EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AB-D ermperyalizminin haçlı ordusu: NATO

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Eyl 23, 2008 11:02 pm    Mesaj konusu: AB-D ermperyalizminin haçlı ordusu: NATO Alıntıyla Cevap Gönder

Gökhan YAMANGÜL: BATIDA SOL NATOCULUĞU SORGULARKEN, TÜRKİYE’DE SOL’UN DURUMU



Alman Sol Parti Federal Parlamento Grup Başkanı Sahra Wagenknecht son zamanlarda dikkatimizi çeken bir başka isim… Almanya’nın ABD’nin kuyruğuna takılarak İslâm coğrafyasında kan dökmesine şiddetle karşı ve sürekli olarak NATO şemsiyesi altında gerçekleşen “barış, demokrasi ve halklara özgürlük” dövizli işgal ve sömürü operasyonlarını eleştiriyor, Almanya’nın bu işlerin dışında kalması gerektