdeydik, aynı çatı altında, aynı koşullar altındaydık. Zoraki yaptırılan, spor denilen ama aslına psikolojik, fiziki işkencelere maruz kaldık. Saçlarımız sıfıra vurulmuş, üzerimize giydirilenler siyaha boyanmış eski asker elbiseleri. Yani insan aynaya baktığında kendisini tanıyamıyordu. Yani sağ-sol fark etmiyordu. Mesela diyelim bir tarafta 50-60 tane PKK'lı denen bir grup, diğer tarafta ise 20-30 kişilik ülkücü grup; aynı çileleri çekiyorduk. Ve o dönemde Kenan Evren cuntası yönetime el koymuş oldu.

PKK İLE ORTAOKUL YILLARINDA TANIŞTIM

- PKK'ya katılma sürecine biraz değinecek olursak…

Benim PKK ile ya da bu siyasi irtibatım daha ortaokul döneminde başladı, Osmaniye Ortaokulu'nda okurken. Osmaniye o zaman Adana'ya bağlı bir ilçeydi, sonradan il oldu. Burada ilk başta benim kişisel merakım daha çok atletizm üzerineydi. Koşuda iyiydim. Derslerime de dikkat ediyordum, okul arkadaşlarımla diyalogum iyiydi. Sosyal ilişkilerim iyiydi; yani çevremdeki insanlarla, öğretmenlerimle saygı ve sevgiye dayanan bir münasebetim vardı. Bu bazılarının dikkatini çekti. İlk başta ülkücülerin dikkatini çekti, ülkücüler yanaştı bana. Yani ben ülkücü olarak bilmiyordum onları. Bir folklor kültür derneği vardı; Gâvurdağı Kültür Derneği deniyordu. Aslında orada ülkücülerin, MHP'nin görüşü paralelinde seminerler veriliyordu, faaliyetler yürütülüyordu. Fakat ben bunu bir iki sefer gittikten sonra öğrendim ve çevremin etkisiyle bir daha gitmedim.

Çünkü o dönemde bizde ailecek sosyal demokratlığa yakın bir yapımız vardı. Annem babam namazında niyazındaydı, tarikatlıydılar fakat siyasî olarak CHP Ecevitçiliğini kendimize daha yakın buluyorduk. Bu yüzden o dernektekilerle irtibatımı kestim. Tabi kestikten sonra CHP'li gençler bir çalışmamız oldu, 1975'de senatonun bir seçimi olacaktı. CHP yönetiminden rahmetli Mustafa Üstündağ, Ali Topuz ve Ferda Güley Osmaniye'ye geleceklerdi.

CHP İÇİN KURŞUN YEYİNCE ALİ TOPUZ GEÇMİŞ OLSUNA GELDİ

İşte onların geleceği gün, bir akşam öncesi yazı asamaya çıktık şehir içerisinde. Ülkücü gençler pusu kurmuşlardı, üzerimize ateş açtılar. Sağ tarafımdan bir kurşun isabet aldım ve o kurşunu hastanede çıkaramadılar. Ankara'da üç yıl sonra ancak çıkarabildiler. İşte ben hastanede yatarken, hastane yatağındayım, o zaman Ali Topuz ve Ferda Güley geçmiş olsuna geldiler. Zaten o zaman ben kaç yaşında bir gencim daha; öyle bir siyasi bir yönüm yok henüz. Bir daha da görüşmem olmadı onlarla. Ankara'ya bir iki defa daha gittik ancak CHP milletvekili Emin Altınbaş'la görüştük, onun yanına gittik, uygun bir hastane bulması hususunda yardımcı olması için, çünkü insan güvenemiyor. Doktorlar da bölünmüş; bazı doktorlar var, ideolojisi senin ideolojine ters olabilir. Polisler bile ayrılmış ki, o açıdan. Emin Altınbaş o zaman CHP milletvekili idi, sağ olsun yardımcı oldu tabii. Baştabip ile temasa geçti ve ameliyatımı sağladı. Benim kurşunu o zaman aldılar.

CHP NASYONAL-FAŞİST BİR ÇİZGİDE… BENCE DOĞUDA DA BATIDA DA ERİYECEK

- CHP'de aktif rol almışsınız; hatta canınızı bile ortaya koymuşsunuz. CHP'nin son dönemlerdeki genel yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz peki?

Şimdi CHP'nin bana yaklaşımı hiç önemli değil; zaten öyle bir beklentim yok ki. CHP'nin şu anki genel tutumunu, muhalefet yaklaşımını benimsemiyorum. Ve CHP için geçen yıllarıma acıyorum ve kurşun yediğime de acıyorum yani. CHP öyle bizim bildiğimiz gibi bir şey değilmiş meğer. Maske takmış nasyonal faşist bir zihniyet portresi var gözümde şimdi. Sadece Kürt meselesi değil, her konuda hiçbir sosyal demokrata yakışmayacak tavırlara giriyorlar. Baykal'ın yaptıklarına partiden de ses çıkmadığına göre onu onaylıyor demek. Partinin yönetimi de aynı düşüncede. Böyle bir parti sosyal demokrat olamaz, liberal dahi olamaz. Nasyonal sosyalist bir çizgide gidiyor.

- Sosyal demokrasinin merkezlerinden kabul edilen İsveç'te yaşarken, buradaki uygulamalardan yola çıkarak, CHP'den ne beklerdiniz?

Maalesef biliyorsunuz CHP şu an sosyalist enternasyonale üye bir parti.

- Üye, fakat üyelikten çıkarılması konuşuluyor, hatta bizzat İsveçli vekillerden gelen taleplerle…

Atılsa iyi olur. Yani çoktan hak etmişti. O ilkelere uymuyor, o sıfata yakışmıyor. Eğer gerçek bir sosyal demokrat parti kimliğine bürünmek istiyorsa çok büyük bir revizyon gerekiyor. Büyük operasyon yapılmalı CHP içerisinde ve bu zihniyet temizlenmeli. Ve kendi yani o eski bildiğimiz çizgiye gelmeli. Onun dışında, bu haliyle de halkın desteğini kaybetmiş durumda ve giderek daha da kaybedecektir eriyecektir.

- Özelikte bu Ergenekon, Kürt açılımı gibi süreçlerden sonra özellikle Doğuda bunun yansımaları görülecek midir sizce?

Doğuda da, batıda da bekliyorum. CHP'yi destekleyen bölgeler yani örneğin Burdur gibi Antalya gibi, İzmir gibi, İstanbul gibi nasıl desem yani dışa açık ve en çok turist çeken yerler. Dış ülkelerdeki insanlarla ilişkide olan insanlar, açılıma ve gelişime uygun yerler ve tahsil düzeyi yüksek insanların yasadığı yerler. Ben o insanların aydın olacağını düşünüyorum ki aydın insanların da bu çizgiyi kabul etmelerinde bir anlam veremiyorum, kabul edemiyorum. Yani bu çizgiyi kabul etmemeleri lazım.

OSMANİYE'DE GERGİN YILLAR

- Osmaniye'de eğitim dedik… Daha sonraki günlerde neler oldu?

Osmaniye'de daha çok faşist dediğimiz kesimin örgütlendiği ve kale olarak gördüğü bir yerdir. Orada Güneydoğu'dan gelen aileler vardı, bir de Maraş bölgesinden gele Marabuzlar denilen bir kesim vardı. Ülkücüler daha çok bu Maraşlılar arasında örgütlenmişlerdi ve orada bir çatışma ortamı çıkarıyorlardı. Çok küçük sebeplerle Marabuz - Kürt çatışması. Bir de orada şehirlerarası otobüsleri durdurup saçı uzun olanların saçını makaslıyorlardı. Faulü uzun olanları bu komünisttir diye tartaklıyorlardı. Bu kadar da olmaz ki…

- Kışkırtma olarak gördüğünüz bu olaylardan dolayı mı PKK'ya uzanan bir sürece girmiş oldunuz yani?

Bir etki tepki durumunun olduğu doğrudur. Bir insana baskı yaparsan… Veya bir kediyi bile sıkıştırırsan iyice, en son tırmalar seni. İlk dışlamalar çocukken. Nizip'ten göç ettiğimizde 6-7 yaşlarında bir çocuğum, o zamanlar üzerimizde fistan denilen bir elbise vardı, yokluktan pantolonu filan daha sonra giydik. Baraklı denilen bir kesim var Nizip bölgesinde, Türkmen bir kesim onlar. Onlar kendilerini saf Türk olarak bizim arkamızdan: "Kuyruklu Kürt, kuyruklu Kürt" diye bağırıyorlardı. Bizi dışlıyorlardı, aşağılıyorlardı. Daha sonra, kendi aralarındaki konuşmalara tanık oluyorduk, rahmetli Menderes'e küfür ediyorlardı. Niye ki: Fırat'ın Menderes Bilecik köprüsünü yapmış da, Kürtler onunla Fırat'ın batı tarafına geçmişler diye.

- Burada, İsveç'te üzerinde çok durulan mobbing, dışlama olayı o dönemlerde oralarda çok yaygın mıydı?

Evet, çok önemli. Şuan İsveç'te ve diğer Avrupa ülkelerinde de mobbing denen şey yasak. Aşağılama, alay etme, küçümseyici davranışlar.

NE MUTLU DEĞİL BANA; BEN MUTSUZ OLACAĞIM!

- Doğuda dağlara yazılan "Ne mutlu Türküm diyene" yazılarının da halkı kışkırttığına dair bazı yazılar kaleme alındı. Siz doğuda iken bu tür bir rahatsızlık hissettiniz mi?

Evet, bunlar iyi şeyler değil. Zaten olayı bu safhaya getiren, bütün bu tavırlar. Damla damla birikimler ve sonunda da bardak taşar. "Ne mutlu Türküm diyene", "Bir Türk cihana bedeldir" vardı. Oradaki çoğu Türkçeyi bilmiyor. Ben Kürdüm diyor, annem babam Kürt, diyor. "Bir Türk cihana bedelmiş, o zaman ben yaramaz bir adamım, beni öyle görüyor", diye düşünüyor. "Ne mutlu Türküm" diye evimin karşısına, köyümün dağına yazmış, o zaman diyorum "Ne mutlu değil bana, ben mutsuz olacağım".

ÇÖZÜM ADIMLARI GEÇ BAŞLADI

- Peki o zaman ne yapılsaydı da bu makas bu kadar açılmasaydı; bu işler de bu noktaya gelmeseydi? Ne yapılabilirdi, neler yapılabilir?

Türkiye'deki mesele sadece etnik bir mesele, Kürt- Türk meselesi de değil. Geçmişten beri, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri bir sistem oturtulmuş, bürokraside Mafyavari şekilde olan, toplumun kaderini etkileyecek yerdeler. Gelirden, refahtan sadece bunlar faydalanıyorlar, temelde bir adaletsizlik var. Bir kere bu adaletsizlik ortadan kaldırılmalı. Tümden kaldırmak zaten imkânsız; ama en aza indirmeli bari. Dünyadaki hiçbir ülkede yok tam adalet, o bir ütopyaydı, ben de buna inanmıştım, "İnsanlar eşit olacak, sosyalizmi kuracağız" diyorduk ama pratikte bu mümkün değil, görüldü, dünyada bunun örnekleri de yaşandı. Şimdi herkese, her vatandaşa eşit mesafede davranılsaydı; Kürt, Türk, Laz fark etmez. Herkesi kucaklayacak şekilde. Kendin bunun bir yolunu bilmiyorsan, dünyaya bir göz atacaksın, aynı sorunu yaşayan ülkeler nasıl yapmış bunu, nasıl çözmüşler? Mesela ben burada, İsveç'te yaşıyorum. Sami denilen bir topluluk var, kuzeyde İsveç, Norveç ve Finlandiya'nın birleştiği sınır noktasında. Sınırların iki tarafında da bu halklardan var. Bu halkın dernekleri, belediyesi, radyoları var, kendi dillerinde okulları var, milli yerel kıyafetleriyle televizyonlara çıkıyorlar. Bundan İsveç bir şey kaybediyor mu?

- Türkiye'de de TRT 6 Kürtçe yayını başladı. Gerçi bu da belli çevrelerden büyük tepki aldı..

Allah yapanlardan razı olsun. Bunlar geç başlatıldı. Çok yıkımlar olduktan sonra. Ne diyeyim; bütün bu olaylar olmayabilirdi. Bu noktaya gelmeden yapılabilirdi. Korkmamak lazım. Ama birileri bunu bilinçli yapıyor, bölücülük yapacak, bizi bunu verirsek ardından şunu da isteyecek, bağımsız Kürdistan isteyecek" diye düşüyorlar. Fakat böyle peşin yargılarla, önyargılarla bir yere varılamaz.

KAOSTAN BESLENEN KESİM, ÇÖZÜM İSTEMİYOR

- Siz Doğu'yu iyi biliyorsunuz. PKK'nın, JİTEM'in, askeriyenin içinde de bulundunuz. Doğudaki meselenin bitmesini istemeyenler de var sanırım. Doğu, Kürt meselesinin bu zamana kadar çözülememesinde PKK'nın, JİTEM'in ve de Ergenekon'un dahli ne kadar oldu sizce?

Özellikle bahsettiğim bürokrasi kesiminde… ve özellikle de şunun altını çizmek istiyorum: evet, her ülkenin kendisini koruma aygıtı olarak ordusu olacak, ordusuz devlet diye bir şey olmaz. Altı yıldan fazladır İsveç'teyim, bu zamana kadar askeri 2-3 sefer ancak görmüşümdür.

- Kürt meselesinin çözümünü kimler, niçin istemiyor sizce?

Bazı siyasetçi ve yazarlar bu konuda konuştukları zaman: "Dış güçler istemiyor". Kardeşim, önce kendi içine bak. Kendi içinde bu çözümü istemeyenler var. Bürokraside, askeriyede, ulusalcı kesimde, bölgedeki aşiretçi düzeni devam ettirmek isteyenler, koruculuk sisteminin devam etmesini isteyenler. İşte bunların, doğu meselesinin sona ermesini istemiyorlar. Çünkü çıkarları var bu ortamda. Toplumda çok da saygınlığı olmayan kimseler gücü arkalarına alıp bölgede astığım astık, kestiğim kestik hareket ediyorlar, o bölgeyi haraca bağlıyorlar, kaçakçılık işleri yapıyorlar. Çünkü bazı kesimler askeriyeden, bazı bölge ve yerlerden araba yapılmadan serbest geçiş için belge almışlar. Serbestçe de silah, bomba taşıyorlar, kimse de onların evini, arabasını arayamıyor. E tabii adam da bunun bitmesini istemiyor. Adamın karakteri de bu zaten.

FATİH TERİM İLE AYNI OKULDA OKUDUM, VELİLERİMİZ DE AYNIYDI

- PKK'ya katılma sürecinize tekrar dönecek olursak, yaralanmanızdan sonra Öcalan'ın ziyareti var sanırım…

Yaralanma olayından sonra Abdullah Öcalan, eniştesiyle beraber Osmaniye'ye bana geçmiş olsun ziyaretine gelmişlerdi. Öcalan ile de anne tarafından akrabayız. Önümüzdeki yıl da Adana Motor Meslek Lisesi'nde öğrenime başlayacağım. İyi bir atlettim, okul yönetimi spora önem veriyordu. Mesela Fatih Terim bizim okuldan. Benim başladığım sene o futbol yüzünden okulu bırakmıştı. Benim velim, aynı zamanda Fatih Terim'in velisidir; Şinasi Alkan Bey. Kayserili'ydi kendisi. Okula başladığım sene, aslen Ordu Ünyeli olan PKK'nın ilk kurucu kadrolarından olan Haki Karer gelmişti Adana'ya. Orada okula geldiler, beni buldular. Bir teneffüs arasında bahsetti, "Abdullah Öcalan, seninle görüşmemizi istedi" dedi. Böylece irtibatlanmış olduk. Daha sonra Abdullah Öcalan'ın kardeşi Osman Öcalan da geldi, Arif Göktaş da geldi. Bu şahıs daha sonradan örgüt tarafından öldürülmüştü. Bunlar geldiler ve Meydan Mahallesi'nde "komün ev" dedikleri bir ev tuttular. Erkek Lisesi ile Sanat Okulu'nun hemen arkasındaydı ev.

- Hareketli, maceralı bir hayat mı daha cazip geldi size aslında?

Aslında size dedim ya, Osmaniye'de vurulduğum o zamanlarda Doğu Perinçek'in bir derneği vardı. Bir kültür derneği idi ama adını şu an hatırlamıyorum. Tam Osmaniye'nin merkezindeydi, caddenin ucunda. Biz bu derneğe gelip giderken, Doğu Perinçek'in broşürlerini, Aydınlık Gazetesi'ni okuyorduk o zamandan. Orada Vietnam ile ilgili, sömürgeciliğe karşı mücadele eden ülkelerle, Che Guvera ile ilgili afişler vardı. Bende aynı zamanda Atatürkçülük vardı. Atatürk'e bir hayranlık vardı, yakamıza Atatürk rozeti takıyorduk. Niye dersek; çünkü bağımsızlıkçı, antiemperyalist bir rol yüklüyorduk Atatürk'e o zaman.

- Hem Kürt milliyetçiliği etkisinde idiniz, hem de Atatürkçülük. Bunda bir çelişki görmüyordunuz o zaman öyle mi?

Hayır, görmüyorduk. Yani Atatürk, 'Yurdu kurtarmıştır, halk desteğini alarak ülkeyi düşmanlardan temizlemiştir, iyi bir şeyler yapmıştır' diye bakıyorduk sadece.

PERİNÇEK İÇİN ÇALIŞTIĞIM İÇİN YAZIKLAR OLSUN! PERİNÇEK ASLINDA STATÜKOCU BİR FAŞİSTMİŞ…

- O arada Doğu Perinçek'ten de etkilendiniz sanırım. Peki, şu anki Doğu Perinçek'i nasıl değerlendiriyorsunuz? Ergenekon davasında tutuklandı malum…

(Gülüyor) Doğu Perinçek, sinsice bir oyun oynamış. Bakın yine hayıflanıyorum şimdi, onun broşürlerini götürüp okuldaki öğretmenlere dahi veriyordum, satıyordum, getirip parasını derneğe veriyordum. Hâlbuki ben hareketi, böyle davalara yardımcı olmayı seviyordum. Ama o adam da maske takmış meğer. Demek o, şimdi Ergenekon diye ortaya çıkan adamların isteği doğrultusunda toplum içerisinde yol almış, samanlık altından su yürütmüş. Kendisini solcu, bağımsızlıkçı filan göstermiş fakat değil, aynı bir faşist, nasyonal sosyalistten bir farkı yok onun.

- Perinçek'in 40-50 yıllık mücadelesine baktığımızda o zaman nereye hizmet etmiştir?

Mevcut statükoya hizmet etmiş, o statükonun devamında çıkarı olanlara hizmet etmiş, halka, demokrasiye filan hiç hizmet etmemiş. İşte görüyorsunuz; gidiyor Bekaa'da Apo'yla gül alıp, gül veriyor, daha kimlerle görüşüyor. Bir bakıyorsunuz dergisinde öyle dokümanlar yayınlıyor ki, onları belki MİT bile elde edemiyor. Yani askeriyeyle ilgili, askerin içiyle ilgili bir konuda dosyalar. Yani bir yerler ona veriyor, servis yapıyorlar ona. Toplumu kendi istikametinde yönlendirmek için medya gücünü kullanmışlar. Çok karanlık bir adammış, yazıklar olsun ki onun broşürlerini okulda satmışım. İnsan işte, o gençliğin verdiği halle, insan bilemiyor. Siyasi bilinç düzeyin, hayat tecrüben yok, bilemiyorsun, önüne gelen şeyi doğru olarak görüyorsun.
aktifhaber

16 Eylül 2009
Demirtaş'tan Sert Sözler

DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş tutuklamalara sert tepki göstererek açılıma yönelik şok sözler sarfettiHaberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, 'Kürt açılımı' sürecinde partilerine mensup 10 kişinin tutuklanmasına tepki göstererek, "Daha açılımın başından bu kadar pervarsız bir yaklaşım sergilenirse, bundan sonra yapılacak olan açılımın başına TRT 6'nın başına gelenler gelir" dedi.

ÖNDERLİĞİMİZE SAYGI DUYACAKSINIZ

Açılımın gerçekten 'Kürt açılımı' olması için Kürt halkının hassasiyetleri ve taleplerinin ortada olduğunu belirten Demirtaş, "Birincisi siyasi iradelerine, önderliğine saygı duyacaksınız. Bu nettir. Halkımızın partisinin seçimlerine, öncüsüne saygı duyacaksınız. Ana diline kültürüne saygı duyacaksınız" dedi.

SÜRECİ TIKARSANIZ SOKAĞA İNERİZ

DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk da "Demokratik meşru zeminde mücadelemizi sürdürmek istiyoruz. Ancak bu yolu tıkarsanız, bu yolu halkımızla birlikte sokakta mücadelelerimizi sürdüreceğiz" diye konuştu.

AÇILIMIN ADI BAYKAL BAHÇELİ OLSUN

Böyle bir dönemde kimsenin kendilerine 'Kürt açılımı'ndan söz edemeyeceğini ileri süren Demirtaş, "Arkadaşlarımızın tutuklanması tam olarak şu mesajı içeriyor. Biz sizin iradenizi tanımıyoruz. Bizim irademizi tanımayanlar, nasıl bizimle açılım yapacak? CHP'nin MHP'nin hassasiyetini Kürt halkından daha fazla dikkate alacaksınız. Ama ismine Kürt açılımı diyeceksiniz. O zaman benim tavsiyem hükümet Kürt açılımının adını değiştirsin. Bu açılımın adı 'Baykal, Bahçeli' olsun, onlara da hayırlı uğurlu olsun" dedi. Demirtaş, 'Kürt açılımı' için Kürt halkının hassasiyetleri ve taleplerini sıraladı ve bunların karşılanmasını istedi.

Üniversitelerde Kürtçe bölümü açılmasıyla ilgili kararında Kürtçe adının geçmediğini ve YÖK'ün 'Yaşayan Diller Enstitüsü' kurulmasına izin vermesini eleştiren Demirtaş, "Rektör bile buna isyan ediyor. Bu kadar saçmalık olabilir mi? Kürt açılımı olacaksa 20 milyonluk bir halkın ismini ağzınıza almaktan çekinmeyeceksiniz" dedi. Kürt halkı demenin bir gerçeğin saptaması olduğunu kaydeden Demirtaş, "Buna hükümet, YÖK, MGK, Cumhurbaşkanı kendini alıştırarak başlayacak. Eğer bu ülkenin Başbakan'ı Cumhurbakan'ı ise vatandaşların etnik kimliğinin ismini ağzına almaya çekinmeyecek. Başbakan Kürt açılımı altında yürüyen projede ağzına Kürt sözcüğünü almaktan çekiniyor" dedi.

Demirtaş, Kürt halkının örgütlü olduğunu söylediği konuşmasında, "Bu örgütlü yapı dikkate alınacaksa en başta seçilmişlere ciddi ve tutarlı bir yaklaşım bekiyoruz. Eğer itirazlarımızı dikkate alınarak bu arkadaşlarımız serbest bırakılırsa, biz de inanalım ki evet, bir hata yapıldı ve bu hatadan dönüldü. Halkımızda bunu görsün. Aksi taktirde bu şekilde kandırarak ve sulandırarak açılım da yapılamaz, demokratikleşmede gerçekleştirilemez. En azından Kürt halkını ikna edin. Ama mesele Baykal ile Bahçeli'yi ikna etmekse onlar zaten ikna olmuştur. Bundan sonrada biz yürüyeceğiz. AKP'yi de doğru yola, doğru çizgiye biz getireceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın" diye konuştu.

Demirtaş'ın konuşmasının ardından yürüyüşe geçen grup, sloganlar atarak Büyükşehir Belediyesi önüne geldi. Burada kalabalığa hitap eden DTP İl Başkanı Fırat Anlı, "Askeri ve siyasi operasyonlardan vazgeçin, tutuklu arkadaşlarımıza sahip çıkacağız. Tüm arkadaşlarımız serbest kalıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz" dedi.

TUĞLUK: PARTİMİZİ KAPATIN BİZİ TUTUKLAYIN

DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk da yaptığı konuşmada barışa ve kardeşliğe ancak onurlu olması halinde hazır olduklarını söyledi. Baskılar ve dayatmaların kendilerini yollarından alıkoyamayacağını kaydeden Selahattin Demirtaş, "Çünkü biz ne bedeller ödedek, bu konumları kolay kazanmadık. Bunları kaybetmeyeceğiz. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Bu operasyonları gerçekleştirenlere diyoruz ki, buyrun hepimizi tutuklayın, buyrun bütün belediye başkanlarımızı görevden alın, buyrun partimiz kapatın. Peki bu size ne kazandıracak?" dedi.

Operasyonların ve baskıların devam etmesi halinde kaybedenin kendileri olmayacağını anlatan Tuğluk, "Anayasal, yasal hiç bir hakkı tanınmayan halkımızın zaten kaybedecek bir şeyi yoktur. Sayın Başbakan 'Çözüme en yakın olduğumuz bir dönemdeyiz' diyor. Biz de diyoruz ki Sayın Başbakan bu yöntemlerle, uygulamalarla çözümden uzaklaşıyoruzunuz" diye konuştu.
aktifhaber

Ana dilinin inkârı nedir, hayvan vagonunda sürgün nedir bilir misin?..
16 Eylül 2009
Hasan Cemal
Milliyet Gazetesi

Kürt meselesini Türkler ne kadar biliyor? En okumuşundan en cahiline kadar Türkler, Kürt sorunu deyince ne anlıyor?
Ne derseniz?
Bence Kürt sorununu bilen ve yüreğinde hisseden Türklerin bu ülkede hâlâ küçük bir azınlığı oluşturduklarını düşünüyorum.
Bilmedikleri ve hissetmedikleri için de Türkiye’yi çok uzun yıllardır maddi ve manevi bakımdan kanatan bu sorun bir türlü çözülemiyor.
Peki, bu onların kabahati mi?
Bu da meşru bir sorudur.
Çünkü, Türkler bu ülkenin tarihten gelen birçok temel sorunuyla olduğu gibi Kürt meselesinde de karanlıkta tutulmuştur. Devlet bunu bilinçli olarak yapmıştır. Okulda, üniversitede böyle bir sorundan habersiz yetişmişlerdir.
Ben de böyle yetiştirildim.
Herkese öylesine bir ‘Türk milliyetçiliği’ aşısı yapılmıştır ki, Kürtlerin varlığı, dili, kültürü her şeyi onca zaman inkar edilmiştir. Tersini söyleyenler baskı görmüş, hapislere atılmış, vatan haini ilan edilmişlerdir.
CNN Türk’te Cengiz Çandar’la birlikte yaptığımız Tecrübe Konuşuyor programında pazartesi akşamı, bilmiyorum, Dengir Mir Fırat’ı dinlediniz mi?
Dengir Bey bir Kürt, Adıyaman’lı.
AKP Adana milletvekili.
Yakın zamanlara kadar Genel Başkan Yardımcısı olarak iktidar partisinin iki numarasıydı.
Kürtlerin Türklere Kürt meselesini anlatmalarını önemsediğim için programın başında Dengir Bey’e de sordum:
“Kürtçe’yi nasıl öğrendiniz? Kürtçe’nin, kendi kimliğinizin yok sayıldığını, inkar edildiğini fark ettiğinizde neler hissettiniz?”
Yanıtı çok içtenlikliydi:
“Ankara Hukuk Fakültesine başladığımda Kürtçe bilmiyordum. 1960’ların başlarıydı. Bir gün Cebeci’de, eski konservatuarın bulunduğu Atatürk Öğrenci Yurdu’ndan çıkmış yürüyordum. Sanıyorum 27 Mayıs’tı. O tarihlerde bu darbe bayram olarak kutlanırdı. Dikimevi’nin önünde, on beş yirmi metrelik şöyle bir pankart asılmıştı: ‘Kürdüm diyenin yüzüne tükürün! Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel.’ Fena oldum! Gerisin geriye yurda, arkadaşlarımın yanına döndüm, Kürtçe öğrenmek istediğimi söyledim.”
Dengir Bey’in aile kökleri Adıyaman’ın Kahta ilçesinden. Dedesi, Atatürk’ün yanında Kurtuluş Savaşı’na katılmış, aynı zamanda ilk Mecliste milletvekilliği yapmış.
Ve ailesi tam dört kez, ilki 1920’lerde, sonuncusu 27 Mayıs darbesinden sonra sürgüne uğramış, her sürgünde de mallarına el konmuş...
Şöyle dedi:
“Jandarma akşam vakti kapıyı çalar, ertesi sabah elinizde sadece tek bir bohçayla evinizden barkınızdan gideceğinizi söyler. Yürüyerek yola koyulursunuz, en yakın tren istasyonunda sizi bekleyen hayvan vagonlarına binmek üzere...”
AKP Adana milletvekili Dengir Mir Fırat programın sonunda şöyle dedi:
“Ben insanım. Ben Kürdüm. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyım. Devlet olarak bana saygı duyun!”
Dengir Bey’in bu anlattıklarını okuduktan sonra şimdi size sormak istiyorum, Kürt meselesi nedir, yüreğinizde hissedebiliyor musunuz bu sorunu diye...
Dengir Mir Fırat, Erdoğan hükümetinin başlattığı açılım konusunda, “Eğer Ergenekon soruşturması olmasaydı, bu örgüt ortaya çıkmasaydı böyle bir açılım gerçekleşemezdi” diye konuştu.
Demokratik açılımın bir süreç olduğunu, bu süreçte parmakların tetikten çekilmesi gerektiğini, bu açıdan asıl sorumluluğun da PKK’ya düştüğünü belirtirken şunu ekledi:
“Atış poligonundan dışarı çıkmak lazım. Atış devam ederken konuşamazsınız. Birbirinizin ne dediğini duyabilmek için önce poligondan çıkmak şart...”

milliyet

Mahmut Alınak: Kürt Açılımı, PKK'yı çökertmek için

13:35 - Eski DTP Kars İl Başkanı ve kapatılan DEP Milletvekili Mahmut Alınak, “Haftalardır tartışılan sözde Kürt Açılımı ile yapılmak istenen şey artık gün ışığına çıkmıştır: Niyet Kürdistan sorununun demokratik çözümü değildir; amaç savaşla bitirilemeyen PKK’nin siyasi metotlarla çökertilmesi ve bitirilmesidir. Ama bu yeni konseptte de bildik tarihi hata sürdürülerek sorunun yeşerdiği kök, yani Kürdistan gerçeği yine görmezlikten gelinmektedir. Böyle olunca da yara tedavi edilmeyecek, sadece üzeri pansumanla kapatılmış olacak” dedi. 17.09.2009 ANKARA netgazete

Ece Temelkuran Kıyıdan
Kürt ve Türk çocuklar
18 Eylül Cuma 2009

gönderAli Kırca, yayın döneminin ilk programına psikiyatr Yankı Yazgan ile beni davet etmişti. Konu ‘demokratik açılım’, başroldeki konuklar da Türkiye’nin her yerinden gelen çocuklar olunca tatili yarıda kesip gittik. Program yayınlandı ve çok yüksek oranlarda izlendi. Öyle ki, aynı gece youtube’a programdan çok sayıda parça yerleştirilmiş, ekşi sözlük’te sayfalarca yorum yapılmış, internet sitelerinde tartışmalar başlamış, Show TV’nin telefonları kilitlenmişti. Program boyunca yapılan canlı ankete katılım rekor düzeydeydi.

Ürkütücü çocuk sözleri
Programa katılan çocukların anlattıkları... Nasıl desem? Ürkütücü şeyler oldu. Büyüklerin, çocukların ağızlarını ırkçı, faşist söylemler için kullandıklarını ve boş levha gibi kalplerin bu söylemleri doğuştan getirdikleri bilgilermiş, kendi fikirleriymiş gibi anlatmasını izlemek ürkütücüydü.
“Niye Kürtçe konuşuyorlar? Konuşmasınlar!”, “Anneleri onlara niye Kürtçe öğretiyor?” gibi soruların öfkeyle sorulması, “Onlar da Türk aslında ama bilmiyorlar”, “Dış mihraklar bizi bölüyor”, “Türkçe konuşmayacaklarsa gitsinler” gibi cümlelerin kalpten söylenmesi, muhtemelen benim kadar Kürt illerinden gelen çocukları da şaşırttı ve ürküttü. Muhtemelen Diyarbakır’dan, Hakkâri’den, Mardin’den gelen çocuklar kendileriyle ilgili bu söylemi ilk kez canlı canlı duydukları için kalpleri kırıldı.
Çocuklar arasında yaşanan bu hadise bir kez daha ‘demokratik açılım’ meselesinin en önemli ayağının ‘Kürt açılımı’ değil, ‘Türk açılımı’ olduğunu düşündürttü. Daha önce de yazdım bunu. Bu memlekete çok geniş kapsamlı bir ‘Türk açılımı’ gerekiyor.

Hükümetin dili
Hükümet, dün Taraf gazetesinde sevgili Mithat Sancar’ın yazdığı gibi, demokratik açılım sürecinin başında tutturduğu özenli dili karşı taraf sertleşmeye başladığından beri korumakta güçlük çekiyor. Dilin sertleşmesi sadece biçimsel bir mesele değil. Açılımdan yana olanlar, tedirgin oldukları ilk anda o ilk ezbere, bugüne kadar 50 bin kişinin ölümüne neden olan o ‘terör dili’ne dönüyorlar. Bir başka deyişle, Kürt açılımına cesaret edenler Türk açılımına cesaret edemiyorlar. Ve bu ülkede asıl cesaret gerektiren
Türk açılımıdır!
Bunun kanıtı, programın hemen ardından Ali Kırca, program yapımcıları ve Show TV hakkında Türkiye Gençler Birliği adlı bir grup tarafından yapılan suç duyurusudur. Suç duyurusunda programın ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği, bunun çocuklar üzerinden yapıldığı’ iddia edildi. Bu da gösteriyor ki ‘konuşmayı’ unutmuş bir ülkede en çok ihtiyaç duyulan şey, ‘Türklerin’ kafasının açılması. Bunun için de cesur ve açık kafalara, söylemini karşıtı yüzünden değiştirmeyen bir siyasi iradeye ihtiyaç var.

Açılıma ‘tüyo’
Programla ilgili, demokratik açılımın mimarlarına önemli bir ‘tüyo’ vereceğine inandığım bir ayrıntı:
Program boyunca yapılan, “Demokratik açılımı destekliyor musunuz?” canlı anketinin sonucu yüzde 65 hayır, yüzde 35 evet çıktı. Sorduğumda, yapımcılar şöyle bir bilgi verdi:
Aslında hayır oylarının oranı çok daha fazlayken programın sonunda benim konuştuğum beş dakikalık bölümde hayır oylarında yüzde 5’lik bir düşüş olmuş. Hemen söyleyeyim, mesele ‘ben’ meselesi değil. Çocuklara hitaben, neredeyse çocuk dilinde söylediğim şey şuydu sadece:
Siz hiç kimseye taş atmadınız mı? Attınız! Peki sizi de altı yaşında sadece İngilizce konuşulan bir okula koysalar, Türkçe konuşunca dövseler, siz de bunu yapanlara taş atmak istemez misiniz? Ama sizin yaşınızda çocuklar bu yüzden şimdi hapishanelerde yatıyor, on yıllarca da yatacaklar. Saatlerdir Kürt arkadaşlarınızla birliktesiniz. Hepiniz İngilizce nasıl ‘merhaba’ denir bilirsiniz. Ama sizce neden Kürt arkadaşlarınıza Kürtçe nasıl ‘merhaba’ denir diye sormadınız?
Dil, buradan kurulmalı. En dipten. En insani yerden. Yoksa Mithat Sancar’ın da dediği gibi ‘güvenlik dili’ne doğru bir kez büküldü mü ağzımız öyle kalır. Nefretin korkudan beslendiğini unutmamak gerek. Bu korkuyu hükümetin kullandığı dille sakinleştirmesi lazım.

Milliyet



Etiketler: 12 Eylül gecesi Genelkurmay Karargahı Demirel 49 idam Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Hava Kuvvetleri Komutanı Deniz Kuvvetleri Komutanı Jandarma Genel Komutanı TBMM protesto etti darbe muhsin yazıcıoğlu cia pentagon abd Cumhurbaşkanı GKB Mağdur yargısız infaz atatürk laiklik CHP' PKK itirafçısı JİTEM Abdülkadir Aygan Kürt açılımı Abdullah Öcalan yılmaz dikbaş demokratik açılım taraf tayyip erdoğan akp ak parti çözüm baran özal yılmaz dikbaş bölünme abd ab barzani güney doğu kürt türk kürtçe anayasa hasan cemal kandil imralı şemdinli hak hukuk baran jirki aşiret dtp selahattin demirtaş ürt açılımı önderlik Mahmut Alınak TV terör Türkçe açılım Kürtçe faşist Mardin Hadise Show TV Hakkâri Youtube Türkiye Ali Kırca Diyarbakır Kürt açılımı demokratik açılım
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Eyl 24, 2009 11:45 pm    Mesaj konusu: OBAMA PROJESİ Alıntıyla Cevap Gönder

Serdar Akinan
Çocuk Günü kutlu olsun!..

Suçları muhtelif:

'Zafer işareti yapmak', 'slogan atmak', 'polise taş atmak', 'örgüt bayrağı önünde durmak'...

Tamamı 267 kişi...

Tamamı 18 yaşın altında... Yani çocuk...

Son bir yıl içinde 'bölge'de olan bitenin bilançosu bu... Yüzlerce yıl hapis isteniyor... Zaten tamamı hapiste bu çocukların. Tamamı yargılanmayı; haklarındaki iddiaları; o 'vahim' iddiaları yanıtlamayı, kendilerini savunmayı bekliyorlar...

Nerede? Siyasi eğitim aldıkları 'ağbilerin' koğuşlarında..
Bölgeden çocuk manzaraları...

12 yaşında Uğur Kaymaz'ı öldürenlere beraat...

7 yaşındaki Enes Ata'yı... 9 yaşındaki Abdullah Duran'ı öldürenler kim ve nerede?

Bilen duyan var mı?

Yok.

Ya, Cizre'deki Yahya Menekşe? Adını bilir misiniz?

Yaşlara dikkatle bakar mısınız?

7-12-15...

Bunlar bu ülkenin çocukları...

'Taş atan çocuk' onlar.

Havan mermisi ile bedenleri parçalanan...

'Teröre müzahir bölgede' oyun oynayan...

Bir ülke geleceğini nasıl iptal eder?

Tarihimizin en kudretli sorusu bu olacak.

Yanıtı ise bir ateşin koru kadar sıcak ve sahici.

Bir ülke çocuklarının geleceğini iptal ederek kendini iptal eder.

Ceylan Önkol'un roketle mi yoksa havanla mı öldürülmesinin bir önemi var mı?

Annesi onun bedeninden artan parçaları eteğinde toplamış veya toplamamış ne fark eder?

Ceylan Önkol evden çıkarken annesine 'bana makarna yap' demiş olsa ne olur olmasa ne olur?

Ceylan yok... Benim kızımla akran... Yan yana gelseler birkaç dakika içinde kıkır kıkır oyun oynarlardı. Aynı dili konuşmasalar ne olur? Aynı göğün altında olmaları yeterdi...

Ama Ceylan yok.

Olanların hali de ortada... Bağlar semtine gidin. Sadece Diyarbakır'ın Bağlar'ına...

İstanbul'dan uçağa biniyorsunuz. Bir buçuk saat sonra Diyarbakır'a iniyorsunuz...

Uçaktan indikten sonra taksiye biniyor, 'Bağlar'a...' diyorsunuz...
Beş dakika...

O kadar yakın... Bu kadar uzak...

Enes, Abdullah, Uğur, Ceylan...

İsimleri bunlar.

Kimi toprağın altında... Kimi dört duvar arasında... Kimi sokakta...

Geleceksizliğine mahkum... Yarınsız.

Bunlar kimin çocukları? Hangi düşman ülkenin?

'Açılım'mış...

'Açılım' diyen sevimli dudaklarınızı yesinler sizin.

Bu ülke evlatlarını iptal ediyor.

Bu ülke geleceğini iptal ediyor.

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde...

'Teröre müzahir' alanlarda.

Siyasetiniz, mücadeleniz, kavganız, göreviniz, yetkiniz, sorumluluğunuz, dosyanız, evrak numaralarınız, o kıpkırmızı, o simsiyah plakalarınız, lacivert takımlarınız batsın.

Bu ülkenin çocuklarını birbirine düşman ettiniz.

Bu ülkenin çocuklarını öldürdünüz.

Bu ülkenin çocukları üzerinden geleceğini iptal ettiniz.

'Dünya Çocuk Günü'nüz kutlu olsun!...

Akşam

16 Eylül 2009 Çarşamba
Emine K. Arslaner
Gezme Ceylan Bu Dağlarda Seni Avlarlar

Bir rivayete göre, Diyarbakır’ın Lice beldesinde hayvanları otlatmak için evinden ayrılan küçük Ceylan’ın elindeki satırdan şüphelenmiş asker… 12 yaşındaki küçük kızın elindeki satırla karakolu basıp kendilerini doğrayacağından korkmuş jandarma ve o yüzden vurmuş Ceylan Önkol‘u.

Güneydoğu illerinde ceylan avına çıkan askerler, “açılım saçılım” derken bebek mezarları açan siyasiler, birilerini küstürürüz de işimizden oluruz diye küçük kızın parçalanmış bedenini gösteren resimleri çöp tenekesine gönderen gazeteciler, Ceylan’ın elindeki kör satırdan korkan bütün ödlekler, bu satırlardan da korksunlar!

Korksunlar, çünkü şimdi okuyacağınız satırlar onların damarsız yüreklerini lime lime edebilmek için beyaz kağıda döküldüler:

Yağmurdan daha çok “kan”la sulanmıştır Güneydoğu toprakları. Üzerinde buğdaydan öte şeyler de büyür. Nefret büyür, kin büyür... Acı, ölüm, çile, dehşet büyür. Ama çocuklar büyümez, büyüyemez. Sek sek oynayacakları, ip atlayacakları bir yaşta ya sarp dağların ucralarına kurulmuş terör kamplarının eşiğine düşerler ya da kara toprakların kanlı sinesine gömülürler .

İçinde, işte bu sancılı realiteyi değiştirecek ve güya “huzur”u yeniden tesis edecek sihirli iksirin bulunduğu, lakin allı pullu fiyonklarının bir türlü açılamadığı “açılım” paketine bir ceylan kanı daha bulandı efendiler, farkında mısınız?

Bu kanlar temizlenmedikçe; 12 yaşındaki Ceylan’ın, yedi yaşındaki Enes’in, dokuz yaşındaki Abdullah’ın neden öldürüldükleri adam akıllı izah edilmedikçe ve katiller hesap vermedikçe, önlerine sürülen bütün fiyakalı paketleri tiksinerek geri itecek esmer tenli, toprak kokulu insanlar…

Bilmem bu sonuca aşına mısınız?

Sizin bu sessiz ittifakınız, sizin bu zımni kabulleriniz; sizin bu “bölgesel barış” rüşvetine karşılık teker teker devirdiğiniz vicdani ilkeleriniz dönüp dolaşıp yine sizin, “huzur” ambalajlı demokrasi paketlerinizi paramparça edecek.

Tıpkı Diyarbakır’ın bir köyünde hayvanlarını otlatırken paramparça edilen 12 yaşındaki Ceylan gibi… Onun yaralı anası, evladının dağılan parçalarını nasıl ay çiçeği desenli entarisinde biriktirip mezara götürdüyse, bu halk ve bu kara yazgılı insanlar da sizin kah paketlerle, kah roketlerle dağıttığınız demokrasinizi; çamurlu yolundan, akmayan suyundan, derme çatma okulunun akan çatısından toparlayıp, çöplüğüne gömecek.

İnanmıyoruz sizin “huzur” alt başlıklı, “açılım” masallarınıza efendiler!

“Barış” adı altında, “huzur” diye takdim ettiğiniz zaman dilimlerine sığdırılan bütün faili meçhuller, el altından yürütülen kirli bir kollektif çalışmanın kanlı vesikaları gibi asılı duruyorlar belleklerimizde.

İnanmıyoruz, çünkü Kayseri’de kaybolan çocuklar için tüm Türkiye’yi titreten kudretli dillerin Ceylan’ın adını neden hiç zikretmediğine anlam veremiyoruz.

İnanmıyoruz, çünkü sadece Ceylan konusunda iktidar ve muhalefet arasında insanı dehşete düşüren bir iş birliğinin iz düşümlerini müşahede ediyoruz;

İkiniz de susuyorsunuz…

İkiniz de susarak ikrar ediyorsunuz Türkiye’nin hala kışladan yönetildiğini.

İkiniz de susarak onaylıyorsunuz apoletli medyanın kronik endişelerini.

Ve herkes, hepiniz susuyorsunuz...

Bir telefon kulübesinde konuşan adamı izler gibi izliyorsunuz, kardeşinin cesedinin başında feryat ederek başını ellerinin arasına gömen acılı abinin dramını. Pandomim yapan birini seyreder gibi seyrediyorsunuz, Ceylan kızın, dizlerini döverek ağıtlar yakan kederli anasını. Duymadan, titremeden, hiçbir tepki göstermeden, izliyorsunuz sadece;

taştan bir heykel gibi, simsiyah bir duvar gibi, gözbebekleri olmayan iki yuvarlak çukur gibi…

Ve bütün bu umarsızlık, kayıtsızlık, vurdum duymazlık, adam sendecilik karşısında tükeniyor kelimeler, susuyor zihinler ve bir türkü yükseliyor kalplerin kanayan yerlerinden;

ceylan senin gibi yüreğim yara

cihanda derdime aney bulmadım çare

bir yavru kaybettim gözleri kara

gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar

anandan babandan yardan ayrı koyarlar

Sonra biz de susuyoruz, susuyoruz ama en azından dinleyerek...

Emine Karahocagil Arslaner
eminearslaner@gmail.com
Haber10


05 Ekim 2009 09:26
CEYLAN'IN AĞABEYİ DE BOMBALARDAN ZOR KURTULMUŞ

Katledilen Ceylan'ın ağabeyi de bombalardan zor kurtulmuş. Sır perdesi aralanmadı.

Lice’de koyun otlatırken katledilen küçük Ceylan’ın ağabeyi de, 15 yıl önce helikopterden atılan bombalardan canını zor kurtarmış ama kekeme kalmış

Diyarbakır’ın Lice ve Bingöl’ün Genç ilçeleri arasında yer alan Şenlik Köyü’ne bağlı Hambaz mezrasında, ne olduğu açıklanmayan bir silahtan yapılan atışla öldürülen Ceylan Önkol’un ağabeyi Sedat Önkol da 15 yıl önce, aynı yerde ölümden döndüğü öğrenildi.

Helikopterden bomba attılar
Yine Hambaz mezrasında küçük kardeşi Ceylan gibi koyun otlatırken, bir anda etrafa bomba yağmaya başladığını söyleyen Sedat Önkol, canını zor kurtarmış. Ancak koyunları telef olan Önkol yaşadığı korkunun etkisiyle kekeme kalmış.

Aynı yerde kardeşim öldü
Sedat Önkol, ürkek ve korku dolu bakışlarla yaşadığı şoku anlattı: “10 yaşındayken hayvanları otlattığım sırada, helikopterlerden atılan bombalarla 40’a yakın koyun telef oldu. Gizlenerek bombalardan korunmaya çalıştım. Çok korkmuştum. Dilim tutulmuştu, korkudan konuşmakta güçlük çektim.”
Şimdi de aynı yerde kız kardeşini kaybettiğini söyleyen Önkol, “Onun ne suçu, günahı
vardı ki? Yaşadığımız bölgede özgürce dolaşamayacak mıyız? Hani açılım oluyordu. Hiç bir devlet yetkilisi gelip sormadı bile. Kime, nasıl güveneceğiz’ diye isyan etti.

Sadece elleri ve yüzü vardı
Küçük Ceylan’ın 20 yaşındaki ablası Sibel’in feryadı yürek yakıyor. Kardeşi Ceylan’ın ölüm haberini aldığında inanamadığını söyleyen Sibel Önkol can alıcı soruyu soruyor: “Ceylan neden ölsün, kim öldürebilir ki”.
Sibel Önkol, o gün yaşadıklarını şöyle anlattı: “Olay günü evdeydim. Köyden bağırma ve feryat sesleri yükseldi. Dışarı çıkıp ‘ne oldu?’ diye sorduğumda ‘Ceylan’ öldü dediler. Bayılmışım. Daha sonra köylülerle birlikte Hambaz mezrasına gittiğimizde Ceylan’ın cesedi yerdeydi. Ama, sadece elleri ve yüzü duruyordu. Ağabeyim elbisesini çıkararak üzerine örttü. Annemin görmesini istemedi. Üzerine kapandım. Benim tek kız kardeşimdi. Şimdi ben tek kaldım. Ceylan, zengin çocuğu olsaydı Devlet gelirdi. Babam hep bana Ceylan diye seslenirdi. İtiraz ettiğimde ise ‘alışmışım Ceylan’a’ diyordu. Ceylan babamın sırdaşıydı, arkadaşıydı.
Babam, mezarını ziyaret ettiğinde “Kalk babana çay yap” diye sesleniyor. Bu acıya dayanabileceğini sanmıyorum. Annem ise Ceylan’ın ölümü nedeniyle rahatsızlandı, hastaneye kaldırıldı.”

Artık Ceylanlar ölmesin
Abla Önkol, kız kardeşinin başarılı bir öğrenci olduğunu ve geçen yıl onur belgesi aldığını belirtiyor. Önkol, “Ceylan altı kardeşin en küçüğü, ama en başarılısıydı. Her yıl teşekkür veya takdir belgesi getirirdi. Geçtiğimiz yıl da onur belgesi aldı. Kardeşimin canını almasalardı okuyacaktı. Okumayı çok seviyordu. Onun hayallerini ellerinden aldılar. O benim canımdı, ciğerimdi. Tek kız kardeşimdi. Yeşil kartı vardı, bir ay önce kendisini doktora götürdüm. Kansız olduğunu söyleyerek vitamin şurubu verdiler” diyor ve ekliyor, “Kız kardeşimin hakkını bırakmayacağız. Artık Ceylanlar ölmesin, ne olur ölmesinler.”

El-Cezire Ceylan’ın köyünde
Ceylan Önkul’un ölümünü ve diğer gelişmeleri Taraf'tan öğrenen El-Cezire televizyonu
bir muhabir ve kameramanını köye gönderdi. El-Cezire Televizyonu Önkol ailesi ile görüşerek Güneydoğu’da dramı izleyicilerine aktardı.

Kaynak: Taraf


24 Eylül 2009 Perşembe
OBAMA PROJESİ


Bundan dört ay önce (Nisan 2009) ABD başkanı Obama TBMM bir konuşma yapmıştı. Obama meclis konuşmasının bir bölümünde Türkiye’den dört konu ile ilgili istek de bulunmuştu. Obama; Heybeliada Ruhban okulunun açılması, Ermeni sınır kapısının açılması, Kıbrıs’ta limanların Rumlara açılması ve Kürtlere haklarının verilmesi (sanki Kürtlerin gasp edilen hakları var) noktasında direktiflerini sıralayıp çekip gitmişti. Sağ olsunlar!!Vekillerin tümü Obama’yı ayakta alkışlamıştı.

Aradan fazla bir zaman geçmeden Ağustos ayında Hükümet ABD Başkanı Obama’nın TBMM de dile getirdiği dört taleple ilgili olarak “Kürt Açılımı”, Ermeni Açılımı” ve “Azınlıklar Açılım” adı altında üç tane açılım sergiledi.

Malumunuz Başbakan R.Tayyip Erdoğan 20 Eylülde G-20 zirvesi için ABD gitti. Gezi ile ilgili gazetecilerin “Kürt Açılımı ABD gündeme gelecek mi?” sorusu karşısında Başbakanın “Açılımı oradaki dostlarımızla paylaşacağız” cevabı çok manidardır.

Ağustos ayında Hükümetin peş peşe ortaya attığı açılımların muhalefet tarafından “Bu açılımlar ABD Projesidir” yaklaşımına, Başbakanın cevabı “namussuzlar-alçaklar” olmuştu.

İşin esasında dört ay gibi kısa bir zaman diliminde gelişen bu süreç (Obama’nın Türkiye ziyareti, AKP açılımları, Başbakanın ABD ziyareti) AKP nin ortaya attığı açılımların yerli mi, yoksa Atlas okyanusu ötelerinin projeleri mi oldukları yönünde bizlere net bilgiler veriyor.

Hiç kimse AKP’nin ortaya attığı açılımların dış taleplerden kaynaklanmadığını söyleyerek “siyasi marabalık” yapmaya kalkmasın. Bu gün Türkiye’nin gündemindeki AKP’nin gündeme getirdiği açılımların tümünde dış etkenlerin taleplerini görmemek için “siyasi maraba” olmak gerek.


“Hadi canım sende” diyecek olan “siyasi marabalara”,
---- AB müktesebatını ve Türkiye ile ilgili İlerleme raporlarını
---- Obama’nın TBMM’deki konuşmasını iyi okuyun, derim.


“AB talepleri, Obama’nın konuşması ölçü değil” diyorsanız, Başbakanın “Açılımı oradaki dostlarımızla paylaşacağız” sözünündemi hiçbir anlamı yok?

Başbakanın; “Kürt Açılım” daha sora “Barış Projesi”, “Demokratik Açılım” ve en son “Anneler ağlamasın projesi” olarak adlandırdığı ve Türk Milleti ile paylaşmama adına mecliste “gizli oturum” yapmayı düşündüğü projesini ne hikmetse ABD’deki dostları ile paylaşmakta bir sakınca görmüyor.

AKP’nin gündeme getirdiği “Kürt Açılımı “projesine son şekli “ABD’deki dostlarla” müzakere edildikten sonra verilecek gibi gözüküyor. Muhtemelen Başbakanın ABD dönüşü içeriğini açıklayacağı “Kürt Açılımı” projesine “ABD Projesi değildir” diyecek olan “siyasi marabalara” acilen doktora gitmelerini tavsiye ederim.

Rabbim şifalar versin. Kalın sağlıcakla

BBP Terme İlçe Başkanı Rasim Kani
Alperence.org.

Eski vekil Orhan Doğan'ın heykeli 2.kez kaldırıldı
12:50 - Şırnak'ın Cizre ilçesinde belediye tarafından eski Milletvekili Orhan Doğan anısına Dicle Nehri kenarında bulunan parka kurulan kabartma heykel mahkeme kararı ile yerinden kaldırıldı. Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Dicle Nehri kenarında yaptırdıkları Orhan Doğan heykelinin mahkeme kararı ile kaldırılmasına tepki gösterdi. Cizre Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kararını eleştiren Belediye Başkanı Aydın Budak, "Bu karar Orhan Doğan şahsında demokrasi ve barışa karşı olan bir tahammülsüzlüktür. Kürt açılımının konuşulduğu bu dönemde bu heykelin kaldırılması açılımın samimiyetsizliğini ortaya koyuyor" diye konuştu. 24.09.2009 ŞIRNAK netgazete

Erdoğan'ın mektuplu açılımına fıkralı eleştiri
14:30 - DTP Genel Başkanı Ahmet Türk (solda), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın demokratik açılımla ilgili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a mektup yazacak olmasını partisinin grup toplantısında anlattığı fıkra ile eleştirdi. Türk Meclis Genel Kurulu’nda ele alınacak tezkereyi hatırlatarak “savaş için bir araya geliyorlar barış içinse mektup yazıyorlar” diye konuştu. Türk demokratik açılımın konuşulduğu bir süreçte sınır ötesi tezkeresinin Meclis’te görüşülmesinin kaygı verici olduğunu belirterek “Sınır ötesi operasyon tezkeresiyle parlamento bir kez daha askeri vesayetin altına sokulmuştur” dedi. Türk milletvekillerine “Gelin tezkereye oy vermeyin, bunun vebali ağırdır, ortak olmayın” diye seslendi. 06.10.2009 ANKARA netgazete

07 Ekim 2009 10:39
Başbakan Rotayı Şaşırdı
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ''demokratik açılım'' süreciyle ilgili, ''Başbakan ve Hükümet, sürekli makas değiştirip, rotayı sağa sola kırmaktadır'' dedi.

Türk, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, partilerinin, hafta sonu yapılan kongreyle birlikte, önümüzdeki döneme yenilenmiş bir yapıyla başladığını ifade etti.

Demokratik açılım sürecine değinen Türk, Hükümetin başlattığı bu çalışmanın, demokratikleşme ve özgürlük için mücadele eden tüm kesimleri umutlandırdığını söyledi. Açılımın, ülkenin geniş çaplı reform ihtiyacına denk düşmesi halinde gerçekçi olacağını anlatan Türk, aksi halde bunun bir kandırmacadan ibaret olacağını ileri sürdü.

''Demokratik açılım'' konusunda Hükümete seslenen Türk, ''Değişim ve dönüşüm kendini Türkiye'ye dayatmıştır. Bunu fark ederek, bu yolu açın, sonuna kadar destek oluruz. Ama bir kandırmaca çabası içindeyseniz, bu halk yaşanan bu kadar acıdan sonra, makyaj ile gerçeği birbirinden ayıracak kadar politiktir'' dedi.

Türk, DTP olarak, samimi ve kararlı adımlar atılması halinde bu süreci destekleyeceklerini, aktif rol oynayacaklarını söyledi.

''ROTAYI SAĞA SOLA KIRIYORLAR''
Hükümetin sürece uygun olmayan tutum sergilediğini öne süren Türk, şöyle devam etti:

''Dokunulmazlığımıza rağmen, bize isnat edilen suçlamalarının hepsinin düşünce özgürlüğü ile ilgili olmasına rağmen, ülkeyi bölmek ve parçalamak maddesi geniş yorumlanarak, tamamen hukuksuz bir şekilde ifade vermemize karar kılınıyor ve bu işi gerçekleştirmek de devletin kolluk güçlerine veriliyor. Bu işi başlatan Hükümettir. Yerel mahkeme yargılamayı durdurma kararı verirken, Adalet Bakanlığı bizlerin yargılanması için Yargıtaya başvurdu. Kriz bunun üzerine patlak verdi.

Bu olaylar karşısında demokratik bir refleks bile gösteremeyen bir Hükümet, demokratik açılım gibi bir reform hareketini nasıl göğüsleyebilecek? Biz samimiyetine nasıl inanalım, sorguladığımız konu budur.

Sayın Başbakan ve Hükümet, sürekli makas değiştirmekte, rotayı sağa sola kırmaktadır. Hükümet, 'kervan yolda dizilir' mantığının bir sonucu olsa gerek, savaş çığırtkanlarının ortaya koyduğu milliyetçi, ırkçı reflekslere göre açılımın rotasını belirlemektedir.''

Ahmet Türk, ''Anayasa değişikliğinin yapılmamasının, operasyonların devam etmesinin, DTP'ye karşı siyasal, yargısal operasyon yürütülmesinin'' açılımla bağdaşmadığını iddia ederek, ''(Bedeli ne olursa olsun) deniliyor ama buna denk, kararlı ve cesur adımlar atılamıyor. Bu durumda kalıcı bir çözümden söz edebilmek olanaklı değildir'' diye konuştu.
SINIR ÖTESİ HAREKAT TEZKERESİ
Ahmet Türk, TSK'nın sınır ötesi harekat yapabilmesi için Hükümete yetki veren tezkerenin Meclise getirilmesinin kaygı verici ve düşündürücü olduğunu iddia etti.

Parlamentonun sorun değil çözüm üreten, çatışma değil barışı geliştiren bir Meclis olması gerektiğini belirten Türk, ''Ama ne yazık ki sınır ötesi operasyon tezkeresiyle parlamentomuz bir kez daha askeri vesayetin altına sokulmuştur. AKP artık kararını vermek durumundadır. Çözümün tarafı mı yoksa sorunun tarafı mı olacak? Çözümden yana olacaksa, bunun yolu barış adımlarını atmaktan geçer. Tezkerenin uzatılması, çözümü zorlaştırır '' diye konuştu.

Bu konuda tavırlarının net olduğunu belirten Türk, tezkereye 'hayır' oyu vereceklerini bildirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a mektup göndereceğine yönelik açıklamasını fıkra anlatarak eleştiren Türk, ''Savaş için bir araya geliyorlar, barış için böyle mektup gönderiyorlar'' dedi.
aktifhaber

09 Ekim 2009 07:17
Sakık'tan Valiye Protokol Fırçası

DTP'li Sırrı Sakık, TBMM Başkanı Şahin'in Muş'a gelişi nedeniyle havalimanında düzenlenen karşılama protokoluna alınmayınca Vali ile tartıştı.

DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in Muş'a gelişi nedeniyle havalimanında düzenlenen karşılama protokoluna alınmayınca, Vali Erdoğan Bektaş'la tartıştı. Bağırarak konuşan Sakık, “Burada silahların gölgesinde yaşamak istiyorsanız hodri meydan, öldürebilirsiniz bizi. Böyle bir saygısızlık olmaz ki” dedi. Sakık, TBMM Başkanı Şahin'i, protokolden ayrı öne geçerek karşıladı. Muş'a gelen TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'i karşılamak için Vali Erdoğan Bektaş, Garnizon Komutanı Tuğgeneral Burhanettin Aktı, Belediye Başkanı AK Partili Necmettin Dede, İl Jandarma Komutanı Albay Bektaş Arslan'dan oluşan protokolun bulunduğu tarafa gitmek isteyen DTP Milletvekili ve Meclis İdare Amiri Sırrı Sakık'a görevliler müdahale etti. Tören kıtasının önüne serilen kırmızı halı üzerinde bu olaya sinirlenen Sırrı Sakık, Vali Erdoğan Bektaş bağırarak “Buyurun söyleyin bakalım. Siz protokolu bizden daha iyi biliyorsunuz. Burada silahların gölgesinde yaşamak istiyorsanız hodri meydan, öldürebilirsiniz bizi. Böyle bir saygısızlık olmaz ki” dedi. Uçak arpona gelince Milletvekili Sırrı Sakık, protokolden ayrı bir şekilde en ön sırada yer alarak TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'i karşıladı ve olayı anlattı.
aktifhaber

11 Ekim 2009 10:28
Açılıma Polis Kurşun Sıktı!
Hakkari'nin Yüksekova'da gösteri yapan kalabalığa polis müdahale etti. Bazı göstericiler coplarla dövüldü. Sivil kıyafetli memurlar üniformalılarla birlikte....

Hakkari'nin Yüksekova'da gösteri yapan kalabalığa polis müdahale etti. Bazı göstericiler coplarla dövüldü. Sivil kıyafetli memurlar üniformalılarla birlikte kalabalığa rastgele ateş açarken kameralarca görüntülendi. Olaylar sırasında lise 3. sınıf öğrencisi Anter yardımcının beline kurşun isabet etti. Hastaneye kaldırılan yardımcının sağlık durumu ciddiyetini koruyor..

Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde DTP tarafından yapılan basın açıklamasının ardından çıkan olaylara, polis müdahale etti.

Öcalan'ın Suriye'den çıkarılış yıl dönümü nedeniyle, aralarında DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani'nin de bulunduğu bir grup, DTP ilçe binasına kadar yürüdü.

Burada yapılan basın açıklaması sırasında, grupta bulunan bazı kişilerle polis arasında gerginlik yaşandı.

Bunun üzerine polise taşla saldıran gruba, basınçlı su ve biber gazıyla müdahale edildi.

Biber gazından etkilenen milletvekili Hamit Geylani, bir iş yerine sığındı.

Polise, taş ve molotofkokteyli atan göstericiler, zaman zaman havai fişek de kullandı. Bazı havai fişekler ise göstericilerin arasında patladı.

Polisin, ara sokaklarda toplanan grupları dağıtmaya çalıştığı bildirildi.
aktifhaber

Baykal'a; Kürt Açılımına Destek İçin Sarıgül Korkutması mı?
Sabahattin Önkibar - Yeniçağ Gazetesi

Gelin bu sorulara beraber cevap verelim.

Kürt açılımı olayının dış dinamik boyutu var mı?..

Var...

Mustafa Sarıgül yeni oluşum için ne zaman harekete geçti?

Kürt açılımı lafı tedavüle çıktığı gün!

Peki Sarıgül’ün okyanus ötesinden desteği var mı?

Soros tarafından desteklendiği ama doğru ama yalan dillerdedir!

Tayyip Erdoğan kendinden oy çalacak bir liderin doğmaması için çaba gösterir mi?..

Gösterir...

Ne yapar?

Bütün gücünü ve imkanını kullanır ve o ismi doğmadan yok eder!

Nasıl yapar?

İktidar gücünü kullanıp soruşturmalar açtırır ya da medya gücünü kullanıp, karalamalar yaptırır yani kısacası ama öyle ama böyle o ismi gündemden düşürür!

Mustafa Sarıgül, Tayyip beye alternatif mi?

Sarıgülcülere sorarsanız ta kendisi!..

Hal bu ise Tayyip bey, Mustafa Sarıgül’e niye dokunmuyor?..

Efendim dokunmak istiyor da konu bulamıyor!..

Güldürmeyin beni!..

Bir Başbakan, istediği an bir belediye başkanını anında uzaya roketler!

Hayır bir yolsuzluğa ya da usülsüzlüğe gerek yoktur, kafayı taktı mı müfettişlere bulun bir şey der ve anında bulurlar!

Aydın Doğan için 5 katrilyona yakın ceza gerekçesi bulan bürokrasimiz, Sarıgül için de emin olun bir şeyler bulabilir!

Efendim yargı var, adalet var mı dediniz?

Doğru var da, tezahürü yıllar sürer. O zaman içinde de atı alan Üsküdar’ı geçer!

Bütün bunlar olmuyor, yani Sarıgül güle oynaya yeni oluşum hazırlıklarında ise, orada durup düşünmek gerekiyor!

Neyi mi?

Mustafa Sarıgül’ün AKP ya da Tayyip Erdoğan tarafından dolaylı olarak neden desteklenip kollandığını?

Düşünün, Rifat Hisarcıklıoğlu yıllardır Tayyip bey korkusundan, onca yakarmalara rağmen merkez sağın önderliğini elinin tersi ile iterken, Mustafa Sarıgül yalın kılıç pala sallayacak!

Geçiniz efendim yemezler bunu!..

Hadise muhtemelen şudur;

Sarıgül’ün birden piyasaya çıkması ile Kürt açılımı arasında bir bağ güçlü ihtimaldir!

Hem okyanus ötesi hem de AKP, CHP olmaksızın yapılacak bir açılımın başarılı olacağını düşünmüyor!

Bunun için de Mustafa Sarıgül’ü, Baykal’a karşı koz olarak kullanmak istiyorlar!

Deniz Bey’e diyorlar ki; açılımda bizimle beraber olmazsan seni parçalarız.

Yeni oluşum adıyla Sarıgül ambalajı ile partinden adam ayartır, seni zaafa sürükleriz!

Erdoğan’ın, Baykal’ın defalarca reddine karşılık önceki gün gönderdiği mektupla randevu talebinde bulunması, bu tezimizi doğrulayan bir başka boyuttur!

Bazıları buna komplo teorisi diyebilir... Bu iddiada olanlar bana Tayyip beyin Sarıgül’e şefkatini izah etsin, ben de onların ithamını kabul edeyim...

17 Ekim 2009 10:10
PKK ÜÇ GRUP GÖNDERİYOR

Apo'nun çağrısı üzerine PKK üç grup gönderiyor. DTP karşılamaya gidecek...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Öcalan'ın "Türkiye'ye gelin" çağrısına olumlu yanıt veren PKK'nın ilk barış grubu pazartesi günü Silopi'den giriş yapacak. DTP barış grubunu sınırda karşılayacak.

Abdullah Öcalan'ın, "Barış grupları Türkiye'ye gelsin" açıklamasının ardından PKK da barış gruplarını göndereceğini açıkladı. Fırat Haber Ajansı'nda yayınlanan KCK açıklamasında, örgütün Avrupa, Mahmur ve Kandil'den üç ayrı grubu Türkiye'ye göndereceği bildirildi.

Açıklamada şöyle denildi: "Hareketimizin yönetimi, çağrıyı yerinde ve uygun görmüş bulunmaktadır. Aynı zamanda bu yönlü görüş ve öneriler sunan bazı dostların da önerilerinin .gereğini yerine getirecek olan bu kararımız temelinde üç ayrı barış grubu Türkiye'ye gönderilecektir. Biri Kandil, biri Mahmur kampından birisi de Avrupa'dan düzenlenecek olan bu barış gruplarının amacı, Türkiye'de demokratik barış sürecine yol aldırmak, yumuşama ortamını geliştirmek, gerçek bir barışın gelişmesi için psikolojik atmosferi oluşturmaktır. Biz kendi cephemizden bu çağrının gereklerini yerine getirerek, barış ve demokratik çözümdeki .samimiyetimizi, ısrarımızı ve Kararlılığımızı bir kez daha ortaya koymuş bulunuyoruz."

İLK GRUP MAHMUR'DAN

Abdullah Öcalan, 9 ekimde avukatlarıyla görüşme yaptı, Öcalan'ın çağrısı önce Kandil'e ulaştı. PKK üst yönetimi konuyu değerlendirdikten sonra hazırlıkları başlattı, önceki gün Öcalan adına yapılan açıklamanın ardından PKK'dan gelen açıklama da gelişmelerin böyle seyrettiğini gösteriyor.

İlk grubun Mahmur'dan, ikinci grubun Avrupa'dan son grubun da Kandil'den geleceği tahmin ediliyor, örgüt, böylece üst yönetiminden göndereceği grubun Türkiye'de nasıl karşılanacağına dair ipuçlarını görmek istiyor. Alınan bilgilere göre Öcalan, ilk grubun kısa bir süre içinde gönderilmesini istedi, örgütün, beş gün sonra çağrıyı yayınlaması, bu süre içinde güvenlik tedbirleri ve diğer hazırlıkların tamamladığını gösteriyor. PKK'lı ilk grubun 19 Ekim Pazartesi günü Silopi'den Türkiye'ye giriş yapması bekleniyor.

TÜRK: KARŞILAMAYA GİDECEĞİZ

DTP ve İHD pazartesi günü Silopi'de gelecek ilk grubu karşılamak için hazırlıkları başlattı. Alınan bilgilere göre DTP'li belediye başkanları, milletvekilleri, parti yöneticileri ve sivil toplum temsilcileri aynı gün Silopi'de miting düzenleyecek. Hazırlıklar, kongre sonrası önceki gün ilk PM toplantısı ve dün de MYK toplantısını yapan DTP'nin de gündemindeydi. Parti yönetimi yapılacak hazırlıkları görüştü. Tarafa açıklama yapan DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, 19 ekimde Silopi'ye giderek gelen grubu karşılayacaklarını söyledi. Türk, 1999 yılında gelen grupların barış için fırsat olarak değerlendirilmediğine işaret ederek "Bu fırsat heba edilmesin" dedi.

Türk şöyle devam etti: "Bu önemli bir çağrı, soruna ciddiyetle yaklaşıp barış için doğru adımlar atılmasını önemsiyoruz, destek veriyoruz. Biz de karşılamak amacıyla Silopi'ye gideceğiz. Çözüm konusunda tartışmaların yoğunlaştığı bir süreçte, madem hükümet biz çözeriz, diyor o zaman samimiyetini göstersin. Bu kez 1999'dan farklı bir dönem yaşıyoruz. Tarihte bazen fırsatlar çıkar. Fırsatlar heba edildiği zaman büyük acılara yol açar. Umut ediyoruz tutuklanma ve cezalandırma gibi bir şey yaşanmaz, barış için bir fırsat olur."

Kaynak: Taraf

PKK'lılara, kahraman gibi karşılama!
13:25 - Kuzey Irak'tan gelmesi beklenen barış gruplarını karşılamak amacıyla Diyarbakır'da düzenlenen miting için DTP'liler toplanmaya başladı. Diyarbakır'da koşu yolu üzerinde bulunan Batıkent alanında miting için tüm hazırlıklar yapıldı. DTP'liler miting alanına akın etmeye başladı. DTP'liler, Kuzey Irak'tan Türkiye'ye geçerek bugün Habur Sınır Kapısı'nda teslim olması beklenen ve barış elçisi olarak gösterilen grupları karşılamaya hazırlanıyor. Miting alanına toplanan kalabalık DTP flamaları ile katılırken katılan birçok DTP'li alanda müzik eşliğinde halay çekerek karşılamayı kutluyor. 19.10.2009 DİYARBAKIR netgazete


En son Ekim tarafından Sal Ekm 20, 2009 12:49 am tarihinde değiştirildi, toplam 10 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Ekm 05, 2009 11:40 pm    Mesaj konusu: 'İspat Etmeyen Alçaktır, Şerefsizdir, Namussuzdur' Demişti.. Alıntıyla Cevap Gönder

"İspat Etmeyen Alçaktır, Şerefsizdir, Namussuzdur" Demişti...
Açık İstihbarat
05.10.2009

Başbakan'ı çevresindekilerden biri yine fena yanıltmış olacak ki; "Kürt açılımı" olarak promosyonu yapılan psikolojik harekatın arkasında ABD'nin olduğunu kanıtlayan 15 Ekim 2007 tarihli David L. Philips'in raporundan haberi yok ve o bildik Kasımpaşa üslubunu konuşturuyor.

Tabi alışık olduğumuz üzere arkası gelmeyecek ve Türk milletinin balık hafızasına emanet laflar bunlar. Bize yine tarihin arşivine not düşmek kalıyor.

David L. Philips'in Report on Disarming , Demobilising and Reintegrating the Kurdistan Workers Party başlıklı raporun tam metnive Türkçe çevirisinidikkatinize sunuyoruz.

Kaynak: http://www.ncafp.org/articles/07%20Report%20on%20Disarming,%20Demobilizing
%20and%20Reintegrating%20the%20Kurdistan%20Workers%20Party.pdf

KÜRD STAN SÇ PART S 'N N
S LÂHSIZLANDIRILMASI,
TASF YE ( TERH S ) ED LMES
VE
YEN DEN ENTEGRASYONU
David L. Philips
15 Ekim 2007
Çeviri: Millî Duyu
M LLÎ DUYU
AMER KAN ULUSAL DIS POL T KA KOM TES
(NATIONAL COMMITTEE ON AMERICAN FOREIGN POLICY)
Amerikan Ulusal Dıs Politika Komitesi, 1974'te Prof. Hans J. Morgenthau ve arkadasları tarafından
kurulmustur. Amerikan çıkarlarını tehdit eden çatısmaların çözümüne odaklanmıs, kâr amacı
gütmeyen, eylemsel bir örgüttür. Bu dogrultuda komite, Amerikan dıs çıkarlarının partiler üstü bir
bakıs açısı ve reel-politik bir çerçeve üzerinden tanım ve beyanını yapar, ilerletilmesine yardımcı
olur.
Amerikan dıs politika çıkarları sunları içerir:
- ulusal güvenligin korunması ve güçlendirilmesi;
- siyasî, dinî ve kültürel çesitliligin deger ve uygulamalarına baglılık gösteren ülkeleri desteklemek;
- ABD'nin gelismis ve gelismekte olan dünya ile iliskilerini gelistirmek;
- insan haklarını gelistirmek;
- gerçekçi silâhsızlanma anlasmalarını tesvik etmek;
- nükleer ve diger konvansiyonel olmayan silâhların yayılmasına mani olmak; ve
- açık ve küresel bir ekonomiyi tesvik etmek.
Ulusal Komite, bilgilenmis kamuoyunun demokratik toplum için hayatî olduguna olan inançtan
yola çıkarak, Amerika'nın yüz yüze kaldıgı güvenlik sorunları üzerine egitim programları sunmakta
ve iki ayda bir çıkarılan American Foreign Policy Interests dergisinin de dahil oldugu çesitli
yayınlar basmaktadır.
Ç NDEK LER
Bölüm I: Giris
Bölüm II: Bulgular
- Tarih
- >deoloji
- Siddet
- >stismarlar
- Derin Devlet
- Öcalan'ın Kaderi
- Seçimler
- Adalet ve Kalkınma Partisi
- AB Tesiri
- Noksanlar
- Irak Unsuru
Bölüm III: Önümüzdeki Yol (i)
- Reformların Tatbiki
- Ordunun Demokratiklestirilmesi
- Irak'ın Egemenligine Saygı Gösterme
- Af Düzenlemelerini Hazırlama
- Muhatap Belirleme
- Gerçek Arayısı ve Barıs(Uzlasma) Süreci
- Altyapı Yatırımları
- Sosyal Refahın Yayılması
- Yeniden Entegrasyonun(Topluma Kazandırma) Desteklenmesi
- >s Yaratma
- Sopayla Havuç Sallamak
- Türkiye-KBH (Kürdistan Bölgesel Hükümeti) Ortaklıgını Büyütme
M LLÎ DUYU
BÖLÜM I: G R S
Amerikan Ulusal Dıs Politika Komitesi'nin (NCAFP) bu arastırma raporu, Kürdistan >sçi Partisi'nin
(PKK) silâhsızlandırılması, terhis edilmesi ve topluma kazandırılması (STT) için öneriler
sunmaktadır. Bu baglamda, uluslararası toplum ve “Kürdistan Bölgesel Hükümetinin” (ii) PKK
üzerinde kuracagı baskının ölçüsü konusunda öneriler sunmaktadır. Yine [bu çalısma], Türk Kürtleri
arasında PKK'ya verilen destegi arttıran politik ve sosyoekonomik sartları incelemektedir. Basbakan
Recep Tayyip Erdogan eylem kararlılıgı konusunda baskı atındadır. Yine de Kuzey Irak'ta
PKK'ya karsı askerî harekâttan kaçınmalıdır, zirâ bunun ciddî geri tepmeleri olur. Askerî
operasyon Türkiye'nin demokratik gelisiminin altını oyar, Türk Kürtlerini radikallestirir ve hem
Birlesik Devletler ile Türkiye arasındaki iliskileri kötü etkileyecek, hem de Türkiye'nin Avrupa
Birligi üyesi adaylıgına gölge düsürecek bir felâketi beraberinde getirir.
Özet
PKK sorununa yönelik bir Türk çözümü; Türkiye'nin devam eden demokratiklestirilmesi ve Kürt
kökenli olanlar dahil, bütün vatandasların yasam standartlarının iyilestirilmesi üzerine kurulu
olmalıdır. Bahsi edilen “sivil anayasa”; Avrupa >nsan Hakları Sözlesmesi ile uyumlu olarak azınlık
haklarının kurumsallastırılmasında (anayasallastırılması) öne dogru atılan bir adım olacaktır.
Siyasî ve kültürel reformların tam tatbiki ve Terörizmle Mücadele Yasası ve Ceza Kanununun
301'inci maddesi gibi geriletici yasaların kaldırılması, hukuk düzenini genisletmek ve Türkiye'nin
demokratik bir ülke olarak bütünsel gelisimini tesvik etmek suretiyle Kürtlerin sıkıntılarına hitap
etmis olacaktır.
Çözümün bir baska parçası ise Güneydoguda ekonomik kosulları iyilestirilmektir. Özellestirme ve
toprak reformu is yaratacak ve yol, su gibi alt yapılara ek yatırım elde edilecektir. Hibe veren
uluslararası kuruluslar; damızlık hayvancılık gibi geleneksel gelir kaynaklarını güçlendirmek için
ödenek tahsis ederek ve yöreye özgü tarımsal endüstrilere yeni teknolojileri uygulayarak bu
konularda destek sunabilir.
Sosyal kakınmanın tesviki için Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) özellikle kız çocukları için saglık
ve egitim bütçelerini genisletmeli, aynı zamanda kadınları feodal Kürt toplumu içindeki geleneksel
rolünden kurtarmalıdır.
AB'nin Türkiye'de reformların desteklenmesinde oynayacagı önemli bir rol var. Erdogan, reformları
Batılı diplomatlar söyledigi için degil, Türkiye'nin çıkarına çok uygun oldugu için sürdürecegini
gösterdi. AB üyeligi ümidi ise, Erdogan'ın reform gündemine baglı. “Özel ortaklık” tam üyelik
müzakereleri için uygunsuz bir alternatif. Yalnızca; AB'den, özellikle de Almanya ve Fransa'dan,
Türkiye'nin AB adaylıgını destekleyen güçlü bir mesaj zorlu reformların volanını döndürebilir
(momentum) ki, buna Türkiye'nin silâhlı kuvvetlerini sivil iradeye baglamak ve statükoyu korumak
için süreci geciktiren devlet yapılarını güçsüz bırakmak da dahildir.
PKK mes'elesi spesifik sopa-havuç oyunlarını gerektirecektir. Uluslararası toplum, finans ve
propaganda alt yapılarını hedef alarak PKK üzerindeki baskısını arttırabilir. Avrupa Terörle
Mücadele Grubu (?) PKK'yı besleyen kanunsuz gelirlerin arastırılmasına öncülük edebilir. Terörist
eylemlerin finanse edilmesini engellemek için kurulmus olan BM Anti-Terörizm Komitesi de, AB
ve PKK'nın paravan organizasyonlarına müsamaha gösteren diger BM üyesi ülkelerden fonlamayı
kesmeye yönelik olarak bu organizasyonların hareketlerinin kendisine rapor edilmesini isteyebilir.
Avrupa'da nefret asılayan ve siddeti körükleyen PKK yayınlarının lisansları da geri alınmalıdır.
M LLÎ DUYU
Irak Hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBH) PKK üzerindeki baskıyı yükseltmek için
bu çabaları tamamlayabilir. 28 Eylül 2007'deki Türkiye-Irak Terörizmle Mücadele Anlasması dogru
yönde bir adımdır. Anlasma finans kaynagı ve istihbarat saglama için yasal bir zemin olustursa da
Türkiye'nin beklentilerini karsılayamamaktadır. Anlasma, PKK takibinde Türkiye'nin Irak
topraklarına girme yetkisi istegini bariz biçimde reddediyor. Buna ilâveten, Irak Hükümeti, özellikle
Kürdistan Bölgesel Hükümetinin yaptırım gücüne sahip oldugu topraklarda fazlasıyla islevsiz.
KBH müzakere masasına dahil edilmemis olsa da, anlasmayla biçimlendirilmis yükümlülüklere
destek vermek için kendi basına hareket edebilir. Buna göre, PKK'nın etkinligini baltalamak için
gerekli adımlar; (i) Kandil cenâhındaki PKK kontrol noktalarını KBH kuvvetlerinin denetimine
geçirmek; (ii) hava yolcuları ile Erbil üzerinden PKK'ya transfer edildigi söylenen parayı
engellemek; (iii) Mahmur Kampı'nda ikamet edenleri Türkiye'ye iade (iii) etmek; ve (iv) Irak
Kürdistanı'nda PKK sidetine güz yuman grupların faaliyetlerini kısıtlamaktan (ör. Demokratik
Çözüm Partisi) geçecektir. KBH Baskanı Mesut Barzanî bu adımları attıgı takdirde, Türkiye
kendisini karalamaya bir son verip, bunun yerine, diplomatik pazarlıklar için dogrudan kanal
açacak özel bir temsilci ayarlamalıdır. Ayrıca [Türkiye], Habur sınır kapısındaki ticaret ve transit
geçis mevzuatını kolaylastırıp Türkiye ile Irak Kürdistanı arasında daha fazla sınır kapısı açarak
dıs ticaret itibarını yükseltebilir. >yi iliskiler kurulması hem Türkiye, hem de KBH'nin çıkarınadır.
Son olarak belki de en önemlisi, Msut Barzanî ve Celâl Talabanî nüfuzlarını kullanarak PKK ile 12
aylık bir ateskes konusunda pazarlıga oturabilirler. Bu, bir Türk askerî harekâtı tehlikesini azaltır
ve askerî müdahalelerle krizi agırlastırmak yerine, Türklere PKK'nın savurdugu tehdidi azaltmak
için daha uzun ömürlü ve verimli bir stratejiyi hesaba katma fırsatı verir. Bu aynı zamanda,
Türkiye'ye burada önerilen reform ve programları gerçeklestirecek zamanı da kazandırır. Türk
askerlerinin Irak'a takviye edilmesi karsısında - böylesi PKK'nın tehdidinden bile daha fazladır -
bir alternatif yaratmak açısından tüm bu adımlar olmazsa olmazdır. Üstelik asker takviyesi, Irak
Kürtlerine Kerkük konusunda bir ihtarnâme islevi görür. Türkiye Kerkük'ün idaresinin KBH ile
birlikte yürütülmesine katı biçimde karsı çıkmaktadır. Türklerin çogu, Kerkük'ün [kuzeye]
iltihakının Irak'ta de facto bagımsız bir Kürt devletinin varlıgını tetiklemesinden ve böylece
Türkiye'deki Kürtlerin ayrılıkçı emellerine esin kaynagı olup Türkiye'nin bölünmezligini tehdit
etmesinden korkuyor. Endise duymalarına gerek yok. Kürtler karaya hapsolmus bir “Büyük
Kürdistan'dan” çok, Avrupa'nın bir parçası olmayı fazlasıyla yegliyor. Dahası Türkiye, istikrarlı,
seküler ve Batı yanlısı bir Irak Kürdistanı'nın git gide daha da istikrarsızlasan ve >slâmize olan
Irak ile arasında kullanıslı bir tampon oldugunu fark edecektir. Irak Kürdistanı ile iyi komsuluk
münâsebetleri aynı zamanda petrol tasımacılık ücretleri, su hakları, insaat anlasmaları, petrokalkınma
sözlesmeleri ve sınır ticareti seklinde ekonomik anlamda bir talih kusunu [Türkiye'nin]
basına konduracaktır.
PKK'nın çıkardıgı sorunların çözümü savas alanında elde edilemez. >yisi mi PKK, nihayet barısı
arzu edip izleyecek stratejik bir karara imza atmalı. Bu oldugu takdirde, eski PKK mensupları için
bir af kanun tasarısı gerekli olacaktır. Af; PKK kurbanlarının resimlerine sarılan, tabutlarına
aglayan acılı aile haberleriyle medyanın günbegün köpürttügü çogu Türk'e igrenç
gelmektedir. Ancak af olmaksızın, Türkeye en iyi ihtimalle PKK'yı idare edebilecektir ama asla
çözemeyecektir. Türkiye'nin epey eski bir af gelenegi var ama konu PKK olunca, “Genel Af”
kavramı fazlasıyla tartısmalı oluyor. Bunun yerine “Topluma Kazandırma” (Winning to the
Society), STT sürecini nitelendirmek için daha çok hosa giden bir üslûp. Bir af programı safhalar
halinde ilerletilmelidir. >lk olarak, [bu] ayrıcalık örgüte 2002'den sonra katılanlara teklif
edilmeli. Daha sonra sıra, komuta sorumlulugu olmayan kadrolara gelir. PKK liderleri, içinde
kendileri için bir sey olmazsa STT paketine (gemiye) su aldırabilirler.
M LLÎ DUYU
134 PKK üst düzey yöneticisi için Interpol'un haklarında düzenledigi “kırmızı bültenler” af
ayrıcalıgını vermeyeceginden bulundukları ülkede sıgınma hakkı basvurusunda bulunabilirler.
Basarılı bir af programı yaratmak ve tatbik etmek için Türklerin “çatısma sonrası ikilemlerle”
yüzlesmis diger ülkelerin tecrübeleri üzerinde çalısması yararlı olacaktır. Yine de Türkiye, su an için
PKK ile pazarlıga oturmayı reddetmektedir. O halde, mesrû ve makbûl bir muhatap ihtiyacı vardır.
Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Kürt
seçmenleri temsil etmek için seçilmis 21 vekili var. >ste tam da, üyelerinin Abdullah Öcalan ve
diger PKK'lı gruplarla bagları oldugu için DTP etkili bir baglantı olabilir. Diplomat toplulugun
üyeleri de akıl danısmanlıgı yapmak ve itibarlarına payandalık etmek için DTP'li
parlamenterlere angaje olmalıdırlar. DTP, kendi basına terörizmi kınayarak ve Türkiye'nin toprak
bütünlügünü yeniden teyit ederek de itibar toplayabilir.
Tabiî, ABD'nin de üstlenecegi önemli bir rolü var. Türkiye'deki komplo teorisyenleri ABD'nin
PKK'yı Irak'ta barındırıp bagımsız bir Irak Kürdistanı'nın olusmasına refakat (iv) ettigini
savunmaktadır. Bunun gerçek olmadıgını göstermek için ABD gayretlerini ikiye katlayarak Türkiye
ile olan iliskilerini güçlendirmek zorundadır.
>kili iliskilerde bir bozulma iki ülkenin de çıkarına olmayacaktır. ABD'nin, Irak'taki Amerikan
askerlerine yapılan hava ikmalinin %70'ini karsılayan >ncirlik Hava Üssü'nü kullanma izninin
devam etmesi de dâhil olmak üzere, Türkiye'nin Irak'taki çabalarına destek olmasına ihtiyacı vardır.
Hem, NATO'nun kıymetli bir üyesi olarak Türkiye, Afganistan'da önemli bir rol oynamaktadır.
Amerika Türkiye'nin dıs siyaset, ekonomi ve güvenlik çıkarlarına odaklanarak yardımcı olabilir.
Bunlara, [bu kadarıyla] sınırlı olmamakla birlikte, Irak Hükümeti ve Kürdistan Bölgesel
Hükümetinin PKK'ya tahakküm etmeleri konusunda cesaretlendirilmesi de dâhildir.
M LLÎ DUYU
BÖLÜM II: BULGULAR
Tarih
Kürtler dünya üzerinde devlet sahibi olmayan en büyük azınlıktır. Türkiye, Irak, >ran, Suriye ve
Ermenistan'ın topraklarını içeren bir cografyada tahminen 30 milyon Kürt vardır. Dünya Kürtlerinin
yarıdan fazlası, nüfusunun yaklasık %20'sini temsil ettikleri Türkiye'de yasamaktadır. Mustafa
Kemal, nam-ı diger Atatürk, 1923'te Osmanlı >mparatorlugu'nun kalıntılarını bir araya getirip
Türkiye Cumhuriyeti'ni yarattı. Atatürk Avrupalı komsularıyla esit, çagdas bir devlet kurmaya
kararlıydı ancak, Avrupa'nın niyetlerine karsı dikkatliydi. Birinci Dünya Savası sonrasında >tilâf
devletlerinin Sevr Anlasması'nda (1920) ortaya koydugu kosullar Türkiye'yi parçalıyordu. Ülkeyi
büyüklügünün üçte birine düsürüp Kürtlere de kendi devletlerini vaat ediyordu. Atatürk; Türklere,
1923'te Sevr'in yerini Lozan Anlasması'na bırakmasına kadar gidecek bir “özgürlük savası”
çagrısında bulundu ve anlasmayı reddetti.
Buna karsılık Kürtler, bagımsız bir yurt kurma hedefiyle 1925'te ayaklanma baslattılar. Ayaklanma
acımasızca bastırıldı ve ele basları Diyarbakır sehir meydanında asıldı. 1937'de bir baska isyanla
doruk yapan bir dizi baskaldırı sonrasında Türkiye merhametsiz (v) ölçütleri benimseyip Türkiye'de
yalnızca “Dag Türkleri“ diye tanımladıgı Kürtlerin açık seçik varlıgını inkâr etti. Kürt dili,
kültürü ve yer adları yasaklandı. Türkiye'de 12 Eylül 1980 askerî darbesi olunca, cunta
anayasasında Kürt haklarının daha da kısıtlanması sonucu baskılar siddetlendi. Tüm Türkiye'de
panolar Atatürk'ün mesajıyla yankılanıyordu: “Ne Mutlu Türküm Diyene!”
deoloji
PKK 1978'de Abdıllah Öcalan tarafından kuruldu. Soguk Savas'ı anlamlandırmıs olan ideolojik
mücadeleden ve 70'lerin dünya çapındaki sömürü karsıtı hareketinden etkilenen PKK'nın
bildirisinde Marksist proleter devrim çagrısı yapılıyordu. Temel kuvvetini bir “isçi-köylü
ittifakından” alan devrimde PKK, “küresel sosyalist hareketin öncüsü” olarak hayal edilmisi.
Bildirge, “Kürtlerin baskıyla sömürülmesini” kınıyor ve “demokratik ve birlesik bir Kürdistan”
çagrısı yapıyordu.
Öcalan, Güneydogu Anadolu'da bir Kürt devletinin kurulmasını; farklı lehçeleri (Zaza, Kurmanç,
Sorani) konusan, farklı mezheplere (Sünnî, Safiî, Alevî) mensup ve farklı ülkelere (Türkiye, >ran,
Suriye, Irak) baglı Kürtleri içerecek genis bir araziyi çevreleyen bagımsız ve birlesik bir “Büyük
Kürdistan” yaratmanın ilk adımı olarak görüyordu.
Öcalan, PKK'ya Stalinist disiplinle isleyen katı hiyerarsik bir biçim verdi. Nihaî yetki bir birey
kültü gelistiren, muhaliflerini bastıran, hasımlarını tasfiye eden Öcalan'da kaldı. Taraf degistirenler
>sveç'te (1984 ve 1986), Danimarka'da (1985), Hollanda'da (1987 ve 1989) ve Almanya'da (1986,
1987 ve 1988) suikasta ugradılar.
1986'da, aralarında bes kurucu merkez komite üyesi ile 60 kadar PKK'lı idam edildi. Digerleri
faaliyetlerini yeraltına kaydırdılar.
Siddet
Öcalan Kürtlerden Türkiye'ye sadakat ile PKK'ya destek arasında seçim yapmalarını istiyordu.
>sbirligini reddedenlere karsı acımasız ve hızlı bir cezalandırma uygulandı. PKK, devlet
isletmelerinde çalısan Kürtler kadar, egemen Türk çevrelerden yana duran elit Kürtleri de hedef
aldı. 1984-1987 arasında, PKK 217 ögretmeni kaçırdı veya öldürdü. Yüzlerce köy okulu yakarak
egitim faaliyetlerini basarıyla kararttı. Hastanelere saldırıldı ve doktor ve hemsireler katledildi.
Haziran 1987'de PKK Pınarcık köyü sakinlerini katletti. Çünkü davasına soguk bakıyorlardı. >ki ay
sonra Kılıçkaya'da 14'ü çocuk, 24 kisi katlettiler.
M LLÎ DUYU
1995-1999 arası, “intihâr gerilla timleri” 21 intihâr saldırısından sorumlu oldu.
ABD 2001 yılında PKK'yı “Yabancı Terörist Örgüt” (FTO, Foreign Terror Organization) olarak
listeye aldı. Kısa zaman sonra Kanada ve Birlesik Krallık PKK'yı YTÖ olarak tanımladı. AB terör
listesine Mayıs 2002'de aldı. Interpol, mahkeme emirleri dogrultusunda 134 PKK lideri hakkında
“kırmızı bülten” çıkarrtı.
PKK suç çetesi gibi isliyordu. Finansman; Türkiye'de ödeme yapmaya zorlanan ya da cinayet,
kaçırılma, fidye ve mülkiyet tahrip etme gibi olaylarla yüz yüze gelen Kürt is adamlarından
aldıkları “devrim vergisinden” saglanıyordu. PKK aynı zamanda bütün Avrupa'da Kürtlere ait is
yerlerinden haraç alıyordu. Ek olarak, Kürt >sverenler Dernegi, Kürt->slâm Hareketi, Kürt Kızılayı
gibi kültür dernekleri ve bilgilendirme merkezleri aracılıgıyla Kürt diyasporasından gönüllü
finansman elde ediliyordu. Bu organizasyonlar PKK'nın gelirini yükseltti ve alt sirketler üzerinden
>sviçre'de, Britanya'da, >sveç'te, Belçika'da, Danimarka'da ve Kıbrıs'ta para transferleri
gerçeklestirdi. PKK, operasyonlarını uyusturucu, silâh ve insan kaçakçılıgı ve malî santajla da
finanse etti. 1998'de, Britanya Hükümeti PKK'nın Avrupa'da satılan uyusturucunun %40'ından
sorumlu oldugunu iddia etti.
Tavan yaptıgı dönemde, PKK'nın yıllık geliri, 500 milyon Dolar civarıydı.
Türk yetkililer, 2005 yılı itibarıyla PKK'nın yıllık gelirinin 150 milyon Dolar oldugunu iddia ediyor.
Dıs isleri makamları bu rakamların; PKK'lı yöneticilerin sadece teröristlik degil, aynı zamanda
“hayatta kalma, güç ve para” kaygısı tasıdıklarını gösterdigini belirtiyorlar.
stismarlar
Türkiye PKK'ya demir yumruguyla cevap verdi. Hükümet çogu güneydogu ilini sıkıyönetime tâbi
tuttu ve 1980'lerin sonunda “Olaganüstü Hal” ilân etti. [OHAL ile] devletin bölünmez bütünlügünü
tehdit eden eylemlere göz açtırmayan, anayasanın 14'üncü maddesi yürürlüge sokuluyordu. Aynı
zamanda, “Türk devletinin birligini yok etme veya topraklarının bir bölümünü ayırma amacıyla bir
eyleme geçen kisinin ölümle cezalandırılabilecegini” öngören TCK 125. madde ve Kürt
meseleleriyle ilgili serbest bir bir tartısmayı bile kriminalize edecek kadar genis bir terör tanımı
içeren Terörle Mücadele Kanunu'nun 8. maddesi de islerik kazanmıstı.
Güneydoguda Semdinli'nin daglarından Suriye sınırı yakınlarındaki Siirt'e kadar ordu kampları,
polis kontrol noktaları ve askerî havaalanları kurulmustu. PKK'ya karsı büyük ölçekteki askerî
operasyonlar 1989'da ve 1992'de tekrardan baslatıldı. PKK eylemleri, 1993 yılı içinde güvenlik
güçleri ile girdikleri rapor edilen 4.198 çatısmayla tavan yapmıstı.
1995'e gelindiginde, 150.000 kadar Türk asker ve polis Türkiye içinde oldugu gibi, sınır ötesinde de
ara-bul-yok et operasyonlarına katılmıstı. Bu çalısmalar siyasî suikastları da içermekteydi.
Hükümet destekli ölüm timleri yüzlerce PKK sempatizanı öldürmüstü.
1989-1996 arası, Kürt direnisiyle baglantılı 1500'den fazla kisi faîli meçhul cinayetlere kurban
gitti. Yaklasık 500 kisi 91-97 arası kaybolurken, 83-94 arasında çogu Kürt 230 kisi polis
gözaltısında iskence sonucu öldü.
Buna ilâveten, Türk hükümeti PKK'yı yerel nüfusun yardım ve yataklıgından mahrum bırakma
amaçlı bir yer degistirme politikası olusturdu. 378.000 köylü zorla tahliye edildi ve Diyarbakır,
Cizre, Nusaybin gibi kentlerin nüfusu iki katını astı.
M LLÎ DUYU
Diyarbakır’daki issizlik oranı %70'e fırladı, yoksulluk oranı %39.7'ye çıktı ve sehirde 10 binden
fazla gecekondu türedi.
Kürt'ü Kürt'e kırdıran devlet, 60.000 kisilik paramiliter bir gücü “köy korucusu” olarak istihdam
etti. Yetkililer bu sistemin köylülere köylerini korumada yardımcı olacagını söylemislerdi ama tam
tersi, topluluklar arasında kutuplasmalara sebep olup ve PKK operasyonları için mıknatıs etkisi
yarattı. Türkiye, halkın PKK'ya olan desteginin altını oymak için ekonomik kalkınmaya odaklandı.
1982'den 1992'ye kadar GAP'a 20 milyar Dolar yatırım yaptı. Dicle ve Fırat'ı 20 barajla (dünyanın
en büyük dokuzuncucu olan 2,3 milyar Dolarlık Atatürk Barajı dahil) donatmayı hedefleyen büyük
bir tarım ve hidroelektrik plânıydı. GAP'ın tarım agı 7,7 milyon hektar araziye hizmet götürecek,
tarımsal üretimi 7'ye katlayacak, kisi basına düsen geliri üç katına çıkartacak ve 3,3 milyon yeni is
bulacak sekilde tasarlandı.
Türkiye ayrıca, insanî gelisim ve sosyal hizmetler hedefiyle GAP Sosyal Eylem Plânı'nı meydana
getirdi ama bu beklentilerin oldukça altında kaldı. Açıkları kapatılmaya çalısılan ve PKK saldırıları
ile devam eden güvenlik krizi, GAP'ın basarısını baltaladı. Mevsimsel otlatma ve düsük ölçekli
tarım etkinlikleri çogu Güneydogu ilinde olaganüstü hal ilân edildiginden neredeyse imkânsız hale
gelmisti. Güvenlik operasyonları ise yıllık 8 milyar Dolar maliyetle ekonomide bir gedik
yaratıyordu. Türkiye'nin tahminlerine göre çatısmanın toplam maliyeti 200 milyar Dolar.
Derin Devlet
“Derin devlet” – mafyatik figürlerle isbirligi yapan, içinde askerler, polisler, yüksek bürokratlar
ve yoz siyasîler bulunan, aynı kalıptan çıkmıs ultra milliyetçi çıkar grupları – Türkiye'de bir
gölge hükümet gibi çalısmaktadır. [Derin devlete] baglı odaklara göre devletin güvenligi ve
bürokrasiden mürekkep resmî kurumların devamı esastır. Anayasa, Millî Güvenlik Kurulu'na
(MGK) kutsal gördükleri “devletin muhafazası için gerekli” addettigi her adımı atma yetkisi
vermektedir. Vatandasların çıkarlarını ilerletmek yerine derin devlet, kendi önceliklerini ve gücünü
korumakla mesgul. Yedi kez basbakanlık yapmıs eski bir cumhurbaskanı Süleyman Demirel'e göre,
“Tek bir devletin olması temel ilkedir. Ama bizim ülkemizde iki tane var.” Türkiye'nin verimsiz
merkezî hükümetinin bir neticesi olarak, devlet Güneydogu'nun veya genel olarak Türkiye'nin
demokratiklestirilmesi denemelerine direndi. Tek tipin tercih edilmesi ve etnik, dinî ve kültürel
kimlikleri ahenk içinde tutmadaki basarısızlık, sosyal uyumda kopukluk ve genel bir sosyal
yabancılasma/soguma hissiyle sonuçlandı.
Türkiye'nin askeriyesi derin devletin kazanılmıs bir alanıdır. Tarihî olarak, Türk ordusu
Atatürk'ün seküler, milliyetçi ve çagdaslasmacı hedeflerinin “yılmaz bekçisi” olmustur. Subaylar
kendi görev alanlarının tanımını Türk topragını korumanın ötesinde; ayrılıkçılık, terörizm ve kökten
dincilik gibi kamuya yönelik tehditleri bertaraf etmek seklinde genisletirler. Türk Genelkurmay
Baskanlıgı'nın bir üyesinin “Daha fazla demokrasi ihtiyacı varsa biz getiririz.” sözleriyle özetledigi
ordunun bu babacan [devlet baba] yaklasımına Kürtler özellikle içerlemektedir.
Hem gerçek, hem de hayalî tehditler askeriyenin devlet islerindeki aslî konumunu devam ettirirken
harcamalarını da haklı çıkarttırıyor. Ordu ve devletteki yandaslarının güvenligi saglamaktan ziyâde,
kendini haklı çıkaran olayları tezgâh etmelerinin bir tarihi vardır. Örnegin, Kasım 2005'te
Hakkâri'nin Semdinli ilçesinde beyaz bir Dogan arabanın camından bomba atılması sonucu Umut
kitabevinin sahibi öldü. Kalabalık arabanın pesine düstü ve bombacıların megerse subay
olduklarını ögrendi. Jandarma'ya ait olan araçta >çisleri Bakanlıgı'ndan verilmis bir kimlik kartı,
çok sayıda AK-47 tüfegi ve diger Kürt hedeflerin bir listesini buldular. Bu bombalama, Hakkâri'de
meydana gelen yirmi olaydan biriydi. Hepsi de PKK terörü gibi görünecek biçimde sahnelenmisti.
M LLÎ DUYU
Kürtler tüm Güneydogu'da sehir ve kasabalarda protestolarla tepki gösterdiler. Barısçıl protestocular
siddetli biçimde dagıtıldılar; dört sivil, polis tarafından öldürüldü. Human Rights Watch (>nsan
Hakları >zleme) örgütü ve diger gruplar, Türkiye'nin zalimce müdahalesini ve asırı kuvvet
kullanımını kınadılar. Semdinli hadisesi; devlet, güvenlik servisleri ve suç çetelerinden gelen
uyusturucu avantası karsılıgında sivil hedeflere suikast düzenleyen mafyatik organizasyonlar
arasındaki entrikaları ortaya seren 1996 Susurluk kazasını hatırlatmıstı.
Semdinli olayı, Türkiye'nin devlet kurumlarının sosyal refaha ayak bagı oldugu görüsünü
güçlendirdi. Sorusturma için bir meclis komisyonu kuruldu fakat en az bir üyesi ölüm tehditleri
aldı. Askerî müdahale ile ilgili endiseler, General Yasar Büyükanıt'ın yargıyı etkileyerek
Semdinli bombacısını aklamaya çalıstıgı ortaya çıkınca alevlendi. Askerin dokunulmazlıgını ve
hukuk devletinin altını oymadaki rolünü vurgulayan Semdinli savcısı görevinden alındı ve
hukuk lisansı iptal edildi.
Öcalan'ın Kaderi
Askerî baskı Öcalan'ı Türkiye'den kaçırttıktan sonra, 90'ların sonunda PKK Suriye'de sıgınacagı
güvenlikli limanı buldu. Türkiye Fırat nehri üzerinde Atatürk ve Birecik barajlarını insa etmis,
Suriye'yi PKK ile kurdugu bagları koparmadıgı takdirde suyu kesmekle tehdit ediyordu.
Ekim 1998'de Suriye, PKK'yı terörist bir örgüt olarak tarif eden ve PKK'yı Suriye toprakları dısına
çıkartmayı taahhüt ettiren Adana Memorandumu'na imza attı. Öcalan'ın Roma, Moskova,
Amsterdam, Atina ve Türk Özel Kuvvetleri tarafından tutuklandıgı Nairobi'yi kapsayan yolculugu
iste böyle baslamıstı. 16 Subat 1999'da Türk televizyonları Türkiye'nin en çok aranın zanlısının –
kafası bezle örtülmüs, haplanmıs ve sersemletilmis olarak – görüntülerini verdi. Çogu Türk bunu
kutlarken, Avrupa'nın her yerinde Kürtler elçiliklere taslar attılar, rehineler kaçırdılar, ve protesto
olsun diye kendilerini yakma eylemleri gerçeklestirdiler. Devlete karsı ayaga kalkıp Kürtler için
insan hakkı istemesinden dolayı çok saygı duydukları Öcalan ile beraberlik görüntüsü
veriyorlardı.
Bazılarının ona has bir ödleklik olarak gördügü sasırtıcı bir pismanlık görünümünde Öcalan,
PKK'nın silâhlı mücadeleyi hayatta kalma karsılıgında bırakmasını salık verdi. “Demokratik
seçenek, Kürt sorununu çözmek için tek alternatiftir. Ayrılık ne mümkündür, ne de gereklidir. Biz,
demokratik bir Türkiye baglamında barıs, diyalog ve serbest siyasî eylem istiyoruz.”
“Bana sans verin, üç ay içinde hepsini daglardan indireyim.” dedi.
1999 Haziran ayında bir Türk devlet güvenlik mahkemesi Öcalan'ı vatan hainliginden suçlu buldu.
Kendisine verilen ölüm cezası; AB'nin idam yasagına uymak için Marmara Denizi'nde, >mralı
Ada'sında azamî güvenlikli bir tesiste çekmek üzere ömür boyu hapis cezasına düsürüldü.
Seçimler
Birçok Kürt, Türkiye sınırları içinde Türk kardesleriyle barıs içinde yasamayı yeglemektedir. Çesitli
kamuoyu anketleri Kürtlerin ayrı bir devlet istemedigini ortaya koymakta. Türkiye Kürtlerinin ezici
çogunlugu, amaçlarına siyasî süreçlerle ulasabileceklerine inanıyor. Lâkin, Kürt siyasî partileri
yıllar boyu parlamentoya girecek adayla gösterip yerel idarelerin kontrolünü ele geçirebilirken
ulusal ölçekte çok az bir basarı gösterebilmislerdi. Türkiye'nin seçim kanunu, partilerin toplam
reyin %10'unu almadıkça parlamentoda sandalye bulmasını engellemektedir. Bu demokratik
olmayan verimsiz gerekçenin sonucunda Kürtlere has hiçbir parti parlamentoda temsil esigini
geçebilmis degildir.
M LLÎ DUYU
Karma partiler TBMM'ye katılmak için yeterli destegi elde ettiklerinde ise Türk makamları ya
yasakladı, ya da siyasî sistem içerisinde Kürtlerin çıkarlarını gündeme getirecek sekilde
çalısmalarını baltalayacak baskılar uyguladı. Kasım 1991'de, Halkın Emek Partisi (HEP)
parlamento seçimlerinde 18 sandalye kazanmıstı. Ne var ki, Leyla Zana'nın milletvekili yeminini
basında üç renkli bant ve Kürtçe olarak okumakta ısrar etmesi Türk parlamenterleri öfkelendirdi.
HEP kapatıldı ve liderleri terör örgütüne suç ortaklıgından hapse atıldılar.
1989-1993 arası cumhurbaskanlıgı yapan Turgut Özal bir vizyon adamıydı.
Ulusal siyasette Kürt siyasî partilere daha büyük roller vermenin PKK'nın altını oyacagını fark
etmisti. Ayrıca, reformların Kürtleri ılımlı hale getirecegine, onları daha iyi vatandaslar yapacagına
inandıgı için 1991'de Kürt dili üzerindeki yasagı kaldırdı. Hattâ Özal, PKK savasçıları için genel af
fikrini de öne sürmüstü. Ancak Özal Türkiye için öngördügü reformları uygulayamadan öldü.
Agustos 1992'de Süleyman Demirel HEP'in varisi, Kürt Demokratik Partisi'ne (vi) (HADEP)
baglı 37 belediye baskanıyla bulustu. Özal gibi o da asırı milliyetçiler tarafından Kürt siyasî
etkinliginin mesrûlugunu onaylamakla suçlandı. Bunu siddetli çatısmaların oldugu bir 10 yıl takip
etti. Nisan 2002'de PKK seklen dagıtıldı ve Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi (KADEK)
adını aldı. Reformların düsük temposuyla hüsran yasayan KADEK Türklerin ve Kürtlerin
Türkiye'de iki aslî unsur olarak ilân edildigi yeni bir anayasa ve Kürt siyasî ve kültürel haklarının
teslim edilmesini talep etti. KADEK, [Amerikan] Dısisleri Bakanlıgı tarafından terör listesine
(FTO-Foreign Terror Organizations) alındıktan sonra 2003'te çözüldü. Bir yıl sonra yeni bir adla,
Kürdistan Toplum Kongresi (Kongra-Gel) adıyla yeniden kuruldu ki, bu da nihayet ABD ve AB
tarafından terör örgütü olarak tanındı. Tekliflerinin hükümet tarafından karsılık bulmamasına
öfkelenen örgüt 1999'da ilân ettigi tek taraflı ateskesi 2004'te sonlandırdı. Kürt diyasporasında para
aktarımı git gide zorlasmıstı. Askerî operasyonların yoklugunda PKK kendini pek gösterememisti.
Su an için PKK'nın komuta-kontrol yapısında zaafları bulunmaktadır. Avukatları ve Avrupa'daki
medya yayınları üzerinden talimat veren Öcalan, hapishanedeki hücresinde halen güçlü bir figür.
Ama PKK içinde baska unsurlar türedi ve meclisteki DTP'li vekiller Öcalan'a baglıyken bunlar
Öcalan'ın otoritesini çigniyor. Konumlarını borçlu olsalar da, PKK'nın agır toplarından ideolojik
olarak bagımsızlar. Erdogan'ın DTP'li vekillerden PKK terörünü terk etmelerini istemesine karsılık,
temsilcilerden biri ne kendisinin, ne de arkadaslarının siddete destek oldugunu belirtti ama ekledi:
“Her Kürdün PKK'ya katılmıs bir aile üyesi var. Kendi çocuklarımı nasıl kınarım?”
DTP'nin ılımlı yaklasımı, Avrupa Kürt diyasporası içinde yaygın olan, Türk devletinin yalnızca
siddetten anladıgı kanısıyla tezat olusturmaktadır. Siddet fazlasıyla merkezin dısına tasmıs
durumda. Kandil grubunun silâhları var. Komutanları on yıllardır ayaklanmalara katılmıslar ama
yeni üyelerinin çogu is ve temel haklar temin edildiginde daglardan inecek olan genç Kürtler.
PKK operasyonları ölümcül olmaya devam ediyor. PKK eylemleri 2005'te 200 asker ve sivilin
ölümüyle sonuçlandı ve takip eden yıl boyunca PKK eylemleri sonucunda en azından 600'den fazla
insan hayatını kaybetti. 2007'nin ilk yarısında 167'si asker olmak üzere 225 kisi PKK saldırıları
sonucu öldü.
7 Ekim 2007'de Sırnak'ta 13 dag komandosunun ölümü sonrasında, su anda Kandil'e hava saldırısı
ve büyük ölçekli sınır ötesi harekât yapılması konusunda istekler var.
M LLÎ DUYU
Adalet ve Kalkınma Partisi
Erdogan'ın AKP'si ilk zaferini 2002'de elde etti. Erdogan kendini dinine adamıs bir Müslüman olsa
da, Basbakan olarak radikal slâm ile arasına mesafe koyarak, yolsuzlugu kınayarak, ve ılımlı,
demokratik fikirleri kucaklayarak begeni topladı. Erdogan Abdullah Gül'ü cumhurbaskanlıgına
aday gösterdi ama Gül'ün slâm'a olan baglılıgından korkan ordu darbe tehdidi savurarak
adaylıgının önüne tas koydu. Erdogan 22 Temmuz 2007 için erken seçim ilân etti ve ezici bir
destekle oyların %47'sini kazandı. Bu sayede TBMM'deki 550 sandalyenin 340'ını elde etti.
AKP'nin dogu ve güneydoguda oy oranı, Kürtlerin politik sesi olarak Kongra-Gel'den sonra
kurulan DTP'yi geçmisti. AKP yol, okul ve çesitli sosyal hizmetlere bolca akıttıgı paranın ödülünü
almıstı. Kürtler, Kürt dilinde yayın ve egitim de içeren daha büyük kültürel haklar konusunda
yaptıgı yasa reformları için AKP'ye itibar ettiler. AKP'nin yerel örgütleri asan muhafazakâr degerleri
ve parti tabanı, git gide etnik siyaseti reddeden Kürt seçmene de hitap ediyordu. PKK halk
desteginin eridigini hissedebilir ve belki de PKK siddetindeki güncel artıs, AKP'nin son Temmuz
seçimlerindeki performansı sonrasında kendi önemini hatırlatmaya yönelik bir çabadır. DTP –
beklendigi üzere – idare etmekten uzak olsa da, sonuçlar yine de parti için önemli bir zaferdi. 21
Kürt, baraj esigini atlatarak bagımsız temsilci olarak seçildi. DTP'li bir parlamento üyesine göre,
“AKP ve DTP'ye oy vererek hem Kürtler, hem de Türkler kendi ordularına karsı olduklarını
gösterdiler.”
Yine de, DTP Öcalan'ın mahkûmiyet kosullarının iyilestirilmesini istedigi zaman AKP-DTP
iliskileri gerildi. AKP'nin bu öneriyi göz ardı etmesi üzerine DTP Abdullah Gül'ün
cumhurbaskanlıgı seçiminin üçüncü turunu terk etti. Partiler arasındaki çekismelere ragmen Gül,
Cumhurbaskanı olarak yaptıgı ilk konusmada, yeni anayasada daha genis bireysel haklara ihtiyaç
olacagının altını çizerek dogrudan Kürt sorununa isaret etti ve çesitliligi Türkiye'nin gücü olarak
takdir etti; azınlık dillerinin resmî kullanımını içerecek sekilde, azınlıklar için daha genis
kültürel haklar çagrısında bulundu. Gül ilk yurt içi gezisinde Güneydogu'daki Kürt sehirlerini
ziyaret etmeye karar verdigi zaman çok sıcak karsılanmıstı. Gül ile bulusan DTP üyeleri PKK
sorununa isaret ederken affın önemini belirttiler. Seçimler ordu için agır bir asagılanmaydı.
Türklerin karsı çıkması ve Kürtler arasında AKP'ye olan destegin artması sonucu ordunun zorbalıgı
geri tepmisti. Büyükanıt ve diger yüksek generallerin, Gül'ün yemin törenini boykot ederek ve ilk
resmî resepsiyonunda uzun süre kalmayarak bir gelenegi yıkmaları, AKP'ye besledikleri düsmanlıgı
gözler önüne seriyordu. Büyükanıt - çok görürcesine - Gül'ün Cumhurbaskanlıgına seçilmesini
teebrik etmek için iki haftadan fazla bekledi.
Asırı milliyetçi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), sosyal gerilimleri sömürerek aldıgı %13 oyla
temsil barajını geçti. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile koalisyon halinde AKP reformlarını
alt üst etmeye ahdetti. MHP ve CHP, yaptıgı darbe sonrası askerî hükümetin yürürlüge soktugu
1982 anayasasını degistirme plânlarına karsı özellikle ihtiyatlı durmakta. Yeni anayasa çalısması ise
taslak asamasında devam ediyor. Türkiye'nin sivil toplum tarafından incelenmis ve tamamen
siviller tarafından yazılmıs ilk anayasası olacak. Tasarı, Türkiye'nin etnik ve dinî konulara
yaklasımını Avrupa >nsan Hakları Sözlesmesi'nin koydugu standartlarla uyumlu hale getirmekte.
Üstelik önceki anayasanın, “devletin bölünmez bütünlügünü” tehdit edenlere aman vermemek için
kullanılagelen, sıkıyönetim süresince insan haklarını askıya almaya yarayan hükümleri de iptal
ediyor.
AB Tesiri
90'larda AB'ye katılmak birçok Türk için bir takıntıydı. 1996'da Gümrük Birligi'ne katıldıysa da,
çogu eski komünist ülke sıraya atlarken sonraki yıl için aday olarak bile görülmeyince, Türkiye'nin
umutları karardı. Lüksemburg Basbakanı Jean-Claude Junker'in “>skencenin hâlâ yaygın bir
M LLÎ DUYU
uygulama oldugu bir ülke AB masasında yer bulamaz.” demesi Türk yetkililerin yarasına tuz
basmıstı. Juncker'in asagılayıcı yorumu çogu Türk'ü, reformlar olsun veya olmasın, AB'nin
Türkiye'yi kendi Hristiyan kulübüne almayacagına ikna etmisti. Avrupa Birligi Kopenhag
Zirvesinde, birlige yeni katılacak üyelerin resmî katılım müzakerelerini konusmadan önce yerine
getirmesi gereken siyasî ve ekonomik sartların çerçevesini belirledi. Kopenhag kriterleri olarak
bilinen bu sartlar, ekonomik reformları ve demokrasiyi, insan haklarını ve hukuk devletini garanti
altına alacak sabit müesseselerin varlıgını içeriyordu. Erdogan Avrupa Birligi hedefine inatla
sarılıyor, ayrıca Türkiye'nin AB'yi büyütecegini ve bunun, medeniyetler arasında gerçek bir uyumun
mümkün oldugunu gösterecegini savunuyor.
Çogu Türk onunla aynı düsünüyor. 2005 tarihli genis katılımlı bir anket Türkiye'nin geleceginin
Avrupa'da olup olmadıgı sorusunu soruyordu. Katılımcıların %77.4'ü AB üyeligini tercih etti.
Kürtler de ezici bir çogunlukla Avrupa'nın bir parçası olmayı, karaya sıkısmıs bir “büyük
Kürdistan”'dan daha çok tercih ediyor; %83,3'ü AB üyeligine olumlu cevap verdi.
Destek su sıralar düsmüs olsa da, Türklerin büyük çogunlugu AB'ye katılmanın hayat standartlarına
ve siyasî özgürlüklere dönüstürücü etkisinin olacagına inanmaktadır.
Erdogan AB üyeligine ulasmak için politik sistemi özgürlestiren ve basın, örgütlenme ve ifade
özgürlügü üzerindeki kısıtlamaları gevseten yasal ve anayasal reformların canhıras pesine
düstü. Hükümet ölüm cezasını kaldırdı, ceza hukukunu gözden geçirdi, kadın haklarını pekistirdi,
azınlık dillerindeki yayınlar üzerindeki kısıtlamaları azalttı, mahkeme kararı olmaksızın yapılan
aramalara son verdi ve iskenceye sıfır tolerans politikası uyguladı. DGM'leri lagveden, yargının
bagımsızlıgını gelistiren ve cezaevi sistemini ıslah eden tedbirler yürürlüge kondu. TCK ve CMK
gibi, anti-terör kanunlarında da degisiklik yapıldı. Türkiye Avrupa >nsan Hakları Sözlesmesi'nin
6'ıncı ve 13'üncü protokollerini imzaladı ve onayladı. AKP aynı zamanda, Türkiye'nin kudretli
ordusunu sivil otoriteye râm etmek gibi çetrefilli bir ise el atmayı denedi. Mayıs 2004'te yapılan
bir anayasa degisikligi ile komutanların kisisel harcamaları için kullanılan bütçe harici özel
hesaplar iptal edildi. Askerî mahkemeler barıs zamanı sivilleri tutuklamaktan men edildi. MGK
sandalye çogunlugu sivillere verilerek genisletildi. MGK Genel Sekreterinin dört yıldız general
olmasını sart kosan hüküm kaldırıldı ve nöbetlese görev sayesinde disli generallerin emekli
edilmesi kolaylastırıldı. Ayrıca, MGK'nın özel yetkileri kırpıldı. Buna örnek olarak, sivilleri
sorusturma yetkisi reddedildi. Askerin resmî toplantılara katılımını önleyen, sıklıgını azaltan
önlemler alındı ve MGK seçilmis hükümete baglı bir danısma merciî hâline getirildi. AB'ye giden
yolun Diyarbakır'dan geçtigi görüsü beyân eden Erdogan, Kürtlerin haklarını iyilestirecek
adımlara yöneldi.
Devlet televizyonunda Kürt dilinde haftalık 45 dakika yayın ve özel okullarda Kürt diline izin
saglayan yeni düzenlemeler yürürlüge sokuldu.
“Eve Dönüs” Yasası Agustos 2003'te çıkartıldı. Yasa, silâh bırakmayı kabul eden Kürtlere geçici
olarak yeniden katılım öneriyordu. “Köye dönüs” programı ile geri dönenlere yardım sözü verildi.
Böylece, evlerine, çiftliklerine ve hayvanlarına yeniden sahip olabileceklerdi. Ocak 2004'te
Yargıtay, on yıldan fazla bir süredir hapiste çürümeye terk edilmis olan Leyla Zana ve üç
arkadasını serbest bıraktırdı. Erdogan, PKK sorununun yalnızca askerî yöntemlerle
çözülemeyecegini de anladı. 2005 Agustos'unda Diyabakır'ı ziyaretinde söyle konustu: “Büyük ve
güçlü bir millet kendiyle yüzlesebilme, geçmisindeki hata ve günahları kabul etme özgüvenine
sahip olmalıdır ve gelecege güvenle yürümelidir... herkesin görüsüne açıgız... Türkiye ulastıgımız
noktadan geri dönmeyecektir. Demokatiklesme sürecimizden geri adım atmayacagız.”
M LLÎ DUYU
Yargıçlar bazı PKK üyelerini serbest bırakıp digerlerinin cezalarında indirime gidince, Kürtler
Erdogan'ın PKK ile konusmaya ve bir af düzenlemesinin detayları üzerinde çalısmaya baslayacagını
umdu. Bir DTP'li parlamentee göre ise, PKK'nın “yüzü kızarmadan dagdan incecegini...” Turkish
Daily News gazetesinin genel yayın müdür Yusuf Kanli, Erdogan'ın yaklasımını “yirmi yılı geçen
bir travmanın yaralarını saracak edbirli ve kısıtlı bir af ” olarak tarif etti.
Noksanlar
Avrupa Konseyi Türkiye'nin reformları uygulamadaki ilerlemeyisine ve sorunlarına isaret etti.
Kürtçe televizyon yayınına ayrılan süre sınırlı bulunuyor, özel okullarda Kürtçe'ye izin veriliyor
olsa da çok az ögrencinin bu ücretleri karsılayabilecegi belirtiliyordu. Ocak 2005'te Ankara Valisi,
kültürel haklar gündeminin anayasaya aykırı oldugu gerekçesiyle Kürt Demokrasi Kültür ve
Dayanısma Dernegi'ne isletme ruhsatı vermeyi reddetti. Güvenlik durumu göz önünde tutularak
Diyarbakır, Batman, Sırnak, Mardin, Siirt, Hakkâri, Bingöl ve Tunceli “kritik iller” diye
adlandırılıyor; silâhlı kuvvetlere, cezadan muaf olarak istismar etmesine müsait bir ortam
yaratan özel bir idarî yasa ile yönetiliyordu.
Eski milis üyelerinin yeniden entegrasyonu ve yerinden edilmis insanların evlerine
döndürülmesinde sınırlı ilerleme saglandı. Programın ilk altı ayında sadece 1.873 kisi yeniden
entegrasyona dahil edilebildi. Kısmen de “Köye Dönüs” programı dönüs için makul sartlar
yaratamadıgı için... Elektrik ve telefon hizmetleri gibi temel alt yapılar yetersiz kalıyor, köy
korucularının devam eden varlıgı da dönüs konusunda cesaret kırıyordu. Uygun olan 104.734
kisiden sadece 5.239'u tazminat için basvurdu, bunların da sadece 1.190'ı bir ödeme alabildi.
Türkiye ifade özgürlügünü bastıran kanunları iyilestimede de basarısız oldu. Ekim 2005'te çıkartılan
CMK(?) 150. madde, devlet kurumlarına hakaret konusunda verilecek cezaları düzenliyordu.
2005'te Türk roman yazarı Orhan Pamuk “Bu ülkede otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü
ama kimsenin bunu kousmaya cesareti yok.” dedi. TCK 301. maddeden “Türklüge hakaret” ile
suçlandı.
AB Tükiye ile resmî müzakereleri 2005'te baslattıysa da Türkiye'nin bütün sartları yerine getirmesi
çok uzun bir zaman alacaktır. Adaylıgı düzenleyen 60.000 sayfalık bir yönetmelik var ve Türkiye
kesin bir ilerleme saglasa bile üyeligin garantisi yok. Türkiye'nin Bir AB üyesi olan Kıbrıs ile
Gümrük Birligi anlasmasını imzalamaması ise zorluk katıyor. AB üyeliginin bütün üyelerce kabul
edilmesi ve bazı ülkelerin konuyu referanduma baglaması da...
Avrupa'daki Türkiye muhalifleri reformların yavas isleyisini fark edip AB üyeligine köstek oldular.
Avrupa anayasasını reddeden Fransa ve Hollanda oyları, Türkiye'nin üyeligine karsı tepkinin en
azından bir kısmıydı. Almanya Basbakanı Angela Merkel tam üyelige göre eksik yanları olan bir
“imtiyazlı ortaklık” önerirken, Fransa Chumhurbaskanı Nicolas Sarkozy “Türkiye'nin Avrupa'da
yeri yok.” iddiasında bulundu.
Merkel, Sarkozy ve diger karsıtlar, ilerleyisin eksikliginin Türkiye'nin demokrasisini
baltalayacagını, milliyetçileri ve orduyu güçlendirecegini ve Türkiye ile Irak Kürtleri arasındaki
çatısma olasılıklarını arttıracagını görüp muhalefeti kademe kademe azaltabilirler.
Eylül 2007'de BM Genel Kurulu'nda bir araya geldiklerinde, Sarkozy Erdogan'a Türkiye'nin girisini
destekledigini söylemisti.
M LLÎ DUYU
Irak Unsuru
Türkiye Amerika'nın Irak'taki savasına siddetle karsı çıktı. 1 Mart 2003'te TBMM, Amerikan 4.
Piyade Tümeni'nin Irak'a Türkiye üzerinden transit geçisine tezkere vermeyi beceremeyince Türk-
Amerikan iliskileri düsük bir seviyeye indi. Bush yönetiminin PKK'ya karsı harekete geçememesi
Türklerdeki Amerikan karsıtlıgını pompaladı. Bugün ABD antipatisi tüm zaanların en yüksek
seviyesinde. Alman Marshall Vakfı'nın 2007 tarihli bir anketine göre Türklerin yalnızca %9'u
Ameirka'ya olumlu bakıyor.
Çogu Türk, Amerika'nın büyük bir Kürdistan kurmak için gizli gündeme sahip olduguna inanıyor.
Kanıt olarak, PKK'nın ABD'nin Irak'a yerlestigi 2003'ten sonra kendini yeniden yapılandırma fırsatı
buldugunu öne sürüyorlar. Türkiye'deki PKK varlıgına ek olarak, Türk yetkililer üç bin kadar
PKK'lının Irak Kürdistanı'nda, Kandil daglarında, Türkiye sınırına 50 Km mesafedeki ana
karargâhı ile birlikte 65 kampta faaliyet içinde oldugunu belirtiyor.
Erdogan, “hiç bir ülkenin sınırlarının karsısında istikrarını ve toprak bütünlügünü tehdit eden bir
terör örgütüne müsamaha gösteremeyecegini” ısrarla belitiyor.
Erdogan Beyaz Saray'ı Ocak 2005'teki ziyaretinde, ABD'yi PKK savasçılarını serbest bırakmakla
elestirdi ve çıbanın basının kurutulması konusunda baskı yaptı.
Sonra uyardı: “Ne gerekiyorsa onu yapmak zorundayız. “Gereken” gayet açıktır."
2007 yazı boyunca 150.000 Türk askeri Irak sınırına yıgılarak PKK'nın belini kıracak bir sınır ötesi
operasyon için gözdagı verdi. Sevkiyat aynı zamanda Türkiye'nin Kerkük endisesine dönük bir
sinyaldi. Türkiye, Irak anayasasının 140. maddesinde öngörülen, 31 Aralık 2007'de Kerkük'ün
statüsünü belirleyecek referanduma kat'iyen karsı çıkıyor. Iraklı Kürtler, 2005'te geçici anayasanın
son tarih olarak 2007'ye isaret etmesine üzülmüslerdi. Simdi ise, yıl sonuna kadar [referandumun]
yapılamayabilecegine ve belki de hiç yapılamama olasılıgına daha da üzülüyorlar. Türk
Genelkurmayı kumda bir çizgi çizmis durumda. Kerkük referandumunu Irak Kürdistanı'nın
devletlesmesinde ileri bir adım olarak görüyorlar ve Kerkük referandumunu önlemek için
kuvvetlerini harekete geçireceklerini ifade ediyorlar.
Bu arada çogu Kürt, nisbî özgürlük ve refaha kavusmus olan Kızey Irak'taki kardeslerine
sınırın ötesinden özlemle bakıyor. Türkiye ve diger ülkelerdeki Kürtler, Iraklı Kürtlerin
istedigi seyi istiyor. Türkiye, Kürdistan Bölgesel Hükümetinin PKK'ya karsı harekete geçmesini
isiyor. Geçen 15 yıldan bu yana ise, Iraklı Kürtler ikisi Türk askerlerinin esliginde olmak üzere,
PKK ile 3 kez basarısız olarak karsı karsıya geldiler. Iraklı Kürtler su anda Irak'ın bölünmesini
körükleyen siddeti önlemekle mesgul. PKK ile tam yüzlesmeyi baslatacak yeni bir cephe açmayı
ne KBH, ne de Amerikan kuvvetleri istiyor. Türkiye-Irak Terörle Mücadele Anlasması (28 Eylül
2007) malî ve istihbarî zemin olusturmaktadır. Oysa Irak'ın, topraklarındaki PKK kamplarından
sözde endise etmekten öteye gitmemesi Türkiye'nin isteklerinin açık ara uzagında bir durum. Iraklı
müzakereciler Türk askerlerine Irak topraklarında operasyon yetkisi veren bir anlasma maddesini
reddettiler. Dahası, anlasma KBH'nin katılımı olmaksızın müzakere edildi. Erdogan Irak
Hükümetiyle isbirligini güçlendirmek isteyebilir ama Bagdat'ın bölge üzerinde yetki sorumluluguna
sahip KBH üzerinde islevsel bir hükmü yok. PKK'yı hedef alacak bir çalısmada ihtiyaç duyulacak
olan Mesut Barzani'ye iftiralar atması, Türkiye'nın çıkarlarına zarar vermektedir. Erdogan'ın
dedigi gibi; “Bunu tek basımıza yapamayız. Bütün ülkeler isbirligi yapmalı.”
ABD'nin rızası olmaksızın büyük çaplı bir askerî operasyon yürütmek konusunda
Türkiye'nin cesareti kırılmıs durumda. Amerika, Barzanî pesmergelerinin Irak güvenlik güçlerine payanda olmasına feci halde ihtiyaç duyuyorken, bu uzak bir ihtimal. Bush yönetimi, Türkiye sabrını tasırıp Irak Kürdistanı'nı isgal etmesin diye ABD, Türkiye ve Irak arasında istihbarat paylasımını içeren bir “Üçlü Mekanizma” önerdi. 25 Aralık 2006'da (E) General Joe Ralston (ABD Kara Ordusu) PKK ile mücadele özel temsilcisi olarak atandı. 7 görüsmeden sonra; Irak Hükümeti ve KBH'nin tepkisizligi, Türklerin inatçılıgı ve ABD'nin daha fazla baskı uygulamak istememesi sonucu girisimin bir yere varmayacagı ortadaydı. Uygulama, Irak Savası
arefesinde Türkiye'nin Amerikan kuvvetlerinin topraklarından geçmesine engel olmasını unutamamıs bazı Amerikan ordusu mensuplarınca da yavaslatıldı. Amerikalı ve Türk yetkililerin, Türkiye'nin isgal tehditlerinin önüne geçme amaçlı olarak, Temmuz 2007 için düsünülen bir ortaklasa askerî operasyon üzerinde ihtiyatlı görüsmeler yaptıgı ögrenildi.

Amerikan özel kuvvetlerinin de Türk Ordusu ile birlikte çalısacagı bu “gizli eylem”, liderlerini ve komutanlarını öldürerek PKK'yı nötrlestirme amacını tasıyordu. Görünüse göre, sözü edilenoperasyon basına sızdıgı için asla gerçeklesmedi.

Daha sonra o ay Türk basını, ABD'nin PKK'yı vasıta yapıp İran kolu PJAK'a ve diger İranlı Kürt gruplara İran'la çekisme strajesinin bir parçası olarak para ve silâh gönderdigini duyurdu. Ama ABD'nin Ankara Büyükelçiliginin açıklaması suydu:

“ABD PKK'yı terör örgütü olarak görüyor. Biz PKK'ya silâh, ulasım veya herhangi bir sey tedarik etmiyoruz. PKK ile >ran veya baski bir konuda görüsmüyoruz ve kadrosuyla da görüsmüyoruz. Tersine, PKK terörüne karsı çalısıyoruz ve örgüt ve K.Irak ile Avrupa'daki liderlerini tecrit etmeye
ugrasıyoruz.”

BÖLÜM III: ÖNÜMÜZDEK YOL

Mesut Barzanî ve Celâl Talabanî, 12 aylık bir ateskesi tesvik için PKK üzerindeki nüfuzlarını kullanmalıdır. Bu, Türkiye ve PKK arasındaki restlesmenin önüne geçecek bir soguma periyodu yaratacak, Türkiye'nin reformlarla ilerleyisine izin verecektir. Türkiye bu zaman aralıgını DTP'yi
muhatap olarak kullanarak STT (silâhsızlandırma, terhis etme, topluma kazandırma) kosullarını tetkik etmek için de kullanabilir. Türkiye'nin dostları, içinde AB üyeligi üzerine yogunlastırılmıs konusmaların da oldugu siyasî destek ve Güneydogu'da sosyoekonomik kalkınmayı destekleyecek
malî yardım temin etmelidir.

Bu raporda asagıdaki maddeler önerilmektedir:
Reformların Tatbiki Türkiye'nin yeni sivil anayasasını tasarlanması devam eden bir süreç. Bu arada yasa iyilestirmeleri de devam etmeli. Özellikle; “Türklügü kötülemeyi” veya devlet kurumlarını
elestirmeyi saldırı sayan TCK 301. maddenin kaldırılması. ifade özgürlügünü kısıtlayan ve Kürtleri hedef almak için kullanılagelmis TCK 215, 216, 217 ve 220 ve bunlarla birlikte yine ucu açık bir terör tarifine mahal veren Terörle Mücadele Kanunu'na da reform gerekmektedir. Esneksiz, hesapsız ve katı muhafazakâr yargıyı dönüstürme tedbirleri gereklidir. Kültürel haklar da genisletilmelidir. Buna devlet yayınlarında ve devlet okullarında Kürtçenin kullanımı dahil olmakla birlikte kamu hizmetleri de gelistirilmelidir. Dinî özgürlükleri ve azınlık haklarını da gözden geçirmeye ihtiyaç var.

Ordunun Demokratiklestirilmesi

Türkiye'nin kendi topraklarında faaliyet gösteren teröristleri kökünden sökmesi sorgulanamaz hakkıdır. Ancak, güvenlik güçleri evrensel yasal ilkelerle ve uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu olmalıdır. Türkiye'nin silâhlı kuvvetleri “demokratik bir ordu” gibi islev
görmelidir. Ne MGK, ne de TSK, toplu nüfus kaydırma veya düsman yararlanmasın diye her yeri düz etme politikasını gütmekte serbest olabilir. Fesat çıkarmak ya da sivil itaatsizlik örgütlemek için serseri operasyonlar yürütme, sivillere suikast düzenlemeye suç ortaklıgı yapılamaz. Böyle operasyonlar bütün bir silâhlı kuvvetlere güvensizlik, komutanlarına utanç verir ve Türkiye'nin uluslararası itibarına gölge düsürür.

Irak'ın Egemenligine Saygı Gösterilmesi

Türkiye, ulusal çıkarlarını KBH ile isbirligi yaparak koruyabilir. Türkiye, Terörle Mücadele Anlasmasında belirtildigi gibi PKK üzerindeki baskıyı arttırmak için Irak Hükümetiyle malî ve istihbarî isbirligine gidebilir. Türkiye'nin Tak Tak (?) petrol yatakları üzerinde çıkarları vardır ve
kârlı enerji nakil ücretleri almaktadır. Türk insaat sirketleri Kuzey Irak'ta devam eden ekonomik gelismede öncelikli olarak yarar saglamaktadır. Yanısıra Türkiye, Iraklı Türkmenlerin haklarını koruyacak ve git gide degiskenlesen ve İslâmîlesen Irak ile arasında tampon bölge olacak Batı
yanlısı, seküler bir Irak Kürdistanı'nı memnuniyetle karsılayacaktır. Nihayet, Türkiye Kerkük'ün KBH'ye katılmasını önleyen çabalarını sonlandırmalıdır. [Türkiye] itiraz ettikçe, Iraklılar Kerkük'ün statüsü için referandum konusunda daha çok ısrar edecek ve Kürdistan Bölgesel
Hükümeti Kürt olmayan Kerküklülerin haklarını koruyacak yetki paylasım
düzenlemelerinden daha da uzaklasacaktır. Kulak arkası isteklerde bulunmak Türkiye'nin zayıf ve etkisiz görünmesne sebep olur.

Af Düzenlemelerini Hazırlama
AKP hükümeti kurdugunda ve Abdullah Gül Basbakan oldugunda, milliyetçiler ve ordu hükümetin “pismanlık yasası” plânını önlemek için devreye girdiler. Simdi, AKP'nin mevcut seçim zaferinden
yararlanarak, ihtiyatlı bir sekilde PKK'yı simdi ve sonuna kadar silâh bırakıp tasfiye olmaya ikna edecek bir af düzenlemesini ortaya çıkarmasının tam zamanı. Af programının safhalar halinde
islemesi gerekir. Ayrıcalık ilk olarak, örgüte 2002'den sonra katılan PKK'lılara tanınmalıdır. Ardından komuta sorumlulugu olmayan kadrolar gelmelidir. Interpol'ün kırmızı bülten çıkarttıgı 134 yüksek komutan af için uygun olmayacaktır fakat, ikamet ettikleri ülkelede ve Cumhurbaskanı Celâl Talabanî'nin barındırabileceklerini söyledigi Irak'ta sıgınma talebinde
bulunabilirler. Türkler bütün PKK üyelerinin Türkiye'de yargılanmasını istiyor ve Türkiye'nin uzun bir genel af tarihi varken bahsi edilen adlî uygulamanın hazmı kolay olmayacaktır. Af düzenlemesi kendi kaderlerine de isaret etmedikçe, PKK'lı komutanlar adamlarını elde tutmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Terim de önemlidir: “Genel Af” tabiri fazla ihtilâflı. Bunun yerine “Topluma Kazandırma”, STT sürecini tanımlamak için daha hos bir terim olacaktır.

Muhatap Belirleme

PKK'yı müzakereci olarak kabul etmek herhangi bir hükümet açısndan tahammül edilemez oldugundan DTP yararlı bir muhatap olabilir. DTP'nin TBMM'de Kürt seçmene hizmet etmek üzere seçilmis 21 vekili var ve yerel yönetimdeki güçlü temsil durumu [partiye] pazarlıkta muhatap
olmak için gerekli mesûiyeti saglıyor. Erdogan DTP'lilere PKK terörünü kınama çagrısında bulundu. Ancak bu istek aynı zamanda; DTP'nin Öcalan, Kandil grubu, Türkiye'deki PKK'lı gerillalar ve Avrupa'daki Kürt diyasporası ile olan, etkili arabulucu olmasını saglayan bagları
varken, muhataplık potansiyelinin altını oyar. DTP'li parlamenterlerin inanılırlıgına katkıda bulunmak önemlidir. DTP'li üyeler PKK'yı kınamaya özellikle isteksiz olsalar bile, genel olarak terörü kınayarak güven toplayabilirler. Milliyetçiler DTP'yi bozguncu yabancılar olarak görüyor.
AKP onlara Türkiye'nin demokratiklestirilmesinde hakikî rol ortagı muamelesi yaparak durumu telafi etmelidir. ABD elçisi ve diger diplomatik görevliler [DTP'lileri] yüksek seviyeden kabul etmeli ve onlara danısmanlık saglamalı. DTP'nin diyaspora unsuruyla irtibatı, Avrupa'da PKK ile temasları oldugu bilinen Amanya ve Fransa'nın istihbarat mercileriyle güçlendirilmelidir.

Gerçek Arayısı ve Barıs (Uzlasma) Süreci

Türkiye, PKK ile çatısmasından kalma sorunlu bir miras ile yüz yüzedir. Bir Gerçekler ve Uzlasma Komisyonu (GUK) güven ortamının insasına yardım edecek, siddet döngüsünü sona erdirecektir. Bu aynı zamanda yapanın yanına kalması kültürüyle de mücadele edecek ve hukuk
düzeninin saglamlasmasına yardımcı olacaktır. Gerçege ulasmak kolay olmayacaktır. “Çoklu gerçekler” mevcut. iki tarafın da kendine göre bir “aslında ne oldu” tarifi var ve katı sekilde aslında kendilerinin [gerçekleri] bildigi hususunda inandırılmıs durumdalar. Türkler, çatısma sonrası safhayı beklemek yerine diger ülkelerin sürüncemeli siddet dönemlerinden sonra geçis dönemi adlî sistemlerini nasıl gelistirdigine çalısmalıdırlar. Konuyla ilgili bir uluslarası tecrübe arastırması
yapılabilir. Bunun için Türkler kesif gezileriyle dıs ülkelere gönderilip GUK (Gerçekler ve Uzlasma Komisyonu) uzmanlarını Türkiye'ye getirebilirler. Türkiye için uygun bir GUK çalısmasına agırlık verilirken, birebir ve agzı sıkı istisareler; ve kurulus asamasında özel seçenekleri degerlendirirken olayların kaydını tutup meclis kararnamesiyle bütçe ve kapsamı belirtilen olagan bir girisim olarak belirli bir dönemi kapsayan bu olayların degerlendirilmesini öngören bir raporun ortaya çıkarılması ve [bunun üzerinden] konsensus görüntüsü serglemenin de yararı olacaktır.

Altyapı Yatırımları

Türkiye su anda 2001 malî krizinden sonra AKP tarafından uygulanan makro ekonomik reformların hasadını toplamaktadır. Dogrudan Yabancı Yatırımındaki (DYY) artıs göstergelerini anlatmaya gerek yok. 1980-2003 arasında DYY sadece 19 milyar Dolar iken, 2006'da 20 milyar Dolardı. Türkiye'nin genel ekonomik refahı AKP'nin yol, su gibi alt yapı yatırımları için kamu kaynagı ayırarak, çatısmaya getirilecek çözümü ekonomik tabanlı olarak yenilemesine müsaade ediyor. Yeni baraj projeleri ekonomik büyüme için ucuz elektrik saglayacaktır. Ulasım
sektöründeki yatırımlar, Diyarbakır Havaalanı'nın uluslararası uçusları karsılayacak sekilde yenilenmesini içerebilir. Ayrıca ödenekler, Türkiye'deki devlet enerji sirketinin Güneydogu'da potansiyel enerji kaynaklarının AR-GE'sine yönelndirilebilir.

Sosyal Refahın Yayılması

Güneydogu'da ek yatırımlar saglık ve egitim gibi hizmetleri arttırmakta ve PKK ile çatısmada yerlerinden edilmis sivillerin dönüsü ve yeniden yerlestirilmesini iane etmede kullanılabilir. Projeler, yerel toplumda kalkınmaya ayak bagı olan feodal asiret düzenini ortadan kaldırma amacına hizmet etmelidir. Kadınlar sosyal refahın yükselmesinde ve sivil toplumun güçlenmesinde hayatî bir rol oynayabilir. Kadınların ataerkil düzenin esir edici evlilik bagını dagıtmasına yardım edecek sekilde çaba harcanmalıdır. Kızlar, onlara daha fazla seçenek ve daha iyi sans veren arttırılmıs egitim fırsatlarından yararlanabilir. Daha fazla projeylen kadınların is bulması üzerinde durulmalı. Yerel kredi seklindeki malî destek kadınlar için küçük ölçekli endüstri yaratır. Kürtlerde kalabalık
aileler ve çok esli evlilikler göz önünde bulunduruldugunda, nüfus plânlama programlarına da ihtiyaç var.

Yeniden Entegrasyınun (Topluma Kazandırma) Desteklenmesi

Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrıpa Sosyal Fonu veya Avrupa Tarım Rehberlik ve Garanti Fonu, AB ve Türkiye Hükümeti bir “Barıs ve Kalkınma Fonuna” ortaklasa arka çıkabilirler. Bu yardım Köye Dönüs Programını destekleyebilir ve olaylarda mülkleri yok edilmis ya da
kullanamayacak kadar zarar görmüs mal sahiplerine tazminat saglayabilir. Güneydogu'daki illerin özel yönetim durumları kaldırılmalı ve koruculuk lagvedilmelidir. Projeler uluslararası hibe destegiyle is bulmaya ve köy korucularının, emekli aylıgı olan eski köy korucularıyla bütünlestirilmesine odaklanmalı.

6s Yaratma

Güneydogu'daki %30 issizlik oranı, tarım ve hayvancılık gibi geleneksel endüstrilerin gelistirilmesiyle azaltılabilir. Güneydogu'da, Türkiye'nin Dicle ve Fırat ırmakları üzerinde bereketli su kaynakları ve yeraltı su kaynakları bulunmaktadır ama su kaynagı yönetimi büyük ölçüde kifayetsiz. Humusu yok eden Atatürk Barajı'na su akıtmak yerine damla sulama yöntemi, daha verimli ve kullanıcı dostu bir teknoloji olacaktır. Yeni tarım ve tohum üretiminin tanıtımı yapılırken, toprak reformuna ölçek ekonomisini mümkün kılması için çok sahipli topraklar da dahil edilebilir. Orta Dogu, tarımsal endüstri ve deri ürünleri için hazır bir pazar arz ediyor. Hayvancılıkteki yenilikler, daha verilmli dericiligin devreye sokulması ve müsteriye ulasmayı hedefleyen üretim-dagıtım stratejilerinin isletilmesiyle basarılabilir. Irak'a Habur'dan baska sınır kapıları da açılmalıdır. Türk jandarması, dayanıksız tüketim malları ve Irak'tan Türkiye'ye gönderilen diger tüketim mallarını tasıyan kamyomları bilerek bekletmek yerine hızlandırmalı ve İçisleri Baknalıgı Güneydogu'da yatırım veya ortak girisim düsünen isadamlarının vize islerine hız vermeli. Basbakanlık bünyesinde kurulacak bir “plânlama ofisi” ajanslar arası koordinasyonu ilerletecek ve
ulusal ve yerel hükümetler arası ortak çalısmaları kolaylastıracaktır, yeni yatırımların yolunu açacaktır.

Sopayla Havuç Sallamak

PKK üzerindeki baskı, uluslararası finans ve propaganda altyapısı baskılanarak arttırılabilir. Bu baglamda Avrıpa menseli kuruluslar ve paravan sirketler dikkatle takip edilmeli ve siddeti destekledikleri görülürse kapatılmalı. 25 AB üyesi devletin ve Norveç ile İsviçre'nin olusturdugu Avrupa Terörle Mücadele Grubu yasadısı kanunsuz gelirleri sorusturmada bası çekmelidir. Terör eylemlerine kaynak aktarılmasını önlemek için kurulmus BM Terörle Mücadele Komitesi ise, PKK'nın paravan sirketlerine destek çıkmasından süphelenilen AB üyesi ve diger üye ülkelerden PKK'ya finans saglamayı durdurmalarını isteyebilir. İfade özgürlügü kaygılarını da dengeleyerek, nefreti ve siddeti kıskırtan Avrupa yayınlarının lisansları iptal edilebilir.

Türkiye-KBH Ortaklıgını Büyütme

Türkiye ve KBH eninde sonunda vazgeçilmez ortaklar olacaktır. Simdilik, ortak zemin yakalayarak, belirleyerek gerilimleri azaltabilirler ve güven insası için adımlar atabilirler. Türkiye Mesut Barzanî'yi öcü gibi göstermeye son vermeli ve görüsmesi için özel bir temsilci göndererek
dogrudan diplomasi kanalını açmalıdır. Bu bulusmanın temeli, Türkiye ile isbirliginin önemini kavramıs olan KBH Basbakanı Neçirvan Barzanî tarafından atılabilir. Türkiye ile Irak arasında imzalanan Terörle Mücadele Anlasması, ancak ve ancak KBH devrede ise isletilebilir. KBH'nin
PKK lojistigini kısıtlayamaya yardım etmek için atacagı çok sayıda adım mevcut. Kendine ait olanlarla birlikte Kandil'de PKK kontrol noktalarına geçebilir, Erbil'deki havaalanından yolcularla PKK'ya transfer edildigi söylenen parayı yasaklayarak finansal akısı düsürebilir. Mahmur Kampı,
Türkiye orada bulunanlara askerî harekât olmaksızın geri dönüs garantisi sunduktan sonra kapatılabilir. Daha iyi iliskiler gelistimek için ekonomik baglar olmazsa olmazdır ve Türk firmalarına Irak Kürdistanı'nda petrol sahaları açmak için öncelikli pay verilmelidir. Buna karsılık Türkiye de ticaret ve yatırımı kamçılamalı, Habur sınır kapısındaki geçis prosedürlerini
kolaylastırmalı ve Irak Kürdistanı'na yeni sınır kapıları açmalı. Amaç, Türk-KBH finansal çıkarlarını birbirine geçirmek ve bu sayede karsılıklı isbirliginin yararının altını çizmek. ABD ile KBH arasında halihazırda yakın bir iliski varken, Amerikalı yetkililer Barzanî'yi uzlasmanın KBH'nin yararına oldugu konusunda ikna etmek için essiz bir pozisyonda bulunmaktalar ve bu düzenlemelerde aracılık üstlenebilirler.

Çeviri Dipnotları:
i. Alt baslıklar emir kipiyle yazılmıstır.
ii. Yazar, yönetim anlamındaki administration yerine hükümet anlamındaki government
sözcügünde rapor boyunca ısrar etmis.
iii. Burada kullanılan repatriate sözcügü daha çok yuvaya dönüs anlamındadır.
iv. Çobanlık anlamına gelen shepherding kullanılmstır.
v. Merhametsiz anlamını karsılamak üzere “Atinalı Drako'nun Yasalarına” atfen draconian
kullanılmıs.
vi. Halkın Demokrasi Partisi'ne (HADEP) “Kürt Demokrat Partisi” demis...


Yusuf GEZGİN
Çözüme-Açılıma Engel Arama Noktaları
13 Ekim 2009

Seyahat hürriyeti temel, anayasal bir haktır (Anayasa md. 23). Vatandaşlar izin almaksızın, bilgi vermeksizin, ülkenin her yerine seyahat edebilirler.
Yol kesmeler, aramalar bir istihbarat veya bilgi üzerine suçu önlemek veya suçluyu yakalamak üzere “hâkim kararıyla”, “sınırlı” ve “süreli” olarak yapılır. Yani seyahat hürriyeti geneldir, aramalar, yoklamalar arızidir, istisnaidir. Mesnetli ve tutarlı bir delil, ihbar, olmaksızın vatandaşın hakları, özgürlükleri ihlal edilemez, sınırlandırılamaz. Bir bölgede bütün halkın, 7 gün–24 saat aramaya tabi tutulması ve bu aramanın insanları hayatından bezdirecek kadar sık mesafelerde ve özensizce yapılması, sadece bir hukuk katliamı değildir; aynı zamanda bir bölgeyi devletten nefret ettirmektir; terörize olmaya, yasadışı yollara itmektir; ayrıştırmaktır, ötekileştirmektir. Böyle bir uygulamanın demokrasilerde, hukuk devletlerinde izahı yoktur. Bir bölgede yaşayan herkesi suçlu-zanlı gören bu sakat anlayış, evrensel hukuk anlayışıyla, masuniyet karinesiyle uyuşmamaktadır.
Doğu ve Güneydoğunun pek çok yerinde yıllardır mutad aramalar yapılıyor. Arama noktalarına mevziler yapılmış, ağır silahlar, bazen tanklar yerleştirilmiş. Ortaya çıkan tablo ve uygulamalar vatandaşın psikolojisini bozuyor, tedirgin ediyor. Ama aramalar, terör riski olmayan yerler dâhil, geniş bir bölgede ısrarla sürdürülüyor, Çin işkencesine dönüşüyor. Örneğin Şırnak’tan, ilçesi Beytüşşebap’a gidene kadar yaklaşık 100 kilometrede 7 ayrı yerde arama yapılıyor. Her defasında insanlar durduruluyor, araçtan indiriliyor, kimlikleri alınıyor kayda geçiriliyor, eşyaları didikleniyor. Yolculuk uzun ve meşakkatli bir imtihana dönüşüyor. Batıdan giden insanların tepki verdiği bu eziyeti, bölge insanı 30 yıldır her gün yaşıyor.
Doğunun en güvenli yolu Erzurum-Erzincan anayolunda bile askerler tarafından 3–4 yerde aracınız durduruluyor, kimliğiniz alınıyor ve arama yapılıyor. Erzurum gibi oldukça güvenli bir ilin sınırları içinde bir ay içinde 160.000 kişinin aramadan geçirildiğini öğreniyorum. Bu toplam nüfusun ¼’üne tekabül ediyor.
Van’da yapılan aramaların istatistiğine göre 10.000 aramada bir suçlu yakalanıyor; onlar da genelde adi suçlular. Yani 9.999 kişi, bir kişi için mağdur ediliyor. Ama terör ve uyuşturucu gibi organize suçlar arama noktalarına rağmen hız kesmeden devam ediyor. Silah, mühimmat ve uyuşturucu memleketin her noktasına rahatlıkla ulaşabiliyor. Örgütler arama noktaları ile değil, istihbarı takip


En son Ekim tarafından Pzr Ekm 18, 2009 8:01 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ekm 18, 2009 7:07 pm    Mesaj konusu: Açılım ve kadınlar Alıntıyla Cevap Gönder

GENEL AF ŞART
21 Ekim 2009

Profesör Mümtaz'er Türköne, Kürt sorununun çözümü için Öcalan'ın da dahil edileceği bir genel affın şart olduğunu söyledi. Türköne, Osmanlı'nın isyan bastırırken, elebaşıları affedip, 'Başıbozuk paşası' olarak sürüp, maaş bağladığını hatırlattı. Abdullah Öcalan için de benzer bir fomül uygulanmasını gündeme getirdi: 'Apo da Bodrum Türkbükü'ne gönderilebilir'

Röportaj: Şenay Yıldız/Akşam

- Açılımın başarıya ulaşması için PKK'ya af şart mı?
Af olmadan bu iş çözülmez. Psikolojik eşiğin açılması için bu affın gerçekleşmesi lazım. Bu af, devlet tarafından iyi niyetini yapıcı tavrını gösteren bir adım olur. Ondan sonra Kürtlerin ihtiyaç duyduğu güveni sağlar.

- Bu af Öcalan'ı da kapsamalı mı?
Af kişiye özel olmaz. Meclis'ten 'Abdullah Öcalan isimli kişi bu affın dışında kalsın' diye bir af çıkaramazsınız. Türkiye bu açılım ile kendisin perişan eden sorunu çözecekse, Abdullah Öcalan'ın gözlem altında tutulması, zorunlu ikamet gibi yöntemler düşünülebilir. Bu, bir isyan bastırma yöntemi eğer devlet açısından bakarsak. Devlet isyan bastırıyor. Bunun için devlet isyanın elebaşılarını affeder. Osmanlı çok isyan bastırmış bir devlettir. İsyanı bastırırken isyanı başlatanı affeder, çok uzak bir vilayete atar, sonra da maaş bağlar ona. Bir de ayrıca paşa rütbesi verir. Bunlara da 'başıbozuk paşası' derler. Osmanlı'da 3 tür paşa vardır: Askeriye paşası, mülkiye paşası, başıbozuk paşası. Yani Apo'ya paşa rütbesi verilebilir Osmanlı mantığıyla yaklaşırsanız.

- Bir örnek var mı Osmanlı tarihinden verebileceğiniz?
Tezakir'in 4'üncü bölümünde 1860'lı yıllarda Ahmet Cevdet Paşa'nın Kozandağı isyanını bastırmaya gidişi anlatılır. İsyanı aşiret reisleri ve halkın önde gelenleri ile oturup konuşup, isyancılarla uzlaşınca, asilerin başındakilere paşalık rütbesi verip, Edirne'ye mecburi ikamete gönderiyor. Çukurova'dan Edirne'ye sürülüyor yani. Sonra da maaşa bağlanıyor.

- Abdullah Öcalan'ı nereye süreceğiz peki bu senaryoda?
Osmanlı gibi büyük düşünülmesini öneriyorum. Bana kalırsa, Bodrum'a, Bodrum Türkbükü'ne gönderilmesini öneriyorum. Cevdet Paşa olsa, öyle yapardı diyelim.

- MHP ve CHP ikna edilebilir mi af konusunda?
Türkiye'de demokratik açılım öncesi ve sonrasında özellikle batı illerinde oya dönüşmeye müsait bir anti-Kürt dalga var. MHP de, CHP de bu oyların peşinde. Toplumdaki bu dalga tersine döner ve açılımdan yana bir hava oluşursa, MHP'nin de direnç göstermesini beklemekten vazgeçeriz. MHP'nin de CHP'nin de tavrı, toplumdan gelen tepkilere göre oluşuyor.
Akşam gazetesi

PKK'lı Bayık: Dağdan inmeyeceğiz

20 Ekim 2009, 22:50 Bahadır Serhat

PKKnın iki numarası Cemil Bayık, Türkiyeye gelen PKKlı grupların tutuklanmaması gerektiğini söyledi. Kürt iradesi, Kürt kimliği kabul edilmedikçe PKK'nin dağdan inmeyeceğini söyledi.

PKK’nın dağ kadrosu yöneticilerinden Cemil Bayık, Türkiye’ye gelen PKK’lı grupların tutuklanmaması gerektiğini söyledi. “Bu grupların tutuklanmaması, saygıyla karşılanması gerekir” diyen Bayık, Kürt iradesi, Kürt kimliği kabul edilmedikçe PKK'nin dağdan inmeyeceğini söyledi. Bayık, “Barış gruplarına olumlu yaklaşmak PKK'nın dağdan inmesine yol açmaz. Eğer PKK dağa çıktıysa bunun nedenleri var. Kimse keyfinden dağa çıkmadı” dedi.

"BU GRUP SAYGIYLA KARŞILANMALI"
ANF’nin haberine göre Bayık, Türkiye’ye gelen PKK’lıların durumlarını ve bunlara ilişkin gelişmeleri değerlendirdi. “PKK barış gruplarını göndererek yine sorumlu davranıyor” iddiasında bulunan Bayık, şunları söyledi:
“Bu grupların tutuklanmaması, saygıyla karşılanması gerekir. Bunlara doğru yaklaşılması gerekir. Bu grupların Kürt halkının en doğal, en tabii, en asgari taleplerini dillendirmelerine müsaade etmeleri gerekir. Bunun olanağını ortadan kaldırmamalıdırlar. Eğer Türk devleti ve hükümeti bu grupları tutuklamazsa, bunların kendilerini ifade etmesinin zeminini ortadan kaldırmaz, kısıtlamazlarsa bu sorunun çözümüne hizmet edecektir. Kesinlikle hizmet edecektir. Ama yok, yine geçmiş gruplar gibi hemen tutuklarlarsa, cezaevlerine atarlarsa, işkenceler yaparlarsa, ağır cezalarla yargılarlarsa bunun kabul edilemeyeceğini bilmeleri gerekir. Bunu ne Kürt halkı kabul eder, ne PKK kabul eder ne demokratik kamuoyu kabul eder. Çünkü barış amaçlı, sorunun çözümüne hizmet edecek gruplardır. Tıkanıklığı açma yönünde giden gruplardır. Türk devletinin, hükümetinin niyetinde gerçekten Kürt sorunun çözümü varsa çokça, sorunu çözmek istiyoruz, bu temelde demokratik adımlar atacağız, diyorlar. Eğer bunlar laf değilse, aldatma için yapılmış konuşmalar değilse, zaman kazanmaya yönelik değilse, samimilerse o zaman buna doğru cevap vermeleri gerekir.

PKK DAĞDAN İNMEYECEK
“PKK'nin dağdan inmesinin farklı bir durum olduğunu” anlatan Bayık, dağdan iniş koşullarını şöyle açıkladı:
“Barış gruplarına olumlu yaklaşmak PKK'nin dağdan inmesine yol açmaz. Eğer PKK dağa çıktıysa bunun nedenleri var. Kimse keyfinden dağa çıkmadı. Zihniyet değişmedikçe Türkiye'de, Kürt iradesi kabul edilmedikçe, Kürt kimliği kabul edilmedikçe, Kürtlerin kendilerini kendi kimlikleriyle örgütleyip ifade etmesi tanınmadıkça nasıl dağdan inecektir? Zaten Genelkurmay'ın söylediği tek şey vardır. Gelsinler Türk adaletine teslim olsunlar. Söylediği budur yani. Kim gider teslim olur, kim diyor bu tarzda dağdan inip gideriz? Fakat Kürt halkının temel, doğal hakları var. Bunlar herkesin kabul ettiği haklardır. En asgari haklardır. Kürt halkının kimlik sorunu, Kürt halkının dil sorunu, kültür sorunu, özgürce kendi kimliğiyle örgütlenip kendisini ifade etme, siyaset yapma sorunu var. Eğer bunlar garantiye alınırsa PKK dağdan iner.”
anadoluhaber

Ece Temelkuran
Milliyet Gazetesi
Açılım ve kadınlar

18 Ekim 2009 Pazar 09:51Cumartesi sabahı İstanbul’da kalabalık bir grup kadın buluştuk. Derdimiz günümüz barış! Barış olsun istiyoruz. Grubumuzun adı Barış İçin Kadın Girişimi.
Bu ilk toplantı değil. İlk toplantı 31 Mayıs’ta Diyarbakır’da yapıldı. Kadınların barış sürecine aktif olarak dahil olması için ne yapılabilir bu konuşuldu.
28 Haziran’da Ankara’da, 8 Ağustos gecesi Hakkâri Berçelan Yaylası’nda ve Taksim Meydanı’nda, 23 Ağustos’ta İstanbul Maçka Parkı’nda sürdü toplantılar. Şimdi safları kalabalıklaştırmak için çalışmaları hızlandırıyoruz. Niye? Çünkü bu işleri erkeklere bırakmaya gelmez. Bir de ‘açılım’ın tadı her an kaçabilir! Niye? Şöyle ki...

Kötü Kürtler
Dünkü toplantıda açılış konuşmalarından birini yaparken söylediğim meseleyi tekrar edeyim:
Özellikle Kürt açılımı söz konusunu olduğunda, hükümetin bu hamlesini destekliyor olmama rağmen dikkat çekilmesi gereken bir mesele var. Bir süredir söylüyorum, yeniden, yeni örneklerle söylemek zamanı: İyi Kürt-kötü Kürt ayrımı!
Açılım, bir siyasi iktidar tarafından yapılıyor olması sebebiyle, doğal olarak siyaseten olması gerektiği kadar kapsayıcı olmakta güçlük çekiyor. Niyetler iyi olabilir ama siyasi iktidara daha yakın olan kesim ‘iyi Kürt’ olarak ilan edilirken, geride kalanlar ‘kötü Kürt’ oluyor. Nasıl? Şöyle:
Ceylan, kötü Kürt; askerleri alkışlayan çocuklar iyi Kürt; yitirdiği eşinin fotoğrafını ‘Kayıplarımızı İstiyoruz’ eyleminde taşıyan Milletvekili Pervin Buldan kötü Kürt ama ağlayan Kürt annesi iyi Kürt; DTP’liler kötü Kürt, AKP’li Kürt milletvekilleri iyi Kürt... Açılımın, ortadan kaldıramadığı, hatta açılım heyecanıyla giderek keskinleşen bu ayrımın bir sonucu da meşruiyet ile ilgili sorun.
Başbakan’ın, tam da barışın dilini konuşması gereken zamanlarda, DTP’lileri Kürt halkının temsilcisi olarak saymadığını ima etmesi, zaten açılımla tüyleri diken diken olan kesimlerin şoven tepkilerini meşrulaştırıyor. DTP milletvekilleri giderek daha fazla gayrimeşru bir zeminde algılanmaya, gösterilmeye başlanıyor. Öyle ki, milletvekilleri Nevruz’da Kürtlerin geleneksel kıyafetlerini giydiklerinde, üstelik bu işlerden anladığını düşündüğüm köşe yazarları tarafından, ‘gerilla kıyafeti’ giymekle suçlanıyor. Gayrimeşru algı yaygınlaştırılıyor.
Dün Pervin Buldan’a da söyledim:
Televizyonlar, son derece barışçı bir biçimde Diyarbakır’da yapılan ‘Kayıplarımızı İstiyoruz’ eylemini her nedense korku filmleri eşliğinde verebiliyor. İnsanlar savaşta kaybettikleri insanların resimlerini taşıyorlar ve Türkiye televizyonları bu meseleyi gerilim filmi gibi gösteriyor. Sadece Kürtlerin değil Türklerin de temsilcisi olan, Türkiye'nin milletvekilleri olan DTP’lileri böyle bir siyasi manevrayla gayrimeşru algı alanına itmek savaş ateşine körükle gitmekten başka bir şey değil.
Pazartesi günü Silopi’de bir karşılama olacak. Mahmur Kampı’ndan gelen mülteciler Habur Sınır Kapısı’nda kitlesel bir biçimde karşılanacak. Açılım meselesinin fiziksel, somut bir açılıma dönüşmesi için bir fırsat bu. AKP’lilerin bu konuda DTP’lileri öne sürüp ne olacağına bakmak gibi bir tavırlarının olduğunu duyuyorum. Başından beri çekinik davranışlar sürecin belirsizliğine, belirsizliğin de şoven kesimde korkuya ve öfkeye dönüştüğünü gördük. Açıktan tavır almakta zorlandıkları zamanlar oldu. Hükümetin açılımın sorumluluğunu alma zamanı geliyor. Sözlerin kolayca kana dönüştüğü topraklarda savaşın geride kalması için sözlerin arkasında durma zamanı.

20 Ekim 2009 15:50
34 PKK'lı Da Serbest Bırakıldı
Tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevkedilen 5 PKK'lının da serbest bırakılmasıyla dün teslim olan 34 kişilik grubun tamamı serbest kalmış oldu..

Irak'taki Kandil ve Mahmur bölgelerinden Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla gelen ve savcılıkça ifadeleri alınan terör örgütü mensubu 34 PKK'lının tamamı serbest kaldı.

Kararın ardından grup Silopi'den ayrılmak üzere DTP otobüsüne bindi. Bölgede büyük bir coşku yaşanıyor, PKK'lılar otobüsün üzerinden kalabalığı selamlıyor..

Habur Sınır Kapısı'nda güvenlik güçlerine teslim olan 34 kişinin savcılıkça ifadelerinin alınması tamamlandı.

PKK üyesi 34 kişiden 29'u serbest bırakılmış, 5 örgüt üyesiyle ilgili de yazışmaların cevabının beklenmesi kararlaştırılmıştı.

Cevabi yazının gelmesinin ardından H.İ, B.Y, E.U, M.T ve N.T. TCK'nın 314. maddesi uyarınca terör örgütüne üye olma suçundan tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Daha sonra bu 5 kişinin tamamı serbest bırakıldı.

Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan 29 kişi ise halen Habur Sınır Kapısı'nda bulunuyor.

Gelenler arasında bulunan N.T. adlı kişi hakkında bir arama kararının bulunduğu, bu nedenle söz konusu kişinin ifadesinin bir hakim tarafından alındığı belirtildi.

34 PKK'lıyı sorgulayan savcılar, her kişiye ortalama 10 dakika ayırdı. Savcılar PKK'lılara, "Ne zaman örgüte katıldınız, kaç yıl kaldınız?" gibi sorular yöneltti. Pişmanlık yasasının ise sorgulama sırasında gündeme gelmediği bildirildi.

İfade alımı sırasında Diyarbakır, Mardin, Van ve Şırnak barolarına kayıtlı 45 avukat da PKK'lılara refakat etti.

34 PKK'lının sorgusu yaklaşık 4 saatte tamamlandı.

Sorgulama sırasında Mahmur Kampı'ndan gelen bir PKK'lı hakkında Diyarbakır'da katıldığı bir izinsiz gösteri nedeniyle 'terör örgütü propagandası yapmak' suçlamasıyla soruşturma açıldığı ortaya çıktı.

Bu PKK'lının ifadesinin alınması için Silopi Adliyesi'nden bir hakem talebinde bulunuldu.

Teslim olan PKK'lılara ilişkin kararın ilerleyen saatlerde açıklanması bekleniyor.
aktifhaber

21 Ekim 2009
PKK'lı gruba öncülük eden Seydi Fırat uykusuz 3 geceyi anlattı

'İnsanlar gelmek için adeta üzerime atladı' diyen Fırat'ı vali yardımcısının tavrı çok etkilemiş.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerDTP Van'da Açlık GrevindeDTP'nin İstekleri İmralı'daŞırnak'ta 2 DTP'liye İnfazDTP'den Barış ve Demokrasi YürüyüşüAtatürk Kürtlere Söz Verdi

'Gelebilmek için üstüme atladılar'

Kafileye öncülük eden eski örgüt üyesi Seydi Fırat uykusuz 3 geceyi anlattı: Kampa gittiğimde insanlar Türkiye'ye gelmek için adeta üzerime atladı. Ağladık, sarıldık. O sahneleri anlatmak çok zor

Kandil ve Mahmur Kampı'ndan 34 PKK'lının Türkiye'ye giriş yapması ile birlikte Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan hareketlilik sabaha kadar sürdü. Eski örgüt üyesi Seydi Fırat'ın önderliğinde gelen grubun ifadelerine başvurulurken, çocuk ve kadınlar hızlı geçildi. Hakkında tutuklama kararı olanların ifadeleri ise ancak dün sabah saatlerinde tamamlandı. Kandil'de yaşadıktan sonra 1999'da bir grupla teslim olan Seydi Fırat, "Kapıdan girerken 'hoşgeldiniz' diyerek karşılandık, Vali yardımcısı hepimizle tokalaştı. Son derece uygarca, insani bir tutum sergilediler. Bu tablo son 10 yıldaki değişimin boyutunu göstermeye yeter. Biz bir adım attık, top devlette" dedi. Seydi Fırat, uykusuz geçen 3 geceyi ve sınıra giriş dakikalarını SABAH'a anlattı:

"İYİ KARŞILANDIK"
DEĞİŞİM SÜRECİNİ ANLATTIM: 17 Ekim'de İstanbul'dan Erbil'e, oradan da Mahmur'a geçtim. Kampa gittiğimde insanlar Türkiye'ye gelmek için adeta üzerime atladılar. Ağladık, sarıldık. O sahneleri anlatmak çok zor. Duygusal bir birikim vardı. Türkiye'ye gelecek isimleri kendi aralarında tartışıp seçtiler. Onlarla uzun uzun konuştum, Türkiye'deki değişim sürecini anlattım. Önemli bir adım atıldı. Devamı hükümete bağlı. Artık top devlette. Hiçbirinde tutuklanma korkusu yoktu. Kamptan alkışlarla, zılgıtlarla yolcu edildik, büyük umutlarla geldik."
SIK SIK YOL DEĞİŞTİRDİK: Musul'dan Habur'a kadar binlerce insan yollara döküldü. Yüzlerce araç konvoy oluşturdu. Bu tablo doğal olarak KDP'yi endişelendirdi. Bazı yerlerde peşmerge geçişe izin vermedi. Amaç grubu korumaktı. Sınırda sıkıntı yaratacak bir tablonun ortaya çıkması istenmiyordu. Biz de sık sık yol değiştirmek zorunda kaldık. Kandil'den gelen grubun bize katılması sırasında da insanlar gözyaşlarını tutamadı. Arkadaşlar silahsız geldi."
'HOŞ GELDİNİZ' DİYE KARŞILANDIK: Habur'dan içeri girerken bizi iki sözcü, güvenlik güçleri ve Şırnak Vali Yardımcısı Abdullah Akdaş karşıladı. Sayın Akdaş bizlerle tek tek tokalaştı ve 'hoşgeldiniz' dedi. Çok şaşırdım. 10 yıl önce biz kapıdan girerken kimsenin haberi bile yoktu. Üstelik apar topar tutuklandık. Oysa şimdi dışarıda binlerce insan, içeride güler yüzlü bir devlet. Uygarca, beklentimizin üzerinde bir karşılama oldu. 'Nasıl bir prosedür uygulayacaksın' diye sorduk. Elimizdeki mektupları Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı'na götürmek istediğimizi söyledik. Vali yardımcısı da buna karar veremeyeceğini, öncelikle savcılık sürecinin bitmesi gerektiğini ifade etti. Mektupları 'verin söz göndereyim' dedi. Bu diyalogların ardından idari binaya geçildi. Gruptakilerin sağlık kontrolleri yapıldı. Akdaş, arabasıyla beni Türkiye tarafında bekleyen DTP'lilerin yanına götürdü. Aynı dakikalarda avukatlar içeri alındı."

Kaynak: Sabah

21 Ekim 2009 19:10
PKK'lıları Binlerce Kişi Karşıladı
Kandil Dağı ve Mahmur Kampı’nda gelerek teslim olan ve daha sonra serbest bırakılan 34 PKK'lı Diyarbakır’da binlerce kişi tarafından karşılandı.

Irak'ın kuzeyindeki Kandil Dağı ve Mahmur kampından teslim olmak için Habur Sınır Kapısı'na gelen ve dün serbest bırakılan 34 PKK'lı, bugün yüzlerce aracın bulunduğu konvoy eşliğinde Diyarbakır'a geldi.

Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Kuzey Irak'tan gelen, Şırnak'taki Habur Gümrük Kapısı'nda savcı ve hakimlerin karşısına çıkarıldıktan sonra serbest bırakılan 8 PKK'lı ile Mahmur Kampı'ndan gelen 4’ü çocuk 26 kişi olmak üzere toplam 34 kişilik grup, Diyarbakır yolunda...

34 kişilik grup, Diyarbakır'a giderken Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde havai fişek gösterileriyle karşılandı.

Bugün saat 04.00 sıralarında Nusaybin İlçesi'ne DTP seçim otobüsü ile gelen PKK'lılar örgütteki kod adları ve açık kimlikleri okunarak tanıtıldı. Havai fişek gösterilerisinin yapıldığı karşılama töreninden sonra grup, saat 05.00'te buradaki Nezirhan Oteli'nde konakladı.

DTP ve PKK'lılardan oluşan grup, saat 08.00'de otelde kahvaltı yaptıktan sonra hareket etti. DTP Genel Başkan Yardımcısı, Mardin Milletvekili Emine Ayna ve Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır'ın da eşlik ettiği konvoy, Diyarbakır güzergahındaki Mardin’in Kızıltepe İlçesi'ne hareket etti. Grup, Kızıltepe'deki karşılama ardından, Diyarbakır'a gidecek.
aktifhaber

21 Ekim 2009 09:22
Savcıların 'Sayın Öcalan' Sıkıntısı

Savcılar ve hakim, Türkiye'ye gelen 34 PKK'lının tutuklanmaması için her türlü hukuki yardımı yaptı. İşte savcıların ve hakimin zor anları...

Savcılar ve hâkim, 34 kişinin tutuklanmaması için her türlü hukuki yardımı yaptı. Gözaltı olmaması için Habur Sınır Kapısı’nda mahkeme kuruldu. Yargı, gelenlere “Sayın Öcalan” ve “önderlik” ifadelerini kullanmaları halinde çıkacak sıkıntıyı anlattı. Hâkim, “Sayın Öcalan” ifadesini de tutanağa geçirmedi

Yargı, terörist Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla, Mahmur Kampı’ndan gelen 26 ve Kandil’deki örgüt kamplarından gelen sekiz kişinin tutuklanmaması için seferber oldu. Grubun gözaltına alınmaması için Habur’da mahkeme kuruldu. Savcılar, sorguladıkları isimleri, “Sayın Öcalan” ve “önderlik” ifadelerini kullanmamaları konusunda ikna etmeye çalıştı.
Sorgularında bu ifadeleri özellikle kullanan beş kişi, “örgüt üyeliği” suçundan tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edildi. Savcılık, mahkemeye “talepte bulunmamalarına rağmen bu kişilerin etkin pişmanlıktan yararlanabileceklerini” anımsattı.

Hâkimin, avukatlara yönelik, “Suça konu kelimeler kullanılmasın. Üsluplara dikkat edilsin. Bu kritik süreçte, kimse zor durumda kalmasın” uyarısının ardından, beş kişi, hâkimlik ifadelerinde “önderlik” ifadesini kullanmadı. Beş kişiden bazıları, “Sayın Öcalan” ifadesini sorgusunda da kullanmakta ısrar etti. Ancak, hâkim bu ifadeleri tutanağa geçmedi.
Yüzlerce kişiyi çok daha hafif eylemlerden tutuklayan yargı beş kişiyi serbest bıraktı.

Sivil karşılama

Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giren 34 kişi, 1999’da Türkiye’ye gelen ve tuğgeneral komutanlığındaki askeri birlik tarafından karşılanan grubun aksine, Şırnak Vali Yardımcısı Abdullah Akdaş başkanlığındaki bir grup sivil yetkili tarafından karşılandı. Akdaş, “Hoşgeldiniz” dedi. Olağan şartlarda, örgütle bağlantılı olanların gözaltına alınarak Diyarbakır’a götürülmesi ve sorgulanması gerekiyordu.
Bu kez özel yetkili 4 savcı Diyarbakır’dan Habur’a geldi. Grup, sınır kapısının 200 metre ilerisindeki Tarım İl Müdürlüğü binasına götürüldü.

Ortak ifade

Önceden hazırlanan odalarda tutulan ve sağlık kontrolünden geçirilen grup, özel yetkili savcılarca akşam saat 21.00’den gece saat 02.00’ye kadar sorgulandı. Sorgu sürerken, polis bariyerleriyle çevrilen binanın önünde sürekli olarak bir ambulans bekletildi. Binanın, güvenlik şartları uygun olduğu için önceden hazırlandığı bildirildi.

Sorgulanan beşi Kandil, 24’ü Mahmur’dan gelen 29 kişi, “Örgüte ne zaman katıldın?”, “Nerelerde bulundun?”, “Neden geldin?” sorularına karşılık, ortak bir ifade kullandı ve “Tıkanan barış sürecini açmak için Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye geldik” dedi.
Türkçe bilmeyenlerin sorgusu sırasında tercüman yardımı alındığı bildirildi. Sorgulananlara, “Pişmanlıktan yararlanmak isteyip istemediği” sorulmadı. Üçü Kandil, ikisi Mahmur’dan gelen beş kişi ise, sorgularında bu 29 kişiden farklı olarak, “Kürt halkının önderi sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine, barışa katkı sağlamak üzere Türkiye’ye geldim” şeklinde ifade verdi.

Savcılar sıkıntıda

“Önderlik” ve “sayın” kavramlarının kullanıldığı bu ifade, savcıları sıkıntıya soktu. Sabaha karşı, “beş kişinin tutuklanması istemiyle hâkimliğe sevk edildiği” haberleri kamuoyuna yansıdı. Ancak, beş kişinin tutuklanmadan önce “ifadelerini değiştirmeleri” konusunda ikna edilmeye çalışıldığı, ikna edilemeyince hâkimliğe sevk edildikleri ileri sürüldü.
Savcılığın müzekkeresinde, beş kişinin verdiği ifadeler sıralanarak, TCK’nın “örgüt üyeliği” başlıklı 314. maddesi uyarınca tutuklanmaları talep edildi. Müzekkereye, beş kişinin herhangi bir talepte bulunmamasına rağmen, “TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanabilecekleri” notu düşüldü.
Savcılar, müzekkereyi Silopi’den gelen sulh ceza hâkimine sundu. Kandil’den gelen PKK’lı Hüseyin İpek, Vilayet Yakut ve Elif Uludağ ile Mahmur’dan gelen Musa Tomak ve Nurettin Turgut’un avukatları, tutuklama talebini değerlendirecek olan hâkim ve savcılarla görüştü. Hâkim ve savcılar kendi aralarında da görüştü.

Hâkimin ‘ifade’ telkini
Hâkimin, savcılarla yaptığı görüşmede, “Bu ifadeleri mahkeme huzurunda tekrarlarlarsa, tutuklamak zorunda kalırım. Hâkim huzurunda böyle söylememeleri gerekir” dediği belirtildi.
Hâkimin, avukatlarla yaptığı sohbette de “Suça konu kelimeler kullanılmasın. Üsluplara dikkat edilsin. Kimse zor durumda bırakılmasın. Biz de sürece katkı sağlamak istiyoruz” şeklinde konuştuğu ifade edildi.
Hâkimin örtülü uyarısı üzerine beş kişiyle görüşen avukatlar, “önderlik” ve “sayın” kelimelerinin kullanılması halinde tutuklanabileceklerini, diğer 29 kişi gibi ifade vermeleri halinde serbest kalacaklarını müvekkillerine söyledi. Ancak, İpek, bu kavramları kullandı.

‘Önderlik’ gitti
Hâkim önüne çıkan beş kişi, “önderlik” ifadesini kullanmadan, “Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine barışa katkı sağlamak üzere Türkiye’ye geldim” dedi. Hâkim, sadece “suçluyu övme” suçunu oluşturan “Sayın Öcalan” ifadesini tutanağa geçmeyeceğini belirtti. Tartışma sonunda, tutanağa “Sayın Öcalan” ifadesi yazılmadı. Tutanakta, beş kişinin, “Öcalan’ın çağrısı üzerine Türkiye’ye geldiklerini” söyledikleri açıkça belirtildi.

Aynı sözlerden tutuklandılar

BUGÜNE kadar, yüzlerce kişi, düzenlenen yasal basın açıklamalarına katıldığı gerekçesiyle tutuklandı. Buna, bu eylemlere katılım konusunda PKK’nın da çağrı yapması ve eylemde PKK sloganları atılması gerekçe gösterildi. Açıkça, “Öcalan’ın talimatıyla Türkiye’ye geldiğini” söyleyen ‘Barış Grubu’ üyesi PKK’lılar ise, demokratik açılım sürecinin etkisiyle serbest bırakıldı.

Kaynak: Milliyet

ÇOCUKLAR KARAKOLU BASMAYA KALKIŞTI

1 Aralık 2009 08:13
PKK'nın kuruluş yıldönümü nedeniyle çoğunluğu çocuk olan göstericiler, molotof kokteylleri atarak karakol basmaya kalkıştı
MERSİN'de, PKK'nın kuruluş yıldönümü nedeniyle terör örgütü yandaşlarının Siteler Polis Merkezi'ne molotof ve havai fişek atarak saldırması, MOBESE kameralarınca görüntülendi. Görüntüler, kare kare incelenip, PKK yandaşlarının kimliklerinin belirlenmesine çalışılıyor. Kentte biraraya gelen 200 kişi, yine sloganlar atarak Siteler Polis Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçti. Polis, yasadışı gösteri yapan gruba panzerle müdahale edip dağıttı.

Sayıları 400'e yaklaşan PKK yandaşının karakola yönelik saldırısında, olayların öncesinde ve sonrasında kaydedilen görüntüler, Mersin Emniyet Müdürlüğü bünyesinde kurulan MOBESE merkezinde incelemeye alındı. Siteler Polis Merkezi çevresi ile Yeni Pazar, Şevket Sümer ve Güneş mahallelerindeki MOBESE kameralarının çektiği görüntüler, kare kare büyüteç altına alınıp, PKK yandaşlarının kimliklerinin belirlenmesine çalışılıyor.

Olaylarda eylemci grup içinde yer alan ve grubu dağıtmak için karakoldaki polislerin havaya ateş açması sonucu yaşanan kargaşada, silahla göğsünden ve sağ kolundan yaralanan 16 yaşındaki Ş.A., kaldırıldığı Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde ameliyat edildi. Hayati tehlikeyi atlattığı öğrenilen Ş.A.'nın yasa dışı gösterilere katılıp katılmadığı araştırılıyor.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinden gelip Mersin’e yerleşenlerin yoğunlukta yaşadığı Yeni Pazar, Şevket Sümer ve Güneş mahallelerinde polis geniş güvenlik önlemleri aldı. Saldırının yapıldığı Siteler Polis Merkezi çevresinde de panzer destekli özel tim ve çevik kuvvet polislerinin önlemleri devam ediyor.

GERGİNLİK ÇIKTI

Dün saat 14.00 sıralarında da aynı semtte, ara sokaklarda biraraya gelen 200 gösterici, yine sloganlar atarak Siteler Polis Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçti. Polis, yasadışı gösteri yapan grubu, dağılmaları yönünde uyardı. Polisler, uyarılara rağmen dağılmayan kalabalığa panzerlerle müdahale etti. Müdahaleyle, göstericeler ara sokalara dağıldı. Gün boyunca ara sokaklarda polisle, aralarında çocukların da bulunduğu göstericiler arasında kovalamacalar yaşandı. Polis, özellikle Siteler Polis Merkezi çevresinde güvenlik önlemleri üst seviyede tutmaya devam ediyor
haber10

04 Aralık 2009
Abdullah Öcalan'ın yeni hücresinin ufak olması nedeniyle çıkan olaylar Türkiye'yi karıştırdı

AĞRI’nın Patnos İlçesi'nde DTP’nin düzenlediği miting sonrası olaylar çıktı. Polis, taş ve sopalarla saldıran gruba gaz bombası ve tazyikli su ile cevap verdi. Polisle göstericiler arasında çıkan olaylar nedeniyle ilçe merkezi savaş alanına döndü.
Miting sonrası PKK terör örgütü ve Abdullah Öcalan lehine slogan atan çoğu çocuk yaklaşık 100 kişilik grup, taş ve sopalarla güvenlik güçlerine saldırdı. Polis göstericileri dağıtmak üzere gaz bombası ve tazyikli suyla cevap verdi. Esnafın tamamı miting öncesi işyerlerinin kepenklerini kapattı. Çıkan olaylarda birçok işyeri, kamu kurum ve kuruluşlarının camları kırıldı.

LİNÇ ETMEK İSTEDİLER

Şırnak’ın İdil İlçesi’nde dün gece göstericilerin öğretmenevine yaptığı saldırıda bazı kişilerin batıda Doğu ve Güneydoğu kökenli vatandaşlara yönelik olayları gündeme getirip, “Onlar bizi batıda linç ediyor. Biz de onları linç edelim” diye bağırarak grubu galeyana getirdiği iddia edildi.

POLİS MÜDAHELE ETMEDİ

İdil’de dün saat 18.00 sıralarında Atakent Mahallesi’nde toplanan yaklaşık 500 kişi, yaktıları meşalelerle PKK ve Abdullah Öcalan lehine sloganlar atıp Adile Naşit Caddesi üzerinde yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında polis hiç bir müdahalede bulunmadı. Daha önceki yasa dışı gösteriler sırasında zaman zaman taşların atıldığı öğretmenevi önüne gelen göstericileri polis burada dağıtmak istedi. Ancak az sayıdaki polise göstericiler taşla karşılık verdi.


En son Ekim tarafından Sal Mar 09, 2010 11:51 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ekm 21, 2009 10:45 pm    Mesaj konusu: Diyarbakır'daki Miting Sona Erdi Alıntıyla Cevap Gönder

21 Ekim 2009 21:32
Diyarbakır'daki Miting Sona Erdi

Teslim olduktan sonra serbest bırakılan terör örgütü PKK üyesi grup için Diyarbakır'da yapılan karşılama mitingi bitti.
Kuzey Irak'ın Kandil ve Mahmur bölgesinden Türkiye'ye gelerek teslim olduktan sonra serbest bırakılan terör örgütü PKK üyesi grup için Diyarbakır'da yapılan karşılama mitingi sona erdi.

Mitingde herhangi bir taşkınlık yaşanmazken, üç gündür yoğun bir şekilde güvenliği sağlayan polis ekiplerine Diyarbakır Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam teşekkür etti.

Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde Batıkent alanında yapılan mitinge PKK'lı grubun yanı sıra DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, DTP milletvekilleri ve DTP'li belediye başkanları katıldı. Yaklaşık 3 saat süren miting, DTP Eş Genel Başkanı Emine Ayna'nın konuşmasının ardından sona erdi. DTP'liler, kalabalığa teşekkür ederek sessizce dağılmalarını istedi. Kalabalık grup, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan lehinde sloganlar atarak dağıldı.

Bu arada, Diyarbakır polisi de herhangi bir provokasyona karşı yoğun güvenlik önlemi aldı. Mitingin yapıldığı alanda daha çok sivil polis görev yaparken, şehrin önemli noktalarında Siirt, Şanlıurfa, Mardin ve Osmaniye'den takviye olarak gelen çevik kuvvet polisi görev yaptı.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam, üç gündür aralıksız çalışan personele teşekkür etti. Mitingin olaysız bittiği Diyarbakır ve Çınar'da herhangi bir olayın yaşanmadığının kendisine telsizden bildirilmesi üzerine Sağlam, "Üç gündür fedakarca çalışan tüm personelimize çok teşekkür ediyorum. Ayrıca, sayın Emniyet Genel Müdürümüz ve valimizin teşekkürü var." dedi.


PKK'lı grup Ankara'ya gitmekten vazgeçti

Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Batıkent kavşağındaki mitinge katılan terör örgütü PKK'lı grup, mitingin sona ermesiyle dinlenmeye çekildi. Bu gece Diyarbakır'da aileleriyle görüşecekleri belirten grubun Ankara'ya gitmekten vazgeçtiği belirtildi.

DTP Diyarbakır İl Başkanı Fırat Anlı, yaptığı açıklamada, üç günde ancak Diyarbakır'a ulaşan DTP'li ve barış grubunun çok yorulduğunu ve geceyi dinlenerek geçireceklerini söyledi.

Kandil ve Mahmur'dan gelen grubun Ankara'ya gidip gitmeyeceğinin tam netlik kazanmadığını belirten Anlı, "Bu süreci herkesin katkı yapması gerekiyor. Sürecin aynı zamanda yanlış anlamalara mahal vermeyecek şekilde halkımıza anlatmamız gerekiyor. Barış grubuyla birlikte yarın Diyarbakır'da basın açıklaması yapacağız. Habur'dan Diyarbakır'a üç günde ancak gelebildiler. Halkın büyük ilgisi oldu. Yol boyunca kitleler bizi karşıladı, sevgi gösterilerinde bulundu. Ankara'ya gidip gitmeyeceklerini tam olarak net olmadığını söyleyebilirim. Bunu yarınki basın açıklamamızda ifade edeceğiz." ifadelerini kullandı.
aktifhaber

21 Ekim 2009 18:51
Kuzu'dan PKK Açıklaması
Kandil'den gelen PKK'lıların serbest bırakılması ile başlayan tartışmalara AKP'li Burhan Kuzu da katıldı..

TBMM'de gazetecilere konuşan AK Parti İstanbul Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kuzu, herkesin bu süreci desteklemesi gerektiğinin altını çizerek, "Açılım dediğimiz sürecin içinde bu da var, belki de ana maddesi bu. Gördüğüm kadar, 2011 yılında ABD'nin oradan çekilmesi sonucu o bölgede yeni bir tablo peşindeler. Böyle olunca Türkiye'nin burada konumunun güçlenmesi gerekiyor. Çünkü Irak'tan çekilmiş bir Amerika'dan sonra Irak'ta çok ciddi savaş çıkacağı noktasında elde belge ve bilgiler var. Böyle olunca haliyle Türkiye'nin güçlü olması bakımından PKK sorununun bitmesi gerekiyor. Şimdi tabii henüz demokratik açılımla ilgili hükümetin hazırladığı metin henüz tam netleşmiş değil, zannediyorum o konuyla ilgili çalışmalar sürüyor. Bugünlerde bilgi verileceği konusunda duyumlarımız var, basına yansıyan bilgiler var.." şeklinde konuştu.
aktifhaber

HABUR'DAN DİYARBAKIR'A GÖVDE GÖSTERİSİ

21 Ekim 2009 17:05
İmralı'da ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Kuzey Irak'taki Kandil Dağı ile Mahmur Kampı'ndan Türkiye'ye gelen PKK'lı 34 kişilik grubun, Habur Sınır Kapısı'nda serbest bırakılmasından sonra Diyarbakır'a gidişleri 'gövde gösterisine' dönüştü
PKK'lı grubun içinde bulunduğu DTP otobüsünün önünü her yerleşim birimlerinde kesildi, Cizre-Nusaybin arasındaki karayoluna, ‘Yaşasın PKK, Apo ve HPG' yazıldı. İlçelerde havai fişeklerle karşılanan PKK'lılar için dağdan kalaşnikoflarla ‘kutlama amaçlı' ateş açıldı.

Pazartesi günü Şırnak'ın Silopi İlçesi'ndeki Habur Gümrük Kapısı'ndan giriş yaptıktan sonra serbest bırakılan Kandil Dağı'ndan gelen 8 PKK'lının yanı sıra aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu toplam 34 kişilik grup, Diyarbakır'a gitmek üzere DTP otobüsüne bindi. PKK'lı grubun içinde bulunduğu otobüsle bu yolculuğu bölücü örgütün ‘gövde gösterisine' dönüştü. Binlerce kişinin ilçe girişlerinde karşıladığı konvoy aşırı izdiham nedeniyle güçlükle ilerleyebildi.

Şırnak'ın Silopi İlçesi'nden dün saat 17.00'de hareket eden konvoy, 30 kilometrelik yolu ancak 4 saatte aşabilerek Cizre İlçesi'ne ulaştı. Cizre İlçesi'nde de binlerce kişinin karşıladığı PKK'lı grup için havai fişekler atıldı. Karşılamaya gelenler arasındaki bazı kişiler ‘kutlama amacıyla' sık sık tabancalarla havaya ateş etti. Bunun üzerine DTP otobüsünden uyarı yapıldı.

Oluşturulan yaklaşık 1000 araçlık konvoy E-24 karayolunun trafiğe kapanmasına neden oldu. Karayolu boyunca köy ve mezralardan yollara çıkan binlerce kişi kamyon lastiklerini sıralı halde üst üste yığarak büyük ateşler yaktı, PKK ve elebaşı Abdullah Öcalan lehine sloganlar attı.

BAGOK DAĞINDAN ATEŞ AÇILDI

Şırnak'ın Cizre ile Mardin'in Nusaybin İlçesi karayolunu trafiğe kapatan bazı gruplar karayolunun ortasına ‘Yaşasın, Apo, PKK, HPG' (PKK'nın silahlı kanadı) yazdı. Yolun kenarına ateşten oluşturulan harflerle ‘Apo' yazılırken, DTP otobüsün geçişi sırasında da havai fişek gösterisi yapıldı. DTP otobüsü E-24 karayolundan geçerken dağlık kesimden Kalaşnikof tüfeklerle havaya ateş açıldığı duyuldu. Kalaşnikof tüfeklerle seri ateş açanların Bagok Dağı'ndaki PKK'lılar mı yoksa köylüler mi olduğu anlaşılamadı.

HAVAİ FİŞEK GÖSTERİLER

Bugün saat 04.00 sıralarında Mardin'in Nusaybin İlçesi'ne gelen grup, burada havai fişek gösterileriyle karşılandı. Türkiye'ye gelen PKK'lılar örgütteki kod adları ve açık kimlikleri okunarak tanıtıldı. Havai fişek gösterilerisinin yapıldığı karşılama töreninden sonra grupta bulunanlar, saat 05.00'te Nezirhan Oteli'ne geçerek geceyi burada geçirdi.

Kandil Dağı ile Musul yakınlarındaki PKK kontrolündeki Mahmur Kampı'ndan gelen 34 kişilik grupta bulunanlar ile DTP'li grup, bugün saat 08.00 otelde kahvaltı yaptıktan sonra Diyarbakır'a hareket etti. Gruba, DTP Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna ile DTP Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır da eşlik etti.

5 BİN KİŞİ KARŞILADI

Oluşturulan konvoyun Nusaybin İlçesi'nden ayrılmasının ardından yol boyuncu bazı gruplar, PKK'lı grubu, bölücübaşı Abdullah Öcalan posterleri ve PKK flamalarıyla karşıladı. PKK'lıları taşıyan otobüs Mardin'in Kızıltepe İlçesi girişinde, konvoydan ayrılıp, bir akaryakıt istasyonunda bir süre bekletildi. Kızıltepe'de toplanan gruplar otobüsün istasyonda olduğu öğrenince görevlilileri dinlemeyip, buraya doğru yürüyüşe geçti. Yaklaşık 5 bin kişi, otobüsün önüne geçip ilçe merkezine kadar 1 kilometre yürüdü. DTP otobüsün içinde bulunan PKK'lıları ilçe merkezine girerken, karşılayan grup, sık sık ‘Kürdistan sizinle gurur duyuyor' sloganları attı.

DTP otobüsüyle Diyarbakır'a gelecek gruba burada Batıkent Meydanı'nda karşılama töreni düzenlenecek. Meydanda miting yapılacak

Radikal

PKK terör örgütü aklandı !

22 Ekim 2009, 21:49 Anadolu Haber

CHP lideri Baykal hükümetin hukuk nezdinde PKK terör örgütünü akladığını söyledi.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, parti binasında yaptığı basın toplantısında açılıma destek için teröristlerin Türkiye'ye gelişini eleştirdi.

“HUKUK SİSTEMİMİZDE KIRILMA”

Hakimlerin mahkemelerin, savcılarla birlikte sanıkların ayağına taşınmasının bir başka örneği yoktur. Bu tabi amaca ulaşmak için hangi bedellerin ödeneceği konusunda fevkalade aydınlatıcıdır.

Türkiye’nin temel hukuk sistemini yok saymayı içine sindirerek bu konuda iktidarın projeyi uygulamakta olduğunu görüyoruz.

Hukuk sistemimizdeki bu kırılma çok tartışılacaktır. Adalet Bakanı’nın ve hükümetin bundan sıyrılması mümkün değildir. 138. maddenin içeriği ortadan kaldırılmıştır.

Bir adliyenin sanıkların ayağına taşınması, sanıkların helikopterle uçurularak bunların ayağına götürülmesi açık bir müdahaleyi ortaya koymaktadır. Siyaset hayatımız hukuk hayatımız ağır bir darbe yemiştir.

"TERÖRİST ÖRGÜT HUKUK İHLALİ DEĞİLDİR"

Terörist örgütün bir hukuk ihlali içinde olmadığı, şu anda ortaya çıkan tabloyla görülmüştür. PKK’lı olmanın bir suç olmadığı, PKK’lı olunabileceği, hukuk sistemimizin PKK’lı olmayı engelleyici bir yanı olmadığı bu tabloyla görülmüştür.

"HUKUK NEZDİNDE PKK AKLANMIŞTIR"

Gelenler pişmanlık için gelmiyorlar, terör örgütünü temsil için geldik diyorlar, mektup getirdik diyorlar, örgütün parçasıyız diyorlar, onlara hiçbir şey yapılmıyor. Örgütün üyesi olmak ve örgütü reddetmemek, Ceza Kanunumuzun 221. maddesine nasıl sığdırılıyor. Bunun anlamı PKK’nın artık bu uygulamaya bakacak olursak, bir suç örgütü olarak anlaşılmadığıdır.

Eğer terör örgütü suçsa, temsilcileri olarak buraya gelenlerin suçlu olmasından normal bir şey yoktur.

Şimdi orada suç tespit edilmediğine göre ortaya çıkan manzara PKK örgütüne üye olmak suç olmaktan çıkmıştır.

Hukuk nezdinde PKK bu operasyonla aklanmıştır. Bu bir acı tablodur. Bu tabi çok tartışılması gereken bir tablo ortaya koyuyor.

Bu dönüşüm şaşırtıcı bir dönüşüm değildir, planlanmış olan bir dönüşümdür. Buraya gelenler çok gösterişli bir biçimde, binlerce insanın selamladığı karşıladığı kucakladığı bir buluşma içinde Türkiye’ye girmişlerdir. Bu merasimler, bu sevinç gösterileri, öyle anlaşılıyor ki bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Şimdi itidal tavsiye etmişlerdir.

“TERÖRİSTLER KAHRAMAN OLMUŞTUR”

25 yıl sonra Türkiye’de böyle karşılanmanın, o mücadeleyi vermeleri açısından sevinç doğurucu bir yanının olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Bunun bir mutluluk vesilesi olmamasını nasıl düşünüyorsunuz? O mücadeleyi vermiş örgüt, kahraman gibi karşılanarak, hakimler ayağına getirilerek, serbest bir şekilde topluma dönüyor olmalarının, bu mücadelenin yanında 25 yıllık terör mücadelesini verenleri, bir zafer duygusu yaşamadan nasıl yansıtmaları mümkün olabilirdi?

O nedenle kimse o sevinç gösterilerini yapanları suçlamasın. Onlar kendileri açısından hak ettikleri düşündükleri bir bayramı yaşamaktadırlar. Önemli olan o sevincin onlara yaşatılmış olmasıdır. O zafer duygusunun verilebilmiş olmasıdır. Siz onlara o zafer duygusunu vereceksiniz ama sevinmeyin diyeceksiniz. Tabi terör örgütünün kuryesi olan kişiler Türkiye sınırları içinde on binlerce insan tarafından selamlanıyorlar. Sanki İstanbul’un milli mücadele sırasında işgaline son veren beyaz at üstünde Refet Paşa’nın İstanbul’a girişi gibi, PKK’lılar lüks cipleriyle sınıra gelip, otobüslerde insanları selamlayarak Türkiye’ye zafer gösterisi yapıyorlar.

Başbakan bunu sevinç tablosu diyor ama bu utanç tablosudur. Teröristlerin kahraman haline dönüştükleri bir manzaradır. Bu iktidarın, bu süreci getirdiği aşamada ortaya çıkan tablodur. Teröristler kahraman olmuşlardır.

Evlatlarını şehit vermiş olan analar babalar, evlatlarının mücadele ettiği teröristlerin şimdi kahraman haline dönüşmelerini büyük bir acıyla izlemektedirler. Dün bir şehit anasının söylediklerini unutmamız mümkün değildir.

25 YILLIK MÜCADELE NEDEN VERİLDİ?

Şehit anası diyor ki, “Keşke ben çocuğumu PKK’ya gönderseydim de bugün şehit olacağına bir kahraman gibi Türkiye’ye dönseydi, gelip benim elimi öpseydi”

Olay sadece terör örgütü üyelerinin kahraman oluşu değildir, olay Türkiye’nin 25 yıllık terör mücadelesinin sorgulanması olayıdır. Niçin bu mücadele verilmiştir? Bunun anlamı nedir? Bu mücadelenin 25. yılında eğer böyle bir tablo ortaya çıkacaksa, bu mücadeleyi vermiş olanların ne konumda olduğu sorgulanmalıdır. Bakınız Türkiye çok büyük acılar çekti.

Dağdan insanların Kandil’den inip sınıra gelmeleri, aynı gün devlet teşkilatının oraya gelişi bu planın icabıdır. Bu planın aslında hükümetin planı olduğuna, İçişleri Bakanı bizim inanmamızı istiyor.

Bu planın müşterek oluşturulmuş bir plan oluşu açıktır. Bununa arkasında uluslar arası bir proje vardır. ABD’de hazırlanmış olan o proje doğrultusunda bu eylem planı, bu üçlü arasında müzakere edilmiş ve sahneye konulmuştur. Peki bu eylem planının içinde, PKK’lıların PKK’lı olarak, örgüt temsilcisi olarak, şanla şerefle Türkiye’ye gelmeleri vardır, o şekilde kabul edilmeleri, serbest bırakılmaları vardır. Hukukun icabı olarak değil, projenin gereği olarak. Onlar arasında müzakere edilmiş olarak. PKK’lıların PKK’lı olarak Türkiye’ye gelmeleri ve ceza kanunumuzun hâkimlerimizin onları serbest bırakılmaları ön görülmüştür.

Buraya kimlikleriyle gelmişler. Bizim adliyemiz onları suç olarak kabul etmemiş, bu suç değil demiş. Hukuk sistemimiz çökmüş. Siz terör örgütü üyesini, kurye olarak gelmiş insanı suçlu saymazsanız, terör örgütünün sempatizanını nasıl suçlu olarak kabul edersiniz?

Toplumun değer yargıları, toplumumuzun temel siyasi ahlaki ilkeleri derinden sarsılmıştır. O proje nedir? O proje buraya gelen PKK’lıların Diyarbakır Valisi'ne teslim ettikleri projedir. O proje çok açık bir biçimde bizim anayasal düzenimizin değiştirilmesini, ulusal bütünlüğümüzün ortadan kaldırılmasını, etnik bir parçalanmanın gerçekleştirilmesini ve devletin bizzat kendi olanaklarıyla bu parçalanmaya katkı verecek şekilde eğitim politikasını değiştirmesini ve yeni Kürdistan coğrafyasının artık kabul edilmesini ön görmektedir. Bu mesaj Türkiye’ye taşınmış ve devlet temsilcileri tarafından alınmıştır.

Geldiğimiz aşamada şu ana kadar yaşananlar Türkiye’yi derinden sarsmıştır. Ulusal kimliğimizi tahrip etmiştir ve terör örgütünü meşrulaştırmıştır. Kürt kökenli, terörle hiçbir ilgisi olmayan, bu devletin parçası olarak yaşamaktan mutluluk duyan milyonlarca insanın önüne, devlet kendi eliyle bu terör örgütünü, sizin muhatabınız bu diye koymuştur.

Sayın Başbakan Deniz Baykal’ın, olağanüstü değerli görüşlerini çok önemli saydığından mı bizimle buluşmak mı istiyordu, yoksa bizimle bir araya gelmiş olmayı, bu süreç başlamadan önce, dağdan insanlar zafer kazanmış gibi gelmeden önce, devlet bu gelişe teslim olmadan önce, kapalı kapılar arkasında Deniz Baykal’la, buluşmayı istiyordu?

SÜREÇ NEDEN GİZLİ YÜRÜTÜLDÜ?

Çok açıktır ki, Başbakan için önemli taşıyan, bunun arkasında toplum var, CHP Ana Muhalefet Partisi, onunla da konuştuk, onunla da biliyor. Ne söyledi? Hepsini yapmadık, dinledik, bir istişare var, bu izlenimi vermek istediği değil mi?

Öyle anlaşılıyor ki Başbakan’ın takvimi bizimle bu konuyu birlikte çözmesine yetmedi ve 70 milyonun da günü geldiğinde öğrenebileceği bir görüşmeyi yapmayı göze alamadı. Çünkü o görüşmede bütün bunlarla ilgili görüşleri kendilerine söyleyecektik.

Bu süreç niçin gizli yürütülmüştür, bu son tabloyla ortaya çıkmıştır. Niçin televizyonun kayda alacağı bir görüşmeyi yapamamıştır? Biz niçin haklı çıktık? Bu görüntülerle haklı çıktık.

Bu da yaşanan bu tabloyla açığa çıkmıştır. Başbakan neyi hazmettirdi? Şu ana kadar neyi hazmettirdi? PKK suç örgütü sayılmayabilir, bu bir başlangıç. Hukuken suç olmayabilir. Türk adliyesinin kararıyla, ceza kanunun açık suç saydığı olayları, suç değilmiş gibi sayılmasını başarabildi.

O terör örgütünün arkasında 30 tane ölü var, katledilmiş insan var. ABD’nin suç örgütü diye suç örgütü diye kabul ettiği, AB’nin suç örgütü diye kabul ettiği, bütün dünyanın suç örgütü kabul ettiği, o örgütün üyesi olduğunu söyleyerek Türkiye’ye adım atan birisinin aklanmış olması, işte hazmettirilmek istenen ilk noktadır. Türk hukukun onuru zedelenmiştir. Sadece ayağa götürülen savcılarımızın değil.

DÜRÜST İNSANLAR SAVCI KARŞISINA ÇIKAMIYOR AMA...

Türkiye’deki namuslu dürüst insanların mesela Mehmet Haberal’ın, Mustafa Balbay’ın, aylarca neyle suçlandıklarını bile bilmeden, savcının karşısına çıkma şerefini nasıl elde olacağını bilemeden, Türk hukukunun, 40 bin kişinin katlinin sorumlusu terör örgütünün liderinden liderinden mektup getirmiş temsilcilerinin, Türk adliyesi tarafından aklandığına tanık olmak kolay bir şey değildir. Şimdi bunu hazmettiriyorlar bize.

“ÖN GÖRÜLEN PROJE UYGULANIYOR”

Bu gerçekten derin bir kırılmadır. Tarih ve kültür kırılmasıdır. Başbakan’ın bu konularda gerilim içinde olması bu gelişmelerle yakından ilgilidir.

ABD’deki uluslar arası kuruluşların çalışmalarıyla biz bu bağlantıyı kurmuştuk. Orada ön görülen her şey uygulanmaktadır. O zaman başbakan bu namussuzluktur diye kükremişti. Tablo ortada, hiçbir şey söylemeye gerek yok. PKK’yla temas kurulmasını ön gören bu tahliye biçiminin, bir kısmının Türkiye’ye getirilmesini ön gören ve bir süre sonra gelecek olan kültür dil ayrıştırmasını Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün parçalanmasını ön gören model işte o modeldir. Şimdi o uygulanıyor, çok açıktır. Başbakan’ın sözleri bunu kapatmaya yetmiyor.

“TÜRKİYE’Yİ KURTARMAMIZ GEREKMEKTEDİR”

Televizyonların önünde konuşalım dediğimiz zaman bu ahlaksızlıktır demişti. Bunun talep edilmesi ahlaksızlık ama 70 milyonun aldatılarak, anlattığım olayların yaşanması ahlakın bir ifadesi. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün mü? Bu tablo Türkiye’yi çok ciddi şekilde tahrip etmiştir.

Bu süreç Türkiye’nin temel değerlerini inkar eden bir süreç olarak işlemektedir. Bu sürece karşı milletçe el ele vermemiz ve bu sürecin tahribatından Türkiye’yi kurtarmamız gerekmektedir. Tabi bu kadar vahim bir manzaranın bir millete karşı nasıl uygulanabildiğini sormak gerekir?

Nasıl oluyor da bu millete bu kadar karşı bir politika nasıl bu kadar kolay uygulanabiliyor?

“MEDYAYA SUSTURUCU TAKILMIŞTIR”

Bir süreden beri medyamız sanki bu ülkenin medyası değil gibi çıkmaktadır. Bizim medyamızın muhatabı milletimizdir, milletimizin değerleridir. Ne dışarıdaki güç odakları ne içerideki iktidar, bu milletin gerçek değerlerinin Türk medyasına yansımasını engellememelidir. Türk medyasına susturucu takılmış, millete yönelik cinayet işletilmektedir.

Bütün bu tezgahlar sadece bugün ortaya çıkmış değildir. Terörle mücadelede 6. madde çok tartışılmıştı.

2004 yılında bir yasa getirilmişti terörle mücadele yasası. CHP Öcalan’ın tahliyesine yönelik bir hukuk mekanizması ortaya çıkarmıştık. Yok yok demişlerdi, ancak sonra değiştirmek zorunda kalmışlardı. O bakımdan şaşırtıcı sayılmaması gerekir diye düşünüyorum.

Daha dün havan topları atıldı, askerlerimiz yaralandı. Bu mücadelenin içinde yer almış insanların, hukuk buna elverişli olmadığı halde, Türkiye’ye gelip hukukun aciz kaldığı bir durumda bulunması, herhangi bir hukuki nitelendirmeyle izah edilemez. Af da kendine göre hukuki zemini olan bir süreçtir. Ama burada öyle bir şey yok. Yasaların ön gördüğü bir tablo yok. Ama Türkiye üzerindeki hegemonyalarını o kadar fütursuzca kullanıyorlar ki yasal tablo uygun olmadığı halde verdikleri söz doğrultusunda istedikleri amaca hizmet edebilecek kararları alabiliyorlar.

Türkiye’de bir trafik ihlalinin kameralarda tespiti bile haftalar sürerken, 25 yıllık bir terör mücadelesinin temsilcileri hızla serbest bırakılıyor ve ortalığa dökülüyor. Bunu anlamak mümkün değil. Af çıkarıyor olmanın mahcubiyetinden kurtulmaya çalışıyorlar fakat hukuku adliyeyi katlediyorlar. Af terörle mücadelede bir yöntem değildir. af terörle mücadele bittikten sonra düşünebilinecek bir şeydir.

23 Ekim 2009 12:33
Öcalan: Baykal'ın Tespitleri Doğru
Demokratik açılım sürecine ilişkin üç aşamalı yol haritasını açıklayan Öcalan, 'Baykal'ın tespitleri doğru' dedi. Neden mi?

PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, demokratik açılım sürecine ilişkin üç aşamalı yol haritasını açıkladı. Öcalan, bundan sonra Türkiye’ye gelmeleri için yeni grup çağırmayacağını söyledi.

ANF’nin haberine göre, Öcalan İmralı’da avukatlarıyla yaptığı görüşmede, yol haritasını üç aşamalı olarak açıkladı. Öcalan, yol haritasını şöyle anlattı:

“Birinci aşama, devlet Kürtlerin tüm haklarını güvence altına alacak. Bu konuda bize güvence verecek, bizi ikna edecek. Biz de bir, bölücü olmadığımızı devlete ispatlayacağız. Ayrılıkçı, bölücü olmadığımızı beyan edeceğiz. İki, şiddeti yöntem olarak esas almadığımızı ilan edeceğiz. Şiddet yöntemini devreden çıkaracağız. Bu aşamada çatışmasızlık ortamı oluşturulur. Çatışma-şiddet yaşanmayacak. Devlet de demokratik çözümü kabul edecek, Kürtlerin saydığım beş boyutunu dikkate alacak. Kürtlerin kendi kendini yönetmesine imkân tanıyacak. Ancak bunların olabilmesi için benim önümün de açılması lazım. Bütün bunları çok uzun tartışmak gerekiyor.

Bu olursa ikinci aşama olarak sınır dışına çekilme gerçekleşecek. Üçüncü aşama olarak da devlet verdiği güvenceyi hukuki mevzuata yansıtacak, bunun anayasasını, kanunlarını, yönetmeliklerini yapacak. Mevcut mevzuatta değişiklik yapacak. Devlet bunu yaptığı oranda da geri dönüşler olacak. Benim bu süreçte kendimi ifade etmem lazım. Benim bu çözümü gerçekleştirebilmem için devletin de bunu göz önünde bulundurması lazım, devletin destek olacağını belirtmesi lazım. Yol haritamda on tane ilke var. Ben yol haritamda demokratik çözümün nasıl olacağını yeterince açıkladım.”

-BAYKAL’IN TESPİTİ DOĞRUDUR-

Öcalan, AKP hükümetinin kendi belirlediği yol haritasından yararlandığını iddia etti. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “AKP İmralı’nın yol haritasını uyguluyor” saptamasının doğru olduğunu söyledi. Öcalan şöyle dedi:

“AKP benim yol haritamdan, ellerinde olduğu için yararlanıyorlar. Deniz Baykal meseleyi biraz biliyor; 'AKP, İmralı’nın yol haritasını uyguluyor' diyor. Baykal’ın bu tespiti doğrudur. Ancak AKP, benim yol haritamı uygulayamaz. Fakat yol haritamdan yararlanıyorlar. Davutoğlu dışarıda, Erdoğan içeride bundan yararlanıyorlar. Ben yol haritamda da Ortadoğu’daki demokratik çözümleri belirtirken Dicle-Fırat Havzası Demokratik Konfederalizmini önermiştim. Davutoğlu şimdi bunun görüşmelerini yapıyor Irak ve Suriye’yle. Doğrudur yol haritamı kullanıyorlar. AKP’nin şimdi paçaları tutuşmuş. Ağrı’daki konuşmalarından da bu anlaşılıyor. KCK, özgürlük temelinde toplumun demokratik örgütlenmesidir. Ne devlet ne de federalizm temelindeki bir örgütlenmedir. Toplumun kendi kendini devlet dışı bir şekilde örgütlemesidir. Toplumun kendi kendini demokratik yönetimidir. Demokratik özerklik dediğimiz de odur. Kavramlar farklı olabilir, özü aynıdır.”

-AÇILIM AKP’NİN DEĞİL DEVLETİN PROJESİDİR-

Öcalan, demokratik açılım sürecinin AKP’nin değil Devletin projesi olduğunu söyledi. Öcalan, “AKP, bu demokratik açılımdan sonra her şeyi yapacak, tüm imkânlarını kullanacak. CHP ve MHP bu soruna karşı durarak ayakta kalmaya çalışıyor. AKP de bunu başararak ancak ayakta kalabileceğini biliyor. Bunun için elinden gelen tüm imkânlarını kullanacak. AKP tamamen seçim hesaplarıyla hareket ediyor. AKP’nin yaptığı kesinlikle bir hiledir. Bu demokratik açılım da AKP’nin projesi değildir. Devletin bir projesidir. Hatta devletin de tüm kesiminin değildir. AKP, bundan sonra iyi çalışılırsa bölgede geriler, etkisi azalır” diye konuştu.

-BUNDAN SONRA GRUP ÇAĞIRMAYACAĞIM-

Kandil ve Mahmur’dan gelen grupların “barış elçisi” olduğunu iddia eden Öcalan, “Sadece bu grupların gelmesiyle bu sorun çözülmez. Bunlar sadece barış elçileri. Avrupa’daki grup da gelecek. Ama bundan sonra grupların gelmesi için benim çağrım olmaz. Bu doğru da olmaz. Ama Devlet gider PKK’yle görüşür, anlaşır, PKK kendisi gönderirse ona bir şey diyemem. Bu onların vereceği bir karar olur. Bu gruplara çağrı yapmamdaki amaç şuydu; sınamaydı. Hem tıkanan siyasetin önünü açmak hem de bağlılıklarını göstermek için çağrıda bulundum, onlar da dinlediler ve geldiler, bağlılıklarını gösterdiler. 99’da gelenler hazırlıksız geldiler. Onlara biraz haksızlık ettik. Bir belirsizlik vardı. Biz o zaman devlet bu fırsatı değerlendirir diye tahmin ediyorduk. Devlet de onları cezaevine gönderdi” diye konuştu.

aktifhaber

TSK'dan dönüş açıklaması
23 Ekim 2009, 11:47 Anadolu Haber

Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tümgeneral Ferit Güler, terör örgütü PKK üyelerinin teslim olmasıyla ilgili olarak, 19 Ekim günü ve müteakip günlerde yaşanan olayların hiçbir şekilde kabul edilmesinin mümkün olmadığını bildirdi.

TSK beklenen açıklamayı yaptı. 8'i PKK'lı 34 kişinin Türkiye'ye girişinde yapılan karşılama törenini "Yaşananların kabulü mümkün değil" dedi. Ve dönenlerin askerlik durumunun inceleneceğini söyledi.

Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tümgeneral Ferit Güler, terör örgütü PKK üyelerinin teslim olmasıyla ilgili olarak, ''19 Ekim günü ve müteakip günlerde yaşanan olayların hiçbir şekilde kabul edilmesinin mümkün olmadığını'' bildirdi.

Tümgeneral Ferit Güler, ''Ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına çekebilecek tutum ve davranışlardan kaçınılması gerektiğini'' belirterek, ''Gelişmeler, terörle mücadeledeki azim ve kararlılığımızı etkileyemez'' dedi.
aktifhaber

PKK Açılımının Ardında İsrail'in "Mezopotomya Projesi" Var
Arslan Bulut
Yeniçağ Gazetesi

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ağustos ayında, Irak, Suriye gezisine çıkmadan önce

“İki ülke arasında güçlü bir stratejik işbirliğinin ortaya çıkması, ortak bölge olan Mezopotamya Havzası ve Orta Doğu’yu refah ve istikrar alanı haline dönüştürecektir. Bu bizim vizyonumuzdur”

demişti.

“Mezopotamya Havzası” konusuna biz ART’deki programımızda dikkat çekmiş ve eski Amerikan Büyükelçisi Pearson’un “Erzurum’dan Bağdat’a kadar uzanan bölge tek bir ekonomik bölge olacak” sözünü ve ayrıca Barzani’nin İnternet sitesinde,

“Bu bölge aynı zamanda tek bir siyasi bölge haline gelecek, TSK bu topraklardan çekilecektir”

yorumunun yayımlandığını hatırlatmıştık. Daha sonra aynı tespiti bu sütunda da tekrarlamıştık.

* * *
Basında bizim dışımızda konu ile ilgili yazı yazan, takip ettiğim kadarı ile sadece Cengiz Çandar oldu.
Çandar, “Bağdat’ta ‘Mezopotamya Birliği’nden Silopi’de ‘Barış Grupları’na” başlıklı yazısında

“Türkiye ile İsrail ilişkilerinde ara açılırken, Suriye ile vizeyi kaldırarak 40, Irak’la ‘iki devlet-tek hükümet’sloganı ile adeta entegrasyona giderek 48 anlaşma imzalanmasının kendiliğinden bölge dengelerine getireceği ‘devrimci değişikliği’görmek gerekiyor”

ifadelerini kullanmıştı.

* * *

Bu arada, avukatları aracılığı ile konuşan terör örgütünün başı Abdullah Öcalan, şu iddiada bulundu:

“AKP benim yol haritamdan yararlanıyor. Davutoğlu dışarıda, Erdoğan içeride bundan yararlanıyor. Ben yol haritamda Ortadoğu’daki demokratik çözümleri belirtirken Dicle-Fırat Havzası Demokratik Konfederalizmini önermiştim. Davutoğlu şimdi bunun görüşmelerini yapıyor Irak ve Suriye’yle.”

Öcalan’ın daha eski tarihli açıklamalarını araştırınca, gerçekten de “Dicle-Fırat havzasında tarım, su ve enerji konfederasyonu” ifadelerini kullandığını görüyoruz.


* * *

The Economist dergisi ise PKK militanlarının Türkiye’ye gelişi ile ilgili haberinde

“Bu adım, Türkiye, Amerika, savaşçıların üstlendiği dağlık bölgeyi kontrol eden Iraklı Kürtler ve belki de PKK arasında bir yıllık gizli görüşmelerden sonra gerçekleşiyor”

dedi.

Bilindiği gibi Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 günü açıklanan Türkiye İlerleme Raporu’nda, Dicle ve Fırat havzalarındaki barajların ve sulama tesislerinin İsrail’in de dahil olduğu uluslararası bir konsorsiyum tarafından yönetilmesinden söz ediliyordu.

AKP hükümeti, o dönemde bir taraftan, AB’nin Türkiye’de yeni azınlıklar yaratma politikasına uyum sağlarken, diğer taraftan GAP ve Orta Anadolu bölgelerinde İsrail yatırımlarının önünü açıyordu.

İsrail ile imzalanan mutabakat metni 5 Ekim 2004 günü Resmi Gazete’de yayınlanıyor, 6 Ekim günü de İlerleme Raporu açıklanıyordu.

Birincisinde, İsrail, GAP bölgesi ve Orta Anadolu’ya sulama tesisleri yatırımı için davet ediliyor, ikincisinde ise, bu tesislerin uluslararası yönetime kavuşturulacağı belirtiliyordu!

* * *

Biz son olarak 3 Şubat 2009 tarihli ve

“Olmert, Tayyip Erdoğan’ı Palandöken için mi kolluyor?”

başlıklı yazımızda da eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in

“Fırat ve Dicle’nin toplandığı suların havzası sadece Şanlıurfa veya Mardin’le sınırlı değildir. Kuzeyde Erzurum Palandöken Dağı’na kadar uzanır bu sınır. ‘Suların idaresi’ne demek?

Bu, Palandöken’den itibaren, idareyi onların eline vermektir. Ayrıca bu konsorsiyumda İsrail’in işi ne? Bu ülke Avrupa Birliği’nde midir? Belli ki ABD’nin AB’ye baskısıyla bu şart Türkiye’ye dayatılmaktadır. Bu şart asla kabul edilemez”

açıklamalarına yer vermiştik.

Vizyonda olan proje “Mezopotamya Projesi” dir.

Kürşat Bumin
'Barış bizi suçüstü yakaladı'

Yazının başlığı, yönetmen Sırrı Süreyya Önder'e ait. Sırrı Süreyya'nın ekranda sarf ettiği bu söz, gerçekten de, "Açılım"ın ilk ayağının bizi sürüklediği ruh halini iyi özetliyor.

Uzatmaya gerek yok, durumumuz malum…

"Açılım süreci" hakkında "somuttu", " soyuttu" diye söylenirken, tam olarak anlamasak da hiç değilse hissedilen sürece ilişkin konuyu ciddi olarak dert edinen hemen herkesin aklına gelmesi gereken ilk gelişme, yani bir "teslim olma" olayı karşısında şaşırıp kaldık.

Hatta öyle ki, sürecin başlama işaretini veren Başbakan bile "Sil baştan" gibi bir ihtimali hatırlatmadan edemedi.

Aslında şaşkınlığımız mazur görülebilir cinsten. Devlet ve toplum olarak 30 yıldır öyle alışkanlıklar edinmişiz ki, bu alışkanlıklardan vazgeçebilmemiz için her şeyin "süt liman" cereyan etmesi gerektiği gibi beklentiye de meyletmişiz.

Olacak iş değil tabii ki; "Barış" sözcüğü kulağa hoş geliyor ama bunun ne derece emek isteyen, ne kadar zor bir süreç olduğunu hatırlamak bile istemiyoruz.

İşimiz gerçekten zor…

Ülkelerine dönenlerin ve onları karşılayanların farklı bir ruh hali içinde olacaklarını, sınırdan geçer geçmez toprağı öpüp "pişmanlık" ağıtları düzeceklerini sanmıyorduk herhalde.

"Açılım süreci"nin henüz ucu görünür görünmez son günlerin sorumluluğunu hemen DTP'nin günah defterine yazmaya çalışmak da şaşırtıcı.

Abdülkadır Aksu, bakın ne diyor: "Ama DTP zaten fevri bir partiydi. Onlar itidalli ve makul olmayı bir türlü öğrenemedi. Bu yüzden marjinaller. (…) Şimdi bu partinin fevriliği, aculluğu, fırsatçılığı yüzünden tarihi adımdan vaz mı geçelim, yazık olmaz mı?"

Aksu'dan çok daha makul bir kalem ise şöyle diyor: "Kendini Kürt sorununun hamisi ve sözcüsü olarak gören DTP, bu sorumluluğun gerektirdiği bir ağırbaşlılıkla hareket etmiyor. Tavırları dağ ile siyaset, örgüt ile parti, silahlı sandık arasına sıkışmış bir acemiliği, aculluğu, hamlığı, kısacası bir 'yaralı bilinci' ele veriyor."

Hayret, DTP'yi tarifi için kullanılan bu terminoloji de yeni çıktı herhalde… "Aculluk, fevrilik, fırsatçılık…"

Peki soralım o zaman: DTP'yi bu derece "acul ve fevri" kılan faktörler arasında iki yıldır onun "elini sıkmamak" için gösterilen büyük gayretin payı ne kadardır acaba?

Bugüne kadar aklı başında herkes, "DTP'yi korumak, kollamak ve onu Kürt sorunu tartışmasında çok daha güçlü bir muhatap kılmak demokrasinin görevidir" demiyor muydu?

DTP'yi muhatap olarak almaya gönlünüz elvermeyecek, PKK ile müzakereyi zaten başından itibaren reddedeceksiniz, ama sonra da "Bu ne hal!" diye şaşırıp öfkeleneceksiniz.

Bir yandan yeni şeylerden söz etmeyi denerken "eski"nin paçalarımıza nasıl bir kuvvetle asılmakta olduğunun iyi örneklerinden birisi de, HSYK'nın "eve dönüş" uygulamalarına ilişkin açtığı soruşturmadır.

Önümdeki haber, HSYK'nın, "PKK'lıların pişman olmadıkları halde pişmanlık yasasından yararlandırıldıkları", "Sayın Öcalan ifadelerinin öze müdahale ederek tutanaklardan çıkarılması ve yargılamanın adliye dışında yapılması" gibi konularda" inceleme başlattığını bildiriyor.

Bakın, "Yargı" da –biraz geç de olsa- "Bu ne hal!" diyor.

Bu bilgiden hareketle "siyaset-hukuk" ilişkisi üzerine nutuk atacak değilim. Ama şu kadarını söylemeliyim:

Anayasal demokrasi içindeki konumu ve rolü hakkında daha dün hokkalarca mürekkep harcanan bir kurumun kafasını hâlâ "Sayın Öcalan" ifadesinin kullanımı problemi üzerinden kaldıramamış olması hukuk ve yargının ne derece büyük bir "rötar" içinde olduğunun iyi bir örneği değil mi?

Öyle bir "Yargı" ki, hangi durumda olursa olsun kullanımının bir demokraside suç teşkil etmesi akla hayale gelmeyen "Sayın" ifadesini kullandığı için birçok insanı mahkûm ettikten sonra, şimdi de kalk, gönüllü olarak silahını bırakıp ülkesine dönen PKK militanlarının verdiği ifadeden "Sayın Öcalan" ifadesinin sınırda görevli hakim ve savcılar tarafından "öze müdahale" yoluyla çıkarılıp çıkarılmadığını dert edin…

Gerçeklerden ancak bu kadar uzak düşülebilir… İki saat önce omuzlarında silah taşıyan PKK'lılardan söz ediyoruz. "Sayın"ın sırası mı şimdi? Ayrıca (olayı biliyorsunuz) bu PKK'lılar ilk ifadelerinde kullandıkları "Önderlik" gibi safi Stalinist bir hitaptan çark edip "Sayın"a razı olmuşlar ise az şey midir? Eğer bu konuda çok hassas ve ısrarcıysanız, "Sayın Öcalan" ifadesini zihninizde "sözde Sayın Öcalan" olarak tercüme edip rahatlamak da mümkün…

Sırrı Süreyya'nın sözünü tekRarlayarak noktalayalım:

"Barış bizi suçüstü yakaladı."

Gerçekten.

Yeni Şafak



28 Ekim 2009 15:09
Faili Meçhul Yakınları Harekete Geçti
Batman'ın Sason ilçesi Helkıs Dağı'nda bulunan 5 kafatası ve insan kemikleri faili meçhule kurban gidenlerin yakınlarını harekete geçirdi. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda yapılan DNA testlerinin tamamlanması üzerine, kemiklerin yakınlarına ait olduğunu düşünen 14 kayıp yakını İnsan Hakları Derneği'ne (İHD) başvurdu. Vatandaşlar, İHD ve Mazlum-Der temsilcileri gözetiminde Batman Bölge Hastanesi'ne giderek DNA testi için kan örneği verdi. Kan örnekleri İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderilerek kemiklerin DNA sonuçlarıyla karşılaştırılacak.

Kayıp yakınlarının kan verme işlemine eşlik eden Mazlum-Der Batman Şube Başkanı Murat Çiçek, Helkıs Dağı'nda kemikler bulunmasının birçok kayıp yakınını umutlandırdığını belirtti. Çiçek, "Yıllardır yakınlarını arayan aileler, kemiklerine bile olsa kavuşmayı bekliyor. Kan ve DNA sonuçlarının karşılaştırılması sonucu kayıp yakınlarının beklentilerinin boşa çıkmayacağını umuyoruz." dedi.

Batman'ın Sason ve Kozluk ilçesi sınırlarının kesiştiği bölgedeki Helkis Dağı'nda mayıs ayında çok sayıda kemik ve kafatasları bulunmuştu.
aktifhaber

KÜRT AÇILIMI ARKASINDA NE VAR
Sinan Sungur
28 Ekim 2009

Yunanistan Savunma Bakanlığı’na yakınlığıyla bilinen ve Atina’da aylık olarak çıkan “Amina & Asfalia” (Savunma ve Güvenlik) Dergisi'nde, strateji uzmanı Dimitris Patsules imzası ile ABD-PKK ilişkilerine dair ilginç görüşlere yer verildi.

ABD’nin, PKK’yı bir baskı aracı olarak kullandığını ve tamamıyla yok etmeyeceğini” ileri süren Yunanlı uzman, “Güneydoğu Anadolu bölgesinin uzun vadede, ABD ve İsrail’in desteğiyle oluşturulacak ‘Büyük Kürdistan’a dâhil edilmesinin planlandığı”nı ileri sürdü.

Dimitris Patsules, “Amina & Asfalia” Dergisi'nin Temmuz 2009 tarihli sayısında yayınlanan bir makalesinde şu hususlara dikkat çekiyor:

“Amerikan birliklerinin 2010’da Irak'tan ayrılması ve bölgede istikrar sağlanması yönündeki çabaları çerçevesinde, PKK ile Türk hükümeti, Kürt sorununun çözümü için müzakerelere başlama kararına yöneliyor. Şimdiye kadar PKK'ya katlanan ve onu Türkiye'ye baskı uygulama ve sorun yaratma aracı olarak kullanan Washington, Afganistan-Pakistan cephesinde ihtiyaçların çoğalması üzerine Amerikan ordusunun Irak'ta kalamayacağını anlayarak 2007 yılında bu politikasını değiştirdi. Washington aynı yıl Ankara'yla PKK'nın tehdit unsuru olarak kalmaması konusunda bir anlaşma yaptı, bunun karşılığında da Türkiye'den -İsrail'den sonra Amerika'nın Orta Doğu'daki en sadık müttefiki olarak- Kuzey Irak'taki Kürt hükümetini tanımasını ve Irak'ın istikrara kavuşmasına yardımcı olmasını istedi.

Gelişmeler sonucu, hem Bağdat hükümeti, hem de varlığını Amerika'nın desteğine borçlu olan Kuzey Irak'taki Kürt hükümeti, PKK'ya karşı cephe aldı. PKK militanları, kaçabilmeleri, eğitim alabilmeleri, yeniden organize olabilmeleri için üs olarak kullanacakları güvenli bir yer olmadıkça, Türkiye'nin güneydoğusunda eylemlerini sürdüremeyecekler. Bu nedenle PKK şu anda zor durumda. ABD'nin duruma böyle bakmasının nedeni Irak'a istikrar kazandırmak istemesi, Irak'taki Kürtlerin nedeni ise var olan ‘devletlerini’ korumak istemeleridir.

Amerika-İsrail planlarının Orta Doğu'da ‘Büyük Kürdistan’ın kurulmasını öngördüğü ve 12 milyon Kürt'ün yaşadığı Türkiye’nin güneydoğusunun bu devlete dâhil edilmesi olasılığı, bu stratejinin esasen uzun vadede Türkiye'nin çöküşüne neden olacağı unutulmamalı.”

KRİTİK HAFTA

Dimitris Patsules, “Amina & Asfalia” Dergisi'nin Ekim 2009 tarihli sayısında yayınlanan "Kürt Meselesindeki Gelişmeler" başlıklı makalesinde ise şu çarpıcı görüşlere yer verildi: "Kürt meselesi kritik haftaya girmiştir. Çünkü 25 yıldır süren savaştan sonra ilk defa sorunun çözüm imkânı, Ankara'nın Türk devletinin bütünlüğünü kurtarma çabalarıyla birlikte görünmektedir.

Washington isterse, bir gecede PKK'yı yok edebilir. K.Irak Kürtleri ve Irak kuvvetleri tarafından zorla temizlenmelerini sağlayabilir. Ancak, Kürt meselesindeki gelişmelerin gerçek yüzü şu noktadadır: ABD, PKK'yı tamamıyla yok etmemektedir. Görünüşe göre, baskı aracı olarak kullanmaktadır.

ABD ve Avrupa'nın PKK'ya karşı Türkiye'ye sağladıkları yardımlar karşılıksız değildir. Bunların en önemlisi, PKK tamamen ortadan kaldırılmadan siyasi çözüm bulunması talepleridir. Erdoğan tarafından Türkiye Kürtleri için geniş özgürlükleri kapsayacak siyasi çözüm planlarının hazırlanması, Amerikalı ve Avrupalıların bu talepleri nedeniyledir.

Bu gelişmelerden çıkan sonuç, kaybedenin Türkiye olduğudur. Çünkü çete savaşının bedeli çetecilerin askeri galibiyeti değil, hükümet tarafının müzakerelere mecbur edilmesi ve sonuçta siyasi bir çözümün kabul ettirilmesidir. Bu itibarla PKK, ‘galibiyet meyvesini’ toplayacak olan liderliği olmasa da hedefine ulaşmayı başarmıştır.

Türkiye ve Kürtler arasında gerçek savaş, artık siyasi arenada yapılmaya başlanmıştır. Ancak bunun gerektiği kadar sürdürülmesi, öngörülen yararlı çete harekâtlı baskı manivelası ile yapılacaktır. Erdoğan, Kürtlere mümkün olduğunca az şey vermeye ve PKK'yı silahsızlandırmaya çalışmaktadır. Oysa Kürtler, özlü haklara sahip olmayı ve siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamlarında kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesini başarmaya çalışmaktadırlar.

Türk generallerinin ve milliyetçi partilerin Kürtlere serbestiler verilmesine tepkileri mesnetsiz değildir. Her ne kadar DTP ve PKK'nın askeri güçlerinin sorumlusu Murat Karayılan, şimdi -federe devlete dair taleplerini terk ederek- Türkiye'yi parçalamayan bir çözümü kabul ediyor gözükse de, Türk liderleri Kürtlerin serbestilerinin gelecekte Türkiye'nin dağılma ve ülkenin güneydoğusunun kopma ön şartlarını yarattığını, bunun sonucu olarak da, günün birinde bir Kürt devletinin kurulacağını bilmektedirler. Ve çeşitli zamanlarda sızan bilgilere göre, bu, İsrail ve ABD'nin esas hedefidir."

Yunanlı strateji uzmanı Dimitris Patsules’un görüşleri böyle.

Türk hükümetinin “demokratik açılım” projesinin içeriğinin ne olduğu henüz bilinmemekle birlikte, birtakım “serbestiler” kapsadığı tahmin edilen projenin uygulamaya konulması halinde, Dimitris Patsules’un da ifade ettiği gibi, bunun uzun vadede Türkiye’nin lehine gelişmeler yaratmayacağı açık.
Odatv.com

30 Ekim 2009 20:58
Barzani'den Açılıma Destek
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Türkiye'nin demokratik açılımına destek verdi.
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Türkiye'nin demokratik açılımına destek verdi. Barzani, "Açılım sorunu çözmeye yönelik. İnşallah sorunlar sona erer. Türk ve Kürt kardeşlerimizin kanı akmaz." diye konuştu.

Basra'daki temaslarının ardından Erbil'e gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erbil'de Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Barzani ile bir araya geldi.

Davutoğlu ve Barzani ikili görüşmenin arından ortak basın toplantısı düzenledi. Davutoğlu ve Barzani bu ziyaretin her iki taraf için de önemli olduğunu vurguladı.
aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Ekm 30, 2009 11:45 pm    Mesaj konusu: AKP'nin 'açılım'ı için son şans: 'Genel af' Alıntıyla Cevap Gönder

AKP’nin “açılım”ı için son şans: “Genel af”

Oğuz Gürses




“Açılım' diye aylardır gizlice hazırladıkları bu muydu?” diye soruyor Serdar Akinan...

Ve şöyle devam ediyor:

“Başta Başbakan Erdoğan, AKP kadrolarının, böylesi hassas bir meselede, nasıl bu kadar fütursuzca 'kör uçuşu' yapabildiğini kavrayamıyorum. DTP'nin böylesi bir adım atabileceğini öngöremediler mi?”

Öngör(e)mediler...

Öngöremezlerdi çünkü proje onlara ait değildi ve son ana kadar RTE de dahil kimse ne yapılacağını tam olarak bilmiyordu...

Her zamanki gibi ellerine ne tutuşturulduysa, onu "nasıl olsa ‘bizimkiler’ ince eleyip sık dokumuşlar, titizlikle hazırlamışlardır. Bir an önce uygulamaya koyalım da parsayı toplayaım” düşüncesiyle önünü sonunu düşünmeden bu “açılım” işine balıklama atladılar...

Bu “açılım”ı yapmamak gibi bir şansları da zaten yoktu: Çünkü onları iktidara getiren kuvvet böyle istiyordu...

Önce Kandil’den ve Mahmur’dan bir grup gelecek, bu grup kazasız belâsız Habur’dan girip “yüce yargı”nın elinden tereyağından kıl çeker gibi sıyırdıktan sonra, Avrupa’dan bir grup havayoluyla İstanbul’a gelecek, bu grup da aynı şekilde karşılanıp serbestçe evlerine dönerlerse tamam...

Silahını atan gerilla, Avrupaya iltica etmiş ne kadar örgüt mensubu varsa sınır kapılarında “bizi de alın, bizi de alın” diye kuyruğa girecekti...

Böylece "örgüt" kazasız belasız tasf,iye edilerek, meydan Barzani ve Talabani’ye bırakılacaktı...

Eh "örgüt" tasfiye edilince DTP’nin esamesini okuyan kalır mıydı: Bütün Kürt oyları Barzani-Talabani üzerinden AKP’ye; "Birleşik Kürdistan" da Talabani ve Barzaniye...

Alan mermnun satan memnun vaziyeti yani...

Medyadaki bütün AB-D/AKP’li abilerimiz ve ablalarımız, AB-D ve Barzani-Talabani’ye rahatsızlık veren PKK ve DTP’nin işini bitiriyor olmanın zevki ve keyfiyle açılımın en önde giden amigoları olmuştu...

Tam da bu sırada, pişmiş aşa soğuk su katar gibi olsak da, biz şunları yazmıştık:

[İktisadî problemleri ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını çokuluslu Batılı şirketlerin yağma ve talanına sınırsızca açarak...

Türkiye nüfusunun en az yüzde 95’ini oluşturan Sünnî müslümanların kızları ve kadınlarının eğitim-öğrenim ve çalışma haklarını fiilen ortadan kaldıran Türban meselesini AYM’ye “ebediyyen” yasaklatarak...

Anayasa değişikliği meselesini TBMM’nin yetki alanından çıkarıp AYM’nin insafına terkederek...

Kıbrıs meselesini ada’yı Rumlara terkederek...

Azınlıklar meselesini, AB’nin her istediğini aynen kabul ederek ve Batı Trakya’da’ki Türk azınlığınının meselelerinin mukabil olarak çözülmesinden hiç sözetmeden...

Nasıl çözdüler(!)se...

Şimdi de birdenbire Kürt meselesine el attılar...

Kürtler için ne kadar “ah-vah-eyvah” desek az gelir...]


Son cümle hariç dediğimiz gibi olmadı mı?

PKK ve DTP siyaset satrancında şık bir hamle yaparak, AKP ve ardındakilerin planlarını Habur’da ve sonrasında (Kandilden gelenleri, gerilla kıyafetiyle ve barış elçisi sıfatıyla silahsız olarak yollayarak ve sorguda “Sayın Öcalan”ın emirleri doğrultusunda, TBMM’ye mektup getirmek için geldiklerini kayıt altına aldırarak ve sadece savcıların değil hakimin de Habur’a gelmesinde ısrarcı olarak... Habur sonrasında da Diyarbakır’a kadar milyonların katıldığı bir karşılama merasimi tertip ederek) bir kalemde çizip attılar... Bu yüzden de bizim Kürtler için “ah-vah-eyvah”dememize gerek kalmadı...

Çünkü PKK’nın bu hamlesiyle, AKP ve ardındaki Batı emperyalizmi satranç tabiriyle tek hamlede tam analamıyla “çoban matı” oldu...

Böylece inisiyatif şu anda hiç olmadığı kadar PKK’nın eline geçti..

RTE ve avanesi şimdi şaşkın şaşkın ne yapacaklarını düşünüyorlar...

Şöyle diyor Serdar Akinan bu durum için:

[Herkes aynı şeyi söylüyor: 'DTP provokasyon yaptı'
Ne yapacaktı?
Oturup tasfiye edilmeyi mi bekleyecekti?
Bu sebeple DTP süreci ustaca ve zekice provoke etti.
Ediyor ve edecek...]


Evet doğru...

Ve şöyle bir soru soruyor:

[Ancak burada ilginç olan şey şu:
Aylardır gizlice bu 'Açılım'ın tasarımını yapan AKP kadroları ve yönetici bürokrasi bu hamleyi nasıl öngöremedi?]


Bu sorunun birden fazla cevabı olabilir ama bunlardan biri herhalde şudur:

Düşmanını kendinden daha az zeki zannederek, “nasıl olsa bu ahmaklara yediriz” diye yapılan her planın akıbeti çoğu zaman böyle olur...

Çünkü düşmanını kendinden daha az zeki/daha az akıllı/ daha az donanımlı zannetmek ahmaklık alâmetidir..

Al sana “ahmak fil ABD"nin Irak ve Afganistandaki hali...

Çok akıllıydılar/en akıllıydılar ya...

Üç ayda Afganistan’ın, üç ayda Irak’ın işini bitirip, ardından Suriye’ye dalarak bir iki ayda da onu halledip, İran’a yönelecekler; üç beş ayda da orayı hallettiktan sonra, BOP’u kurup sömürge imparatorluklarını hem globalleştirip hem de ebedileştireceklerdi...

Ne oldu?

Bu ahmakça hesap/plan onlara global bir kriz olarak geri döndü... Şimdi nasıl ayakta ve hayatta kalabileceklerini düşünüyorlar...

Buralarda fazla kalamayacaklarını, öninde sonunda buralardan gideceklerini artık anladılar...

Giderken bu bereketli toprakların başına güvenilir bir kâhya bırakmak istiyorlar... Külfeti bu ahmak kâhyaya bırakıp, nimeti rizikosuz ve masrafsız elde etmek için...

Kim daha iyi bağlılık ve hizmet sunarsa, batmakta olan sömürge imparatorluğunun bu bölgedeki kâhyası o olacak...

(Bizim kâyha adayının eski yol arkadaşı Abdüllatif Şener “Başbakan 1 ayda 2 defa ABD'ye gitti. İş başına geldikten sonra 15 defa gitti. Bir de partiyi kurmadan önce gitmişti. Gidiyor, Yahudi lobilerine özelleştirmeler konusunda teminatlar veriyor." Diyor. Başbakan’ın ABD’ye 16 kere gittiği dönemde ABD başkanları bu ülkeye kaç kere geldi? 2 kere... Bağımsız dış politikanın temel prensiplerinden biri “mütekabiliyet/karşılıklık” değil midir? Öyleyse bu prensip bu kadar fütursuzca niçin çiğnenmektedir?)

Kâhya adayları, ne yapıp edip kendini gösterme hevesinde olduklarından; kimse eline tutuşturulan “açılım”ların ın yürüyüp yürümeyeceğini, ülkenin şartlarına uyup uymayacağını düşünmüyor. Bir an önce kendinden istenileni yapıp kâhya seçilmek istiyor...

Baksanıza bütün bu ülkelerin yöneticileri kendi halklarını gaddarca katlettirimiyorlar mı? Bu katliama karşı çıkanları “terörist” ilan etmiyorlar mı?

(Bu açılım süreci içinde bile Kandil’i bombalamak, kandildeki kürt kökenli TC vatandaşlarını imha etmek için AKP, TSK’ya bir yıllığına yeni bir yetki vermedi mi? Pakistan ordusu Veziristan’da ve Swat Vadisi’nde kendi halkını ABD’nin ermriyle kitlesel olarak katletmiyor mu? Pakistan topraklarından Pakistan halkını katletmek üzere ABD’nin insansız hava üçaklarının saldırılarına izin veren kim ve bu kanlı izni niçin veriyor? Karzai, Abbas, Talabani,, Barzani, Maliki, Mübarek, Kral Abdullah aynı şeyleri yapmıyorlar mı kendi halklarına? Bu kâhya adaylarının tümü, AB-D ve İsrail işgaline karşı çıkan direniş örgütlerinin tümüne “terörist”, AB-D ve İsrail’in haksız işgal ve katliamlara ise “terörle mücadele” diyen iğrenç/kirli bir işbirlikçi siyasî dili müştereken kullanmıyorlar mı?)

Kısaca sayın Akinan, Afganistan, Pakistan, Filistin, Irak, Ürdün, Mısır ve Türkiye’deki Kâhya adayları arasında amansız bir yarış var... Kimsenin bu işin sonu nereye varacak diye düşünecek ne hali de de vakti de yok...

***

Peki n’olacak bu “demokratik açlım”ın akıbeti diye merak edenler için Vatan gazetesi’nden Mehmet Tezkan şöyle diyor:

[Üç günde hava değişir mi? Değişti.. Değişmiş.. Yurt dışına çıkarken başka Türkiye vardı, dönünce başka.. Dün itibariyle özeti şu.. Kürt açılımı açılmadan kapandı.. Mola falan diyorlar ama uzun bir mola olacağa benziyor.. Bitti gibi!]

Aynen öyle...

Ama, bu işin bitmesi için PKK ve DTP’nin de buna razı olursa olması gerekir...

Doğu Perinçek Silivri’deki duruşmada “PKK düne göre 10 kat daha güçlü” tespitini yaparken haksız mı?...

PKK Habur’da yaptığı hamle ile hem inisiyatifi ele aldı, hem de tarihinde hiç olmadığı kadar kitleselleşip güçlendi... Şimdi sürecin kesilmesine niçin razı olsun?

Bu avantajını kaybetmemek için..bastıracaktır...

O zaman ne olur?

Zaten kanunlarının başını gözünü yara yara yapılan “Habur açılımı” bütün tutuklu ve hükümlüler ile onların aile, akraba ve dostlarını ayaklandırmıştır... Şimdi onlar haklı olarak “onlara var da bize niye yok?” sorusunu sorarak, hukukun “kanun önünde eşitlik” prensibini hatırlamakta ve hatırlatmaktadır...

Sokakların harareti giderek yükselmektedir...

Kürtlere bir ümid verilmiştir; bu ümid boş çıkarsa şiddet kaldığı yerden ve kaldığından çok daha şiddetli olarak geri dönecektir. Bu defa çatışma yalnız dağlarda değil, şehirlerde, özellikle de büyük şehirlerde çok kanlı bir şekil alabilir...

İşin daha vahimi hem Güneydoğu’da, hem de diğer yörelerde bugüne kadar hiç şahid olunmayan yeni bir çatışma türü (etnik çatışma) ortaya çıkabilir...

Başbakan “başladığımız yere döneriz” diyor...

“Başladığınız yer derken başkanım?”

OHAL’ler, JİTEM’ler, Diyarabakır Cezaevleri, işkenceler, yargısız infazlar, kitlesel tutuklamalar, sıkıyönetimler filan mı?

Onu geçiniz...

PKK bu kitleselleşmesini kaybedecek bir hata yapmadıkça o işler yaş...

***
Siyasette öyle hamleler vardır ki; okun yaydan, merminin namludan çıkması gibi geri döndürülemez, başka bir tarafa yönlendirilemezler... Ok veya mermi hedefine doğru siz istesenizde istemesenizde hareket eder...

Durduramazsınız...

Bu “açılım” işi de bu türden bir hamleye benziyor...

Artık ne düşünmek, ne mola, ne tereddüt, işi kurtaramaz...

Belki “şartsız şurtsuz herkes için acil bir genel af”, ortamı herkes açısından yumuşatabilir... Bu yumuşak ortamda yeni ve milli çözümler üretme şansı doğabilir...

“Af olmadan bu iş çözülmez. Psikolojik eşiğin açılması için bu affın gerçekleşmesi lâzım. Bu af, devlet tarafından iyi niyetini yapıcı tavrını gösteren bir adım olur. Ondan sonra Kürtlerin ihtiyaç duyduğu güveni sağlar. (..)Af kişiye özel olmaz. Meclis'ten 'Abdullah Öcalan isimli kişi bu affın dışında kalsın' diye bir af çıkaramazsınız.” Diyen Mümtazer Türköne doğru bir tespit yapmaktadır...

Zaten bu “açılım”, yerli/milli bir açılım olsaydı paketin başında bu “af”fın yer alması gerekirdi...

Bu ülkede Kürt meselesi ve diğer siyasi problemlerin çözülmesini isteyen her aklıselim sahibinin ilk yapılması gereken olarak teklif edeceği şey “şartsız bir genel af”tır..

Açılım “af”la başlasaydı bugün doğan sıkıntıların çoğu doğmazdı...

(“Açılm”ın arkasındaki güç, bu plana af ile başlamayarak böyle bir sıkıntının doğmasını istemiş de oalabilir...)

Şartlar AKP’yi hızla “ya af ya kaos”a doğru sürüklemektedir...

Gecikirlerse af da çare olmayabilir...

RTE ve AKP’nin ikircikli ve şaşkın tavırlarına bakılırsa büyük ihtimalle gecikeceklerdir...

Bu durumda da aklı olan herkes hesabını kaosa göre yapacaktır...

**
Bu kadar “af” lâfı ettikten sonra, Can Yücel’in “Af “ isimli şiirini es geçmek olmaz:

[AF

Af bir atıfettir,
Şartı bunun nedamettir,
Nedamet te hiyanettir,
Hiyanet te fazilettir,
Fazileti faşizmin...
Hiiç merak etme,
bunlar eveleye geveleye
böyle
Eninde sonunda “Af”fı
verecekler bize.
Amaaaa
Biz onları,
Biz onları affetmeyeceğiz,
azizim.]


Kaynak: Baran dergisi

CHP: Toplumsal barış için genel affa "evet" deriz
21:10 - Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, demokratik açılım konusunda, eğer toplumsal barışa katkı sunacaksa genel affa destek vermeye hazır olduklarını kaydetti. 07.03.2010 BATMAN netgazete

Kılıçdaroğlu'nun af talebine şartlı destek
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdadoğlu'nun genel affa ilişkin sözlerine CHP'li Hakkı Süha Okay'dan şartlı destek geldi.

Okay, dağdaki teröristin silah bırakması halinde affa sıcak bakabileceklerini söyledi. 8 Mart 2010
haber101

ERDOĞAN'DAN 'GENEL AF' AÇIKLAMASI

9 Mart 2010 10:57
Başbakan Erdoğan CHP'li Kılıçdaroğlu'nun gündeme getirdiği genel af konusunda açıklamada bulundu.

Kılıçdaroğlu’nun barış getirmesi durumunda ‘Genel Af’a destek vereceklerinin hatırlatılması üzerine Erdoğan, “CHP’nin ne dediğini anlamakta zorlanıyorum, bugüne kadar da anlayamadım. Sağlıklı açıklamalarını yapsınlar da bizde değerlendirme fırsatı bulalım” dedi.
haber10

'ASIL AMAÇLARI PKK'NİN TASFİYESİ'

30 Ekim 2009 15:09
PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, "demokratik açılımın" "hikaye" olduğunu iddia etti ve "Asıl amaçları PKK'nin tasfiyesi" dedi. Öcalan, bundan sonra hiçbir grubun Türkiye'ye gelmeyeceğini açıkladı.
Öcalan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı demokratik açılım konusundaki son tutumu nedeniyle eleştirdi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın açılıma yaklaşımını ise övdü.

Öcalan, Kandilli ve Mahmur kampından gelen 34 kişi karşılamaya gidenler arasında AKP’lilerin de bulunduğunu iddia etti. Öcalan, "Bu grupların gelişi Hükümetin gerçek yüzünü, niyetini ortaya çıkarmıştır. Hükümetin planı suya düştü. Oraya gidenler sadece DTP ya da PKK sempatizanı değildir. AKP’liler de gitti" dedi.

PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, demokratik açılımın "hikaye" olduğunu iddia etti ve "Asıl amaçları PKK’nin tasfiyesidir" dedi. Öcalan, bundan sonra hiçbir grubun Türkiye’ye gelmeyeceğini açıkladı. Fransa’nın Korsika’ya verdiği hakların güneydoğu sorunu için de uygulanmasını öneren Öcalan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı demokratik açılım konusundaki son tutumu nedeniyle eleştirdi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da açılıma yaklaşımını ise övdü.

KORSİKA ÇÖZÜMÜ ÖNERDİ

ANF’nin haberine göre, Öcalan, İmralı’da avukatlarıyla yaptığı haftalık görüşmede, "demokratik açılım"a ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Öcalan, bundan sonra hiçbir grubun Türkiye’ye gelmeyeceğini ifade ederek, Başbakan Erdoğan’ın birkaç rolü birden oynağını iddia etti ve "Ama Kürtler bu golü yemez" dedi. Bu açılım sürecinin geldiği son noktanın yine "Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete" olduğu görüşünü savunan Öcalan, Hükümete "Fransa’nın Korsika’ya tanıdığı hakların Kürtlere tanınması" önerisinde bulundu.

"KARŞILAMAYA AKP’LİLER DE GİTTİ" İDDİASI

Öcalan, Kandilli ve Mahmur kampından gelen 34 kişiyi karşılamaya gidenler arasında AKP’lilerin de bulunduğunu iddia etti. Öcalan, "Bu grupların gelişi Hükümetin gerçek yüzünü, niyetini ortaya çıkarmıştır. Hükümetin planı suya düştü. Oraya gidenler sadece DTP ya da PKK sempatizanı değildir. AKP’liler de gitti. Hükümeti korkutan da budur. Kendi oy kaybından korktu. Ama bu durum öyle oy hesabıyla yürütülecek bir durum değil. Barış ciddiyet ister. Ben, çağrıma uyup gelen bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum. Böylece bana bağlılıklarını göstermişlerdir. Kürt halkı barış iradesini açıkça ortaya koymuştur. Ama buna karşılık Hükümet ciddi yaklaşmamıştır. Bu böyle olmaz. Bir yandan İçişleri Bakanı bir şey diyor, diğer yandan bu şehit aileleri istismar amaçlı Meclis’e giriyorlar, Meclis Başkanı’yla görüşüyorlar, saygısızca konuşuluyor, hakaret ediliyor, terör merör diyorlar. Bu saygısızlıktır" diye konuştu.

AKP SAMİMİ DEĞİL, BARIŞ İSTEMİYOR

AKP’nin açılım sürecinde ciddi olmadığını iddia eden Öcalan, AKP’nin "barış" konusunda samimi olmadığını öne sürdü. Öcalan şöyle konuştu:

"AKP, bu işte ciddi değil. Kasım ayı içinde birşeyler olabilir diyorlar ama göreceğiz. Bunlar bir tek halkı aldatmıyorlar devleti de aldatıyorlar. Günübirlik çıkarlarını düşünen politikacılar devlete de zarar veriyor, devletin itibarı ve saygınlığına gölge düşürüyorlar. Devlet adamlığı ciddiyet ister. Osmanlı’da devlet adamlığı vardı, devlet ciddiyeti vardı, bunlarda o da yok. Barış ciddi iştir, AKP samimi değil, bunların barış istedikleri yok. Bu açılım sürecinin geldiği son nokta yine "Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete"dir. Yine her şeyin günahını Kürtlerin üzerine atmaya çalışıyorlar. Bunların yaklaşımı on beş yaşındaki kızı kandırmaya çalışmaktır. Burada bana bu muameleyi yapmaya çalışıyorlar. Ama sonuç alamazlar. Süreci yeniden değerlendireceğiz falan diyorlar, olmaz böyle. Erdoğan’ı ciddiyete davet ediyorum. Bundan sonra grup da gelmeyecek. Gelmelerine gerek kalmadı."

ARINÇ’A OLUMLU BULUYORUM

Öcalan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın sürece ilişkin tutumunu olumlu karşıladığını ifade etti ve Erdoğan’ın "Silbaştan yaparız" açıklamasını eleştirerek şöyle devam etti:

"Silbaştan ne demek? Ne yapıyorlarsa yapsınlar. Zaten bunların barış gibi bir niyetleri yok. Bunlar barışta ciddi değil, samimi değil. Bunların tek amacı tasfiyedir. CHP ile MHP’yi de geçelim, bunlar zaten barış istemiyor. Biri ulusalcı faşist diğeri milliyetçi faşist. Bunlar zaten savaş istiyor. Bülent Arınç’ın yaklaşımı biraz daha olumlu gibi görünüyor. Sayın Arınç’a buradan sesleniyorum. Bu AKP’nin yaptığı dine sığmaz, ’bin yıllık kardeşlik’ diyorlar, kardeşliğe de sığmaz, demokrasiye de sığmaz. Barış süreci oy kaygısıyla yürütülemez. Bunlar hala koltuklarının derdindeler. AKP, samimi değil. Bu barış grubunun gelmesiyle AKP’nin ne yapmaya çalıştığı açıkça ortaya çıkmıştır. Zaten benim grup çağırmamdaki amaç da buydu. Bunlar sözde burada beni kullanarak bu meseleyi kendilerince halledeceklerini hesaplıyorlar. Beni bu amaçla kullanamazlar. Açılım hikaye, asıl amaçları PKK’nin tasfiyesidir."

ERDOĞAN ÜÇ KURAL İHLALİ YAPIYOR, KÜRTLER BU GOLÜ YEMEZ

Başbakan Erdoğan’ın birkaç rolü birden oynadığını iddia eden Öcalan, "Erdoğan da geçmişte futbol oynamıştı, futbolu iyi bilir. Futbolda oyunun kuralları önceden bellidir, oyunun ortasında kurallar değiştirilmez, değiştirilirse kural ihlali olur. Kürtler oyunda kural ihlali yapmıyor ama Erdoğan oyunun ortasında kendisi üç kural ihlali yapıyor. Bir yandan savunmada oynayacağım diyor, kaleyi koruyorum diyor, işte bunu tek devlet, tek millet, tek bayrak deyip yapıyor, sözde kaleyi savunuyor. Bu birinci kural ihlali. Aynı anda oyun başlamışken bu sefer orta sahada oynayacağım diyor. İkinci kural ihlalini yapıyor. Yine aynı oyunda bu sefer ben ileride oynayacağım, gol atacağım diyor. Bu da üçüncü kural ihlalidir. Oyun böyle oynanmaz. İşte bu açılımla ileride oynayarak Kürtlere gol atmaya çalışıyor. Ama Kürtler bu gölü yemez. Diyarbakırlılar futbolla ilgililer, iyi anlarlar" dedi.

DİYARBAKIR UTANSIN

Öcalan, Diyarbakır’daki kız çocuğunun Kürtçe dil eğitimi konusundaki tutumunu da değerlendirirken, "Diyarbakır utansın, Diyarbakır’daki aydınların kanı kaynamıyor, anadilini öğretmek bir küçük kıza kalmış" dedi.
Radikal

03 Kasım 2009 19:27
Şener'den Açılım Yorumu
Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, demokratik açılım konusunda ilginç iddialarda bulundu.
"Kürt açılımı olarak başlayan demokratik açılım olarak devam eden bu süreç, kontrolden çıktı." diyen Şener, demokratik açılımın samimiyet gerektirdiğini söyledi. Şener, demokratik açılımın demokrat olanlar tarafından yapılması gerektiğini belirtti.

Şener, demokratik açılım konusunda ilginç açıklamalarda bulundu. Demokratik açılımı yapan devlet adamlarının 10 adım ötesini görmesi gerektiğini kaydeden Şener, Türkiye'nin bir deneme tahtası olmadığını ifade etti.

DİYARBAKIRSPOR'U ÖRNEK GÖSTERDİ

Diyarbakırspor'un ligden çekileceğine ilişkin, demokratik açılımın ayrıştırmayı derinleştirdiğini savunan Şener, örnek olarak Diyarbakırspor'u gösterdi.

Şener, Diyarbakırspor'un Galatasaray maçına çıkmayacağı değerlendirmelerini tekrarladı. Bu gelişmelere rağmen hala içeriğinin belli olmamasından rahatsız olduğunu kaydeden Şener, açılımın dış ülkeler tarafından yönlendirildiğini öne sürdü. Şener, "Özellikle ABD destekli." dedi.

31 Ekim 2009
Mehmet Ali Birand / Posta
Açılım sürüyor, Ankara Kürdistan'ı tanıyor...

'Bizler istediğimiz kadar¸ Kürt Açılımı’nın sekteye uğradığını, bir süre için ertelendiğini yazıp çizelim, tam aksine, açılımın diğer uzantıları hızla ilerliyor.'
Dün Türkiye’nin iki bakanı, Kuzey Irak Kürdistanı bölgesindeydi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Sanayi Ve Ticaret Bakanı Çağlayan, Erbil’e bir ziyarette bulundular. Kuzey Irak Kürdistanı Başkanı Mesut Barzani ile görüştüler. Ardından da, bölgenin başkenti sayılan Erbil’de bir Türk Başkonsolosluğu açtılar.

Irak Kürdistanı bağımsız bir devlet değil. Ancak Irak’ın içinde farklı bir statüye sahip. Kendi kendini yönetiyor. Kendi parlamentosu, kendi polisi ve askeri var. Irak’ın toprak bütünlüğünü kabul ediyor, ancak otonom hareket ediyor.

Türkiye bugüne kadar, Kürdistan yönetimini, PKK’ya karşı mücadele etmediklerinden dolayı, görmezden gelirdi. Resmi hiçbir temas yapılmazdı.

Kürt Açılımıyla birlikte, hem Kuzey Irak Kürdistanının Türkiye’ye karşı tutumu, hem de Ankara’nın yaklaşımı değişti. Düne kadar görmezden gelinen Irak Kürdistanı, bugün el sıkıştığımız, sembolik dahi olsa resmen tanıdığımız bir bölge oluyor.

Bu gelişmeyi çok önemsemeliyiz.

Barzani’yi kazanmış, onu yanına çekebilmiş bir Türkiye’nin eli çok daha güçlenecek, PKK terörüne karşı mücadelesi çok daha kolaylaşacaktır.

Başta dediğim gibi, içinde taktik bir yavaşlama olsa dahi, Kürt Açılımı diğer boyutlarıyla sürüyor.
haber10

DTP: Yanlış hesap, Silopi'den döndü

03 Kasım 2009 DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, hükümeti Kürt sorununu anlayamamakla ve doğru okuyamamakla eleştirerek, “Adına açılım denilen ve tahrip olduğu söylenen süreç, Kürtleri bu çalışmanın içine katmadan, onları kandırarak ve Kürtlere rağmen yürütülecekti. Yanlış hesap bu kez Bağdat'tan değil, Silopi'den dönmüştür. “dedi. Türk, İrticayla mücadele eylem planından önce 2007 yılında “Toplumu Biçimlendirme Planı” adıyla DTP'yi, Kürtleri hedef alan bir planın ortaya çıktığını belirterek, “AKP kendisini hedef alan eylem planıyla ilgili olarak kıyameti koparıyor, ama DTP'yi bitirme planı karşısında ise, sesini çıkarmıyor. “dedi. Türk, yarın DTP'yi hedef alan eylem planıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 100'ü aşkın avukatla suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdi.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk partisinin Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Konuşmasına Siirt, Mardin ve Yalova'da yaşanan sel felaketlerini değerlendirerek başlayan Türk, Siirt'in afet bölgesi kapsamına alınmasını istedi. Türkiye'nin demokratik bir dönüşüm sürecinin önünü açması için siyasi iradesini aradığını, bu nedenle başından beri AKP hükümetine karşı yapıcı bir muhalefet izlediklerini söyleyen Ahmet Türk, hükümetinse İçişleri Bakanlığı öncülüğünde başlattığı sürece, asayiş, güvenlik mantığıyla yaklaştığını savundu. Türk hükümete “Toplumun psikolojik durumu ile her gün bu kadar oynayamazsınız. Otuz yıldır, acılar içinde yaşayan bir halkı ve onun taleplerini bu denli basite alamazsınız. Buradan Hükümeti uyarıyor ve ciddiyete davet ediyorum. “diye seslendi.

-“AKP KÜRT SORUNUNU DOĞRU OKUYAMADI”-

Başından bu yana 'Kürt sorunu dar siyasi hesaplara sığmayacak kadar büyük ve derinliklidir” dediklerini ancak AKP'nin bu anlayamadığını kaydeden Türk, AKP'nin Kürt sorununu doğru anlayamadığı ve okuyamadığını öne sürdü. AKP'nin bugün Kürt halkında oluşan beklentileri karşılayamadığını da kaydeden Türk “Şimdi başarısızlığını DTP'ye fatura etmeye çalışmaktadır. Aslında hükümet, kendi iradesizliğini DTP'yi hedef göstererek kamufle etmeye çalışmaktadır” dedi.

-“YANLIŞ HESAP SİLOPİ'DEN DÖNDÜ”-

“Barış grubu”nun gelişiyle sürecin hızlanması, somutlaşmasından hükümetin rahatsız olduğunu kaydeden Türk şöyle konuştu:
“Açığa çıkıyor ki, Kürtlerin açılım sürecinin içini doldurmak amacıyla inisiyatif alması, hükümetin dar siyasi hesaplarını gözler önüne sermiştir. Barış grubunun gelişi ve sonrasında halkın göstermiş olduğu duruş hükümete gerçek bir çözüm çizgisini dayatmıştır. Halk, 'Benim irademi görmezlikten gelerek sorunu çözemezsin' mesajını vermiştir. Hükümetin kalkıp DTP'yi suçlamasının nedeni, halkın açığa çıkan bu iradesini, örgütlü duruşunu ve çözüm konusunda verdiği mesajı gizleme çabasından başka bir şey değildir. Kürtlerin bütün aktörleriyle birlikte bu sürecin içinde yer alma, rol oynama istem ve talebi, 'Her şeyi kendi istediğim gibi yaparım' inadıyla hareket eden hükümetin planını bozmuştur. Demek ki adına açılım denilen ve tahrip olduğu söylenen süreç, Kürtleri bu çalışmanın içine katmadan, onları kandırarak ve Kürtlere rağmen yürütülecekti. Yanlış hesap bu kez Bağdat'tan değil, Silopi'den dönmüştür. AKP'nin bu hesabı bozulduğu için, DTP hedef tahtasına oturtuluyor.”

“KÖPEKLER” VE “ŞEREFSİZLER” SÖZÜNE TEPKİ

Ahmet Türk, hükümetin adeta 'foyası meydana çıkmış gibi' büyük bir panik halinde DTP'ye saldırdığını söyledi. Başbakan'ın DTP'yi etkisizleştirmeye, yapıcı muhalefetini durdurmaya çalıştığını kaydeden Türk “Resmen bizi tasfiye etmeye çalışıyor. Yavuz hırsız misali, göz göre göre bizlere, halkımıza hakaret edip; sonra da hassasiyetlere dikkat etmeye davet ediyor. Bu mudur sizin hassasiyetlere yaklaşımınız?Bir yandan şerefsizler diye küfürler edilecek, 20 milyon insanın hiçbir hassasiyetine dikkat edilmeyecek; diğer yandan da insanların Silopi'deki barış sevincine hassasiyetlere uymuyorlar diye hakaret edilecek. 72 milyonun içerisinde Kürtler de yok mudur? Peki Kürtlerin hassasiyetleri ne olacak? Bu ayrımcılık değil midir?”diye konuştu. Siyasal muhatabıyla buluşmayan bir açılım sürecinin başarılı olma şansı olmadığını da ifade eden Türk, önümüzdeki hafta Salı günü TBMM'de ele alınması beklenen açılımın hükümetin bilgilendirmesi şeklinde olmaması, parlamentonun tartışabilmesine imkan sağlanması gerektiğini kaydetti.

-“SORUN ASKERİ VESAYETİN SÜRÜYOR OLMASINDA”-

Türk, grup konuşmasında İrticayla Mücadele Eylem Planı ve darbe tartışmalarını da değerlendirdi. Belge ortaya çıktığında “Sorun belgenin sahte olup olmaması değil, bu ülkedeki askeri vesayetin halen sürüyor olmasıdır” dediklerini hatırlatan Türk, demokratik-özgür toplum olmanın yolunun aynı zamanda darbeler süreciyle hesaplaşmaktan geçtiğini söyledi. Türkiye'de Silahlı Kuvvetler'in cumhuriyet tarihi boyunca her zaman siyasetin etkin bir aktörü olduğunu, siyasete yön verdiğini belirten Türk “Türkiye'nin yakın siyasi tarihi; askeri darbeler, muhtıralar, gece yarısı e-muhtıralar, eylem planlarıyla doludur. Peki askerler kadar bunda; ortak olan basiretsiz, iradesiz sivillerin rolü ve sorumluluğu da yok mudur? Elbette vardır. “dedi.

-“AKP, DTP'YE YÖNELİK PLANA KARŞI SESSİZ KALDI”

Son dönemlerde ortaya iki plan çıktığını, bunlardan birincisinin DTP'yi, Kürtleri ve muhalif kesimleri hedef aldığını, ikinci planın hedefinin ise AKP ve 'Fethullah Gülen cemaati” olduğunu ifade eden Türk şunları söyledi:
“Bilindiği üzere; kamuoyuna yansıyan Eylül 2007 tarihli 'Toplumu biçimlendirme planı' gündemde tartışılıyor. Bu plan, sivil toplumun TSK çizgisine çekilmesi, muhalif sanatçı ve yazarların yıpratılması, yeni anayasa paketine karşıtlığın örgütlenmesini hedefliyor. Plan, Kürt bölgesinde halkı 'rahatsız' edecek faaliyetlerin icrası, DTP'nin 'terörist' olarak ilanı gibi bir dizi 'eylem kararı'nı içeriyor. Dikkat edilirse bu plan, 'İrtica eylem planı'ndan iki yıl önce ortaya çıktı. Ancak Hükümet; demokrasiye ve halk iradesine karşı yönelen bu girişim karşısında sessiz kalmıştır.”

-“CHP'NİN SİVİLLEŞMESİ İMKANSIZ”-

İrticayla Mücadele Eylem Planı'yla ilgili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sözlerini de eleştiren Türk “Bu konuda en umutsuz vakayı CHP oluşturmaktadır. Baykal, 'AKP'yi bitirme planı' ilk ortaya çıktığında 'Belge gerçek çıkarsa Genelkurmay Başkanı istifa etmelidir' demişti. Baykal, herhalde bu belgenin kaybolduğundan kesin emin olduğu için bu iddialı çıkışı yapmıştı. Belge gerçek çıkınca ne diyor Baykal? Birden ağız değiştiriyor. O istifa sözlerini unutuyor. Darbelere karşı olduğunu ifade ederek kendisini savunuyor. Ama diğer taraftan CHP ve Genelkurmay'a karşı bir saldırı olduğundan söz ederek, demokrasi dışı alanlarla ilişkisini korumaya devam ediyor. Böylesi bir mantıktan demokrasi anlayışı çıkabilir mi? Öyle görünüyor ki; üzerindeki üniformayı çıkarmayan, siyaset dışı alanlarla arasına sınır çizmeyen bir CHP'nin sivilleşmesi imkansız. Bu çizgisini sürdürmesi halinde CHP'den sivil siyaset beklenmesi hayalcilik olur. “diye konuştu.

-“AKP'NİN DEMOKRASİ MÜCADELESİ VERİYORUZ SÖZÜ İNANDIRICI DEĞİL”-

Anamuhalefet partisinin yanı sıra AKP'nin tavrını da eleştiren Türk, AKP'nin bu konudaki zihniyetini ele verenin ise DTP'yle ilgili planla ilgili tutumu olduğunu kaydetti. AKP'nin kendisini hedef alan planla ilgili kıyameti kopardığını ancak DTP'yi bitirme planı karşısında sesini çıkarmadığını ifade eden Türk, 14 Nisan'dan bu yana 52'si merkez yöneticisi olmak üzere 500'e yakın parti yöneticisi ve üyelerinin tutuklandığını bildirdi. Türk şöyle konuştu:
“Şimdi, demokrasi mücadelesi verdiğini savunan Sayın Başbakan'a sormak istiyorum: Kürtleri hedef alan bu eylem planlarına karşı bugüne kadar hiç sesiniz çıktı mı? 'DTP'ye ve Kürtlere yapılanlar demokrasi dışıdır, hukuk dışıdır' diyebildiniz mi? Hayır. Peki bu sessizliğin altında ne yatıyor? Şu tespiti burada yapmamız gerekiyor. AKP, kendisini sağlama alabilmek için DTP ve Kürtleri hizaya sokma planına ortak olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, toplumu biçimlendirme planı aslında AKP'yi biçimlendirmiş, hizaya sokmuştur. Öyle olmasaydı, ötekine karşı da aynı duyarlılıkla yaklaşma erdemliliğini gösterirdi. Ama bunu yapmadı ve aslında sıranın kendisine geleceğini de hesaplayamadı. DTP'yi işlevsizleştirme, Kürtleri de kontrol altına alma planı tutmayınca bu kez, hedef AKP'nin kendisi olmuştur. DTP'ye karşı yapılanları meşru gören AKP, kendisi hedef alındığında veryansın etmiştir. Bu tutarsızlığından ve kendine demokrat tutumundan dolayı AKP'nin 'demokrasi mücadelesi veriyoruz' sözünü inandırıcı bulmuyoruz. “

-“DTP'Yİ BİTİRME PLANIYLA İLGİLİ SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAĞIZ”-

Türk, DTP'ye yönelik planla ilgili yarın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 100'ü aşkın avukatla suç duyurusunda bulunacaklarını da bildirdi. DTP olarak andıçlar, 12 Eylül darbesi ve toplumu biçimlendirme planıyla ilgili üç ayrı araştırma önergesi verdiklerini de hatırlatan Ahmet Türk hükümete “Eğer, vesayet rejimine karşıysanız-parlamentoda çoğunluğunuz da var- önergelerimizi genel kurula getirelim ve demokrasinin önünü açalım. Samimiyseniz, bir araştırma komisyonu kuralım, hakikatleri araştıralım. Vesayete kim karşı çıkıyor, kim destekliyor böylece açığa çıkaralım. AKP'nin de varsa bir duruşu-samimiyeti bu sayede görelim. “diye seslendi. Türk Susurluk Kazasının üzerinden 13 yıl geçtiğini hatırlatarak Ergenekon yapılanmasının Fırat'ın doğusundaki kolunun Susurluk olduğunu, bu nedenle Susurluk ve Ergenekon davasının birleştirilmesi gerektiğini söyledi.
netgazete

04 Kasım 2009 18:51
PKK'dan Tehdit

Murat Karayılan, "Demokratik Açılım" sürecinde ilerleme yaşanması için Türkiye'nin Abdullah Öcalan'la diyalog kurması gerektiğini söyledi ve ekledi:

“Eğer Ankara diyalogu reddederse PKK çarpışmaya devam edecek. Kürt halkı bizimle ve Kuzey Irak’taki dağlardan on yıllarca mücadelemizi sürdürebiliriz.”

Uluslararası AFP haber ajansına konuşan Karayılan, Türk hükümetinin reform vaadini “komedi” olarak niteledi ve Ankara’nın hem Kürtleri hem de uluslararası kamuoyunu kandırdığını söyledi.

Karayılan terör sonunu çözmek için Türkiye tarafından atılan adımların “tam bir şov olduğunu” söylerken, “anlayışın aynı kaldığını” ifade etti.

Türkiye’nin PKK’ya yönelik askeri operasyonlarına son vermesi gerektiğini söyleyen ve Abdullah Öcalan’ın da serbest bırakılmasını talep eden Karayılan, "Öcalan’la diyalog başlarsa, süreç de ilerleyecek” dedi. Fakat Karayılan, DTP’nin de alternatif muhatap olabileceğini söyledi.
Türk hükümetiyle gizli görüşmeler gerçekleştirmediklerini söyleyen Karayılan, Ankara diyaloga girmeyi reddederse terör eylemlerine devam edeceklerini de vurguladı. Karayılan, “Kürt halkı bizimle ve Kuzey Irak’taki dağlardan on yıllarca mücadelemizi sürdürebiliriz” şeklinde konuştu.
aktifhaber

05 Kasım 2009
YİNE KORUCU TERÖRÜ
Ergani'de korucular katliam yaptı, devlet seyretti. Katledilenler bakın ne demişti...

Ergani İlçesi’nde korucu olan İsmail Akyol ile oğlu Abbas Akyol, devletin verdiği kalaşnikoflarla katliam yaptı. Pusu kurarak aynı aileden dört kişiyi öldürdüler.

Ergani'nin Yolbulan Köyü'nde geçici köy korucusu olan İsmail Akyol ile oğlu Abbas Akyol, dün saat 11.00 sıralarında Ergani'nin Diyarbakır karayolu çıkışındaki Gündoğan Kavşağı'nda seyir halinde olan 21 EU 070 plakalı özel otomobile pusu kurarak üzerlerinde zimmetli Kalaşnikof tüfeklerle çapraz ateşe aldı. Korucu baba ve oğlunun kurşun yağdırdığı araçta bulunan Azıkla Köyü geçici köy korucusu Süleyman Aras eşi Belkisa Aras ile Necmettin Aras ve Şevki Aras olay yerinde yaşamını yitirdi.

Katledilenler korucular, zanlılar hakkında jandarmaya, savcılığa iki kez başvurmuş, korunmadıkları için son olarak İnsan Hakları Derneği’ne giderek “Onlar korucubaşı bizi tehdit ediyorlar, devlet ise bizi korumuyor. Öldürüleceğiz” demişlerdi. Onları koruculara karşı korumayan devlet dün cesetlerinin başında inceleme yapıyordu.

Dün korucular tarafından öldürülen Necmettin Aras ve karısı Perihan Aras 1 Ekim 2009 günü iki kişi Diyarbakır İnsan Hakları Derneği’nden içeri girmişti. İHD’deki avukat Serdar Çelebi’ye Ergani’nin Azıklı köyünden geldiklerini söylediler. Necmettin Aras, eşi Perihan Aras’ın korucubaşı olan amcası ve korucu olan babası ile ağabeyi tarafından tehdit edilip, kendisinden rüşvet istendiğini söyledi. Korucuların devletin silahlarıyla üzerlerinde kurdukları baskıyı şöyle anlatıyordu:

Boşanmaya zorladılar

“Perihan Aras ile evli olmama rağmen korucu olan ailesinin, zoruyla üç ay ayrı kaldık. Eşimin benden boşanmasını istediler. Onu para karşılığı yaşlı biri ile evlendirmek istiyorlar. 1 yıl önce Perihan Akyol ile evlendim. Daha sonra korucu olan eşimin ailesi tarafından sürekli rahatsız edildim. Korucu olan aile, Ergani Jandarma Karakolu’nun da desteği ile beni sürekli rahatsız ediyor. Bize zulüm etmeye başladılar. Yaklaşık 3 ay önce benim şehir dışında olduğum bir dönem eşim Perihan, korucu olan babası İsmail Akyol ve ağabeyi İlyas Akyol tarafından zorla evine götürüldü. Eşimle birlikte düğünde takı olarak gelen 7- 8 bin TL değerindeki altına da el koydular. Ergani’ye döndüğüm zaman eşim Perihan beni arayarak, kendisini önce boşandırarak sonra da para karşılığı bir başkası ile evlendirilmek istediklerini söyledi. Eşim kendisine sahip çıkmamı istedi. Sonra kaçarak yanıma geldi.

Biz durumu Ergani Jandarma Karakolu’na bildirdik. Karakol hiç bir şey yapmadı. Ardından İsmail Akyol benden tehditle para istemeye başladı. Tehditlerin sürmesi üzerine durumu karakola bildirdik. Karakola korucu İsmail Akyol da çağrıldı. Karakol komutanın yanında, ‘Ya bu parayı vereceksin, ya da seni öldüreceğim’ şeklinde beni tehdit etmesine rağmen Karakol Komutanı Faruk adlı başçavuş hiç sesini bile çıkarmadı.

‘Onlar korucu gücümüz yetmez’
Son olarak 18 Ağustos günü Ergani sebze halinde bu korucular bana saldırdı ve dövdü. Hastaneye kaldırıldım. Bu olaydan sonra bizden 40 bin TL para istemeye başladılar. Bizim bu parayı verecek durumumuz olmadığını söyledim. Karakola yaptığımız üçüncü şikayette Faruk Başçavuş bize ‘Bunlar sizden 40 bin TL istiyor, ben de bunu 20 bin TL’ye düşürdüm. Bunu getirmezseniz artık ben karışmam. İsterseniz birbirinizi öldürün’ dedi. İlçe Savcılığına da başvurmamıza rağmen sorun çözülmedi. Bunlar korucudurlar ve gücümüz yetmiyor bunlara. Ne yapacağımızı bilmiyoruz.”

İHD yetkilileri, eşi Necmettin Aras ile kendilerine gelen Perihan Aras’ın, “Babam beni para karşılığı yaşlı bir kişi ile evlendirmeyi planlıyordu” dediğini anlattı.

İHD Diyarbakır Şubesi bu gelişmelerin ardından Ergani Başsavcılığına korucular hakkında suç duyurusu ve güvenlik talebinde bulundu. İHD İçişleri Bakanlığı ve Ergani Kaymakamlığı da bilgilendirdi.

Ancak devletin bütün kurumlarının tehditten haberdar olmasına karşın alınan bir önlem yoktu. Korucubaşı İsmail Akyol ile korucu oğlu Abbas Akyol, dün saat 11.00 sıralarında Ergani’nin Diyarbakır karayolu çıkışındaki Gündoğan Kavşağı’nda pusu kurdu. Araçta defalarca devlet bir yardım görmek için başvurmuş Necmettin Aras, eşi ve saldırganların kızı-ablası Perihan Aras, Necmettin Aras’ın babası Süleyman Aras ve annesi Belkisa Aras vardı.

Atış alanlarına girdiğinde korucular İsmail Akyol ve Abbas Akyol, devletin verdiği ve üüzerlerine zimmetli Kalaşnikof tüfeklerle çapraz ateş açtı. Araçtaki dört kişi böylece göz göre göre katledildi.

Olayın ardından Diyarbakır’dan Ergani’ye takviye ekipler gönderilerekgüvenlik önlemleri alındı. Ölenlerin yakınlar olay yerine gelerek gözyaşları döktü. Saldırının ardından İsmail Akyol ve ve Abbas Akyol jandarmaya giderek teslim oldu.

Kaynak: Radikal

EMRE AKÖZ
Abdullah Öcalan'ı şeytanlaştırmanın bedeli

Tetikçiler
Oportünist bir öneri...
Abdullah Öcalan'ı şeytanlaştırmanın bedeli
PKK hareketinin 1984'te parlamasından bir süre sonra, devlet karşı hücuma geçti. Bu tip durumlarda asla şiddet kullanmakla yetinmez devletler. Tepkisini haklı gösterecek söylemler de üretir. Bunlardan biri de karşı tarafı şeytanlaştırmaktır.
Böylece Abdullah Öcalan da barbar, acımasız, kan dökmeyi sever, vahşet tutkunu, bebek katili bir terörist olarak topluma sunuldu. (Burada gerçek değil, imaj önemli.)
1988'de Apo ile ilk röportaj yapıldığında, devlet çılgına döndü. Çünkü Apo'nun insani yönleri (örneğin G.Saray taraftarı olması) ortaya çıkıyordu.
Eğer "şeytan", aslında akla ve tutkulara sahip bir insansa, o zaman bu eylemleri niye yaptığı, hedefinin ne olduğu sorulmaya başlanacaktı. Böylece ağızlara alınmayan 'Kürt Sorunu' öğrenilecek ve tartışılacaktı.
Ama böyle olmadı. Devletin psikolojik şeytanlaştırma operasyonu galebe çaldı. Halkın büyük bölümü Apo'dan ölesiye nefret etti.
Ne var ki dünün başarılı şeytanlaştırma operasyonu bugünü baltalıyor. PKK'yı dağdan indirmek için Apo'nun katkısı gerekiyor. O da zaten bir emirle bunu yapabileceğini gösteriyor.
Ancak devlet, bir kere şeytanlaştırdığı için, Apo ile açık açık pazarlık masasına oturamıyor. El altından birtakım yoklamalar yapılıyor. Bu arada mecburen Kuzey Irak'taki Kürdistan yönetimi ile anlaşma sağlanmaya çalışılıyor. İş uzuyor.
Öte yandan, PKK örgütü, lider olarak Apo'yu tanıdığı için, DTP'yi tınmıyor. Meclis'teki legal partiye değil, İmralı'ya bakıyor.
Sonuçta açılım sürecinde aktif rol alması gereken DTP, hem devlet, hem hükümet, hem de PKK tarafından pasifliğe itiliyor.
Sabah

Ahmet Altan
Taraf Gazetesi
Donmuş Fikirler
12 Kasım 2009

Bizim medyanın entelektüel düzeyi düşüktür. Bu sanırım bilinçli bir tercih.

Düzey düşüklüğü “yaratıcılığı” ve dürüstlüğü engeller çünkü.

Yeni fikirler, yeni yaklaşımlar, yeni bakışlar getirmeyecekleri için sürekli olarak “klişelerin” ve “tabuların” içinde dolaşırlar.

“Klişe” dediğimiz neticede “Donmuş” fikirlerdir. Aynı sözlerin sürekli tekrarlanması anlamına gelir.

Baktığımızda bir çok konuda medyanın tutumu elli yıl öncesiyle aynıdır.

Sanki dünyada ve Türkiye’de hiçbir şey değişmemiş gibi sürekli olarak aynı sözleri, aynı cümleleri, aynı ağıtları tekrarlarlar.

Resmi ideolojinin her yıl kendini yeniden doğurarak varlığını sürdürmesine yardımcı olmaya çabalarlar.

Bu klişeler, “bugünün gerçeklerini” gözlerden saklar.

Zaten temel amaç ta budur.

Halkın iradesine hiç aldırmayan bir “devlet sultasının” gözlerden saklanmasıdır asıl istenen.

Klişeler bunun için kullanılır.

Türk medyasında Atatürk ile ilgili “konuşulmaz”, Atatürk’le ilgili olarak ağlanır.

Bu anlayış, yaşadığımız bütün “olumsuzlukların” Atatürk’ün “eksikliğine” bağlanmasını sağlamak içindir.

Onlara göre, bugünkü sistemde, devlet sultasında, tek parti rejiminin sürdürülme çabalarında, ordunun “muhtıra” verme özgürlüğünde, darbe planlarında, 12 Eylül Anayasası’nda, Kürtlerin ikinci sınıf vatandaşlar haline getirilmesinde, dindarların inanç özgürlüğünün engellenmesinde, Alevilerin haklarının gasp edilmesinde, insanların özgür fikirlere sahip olmasının yasaklanmasında, eğitim sisteminde, tarihi gerçeklerin gizlenmesinde bir sorun yoktur.

Sorun bugün Atatürk’ün olmamasındadır. Atatürk yaşasa ya da Atatürk’ün yetmiş yıl önce yaptıklarını yapsak sorunlarımız olmayacaktır.

İnsanlarının zihinlerine yerleştirilmek istenen düşünce budur.

Ve bu yalandır.

Sadece Neşe Düzel’in Cemil Koçak’la yaptığı konuşmayı okumak bile bunu anlamaya yeter.

Bizim bugün yaşadığımız birçok sorun Atatürk’ten önce de vardı, Atatürk döneminde de vardı, Atatürk’ten sonra da vardı.

Bu sorunları çözmek için Atatürk’ten kopya çekmeye çalışmak sorunları çözmeye yetmez.

En basitinden Kürt meselesinin Atatürk’ün yöntemleriyle nasıl çözüleceğini biri bana anlatsın, Atatürk Kürt meselesini çözdüyse biz bugün niye hala bu mesele ile uğraşıyoruz?

Çünkü çözemedi.

Bir isyanı bastırmak liderlerini asmak “toplumsal” bir sorunu, aynı ülkenin vatandaşları arasındaki eşitsizliği çözmeye yetmiyor, sadece bir isyanı bir süreliğine bastırmış oluyorsunuz, daha sonra o mesele yeniden gündeme geliyor.

Tarihi bir liderin tecrübelerinden yararlanmak için sürekli olarak klişelerle onu övmek ve onun için ağlamak yetmez, onun hangi konularda başarılı hangi konularda başarısız olduğunu görmek, başarılarının ve başarısızlıklarının nedenini bulmak gerekir.

Bunu bizim medya yapmaz.

Çünkü medya “çözüm” aramıyor, medya bu düzenin devamını sağlamaya çalışıyor.

Bugünkü düzeni de Atatürk’le özdeşleştirip, düzeni dokunulmaz ve tartışılmaz kılmaya uğraşıyor.

Atatürk için yetmiş yıldır ağlayıp duran bu medya neden Atatürk’ün döneminde imzalanan Lozan antlaşmasıyla hiç ilgilenmez?

Bugün yapılacak her anlaşmaya “ver kurtul” adını takmaya çalışan Babıali’nin Atatürkçüleri neden Musul-Kerkük meselesini merak etmez?

Çünkü onlar aslında Atatürk’le yada onun yaptıklarıyla ilgili değiller, onlar Atatürk’ü “bugünkü gerçekleri” gizlemek için kullanmaya çalışıyorlar.

Her 10 Kasım’da sayfalarca ağlayan bu medya Atatürk’ü seviyor mu gerçekter?

İnsan sevdiği biriyle ilgilenmez mi?

Siz bu gazetelerde Atatürk’ün yaptıklarıyla ilgili kaç ciddi yazı okudunuz?

Atatürk’ün Sovyet ilişkileriyle, Kürt meselesiyle, Hatay sorunuyla, Musul-Kerkük anlaşmazlığıyla ilgili politikaları konusunda kaç araştırmaya rastladınız?

Neden bu konular hiç yansımaz gazete sayfasına?

Atatürk’le bu toplumun ilişkileri sadece “klişelerin” her yıl tekrarlanmasından mı ibaret?

Neden bu medya “klişelerden” bir adım öteye gidemez?

Çünkü klişelerden bir adım ötede “gerçekler” vardır.

Amaç ta o gerçeklerin saklanmasıdır.

Onlar Atatürk’ü sevdikleri için yeryüzündeki hiçbir ciddi gazetede rastlanmayacak türden ağıtlar yakmıyorlar, o ağıtlar, gazetelerin “gerçeklere” duyduğu nefretten kaynaklanıyor.

Atatürk’ü sevmiyorlar, Atatürk’ü kullanıyorlar. Sevseler biraz ilgilenirler.

Ahmet Türk Sert Konuştu
TBMM Genel Kurulu'nda demokratik açılımla ilgili konuşan DTP lideri Ahmet Türk, çok sert ve çarpıcı açıklamalar yaptı...

TBMM'de yapılan "Demokratik Açılım" görüşmesinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, Genel Kurul'a hitap etti.

Bugün ülkemizin en dramatik sorununu konuşuyoruz ve bu konunun Meclis çatısı altında yapılıyor olması çok önemli.

Gelinen nokta yapılan hataların sebebidir.

Terör, Türkiye'nin iç dinamikleri ile çözülebilir ana uluslar arası sistemi de göz ardı etmemek gerekir.

Farkılılıkların inkarı, ülkeyi uluslararası sistemin açık hedefi haline getirir.

Emparyalizmle savaştığını iddia edenler Kürt sorununa bakışını doğru algılayamadıkları için onların değirmenine su taşıdı.

Terörle mücadele adı altında örtülü bir savaş yürütüldü.

Faili mechuller, köy yakmalar, gözaltında kaybolmalar ve infazlar gizlenmeye çalışıldı. Bunları yazmaya çalışan gazeteciler infaz ediildi. Bu cinayetleri işleyenler ellerini kollarını sağlayarak dolaştı.

Psikolojik savaşın tek amacı vardı bölgede yaşanan tüm bu acıların 'Fıratın doğusunda' kalması... Bu da Türkiye'nin doğusunda ve batısında yaşayanların acıları farklı şekilde algılaması sonucunu getirdi.

Türklerin Anadoluya geldiği günden beri sıcak ilişkiler kurduğu Kürt halkı birden yok sayıldı, asimile edildi. Tek etnik kimliğe dayalı ulus yaratma çabası büyük acılara yol açtı.

DERSİM

Munzur suyunun nasıl kana bulandığı bugün hala tartışılıyor. O zamanki katliamcı mantıkla olaya yaklaşanların hala aramızda olması son derece üzüntü vericidir.

Sorun zamanında doğru analiz edilseydi bugün 40 bin ölüden, binlerce faili mechulden, taş attığı için hapse tıkılan çocuklardan bahsetmeyecektik.

PKK, tüm bu hatalı yaklaşımların neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur.

Pek çok kişi de yaşananları görmeyip, Kürtlerin temel taleplerini 'dış ülkelerin dayatması ' deyip asıl sorun göz ardı edilmiştir.

Bu güne kadar Mahmut Esat Bozkurt'tan bugüne Kürtlerin sadece kölelik ve ve susma hakkı olduğunu söyleyenler oldu.

Biraz empati yapalım. Birileri çıksa ve Türkçe yoktur dese, Türkçe konuşmasını yasaklasa ve yok sayılsanız tüyleriniz diken diken olmaz mıydı?

İşte biz yıllardır bu sıkıntılarla yaşıyoruz. Kürtlerin bir tarihinin kültürünün ve dilinin olduğunu kabul etmemiz gerekir ve bu büyük bir erdemdir. Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle binbir çiçekli bahçe yapmak varken diğer bütün çiçekleri yok edip tek bir çiçek vardır' demek

ne derece mantıklıdır.

Bunca hata inkar, baskı ve inkar girişimi sorunun çözümüne bir katkı sundu mu? Hayır.

Bölge halkının sorunları, medya aracılığı ile çarpıtıldı.

Her türlü faşizan yaklaşıma rağmen halkların birlikte yaşama isteği değişmedi.

Sorunun temeli halk değil, devleti ele geçirmeyi başarmış 'İttihatçı mantığı'nın ardıllarıdır.

1940-1980 arasında bölgede siyasi hareket bile yoktu. O dönemde bile devlet yatırımı TÜrkiye ortalamasının kat kat altındaydı.

Demokrasi ekonomisiz, ekonoöi demokrasisiz olmaz. Ekonomik çözüm getirmeyen bir açılım başarılı olamaz. Bölge ekonomisi canlandırılmalıdır.

Bu bir Kürt-Türk çatışması değildir.

Hiç kimse farklı kimlikleri ayrışma ve çatışma sebebi olarak göstermemelidir. İçi boşaltılmış kardeşlik söylemlerinin de bir işe yaramadığını görmemiz gerekir.

Hükümet hedeflerini acilen netleştirmelidir. Meselenin çözümünde samimi olduğunu görmek istiyoruz.

Uluslararası oyunları bozmak için birlik olmamız gerekmektedir. Bu sorunlarımızı biz çözemezsek başkaları gelip aramızı bulamaz. bulmak da istemez.

Bizi bir arada tutmaya yetecek yeterince sebebimiz vardır. Bayrakla sınırlarla bir sorunumuz yoktır. Ülkenin resmi dili Türkçedir ve böyle kalmalıdır. Demokrasinin ülkeye zarar vereceğini söylemek akılcı değildir. Demokrasi etrafında toplanmamız gerekmektedir.

Demokratik açılımı, 'Dış kaynaklı bir dayatma' diyerek, hükümeti küçük görmek istemiyoruz.

Sorunun çözümünün orduya havale edilmemesi ve ölümlerin sürmemesi için destek verdik ancak, hükümetin operasyonların devamı konusundaki ısrarı sürüyor.

Hükümet net durursa silahlar Türkiyenin gündeminden 3 ayda kalkar.

Sorunun çözümü için ortak bir komisyon kuralım.

Kürt sorunun çözen Türkiye'nin önü her platformda açılır. Türkiye'nin demokratikleşmesi Ortadoğu'nun demokrtatikleşmesi demektir.

Çözüm bizim sloganımız değil yaşama sebebimizidr. Sorunun çözümü için koltuklarımızdan değil, canımızdan vazgeçmeye hazırız. Bu kararlılıkla başaracağımızdan eminiz. Hükümeti ve muhalefeti de meseleyi ciddi bir şekilde ele almalarını öneriyoruz.

Bizler bugün varız yarın yokuz ama halklarımız hep varolacaktır. Gelin hep birlikte bu sorunun çözümüne katkıda bulunalım ve gelecek nesillerimiz bizi saygıyla ansın...

Teşekkür ediyorum...

Kurtulmuş: "Parlamentodaki partiler sınıfta kaldı"
20:45 - Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Büyük Anadolu Otel'de düzenlenen partisinin il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada, gündemdeki bazı konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. , TBMM'deki "Demokratik açılım" görüşmelerine ilişkin, "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan bu yana karşı karşıya kaldığı en önemli sorunda maalesef, üslup, siyaset tarzı ve muhteva bakımından parlamentoda grubu bulunan partilerin tamamı sınıfta kalmıştır" dedi. 14.11.2009 ANKARA
netgazete

16 Kasım 2009
Nuray MERT
nuraymert@hurriyet.com.tr
Tarihi savruluş

TARİHİ oturum”un fos çıkması kaçınılmazdı.

Ama, “açılım” paketinden dişe dokunur bir şey çıkmadığı için hükümeti suçlamak, en hafif deyimle “samimiyetsizlik”!

Dişe dokunur bir şey çıkmayan paket veya projeden dolayı bile hükümet partisinin “PKK ile işbirliği” içinde olduğu iddiasının kol gezdiği bir ortamda, paketten ne çıkabilirdi? Hükümeti eleştireceksek, asıl eleştirecek tarafı, Kürt meselesi gibi bir çetrefili kolayca yönetebileceği ve üstesinden gelebileceği zannı ile büyük bir iddiayla işe girişip, işler sarpa sarınca savruluş sarmalına girmesidir.

‘DEVLET’ VURGUSU

Bu savruluşun en iyi ifadesi, “demokratik açılım”ın “Milli Birlik Projesi”ne dönmesidir. Bir adım ötede, olan bitenin “devlet projesi” diye takdim edilmesidir.

Hükümetlerin, anayasal çerçevede, devlet dediğimiz yapının bir parçası olduğu tartışılmaz, ancak bunun ötesinde bir “devlet” vurgusu ne demek istemektedir?

İzaha muhtaç değil mi?

Hükümetin, bunca itham karşısında savunma refleksine teslim olması da anlaşılabilir. Anlaşılabilir de, ilk adımda reflekslere kapanan bir siyasal atılımın mahiyeti ne olabilir? Yok, ben, mevcut hükümetin, her tür tepkiyi göze alıp, bir “devrim konseyi” gibi davranmasını bekleyenlerden değilim. Açık konuşalım, aslında hepimiz siyasi ufkumuz doğrultusunda devrimsel dönüşümlerin mümkün olmasını umarız.

Ancak, “devrim” dediğimiz şeyin aslında, herkesin doğrusunu diğerine zorla dayatma formülü olduğunu, sorun ve maliyetlerini kavradığımız için, demokratik değişim dediğimiz barışçı ve katılımcı formüle ikna oluyoruz.

Formül demokratik değişim olunca, hükümetlerin hareket alanı doğal olarak toplumsal tepkiler ve hukuki çerçeve ile sınırlanır. Ancak bu böyle diye, siyasi inisiyatifin ikide bir savunma refleksine kapanması mazur görülemez. Oysa şimdilerde olan budur.

Nedense, Meclis’te hükümet adına konuşmayı üstlenen Ömer Çelik’in konuşmasının, “bu açıdan” vahameti kimsenin fazla dikkatini çekmiş değil. Belki, Meclis’teki itiş, kakış havası içinde karambole geldi. Ama Çelik’in konuşmasının başında, CHP ve MHP’nin ithamlarını, güya tersyüz etmek için, Kürt açılımını boşa çıkarmak için bazı ülke istihbaratlarının nasıl çalıştığına dikkati çekmesi, yetmezmiş gibi, “Bu açılım olmazsa kimin işine yarar, bunu bir düşünün” gibi bir “Mahir Kaynak dili”ne müracaat etmesini ben çok kaygı verici buldum.

O da yetmedi, bir noktada, sataşmalar sonucu konu Mescid-i Aksa’ya kadar gitti.

Zora gelince, CHP ve MHP muhalefetinin mantık ve dilini benimsemek, onun içinden konuşmak, tıpkı, “devlet projesi” başlığına sığınmak gibi, savunma refleksinin ortama hâkim olması demek. Mescid-i Aksa popülizminden medet ummak da işin cabası.

TUZAĞA DÜŞMEDİ

Bu böyle olmak zorunda değil, nitekim, benim izleyebildiğim TV tartışmalarında Hüseyin Çelik’in bu tuzağa düşmediğine şahit oldum.

Ama belli ki mesele şahsi değil, hükümet partisi, demokratik bir açılım için bırakın paketi, projeyi, istikrarlı bir dil kurmuş değil.

(..)

Hürriyet

Serdar Akinan
Anayasa: Türk olmayan Kürt var

DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, dün Radikal İki’de yayınlanan yazısında çok önemli şeyler söylüyor.
Yazının özü şu: Aysel Tuğluk, AKP tarafından gündeme taşınan “Kürt açılımı”nın esas itibarıyla devlet sathında “bir makyaj değişikliği”nden ibaret olduğunu savunuyor.
Bizlere “derin devlet” olarak sunulan “birileri”nin her daim yanıbaşımızda durduğunu; korku/algımızı inşa edenin “yok yer”lere saklı umacılar olduğunu; aslında “egemen”in atanan veya seçilen memurlardan oluştuğunu ve Ergenekon soruşturmasının da görev değişimi sancısı olduğunu anlatıyor.
Aysel Tuğluk’un yazısında çok önemli gördüğüm bir cümle var:
“Yukarıda sözünü ettiğimiz ‘derin’ ‘vitrin’ tekniği sayesinde İsrail ile anlaşmalar N.Erbakan’a imzalatılıyor. Alevi açılımı AKP’ye yaptırılıyor. Ve bir gün eğer ‘Kürt açılımı’ olacaksa, bunu da CHP’ye yaptıracaklarını tahmin etmek zor olmasa gerek.”
86 yıldır süren “olağanüstü hal” uygulamasının Kürtler açısından devam ettiğini ifade ederek, “Habur görüntüleri” nden duyulan rahatsızlığa karşı tepkisini çok net ve açık ortaya koyuyor:
-Nasıl sevineceğimizi nasıl ve ne kadar ifade edeceğimize siz mi karar vereceksiniz? Maalesef bayanlar ve baylar bildiğimiz gibi “eğleneceğiz!”
Başbakan Erdoğan’ın, “Her şeyin sil baştan olduğu” ifadesini ise çok farklı bir perspektifle okuyor, “Sil baştan olan şey, barış umudu değil. Kürtlerin çeyrek asır sonra dağlarda yeniden her şeye yeniden başlamak zorunda bırakılmasıdır.”
İktidarın, kısa bir süre sonra, DTP açısından sıkıntı yaratabilecek “açılım” adımları atacak olmasını ise bakın tek bir soruluk hamleyle nasıl iptal ediyor?
“TC Anayasası’na göre Türk olmayan Kürtler var mıdır yok mudur? Bu sorunun cevabı dışındaki her şey bilinmeli ki Diyarbakır’dan döner!”
İlk günden beri, AKP tarafından pişirilen ve gündeme sokulan “Kürt açılımı”na karşı oldum. Karşı oluşumun temel gerekçesi tam bir toplumsal mutabakat olmaksızın böylesi bir devrimin yapılmasının imkansız olduğu ve bu sürecin ülkeyi daha da ayrıştıracağı korkusuydu.
Meclis’te önceki izlediğimiz “tiyatro” bu korkumun gerekçelerini ortaya koydu.
AKP kadrolarının, bu açılım süreciyle hedeflediği birkaç şey var.
Öncelikli olarak “milli birlik projesi”nden çok bölgede DTP oylarını eritmeyi hedefleyen bir proje bu. Ardından da bölgenin konjonktürel ihtiyaçlarının gerektirdiği, küresel güçlerin talebi düzenlemeleri sağlamak.
Oysa DTP ve temsil ettiği azımsanamaz kitle ve o kitlenin arkasında sessizce duran yığınlar bu süreci tam da Tuğluk’un çerçevesini çizdiği yerden okuyor ve okuyacaktır.
Bu proje bırakın “milli birlik” olma yoluna bir taş döşesin aslında bir çok şeye taş koyuyor.
Öncelikle de kardeşliğe...

Akşam

Serdar Akinan
Anayasa: Türk olmayan Kürt var

DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, dün Radikal İki’de yayınlanan yazısında çok önemli şeyler söylüyor.
Yazının özü şu: Aysel Tuğluk, AKP tarafından gündeme taşınan “Kürt açılımı”nın esas itibarıyla devlet sathında “bir makyaj değişikliği”nden ibaret olduğunu savunuyor.
Bizlere “derin devlet” olarak sunulan “birileri”nin her daim yanıbaşımızda durduğunu; korku/algımızı inşa edenin “yok yer”lere saklı umacılar olduğunu; aslında “egemen”in atanan veya seçilen memurlardan oluştuğunu ve Ergenekon soruşturmasının da görev değişimi sancısı olduğunu anlatıyor.
Aysel Tuğluk’un yazısında çok önemli gördüğüm bir cümle var:
“Yukarıda sözünü ettiğimiz ‘derin’ ‘vitrin’ tekniği sayesinde İsrail ile anlaşmalar N.Erbakan’a imzalatılıyor. Alevi açılımı AKP’ye yaptırılıyor. Ve bir gün eğer ‘Kürt açılımı’ olacaksa, bunu da CHP’ye yaptıracaklarını tahmin etmek zor olmasa gerek.”
86 yıldır süren “olağanüstü hal” uygulamasının Kürtler açısından devam ettiğini ifade ederek, “Habur görüntüleri” nden duyulan rahatsızlığa karşı tepkisini çok net ve açık ortaya koyuyor:
-Nasıl sevineceğimizi nasıl ve ne kadar ifade edeceğimize siz mi karar vereceksiniz? Maalesef bayanlar ve baylar bildiğimiz gibi “eğleneceğiz!”
Başbakan Erdoğan’ın, “Her şeyin sil baştan olduğu” ifadesini ise çok farklı bir perspektifle okuyor, “Sil baştan olan şey, barış umudu değil. Kürtlerin çeyrek asır sonra dağlarda yeniden her şeye yeniden başlamak zorunda bırakılmasıdır.”
İktidarın, kısa bir süre sonra, DTP açısından sıkıntı yaratabilecek “açılım” adımları atacak olmasını ise bakın tek bir soruluk hamleyle nasıl iptal ediyor?
“TC Anayasası’na göre Türk olmayan Kürtler var mıdır yok mudur? Bu sorunun cevabı dışındaki her şey bilinmeli ki Diyarbakır’dan döner!”
İlk günden beri, AKP tarafından pişirilen ve gündeme sokulan “Kürt açılımı”na karşı oldum. Karşı oluşumun temel gerekçesi tam bir toplumsal mutabakat olmaksızın böylesi bir devrimin yapılmasının imkansız olduğu ve bu sürecin ülkeyi daha da ayrıştıracağı korkusuydu.
Meclis’te önceki izlediğimiz “tiyatro” bu korkumun gerekçelerini ortaya koydu.
AKP kadrolarının, bu açılım süreciyle hedeflediği birkaç şey var.
Öncelikli olarak “milli birlik projesi”nden çok bölgede DTP oylarını eritmeyi hedefleyen bir proje bu. Ardından da bölgenin konjonktürel ihtiyaçlarının gerektirdiği, küresel güçlerin talebi düzenlemeleri sağlamak.
Oysa DTP ve temsil ettiği azımsanamaz kitle ve o kitlenin arkasında sessizce duran yığınlar bu süreci tam da Tuğluk’un çerçevesini çizdiği yerden okuyor ve okuyacaktır.
Bu proje bırakın “milli birlik” olma yoluna bir taş döşesin aslında bir çok şeye taş koyuyor.
Öncelikle de kardeşliğe...

Akşam



DTP konvoyundaki araçların camları kırıldı, konvoya ateş açıldı.

Yukarıdaki videoda izleyeceğiniz görüntüler İzmir’de çekildi.
Amatör bir kamera olayları kaydetti.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün İzmir ziyareti sırasında DTP konvoyuna provokatif bir saldırı oldu.
DTP konvoyundaki araçların camları kırıldı, konvoya ateş açıldı.
Konvoydaki araçlar ise buna karşılık protestocuların üzerlerine arabayı sürdüler.
Olaylar saatlerce sürdü.
Birçok kişi yaralandı, onlarca araç zarar gördü.
Bu korkunç görüntüler Türkiye’nin geldiği noktayı gösteriyor.
Kürt Açılımı’na başlarken amaç toplumsal çatışmayı durdurmak, küskünlüğü bitirmekti.
Sonuçta süreç o kadar kötü yönetildi ki aksine insanları birbirine yabancılaştırdı. Bugüne kadar yaşanamamış şekilde yurttaşları birbiri ile boğazlaşacak noktaya getirdi. İnsanlar tanımadıkları halde birbirlerinin canına kastediyor.
Oysa çok uzak değil bundan 2 yıl önce 19 Temmuz 2007 tarihinde DTP İzmir’de miting yapmış, radikal sloganlara rağmen miting olaysız geçmişti.
2 yıl sonra Kürt Açılımı’nın ardından gelinen noktada sokak çatışmaları yaşanıyor.
Bir garip durum daha…
MHP yöneticilerinin “evlerinize dağılın” açıklamalarına rağmen bozkurt işareti yapan topluluk olayları başlatıyor. Emniyet 1 Mayıs’da göstericileri dağıtırken gösterdiği çabayı olay boyunca göstermiyor. Birileri İzmir’de saatlerce bu görüntülerin yaşanmasına izin veriyor. Kameralar ise yaşananları çekiyor ve dünyaya duyuruyor.
Kısacası birilerinin Kürt-Türk çatışması yaşanmasından beklentilerinin olduğu açıkça gözleniyor. Birileri de bu çatışmaya izin veriyor.
Kürt Açılımı sonunda geldiğimiz nokta bu…

Odatv.com
23 Kasım 2009


En son Ekim tarafından Sal Mar 09, 2010 11:48 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ksm 25, 2009 12:08 am    Mesaj konusu: Murat Karayılan, Kandil'de Türkiye gazetesine konuştu Alıntıyla Cevap Gönder

14 Aralık 2009
Ahmet Türk'ten İstifa Açıklaması
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma kararı verilen DTP'nin Genel Başkanı Ahmet Türk, günlerdir merakla beklenen kararı açıkladı..

Kapatılan DTP'nin Genel Başkanı Ahmet Türk istifa dilekçelerini en kısa süre içinde Meclis Başkanlığı'na vereceklerini açıkladı.

Ahmet Türk: Biz daha önce aldığımız kararı sivil toplum kuruluşları ile görüşerek açıklıyoruz. En kısa süre içinde dilekçeleri Meclis Başkanlığı'na vereceğiz.

Bugün bazı formüller ortaya konuluyor 19+1 peki 21'in olduğu dönemde demokratik siyasetin önünü kapatmak isteyenler yarın nasıl davranacak. Onu ortadan kaldırmak için ne yapacak. Gerçekten ısrarlıyız, demokratik siyasetin önünü açmak için çalıştık.

İnançlarımızdan düşüncelerimizden taviz vermemiz istendi. Biz bu nedenle bugün barış demokrasi mücadelemizin anlaşılmadığını bugünden sonra da anlaşılmayacağı kararına vardık. Dilekçelerimizi vereceğiz. Hepimize önemli görevler düşüyor.
aktifhaber


CELAL GÜZELSES TC AJANI MIYDI?

Bir Diyarbakırlı anlatıyor

25.11.2009 16:52

Diyarbakır merkezli dört devlet kuran Türk(men) ler, Atlantis uygarlığı gibi yok mu oldu?

İsmi bir etnik kimlikle bu kadar özdeşleştirilen bir başka şehir yoktur herhalde. Kürt kimliği neredeyse Diyarbakır ile birlikte anılır oldu. Bu ülkenin her karışının zaten asli paydaşı olan Kürtlere, özel bir 'başkent' arayışında Diyarbakır kilit isim haline getirildi. Peki serinkanlı düşünürsek Diyarbakır ne kadar Kürt?

Diyarbakır kimliğinin en etkin motiflerinden birinin Kürtler olduğu kesin. Ama Diyarbakır demek sadece Kürtler mi demek? Hadi bırakın bazılarının her duyduğunda irkildiği Türk(men)leri ve Türk(men) kültürünü daha bir yüzyıl öncesine kadar kent merkezinde çoğunlukta olan Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve dahi Rumlara haksızlık yaptığınızı düşünmüyor musunuz? Yoksa; “İttihattçı Türkler gayrimüslim unsurları yurtlarından sürdü biz de tarihlerine, hatıralarına gecekondu kurup hayali bir başkent üretelim” mi diyorsunuz? Peki o ağızlarınıza pelesenk ettiğiniz AMED kelimesinin kökeni olan Asurice ve Asurilere'de haksızlık ettiğinizi düşünmüyor musunuz? Diyarbakır’dan Van’a kadar olan bölgeyi kadim Ermeni yurdu olarak nitelendiren Yunanlı tarihçi Heredot, sizce ajan mıydı itirafçı mı?

İNKARCI DEVLET VE TOPLULUK: ASURLULAR!!!
Mezopotamya tarihinde en derin izleri bırakan medeniyletlerinden biri Asurlulardır. Yüzyıllar aşan hükümranlıkları ile muazzam bir medeniyet kurmuşlardır. Tarihin bilinmeyeni en fazla olan ve günümüz iki çömlek parçası dahi bırakmayan Med’lerin aksine Asurlular yazılı kültürleri ile de üstün bir medeniyetin tüm özelliklerine sahiptirler. Asurlular’a ait yazılı belgelere hala ulaşmak mümkün. Dünyanın saygın üniversilerinde çalışmalara konu olan bu yazılı belgelerin neden hiç birinde Kürtler geçmiyor hiç merak ettiniz mi? Yoksa Asurlular’da inkarcılığı bir devlet politikası olarak mı benimsemişlerdi.

11. YY’Dan BERİ BÖLGEDE ÇOĞUNLUK OLAN TÜRKMENLERE NE OLDU?
Ya Diyarbakır tarihi ile ilgili elinize attığınız her kaynakta karşılacağınız; Bozulus, Karaulus, Akkoyun, Artuklu, İnallu, Bayındır vb. yüzlerce Türkmen boy, oymak ve aşiret isimlerini Diyarbakır tarihinin neresinde konumlandırıyorsunuz. Türk (men); Bursa’ya, İzmir’e, Bolu’ya gelmeden en az 200 yıl önce Halep, Samarra, Kerkük, Kermanşah, Diyarbakır ve Mardin’e geldi. Yoksa Ziyaret Dağı'ndan Karacadağ'a oradan Kırklar dağına isim vere vere Diyarbakır'a yerleşen Türk(men) ler sizce Atlantis uygarlığı gibi bir an da yok olup gitti mi? Bakın onlar hiçbir yere gitmedi. Onlar hala Diyarbakır kuçelerinde dolaşıyorlar. Kim bilir köşedeki cigerci Bedo, terzi Bozan, kunduracı Meheme hatta ve hatta sizin ailenizde onlardan emin olun çokça var. Sadece öfkeniz ve demogoji konforu kendi gerçeğinize eğilmenizi engelliyor.

Bu bölgenin en az 1000 yıllık tarihinde TC 'nin bir yüzyıllık bile serüveni yok. Diyarbakırlı Hindi aşiretine (Diyarbekirlilerin çok iyi bildiği ziyaret/yatır da gömülü Hindi Baba aslında dini bir şahsiyet değil Akkoyunlu devlet adamıdır) mensup Türkmenlerin kurduğu Akkyounlu devleti Diyarbakır’ı başkent yapıp 300 boyunca Orta Doğu’ya hükmetti. TC'ye kızabilirsiniz ama bu sizi tarih körlüğüne sürüklememeli. Kendinizi İzmirli, Bursalı, Rizeli ile karşılaştırıp bak işte biz farklıyız limanına da sığınmayın. Bir Diyarbakırlı eğer karşılaştırma yapacak ise Ziya Gökalp'in dediği gibi Telaferli ile Kermanşahlı ile hele hele bir dönem Diyarbakır'dan giden hemşehrilerimizin kurduğu Tebriz ile kıyaslamalı. Halayı mı farklı, yemeği mi. Asla değil. Bir Diyarbakırlı Türk ve Kürd'ün Kerküklü Türk ve Kürt arasındaki farkı bir Bursalı ile Kastamonulu arasındaki farktan daha azdır.

CELAL GÜZELSES YOKSA TC AJANI MIYDI?
Diyarbakır'ı karış karış gezip türkülerini derleyen Celal Beg’in (Güzelses) o türkülerdeki dilini iyice irdeleyin. Tanımlama, lakaplar, dualar, beddualarda bazı kesimlerin o pek de hazzetmediği Türk(men)cenin sağlam izlerini göreceksiniz.

Bir yazarın dediği gibi özellikle son yüzyılda Batılılar'ın üzerinde en çok araştırma yaptığı topluluk olan Kürtlere bu ilgiyi sadece bilimsel merak ve insani duyarlılıkla açıklayabilir miyiz? Bu içinden geldiği topluma ve tarihe yabancılaşma Bölgedeki bazı kesimler için hırs haline geldi. Türk kelimesine bu kadar önyargı ve düşmanlık yüklemeyi anlamak mümkün değil. Bu hastalık, Kürt kelimesinden ürken Türkler ile aynı karaktere sahip.

Önce Türk ve Kürt kimliğine yönelik duygularımızı bir anlık pasifize ederek, daha doğrusu nefes alarak düşünelim. Türkiye’deki avşarları, yörükleri bile ayrı millet gösteren emperyalist ruhlu yabancı araştırmaları bir kenara bırakıp Osmanlı Tahrir defterlerine bakalım.

Osmanlı İmparatorluğu Türkmen kökenli olmasına rağmen Türkmen kavramı ile hep sorunlu, kavgalı idi. Kimbilir geçmişteki örneklerine bakıp belki bir Türk devletini diğer bir Türk oluşumu yıkar geleneğinden korkuyorlardı. Yani Osmanlı kayıt defterleri ulaşabileceğiniz en objektif hatta Türkmenler aleyhine ciddi kaynaktır. Bu kayıtlar aynı zamanda gelir (vergi) anlamına geldiği için çok da sağlıklıdır. İşte o kaynaklarda Diyarbakır’daki aşiret ad ve yerleşimlerine dikkat edin. Aşiretlerin çoğu Türkman, Yörükan, Ekrad Yörükanı, Ekrad Türkmanı olarak tasnif ediliyor. Bugün hala varlıklarını büyük ölçüde sürdüren bu aşiretlerin tamamı Kürtçe konuşuyor. Bu gerçek; ” Güneydoğu’da özellikle de Diyarbakır’da pür ve steril bir ırk tanımı üzerine hesap yapmayın yanılırsınız” anlamına geliyor. Aynı şey ırk üzerinden Türklük vurgusu yapanlar için de geçerli. Emperyalist gaza gelip sakın ola ki saf Türk saf Kürt gibi sorunlu kavramlar ile toplumsal kırılmaya bir dinamit de siz koymayın.

AJAN LİSTESİNİN BAŞINDA HEREDOT
Bu yazıyı kaleme alan Diyarbakırlıyı biliyorum demogojiden beslenen bazı kesimler ajan, işbirlikçi, teslimiyetçi vb ifadeler ile suçlayacaklar. Ben de onların elini güçlendirmek için ezberden gitmeyerek aynı suçu işleyen bir grup ajanın isim listesini veriyorum; Yunanlı tarihçi Heredot, Şerefname’nin yazarı büyük Kürt alimi Şerefhan, İranlı tarihçi Ebubekir Tıhrani, Diyarbakırlı halk ozanı Nesimi, Celal Güzelses, Cahit Sıtkı, Süleyman Nazif vb.

Koray Elbeyli
Odatv.com


24 Kasım 2009 11:47
'PKK'lıların Gitmesini Engellerim'
PKK'nın 1 numarası Murat Karayılan, Kandil'de Türkiye gazetesine konuştu. İşte o röportaj ve ilginç notlar ve fotoğraflar...

Türkiye gazetesinden Osman Sağırlı'nın Karayılan'la yaptığı röportajın 2. bölümü...

GİTMEK İSTEYENİ ENGELLERİM!
Murat Karayılan, “Örgüt içinde bazı unsurlar, Türkiye’ye gitmek isterse engel olur musunuz?” şeklindeki soruma “Hiçbir Kürt’ün gitmesinden yana değilim. Buna karşı çıkarım. Kürtler şimdiye kadar hep kandırıldı. Artık kandırılmayacağız” diye cevap verdi.


Devlet DTP’yi muhatap olarak kabul etse ben de “DTP bizi temsil yetkisine sahiptir” derim. Ama öyle bir durum yok ki. DTP muhatap alınacak güçlerden biridir.

Habur’daki karşılama töreni planlı değildi. Doğal gidildi, doğal bir karşılama oldu. O kıyafetle gitmelerinde yanlışlık yapılmadı.

Karşılamaya sonra ‘şov’, ‘provokasyon’ denildi. İş âdeta ters yüz edildi. Öyle olmasaydı
belki de yeni gruplar gelecekti.

‘Avrupa ve Amerika bankalarındaki paralarına el koyduk’ deniliyor, bizim bir liramız bile yok. Neyine el koyuyorlar.


Çözüm sürecinde kendilerinin taşın altına ellerini koymak istediklerini söyleyen PKK’nın bir numaralı ismi Murat Karayılan, Türkiye’de siyasetçilerin detaylara takılıp kaldığını, geri dönenleri kıyafetlerindan dolayı “Teslim almaya geliyorlar” şeklinde eleştirme yanlışına düştüklerini kaydetti. Karayılan, “Biz o insanları barış için gönderdik. Bu kıyafetler Kürtlerin geleneksel kıyafetlerindendir. Zamanla değişikliğe uğramış ve askerî kıyafet olarak anılmaya başlamıştır. Ama bizim amacımız barışa katkıda bulunmaktı. Kendiliğinden gelişen olayları doğru okumak gerekir” diye konuştu. DTP’nin PKK adına karar alabileceğini ancak bunu yaparken ya Kandil’i ya da Avrupa temsilcisi Zübeyr Aydar’ın vereceği talimatları dikkate alması gerektiğini vurgulayan Karayılan ile gönderilmesi muhtemel gruplar, hükümet ve muhalefet ile ilgili görüşlerini konuştuk. işte o sorular ve Karayılan’ın ağzından cevaplar;


KIYAFETLER PROPAGANDA DEĞİLDİ

- Üzerinizdeki kıyafet askerî üniforma değil mi? Bu bile barışın önünde engel olarak gösterilemez mi?

Aslında bu Kürtlerin geleneksel kıyafeti. Fakat zamanla değişikliğe uğrayarak askerî kıyafete dönüştüğü doğru. Dağda olduğumuz için bu kıyafetleri giyiyoruz.

- Kandil’den Türkiye’ye giden 8 kişinin üzerinizdeki elbiselerin aynısını giymesi doğru muydu?

Bu kıyafetle Türkiye’ye gitmelerinin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Türkiye toplumu siyasetçilerden daha anlayışlı. Tepki gösteren MHP ve CHP idi. İki gün sonra Başbakan da çark etti ve olup bitenleri “şov” diye niteledi.

- Gidenlerin ifadeleri hep aynıydı. Siz bu göndermeleri planlı mı yaptınız?

Kesinlikle o eylemde planlılık yoktur. Doğal gidilmiş ve doğal bir karşılanma olmuştur.

- 86 yıllık Cumhuriyet tarihinde AK Parti hükümeti bir ilki gerçekleştirmedi mi?

Bir ilk olabilir ama öz aynı. Gelinen aşamada artık Türkiye’nin kendisini yeniden düzenlemesi gerekiyor. Bunun mesajını hem Kürt halkı hem de bölgedeki konjonktürel durum veriyor. Bunu Türkiye halkı da fark etti. Başbakan yeni şeyler söylüyor olabilir ama gelişmeler de yeni. Köklü bir sorun var. Üstelik 86 yıldır kanayan bir yara var. Bunun iyileşmesi gerekiyor. Dolayısıyla sorumluların artık yapıcı ve çözücü tarzda konuşmaları şart. İnanıyorum ki, şu anda bağırıp çağıran muhalefet; eğer iktidarda olsaydı bunlar bugün savunduklarının aksini dillendireceklerdi. Biz hükümetin, konuşmalarını görmüyor değiliz. Fakat sadece sözle olmaz. Daha ciddi bir yaklaşıma ve pratik adımlara ihtiyaç var.

-Kanayan yara var diyerek empati yapılmasını istiyorsunuz ama sanki siz yapmıyorsunuz!

Fazlasıyla yaptığımızı düşünüyoruz. Karşı tarafın halkına doğrular anlatılmıyor. Tek yönlü bir pompalama yapıldığından dengesizlik oluşmuştur. Bana olup bitenler doğal geliyor. 17.500 faili meçhul terör değil mi? Toplumsal makaslar çok açılmış ve algılar farklılaşmış. Kürt toplumunda sevinç vesilesi olan bir durum, diğer tarafta tepkiyle karşılanıyor.

- “Silahların çare olmadığını, Kürt sorununun çözüm yolunun demokratik yollarla aşılabileceğini savunurken, ‘gerilla Türkiye’nin gerçeğidir ve o üniformalarla gitmesi normal’ diyorsunuz. Mademki silahlar çare değil, neden silah bırak mıyorsunuz? Barıştan ve siyasal çözümden kastınız nedir?

Birinci talebimiz silahların susması. Operasyon da eylem de olmasın. Yeter artık. Anaların gözyaşları ancak böyle diner.

İkincisi; bu sorunun çözümü için ister alt ister üst düzeyde olsun insanlar bir araya gelmeli ve bunu tartışmalı. Bu gerilla dağdan nasıl inebilir? Kürtlerin kimlik hakları ne şekilde tanınabilir? Bizimle görüşmeleri gerekmiyor. DTP var. Devlet hiçbir zaman DTP’yi muhatap olarak kabul etmedi.

- Açılımın tartışıldığı günden bu yana DTP’liler hiç buraya gelip sizle görüşmedi mi?

Hayır. Bu insanlar zaten olup bitenden çok ürküyor. Bu yüzden semtimize hiç uğramazlar.

- Gelip gitmiyorlarsa, aracı olamazlar. Yeterli inisiyatif sahibi olamazlar?

Bizlerle görüşmelerine gerek yok. Avrupa’daki temsilcimiz Zübeyir Aydar’dır. Daha önce milletvekiliydi. DTP’liler gidip Aydar ile görüşebilir. Devlet DTP’ye biraz inisiyatif tanısa temsilcileri buraya gelir bizimle de görüşür. DTP’den birileri buraya gelirse, hemen tutuklanır. Ya da partileri kapatılır.

- 8 askerin teslim edilmesi sırasında Kandil’e gelip görüşmeler yaptılar ama...

Askerlerin alınması sırasında geldikleri için haklarında dava açıldı. Eğer DTP’ye devlet bir rol biçse önemli gelişmeler yaşanabilir.

- DTP bizi temsil yetkisine sahiptir diyor musunuz?

Hayır, tam olarak öyle demiyorum. Karşı taraf, DTP’ye öyle bir misyon biçse, ben de “DTP bizi temsil yetkisine sahiptir” derim. Ama öyle bir durum yok ki. Şunu söylüyorum: DTP bu süreçte önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca bu muhatap alınacak güçlerden biridir. Devlet DTP’yi muhatap alırsa, bu muhataplığı biz de kabul ederiz. Tabii karar verilirken, DTP’nin bizimle diyalog kurması gerekir.

- Mahkemede bir sanık avukata kendini temsil etmesi için noter kanalıyla tam yetki verir. Siz ‘işinize gelen yerde temsil edebilir’ diyorsunuz. Ara sıra da müdahale ediyorsunuz. Açıkça soruyorum: DTP sizin temsilciniz mi?

Dediğim gibi bizimle müzakere etmek şartıyla burada bir misyon üstlenebilir.

RADİKAL DEĞİLİM ÇÖZÜM TEHLİKEDE

- Yapılanları, atılan adımları tek yönlü olarak küçümsüyorsunuz sanki.

Bir şey yok ki küçümseyelim. Pratik olarak ne yaptılar? Sadece birkaç iyileştirici adım...

-Örgüt silah bıraksa, çözüm barışla halledildikten sonra tekrar şiddet ortamına dönüş olur mu?

Niye ana dilde eğitim alanında yasal bir düzenleme yapılacağı hususu gündeme getirilmiyor? Ana dilde eğitim hakkı bu çözüm perspektifinde yok.

- Tepki için aceleci değil misiniz? 30 yıllık sorunun bir anda çözülmesi mümkün mü? Radikal söylemlerle süreci baltalamış olmuyor musunuz?

Radikal konuşmuyorum. Çözüm kapılarının tümden kapandığını söylemiyorum. Fakat, bu yaklaşımla sorunun çözülmeyeceğini ifade ediyorum. AK Parti’nin kulağa hoş gelen sözleri sorunun çözümünü sağlamaz. Hatta, bu böyle devam ederse tehlikeli bir hâl alabilir.

Sayın Başbakan tarihe geçebilir

Türkiye şunu bilmeli. Kürt halkı vardır ve Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Çözüme açık olduğumuzu söylüyoruz. Bu da diyalogdan geçer.

Tehlikeli bir hal almaması için atılması gereken adımlar neler? Örgüt olarak siz bu konuda bir takvim verebiliyor musunuz?

Bir kere operasyonların durması konusunda başbakanın ve AKP yetkililerinin net tavır ortaya koyması gerekiyor. Aksi halde tehlikeli durumlar gelişebilir. Bu karşı tarafa samimi bir öneridir. Söylenenler yapılmaz ve yarım bırakılırsa, çözüme karşı olanlar atak yapabilir. Ben bu işin basit ve kolay olduğunu, bir çırpıda Başbakanın bunu halledebileceğini söylemiyorum. Bu ciddi bir mesele. Başbakan Erdoğan bu işi çözerse, tarihe geçer. Ama riskler de var. Sorunu çözmek için mangal gibi bir yüreğe sahip olmak gerekiyor. Başbakan, bu mevcut tavrıyla sorunu çözemez. Çözemediği gibi altında da kalabilir. Çünkü farklı yaklaşımları dayatanlar olabilir. Onun için madem bir adım attı gerisi de gelmeli. Sorun riskli. Özal’ın başına gelenler biliniyor. Öyle basit değil.

- Bu bir tehdit mi?

Hayır, değil. Tehdit gibi algılanıyorsa, sözlerimi geri alıyorum. Başbakan’ın yükü çok ağır. Büyük devrimleri büyük adamlar yapabilir. Başbakan’da bunu görüyorum.

-Başbakan’ın yükünü hafifletmek istiyor musunuz?

Samimi adımları gördüğümüz anda üzerimize düşeni yaparız.

- Samimi değilse, niye öyle bir riskin altına girsin? Diğerleri gibi olayın üstünü örtüp yoluna devam edemez miydi?

Sayın Başbakan macera aramıyor. Sorun Türkiye’nin... Sorumlu kişi olarak çözmek zorunda. Sorunu çözmemek kurtuluş değil. Tansu Çiller, Bülent Ecevit neredeler?

- Yeni barış gruplarının gönderilmesi veya gönderilmemesi hususunda aldığınız herhangi bir karar var mı?

Barış gruplarının gönderilmesi hususunda üç grubun hazırlığını yaptırdık. İki grup gitti ancak Avrupa’dan gelecek grubun gelişi durdu. Henüz yeni bir kararımız yok.

- Kapıyı kapattınız mı?

- Devamı nasıl gelsin? Karşı taraf kapıları kapattı. Eğer tıkanma giderilirse; o zaman düşünürüz.


YENİ GRUPLAR GÖNDERECEKTİK

- Öyle planlamıştık ve bitirdik dedikten sonra adımı başkasından beklemek bir samimiyetsizlik değil mi? Yani onları teste mi tabi tuttunuz?

Devletin savcılarının Habur’da gelen gruba yaklaşımı iyi oldu. Eğer böyle devam etseydi bu iyi şeylere yol açabilirdi. Ama sonra ‘şov’, ‘provokasyon’ denildi. İş adetâ ters yüz edildi. Öyle olmasaydı belki de yeni gruplar gelecekti. Bu devletin bir kısmının çözümden yana olduğunu gösteriyor. Eğer çözümden yana olan kesim daha etkili gelirse, çözüm süreci yine gelişebilir. Ama bu kesim etkili olamazsa yeni saldırılar da muhtemel... Operasyonlar artar ve çatışma ortamına tekrar girilebilir.

- Sizin içinizde de çözümsüzlükten yana olanlar var mı?

Kesin yok demiyorum. Ama yönetim olarak çözümden yanayız. Bizde, savaş isteyenler etkili değil.

- Güneydeki (Irak’taki) Kürtler, Kandil’i yayla olarak görüyor. Kürt Federe Hükümeti eski başbakanı Neçirvan Barzani ile yaptığım görüşmede; “umuyorum bir gün silahlar susar, barış sağlanır ve Kandil de güzel bir tatil beldesi olur” dedi. Sizin de böyle bir umudunuz var mı?

Tabii ki umut ediyorum. Ama hayalci de değilim. Türkiye’nin diğer dağları ve güzel yerleri barış, kardeşlik ve birlik mekânı olsun. Ama ne yazık yakın gelecekte bu zor. Ayrıca; bölgede sıkışmış değiliz. Kandil’de de kalmak zorunda değiliz. Gerekirse silahlarımızı alır buradan gideriz.

- Nereye gidersiniz?

Ben sekiz yıl Siirt-Şırnak dağlarında yaşadım. Yine Türkiye’de kalabilirim. Stratejik müttefiklerimden birisi de coğrafyamız!


MAHMUR’DAKİLER GERİ DÖNEMEZ

- Ne olursa veya hangi adımlar olursa örgüt çözüm sürecini hızlandırır ya da yeni gruplar gönderir?

Irak’taki tüm Kürtler bize bağlı değil. Emrimizle hareket etmiyorlar. Mahmur dışında da bazı kamplarda Kürtler yaşıyor. Türkiye’deki korucular ortalık yerde ölüm saçmaya devam ederken Mahmur’dakiler geri dönemez. Çünkü zaten ölüm korkusuyla vatanlarını terk edip geldiler.

- Soruma cevap olmadı.

Biz AK Parti’nin konuyu gündeme getirmesini, Türkiye’nin temel sorunlarını çözme açısından iyi bir girişim olarak görüyoruz. Bunun karşısında; MHP’nin CHP’nin tutumunun ise “aslında öldürme devam etsin. Onur Öymen örneğinde olduğu gibi katliamların hâlâ savunulduğunun” farkındayız. Üstelik bunlar birlik-beraberlik adına yapılıyor. Bu bölücülüktür. Ortada hiçbir şey yokken muhalefet bir bardak suda fırtına koparıyor. Oysa; Türkiye’nin sorunlarını sakin tartışmak gerekir. Çözüm sadece AK Parti’nin görevi değil. Ordu, CHP ve Türkiye’yi seven herkesin görevi. Türkiye şunu bilmeli. Kürt halkı vardır ve Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Çözüme açık olduğumuzu söylüyoruz. Bu da diyalogdan geçer.

KANDİL’DEN İLGİNÇ NOTLAR
* Beğenerek izledikleri dizi: Bu kalp seni unutur mu? (Diyarbakır Cezaevini hatırlatıyormuş)
* Eleştirdikleri dizi: Konusu PKK olan dizilerdeki kişi isimleri (Asla kullanmadıkları terimler varmış. ‘Komutan’ gibi...)
* Örgütte artık telefon ve internet yasak.
* Kandil’de radyo olarak sadece BBC Türkçe dinleniyor.
* “Mağarada yaşıyorlar” denilmesinden hoşlanmıyorlar
* Örgüt içindekilerden bazıları anılarını yazıyor. Kürtçe, Soranice (Öz Kürtçe), Türkçe, Farsça, Arapça kitaplar basılıyor.
* Bazıları film senaryosu yazıyor.
* Örgütün kendi içinde dağıtılan bir de gazetesi mevcut.

Murat Karayılan, “Grup göndererek barış adımı attık. Türkiye de operasyonları durdurmalı” dedi.

UYUŞTURUCU VE İÇKİYE KARŞIYIZ

- Size ve bazı PKK’lılara yönelik ABD Maliye Bakanlığı bir karar aldı. Kararın gerekçelerinde haklılık payı yok mu?

Perde arkasını iyi düşünmek lazım. Bu kararın, sorunun köklü çözümünü engellemek için olduğunu düşünüyorum. Bu, Türkiye’ye iyilik mi yoksa kötülük mü düşünmeliyiz. Öte yandan uyuşturucu kaçakçılığıyla ne ilgimiz olabilir ki. Hareket olarak uyuşturucu ticaretiyle mücadele ediyoruz. İçkiye bile karşıyız. Bir de çıkmış diyorlar ki; Avrupa ve Amerika bankalarındaki paralarına el koyduk. Bizim bir liramız bile yok. Neyine el koyuyorlar. Bu iftiradır. ABD gibi süper gücün neden böyle iftiraya ihtiyaç duyduğunu anlamalıyız!

- Sizce niye böyle bir karar alındı?

İşin içinde başka iş var. Böyle bir kararla Türkiye’ye ‘sakın ha onları muhatap almayın. Bu sorunu sakın kökten çözmeyin’ deniliyor...

- 2003 yılında Musul’da Amerikalılar ile bir temasınız oldu mu?

Evet. Amerikalı yetkililerle temasımız oldu.

- Neler konuşuldu?

O zaman örgüt adına Amerikalılar ile temas kuran kişiler, şu an saflarımızda değil.

AYRILANLARI TEHDİT ETMEDİK Kİ!

- Örgütten ayrılanlar Türkiye’ye dönmek istiyor. İtirazınız var mı?

Onlar bu işin bir tarafı değil. Örgütten ayrılarak Irak’a yerleşen kişiler Türkiye’ye dönmek için gelip bize danışsalar, gitmeyin derim.

- Silah bırakan kişiler örgütü tehdit olarak görüyor. Onlar için tehdit misiniz?

Silah bırakanları öldürmek istesek öldürürüz. Kollarımız uzundur.

- Örgütten ayrılanların çoğu “bana saldırı örgütten gelir” diyor.

Doğru söylemiyorlar. Irak Kürdistan’ında rahat şekilde geziyorlar.

NEDEN EYLEMLERİN MERKEZİ TÜRKİYE?

40 MİLYON KÜRT’ÜN GELECEĞİ Türklere bağlı

Kandil’de karşılaştığımız PKK’lılara yönelttiğim önemli sorular ve verdikleri cevaplar;

-Kürt halkının haklarının verilmediğini bunun mücadelesi için yola çıktığınızı söylüyorsunuz. Kürtler İran’da, Suriye’de ve Irak’ta da var. Üstelik oralarda idam edilen, sürgün edilen Kürtler var. Ama siz eylemlerinizi sadece Türkiye’de yapıyorsunuz. Mademki mücadele ediyorsunuz, eylem yapın demiyorum ama oralarda neden eylemlerinizi göremiyoruz?

Siz Türkiye’nin ne kadar büyük olduğunun farkında değilsiniz. Eğer Türkiye’ye bir kelimeyi kabul ettirebilirsek; bölge ülkeleri istediklerimizi fazlasıyla verir. Türkiye bölgenin anahtar ülkesidir. 40 milyon Kürt’ün geleceği bu ülkenin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlıdır.

HESAPLARIMIZI DENETLESİNLER

-PKK uyuşturucu trafiğini yönlendiriyor deniliyor. Bununla ilgili suçlamalara sadece bu yalan diye cevaplamak yeterli mi?

Bize yönelik olarak sürekli uyuşturucu ve kara paradan kazandığımız söyleniyor. Bu tabii ki yalan. Bakın bizim kazançlarımızla ilgili olarak bütün hesaplarımız açıktır. Kendimiz içimizde bu tip iddiaları araştırmak için kurduğumuz 6 kişilik bir komisyon var. Bu komisyona Türkiye’den de müdahil olmak isteyen uzmanlara açığız. Gelsinler incelesinler istedikleri yerdeki hesaplarımıza bakabilirler

YANDAŞ MEDYA PKK’YI DA KIZDIRDI
AKP'yi koruyalım derken

03.12.2009

Hükümete yakın Türkiye Gazetesi’nden Osman Sağırlı geçtiğimiz günlerde Murat Karayılan ile Kandil’de bir röportaj gerçekleştirdi. Sağırlı’nın röportajının en dikkat çeken yanı; Karayılan’ın pek çok sözünde AKP’yi övmesi, CHP’ye ise sert eleştiriler yapmasıydı. Bunun ötesinde Sağırlı’nın aktardığına göre; Murat Karayılan Habur’da yaşanan karşılamadan rahatsız olduklarını söylemişti. Orada pankart açanların kendileri ile ilgilerinin olmadığını anlatmıştı.
Ancak Karayılan’ın bugün PKK’ya yakın Fırat Haber Ajansı’na yaptığı açıklama, olayın böyle olmadığını, Sağırlı’nın röporajda AKP’ye yönelik eleştirileri sansürlediğini ortaya çıkardı. Karayılan’ın anlattığına göre; Sağırlı gazetecilik etiğine sığmayacak ölçüde bir çarpıtma da yapmıştı. Karayılan, Sağırlı’ya hiçbir zaman Habur’da yaşanan karşılaşmadan rahatsız olduğunu söylemediğini açıkladı. Ancak Sağırlı, Karayılan bu sözleri söylemediği halde röportajı PKK’nın Silopi’deki karşılamadan rahatsız olduğu ve pankart açanların PKK’lı olmadığı şeklinde verdi.

Sağırlı’nın röportajının o bölümü şöyleydi:
“Sağırlı: Habur’da tahrikler vardı. ‘Biji Serok Apo’ diye bağırmanın, pankart açmanın tahrikin anlamı var mıydı?

Karayılan: Eğer böyle yapıldıysa yanlış. Ama pankart açanları araştırdık bizden değiller. Güvenlik güçleri de araştırıyor. Halen kim oldukları açıklanmadı.”

Karayılan ise bugün aksi yönde açıklama yaptı ve şunları söyledi:

“Daha önce sizinle röportaj yapan bir gazetede Silopi’deki pankartlara ilişkin söylemleriniz, barış gruplarının karşılanmasını eleştirdiğiniz şeklinde yansıtıldı, bu haber doğru muydu?

Bu arada o konuda da bir açıklama yapayım. Türkiye basın mensuplarından bazıları yanımıza geldiler. Bunlar içerisinde Türkiye gazetesinin muhabiri Sayın Osman Sagırlı da vardı. Ona da bir röportaj verdik. Her şeyden önce şunu söylemek isterim ki o röportaj 17 Kasım’da yapılmıştı. Henüz İmralı’da gerçekleşen 17 Kasım darbesini, ölüm çukurunu duymamıştık. Ona rağmen biz orada AKP hükümetinin politikalarına ilişkin kaygılarımızı, tutumumuzu ortaya koyduk. Kendisi gazetecidir, biraz yansıtmış, ben bütününe bir şey demiyorum. Daha çok kendine uygun gördüğü yerleri yansıtmış ama bir yerde de çarpıtma yapmıştır. Ben hiçbir zaman Silopi’de, Kızıltepe’de veya Amed’te halkımızın barış gruplarına göstermiş olduğu sevgiyi, o görkemli gösterişi yermedim, yeren her hangi bir söz sarf etmedim. Orada yapılanların hepsi doğruydu. Halkımızın doğal içten gelen, için dışa vurumudur. Ama, kendisi bazıları kahrolsun Türkiye cumhuriyet mi veya kahrolsun Türkler mi gibi bir pankart kaldırmışlar, diye söz etti. Bende eğer böyle bir pankart kaldırıldıysa onu tasvip etmeyiz, dedim. Hatta, DTP kongresinde de bazıları slogan atıp afiş kaldırdılar, kim onları yönlendirdi diye araştırıyoruz, dedim. Ancak o bu kavramları çarpıtmış. Sanki ben oradaki halkımızın slogan atışına, karşılamadaki duruşuna yönelik eleştiriler yapmışım şeklinde yansıtmış. Bu doğru değildir. Bu vesileyle bunu düzeltiyorum. Doğrusu şudur; halkımızın gösterdiği sevgi gösterisi, halkımızın içten gelen doğal tepkisidir. Bu herkese mesaj vermiştir. Bize de Türk devletine de mesaj vermiştir. Ama ne yazık ki Türk devleti bu mesajı tersinden okumuştur. Doğru okumamıştır. Halkımızın barış mesajını bile bir kışkırtma olarak, şov olarak görmüştür.”
Odatv.com

25 Kasım 2009 16:35
Türk: Hükümet Bahane Arıyor
DTP lideri Türk, hükümeti açılımı kapatmak için bahane aramakla suçladı.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, "Hükümet, bu açılımdan vazgeçmesinin bahanelerini aramaktadır" dedi.

Türk, Grup Başkanvekili Gültan Kışanak, Diyarbakır milletvekilleri Hasip Kaplan ve Aysel Tuğluk ile birlikte İzmir'de DTP konvoyuna yapılan saldırıya ilişkin basın toplantısı düzenledi.


Hükümetin söylemlerini "olaydan daha vahim" şeklinde değerlendiren Türk, "Hükümet niçin bunu gündeme getiriyor? DTP'nin kapatılması için psikolojik bir ortam hazırladıkları açık. Sayın Çiçek'in Sayın Çelik'in açıklamalarında bu çok açık bir şekilde gösteriliyor. Bu gerginliği uçlara taşıyarak, DTP ve MHP'ye mal ederek 'istikrarı sağlayan biziz bu ülkede, biz olmazsak bu ülkenin istikrarı daha da bozulur' mesajı vererek, halkı kendilerine mecbur ettiren bir politik oyun var bunun altında. Bu çok açık bir şekilde görülüyor. DTP, bütün bu saldırılara rağmen bugün sanık sandalyesine oturtulmak isteniyor. Bunun çok iyi görülmesi gerekiyor. Bu, Hükümetin açılım politikalarından vazgeçtiğinin ifadesidir. Hükümet, bu açılımdan vazgeçmesinin bahanelerini aramaktadır. Kimi kullanacak? İşte 'DTP, bu açılım politikasına destek vermedi, süreci baltalamaya çalıştı' mesajları vererek aslında bu süreci kapatmak istemektedir. Bugünkü hükümetin açıklamalarına baktığımızda esas mantığın bu olduğunu görüyoruz." diye konuştu.
aktifhaber

27 Kasım 2009 17:00
DTP'li Vekil Kapıdan Çevrildi
Şırnak'ta bulunan DTP Milletvekili Hasip Kaplan, resmi bayramlaşma töreni için gittiği Cizre Tank Taburuna alınmadı.

Bir süre Tank Taburunun kapısında aracı ile bekletilen Kaplan, kapıdaki asker ve astsubaylarla bayramlaşarak ordan ayrıldı. Kaplan, "Ben bu kentin Milletvekiliyim ve porotololünde yer alıyorum. Birlik ve kardeşlik mesajlarının verilmesi gereken bu günlerde karşılaştığımız muameleyi tasvip etmemiz mümkün değildir"diye konuştu.

DTP MİLLETVEKİLİNİ GARNİZONA ALMADILAR

Şırnak'ın İdil ilçesinde sabah Kaymakamlığın resmi bayramlaşma törenine katılan DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, daha sonra Cizre ilçesine giderek burdaki bayramlaşma törenine katılmak istedi. Cizre Kaymakamlığındaki bayramlaşma törenine yetişemeyen DTP'li Kaplan'a, protokolün toplu olarak Garnizon'un bulunduğu Cizre Tank Taburuna geçeceği ve Tank taburuna gelmesi istenildi. DTP'li Hasip Kaplan, aracı ile Tank Taburuna gidince kapıdaki askerler tarafından içeri alınmadı. Kapıdaki görevliler, önce durumu içeriye bildireceklerini daha sonra ise Kaplan'ı başka bir kapıdan içeriye alacaklarını söyleyip Kaplan'ı bekletince, DTP'li milletvekili Hasip Kaplan araçtan inerek kapıdaki görevli askerler ve Astsubaylar ile bayramlaştı. Bir süre bekletilen Kaplan, içeriye alınmayınca durumu protesto ederek Tank Taburundan ayrıldı. Kaplan'ın içeriye alınmaması üzerine DTP'li Belediye başkanı Aydın Budak'ta içeri girmeyerek ordan ayrıldı.

DTP Milletvekili Hasip Kaplan, Garnizona alınmamasını DHA muhabirine değerlendirirken, yaşanan olaya tepki gösterdi. Kaplan, İdil'deki resmi bayramlaşmaya katıldıktan sonra Cizre'deki bayramlaşmaya da katılmak için Cizre'ye gittiğini ifade ederek, "Arkadaşlar, Kaymakamlığın öğretmenevinde yaptığı resmi bayramlaşmanın bittiğini, Garnizona geçileceğini oradanda Cezaevi ve Emniyetin ziyaret edileceğini belirterek, Garzinoza gelmemizi istediler. Garnizon'un bulunduğu Tank Taburuna gidince Milletvekili olduğumu bilmelerine rağmen aracım bekletildi ve 'içeriye soracağız'denilerek bekletildik. Bu esnada araçtan inerek orda bulunan askerlerin bayramını kutladım. Daha sonra sivil bir görevliye, bu kentin Milletvekili olduğunu ve protokolde yer aldığımı belirterek, oradan ayrıldım"dedi.

Kaplan, birlik, beraberlik ve kardeşlik mesajlarının verilmesi gereken bu günlerde kendisine gösterilen muameleyi tasvip etmediğinide belirterek, "Ben bu kentin Milletvekiliyim. Daha önce Şırnak'ta bayramlaşmalara katıldık. Bugünlerde böyle dışlayıcı tavırlar yerine kucaklayıcı tavır ve mesajların verilmesi gerekir. Bende yaşanan durumu protesto edip arkadaşlarım ile ordan ayrıldım ve bayramlaşma ziyaretlerimizi sürdürüyoruz"diye konuştu.
aktifhaber

GÜNEYDOĞUDA YENİ DERİN DEVLETİ KİM ÖRGÜTLÜYOR
Barış Zeren yazdı
25.11.2009 10:49

Merkez ve taraftar basının büyük gürültülerle ilan ettiği Kürt açılımı, gene ölüm uykusuna girmiş durumda; şimdi tasarımcılarının “reanimasyon” hamlelerini bekliyor. Daha en başlarda, en yapay heyecanla topluma duyurulduğu dönemde, bu açılımın Türkler ve Kürtler’e en ufak yarar getiremeyeceğini, vaatlerini gerçekleştirmesinin olanaksızlığını Oda TV’de dile getirmiş; daha sonra, açılımla asıl hedeflenen kesimin Türkiye Kürtleri değil, Barzani Kürtleri olduğunu da eklemiştik. Gelişmeler, öngörüleri doğrular niteliktedir.

Dolayısıyla, herkesin bir muhasebe yaptığı şu evrede, sürecin genel bir tablosunu sunmadan geçmemiz büyük eksiklik olur. Üstelik, bu muhasebelerde yalnızca AKP’nin ve ona bu siyaseti yapma zemini veren kurumların saygınlık kaybı konuşuluyor. Oysa, sürecin taraflarından biri olan Kürt hareketi açısından muhasebesi yapılmış değildir. Cumhuriyetçi kesim Kürt sorununda yeni siyaset arayışlarını ABD ve AKP’ye bıraktığından, bu muhasebeyle zaten ilgili değil; Kürtler’in kendileri ise liberallerin teşvikleriyle zafer sarhoşluğu içinde görünüyor.

Oysa sürecin Kürt hareketi açısından değerlendirilmesi, gidişata ilişkin yeni öngörüler yapmaya da elvermektedir. Dolayısıyla bu muhasebe Kürt hareketinden önce Cumhuriyetçi kesim için gerekli görünüyor. Türk halkının PKK’ya olan öfkesinden istifadeyle büyütülen yeni tehlikeyi anlamak için, soğukkanlı bir değerlendirme çabasına girişmek önem kazanıyor.

Kürt Hareketinde Dönüşüm

Açılım bazı Kürt çevrelerine cesaret vermiş durumda. Bunun başında, DTP liderleri, Kaplan-Türk ikilisi geliyor. Kaplan-Türk siyaseti, AKP tarafından kandırılmış olabilecekleri telaşıyla giderek hırçınlaşsa, Sabancı kokteyllerinde AKP’yi şikayet etse de, Kürt tabanında, AKP’den beklentileri artıracak adımlar atmayı sürdürüyor. Öyle ki, seçimlerde olası bir DTP-AKP ittifakı bile kulislerde konuşulur olmuştur ve uzun süredir yalanlanmış değildir. Öte yanda, liberal kesimin de körüklemesiyle, Türk halkında tepki doğurmaması olanaksız gövde gösterileri düzenlemekten geri durmuyorlar. Üstelik, “eskimiş” Kemalist programı bir yana koyup, bir yanda aşiret ağalarının, öbür yanda tarikatçıların ABD işaretiyle yürüttüğü bir “yeni” programa inanmasını toplumdan isteyecek denli samimiyetten uzaklar.

Kürtler arasında cesaret bulanlar DTP’yle sınırlı değil; kısa süre önce, Kuzey Irak’taki devletimsi yapının lideri Mesut Barzani, bir “Kürt ordusu kurma tasarısını” ABD delegasyonuna açıkladı; demek, gazeteci Seymour Hersh’in dünyaya duyurduğu gibi, İsrail eliyle altyapısı oluşturulan Kürt silahlı güçleri, konvansiyonel savaş aşamasına geçiş arayışındadır. Bu açıklama, 31 Ekim günü, Barzani’nin Tayyip Erdoğan’ı tebrik edip Kürt açılımını “tüm güçleriyle destekleyeceklerini” ilan ettiği bir dönemle örtüşmektedir; Çiller hükümetinde atılan temeller üzerinde inşaatın, AKP döneminde ve Kürt açılımı sloganıyla yeniden başladığına işarettir. Rastlantı olmasa gerek, aynı gün, Ahmet Davutoğlu, bakanlar ve işadamlarını yanına alarak Kuzey Irak’a resmi ziyarette bulunuyor, Kürt oluşumuna desteklerini resmileştiriyordu. ABD çekildikten sonra Araplar’la yaşayacağı etnik gerilimde Barzani’ye güven aşıladığı kesindir.

Özetle, “açılımın” şu ana kadarki gelişimi, Türkiye Kürtleri’nden DTP liderleri ile Kuzey Irak Kürtleri ve Barzani’yi sivriltmiş olup, bu iki kanaldan Türkler ve Araplar’la etnik gerilim sınırları zorlanmaktadır.

Öte yandan, Kandil-İmralı çizgisi açısından durumun çok daha karmaşık olduğunu belirtmek gerekiyor. İlk izlenim, bazı Kürtler’in de paylaştıkları genel kanı, Kandil-İmralı çizgisinin, açılımdan çok kazançlı çıktığı yolundadır. İlk olarak, hükümetin Abdullah Öcalan’ı muhatap alarak görüşmesi, önemli bir dönüm noktası sayılıyor. Buna, PKK’nın Türkiye’de kabul edileceğine ilişkin uluslararası spekülasyonlar ve Öcalan çağrısıyla gelen PKK militanlarının Habur kapısında karşılanması töreni de eklenince, bu izlenimin inandırıcılığı iyice artıyor.

Bununla birlikte, bu genel kanının ve ilk izlenimin geçerliliği kuşkuludur. Herşeyden önce, bunların kimi zaman yinelenen “kısa ömürlü” çıkışlar olarak kalmış ya da doğan toplumsal tepkiyle boğulmuştur. Ayrıca gerek üç PKK yöneticisinin ABD Hazine Bakanlığı’nca uyuşturucu kaçakçısı ilan edilmiş olması, gerek Abdullah Öcalan’ın hapis koşullarını ağırlaştırma işaretleri, asıl “uzun ömürlü” düzenlemelere işaret ediyor. Buna ek olarak, açılımın yasal düzenleme ayağının da hep sürüncemede bırakıldığını görüyoruz; Tayyip Erdoğan’ın “eski günlere geri döneriz” yollu tehdidinde ifadesini bulmaktadır.

Kandil-İmralı Çizgisi Çıkmazda

Öte yanda ise, açılımın sonuçlarını hisseden Kandil-İmralı çizgisi, ilk başlarda teşvik ettiği açılıma daha mesafeli, etnik gerilim konusunda DTP’li “siyaset ağalarından” çok daha hassas görünüyor. Öğreticidir; Cumhuriyet bayramlarını kutlamayan bir gazete, Meclis’te açılım görüşmelerinin 10 Kasım’da yapılmasını “provokasyon” olarak eleştiren PKK yöneticisine hücum ediyor, hücumu, Barzani yanlısı Kürt yayınlarında körükleniyordu. Bu kesimin, “10 Kasım’da ‘açılım’ ile ilgili görüşmelerin yapılmasına karşı Kemalist ırkçıların gösterdiği reaksiyona PKK’nin de (Duran Kalkan vasıtasıyla) ortak olmasını ve Ahmet Türk’ün karşıt düşünce belirterek AKP ile aynı tutumu benimsemesini” saptaması, açılımda DTP ile PKK arasındaki ayrımın niteliğini özetlemesi açısından önemlidir (1); Abdullah Öcalan’dan sonra Murat Karayılan’ın da Türkiye gazetesinde yayımlanan son demecinde açılıma güvensizlik bildirmiş olmasıyla da tutarlıdır.

Buna rağmen, DTP içindeki aşiretçi-kariyerist kanat ve Barzani, açılımın kamçısıyla şaha kalkarken, Kandil-İmralı çizgisinin siyaset alanı inanılmaz ölçüde daralmış görünüyor. Bu çizgi, diğer hareketlerin Kürt milliyetçiliğiyle sınırlı bakışını eleştiriyor, Türkler’i de kapsayan bir “bölge siyaseti” güttüğü iddiasıyla hareket ediyordu. Kandil-İmralı çizgisinin ayırt edici özelliği buydu ve 90’lı yılların başından beri, “Türkiyelileşme”, “sorunu Ankara’yla çözme,” “demokratik cumhuriyet” gibi sloganlarla söylem sınırlarını aşıp siyasal program niteliğini almıştı. Programı, daha geniş ve toplumsal bir siyaset alanı vaat ediyordu. Hatta, bu tutumu nedeniyle, AKP ve taraftar basında, bu arada Barzanici Kürtler’ce “Kemalist” olarak damgalandığını anımsıyoruz. Açılım öncesine dek, çeşitli dalgalanmalarla, bu iddiasını koruyabiliyordu.

Şimdi ise, açılımın başında tarikatçı siyasetçilere göz kırpan Kandil-İmralı çizgisinin, iradesiz AKP’den beklediğini alamaması bir yana, iradeli Cumhuriyetçiler nezdinde inandırıcılık kazanma “olasılığı” bile kalmamıştır. Üstüne üstlük, ne kadar kendini ayırmaya çalışsa da, DTP’li aşiret ağalarının ve kariyerist avukatların etnik sorunları kaşıyan her türlü sorumsuzluğu, toplum gözünde Kandil-İmralı çizgisine yüklenmektedir. Dolayısıyla, Kamer Genç’in “sorunun çözümü için Abdullah Öcalan’la görüşülmesi” yolundaki önerisi, üç ay öncesine göre çok daha kabul edilemez bir hal almış görünüyor. Söz konusu çizgi, orta vadede daha da şiddetli hissedeceği bu açmazdan daha toplumsal bir programla mı, yoksa Barzani-AKP ocağında eriyerek mi çıkacak, burada bizi ilgilendirmiyor; kesin olan, Kandil-İmralı çizgisi, bu siyasal iddialarından arınmış haliyle, köhne Kürt siyaseti içinde erime yoluna girmiştir ve Barzani’nin “ordu” fikrine ulaşmasında, PKK’nın bu biçimde erimesi beklentisinin payı da büyüktür.

Bizi ilgilendiren nokta ise şudur: Kürt siyasetinde Kandil-İmralı çizgisini siyaseten eriten bu “açılımın” bedeli ne olabilir? Eğer Tuncay Özkan ya da Erol Manisalı gibi yazarlarımızın belirttiği gibi gerçekten de ABD ile İsrail bu örgüte güvenmiyorsa ve kellesini “siyaseten” kesme yolundaysa, bu sonu hevesle bekleyen Türkiye’ye nasıl bir fatura çıkacaktır? Belli devlet kurumlarının nezaretinde gelişen bu ABD-AKP tasarısı, Cumhuriyet için nasıl bir sonuç öngörmektedir?

Kuzey Irak’ta etnik çatışmaların kaynağı olan, İsrael modeli bir Kürt devleti, en kesin sonuçtur. Bununla sıkıca bağlantılı olan bir diğer olasılık ise, Güneydoğu’yu, Hizbullah benzeri, etnik gerilimden beslenen dinci bir Kürt örgütünün istilasıdır; pek yabancı gözlemci ile bazı taraftarlar, açılımın bu sonucunu gündemlerine almış durumdadır (2).

(1) “Soykırımcılara karşı DTP-AKP ittifakı” http://www.nasname.com/Yazarlar/bboti/5265.html

(2) Akşam gazetesi, Emrullah Uslu söyleşisi, “Demokratik Açılım Hizbullah’ı Diriltebilir” 15 Kasım 2009; Gareth Jenkins “Türkiye için Asıl Tehlike İslamcı Kürt Örgütüdür” 23 Eylül 2009, BBC Türkçe Servisi.

Barış ZEREN
Odatv.com

30 Kasım 2009 16:43
PKK'lı Grup Basının Karşısında
Kandil ve Mahmur Kampı'ndan gelen 34 kişilik PKK grup, ilk kez basının karşısına geçti. İşte söyledikleri...

Irak'taki Kandil Dağı ve Mahmur Kampı’dan 19 Ekim’de Türkiye’ye giriş yapan PKK’lı grubu, ilk kez İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi'nde basın toplantısı düzenledi.

İki grup adına konuşan Gülbahar Çiçekçi, bölgede sağduyunun hakim olduğunu ve bugüne kadar olumsuz bir davranış ile karşılaşmadıklarını ifade ederek, “Amacımız öncelikle batıdaki vatandaşlarla kucaklaşmaktı. Ancak batıda yaratılan ortam ve kışkırtmalar nedeniyle süreci tıkamamak için şimdilik batıya açılmayı düşünmüyoruz” dedi.

Irak'taki Kandil Dağı ve Mahmur kampından 19 Ekim’de Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye’ye gelen 4’ü çocuk 34 kişilik PKK'lı grubu, ilk kez basın mensuplarının karşısına çıktı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi'nde gerçekleştirilen ve Mahmur ile Kandil’den gelen 17 PKK'lının katıldığı basın toplantısında iki grup adına açıklamayı Kandil grubundan gelen PKK'lı Gülbahar Çiçekci yaptı. Kürt sorununun Cumhuriyet’in en köklü ve temel sorunu olduğunu söyleyen Çiçekci, PKK’nın da bu sorunun sonucu olarak doğduğunu söyledi.

Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine her şeyi göze alaraka barışa ve demokratik çözüm sürecinin gelişmesine katkı sunmak için, Kandil ve Mahmur’dan iki grup şeklinde Türkiye’ye geldiklerini söyleyen Çiçekci, şöyle dedi:

ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ OLMAZSA OLMAK KOŞULDUR

“Ülkeye girişimizde halkımızın bizim şahşımızda barışa ve demokrasiye olan özlemini içtenlikle dile getirmesi dahi, çözümden yana olmayan kesimler tarafından aşırılık ve şov olarak nitelendirildi. Ne var ki son günlerde Kürt halkının siyasi irade olarak kabul ettiği Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik insanlık dışı yaklaşım, çözümü geliştirmek bir yana daha çok çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü demokrasi ve barışın sağlanmasının olmazsa olmaz koşuludur. Onurlu ve kalıcı bir barışın inşası ancak bu koşula bağlıdır. Oysa mevcut imha konseptiyle Öcalan’ın yaşam hakkı ciddi bir tehdit altına girmiştir. Bu durum barışı geliştirmek bir yana, toplumu kaos ve kutuplaşmaya doğru sürüklemektedir.”

GELİRKEN AMACIMIZ BATI İLE KACAKLAŞMAKTI

Basın açıklamasından sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gülbahar Çiçekci, Türkiye’ye gelişlerinin tarihi bir gün olduğunu, halkın barışa olan özlemini, barış isteğini bir kez daha haykırdığını ifade ederek, “Ancak, CHP ve MHP bu süreci sekteye uğrattı. Bu anlamda sıkıntılar yaşandı. Biz gelirken amacımız öncelikle batıdaki vatandaşlarla kucaklaşmaktı. Ancak, batıda yaratılan ortam ve kışkırtmalar nedeniyle süreci sekteye uğratmamak için şimdilik batıya gitme konusunda kaygılıyız. Şu anda bölgede görüşmelerimizi yapıyoruz.

Bölgede sağduyu hakim, bugüne kadar olumsuz bir davranış ile karşılaşmadık. Biz süreci tıkamamak için şimdilik batıya açılmayı düşünmüyoruz. Bölgedeki sağduyu ortamı gibi batıda sağduyu ortamının gelişmesini bekliyoruz. Bizim ile ilgili yapılan yaklaşımlar ve değerlendirmeler çok gerçekçi değildir” dedi.

HÜKÜMET, MAHMUR DIŞINDAKİLER İÇİN DEĞERLENDİRME YAPIYOR OLABİLİR

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, ‘Bayramdan sonra Mahmur’dan gelişlerin devam edeceği’ değerlendirmesinin hatırlatılması üzerine PKK’lı Gülbahar Çiçekci, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklamalarının çok gerçekçi olmadığını söyledi. PKK'lı Çiçekci, “Biz gelirken Mahmur’dakilerin taleplerini söylemiştik. Ana dilde eğitim, anayasal güvence, güvenlikli ortamda yaşama ve koruculuk sisteminin getirdiği sorunlar var. Mahmur’da 5 bin öğrenci vardır.

Eğitim sorunu var. Bunlar gelip burada yeniden 1’inci sınıfta mı başlayacaklar. Üniversite mezunu bir arkadaşımız notere gittiğinde sadece Türkçe bilmiyor diye cahil muamelesi gördü. Mahmur’dan gelişler ile ilgili hiç bir altyapı çalışması yoktur. Altyapı olmadan onların geleceğini sanmıyoruz. Mahmur’da 12 bin kişi vardır. Mahmur’un dışında 8 ayrı kamp daha vardır. Sayın Bakan bu açıklamaları orada yaşayan insanlar üzerinden yapmış olabilir. Onların çoğu da zaten Irak vatandaşı olmuştur” diye konuştu.
aktifhaber

Türk bayrağı var diye sokaktaki araçları yaktılar
13:15 - Van'ın Alipaşa Mahallesi'nde park halindeki 2 araç, kimliği belirsiz kişiler tarafından kundaklandı. . Park halinde olan onlarca araçtan içerisinde Türk bayrağı bulunanların yakılmak istenmesi ise dikkat çekti. 30.11.2009 VAN netgazete

01 Aralık 2009 17:17
Kandil Grubuna Flaş İnceleme
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Kandil Dağı ve Mahmur Kampı' ndan gelen terör örgütü üyeleri için inceleme başlattı. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Kandil Dağı ile Mahmur Kampı'ndan gelen terör örgütü üyelerinin İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi'nde düzenledikleri basın toplantısı ile bazı DTP'lilerin Fis köyüne yaptığı ziyaretle ilgili inceleme başlattı.

Savcılık, Kandil ve Mahmur bölgelerinden Türkiye'ye gelen terör örgütü mensuplarının Diyarbakır'daki basın toplantısı ve bazı DTP'lilerin Lice ilçesine bağlı Fis köyüne yaptığı ziyaret ile ilgili olarak Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünden görüntü dökümlerini istedi.

Habur Sınır Kapısı'ndan 19 Ekim 2009'da Türkiye'ye giriş yapan 4'ü çocuk 34 kişilik gruptan 17'si İHD Diyarbakır Şubesinde dün basın toplantısı düzenlemişti.

Savcılıkça inceleme başlatılan bir diğer konu ise aralarında DTP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak, Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, İl Başkanı Fırat Anlı ve bazı ilçe belediye başkanlarının bulunduğu grubun, terör örgütü PKK'nın kurulma kararının alındığı yer olarak bilinen Lice'ye bağlı Fis köyüne yaptığı ziyaret oldu.

Bu arada gelen grup için Diyarbakır'da düzenlenen karşılama töreniyle ilgili başlatılan soruşturma ise sürüyor.
aktifhaber

Nuray Mert
İzmir

İzmir’de DTP konvoyuna saldırı olayından bu yana, İzmir üzerine söylenmeyen kalmadı. Söylenenler arasında olayı serinkanlılıkla anliz etmeye, anlamaya çalışanlar var ama, tartışmanın merkezine yerleşen gayret bu değil. Aslında, yine herkes söylemek istediğini İzmir üzerinden söylemeye, İzmir üzerinden kavga etmeye devam ediyor. Dahası, İzmir’de olanlar, Türk-Kürt meselesi ötesinde, laik-muhafazakar çatışmasının alanı haline geldi.

İzmirliler kızmasın ama, ben öteden beri, ‘bir medeniyet kalesi olarak İzmir’ muhabbetinden hoşlanmam. İzmir’in şehirli, kozmopolit kültürünü hiçe saymak adına değil ama, ‘öteki’nin taşralılığının, köylülüğünün altını çizmek için bunu öne çıkarma gayretini sevmem. Dahası, bu tavrın sınıfsal boyutu beni rahatsız eder. Nitekim, bu boyut Kürtlere karşı tavrı anlamak açısından da önemlidir. Hatırlayanınız varmı bilmiyorum ama yıllar önce, bir TV programında (Siyaset Meydanı), İzmir’e göçen Kürtler dolayısı ile konu gelip, ‘roka’nın ne olduğunu bilmeyen Kürt manavın orada ne işi olduğuna’ kadar varmıştı.

Şimdilerde, bunlar unutuldu, konu salt bir Türk-Kürt çatışması eksenine oturdu, o ayrı bir sorun. Diğer taraftan, konu İzmir olunca, sağ-muhafazakarlar, ‘bir medeniyet kalesi olarak İzmir’ iddiasına karşı ötedenberi ‘Gâvur İzmir’ diye özetledikleri öfkelerini allayıp, pullayıp tedavüle sokma imkânı buldular. ‘Hani İzmir medeni, çağdaştı, bu mu medeniyet?’ diyenlerin asıl meselesi budur.

Asıl mesele bu olmasaydı, DTP’lilere PKK ile bağlantı üzerinden öfke kusanları yadırgayanların, Kürt açılımına girişen partilerinin, yerel seçimlerde, rakibini köşeye sıkıştırmak için, PKK ile bağlantılı olduğu temasıyla propaganda yapan Ankara Belediye Başkanı adayına da tepki göstermeleri gerekmezmiydi? O aday, bu propaganda ile seçimi aldı, başkenti yönetiyor. Aynı partinin mensupları ve destekçileri, İzmir’de olanların ardından ‘neler oluyor bize?’ edebiyatı yapıyor. Kusura bakmasınlar, hiç ikna edici değiller.

Aynı şey, açılıma karşı tepkiler muhalefet partilerine yarıyor diye, bunları kısa yoldan Ergenekon kışkırtması olarak ‘kriminalize’ etmeye çalışmak gayreti için de geçerli. İktidarın, Kürt açılımı veya demokratik açılıma alan açmak için ve onun ötesinde toplumsal barışı riske etmemek adına, tepki diye arbede ortamı oluşmasına karşı sıkı durması son derece tabi ve gerekli.

Ancak, ‘tepki’ adıyla ‘arbede’ peşinde koşmak toplumsal barış adına ne kadar riskli ise, ‘arbede’ diye yaftalayıp ‘tepki’leri savuşturmaya çalışmak da o derece riskli. Kürt açılımı veya demokratik açılım dediğimiz süreç, ince ve özenli bir toplumsal ikna ve barışma süreci olarak yönetilmediği sürece sarpa saracak. Tam da bu nedenle, bu sürecin, ilkesel ve samimi bir dil tutturması lazım.

Halihazırda izlenen yol, ‘bizimkiler yapıyorsa iyidir, bir bildikleri vardır’ diyenleri çoğaltmak gerisini susturmak mantığı ile şekillenmiş gözüküyor. Aklı pekala demokratik açılıma yatabilecek insanların bir kısmının ‘iktidar yapıyorsa kötüdür’ diye karşı çıktığı, diğer bazı insanların ise, aklı bu işlere hiç yatmadığı halde ‘bizim iktidar yapıyorsa iyidir’ desteklediği bir açılımın geleceği yok, olamaz. Mesele, bu ortamı dönüştürebilmek. Aksi takdirde, gün gelir, biri diğerini, gün gelir, diğeri onu PKK yandaşı olmakla suçlar, berabere kalınan maçta söz biter, sopalı kavga başlar. Bu gidiş, bu nedenle iyi bir gidiş değil.

Radikal

02 Aralık 2009 17:39
DTP'den Açıklama

DTP lideri Türk, Öcalan'sız bir barış olamayacağını belirterek İmralı'daki koşulların iyileştirilmesini istedi. CHP ve MHP’nin statükocu, AKP’nin tasfiye mantığıyla Kürt sorununun çözülemeyeceğini savunan Türk, çözüm için gerekli şartları şöyle ifade etti:
“Sorun, Kürt Halkının varlığının Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nda kabul edilip edilmeme sorunudur. Kürt halkının siyasi ve kültürel hakları tanınmadan, iradesi muhatap alınmadan, diyalog ve uzlaşı süreci geliştirilmeden bu sorunun çözülmesi mümkün değildir.”

ÖNCELİKLİ HASSASİYET ÖCALAN

Bazı idari düzenlemeler ve yönetmelik değişiklikleri ile köy kasaba isimlerini değiştirmeyle ilgili tartışmaları “ceviz kabuğunu dolduramayacak düzenlemeler” olarak gören Türk, gerçek çözüm için Kürtlerin hassasiyetlerinin dikkate alınmasını istedi. Türk öncelikli hassasiyet olarak da “Sayın” olarak ifade ettiği Öcalan’ın “giderek ağırlaştırılan yaşam koşulları ve işkenceye dönüştürülen İmralı sistemini” gösterdi.

İMRALI ŞANTAJI YAPILIYOR

Ulusal ve uluslararası hukuk-insan hakları sözleşmeleri ve toplumsal hassasiyetlerin hiçe sayıldığını savunan Türk, “Tecrit ve izolasyona dayalı İmralı sistemi üzerinden, halkı germe mantığı sürdürülüyor. AKP Hükümeti döneminde, İmralı’da uygulanan politikaların, şantaj ve tehdit unsuru haline getirildiğine dair, halkımızda çok ciddi kuşkular ve kaygılar oluşmuş durumdadır” dedi.

Öcalan’ın avukatları aracılığıyla yaptığı cezaevi koşullarını içeren, “bir ölüm çukuruna atılmış gibiyim”, “solunum cihazına bağlanmış bir hasta gibiyim” sözlerini hatırlatan Türk, “Yaşanan bu son durumun, toplumsal barışı ciddi bir biçimde tehdit ettiğini, büyük gerilimlere yol açmaya başladığını, sorumlu herkesin görmesi gerekir” değerlendirmesinde bulundu.

ÖCALAN KİLİT ÖNEMDE

“İmralı sıradan bir cezaevi, Öcalan da herhangi bir tutsak değildir” diyen Türk şöyle devam etti:
“Öcalan’ın sağlık koşulları, yaşamı ve güvenliği Türkiye’deki gelişmeleri derinden etkileyecek düzeyde kilit bir öneme sahiptir. Bu realitenin görülmesi ve buna göre hareket edilmesi, içinden geçmekte olduğumuz hassas sürecin en stratejik noktasını oluşturmaktadır.”

İMRALI AÇILIMIN AYNASI

Türk, Öcalan’a yapılan muamelenin Kürtlere yapılan bir muamele olacağını savunarak şöyle devam etti:
“İmralı, Hükümetin açılım olarak savunduğu sürecin adeta bir aynasıdır. Bu sürecin gerçek bir demokrasi açılımına dönüşmesinin en önemli koşullarından biri İmralı’ya yaklaşımdır. Çünkü Kürtlerin gözü kulağı İmralı’dadır. Kürtler, İmralı’ya karşı geliştirilen olumlu ya da olumsuz bir tavrı kendisine karşı alınan bir tutum olarak saymakta ve görmektedir. Bu nedenle İmralı, Kürtlerin ve toplumsal barışın en hassas noktasıdır.”

ÖCALAN OLMADAN BARIŞ OLMAZ

Öcalan’ın açılım sürecinde barışın tesisi için çalıştığını savunan Türk, Öcalan’ın uzattığı barış elinin tutulmamasına tepki gösterdi. Türk, “Öcalan’ın dikkate alınmadığı, onun yok sayıldığı, diyalog kanallarının kapatıldığı bir süreç; Kürt sorununun çözümüne hizmet etmez, aksine çözümsüzlüğü derinleştirir. Tecride ve yok etmeye dayalı İmralı sistemi, halen ortadayken ve bu sistem daha da ağırlaştırılırken, açılımdan söz etmenin inandırıcılığı olmaz, olamaz.”

GERİLİMİ TIRMANDIRMAYIN UYARISI

Türk İmralı’da yaşananların ciddi gerilimleri neden olacağını belirterek sert bir uyarıda bulundu. Türk şöyle konuştu:
“Toplumsal gerginliğin daha fazla tırmanmaması ve ülkemizin yeniden çatışmalı bir ortama dönmemesi için halkın hassasiyetlerinin dikkate alınması en temel zorunluluktur. İmralı sistemine biran önce son verilmesi gerekiyor. İmralı sistemi, bir tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanılmamalıdır. Bu, ülkemizi çok tehlikeli noktalara sürükler. Bu tehlikenin farkında olunması gerekir. İmralı sistemi bir çatışma zemini olarak kullanılmaktan çıkarılmalıdır. Tam tersine İmralı çözüm için en etkili diyalog kapısı, barışın anahtarı olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. Sayın Öcalan’ın barışa ve çözüme katkı sunabileceği koşullar yaratılmalıdır.
aktifhaber

04 Aralık 2009
Abdullah Öcalan'ın yeni hücresinin ufak olması nedeniyle çıkan olaylar Türkiye'yi karıştırdı.

PATNOS SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ

AĞRI’nın Patnos İlçesi'nde DTP’nin düzenlediği miting sonrası olaylar çıktı. Polis, taş ve sopalarla saldıran gruba gaz bombası ve tazyikli su ile cevap verdi. Polisle göstericiler arasında çıkan olaylar nedeniyle ilçe merkezi savaş alanına döndü.

Miting sonrası PKK terör örgütü ve Abdullah Öcalan lehine slogan atan çoğu çocuk yaklaşık 100 kişilik grup, taş ve sopalarla güvenlik güçlerine saldırdı. Polis göstericileri dağıtmak üzere gaz bombası ve tazyikli suyla cevap verdi. Esnafın tamamı miting öncesi işyerlerinin kepenklerini kapattı. Çıkan olaylarda birçok işyeri, kamu kurum ve kuruluşlarının camları kırıldı.

LİNÇ ETMEK İSTEDİLER

Şırnak’ın İdil İlçesi’nde dün gece göstericilerin öğretmenevine yaptığı saldırıda bazı kişilerin batıda Doğu ve Güneydoğu kökenli vatandaşlara yönelik olayları gündeme getirip, “Onlar bizi batıda linç ediyor. Biz de onları linç edelim” diye bağırarak grubu galeyana getirdiği iddia edildi.

POLİS MÜDAHELE ETMEDİ

İdil’de dün saat 18.00 sıralarında Atakent Mahallesi’nde toplanan yaklaşık 500 kişi, yaktıları meşalelerle PKK ve Abdullah Öcalan lehine sloganlar atıp Adile Naşit Caddesi üzerinde yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında polis hiç bir müdahalede bulunmadı. Daha önceki yasa dışı gösteriler sırasında zaman zaman taşların atıldığı öğretmenevi önüne gelen göstericileri polis burada dağıtmak istedi. Ancak az sayıdaki polise göstericiler taşla karşılık verdi. Polisin bölgeden ayrılmasından sonra İdil Belediye Başkanı DTP’li Resul Sadak ile DTP’li yöneteciler öğretmenevi önüne gelerek göstericilerin dağılmasını istedi. Başkan Sadak, “Yürüyüşünüzü yaptınız, polis de müdahale etmedi. Artık dağılın” uyarısında bulundu.

Bu sırada gruptan bazı kişiler öğretmenevine taş atması üzerine DTP’liler, “Taş atmayın ne istiyorsunuz?” diye göstericileri engellemeye çalıştı. Ancak grup içinde bulunan bazı kişilerin, “Onlar bize batıda linç ediyor. Biz de onları linç edeceğiz” diye bağırdığı iddia edildi. Başkan Sadak ile partililer uzun süre göstericileri dağılmaları yönündeki çabaları sonuçsuz kalınca, bölgeden ayrıldı.

DEHŞET DOLU SAATLER

Göstericilerin taşlı saldırısı sırasında öğretmenevinde görevli olan ve adının açıklanmasını istemeyen bir kişi, olayları anlatırken, göstericilerin kendilerini linç etmek istediklerini söyledi. Öğretmenevine saldırıların gözlerinin döndüğünü söyleyen görevli, “İlk taş 4’üncü kattaki pencerelere isabet etti. Ardından yağmur gibi taş yağmaya başladı. Bu sırada öğrenciler yemeklerini yemiş ve odalarına çekilmişledi. Taşların atıldığı sırada koridorda bulunan bir öğrenci yaralandı. Biz ve öğretmenler kendi imkanlarımızla bu öğrencinin tedavisini yapmaya çalıştık. Daha sonra öğrencileri odalarından alıp, daha güvenli olan yemekhaneye götürüp, burada beklemelerin istedik” dedi.

ÖĞRETMENLER TUVALETLERE GİZLENDİ

İdil öğretmenevi görevlisi, göstericilerin taş atmasının yanında pencerelerdeki demirleri de kırmaya çalıştığını söyledi. Taşların yağmur gibi geldiğini söyleyen görevli, “Demirleri kırsalar içeriye girip bizi linç edeceklerdi. Önce ışıkların tümünü kapatıp karartma uyguladık. Daha sonra 155 Polis İmdat ve 112 Acil Servisi aradık. Ama gelen olmadı. Bu sırada bayan ve erkek öğretmenlerle daha güvenli olduğunu düşündüğümüz tuvatlere gizlendik. Burada aileleri arayan bayan öğretmenler, ‘Bizi linç edecekler. Sivas’taki Madımak Oteli’ndeki gibi öleceğiz’ diyerek aileleriyle telefon görüşmesi yaptılar. Öğretmeler konuşmalarında aileleriyle vedalaşıyorlardı. Çok korkmuşlar ve sürekli ağlıyorlardı” dedi.

2 SAAT SONRA MÜDAHALE

Görevli, polisin iki saat sonra göstericilere müdahale ettiğini belirterek, “Bu sırada polisin sıktığı biber gazı ters esen rüzgara birlikte kırık camlardan içeriye girdi. Binanın içi gazlarla doldu. Öğrenciler ve öğretmenler nefes almakta büyük güçlük çekti. Daha sonra polis ve asker gelip öğrencilerle, öğretmenleri kalkanlarla koruyup, öğretmenevinden tahliye etmeye başladı. Bu tahliye sırasında atılan taşlardan bir öğrenci daha yaralandı” dedi.

Milliyet

05 Aralık 2009
Güneydoğu'da bir çok yerde yapılan izinsiz gösterilerde olay çıktı

HAKKARİ:
Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde Demokratik Toplum Partisi (DTP) tarafından düzenlenen mitingin ardından izinsiz gösteri ve yürüyüş yaparak polise taş ve molotof kokteyli ile saldıran gruba polis müdahale etti.

Alınan bilgiye göre, Hakkari'nin Yüksekova ilçesi Cengiz Topel Caddesinde DTP tarafından düzenlenen ve aralarında Kandil bölgesinden gelen grubun da bulunduğu bildirilen mitingin ardından bazı gruplar izinsiz gösteri ve yürüyüş yapmak istedi.

Polisin uyarısına rağmen dağılmayarak taş atan göstericilere güvenlik güçleri biber gazı ve basınçlı su ile müdahale etti. Kentin ara sokaklarına dağılan göstericilerin eylemlerinin sürdürdükleri bildirildi.

VAN:
Van'ın Akköprü, Süphan ve Doğu caddelerinde dün ve önceki gün gece düzenlenen izinsiz gösterilerde, polise taş ve molotof kokteyli atan, ev ve iş yerlerinin camlarına zarar verdikleri tespit edilen E.E, Ü.C, G.K, H.Ö, İ.A, E.K. ve C.A. dün gece Emniyet müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alındı.

Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele şubesinde gerekli ifadeleri alınan 7 kişi, Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeki doktor kontrollerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, gözaltına alının zanlıların 2 Aralık'ta Akköprü Mahallesinde polis aracına molotof kokteyli atılması ve aynı gün yolcu trenine ait vagonların camların kırılması olaylarına da karıştıklarını bildirdi.

ŞANLIURFA:
Şanlıurfa'da DTP'li vekillerin de katıldığı yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı, "Özgür irade, demokratik çözüm" yürüyüşü sırasında bir grup, kendilerini protesto eden grubun bulunduğu Ülkü Ocakları binasını ve çevredeki işyerlerini taşladı..

DTP tarafından olaylı başlayan mitingin bitiminde de gerginlik yaşandı. Miting ardından 30 kişilik grup, Şehitlik Kavşağı'nda slogan attı, polise taşla saldırdı. Polis de kendisine taşla saldıran gruba, copla müdahale etmeye başladı. Çok sayıda kişinin gözaltına alındığı kentte, gerginlik sürüyor.

DOĞUBAYAZIT:
Ağrı'nın Dopubayazıt İlçesi'nde Demokratik Toplum Partisi (DTP) ilçe teşkilatı önünde toplanan bir grup, izinsiz yürüyüş düzenlemek istedi. İlçe merkezinde yoğun güvenlik önlemi alan Emniyet Müdürlüğü ekipleri, gurubun yürüyüş yapmasına izin vermeyerek dağılmaları konusunda uyarı yaptı.

Polisin uyarısına rağmen terör örgütü lehine slogan atarak polise taşla saldıran grubu güvenlik güçleri, biber gazı ile müdahale ederek dağıttı. Ara sokaklara dağılan ve yola barikat kuran 20 gösterici polis tarafından gözaltına alındı. İlçedeki iş yerleri ve okullara zarar veren göstericiler nedeniyle esnaf kepenk kapattı.

CİZRE:
Şırnak'ın Cizre ilçesinde izinsiz gösteri yapmak isteyen gruba polis müdahale etti. Cudi Mahallesi Dörtyol mevkisinde toplanan ve aralarında Şırnak Belediye Başkanı Ramazan Uysal ile Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak'ın bulunduğu DTP'li grup, izinsiz gösteri yapmak istedi. Uyarılara rağmen dağılmayan gruptan bazı kişiler polise taş attı. Polis göstericilere biber gazıyla gruba müdahale etti. Göstericiler, ara sokaklara kaçtı. Gösteriler yer yer mahalle aralarında devam ediyor.
aktifhaber

06 Aralık 2009
İşte Gösteride Ölen Gencin Otopsi Sonucu

Diyarbakır'da Abdullah Öcalan'ın cezaevi koşullarının düzeltilmesi için yürüyüş yapmak isteyen grupların yaptığı gösteride olaylar çıktı. Eylemciler, AK Parti İl Başkanlığı'na taşlı ve Molotoflu saldırı düzenlediği sırada silah kullanıldı. Kim tarafından ateş edildiği henüz belirlenemeyen olayda, Aydın Erdem isimli genç yaralandı. Önce Özel Sultan Hastanesi'ne, daha sonra Dicle Üniversitesi Araştırma Hastanesi'ne kaldırılan üniversiteli Aydın, hayatını kaybetti.

Cenazesi morga kaldırılan gencin ailesi sinir krizleri geçirdi. Olayın duyulmasının ardından bir grup DTP'li de morgun önünde toplandı. İçeride polisin olduğunu öğrenen grup, morga girmeye çalıştı. Göstericiler güçlükle engellendi. Bu arada, göstericiler, morgun camlarını da kırdı. Yapılan otopsi işlemlerinden sonra Aydın Erdem'in cenazesi tabuta konuldu. Cenaze, morgdan çıkarıldığı sırada da Erdem ailesinin fertleri sinir krizleri geçirdi. Morgdan çıkarılan tabut cenaze nakil aracıyla Mardin'in Kızıltepe ilçesinin Çınaraltı Köyü'ne götürüldü.

Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen otopsi raporuna göre, Matematik üçüncü sınıf öğrencisi Aydın Erdem, ateşli silaha bağlı tek kurşunla hayatını kaybetti. Otopsi raporunda, gencin sağ kaburgasından giren kurşunun kalbinin üstünden çıktığı belirtildi.
haber101

06 Aralık 2009 12:27
Türk Topçular Kuzey Irak'ı Vurdu
Asker kış öncesi operasyonlarını artırdı. Türk topçuları günün ilk ışıklarıyla birlikte Kuzey Irak'ı vurmaya başladı.

Hakkari'nin Irak sınırında b


En son Ekim tarafından Pts Arl 14, 2009 9:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Arl 06, 2009 9:18 pm    Mesaj konusu: Polisler Sloganlarla Gazi Mahallesine Girdi Alıntıyla Cevap Gönder

Mustafa Armağan/Zaman
Çerkez Ethem'in abisi Atatürk'e 'Kürt açılımı' önermiş

(..)

İşte bundan yaklaşık 80 yıl önce yazılan bir 'açık mektup', tam da bugünkü tartışmalara bir cevap niteliğinde.

Mektubu yazan Çerkes Ethem'in ağabeyi Reşid Bey, ilk TBMM'de Saruhan (Manisa) milletvekiliydi ancak hain ilan edilince 8 Ocak 1921'de milletvekilliği düşürülmüştü. Lozan'dan sonra ilan edilen 150'likler listesine alındığı için uzun yıllar Amman'da yaşamış ve rejime muhalefetini her fırsatta dile getirmişti.

Reşid Bey'in, aşağıda yayınlayacağımız ve aslı Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde bulunan 'açık mektubu', Şam'da çıkan "El-Kâbes" gazetesinde Arapça olarak basılmış, Dışişleri Bakanlığı Basın Genel Müdürlüğü tarafından Türkçeye çevrilerek Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'e takdim edilmiştir.

Mektup daha önce Mete Tunçay tarafından "Tarih ve Toplum"un Ekim 1992 sayısında yayınlanmıştır. Ancak belgenin ekinde bulunan gazetedeki kupürü dikkate alınmadığı için metin tam olarak yansıtılamamıştır. Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde A VII/I D 86 F I-90-91 numarada kayıtlı bulunan çeviriyi Arapça metniyle karşılaştırmak suretiyle anlaşılır bir hale getirmeye ve günümüz diliyle ifade etmeye çalıştım.

Mektubun yazıldığı tarihte Türkiye kamuoyu biri Doğu'da, öbürü Batı'da olmak üzere iki kritik olaya gömülmüş durumdadır. Birincisi Türk siyasetinde fırtına gibi esen Serbest Fırka'nın kuruluşu, öbürü de peş peşe çıkan 5 Kürt isyanının kara bulutları. Mektup, batısında yeni bir umut rüzgârının tutuştuğu, halkın CHP'den kurtulma umudunun doğduğu, doğusunda ise en büyüğü Ağrı'da gerçekleşen Kürt isyanlarının peş peşe patladığı bir ortamda yazılmıştı.

Reşid Bey, son çare olarak Atatürk'e 'Kürt açılımı' tavsiyesinde bulunuyor, gerçekten namını Türkiye'nin iki halkı, yani Türkler ve Kürtler arasında yükseltmek ve ebedileştirmek istiyorsa gerekirse kendisini feda etmesini istiyordu. Sertlikle, baskıyla, şiddetle Kürtleri yola getiremezsiniz diyor ve ekliyordu:. Tek çare, ılımlı bir yönetimi iş başına getirip her iki millete de hak ve özgürlüklerini tanımaktır. Türkiye ancak böyle yapılırsa bölünmekten kurtulacaktır.

İşte 80 yıl öncesinden bugünlere seslenen o mektup:

"İşittiklerime ve gördüklerime dayanarak şunu söyleyeyim ki, hem Kürtlerin dinlerine tutku derecesinde bağlılıklarına, hem de kamuoyunun vicdanına aykırı olan mevcut durum, bu necip milleti tehlikelere ve savaşlara sürüklemektedir.

80 yıl önce yazılan bir 'açık mektup', bugünkü tartışmalara cevap niteliğinde.

İşte kanlar akmakta, canlar yok olmakta, hırs uyanmakta, intikam sevdası kalplerde kök salmaktadır. Ülkemin çöküşe doğru gittiği meydandadır. Dahası, cahil ve gafil Türk gazeteleri bu ayaklanmayı muhaliflerden yalnız birkaç kişinin üzerine yıkmaktadırlar.

Kürtlerin zulme gelemeyecekleri şüphesiz iken, şiddet, despotluk ve türlü imha yöntemleri ve Kürt beylerinin -Seyyid Abdülkadir de onlardandır- idamlarıyla sonuçlanan Şeyh Said İsyanı'nın (1925) ikinci bir isyan doğurmayacağını mı zannediyordunuz? Kürtlerin intikamları da şiddetli olur. Tarihten delil getirmeye gerek yok, yalnız bu son isyan bile öldürme, zulüm, şiddet ve köklerini kazımanın (tenkil) sınırları olduğunu gösteriyor.

Ülkemizin 15 milyona ulaşan nüfusunun yarısını teşkil eden Kürtler, tarihin en eski zamanlarından beri kendi mamur beldelerinde yaşamakta iken, uygulamakta olduğunuz siyaset memleketlerini bölüp parçaladı.

Halbuki çeşitli vesilelerle ve özel olarak da tarafınıza, Kürtlerin geleneklerine ve dinen kutsal bildikleri şeylere hücum etmenin, ülkemizin çöküşüne neden olacağını açıklamıştım. Ne var ki, hükümetimizin başı (İsmet Paşa) ve yoldaşlarının Türk milliyetçiliğinde ve ülkenin harap ve bitap düşmesinde ısrar, hatta inat ettikleri görülüyor.

Ey Gazi, şu an bu fırsattan yararlanmak için üzerinize büyük bir görev düşüyor.

1. Mert Kürt milletini harcamayın (zayi etmeyin) ve ona karşı düşmanlığın devamına meydan vermeyin.

2. Korkarım, tarih bizim geçmişteki beraberliğimizi tescil etmiş bulunuyor. Günahlarınız yüzünden ülkenin bölünmesinden kaygı duyuyorum. Unutmayın ki, en büyük ve uzun ömürlü şöhret, tarihin tescil ettiği şöhrettir. Ne mutlu ki ey Paşa, şimdiye kadar yaptıklarınız ve söyledikleriniz sizi tarihî nam ve şöhretten mahrum bırakıyor. Ancak bugün elinize bunu tersine çevirecek büyük bir fırsat geçmiştir. Bir an için kendinizi ölmüş farz edip namınızı yükseltmeye bakmalısınız. Kürtlerin dine tutkunlukları ve millî asaletleri, onları Türklerden ayrılmaktan men ediyor. Ancak bir şartla: Yönetimi cumhurdan, yani halktan ılımlı ve hür bir gruba emanet etmeniz gerekir. Böyle yaparsanız, himayeniz altındaki milletlerin (Türkler ve Kürtlerin) özgürlüğünü temin ve ülkemizin selametini muhafaza etmiş, böylece tarihte büyük bir ad ve şöhrete nail olmuş olursunuz."

Mektup burada bitiyor. Bitiyor mu sahiden de? İsmet Paşa ve yandaşlarının bugün de aynı kafada olduklarını gördükten sonra bu mektup hiç bitmez dostlar!
Zaman

Kürşat Bumin
Yeni Şafak Gazetesi
'İmralı koşulları'
06 Aralık 2009

Benim "İmralı koşulları" tartışmasına ilişkin görüşümün özeti şöyle: Hükümet, "İmralı koşulları" meselesini iyi yönetememiştir.

Hatta ben bu kötü yönetimi basiret-feraset yoksunluğu olarak niteliyorum. Özellikle de "Öcalan'ın 'F tipi' fotoğrafları"nın medyaya servis edilmesini.

Bu konuda sergilenen kötü yönetim tartışmayı dönüp dolaşıp "aradaki fark 0.17 metrekare" tartışmasına dayandırdı. Bu manasız tartışmaya İmralı cezaevinin kimi medya kuruluşları tarafından –özellikle- abartılan maliyeti de eklenince, iş hepten çığırından çıkıverdi.

Önümdeki fotoğrafların ilki Öcalan'ın İmralı'daki eski "odası"na, ikincisi ise –yine kimilerinin ifadesiyle- "ultra lüks" yenisine ait. Eski "oda"nın daha ferah olduğu apaçık. (Görün nelerden söz eder hale geldik!) Yenisi, benim hesabıma göre taş çatlasa 5, bilemedin 5.5 metrekare. Hesap ortada: Odanın bir duvarına yaslanmış yatağın boyunun en fazla 2 metre olduğunu varsayarsak, yatak başında yer alan tek kapılı çelik dolapla birlikte tamamı 2,5 metreyi ancak buluyor. Fotoğraftan gördüğümüz kadarıyla, yatağı odaya enine yerleştirdiğinizde o duvarın da en fazla 2,20 metre kadar olduğu anlaşılıyor. Odanın tamamı 5, bilemediniz 5.2 metrekare olsa gerek. (Görüyorsunuz, bu hesap emlâkçıların hemen her zaman yanlış çıkan metrekare hesabına benzemiyor.)

Demek ki, ilgililerin verdiği bilgiye göre tamamı 11.81 metrekare olduğu söylenen "oda"nın "yaşama alanı" çıktıktan sonra kalan (bizim hesabımıza göre) 6.3 metrekarelik bölümü "banyo+tuvalet"e ayrılmış. Siz ne düşünürsünüz bilemem ama bana göre bu mimari çizim bayağı problemli. "Yaşama alanı"na 5.5, "banyo+tuvalet"e 6.3 metrekare ayrılması kesinlikle yanlış. Çünkü herkesin bildiği gibi, 6.3 metrekarelik bir alanı kaplayan "banyo+tuvalet", "stüdyo", hatta "1+1" denilen dairelerde bile kolay bulunmuyor.

"Fotoğraflar" içinde dikkatimi çeken ikinci karede, cezaevinin "derslik" adı altında tanıtılan bölümünü görüyoruz. Evet, basbayağı bir yeşil tahta ve karşısında kolluklu (not tutulabilmesi için) iskemleler. İlginç bir düzenleme doğrusu. İmralı'da Öcalan+4 mahkûm kaldığına göre, bu hizmet bu kişiler için düşünülmüş olsa gerek. Bu "derslik"te kim, hangi hocalar, hangi dersleri öğrencilerine anlatacak acaba, merak ettim doğrusu.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu (23 üye), İmralı'ya gidip cezaevindeki "oda"nın yerinde incelenmesi teklifini reddetmiş. "Gidelim" diyen üyeler (oturuma 16 üye katılmış) sadece iki kişi imiş. Komisyon başkanı Prof. Zafer Üskül ve AK Parti Diyarbakır milletvekili Abdurrahman Kurt. Üskül, haklı olarak "Gidilip inceleme yapılması daha doğru olurdu, tansiyon lüzümsuz yükseldi" diyor. Belli ki Üskül ve Kurt, İmralı ziyaretini de komisyonun bugüne kadar talepler üzerine yaptığı cezaevi ziyaretleri çerçevesinde değerlendiriyor.

Toparlayacak olursak: Doğrudur, sonuç olarak "Öcalan da sıradan bir mahkûm" olduğu için cezaevi koşulları özel olarak düzenlenemez. Her mahkûm gibi onun "Oda"sı da, 5 metrekare denmiş ise 5, 10 metrekare denmiş ise 10 olmalıdır.

Ancak Adalet Bakanlığı'nın unutmaması gereken önemli bir husus var. Öcalan, "sıra dışı bir mahkûm"dur da aynı zamanda. Kimsenin bu gerçeği inkâr edecek hali yok herhalde. Besbelli ki dışarıda kendisini seven-sayan (ve belki de "tapan") on binlerce (?), yüz binlerce (?) PKK militanı ve sempatizanı var. (Bakın, İçişleri Bakanı'nın "Yakında Mahmur'dan ikinci kafile gelecek" demesinin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra, NTV haber müdürü Mete Çubukçu'nun röportajından öğrendiğimiz üzere, kamp sakinleri "Apo gelin derse geliriz" diyorlar.)

O halde, basiretli ve ferasetli bir yönetim tarzı ne yapabilirdi? "İmralı koşulları"yla ilgili nasıl bir düzenlemede bulunur da, toplumun metrekare hesabı uzmanına dönüşmesinin yolunu daha baştan keserdi? Bugün şiddet dozu iyiden iyiye artan göstericilerin, medyada yer alan "fotoğraflar"a bakıp "Başkanı burada mı yaşatıyorlar?" diye söylenerek ellerine yeni bir taş geçirmelerinin önü nasıl alınabilirdi?

Tabii ki farklı bir yaklaşımla. Öcalan'ın cezasını çekmesi zaten özel (çünkü İmralı'da) bir düzenlemeye dayandığına göre, "F tipi" filan bahsini hiç açmadan, makul bir "özel" çözüm bulunamaz mıydı?

Hükümet etmek, yani yönetmek bu türden "sanatlar"a yakın ve yatkın olmayı da gerektirmiyor mu?


06 Aralık 2009 19:25
Polisler Sloganlarla Gazi Mahallesine Girdi
Gazi Mahallesi'ne takviye için giden çevik kuvvet ekipleri slogan atarak yürüdü

Çıkan olayların ardından akşam saatlerinde bölgeye sevk edilen Çevik Kuvvet Polisi'nin 'Şehitler ölmez vatan bölünmez' sloganları, Gazi Mahallesi'nde yankılandı. Gerginliğin, ara sokaklarda küçük toplanmaların ve müdahalelerin devam ettiği bölgede polis ekiplerinin bekleyişi sürüyor.

Öğlen saatlerinde eylem yapmak isterken polisin müdahalesiyle ara sokaklara kaçan gruplar, akşam saatlerinde de polise taşlı saldırılarını sürdürdü. Göstericileri ara sokaklara kadar kovalayan Çevik Kuvvet Polisi, göstericilere tazyikli su ve gaz bombası ile müdahale etti. Polis ekipleri, eyleme karıştıklarından şüphelenilen bazı şahısları gözaltına aldı. Gözaltılar arasında arbede yaşandı.

Olayların ardından bölgeye takviye amacıyla gelen Çevik Kuvvet Polisleri, sloganlar eşliğinde nizami yürüdü. Polislerin attığı, 'Şehitler ölmez vatan bölünmez', 'Ne mutlu Türküm diyene', 'Akan kan bayrak için' sloganları Gazi Mahallesi sokaklarında yankılandı.
aktifhaber

06 Aralık 2009 20:34
DTP'li 99 Belediye Başkanı Hakkında İnceleme
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, DTP'li 99 belediye başkanı ve 10 İl Genel Meclis Başkanı adına yapılan basın açıklamasıyla ilgili inceleme başlattı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Demokratik Toplum Parti'li (DTP) 99 belediye başkanı ve 10 İl Genel Meclis Başkanı adına yapılan basın açıklamasıyla ilgili inceleme başlattı.

Edinilen bilgiye göre, savcılık, önceki gün DTP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde gerçekleştirilen basın açıklamasıyla ilgili görüntü dökümlerini Emniyet Müdürlüğünden istedi.

DTP'li 99 belediye başkanı ve 10 İl Genel Meclisi Başkanı adına hazınlanan basın bültenini okuyan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki şartlarının sürekli ağırlaştırıldığını ve işkenceye dönüştürüldüğünü ileri sürmüştü.

Baydemir, herkesin dikkatli olması gereken bir dönemden geçtiklerini belirterek, ''Sorunun adı Kürt sorunudur. Sorunun nedeni, kimliğinin reddedilmesidir. Çözüm, kimliğin Anayasa'da kabul edilmesidir. Kürt halkının siyasi ve kültürel haklarının tanınmasıdır'' demişti.
aktifhaber

07 Aralık 2009 13:23
Açılıma 'Taş' Engeli...
İmralı Cezaevi şartlarının iyileştirilmesi gerekçesiyle Türkiye’nin çeşitli illerinde çıkan olaylar, Hükümete geri adım attırdı. İlk yasal düzenleme ertelendi...

Demokratik açılımın ilk yasal düzenlemesi olan ve kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen yasa tasarısı TBMM Adalet Komisyonu’nun gündeminde çekildi.

TBMM Adalet Komisyonu, Meclis’in yoğun gündemini gerekçe göstererek, 10 Aralık Perşembe günü görüşülecek yasa tasarının ertelendiği açıklandı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla geçen hafta Cuma günü ertelenmesine karar verilen yasa tasarısının şimdilik gündeme alınmayacağı kaydedildi.

-DÜZENLEME NE GETİRİYOR-

Doğu ve Güneydoğu’daki gösterilerde polise taş attıkları için 30 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan 115 çocuk ile daha sonra bu duruma düşeceklere cezaevi yerine rehabilitasyon kapısının açılmasını sağlayan düzenleme, terör suçlarında cezaları artıran hükümler, 18 yaşın altındaki çocuklara uygulanmamasını öngörüyor. Yargılanan çocuklar için istenen cezalar yarı oranında düşecek. Çocuk Koruma Kanunu’ndaki koruyucu hükümler, terör davalarında da uygulanacak. Tüm çocuklar, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde değil çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılanacaklar.

Çocuklar gözaltına alınırken yanlarında sosyal görevli bulunacak. Emniyetteki ifadeleri terörle mücadelede değil, çocuk şubesinde alınacak. Sorgulamalarını çocuk savcıları yapacak ve duruşmada sosyal görevli uzmanı bulunacak. Mahkeme sosyal inceleme raporu isteyecek. Bu çocuklar da ‘hükmün geriye bırakılması, verilen hapis cezasının seçenek yaptırımlara dönüştürülmesi’ haklarından yararlanacaklar. Hakim, suçu sabit olsa da çocuğu cezaevine göndermeyip, okulda, kütüphanede veya sosyal hizmet birimlerinde çalışarak cezasını çekmesini isteyebilecek.
aktifhaber

METREKARE BAHANE ASIL NEDEN TASFİYE
07.12.2009 14:02

Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki hücresinin değiştirilmesinden beri PKK taraftarlarının molotoflu, havai fişekli yakıp yıkma eylemlerinin arkası kesilmiyor. DTP sözcüleri “sine-i millete döneriz” diyorlar, açılımın sona erdiğinden, meclisi terk edip dağa çıkmaktan söz ediyorlar.

Adalet Bakanlığı eylemlerin haksızlığını kanıtlayabilmek için İmralı’daki eski ve yeni hücrelerin fotoğraflarını basına dağıttı. Yandaşından “muhalifine” tüm gazeteler bu fotoğrafları yayınlayıp, hücrenin kaç santimetrekare küçüldüğünün hesaplarını yaptılar.
Acaba bütün bu eylemlerin, siyasilerin kopardığı gürültülerin nedeni gerçekten de hücrelerin metrekaresi miydi?
Aslında Öcalan 25 Kasım’da avukatlarıyla yaptığı görüşmede sadece yeni hücresinden şikayet etmemişti; açılımı bir “tasfiye süreci” olarak nitelemiş ve PKK ile DTP’nin tasfiye edileceğini söylemişti. Olaylar da, DTP’lilerin sert söylemleri de bu sözlerin dışarıya iletilmesinden sonra başlamıştı. Yani, Öcalan’ın insan haklarının kısıtlanması, Avrupa’ya gönderilen bir mesajdı; asıl neden, içerden dışarı aktarılan bu tasfiye endişesiydi.

Başbakan Erdoğan’ı ABD’ye götüren uçakta bulunan gazetecilerin bugün yazdıklarına bakılınca, Öcalan’ın öngörüsünde isabet kaydettiği anlaşılıyor. Çünkü, Başbakan’ın gazetecilere söylediklerinden anlaşıldığına göre Obama-Erdoğan oval ofis görüşmesinin gündeminde PKK’nın, hatta DTP’nin tasfiyesi de olacaktı. Tasfiye planının ABD-Türkiye ve Kuzey Irak yönetimi tarafından uygulanacağı anlaşılıyordu.
Bu haber, uçaktaki gazetecilerin çoğunun notlarında vardı. Hatta uçaktakilerden Başbakan’ın eski basın danışmanı Akif Beki’nin haberi Radikal’de “PKK’yı tasfiye planı masaya yatırılacak” başlığıyla manşet olmuştu.

Başbakan’ın bu konuyla ilgili sorulara verdiği yanıt şöyleydi:

“Özellikle 5 Kasım 2007’de Sayın Bush’la birlikte basına açık bölümde yapılan açıklama ile “bölücü terör örgütü Amerika’nın Irak’ın ve Türkiye’nin ortak düşmanıdır” denildi. Bu bir milattı. Şimdi bu miladın takipçisi olmalıyız. Devamı gerekiyor. Tabi bunu kararlı bir şekilde sürdürürken buradaki stratejinin gözden geçirilip güncellenmesinde fayda var. Bunun içinde Kandil olduğu gibi Mahmur aynı şekilde yer alıyor. Girişi- çıkışı konularındaki hassasiyetlerimiz yer alıyor. En son gerek Dışişleri Bakanımızın, gerekse dış ticaretten sorumlu devlet bakanımızın Irak ziyaretlerinde yapılan ikili görüşmeler var. Oradaki yönetim bundan sonra kararlı açıklamalar yaptı. Bölücü terör örgütüne karşı ciddi bir çağrıları oldu. Bunu görmezden gelemeyiz. Ama bu sürecin de takipçisi olacağız. Erbil’de artık başkonsolosumuz var. Burası aracılığıyla ikili ilişkileri sıkı hale getirelim istedik. Yerel Yönetimle bu tür ilişkilerle, askerimizle üst düzeyde bir yöneticisini oraya istihbarat teşkilatımızla göndermek suretiyle bu çalışmalara verdiğimiz önem ifade edildi. Gerek Mahmur gerekse Kandil konusunda yerel yönetimle Türkiye’nin koordine bir çalışma yapması gerekiyor. Kuzey Irak’ın içinde mi hallolur, veya oradan başka yere mi gönderilir nasıl olacaksa bir şekilde bu adımlar atılacak.”

Odatv.com

Baykal: "Hükümetin açılıma devam etmesi hıyanet"
16:00 - CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Meclis'te CHP Grup toplantısında yaptığı konuşmada, son PKK saldırıları ve dün Tokat'ta 7 askerin şehit edilmesiyle sonuçlanan saldırıya değindi. Baykal, “Büyük kaygılar yaşarken, Tokat'ta bir tuzak 7 askeri şehit eden bir saldırı. Türkiye'de gerçekleri görmeyen insanların gözüne gerçekleri dayatmaya başladı. Bu süreçten sonra bu yola devam etmek. Gaflet ve delalet olarak çıkmakta, Mustafa Kemal'in dediği gibi bir 'hiyanete' dönmek üzeredir. Türkiye'de yaşanan bu olayları hazmetmek kabul edilebilir değildir” dedi. 08.12.2009 ANKARA netgazete

10 Aralık 2009
DTP Binasına Taşlı Saldırı

DTP İzmir İl Başkanlığı'na taşlı saldırı düzenlendi. Düzenlenen saldırı sonrası polis göstericilerden bazılarını gözaltına aldı..
Demokratik Türkiye Partisi (DTP) İzmir İl Başkanlığı'na taşlı saldırı düzenlendi. Saldırıda il başkanlığının bazı camları kırılırken, 8 kişi gözaltına alındı.

Cumhuriyet Meydanı'nda toplanan ve Göztepe ile Karşıyaka Futbol Kulüpleri taraftarı oldukları ileri sürülen bir grup, Basmane semti otobüs duraklarının bulunduğu yerde yer alan DTP İzmir İl Başkanlığı binasının önüne kadar yürüdü.

Burada PKK aleyhine sloganlar atan Göztepe ve Karşıyaka taraftarı oldukları ileri sürülen gençlerden bazıları DTP İzmir İl Başkanlığı binasını taşladı. Atılan taşlar nedeniyle binanın bazı camları kırılırken olayda yaralanan olmadı.
Haber101

11 Aralık 2009 14:53
Polis Açılıma İsyan Mı Ediyor?
“’Ne mutlu Türküm diyene’ sloganları ile Bahçeli'nin taktirini alan polisler, şimdi de İstanbul Valiliği’ne dilekçe yazdı. Yeniçağ'ın iddia ettiği dilekçenin içeriği....

Öcalan’ın cezaevi koşullarını bahane eden bölücülere karşı canla başla mücadele eden Türk polisi yavaş yavaş PKK açılımına tepki göstermeye başladı.

Şehit aileleri, sivil toplum kuruluşları, vatandaşlar, askerler ve siyasilerin ardından Türk polisi de üzerindeki iktidar baskına rağmen PKK açılımına isyan etti. Polisler ilk tepkilerini 4 gün önce İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde yaşanan terör eylemleri sırasında gösterdi.

Gazi Mahallesi’ni inlettiler
Bebek katili Öcalan’ın sağlık durumunu bahane ederek sokaklara dökülen bölücüleri kısa sürede dağıtan Çevik Kuvvet Polisleri, daha sonra sloganlar eşliğinde Gazi Mahallesini inletti.
Polislerin attığı, ’Şehitler ölmez vatan bölünmez’, ’Ne mutlu Türküm diyene’, ’Akan kan bayrak için’ sloganları Gazi Mahallesi sokaklarında yankılandı.
Polisin ikinci tepkisini ise dün Vatan Gazetesi yazarı Can Ataklı’nın köşesine konu oldu. Ataklı bir grup polisin İstanbul Valiliği’ne verdiği dilekçeyi şöyle aktardı:

Bahçeli teşekkür etti
”Aldığım bir duyuma göre Çevik Kuvvet görevlisi bazı polisler Valiliğe dilekçe vererek teröristleri karşılama görevlerini kabul etmek istemediklerini belirtmişler. Bir dilekçede şöyle yazıyormuş: “Habur’dan sonra bazı teröristlerin Atatürk Havalimanı’ndan da giriş yapacaklarını öğrendik. Güneydoğu’da görev yapmış olduğum için bu karşılama sırasında görev verilmesi halinde objektif olma duygumu yitirebilirim. Bu nedenle bana ve ekibime karşılama görevinin verilmemesini emirlerinize arz ederim.” Polisin isyanını MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli salı günü gerçekleşen parti grup toplantısında gündeme taşımıştı. Bahçeli şunları kaydetmişti: AKP, PKK açılımına 1 Ağustos tarihindeki Polis Akademisi’ndeki toplantı ile emniyet teşkilatını da alet etti. Çok şükür ki Gazi Mahallesindeki olaylara müdahale eden Çevik Kuvvet Polisi açılım sürecine gereken dersi vermiştir. Kahraman polislerimiz üzerlerindeki siyasi baskıları yırtıp atarak hep bir ağızdan ’şehitler ölmez vatan bölünmez’, ’Ne mutlu Türküm diyene’, ’Akan kan bayrak için’sloganlarını atmışlardır. Teşkilatlarının başındaki Bakana gereken uyarıyı yapmışlar, hak ettiği karşılığı vermişlerdir. Hükümete rağmen canla başla çalışan, asayişi sağlamaya gayret eden ve AKP’nin hilafına, şehide ve bayrağa sahip çıkan Emniyet teşkilatını kutluyorum, hepsiyle iftihar ediyorum.

Kaynak: Yeniçağ

Emre Aköz
Sabah Gazetesi
'Atakürt'ten 'Apokürt'e...
11 Aralık 2009

Asıl konuya girmeden önce, Ahmet Altan'ın 14 yıl önce yazdığı, fırtınalar kopartan 'Atakürt' başlıklı yazısının ilk birkaç paragrafını buraya alayım:
"Mustafa Kemal, Selanik'te değil de Musul'da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı'nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını 'Kürdiye Cumhuriyeti' koysaydı, kendisi de Meclis kararıyla 'Atakürt' adını alsaydı...

Kürdiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarına 'Kürt' deneceği için hepimiz 'Kürt' sayılsaydık, Taksim'e, Kadıköy'e, Kızılay Meydanı'na, Kordon'a 'Ne mutlu Kürdüm diyene' pankartları asılsaydı..."

Yazı bu şekilde devam ettikten sonra, "Nedir demokratik çözüm, nedir Kürt kimliği" diye soruyor ve "Biz Türkler, bir 'Kürdiye Cumhuriyetinde' yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul etmektir demokrasi" cevabıyla bitiyordu. (Milliyet, 17 Nisan 1995)



***
Askeriyenin ve ulusalcıların has gazetesinde bunları yazmak ha! Olacak iş değildi ve olmadı da:

Patron Aydın Doğan, hemen Ahmet Altan'ın işten çıkardı. Bunun üzerine Yayın Yönetmeni Ufuk Güldemir ve yardımcısı Alev Er istifa etti.
O dönemdeki tartışmalar sayesinde militarist/ulusalcı kesimin zihin yapısını daha iyi kavramıştım.

Solcu/demokrat geçinen bir kadın gazetecinin, neredeyse ağzından köpükler saçarak "İsmini değiştirerek Atatürk'e hakaret ediyor" diye yaygara koparması hâlâ gözümün önündedir.

"Ne hakareti canım? Tarih farklı şekillenseydi, nelerin olabileceğini anlatan bir tersine çevirme, bir kurgu ('fiction') bu... Maymunlar Cehennemi filmi gibi bir şey" demeye çalışmıştım; dinlememişti bile.
(O günlerde şahit olduğum bağnazlıklar nedeniyle, yıllar sonra Hrant Dink'e 'Zehirli kan', Prof. Atilla Yayla'ya da 'Bu adam' cezaları verildiğinde hiç şaşırmadım. Bilirim; korkunçturlar!)



***
Neyse... Gelelim bugüne.

Açılım'ın sadece Türkiye'nin projesi olmadığını... ABD başta, bazı küresel siyasi aktörlerin Kürt/PKK meselesini artık çözülmesini istediğine değiniyoruz ya...

Benzeri bir analizi Abdullah Öcalan ve Apocular da yapıyor elbette.
Ben bu analizden (süreçte ciddi bir aksama olmazsa, faraza Başkan Obama'nın başına taş düşmezse) örneğin Deniz Baykal engelinin, ikna ya da tasfiyeyle kaldırılacağı sonucuna varıyorum.

60 yaşına gelen Apo ise, "Madem Açılım iradesinin bir ayağı Batı'da... Acaba bunu kullanarak, çok daha etkin ve serbest bir hale gelebilir miyim? Örneğin hücre cezam, ev hapsine dönüşebilir mi?" diye düşünüyor olsa gerek.



***
Milyonları ilgilendiren demokratikleşmeyi, hak ve özgürlükleri bir yana bırakıp, Açılım'ı, Öcalan'ın hücre kapısının açılmasına bağlamak... Birçok kişi bunu, bencilce bir yaklaşım olarak görebilir.

Evet, bencilce olabilir ama mesele sadece Öcalan'ın "bencilliği" ve "fırsatçılığı" değil ki.

Kayda değer kitle oluşturan Apocular açısından, olay tam da bu! Onlar hayal ve taleplerini Öcalan ile özdeşleştirmiş durumda. "Öl de ölelim" havasındalar.

Öcalan 'Kürtlerin atası' mı? Bilemem ama Apokürt yani 'Kürtlerin amcası' olmuş durumda. Onu yok sayarak bu işi kotarmak çok zor...

Serdar Akinan
Açılım alev aldı

Güneydoğu ayakta...
Dün, Diyarbakır, Batman, Nusaybin, Siirt, Şemdinli gibi çeşitli yerleşim yerlerinde on binler sokaklardaydı.
Polis bu göstericilere müdahale etti. Onlarca yaralı olduğu, insanların gözaltına alındığı haberleri geldi.
Gazeteler ve televizyonlar söz birliği etmişçesine olan bitenin boyutlarını saklıyor. Aslına bakarsanız iyi de yapılıyor. Ancak elim gene de yazmadan edemiyor.
Gizli bir el, adeta ocakta fokurdayan bir tencerenin altını kısar gibi sesi kısıyor. Fokurdama sesi aman duyulmasın...
Sesini kesseniz de o tencere artık fokurduyor. “Daha önce de çok fokurdadı, konjonktüreldir, aşarız” diyenler olabilir.
İşin rengi bu kez farklı...
“Kürt açılımı”ndan “Demokratik açılım”a dönen, geniş halk yığınlarından tepki yükselip oylar süratle erimeye yüz tutunca da “Milli Birlik Projesi” adına kavuşan süreç Türkiye’yi son derece tehlikeli sulara taşıyor.
AKP, anlaşılamaz bir körlükle, elindeki reçete siyasetini kararlılıkla uyguluyor.
Oysa sorun büyük ve karmaşık.
Bu reçetede yazılı olan formülasyonda sıkıntı var.
DTP’nin formüldeki payı (oranı) yazanlar tarafından azımsanmış gibi duruyor.
Veya DTP bu terkipteki oranını beğenmedi. Artırmak istiyor.
Veya kukla aktörler açısından her şey uygun ama bu reçete bölgesel, sosyal, kültürel, siyasal ve tarihsel gerçeklerin bugün meydana koyduğu hastalıklı bünyeye iyi gelmiyor. Gelmeyecek...
Mesela Öcalan, hücresindeki 17 cm’lik fark sayesinde sokakları nasıl sallıyor.
Bakın avukatlarla son konuşmasında ne demiş:
“Bu aşamadan sonra Kürtler varlıklarını ve onurlarını kimseye teslim etmezler. Ben desem bile teslim etmezler. Bundan sonra kendi onurları ve varlıkları için yaşayacaklardır. Yol haritamda belirttim, bu yapılanlar soykırımdır; kültürel soykırımdır, siyasal soykırımdır, sosyal soykırımdır, ekonomik soykırımdır. Kürtlerin varlığını tanımadan, Kürtlerin özgürlüğüne saygı duymadan Kürtlerle nasıl barışılacak?”...
DTP, Kandil, Avrupa ve İmralı bu sürecin bir tür tasfiye süreci olduğunu görüyor ve tüm gücüyle direniyor. Direnecek.
Çok riskli bir döneme girdik.
DTP elbette Kürtlerin tamamını temsil ve veya kontrol etmiyor. Mesela Hizbullah yanlısı gruplar son derece rahatsız...
Urfa’da DTP bürosunun kundaklanması hayra alamet midir?
Batı’da ise tek tük kıvılcımlar çakmaya başladı.
En ufak bir anlaşmazlıkta özellikle gençlerin toplanarak; slogan atarak Kürtlerin oturduğu semtlere yürümesi dikkatinizi çekmiyor mu?
Ne “doğu” ne “batı”...
Beni İstanbul düşündürüyor.
İstanbul’un hazmetme kültürü bu süreci tersine çevirebilir. Dünyanın en büyük Kürt nüfusuna sahip bu şehri kıvılcımlardan tutuşmamayı başarırsa süreç zamanla soğuyacaktır.
Yoksa...
Yoksa bu ateş asıl İstanbul’dan tüm bölgeyi sarar.
Akşam

Hakkari'nin 12 mahallesinde olaylar şiddetlendi

00:15 - Hakkari'de vatandaşlar, Anayasa Mahkemesi tarafından açıklanan kararı evlerinde sessiz bir şekilde dinlerken, kapatma kararı haberini alan parti yandaşları ise mahalleleri birbirine kattı. Olayların şiddetlendiği Hakkari'de bir kişinin yaralanarak hastanede ameliyata alındığı belirtildi. 12.12.2009 HAKKARİ netgazete

İzmir'de polise ve otobüslere taşlı saldırılar yapıldı
22:10 - Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararının ardından İzmir'de güvenlik önlemleri üst düzeye çıkarıldı. DTP İl Başkanlığı önünde çevik kuvvet ekipleri ve panzerler güvenlik önlemi alırken, Kadifekale semtinde küçük gruplar polise ve çevredeki araçlara taşlı saldırılar yapıyor. 11.12.2009 İZMİR netgazete

DTP Genel Merkezi önünde Türk bayrağı açtılar

22:00 - Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararı almasının ardından DTP Genel Merkezi önünde bir eylem gerçekleşti. DTP'nin kapatma kararını destekleyen 2 kişi Türk bayrağı açmak istedi. Parti önünde bekleyen sivil polisler eylemcilere bayrağı açtırmadı. 11.12.2009 ANKARA netgazete

Diyarbakır'da Türk bayrağına saldırı

21:00 - Kent merkezinde DTP'nin kapatılmasını protesto eylemleri sürüyor. Polise taşlar ve havai fişeklerle saldıran kalabalık, tazyikli su ve biber gazı kullanılarak dağıtıldı. Gösteriler sırasında bazı dükkanların ve işyerlerinin camlarını kırdı. Lastik yakararak yolu kapatan ve polisle çatışan göstericilerden bir grup ise, Türk bayrağı asılı olan bir postane binasının camına taşla saldırdı. Binanın camları kırıldı. 11.12.2009 DİYARBAKIR netgazete

Protestocular İstanbul'da olay çıkardı
20:40 - Yaklaşık 30 kişilik grup, kapatma kararına ilişkin DTP İstanbul İl Başkanlığı önünde açıklama yaptıktan sonra Dolapdere Caddesi'ne yürüdü. Göstericiler yürüyüş sırasında yanından geçtikleri park halindeki bir otomobili taşladı. Bunun üzerine polis, göstericilere biber gazı sıktı. Grup, polisin müdahalesinin ardından ara sokaklardan dağıldı. 11.12.2009 İSTANBUL netgazete

HEPAR kapatmayı havai fişek gösterisiyle kutladı

20:20 - Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılma kararın açıklanmasının ardından HEPAR İskenderun İlçe Teşkilatı Başkanı Melih Erozan, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte parti binasının balkonundan havai fişek attı. Ellerinde Türk bayraklarıyla parti binası önünde açıklama yapan Erozan, "Havai fişekler DTP'liler ve terör örgütü sempatizanları tarafından polisimizin, askerimizin üzerine atılıyordu. Biz de DTP'nin kapatılmasını kutlamak için havai fişek atıyoruz" dedi. 11.12.2009 HATAY netgazete

Kapatma kararı şehid erin evinde sevinçle karşılandı
19:50 - Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılması yönündeki karar, Tokat'ta şehit olan jandarma er Cengiz Sarıbaş'ın büyük acı yaşanan evinde sevinçle karşılandı. Acılı aile alkışlarla memnuniyetlerini dile getirirken, kapatılma kararının geç alındığını ifade etti. 11.12.2009 İSTANBUL netgazete

Ahmet Türk, ''DTP'liler sine-i millete dönecek''

19:25 - Demokratik Toplum Partisi (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk,''Anayasa Mahkemesi'nin kararını hepizim izledik, gördük. Türkiye sancılı bir süreci yaşıyor. Bizim özlemimiz bu sancılı sürecin uzamaması. Türkiye parti kapatmakla bu sorunu çözemez. Ortak akıl, diyalogla bu sorun çözülebilir. Daha önce aldığımız kararların arkasındayız. Ben inanıyorum. Mutlaka demokrasi ve barış zafere ulaşacaktır. Bu konuda endişem yok" dedi. Türk, "Sine-i millete döneceğiz diye açıklama yapmıştını z. Sine-i millete dönecek misiniz?" şeklindeki soru üzerine de, "Arkadaşlarımız tahmin ediyorum ki bu konudaki dilekçelerini Meclis'e ulaştıracaklardır" karşılığını verdi. 11.12.2009 ANKARA netgazete

'Kürt Sorunu' nedeniyle 10 parti kapatıldı
19:10 - Anayasa Mahkemesi “Kürt Sorununa” ilişkin programları nedeniyle bugüne kadar DTP'ni dışında 9 partiyi kapadığı belirlendi. Mahkeme, DTP ile aynı gelenekten gelen, HEP, ÖZDEP, DEP ve HADEP ile programlarında “Kürt Sorununa” ilişkin yer alan hedefler nedeniyle de Türkiye Birleşik Komünist Partisi, Sosyalist Parti, Sosyalist Türkiye Partisi, Demokrasi ve Değişim Partisi, Emek Partisi'nin kapatılmasına karar vermişti. DTP'nin de Anayasa Mahkemesi tarafıdan kapatılmasının ardından bu sayı 10 oldu 11.12.2009 ANKARA netgazete

Kapatma kararı kahvelerde alkışlarla karşılandı

18:50 - Vatandaşlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın yapacağı açıklamayı izlemek üzere kapalı mekanlara akın etti. Televizyon başında toplanan vatandaşlar, Kılıç'ın "DTP'nin kapatılmasına karar verildi" cümlesinin ardından alkışlayarak sevinçlerini dile getirdi. Vatandaşlar, "Bu kararı bekliyorduk. Halk uzun zamandır bu kararı duymak istiyordu. Gecikmiş bir karardı. Bu isimler bir daha Meclis'e girmesin. Olay çıkar diye tehdit ediyorlar ama birşey olmaz" şeklinde konuştu. 11.12.2009 İSTANBUL netgazete

12 Aralık 2009
DTP'nin kapatılması beklenen kargaşayı da beraberinde getirdi

KARARIN ARDINDAN DİYARBAKIR'DA OLAYLAR ÇIKTI

Olayların ilk adresi Diyarbakır'dı. Turgut Özal Bulvarı üzerinde toplanan gruplar, yolu barikatlarla trafiğe kapatıp ateşe verdi. Taş yağmuruna tutulan polis, grubu göz yaşartıcı bomba ile dağıttı.

Hakkari'de ise Yeni Mahalle'de toplanan 50 kişilik bir grup DTP'nin kapatılmasını protesto etti. DTP ve PKK lehine slogan atarak lastik yakan grubu kontrol altında tutan polis olaylara müdahale etmedi.

Hakkari'deki gerginlik günün ilk ışıklarıyla tırmandı. Esnaf kepenk açmadı. DTP'nin kapatılmasını protesto eden ve aralarında çok sayıda öğrencinin de bulunduğu 3 bin kişi Belediye önünden slogan atarak DTP binasına yürüdü.

2 POLİS LİNÇ EDİLMEK İSTENDİ

Buradan yeniden yürüyüşe geçen kalabalık sivil olan bir emniyet müdür yardımcısı ile polisi linç etmek istedi. Bir anda göstericilerin arasında kalan polisler taş yağmuruna tutuldu.

İşyerinin camlarının tuzla buz edildiği olayda, bazı göstericiler araya girerek polisleri linçten kurtarıp uzaklaştırdı. Bölgeye zırhlı araçlar ve çok sayıda çevik kuvvet ekibi sevkedildi.

Neredeyse bütün kepenklerin kapalı olduğu Yüksekova ilçesinde de yollara taşlarla barikat kurup ateşe veren gruplar polisin müdahalesiyle dağıtıldı.

DTP'nin kapatılmasını bahane eden örgüt yandaşları İzmir'de ise araçlara taşla saldırdılar. Emniyetin şehirde geniş güvenlik önlemi aldı. Olaylarda çok sayıda aracın camları kırılırken taşlı saldırıya uğrayan iki belediye otobüsü güzergah değiştirdi.

Güne sakin başlayan Van'da öğlen saatlerine doğru yaklaşık 200 kişi Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan DTP İl binası önünde toplandı. Hacıbekir Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçen 100 kişilik grup polisi taşlamaya başlayınca olaylar çıktı.

Van Emniyet Müdür Yardımcı Önder Okşar göstericiler tarafından atılan taşla kafasından yaralandı. Okşar'a ilk müdahaleyi polis memurları yaptı. Bu arada, bir polis memuru da yine atılan taşlar sonucu elinden yaralandı. Polis göstericilere göz yaşartıcı bomba ve tazikli su kullanarak müdahale etti.

İSTANBUL'DA BİR GRUP SLOGAN ATTI, POLİSİ TAŞLADI

Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılma kararının açıklanmasıyla birlikte yaklaşık 20 kişilik bir grup Beyoğlu'nda bulunan DTP İstanbul İl binası önünde toplandı.
aktifhaber

12 Aralık 2009
Ergenekon'da DTP Sevinci
Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararına ilişkin basın açıklaması Ergenekon davasının görüldüğü Silivri'de sevinçle karşılandı..

Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatma kararına ilişkin basın açıklaması Ergenekon davasının görüldüğü Silivri'deki mahkeme salonunda da ilgiyle takip edildi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın oybirliğiyle kapatma kararı alındığını açıkladığı sırada Danıştay davası ile birleştirilen birinci Ergenekon davası devam ediyordu. Sanıkların taleplerinin alındığı sırada bazı sanık yakınları ve avukatları kafeteryadaki televizyondan kararı dinliyordu.

Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın "oybirliğiyle kapatılmasına karar verilmiştir" dediği anda duruşmayı izlemeye gelenlerden bazıları alkışlamaya başladı. Gelen uyarılar neticesinde alkış hemen kesildi.

Kararın duyulmasından sonra mahkeme salonunda talepte bulunmak için söz alan tutuklu sanık Zekeriya Öztürk, "Çok mutlu bir haber aldım. DTP kapatılmış. Dilerim AKP de kapatılır." dedi.
aktifhaber

12 Aralık 2009
'Kapatma Kararını Tanımıyoruz'

DTP'nin kapatılması üzerine olağanüstü toplanan DTP'li 98 belediye başkanı, mahkemenin kararına sert tepki gösterdi...

DTP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması üzerine DTP’li 98 belediye başkanı Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi çatısı altında olağanüstü toplandı. Kongre adına DTP’nin kapatılmasını değerlendiren kapatılan DEP'in eski milletvekili Hatip Dicle, “Kürdistan her dönem işgallere uğradı. Ama halkımız direnişini ve özgürlük sevdasını her zaman ayakta tuttu. Kürtler özgürlüklerine düşkündür, 1994’teki Kürt halkı da değildir. Kürt halkı onuruna karşı yapılan bu saldırıları karşılıksız bırakmaz, herkes bunu bilmeli. Bu kararı tanımıyoruz ve meşru olarak da görmüyoruz” dedi.

DTP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılarak, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin düşürülmesi, 37 DTP’liye 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirilmesine Diyarbakır’da 98 DTP’li belediye başkanının katılımıyla olağanüstü toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde sert tepki gösterildi.

Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, Kandil ve Mahmur’dan gelen PKK'lı gruplar ile 1925’teki Kürt ayaklanmasının lideri Şeyh Sait’in torunları Şeyh Diyadin Fırat ve Şeyh Feyzullah Fırat’ın da katıldığı DTP il başkanlığındaki toplantıda Demokratik Toplum Kongresi adına Hatip Dicle konuştu. Diyarbakır olaylarında yaşamını yitiren üniversite öğrencisi Aydın Erdem ve demokrasi mücadelesinde şehit düşenler için bir dakikalık saygı duruşundan sonra konuşan Hatip Dicle, tarihten örnekler vererek son süreçlerde Kürt halkının onuruna yönelik saldırılar olduğunu, ancak Kürtlerin bunu karşılıksız bırakmayacağını söyledi.

Dicle, “Kürdistan’ın kalbi olan Amed’de sizinle kucaklaşmaktan onur duyuyorum” diyerek sözlerine başlayıp, Bursa’da grizu patlaması sonucu ölen 19 madencinin ailelerine başsağlığında bulundu.

Kürtlerin 10 bin yıldır bu topraklarda kök saldığını belirten Hatip Dicle, “Dünya tarihimize baksın. Özgürlük mücadelemizdeki direniş ruhunu tarihimizden alıyoruz. Kürdistan her dönem işgallere uğradı ama, halkımız dallarına yaslanarak direnişini, özgürlük sevdasını her zaman ayakta tuttu. Kürt halkı 200 yıldır bu emperyal amaçlar bulunan kurt kapanında yaşam mücadelesi vermektir” dedi.

Dicle, 1’inci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, Kürtlerin yıllardır birlikte yaşadığı Türk halkına, arkadan saldırmadığını söyleydi. Dicle, “Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te Kürtlerin Fransızlara karşı direnişi biliniyor. Bunu dikkate alan Mustafa Kemal, Samsun’a çıktıktan sonra Kürt halkıyla ittifak yapmadan Anadolu’da bir karış toprak da bile egemenlik kurulamayacağının farkındaydı” dedi.

KÜRTLER KÜLTÜREL, SİYASAL, EKONOMİK, SOSYAL SOYKIRIMA UĞRADI

Dicle, 1’inci Büyük Millet Meclisi’nde Kürtlerin kimlikleriyle ve Kürdistan mebusları olarak yer aldığını belirterek, şöyle dedi:

“İnkar yoktur, o dönemdeki belgeler buna tümüyle şahittir. 1921 Anayasası etnik kimlikten bağımsızdır. Bir nevi özerkliğin teminatı olarak yerel yönetimlere görevler vermiştir. 10 Şubat 1922’de Kürdistan’a özerklik yasası meclisten geçmiştir. İsmet İnönü Lozan’a 1’inci Büyük Millet Meclisi’nin ve oradaki Kürt vekillerin desteğini arkasına alarak gidiyor. Onun için orada biz Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak buradayız diyebiliyor. Ama Kürtlerin adı bile geçmiyor. İngilizler ve Fransızlar kendilerine karşı direnin Kürt halkına karşı duymazlık gösteriyorlar. Lozan’da Kürtleri es geçiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da 1924 Anayasasıyla yepyeni bir döneme giriliyor. Kürtlerin dili, kültürü, tarihi değerleri her şeyi yok sayılıyor. Sadece kültürel soykırım değil, siyasal, ekonomik, sosyal soykırım hepsi devreye sokuluyor. Eğer bir halk özgür iradesiyle siyasi geleceğini belirleyemiyorsa, o halk siyasal soykırımla karşı karşıyadır. O dönemdeki en ufak direnişler kanla bastırılmıştır. Şeyh Saitler, İhsan Nuriler, Seyyit Rızalar bu topraklarda büyük direniş sergilediler, onları rahmetle anıyoruz.”

KÜRT HALKI ONURSUZLUĞU KABUL ETMEDİ

Bir halkın en doğal değerleri yok sayılırken, direnmiyorsa o halkın onursuz bir duruma düşeceğini söyleyen Dicle, “Kürt halkı bütün bedellere rağmen, yüksek bedeller ödemesine rağmen asla bunu kabul etmemiştir. Bundan sonra da kabul etmiyecektir” dedi. Kürtlerin özgürlüklerine düşkün bir halk olduğuna vurgu yapan Dicle, “Kürdistan kan revan olmasına rağmen, yeni isyana kalkışabilmişlerse bu halkı bu yöntemlerle yok etmek, durdurmak asla mümkün olamaz. Bunun farkına varmalarını istiyoruz. Osmanlılar dönemindede bir çok isyan olmuştur. Ama o isyanın liderlerine karşı Osmanlı illede onları öldüreceğim dememiştir, sadece sürmüştür. Ama Cumhuriyet döneminde İttihat ve Terrakki'nin o koyu katliamcı zihniyetini devralanlar isyan önderlerini asla yaşatmamaya kararlıdırlar” dedi.

ÖCALAN NEFESSİZ BIRAKILARAK ÖLDÜRÜLMEK İSTENİYOR

Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarına da değinen Hatip Dicle’nin, “Şimdi ne yapılmak isteniyor. 29’uncu isyanın önderi Sayın Abdullah Öcalan’ı İmralı’da nefessiz bırakılarak öldürmek isteniyor” demesi üzerine salonda bulunanlar ayağı kalkarak, ‘Biji Serok Apo’, ‘Yaşasın başkan Apo’ solganları attı.

Kürt halkının eski halk olmadığını kaydeden Hatip Dicle, “Biz yeni bir hareket de değiliz, biz dimdik ayaktayız. Kürtlerin özgürlük mücadelesi hayatın her alanında devam ediyor. Bu halk önderini orada nefessiz bırakıp zaman içinde ölmesine asla müsade etmeyecektir, bunu herkes bilmelidir. Biz aklı selimin egemen olmasını istiyoruz. Sayın Öcalan konusunda devletin tasfiyeci politikalarından vazgeçmesini bir kez daha hatırlatıyoruz. Özgürlüğünü esas alan, ama başlangıçta bir ev hapsi mümkündür. Devlet tasfiye istiyorsa kendisi bilecektir. Artık Kürt halkı buna izin vermeyeceğini her halükarda gösteriyor” dedi.

KENDİ KENDİMİZİ YÖNETME HAKKIMIZDAN VAZGEÇMEYİZ

Kendilerinin sürekli “Kürtler ne istiyor?” sorularına muhatap kaldıklarını belirten Dicle, “Kürtler Türk halkıyla eşitlik istiyor. Özgürlük istiyorlar. Topraklarında insan gibi yaşamak istiyorlar. Toplumsal bir mutabakata dayalı sivil demokratik bir Anayasa istiyorlar. Kürtlerin kurumları bu diyalog ve süreç içinde aktif yer almalı. Bu Anayasa sadece Kürtlerin değil, Türkiye’de yaşayan bütün etnik toplulukların tarihini, dillerini, kültürlerini, yaşatacak demokratik bir anayasa olmalı. Kendi kendimizi yönetme hakkımız olmalı. 1921 Anayasası’nda var olan sonra gasp edilen bu hakkımızdan vazgeçeceğimizi kimse sanmasın. Bu ülkenin bütünlüğü içinde biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz. Kürtlerin ne istediğini çok iyi biliyorlar” dedi.

DTP’NİN KAPATILMA KARARI KÜRT HALKININ İRADESİNE SALDIRIDIR

Anayasa Mahkemesi’nin 4 aydır açılım süreci denen aslında çok ince bir tasfiye planını ilan edercesine hem de oy birliğiyle DTP’nin kapatılmasına karar verdiğini söyleyen Dicle, şöyle dedi:

“Biz bunu devletin kuruluş genlerinde var olan Kürt sorununda inkar ve imha siyasetinin hala devam ettiğinin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin göz bebeği sayılan Anayasaya Mahkemesi, yani devlet tarafından ilanıdır. Bu Kürt halkının iradesine saldırıdır. Hem de ilk defa yapılmıyor. Kürtler ilk hiyanete 1’inci Büyük Millet Meclisi’nden sonra uğradılar. Kürtler 1’inci Büyük Millet Meclisi’nden sonra sessizce tasfiye edildiler. Kürt halkının özgür oylarıyla seçilenler 1994 yılında imha konseptinin bir parçası olarak meclisten yaka paça alındılar. Arkadaşlarımla birlikte 10 yıl cezaevinde kaldım. Biz bu devleti iyi tanıyoruz. Ama herkes şunu iyi bilmeli ki artık Kürt halkı eski Kürt halkı değildir. 1994 teki Kürt halkı da değildir.”

BU KARARI TANIMIYORUZ

Anayasa Mahkemesi’nin DTP hakkında verdiği kapatma kararını tanımadıklarını ve meşru olarak da görmediklerini kaydeden Dicle, “Bu kararı tanımıyoruz, bu kararı da meşru olarak görmüyoruz. Milletvekili arkadaşlarımız kendi grupları içinde istifalarını vererek halkın arasına katılma kararı önceden almışlardı. Eğer bu kararlarında samimi olurlarsa bilsinler ki Demokratik Toplum Kongresi ve Kürt halkı sonuna kadar arkalarındadır. Kürt halkı onuruna yapılan bu saldırıları karşılıksız bırakmaz, herkes bunu bilmelidir. Kürt halkı bu onursuzluğu kabul etmez. Bunu bütün boyutlarıyla tartışacağız. Öfkeye kapılmadan soğukkanlı bir şekildi. Özgürlük mücadelesi 30 yıllık deneyime sahiptir ne yapacağını çok iyi bilir” dedi.

DTP dışındaki bütün Kürt siyasi birimlerine de çağrı yapan Dicle, “Gelin bu çatı altında farklılıklarınızı koruyarak bir araya gelelim. Her türlü tartışmayı günlerce yapalım, ortak tavır gösterelim, Kürtlerin ulusal birliğini inşaa edelim” çağrısında bulundu.

Hatip Dicle şunları söyledi:

“Özgürlük hareketi, asla Türk halkını hedef alan bir hareket olmamıştır, olmazda. Bizim felsefemizde, ideolojimizde halkların kardeşliği vardır. Özellikle bu nedenle metropollerde Kürtler ve Türkler içiçe yaşadığı için hiç bir zaman kitlesel çatışma yaşanmadı. Ama son dönemlerde öyle sinyaller geliyor ki, futbol maçları, İzmir’deki, Çanakkale’deki olaylar artık devletin aklını başına toplaması gerektiği yönünde adeta çığlık atıyor. Eğer bu süreç bir barışa evrilmezse korkarım ki devletin kontrolünün dışına çıkan bazı haksız kitlesel çatışmalar gündeme gelebilir. Bunu bir tehdit olarak değil bir öngörü ve tespit olarak söylüyoruz. Asla bundan yana değil. Biz barışa mahkumuz diyoruz".”

Nevruza 3 aylık bir süre bulunduğunu hatırlatan Dicle “Biz aklı selimin egemen olacağını umarak bu dönemin tekrar barışçıl bir sürece evrilmesi için devletin, hükümetin üzerine düşeni yapmasını bekliyoruz. 15 Şubat’tan itibaren genellikle Kürdistan’da bir kitlesel protesto gösterileri başlıyor. O zamandan Nevruz’a kadar olan süre kritik sürelerdir. Bu nedenle devletin bir an önce tasfiye planından vazgeçerek aklı selimi egemen kılarak Kürtlerin kurumlarıyla diyalog kurarsa hala yapılacak bir çok şeyin olduğuna inanıyoruz” dedi.

Ankara'da bulunan DTP'li milletvekillerinin ise yarın Diyarbakır'a gelerek toplantının sonuç bildirgesinin açıklanacağı ikinci günkü toplantıya katılacakları belirtildi.
aktifhaber

13 Aralık 2009 16:46
Beyoğlu'nda Kapatma Gerginliği
İstanbul Beyoğlu'nda bir grup, bazı ev, işyeri ve araçlara molotofkokteyli ve taş attı. Semt sakinleri ve esnaf karşılık vermek isteyince gerginlik yaşandı.

İstanbul Beyoğlu'nda bir grup, bazı ev, işyeri ve araçlara molotofkokteyli ve taş attı. Semt sakinleri ve esnaf karşılık vermek isteyince gerginlik yaşandı. Olası çatışmayı polis önlerken, göstericiler ara sokaklara dağılarak kaçtı.

Kapatılan DTP'nin eski İstanbul İl Başkanı Mustafa Avcı, Beyoğlu'ndaki eski il binası önünde bir basın toplantısı düzenledi.

''Kendilerinin sorunlara çözüm istediklerini, kandırma ve tasfiye planlarını deşifre ettiklerini, çözüme ilişkin proje geliştirdiklerini'' ileri süren Avcı, ''buna karşın CHP, MHP gibi partilerin barış diyenleri hedef gösterdiklerini, Kürt halkını potansiyel suçlu ilan ettiklerini, halkları karşı karşıya getirmeye, sokakları kan gölüne çevirmeye ve bundan nemalanmaya çalıştıklarını'' savundu.

Basın açıklamasının ardından, açıklamaya katılan bir grup genç, kapatılan DTP'inni eski il binasının bulunduğu caddeden slogan atarak yürümeye başladı.

Gruptakiler, cadde üzerindeki ev, iş yeri ve araçların camlarına taş ve molotofkokteyli atarak zarar verdi.

Bunun üzerine semt sakinleri ve esnaf, gruptakilere bıçak ve benzeri kesici aletlerle karşılık vermek istedi.

Emniyet güçlerinin müdahalesiyle vatandaşlar ile gruptakilerin çatışması engel olunurken, grupta bulunan gençler de ara sokaklara kaçarak dağıldı
aktifhaber


Öcalan'a kulak vermek
Serdar Akinan

Geçtiğimiz günlerde Eren Eğilmez şahane bir analiz yollamış bana.
Tezi şu:
'Bu aşamada çözümün milli mi yoksa küresel mi olacağı belirsiz. Çözüm savaşları yaşanıyor.'
Açalım biraz...
Öcalan'ın son haftalarda, ama özellikle dün firatnews'te yayınlanan konuşması süreci okumak için şahane bir kılavuz sunuyor.
Yapılan siyasetin 'tavşana kaç tazıya tut' politikası olduğunu ve temelde İngiliz siyaseti olduğunu vurgulayan Öcalan üç ayrı örnek veriyor:
'Birincisi; 1925 Şeyh Sait döneminde Binbaşı Noel vasıtasıyla Kürdistan'da Şeyh Saitlerle görüşüp alttan destekliyormuş gibi yaptılar ve Seyit Abdulkadir'le de İstanbul'da görüşerek bir yandan Kürtleri kışkırttılar öbür taraftan kendi adamları olan İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak, bunlarla Mustafa Kemal'in etrafını sararak etkisizleştirdiler ve hükümeti ellerine aldılar. '
Ne oldu?
Binlerce Kürt ve Türk öldü. Kerkük Musul'u kaybettik...
Çatışmaların en şiddetli olduğu dönemde; 1990'lı yıllarda, Amerikalıların kendisine ve temsilcilerine gelerek, 'Savaşın. Sizi destekleyeceğiz...' dediğini açıkça itiraf ediyor Öcalan. Aynı anda da İngilizlerin Doğan Güreş'e 'yeşil ışık' yaktığını anlatıyor.
Ne oldu?
Binlerce köy boşaltıldı. Yüzlerce Kürt ve Türk öldü..
Amerika Irak'ı işgal etti. Türkiye Musul, Kerkük'ten uzak tutuldu.
1999'da ne oldu? Öcalan Amerika tarafından teslim edildi.
Ergenekon sürecinin başlangıcı ise tam da bugünlere denk geldi.
Öcalan'a kulak verelim:
'Turgut Özal'ın girişimleri oldu. Bunu engellediler. Daha sonra Erbakan'ın girişimleri oldu. İzin vermediler. Ordunun bir kısmı da devreye girdi. Hüseyin Kıvrıkoğlu, zamanında bir albayını göndermişti. Ordu kendi çözümünü böylece hayata koyacaktı. Buna da izin vermediler. Böylece sorunu çözümsüz bıraktılar.'
1997'de Toros tatbikatında Orgeneral Kıvrıkoğlu ölümden kıl payı kurtuldu. Yanındaki albay o kaza kurşunu ile öldü.
O günlerden itibaren Öcalan'la İmralı'da görüşenler kimdi ve ne dediler?
Gene Öcalan'ın ağzından:
'Hem Atilla Uğur hem Emre Taner bana şöyle dediler: 'Biz bu sorunu KDP, YNK ve Amerika ile değil sizinle çözelim. Bana konuşmaları olumlu geldi. Ama onların durumu şimdi ortada. Benim sorguma katılan paşa cezaevinde yatıyor ve neden tutuklandığını bilmiyor.'
28 Şubat süreci, 2001 krizi ve AKP'yi 2002'de iktidara taşıyan süreçleri de değerlendiren Öcalan, küreselleşmeciler tarafından 60 yıllık bir süreçle hazırlanan AKP'nin esas itibarıyla amacının şu olduğunu öne sürüyor:
'Birincisi radikal İslam'ı tasfiye etmek, ikincisi ise demokratik özgür Kürt hareketinin özünü tasfiye etmektir.'
Şimdi nerdeyiz?
Irak işgal edildi... Kürdistan resmi muhatap.
Görünen o ki Türkiye'de çözüm konusunda artık bir savaş var.
Ve asıl soru kimin çözümü hayata geçecek.
Bir yanda demokratik cumhuriyet diğer yanda federasyon...
Bir yanda 'Milli çözüm'... Öte yanda 'Küresel çözüm'...
'Milli Çözüm'de, Öcalan'ın içinde yer aldığı, ülke içi dinamiklerle, ulus-devletin re-organizasyonuna dayalı yeni bir inşa süreci...
'Küresel çözüm'de 'Yeni Türkiye Cumhuriyeti'; askere yeni roller biçen, Talabani/Barzani'li federasyon...
Bu açıdan bakınca liberal aydınlar ve malum çevreler gerçekten haklı 'Ergenekoncu'larla Öcalan arasında kesin bir ilişki var.
Milli bir ilişki...
Ve görünen o ki bu süreç, ilk kez, küreselcilerin umduğu gibi gelişmiyor.
Dün, 'Öcalan'ı muhatap almam' diyen hükümetin İmralı'ya resmi bir heyet yolladığı ortaya çıktı.
Bu AKP açısından açık bir savrulma değil midir?
Ve, yukarıda yazılan tarihi gerçekler ışığında meseleye serinkanlı olarak baktığımızda da umut vericidir.
Öcalan aslında en az Kürtler kadar Türklerin de yanında...
Amerika'nın veya İngiltere'nin yanında ikiyüzlülükle duracağıma, Türkleri ve Kürtleri, egemen ve adil bir çatı altında yaşatabilecek bir fikrin arkasında durmayı tercih ederim.
Tarih ortada...

Akşam


Başkale'de gösteri

18:45 - Van'ın Başkale ilçesinde, Demokratik Toplum Partisi (DTP) tarafından düzenlenen basın açıklamasının ardından ilçe savaş alanına döndü. Yürüyüş esnasında geniş güvenlik önlemi alan polise yüzleri kapalı kişilerce taş atılmasıyla olaylar başladı. Polis, grubu ilk önce biber gazı ile dağıtmaya çalıştı. Dağılmayan kalabalık, iş yerlerinin damlarına çıkarak polisi taşlamaya devam etti. Tazyikli su ve biber gazı kullanılarak yapılan müdahale, yaklaşık 2 saat sür

06 Aralık 2009 12:27
Türk Topçular Kuzey Irak'ı Vurdu
Asker kış öncesi operasyonlarını artırdı. Türk topçuları günün ilk ışıklarıyla birlikte Kuzey Irak'ı vurmaya başladı.

Hakkari'nin Irak sınırında bulunan Çukurca İlçesi'nde konuşlu askeri birliklerden Kuzey Irak yönüne doğru yoğun top atışı yapıldı. Top atışları ilçe merkezinden de duyuldu.

Kuzey Irak sınırına sıfır noktasındaki Çukurca İlçesi'nde bir ay aradan sonra Darsinki Tepesi ile Çayırlı ve Işıklı Köyü'nde konuşlanan askeri birliklerden, bugün saat sabah saatlerinde yoğun şekilde top atışı yapıldı. Kuzey Irak'taki PKK terör örgütüne ait kamplara yönelik düzenlenen top atışları ilçe merkezinden de duyuldu.
aktifhaber

14 Aralık 2009
'Kürtlerin Yönü Dağlar Olmalı'
DTP'nin kapatılmasından sonra PKK'ya gün doğdu! Karayılan Kürt gençlerini dağa çağırdı. Karayılan'ın Tokat'taki saldırıyla ilgili yorumu da şöyle:


İŞTE KARAYILAN'IN PKK'YA YAKIN FIRAT HABER AJANSI'NDAKİ O SÖZLERİ:

- Sine-i millete dönme biçimindeki karar doğru ve ilkelidir

- Türk devletinin bu kararı Kürt halkı açısından hiçbir biçimde geçerli olamaz

'DTP'NİN KAPATILMASININ SORUMLUSU AKP'DİR'

-DTP’nin kapatılmasının sorumlusu AKP’dir. AKP süreci adım adım buraya getirmiştir. Bu bir plandır ve bu planın uygulayıcısı AKP’dir. Tüm halkımız bunu doğru okumalı, doğru bilmelidir. Çok pişkin bir biçimde “biz parti kapatmalarına karşıyız” diyorlar. Ama DTP’ye sıra gelince Batasuna örneklerini verdiler. Daha baştan beri aslında DTP’yi tecride alarak, DTP’yi ikide bir hedef göstererek süreci bu noktaya kadar getirdiler. Onların istemi Kürt halkının iradesini temsil eden güçlere geri adım attırmak ve teslim almaktı. Barış ve demokratik çözüm sürecini kalıcılaştırmak için Önderlik yol haritasını hazırladı. Yol haritasına el koydukları gibi Yol haritasındaki ilkeleri benimsemedikleri için böyle öfkeli ve intikamcı yaklaşmaktadırlar. Önderliğin ölüm çukuruna atılmasının nedeni budur.

KARAYILAN'A GÖRE AÇILIMIN ÖZÜ!

- Bu işin özünde Türk devletinin ve AKP hükümetinin Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme projesi var. Kürt halkının iradesini tanımama projesi var. Kürdü hiçbir biçimde kabul etmeme anlayışı var. Bu anlayışa göre “en iyi Kürt köle Kürt’tür veya ölü Kürt’tür, özgür Kürt düşman Kürt’tür”.

- Bütün bunları aslında özgürlük hareketinin gerilla gücünü marjinalleştirmek ve kapsamlı bir operasyonla yok etmenin zeminini hazırlamak için yapmaktadırlar. Bu planın birinci adımı Önderliğe yönelik bir saldırı, ikincisi DTP’yi kapatma, üçüncüsü de gerillaya yönelik kapsamlı bir imha hareketidir. Bunun için Amerika’yla, güneyli güçlerle görüşme yapılmaktadır. Başbakan Erdoğan PKK’yi tasfiye etmede “sadece askeri yöntemler yetmez, bunun psikolojik, diplomatik ve ekonomik boyutu var” demişti ve bugün de o boyutları uygulamaktadır. Esasen bu bir tasfiye hamlesidir. Kürt halkının iradesine karşı geliştirilmiş kapsamlı bir saldırının başlatılmış olmasıdır. Bunun başka bir izahı olamaz. Bu ırkçı, tekçi, faşizan bir zihniyetin pratik politikaya dönüştürülmesinin sonuçlarıdır. Bugün AKP bunun temsilciliğini çok şarlatanca “demokratik açılım” söylemleri adı altında yapmaktadır. İki yüzlü bir politikayla bunu geliştirmektedir.

KARAYILAN'IN TOKAT'TAKİ SALDIRI HAKKINDA YORUMU

- Eylemi HPG açıkladı. Eylemin yanlış yansıma durumu da oldu. Eylem Dersim eyaleti değil, Dersim sahası kapsamındaki Karadeniz eyalet güçleri tarafından yapılmıştır. İlgili birim kendi inisiyatifiyle yapmıştır. Merkezin bu konuda herhangi bir planlaması söz konusu değildir.

- Genel olarak gelişmeler karşısında sürece ilişkin tutumumuzu şu biçimde netleştirebilirim: Biz tetiğe basmayacağız fakat tetikte bekleyeceğiz. Daha doğrusu mevcut gelişen saldırılar karşısında tetikte olmak zorundayız. DTP’yi bile yasaklayan zihniyetin özgürlük hareketine nasıl yaklaşacağını kestirmek zor değildir. Bir imha planının gündemde olduğu açık ortadır. Bu açıdan dakik ve her türlü olasılığa hazır olmak zorundayız. Her koşul altında saldırılar karşısında Kürt halkı da meşru müdafaa hakkına sahiptir. Biz sürece bu çerçevede yaklaşmak ve süreci izleyerek ona göre tavır geliştirmek durumunda olacağız.

KÜRT GENÇLERİNİ DAĞA ÇAĞIRDI

- Ben burada yurtsever Kürdistan gençliğine bir çağrı yapmak istiyorum. Kürdistan gençliğinin bu süreci dikkatle izlemesi gerektiğini ve özellikle eylemci gençliğin onurlu duruşuna ve mücadelesine katılması gerektiğini söylemek istiyorum. Tüm Kürt gençliğinin daha eylemsel ve bir örgütsel bütünlük içerisinde olması gerekmektedir. Bununla birlikte gelişmeler şunu çok iyi ortaya koydu ki Türk devleti halkımızın iradesini tanımak istemiyor, kırmak istiyor. Özgürlük hareketini şiddetle ezmek istiyor. Türk devletinin bu politikasına karşı kendine güvenen tüm yurtsever Kürt gençliğinin yönü dağlar olmalı, gerilla saflarına akın edilmeli, saflara katılım olmalıdır. Hiçbir Kürt genci kadın olsun erkek olsun bu dönemde bu sürece sorumsuz yaklaşmamalıdır. Sorumlu yaklaşmalı, bu ülkenin birer evladı olarak ülkenin geleceğinin belirlenmesinde rol üstlenmelidir. Ya halkımızın iradesine sahip çıkmak üzere geliştirilen kitlesel eylemlere öncülük etmek üzere katılmalı ya da dağlara çıkarak özgürlük zeminlerinde gerilla saflarında yerini almalıdır.

Yurtsever tüm Kürdistan gençliğinin tarihin bu önemli döneminde misyonunun gereklerine sahip çıkması gerektiğini özellikle belirtmek istiyor ve bu temelde tüm Kürt gençliğini bu tarihi süreçte görevine sahip çıkmaya çağırıyorum.
aktifhaber

DTP kapatıldı diye polise havai fişek ve taş attılar

17:30 - Ağrı'da DTP'nin kapatılmasını protesto etmek için Doğubayazıt ilçesinde izinsiz gösteri düzenleyerek polise taş ve molotofkokteyli atan gruplar, güvenlik güçlerinin müdahalesiyle dağıtıldı. DTP'nin eski ilçe binası önünde toplanan grup, belediye binası önüne kadar yürüdü. Burada basın açıklaması okunmasının ardından gruptan bazı kişiler, çevre güvenliğini sağlayan polise taş, molotofkokteyli ve havai fişekle saldırdı. 14.12.2009 AĞRI
netgazete

Roj TV'nin çağrısı ile polisi taşladılar

16:10 - Adana'da Roj TV'den yapılan korsan gösteri çağrısına uyan bir grup, polise taşlı saldırıda bulundu. Polise saldıran 10 kişi gözaltına alındı. Polisin çekilmesiyle ara sokaklardan çıkan göstericiler, yine polise taş atmaya başladı. Bunun üzerine polis yine gaz bombası ve tazyikli su ile göstericilere cevap verdi. 10 kişi gözaltına alındı 14.12.2009 ADANA
netgazete

Üniversiteliler: Ya kan dursun ya da biz durduralım

14:20 - Ankara, Gazi Üniversitesi Beşevler Kampüsü'nde toplanan yüzlerce üniversite öğrencisi Türk bayrakları açarak "Şehitler ölmez vatan bölünmez", "Şehidim hakkını helal et bize" şeklinde slogan attı. Grup üniversite kampüsünden çıkarak, merhum MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in Anıt Mezarı'na kadar yürüdü. Burada grup adına okunan açıklamada, "Artık gözü yaşlı annelerin gözyaşları dinsin. Ya bu kan dursun ya da millet durduracak. Ülkücü Türk gençliği olarak hesap soracağız" denildi. 14.12.2009 ANKARA netgazete

Beyoğlu’nda tabancalar cekildi
14 ARALIK 2009,
İSTANBUL Beyoğlu’nda DTP’nin kapatılmasını protesto eden göstericilere vatandaş silah, satır, balta ve döner bıçaklarıyla karşılık verdi.

Evlerine ve iş yerlerine molotofkokteyli ile taş atarak zarar veren göstericileri kovalayan vatandaşlar, “Ya Allah bismillah, Allahuekber”, “Hepimiz Mehmediz, PKK’ya yeteriz” sloaganları attı. Vatandaşların açtığı ateş sonucu bir göstericinin yaralandığı öne sürüldü.

DTP ÖNÜNDE TOPLANDILAR

BeyoĞlu Kalyoncu Kulluk Caddesi üzerindeki DTP binası önünde toplanan yaklaşık 200 kişi, saat 13.00 sıralarında Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararını protesto etti. DTP İstanbul İl Eşbaşkanı Mustafa Avcı’nın sözlerinin ardından ortalık savaş alanına döndü. Maskeli grup Dolapdere yönünde ilerleyerek eylem yapmaya başladı. Dilbaz Sokak üzerindeki, penceresinde Türk bayrağı olan “Kemalpaşalılar Kahvehanesi”nin bütün camlarını indiren topluluk, 8 otomobile de hasar verdi. Bunun üzerine sokak sakinleri ellerinde sopalar ve kesici aletlerle göstericileri kovalamaya başladı. Bazı kişilerin ellerindeki tabancayı göstericilere doğrulttuğu görüldü. Polis yetkilileri silahların “kuru sıkı tabanca” olma ihtimalinin de bulunduğunu, soruşturmanın bu yönüyle de sürdürüldüğünü ifade etti. Polis yasadışı eylem yapan gruplara gözyaşartıcı bomba atarak müdahale etti.

Mete YILMAZ / İSTANBUL
Akşam

Dolapdere'de DTP'lilere silah çekenler serbest
14:30 - İstanbul Dolapdere'de, DTP'li eylemcilere silah çektikleri gerekçesiyle gözaltına alınan 3 kişiden 2'si serbest bırakıldı. Hakkında başka bir olay nedeniyle arama kararı bulunduğu gerekçesiyle adliyeye sevk edilen Selçuk E. adlı şahsın adliyeye getirilişi sırası
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Arl 16, 2009 12:28 am    Mesaj konusu: 'OLAĞANÜSTÜ HAL İLANI'NA DOĞRU MU GİDİYORUZ Alıntıyla Cevap Gönder

BİZ DE SİVASLI, MARAŞLI, YOZGATLI, HATAYLI, TRABZONLU, İSTANBULLU…. GENÇLERİ TANIRIZ!
Osman HALİD

“Türk” kelimesini duyar duymaz, hemen, kelimeyi söyleyeni “Faşist!”, “Irkçı!” diye yaftalayan “liberal-özgürlükçü” tayfa, Hatay, İnegöl hadiselerinden sonra görüyoruz ki, yatıştırıcılığa soyunmuşlar.

Hemen hemen her zaman “yatıştırma” faaliyetini yürütenler, ortalık yatışınca, yatıştırdıklarının cellâdı olmuşlardır.

Sanki, değişmez bir kaide olan bu durum, bütünüyle Türkiye siyasetinin son onbeş-yirmi yılına, hususi olarak da son üç-dört yılına hâkimdir.

Amerika’nın başını çektiği Batı emperyalizminin Büyük Doğu Coğrafyası’na yaptığı saldırıyı Amerikan Korosu oluşturarak kolaylaştıran her kesime sızmış hain tayfa, işlerin dönüp dolaşıp en başta kendilerini vuracağını hissettiğinden olsa gerek, şu ân “yatıştırıcı” rolünü benimsemiş durumdalar.

Birleşmiş Milletler, yani Amerika Vesayeti’ne girebileceğini İmralı başta olmak üzere en üst seviyeden ilan eden Kürtçü Hareket’in Türk düşmanlığını Amerikancı-Batıcı Türkçülük düşmanlığı zannedenlerin aymaz-ahmak durumları bir yana; Kürtçülüğün, kendi çizgisindeki Türkçülüğü ön plâna alarak Büyük Doğu Coğrafyası’nın ana unsurlarından biri olan Türk’e saldırması zaten kabul edilebilir bir durum olamazdı.

Bugün yaşananları, yarın yaşanacakların habercisi olarak okuyanlardansanız, demek ki şunu da kabul edenlerdensiniz:

Bu millet, büyük oynamak isteyenlerle, büyük oynayabileceğini her zaman göstermiştir!

Siyasî tıkanıklık “Türkiye’yi gerçek Türkler yönetmiyor! Eğer, Türkiye’yi gerçek Türkler yönetseydi, bu problemlerin hiç biri yaşanmazdı!” doğru cümlesi başa alınarak üretilecek doğru politikalarla giderileceğine, iş, Birleşmiş Milletler’in kontrolüne girmeye kadar gelmiştir.

Bu doğru cümlenin bizim tarafımızdan da karşılığı şudur: Eğer, mücadeleyi Kürtçü Anlayış’tan çıkararak, doğru hedefe yönlendirecek gerçek Kürt, bugün hareketi idare eden konumda olsaydı, Türkiye, 20 yılını güç kaybı içinde boşa geçirmez ve yaşanılan problemlerin hiçbiri yaşanmazdı. Hattâ 30 yılını…

“Şehirleri yakarız!” tehdidine boyun eğileceğini zannederek siyasî hesaplar yapmanın ne büyük bir yanılgı olduğunu anlamak için çok uzun süre beklemeyeceğiz.

Birleşmiş Milletler Vesayeti altında yapılan tehditlere, “Hodri meydan! Elinden geleni ardına koyma!” diyecek Kurtuluş İradesi ses vermeye başlamıştır.
Şımarıklığın had safhaya ulaştığı bugüne kadar millet, sağduyulu davranarak “iç çatışma” denilebilecek hiçbir olaya mahal vermezken, şimdi, Ordu üzerinden yapılan saldırının ne mânâya geldiğini idrak etmiş olarak, olaya el koymuştur!
“Orducu Millet”in yapması gereken de budur zaten.

Tarihinin hiçbir devrinde ağlama-sızlama-yalvarma-şikâyet etme-arkadan vurma edebiyatıyla varlık iddiasında bulunmamış olan bu millet, bu tavırlar içinde karşısına çıkandan da hep iğrenmiştir.

Batının Büyük Doğu Coğrafyası’na yaptığı saldırıya sessiz kalan, buna şakşakçılık yapan, düşmana kapıyı içeriden açan kim olursa olsun, bizden değildir!

Devlet-Ev her kesimin içine sızmış hainler tarafından işgal edilmişken, ırz düşmanını-işgalciyi bırakıp evin içindeki diğerine yönelmek, doğru siyasi anlayışla bağdaşmaz.

Tepkiyi ırz düşmanına gösteriyormuş gibi yapıp, gerçekte evin içindeki ana unsura yönelmesine sebebiyet vermenin adı “işgalciyle savaşmak” değildir. Gerçek işgalcinin işini kolaylaştırmaktır.

Eğer öyle olsaydı, Türk milleti adına siyaset yürütenlerin ve Ordu idare edenlerin bunca uyuşukluğuna aymazlığına ve düşmanla işbirliğine rağmen İnegöl’deki millet ayağa kalkıp tekbirlerle şehri kontrol altına almazdı.
Eğer millet “iş başa düştü, şimdi söz benim!” dediyse, demek ki kendisine yapılan bir saldırı algılaması söz konusu.

PKK’ya, “Birleşmiş Milletler kontrolünde hareket edebilir” diyen İmralı, “Diyarbakırlı gençleri çok iyi tanırım, onlar bir harekete geçtiği zaman işin önü alınamaz!” diyor. Tehdit kokan İmralı’nın bu açıklamasından anlıyoruz ki, kendisi, Maraşlı, Erzurumlu, Konyalı, Trabzonlu, Bursalı, Ankaralı, Sivaslı, Antalyalı, Adanalı, Uşaklı, Aydınlı, Hataylı, Samsunlu, İstanbullu…. gençleri pek tanımıyor.

Bu millette tecelli eden muhtevayı hiçe sayarak politika yürütmek, hele hele, yürütülen bu politikanın Türk’ü aşağılamak üzerine kurulu olması veya buna yol açılması, en basit tabiriyle tarihi bilmemek ve ciddiye almamaktır.

Önümüzdeki sürecin, Türk’te tecelli eden bu muhtevadan dolayı saldıran, tarihi bilmeyen veya ciddiye almayanların “biz böyle olduğunu bilmiyorduk” diyerek yakınma-ağlama durumuna düşecekleri bir dönem olacağı aşikâr.
Göremeyenlere, anlamayanlara biz söyleyelim;

Bugün, Hak ve halk düşmanlarına karşı milletimizin yaşadığı “sahipsizlik” hissi, doruk noktasındadır! Tarihi boyunca bu millet ne zaman “Yaratan’dan gayrı dayanacak, güvenecek, sığınacak bir kapımız kalmamıştır” hissini yoğun olarak yaşamışsa, işte o zaman şaha kalkmış ve çağ açıp, çağ kapamıştır.

31.07.2010

Kaynak: http://buyukasya.net/Haberler.aspx?haberID=318&B=biz-de-sivasli,-marasli,-yozgatli,-hatayli,-trabzonlu,-istanbullu%E2%80%A6-gencleri-taniriz

"Sen ne için öldün oğlum?"

17:20 - Şemdinli'de şehit olan Uzman Çavuş Ömer Kara'nın cenazesi, Mersin'in Tarsus ilçesine bağlı Hacıhamzalı köyünde toprağa verildi. Şehidin annesi, tabuta sarılarak, "Sen neyin bedelisin oğlum. Sen ne için öldün oğlum. Bunu bana söyleyin komutanım" diyerek gözyaşı döktü. 20.06.2010 MERSİN netgazete

"Her Allah Biji Muhammed"*
Kürtçe mevlitde "Her biji Muhammed" pankartları açıldı. Hamas, Diyarbakır'da mesaj verdi: 'Zafer yakındır'
18 Nisan 2010


Diyarbakır'da Hz. Muhammed için ikincisi düzenlenen Kutlu Doğum Kürtçe Mevlidi'ne binlerce kişi katıldı. Siyasi partilerin mitinglerine gölgede bırakın haremlik selamlık mevlitte Hamas militanları, Gazze saldırısında enkaz altında çıkartılan ve üzerinde Arapça 'Zafer yakındır' bayrağı hediye edildi. Mevlitde "Her biji Muhammed" (Çok yaşa Muhammed) pankartları açıldı.

Diyarbakır'da Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde "Peygamber Sevdalıları Platformu" adı altında birleşen Mustazaf-Der ve İkra-der gibi 9 İslami dernek ikinci Kürtçe mevlit düzenledi. İstasyon Meydanı'nda düzenlenen mevlide binlerce kişi katıldı. Polis noktasında arandıktan sonra alana geçen kadın ve erkekler ayrı ayrı saflarda durdu. Ellerinde Filistin bayraklarını taşıyan vatandaşlar sık sık tekbir ve salâvat getirdi. Kuran-ı Kerim'in okunmasından sonra Kürtçe mevlit okundu. Daha sonra küçük çocuklardan oluşan koro Kürtçe ilahiler okuyunca bazı vatandaşlar gözyaşını tutamazken, bazıları ise zikir yaptı.

Bölge halkının büyük ilgi gösterdiği mevlit siyasi partilerin mitinglerine gölgede bıraktı. Alanda yer kalmaması üzerine ezilme tehlikesine karşı uyarılar Kürtçe yapıldı. Bazı İslami yazar ve alimlerin konuşma yaptığı mitingde, Kürtçe "Her Biji Muhammed" (Çok yaşa Muhammed) pankartı dikkat çekti.

HAMAS MESAJI
Haremlik selamlık mevlitte yapılan anonslarda katılımın 380 bin kişi olarak açıklandı. "Kahrolsun İsrail, kahrolsun Siyonizm" sloganları atılırken, Hamas militanları teşekkür hediyesi olarak Filistin bayrağı gönderdi. İsrail'in Gazze saldırısındaki bir enkazdan çıkarılan ve Hamas militanlarının üzerinde Arapça "Allah'ın izniyle zafer yakındır. Diyarbakır'daki Müslüman kardeşlerimize selam olsun" yazdığı bayrak, sahnede vatandaşlara "Zalimlere karşı savaşan İslam yiğitlerini hediyesi bu" şeklinde tanıtılınca binlerce kişi tekbir getirdi.

Kutlu Doğum Kürtçe Mevlidi'ni organize eden İkra-Der Diyarbakır Şube Başkanı Abdulgani Organ, alana gelen 380 bin kişinin 50 zikir matikle sayıldığını söyledi. Günler önce hazırlığı yapılan Peygamber mitingi öncesi 250 bin el ilanı basılmış, 190 eve ilahi CD'si ve 8 bin 500 afiş dağıtılmıştı.

* (Kürtçe, "Çok yaşa Muhammed")

habertürk

4 Nisan 2010 1
Hakkari’de protesto gösterisi sırasında 14 yaşında bir çocuk polisler tarafından yerlerde sürüklendi, annesinin feryatları bile oğlunu kurtaramadı.

Kapatılan DTP’nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk’e Samsun’da yapılan yumruklu saldırı dün Hakkari’de kınandı. BDP tarafından yapılan basın açıklamasının ardından Cumhuriyet Caddesi üzerinde olaylar çıktı.
Olaylar sırasında okuldan döndüğü belirtilen Hakkari eski Belediye Başkanı Kazım Kurt’un 14 yaşındaki oğlu Hatip Kurt polisler tarafından yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı.

Anne Güllü Kurt oğlunun gözaltına alındığını görmesine ve onu kurtarmaya çalışmasına karşın polisler Hatip’i gözaltına aldı.

Olayla ilgili konuşan Güllü Kurt, “Çocuğum Hatip Kurt okuldan dönüyordu. Ben de kendisini almak için gittim. O sırada olaylar çıktı. Bir baktım çocuğumu polisler almışlar. Çocuğumu kurtarmak için polise yalvardım, ancak vermediler. Beni ve çocuğumu hastaneye getirdiler. Yine hastaneye getirilişimizde bile beni tartaklayıp hakaret ettiler. Çocuğum şu anda hastanede tedavi görüyor” dedi.

Belediye Başkanı Dr. Fadıl Bedirhanoğlu ve BDP’liler çocuğu ve annesini hastanede ziyaret etti. Bu sırada hastaneye giren çevik kuvvet polisleri ile partililer arasında gerginlik yaşandı. aktifhaber

Serdar Akinan
Kürtlerin 28 Şubat'ı! Ya tutarsa...

DTP'nin kapatılması ile başlayan süreçte gözden kaçmaması gereken bir açı var.
Birileri, bu karardan sonra Kürt siyaseti içinden bir 'AKP' çıkarmak istiyor.
Nurtopu yeni cumhuriyetimizin heyecanlı kalemleri (28 Şubat yanlısı darbe karşıtı kalemler) şimdi liberallerin, muhafazakarların yanına bir de ılımlı Kürtleri ekliyor.
Hatırlayalım... Nasıl ki 12 Eylül darbesi Neo-liberal politikaların önünü açan 'kolaylaştırıcı' bir tasarımdıysa...
28 Şubat ve sonrası yaşananlar da 'Milli Görüş'ten AKP'yi çıkaran bir tasarımdı.
Bu tarihi bir gerçektir artık.
Yani küresel sistem açısından baktığınızda 'araziyi düzleyen' bir başka akıllı adımdır.
İşbirlikçiden bol ne var memlekette?!
Kürt açılımı ile yapılmak istenen de aslında buna entegre bir süreçti.
Bu sürecin bir yerlere toslamasından sonra çok sembolik bir iki ziyaret, bir-iki yazı, bir iki toplantıya dikkatle bakmak gerek.
Malumunuz Kürt açılımının koordinatör Bakanı Sayın Beşir Atalay, ABD, Kürdistan ve Türkiye'nin koordinasyonunda belli toplantılar yaptı.
Bu toplantılardan sonuncusu Erbil'deydi. Fakat bu önemli ziyaretten önce AKP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın Barzani'ye gittiği ve 'açılım'ı anlattığını biliyoruz.
Bu gezi nasıl yansıtıldı?
PKK tasfiye ediliyor... Lafı dolandırmadan söyleyelim. Söz konusu bile değil.
Yapılmaya çalışılan şeyin aslında ne olduğunu anlamak için bakılması gereken cenah bellidir.
Liberal kalemler.
Ne yazıyorlar? 'DTP'nin kapatılması Kürtlerin 28 Şubat'ıdır.'
Yani?
28 Şubat nasıl ki liberal politikaların önünü açan AKP'yi doğurdu.
'DTP'nin kapatılması da bir fırsattır ve Kürt hareketinden yeni bir şey doğabilir' diyorlar.
Bu arada bunları yazan kalemler darbe karşıtıdır... Darbelere ve darbecilere karşıdır. Demokrasiden yanadır...
Şimdi de 'DTP'den bir AKP çıkar mı?' diye soruyorlar.
Öyle ya... Karayılan'ın çağrısıyla Kürt siyaseti Demokratik Toplum Kongresi'ni toplayıp alternatif bir siyasetin yolu denenecekti. Eksen kayacaktı...
Ne oldu?
Öcalan, 'İnisiyatif bende... Meclis'te kalın' dedi. Tesadüfe bakın ki Anayasa Mahkemesi tam da iki DTP'linin milletvekilliğini düşürdü. Yani? Ufuk Uras'ı da ekleyince kalanlar grup kurabilecekti.
Fakat durun daha heyecanlı kısım asıl arkadan geliyor...
Bir kısım medya (28 Şubat yanlısı darbe karşıtları) Öcalan ile PKK arasında bir büyük ihtilaf olduğu haberlerini pompalamaya başladılar.
Ne olacakmış?
Yeni sol ve 'ılımlı Kürtler' partileşecek ve aslanlar gibi güçlü bir troyka olacakmış. Liberaller, muhafazakarlar ve ılımlı Kürtler... İkinci cumhuriyetin yükselen yeni nesli bu ittifak.
Şahane...
Hoca ne demiş?
Ya tutarsa...
Ben daha komiğini söyleyeyim...
'Hoca bu kadar yoğurdu ne yapacaksın?'
Bu vicdansız sersemlere şunu sormak gerek. Siz muhafazakarlar, siz 28 Şubat yanlısı darbe karşıtı liberal aydınlar ve siz 'ılımlı Kürtler'...Temsil etmeniz gereken ilk şey tertemiz vicdanlarınızdır.
Siyaset vicdan ve ahlak üzerinden yükselir. ABD'nin Irak'taki katliamına iki laf edemeyen Müslüman'dan, piyasaya yol vereceğim diye darbecileri tasnif eden liberalden ve dayak yiyen Kürt Tekel işçisinin yanında hizalanamayan Kürt'ten bir şey çıkmaz.
Zira yaptığınız siyaset değil vicdansızlık ve ahlaksızlık.

http://www.aksam.com.tr/2009/12/23/yazar/15673/serdar_akinan/kurtlerin_28_subat_i__ya_tutarsa___.html

Serdar Akinan
MİT açılımın neresinde?

'Kürt açılımı'nın ülkeyi nereye savurduğunu dehşet ve korku dolu gözlerle seyrediyoruz. Kasımpaşa'da çekilen silahlar, dün Muş'ta patladı. Sokak patlıyor... Vatandaş olarak, gazeteci olarak şu sert soruları açık açık sormaya hakkımız yok mu?
Ülkemiz, dillendirilmesinden bile çekindiğimiz bir karanlığa doğru doludizgin sürüklenirken bu soruları şimdi sormamak tarihe ve ülkeye ihanet değil midir?
Açık açık soralım... Bu projenin gerçek mimarı kimdir? Bu yol haritasını hazırlayanlar kimlerdir ve neye göre hangi saiklerle bu şekilde bir tasarım yapmışlardır. Bilinen gerçek bu projenin bir grup danışman tarafından hazırlandığı... Fakat kamuoyu önünde hemen hiç gözükmese de 'Kürt açılımı' projesinde çok etkin temel bir aktör var... MİT Müsteşarı Emre Taner.
Bu tezimiz açıktır. Zira, Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı ve kamuoyuna yansıyan görüşme notlarından, süreci izleyen Ankaralı meslektaşların bilgi ve izlenimlerinden çıkan somut veri Sayın Taner'in bu süreci orkestre ettiğidir.
Amerikalı meslektaşlarıyla yaptığı görüşmelerde, Kuzey Irak'taki liderlerle yapılan toplantılarda, İmralı adasında gerçekleşen görüşmelerde şekillenen ve Başbakan'ın iknasıyla onaylanarak yürürlüğe giren bu plan Türkiye'yi açıkça parçalamaktadır.
Obama'nın Başbakan'la yaptığı görüşmeden ne anlıyoruz? Mesele, Washington'da 'Kürt azınlığın' kalkışması olarak algılanıyor. Yani bu bir etnik sorun... Kaldı ki 'Kürt açılım'ı olarak sunulan paketle de bunun bir etnik sorun olduğu ve bir devlet projesi olarak çözüleceği anlatılmadı mı? Bu devlet projesinde bir milli mutabakat aranması gerektiği öngörülemez miydi? Bu gerçeği görememe, hesaplayamama olasılığı size akılcı geliyor mu?
PKK, son olarak hangi çağrıyı yaptı? 'Gelebilen dağa, gelemeyen sokağa'...
Toplumun ne hale geldiği ortada... Sokak ortada... Bu süreç Türkiye’yi bölmektedir.
AKP kaç cephede savaşıyor? MHP, CHP bir yanda... PKK, DTP diğer yanda...
İnisiyatif kimde? Öcalan'da... Bu ne demek?
Şehirlerimiz karışacak. Bu aşamada özellikle polise yönelik saldırılar ise kimseyi şaşırtmasın... Sıradan vatandaş meseleye nasıl bakar? Kendisine, malına canına yönelik bir saldırı varsa bunu engelleyecek veya kendisini koruyacak devletin güvenlik güçleri vardır. Önümüzdeki günlerde, o güvenlik güçleri metropollerde göstericilerden taş yerine kurşun yemeye başlarsa ne olur sizce?
Tüm bu parametreler öngörülemez senaryolar değil midir? Ve bu ülkede, doğrudan Başbakan'a bağlı İstihbarat Kurumu tüm bu olasılıkları hesaplayarak bir risk haritası sunamaz mıydı?
Gördüğüm şu: Öcalan, Kürt sorununu uluslararası kamuoyu gözünde bir Filistin sorunu haline getirecek... Sokaklardan yansıyan fotoğraflar bu imajı yerleştirecek.
Bu süreç, sandıkta AKP açısından hezimetle sonuçlanacak.
Bu işin mimarlarından biri sayılan Sayın Emre Taner ise muhtemelen o tarihlerde emekli olduğunda köşesinden oturup yeni Türkiye’nin fotoğrafına baktığında ne hissedecek çok merak ediyorum.
İleride bu yazıdan ötürü utanmaktan ve Sayın Emre Taner'e büyük bir özür borçlu olmaktan nasıl bir mutluluk duyacağımı ise inanın anlatamam.

http://www.aksam.com.tr/2009/12/19/yazar/15575/serdar_akinan/mit_acilimin_neresinde_.html


Emin Çölaşan, 12 Aralık 2009 tarihli Sözcü gazetesindeki köşesinde emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın olağanüstü hal ilanı gerektiğine yönelik mektubunu yayınladı.

"Bölügiray Paşa: Olağanüstü Hal İlanı Gerekebilir." başlıklı mektupda şu ifadeler yer alıyor:

"Demokratik açılım uydurmasının gerçekte 'Kürtçülük açılımı' olduğunu herkes bilmektedir. Eğer gerçekten ve içtenlikle bir 'demokratik açılım' yapılması isteniyorsa, öncelikle demokrasi ve özgürlüklere vurulmuş bir kelepçe olan Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasası değiştirilmeli, giderek siyasallaşan yargının bağımsızlığı sağlanmalı, yolsuzluklara bir zırh gibi geçirilmiş olan dokunulmazlıkların kaldırılması ve bunun gibi demokrasinin önünü açacak gerçek açılımlar yapılmalıdır.

AKP'nin Kürtçülük açılımının arkasında ABD var. ABD yıllardır Türkiye'nin boynuna bir 'Kürtçülük halkası' takmış, iplerini elinde sıkıca tutmaktadır. Ülkemizi yöneten çapsız, basiretsiz, yeteneksiz, deneyimsiz, kişisel hırsları akıllarını aşmış olan kimseler ve ayrıca onların yurtdışındaki ve içindeki işbirlikçileri, Türkiye ile istedikleri gibi oyun oynamaktadır.

Bunun son kanıtı, Kuzey Irak'taki PKK yuvalarının halen de korunup kollanmakta olmasıdır. Oysa ABD isteseydi, bu yuvaları Türkiye'nin de işbirliği ile yok etmek işten bile değildi. Ama ABD bunu yapmak yerine bizimkilere 'Kürtçülük açılımını' yaptırmayı yeğlemiştir. Bu açılımın ucu ise 'Bağımsız Kürt Devletine' uzanmaktadır. Bölgedeki güvenlik sorunumuza gelince: 12 Eylül sonrasında bölücü terör sıfır noktasında iken Özal yönetiminin basiretsiz tutumu sonucunda tırmanış gösterdi, binlerce şehit verilmesine ve onbinlerce vatandaşın ölümüne neden oldu. Ancak TSK'nın ödünsüz ve amansız savaşımı sonucu 1990'lı yılların sonunda ve 2000'li yılların başında sıfır noktasına yaklaştı. AKP iktidara gelince bölücü terör yeniden hortladı ve 'Kürtçülük açılımının'da etkisiyle son zamanlarda büyük bir iç kargaşaya neden oldu. Polis canla başla, hatta kimi zaman canı pahasına çalışıyor. Ancak giderek, olayları önleme ve bastırma konusunda yeterli olamadığı görülüyor.

Filistin'deki 'intifada'yı (Halk ayaklanması) örnek alarak yaratılan ayaklanma ve isyan provaları kontroldan çıkma yolundadır... Ve kimi zaman bir 'halk kalkışmasına' dönüşme olasılığını akla getirmektedir. Sağduyudan yoksun DTP yöneticilerinin tutum ve davranışlarına bakılırsa, onların da hedefinin bu yönde olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir durum, gerçek bir 'iç savaş' durumu yaratabilir. Ayrıca şimdi sağduyulu davranan Türk milletinin ne zamana kadar sabır göstereceği de ayarı bir konudur.

12 Eylül'ün bir 'iç savaş' öncesini andıran günlerinde en olaylı ve kanlı bir bölgeden sorumlu bir görevli, Adana ve çevresi sıkıyönetim komutanı olarak, şimdi bugünlerde yaşanmakta olan olayların acısını daha da derinden duyuyorum.

Bu bağlamda, bölgede etkili bir güvenlik ve huzur ortamı sağlayabilmek için 'sıkıyönetim' değilse bile, bir 'OLAĞANÜSTÜ HAL İLANI' gerekebileceğini düşünüyorum. Kuşkusuz böyle bir durum hiçbir zaman arzu edilmez ama 12 Eylül öncesindeki yoğun iç çatışma günlerinde sıkıyönetim ilanını şiddetle karşı çıkan Başbakan Bülent Ecevit'in, Kahramanmaraş soykırımı karşısında sıkıyönetimi ilan etmek zorunda kaldığı da unutulmamalıdır. Eğer bir fırsat bulup göz atabilirseniz, 1991 yılında yayınlan Özal Döneminde Bölücü Terör isimli kitabımın sonunda yazdığım senaryoların adım adım gerçekleşme yolunda olduğunu hemen görebilirsiniz. Saygı ve Sevgilerimle."

15 Aralık 2009 13:30
Muş'ta 2 Gösterici Öldü
Muş'ta DTP'nin kapatılmasını protesto eden grubun dükkanları taşlaması üzerine olanlar oldu. Bir esnaf eylemcilere ateş açtı. 2 ölü, 7 yaralı var...

Muş'un Bulanık ilçesinde bir esnaf, işyerini ve arabasını yakmak isteyen göstericilere ateş açtı. Çıkan olaylarda 2 kişi öldü, 7 kişi de yaralandı. Bulanık Belediye Başkanı Ziya Akkaya, halkın panik içinde olduğunu ve işyerlerinin ateşe verildiğini açıkladı...

Muş'un Bulanık İlçesi'nde, DTP’nin kapatılmasını protesto eden grubun başlattığı olaylarda bir manifaturacı dükkanından açılan Kalaşnikof tüfek ateşiyle 2 kişi öldü, 7 kişi yaralandı. İlçe savaş alanına dönerken, işyerleri ateşe verildi, araçlar tahrip edildi, halk evlerine kapandı. Güvenlik güçleri çevre il ve ilçelerden takviye gelen ekiplerle Bulanık'ta geniş çaplı güvenlik önlemi aldı.

Bulanık İlçesi'nde saat 11.00 sıralarında Aslanpaşa Caddesi üzerinde bulunan kapatılan DTP’nin ilçe binası önünde, basın açıklaması yapacaklarını söyleyen bir grup toplandı. Bu sırada olaylar çıkabileceği ihtimaliyle bazı esnaf işyerini kapattı.

Kısa sürede sayıları 1500'e yaklaşan kalabalık burada DTP'nin kapatılmasını protestoya başlarkan, polis de çevrede önlem aldı. Kalabalık arasından yaklaşık 150 kişilik grup, çevredeki araçlara ve işyerlerine taşlı saldırı başlattı. Polisin aldığı önleme karşın saat 12.00 sıralarında Şehit Üsteğmen Suat İsakoğlu Caddesi'nde manifaturacılık yapan Turan Bilen, otomobilinin ve işyerinin tahrip edildiği iddiasıyla göstericilere Kalaşnikof tüfekle silahla ateş açtı.

2 ÖLÜ, 7 YARALI

İşyerinden açıldığı belirtilen ateşle muhtar Kemal Kayacan yaşamını yitirirken, 8 kişi vücutlarına isabet eden kurşunla yaralandı. Yaralılardan Necmi Oral, Muş'a hastaneye götürülürken yolda yaşamını yitirince ölü sayısı 2'ye çıktı.
Yaralı 7 kişiden durumu ağır olanlar 1 kişi Muş Devlet Hastanesi'nde 6'sı ile Bulanık ve Mazgirt'te tedaviye alındı.
Polis olaylarda kullandığı Kalaşnikof tüfeğin ruhsatlı olduğu söylenen manifaturacı Turan Bilen'i gözaltına aldı.

İLÇE SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ

Gösteriler sırasında 2 kişinin ölmesi, 7 kişinin de yaralanması olayları çığırından çıkmasına neden oldu, güvenlik güçleriyle göstericiler arasında çatışma saatlerce sürdü.

Polisin gözyaşartıcı bomba ve tazyikli su kullanarak yaptığı müdahaleye rağmen sayıları giderek artan göstericiler, bazı işyerleri ve araçları ateşe verdi. Kalaşnikof silah kullandığı belirtilen Turan Bilen'in işyeri ve aracı da kundaklandı.

Saatlerce süren olaylarda göstericiler ilçenin altını üstüne getirirken aralarında banka şubeleri, dersaneler ve Ak Parti binasının da bulunduğu birçok binayı ateşe verip tahrip etti.

Bulanık ilçesine giriş ve çıkışları kontrol altına alan güvenlik güçleriyle sokak alaranı dağılan göstericiler arasındaki çatışma saatlerce devam etti.

Olaylar nedeniyle çok sayıda öğrenci ilköğretim ve liseye gitmedi. Bu nedenle okullarda dersler yapılamadı.
aktifhaber


Murat Yetkin
Radikal Gazetesi
Sürecin Kontrolü PKK'ya Geçiyor
15 Aralık 2009

Dün 2010 Bütçe görüşmelerine geçmeden önce Meclis’te DTP’nin kapatıldığını ve iki milletvekilinin Meclis üyeliklerinin düşürüldüğü kararı okundu. Sonra, Meclis’teki DTP levhası kaldırıldı.

Aynı sırada, kapatılmış DTP’nin bütün milletvekilleri Diyarbakır’da toplanmıştı. PKK tarafından ilham edilen Demokratik Toplum Kongresi’ne katılmak üzere oradaydılar.

Kendi deyişleriyle milletin, daha doğrusu seçmenlerinin sinesine dönmüşlerdi ve orada mı kalacakları, yoksa Meclis’te temsil edilmeye devam mı edecekleri konusunda kararlarını Kongre’de da kesinleştirmek üzere Diyarbakır’daydılar.

Ankara’da ise, Bütçe görüşmelerinde bütçe değil, boş kalan DTP sıralarının, çekilmiş dişlerin ağızdaki boşluğu gibi verdiği rahatsızlıkla, Kürt açılımı konusu konuşuldu.

Kuliste vekiller, Meclis’te grupları duruyorken konuşmak istemedikleri DTP’lilerin, Meclis’e devamlarının öneminden söz ettiler.

Meclis’teki tek sosyalist milletvekili olan Ufuk Uras’ın Diyarbakır’dan devam kararı gelmesi halinde oynayacağı önemli rol ortaya çıktı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, daha Meclis’e gelirken yapacağı konuşmanın ‘açılım süreci’ üzerine olduğunu söyleyerek zaten günün konusunu belirlemişti.

Aslında Meclis’teki tek tartışma konusu DTP’nin kapatılması değildi; genel olarak yaşanan süreçti.

Bir gün önce İstanbul’da, Dolapdere’de yaşanan olaylar, PKK’lı protestocuların etrafı tahrip etmeye başlaması üzerine etraftakilerin tepkilerini silah çekecek kadar ileri götürmeleri, medyanın gözleri önünde olduğu için dikkat çekmişti.

Ancak Mersin’de DTP-PKK gösterilerinden bıkan esnaf da tepki göstermiş, artık ‘geceleri mahallelerini kendileri korumaktan’ söz etmeye başlamıştı. Türkiye’nin dört bir yanı, PKK’nın 31’inci kuruluş yıldönümü olan 27 Kasım’dan itibaren bir eylem alanına dönmüştü.

Otuz yıldır insanların sağduyusuyla çıkmayan Türk-Kürt çatışması, son yaşanan gelişmelerle çıkma tehlikesi baş göstermiştir.

Bunun sorumlusu, açılım sürecini çıkarlarına aykırı gören ve Tokat eyleminde görüldüğü üzere sabote edip kendi zeminine çekmeye çalışan PKK’dır.

Son haftalarda yaşanan gelişmeler, adeta açılım sürecinde -hükümetin hiç tam olarak sağlayamadığı kontrolün giderek PKK’nın eline geçmekte olduğunu göstermektedir.

PKK, hükümetin süreç üzerinde kontrolü sağlayamamasından yararlanarak, Habur girişlerinden itibaren sürecin kontrolündeki ağırlığını artırmaktadır.

Başbakan’ın tercihleri

Başbakan Erdoğan ise, dünkü sözlerinden de anlaşıldığı kadarıyla sorunun kaynağını hâlâ doğru yerlerde aramamaktadır.
Örneğin, sokakların savaş alanına çevrilmesi ve kimi yerlerde polislerin kişisel güvenliklerini DTP’lilerin korumasıyla sağlayabilmiş olmaları, sokakta kendisini güvenlik güçleri yerine koyan ‘tepki unsurlarının’ ortaya çıkması değil, bunların haber yapılması Başbakan’a göre daha büyük sorundur.

Başbakan Erdoğan, pazar günü Ankara’nın yağışlı soğuğuna karşın Tandoğan’da MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla toplanan -ve bu yıl başında yapılan yeniden cumhuriyet mitinginden çok daha kalabalık- on binlerce kitlenin protestosunu anlamaya çalışmadığı görüntüsü vermektedir.

Başbakan Erdoğan, CHP lideri Deniz Baykal’ın ‘Açılımı etnik temelden demokratikleşme temeline çekerse, bende konumumu değiştirir destek olurum’ sözlerini anlamaya çalışmadığı görüntüsü vermektedir.
Bunun yerine sokakların PKK etkisiyle bir Türk-Kürt çatışmasına tırmandırılmaya çalışmasının faturasını, milyonlarca seçmenin oyuyla Meclis çatısı altında muhalefette yer alan siyasi partilere çıkarmaya çalışmaktadır.
(..)

BARZANİ PKK’YI SATTI MI?
15.12.2009 16:02

DTP’nin kapatılması Kürt siyasal çevrelerinde de geniş yankı buldu. En çok merak edilen ise Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin tepkisi idi.

Mesut Barzani’nin başında olduğu yönetim DTP’nin kapatılması ile ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada kapatılma kararı için “üzgünüz” ifadesi kullanıldı.

PSK’ya yakın Denge Azad’a yansıyan açıklamada şu ifade kullanıldı: “AKP’nin Türkiye’deki Kürt açılımından mutluyuz. Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararı, bu süreci durdurmasına yol açmamasını ümit ediyoruz. Tüm kesimler, bu sürecin başarı için çaba göstermeli”.

Barzani’den gelen bu soğuk açıklama PKK’yı memnun etmedi. PKK’ya yakın Fıratnews bu açıklamayı eleştirdi. PKK’ya yakın örgütler, Süleymaniye’de 17 Aralık’ta DTP’nin kapatılmasını protesto için miting düzenleyecek.

Odatv.com

FRANSA KÜRDİZMİN YENİ MERKEZİ Mİ?
15.12.2009 18:07

Fransa, uzun yıllar boyunca Kürt Hareketleri ile yakın ilişki kurdu. Özellikle Miterand döneminde Kürt hareketlerine destek verdi. Kuzey Irak’ın uçuşa yasak bölge ilan edilmesinde, Kuzey Iraklı grupların silahlanmasında Fransa’nın rolü büyüktü.

ABD’nin bölgesel etkinliğinin artması ile Fransa’nın yerini ABD aldı.

Ancak Bush yönetiminin ardından gelen Obama yönetimi Kuzey Irak Kürtleri’ne henüz bekledikleri güveni veremedi. Irak merkezi yönetimi ile beraber karar almayı teşvik eden yeni ABD yönetimi, yakın zamanda Irak’tan askerlerini de çekecek.

Bu gelişmeler ile beraber Fransa’nın Kürt meselesine dahil olması da dikkat çekici.
Son dönemde Fransa’nın Kürt meselesinde dikkat çeken adımları şöyle sıralanabilir:

-Fransa, Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner`in de katılımıyla Irak`ın kuzeyindeki Erbil kentinde temsilcilik açıldı.
-Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani Fransa’da 4 gün üst düzey protokol uygulanarak misafir edildi.
-Danielle Mitterrand, kendi adını taşıyan okulun açılışı için geldiği Erbil'deki yerel parlamentoda konuşma yapmış,”Kuzey Irak'ı kast ederek, “Kürdistan ikinci vatanım” demişti.
-DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, Fransa’ya gitmiş, Fransa’dan, Türkiye’nin PKK’nın ateşkes çağrısına uyması için aracılık yapmasını istedi.
-Irak'ın kuzeyindeki Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Fransa'dan askeri ekipman ve silah istediğini Fransız Le Figaro gazetesi yazdı.
-DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Fransa Senatosu'nda yaptığı konuşmada PKK'yı öven bir konuşma yaptı.

Ardı ardına yaşanan gelişmeler dizildiğinde Fransa’nın 2009 yılındaki DTP, PKK, Kuzey Irak yönetimine olan ilgisi dikkat çekiyor. Bu durum “Kürdizmin merkezi yeniden Fransa’mı” sorusuna neden oluyor.

Not: Araştırma için Cemil Koç’a teşekkür ederiz.
Odatv.com

17 Aralık 2009 21:11
Muş'ta Belediye Otobüslerine Saldırı
Muş'ta 2 belediye otobüsüne kimliği belirlenemeyen kişilerin taşlı saldırı düzenlediği bildirildi.
Alınan bilgiye göre, Muş Belediyesi Zabıta Müdürlüğü otoparkında bulunan 2 belediye otobüsü, kimlikleri henüz belirlenemeyen kişilerin taşlı saldırısına uğradı.
aktifhaber

17 Aralık 2009
Diyarbakır'da 19 Kişi Tutuklandı
Kapatılan DTP milletvekillerinin Diyarbakır'da yaptığı açıklamanın ardından çıkan olaylarda gözaltına alınan 19 kişi tutuklandı.

Kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekillerinin Diyarbakır'da yaptığı açıklamalarının ardından çıkan olaylarda gözaltına alınan 25 kişiden 19'u tutuklandı.
aktifhaber

'Abdullah Gül, Figüran'

19 Aralık 2009 Cumartesi 22:52
Müyesser Yıldız, MHP Gurup Başkanvekili Oktay Vural'la konuştu.

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 'Kürt açılımı'nı 'devlet projesi' olarak adlandırmasının 'figüranlığını' yaptığını söyledi. Vural, AKP iktidarının, Türkiye ve Türk Milleti’ne 'işgal kuvveti' gibi baktığını da iddia etti. Son gelişmeleri AvazTürk’e değerlendiren Vural’ın sorularımızı şöyle cevaplandırdı:

AvazTürk : DTP’nin Meclis’e dönme kararından sonra, AKP’nin bir pazarlık içinde olduğu imasında bulundunuz. Bu pazarlığa sizce Öcalan da dahil mi? Neler oluyor?

Vural : Türkiye’yi kirli bir tezgâhın içine sokan bir oyun oynanıyor. Burada herkesin rolü var ve birbiriyle bağlantılı AKP, “Analar ağlamasın” diyerek, “açılıma” haklılık gerekçesi yaratmaya, bunu bir tehdit aracı olarak kullanıp, PKK’nın muhatap alınmasını sağlamaya çalışıyor. Yanında bölücülüğü meşrulaştırmak isteyen bir başka parti de var. Oyun büyük. Türkiye’nin üniter-ulus yapısını bozmak, bu coğrafyada birbiriyle entegre olmuş bir milletin yaşamasını zorlaştırmak, böylece de bu coğrafya ve milleti kontrol altına almak istiyorlar. Birileri, Türkiye’nin dengesini kontrol etme gücünü ele geçirmeye çalışıyor.

Bu oyun ve pazarlıklarda Öcalan’la da bir irtibat, mutabakat olduğu görülüyor. Anaların gözyaşını döken PKK ve Öcalan’ı kapsayan anlaşmanın formülü, açıkça aftır. Bir yandan PKK siyasallaştırılıyor, öte yandan Öcalan’ın istekleri sırasıyla yerine getiriliyor ve “etkin pişmanlıktan” yararlandırmanın hazırlıkları yapılıyor. Bunların hiçbirisi tesadüf değildir. Pazarlığın kapsamında, Öcalan’ın konumunun da olduğu muhakkak.

Buyursunlar, PKK terör örgütünün teslim olmasını sağlasınlar, terörü bitirsinler. Bunu herkes istiyor. Ancak PKK’nın silahla yapamadığını, silah bırakma karşılığında yaparlarsa, yıllardır teröre karşı verilen büyük mücadele anlamsız hale gelir. Terörle mücadele edenler suçlu konuma düştü.

DEVLETİ MAHKÛM ETMEK İSTİYORLAR

AvazTürk : Sizce bu “açılım” söylendiği gibi bir devlet projesi mi?

Vural : Hayır, bu bir devlet projesi değil. Hiç ucu açık devlet projesi olur mu? Devlet projesi diyerek, devleti de mahkûm etmek istiyorlar. Devlet dedikleri nedir? Hükümet iradesi ise bu devlet aklı sayılmaz. Kaldı ki, devlet aklı da her zaman doğru olmayabilir, kutsamaya gerek yok. Bu devlet projesi ise öncelikler nelerdir? Mesela sorunun adı; “Kürt sorunu” diyorlar. Peki MGK kararları veya Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde böyle bir ifade var mı? Böyle bir şey yok.

Kimse “devlet projesi” diyerek kendisini kurtaramaz. Kim, hangi görevde olursa olsun, ihanete ortaklık yapanlar mesuliyetten kurtulamayacak, yakalarına yapışacağız.

AvazTürk : Sizce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu sürecin neresindedir?

Vural : Başrolünde olan birisidir. Süreci “devlet projesi” olarak göstermenin figüranıdır.

OHAL ORTAMINI YARATAN HÜKÜMETTİR

AvazTürk : İktidar yanlısı medya son olayları, “Birileri OHAL’e zemin hazırlamak istiyor” şeklinde değerlendiriyor. OHAL şartları var mı?

Vural : OHAL uygulamasına uygun bir ortamın doğmaması, buna gerek kalmaması için neden tedbir alınmıyor? Böyle bir ortamın oluşmasını sağlayan bizzat hükümettir. Zamanında, gerekli tedbirleri alınmalı ki, OHAL’e gerek kalmasın. Madem bu kadar korkuyorlar, getirsinler yasa ve OHAL’i iptal etsinler, tamamen kaldırsınlar. Allah muhtaç etmesin, ama Fransa’da bile OHAL uygulandı.

AvazTürk : Siyasi partilerin ana dillerde propaganda yapmasına imkân sağlanacağı bizzat Başbakan Erdoğan tarafından açıklandı. Siz böyle bir düzenlemeye nasıl bakıyorsunuz?

Vural : Bu düzenleme, yeni azınlıklar oluşturmanın bir diğer yoludur. Milletvekilleri, Türkiye’nin milletvekilleridir, bir bölgenin veya etnik grubun değil. Böyle bir uygulama egemenliğin parçalanmasını getirir. Siyasetçi günlük yaşamında nasıl isterse öyle konuşur. Ancak kitlelere hitap ederken, karşısındakini bir etnik kimlik olarak görmemeli. Siyaseti etnik kimliği oturtmak, ırkçılık gibi bir şeydir ve dışlanması gereken bir yaklaşımdır. Bunun mantığı yok, saçma sapan şeyler. Türk Hava Yolları’nda Kürtçe anonsa izin vermeyen iktidarın, böyle bir şeye “evet” demesi çok tehlikelidir.

TRT DE GÖBBELS ARACI YAPILDI

AvazTürk : TRT’yle ilgili şikayetler giderek artıyor. Halkın vergileri ile faaliyet gösteren bir kamu kurumunun iktidarın sesi ve malum bir takım görüşlerin sözcüsü haline gelmesi eleştiriliyor. Siz de TRT’den şikayetçi misiniz?

Vural : Göbbels taktikleriyle, devletin kurumlarını da görüşlerini pazarlamada, halkı yönlendirmede kullanıyorlar. Özel tv’ler yetmiyormuş gibi, milletin kaynaklarıyla, millete bir faşist düşünceyi enjekte etmeye çalışıyorlar. Çağdaş köleler yaratmak istiyorlar… Çağdaş köleler yaratmak istiyorlar. Hesap sorulacaklar arasında bürokratik kademelerdekiler de var, kimse kurtulamayacak.

AvazTürk : Bu gidişle Türk Milliyetçiliğinin de yasaklanacağı öne sürülüyor. Böyle bir şey mümkün mü?

Vural : Küreselleşme milliyetçiliğin önemini daha da arttırmıştır. Türk milliyetçiliği, bu milletin kendisini koruma gücüdür. Virüslere karşı milletin bağışıklık sistemini güçlendiren, kendisine karşı işlenen suçlarda milleti koruyan güçtür. Üniter ve milli devletin vazgeçilmez unsurudur. Milliyetçiliği ortadan kaldırmak için önce milleti ve milliyeti ortadan kaldırmaları gerekiyor.

SANKİ BİZ YERLİ, ONLAR İŞGÂL KUVVETİ

AvazTürk : İktidarı tam 7 yıl önce bıraktınız. Siz giderken ülke nasıldı, bugün nasıl görüyorsunuz?

Vural : 7 yıl önce ayrışmadan birlikteydik. Şimdi ayrışarak birlikte olmamız isteniyor. Kimse alt kimliğinden dolayı dışlanıyor değildi. Türkiye böyle var olmuştu. Şimdi yeniden bir ulus inşaasını isteyen iç ve dış güçlerin çabalarıyla çok huzursuz hale geldik. İnsanların kimliklerinin tartışılmasına, ötekileşmesine başladığında huzur bozulur. İnsanlar, “Ben kimim, komşum kim?” diyecek kadar belirsizliğe itildi, insanlar ve toplum sorgulanır hale geldi. Toplum, büyük hayal kırıklıkları yaşıyor. Toplum kaybediyor, umutlarımız gidiyor. Ekonomik kayıplar giderilebilir, ama toplumun umutsuzluğunu telafi etmek çok zordur.

Milletin, kurumlara güveni azalıyor, kurumlar çatıştırılıyor, devlet çöküntüsü, hâkimiyet kaybı görüntüsü yaratılıyor ve demokrasiden uzaklaşılıyor. Bu topraklar üzerinde ortak değerlerimizi güçlendirmemiz gerekirken, bunların zayıflatıldığını görüyoruz. Tüm bunların varacağı yer, cemaatleşme, gettolaşma ve çağdaş kölelik sistemi kurmadır.

AvazTürk : Bu gidişatın sebebi nedir?

Tek adamlık anlayışıdır… Sadece benim dediğim doğru anlayışıdır… Türkiye’ye ve Türk Milleti’ne işgâl kuvveti gibi bakan bir siyaset anlayışının olmasıdır. Biz yerliyiz, kendileri de dışarıdan gelmiş, işgâl etmiş gibi bakıyorlar. Neden bunu yapıyorlar? Çünkü demokrasiyi hazmetmemişler, iktidarda kalmak için ellerine geçirdikleri gücü sınırsız bir şekilde kullanıyorlar.

Baksanıza Abdi İpekçi Parkı’nda TEKEL işçilerini gazla durduruyorlar… Kurşun sıkan teröristi aklayan, bizi kötüleyen bir anlayışları var. Beni mahkûm etmek, mahkûmu ise serbest bırakmak istiyorlar…

AKP’yi kim hazırladı, kim besliyor? Bu parti muhafazakâr bir parti değil, muhafazakâr değerleri hortumlayıp, yabancıların isteklerini kabul ettiren Truva atıdır. Evet, partin amblemi ampul, ama bu ampulün fişi nereye takılı acaba?

AvazTürk : Türkiye’nin tıkandığı görülüyor. Bu handikaptan çıkış yolu nedir?

Vural : Seçimdir, millet iradesinin karar vermesidir. Millet, kendi iradesiyle intihar ettirilmesine izin vermemelidir. Bir şeyi nerede kaybettiysek, orada buluruz. İrademizi de, bunlara teslim ettiğimiz yerde geri almalıyız. Seçim ne kadar erken olursa, bu iradeden ne kadar erken kurtulursak, o kadar iyi olur.
avazturk.com

21 Aralık 2009
DTP'nin kapatılmasını fırsat bilen Karayılan'dan sonra PKK'nın kadın komutanı Tekoşin Ozan da Kürt gençlerini dağa çağırdı

Kandil'deki PKK lideri Murat Karayılan'dan sonra terör örgütünün kadın komutanlarından Tekoşin Ozan da Kürt gençlerini dağa çağırdı.

DTP'nin kapatılmasından sonra konuşan Karayılan, Kürt gençlerine PKK'ya katılmaları çağrısında bulunmuş ve AKP'nin açılımla Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeyi amaçladığını söylemişti.

Karayılan'dan sonra PKK'ya yakın Fırat Haber Ajansı'na konuşan Tekoşin Ozan da Kürt gençlerini dağa çağırarak açılımı eleştirdi.

İŞTE PKK'NIN KADIN KOMUTANI OZAN'IN O SÖZLERİ:

"Halkımız üzerindeki devlet terörü ve saldırılar zaten gözler önündedir. Demokratik tepkisini ortaya koyan insanlar sokak ortasında infaz ediliyor, linç girişimleri ve yüzlerce yaralının yanında binlerce varan insan tutuklamış bulunuyor. Amed serhildanında Aydın Erdem adlı Kürt gencinin katledilmesinden sonra Bulanık’ta iki insanımız daha bir Jitem üyesi tarafından katledildi. Silahlı faşist odaklar geçmişte olduğu gibi harekete geçirilip Kürtlere topyekün bir saldırı yapmak istiyorlar. Gerilla güçlerimize yönelik imha operasyonları kuzey Kürdistan’ın her eyaletinde ve medya savunma alanlarında yıl boyunca hem havadan hem de karadan aralıksız devam etti. 13 Nisan eylemsizlik kararımızdan bu yana 83 yoldaşımız şehit düştü. Bunu durumda meşru savunma güçlerimizin sessiz kalması beklenemez, beklenmemelidir. Fiili olarak var olan saldırılara karşı misilleme hakkımızı kullanmak durumundayız. Tokat’ta gelişen eylem bunun ifadesi oluyor. Hareket olarak eylemsizlik sürecinin başından beri güçlerimize saldırılar karşısında bulundukları her alanda cevap verme, misilleme hakkını kullanma inisiyatifi verilmiştir. Bazı alanlarda güçlerimiz bu inisiyatiflerini kullanarak eylem geliştirdi. Şiddet ve saldırıların düzeyi arttığı oranda misilleme eylerimiz de artacaktır. Herkesin bunu bilmesi ve buna göre yaklaşım sergilemesi gerekir."

ÖCALAN TEHDİDİ

"Kimse gerilla ve halkın Önderlik konusundaki hassasiyet ve reflekslerini ölçmeye kalkamasın, bunu yapmaya çalışanlar altından kalkamaz"

AKP'YE AÇILIM ELEŞTİRİSİ

"AKP hükümetinin her şeyde olduğu gibi Türkiye’nin demokratikleşmesine de pragmatist yaklaşarak Özgürlük hareketlerinin kazanımlarını görmemezlikten gelerek inkar ve imha yaklaşımı derinleştirerek tasfiyeyi geliştirmek istemektedir. AKP hükümeti demagojik söylemlerle yaşanan gelişmeleri çarpıtıp kafa karışıklığı yaratmaya çalışıyor."

KÜRT GENÇLERİNİ DAĞA ÇAĞIRDI

"Kürt kadınlarını ve gençlerini bu sürece öncülük etmeye, demokratik sürecin önünü açmak için her türlü meşru eylemliliğini geliştirmeye ve tabii ki gerilla saflarına katılıma davet ediyor, dağlara çağırıyoruz. Tıkanan süreç ancak böyle aşılır. Demokratik siyaset ancak böyle gelişir. Mücadelenin gücü özgürlük alanlarını genişletir. Demokratik siyasetin etkin eylem ve söylemle geliştirilmesi demokratik alanın gelişmesini garantilenir. Bunu bilerek sürece katılmak bu temelde duyarlı, demokrat, barış yanlısı çevreleri mücadeleyi yükseltmeye, serhildanları büyütmeye ve gerilla saflarına katılmaya çağırıyoruz. Bu yaklaşım onurlu bir duruşun gereği olduğu kadar, tarihi bir sorumluluktur"
aktifhaber

22 Aralık 2009
Mahmurluların Dönüş Şartları
Kuzey Irak'ta boşaltılması ile gündeme gelen Mahmur Kampı'nı ziyaret eden eski DTP heyetine, kamp meclisi 10 maddelik bir talep sundu.

Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi milletvekillerinden oluşan bir heyet, Mahmur Kampı'nı ziyaret etti.

DTP eski milletvekilleri Sevahir Bayındır, İbrahim Binici, Özdal Üçer, DTP eski MYK Üyesi Hatice Çoban, Şırnak Belediye Başkanı Ramazan Uysal ve Uludere Belediye Başkanı Şükran Sincar'dan oluşan heyet, bugün Mahmur'a geldi. Mahmur girişinde Mahmur Kaymakamı Seyit Barzan Kakiyi tarafından karşılanan DTP heyeti, buradan 5 kilometre ötede BM denetiminde bulunan kamp alanına gitti.

DTP'li heyet Mahmur Kampı'nda çok sayıda kişi tarafından ellerinde Abdullah Öcalan resimli flamalar ile PKK bayrağıyla karşılandı. DTP eski milletvekilleri Sevahir Bayındır, toplanan kalabalığa hitap ederek, neden geldiklerini söyledi. Bayındır, DTP'nin kapatılması ile "AK Parti hükümetinin yanlış politikalarından" bahsetti.

Ayrıca Mahmur Kampı Demokratik Halk Meclisi incelemelerine başlayan DTP heyetine taleplerini içeren 10 maddeden oluşan bir dosya sunuldu. Dosyada, Türkiye vatandaşı çoğu kadın ve çocuk yaklaşık 12 bin Kürt'ün 15 yılı aşkındır zorlu koşullarında yaşam mücadelesi verdiğine dikkat çekildi.

Türkiye'ye dönmek için gerekli siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve yasal-anayasal güvencenin sağlanmadığına dikkat çekilen dosyada, "Türkiye'ye dönebilmemiz, bir parçası olduğumuz Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne dönük güven verici olumlu adımlar atılmasına bağlı" olduğu belirtildi.

Dosyada, geri dönüş ve ortak yaşam koşullarının oluşturulup olgunlaşması için sunulan talepler şöyle aktarıldı: "Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılarak, önünün açılması ile Kürt sorununun barışçıl ve siyasal demokratik çözümü için hazırladığı 'Yol Haritası'nın ilgili muhataplarına verilmesi ve tüm kamuoyuna açıklanması, askeri operasyonların durdurulması, çatışmalı ortamın son bulması.

Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümünün önünün açılması, Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesine bağlı olarak Kürt halkının özgür iradesini esas alma temelinde çözümün diyalog ve müzakere yöntemiyle gerçekleştirilmesi, Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak Kürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak, anadilimiz olan Kürtçeyi her yerde özgürce konuşmak, öğrenmek, geliştirmek ve tarihi değerlerimizi, kültürümüzü ve coğrafyamızı anadilimizde yaşamak, çocuklarımızı Kürtçe adlandırmak, Kürtçe eğitmek ve büyütmek, Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanat ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak, bölgede köy, kasaba ve şehirlerinde özel harekatçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkanlara kavuşmuş ve güvenlik içinde yaşayabilmek için koruculuk sisteminin kaldırılması, Irak'ın kuzeyinde bulunan Kürt bölgesinde göçmen olarak yaşayan T.C. vatandaşı Kürtler olarak, sekiz ayrı kampta konumlanmış bulunmaktayız. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüyle birlikte Türkiye'nin Kürt bölgesinde kendi öz irademizle yaşamayı ve kendi güvenliğimizi kendimizin sağlayacağı toplu bir yerleşim yerinin yapılması ve dönüşümüzün BM denetiminde olması"

DTP heyettin 2 günlük ziyareti sırasında kamp sakinlerini dinleyerek isteklerini ve Türkiye'ye gelmeleri halinde beklentilerini bir rapor haline getirip kamuyu ile paylaşacak. Mahmur kampında halen Türkiye'den gelmiş 12 bin kişi yaşıyor. Bunların arasında yaklaşık 6 bin kişinin ise Türkiye Nüfus cüzdanı bulunmuyor.
aktifhaber

2011'de İç Savaş Hazırlığı
Hasan Demir
Yeniçağ

1970 yılında Paris’te Sevr’in 50. yıl dönümü nedeniyle “Sevr’i Canlandırma Toplantısı” adı altında bir toplantı yapılmıştır.

“Sevr’in ölü bir anlaşma olmadığı ve canlandırılması gerektiği” nin dile getirildiği bu toplantıyı Paris’in uluslararası sorunlarda ağırlığı olan Congere Internationaux tertiplemiş, toplantıya 600 dinleyici katılmıştır. Katılanlar arasında Paris valisi ve bölge kaymakamları da vardır.

Siz ister paranoya deyin ister komplo teorisi.

Elin oğlu boş durmuyor.

Batı, Sevr’de o kadar ısrarcı ki kararı bu topraklarda yaşayan Türk ve Kürde de bırakmış değil, o öylesine “İlle de Sevr” diyor ki, Amerika’sı ile Avrupa’sı ile bu topraklarda bir “iç savaş” çıkartmayı bile göze almış durumda.

Ey millet uyanınız, bunlar bir iddia değil, elle tutulur gözle görülür gerçekler.

Ortalıkta dolaşan haritaları bir tarafa bırakalım, bugünkü DTP’nin geçmişi olan DEHAP’ın o zamanki Batman İl Başkanı Mehdi Öztürk’ün, Amerikalıları kastederek,

“Bize gelen heyetler, ’Farklılıklarınızı ön plana çıkarın, milliyetçiliği körükleyin’telkininde bulunuyorlardı”

dedikten sonra kendisinde oluşan kanaati şu kelimelerle özetlememiş miydi:

“-Irak’ta oynanan oyunun benzeri Türkiye için oynanıyor. Yıllardır yaratılmaya çalışılan bir Türk-Kürt kavgasıdır.”

Üzülerek ifade edelim ki Amerika bu konuda yalnız değildir. Avrupa da bu tezgâhın içersindedir.

Paris’lerde bir yandan “Sevr’i Canlandırma” platformları oluşturulurken diğer yandan da kardeşi kardeşe kırdıracak bir “iç savaşın” gayreti de yine Avrupa ’dan neşet etmektedir.

Yine AB metinlerinde bir yandan Türkiye’ye, “Yerel ve bölgesel özerkliğin geliştirilip yaygınlaştırılması” telkin edilirken diğer yandan da “2011 yılında iç savaş” için düğmeye basılmış bulunmaktadır.

Örnek çok da biz bir tane verelim anlayan anlar.

Bakınız Muharrem Bayraktar 24 Mayıs 2005 tarihinde Yeni Mesaj gazetesinde kaleme aldığı, “Türkiye’de iç savaş çıkarmak istiyorlar” başlığı altındaki yazıda bizi hangi gerçeklerle yüz yüze getiriyor:

“Sefa Yüksel Norveç’te yaşıyor. İskandinavya Türk Dili Konuşan Ülkeler Enstitüsü Direktörlüğü yapıyor.

Üç hafta önce, Meltem TV’de yaptığım Diyalog Programının konuğu idi. Programda ’Batılı dostlarımızın’dehşet verici bir tezgâhına nasıl şahit olduğunu anlattı:

‘- Belçika Stratejik Araştırmalar Kurumu’nda görevli bir uzmanı dün ziyaret ettim. Yakinen tanışıyorduk. Bana kalın bir dosya getirdi.

-Bunu oku- dedi.

Dosyayı karıştırmaya başladım. Türkiye’de çıkarılması planlanan bir iç savaşın nasıl tetikleneceğine dair senaryolar yer alıyordu. İç savaşın çıkması için öngörülen tarih 2011 yılı idi.”

Bu satırların üzerinden 5 yıl geçti..

Şunun şurasında 2011’e ne kaldı?

Birileri Sevr demekle Sevr mi olacak, birileri Sürgünde Kürt Parlamentosu kurdularsa bu Kürtlerin ayrı bir devlet isteği anlamına mı gelir, Diyarbakır’ı başkent ilan etmekle Diyarbakır başkent mi olur diyenler olabileceği gibi Belçikalı bir uzman 2011’de Türkiye’de iç savaş çıkartılacak demekle iç savaş mı çıkar diyenler de çıkabilir, ama durunuz, Safa Yüksel’in sözleri henüz bitmiş değil.

Safa Bey diyor ki:

“- İşin daha vahim boyutu, bu dosyanın Avrupa Başkentleri’nde ilgili birimler tarafından değerlendirmeye tabi tutulduğu idi...”

Sözün özü. Ortalıkta Sevr haritaları dolaşıyor.

Avrupa Başkentlerinde Sevr toplantıları yapılıyor.

ABD’li diplomatlar Türkiye’de ayrılıkçı gördükleri Kürtleri,

“Türklere düşman olun” diye körüklüyor, Avrupa başkentleri 2011’de Türkiye’de çıkartılması düşünülen bir iç savaşın nasıl tetikleneceği üzerinde en az beş yıldır kafa yoruyor...

Bütün bunlar geçmişte olmuşsa ve biz “Yine deniyorlar, yine olabilir” dediğimizde, niye elinde devlete dayattığı şartlar ve üstünde üniformayla Kandil’den inen teröristten daha kötü oluyoruz, sahi niye?

(26/10/2009)

BAYDEMİR'DEN KÜFÜRLÜ CEVAP!

24 Aralık 2009 14:38
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve eski DTP milletvekilleri, gözaltına alınan belediye başkanları ilgili açıklama yaparken küfrettiği iddia edildi.
Barış ve Demokrasi Partisi, gözaltına alınan belediye başkanları için eylem çağrısı yaptı. Baydemir ise küfürlü bir açıklama yaptı.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve eski DTP milletvekilleri, gözaltına alınan belediye başkanları ilgili açıklama yaptı. Baydemir kendilerini şahin ve güvercin olarak ayıranlara "Has..tirin" diye seslendi.

İşte Baydemir'in açıklamalarından satırbaşları: "Her kim ki milletvekilliğinin düşürülmesinden, belediye başkanlığının düşürülmesinden korkar o namerttir.

Gözaltında olan 16 arkadaşımız hangi yasayı çiğnedi biz de o yasayı çiğnedik.

Günlerdir AKP'li milletvekilinin arabasının polis tarafından çevrilmesi konuşuluyor.

Allah'tan korkmaz mısınız 16 belediye başkanı gözaltında neden kimse ses çıkarmıyor.

Lüften akıllı davranın akıllı davranın ki söz tükenmesin.

Hem ulusal hem de uluslar arası düzlemde arkadaşlarımız serbest bırakılana kadar meşru ve demokratik yollarla her türlü yolun kullanacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

Eğer devlet kafası ne yapmaya çalışıyorsun. Aldığın bu kararla insanları sokağa mı dökmek istiyorsun.

Yarın adliyenin kapısına gieceğiz. Ya bizi de alacaksınız, ya da onları da bırakacaksınız Devleti ve hükümeti yönetenlere sesleniyorum, bizi Şahin ve güvercin olarak ayırmayın, has..tir diyorum, has..tir...

Bu halk ayakta durmaya devam edecektir."

(Hürriyet)

25 Aralık 2009 16:45
Baydemir'e Neler Oluyor?

KCK operasyonunda gözaltına alınanlara destek vermek için Diyarbakır Adliyesi'ne gelen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, "Eğer siyaseti nezaketle tartışacaksak başım gözüm üzerine buyurun gelin Türkiye'deki siyasilerin üslubunu tartışalım." dedi. Baydemir, sözlerine Nisa Suresi'nden bir ayet de ekledi: ''Allah, ağır ve inciten sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez, ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.''

Demokratik iradenin zedelendiğini savunan Baydemir, "Ben savunma olsun diye söylemiyorum, söz uçup gider ama kurşunun izi gitmez." diye konuştu.
aktifhaber

'ÜLKEDE ŞİDDET TIRMANACAK'

26 Aralık 2009 12:25
BARIŞ ve Demokrasi Partisi’nden Dış İlişkiler Komisyonu adına dün yapılan açıklamada partili belediye başkanlarının gözaltına alınması 'provokasyon' olarak nitelendirildi.
“AKP hükümeti bir yandan “demokratik açılım” söylemi ile Türkiye ve dünya kamuoyunu yanıltırken diğer yandan da Kürt halkının siyasi iradesine karşı saldırılarını artırmıştır” denilen açıklamada özetle şu görüşlere yer verildi: “BDP olarak bu yaşanan saldırıların Türkiye de yaşanan kriz ve kaosu derinleştireceği, şiddeti tırmandıracağı kaygısını bir kez daha paylaşmak istiyoruz. Çözüm Kürt halkının siyasi iradesini gözaltına alıp tutuklamak değil Kürtlerin iradesini tanıyarak Kürt sorunun çözümünde muhatap almaktır. AKP hükümeti’nin Kürt sorununu Kürtsüz çözme anlayışı Türkiye’yi savaşa sürüklemektedir. Türkiye’de yaşanacak gerginlik başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı olumsuz etkileyecektir.

ntvmsnbc

26 Aralık 2009 16:13
Cizre'de İzinsiz Gösteri
Şırnak'ın Cizre ilçesinde izinsiz gösteri yapan gruba polis müdahalede bulundu.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın terör örgütü PKK'nın şehir yapılanması KCK'ya yönelik başlattığı operasyon, Cizre'de protesto edildi.
Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak'ın da aralarında bulunduğu 23 kişinin tutuklanmasını protesto eden grubun dün başlattığı gösteriler, bugün de devam etti.
Şehirde kepenkler kapatılırken, İdil Caddesi üzerinde toplanan ve güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunan gruba polis biber gazı ile müdahale etti.
aktifhaber

Taraf ile Zaman'a AĞIR SUÇLAMA !

26 Aralık 2009, 17:16 Anadolu Haber

BDP!ye yönelik operasyonda Taraf ve Zaman'ın parmağı mı var?

BDP’ye yönelik yapılan ve 80 kişinin gözaltına alınması ile sonuçlanan KCK Operasyonu’nda BDP kaynakları sert tepki gösterdi.

Avrupa’dan yayın yapan ve PKK’ya yakın haber Ajansı Firatnews’in iddiasına göre BDP’ye yönelik operasyonda Taraf ve Zaman’ın parmağı var.

Ajans, iki gazetenin olaya müdahalesini şöyle özetledi:

“BDP'ye yönelik operasyon hükümete yakınlığı ile bilinen iki gazete tarafından duyurulmuştu. Zaman Gazetesi, son dönemlerde yayınladığı haberlerle legal Kürt siyasetini hedef tahtasına oturtmayı gelenek haline getirirken, Taraf Gazetesi Kürt siyasetçileri KCK yapılanmasının bir parçası olarak gösterip sokakların sakinleşmesi için bir an önce operasyon yapılmasını önermişti.”

Ajans, 29 Mart seçimlerinin ardından Zaman Gazetesi’nin DTP ile KCK arasında ilişki kurarak hedef gösterdiğini şu sözlerle iddia etti:

“14 Nisan operasyonundan kısa bir süre önce gerçekleştirilen 29 Mart yerel seçimlerinin ardından özellikle AKP'ye yakınlığı ile bilinen Zaman Gazetesi, "KCK yapılanması DTP'nin kazanmasında belirleyici oldu" şeklinde haberlere yer vermişti. Hemen akabinde ise DTP'ye yönelik 51 kişinin tutuklandığı operasyon yapıldı. Son operasyon öncesinde de benzer yayınların yapılması dikkat çekti.”

Ajansın hedefinde olan bir diğer isim ise Taraf’ın adı cemaat ile anılan Polis Akademisi Öğretim üyesi yazarı Önder Aytaç’tı.

Ajans şöyle açıklamada bulundu: “Taraf Gazetesi yazarlarından Önder Aytaç 14 Aralık'da ‘Kürt Ergenekon ve 'derin' Öcalan’ başlıkla yazısında ‘Belki de bazı DTP milletvekilleri ile KCK’nın başını çekenler, gençleri eylemlere yönlendirilme konusunda Ergenekon’un kucağındaki bir 'adi ortaklık' gibi birlikte çalışıyor. Türk’ün; 'Kürtlerin gözü kulağı İmralı’dadır, İmralı toplumsal barışın en hassas noktasıdır' anlatımı ile 'Açılım burada bitmiştir' diyen Ayna’nın aynı çizgide biraraya gelmesi, acaba ortak bir yerden tehdit almalarına mı dayanıyor? Baydemir’in önderliğinde görüş açıklayan 98 belediye başkanının en az yarısı için de aynı tehdit mi söz konusu? DTP, Türkiye’deki Kürtlerin istatistiklere göre üçte birinden daha az bir oranını temsil ediyorsa, acaba tehditlerle diğer üçte iki de sindirilerek yandaş gibi mi gösteriliyor?’ değerlendirmesiyle adeta Kürt siyasetçileri hedef tahtasına oturttu. Kürt sorunun çözümü için kendine hami rol biçen Taraf Gazetesi ise barış için soyunduğu rolü bir kenara bırakıp bugün BDP operasyonunun birinci sayfada oldukça küçük puntolarla görerek "Açılıma topluca gözaltı" şeklinde verdi.”

Ajans operasyon sonrasında Zaman Gazetesi’nin operasyona desteğini ise şu şekilde açıkladı: “Nisan ayıda yapılan operasyonda tutuklanan DTP'lilerin iddianamesinde kimin hazırladığı belli olmayan şemayı yayınlayan ve DTP'li siyasetçilerin telefon konuşmalarını şifreliymiş gibi gösterip "Fethullah Gülen'e suikast düzenleyeceklerdi" iddialarıyla sütünlarına taşıyan Zaman Gazetesi ise dünkü operasyondan sonra yaptığı haber analizde "Operasyon Kürt siyasetçileri rahatlatacak" yorumuyla memnuniyetini açıkladı.”

Ajansın iddiasına göre Zaman ve Taraf Gazetesi cemaat ve AKP’ye yakın bir Kürt siyasi hareketi yaratabilmek için çalışıyor. Bunun için PKK ve DTP’nin tasfiyesinin istendiğini iddia eden Firatnews’e göre operasyon Taraf ve Zaman’ın hedef göstermesi ile yürütüldü.

PKK, Batman Telekom binasına 15. kez saldırdı
17:10 - Batman'da bir grup terör örgütü yandaşı, KCK operasyonu kapsamında tutuklamaları protesto için Karşıyaka Mahallesi'ndeki Türk Telekom Batman Şubesi'ne molotofkokteylleri atarak, camları taş yağmuruna tuttu. 15. kez saldırıya uğrayan Türk Telekom binasının önünde polis ve özel güvenlik ekipleri güvenlik önlemi alırken, kaçan şahısların yakalanması için çalışma başlatıldı. 27.12.2009 BATMAN
netgazete

PKK'lılar, Hakkari-Van karayolunu trafiğe kapattı
16:30 - Hakkari'de KCK operasyonlarını bahane ederek Hakkari-Van karayolunu ulaşıma kapatan PKK'lı göstericilere polis müdahale etti. Yüzü kapalı göstericiler karayolunda içindekilerin zafer işareti yapmadığı araçları taşlarken, bir ticari taksiden inen ve güvenlik mensupları oldukları iddia edilen 4 kişi ellerindeki silahla havaya ateş açtı. Zırhlı araçlarla bölgeye gelen polis ekipleri gruba gaz bombası ile müdahale ederken, yüksek tepelere çıkan göstericiler taşlarla karşılık verdi. 27.12.2009 HAKKARİ netgazete

Açılım=Kürt Devleti+Etnik Boğazlaşma
06 Şubat 2010

Hükümet “sanatçı” desteğiyle açılım sürecini devam ettirme çalışmalarını yapadursun, tepkiler de gecikmedi.

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin, açılım sürecinin tıkanmadığını, AKP’nin ABD baskısıyla açılımı devam ettireceğini kaydederek şunları söyledi:

“Açılım sürecinde ABD için iki önemli amaç var. Birincisi Irak’ın kuzeyindeki kukla devletin tanınması. Bu da AKP eliyle sürdürülen diplomatik temaslarla sağlanmaya başlandı. İkincisi de Türkiye içinde Kürt ile Türk’ü birbirinden ayırmak için bir etnik boğazlaşma senaryosu. Bu boğazlaşma olmadan Türk ile Kürdü birbirine düşman edemezler.”

Gültekin’in açıklamalarında ilginç bir nokta da DTP’nin açılıma “muhalefeti” ile ilgili. Buna göre DTP’nin muhalefeti, göstermelik bir muhalefet. Amaç, etnik boğazlaşmanın taraflarını hazırlamak.

Gültekin, bu plan çerçevesinde bahar aylarında olayların artabileceği uyarısında da bulundu.
avazturk

16 Şubat 2010
Polise Taş Atanlara 11'er Yıl Hapis
Erdoğan'ın 18 Ekim 2008 tarihindeki Diyarbakır gezisi sırasında yapılan yasadışı gösterilere katıldıkları ve polise taş attıkları gerekçesiyle yargılanan 5 sanık, 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Diyarbakır'da polise taş atan 5 kişiye 11'er yıl hapis

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 18 Ekim 2008 tarihindeki Diyarbakır gezisi sırasında yapılan yasadışı gösterilere katıldıkları ve polise taş attıkları gerekçesiyle yargılanan 5 sanık, 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada tutuklu sanıklar Nail Çınar ve Abdulmenaf Aslan ile avukatları hazır bulundu. Tutuksuz yargılanan Halil Kaya, Vedat Kaya ve Ferdi Tantekin ise duruşmaya katılmadı. Müvekkilleriyle ilgili suçlamaları kabul etmeyen avukatlar, dosyanın suç unsurunu oluşturan delillerden yoksun olduğunu savundu. Avukatlar, "Dosyada tek delil kolluk görevlilerinin beyanlarıdır, o da gerçeğe aykırıdır. Ayrıca dosyada tek eylem olmasına rağmen müvekkillerimize birden fazla suç isnat ediliyor. Müvekkillerimizin beraatını talep ediyoruz." dedi. Son sözleri sorulan tutuklu sanıklar Nail Çınar ve Abdulmenaf Aslan da suçsuz olduklarını belirtti. Sanıklar, olaylara katılmadıkları gibi güvenlik kuvvetlerine de taş atmadıklarını söyleyerek beraatlarını istedi.

Duruşmaya kısa bir ara veren mahkeme heyeti, ardından kararını açıkladı. Mahkeme, tutuklu sanıklar Nail Çınar ve Abdulmenaf Aslan ile tutuksuz sanıklar Halil Kaya, Vedat Kaya ve Ferdi Tantekin'i, TCK'nın 'terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek' suçunu içeren 314/2. maddesi uyarınca 6 yıl 3 ay, Terörle Mücadele Kanunu'nun 'terör örgütünün propagandasını yapmak' suçundan 10 ay ve Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 33/c maddesinde yer alan 'dağılma sırasında silah veya araçlarla mukavemet etmek' suçundan da 4 yıl 2 ay olmak üzere toplam 11'er yıl 3'er ay hapis cezasına çarptırdı
aktifhaber

Hakkari'de olaylar 6. gününe girdi
17:40 - Hakkari'de 15 Şubat'ta patlak veren olaylar 6. gününe girdi. Yollara barikat kuran göstericilere polis müdahale etti. Bu sırada bazı mahalle sakinleri atılan gazlardan etkilendi. Mahalle aralarına kaçan göstericileri kovalayan zırhlı araçlar ise taş yağmuruna tutuldu. 20.02.2010 HAKKARİ
netgazete

19 Nisan 2010
Saldırıyı PKK Üstlendi
Fırat Haber Ajansı'nda yayınlanan açıklamaya göre S<amsun'da 2 polisin öldüğü eylemi PKK-HPG üstlendi.

HPG, kendilerine bağlı bir birimin kendi inisiyatifi ile eylemi gerçekleştirdiğini duyurdu.

HPG eylemin Kürt halkına karşı gerçekleştirilen saldırılara ve militan güçlere karşı yapılan operasyonlarda yaşamını yitirenlerin anısına yapıldığını açıkladı. haber1001

İnegöl'de ne oluyor?

Bundan birkaç hafta önce Ege'nin sahil beldelerinden birinin belediye başkanı ile sohbet ediyorduk. MHP'li olan Başkan'ın şu sözleri beni dehşete düşürmüştü: 'Manisa'da yaşanan olaylarda büyük bir provokasyon vardı... O gece kan dökülseydi çatışmalar hızla yayılırdı. O geceki kadar korktuğumu hiç hatırlamıyorum... Halkımız silahlanmıştı ve Türkiye aleyhine slogan atan kitleye saldırmamak için kendini zor tutuyordu... Bizler devreye girdik ve insanları tuttuk.'

O sohbette belediye başkanına şunu sormuştum, 'Bu gizli gerginliğin boyutu nedir? Korkunuz ne?'

'Maalesef artan terör olayları; şehirlerimize, kasabalarımıza ve köylerimize gelen şehit cenazeleri bu gerginliği arttırdı. Halkımız maalesef provoke ediliyor. Şehir dışından gelen bazı şahıslar burada yaşayan; iş yapan doğu kökenli vatandaşlarımızın arasına karışarak olay çıkartıyorlar. Korkum bir küçük kıvılcımla bu olayların hızla yayılması. Belli bölgeler de bu potansiyeli fazlasıyla barındırıyor...'

Bu konuşmanın üzerinden 10 gün geçmeden dün gece İnegöl parladı...
MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 'referandum' konuşmasından birkaç saat sonra olaylar çıktı.

Peki, İnegöl'de dün gece yaşanan bu vahim olayı öncekilerden ayıran en mühim ayrıntı ne?
Şu ana kadar yayınlanan haberlere baktığımızda karşımızda önceki olaylardan farklı bir tablo var.

BU BİR İLK
Galeyana gelen kitle (mağdur/vatandaş/yerli), ilk kez, yaşanan meseleyi devletin güvenlik güçlerine havale edip zanlıların (provokatör/saldırgan/yabancı) yasal süreçlerden geçerek kovuşturulmasını beklemek yerine adaleti kendi dağıtmak istedi.

Kendilerini engellemeye çalışan 'devlet'in sembollerine ise adeta bir düşman gibi saldırdı.

'Doğu'daki ne için devlete saldırıyordu, 'Batı'daki şimdi neden saldırıyor?
Yanıtı tehlikeli asıl soru bu...

Şimdi İnegöl yollarındayım. Yarın izlenimlerini aktarmaya çalışacağım.

http://www.aksam.com.tr/2010/08/09/yazar/18218/serdar_akinan/inegol_de_ne_oluyor_.html

Yüksekova'da PKK bayrakları asıldı
9 Ağustos 2010

Hakkari'nin Yüksekova ilçesi adeta savaş alanına çeviren göstericiler Cengiz Topel Caddesi üzerindeki boş binalara PKK'nın bayraklarını astı...
İlçenin tamamında süren olaylarda polis binalara asılan PKK'nın bayraklarını indirirken, göstericileri de tazikli su ve gözyaşartıcı bomba ile dağıttı.

HAKKARİ VE ŞEMDİNLİ DE KARIŞTI

Bu arada Hakkari kent merkezi ile Şemdinli İlçesi'nde olaylar çıktı. Demokratik Özerliği Sahiplenme yürüyüşüne katılmak için Buvar Caddesi üzerinde bulunan BDP İl binası önünde toplanan yak


Öcalan: ‘Kalan cezamı evde çekersem, tüm sorunu çözerim. Yoksa

En son Ekim tarafından Pts Nis 19, 2010 9:42 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Arl 28, 2009 10:42 pm    Mesaj konusu: 'Hass......'i Yiyenlerin Listesi Alıntıyla Cevap Gönder

"Hass......"'i Yiyenlerin Listesi
Müyesser YILDIZ

Bakanlar, partilerin sözcüleri ve komisyon başkanları, Baydemir’e cevap vermek için sıraya girdi. Oysa Baydemir’in küfrü doğrudan bugüne kadar “işbirliği” içinde oldukları 2. Cumhuriyetçi ve İslamcı isimlereydi ve ilginçtir, hiçbiri henüz karşılık vermedi.

Baydemir’in ağzını bozan “şahin-güvercin” benzetmesi, DTP’nin kapatılması ve Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’a 5 yıl siyasi yasak getirilmesinden sonra yapıldı. Birçok isme göre, Emine Ayna gibi “şahin” bir isim dururken, Türk ve Tuğluk gibi “güvercinlere” yasak getirilmesi vicdanları sızlatmıştı.

Peki bu benzetmeyi kimler, ne zaman yaptı ve Baydemir’den, “ha…stirin” küfrünü yedi? İşte o isimler?

Ruşen Çakır: Güvercinleri, şahinlere kurban ettiler… Mahkeme öyle bir karar verdi ki, “DTP içinde en ılımlı isimler kimdir?” diye sorulduğunda adları muhakkak ilk beşte sayılacak iki kişiye, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a yasak getirdi. Türk ve Tuğluk gibi “güvercin”lerin “şahin”lere kurban edilmesinin demokrasimize ve dolayısıyla ülkemize nasıl bir hayrı olabilir? (11 Aralık)

Mehmet Altan: En provokatif konuşmalar, kendini adeta PKK’lı sayanlar tarafından yapıldı. Ama sonuç olarak, iddianamede yer almasa da, Emine Ayna kaldı, ömrünü parlamentoda geçiren ve barışa çok daha yakın olan Ahmet Türk gitti... (12 Aralık)

Mehmet Ali Birand: Ahmet Türk güvercinleri temsil ediyor ve bundan dolayı sertlik yanlıları tarafından, kapalı kapılar ardında eleştiriliyor… (12 Aralık)

Birand, Baydemir’in küfrüne rağmen bugün de, “Genelde ılımlı görüşleriyle tanınan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’u yasaklamakla sorun çözüldü mü? Bu iki kişiyi neden meclis dışında bıraktık?” diye yazdı.

Derya Sazak: Anayasa Mahkemesi’nin kapatılma kararından da ağır olan, Ahmet Türk’e siyaset yasağı getirilmesidir…Ahmet Türk, herhalde bu değerlendirme kapsamına alınacak en son kişiydi. Üstelik partinin genel başkanıydı. Eşbaşkanlığı paylaştığı Emine Ayna'nın PKK siyasetiyle daha fazla örtüşen söylemleri karşısında DTP’yi demokratik çizgisinde tutmaya en fazla çaba gösteren kişiydi. Kaldı ki bir parlamenter olarak, "eylem içermeyen" düşüncelerinden ötürü cezalandırılması da savunulamaz. (12 Aralık)

Güneri Civaoğlu: Ahmet Türk ve onun gibi görmüş geçirmiş, çile çekmiş, bazen hiç olmadık ve kendisinden beklenmeyen laflar etmiş olsa da -nispeten- ılımlı çizgideki isimlerden söz ediyorum. Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararındaki “siyasi yasaklılar” listesinde yer alan onların yerlerini Emine Ayna gibilerin alacak olmasının kaygısını yaşıyorum. DTP içinde -keskinlere nispetle- Ahmet Türk çizgisindeki ılımlılar daha güçlüydü. PKK’yı da etkiliyorlardı. (12 Aralık)

Mahmut Övür: Ahmet Türk gibi makul bir siyasetçi siyaset dışı kaldı. (12 Aralık)

Zülfü Livaneli : Siyasetin Ahmet Türk’ten daha ılımlı, daha makul, daha yumuşak üsluba sahip bir Kürt lideri bulması zor. Yazık oldu. (13 Aralık)

Mustafa Ünal : İlginçtir, dağa çıkmak isteyen Ayna, Ankara’da kalırken, sadece iki milletvekiline yasak geldi. Onlar da parti içinde mutedil bilinen Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk. Oysa kamuoyunda infiale neden olan çıkışlar Emine Ayna gibi şahinler grubundan geldi. (13 Aralık)

Mehmet Metiner: Manidardır; Güvercinler budandı, şahinler güçlendirildi. (13 Aralık)

Taha Akyol: Karardan ılımlı kanadın zarar gördüğü, aşırıların güçlendiği maalesef doğrudur!.. (14 Aralık)

Oral Çalışlar: Ahmet Türk de, Emine Ayna da Kürt kimliği talebinde bulunan kitleler içinde karşılığı olan siyasetleri temsil ediyorlar. Ancak ikisinin de aynı zeminde olmasına rağmen, temsil ettikleri siyasi eğilimler giderek ayrışıyor.

"İyi Kürt", "kötü Kürt" ayrımı yerine, Kürtler içindeki farklılıkları anlamaya ve siyasetleri bu farklılıkları da dikkate alarak geliştirmeye ihtiyacımız var. Kürt sorununun çözümünde yalnızca Ahmet Türk gibi düşünenlerle bu sorunu halletmeyi düşünmek de gerçekçi değil. Kürtler çözüme kendi farklılıkları içinde katılacaklar. Kimisi belki daha şüpheci, çekingen ve zikzaklar çizerek sürece katılacak. (15 Aralık)

Nazlı Ilıcak: DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün, şiddet eylemlerini desteklediği söylenebilir mi? (15 Aralık)

Fehmi Koru: Keşke bu yeni süreçte Anayasa Mahkemesi tarafından siyasi hakları elinden alınan deneyimli Ahmet Türk de yer alabilse... Bunun bir formülü bulunamaz mı? (19 Aralık)

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Baydemir’in küfüründen sonra, “Başbakan Erdoğan neden Baydemir’e cevap vermiyor?... Buna, hükümetin söyleyecek sözü yok mu?” diye tepki gösterdi.

Yukarıda çıkardığımız listeye göre, Başbakan Erdoğan, Baydemir’in sözlerini üstüne almadığı için karşılık verme gereği duymamış olabilir mi? Ancak en azından o haraketlerin, “meşe dalları” kısmına cevap verebilirdi. Zira o sözler doğrudan “devlet ve hükümete” yönelikti.
Kaynak: Avazturk

Öcalan'ın "Çatı"sı Yıkılıyor mu?
Mehmet Faraç
Cumhuriyet Gazetesi

Polisin dün dördüncü dalga operasyonu yaparak Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) 9’u belediye başkanı 80 üyesini gözaltına almaya gerekçe gösterdiği KCK nedir?..

KCK, aklıevvellerin iddia ettiği gibi PKK’nin şehir yapılanması mı yoksa örgütün bir eylem hücresi mi?..

Bu yapılanma siyasallaşacak PKK’nin altyapısını mı örgütleyecek?

İşte KCK gerçeği ve son operasyonun perde arkası…

PKK, Öcalan’ın 1999’da Kenya’da CIA eliyle teslim edilmesinin ardından büyük bir şok yaşadı.

Örgüt tabandaki sarsıntıyı gidermek için önceleri kanlı eylemlerle gövde gösterisi yapmaya çalışsa da başarılı olamadı. Sonunda Öcalan 2005 yılında olaya el koydu ve Kürt hareketinin tüm legal ve illegal kuruluşlarını bir “çatı partisi” altında toplamaya karar verdi.

Kürt hareketini oluşturan kurumlardaki erozyonu ve dağınıklığını gidermeyi amaçlayan Öcalan, KKK (Koma Komalen Kürdistan) yani “Kürdistan Konfederasyon Topluluğu”nun kuruluşunu önerdi!

PKK’nin Kandil’deki HPG (Halk Savunma Güçleri) ile Avrupa’daki KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Kongresi) birimleri hemen harekete geçti.

KKK 2005’te Kandil Dağı’nda kuruldu ve “Yürütme Konseyi Başkanlığı”na Öcalan’ın sağ kolu Urfalı Murat Karayılan getirildi.

KONGRA-GEL’in Kandil Dağı’nda 1 Haziran 2007’de yapılan 5. Genel Kurulu’nda KKK’nin ismi KCK (Koma Civaken Kürdistan) yani “Kürdistan Topluluklar Birliği” olarak değiştirildi.

30 üyeden oluşan KCK Yürütme Konseyi’nin başkanlığına Murat Karayılan seçildi.

“Ulusal birlik çağrıları” yapılan kongrede, KCK’nin çalışmaları kapsamında

“İdeolojik alan, sosyal alan, siyasi alan, askeri alan ve kadın merkezi” biçiminde 5 ayrı örgütlenme sahası oluşturuldu. KCK’nin Türkiye’deki birimine ise “Türkiye Koordinasyonu” adı verildi.

KCK içinde en önemli hücre olan “Yasama birimi” KONGRA-GEL kapsamında faaliyet gösteriyor.

PKK’nin “propaganda birimi” olarak gösterildiği KCK örgütlenmesinde asıl eylemci kanat olarak Halk Savunma Güçleri (HPG- Hezen Parastine Gel) öne çıkarılıyor.

PKK’nin askeri kanadı olan HPG, 41 kişilik meclis, 5 kişilik “ana karargâh komutanlığı” ve 11 kişiden oluşan “komuta konseyi”nce yönlendiriliyor.

Entegre örgütlenme…

Komutanlıklara bağlı birimler ise “akademiler komutanlığı, öz savunma güçleri, özel kuvvetler ve YJA-STAR (Özgür Kadın Birlikleri)” olarak adlandırılıyor.

KCK içinde kadın yapılanması çok önemseniyor. Özellikle propaganda için kullanılan bu birimde YJA (Özgür Kadın Birliği), KJB (Koma Jina Bilind- Yüksek Kadınlar Topluluğu), Jina Civan (Genç Kadınlar Örgütlenmesi), PAJK (Kürdistan Özgür Kadınlar Partisi) ve YJA-STAR adlı gruplar bulunuyor.

KCK’nin gençlik örgütlenmesi ise Irak, Suriye ve İran’ın yanı sıra Türkiye’de de öğrenciler arasında yapılanıyor.

Türkiye’deki gençlik birimi YDGH (Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi), Avrupa’daki birimi ise Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK) olarak faaliyet gösteriyor.

PKK’nin “çatı birimi” olan KCK’de siyasi örgütlenme de dikkat çekiyor.

“Hukuk, ekoloji ve yerel yönetimler, azınlık ve inanç grupları ile dış ilişkiler komiteleri” bu yapının en önemli birimlerini oluşturuyor.

Dış ilişkiler komitesi bünyesinde Kürt Yezidiler Birliği, Kürt Aleviler Birliği, Kürdistan İmamlar Birliği, Avrupa Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK), Kürdistan İşçiler Birliği, Kürdistan Hukukçular Birliği, Kürt Sanatçılar Birliği, Kürdistan Yazarlar Birliği, Kürdistan Kadınlar Birliği ile Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu (KON-KURD) yer alıyor.

İran’daki Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Suriye’deki Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Irak’taki Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) de siyasi yapı içinde faaliyet gösteriyor.

Hollanda Kürt Dernekleri Federasyonu (FED-KOM), İsveç Kürt Dernekleri Federasyonu (FKKS), Avusturya Kürt Dernekleri Federasyonu (FEY-KOM), Danimarka Kürt Dernekleri Federasyonu (FEY-KURD), Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM), Fransa Kürt Dernekleri Federasyonu (FEYKA), Belçika Kürt Dernekleri Federasyonu (FEK-BEL), Britanya (İngiltere) Kürt Dernekleri Federasyonu (FED-BİR), İsviçre Kürt Dernekleri Çatı Örgütü (FEKAR) ise Avrupa’da örgütlü KON-KURD’e bağlı olarak çalışıyor.

Dinci basının iddiaları!..

KCK’nin Anadolu coğrafyasındaki uzantısı “Türkiye Meclisi”ne yönelik geçen yıl gerçekleştirilen ilk operasyonun ardından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, bir örgütlenme şemasına da yer verilmişti.

Tepede Öcalan’ın görüldüğü şemada, Zübeyr Aydar “Yasama”nın sorumlusu olarak anılıyor. Şemada Murat Karayılan “yürütme”den, “Kazi” kod adlı eski İran cumhuriyet savcısı ise “yargı eki”nden sorumlu olarak gösteriliyor.

Örgütün Türkiye (PKK), Suriye (PYD), İran (PJAK) ve Irak’taki (PÇDK) yapılanmalarından ise Zübeyr Aydar sorumlu görünüyor. Murat Karayılan başkanlığındaki yürütme konseyi üyeleri ise Bozan Tekin, Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu ve Nuriye Kespir’den oluşuyor.

Dün dördüncü dalga operasyonuyla 80’den fazla kişinin gözaltına alındığı “KCK-Türkiye Meclisi”nin başında ise PKK’nin Avrupa sorumlusu Sabri Ok’un bulunduğu belirtiliyor.

Peki, KCK’nin Türkiye yapılanmasına yönelik dördüncü dalga operasyonu niçin yapıldı?..

Kandil’de Murat Karayılan’ın yardımcılığını yapan Duran Kalkan’ın örgütün ajansına önceki gün, “Ayaklanmalar gündeme gelebilir” diye açıklama yapmasının operasyonu hızlandırdığı belirtiliyor.

Ancak 9 Aralık’ta Fethullahçı Zaman gazetesinde yayımlanan “KCK’nin hedefi, bölgeye korku salmak” ve 10 Aralık’ta AKP yanlısı Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “KCK’nin DTP sonrası planı” başlıklı haberler de son operasyonun gerekçeleri açısından çok dikkat çekiyor!

Yeni Şafak’taki haberde şöyle denilmişti:

“KCK’nin, DTP’nin kapatılma ihtimaline karşılık bir dizi eylem kararı aldığı ortaya çıktı. KCK’nin 3 ana başlık altında toplanabilecek olan eylem kararları şunlar: Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan eylemler İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlere yayılacak. Bölgede faaliyet gösteren siyasi parti teşkilat binalarına saldırılar yapılacak. DTP dışındaki bölge milletvekillerinin istifa etmesini sağlamak için baskı altına alınacak.”

Bu Rapor Başbakan Erdoğan'ın Canını Çok Sıkar
29 Aralık 2009

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ne pahasına olursa olsun sürdürmekte kararlı olduğu açılım sürecinin tersine döndüğü ortaya çıktı.

İstihbarat kurumları Başbakan Erdoğan’a sundukları raporlarda dağa çıkanların sayısının, inenlerden daha fazla olduğunu belirdi.

İstihbarat birimleri, açılım sürecini ve yaşanan olayları izlemeye aldı. Özellikle bölgede yapılan istihbarı çalışmalarda açılım sürecinin tersine döndüğü yönünde bilgilere ulaşıldı.

Başbakan Erdoğan’ın bilgisine sunulan raporlarda, açılım süreci ile birlikte dağdan inenlerin sayısının 25 olduğu çıkanların ise 250’yi bulduğu yazıyor.

PKK, Düzenli Haraç Topluyor

Bu arada aynı raporda PKK’nın haraç toplama işini kurumsallaştırdığı belirlendi. Bölgede görev yapan bazı kişilerin kamu kurumunda çalışanlar da dâhil olmak üzere “vergi” adı altında PKK’ya haraç ödedikleri belirlendi.

PKK’nın bu paraları belli bir fonda toplayarak, çatışmada ölen örgüt elemanlarının ailelerine “Ölüm Yardımı” adı altında ödeme yaptığı notu düşüldü.
avaztürk

Ülkücü ve kürt gruplar Taksim'de birbirine girdi
Taksim Meydanı'ndaki kutlamalar sırasında kalabalık arasından karşılıklı sloganlar atıldı. Bir grup, "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganları atarken, karşıt bir grup da Kürtçe sloganlar attı. Karşılıklı bir süre slogan atan gruplar, daha sonra karşı karşıya gelince arbede yaşandı. Birbirine giren grupları, güvenlik güçleri ayırdı. Araya giren polis, grupları birbirinden ayırarak dağılmalarını sağladı. Duruma tepki gösteren vatandaşlar, Taksim Meydanı'nda İstiklal Marşı'nı okudu. 01.01.2010 İSTANBUL netgazete

Alışveriş merkezi taşlandı, vatandaşlar panik yaşadı
Şırnak'ın Cizre ilçesinde toplanan grup, Cizre-İdil karayolunda izinsiz gösteri yaptı. Cudi ve Nur Mahallesi'nin ara sokaklarında toplanan göstericiler, İdil Caddesi'ne barikatlar kurdu. Göstericiler, çöp konteynırlarını, parke taşlarını ve kaya parçalarını caddeye atıp yolu trafiğe kapattıktan sonra bir alışveriş merkezini taş yağmuruna tuttu. Alışveriş için markete gelen vatandaşlar korku dolu anlar yaşarken, alışveriş merkezi çalışanları iş yerinin zarar görmemesi için hemen kepenk kapattı. 01.01.2010 ŞIRNAK netgazete

Gösteri yapıp, yolu ateşe verdiler
Hakkari'de göstericiler, yollara barikat kurarak ateş yaktı. Yolu trafiğe kapatarak gösteri yapan gruplar, bölgeye giden polis araçlarını da taşladı. Polis, gösteri yapan ve yasa dışı slogan atan göstericilere gaz bombalarıyla müdahale etti. 02.01.2010 haber101

02 OCAK 2010
PKK sloganına İstiklal marşıyla cevap!
Taksimdeki yılbaşı kutlamaları sırasında PKK terör örgütü yandaşları ile ülkücüler karşı karşıya geldi..

YILBAŞI kutlamalarının yapıldığı İstanbul Taksim Meydanı’nda ülkücülerle, terörist örgüt PKK lehine slogan atan grubun karşıya gelmesi, gergin anların
yaşanmasına neden oldu. Kürtçe olarak Abdullah Öcalan lehine slogan atan gruba, ülkücü grup karşılık verdi ve Taksim Meydanı’nda İstiklal Marşı okudu.

Ülkücüler, bozkurt işareti yaparken, karşıt grup da sloganlarına devam etti. Alkolün de etkisiyle gerginlik giderek arttı ve yaklaşık 20’şer kişiden oluşan taraflar birbirine girdi.
akşam

AHMET TÜRK'E EVSAHİBİ AYIBI
2 Ocak 2010

Çukurambar semtinin sakinlerinden Ahmet Türk, Oran'a taşınacaktı. Ancak bazı komşuların rahatsız olması üzerine ev sahibi kontratı iptal etti. Türk, şimdi yeni ev arıyor
Anayasa Mahkemesi kararıyla milletvekilliği düşen, hakkında 5 yıl siyaset yasağı getirilen kapatılan DTP'nin Genel Başkanı Ahmet Türk'ün oturduğu evden taşınma planı, yeni komşulara takıldı. 5 dönem milletvekilliği yapan Kanco Aşireti'nin 67 yaşındaki lideri Türk, iki hafta önce Oran'da taşınacağı ev için kontrat imzaladı ancak binada oturan bazı aileler ev sahibine baskı yapınca taşınamadı. Ahmet Türk'ün eşya yüklü kamyonu eski adrese dönmek zorunda kaldı.

ÇUKURAMBAR' DAN ÇIKAMADI

Ahmet Türk, uzun zamandır Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast iddisıyla gündemden düşmeyen Balgat'ın Çukurambar semtinde oturuyor. Tokat'ın Reşadiye ilçesinde 7 askerin PKK tarafından şehit edilmesinin ardından DTP'ye yönelik tepkilerin artması ve basının sürekli kapıda beklemesinden rahatsız olan Ahmet Türk, buradan taşınmaya karar verdi. Türk, taşınma kararını anlatırken "Bir ev bulmuştuk ama olmadı. Yeni ev arıyoruz" dedi.

YENİ EV SAHİBİ: KUSURA BAKMA

Türk'ün "olmadı" dediği ev hikâyesinin perde arkasından ilginç bir olay çıktı. Türk, iki hafta önce taşınmaya karar verdi. Mardinli işadamı arkadaşı devreye girdi. Oran'da bir binadaki dört dairesinden seçtiği birinde oturabileceğini söyledi. Ahmet Türk ve eşi Mülkiye Türk gidip baktı ve dairelerden birini beğenip kontrat imzaladı. Çukurambar'daki evden eşya toplandı, kamyona yüklendi ve Oran'ın yolu tutuldu. Aynı dakikalarda ev sahibi arkadaşı, Türk'ü aradı ve şöyle dedi: "Ağabey beni affet. Birileri bu evi sana verdiğim için rahatsız olmuş. Aynı binada oturmayız, diyorlar." Duydukları karşısında şaşıran Ahmet Türk, yardımcılarını arayarak "Gelip şu kamyonu eski eve geri götürün, eşyayı boşaltın" dedi. Eşya eski eve yeniden taşındı. Oran'daki aynı binada oturan bazı komşuların ev sahibini aradığı ve kontratı iptal etmezse kendisiyle olan bütün diyalogları keseceklerini söylediği öğrenildi. Ahmet Türk, kapatma ve siyasi yasak kararının açıklandığı gece oğlu Ejder Türk'ü askere göndermişti. Türk, Adapazarı'nda acemi eğitimini yapan oğlunun bu haftaki yemin törenine de katılmayacak. (sabah)

03 Ocak 2010
Erzincan'da Gerginlik

Erzincan'da gözaltına alınan gruba başka bir grup saldırmak istedi...

Erzincan' da basın açıklaması yapmak isteyen sol görüşlü grup dağılmamakta direnince polis tarafından gözaltına alındı. Grubun gözaltına alınması sırasında çevrede toplanan sağ görüşlü başka bir grupta kendilerine saldırmak istedi. Polis araya girerek çıkması muhtemel bir olayı önledi.Erzincan Gençlik Derneği'ne mensup 11 kişilik üniversite öğrencilerinden oluşan sol görüşlü grup saat 14.00 sıralarında ellerinde döviz ve pankartlar ile Cumhuriyet meydanına gelerek basın açıklaması yapmak istedi. Basın açıklaması sırasında çevrede karşıt grubun toplandığını gören polisler , basın açıklaması yapan grubun dağılmasını istedi. Tüm uyarılara rağmen alandan ayrılmayan grup, polis tarafından gözaltına alınarak polis minibüsüne bindirildi. İki grubun arasına giren çevik kuvvet polisleri çıkması muhtemel olayı önledi. Polisin sol görüşlü gençleri ellerinden almasına sinirlenen diğer gruptakiler polis minibüsünü tekmeledi. Sağ görüşlü gruptakiler daha sonra açılan döviz ve pankartları yaktı. Emniyet Müdürü Süleyman Oğuz, olay yerine gelerek bilgi aldı.

EDİRNE'DE BİNLERCE KİŞİ ŞEHRİN GİRİŞİNDE EYLEM YAPTI

YASADIŞI sol örgüt üyesi oldukları şüphesi ile 5 üniversite öğrencisinin tutuklanmasını protesto etmek için İstanbul’dan gelen grubu Edirne’ye sokmak istemeyen binlerce kişi protesto eylemi yaptı.

Edirne Gençlik Derneği Üyesi Trakya Üniversitesi öğrencileri Gürbüz Sönmez, Harika Kızılkaya ve Cevahir Erdem’in tutuklanması üzerine, arkadaşları ve yakınları 27 Aralık günü PTT önünde imza kampanyası başlattı. Edirne’de bir grubun, ‘Amerika Defol, Vatan Bizim’ diye slogan atması üzerine şehrin merkezinde kısa sürede toplananan onlarca Edirneli, ‘Edirne’de hain istemiyoruz, PKK dışarı’ diye karşı slogan attı. Karşılıklı sloganların ardından imzacı 15 kişinin grup linç edilmek istendi. Öğrencileri öfkeli kalabalığın elinden polis kurtararak güvenlik gerekçesi ile gözaltına aldı.

Edirne Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde bir süre tutulan gruptan, eylem sırasında yasadışı slogan atan öğrencilerden Serkan Fikir ile Ebru Aydoğdu da ‘bölücü örgüt propogandası yapmaktan’ tutuklandı.

PKK PROVOKASYONU SÖYLENTİSİ

İstanbul’dan bir grubun bugün Edirne’ye geleceği yönünde, günlerdir kulaktan kulağa, ‘PKK’lılar Edirne’de gösterici yapacak’ diye yayılan dedikodu üzerine bugün öğle saatlerinde binlerce Edirneli toplandı. Ellerinde Türk bayrağı ve MHP bayrakları ile İstanbul’dan gelen grubun basın açıklaması yapacağı söylenen Saraçlar caddesi etrafından, ‘Edirne'ye hainleri istemiyoruz’, ‘Edirne’ye giremezler’ diye sloganlar atarak tur atı. İstanbul’dan da gelen takviye polisler cadde ve etrafında tur atan göstericileri izledi. Grup daha sonra caddenin tüm girişlerinde engellendi.

GİŞELERDE DURDURULDULAR

İstanbul’dan basın açıklaması yapmak üzere üç otobüsle gelenler ise, TEM otoyolunun Edirne gişelerinde durduduruldu. Tek tek kimlik kontrolu yapılan İstanbul’dan gelen grubun eylem ihtimaline karşı çok sayıda janadarma, polis ve itfaiye aracı bölgede hazır bekletiliyor. Grubun İstanbul’dan Edirne TEM gişelerine geldiğini öğrenen şehir merkezindeki gruptan bir bölümü buraya gitti. Ancak polisin araya girmesi ile iki grubun karşı karşıya gelmesi engellendi.

Edirne şehir içindeki grup ile TEM otoyolunda bekleyen iki grup ikna edilmeye çalışılıyor.
aktifhaber

Avni Özgürel
Radikal Gazetesi
Kürt sorununda kavşak: 49'lar davası
03 Ocak 2010

Dersim olaylarının doğuda kimsede başını kaldırıp söz söyleyecek cesaret bırakmadığı sır değil. 1938’den sonra 20 yıl Kürt kelimesini kimse ağzına almadı... Ta ki, Mart 1959’a kadar. Sevaf adında Arap ırkçısı bir general Kürtlere otonomi hakkı veren Irak lideri Abdülkerim Kasım’a karşı ayaklandığında hükümet kuvvetleriyle birlikte hareket eden Molla Mustafa Barzani’ye bağlı güçler bir gurup Türkmeni öldürmüşlerdi. Haberinin Ankara’da duyulması ve emekli bir general olan CHP milletvekili Asım Eren’in hükümete ‘Aynıyla mukabelede bulunmayacak mısınız’ diye sormasıyla siyasetin zaten gergin olan dahası daha da gerildi. Eren’i protesto için bildiri yayımlayan Kürt öğrenciler hazırladıkları metnin altına ‘Türkiye Kürtleri’ imzasını koyunca fitil ateşlenmiş oldu. Şayet Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ‘6-7 Eylül olayları dolayısıyla dış dünyada hayli eleştiriye muhatap olduk, itibar kaybettik, onun üzerine yeni bir şeyler eklemeyelim’ demese belki de ilerde hayli sıkıntı verecek olayların yaşanması mümkündü..

Süne zararlısı derken
Başbakan Adnan Menderes Kürt milletvekilleri tarafından az-çok yatıştırılmışken Musa Anter’in kımıl/süne zararlısını metafor olarak kullanıp onun üzerinden siyasete yönelttiği Kürtçe eleştiri ipleri koparttı. Basında yer alan ‘Doğu’daki bu küçük gazeteye kim kâğıt veriyor’ yorumlarının ardından hükümet bir yandan istihbarat birimlerinin 2000-3000 Kürt’ün Batı’ya göç ettirilmesi önerisini değerlendirirken diğer yandan hakkında dava açılan Musa Anter’e destek verdikleri tesbit edilen 50 Kürt genç ve aydını gözaltına alındı...
Örgütlü bir tepki değildi ortada olan... Kiminin evinde Barzani’nin resmi bulunduğu kiminin evinde bağımsız Kürt devleri kurulmasını hedefleyen bir parti kuruluşuna ilişkin hazırlık evrakı ele geçirildiği söyleniyordu..
Tutuklama kararını alan Ankara’da askeri savcılıktı ama 50 kişi İstanbul’a götürülüp Harbiye’de şimdilerde Askeri Müze tarafından kullanılan binadaki hücrelere konulmuşlardı. Hücre sayısı 40 olduğu için 10’u tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan sanıklardan Mehmet Emin Batu mide kanamasından ölünce geriye 49 kişi kaldı ve dava bu sayıyla anılır oldu. Mahkeme hâkiminin Ankara’dan İstanbul’a gelmesi uzadıkça tutukluların sıkıntısı da arttı haliyle... Neden sonra başlayan sorgu sürecinde 14 ay tutuklu kaldıktan sonra sanıklar mahkemeye çıkarılmayı beklerken 27 Mayıs darbesi gerçekleşti.
İhtilal idaresinin öncelikli işlerden biri olarak değerlendirdiği genel af meselesi gündeme geldiğinde doğan ümitler cuntanın 49’lar’ı af kapsamı dışında bırakmasıyla suya düştü...

Hepsini sallandıralım
27 Mayısçıların niyeti tutuklu Kürtleri diğerlerine emsal olmak üzere alelacele yargılayıp idam etmekti. ‘Salladıralım’ diyor başka bir şey demiyorlardı. Ancak savcılık bu yönde bir talebi kılıfına uyduracak delilden yoksundu... Ve o nedenle iddianame kaleme alınamıyordu. Daha ötesi bir-iki istisna dışında Kürt asıllı hukukçu milletvekilleri dahil kimse sanıkların savunmasını üstlenmeye talip değildi...
Nihayet 3 Ocak 1961’de mahkeme başladı... Savcılık 50 sanıktan 15’i için kafi delil bulunmadığı için, 10 sanık hakkında mahkumiyete yeterli delil olmadığı için beraat kararı verilmesini istemiş ama 24 sanığın ‘Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır” hükmünü getiren TCK’nun 125. maddesine göre yargılanması istemişti... İdamı istenenler; Şevket Turan, Naci Kutlay, Ali Karahan, Koço Elbistan, Yavuz Çamlıbel, Mehmet Ali Dinler, Yusuf Kaçar, Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Hasan Akkuş, Örfi Akkoyunlu, Selim Kılıçoğlu, Şahabettin Septioğlu, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Faik Savaş, Haydar Aksu, Ziya Acar, Fadıl Budak, Halil Demirel, Necati Siyahkan, A. Efem Dolak, Musa Anter, Canip Yıldırım ve Mehmet Bilgin’di.
Beri yanda 49’lar davasını yetersiz gören 27 Mayısçılar ihtilalin hemen akabinde bağımsız Kürdistan kurmaya matuf çalışmalar yapmakla suçladıkları 485 aşiret ileri gelenini derdest edip Sıvas’ta oluşturulan kampta toplamışlardı... Gazetelerde Şeyh Said’in oğlunun bir Rus jeepiyle Doğu Anadolu’da dolaşıp siyasi faaliyette bulunduğu yazılıp çiziliyordu...
Bir yanda Sivas Kampı diğer yandan 49’lar Davası’yla arap saçına dönmüş yargı 1965’e kadar elindeki dosyalarda kurtulamadı... 49’ların idamla yargılanan 25 sanığından 10 beraat etti, 15’i bir kez beraat edip bir kez suç vasfı değiştirilerek davanın yenilenmesi neticesi 1965’te TCK’nun 141 ve 142. maddelerinden yani ‘Yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan’ 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldılar. Sıvas Kampı ise bundan önce 1963’te istihbarat birimlerinin seçtiği 55 kişi hakkında alınan sürgün kararıyla dağıldı...

05 Ocak 2010
Sinan Çetin Ağır Konuştu
TBMM'nin 90. yıl kutlamaları kapsamında, davetli olarak konuşan sinema yönetmeni Sinan Çetin'in sözleri TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in tepkisini çekti.

Yönetmen Sinan Çetin, "Berlin İn Berlin" filmini hatırlatarak filmde rol alan yabancı bir oyuncunun sözlerini anlattı. Çetin, "Oyuncu bana, "Türkiye'de hala savaş devam ediyor mu?' diye sordu. Ben de kendisine bizim ülkenin hiçbir ülkeyle savaştığı falan yok. Çünkü oyuncu Türkiye'de yaşanan iç çatışmayı savaş olarak anlamış. Ben de kendisine, "Biz başka ülkelerle savaşmıyoruz. Kendi çocuklarımızı bombalıyoruz. O çocukların cebinden de Türkiye Cumhuriyeti kimlikleri çıkıyor' dedim" diye konuştu.

YANIT GECİKMEDİ

TBMM Başkanı Şahin, kendisinden önce söz alan yönetmen Sinan Çetin'in açıklamalarına da yanıt verdi. Şahin, sözlerini şöyle dedi: "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, ülkenin bölünmez bütünlüğüne kast eden kim olursa olsun, cebinde hangi nüfus kağıdını taşıyor olursa olsun, ülkenin birliğini bütünlüğünü ve devletin güvenlik güçlerini hedef alan herkesle bu ülkenin devleti, güvenlik güçleri mücadele eder, etmek zorundadır. Türkiye, huzurun, sükunun içinde, bulunduğu bir ortamda kalkınmasını daha ileri hedeflere götürebilir. Özellikle iç barış, her şeyden çok daha önemlidir. Bunu sağlamak için başta Hükümete, devlet erkini temsil eden tüm kurumlarımıza, TBMM'ye görevler düşmektedir. Bu görevler şu ana kadar layıkıyla yerine getirilmeye çalışılmıştır, bundan sonra da getirilecektir."
aktifhaber

05 Ocak 2010
Mersin'de Tehlikeli Kavga
Mersin'in Akdeniz ilçesine bağlı Kazanlı beldesinde lise öğrencileri arasında çıkan kavga beldede gergin anlar yaşattı.
Taşlı sopalı kavgada 2 kişi yaralandı. Yaralılar Mersin Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı.
Kazanlı Lisesi'nde öğrenciler arasında çıkan kavgaya aileleri de karışınca ortalık karıştı. Gençler arasında başlayan kavga, beldenin Arap kökenli vatandaşları ile tarla ve seralarda çalışan Kürt kökenli vatandaşlar arasındaki gerginliğe neden oldu.

Bölgeye sevk edilen polis ekipleri kavgayı büyümeden önledi. Beldeye gelen Akdeniz Belediye Başkanı Fazıl Türk, gerginliği yatıştırmak için uzun süre mücadele etti. Olay yerine gönderilen çevik kuvvet ekipleri tedbir alırken, kavganın tarafı olan vatandaşlar polis minibüsüne bindirilerek olay yerinden uzaklaştırıldı.

Beldenin yerlisi olan Arap kökenli vatandaşlar, Başkan Türk'e tepkilerini dile getirdi. Öğrencinin birinin silah ile okula geldiğini iddia eden vatandaşlar, "Biz onlara evimizi açtık. Beraber ekmek yiyoruz. Ama bazıları bize zarar vermeye kalkışıyor." dedi.

Vatandaşlardan daha da sağduyulu ve akıllı olmalarını isteyen Başkan Türk, "Ben size şunu söyleyeyim insan benim için insandır. Kimliği ne olursa olsun. Namussuzluk yapan kimse hesabını verecek." diye konuştu.

Gerginliğin sürdüğü beldede panzerde sevk edilirken, polisin geniş güvenlik tedbirleri sürüyor.

BUNU İSTİYOR MUSUNUZ?
08.01.2010

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Abdullah Öcalan’ın, avukatlarına teslim edilmek üzere 20 Ağustos 2009 günü İmralı Cezaevi Müdürlüğü’ne teslim ettiği 160 sayfalık yol haritasını, Ocak 2010 başında Türkiye’den istediği yönünde medyaya yansıyan haber, Öcalan’ın tartışma konusu olan yol haritasını tekrar gündeme getirdi.

Şimdi herkesin merak ettiği konu şu: Acaba yol haritasının içeriğinde ne var? PKK yönetiminin de, eski DTP yetkililerinin de, “muhatap Öcalan’dır” diyerek adres gösterdikleri bu adam ne istiyor?

Yıllardır “Kürt sorununun çözümünü” isteyenlerin; TRT’de günde 24 saat süreyle Kürtçe yayın yapılmasından, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümünün açılmasından, Kürtçe dergi, gazete, kitap yayınlanmasına ve Kürtçe dil kurslarına izin verilmesinden, Kürt Vakfı, Kürt Enstitüsü, Kürt Derneği kurulmasına imkân sağlanmasından bile tatmin olmadıkları görüldü. Çünkü hala “Kürt sorununun çözümü” isteniyor. Peki, geriye ne kaldı? Kürtçe eğitim ve eski yer adlarının iadesi. Bunlar halledilirse eğer, “Kürt sorunu” biter ve PKK silah bırakır mı sanıyorsunuz? Asla! Mesele bu değil. Kimse kimseyi kandırmasın!

PKK’nın da, milliyetçi veya İslamcı Kürtçülerin de literatüründe nihai “Kürt sorununun çözümü” talebi bu değil. Onların istedikleri çözüm, açıkçası, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, ilk aşamada Irak’ın kuzeyindeki yapıya benzer bir “özerk bölge” oluşturmaktır. Kürtçü yayınlarda bu niyet bariz bir şekilde dillendirilmektedir. Abdullah Öcalan da yol haritasında “çözüm” için bunu öneriyor.

Öcalan’ın yol haritası kamuoyuna açıklanmadı. Ama Öcalan, İmralı’da avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde, 160 sayfalık yol haritasında nelerin yer aldığına dair bazı ipuçları veriyor. Öcalan’ın görüşme notlarından buna dair bazı bölümleri aktarmak istiyorum:

PKK’nın yan kuruluşu olan Fırat Haber Ajansı’nın duyurularına göre, Öcalan, 28.10.2009 günü avukatlarıyla yaptığı görüşmede şöyle diyor:

“Meclis, demokratik müzakere yolunu açacak bir tavır sergileyebilir. Zira 1919 Koçgiri isyanında kurulan Komisyon Kürtlerle görüşmüş, hatta af da çıkarmış ve isyan böylece sona ermiştir.. Biz çok şey istemiyoruz. Bunlar kendilerine örnek aldıkları Fransa'nın Korsika’ya tanıdığı hakları tanısınlar yeter. Korsikalılara hakları, özgürlükleri, bölgesel özerklikleri verildiğinde Fransa'nın üniterliği mi bozuldu?”

Öcalan, 18.11.2009 tarihinde de avukatlarına şunları söylüyor:

"Yol haritamda üç aşamalı bir plandan bahsetmiştim: Birinci aşama, Meclis'te bir araştırma komisyonunun kurulması. Bu komisyon gelip beni de dinleyebilir. Meclis'te bizimle ilgili, sorunun çözümüne ilişkin bir karar (af kararı) alınır. İkinci aşamada, silahlı güçlerin (PKK) sınır dışına çekilmesi devreye girer, çatışmasızlık sağlanır. Üçüncü aşamada, anayasal ve yasal düzenlemeler yapılarak, ona göre güçlerin (PKK) ülkeye dönmesi sağlanabilir. Bunun dışındaki hiç bir öneri ya da görüş bizim çözümümüz değildir. 160 sayfalık çalışmam sadece bir yol haritası değil, çözüme ilişkin geniş bir çalışmaydı. Orada anlamlı çözüm önerilerim vardı.

Yol haritamda, KCK (Koma Civakén Kurdistan/Kürdistan Halklar Konfederasyonu) sistemiyle ilgili dört boyutu belirttim. Sosyal boyut: bunun alt başlığında hukuk da var. Siyasi-diplomasi boyutu: Kürtlerin yaşadıkları her yerde sınırlara dokunmaksızın demokratik çalışma yürütme, örgütlenme ve koordinasyon serbestliğidir. Üçüncü boyut: Öz savunmadır. Kürtlerin kendi güvenliklerini kendileri sağlama boyutudur. Dördüncü boyut: Ekonomidir. KCK örgütlenmesi tanınmalıdır. Bizim çözüm anlayışımız budur. Bunun dışındaki çözümlerin çözüm olamayacağını belirtiyorum." (Fırat Haber Ajansı, 20.11.2009)

Kısacası Öcalan; genel af çıkarılmasını, Kürtlerin yaşadıkları bölgede Korsika örneğine benzer şekilde özerk bir yönetimin oluşturulmasını, PKK silahlı güçlerinin de özerk bölgenin “güvenlik gücü” olarak görevlendirilmesini, bunun dışındaki hiçbir çözümün kabul edilemeyeceğini beyan ediyor.

Öcalan’ın, “olmazsa olmaz” diye dayattığı bu taleplerin hükümet tarafından kabul edilip uygulamaya konulması halinde ne olur? Söyleyelim: Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde; kendisine ait parlamentosu, hükümeti, yargısı, ordusu, polisi, eğitim sistemi ve bayrağı olan “Kürdistan Federe Bölgesi” adlı ayrı bir yönetimin kurulması gündeme gelecek, akabinde Mesut Barzani’nin Irak’ın kuzeyindeki konumuna benzer şekilde, Abdullah Öcalan’a da “Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı” payesini alma yolu açılacaktır.

Siyasi kulislerde ve medya organlarında “Kürt sorununu çözelim” diyen efendiler size net bir soru, bunu istiyor musunuz?

Sinan Sungur
Odatv.com

Al Sana Açılım!
08 Ocak 2010

AKP’nin başlattığı Kürt açılımı süreci, Türkiye’yi gerdi. Açılım tartışmalarının başladığı günden bu yana çeşitli illerde meydana gelen olaylarda kitlesel gösteriler oldu. Türk-Kürt çatışmasının eşiğinden dönüldü.

Kapatılan DTP ve PKK taraftarlarının ağırlıklı olarak bölge illerinde çıkan olayları bir yana bırakırsak, açılımın politikasının diğer illeri gerdiği ortaya çıktı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önce “Kürt Açılımı” sonra “Demokratik” ve son olarak da “Milli Birlik Projesi” olarak adlandırdığı süreçte yaşananların kronolojisi şöyle:

- 15 Ekim 2009- Sakarya’nın Arifiye ilçesinde gerginlik yaşandı.

- 25 Ekim 2009- Konya’da kitlesel gösteriler yapıldı.

- 26 Ekim 2009- Edirne İpsala’nın Karpuzlu Beldesi’nde olaylar çıktı.

- 13 Kasım 2009 -Tekirdağ’ın Hayrabolu İlçesi’nde meydana gelen olaylarda 2’si ağır olmak üzere 6 kişi yaralandı.

- 17 Kasım 2009:-Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde öğrenciler arasında çatışma çıktı.

- 22 Kasım 2009: İzmir’de DTP konvoyunun sürücüsü aracı protestocuların üzerine sürdü. 20’ye kişi yaralandı.

- 26 Kasım 2009 Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yaklaşık 2 bin 500 kişi yürüdü.

- 11 Mayıs 2009: Güngören’de meydana gelen patlama meydana geldi. Adliye önünde kargaşa yaşandı.

-16 Aralık’ta üç öğrencinin tutuklanmasıyla başlayan Edirne’deki gerginlik hafta sonu da devam etti.

- Malatya'da son 1 ay içerisinde aynı noktada 3 ayrı yolcu otobüsü taşlı saldırıya uğradı.

- 6 Ocak’ta Mersin'in merkez Akdeniz İlçesi'nde 2 lise öğrencisi arasında kavga çıktı. Kavga sonrası Türk-Kürt gerginliği yaşandı.
avaztürk

09 Ocak 2010
Hakkari'de İzinsiz Gösteri
Hakkari'de yollara barikat kurarak izinsiz gösteri yapan gruba polis müdahale etti.

Bağlar Mahallesinde bir araya gelen ve çoğunluğunu çocukların oluşturduğu göstericiler, yollara barikat kurarak ateş yaktı. Göstericileri dağıtmak için bölgeye giden polis araçlarını taşlayan gruba, polis biber gazı ve tazyikli suyla müdahalede bulundu.

Müdahale esnasında gaz bombası silahının tutukluk yapması sonucu silahın içinde patlayan gaz bombası nedeniyle polisler zor anlar yaşadı. Gazın etkisinden kurtulmayan polis, çareyi silahı yere bırakarak uzaklaşmakta buldu.
aktifhaber

Her Kürtçe kelimeye 22 gün hapis cezası
28 Ocak 2010 Anadolu Haber

KARS- Eski DEP milletvekili ve kapatılan DTP'nin Kars eski İl Başkanı Mahmut Alınak, seçim çalışmalarında kullandığı her Kürtçe kelime için 22 gün hapis cezası aldığını söyledi.

Kapatılan DTP'nin Kars İl eski Başkanı Mahmut Alınak, genel seçimler öncesi Kağızman ilçesinde 20 Temmuz 2007'de düzenlenen mitingde yaptığı konuşma nedeniyle Kağızman Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 19 ay 17 gün hapisle cezalandırıldığını belirtti. Her Kürtçe kelimeye 22 gün hapis cezası verildiğini belirten Alınak, "CD çözümünü yapan polise göre konuşmam 33 dakika sürmüş. Bu 33 dakika boyunca hep Türkçe konuşmuşum. Ama sadece sözümün başında Kürtçe olarak, 'Kardeşlerim, bacılarım, hoş geldiniz, göz üstüne geldiniz' ve sonunda da 'Yaşasın özgürlük' dediğim için mahkeme beni 6 ay hapis cezasına çarptırdı. TCK'nın 62. maddesi uygulanarak ceza 5 aya indirildi. Merak ediyorum, bir Türk siyasetçisine, 'Neden Kürtçe değil de Türkçe, hoş geldiniz dedin' diye hapis cezası verilseydi acaba Türkler ne hissederlerdi?" diye sordu.

Mahkemenin konuşmasında Başbakan'a hakaret ettiği gerekçesiyle de ceza verdiğini ifade eden Alınak, "Başbakanı göz önündeki meseleler nedeniyle eleştirdim, o kadar. Mahkeme eleştirilerim nedeniyle bana ayrıca 17 ay 15 gün hapis cezası daha verdi. Bu ceza TCK'nın 62. maddesi uygulanarak 14 ay 17 güne indirildi. Böylece toplam 19 ay 17 gün hapis cezasına çarptırılmış oldum. Hükmün açıklanmasını şimdilik geri bırakan mahkeme bir de 5 yıl denetim altında tutulmama karar verdi. Yani 5 yıl boyunca kontrol altında tutulacağım. Bu son cezayla birlikte bana verilen hapis cezalarının toplamı şimdilik 7 yıl 7 ay 17 gün oldu." diye konuştu.

PKK'dan ABD'ye Tehtid!
[img]http://www.anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/72863karayulan.jpg [/img]
11 Şubat 2010 Anadolu Haber
PKK lideri Karayılan, örgütün üst düzey lider kadrosuna gönderdiği mesajda ABD'yi tehdit etti.

Murat Karayılan, örgütün sorumlularına gönderdiği yazıda, ABD ile Türkiye'nin terörle mücadeledeki işbirliğinin artmasına ilişkin görüşlerini sıralayarak, ABD'ye yönelik tehditlerde bulundu.
Geçen hafta Türkiye ve ABD'nin Irak'ın kuzeyindeki PKK varlığının bir an önce sonlandırılması yolunda etkili ve somut adımların atılması amacıyla ortak bir eylem planı üzerinde anlaşmaya varıldığı yönünde basında yer alan haberlerin ardından, Murat Karayılan imzasıyla örgütün kırsaldaki ve Avrupa'daki sorumlularına bir ''talimat'' gönderildiği ortaya çıktı.

PKK ile mücadelede Türkiye ile işbirliği içinde bulunan ülkeleri hedef gösteren Murat Karayılan, ''yakın bir gelecekte kapsamlı askeri operasyonlarla PKK'nın tasfiye edilmesinin planlandığını'' kaydetti. ''PKK'nın ağır bir cendereye alınarak teslim olmaya zorlanacağını'' savunan Karayılan, Türkiye'nin başta ABD olmak üzere değişik ülkelerle işbirliğinin ''başka bir amacının olamayacağını'' savundu.

Önce Irak'taki ABD kuvvetlerinin komutanı Ray Odierno, ardından ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Türkiye'ye yaptığı ziyaretlerin önemli olduğunu belirten Karayılan'ın örgüt sorumlularına yönelik yazısında, bu konuda istihbarat paylaşımı ve diğer konularda basına yansıyan haberlere ilişkin ayrıntılara yer verdi.

Yazıda, ABD uçaklarının bölgedeki kesif uçuşları yaptığına değinilerek, şu ifadeler kullanıldı:

''Bu uçaklarla hareketimizin önde gelen kadrolarının suikast ile ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. ABD şimdiye kadar Türkiye'nin terör politikasını hep destekledi. Biz ABD'nin bu suç ortaklığına son vermesini istiyoruz. ABD şimdi bölgede keşif faaliyeti yürütüyor. Silah cephane, teknik, istihbarat konularında Türkiye'ye destek sunuyor. Bütün bunlarla birlikte bir de özel suikast uçaklarını vermesi doğrudan ABD'nin bu savaşa katılmış olması anlamına gelecektir.''

ABD'ye yönelik tehditlerde bulunan Murat Karayılan, yazının son bölümünde, ''ABD'nin bu uçakları Türkiye'ye vermesi, bu uçaklarla PKK önder ve kadrolarının vurulması durumunda bundan direkt ABD sorumlu olacaktır. ABD, bu politikasında ısrar eder ve kendi çıkarları uğruna Türkiye'ye her türlü teknik desteği verirse, buna karşı biz de ABD'ye ilişkin şimdiye kadar yürüttüğümüz politikayı yeniden gözden geçiririz'' denildi.

Ergenekon, Uzaktan Zihin Kontrolü Ve Muhterem Doktorlar!
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
22 Şubat 2010

Bugünkü yazım her zamankinden biraz daha uzun olacak. Ama baştan söyleyeyim sonuna kadar ağır ağır okuyun ve tekrar tekrar hatırlamak için saklayın. Yazımın konusu,uzaktan zihin kontrolü,parapsikoloji, telegram ve bunların günümüzdeki siyasi gelişmelerle yakın ilgisi. Önce AKŞAM gazetesinden iki haber okuyalım ve “Allah Allah rastlantıya bak” diyelim.

Haber 1:

“ Kuzey İrlanda barışını sağlayan isimlerden Lord John Alderdice, IRA deneyimlerini Genç Siviller’e anlattı: ‘Yapılacak en zor şey, tarafları bir araya getirmekti. Biz sorunları çözmedik, farklılıklarla baş etmeyi öğrendik’

IRA müzakerelerinin mimarı Lord John Alderdice, Genç Siviller Derneği’nin davetlisi olarak Ankara’da Kuzey İrlanda Barış Süreci ve Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.”

Haber 2:

“ Demokratik açılıma yeni yol haritası. Toplumsal çatışmalarda rol üstlenen Prof. Vamık Volkan devrede. Volkan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşüp tavsiyede bulundu: ‘Siyaseti sürecin dışına çıkarın’

Politik Psikoloji uzmanı Psikoanalist Prof. Vamık Volkan

Ankara’da ‘demokratik açılım’ın nabzını tuttu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Geçen hafta, Gül ve Davutoğlu’nun medyaya açıklanan programlarında yer almayan görüşmelerde, açılım çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması yönünde bir strateji ortaya çıktı.

Vamık Volkan, 17 Şubat’tan bu yana Türkiye’de. Yeni açılım sürecinin bir parçası olarak Ankara’ya gelen IRA barışının mimarı Lord John Alderdice ile aynı otelde kalan Volkan’a, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu randevularında kalabalık bir grup eşlik etti.
1979 yılından bugüne kadar dünya üzerindeki kriz bölgelerinde gayri resmi arabuluculuk rolü üstlenen Vamık Volkan’ın Ankara temasları sırasında, “Demokratik açılım sürecinde nerede yanlış yapıldı” sorusuna yanıt arandı.

Vamık Volkan’ın muhataplarına, “Çalışmalar sırasında işin içine siyasetin girmemesi” yönünde telkinde bulunduğu öğrenildi. Volkan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir yol haritası izlenmesi gerektiğini de belirtti. Açılım çalışmalarının hükümet eliyle götürülmesini de eleştiren Volkan, sürecin bu nedenle kesintiye uğradığını savundu ve hükümet dışı sivil organizasyonların devreye girmesi gerektiğinin altını çizdi.


“Gül iyi biliyor”

Volkan’ın, geçtiğimiz hafta yaptığı görüşmelerin ardından, “Demokratik Açılım” çalışmalarının politik arenadan, hükümet dışı sivil platformlara kaydırılması stratejisinin benimsendiği ve bu yönde adımlar atılacağı öğrenildi.

Vamık Volkan’ın temasları sonrasında, Cumhurbaşkanı Gül’le ilgili önemli bir değerlendirme yaptı. Volkan, yakın çevresine “Kürt meselesini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iyi bildiğini” söyledi. Vamık Volkan, çarşambaya kadar temaslarını sürdürecek. Yarın İstanbul’da Ekopolitik toplantısına katılacak.

Prof. Vamık Volkan, demokratik açılım sürecinin hangi eksene oturması gerektiğini anlattı, ‘siyasetsiz süreç’in ipuçlarını verdi. Tercüman gazetesinden Lale Şıvgın’ın sorularını yanıtlayan Volkan, 35 yıldır çatışma alanları üzerinde çalıştığını hatırlattı.

Apo’nun muhatap alınması taleplerini değerlendiren Volkan “Süreç politika dışı olmalı. Öcalan’ı dahil ettiğin zaman bu iş biter” dedi. Başbakan Erdoğan’ın ve muhalefetin uzakta durması gerektiğini savunan Volkan’ın görüşleri şöyle:

“Tamamen politikacılar dışında 20-30 kişilik bir grup olmalı. Kürt de katılsın Türk de. Özellikle kadınlar bulunmalı. Ne yapılması gerektiğini kimse söylemesin. Atılacak adımlar sürecin sonunda ortaya çıksın. Biz Estonya’da 30 kişiydik. 7 yıl sürdü görüşmeler. Medyadan gizli yaptık. Toplantılar gizli değildi ama medya her adımı izlemiyordu. Böylece yapılan iş politize olmadı.”

Evet, haberleri okudunuz ! Gördüğünüz gibi bağlantılar çok net. Vamık Volkan’ın Beyaz Saray ve Pentagon’un psikoloji danışmanı olduğu söyleniyor.Ama bilinen çok net bir gerçek var Volkan’ı bütün ABD yönetimi çok seviyor.Abdullah Gül de çok sever.

Gelelim şimdi işin “alakaya çay demle” faslına.

Hatırlar mısınız? Koalisyon hükümeti sırasında cezaevlerine yapılan büyük operasyonları. Operasyonun adı “Hayata Dönüş” tü ama zayiat da verilmişti . Bu operasyon öncesinde Türkiye’de çok gizli yapılan bir deney vardı. ABD’li uzmanlar ile Genelkurmay Başkanlığı, cezaevlerinde mahkumlar üzerinde uzaktan zihin kontrolü ile ilgili deneyler yapıyordu.

Bu deneyin canlı şahidi ise şu anda Ergenekon davasından Silivri de yatan emekli binbaşı Fikret Emek. ABD’li uzmanlar Fikret Emek ve Genelkurmay Başkanlığı’nın görevlendirdiği diğer subaylara uzaktan zihin kontrolü yöntemi ile insanlar neler yaptırabileceklerini aktardılar. Hatta bazılarını tatbikatları ile gösterdiler. ABD’lilerin tek bir sıkıntısı vardı; “Dünyanın çeşitli yerlerinde yaptıkları deneylerde insanları gerek uyurken gerekse uyanıkken istedikleri gibi kontrol edebiliyor ve yönlendirebiliyorlardı. Fakat Türklerde bir sıkıntı vardı. Türklere uyurken zihin kontrol yöntemi başarılı oluyor fakat uyanıkken hiç bir şey yaptıramıyorlardı.” Bunun için de yardım talep ettiler(hatırlayın Hayata Dönüş operasyonları hep gece gerçekleşmişti) Ama, talepleri ve yaptıkları deneylerden oldukça rahatsız olan Fikret Emek ve diğer subayların kuşkulu yaklaşımlarından sonra ABD’liler pılı pırtıyı toplayıp geri gittiler.

ABD’liler sonradan bu deneyleri nereye kadar götürdüler bilemeyiz. Ama yaptıkları bir şey daha vardı; Telegram (seslerle ve renklerle zihin kontrolüne yarar) denen teknolojinin alet ve edevatlarını AKP’yi çok seven fakat şimdilerde biraz kabuğuna çekilen bir cemaat televizyonu vasıtasıyla Türkiye’ye soktular . Daha sonra bu telegram teknikleri bazı cemaat kanallarının çok sevilen dizi ve programları ile prime time TV’lerin rayting rekorları kıran dizilerde kullanıldı.

Evet, medyada büyük yer alan iki süper ziyaretçimizden Vamık Volkan’ı kısaca anlatmıştık.Lord John Alderdice’nin de asıl mesleği de doktorluk ve psikiyatri.Başbakanda birden bire sanatçılara düştü.
Para psikoloji alanında uzman isimlerin Türkiye’ye gelişleri artık açıktan gösteriliyor. Hepsi de İngiliz ve ABD referanslı. Haberleri de size alt alta koyup okuttum. Türk milletinin TV dizilerine düşkünlüğü de malum.Sektörün biraz içinde olduğum için biliyorum.Bir dünya dizi ve maliyetleri çok yüksek.Özel TV’lerin piyasaya para ödemelerindeki durum ise oldukça vahim.Ama bu yüksek maliyetli dizlerin yapımı ve gösterimi tam gaz gidiyor.

Yazımı biraz daha ileri götürürsem bana da kolayca “paranoyak” damgasını vururlar. Ama siz gene de bu söylediklerimi unutmayın. Bu aralar dinlediklerinize ve izlediklerinize daha da dikkat edin.
avaztürk

01 Mart 2010
Yakalanışındaki Sır Perdesi Kalktı
Abdullah Öcalan'ın yakalanmasındaki sır perdesi 11 yıl sonra kalktı. İşte perde arkasındaki çok çarpıcı gelişmeler...

Yıl 1999... Türkiye’nin savaş tehdidi sonuç vermiş ve PKK lideri Abdullah Öcalan yıllardan beri ikamet ettiği Suriye’deki Bekaa Vadisi’ni terk etmek zorunda kalmıştı.

Öcalan, İtalya’ya adım atar atmaz Türkiye ile İtalya arasında söz düellosu da başlamıştı... Ancak perde arkasında çok çarpıcı gelişmeler oluyordu. İşte bu gelişmeleri Öcalan’ın yakayı ele verdiği Kenya’nın gizli servisi 11 yıl sonra ilk kez ülkenin prestijli gazetesi The Nation’a anlattı. Adını vermeden gazeteye konuşan yetkilinin iddialarına göre Öcalan’ın yakalanışı Türkiye’nin talebiyle hayata geçen bir MOSSAD operasyonuydu. Kod adı da ’Uyanık’tı (Watchful).

Buna göre, Öcalan kendisine sığınacak bir ülke ararken dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, İsrail’in o dönemdeki başbakanı Benjamin Netanyahu’yu arayarak “MOSSAD bize Öcalan’ı izlemek ve yakalamakta yardımcı olabilir mi?” sorusunu yöneltti. Netanyahu teredüt etmeden olumlu yanıt verdi. Ancak Ecevit’e, “Bu işin içinde MOSSAD’ın olduğu hiçbir zaman bilinmeyecek. Öcalan yakalandığı zaman bunun sadece Türk güçleri tarafından düzenlenen bir operasyon olduğunu açıklayacaksınız” talebini iletti. Ecevit de bunu hemen kabul etti. Netanyahu telefonu kapatır kapatmaz MOSSAD’ın başındaki Efraim Halevy’yi aradı. Operasyon için 6 kişilik bir MOSSAD timi oluşturuldu.

Kadın ajan peşinde

MOSSAD tarafından operasyona “Uyanık” (Watchful) adı verildi. MOSSAD şefi timden sadece Öcalan’ı izlemelerini, kendilerine talimat verilmediği sürece hiçbir şey yapmamalarını istedi. İlk takip Roma’da başladı. 2 teknik takipçi (yahalomin) ve bir kadın ajanın (bat leveyha) da bulunduğu ekip Öcalan’ın kaldığı apartmanın hemen yakınına izleme ve dinleme sistemi kurdu. Vatikan yakınlarındaki bölgede amaç kadın MOSSAD ajanının Öcalan’a yaklaşmasını sağlamaktı, ancak Öcalan İtalya’yı terk edince bu plan suya düştü.

Öcalan İtalya’nın ardından gittiği İspanya, Fas, Tunus, Suriye ve Portekiz’de hep MOSSAD ajanlarının takibindeydi. Tüm sığınma başvuruları reddediliyordu. Sonunda bir Hollandalı istihbaratçı Amsterdam’daki MOSSAD şefine “Öcalan KLM uçağıyla Nairobi’ye gidiyor” bilgisini verdi. MOSSAD timi hemen Kenya’ya uçmak için hazırlıklara başladı.

5 Şubat 1999’da “Tetikte” timi Kenya’ya indi. MOSSAD ve Kenya istihbaratı çok iyi ilişkiler içindeydi hatta MOSSAD’ın Kenya’da güvenli evlere sahip olmasına dahi izin veriliyordu. MOSSAD, CIA’nın da yardımıyla Öcalan’ın Yunanistan elçiliğinde saklandığını tespit etti ve hemen elçilik dinleme altına alındı. Öcalan’ın yaptığı tüm görüşmeler sokağın karşısında kamp kuran MOSSAD ajanları tarafından dinleniyordu.

Ve sonunda Halevy’den beklenen emir geldi: Öcalan’ı ilk fırsatta yakalayın! Bunun yöntemi olarak da Öcalan’ın koruma ekibine sızma gösterildi. Öcalan nasıl olduysa yanında silahlı korumalar ve bir makineli tüfekle Kenya’ya giriş yapmayı başarmıştı. MOSSAD, Öcalan’ın korumalarından birini gözüne kestirdi ve koruma Norfolk Oteli’nde içki içerken muhteşem bir Kürtçe konuşan MOSSAD ajanlarından biri yanına yaklaşarak dostluğunu kazandı. Öcalan’ın başvurularının reddedilmesi nedeniyle çok sinirli olduğunu öğrendi. Güney Afrika’nın da başvurusunu reddetmesinin ardından umutsuzluğa kapıldığını anlattı.

KENYA’DA EN ETKİLİ GAZETE

Haberin yayınlandığı Nation gazetesi Kenya’da 205 bin tirajıyla ülkenin en etkili ve ciddi gazetesi olarak kabul ediliyor. Gazete ayrıca Doğu Afrika’nın en büyük ve bağımsız yayın organı olarak tanınıyor. 1960 yılından bu yana İngilizce olarak yayınlanan gazete en yakın rakibine de 3 kat fark atmış durumda.

‘Lazaros Mavros’ pasaportuyla yakalandI

Türkiye’nin baskıları sonucu Suriye’den çıkmak zorunda kalan Öcalan, önce Rusya’ya, oradan İtalya’ya geçti. İtalyan Hükümeti tarafından da ülkeden çıkarılınca Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği’nde saklanan Öcalan 16 Şubat 1999 tarihinde Bordo Bereliler tarafından uçakla Kenya’dan Türkiye’ye getirildi. Öcalan’ın üzerinden Lazaros Mavros adına düzenlenmiş bir Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu çıktı.

MOSSAD lideri itiraf etmişti

MOSSAD’In o dönemdeki başkanı Efraim Halevy, emekli olmasının ardından yazdığı kitapta Öcalan’ın yakalanmasının bir MOSSAD operasyonu olduğunu ileri sürmüş, ancak Netanyahu’dan aldığı direkt emir nedeniyle tüm MOSSAD ajanlarına yönelik hazırladığı mesajda “Öcalan’ın yakalanmasıyla teşkilatımızın hiçbir alakası olmamıştır” ifadesini kullandığını itiraf etmişti. Bu mesajı yazma kararını Halevy kitabında şöyle anlatıyor: “Türk basınında çıkan haberlerin asılsız olduğu gerçeğinin hızla değişen durum içerisinde önemsiz olduğunun farkındaydım. Avrupa’daki Kürtlerin söylenenlerin gerçekten de doğru olduğuna inanmayı sürdürmeleri durumunda Avrupa topraklarında, uğratıldığına inandığı büyük ihanetin intikamını almaya çalışmakla kalmayıp, zor görevlerimizi daha da tehlikeli hale getirecek bir düşmanla karşı karşıya geleceğimizden endişeleniyordum. Bu şartlar altında Kürtler’e, liderlerinin yakalanmasıyla Mossad’ın uzaktan yakından alakası olmadığına dair açık ve net bir sinyal göndermek şart olmuştu.”
aktifhaber

Ahmet Türk'ten PKK-Hamas kıyaslaması

Washington’da temaslarda bulunan BDP lideri Selahattin Demirtaş ile DTP’nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk, ABD’deki düşünce kuruluşu Carnegie Endowment’ta konferans verdi. Türk, ilginç bir karşılaştırma yaptı.
5 Mayıs 2010
Burada soruları yanıtlayan Demirtaş, "demokratik açılım"ın "can çekiştiğini ve hükümetin politikasızlığı yüzünden çökmek üzere" olduğunu savundu. Bu süreçte, hükümetin kendilerine gelmesi halinde, TBMM’de ortak bir komisyon kurularak, diğer partiler katılmak istemese bile kendilerinin ortak çalışma yürütmeye hazır olduğunu belirten Demirtaş, komisyonun Kürt sorununun çözümü konusunda yol haritası ve somut proje ortaya çıkarabileceğini söyledi.

PKK KÜRT SORUNUNDA ÖNEMLİ BİR AKTÖR

Demirtaş, bir soru üzerine, PKK ile "organik veya inorganik, doğrudan veya dolaylı hiçbir bağlarının söz konusu olmadığını" söyledi. Ancak, PKK’nın "Orta Doğu’da büyük realite" olduğunu iddia eden Demirtaş, örgütün Doğu ve Güneydoğu’daki, kendilerinin de oy aldığı kitle üzerinde hakimiyeti bulunduğunu ifade etti. Demirtaş, PKK’nın "Kürt sorununun çözümünde önemli bir aktör" olduğunu ileri sürerek, tüm bunların "partilerin politika belirlerken dikkat etmesi gereken şeyler" olduğunu savundu.

Demirtaş, terör örgütünün saldırıları ve şehit askerlerle ilgili bir soru üzerine, 2,5 milyon oy aldıklarını, ancak bunun ölen bir insan kadar değerli olmadığını söyledi.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Anayasa değişikliği paketindeki 8. maddenin reddedilmesiyle ilgili olarak, paketin AK Parti tarafından muhalefetin görüşü alınmadan getirildiğini söyleyen Demirtaş, "bu sonucun, AK Parti’nin kendi milletvekillerine hakim olamaması nedeniyle olduğunu" iddia ederek, "Biz dün de oy kullanmadık. Bu, AK Parti’nin kendi sorumluluğu" dedi.

Anayasa görüşmelerinin ilk turunda sembolik olarak 5 oy kullandıklarını, ancak AK Parti sözcülerinin bu oyların boş kullanıldığı ve kendi partileriyle yan yana durmak istemedikleri yönünde açıklama yaptıklarını ifade eden Demirtaş, "Hiçbir talebimizi kabul etmeyen ve verdiğimiz oyu bile görmezden gelen bir partiye, ille de uzlaşalım diyecek durumumuz yok. Partinin kendisi demokrasiye, uzlaşmaya açık değil. AK Parti kendi tasarısının altında kalmıştır" ifadelerini kullandı.

GEÇMİŞLE YÜZLEŞİLMESİ İÇİN KOMİSYON

Demirtaş, sorular üzerine, "geçmişle yüzleşilmesi noktasında bir komisyon kurulmasını" savunarak, "komisyon yoluyla, Türkiye’de 17 bin faili meçhul cinayet, 3 bin kayıp, köylerin boşaltılması ve yakılması gibi konuların sadece hukuki değil, ahlaki ve vicdani açıdan ele alınması ve Türkiye’nin bu gerçekle yüzleşmesi gerektiğini" söyledi.

Irak ve Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarının çözümünün birbiriyle doğru orantılı olduğunu ifade eden Demirtaş, "Türkiye’de 20 milyon Kürt’ün yaşadığını söyledikleri halinde sadece 2,5 milyon oy almalarının nedeninin" sorulması üzerine, "20 milyon Kürt’ün tek bir partiye oy verdiği ve inandığı bir toplum demokratik olamaz. Tek derdimiz tüm Kürtlerin oylarını almak değil. Sadece Kürtlerden değil her kesimden oy almaya çalışıyoruz" dedi.

Demirtaş, Kürt sorununu çözümü için siyasi risk almaya ve oy kaybetmeye hazır olduklarını söyledi.

3 KONUDA TALEP...

DTP’nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk de barajın yüzde 5’e indirilmesi durumunda, yüzde 10’un üzerinde oy alacaklarını iddia etti.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra "Kürtlerin inkarı gibi bir siyaset geliştirildiğini" savunan Türk, "Kürt kimliğini Türkiye’nin zenginliği sayan Anayasal düzenleme, kültürel haklar ve Kürtçenin kamusal ortamda özgürce ifade edilmesi ve Kürt yoğunluğunun fazla olduğu bölgelerde demokratik otonomi" olmak üzere üç konuda taleplerinin bulunduğunu söyledi.

Türkiye’nin "halkın değil, seçkin ve elitlerin cumhuriyeti olduğunu" ileri süren Türk, "değişimi bu elit kesimin istemediği" görüşünü dile getirdi. Türk, bir soru üzerine, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile ilişkilerini geliştirmesini desteklediklerini, "ancak bunun Türkiye’deki Kürtlere karşı kullanılması yoluna gidilmesi halinde, karşı çıkacaklarını" ifade etti.

Ahmet Türk, ABD Başkanı Barack Obama’ya Türkiye’ye geldiğinde söylediği şeyi hala savunduğunu belirterek, "Çözümsüzlüğün nedeni Kürtlerse hep birlikte Kürtlerin üzerine yürünmesi, ama sorun devletse bu politikasına destek verilmemesi gerektiğini" söyledi.

HAMAS İLE PKK KARŞILAŞTIRMASI

Türk, Türkiye’den Başbakan ve Cumhurbaşkanları ABD’ye geldiğinde, ABD Başkanlarına ilk olarak PKK konusundan bahsediyorsa, bunun PKK’nın bir realite olduğu anlamına geldiğini öne sürdü.

Obama’nın Türkiye’deki demokratik sürece katkı sağlayacak bir rol oynayabileceğini, ABD’nin daha önceden Güney Afrika ve İrlanda konusunda bunu yaptığını söyleyen Türk, demokrasinin ilerlemesi için bütün aktörlerin sürece dahil edilmesi gerektiğini kaydetti. Türk, "Eğer Hamas bir aktörse, Hamas’ın ikna edilmesi, eğer PKK bir aktörse, mutlaka PKK’nın ikna edilmesi lazım ve demokratik sürecin işleyişine olanak sağlayacak şeylere çaba gösterilmesi gerekiyor" ifadelerini kullandı.
habertaraf

Barzanicilik Amerikancılıktır
Bülent ESİNOĞLU

Barzanicilerin Türkiye’de belli başlı bir yayın organı yoktur. Hemen hemen tüm yandaş medya ve holding medyasını kullanırlar. Her gazetede birer ikişer köşe yazarları vardır.
Ayrılıkçıdırlar, federasyoncudurlar.
PKK’nın kendine ait bir yayın organı vardır. Bu yayın organından propagandasını yapar.
PKK silahlı siyaset yapar. Barzaniciler ise liberalizm, özgürlük ve kültürel haklar üzerinden propaganda yaparlar. Her ikisinin de, söylemleri de, eylemleri de Türkiye parçalamaya yöneliktir.
Bu gün PKK’nın yayın organı gazetede bir haber var. NATO’nun Irak’ın kuzeyine gelmesine, PKK’nın karşı olduğunu yazıyor.
NATO’nun Irak’ın kuzeyine gelmesi, Barzani’nin PKK’ya karşı galebe çalmasıdır.
Biz biliyoruz ki, Barzani öteden beri Irak’ın kuzeyine yabancı güç istemektedir. Bölgesel devletin Irak’ın dışişlerine karışmaması gerektiği halde defalarca Amerika’ya gitmiştir. Amerikan kuvvetlerinin ila nihayet kalmasını ister. NATO, onun için kaymaklı kadayıftır.
Recep Bey, son, Toronto ziyaretinde Obama ile görüştü. Dönüşte Irak’ın kuzeyine, NATO’nun müdahalesini istedi. Aynı şekilde, İpek Yolu Konferansında Başbuğ da “Terör küreseldir, çözümleri de küresel olmak zorundadır” yönünde açıklamaları oldu.
Barzaniciler NATO veya uluslar arası bir gücün müdahalesini memnuniyetle karşılarken, PKK buna karşı çıkıyor.
Yani Recep Bey, Barzani ve Amerika NATO gelsin diyor. PKK hayır diyor.
İşte Türk aydının kafasının karıştığı yer de burasıdır.
NATO’nun Irak’ın kuzeyine gelmesi demek, Amerika tarafından oluşturulmuş Kukla Devletin daha fazla devlet tarafından desteklenmesi demektir. Tüm Batının Türkiye’nin üzerine çullanması demektir. Eskiden bir PKK ile uğraşırken bu kez yedi düvel ile uğraşmak demektir.
Güney Doğuya yabancı asker müdahalesine uzanacak bu yolun, hayırlı bir yol olmadığı muhakkaktır.
Aksiyon’da çıkan bir yazı ile bu işin propagandası başlatıldı. Barzaniciler, PKK’nın Ergenekoncuların taşeronu olduğu yaymaya başladılar. Barzanicilere neden PKK terörü artı diye sorulduğunda, Ergenekon zor durumda kendini kurtarmak için PKK’yı harekete geçirdi diye söylem geliştirdiler.
Bu doğrudan Amerikan Ortadoğu Projesinin bir sonucudur.
Bu projeden istifade eden PKK Türkiye’nin içinde Diyarbakır merkezli bir devlet istiyor. Barzani ise Erbil merkezli, içine Türkiye’nin Güney Doğusunu da alan Büyük Kürdistan istiyor.
Kafasında Kukla Devleti kabullenmiş, ama daha fazlasına razı olmayan kişiler ve yöneticiler, Barzani olur ama PKK olmaz diyorlar.
Amerikan güdümlü kafaların, acil çıkarları nedeni ile bu soruna ne akılları yeter, ne de yürekleri yeter.
2.7.2010, bulentesinoglu@gmail.com

Serdar Akinan
Öcalan'la pazarlık başladı

Önce adını koyalım... Bölgedeki (başta Türkiye) tüm aktörler üzerinde doğrudan veya dolaylı etkisi olan irade, Kürt meselesinin hallini istiyor.
AKP, İmralı'yı yani Öcalan'ı muhatap almadan bu meseleyi çözemeyeceğini gördü... ''Devlet görüşüyor, biz değil'' deseler de süreç artık bir müzakeredir...
Eylemsizliğin uzatılmasına 24 saat kala Taksim'de patlayan bomba herkesi şoke etti... Fakat görülüyor ki başta Kandil'i...

Bundan birkaç ay önce Diyarbakır'daydım... Diyarbakır'da PKK'ya çok yakın isimlerle oturup özel bir sohbet yaptım. O sohbetteki bazı bilgileri hiç yazmadım. 'Yazılası'' değil bilinesi bazı bilgiler vardır... Bir meseleyi kavrarken size bir arka plan sunar ve analizlerinizi ona göre yaparsınız... Belki yıllar yıllar sonra bir kitapta bu özel notlarınızı kamuyla paylaşırsınız.

O sohbetteki muhataplarıma TAK'ı sormuştum... Yanıt çok çarpıcıydı...
'TAK, ağırlıklı olarak metropollerde konuşlu uyuyan hücrelerdir... İdeolojik ve taktik olarak donanımları bellidir. Başta Öcalan'a yönelik radikal bir gelişmede veya Kürt siyasi hareketindeki bir kırılma anında, tamamen inisiyatif kullanarak eylem yapacak şekilde donatılmışlardır. Özerk hücrelerdir... Talimat almazlar... O talimat zaten verilmiştir. Bir simitçi veya bir çaycı olabilir... Fark etmez... Süreci okur... İnisiyatif alması gerektiğini düşünürse ses getirecek eylemi yapar...''

Şimdi bu cümleyi aklınızda tutun...
BDP ve KCK, İmralı'nın kazandığı zeminden ötürü önce muhataplığa sonra çözüme dair bir ışık (yol haritasını) flu da olsa görüyor.
Yani Taksim'de patlayan bomba, bu kez eminim, onları da afallattı.
Öcalan'ın son yıllarda yaptığı açıklama tarihi önemdedir: 'Henüz diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak değerlendirebiliriz. Gelen yetkililer dürüst ve ciddi insanlar. Biz çatı rolünde devlete karşı değiliz. Devlet uzlaşmacı, birleştirici, çatı rolünde olmalı ve hizmeti esas almalıdır. Devlet bir ideolojiye bağlı kalmamalıdır. Etnik-ırki, cinsiyetçi, dini, ideolojik olmamalıdır.'

Meali ne?
Birileri Öcalan'la devlet adına müzakere ediyor...
Pazarlık başladı...
Türkiye ne alıyor? Ne veriyor? Ne adına?
Ve neden tüm bu gelişmeler milletten saklanıyor?
TAK eylemcisi özellikle PKK içinde bu kadar rahatsızlık yarattıysa...
İki taraf da karşılıklı hangi tavizleri veriyor?

http://www.aksam.com.tr/2010/11/06/yazar/19389/serdar_akinan/ocalan_la_pazarlik_basladi.html

Öcalan: ‘Kalan cezamı evde çekersem, tüm sorunu çözerim. Yoksa Mart ayında aradan çekilirim’
21 Ocak 2011

Kürt sorununun çözümü konusunda İmralı’da sürdürülen görüşmelerin, Abdullah Öcalan’ın cezasının bundan sonraki kısmını “ev hapsinde” sürdürmesi ısrarına kilitlendiği öğrenildi. Fiziksel koşullarının ve buna bağlı olarak sağlık durumunun kötüleştiğini söyleyen Öcalan, kalıcı ateşkes için “ev hapsi” konusunda ısrarcı bir tutum sergiliyor. Öcalan, uzlaşma sağlanamadığı takdirde Mart ayında devreden çıkmayı planlıyor.

‘Nefes alamıyorum’

Vatan'dan Hale Gönültaş'ın haberine göre; edindiği bilgilere göre Abdullah Öcalan ile devlet heyeti arasındaki görüşmeler zaman zaman 15 günde bir, zaman zaman da daha uzun zaman aralığına yayılarak sürdürülüyor. Devlet heyeti, Öcalan ile “ateşkesin kalıcı hale gelmesi”, “silahların kesin olarak bırakılması”, “ana dil serbestisi” ve “PKK’lılara af” taleplerini tartışıyor. Öcalan ile devlet heyeti arasında sürdürülen görüşmelerde şu ana kadar çözüme yönelik bir aşamaya gelinmedi. Öcalan görüşmelerde sık sık “cezaevindeki fiziksel koşullarının yetersizliğine” dikkat çekerek buna bağlı olarak “sağlık koşullarına” işaret ediyor. Nefes alıp vermekte zorlandığını, sağlık kontrollerinin yeterince yapılmadığını ve rutubetten kaynaklı olarak ciddi vücut ağrıları çektiğini anlatıyor.

‘Onlar yeterli değil’

Barış ve Demokrasi Partisi ile Başkanlığını Ahmet Türk’ün yaptığı Demokratik Toplum Kongresi’ni de Kürtlerin hak ve taleplerini dile getirme konusunda yeterli olamadıkları konusunda eleştiren Öcalan, devlet heyetine, sorunun “PKK’nın tasfiyesi” yolu ile çözüme gidecekleri yönünde endişe taşıdığını da ifade ediyor. Devlet heyetinin kendisinden talep ettiği çözümlerin gerçekleşmesi ve sorunun ülkede Türk-Kürt çatışması doğmadan çözümü için kendisinin “ev hapsine alınması” gerektiğini dile getiriyor.

Mart’ta ateşkes bitiyor

Öcalan, cezasını de


En son Ekim tarafından Pts Mar 01, 2010 11:11 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Oca 11, 2010 1:39 am    Mesaj konusu: Mehmet Ağar'La Son Yemek Alıntıyla Cevap Gönder

Bavê Kurdan: Abdülhamid uğruna ayaklanan Kürtler
Mustafa Armağan
15 Ocak 2010

Ancak az bilinen bir gerçek, Kürtler tarafından da sahiplenilmesi bir yana, Kürtlerin Babası olarak baş tacı edilmesi. O,Bavê Kurdan olarak anılırdı Kürt aşiretleri arasında.

Tarih biraz zalim midir ne? Dikiz aynasında sürekli; ayrılmıyor peşimizden. Hayalet gibi takipte. Son kitabım “Geri Gel Ey Osmanlı”da da filozof Derrida’ya atıfla belirttim:

Usulüne uygun olarak defnedilmeyen ölülerin ruhları nasıl ıstıraptan kavrulur ve yakınlarına musallat olursa, Osmanlı’nın mezarı üzerinden yol geçirmekle de onun hakkından gelemeyeceğimizi görelim ve Osmanlı’yı gerçekten ait olduğu yere, içimize gömelim. Onun ruhuyla barışalım.

Atatürk’ün okul arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, Frederick P. Latimer’in kendisiyle yaptığı konuşmada, Atatürk zamanında yazılan tarih kitaplarında Osmanlı’nın çok az ve kronolojik olarak yer almasını şöyle açıklamış:

“Atatürk kasten unutturmak istedi eski cehalet ve taassubu... Osmanlı ananesini takip etseydik biz imkân yok inkılâp yapamazdık. O sağken mekteplerde okunan Osmanlı tarihi mümkün olduğu kadar kısa, kronolojik bir tarihti. Etileri, Sümerleri Osmanlı’nın yerine doldurdu inkılâpları yerleştirsin diye. Ne yaptı yaptı Osmanlıyı durdurdu ve yeniyi kurdu.” (”Askeri ve Siyasi Belgeler”, Temel Yay., 2005, s. 254)

Bu çarpıcı ifadeler, tarihçi Toynbee’nin Osmanlı medeniyetinin çökmüş değil, durdurulmuş bir medeniyet olduğu tezini kuvvetlendiriyor. Evet, durdurulmuş ya da henüz ruhunu teslim etmeden toprağa verilmiş bir medeniyet. Bugün hemen her adımda karşımıza çıkması, hortlaması bundan değil mi?

İşte Kuzey Irak. İşte adına ister “Güneydoğu Sorunu”, ister “Terör Sorunu” isterse “Kürt Sorunu” diyelim, kekeme dilimizin açılmaya başladığı, küllerinden sıyrılan bir başka gerçekle daha yüzleşiyoruz. Tarih, kendisini unutanları asla affetmiyor çünkü.

Bugün bir pencere daha açalım o unutulmuş yüzümüze ve ilginç bir “Kürt isyanı”yla yüzleşelim. Yalnız bu isyan biraz farklı. Ve ibretlerle dolu.

Sultan II. Abdülhamid’in sıfatlarını biliyorsunuz. Ermeniler “Kızıl Sultan” dediler ona, Nihal Atsız “Gök Hakan” dedi, Necip Fazıl ise “Ulu Hakan”. “Gaddar” diyenler de oldu, Sivas yöresinden derlenen bir türküde olduğu gibi asker öldüren değil, “asker yaşatan Sultan” diyenler de. Ancak az bilinen bir gerçek, Kürtler tarafından da sahiplenilmesi bir yana, “Kürtlerin Babası” olarak baş tacı edilmesi. O, “Bavê Kurdan” olarak anılırdı Kürt aşiretleri arasında.

Wadie Jwaideh’in “Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi” başlıklı doktora tezinden öğrendiğimize göre, daha Meşrutiyet ilan edilir edilmez Süleymaniyeli Şeyh Said Berzenci (bildiğimiz Şeyh Said’le alakası yok elbette) Abdülhamid’i destekleyen ve Jön Türklere açıkça meydan okuyan bir isyanın bayrağını çekmişti. Meclise karşı Padişah’ı destekleyen bu isyan bir süre sonra bastırıldı, Şeyh Said Musul’da gözaltına alındı ve bir yıl sonra çıkan Kürt karşıtı bir ayaklanma sırasında evinin önünde öldürüldü. Ancak bundan sonra bölge, uzun süre dinmeyecek bir anarşinin içine sürüklendi (oğlu Şeyh Mahmud ise Mondros’tan sonra İngilizlere isyan edecekti).

Ancak asıl üzerinde durulması gereken bir isyan vardır ki, tahtından indirilen Abdülhamid’in intikamını almak için başlatılmıştır. 24 Temmuz 1908 tarihli Jön Türk ihtilalinin ardından yeri rejimi, Meşrutiyet’i tanımadığını ilan Millî Konfederasyonu reisi ve Abdülhamid’in en güvendiği Hamidiye alaylarının komutanlarından İbrahim Paşa ayaklandı ve bağımsızlığını ilan etti. Nisan 1909’da tahtından indirilen Abdülhamid’i desteklemek amacıyla 1.500 silahlı adamıyla Şam’a yürüdü.

O sırada Selanik’te Alatini Köşkü’nde dünyadan tecrit edilmiş bulunan Sultan Abdülhamid’in olanlardan haberi yoktur elbette ama Şam’da bir Kürt subayı, onun adına şehri işgal ediyor ve Suriyelileri Jön Türklere karşı Abdülhamid bayrağı etrafında yeniden birleşmeye çağırıyordu. Ne var ki, Jön Türklerin gönderdiği kuvvetler karşısında yenilgiye uğrayan İbrahim Paşa kuvvetleri, Urfa ve Rakka arasındaki Abdülaziz Dağı civarına çekilecek ve oradan aşiretin merkezi olan Viranşehir’e dönerken, kendisini yakalamak için görevlendirilen Şamar aşiretiyle girdiği bir çarpışmada öldürülecekti.

Martin van Bruinessen’in “Ağa, Şeyh, Devlet” adlı çalışmasında da kısa bir bilgi bulabileceğiniz bu ilginç isyan üzerinde tarihçilerimiz nedense yeterince durmuş değildir. Ancak başarısız da olsa bu iki isyan girişimi, Sultan Abdülhamid’in Kürtlerin dünyalarında işgal ettiği yerin ve uyandırdığı bilincin derinliğini göstermesi bakımından dikkate değer göstergelerdir.

Burada bazı tarihçilerin Abdülhamid’in Hamidiye Alayları ile Kürt milliyetçiliği tarihinde bir fetret dönemi, bir geri adım, bir boşluk meydana getirdiği yolundaki tezlerine karşı Robert Olson’un tespitini aktarmak istiyorum. Olson’a göre, tam tersine, Hamidiye dönemi “Sünni Kürtler arasında dayanışma duygularına katkıda bulunmuş ve pek çok Kürt gencine önderlik fırsatları sunmuştur. Dahası, Hamidiye Alayları, pek çok Kürt’e askeri teknoloji ile donanım bilgisi ve bunları kullanabilmek kabiliyeti sağlamıştır.”

Bu satırlar ona neden “Kürtlerin Babası” denildiğini yeterince gösteriyor olmalıdır. Ancak en ziyade konuşma hakkı kendisinin değil midir? Öyleyse Abdülhamid konuşsun, biz dinleyelim:

“Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler. Ayrıca orduda öğrenecekleri “itaat” fikri, kendileri için de faydalı olacaktır... Kürt ağalarının bazılarının çocuklarını, İstanbul’a getirip memuriyete yerleştirdiğim için tenkit edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyan Ermeniler nazır [bakan] mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yaklaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir?” (Siyasi Hatıratım, s. 52.)
Zaman



YAŞAR KEMAL ABD’YE UĞUR MUMCU’YU ŞİKAYET ETTİ Mİ

10.01.2010 13:11

Usta yazar Yaşar Kemal’in Kürt Açılımı’na verdiği destek biliniyor.
Yaşar Kemal, Kürt kökenli bir romancı olarak süreci olumlamıştı. Açılımı yürüten İçişleri Bakanı Beşir Atalay da Yaşar Kemal’e bir ziyaret yapmış açılım konusunda görüşlerini almıştı.

Kemal daha önce de Turgut özal’ın yaptığı açılıma destek vermişti.

Uğur Mumcu'nun Ağabeyi Ceyhan Mumcu "Uğur Mumcu Cinayeti'nin Bilinmeyen Yönleri"nde Yaşar Kemal’in Özal’ın düşündüğü açılım için bir rapor yazdığını anlattı.

O dönemin aktörleri ile bugünün aktörleri birbirine benzese de o yıllarda açılım yerine “siyasi çözüm” terminolojisi kullanılıyordu.

Ceyhan Mumcu’nun çok önemli bir iddiası da var. Mumcu’nun iddiasına göre Turgut Özal Kürt meselesini görüşmek üzere ABD’ye gitmişti. Yaşar Kemal’den bir Kürt raporu yazmasını istedi. Bunun için de sadece bir gün süre verdi. Bu raporda Kürt açılımında yapılabilecekleri ve buna engel olabilecek isimleri yazmasını istedi.

Mumcu’nun iddiasına göre Yaşar Kemal Kürt açılıma karşı çıkabilecek isimleri yazdı. Bir süre sonra Uğur Mumcu öldürüldü. CIA’nın bu iste parmağı olduğunu düşünen Mumcu, Yaşar Kemal’i yazdığı bu rapordan ötürü çok sert eleştirdi ve şöyle seslendi: “gelecek kuşaklar ve tarih, mutlaka bu raporu araştıracaklar ve hesabını soracaklar ve Yaşar Kemal’i yargılayacaklardır. İşte bunun için, Yaşar Kemal, bu olayın içyüzünü inandırıcı bir şekilde anlatmalı, hatasını da kabul ederek özür dilemelidir. Yıllardır bizlere Marksizmi öven, TİP üyesi olarak ABD aleyhine şiirsel ifadelerle yazılar yazan, konuşmalar yapan Yaşar Kemal önce özeleştirisini yapmalı sonra ABD’ye bu şekilde yanaşmasının hesabını vermelidir. Eğer ABD, insan haklarını sağlıyorsa, 1965’te de sağlıyordu. ABD, insan haklarına 1965’te karşıydı da, sömürüyü yürütendi de, ulusları, halkları, emekçileri birbirine kırdırandı da, 1992 yılında Sovyetler çökünce kendi kendine bir özeleştiri mi yaptı? CIA’yı mı dağıttı? Kartelleri, tröstleri mi yok etti de birdenbir e insan haklarını aramak için ABD’ye başvuruluyor? Türk kamu vicdanı aslında bilinçlidir. Türkiye çok şeyler yaşadı, çok insanlar, politikacılar gördü, deneyim kazandı, bu olayı da yargılamasını bilecektir. Bu cinayeti çözmek için her türlü kanal, her türlü yola başvurmak zorundayız.”


İşte Ceyhan Mumcu’nun kaleminden Yaşar Kemal’in Kürt raporunun hikayesi:


Özal’ın ABD Seyahati ve Yaşar Kemal


Uğur Mumcu cinayeti ve Özal’ın ilişkisi bakımından incelenmesi gereken en kritik olay, 1992 Nisan’ında Başbakan Turgut Özal’ın ABD’ye seyahatidir. Kamuoyuna, Türkiye’de rahatlıkla yapılabilen bir prostat ameliyatı nedeniyle Houston’da Ermeni doktor hastanesine yatacağı bahanesiyle açıklanan bu gezinin asıl amacı üzerinde hiç durulmadı. 1992 Nisan’ındaki seyahatin gerçek niyeti, Güneydoğu’da yaşanan problemlerin hepsinin kotarılmasıydı. Sonradan bu konu bazı yayınlarla da ortaya konmuştur, Turgut Özal’ın ameliyat kisvesiyle Güneydoğu için kafasında oluşan bir “Federasyon” formulünün sonuçlanması için ABD’ye gittiği anlaşılıyor. Bu noktada bazı gelişmeler oluyor. Turgut Özal oradayken, Amerikan'nın Sesi Radyosu, Kürtçe yayınlara başlıyor. Turgut Özal oradayken, Türkiye, Ira k ve İran’ı da içine alabilecek bir federasyon modeli ortaya çıkıyor. Buna karşılık, Kerkük ve Musul’un da Türkiye’ye ilhakını öngören, Türkiye ile Kürdistan arasında bir federasyon oluşturan ve buradaki stratejik yatırımların ABD tarafından yapılması, Türkiye’nin de bu süper devletin taşaronu ve jandarması olarak görev yapmasını öngören, ulusal bağımsızlıkla, Lozan ile, T:C: Anayasası ile, Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve sorumluluklarıyla bağdaşmayan, Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanetten yargılanmasını gerektirecek, bir takım girişimler olduğunu görüyoruz.

Bu girişimlere karşı Genelkurmay’ın direnciyle karşılaşıyoruz. Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifası da bu dönemden sonra gelmiştir. İkinci Cumhuriyetçi yazarların ağızlarından düşürmedikleri “Siyasi Çözüm”, 1992 Nisan’ında kotarılan bu formüldür işte.

Özal ABD’de iken, Amerikan tarafına vermek üzere, Türkiye’deki Kürt Aydınlarından birisinden, bir Kürt Raporu ve bu işe taş koyacakların kimler olduğunun bir listesini istedi. Bu solcu, Kürt aydının adı Yaşar Kemal’di. Özal, karısı Semra ve gazeteci Mete Akyol vasıtasıyla Yaşar Kemal’den bir Kürt Raporu hazırlamasını ve kendisine “bir gün” içinde göndermesini istiyor. Akyol, bu isteği Yaşar Kemal’e iletiyor ve yazarımız hemen o gece oturup sayfalarca bir Kürt Raporu yazıveriyor. Bu rapor da Mete Akyol’un faksından ABD’ye gönderiliyor. Ben bu raporu nereden öğrendim? Evrensel gazetesi hemen kolayını buldu: MİT empoze etti. Oysa ben bu raporun varlığını Gazeteci Emin Çölaşan’ın 10 Haziran 1993 tarihli yazısından öğrendim. Çölaşan’ın yazısı çıktıktan sonra, Aydınlık gazetesinde “Özal’a Mektup” adı altında, hangi tarihte yazıldığı da belirtilmeden, Çölaşan’ın yazısında yeralan mektubun giriş metnine yer verilmeden, güncelleştirilmiş ve düzeltilmiş olduğu hemen anlaşılan, Uğur Mumcu ile ilgili suçlamaları da gözönüne aldığı belli olan, içyüzü ve istenme nedeni açıklanmayan bir mektup yayınlandı.

Emin Çölaşan, 10 Haziran 1993 tarihli yazısında bu mektup hakkında şunları yazıyor:

“Özal ve hanedanı 1992 Nisan ayında Amerika gezisindedir. Hani size geçenlerde bunların ödediği yüz binlerce dolara ulaşan ve devlet kesesinden karşılanan otel ve hastane bahşişlerini falan açıklamıştım ya!... İşte o gezi... Bayan Semra o sırada ANAP İstanbul İl Başkanı’dır. Kendisine çok ünlü bir yazar ağabeyimiz (Çölaşan sonra bu kişinin Yaşar Kemal olduğunu açıklamıştır) tarafından faks çekilir. Ağabeyimiz faksı el yazısıyla gönderir:


“Sn. Semra Özal Dikk. 30 Nisan 1992, Basınköy....


Sayın Başkan, arkadaşım Mete Akyol’un bana ulaştırdığına göre Kürtler hakkındaki düşüncelerimi, isteğiniz üzre size gönderiyorum. Bu kadar yalın bir sorunu böylesine karmaşık, içinden çıkılmaz gibi gösterilen bir duruma, tutuma üzülüyorum. Sanırım ki, benim düşüncelerim de temelde sizinkilere uyuyor. Size yazımı temize çekmeden, düzeltilerle gönderdiğim için üzülüyorum. Cumartesi’den önce elinize yetişebilmesi için acele et tim. Size bütün yüreğimle sağlık diliyorum. Saygılarımı sunarım. İmza.”

Ünlü yazarımız, bu notun ekinde üç sayfa daktiloyla yazılmış bir metin daha fakslıyor. Bu metinde Türkiye’de Kürtlerin ezildiğini, en basit insan haklarının bile verilmediği, uzun uzun anlatılıyor. Şimdi ister istemez, akla bazı sorular geliyor. Acaba bayan Semra, Kürt sorunuyla niçin böylesine ilgileniyor? Niçin ünlü yazarımızdan araya başka gazeteciyi koyup bu konudaki görüşlerini kendisine alelacele bildirmesini istiyor? Acaba bayan Semra bu görüşleri kocası adına mı istiyor? Bunlar Amerika’da gizli kapaklı bir takım işler yapıp bu görüşleri bazı kişilere mi iletiyor?”

Solcu Postu'ndaki Kürt Milliyetçilerinin Saldırıları

Ben bunu Mete Akyol’a sordum. Akyol, Özal ile Yaşar Kemal arasında bir sağlık sebebinden dolayı niye arabuluculuk yaptığını, raporu okumadığını, şerefi üzerine yemin ederek, bana açıkladı. Dikkatli bir gazetecinin, mesleği gereği meraklı olan bir gazetecinin bu raporu okumadığına dair şerefi üzerine yemin ettiğine inanmak zorunda olsak bile, bu raporla ilgili olarak Akşam gazetesinde benimle yapılan röportajda isminin çıkmasından sonra da, “içeriğini bilmediğine şerefi üzerine yemin” eden aynı Mete Akyol, raporun Aydınlık gazetesinde ve Alpay Kabacalı’nın hazırladığı “Ustadır Arı” kitabında yeraldığını söylüyor. Demek ki Mete Akyol daha önce gerçekleri anlatmamıştı. Yaşar Kemal, bu rapor konusunda açıklama yapmıyor. Çeşitli vesilelerle kendisine bu soru soruldu ğunda, şiddetli tepki gösteriyor. İşte Yaşar Kemal’e sorduğumuz soru şu:
“Neden ABD’den, alelacele Yaşar Kemal’den böyle bir rapor isteniyor? Bu rapor ABD’de nereye ve kimlere veriliyor? Bu raporda Uğur Mumcu bir yerlere şikayet edildi mi?” Bunu artık Yaşar Kemal’in açıklaması gerekmektedir. Onun yerine birileri Yaşar Kemal’e saldırılmaz, onun eylemleri tartışılmaz gibi tehdit, hakaret dolu açıklayıcı olmaktan uzak garip savunmalar yapıyor. Örneğin Evrensel Gazetesinden Veli Özdemir diye biri, “Ceyhan Mumcu konuşmasa daha iyi yapar” diye yazı yazabiliyor.
Sözde Demokrat olduğunu iddia eden Evrensel gazetesi, bana saldırıyor, ama gönderdiğim savunmayı yayınlamıyor. Nerede bunların solculuğu, demokratlığı? Bunlar, Kürt Milliyetçiliği daha doğrusu şovenizminden ibaret bir tutumu “Solculuk” diye dayatmaya kalkıyorlar. Beni MİT yönlendiriyor diye suçluyorlar! Yaşım gelmiş 57’ye, kardeşimin katillerini arıyorum, hukukçuyum. MİT beni bugüne kadar yönlendirmemiş, ben 12 Eylü l’de sakıncalı bir personel olmuşum, pasaportumu zor bela almışım. Şimdi birdenbire MİT beni bu konuda yönlendiriyor.
Yaşar Kemal çile çekti de biz çekmedik mi? Ama biz bunun reklamını yapmıyoruz. Bunu halkımız için çabalarımızın doğal bir sonucu olarak kabul ediyoruz. Politikacılar, Uğur Mumcu’nun anma törenlerine katılsınlar, konuşmalar yapsınlar, fakat “onun ağabeyi faillerini soruşturmasın” bile diyen, “sen onun tesadüfen kardeşi oldun.” diyen garip bir devrimcilik, demokrasi ve insan hakları anlayışına sahip olan karakterler çıkıyor karşımıza.
Yaşar Kemal’in Raporunda Ne Yazıyordu?
Yaşar Kemal bu kadar ağır bir suçlamanın altında kalmamalı. Ben, “Yaşar Kemal, Mumcu’nun Katilidir” demiyorum. Ama Turgut Özal’ın bu raporu ondan ne için istediği, raporda nelerin yazıldığı, hangi amaçla, nerede kullanıldığı konusunu Türk Halkı, Kürt Halkı bilmeyecek de şehit düşen emekçi çocukları, onların aileleri bilmeyecek de kim bilecek. Yaşar Kemal’in, bu mektubu, olaydan bir yıl sonra mesele ortaya çıktığı zaman değiştirerek bir başka yazar tarafından hazırlanan “Ustadır Arı” kitabında yayınlaması açıklayıcı ve samimi değildir. Üstelik bu versiyonunda bile, Yaşar Kemal isim vermeksizin Uğur Mumcu’yu şikayet etmektedir. Bir yazarın, diğer bir yazarı kendi köşesinde eleştirmesi normal bir tavırdır. Ancak, onu ABD’de bulunan, bir sürü güvenlik ve istihbarat örgütleriyle örneğin eski CIA Türkiye İstasyon şefi Paul Henze ile yoğun temasta bulunduğu kolaylıkla anlaşılan Özal’a şikayet etmesini ayıplıyorum. Bugünlerde Yaşar Kemal dokunulmaz bir mitos haline getirilmek isteniyor. Ama gelecek kuşaklar ve tarih, mutlaka bu raporu araştıracaklar ve hesabını soracaklar ve Yaşar Kemal’i yargılayacaklardır. İşte bunun için, Yaşar Kemal, bu olayın içyüzünü inandırıcı bir şekilde anlatmalı, hatasını da kabul ederek özür dilemelidir. Yıllardır bizlere Marksizmi öven, TİP üyesi olarak ABD aleyhine şiirsel ifadelerle yazılar yazan, konuşmalar yapan Yaşar Kemal önce özeleştirisini yapmalı sonra ABD’ye bu şekilde yanaşmasının hesabını vermelidir. Eğer ABD, insan haklarını sağlıyorsa, 1965’te de sağlıyordu. ABD, insan haklarına 1965’te karşıydı da, sömürüyü yürütendi de, ulusları, halkları, emekçileri birbirine kırdırandı da, 1992 yılında Sovyetler çökünce kendi kendine bir özeleştiri mi yaptı? CIA’yı mı dağıttı? Kartelleri, tröstleri mi yok etti de birdenbir e insan haklarını aramak için ABD’ye başvuruluyor? Türk kamu vicdanı aslında bilinçlidir. Türkiye çok şeyler yaşadı, çok insanlar, politikacılar gördü, deneyim kazandı, bu olayı da yargılamasını bilecektir. Bu cinayeti çözmek için her türlü kanal, her türlü yola başvurmak zorundayız.

Odatv.com

10 Ocak 2010 13:16
Mehmet Ağar’la Son Yemek
Mehmet Ağar’a “Kürt sorununu çözelim” diyen Korgeneral Hulusi Sayın’ın birkaç gün sonra öldürüldüğü ortaya çıktı.

Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür’e konuşan cezaevindeki uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin, Mehmet Ağar’a “Kürt sorununu çözelim” diyen Korgeneral Hulusi Sayın’ın birkaç gün sonra öldürüldüğünü söyledi

Hollanda’da Zootermeer Cezaevi’nde bulunan uyuşturucu kaçakcısı Hüseyin Baybaşin, 30 Ocak 1991’da evinin önünde öldürülen Korgeneral Hulusi Sayın cinayeti hakkında çarpıcı iddialarda bulundu.

Sabah yazarı Mahmut Övür’e konuşan Baybaşin, Başbakanlık Başmüşavirliği görevini yaptığı sırada öldürülen Sayın ile saldırıdan kısa süre önce bir yemekte görüştüklerini, aynı masada Mehmet Ağar’la birlikte Diyarbakırlılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Nedim Özer’in de olduğunu anlattı.

Mehmet Ağar buz kesildi
Baybaşin şöyle dedi: “Korgeneral Hulusi Sayın’la, Diyarbakırlılar Yardımlaşma Dayanışma Derneği’nin Başkanı Nedim Özer Bey ve Mehmet Ağar ile birlikte Beyti’de yemek yemiştik. Hulusi Paşa orada bizzat, ‘Kürt sorunu Türkiye’yi bitirir, bu sorunu kendi içimizde çözmenin yolunu bulmamız lazım. İnsanları öldürerek, korucularla çatıştırarak bitiremeyiz. Bunları bizim çözmemiz gerekir’ diyordu. Mehmet Ağar bunları buz gibi dinledi, hiçbir cevap da vermedi. Sadece Nedim Bey ‘Paşam biz bunları geçelim’ dedi. Hulusi Sayın da ‘Olur mu, bu konuları geçmek olmaz. Bakın bugün biz burada oturuyoruz, yemek yiyoruz, sohbet ediyoruz. Yarın öyle bir durum gelecek ki, birbirimizi tanıyamayacağız, hiç birimizin güvenliği olmayacak’ dedi. Bundan birkaç gün sonra, onun katledildiğini duyunca çok üzüldüm. Nedim Bey’i aradım, ‘Konuşuruz şekerim, konuşuruz’ dedi kapattı. Sonra görüştüğümüzde ise ‘Ben sana o zaman söyledim, bu Kürtlüktür, bu Türklük bu kimseye fayda sağlamaz ve öyle bir ortam var. Bak Paşa bile kendini koruyamadı, konuşmasına gerek yoktu, ben uyardım anlatamadım’ dedi.”

Hulusi Sayın’ın öldürüldüğü dönemde Mehmet Ağar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevini yapıyordu.

Sol örgütün Sayın’la ne işi var
Hüseyin Baybaşin, Sayın suikastını Dev-Sol örgütünün üstlenmesini ise şöyle yorumluyor: “Sol örgütün Hulusi Paşa ile ne işi var. Her zaman devlet içindeki çeteler birilerini katlederken bir örgüt adı verirler. Onlar da üstlenir. O toplantıya Hulusi Sayın neden gidiyordu? Bunun soruşturulması lazım. Kim yaptı, kim üstlendi değil, bu niye yapıldı? Buna bir bakmak lazım.”

aktifhaber

11 Ocak 2010 09:28
Öcalan: Kan Gövdeyi Götürür

Teröristbaşı Öcalan, avukatları aracılığıyla tehdit mesajları gönderdi. İddiasına göre Ergenekoncu çizginin devreye girmesiyle kan gövdeyi götürecek...

İmralı’da hükümlü terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, barışçıl süreç geliştirilmezse “katı-milliyetçi Ergenekoncu çizginin” Kürt-Türk çatışmasını yaratacağını ileri sürdü. Öcalan, “İşte Şubat ayı yaklaşıyor. PKK engellemek istese bile halkın tepkisinin önüne geçemez. Ben burada görüşlerimi iletiyorum. Ben konuşmazsam çatışmalar olur, kan gövdeyi götürür” şeklinde konuştu. Öcalan, söylediklerinin Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü için olduğunu savundu ve BDP’yi de Türkiye partisi olması konusunda uyardı.

ÖCALAN, KÖŞK'E SESLENDİ

Öcalan avukatları aracılığıyla yaptığı değerlendirmede, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir tv programında “demokratik açılım açısından önemli bir çözüm fırsatının heba edildiğini; ancak henüz geç olmadığını” belirttiğini anımsattı. Öcalan, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e seslenmek istediğini belirterek, şunları söyledi:

“Bizim geliştirmek istediğimiz çözüm, demokratik barışçıl çözümdür. Bunu engellemeye çalışanlar var. İşte Şubat ayı yaklaşıyor. PKK engellemek istese bile halkın tepkisinin önüne geçemez. Bu süreyi iyi değerlendirmek gerekir. Çok sert ve şiddetli, kanlı durumlar yaşanmasın. Halklar arasındaki gerginlikler artırılıyor. Romanların yerlerinden zorla sürülmesi buna bir örnektir. Eğer devlete bırakılırsa bunu çok sert bir şekilde geliştirir. Eğer bu süreçte çözüm geliştirilmezse, barışçıl çözüm dışındaki yollar güçlenir. Ben burada KCK’yi de uyarıyorum, devleti de uyarıyorum; demokratik çözüm ve barışçıl süreç geliştirilmezse katı-milliyetçi Ergenekoncu çizgi Kürt-Türk çatışmasını yaratır, bunlar acımasızdır, halkları birbirine boğazlatırlar. Geçenlerde halkı taradılar, halkın üzerine ateş açtılar. Ben burada görüşlerimi iletiyorum. Ben konuşmazsam çatışmalar olur, kan gövdeyi götürür. Ben bunların önüne geçmek için görüşlerimi dile getiriyorum. 'Bin yıllık kardeşiz' diyorlar, ben de kardeşlik için, barış için konuşuyorum. Devletin bütünlüğüne, birliğine karşı değilim, bu yönlü bir tutumum ve konuşmam yoktur. Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü içindir söylediklerim.”

"ESARET KOŞULLARINDA BİR ŞEY YAPAMAM"

“Sayın Cumhurbaşkanının bunları iyi görmesi gerekir” diyen Öcalan, Gül’ün,
çözümde samimi, ciddi olmaları halinde, bu süreyi iyi değerlendirmesi gerektiğini ifade etti. Öcalan, “Yok biz tasfiyeyi, imhayı dayatacağız diyorsanız, PKK kendini çok iyi bir şekilde koruyabilir, yaşatabilir, bu savaşı uzun süre yürütebilir. Bunun önüne geçmek için diyalog yolunu başlatmalısınız. İşte Sönmez Köksal da söylüyor, diyalogun binbir türlü yolu var; illa benimle olmayabilir, doğrudan olmayabilir. Yeter ki ciddiyet olsun. Benim rol almam isteniyorsa bu koşulların değiştirilmesi gerekiyor. Bu esaret koşullarında ben bir şey yapamam” diye konuştu.

"BDP’NİN BOŞLUĞU DOLDURMASI GEREKİR"

BDP’nin siyasetteki sol boşluğu doldurması gerektiğini söyleyen Öcalan, " BDP’nin anti faşist tüm sol kesimleri, radikal demokratları kapsaması lazım. Demokrat Müslümanlar da yer alabilir. Türkiye’nin sorunlara yaklaşımda üç temel çizgi var; biri katı milliyetçi Ergenekoncu çizgi, ikincisi AKP, ABD, kısmen Avrupa ve Talabani ile Barzani’nin içinde olduğu yumuşak tasfiye çizgisi. Üçüncüsü ise radikal demokratların çizgisi” dedi. Öcalan, şunları söyledi:

“BDP Türkiyelileşmeli, Türkiye’nin tüm sorunlarını ele alan bir perspektifle çalışmalarını yürütmelidir. Daha önce de söylemiştim, feminist çevreler, çevreciler demiştim. Çeşitli kesimlerden bahsetmiştim. BDP çok renkli olmalı, Türkiye’nin renkliliğini yansıtmalı. Ben bunun için üç ilkeden bahsetmiştim; demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, bunun içinde Kürdistan’da var, inkar edilmiyor. Ve demokratik ulus. CHP ve MHP’nin katı milliyetçi ulus anlayışına karşı demokratik ulus. Bu ilkeler etrafında biraraya gelebilirler. Bunların temsil güçleri yüksek olmalıdır.”
aktifhaber

Aysel Tuğluk: Bizi ezemeyeceklerini öğreteceğiz
15:40 - Türkiye Barış Meclisi'nin düzenlediği "Henüz Geç Değil Barış İçin Çözüm Ellerimizde" konferansı Ankara Sürmeli Otel'de başladı. Konferansın "Siyasi Yasaklılar Kürsüsü"nde konuşan kapatılan DTP'nin eski milletvekili Aysel Tuğluk, "Bizi, sevmek zorunda değiller elbette ama ezmek yok etmek gibi bir davranış içine de giremezler. Bunu onlara hem öğreteceğiz hem de mecbur bırakacağız" dedi. 16.01.2010 ANKARA

18 Ocak 2010 17:43
PKK: 'AKP orduyu zayıflatıyor'

PKK liderlerinden Suriye kökenli Bahoz Erdal'dan çok enteresan açıklamalar. Orduya yönelik eleştirileri haksız bulan Erdal, 'AKP orduyu zayıflatıyor' dedi...

PKK’nın şahinler kanadından Suriye kökenli Bahoz Erdal dün PKK’nın resmi sitesine şaşırtıcı açıklamalarda bulundu.

Erdal’ın iddiasına göre AKP politikaları, orduyu PKK’ya karşı kışkırtıyor. Erdal’a göre bunun nedeni ise orduyu savaştırarak zayıf düşürüp tam bir iktidar sağlamak. Erdal, TSK’ya son dönemde yapılan eleştirilerin orduyu yıpratma amaçlı olduğunu ve orduya haksızlık edildiğini iddia etti.

Orduya haksız eleştiri yapılıyor

Erdal, çok enteresan açıklamalarda bulunduğu konuşmasında, son günlerde TSK’ya yapılan haksız eleştirilere cevap verdi. Erdal, TSK’nın PKK’ya karşı savaşmadığı iddialarına TSK’nın kendilerine karşı çok sert bir savaş yürüttüğünü anlatarak cevap verdi. Erdal şöyle söyledi: “Şöyle bir tartışma var: ‘25 yıl boyunca ordu niye PKK’yi bitiremedi?’ ‘Niye kayıp veriyor?’ ‘Tedbiri zayıftır, tekniği azdır veya ihmalkarlık vardır’ türünden eleştiriler var. Buna karşı çare olarak, daha fazla karakol, daha fazla teknik, daha fazla asker, daha fazla operasyon diyorlar. Bence bunlar Türk ordusuna yönelik yapılan haksız eleştirilerdir. 25 yıllık süreçte ordu az savaşmadı, zayıf da davranmadı.

Türk ordusu NATO’nun önemli bir yere sahip bölgenin en güçlü ordularındandır. 25 yıl boyunca savaşın her türlü biçimini bize karşı yürüttüler. Bütün askeri operasyon türlerini kışın da yazın da gerçekleştirdiler. Hem büyük güçlerle, hem de küçük güçlerle, her türlü savaş tekniğini de kullanarak savaştılar. Hatta bütün uluslararası savaş kurallarını da ihlal ederek binlerce faili meçhul cinayet işleyerek, köyleri yakarak ve boşaltarak devlet terörüne de başvurdular.

Eğer Türk ordusu buna rağmen başaramamışsa bunu ordunun bir zaafı, generallerin veya Genelkurmay’ın bir eksikliği, bir suçu olarak değerlendirmemek gerekir. Bu başarısızlık, sorunun yanlış teşhisinden ve yanlış tedavi yönteminden kaynaklanmaktadır. Sorun tarihsel, toplumsal, siyasal boyutu olan bir sorundur. Salt askeri yöntemle, imhayla bu soruna yönelmek, sorunu çözmeyeceği gibi daha fazla da körükleyecektir. Ne kadar savaş ve silah boyutuyla yönelirsen, o kadar sorunu derinleştirmiş oluyorsun.”

AKP orduyu zayıflatıyor

Erdal açıklamasında AKP’nin orduyu PKK’ya karşı sürerek, çeşitli eylemler ile kışkırttığını ve bu şekilde zayıflatmaya çalıştığını iddia etti. Erdal şöyle konuştu: “Son yıllarda AKP hükümeti sinsi bir kurnazlıkla ordunun bilinen psikolojik yapısını, komplekslerini kışkırtarak, onu tahrik ederek tekrar savaşa sürdü. Ordunun başarısız olacağını bildiği halde bizimle savaştırarak zayıflatmaya ve etkisini azaltmaya çalıştı. Nitekim son üç dört yılda yaşanan bu oldu:

Ordu Kuzey ve Güney Kürdistan’a yönelik olarak yoğun saldırı ve operasyonlara başvurdu ancak başarılı olamadı. Mümkün de değildir. Ve bu savaşta ısrar, ordunun prestijini zayıflatır ve özgüvenini yitirtir. Ve bundan sonra savaşta ısrar edilirse en fazla zararı ordu görür. Sadece fiziki kayıp veya asker ölümü anlamında değil; maneviyat, özgüven ve moral olarak da zarar görecektir.”

Kürt sorunu ordunun değil hükümetin sorunu
Erdal, siyasi iktidarların Kürt sorununu çözemedikleri oranda sorunu orduya havale ettiklerini ve orduyu zor duruma soktuklarını şu sözlerle anlattı: “Kürt sorununun çözümü ordunun değil, hükümetin bir görevidir. Bu anlamda bugüne kadar AKP hükümeti de dahil tüm hükümetler, siyasal bir soruna karşı siyasal bir çözüm ve proje geliştirerek çözeceğine, en kolay yöntem olarak kendini sorumluluk altına koymadan, kendi görevini orduya havale ederek, orduyu saldırtarak, savaşı tahrik ederek daha fazla orduyu yıpratmıştır.”

PKK açılıma nasıl bakıyor

Erdal, AKP’nin açılım politikasına PKK’nın bakış açısını ise şu sözlerle ifade etti: “AKP ve Erdoğan “Açılım yapıyorum, çözüyorum diyerek, Kürt Özgürlük Hareketimizi yeni bir ad ve söylemle tasfiye planını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu söylemin amacının PKK’nin tasfiyesi olduğunu kendileri de açıkça dile getiriyorlar. Bu tasfiye planlarını Kürtler içinde PKK ve Öcalan karşıtı bir oluşum yaratarak gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bunu da bazı, ruhlarını ve onurlarını satmış hain Kürtleri yanlarına çekip bir araya getirerek yapmak istiyorlar. Açılım dedikleri sürecin, sinsi bir tasfiye ve katliam konsepti olduğu halkımız açısından artık bir sır değil.”

AKP dini istismar ediyor

Bahoz Erdal, AKP’nin dini kullandığını iddia ederken çok sert ifadeler kullandı: “AKP hükümeti, halkımızın dini duygularını etkilemeye ve kullanmaya çalışmıştır. Ancak AKP’nin dindarlığının sahte olduğu, gerçek din ve İslam’la hiçbir alakasının olmadığı artık bilinmektedir. Bu konuda AKP gerçeği deşifre edilmiştir. Özellikle Erdoğan’ın Müslümanlık anlayışı ve İslam’a yaklaşımı Museylemet-ül Kezzab’ın yaklaşımıyla aynıdır. Biliniyor, İslam tarihinde vardır: Hz. Muhammed vefat ettiğinde Museylemet adında birisi çıkar “ben bundan sonra peygamberim” der; bir sürü ayet uydurur. Ancak daha sonra yalancı ve sahte olduğu ortaya çıkınca Müslümanlar topluluğu tarafından Kezzab yani yalancı Museylemet adı verilerek lanetlenmiştir. Erdoğan’ın Müslümanlığı da Museylemet’in ki gibidir.”

AKP’li Kürtler’i tehdit etti

Bahoz Erdal, AKP’ye yakın olan Kürtler’i ise açıkça tehdit eden şu ifadeleri kullandı: “Onun için özellikle AKP’ye umut bağlayan, AKP’de yer alan Kürtlere söylemek istiyorum: Artık AKP’nin gerçek dinle hiçbir alakasının olmadığı, en fazla dine zarar verenin, en fazla dini çarpıtanın ve münafıklık yapanın AKP ve Erdoğan olduğu açığa çıkmıştır. Eğer dini duygularla AKP’ye umut bağlamış iseniz şu ana kadar ortaya çıkan bu gerçeklerden hareketle, bunu görmeniz ve bu hatadan vazgeçmeniz gerekiyor.

Eğer Kürt sorununu çözebilir ya da çözecek umuduyla bu tutum içine girmişseniz, -bunun da ne kadar gerçek dışı ve yanıltıcı olduğu da artık ortaya çıkmış bulunmaktadır- AKP’ye oy vermiş veya AKP politikasına girmiş iseniz bu gerçeklik karşısında bu yanlış tutumdan vazgeçmeniz gerekiyor. Yok eğer para için, rant için, çıkar sağlamak için AKP tarafında yer alıyorsanız bu şu demektir, demek ki dinini, imanını, yurtseverliğini, halkını ve onurunu para karşılığında satmış insanlar konumuna düşüyorsunuz.

Halkımızın emeği ve şehitlerimizin kanı üzerinde rant yapmış ve çıkar sağlamış oluyorsunuz. Bunun da tehlikeli bir yol olduğunu ve halkımızın bunları unutmayacağını herkesin bilmesi gerekiyor. Onun için kandırılmış, yanılmış, gerçek dindar ve yurtsever Kürtlere bunu görüp doğru yola girmelerini söylüyoruz. Israr edenlerin de onursuz, iradesiz, işbirlikçi, koruculuktan daha beter insanlar olduğunu; halkımızın böyle tanımlayacağını ve bileceğini ve öyle tarihe geçeceklerini ve bu temelde onlara yaklaşılacağını herkesin bilmesi gerekiyor.”
aktifhaber

19 Ocak 2010
BDP'den 'PKK Dahil Edilsin'e Destek
BDP, Türkiye Barış Meclisi'nin PKK'nın sürece dahil edilmesi önerisine destek verdi.

BDP Grup Başkanı Nuri Yaman, Türkiye Barış Meclisi’nin hafta sonu Ankara’da yaptığı toplantıda aldığı “PKK’nın çözüm sürecine dahil edilmesi, anayasa değişikliği, devletin teklik dilini terk etmesi, anadil hakkının tanınması ve siyasi katılımın önündeki engellerin kaldırılması” önerilerine destek verdiklerini ve önemsediklerini bildirdi. Yaman, “Bir elde kelepçe, diğer elde açılım olmaz, olamaz da. Bu, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Siz, bir ipte iki cambaz rolü oynayabilirsiniz. Ama halk buna izin vermez. Sizi, o ipten aşağı indirmesini bilir” diye konuştu.

BDP Grup Başkanı Yaman, partisinin Meclis grup toplantısında yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi. Toplantıya eylemdeki TEKEL işçileri de katılırken, BDP milletvekilleri grup toplantısında işçilere “TEKEL işçilerinin onurlu direnişini selamlıyoruz” ve “TEKEL işçileri ölüyor haberin var mı Başbakan” yazılı dövizlerle destek verdiler. Yaman konuşmasına TEKEL işçilerini selamlayarak başlarken, işçiler ayakta alkışlandı. TEKEL işçilerine dayatılanın ‘kölelik’ olduğunu ve bu köleliği kabul etmeyen işçilerin 36 gündür eylemde olduğunu ifade eden Yaman, “Bugünden itibaren, açlık grevine başlayarak, eylemlerini bir üst aşamaya taşıyacaklar. Hükümet ne yapıyor? Hiç vicdanları bile sızlamıyor. İşçilerin bu haykırışlarını görmezden gelmekte, Kızılay meydanından yükselen seslere kulağını tıkamaktadır” dedi.

-“HÜKÜMET O KADAR GAZA BASTI Kİ POLİSİN ELİNDE GAZ BOMBASI KALMADI”-

Aylardan beri Türkiye’nin Kürt sorununun tartıştığını, ancak çözüm konusunda kayda değer bir gelişmenin sağlanamadığını ifade eden Yaman, İçişleri Bakanı’nın açıklamaları ile ‘hükümetin açılım için yeniden gaza bastığı’ yorumlarının olduğunu hatırlattı ve “Başından beri hükümetin bir ayağı gazdaydı, ama açılım için değil. Demokratik hak taleplerinin bastırılması için gaza basıldı ve halen devam etmektedir. Kürtler başta olmak üzere toplumun örgütlü kesimlerine saldırılar için gaza basıldı. Polisin elindeki gaz stoku bitti diye bir haber vardı. Demek ki, Hükümet gaza o kadar çok basmış ki, Emniyetin elinde gaz bombası kalmamış.” İşte, bu tablo hükümetin hangi alanlarda gaza bastığının somut göstergesidir” diye konuştu. Yaman’ın konuşmasında ‘yaz ayları’ yerine yanlışlıkla ‘gaz ayları’ demesi de salonda gülüşmelere yol açtı.

-“AKP’NİN KADROLAŞMA ADRESİ GÜVENLİK MÜSTEŞARLIĞI OLACAK”-

Hükümetin ‘çözüm’ adı altında planladığı şeyin ‘Kürt sorununu çözüyormuş’ gibi yapıp, zamana yaymak ve kendi kontrolüne alarak seçimlere gitmek olduğunu savunan Yaman, İçişleri Bakanı açılımla ilgili konuşurken, BDP’lilere yönelik operasyonların devam ettiğini söyledi. Endişeli ve kaygılı olduklarını söyleyen Nuri Yaman, hükümete “Herşeyden önce o kelepçeler orada asılı dururken sizin hangi açılımınıza güveneceğiz? Kürtler size nasıl inanacak?” diye seslendi. Hükümetin ‘kandırma ve oyalama’ konusunda geçmiş iktidarlar içerisinde en başarılı hükümet olduğunu da kaydeden Yaman, Meclis gündeminde bulunan Kamu Güvenliği Müsteşarlığı kurulmasına ilişkin tasarıyı eleştirdi. Yaman, “Güvenlik Müsteşarlığı adı altında yeni bir yapılanmaya gidiliyor. Adı üzerinde: Güvenlik. Yani, Kürt sorunu gibi köklü bir sorun, halen asayiş mantığıyla ele alınmaya çalışılıyor. Yeni müsteşarlık, terörle mücadeleye yönelik ve Kürt sorununu ‘terör’ sorunu olarak gören zihniyetin bir kurumlaşması olarak ortaya çıkmaktadır. Ne diyor tasarının gerekçesindeki temel amaç? ‘Teröristle vatandaş birbirinden ayrıştırılacak’ Terörist olarak gördüğünüz insanlar, bu ülkenin öz vatandaşları değil midir? Yoksa ‘sözde vatandaş’ tanımını devam mı ettirmek istiyorsunuz? Muhtemelen AKP’ye yol gösteren, Kürtlere karşı operasyonel süreçlerin planını hazırlayan birçok akademisyeni, stratejisti, cemaat üyesini bu müsteşarlıkta yuvalandıracaksınız. Bir anlamda AKP’nin yeni kadrolaşma adresi burası olacaktır.
Eğer bu kurum, Kürt sorununun çözümü konusunda doğru politikalar ve projeler üretecek, strateji geliştirecek bir kurum olmaz da, bir psikolojik savaş merkezine dönüşürse, bu müsteşarlık şimdiden ölü doğmuştur. Başarısız kalmaya mahkûmdur. Hükümet bu haliyle, işe yaramayan ve tamamen ranttan beslenen kurumlar çöplüğüne bir yenisini daha eklemiş olacaktır “diye konuştu.

-“BARIŞ MECLİSİ’NİN KARARLARINI DESTEKLİYORUZ”-

Konuşmasında anayasa değişikliği tartışmalarını da değerlendiren Yaman, bugüne kadar anayasanın ruhuna ve özüne dokunulmadığını, AKP’nin de aynısını yaptığını söyledi. AKP’nin sınırlı değişikliklerle durumu kurtarmaya çalıştığını savunan Yaman, Türkiye Barış Meclisi’nin hafta sonu Ankara’da yaptığı toplantıda aldığı kararları hatırlattı ve “Çatışan tarafların süresiz ateşkesi taahhüt etmeleri, PKK’nin çözüm sürecine dahil edilmesi,
Devletin teklik dilini terk etmesi, Anayasa değişikliği, Anadil hakkının tanınması, Siyasi katılımın önündeki engellerin kaldırılması gibi en önemli çağrılardı. Bu çağrıları, BDP olarak biz de, destekliyor ve önemsiyoruz. “diye konuştu.

-“KILAVUZLARINIZ YANLIŞ YÖNLENDİRİYOR”-

Hükümet sözcüsünün açılımla ilgili ‘BDP’den icazet alacak değiliz” dediğini hatırlatan Yaman, “Biz de diyoruz ki; şimdiye kadar, kendi ulemanızdan, cemaatlerinizden, bir takım akıl hocalarınızdan, ABD’den, İsrail’den, İngiltere’den icazet aldınız. Doğru yolu, doğru bir çözümü bulabildiniz mi? Hayır. Demek ki; kılavuzlarınız, sizi yanlış yönlendiriyorlar. O yüzden soruna özlü değil, yüzeysel yaklaşıyorsunuz. Öyle göz boyamaya dönük birkaç adımla sorunu ortadan kaldıracağınızı sanıyorsanız yanılırsınız. Böyle yaklaşırsanız evdeki hesabınız da çarşıdakine uymaz. İşte bu nedenle, icazet aldığınız adresleri artık değiştirmek zorundasınız. Hani, bir bilene sor derler ya. Gelin, bir kez de bizi dinleyin, halkı dinleyin, toplumun vicdanı olan aydınları, sivil toplum örgütlerini dinleyin” dedi.

-“BİR ELDE KELEPÇE DİĞER ELDE AÇILIM OLMAZ”-

Bahar aylarının yaklaştığını, Türkiye’nin bir an önce çatışmalı ortamdan çıkması gerektiğini söyleyen Nuri Yaman, PKK’ya karşı askeri operasyonlara son verilmesini istedi. Yaman, “Bir elde kelepçe, diğer elde açılım olmaz, olamaz da. Bu, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Siz, bir ipte iki cambaz rolü oynayabilirsiniz. Ama halk buna izin vermez. Sizi, o ipten aşağı indirmesini bilir. Bu havuç ve sopa politikasının son kullanma tarihi çoktan geçti. Bu saatten sonra ne o havuç tutar, ne de o sopa bir işe yarar. İkisi de, elinizde kalır, ayağınıza dolanır. O yüzden hükümeti tutarlı olmaya ve diyaloga çağırıyoruz” dedi.
aktifhaber

23 Ocak 2010
Yüksekova'da Gerginlik
Hakkari'nin Yüksekova ilçe merkezinde esnaf kepenk kapatırken, çarşı merkezinde toplanan göstericlere polis müdahale etti.
Yüksekova'da sabah saatlerinde başlayan gerginlik, Şemdinli yolu üzerinde protesto gösterisine dönüştü.

Yüzlerce kişiye polis gaz bombaları ile müdahale etti. Son günlerde yaşanan gözaltıları ve cezaevlerini protesto eden gruba polis, tazyikli su ve gaz bombaları ile müdahalede bulundu.

Polisin müdahalesi sonrası Yüksekova ilçe merkezinde esnaflar kepenk kapattı. Polis müdahalesine göstericilerin taşlarla karşılık verdiği görüldü.
aktifhaber

IĞDIR BELEDİYE BAŞKANI TUTUKLANDI

24 Ocak 2010
Önceki gün gözaltına alınan nöbetçi mahkemede 14 saat sorgulanan Iğdır Belediye Başkanı Mehmet Nuri Güneş ile 7 kişi tutuklandı, 2 kişi serbest bırakıldı.
Edinilen bilgiye göre, önceki gün gözaltına alınanların nöbetçi mahkemede 14 saat süren sorgu ve ifadelerin ardından ''silahlı terör örgütüne üye olmak'' iddiasıyla Belediye Başkanı Güneş, BDP İl Başkanı Şebbap Çelik, eski Hoşhaber belediye başkanı Nusret Aras, Mehmet Güven, Aziz Çam, Mehmet Haşimoğlu, Mecit Baştaş ve Abdülbahri Tendik tutuklandı. Bu kişilerle birlikte gözaltına alınan 2 kişi ise serbest bırakıldı.

Bu arada, Adliye önünde bekleyen partililere hitaben konuşan BDP Iğdır milletvekili Pervin Buldan, gözaltı ve tutuklamanın ''haksızlık'' olduğunu savundu.
haber10

Prof. İlhami Güler
‘Yurdum insanı’ Türkiye vatandaşı

Avrupa’da palazlanan burjuvazinin ideolojisi olarak gelişen milliyetçilik ve onun siyasal yansıması olan ulus-devlet formunun temeli, Machiavelli’nin, siyaseti üzerine oturttuğu ‘çıkar’ ve egoizme dayandığı bilinmektedir. Teknik ve ekonomik açıdan güçlü ve de sömürgeleri olan Avrupalı kavimler, hakimiyetleri altında olan topraklar üzerinde zorla ulus yaratmayı başardılar. Azınlıkları asimile ettiler, direnenleri de temizlediler. Anglo-sakson (WASP) ağırlıklı göçmenlerin kurduğu ABD ise, kendi aralarında ve İngilizlere karşı giriştikleri uzun bir savaş döneminden sonra bir “Yurt-Vatan-Ülke” kavramından ziyade, -çünkü, orası Kızılderililerin yurdu, ülkesi ve vatanıydı- bir ‘çiftlik’ veya ‘anonim şirket’ halinde ‘fırsatlar mekanı’ olarak gasp edildi/kuruldu. Onun için, bayrak ve çıkarın dışında ‘ortak’ bir şey yoktur bu coğrafyada.

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nda parçalanmasından sonra, işgallerden kurtarılan topraklar üzerinde kurulan devlet, ulus-devlet formunu takip etti. Çünkü o tarihlerde geeçerli başka form yoktu. Bunun için de, bu topraklardaki gayr-i müslimlerden arındırılarak (mubadele/tehcir) İslam kültürü bağlamında homojenleştirildi. İmparatorluğun kaybedilen bölgelerinden göç eden ahali ve burada yaşayan Türk ve Kürtlerle birlikte, Anayasal olarak birbirine eşit; fakat ulus-devlet mantığı gereği, ahalisinin adına ‘Türk’ denen, resmi dili Türkçe olan bir devlet kuruldu. Bu ismin başat oluşunun tarihi -Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kurucu unsuru olma- ve mevcut demografinin çoğunluğu olması hasebiyle de pratik bir nedeni vardı. Kürtlerin dışındaki farklı etnik kökenden gelenler, birincisi az oldukları; ikincisi de, yurtsuzluğun ne demek olduğunu yaşayarak bildikleri için, ‘Türk’ kimliğine itiraz etmeden kabul ettiler. Ancak, Kürt aleviler (Dersim) ve Şafii Kürtler (Şeyh Said), yeni kurulan devletin Türk ve laik otoritesine etnik ve dini saiklerle başkaldırdılar. Bu isyanlar kanlı bir şekilde bastırıldı.

Dışlayan kimlik tanımı

1980’lerden sonra dünyadaki gelişmelere paralel olarak, Sünni muhafazakarlar ve Aleviler, dini veya mezhebi inançlarını özgürce yaşayamadıklarından, Kürtler de dillerini ve kültürlerini serbestçe ifade edemediklerinden dolayı baskı altında olduklarını iddia ederek hak talebinde bulunmaya başladılar. Sünniler ve Aleviler, demokratik mücadele yöntemini benimserken; Kürtler silahlı (PKK) mücadeleye başvurdular. Mağduriyetleri ve maduniyetleri Kürtlerle hemen hemen aynı olan Sünni/dindar Türkler ve Aleviler, devletin uyguladığı şiddet ve baskıya karşı demokratik mücadeleyi benimserken; Kürtlerin asker-sivil ayrımı yapmadan otuz yıldan beri silahlı mücadeleyi sürdürmeleri, ayrıca calib-i dikkattir. Bütün bu tartışmalarda Devlet(askeri ve sivil bürokrasi) ve milliyetçiler (CHP-MHP), teslim edilmesi gereken bazı dini-kültürel farklılıkları inkar ederek sürekli ‘aynılığa’ vurgu yaparken; Aleviler ve Kürtler, Sünni Türkler ile mevcut ortak tarihi ve kültürel bağları ve aynılıkları atlayarak ‘farklılığa’ vurgu yapıyorlar.

Ulus-devletin kimlik tanımı (Alman, Fransız, İngiliz vs.) ve resmi dil belirlemesi, çoğunluğun ‘gücüne’ bağlı olarak şekillenirken; Amerika’nın kimlik tanımı da kurucu babaların gücüne (WASP) ve birliğe katılanların (göçmenlerin) çıkarına dayandırılmıştır. İnsan hakları, demokrasi, laiklik, hukuk devleti, oluşan bu dengeyi koruyan aparatlardır. Türkiye gibi zayıf ve geç kurulan ulus-devletlerin sorunu, bu işi onlarla aynı zamanda ve aynı güçle (zorla) -istemiş olmasına rağmen-yapamamış olmalarıdır. Aslında Türkiye kendi tarihine ve pratiğine bakacak olsaydı, Avrupa’daki maceradan farklı olarak, kendi aynılıklarını ve farklılıklarını farklı bir dinamik ve racon üzerine kurabilirdi ve halen de bunu başarabilir. Şöyleki, Alevilerin sorunu, insan hakları, demokrasi, laiklik ve hukuk devleti ilkeleriyle halledilebilir. Şehirli, sekülerleşmiş ve Türkmen kökenli Alevi yurttaşların devlet ile ciddi herhangi bir sorunu ve talebi yoktur. Köy-Kürt kökenli ve dindar Alevilerin Cemevi ve mevcut din dersinden muaf olma veya alternatif din dersi talepleri de haklarıdır. Devlet bunları teslim etmeli. Laik devletin, Alevileri Sünnileştirme gibi bir amacı olamaz.

Kürtlere gelince, 1924 Anayasasındaki hukuki vatandaşlık ve eşitlik ilkesi, zaten birçok sorunu halletmiş durumda. Anayasadaki Türk tanımı, muhtevası ümmet, fakat adı yanlışlıkla -bilinçli olarak- Türk olarak konulmuş bir tanımdır. Sorunun büyük bir bölümü, tarihi süreç içinde devletin Kürtlere karşı uyguladığı politikalardan kaynaklanmıştır. Kürtler ile Türklerin kültürlerinin tarih, coğrafya ve dinden gelen ortak paydaları neredeyse yüzde seksendir. Toplumlar arasındaki gerçek kültürel farklılık, cenazelerini defin törenlerinde ortaya çıkar. Türkler ile Kürtler arasında milim bile fark yoktur bu konuda. İslam kardeşliği veya ümmet deyince gözleri dönen Türk ve Kürt laik aydın ve siyasetçileri, otuz yıldır dine itibar etmeyen milliyetçi/bölücü terör ve milliyetçi/otoriter bastırma çabasına rağmen, iki halk arasındaki kardeşliğin tahrip edilememesini hala anlamış değiller. Bin yıl boyunca Anadolu ve Mezopotamya’nın harcı İslam kültürü ile karılmıştır. Din dediğimiz sırlı yaşayış, bütün öteki toplum kurumlarını var etmekle kalmamış, onların yaratıcı özü olarak onların içinde kalmıştır.

Üç dinin ortak vaazı

Toplumun dini onun ahlakından, hukukundan, dilinden, bilgisinden, sanatından, varlık felsefesinden apayrı bir varlık değildir. Bütün bunların sonu şuraya varıyor: Din kişiliği olmadan milli kişilik olmuyor. Baltacıoğlu, Dine Doğru isimli makalesinde Cumhuriyet kadrolarının, dinden bağımsız bir ulus kişiliği kurma teşebbüslerini eleştirmiştir. İslam, bu coğrafyada dini, mezhebi, dili

ve ırkı ne olursa olsun, tümünün üzerinde ortak bir maya çalmıştır. İslam, düşman ‘öteki’liği, ‘gayr-i müslimlikten çıkararak, nominal anlamda Müslüman olsa da, ahlaki anlamda ‘gavur’luğa indirgemiştir. Yanlış olan, gavurluk etmek veya gavur kayırıcılığı yapmaktır.

20. yy’daki uluslaşma ve uygarlaşma süreci, zımnen veya alenen dinden boşanma ve içgüdülerin serbest kalması şeklinde sonuçları iki dünya savaşı olarak ortadadır. Bunun bizdeki yansıması Ermeni ayaklanması/tehciri, Dersim isyanı/katliamı ve Kürt isyanları ve bastırılmalarıdır. Oysa dinin bütün talepleri, aslında toplumsal ilişkiler ağını korumaya yönelik savunma faaliyetleridir. Hz. Musa’nın “on emri” ve bunların ilki olan “Öldürmeyeceksin!”, bunu vaaz ettiği gibi; Hz. İsa’nın “Dağdaki Vaazı” da, Hz. Muhammed’in bütün mesajı ve son Veda Haccında verdiği “Hutbe” de, aynı amaca yöneliktir. Bu coğrafyanın etnik ve dini/mezhebi bağırsakları “milliyetçilik” ile karından dışarı çıkarılmıştır. Bu toprakların ruhunu, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganı -etnik olarak Türklerin hoşuna gitse de- değil; İstiklal Marşı anlatır: Burada millet olmanın raconu ırk veya dil değil; “Hakka tapmak”tır. Yazarı, Arnavut’tur; ama, kimsenin aklına gelmez. O, Mehmet Akif’tir. Kurtuluş Savaşı şairi veya nam-ı diğer “İslam Şairi.” Şırnaklı bir Kürt ile Egeli bir Türk arasındaki fark, Karadenizli bir laz ile Akdenizli bir yörük arasındaki farktan fazla değildir. Çanakkale Şehitliği, bunun dünkü şahididir. Bugünkü şahidi ise, ‘Türkçü4 ve ‘Kürtçü’lerin dışındaki herkestir. Kürt şairi Ahmet Arif’in bir şiirinde dediği gibi: Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız/Karşı yaka köyler, obalarıyla/Kız alıp, kız vermişiz yüzyıllar boyu/Komşuyuz, yaka yakaya/Birbirine karışmış tavuklarımız.

Dil cenderesi

Burası Amerika gibi bir ‘çıkar’ birliği, veya İngiltere gibi ‘çokkültürlü’ bir coğrafya değildir; temeli İslam ile yoğrulmuş veya mayalanmış olan bir kültür/ruh birliğidir. Üzerinde yaşayanlar için “Şüheda, toprağı sıksan fışkıracak, şüheda” bir Yurt, Vatan ve Yuvadır: Bu birliği, vaktiyle Arap kabilelerin arasında İslam kardeşliği gerçekleştirdiği gibi; Sünni Müslümanlık da, birbiriyle bin yıldır iç-içe yaşayan bu iki halkı birleştirmiştir: Nitekim Kur’an şöyle der: “Tüm yeryüzündekileri harcasan bile onların kalplerini birleştiremezdin; fakat Allah onların kalplerini birleştirdi.”(8/63).

Türklerin ve Kürtlerin tarih boyu ırkçı-milliyetçi olmamaları sebebiyle, kolayca birbirleriyle evlenerek akraba, hısım olmuşlardır. Annesi ve babası farklı etnisitelerde, melez yüzbinlerce insan var bu topraklarda. Altmışlardan sonra kırsaldan kentlere göç başlayınca, Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürtlerden hatırı sayılır bir kütle, Anadolu’nun her kentine göç edip orada yerleşebilmişlerdir. Kimsenin aklına da “Bunların burada ne işi var?” sorusu gelmemiştir.

Kürtlerin kültürel kimlik talepleri ancak dil, yani Kürtçe bazında anlamlı olabilir. Resmi dilin Türkçe olmasına (çoğunluğun dili olduğu için) Kürtlerin itirazı anlamlı değildir. Kürtler çoğunlukta olsalardı, onların dilini konuşacaktık. Kürtçenin eğitim dili olması talebi de, Kürtleri dünyadan ve ekonomik süreçlerden izole edeceği için onlar açısından anlamsızdır. Kürtçe Üniversite eğitimini almış bir gencin bölge dışında iş bulma imkanı ortadan kalkmış olacak. İngilizceyi yabancı dil olarak iyi öğrenmemiş Türk çocukları bile iş bulamıyor. Kürtçenin eğitim dili ve resmi dil olmasını isteyenler, bağımsız bir ulus-devlet kurmak iştahına ve de iğvasına kapılmış ayrılıkçı Kürtlerdir. Oysa bütün sorunlar, mevcut ulus-devlet mantığından kaynaklanıyor. Bu iki talebin dışında Kürtçenin serbest olması gerekir. Anayasadaki ulus-devlet mantığı ile yapılmış ‘Türk’ tanımının da değişmesi gerekiyor. ‘Türkiye halkı’ denebilir. Halk bunu “Yurdum insanı” olarak zaten kullanmaktadır. Etnik olarak kim kendini ne hissediyorsa ve kendini nasıl tanımlıyorsa odur. Etnik kökeni ve dili farklı olan insanlara ‘Türk’ demek, - ‘Türk’ sıfatının doğuşu ve tarihsel kullanılışı etnik bir imleme taşımasa da- ahlaki ve mantıki değildir. Türkiye vatandaşlığı ve Anadoluluk, tarihsel, kültürel mirasın aynılığı -dil dışında- bu ülkede yaşayan insanları birleştirmektedir. Bu bağlamda, bu kadar aynılığa rağmen, dil ve etnik köken ayrılığını ırkçılık ve milliyetçilik olarak öne çıkarmak suretiyle, ülkeyi kan gölüne çevirmek ve bölünmeyi talep etmek, akılsız ve ahlaksız siyasi kadroların işidir.

ilhamiguler@hotmail.com

Star

Iğdır'da tehlikeli gerginlik

26/01/2010 09:21

Azeri kökenlilerin dükkanları taşlandı, 53 kişi gözaltına alındı, çevik kuvvet akşam saatlerinde 'Herşey vatan için' yürüyüş kararı sayarak devriye gezdi

IĞDIR - Belediye Başkanı BDP'li Mehnmet Nuri Güneş ile BDP İl Başkanı Şebap Çelik’in de aralarında bulunduğu sekiz partilinin tutuklanmasını protesto etmek için Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın basın açıklamasına katılan bazı göstericiler, işyerlerini taşladı. Azerilere ait işyerlerini taşlayan BDP’li göstericilere, ülkücüler karşılık verdi.
BDP’nin Karaca Sokak'taki il binası önünde toplanan 2 bin kadar partiliye konuşan BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, yapılanları halkın iradesine kelepçe vurmak olarak nitelendirdi. Demokratik açılımdan bahsedenlerin Kürtleri yok etmeye çalıştığını iddia eden Pervin Buldan, seçilmişlerin cezaevine girmesini eleştirdi.
Basın açıklamasından sonra bazı gruplar yürümek istedi ama polis müdahale etti. Bunun üzerine ara sokaklara dağılan göstericiler, daha çok Azerilere ait işyerlerini taşladı. Polis, BDP’lilerin 15- 20’şerli gruplar halindeki eylemine göz yaşartıcı bomba ve tazyikli su kullanarak müdahale etti. Dört yol kesiminde yine Azerilerin işyerlerine saldıran göstericilere, bu kez 50 kadar ülkücü karşılık verdi. Kısa süreli taşlı- sopalı çatışma sonrası göstericiler yine ara sokaklara girerek uzaklaştı.
Emniyet Müdürü Mustafa Aydın, BDP’lilerin gösterilerinden zarar gören, rahatsız olan esnaf ve ülkücülerin toplandığı Dört Yol mevkiine geldi. Aydın, “Arkadaşlar sakin olun. Biz devlet olarak her şeye hakimiz. Onların istediği budur. Sakın bu tür oyunlara gelmeyin. Biz gerekeni yapıyoruz” diye konuştu. Gerginlik ardından yatıştı.

53 GÖSTERİCİ GÖZALTINDA

Öte yandan polis, olaylara karışarak işyerlerini taşlayan 53 kişiyi gözaltına aldı. Çıkan olaylar sırasında 2'si polis 1'i vatandaş, 3 kişi yaralandı. Olaylar sonrasında esnafı ziyaret eden BDP Milletvekili Pervin Buldan, Hakkarili bir işyeri sahibine, “Senin benim hemşerim olduğunu bildiği için polis burayı taşlattı” iddiasında bulundu. Akşam saatlerinde ise Çevik Kuvvet ekipleri, Iğdır sokaklarında ‘Herşey vatan için’ yürüyüş kararı sayarak devriye gezdi.(dha)

Radikal

KERKÜK GÖZDEN ÇIKARILDI
Emre Özsuda
29.01.2010 00:10

Bundan önce yazdığım yazılarda, “açılım” olarak anılan süreçte yürütülen pazarlıkların çöktüğünü, ABD-İsrail-AKP ve Barzani’den mürekkep ittifakın önerdiği çizgiyi kabul etmemiş Türkiye Kürtlerinin cezalandırıldıklarını ve Türkiye’de inşa edilmekte olan yeni rejimin organik matbuatının hem uluslararası konjonktüre uygun olarak ABD-İsrail-Barzani taraftarı hem de yeni rejimin karakterine uygun olarak AKP ve/veya Fethullah Gülen müridi bir yeni “iyi Kürt” kategorisini popüler hâle getirmeye çalıştığını yazmıştım. Böylesi bir süreçten geçtiğimiz, üniversitelerde ve DTP/BDP örgütlerinde PKK’lı keşfine çıkılan polis operasyonlarının ve ardından gelen gözaltı ve tutuklamaların sıklaştırılmış olması, Habur’da büyük gösterilerle karşılanıp özel olarak kurulmuş bir çadır mahkemesine çıkarılarak hızlıca serbest bırakılabilecek ölçüde ayrı muameleye tabi tutulabilmiş Mahmur ve PKK gruplarından olan iki kişinin tutuklanmış olması ve son olarak Özel Harekat birliklerine Güneydoğu’da pusulamalı operasyon emri verilmesinden de anlaşılmaktadır. Buna mukabil, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde, çoluk çocuk Kürt göstericilerin polisle girdikleri çetin çatışma ve “Kahrolsun Fethullah!” sloganları eşliğinde, Gülen cemaatine veya diğer AKP yanlısı İslamî cemaatlere yakın olduğu düşünülen BİM gibi marketlere veya Kuveyt Türk gibi yeşil sermayeye ait olduğu düşünülen banka şubelerine yönelik molotof kokteylli saldırı haberlerini ise artık olağan saymaktayız. Kandil’deki üst düzey PKK yöneticilerinden Duran Kalkan, “Süreç savaşa doğru gidiyor,” derken; PKK’nın şu anki lideri konumundaki KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, “Başbakan’ı uyarıyorum,” demekte ve sürece ilişkin tutumlarını bu hafta açıklayacaklarını ilân ile büyük olasılıkla çatışmaların daha da yükseleceğini haber vermektedir.

Yeni Kürt Politikası

Peki, liberal-muhafazakâr karakterli yeni rejimin, “açılım” hesaplarının tutmadığı bu kadar açık görülebiliyorken, yeni Kürt politikası ne olacak? AKP’nin 2007 yazında Türkiye genelinde % 47 oranında oy alabilmiş olmasında, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerin büyük payının olduğu hatırlanacak olursa, yeni olanaklar ortaya çıktığı takdirde “açılım” defterinin yeniden açılmasında tereddüt edilmeyeceği düşünülebilir. Ahmet Türk-Hasip Kaplan ikilisinde cisimleşen AKP ile pazarlığa meyilli Kürt siyaset çizgisinin, korkunç darbe senaryolarıyla gözlerinin korkutulmalarına koşut bir “yeni anayasa” kampanyası ile yeniden tavlanmasının, tüccar AKP siyaseti açısından çok güç bir iş olmayabileceğini düşünmek de mümkündür. “Fethullah Hoca’yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum,” demesi örneğinde olduğu gibi, yaz aylarında Kaplan-Türk çizgisinin elini güçlendirerek AKP ile pazarlığa hazır açıklamalar yapan ve sözünün hâlâ geçtiği bilinen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, tutuklu bulunduğu İmralı’dan yaptığı son açıklamalarda, kendisinin bütün gelişmeleri doğru okuyamıyor olabileceğini belirterek başından beri AKP’ye kuşku ve mesafeyle yaklaşmış ve şimdi de savaş naraları yükseltmekte olan Kandil çizgisine yönelik daha fazla serbesti tanıdığı düşünüldüğünde ise bu olasılığın şimdilik bir hayli zayıf göründüğü iyice ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, “açılım” yolu, artık kapalı gibi görünüyor.

Irak’taki gelişmeler

Sorumuzun yanıtına ise ancak Irak’taki son gelişmeleri dikkate aldığımızda yaklaşabileceğiz. Bir defa, Irak’ta, 7 Mart 2010 tarihinde yapılacak olan parlamento seçimlerinin yaklaşmasından kaynaklanan bir telaşın yaşandığı görülebilmektedir. Gürültülü tartışmaların ardından Aralık 2009’da yasalaşabilen seçimlerle ilgili yeni yasal düzenlemeler, Irak’taki hâkim etnik grupları teskin edecek şekilde yasalaştırıldığından mutlak olarak Irak Kürtlerinin lehine düzenlemelere gidilememişti. Daha önce 58 Kürt mebusun bulunduğu parlamentonun 275 kişilik yapısının 375 kişilik olarak değiştirilmiş olmasına rağmen, Kürt mebuslarının yeni yasal düzenlemelerle öngörülen sayısının yalnızca 60 ile 65 arasında tutulmuş olmasının, Kürt gruplarda memnuniyetsizlik ve huzursuzluk yarattığını, dahası bu grupların seçimleri boykot etme noktasına geldiklerini hatırlıyoruz. Talabani ve Barzani gruplarının krizi büyütmemeye yönelik tutumlarıyla seçimlerin Kürtlerce boykot edilmesinin önüne geçtikleri ise bilinmektedir. Kürtlerin yapılan düzenlemelere itirazlarının sona erdirilmesi için Kürdistan Bölgesel Hükümeti Divan Başkanı Fuat Hüseyin’in, Kerkük meselesi gibi, Irak’taki Kürt gruplar açısından büyük öncelik taşıyan konularda ABD’den tam destek bulacaklarına dair güvence aldıklarını açıklaması gerekecektir. ABD’nin 2011 yılının sonuna dek Irak’tan birliklerini çekeceğini açıkladığı düşünüldüğünde, Amerikan işgal kuvvetlerinin en istikrarlı ve istekli destekçileri olan ve işgal sonrasında da ABD çıkarlarının bekçiliğini yapacaklarından kuşku duyulmayan Iraklı Kürt gruplara bu güvencelerin verilmesinin ABD açısından hiçbir sorun teşkil etmediğini anlamak mümkündür. Dolayısıyla, Mesut Barzani’nin tam da parlamento seçimine bir ay kadar bir zaman kalmışken ABD’ye gitmiş olmasına dikkat etmek gerekiyor. Basınımızda çok üzerinde durulmasa da bir gün arayla Obama ve Hillary Clinton ile görüşen Barzani’ye yakın Kürt haber kaynakları, Obama’nın “Kerkük meselesinin anayasal ve yasal yollarla çözüleceği” sözünü verdiğini duyuruyorlar. Kürt haber ajanslarında, “anayasal ve yasal yollar” olarak duyurulan ise Irak Anayasası’nın Kerkük için bir referandumu öngören 140. maddesi olmuştur. Demek, Kerkük’ün Kürdistan Bölgesel Yönetimi olarak anılan Barzanistan kontrolüne verilmesi süreci hızlandırılmış bulunuyor. Barzani’nin aldığı bu söze koşut olarak hızlı birtakım gelişmelerin yaşandığını da eklememiz gerekiyor. Barzani’nin Washington’da Clinton ile görüştüğü gün, Talabani’nin Bağdat’ta ABD’nin Irak’taki işgal gücü komutanı General Ray Odierno’yu ağırladığını, 7 Mart’ta gerçekleştirilecek seçime yönelik “genel durum ve karşılaşılacak güçlüklere” ilişkin bir görüşmenin gerçekleştirildiğini ve bu görüşmeden birkaç gün sonra ise Kerkük’te Irak ordusu, Kürt peşmerge gücü ve ABD ordusundan karma bir ortak gücün “seçim güvenliği” için görev almasının kararlaştırıldığını da hatırlatalım. ABD ordusunun denetiminde olacağı için pek bir güvenilmesi gerektiği telkin edilen bu ortak güçten, Kerkük’teki Kürtler hariç, tüm etnik grupların tedirginlik duyduğunu yazmamıza gerek yoktur. Yine bugünlerde çıkan haberlerde Kürtler ve Araplar arasındaki ihtilaflı bölgelerde görev yapacak bir birleşik peşmerge gücünün de hazır olduğu duyuruluyor. Artık Kürtler tarafından “Kürtlerin Kudüs’ü” olarak anılan Kerkük’ü de içine alacak bir ayrı Kürdistan için geri dönülemez bir yola girilmek üzere olunduğu ortadadır.

Kırmızı çizgiler terk edildi

Baştaki sorumuza geliyoruz. Türkiye ise Barzani’nin Washington’da Obama ile görüştüğü gün, Talabani’ye Bağdat Büyükelçisi’ni yollamakta ve mesut görünmektedir. Hatta bir gün sonra, Irak Bakanlar Kurulu, Türkiye’nin, Bağdat ve Musul’dan sonra Erbil’de de konsolosluk düzeyinde bir temsilcilik açma isteğini onaylamıştır. Kerkük’ü de ilhak etmesi kaçınılmaz görünen yeni Kürdistan’la ilişkilerin resmileştirilmesine pek hevesli görünen liberal-muhafazakâr karakterli yeni rejimimizin yöneticilerinin, vakt-i zamanında, tumturaklı söylevlerle savunulan “kırmızı çizgileri” bütünüyle terk etmiş oldukları anlaşılıyor. Yakın zamanda bölgeyi ziyaret eden AKP yöneticilerinden Kürt asıllı Dengir Mir Mehmet Fırat da bölgeye “Kuzey Irak” diyenlere çıkışarak “Aslında orası Kürdistan!” buyurmaktadır. Erbil’de bir konsolosluk açılması girişiminin de sahibi olan ve bölgeye ilk kez dışişleri bakanı düzeyinde bir ziyaret gerçekleştirilmesini sağlamış Ahmet Davutoğlu ise Kasım’daki son ziyaretini, “Biz Irak’ı tanıyoruz. Burada ABD gibi federal bir yapı var. Amerika’da Teksas’a gitsek orayı tanımış mı olacağız?” yollu savunmak ihtiyacı hissetmişti.

Kerkük gözden çıkarıldı

Sorumuza geldik: Yeni rejimimizin yöneticileri, “açılım” hesaplarının tutmadığı ve yakın vadede tutmasının da pek mümkün görünmediği bir zamanda, sakın PKK’nın Barzani’nin desteğiyle tasfiye edilmesi karşılığında Kerkük’ü gözden çıkarmış olmasınlar?

Eğer böyle ise ve 1990’lı yıllarda TSK tarafından PKK’ya yönelik Barzani ve Talabani desteğinde gerçekleştirilen büyük çaplı sınır ötesi operasyonlardan alınan sonuçları düşünecek olursak, Kerkük bir hiç uğruna mı gözden çıkarılıyor?

Odatv.com

01 Şubat 2010 15:04
'AKP Bunun Bedelini Ödeyecek'
BDP'de değişen bir şey yok! 'Öcalan muhatap alınmalı diyen
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Şub 02, 2010 2:16 am    Mesaj konusu: PKK ÇATIŞMALARI BAŞLATIYOR Alıntıyla Cevap Gönder

Prof İlber Ortaylı MHP'ye ders verdi: Açılım boş laf
07/02/2010
MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu’nda konuşan Prof. İlber Ortaylı ilginç görüşler sundu. Ordunun siyasete karışmasının ‘kaçınılmaz’ olduğunu anlatan Ortaylı, ‘dinin devletin bir parçası olduğunu’ savundu ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da üniversite giriş sınavlarında açık seçik kopya çekildiğini ileri sürdü.

MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu bu hafta Prof. Ortaylı’yı konuk etti. Prof Ortaylı, konuşmasında, ordunun siyasete karışmasının da kaçınılmaz olduğunu, bu tezin tarihsel gerçeklik taşıdığını savundu.
Ortaylı, “Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır. Bugün hiçbir siyasi parti gençleri eğitmiyor, gençlik kolları yok. Yeni yeni siyasi akademileşme başladı. Buralardan yetişen gençler partileri yönetirse, partiler kapatılmaz” dedi.

Din-devlet ilişkileri

Konuşmasında din ve devlet ilişkilerine ilişkin de konuşan Ortaylı, dinin hiçbir zaman kendi başına bırakılamayacağını, devletin bir parçası olacağını öne sürdü. Bu durumun laiklikle alakası olup olmadığının tartışılabileceğini belirten Ortaylı, İsrail’in bu duruma örnek teşkil ettiğini söyledi.

‘Kopya çekiliyor’

Ortaylı, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki üniversiteye giriş sınavlarında açık şekilde kopya çekildiğini” öne sürerek, “Böylelikle iyi okullara ehil olmayan öğrenciler geliyor. Bunun açtığı gediği Galatasaray Üniversitesi’nde ben hissediyorum. İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz” diye konuştu.

‘Tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez’

Demokratik açılım çalışmalarını da eleştiren Ortaylı açılımın boş laf olduğunu savundu: “Açılım boş laftır. Açılım isteyenler gitmez de durmaz da. Ekonomik olarak Fransa olabilirdik ama bütçemizi 30 yıldır götüren bir durum var. Kimse kimseye kitle dalkavukluğu yapmak için, sempatik görünmek için konuşmasın. İran Kürtleri ile Türkiye’deki Kürtler arasındaki farkı görmeden adam genocidden söz ediyor. Bunun ne olduğunu bilmeden üstelik. Türklere karşı tez geliştirmek için arşive giren kaçıncı ecnebi Türk taraftarı oldu, onlar anladı, bizdekiler anlamıyor. Çünkü hakikati görmüyorlar. Çünkü okumuyorlar. Bunlar tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez.”
Radikal

Açılım’ı eleştirince anında hedef oldu!


TARİHÇİ Prof. Dr. İlber Ortaylı, MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu’nda düzenlenen seminerde AKP’nin PKK açılımını eleştirince kendini bir anda yandaş medyanın hedefinde buldu. Açılımı ciddiyetten uzak bulduğunu belirten Ortaylı, malum medyanın kendisine yönelik tavrına şaşırmadığını da vurguladı.

Eleştirince hedef aldılar
Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, AKP’nin PKK açılımına karşı çıkınca yandaş medya hemen harekete geçti. Gazeteler, İlber Ortaylı’nın sözlerini “Dinleyenleri şaşırttı, şok etti” şeklinde başlıklarla sayfalarına taşıdı
Haber: Salim YAVAŞOĞLU
PKK açılımana karşı çıkmak suç haline getirildi. Ülkenin bölünme tehlikesine dikkat çekerek, ’açılım’ çalışmalarının ülke yararına olmadığını dillendirenler yandaş basın tarafından hemen hedef tahtasına oturtuluyor. Önceki gün MHP Siyaset ve Liderlik Okulu’nda düzenlenen seminerde konuşan Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, AKP’nin PKK açılımını eleştirince bir anda gazetelerin tepkisiyle karşılaştı. Ortaylı’nın haberini sayfalarına taşıyan yandaş medya, alaycı başlıklar atmaktan da geri durmadı. “Ortaylı şok etti”, “Dinleyenleri şaşırttı”, “MHP’lilerin karşısında coştu”, “Şaşırtan sözler”, “MHP’lileri mest etti” başlıklarıyla haberi yayımlayan gazeteler, ’açılım’a karşı çıkanlara nasıl ‘demokrat’ davrandıklarını bir kez daha ortaya koydu. Prof. Dr. Ortaylı, MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu’nda önceki günkü konuşmasında “devletlerin ve toplumların düşünce yapısı” na dair tespitlerini anlatmıştı.

Asker düşmanı topluma gidiş
Son yıllarda Türkiye’de milliyetinden utanma duygusunun, antimilitarist, asker düşmanı bir topluma doğru gidişin körüklendiğini belirten Ortaylı, “Burada Avrupa devletlerinin kışkırtmasının olmadığını söyleyemeyiz. Askeri vasıflarını kaybetmiş Avrupa, bizde bulunan bu vasfın yok olmasını istiyor” demişti. Ordunun siyasete karışmasının da kaçınılmaz olduğunu, bu tezin tarihsel gerçeklik taşıdığını savunan Ortaylı, “Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır. Bugün hiçbir siyasi parti gençleri eğitmiyor, gençlik kolları yok. Yeni yeni siyasi akademileşme başladı. Buralardan yetişen gençler partileri yönetirse, partiler apatılmaz” diye konuşmuştu.

Açılım boş laf
Hükümetin “PKK açılımı” çalışmalarını da eleştiren İlber Ortaylı şöyle devam etmişti: “Açılım boş laf. Bunu isteyenler gitmez de, durmaz da. Fransa olabilirdik. Bütçemizi 20 yıldır götüren, adını koymakta şey var, iç çatışmanın içindeyiz. Bu tip bir açılım ve uzlaşma söz konusu olamaz. Eğitim vereyim diyor. Peki vereyim 3 bin tane okul açalım. Hanginiz Kürtçe okutacak orda. Hollanda’dan Prof. Martin’i mi getireceğim size Kırmançi lehçesini öğretsin diye. Yani bunlar boş laflardır. Benim karşımda Avusturya Macaristan milliyetçiliği yok. Politikaların arasında çok ciddi gayret çalışma ve idrak bulunması gerekiyor.”

Kesip yapıştırmayla olmaz
Prof. Ortaylı, gazetemize yaptığı açıklamada da, açılımla ilgili olarak ortada boş lafın ötesinde bir şey olmadığını söyledi. Ortaylı, “Öyle kesip yapıştırmayla olmaz. Açılım yapacaksan bunun bir programı olmalı. Açıldım demekle açılmıyor insan. Ciddi bir konu. Açılım diye sunulan programda sarih (açık) bir şey yok. Şu veya bu gazetenin veya hocanın söylediği şeylerle ben hüküm vermem” dedi.
Yeni Çağ

PKK ÇATIŞMALARI BAŞLATIYOR
01.02.2010

PKK yöneticilerinden Murat Karayılan’a bağlı olarak 2004 yılında oluşturulan ve kent merkezlerinde, “TAK” (Teyrebazén Azadiya Kurdistan/Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adı altında eylemler gerçekleştiren grup yeniden ortaya çıktı.

Kuruluşunun üzerinden altı yıl geçtikten sonra, Ocak 2010 ayı içinde 1. kongresini yapması dikkat çekici bulunan TAK, yayınladığı bildiride “Topyekûn direniş kararı aldığını ve Türkiye metropollerinde eylemler yapacağını” açıkladı.

TAK’ın açıklamasının PKK’nın bir kuruluşu olan Fırat Haber Ajansı’nca duyurulması da ilginç! Ajans, haberi 24.01.2010 tarihinde, “TAK'tan Türkiye Metropollerinde Saldırı Tehdidi” başlığı altında verdi.

Uzun süredir sesi sedası çıkmayan TAK’ın, böyle bir ortamda yeniden sahneye sürülmesi düşündürücü. Bilindiği gibi TAK, 2004-2007 yılları arasında İstanbul, İzmir, Muğla, Antalya vs. gibi batı illerinde gerçekleştirdiği çok sayıda bombalama eylemini üstlenmişti. PKK’ya ait bazı yayın organlarında ise o dönemde “TAK’ın PKK’dan ayrılan bir grup olduğu ve PKK ile bir ilişkisinin olmadığı” iddia edilmişti. Ama bu iddia, TAK’ın o dönemde yayınladığı açıklamalarla çelişiyordu. Çünkü TAK’ın, PKK aleyhine tek bir söylemi yoktu.

Şimdi ise durum tamamen netleşti ve gerçekler yapılan itiraflarla açığa çıktı. PKK’nın resmi haber ajansı tarafından duyurulan TAK bildirisinde, PKK’ya ve Abdullah Öcalan’a bağlılık var. Dahası, PKK ve Abdullah Öcalan karşıtı olan herkesin ve her kesimin kendileri için hedef olduğu belirtiliyor. TAK’ın bildirisinde, “PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çok yönlü bir saldırı altında olduğu” da iddia ediliyor.

TAK bildirisi adeta bir savaş ilanı gibi. İşte bildiriden bir bölüm:

“TAK kendisini bir savaş örgütü olarak yetkinleştirmiştir. Bizim açımızdan düşmanın topyekün bir saldırı ve imha savaşı yürüttüğü nettir. Bunun karşısında topyekün bir direniş savaşının geliştirilmesi gerektiği noktasında da hiçbir tereddüdümüz yoktur. Başta Başkan Apo’nun içinde tutulduğu koşullar olmak üzere Kürt halkının günlük yaşadığı her yönlü saldırı, yürütülenin yüz katı daha şiddetli bir savaşın geliştirilmesi için gerekli meşruiyeti ve hakkı bize fazlasıyla vermektedir. Bizim bu hakkımızı sonuna kadar kullanacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu kapsamda herkesin bilmesini istiyoruz ki, önümüzdeki dönemde başta Türkiye metropolleri olmak üzere her yer bizim için savaş alanıdır. Asker ve sivil bürokratlar başta olmak üzere faşizmin sosyal tabanı da dâhil, mevcut sistemi yürüten ve destekleyen herkes bizim hedefimizdir. Mevcut inkâr ve imha sisteminin hizmetine girmiş tüm hain, ajan, işbirlikçi ve teslimiyetçi kesimler bu duruşlardan vazgeçmedikleri sürece hedefimiz olmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Başta AKP, MHP ve CHP olmak üzere mevcut faşist siyasetin yürütülmesinden rol oynayan herkes mutlaka hesap sorulacağını bilmelidir. Sistemi koruyan bütün askeri kurum, kuruluş, karargâh, üs ve tüm kolluk kuvvetleri intikam eylemlerimizin hedefinde olacaklardır.”

TAK bildirisinde yabancı turistler de hedef alınıyor. “Turizm ve savaşa direkt destek sunanlar başta olmak üzere mevcut sistemi besleyen tüm ekonomik kurum, kuruluşların hedefleri arasında yer alacağını” belirten TAK, Türkiye'ye gelmeyi düşünen tüm turistleri de uyararak, “Yaşanan savaşın hedefi olmak istemiyorsanız Türkiye'yi derhal terk edin ve Türkiye'ye gelmekten vazgeçin!” tehdidini savuruyor.

TAK’ın açıklamasından bir gün sonra (25.01.2010), yine Fırat Haber Ajansı, bu kez PKK sorumlularından Duran Kalkan’ın; “Süreç savaşa doğru ilerliyor. Bunu herkes görmeli, anlamalı. İçinde bulunduğumuz ortam bir savaş ortamıdır. Kürt halkı ve Kürt yurtseverleri bu gerçeği görmeliler.” yönündeki açıklamasını duyurdu. Kısa bir süre önce de, Murat Karayılan’ın “Kürt gençleri dağlara yönelmeli ve gerillaya katılmalı” diye çağrı yaptığı biliniyor.

Tüm bunlar, PKK’nın baharla birlikte yine kan dökmeye yöneleceğinin göstergeleri. Paravan bir oluşum olan ve ismi neredeyse unutulan TAK’ın tekrar ortaya çıkartılması da, kanlı bir senaryonun hazırlandığının işareti.

Sinan Sungur
Odatv.com

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)'nin Ankara Balgat'taki genel merkez binasına pompalı tüfekle ateş edildi
06 Şubat 2010
Olay yerine çok sayıda polis ve oley yeri araştırma ekibi sevkedildi.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Merkez binasına akşam saatlerinde kimliği belirsiz kişilerce pompalı tüfekle ateş açıldı.

Emniyet yetkililerinden alınan bilgiye göre, Balgat 1388. Sokak'ta bulunan BDP Genel Merkez binası önüne, saat 21.30 sıralarında içinde iki kişinin bulunduğu siyah bir otomobil geldi.

Otomobilden, binaya doğru pompalı tüfekle ateş açıldı. Bina önünde görevli Hassas Şube Müdürlüğüne bağlı polis memurunun silahla karşılık vermesi üzerine, bu kişiler otomobille olay yerinden kaçtı.

Olayın hemen ardından alarma geçen Ankara Emniyet Müdürlüğü ekipleri, plakası tespit edilen otomobilin yakalanması için çalışma başlattı. Polis ekipleri, otomobilin gitmesi muhtemel güzergahlar üzerinde önlem aldı.

haber7

06 Şubat 2010
KCK AKP'Yİ TEHDİT ETTİ: AKP'Yİ BİTİRECEĞİZ!

PKK'nın yan kolu KCK Yürütme Konsey Başkan Yardımcısı Cemil Bayık, ‘’Türkiye bu yıl sonuç almak istiyor. Zor bir yıl olacak. Amaçları PKK dışındaki Kürtleri esas alarak çözümü geliştirmektir. PKK çizgisindeki Kürtler sistemin hizmetine girmeyecektir" dedi. Bayık, AKP, bu yıl PKK’yı tasfiye edemezse iktidarda kalamayacağını biliyor. Kaybedecekler. Hatta birçokları mahkemeye verilerek görevden alınacaktır’’ ifadesini de kullandı.

AKP YETKİLİLERİ MAHKEMELİK OLACAK

Bayık, Türkiye’nin ‘’Eğer ABD, Avrupa bana yardım ederse PKK’yle çözüme girmeme gerek yok, kandırma siyasetle PKK ve Kürtleri tasfiye ederim’’ planı içinde olduğunu iddia etti.

Bayık, hem kapitalist sistemin hem de Türkiye’nin bu yıl sonuç almak istediğini, bu yüzden de zor bir yıl olacağının altını çizdi.

PKK’yı bu yıl tasfiye edememesi durumunda AKP’nin birçok yöneticisinin mahkemelerde bile yargılanabileceğine işaret eden Bayık, şunları söyledi: “AKP, 2010 yılında PKK’yi tasfiye edemezse iktidarda kalamayacağını biliyor. Kaybedecekler. Hatta birçokları mahkemeye verilerek görevden alınacaktır. Eğer PKK konusunda sonuç alamazsa, iktidarda kalamayacağı gibi kendisinden hesap da sorulacaktır. Bu yüzden AKP tüm gücüyle PKK’yı tasfiye etmek istiyor.”

‘AKP'Yİ BİTİRECEĞİZ’

Kürt sorununun demokratik siyasi zeminde çözülmesinin önünün açılması için AKP’nin Güneydoğu'da bitirilmesi gerektiğine vurgu yapan terör örgütü liderlerinden Bayık şöyle konuştu: “Eğer AKP’yi bitirirsek, devletin PKK’yi tasfiye etmek için elinde kullanabileceği hiçbir siyasi güç kalmayacaktır. AKP onların son umududur. AKP’yi kapatmamalarının nedeni de budur. AKP üzerinden PKK’yi tasfiye etmeyi düşünüyorlar. AKP’ye verilen görev budur. Ellerinde başka bir güç yok. Ellerinde başka bir gücün kalmaması devleti çözüme mahkum edecektir. AKP bunun son aşaması olarak ele alınabilir. AKP’den umutları olduğu müddetçe sorunun çözümü için adım atmayacaklardır. AKP’yi bitirirsek, diğer partiler gibi yaparsak sonuca gidebiliriz.
aktifhaber

09 Şubat 2010
Demirtaş: AKP Halkı Kandırıyor

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, AK Parti'nin, Anayasa değişikliği konusunda halkı kandırdığını öne sürdü. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm HaberlerYeni Başkan Demirtaş OlacakÖcalan ve PKK Bayrakları AçıldıDemirtaş Terhis OlduDTP Gitti Yerine BDP Geldi!BDP'nin DTP'den En Büyük Farkı

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, AK Parti'nin, Anayasa değişikliği konusunu bir seçim propagandası haline getirdiğini ve halkı kandırdığını öne sürdü.

Demirtaş, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, partilerinin kongresinden sonraki ilk grup toplantısını gerçekleştirdiklerini söyledi.

BDP Genel Merkezine yönelik silahlı saldırı olayına değinen Demirtaş, başlatılan soruşturmada, saldırıyla ilgili bilgisayar ve kamera kayıtlarındaki görüntülerin bir bölümünün silindiği yönünde iddiaların bulunduğunu, bunların açıklığa kavuşturulması gerektiğini söyledi.

Saldırının ardından 3 zanlının yakalanmasının önemli olduğunu, ancak, bunu yeterli görmediklerini belirten Demirtaş, bu tetikçileri kimlerin yönlendirdiğinin, saldırıdan, kimin, hangi amacı güttüğünün ortaya çıkarılmasını istediklerini vurguladı. Demirtaş, saldırının arkasındaki karanlık güçlerin ortaya çıkarılmaması halinde, bunun, Hükümetin siyasi sorumluluğu olacağını dile getirdi.

Partilerine yönelik baskıların devam ettiğini savunan Demirtaş, ''10-70 yaş arası binlerce kişi cezaevlerinde. Bu tasfiyeyi boşa çıkarmak için, bedeli ne olursa olsun, mücadelemizi sürdüreceğiz'' diye konuştu.

Hükümetin demokratik açılım konusunda da bir sonuç elde edemediğini öne süren Demirtaş, ''Toplum, 'İnşallah AKP bizim için bir açılım yapmaz' diye dua ediyor. Çünkü felaket getiriyor'' dedi.

Alevi çalıştaylarının da ihtiyacı karşılamaktan son derece uzak olduğunu iddia eden Demirtaş, Hükümetin bu çalıştaylardaki hedefinin, güçlenmeye başlayan muhalefeti sindirmek olduğunu ileri sürdü. Demirtaş, AK parti'nin, yaptığı çalıştaylarla, ''Alevileri AKP'lileştirmeye'' çalıştığını söyledi.

Hükümetin, ''Emek Çalıştayı'' planı olduğunu belirten Demirtaş, bu çalıştayda da Alevi çalıştaylarındaki hedeflerin güdüldüğünü öne sürdü.

Demirtaş, Hükümetin 8 yıldır; Kürt, Kıbrıs, Alevi, emekçi, başörtüsü sorunlarına çözüm üretemediğini, aksine, bu sorunları içinden çıkılmaz duruma getirdiğini savundu.

Geçen hafta TBMM Genel Kurulunda yaşanan kavgaya da değinen Demirtaş, görüntülerin utanç verici olduğunu ifade etti. Çıkan kavgada, 3 partinin de sorumluluğu olduğunu, ancak bu konuda topu birbirlerine attığını anlatan Demirtaş, bu partileri kınadığını ifade etti. Demirtaş, Söz konusu kavgada, kadının bir nesne olarak seçildiğini belirtti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın GATA'ya kabul edilmemesini kendilerinin de doğru bulmadığını belirten Demirtaş, ancak Erdoğan'ın bu durumu yıllardır içine atmasını da vahim olarak değerlendirdiklerini söyledi.

TEKEL işçilerinin eylemlerine de değinen Demirtaş, bu direnişin toplumsal taban bulduğunu savundu. Hükümetin, ''onların arasına yasa dışı örgütler sızmış'' diyerek işçilerin arasında kardeşliği bozmaya çalıştığını belirten Demirtaş, ''28 Şubata kadar zaman veriliyor. 28 Şubat, Başbakan'a bir şeyler hatırlatıyor galiba. O da TEKEL işçilerine yönelik darbe yapmayı planlıyor'' diye konuştu.
aktifhaber

Newsweek: Sadece Kürtler için açılım, yanlış yol

14 Şubat 2010 "Kürt Açılımı”nın iyi yürütülmediği, bunun sonucunda da Kürtlerle Türklerin sokaklarda çatışmaya başladığı öne sürüldü. Newsweek dergisince yayımlanan bir makalede “AKP, tüm vatandaşların haklarını artırmaya yönelik bir girişimi başlatmalı. Tek bir gruba özel hakları sağlamak hatadır” denildi. Makalede ayrıca AKP'nin ilk döneminde “liberal, AB yanlısı ve demokratik sözleri"ne geri dönmesi gereğine vurgu yapıldı.
Prestijli Newsweek dergisi, son sayısında Washington Enstitüsü kıdemli uzmanlarından Soner Çağaptay imzasını taşıyan “Türkler, Kürtlere Karşı: Başarısız bir Açılım Kanın Dökülmesini Ateşledi” başlıklı bir makalede “Kürt Açılımı”nın fiyasko ile sonuçlandığı, Türkler ile Kürtlerin sokaklarda çatışmaya başladığı öne sürüldü. Buna karşın, Newsweek'in sık sık makalelerine yer verdiği Çağaptay, “Türkiye, hala uçurum kenarından uzaklaşabilir” de ifadesi kullandı.

“AKP BAŞARISIZ GAMBİDİNİN BEDELİNİ ÖDÜYOR”
PKK üyelerinin de yer aldığı “Barış grubu”nun Türkiye'ye dönüşü ile yaşanan gelişmelere ve yoğun tepkilere dikkat çekildiği makalede satranç oyuna gönderme yapılarak başarısız bir “gambit” yapıldığı savunuldu, Makalede şöyle devam edildi:
“AKP şimdi, başarısızlıkla sonuçlanan bu gambidinin bededini ödüyor. İktidara geldiği 2002 yılından beri parti, tüm muhalefetten daha zekice hareket etti ve sağlam bir destek oluşturdu. Ancak Kürt açılımının çöküşünün, partinin ilk önemli gerilemeyi yaşamasına neden oldu. Bunun sonucunda da AKP, anketlerde aşağıya kayıyor. Türkiye'nin çoğunluğunu geri kazanmaya yönelik bir girişim ile milliyetçi sicilini ön plana sürdü. Ancak bu strateji, sonuç vermeyecek. Partinin ayrıca, aynı zamanda çok önemli bir seçmen tabanı olan Kürtlerin desteğini de koruması lazım.“

AKP İÇİN “ÇIKIŞ YOLU VAR”
Buna karşın bir “çıkış yolu”nun bulunduğu da vurgulanırken AKP'nin, şimdiye kadar Kürtlere kolektif haklarını sağlamaya çalışırken, bunu, Kürtleri başka grupların üstüne çıkartacak biçimde ve geniş konsensüs aramadan yaptığı öne sürüldü. Bu yaklaşımın Türk toplumunda tepki yarattığı da savunulan makalede şunları denildi:
“Bunu çözmek için AKP, ülkelerinin, Kürt sorununu ele alması gerektiği konusunda, sıradan Türkleri ikna için çok daha fazla çalışmalı. AKP aynı zamanda, tüm Türk vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini artırmak için bir girişimi başlatmalı; örneğin ifade özgürlüğü güçlendirerek. Tek bir gruba özel haklar sağlamak hatadır.”
Newsweek'deki makalede böyle bir stratejinin, AB'den de destek sağlayacağı belirtilirken “İktidarının ilk döneminde AKP, AB katılımı konusunda çok çaba gösterdi ama 2005 yılında Brüksel'de muhalefetle karşıladıktan sonra sürece olan ilgisi azaldı. Partinin, sadece kendisi için değil, aynı zamanda Türkiye'yi daha çok şiddetten korumak amacıyla, ilk dönemin verdiği, liberal, AB yanlısı ve demokratik sözlerine geri dönmesinin zamanı çoktan geldi.”

netgazete

17 Ocak 2010
Batman kırsalında PKK'ya karşı gerçekleştirilen operasyonda bir uzman çavuş öldü
Genelkurmay Başkanlığının internet sitesindeki duyuruda, Batman'ın Sason bölgesinde icra edilen bir operasyon esnasında, bu sabah bir Uzman Jandarma Çavuşun öldüğü, bir Uzman Jandarma Çavuşun yaralandığı bildirildi.haber101

15 Şubat 2010
Hakkari'de Biri Ağır 3 Polis Yaralandı
Terör örgütü Abdullah Öcalan'ın yakalanışını protesto etmek için gösteri yapan PKK yandaşları Hakkari'de biri ağır 3 polisi yaraladı.

Abdullah Öcalan'ın yakalanış yıl dönümünde, Hakkari, Cizre ve Batman'da bazı gruplar, gösteriler düzenledi.

Grupları dağıtmak için tazyikli su ve bibergazı kullanan polise, göstericilerin molotofkokteyli ve taşla saldırdığını aktaran Vali Türker, kent merkezindeki olaylarda 1'i ağır 3 polisin yaralandığını bildirdi.

Kafasına isabet eden taş darbesiyle yaralanan 1 polis memurunun, Hakkari Devlet Hastanesinde ameliyata alındığını belirten Türker, Hakkari'de 7, Yüksekova'da ise 2 göstericinin gözaltına alındığını söyledi.

-CİZRE-

Şırnak'ın Cizre ilçesinde Cudi ve Nur mahallelerindeki ara sokaklarda toplanarak gösteri yapan ve polise taşla saldıran gruba polis, tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmeye devam ediyor. Abdullah Öcalan'ın yakalanışı sebebiyle yapılan korsan gösterilerde polise ateş de açıldı..

Şırnak'ın Cizre ilçesinde ıÜüterör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın yakalanışının 11. yıldönümü sebebiyle 3 gündür devam eden korsan gösterilerde bugün bir kişi polise ateş açtı. Olayda ölen ya da yaralanan olmadı.

-BATMAN-

Batman'da gösteri düzenleyen gruptan, polise taş atan ve aralarında çocukların da bulunduğu bildirilen 13 kişi güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı.

Gün içinde Turgut Özal Bulvarı'nda toplanan ve aralarında BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata'nın da bulunduğu grup, BDP İl Başkanlığı binasına doğru yürüyüş yapmak istemiş, polisin izin vermemesi üzerine gruptan bazı kişiler, polise taşla saldırmıştı.
haber101

Habur'da törenle karşılanan PKK'lılara dava
PKK propagandası yaptıkları gerekçesiyle dava açıldı

16.02.2010 17:38
PKK'nın, Irak'ın kuzeyindeki Kandil ve Mahmur kamplarından gelen 34 kişilik gruptan 17'si hakkında, PKK'nın propagandasını yaptıkları gerekçesiyle dava açıldı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, Kandil ve Mahmur'dan gelen grubun bazı üyelerinin 30 Aralık 2009 tarihinde İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'nde (İHD) düzenledikleri basın toplantısında, terör örgütünün propagandasını yaptıkları belirtildi.

İddianamede, sanıkların bazı ifadelerine de yer verildi. Basın toplantısı yapmayı birlikte kararlaştırdıklarını ve Gülbahar Çiçek'i bu konuda sözcü olarak seçtiklerini anlatan sanıkların, ifadelerinde, "Siz nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, Öcalan, 3.5 milyon Kürt halkının siyasi iradem dediği bir şahıstır. Bu şahsa yönelik her davranış Kürt halkına maddi ve manevi zararlara yol açmaktadır" dediği belirtildi.
haber101

17 Şubat 2010
BDP Başkanı Demirtaş, Öcalan’la ilgili, “Hükümet eğer bir barış arayışı içerisindeyse...

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’la ilgili, “Hükümet eğer bir barış arayışı içerisindeyse biz formül olarak ev hapsinin tartışılması gerektiğini düşünüyoruz” dedi.

BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni zayeret etti. Demirtaş ziyaret sonrasında basın mensuplarının Öcalan'ın ev hapsine alınması konusundaki soruya şu yanıtı verdi:

“Geldiğimiz noktada hükümet eğer bir barış arayışı içerisindeyse formül olarak biz ev hapsinin bir formül olarak tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Hem kendisinin sağlık koşulları, hem yaş durumu hem de siyasal gelişmeler açısından ciddi tartışılması gereken, hükümetin de bu konuda formül arayışı içerisinde olması gerektiği bir dönemden geçtiğimizi düşündük ve 15 Şubat’ın yıldönümü vesilesiyle bir kez daha gündeme getirdik.”
aktifhaber

22 Şubat 2010
Başbakan'a İspanyada Saldırı!
Başbakana İspanyada Ödül Töreninde Saldırı Yapıldı

Başbakan Erdoğan'a İspanya'da ayakkabılı saldırı! Erdoğan, Kültürlerarası Sevilla NODO Ödülü'nü aldı.

Törenin düzenlendiği salondan ayrılıp arabasına binmek üzereyken Erdoğan'a ayakkabı fırlatıldı. Ayakkabı Erdoğan'a isabet etmedi. Ayakkabıyı fırlatan kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınan şahsın, ayakkabıyı atarken "Yaşasın Kürdistan" diye bağırdığı bildirildi. Göstericinin terör örgütü PKK sempatizanı olduğu iddia edildi
aktifhaber

Murat Karayılan İsrail ile Erdoğan danışıklı dövüş yapıyor

03.03.2010

PKK yöneticisi Murat Karayılan uzun süren sessizlikten sonra PKK’ya yakın Firat Haber Ajansı’na konuştu. Karayılan uzun süredir Tükiye’nin yeniden dizayn edildiğini söylediği devlet içinde yaşanan çatışmaları izlediklerini ancak bundan sonra sürece müdahale edeceklerini söyledi.

Yeniden dizayn projesi

Karayılan son dönemde yaşanan asker-hükümet çatışmasına nasıl baktıklarını şöyle anlattı: “Açık ki Türkiye Cumhuriyeti Devletinde bir dizayn süreci yaşanıyor. Bir yeniden yapılanma projesi temelinde bu operasyonlar yapılmaktadır. Bize göre öyle tek taraflı işte sivilleştirme ya da demokratikleşme çabalarından ziyade Türkiye Cumhuriyeti sistemi bütün boyutları ile bir tıkanmayı yaşıyor. Sistemin olmazsa olmaz bir biçimde yenilenmeye, değişime ihtiyacı vardır. Sistem tıkanmış ve bir dökülmeyi yaşıyor. Tıkanan sistem içerisinde çeşitli yozlaşmalar, çürümeler ve sistem anlayışına göre sapma pratikleri de yaşanmış. Bu temelde bir yeniden dizayn süreci yaşanmaktadır. Bu konuda uluslararası sermayenin, özellikle ABD’nin belirleyici rolünün olduğunu düşünmekteyiz. Süreç böyle gelişiyor.”

Elimizde bilgiler var

Karayılan röportajda ellerinde bazı bilgilerin olduğunu bu bilgilere göre Türkiye’de derin devletin yeniden organize edildiğini söyledi: “Yeni bir organizasyon. Derin devlet mahiyetinde yeni bir organizasyon geliştirilmek isteniyor. Bu organizasyon etkili bir biçimde devrede. Bunun ne kadar bu operasyonlarda etkili olup olmadığını net olarak söyleyecek durumda değilim. Ama devlette giderek diyelim, egemen olmaya çalışan yada öyle bir süreci hızla ilerleten, derin devlet yada başka bir güç de denilebilir veya bir güç durumu söz konusu. Bunun için de Türkiye’yi dizayndan geçirerek, yeni bir noktaya götürme projesi çerçevesinde yürütülüyor. Bu işin bir boyutu….. Bir proje var. Bu proje içerisinde her bir güç kendisine daha az dokunulmasını ve daha fazla etkili olmayı hedeflemektedir. Mesela AKP tüm kurumlar üzerinde etkili olmak istemektedir. Türkiye’de güçler var. Bu güçler ekseninde pozisyon alan kurumların birbiriyle çekişmesi ve çatışması gerçeği de var.

PKK tarafsız kalacak

Karayılan, son dönemde merak edilen bir konu hakkında açıklama yaptı. Karayılan’ın ifadesine göre PKK, İran-Batı geriliminde taraf tutmayacak. Karayılan bu konu üzerine şunları söyledi: “Biz esas olarak, yani İran devleti giderek kuşatılma sürecini yaşarken Kürtlerin burada taraf tutmamaları gerektiğini düşünüyoruz. Kürtlerin de kalkıp başkalarının hesabına İran’a karşı bir ön cephede yer almaması gerektiğini düşünüyoruz. Fillerin tepiştiği yerde çimenler ezilir. Yani Kürtler arada ezilir…. Birileri Kürtlerle İran’ı karşı karşıya getirmek istiyor. Bu açık. İran da bu tuzağa düşmemeli, düşerse kendisi zarar eder.”

AKP Yahudi sermayesinin temsilcisi

Karayılan, AKP’nin politikaları hakkında da ilginç açıklamalarda bulundu. Karayılan AKP’nin Yahudi sermayesinin temsilcisi olduğunu iddia etti: “AKP partisi uluslararası sermaye gücünün onayını almış bir partidir. Uluslararası sermaye demek, önemli oranda Yahudi sermayesi de demek oluyor. Yani Yahudi sermayesi uluslararası sermeye içinde etkili bir kesimdir. Dolayısıyla esas olarak İsrail’in yönlendirilmesinde etkili olan güç, AKP’nin arkasındadır. Neden? Çünkü AKP’ye bir rol biçilmiş. AKP teslim alınmış İslam çizgisini temsil etmektedir. Özellikle 28 Şubat’ın yıldönümü geldi. Bu vesileyle 28 Şubat müdahalesine biz karşıyız. Bunun aşılmış olduğu söyleniyor. Biz buna seviniriz. Fakat 28 Şubat müdahalesi nasıl aşılmıştır? 28 Şubat müdahalesi Erbakan öncülüğündeki İslam çizgisine karşı yapılmış bir müdahaleydi. Ve bugün Erbakan öncülüğündeki İslam çizgisi Türkiye’de çok geriletilmiştir. Bülent Arınç ile Cemil Çiçek’in ’28 Şubat süreci bitti, kimse Türkiye’yi geriye çekemez’ yönünde açıklamaları oldu. Bu tespitin doğru olmadığını söylemek istiyorum. 28 Şubat süreci önemli oranda zaten sonuç alıcı oldu. Nasıl? İşte AKP’yi doğurttu. AKP bu anlamda esas Milli Görüşçü çizgiden uzaklaştığını açıkça söylemiyor mu? O zaman 28 Şubat süreci nasıl bitmiş oluyor? AKP’nin gerçekliği teslim alınmış İslam çizgisinde politika yapma gerçekliğidir.

Bundan dolayı uluslararası Yahudi sermayesi AKP’yi destekliyor. Çünkü AKP’nin burada almış olduğu görev Ortadoğu’da radikal İslam’ı, ılımlı İslam çizgisine çekme görevidir. Şimdi görevi bu olan güç elbette ki İsrail’e karşı demeç vermek zorundadır. Aksi halde Davos çıkışını yapmazsa Hizbullah üzerinde etkili olamaz, Hamas üzerinde etkili olamaz”

İsrail ile Erdoğan danışıklı dövüş yapıyor

Karayılan İsrail ile Erdoğan arasında danışıklı dövüş olduğunu da iddia etti. Karayılan şunları söyledi: “‘Türkiye ile İsrail arasında danışıklı dövüş mü var?’ diyeceksiniz. Hayır ben öyle söylemiyorum. İsrail devleti ile Türkiye arasında danışıklı dövüş yok. Fakat AKP hükümeti ile Yahudi sermayesi arasında anlaşma vardır. Yani ilişkiler İsrail ile kopmaz, stratejik düzeyde anlaşmalar devam eder ama uygulamalarda birbirine karşı sertlikler yaparlar. Her iki taraf da biliyor ki, bu iş sonuna kadar gitmez ve bir kopmaya yol açmaz. Üstte bunun güvencesi var. Dolayısıyla AKP rahattır. Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başbakanı İsrail’e karşı bu şekilde tavır alamazdı. Şimdi Erdoğan’ın böyle bir tavır geliştirmesinin nedeni, icazetli olmasıdır. AKP hükümetinin İsrail’e karşı çıkışlarını böyle bir politik gerçeğe dayandığını düşünüyorum. Zaten son basına yansıdığı gibi heronlarla ilgili anlaşmanın uygulanmış olması da bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor.”

Odatv.com

06 Mart 2010
Şok! Diyarbakır'da Maç İptal
Diyarbakır Bursaspor maçı, trübünlerden atılan yabancı maddeler yüzünden yan hakemin yaralanması üzerine tatil edildi.

Turkcell Süper Lig'in 24. haftasında Diyarbakırspor sahasında liderlik mücadelesi veren Bursaspor'u konuk ediyor. Karşılaşmanın 15. dakikasında yardımcı hakem Kemal Yılmaz'ın başına taş gelmesinden dolayı ortalık karıştı ve maç durdu. Karşılaşmanın hakemleri ve Bursasporlu oyuncular sahayı terk ederek soyunma odalarına gitti. İlerleyen dakikalarda ise maçın tatil eidldiği açıklandı.

İŞTE O GÖRÜNTÜLER


MAÇ OLAYLI BAŞLADI

Diyarbakırspor - Bursaspor maçının başlamasına dakikalar kala taraftarlar, Yeşil-beyazlıların bulunduğu kale arkasına yabancı madde yağdırdı. Kale arkasında görev yapan bir basın mensubu, atılan maddelerin yüzüne isabet etmesi nedeniyle yaralandı. Yüzü kanayan basın mensubuna ilk müdahale sağlık görevlileri tarafından yapıldı. Karşılaşma, taraftarların yatıştırılmasının ardından yaklaşık 10 dakikalık gecikmeyle başladı.

Diyarbakır'da oynanan Diyarbakırspor-Bursaspor maçı öncesi kent genelinde olağanstü güvenlik önlemi alındı. Stat çevresinde yaşanan küçük çaplı gerginliklerde ise kulüp yöneticilerinin araya girmesiyle sona erdi. Ancak stat içinde çevik kuvvetin yoğun önlemine taraftar büyük öfke gösterdi. Diyarbakırlı taraftarlar stadyum içine astıkları pankartlarla Bursalılara mesaj gönderdi.

Diyarbakırspor-Bursaspor maçı kapalı ancak futbol oynamaya elverişli bir havada oynandı. Stat, maça saatler kala doldu. Binlerce taraftar dışarda kaldı. Dışarda kalan taraftar ise dışardan tezahürat yaparak takımlarına destek vermeye çalıştı. Diyarbakırsporlu taraftarlar, maç öncesi yaptığı tezahüratlarla Bursaspor'da yaşananları hatırlatarak, stadyuma astıkları pankartlarla da centilmenlik örneği gösterdi. Yeşil kırmızılı taraftarlar, "Ülkemizi sizden çok seviyoruz", "Bize bir özür borcunuz var", "Türk-Kürt kardeştir, ayırım yapan kalleştir" şeklinde pankartlar astı.

Stadyum içinde ve dışında 2 bin 500 polis görev aldı. Olağanüstü güvenlik önlemlerinin alındığı stadyum içi ve çevresinde ise küçük çaplı olaylar yaşandı. Özellikle Bursaspor kafilesi stada gelirken, az sayıdaki taraftarın sözlü saldırı ve tacizine maruz kaldı. Polisin müdahale etmesiyle küçük çaplı bir arbede yaşandı. Ancak Diyarbakırspor Kulüp Başkanı Çetin Sümer ve yöneticilerin devreye girmesiyle de bu olaylar büyümeden önlendi.

Stadyum içinde de çevik kuvvet polisinin Diyarbakırsporlu futbolcuların olduğu yerde kalkanlarını havaya kaldırarak önlem almaya çalışması, tribünde bulunan taraftarların tepkisine yol açtı. Kısa süre sonra polisler kalkanlarını indirerek yer değiştirmesi üzerine de taraftarlar bu kez polisi alkışladı.

İSTİKLAL MARŞI'NI ISLIKLADILAR

Karşılaşma öncesi her iki takım oyuncuları İstiklal Marşı'nı söylemek için açılış seramonisine çıktı. Diyarbakırsporlu taraftarlar İstiklal Marşı'na ıslıklarla eşlik etti.

PANKART SAVAŞI

Herkesin beklentisi, ilk yarıdaki maçta yaşananlar nedeniyle kritik bir hale gelen zorlu karşılaşmada centilmenliğin kazanması. Maçta bir bakımada pankart savaşı yaşandı. Ligin ilk yarısında Bursa'da oynanan karşılaşmada yeşil-beyazlı taraftarlar 'Biz açılımı yaptık, ne mutlu Türk'üm diyene' şeklinde pankart açmıştı. O pankart nedeniyle olaylar bu güne kadar süre geldi. Şimdi ise Diyarbakır'daki maçta taraftarlar 'Ülkemizi sizden çok seviyoruz' ve 'Bize bir özür borcunuz var' şeklinde pankartlar açtı. aktifhaber

Yeni 3 Kasım senaryoları….
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
09 Mart 2010
Sanki sihirli bir dernek değdi. Birden bire Avrupa’da hatta daha da uzaklarda PKK’nın kökü kazınacakmış gibi AB’li dostlarımız(!) şer örgütüne karşı operasyon üzerine operasyonlar düzenledi.

İtalya, Belçika,Fransa,Almanya hatta Yeni Zelanda. Terör örgütünün görüntülü aynası Roj TV’ye bile baskın yapıldı. Hep birlikte “ aman Allah’ım herhalde AB’li dostlarımız artık gerçeği gördü “diye sevinir bile olduk.

Abdullah Öcalan’ın, Dursun Karataşların, Fehriye Erdal gibi nice kanlı teröristlerin kimler tarafından yıllarca nasıl barındırıldığını, hatta yakalandıklarında bile hukuk komedileri ile nasıl serbest bırakıldıkları ve ülkemize karşı nasıl havlatıldıklarını herhalde unuttuk. Herhalde bugüne kadar bu sözde dost ülkelere giden siyasetçilerimizin kapı numaralarına kadar adres verip (ben gazeteci olarak bunların birçoğuna şahit oldum) “yakalayın şunları” dediklerini de hatırlamıyoruz.
Unutkanlık artık millet olarak bizde iyice yer etti. O zaman ben de size bugüne kadar gizli kalan ve yakın geçmişte olup biten bazı sıcak gelişmelerden bahsedeyim. Belki biraz uyanmamıza katkısı olur. Buna da ,”Avrupa’da ki PKK operasyonların perde arkası ” diyelim. İkinci başlık olarak da “PKK’ ya genel af”ı kullanalım.

Daha önce ki yazılarımda da değinmiştim iktidar partisi okyanus ötesinden gelen talimatlarla yaklaşık 4 yıldır genel af üzerinde çalışıyor… Daha önce TSK ile yapılan bu konudaki istişareler de kesilmiş. Çalışmalar devam ediyor ama artık Genel Kurmay ile hiç İstişare yapılmıyor. Avrupa’da şer örgütüne karşı yapılan operasyonların öncesinde ve sonrasında bilgiler bir tek Emniyet Genel Müdürlüğü ile paylaşılmış.

AB’li dostlarımızın müthiş ve dostça (!) yaptığı operasyonun sırlarına gelince;

Geçen sene Askeri kaynaklardan, MİT’ e verilen kapsamlı bir bilgi var. Terör örgütü elebaşlarının İsim isim ve tarihleriyle nereden nereye geçecekleri ve kaçacaklarına dair…Kaynaklar,hainlerin bu geçiş ve kaçışlarında çoğu zaman Ermenistan’ı kullandıklarına da ayrıca dikkat çekiyorlar.MİT bu bilgiyi almış, değerlendirmiş.Sonra ne oldu.Biz bir şey duymadık. Duyan varsa bize de söylesin. Benim bildiğim Genelkurmay’ da bilgi yok.

İşi farklı taraflardan da kurcaladığımızda daha enteresan veriler ulaşıyoruz. Hükümet genel af için her türlü hazırlığı tamamlamış. 110 kişilik bir de liste hazırlanmış . Bunlar terör örgütünün elebaşları. Genel af çıktıktan sonra Avrupa’ya ve diğer ülkelere yayılmalarına izin verilecek.Hatta iddia o ki kendileri de artık buna teşne vaziyette imişler.Avrupalı dostlarımızın(!) yakaladıkları;onlardan da aynı Öcalan da olduğu gibi paketlenecekler var.

Kendilerine “ya hiç yatmazsınız yada az yatar çıkarsınız “ sözü verilemek üzere.Sanki ikinci bir “ memleketine hoş geldin,Öcalan” filmi seyreder gibiyim.

Şimdiden düşündükçe içim titriyor. Ya ilerde bir gün eski başbakanlardan biri çıkıp yine “ bunları bize niye paketlediler anlayamadım “ derse. Bizde oturup “acaba bunları da MOSSAD’ mı paketlemişti “ diye tartışır durursak.

Konuyu uzmanlarını sorup, danıştım . Hepsi şu görüşte birleşti ; ”amaç Barzani’nin bölge de etkinliğini güvenliğini arttırmak.”Tabanda da tavanda da bize de seve seve kabul ettirilen Kürdistan Projesi var.

Yıllardır, Musul, Kerkük ve ABD’nin Irak’tan asker çekeceği ve bölgenin Türk kontrolüne verileceği yalanları ile ağzımıza bir parmak bal sürmek istiyorlar. .

ABD’nin Irak’ta 5 büyük üssü var ve halan bunları genişletiyorlar. Yapılan anlaşmalara göre en az 35 bin asker bulunduracaklar. Böyle bir kontrol sistemi ile nasıl asker çekmiş olacaklar? Üslerden biri de büyük bir hava üssü…

Gördüğünüz gibi her şey yine “Kürdistan” projesinde birleşiyor.

Türkiye’de de bir gariplik var. Ana muhalefet partisi CHP birden bire ortaya çıkıp genel aftan yana tavır sergilemeye başladı.

Duyduğumuza göre AKP genel affı bir dahaki seçimin ardına bırakmak istiyor. Ama Okyanus ötesinden büyük baskı var, “açılımlarınızı bir an önce yapın “ diye.

Önümüzdeki günlerde iyi takip edelim. İMF’ den de sıcak para pompalanırsa erken seçim artık kaçınılmaz olur. İktidarda MHP’nin Öcalan’ın asılamamasından sonra ne duruma düştüğünü hep beraber gördük.

“Ilımlı” siyasi proje ve toplum mühendislikleri ile bize yine bir şeyler yedirilmek isteniyor.Filmin karelerini bölük –pörçük bize seyrettiriyorlar gibi geliyor insana.Ama öyle değil.Her şey gayet sistematik bir şekilde devam ediyor.Anketleri yalnızca bizim siyasiler ile kurumlar yapmıyorlar.Daha dikkatli yapanlarda var.Açılım,maçılım,reform falan hepsi hikaye..

Ey! Türk milleti yeni bir 3 Kasım’a hazır mısınız?
avaztürk

BDP'li vekil, Öcalan için af istedi
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Iğdır milletvekili Pervin Buldan, bu ülkenin genel affa ihtiyacı olduğunu, hatta bu genel aftan Öcalan'ın da faydalanmasını istediklerini söyledi. 13.03.2010 IĞDIR netgazete

"Devlet barış için Kürtlerle helalleşmeli"
Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt politikasını değiştirmesi gerektiğini ifade ederek, " Devlet, barış için Kürtlerin hakkını teslim etmeli, Kürtlerle helalleşmeli. Barış için savaşın açtığı yaraları sarmak lazım" diye konuştu. 13.03.2010 ANKARA netgazete

Öcalan: "Beni Kenya'dan MOSSAD aldı"

15 Mart 2010 Kenya'nın en çok satan gazetesi The Nation geçtiğimiz haftalarda Kenya istihbaratına dayanarak yayınladığı haberde 1999'da Öcalan'ın yakalanması için dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in İsrail lideri Benjamin Netanyahu'dan yardım istediğini, Apo'nun Kenya'da, 6 kişilik MOSSAD timinin operasyonu ile yakalandığını ileri sürmüştü. İddiaya göre; Kenya istihbaratı da Yunan elçiliğine MOSSAD ajanlarıyla düzenlenen Apo baskınında yer aldı. Biri kadın 5'i erkek 6 Mossad ajanı tarafından izlenen Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesine olanak tanıyan operasyona Mossad'ın "Uyanık" ismini verdiği de gazetede yer alan bilgiler arasındaydı. Öcalan avukatları aracılığıyla yayımlanan bu haberi doğruladı. Vatan gazetesinin haberine göre; Öcalan, "Beni de CIA ve MOSSAD Türkiye'ye teslim etti. Bütün bunları iyi anlamak lazım" dedi.
haber101

BDP'li Kışanak: Öcalan ve PKK muhatap alınmalı
İstanbul'da, Zeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı'nda düzenlenen Nevruz kutlamalarında konuşan BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Kürt sorununun çözümü için Öcalan ve PKK'nın muhatap alınması gerektiğini savundu. Kışanak, anadilde eğitim ile ilgili olarak Anayasa'nın 42. maddesinde düzenleme yapılmasını istedi. 21.03.2010 İSTANBUL netgazete

Heyyyyyy duyuyor musunuz?
16 Nisan 2010
Kapatılan DTP’nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk’e Samsun’da düzenlenen yumruklu saldırı, toplumun bir kesiminde infial yarattı.

Hürriyet Gazetesi Yazarı Yılmaz Özdil, saldırıya tersten bakınca “liberal”-“demokrat” ve yandaş medyanın hedefi oldu.

Oysa Ahmet Türk’e saldırı ile aynı günlerde Şırnak’ın Balveren Beldesi yakınlarında askerleri taşıyan bir minibüse yapılan ve 1 yüzbaşı ile 2 erin yaralandı. Yaralılar arasında Yüzbaşı Levent Çetinkaya da vardı.

Ağır yaralanan Yüzbaşı Levent Çetinkaya, Şırnak'ta yapılan ilk tedaviden sonra Diyarbakır Askeri Hastanesi'ne sevkedildi.

Silah arkadaşı avazturk’e gönderdiği notta haklı olarak sitem, isyan ediyor:

Yılmaz Tankül uykuya yatalı 20 ay oldu ,yanına dün Levent Çetinkaya gitti . O da uyuyor. ikisi de şerefli birer subay ve jandarma yüzbaşıydılar.Kimin haberi var,kim duyuyor kim farkında.Ne için uyuyorlar soran var mı? Acı olan ne biliyor musun uğruna uykuya yattıkları milleti ise her gün aynı vurdumduymazlığa devam,kimi evlilik programlarında kendini pazarlar kimi sefa da eğlencede .Birinin burnu kırılır herkes ayakta...

Heyyy duyuyor musun? 2 YÜZBAŞI uyuyor hem de siz rahat uyuyun diye yattılar o uykuya.”

Yılmaz Tankül olayı

Yüzbaşı Yılmaz Tankül, 11 Ağustos 2008 tarihinde Erzincan'da askeri aracın geçişi sırasına teröristlerin uzaktan kumanda ile patlattıkları mayınlı saldırıda 9 silah arkadaşını kaybetti. Saldırıda ağır yaralanan Jandarma Yüzbaşı Yılmaz Tankül GATA’da tedavi görüyor. avaztürk

28 Nisan 2010
Şemdinli kırsalında PKK ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 2 asker öldü, 2 asker yaralandı... haber101

01 Mayıs 2010
Militanlar Karakol Bastı

Tunceli'nin Nazimiye İlçesi Sarıyayla Jandarma Karakolu'na, uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlendi. Saldırıda, ilk belirlemelere göre Karakol komutanı da dahil 4 asker ölürken,1'i ağır 7 asker yaralandı.
Tunceli'nin Nazimiye ilçesi Sarıyayla Jandarma Karakolu'na militanlarca düzenlenen saldırıda ölen askerlerin kimlikleri belli oldu:

Jandarma Başçavuş Hasan Özüberk Kilis

Uzman Çavuş Kemal Koçyiğit Kayseri

Er Adem Şimşek- Muğla-Fethiye

21 yaşındaki Jandarma Komando Er Ahmet Eyce-Sivas
haber101

14 Mayıs 2010
Apo'dan l Kaset Yorumu
Abdullah Öcalan, son zamanlarda Türkiye gündemine damga vuran Baykal olayını değerlendirdi...

Bugüne kadar barışçıl çözüm için çalıştığını iddia eden Abdulah Öcalan, “Bundan sonra bunu yapmayacağım. 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım. Kim ne yaparsa kendi kararıdır!” dedi.

Avukatlarıyla yaptığı görüşmeler PKK’ya yakın internet sitelerinde yayınlanan Öcalan ilginç itiraflarda bulundu. Yeni dönemle ilgili de önemli gelişmelere işaret etti. İşte Öcalan'ın o ilginç açıklamalarından notlar:

GERİLLA ÇETELEŞTİ: Benim gerilla anlayışım bu değildi. Bazen bir korucu için on tane çocuk öldürdüler. Ben başta böyle olayları gerçekleştirdiklerine inanmıyordum. Hatta ilk birkaç ay bunlara inanamıyordum. Ancak sonra anladım ki, gerillaların bir kısmı farklı ilişkiler gerçekleştirmişler, çete anlayışını geliştirmişler, devletin bazı unsurlarıyla ortak şeyler yapmışlar.

31 MAYIS’A KADAR SÜRE: Öcalan ismi kullanılarak kahramanlık yapılmamalıdır. Ben dört yıl önce elimi birçok şeyden çekmiştim, ancak barışçıl bir çözüm ihtimali için yine elimden geleni yaptım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. Benim zihniyetimde ucuz şeylere yer yoktur. Ben 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Önümüzde iki-üç hafta var. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım. Kim, ne yapacaksa, kendi kararlarıdır.

BAYKAL'IN YAPTIĞI TECAVÜZ KÜLTÜRÜ: Baykal, Kürt sorununun çözümü önünde engel olduğu için, yaşanan olay, devlet içinde çözüm isteyen kesimin Baykal’a müdahalesidir. Baykal öyle tek başına bir kişi değildir, güçlüdürler. Devlet Baykal’ı durduramadığı, engelleyemediği için böyle bir şeye başvurdu. Ama Baykal, hodri meydan diyor, savaşa devam edeceğini, durmayacağını söylüyor. Bunda başarılı olup olmayacağını da bilmiyorum. Baykal dediğimiz bir kişi değildir. Bunlar geniş bir ekipten oluşuyorlar. Baykal’ın yaptığı da bir tecavüz kültürüne dayanıyor. Üstte Baykal böyle davranıyorsa altında ne olabileceği de tahmin edilebilir.
Kaynak: Ensonhaber

"PKK ortak düşmanımız"
Davutoğlu, Clinton'la görüştü
12 Temmuz 2010

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı Hlllary Clinton'la telefonda görüştü. Görüşmede Clinton, "PKK ortak düşmanımız" dedi. haber1001

KÜRTÇÜ SORUNU NEDİR?
Büyük Asya
24.07.2010

"Kürtçü sorunu", sömürgecilerin bölgemizi "etnik-dini" idareciklere bölüp parçalayarak üç büyük devlet geleneğini denetim altına almak, özellikle Türk Milletiyle Arap Milletinin his/ülkü/güç birliği yapmalarını engellemek maksadıyla 19.yüzyılın sonlarından bugüne sahneledikleri "uluslararası tezgah"ın teşhis edilmiş adıdır.

Bağdat'taki yasadışı kukla idareciğe değil, meşru Irak Devletine karşı 91 ve 2003 yıllarında gerçekleştirilen iki saldırıyla ivmelenen "Asrın Komplosu"dur...

"Kürt sorunu" tekerlemesi, tıpkı "Ermeni sorunu" tabiri gibi, bu uluslararası tezgahın, ilmikleri batılı servislerin laboratuarlarında dokunmuş örtüsü; dayatılmış mevcut haliyle adına "demokratikleşme denen şey"se, uydurulmuş sorunun güya çözümü adına zihinlere sızma sürecinin hem bahanesi hem ambalajıdır.

Zihinler, mesela -her çeşit darbeye karşı olanların, darbe mahsulü olduğunu hiç bahis konusu etmedikleri- ANAP'ın hükümet olduğu 80'lerin sonlarından itibaren yoğun bir "sorun" edebiyatıyla evvela yumuşatılır, suçluluk hissi aşılanır; arkasından "çözüm"e getirilip, ruh köklerinden batı istikametine doğru çözülerek teslim alınırlar.

Nitekim gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında bir laf etmeden önce "Aman peşmergeler duymasın, bir duyarlarsa çok kızarlar!" dercesine ezilip büzülen; fakat iki dakika sonra Türk ordusundan bahsederken, birden yüz ifadesini ve ses tonunu sertleştirip, güya farkına varmadığı bir takım el-kol hareketleriyle de kuvvetlendirerek "otoriteye pabuç bırakmadığından ötürü, söz ne zaman Türk Ordusundan açılsa elinde olmadan çok celallenen yaman demokrat" havaları basan peşmerge dalkavuğu yalabık adamlar; MHP parti binalarının duvarlarındaki afişlere, resimlere bile, geceyarıları devletin kolluk güçlerini alet ederek, bozguncuların da katıldığı saldırılar düzenleyen ve düzenledikleri basın toplantılarında "devlet silah bırakmalı" cinsinden beyanatlar vermek suretiyle, adeta peşmerge bozgunculuğunun basın sözcüsüne dönüştükleri halde, nedense şeklen vali gibi duran 'tarafsız' devlet yöneticileri" böyle ortaya çıktı.

Hangi kesimden olursa olsun, Türk Milleti adına söz söyleme durumundaki okumuş-yazmış takımıyla yönetici kadroların hali maalesef budur:

Zihinler çözülmüş, peşmergeleşmiştir...

‘YARIN ARTIK BUGÜNDÜR!…’

Pazar günü beni Soner aradı. Van’daydı. Hakkari’ye hareket edecekti. Helalleşmek istemişti!

Soner, bir alış veriş merkezinde temizlik görevlisiydi. Bir yıl önceydi…Remzi kitabevindeki imza günümde bir köşede, utangaç beklerken gözüme takılmıştı. Sırası geldiğinde özel bir şey konuşmak istediğini söyledi. Konuştuk. İlla Tokat Turhal’da bir konuşma yapmalıydım. Bunu organize edecekti..

Bu sözleşmeden 2 ay sonra Turhal’a gittim. Bayram günü gibi giyinmiş, kırmızı kravatını takmıştı. Tüm gün koşturdu durdu. Bir düğün salonunda Turhallılarla beni buluşturdu. Konuşmam sırasında sol tarafımda oturan 2 küçük kız çocuğu ve bedenen onlardan biraz hallice bir hanım dikkatimi çekmişti. Pür dikkat dinlemişlerdi.. Annesi ve kardeşleriydiler. İstanbul’dan benimle gelen Ufuk arkadaşım evlerini ziyaret etmişti. . Yoksuldular hayat şartları üzerlerine çökmüştü. 2 küçük kızkardeşi sınıf birincisiydiler. Soner bütün gücüyle onları okutmaya çalışıyordu.. İş bulmaya İstanbul’a gelmişti. 500 küsur lira alıyor, yarısını Turhal’a yolluyordu.. Sigortası yoktu. Taşeron bir şirket, o ve arkadaşlarını dilediği gibi kiralıyordu, istediği zaman işten atıyordu..

Soner, ayda bir-iki kere mutlaka arardı. Baharın ilk günlerinde aradı. Askere gidiyorum abla’ dedi.. Vedalaştık. 3 ay oldu. Acemiliği bitti. Aradı. ‘Askerde kalmaya karar verdim’ dedi. Uzman çavuş olacaktı.. Sınavı geçtiği gün yine aradı. Hakkari’ye gitmeye gönüllü olmuştu..

Son aradığında Van’daydı. ‘Abla Erzincan’daydık. Bugün Van’a geldik. Buralarda dağ taş asker!’ dedi. ‘Yarın Hakkari’ye doğru yola çıkıyoruz. Hakkını helal et!’

Sustum… öyle birkaç saniye.. ‘Alo…’ dedi. ‘Helal Olsun…ne demek! Dikkat et…’diye çabucak söyledim.

‘Abla, 1990’larda gayrı nizami harp yapılıyormuş ama o dönem nedense bitmiş…’ diye konuştu. ‘Evet!’ dedim. ‘Ecnebi öyle istemiş!’

Güldü, ‘Ablam kendine iyi bak. Görüşeceğiz!’ dedi…

Bugün Soner Hakkari’ye gidiyor. 100 yıllık kirli bir oyunun en sert oynandığı dağlara tepelere!

*-*-*

Aklımda Soner ve nice Sonerler, elimde Güneri Civaoğlu’nun 22 haziran 2010’daki köşe yazısı:

Yıl 1991. Cıvaoğlu, 1. Körfez Savaşı’nda Suudi Arabistan’da. ABD kumanda merkezi olarak kullanılan bir otelde, Amerikalı bir yarbayla röportaj yapıyor: Adam mükemmel bir Türkçeyle, ‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak.’ diyor. Amerika bölgeyi terk ederken, silahlarının büyük bölümünü bırakacağını, bunların içinde ağır silahlar, roketlerin de olacağını söylüyor.

Sonra, bu silahların bölgedeki Kürtler’in eline geçeceğini (!)ve Türkiye’ye karşı kullanılacağını anlatıyor. Kime? Bir Türk gazeteciye!

Sadece o değil Cıvaoğlu’nun konuştuğu diğer subaylar da senaryoyu ballandırıyorlar..Diyorlar ki.:‘Toprak isteyecekler. Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.’ diyorlar.

Senaryo dün de bugün de aynı. 1991 senaryosu 20 yıl gecikmeli olarak sahneye konuyor.. Cıvaoğlu soruyor: ‘PKK o roketatarları, uzun namlulu ağır silahları, dockaları, tonlarca patlayıcıyı nasıl elde etmekte.

50-100 kişilik gruplar halinde askeri üstlere, karakollara saldıracak cesareti nereden alıyor?’

Bugün bu sorunun cevabını ‘müttefikimizin’ subayları veriyor..

Bu sorunun cevabını ‘müttefikimizin’ politikacıları, yazarları, uzmanları veriyor.

Bu sorunun cevabını ‘müttefikimizin’ yakın temasta olduğu, içimizdeki ‘Washingtonlular’, içimizdeki ‘Brükselliler’ veriyor! Bugünlerde her yanda ‘Çözüm İmralı’da!’ avazları…

Soner yarın Hakkari’ye gidiyor!

Elimde Yeniçağ gazetesi. Manşette Urfa’da bir terörist cenazesi!

Üzerinde PKK bayrağı. Tabutu camiye getiren ŞANLI URFA belediyesi.

2000 kişi cenazede bağırmış: “Öcalansız dünyayı başınıza yıkarız” , “Vur gerilla vur, Kürdistan’ı kur!”

Diğer haber: DİYARBAKIR’da 1925’te çıkardığı isyanın bastırılmasının ardından 47 arkadaşıyla birlikte idam edilen Şeyh Said adına düzenlenen etkinliklerin afişleri caddelerdeymiş!

Şeyh, yarın asıldığı yerde anılacakmış.. BDP anma etkinliklerini destekliyormuş!

‘Kuzey Irakla ‘bütünleşen’ ortak ekonomik bölge! Kürt zenginleri Erbil’de Sheraton otelini mesken tutmuşlar, yanlarında irin renkli, ince uzun ‘yabancılar’! Bölgenin ‘yıldızı’ Diyarbakır’ı konuşuyorlar…

Haberler sürüyor: BDP elindeki 99 belediye ile ÖZERKLİK ilan edecekmiş!

PKK açıklamayı memnuniyetle karşılamış: Bayık, ‘Ya kabul edilir, ya kabul ettiririz!’ demiş...

Ahmet Türk, belki Türkçesi yeterince anlaşılmaz diye “İstediğimizin İngilizce karşılığı demokratik otonom.’ diye eklemiş!...

Acaba biz ZAMAN TÜNELİ’nde miyiz? Yıl 1918 mi?!

Acaba Soner şimdi Hakkari’de mi?

Vakit sıkışıyor. Bugünlerde duruma ve haberlere kuşbakışı bir bakın… Son 2 ayda olanları altalta sıralayın… Olaylar bir kartopu gibi büyüyor… Bir arı kovanı vızıltısı her yanı sarıyor. Güneşli havalarda bile devamlı gök gürültüsü! Mevsimler birbirine karışıyor…

Türkiye Asya’nın kilidi. Tüm Amerikan ve Avrupalı liderler bu cümleyi telaffuz etti! Asya’ya açılmak için bu kilidi ’hal’letmeli!’ 100 yıllık bir dava bu!

Dünyadaki tüm doğal zenginliklerin, petrolün, gazın, uranyumun, çeliğin, altının, değerli madenlerin dörtte üçü Doğuda, Avrasya’da.

Bakın Afganistan dağlarına, Hindikuş’un, Karakurum’un zirvesindeki cevherlere el konuyor. Yunanistan adalarını satıyor… Kerkük’ün petrolü, Erzincan’ın altını, Karadenizin gazı var…Işte bu, kilidi kurcalanan coğrafya! Türkiye hedefin tam ortasında..

Hedefteki coğrafyanın nokta atış alanı tarihteki Mezopotamya! Oraya kurulmuş olan tampon devlet, çevresindeki tüm ülkelere kezzap etkisi yapacak.. Bir İsrail daha tarih sahnesine sırıtarak çıkacak! Bir yıl içinde bütün bölgede kartlar yeniden karılacak! Hesap bu!

Soner artık Hakkari dağlarında!

Önce Güneydoğuyla Kuzey Irak, ekonomik olarak ’entegre’ edilecek, sonra siyasi kılıçla bu pasta kesilecek. Eğer oyun geçen yüzyılın başındaki gibi bozulmazsa, bölgede kan filizleri yeşerecek..

İşte bunun hazırlığı izlediğiniz! 1988de imzalayıp 1991’de mevzuata dahil ettiğiniz Avrupa Yerel Yönetim Şartı 2000 de imzaladığınız BM ikiz yasaları boy boy resmi geçit yapıyor önünüzde… Canım biz güçlü ülkeyiz’, ‚Bunlardan mı korkacaz!’ sesleri azalıyor!!

Ekranlarda birilerinin oynattığı kuklalar, ’Savaşların tüm sebebi psikolojik’ diyor.. Asıl suçlu, ’Apo’nun içleracısı çocukluğu’ ! Dev bir psikoterapi seansı, Usame’yi de Apo’yu da, Tamilleri de kuzuya çevirecek.. Bush, Obama, Netenyahu ve Sarkozy ve Merkel psikiyatrik tedavi görse dünya savaşlardan temizlenecek..

Birileri ekranlarda demokrasi istiyor, ’demokratik otonomi!’ ’Özerklik’ isteyen 99 BDP’li belediye, Ankara’dan bağımsız, ama küresel sermayeye bağımlı olmak için kazan kaldırıyor!

Batılı danışmanları arkalarında, sırtlan dişleriyle sırıtarak onaylıyorlar… Artık düğmeye bastılar…Özerklik nidaları yeri göğü kaplayacak. İçerde çatışmalar baş gösterince, Birleşmiş Milletler Barış gücü askerleri bölgeye el koyacak.

Bu senaryonun rejisörleri, Birleşmiş Milletler, AB , ABD ve NATO dörtlemesidir.

Türk milleti karşısına dikilen herkesi bu kurumlarla ilişkilerine göre değerlendirmelidir.. Kim ki ’Eksenimiz batıdır!’ ’NATO’ya AB’ye bağlıyız!’ diyor, kim ki her adımda gidip Brüksel ve Washington’dan ‚tavsiye alıyor, bu milletin içinden cıkmış olsa da, bu milletten değildir!

Bu durumun farkına , umarım şimdi artık tarih sahnesinde varolmayan Yugoslavya gibi iş işten geçtikten sonra varmayız! Vakit bu vakittir. Şimdi tüm duyargalarımızı açma ve anlama vaktidir.

Takım tutar gibi tuttuğunuz partileri unutun, önyargılarınızı bir kenara bırakın, seçimlerden sandıklardan azade, tarihin ışığında duruma bir daha bakın.. Yükseklerden bir yerden.

Aynı oyunu dedelerimiz görmüştü .. Müthiş bir sağduyuyla hepsi aynı yöne yürümüştü.. Yoksa bugün burada nefes alıyor olmayacaktık…

Soner nerde acaba!?

Hey koca usta! Öyle derdin sen! Yarın, artık bugünDÜR!

Kaynak: www.banuavar.com

PKK’yla Savaşabilecek Durumda Değiliz
09 Ekim 2010
Irak Genelkurmay Başkanı Babe Bekir Zebari, ülkesinin ordusunun PKK’ya karşı bir savaş yürütecek durumda olmadığını söyledi

Zebari Kuzey Irak’ta yayımlanan Rudaw gazetesine konuştu. Ülkede hükümet krizi yaşandığını ve ciddi güvenlik sorunu olduğunu hatırlatan Zebari, Irak Ordusu’nun PKK’ya karşı mücadele yürütecek gücü ve imkanlarının bulunmadığını belirterek “Bağdat peşmerge sorununu çözme taraftarı değil. Ayrıca Anayasaya göre Kürdistan Bölge Başkanı’nın izni olmadan Irak Ordusu’nun Kürdistan Bölgesine geçme yetkisi yok” dedi.

PKK’ya savaş açmak gibi bir niyetlerinin de olmadığını ifade eden Irak Genelkurmay Başkanı Zebari, Türkiye’nin, PKK ile yaşanan sorunu diyalogla çözebileceğine inanmadığını belirterek “Türkler PKK’yı terörist bir örgüt olarak görüyor. Bu öyle kolay çözülecek bir sorun değil” dedi aktifhaber


Mutki'deki kemikler muhatap olabilir mi?
Ayhan BİLGEN
ayhanbilgen@yahoo.com
22 Ocak 2011

İlk okulu Sason isyanı dolayısı ile Manisa’ya sürülmüş çok sayıda Mutki’linin yaşadığı bir köyde okudum. Danimarkalıların Kulu’yu, Belçikalıların Bolvadini, Türkiye’nin en büyük şehirleri sanması gibi, ben de Mutki’yi memleketin büyük şehirlerinden birisi sanıyordum.

Şimdi yeniden böyle düşünmeye başladım. Bu sefer yaşayanlardan dolayı değil. Toprağın altından fışkıran kemiklerden dolayı.

Her gün yeni mezarlar ve bu toplu mezarlardan yeni cesetler çıkıyor. Ama ülkeyi yönetenleri gıkı çıkmıyor. Kürt sorununun çözümüne dair bütün üst perdeden tartışmaları anlamsızlaştıracak bir manzara ile karşı karşıyayız. Bütün diplomatik mesajları, politik analizleri, bilimsel önerileri boşa çıkaran bir gerçeklik yüzümüze çarpıyor.
İsminizin başında hangi inanca ait sıfat, hangi sosyal statü, hangi etnik kimlik vurgusu yada hangi aidiyet tanımlaması olursa olsun insan olma vasfını taşıyorsanız insanlığınızdan utanacağınız bir döneme şahitlik ediyorsunuz. Daha doğrusu şahitlik ettiğinizi düşünüyorsunuz. Çünkü şahitlik edebilmek için bile daha fazla müdahil olmak gerekir.

Türkiye yeni bir anayasaya kavuşacaksa bu kemiklerle yüzleşebildiği ölçüde kavuşacak. Ülkeyi yönetenler kendi halkıyla barışacaksa önce bu kemiklerin sahiplerinden özür dilemeyi öğrenerek bu adımı atacak.
Bölgesel rollere, arabuluculuklara soyunan bir ülkenin Mutki’de çıkan kemikler hakkında hiçbir şey diyemiyor olması yüz kızartıcıdır. Bu konumda bir bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmaktansa mezar taşı olmak çok daha haysiyetli bir durum olsa gerek.

Tarihe sadece bu toplu mezarların sorumlularını bulup cezalandıran bir lider, bir siyasetçi olarak geçmek tek başına yeter aslında. Ama buna cesaret edemediğinizde koltukları son nefesinize kadar elinizin altında tutmak bile yük ve vebalden başka bir anlam ifade etmeyecek.

Kürt sorununda muhataplık sorununu aşmayı bir türlü göze alamayanlar için küçük bir tavsiyede bulunarak yazıyı bitirmek istiyorum. Bu mezarlardan çıkan kemikler Kürt sorununun çözümünde muhatabınız olabilir aslında. Onlarla görüşüp, onlarla müzakere edebilirsiniz belki. İstediğiniz kadarını vermeye onları daha kolay razı eder yada onların taleplerini çok daha kolay yerine getirebilirsiniz.

Bu kadarını da yapamıyorsanız geriye bir tek ihtimal kalıyor. O da her gece uykunuzdan bu mezardakileri görerek uyanmanız. Çocuklarının kemikleri ile buluşmaları bile kendilerine çok görülen anaların çığlıkları kulaklarınızın çınlaması.

Sizi içinde bulunduğunuz uykudan uyandırmaya bunlarda yetmiyorsa, cumhuriyetin muhteşem yüzyılını kutlama hazırlıkları ile iktidar ömrünüzü uzatmaya devam edin.
Kaynak: habertaraf

Öcalan: ‘Kalan cezamı evde çekersem, tüm sorunu çözerim. Yoksa Mart ayında aradan çekilirim’
21 Ocak 2011

Kürt sorununun çözümü konusunda İmralı’da sürdürülen görüşmelerin, Abdullah Öcalan’ın cezasının bundan sonraki kısmını “ev hapsinde” sürdürmesi ısrarına kilitlendiği öğrenildi. Fiziksel koşullarının ve buna bağlı olarak sağlık durumunun kötüleştiğini söyleyen Öcalan, kalıcı ateşkes için “ev hapsi” konusunda ısrarcı bir tutum sergiliyor. Öcalan, uzlaşma sağlanamadığı takdirde Mart ayında devreden çıkmayı planlıyor.

‘Nefes alamıyorum’

Vatan'dan Hale Gönültaş'ın haberine göre; edindiği bilgilere göre Abdullah Öcalan ile devlet heyeti arasındaki görüşmeler zaman zaman 15 günde bir, zaman zaman da daha uzun zaman aralığına yayılarak sürdürülüyor. Devlet heyeti, Öcalan ile “ateşkesin kalıcı hale gelmesi”, “silahların kesin olarak bırakılması”, “ana dil serbestisi” ve “PKK’lılara af” taleplerini tartışıyor. Öcalan ile devlet heyeti arasında sürdürülen görüşmelerde şu ana kadar çözüme yönelik bir aşamaya gelinmedi. Öcalan görüşmelerde sık sık “cezaevindeki fiziksel koşullarının yetersizliğine” dikkat çekerek buna bağlı olarak “sağlık koşullarına” işaret ediyor. Nefes alıp vermekte zorlandığını, sağlık kontrollerinin yeterince yapılmadığını ve rutubetten kaynaklı olarak ciddi vücut ağrıları çektiğini anlatıyor.

‘Onlar yeterli değil’

Barış ve Demokrasi Partisi ile Başkanlığını Ahmet Türk’ün yaptığı Demokratik Toplum Kongresi’ni de Kürtlerin hak ve taleplerini dile getirme konusunda yeterli olamadıkları konusunda eleştiren Öcalan, devlet heyetine, sorunun “PKK’nın tasfiyesi” yolu ile çözüme gidecekleri yönünde endişe taşıdığını da ifade ediyor. Devlet heyetinin kendisinden talep ettiği çözümlerin gerçekleşmesi ve sorunun ülkede Türk-Kürt çatışması doğmadan çözümü için kendisinin “ev hapsine alınması” gerektiğini dile getiriyor.

Mart’ta ateşkes bitiyor

Öcalan, cezasını devletin belirleyeceği “güvenlikli bir yerde” çekmesi durumunda, PKK’nın ilk aşamada “kalıcı ateşkes” ilan edeceğini, ancak bu aşamadan sonra “silahların bıkarılmasına yönelik görüşmelere” başlanabileceğini de söylüyor. Geçen hafta avukatlarıyla yaptığı görüşmede “Bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa”, PKK’nın geçen hafta ateşkesi bitireceğini açıkladığı Mart ayında “devreden çıkacağını” söyledi, “Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir” dedi.

BDP de istemişti

Öcalan’a ev hapsi formülü, BDP’liler tarafından son iki yıldır yoğun şekilde dile getiriliyor. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, 16 Şubat 2010’da TBMM’de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada bu formülü şu sözlerle ifade etmişti: “11 yıldır İmralı’da hapsedilen aynı zamanda Türkiye’nin kendisi, aydınlık demokratik geleceği, ülke çıkarları olmuştur. 11 yıldır Türkiye İmralı’da kendini hapsetmiştir. İmralı sistemi Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmiyor, bu nedenle İmralı sistemine son verilmeli ve ev hapsi dahil, çözümde Türkiye’nin işini kolaylaştıracak formüller bulunmalıdır.”

Daha önce de ‘çekilirim’ demişti

İmralı’yla görüşmeler, PKK’nın metropollerde saldırıları artırmasının ardından başladı. Uzun bir aradan sonra ilk görüşme ise geçen Haziran ayının son günlerinde gerçekleşti. PKK’nın eylemsizlik ilan etmesi için devlet heyeti Öcalan ile 2 görüşme daha yaptı. Bu görüşmeler çerçevesinde Ağustos’un ilk günlerinde Öcalan, Kürt sorunun çözümü için tekrar devreye girdiğini açıkladı.

İLK ATEŞKES: PKK da 13 Ağustos ve 20 Eylül arasında eylemsizlik ilan etti. Öcalan’ın devreye girdiğini açıklamasından sonra ise İmralı’ya ziyaretler sıklaştı. Bu tarihler arasında da Öcalan ile bu kez “PKK’nın eylemsizlik kararını uzun soluklu uzatması” ve “silahların bırakılması ortamının yaratılmasına” yönelik görüşmeler yapıldı.

ATEŞKES UZADI: 27 Eylül’de DTK eş Başkanı Aysel Tuğluk İmralı’ya gitti. Bu görüşmenin ardından örgüt, eylemsizlik kararını bir ay süre ile yani 1 Kasım tarihine kadar uzattığını açıkladı. 27 Eylül’den sonra devlet heyeti ile Öcalan arasında sadece bir kez görüşme gerçekleştirildi.

‘DEVREDEN ÇIKACAĞIM’ DEDİ: Ekim ayında avukatları ile yaptığı görüşmede “Çözüm için adım atılmazsa, 31 Ekim’de devreden çıkacağım” açıklaması üzerine, Ekim ayının son haftasında görüşmeler tekrar başladı. İmralı’ya giden bir heyet, Öcalan’a devrede kalması yönünde mesajlar verdi. Bu noktada eylemsizlik süreci Haziran’a kadar uzadı, ancak geçen hafta süre Mart ayına çekildi. aktifhaber



En son Ekim tarafından Çrş Nis 28, 2010 8:04 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 29, 2010 12:47 am    Mesaj konusu: Apo'dan Barzaniyi dinleyelim Alıntıyla Cevap Gönder

04 Nisan 2010
Abdullah Öcalan'ın 61'inci doğum günü

Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden dünden itibaren Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’ne bağlı Onbirnisan Beldesi’ne gelen yaklaşık 8 bin kişi içerisinden seçilen 500 temsilcinin, ilk kez Öcalan’ın köyüne gitmelerine izin verildi.

Aralarında BDP’li Milletvekillerinin de bulunduğu kalabalık, önce geçen yıl geçişlerine izin verilmediği için güvenlik güçleri ile çıkan çatışmada yaşamını yitiren 2 kişi için olayların çıktığı yerde anma töreni düzenlendi.

Öcalan'ın evi türbeye döndü. Apo'nun yakınlarının eli öpüldü. Bazıları evin bahçesinden toprak toplarken, bazıları Apo'nun fotoğraflarını öptü.

Öcalan’ın doğum gününü kutlamak için çeşitli kentlerden dün sabahtan itibaren yola çıkarak, Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’ne bağlı Onbirnisan Beldesi’ne gelen PKK sempatizanları, geceyi açık arazide kurdukları çadırlarda geçirdi. Aralarında BDP milletvekilleri Emine Ayna, Bengi Yıldız, İbrahim Binici ve Sevahir Bayındır ile Öcalan’ın çağrısı üzerine geçen yıl Kandil ve Mahmur’dan gelen bazı PKK’lıların da bulunduğu kalabalık, çadır kurulan alanda türküler eşliğinde halaylar çekip, ateşler yaktı.

14 OTOBÜS İLE TEMSİLCİLER TAŞINDI

Her yıl olaylara sahne olan ve son olarak geçen yıl 2 kişinin öldüğü, Öcalan’ın doğum günü gerginliğinin bu yıl yaşanmaması için etkinliği organize eden Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (Tuhad-Fed) ile yapılan görüşmelerin ardından, bu yıl yapılacak etkinliğe belirli sayıda insanın katılması konusunda anlaşmaya varıldı.

Güvenlik güçlerinin İçişleri Bakanlığı’nın onayını almasının ardından geçmelerine izin verdiği 500 kişilik kalabalık, bu sabah 14 otobüs ile Onbirnisan Beldesi’ne yaklaşık 100 kilometre uzaklıktaki Ömerli Köyü’ne doğru yola çıktı.

Çevre illerden gelen takviye ekiplerle desteklenen jandarma ve polis de Ömerli Köyü’ne 20 kilometre kala Karataş Tepe Mevkii’nde güvenlik önlemi aldı. Güvenlik güçleri, zırhlı araçlarla barikat kurduğu köy yolunu ayrıca geçişlerin önlenmesi için demir bariyerlerle de kapattı. Geçmiş yıllarda Karataş Tepe Mevkii’ni kuşatan tepelere yay şeklinde önlem amaçlı olarak dizilen asker ve polislerin bu yıl ise belli noktalarda gruplar halinde konuşlandığı görüldü.

Kalabalık Halfeti’ye doğru ilerlerken, Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Ünal Karaosmanoğlu, İl Jandarma Komutanı Albay Şükrü Cumhur, Emniyet Müdürü Sabri Durmuşlar, ilçe kaymakamları ile yüksek rütbeli subaylar da güvenlik güçlerinin barikat kurduğu bölgeye gelerek önlemler hakkında bilgi alıp inceleme yaptı.

ÖCALAN'IN EVİ TÜRBEYE DÖNDÜ

PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın doğum günü nedeniyle Ömerli Köyü'ne ilk kez gidişlerine izin verilen aralarında BDP Milletvekilleri Sevahir Bayındır ile Bengi Yıldız’ın da bulunduğu kalabalık, köyde Öcalan’ın yakınları tarafından karşılandı.
Köy girişinde otobüsten inen ve bir süre yürüyen kalabalık, burada Abdullah Öcalan’ın kardeşleri Mehmet, Fatma ve Havva Öcalan ile yeğenleri tarafından karşılandı. Kalabalık burada kendilerini zafer işareti yaparak karşılayan Fatma Öcalan’ın elini öpmek için birbiriyle yarıştı. Bir süre burada Öcalan kardeşlerin elini öpmek ve tokalaşmak için mücadele eden grup, daha sonra ‘Öcalan’a özgürlük’, ‘İyi ki doğdun Öcalan’ sloganları atarak Abdullah Öcalan’ın doğduğu eve yürüdü.

PKK yandaşları, daha önce duvarlara asılı olan Abdullah Öcalan’a ait fotoğrafları öpmek için birbiriyle yarıştı. Hem Öcalan’ın fotoğraflarını, hem de kardeşleri Fatma ve Havva Öcalan’ın elini öpmeye çalışan kalabalık, daha sonra evden dışarı atılan şekerlerden kapabilmek için uğraş verdi. Poşetler içerisinden havaya savrulan şekerleri toplamaya çalışan kalabalık, daha sonra evden çıkarılan sacta yapılmış yufka ekmeklerden kapmak için de aynı çabayı gösterdi. Grupta yer alan bazı kişiler, Öcalan fotoğrafları ile süslü evin bahçe ve odalarında katıra fotoğrafı çektirdi.

GÜVERCİN UÇURDULAR

Kalabalığa Kürtçe konuşma yapan Fatma Öcalan, kan dökülmesini istemediğini ve herkesin barış içerisinde yaşamasını arzuladığını dile getirdi. Etkinliği organize eden Tuhad-Fed Başkanı Mahmut Doğan da yaptığı konuşmada, geçtiğimiz yıllarda sürekli çatışmaların yaşandığını hatırlatarak, bu yıl diyalog yolu ile sorunu çözüme kavuşturduklarını ifade etti.

Kalabalığa eşlik eden BDP Milletvekilleri Sevahir Bayındır ve Bengi Yıldız ise, Öcalan kardeşler ile bir süre sohbet ettikten sonra evin çatısına çıkıp, barışın simgesi olarak kabul ettikleri güvercinleri havaya uçurdu. İki milletvekili daha sonra Öcalan’ın evinin girişindeki kapıda üzerinde Kürtçe ‘İyi ki doğdu Öcalan’ yazılı tabelanın önünde fotoğraf çektirdi.

BAHÇEDEN TOPRAK ALDILAR

Yaklaşık bir saat ziyaret ettikleri evde PKK ve Öcalan lehine slogan atan kalabalık, geri dönecekleri konusunda yapılan uyarı üzerine, evin bahçesindeki toprakları kendilerine dağıtılan poşetlere doldurmaya başladı.



Yerdeki toprağı avuçlayarak poşet ve yanlarında bulunan pet şişelere dolduran kalabalık, daha sonra yine sloganlar atarak evden ayrılıp, otobüslerinin bulunduğu alana yürüyerek gitti. Kalabalık bindikleri otobüs ile yeniden, dünden itibaren toplandıkları Onbirnisan Beldesi’ne hareket etti.

ÖLENLER İÇİN KARANFİL

Onbirnisan Beldesi’nden 14 otobüs ile Ömerli Köyü’ne hareket eden grup, saat 10.30 sıralarında köye 20 kilometre uzaklıktaki, güvenlik güçlerinin barikat kurduğu Karataş Tepe Mevkiine ulaştı. Burada durdurulan otobüslerden inen aralarında BDP Milletvekilleri Bengi Yıldız ve Sevahir Bayındır’ın da bulunduğu 500 kişi, BDP İl Başkanı İbrahim Ayhan’ın Kürtçe konuşmasıyla, geçen yıl çıkan olaylarda 2 kişinin öldüğü yere gitti.

Hep birlikte 2 kişinin öldüğü alana giden kalabalığın, güvenlik güçlerine karşı taşkınlık yapmaması için sarı renkli kıyafet giyen bazı kişiler tepelerde görevlendirildi. Otobüslerden inen ve PKK elebaşı Öcalan'ın posteri ile PKK’nın renklerini simgeleyen bezler taşıyan kalabalık, Öcalan PKK lehine Kürtçe sloganlar atarak, geçen yıl çıkan olaylarda yaşamını yitiren Mahsun Karaoğlan ile Mustafa Dağ’ın öldüğü alana karanfil bıraktı.

Kalabalığa hitap eden Tuhad-Fed Genel Başkanı Mahmut Doğan, ölümlerin son bulmasını isteyerek, etkinlik amaçlarının barış olduğunu söyledi. Burada, ölen iki kişi için saygı duruşunda bulunup, karanfil bırakan kalabalık, PKK ve Öcalan lehine slogan atarken, kadınlar da zılgıt çekti.

OTOBÜSLERLE GİTTİLER

Kalabalık anma töreninin ardından yapılan anons ile tepeden inerek yeniden otobüslere bindi. Ömerli Köyü’ne doğru yola çıkan kalabalıkta bulunan milletvekillerinin otomobil ile geçişlerine izin veren güvenlik güçleri, aynı taleple gelen diğer parti yöneticilerine ise olumsuz yanıt verdi ve köye sadece otobüslerle yolculuk yapılabileceğini söyledi.
Bunun üzerine birçok kişi otomobillerini bırakarak bindikleri otobüslerle köye hareket etti.

Geçen yıl 2 kişi öldü

HER yıl PKK yandaşları ile güvenlik güçleri arasında çatışmaların yaşandığı Öcalan’ın doğum günü kutlamaları için geçen yıl öMERİ kÖYÜ'NE köye gitmek isteyenlere izin verilmedi.
Bunun üzerine taş ve molotof kokteyli atan göstericilere, güvenlik güçleri gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale etti. Yaklaşık bir saat süren çatışmada Mahsun Karaoğlan ile Mustafa Dağ yaşamını yitirirken, 29’u asker ve polis olmak üzere 45 kişi yaralandı.


Nüfusta doğum tarihi 14 nisan

PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın resmi kayıtlardaki doğum günü 14 Nisan 1949. Resmi nüfus kayıtlarına göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Öcalan, Ömerli Köyü’nde oturan Öcalan ailesinin 4'üncü çocuğu olarak dünyaya geldi. 2’si hayatta olmayan 4’ü kız 7 kardeş olan Öcalan, resmi kayıtlarda 1978’de yaşamını birleştirdiği örgüt kurucularından olan ve Avrupa’ya kaçan Kesire Öcalan ile de halen evli görünüyor.

Abdullah Öcalan’ın en büyük ablası Dursun 65 yaşında, en küçük erkek kardeşi Ali ise 13 yaşında yaşamını yitirmiş. PKK elebaşının kız kardeşleri evli gözükürken, erkek kardeşlerinden olan ve fikir ayrılığından dolayı örgüt ile bağlarını kopardıktan sonra Kuzey Irak’ta fırıncılık yapmaya başlayıp, bir süre önce evliliği ile gündeme gelen Osman Öcalan ise resmi kayıtlarda halen bekar gözüküyor.

Roj Tv için yürüdüler

ROJ TV ile PKK terör örgütüne yönelik yapılan baskınları protesto etmek için Almanya, Hollanda, Fransa gibi birçok ülkeleden Brüksel'e gelen gruplar protesto gösterisi yaptı.

Gelen PKK yandaşı grupta bulunanlar Nord İstasyonu'ndan başlayarak Avrupa Birliği Meydanı Schuman’i geçerek gösteri alanında toplandı. Yürüyüş sırasında Kürtçe ‘Biji Apo' (Yaşasın Apo), ‘Biji PKK' (Yaşasın PKK), ‘PKK halktır, halk burada' sloganları atan grupta bulunanlar sözde PKK bayrakları ve Abdullah Öcalan'ın portresinin bulunduğu bezlerle yürüdü. Roj TV de canlı yayın yaparak gösteriyi izledi. Gösteri meydanında yapılan operasyonlar sonrası tutuklanıp, sonra serbest bırakılan Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal konuşma yaptı

Hakkari'de Öcalan gerginliği

HAKKARİ'de terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın 61'inci doğum günü nedeniyle olaylar çıktı. Ara sokaklarda yola barikat kurup slogan atan 30 kişilik gruba, polis gaz bombasıyla müdahale etti.
Dağgöl Mahallesi'nde toplanan ve büyük bölümü çocuklardan oluşan 30 kişilik grup, Öcalan'ın doğum gününü bahane ederek yola barikat kurup ateş yaktı. Kısa süre sonra gelen Çevik Kuvvet Polisi, kendilerine taşlarla saldıran gruba gaz bombası atarak mühadale etti. Bu arada yoldan geçen bazı kişiler atılan gaz bombasından ekkilendi. Polis ile göstericiler arasında zaman zaman kovalamaca görülürken olaylar Dağgöl, Keklikponar ve Yeni Mahalle'de halen devam ediyor.

Apo'dan Barzaniyi dinleyelim
01. Mart 2008
Behiç KILIÇ
Tercüman ANKARA,

(..)
Abdullah Öcalan İmralı'da yeniden konuştu ve sanki "Barzani-Talabani ikilisine dikkat edin" dedi!..
Bakın şu sözlerine...

"KDP sadece Güney'de örgütlü değil, bir o kadar Türkiye'de örgütlü, AKP içinde milletvekilleri var. Bölgede işadamları var. Ankara'da işadamları var, siyasetçiler var, Avrupa'da diplomasi yaptıkları geniş bir çevre var. Örgütlüler. KDP'nin Kürdü'ne ben ulus-devletçi Kürt diyorum."

Doğru mu doğru...

Tehlike nedir?..

Türkiye'nin siyasetinde, ticaretinde etkili, Avrupa'da geniş çevre sahibi, Barzani milliyetçisi bir varlığın tehlikesini sorgulamak bile abestir artık.
PKK cinnetinden kurtulabilmek için, Türkiye'nin rıza göstereceği "Sıtmadan" kurtulmak mümkün olacak mı?..

Nasıl bir Türkiye'ye doğru yol alınıyor, kavrayabiliyor muyuz?.. Abdullah Öcalan, tasfiye edildiğinin farkında ve bunun telaşı ile feryadı basınca, ağzından dökülenlerden, yeniden Ortadoğu düzeninin "Mahrem" niyetleri anlaşılıyor!..

(..)
Bakın ne diyor; "Aslında bizim yarattığımız gelişmeler, 1990'lardaki PKK'nın mirasını KDP ve YNK yiyor. Biz doksanlarda mücadeleyi geliştirince devlet bize karşı Barzani ve Talabani'yi güçlendirdi. Kırmızı pasaport verdiler, bize karşı Güney'de bir Kürt devletçiği yarattılar. Barzani de, Talabani de kurt politikacılar. Bu gelişmeleri hemen gördüler ve kendi çıkarlarına kullandılar. PKK mirasını yediler ama bu bizim suçumuz değil. Geçenlerde konuşan paşalar da söylüyor. "Güney'deki oluşumu biz yarattık ama yanlış yaptık" diyorlar. Kürtler'in inkarı yanlıştı bunu anladılar ama çok geç oldu. Sonuçta bunun için bir şey yapamayız. KDP bir çeşit PKK içine sızmıştı ya da PKK içinde KDP'liler vardı. Bunun tehlikelerini görmek gerekir. Herkes kendine yakın bir PKK yaratmak istiyor."

(..)
Dahası da var!..

Mesela, İsrail'in "Bu tezgahın" neresinde olduğunu merak ediyorsanız, onun da cevabını Apo'dan öğrenmek mümkün!..
MOSSAD kendisi ile ilişki kurmuş, Şam'da bulunduğu sırada temasları olmuş!..

Barzani'ye kurdurulacak devlete katılmaya davet edilmiş!..

Anlatıyor: "Güney'deki Kürt devletinin kuruluşu da 1946'lara İsrail'in kuruluşuna kadar gider. İsrail kurulurken bölgede Arapları dağıtacak, İran ve Türkiye'yi oyalayacak, kendine bağlayacak bir Kürt devleti oluşturmak istedi, o dönem Barzani ailesi ile ilişkiler vardı. Yani aslında Güney'de bir Kürt devleti kurarak bütün Kürtleri oraya bağlamak istiyorlardı".
Muhteşem ilişkileri görüyor musunuz?.. Devam edelim Apo'dan...
"Fark ettiğimi anladıklarında bana yöneldiler. Beni de Barzani'nin yanına gitmem için çağırdılar Şam'da iken büyükelçilik düzeyinde bize geldiler "Gelin birlikte olun" diyorlardı. Ben bunu doğru bulmadım biz iktidar sarhoşu değiliz... Bunun için başta MOSSAD, CIA, İngiliz gizli servisinin rolü de çok önemli bana yöneldiler. Beni çıkarları için büyük bir tehlike olarak gördüler tasfiye ettiler..."

(..)

Skandal: “Kürtler Müslüman mı?”
31 Mart 2010

Almanya Başbakanı Angela Merkel ile BDP heyetinin Almanya'nın Ankara Büyükelçiliğinde önceki gün yaptığı görüşmeye “Kürtler Müslüman mı?” sorusu damgasını vurdu.

ANF’nin haberine göre, Merkel’in Dış Politika Başdanışmanı Christoph Heusgen’den gelen bu soru BDP’lileri hayrete geçirdi. Görüşmede yer alan BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Merkel’in başdanışmanından gelen soruyu‘’Bana göre artık ‘Fransız kalmak’ deyimini ‘Alman kalmak’ diye değiştirmeliyiz” sözleriyle değerlendirdi.

Merkel’in, BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak ve BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras ile önceki gün yaptığı görüşmenin ana konusu, Kürt sorunu ve açılım çalışmaları oldu. Görüşmenin sonunda Heusgen’in, BDP’lilere yönelttiği soru dikkat çekti.

Başdanışman Heusgen, BDP’lilere, “Size aptalca gelebilir ama bir şeyi merak ediyorum. Kürtler Müslüman mı?” diye sordu. Soru karşısında şaşkınlığa düşen BDP’liler, önce Heusgen’in şaka yaptığını zannettiler. Ancak Heusgen’in ciddi olarak yanıt beklediğini gören BDP’liler, “Evet Müslüman” cevabını verdi.

Görüşmeye ilişkin bilgi veren BDP’li Ufuk Uras ise “Merkel’in dış politika başdanışmanının böyle bir soru sormasına inanamadık. Alman başdanışman, Türkiye’nin tartıştığı önemli bir mesele hakkında ne kadar bilgisiz olduğunu ortaya koydu. Böylesine önemli bir görevdeki kişinin, konuya vakıf olması ve detayları bilmesi gerekirdi. Bana göre artık ‘Fransız kalmak’ deyimini ‘Alman kalmak’ diye değiştirmeliyiz” dedi.

Avaztürk’ün konu ile ilgili sorularını yanıtlayan BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık,”Bu kadar dünyadan kopuk yaşanır mı? Kürtlerin Müslüman olduğunu bilmemek mümkün mü? Cehalet dışında başka bir söz bulamıyorum. Başka bir ifade ile anlatamam” sözleriyle tepki gösterdi.

Toplantıya katılan BDP’lilerin yanıtını aradıkları soru ise “Başdanışman bu soruyu cehaletinden mi sordu yoksa hinlik mi yaptı” oldu.
avaztürk


02 Nisan 2010 17:44
Öcalan'dan Kürtlerin i BDP'ye net talimat......

Abdullah Öcalan, Anayasa değişikliği ve referandum sürecini değerlendirirken, BDP’nin süreci iyi anlaması ve oyuna gelmemesi gerektiğini söyledi. Öcalan, BDP’nin Anayasa referanduma da gitse tavrını koymasını istedi.

ANF’nin haberine göre Öcalan, avukatlarına yaptığı değerlendirmede, Anayasa tartışmalarının Ankara merkezli laik-milliyetçi hegemonik kesim çatışması olduğunu söyledi. Öcalan, “Biz bunlara taraf olmayacağız. Aslında demokratikleşme önündeki en büyük engel AKP ve Erdoğan’dır, CHP ve MHP’nin etkisi talidir. BDP’nin bu oyuna gelmemesi gerekiyor, referandum olsa da bu tavrını koruması gerekiyor. Bugün 1918’deki durum yeniden yaşanıyor gibi. 1916-20 sürecinden sonra 1921 Anayasası oluştu. Bu Anayasanın daha sonra netleştirilip demokratikleştirilmesi beklenirken 1924 Anayasası ile -bu Anayasada tamamen Kürtlerin inkarı vardır- daha oligarşik ve bürokratik bir Anayasa haline getirildi. Şimdi de AKP Anayasası haline getiriliyor. Ben buna AKP Anayasası diyorum. Şu anda AKP Anayasası ile de Kürtler inkar edilmeye devam ediliyor. Ben demokratik Anayasa diyorum, komplocu Anayasa ile olmaz. Ben, 1921 Anayasasını yeniden güncelleyelim diyorum” diye konuştu.

-AKP SAMİMİ DEĞİL-

AKP’nin Anayasa ve demokratikleşme açılımında samimi olmadığını ileri süren Öcalan, şunları söyledi:
“Samimi olacaksa öncelikle öyle Anayasa değişikliklerinin yapılması da gerekmiyor. Öncelikle seçim barajının düşürülmesi ve parti içi demokrasiye ilişkin yasal düzenlemelerin yapılması yeterlidir ama bunu yapmıyor. AKP Anayasa değişikliği adı altında sadece kendini kurtarmaya çalışıyor. Seçim barajı düşürülürse demokratik muhalefetin önü açılacak, demokrasi gelişecek ve muazzam gelişmeler olacak. Ancak AKP bu değişikliği yapmıyor. Eğer seçim barajı düşürülürse ve de parti içi demokrasi için yasal düzenleme olursa AKP demokrasi blokuna dahil edilir, o zaman desteklenebilir. BDP tavrını ona göre belirler. BDP bu tarihsel süreci anlamalıdır. Bu nedenle olup-bitenin anlaşılması için siyaset akademilerinin mutlaka kurulması gerekir diyorum.”

-BDP DEMOKRATİK ANAYASA KOALİSYONLARINI İLAN ETMELİ-

Öcalan, BDP’nin, demokratik Anayasa koalisyonlarını ilan etmesi gerektiğini de söyledi. Öcalan, “EDP kuruldu, Çatı partisi çalışmaları da var. Benim sloganım ‘Komplocu Anayasa’ya Hayır Demokratik Anayasa’ya Evet’tir. Demokratik bir Anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu’nu, Meclisini öneriyorum. Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir Anayasa oluşturulur. Anayasa değişikliği konusunda TÜSİAD barajın düşürülmesi gerektiğini söylüyor. Sermaye çevrelerinin de bunu tespit etmeleri iyi. Demokrasi için bu olmalıdır. Bunlar biliyorlar, araştırıyorlar, çevrelerinde birçok profesör var, akademisyenler var, tespit yapıyorlar, tespitleri doğrudur, katılıyorum. Daha önce Anayasa komplosu demiştim. Anayasa değişikliğinden önce yapılması gereken iki tane yasal düzenleme var. Bir seçim barajının düşürülmesi, iki parti içi demokrasinin sağlanması” dedi
aktifhaber

FACEBOOK SÖYLENTİSİ SOKAĞA DÖKTÜ

6 Nisan 2010 11:31
İZMİR - İzmir’in Tire İlçesi’ndeki Şehit Albay İbrahim Karaoğlanoğlu Lisesi öğrenci pansiyonunda, bazı öğrencilerin Türk bayrağını yaktığı iddiası ortalığı karıştırdı.
Sosyal paylaşım sitesi Facebook kanalıyla ilçede yayılan iddiaların ardından gece geç saatlerde pansiyonun önünde toplanan Tireli gençlerden oluşan 50- 60 kişilik grup, içeri girmek isteyince, polis biber gazıyla müdahale etti. Gerginlik birkaç saatte yatıştırıldı.

Tire’deki tehlikeli gerginlik dün gece başladı. İddiaya göre, 200 kişinin bulunduğu Şehit Albay İbrahim Karaoğlanoğlu Lisesi’nin öğrenci pansiyonunda kalan Doğu ve Güneydoğulu 3 öğrenci ile öğrenci olmayan Tireli 3 genç arasında, gündüz belirlenemeyen bir nedenle tartışma çıktı. Tartışma kısa sürede tekme ve tokatlı kavgaya dönüştü. Ardından akşam saatlerinde ilçede bir anda ilginç iddialar ortaya atılmaya başlandı.

Şehit Albay İbrahim Karaoğlanoğlu Lisesi’nin öğrenci pansiyonunda kalan bazı öğrencilerin PKK terör örgütü sempatizanı olduğu, yurtta Türk bayrağı yaktıkları iddiası hızla kulaktan kulağa yayıldı. Sosyal paylaşım sitesi Facebook kanalıyla da Tire’de iyice yayılan ve infiale neden olan iddialar, ortalığı karıştırdı.

İddiaları duyup toplanan ve çoğunluğu gençlerden oluşan 50- 60 kişilik grup, saat 22.30 sıralarında, ellerinde Türk bayrakları ile sloganlar atarakr lisenin öğrenci pansiyonuna girmek istedi. Ancak pansiyon binasının yaklaşık 200 metre önünde geniş güvenlik önlemleri alan polis ekipleri, gösterici gençlerin içeri girmelerini zaman zaman biber gazı kullanarak engelledi. Daha sonra olay yerine gelen Kaymakam Hüseyin Ergi ile İlçe Emniyet Müdürü Hüseyin Demirel'in gençlere yönelik yaptığı konuşma olayların yatışmasında etkili oldu.

Yetkililer tüm iddiaların araştırıldığını, olayın başlangıcının ise birkaç kişi arasında yaşanan ağız dalaşı ve kavgadan ibaret olduğunu söyledi. Öğrenci pansiyonu önünde İstiklal Marşı okuyan grup, daha sonra olaysız dağıldı.

BAYRAK YAKMA YOK

Bayrak yakıldığı iddiası okul ve ilçe yöneticilerince kesin bir dile yalanlandı. Olayların başlamasındaki asıl nedenin, yaklaşık 2 ay önceye dayandığı öğrenildi.

Öğrenci pansiyonunda kalan Doğu ve Güneydoğu kökenli 4 öğrencinin, 2 ay önce bina içindeki Atatürk büstüne terör örgütünü öven yazılar yazdığı, bu yüzden haklarında soruşturma açıldığı, sonrasında da okulla ilişiklerinin kesildiği öne sürüldü.

Tire’de dün akşamki tehlikeli gerginliğin ardından gözatına alınan kimsenin bulunmadığı, soruşturmanın çok yönlü olarak devam ettiği bildirildi.

Milliyet

2 Nisan 2010
Türk'e Yumruk Atan Saldırgan
Saldırının faili İsmail Ç.'nin Adliye Sarayı yakınlarında bir kahvehanede çalıştığı, ruhsatsız silah taşımaktan sabıkası olduğu öğrenildi.

Muş'un Bulanık ilçesindeki olaylara ilişkin davanın görüldüğü Samsun Adliyesi'nin önünde kapatılan DTP'nin eski lideri Ahmet Türk yumruklu saldırıya uğradı. Türk'ün burnunda kırık tespit edildi. 2 kişi gözaltına alınırken, 2 de mülkiye başmüfettişi görevlendirildi.

Muş'un Bulanık ilçesinde 15 Aralık 2009'da düzenlenen olaylı gösterinin ardından tutuklanan Turan ve Metin Bilen kardeşlerin duruşması sonrası, kapatılan DTP'nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk'e, adliye çıkışında yumruklu saldırıda bulunulmasıyla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Edinilen bilgiye göre, Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşma sonrası gerçekleşen saldırının ardından olayın faili olarak yakalanan İsmail Ç. (23) ile olay sırasında Türk'ün içinde bulunduğu araca tekme attığı iddiasıyla gözaltına alınan Uğur K'nın (22) Emniyet Müdürlüğündeki sorgusuna devam ediliyor.

Saldırının faili İsmail Ç'nin Adliye Sarayı yakınlarında bir kahvehanede çalıştığı, ruhsatsız silah taşımaktan sabıkası olduğu öğrenildi.

Şu ana kadar bir siyasi bağlantısı tespit edilemediği belirtilen şüpheli ile diğer zanlının muhtemelen yarın Adliyeye sevk edilecekleri bildirildi.

aktifhaber

HAKKARİ'DE OLAYLAR ÇIKTI

13 Nisan 2010 10:22
HAKKARİ’nin Yüksekova İlçesi’nde sabah saatlerinde kepenkler açılmadı. Kapatılan DTP eski Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan yumruklu saldırıyı protesto eden bir grup ile polis arasında gerginlik yaşandı.
Polis gösterecileri dağıtmak için gözyaşartıcı bomba ve tazyikli su kullandı.

Kapatılan DTP eski Genel Başkanı Ahmet Türk’e dün Samsun’da yapılan yumruklu saldırı Yüksekova’da kepenkler kapatılarak protesto edildi. Sabah saatlerinde fırın ve nöbetçi eczane dışında tüm işyerleri kepenklerini kapatırken, 50- 60 kişilik bir grup da Şemdinli yolu üzerinde toplanarak gösteri yaptı.

Yola barikat kuran gruba polis dağılmaları uyarısında bulundu. Grubun taşla karşılık vermesi üzerine polisle göstericiler arasında gerginlik yaşandı. Polis göstericileri dağıtmak için gözyaşartıcı bomba ve tazyikli su kullandı. İlçedeki olaylar yer yer devam ediyor.

Bu arada Van ve Hakkari’de öğlen saatlerinde konuyla ilgili basın açıklaması yapılacağı da belirtildi.
haber10

Türk'e saldırı protestosunda 6 polis yaralandı

20:30 - Hakkari Valisi Muammer Türker, çıkan olaylarda 6 polis ile 3 vatandaşın yaralandığını, 9 kişinin ise gözaltına alındığı söyledi. Bir çocuğun yerden sürüklenmesi ve annesi ile birlikte tartaklanması ile ilgili soruya ise Vali Türker, "Eğer ortada böyle bir durum varsa gereği yapılacaktır" şeklinde konuştu. 13.04.2010 HAKKARİ netgazete

Ahmet Türk'e saldırıya Taksim'de protesto

16:38 - Kapatılan DTP'nin genel başkanı Ahmet Türk'e Samsun'da düzenlenen yumruklu saldırı, İstanbul'da protesto ediliyor. Ellerinde "Dün Ahmet Türk'e saldıranlar, 14 Nisan'da siyasetçilerimize kelepçe takanlardır" pankartları taşıyan grup, "Samsun Valisi istifa" sloganları atıyor. Kalabalık arasından zaman zaman terör örgütü elebaşısı Öcalan lehine sloganlar yükselirken, eyleme katılımın ilerleyen dakikalarda artması bekleniyor. 13.04.2010 İSTANBUL netgazete

Ahmet Türk'e saldıran zanlıya destek

16:08 - Kapatılan DTP'nin eski genel başkanı Ahmet Türk'e yumruklu saldırıda bulunan zanlılara, adliye önüne gelen bazı vatandaşlar destekte bulundu ve PKK aleyhine slogan attı. Samsun Emniyet Müdürü Muzaffer Erkan, ellerinde Türk bayrakları ile terör örgütü aleyhine slogan atan vatandaşları bizzat kendisi buradan uzaklaştırdı. 13.04.2010 SAMSUN netgazete

İzmirli BDP'liler, Ahmet Türk'e saldırıyı protesto etti

15:48 - Kapatılan DTP'nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk'e Samsun'da yapılan yumruklu saldırı, İzmir'de Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) mensupları tarafından protesto edildi. Basmane'de bulunan BDP İzmir il başkanlığı önünde toplanan partililer, slogan ve alkışlarla Ahmet Türk'e yapılan saldırıya tepki gösterdi. 13.04.2010 İZMİR netgazete

ANKARA KEÇİÖREN'DE GERGİN GECE!..

Ankara Keçiören'de bulunan bir derneğe molotofkokteyl atan saldırganlar kuru sıkı silahla ateş edip kaçtılar.
14 Nisan 2010 Çarşamba 08:20
Ankara'da bir derneğe molotofkokteyli saldırı yapıldı. Keçiören Sedefçiler Sokakta bulanan Şirvan Dişlinar Köyü Yardımlaşma ve Kültür Derneği'ne kimliği belirsiz kişilerce akşam saat 23:00 sıralarında molotofkokteyli saldırıda bulunuldu.

Atılan molotoflardan birinin patlamadığı tespit edildi. Şahısların ayrıca kuru sıkı tabanca ile de ateş ettiği öğrenildi. Dernekte kimsenin bulunmaması olası can kaybının önledi. habervitrini

İETT OTOBÜSÜNE MOLOTOFLU SALDIRI

Gaziosmanpaşa'da yüzleri maskeli bir grup, hareket halindeki İETT otobüsüne molotofkokteyli ve taşlarla saldırdı.
14 Nisan 2010 Çarşamba 00:46
Gaziosmanpaşa'da yüzleri maskeli bir grup, hareket halindeki İETT otobüsüne molotofkokteyli ve taşlarla saldırdı.
Edinilen bilgiye göre, Gaziosmanpaşa Karayolları Mahallesi'nde saat 22.00 sıralarında ellerinde yasadışı pankartlarla sloganlar atan bir grup, daha sonra Yunus Emre Mahallesi-Beyazıt seferini yapan İETT otobüsüne molotofkokteyli ve taşlarla saldırdı. Saldırının ardından otobüsü yol kenarına çeken aracın şoförü, yolcularını tahliye ettikten sonra yangın söndürme tüpüyle alevleri söndürdü. Olayın ardından bölgeye sevk edilen çevik kuvvet ekipleri, eylemcilere biber gazıyla müdahale etti. Grup yapılan müdahalenin ardından ara sokaklara dağıldı.
Eylemin kapatılan DTP'nin eski lideri Ahmet Türk'ün Samsun'da uğradığı yumruklu saldırı nedeniyle yapıldığı öne sürülürken, saldırganların yakalanması için soruşturma başlatıldı. habervitrini

YÜKSEKOVA KARIŞTI!

Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde yola barikat kurarak ateş yakan kalabalığa polis müdahale etti.
13 Nisan 2010 Salı 09:55
Kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk'e Samsun'da yapılan saldırının ardından ilçede kepenk açılmadı. Yola barikat kurarak ateş yakan kalabalığa polis müdahale ederken, olaylar çıktı. Polis ile kalabalık arasındaki olaylar halen devam ediyor. habervitrini

Nevruz kutlamaları, PKK gösterisine dönüştü

15:15 - Şanlıurfa'da Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ile çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından düzenlenen Nevruz kutlamaları PKK'nın gövde gösterisine dönüştü. Nevruz kutlamalarında küçük çaplı olaylar yaşanırken, bayılan bir bayan ise kucakta ambulansa götürüldü. 20.03.2010 ŞANLIURFA netgazete

ŞIRNAK'TA MAYIN: 1 KORUCU ÖLDÜ
26 Mart 2010
Şırnak'ın Uludere ilçesinde yola döşenen patlayıcının infilak etmesi sonucu bir geçici köy korucusu öldü. haber101

ÇUKUCA'DA MAYIN: 3 ASKER ÖLDÜ
30 Mart 2010
Jandarma Komutanlığı ekiplerinin Çukurca ilçesi Hantepe bölgesinde sürdürdüğü arazi arama faaliyeti sırasında mayın patlaması sonucu uzman çavuşlar Mehmet Kaya Çelik (Elazığ), Nuri Aydın (Kayseri) ile Fatih Aydoğdu'nun (Kırıkkale) öldüğü bildirildi.

14 Nisan 2010
Eruh'ta Çatışma Çıktı
Siirt'in Eruh ilçesindemilitanlarla güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 2 militan öldürüldü 3 asker de yaralandı.
haber101

4 Nisan 2010
Şırnak'ın Balveren beldesinde Bulunduğu Minibüs Tarandı!
Şırnak'ın Balveren beldesinde, yol güvenliği yapan askerleri Milli Taburu'na götüren askeri araca militanlar tarafından açılan ateş sonucu 1'i ağır 4 asker yaralandı. Bölgede geniş çaplı operasyon başlatıldı
Saldırıda, isimleri öğrenilemeyen 1 yüzbaşı ile 2 er yaralandı. Yaralı askerler Şırnak Asker Hastanesine kaldırılırken, durumu ağır olduğu öğrenilen yüzbaşı helikopterle Diyarbakır Asker Hastanesine kaldırıldı.
haber101

15 Nisan 2010
Batman'da Çatışma
Batman'ın Kozluk ve Sason ilçeleri arasında yer alan Tumok bölgesinde çıkan çatışmada 1 astsubay öldü, 2 asker yaralandı...haber101

GÜLEN’E KARŞI BİLDİRİ DAĞITAN İSLAMCI DERNEK KAPATILDI

20.04.2010

Hizbullah Örgütü’ne yakınlığı ile bilinen Mustazaf-Der kapatıldı. Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği kararda derneğin resmi amacı dışında faaliyet yürüttüğü ifade edildi.
Hizbullah Örgütü’nün yapılan operasyonlarla çökertilmesinin ardından örgütün kalan unsurları tarafından legal olarak kurulan dernek adını Kur’an da geçen Mustazaf (Ezilen) kavramından alıyor.

Mustazaf-Der özellikle Diyarbakır’da çok kitlesel mitinglere imza attı. Geçtiğimiz hafta sonu Kutlu Doğum Haftası nedeniyle Diyarbakır’da 100 bin kişilik bir miting düzenleyen dernek, Diyarbakır’da geçmişteki Hizbullah vahşetini hatırlatacak eylemlerden uzak duruyordu.

Son seçimlerde bağımsız aday çıkarmaktan son anda vazgeçen ve AKP’yi destekleyen dernek, Fethullah Gülen cemaati ile mesafeli bir ilişki yürütüyor. Diyarbakır Ulu Cami’de Fethullah Gülen aleyhinde bildiri dağıtan dernek, DTP ile karşı karşıya gelmekten de kaçınıyordu.

Odatv.com

Erdoğan bolca konuşuyor ancak tek adım atmıyor...
Mehmet Ali BİRAND
mabirand@e-kolay.net

Başbakan haftalardan beri toplantılar düzenliyor. Kürt Açılımı veya nam-ı-diğer Demokratik Açılım’ı anlatıyor. Genel yayın yönetmenleriyle başladı, sinema sanatçılarına oradan yazarlara kadar uzandı. Üstelik her toplantıda son derecede de önemli sözler söylüyor. Şimdiye kadar devleti yönetenlerin ağızlarına alamadıkları veya almaktan çekindikleri görüşler ileri sürüyor. Şimdiye kadar duymadığımız görüşleri seslendiriyor.

Demokrat-liberal kamuoyunu şaşırtıyor.

Hepsinden destek istiyor.

“Eğer sizler yardımcı olmazsanız bir yerlere varamayız” diyor. Hepsinin gönlünü alıyor.

Çok iyi hoş da, gerisi gelmiyor...

Söylüyor... Söylüyor... Anlatıyor... Anlatıyor... Buraya kadar her şey iyi görülüyor, kalpler kazanılıyor, ancak gelin görün ki, bütün bu konuşmaların hedefinde oturan ve açılım diye adlandırdığımız süreç bir türlü kıpırdayamıyor. Olduğu yerde tıkandı kaldı. Habur’dan girişte yaşananlara takılıp kaldık. Tamam, anladık.

Bir hata edildi ve gereksiz şekilde, kamuoyunun önemli bir bölümünün tepkisi çekildi.

Peki, hep böyle mi bekleyeceğiz?

Daha doğrusu ne bekleyeceğiz?

Abdullah Öcalan’ın yol haritası açıklamasını veya Murat Karayılan’ın silah bıraktıklarını söylemesini veya BDP’nin biat etmesini mi bekliyoruz?

İşin bu yanını kimseler anlayamıyor.

Eğer genel seçimler öncesinde oy korkusuyla açılım süreci rafa kaldırıldıysa, bilemeyiz. Ancak unutmamak gerekir ki, Pandora kutusunun kapağı bir defa açılmıştır ve ne kadar ayak sürürsek sürüyelim, saati tekrar geriye alamayız.

Türkiye’nin temelde bir tek sorunu vardır, o da Kürt kökenli vatandaşlarımızla ilişkilerimizdir. İstediğimiz kadar PKK’yı terör grubu olarak niteleyelim, milyonlarca insan bu örgütü benimsemekte ve farklı gözle izlemektedir. Dahası, desteklemekte ve adeta silahlı bir toplum örgütü olarak görmektedir. Televizyonlardan veya gazete manşetlerinden istediğimiz kadar lanet yağdıralım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz.

Açılım hareketi, işte bu açıdan son derece önemli bir çıkış yolunun kapılarını açmıştı. Ancak yürütemedik.

Ne yazık ki, iktidar partisi gereken cesareti gösteremedi. Başbakan istediği kadar konuşabilir, ancak ya sözlerinin içini doldurup bu süreci yeniden hareketlendirmeli veya destek toplantılarından vazgeçmeli.
21 Nisan 2010
Hürriyet

26 Nisan 2010
Giresun'da Askerî Araca Mayınlı Pusu : 1 Ölü 2 yaralı
Giresun’un Dereli ilçesi Tamdere köyündeki Kanlıhan köprüsünden bir askeri aracın geçişi sırasında, mayın patlaması meydana geldi. Patlama sonucu bir astsubay ölürken, 2 asker yaralandı. Bölgede operasyon devam ediyor. Olay, öğle saatlerinde yaşanan mayınlı patlamanın 10 km uzağında meydana geldi. haber101

Giresun'da sıcak gece: Çatışma sürüyor
Giresun'da terör örgütü üyeleri, mayınlı saldırıdan 4 saat sonra operasyona giden 3 zırhlı araca uzun namlulu silahlarla ateş açtı. Çıkan çatışmada bazı sivil araçların da isabet alması sonucu 2 vatandaş yaralandı.
26 Nisan 2010 Pazartesi,

Giresun'un Dereli İlçesi'ne bağlı Tamdere Köyü Kanlıhan Mevkii'nde bugün meydana gelen ve 1 astsubay ile 2 askerin yaralandığı mayınlı saldırıdan yaklaşık 4 saat sonra teröristlerle sıcak temas sağlandı.

Mayınlı saldırının gerçekleştiği Kanlıhan'a 10 kilometre uzaklıktaki Pınarlar Mevkii'nde 3 zırhlı araca terör örgütü üyelerince uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Açılan ateş sırasında bazı sivil araçların da isabet aldığı ve 2 kişinin de yaralandığı öğrenildi.

Yaralılardan 54 yaşındaki Şaban Güven, Giresun Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi altına alınırken, ismi henüz öğrenilemeyen diğer yaralı ayakta tedavi edilerek taburcu edildi.

Zırhlı araçlarda bulunan güvenlik güçlerinin teröristlere karşılık vermesiyle başlayan çatışma, operasyon bölgesine sevk edilen askerlerle hava destekli olarak devam ediyor.
habertürk

Çukurca'da mayın patlaması: 1 asker öldü
30 Nisan 2010
Hakkari'nin Çukurca ilçesi kırsalında güvenlik güçlerinin arama tarama faaliyetleri sırasında 1 asker, PKK'nın döşediği mayına basması sonucu öldü.haber101

Lice İlçesi Abalı Köyü jandarma karakoluna saldırı: 1 üsteğmen öldü, 1 asker yaralandı

02 Mayıs 2010
Diyarbakır'ın Lice İlçesi Abalı Köyü jandarma karakoluna bir grup PKK'lı uzun namlulu silahlarla saldırı düzenledi.

Karakoldaki askerlerin karşılık vermesi üzerine çıkan çatışmada ilk bilgilere göre bir üsteğmen şehit oldu, 1 asker yaralandı.Çatışma bölgesine Lice'den takviye askerler sevk edildi. Yaralı askerler Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilerek tedavi altına alındı.Bölgede çatışmanın sürdüğü bildirildi. haber101


Çatışma bölgesine Lice'den takviye askerler sevk edildi. Yaralı askerler Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilerek tedavi altına alındı.

Cizre'de silahlı saldırı

03 Mayıs 2010
Şırnak'ın Cizre ilçe merkezinde bir uzman çavuşa ait özel otomobilin silahla taranması sonucu, araçta bulunan 4 kişi yaralandı. O sırada yoldan geçen vatandaş ise hayatını kaybetti.

Nur Mahallesi Akaydın Caddesi'nde Uzman Çavuş Mehmet Çevikol'un kullandığı 06 DA 1927 plakalı otomobil, kimliği belirsiz kişi veya kişilerce silahla tarandı.

Saldırıda, Uzman Çavuş ile otomobilde bulunan eşi, 2 çocuğu ve yoldan geçmekte olan bir vatandaş yaralandı. Yaralılar, Cizre Devlet Hastanesine kaldırılarak tedavi altına alındı. Ancak yoldan geçerken yaralanan kişi, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti habertürk

Yüksekova yine karıştı
14:00 - Hakkari'de Yüksekova- Şemdinli karayolu ve Esentepe Mahallesi'nde bir araya gelen maskeli göstericiler, ateş yakarak barikatlar kurdu. Zırhlı araçlardaki emniyet ekipleri, göstericilere tayzikli su ve gaz yaşartıcı bombalarla müdahale etti. İlçe merkezinde ve mahallelerde olaylar devam ediyor. . 13.05.2010 HAKKARİ netgazete

Muğla'daki olaylarda yaralanan üniversiteli öldü
15:40 - Muğla'da çıkan olaylar sırasında silahla vurularak yaralanan üniversite öğrencisi Şerzan Kurt, İzmir'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Şerzan Kurt'un babası Ömer Kurt, hastane önünde yaptığı konuşmada, "Malazgirt Savaşı, Kürtler sayesinde kazanıldı. Kürtler Mezopatamya'dan gelen Türklere ev sahipliği yaptı, misafirperverlik gösterdi ''dedi. 19.05.2010 İZMİR netgazete

25 Mayıs 2010 21:24
Baydemir'e 6 Kez Suikast Uyarısı
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'nün Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e 6 kez yazılı olarak 'suikasta uğrayacaksın' tebligatında bulunduğu belirtildi.

Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi (DİSKİ) tarafından Kayapınar Peyas ve Bağlar Bağcılar mahalleleri için şebeke inşaatının temel atma törenine katılan Baydemir, gazetecilerin sorusu üzerine, kendisine suikast yapılacağının yazılı olarak tebliğ edildiğini söyledi.

Ölmekten korkmadığını belirten Baydemir, ''6 kez 'suikasta uğrayacaksın' tebligatı yazılı olarak yapıldı. Artık hiçbir şey hissetmiyorum. Gelip kafama sıksalar, hiçbir şey hissetmiyorum. Daha güç bir sesle konuştuğumuzda dahi silahların sesinden dolayı sesimizi duyuramayacağımız bir atmosfere hızla ilerliyoruz. Bu dönemde yaptıysak yaptık, yapamadıysak bir müddet sonra istesek bile sesimizi duyuramayacağımız, eski gücümüzü yitirebileceğimiz bir gerçekle karşı karşıya kalabiliriz.'' diye konuştu. aktifhaber

20 Eylüle kadar (PKK ateşkesi bitiyor)
Okay GÖNENSİN
ogonensin@gazetevatan.com
16 Eylül 2010

PKK’nın ateşkes süresinin sona ermesine dört gün kaldı. Abdullah Öcalan, dünkü Akşam Gazetesi’nde yayınlanan, herhalde dolaylı görüşmede “Eğer bu tarihe kadar gelişme olmazsa sorumluluk almayacağım. Hükümet belirli adımlar atarsa o zaman rolümü oynamaya çalışırım” diyor.
Dört gün içinde çok fazla adım atılamaz.

Atılabilecek adımlardan biri iki gün önce atıldı, örgüt propagandası nedeniyle yargılanan BDP’li belediye başkanları beraat etti.

Bu süre içinde, ne yeni anayasa hakkında bir şey yapılabilir ne de terörle mücadele yasasında bir şey yapılabilir.

Atılabilecek iki adım var, ikisi de yargıyla ilgili.
Bunlardan biri, kanun değişmiş olmasına rağmen, hâlen hapishanede bulunan taş atan çocukların bir an önce çıkmalarını sağlayacak bir türlü tamamlanmamış bürokratik işlemlerin hızla tamamlanmasıdır.

Burada, AKP hükümeti ile yargının bir kesimi arasındaki mücadelenin izleri de görülebilir. Ancak bu bürokratik ayak sürüme ne hukuki ne de vicdani olarak açıklanabilir. Küçük çocukları hapiste bir gün bile olsa fazla tutmanın hiçbir anlamı yoktur ve gerçekte, ayak sürüyen yargı mensupları da artık öğrenmek zorundadır ki bu tutum terörün kaynaklarını besleyen tutumların en anlamsızlarından biridir.

***

Dört gün içinde yapılması gereken ikinci iş de yine yargıyla ilgili. KCK operasyonları çerçevesinde tutuklanmış olan yaklaşık 1500 Kürt vatandaş hakkındaki iddia “terör örgütü üyeliği”dir. Hiçbirinin üzerinde, evinde, iş yerinde silah bulunmuş değildir, PKK üyesi olduklarını gösteren açık bir kanıt olmadığı da biliniyor. Ayrıca terörle mücadele ettiğini zanneden bir anlayışın PKK gibi bir örgütün yapısı, üyelik sistemi ve çevreyi etkileme tarzıyla ilgili pek bilgi sahibi olmadığı da bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bu kişilerin, kelepçelenmiş halde sıraya dizilip hızlı bir yargılanmanın ardından tutuklanmalarının görüntüleri, bir devletin kendi vatandaşlarına edebileceği bir muamelenin görüntüleri değildir.

Herhalde KCK operasyonları dolayısıyla tutuklanmış olan kişilerin birçoğu hakkında tutuklamaya itiraz işlemleri yapılmıştır, ilgili mahkemeler hemen bu itirazları ele alıp sonuçlandırırsa, çok önemli bir “güven verici” adım atılmış olacaktır.

Bu adımlar hızla atıldığında karşıdan beklenecek olan, 20 Eylül’de sona erecek ateşkesin “süresiz” hale getirilmesidir.

Eğer bu sağlanırsa ki sağlanması için kimsenin kimseyle görüşmesine gerek yoktur, “muhatap” tartışmaları da sona ermiş olacak ve daha somut adımlar konuşulmaya başlanabilecektir.


En son Ekim tarafından Sal May 25, 2010 9:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
1. sayfa (Toplam 3 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com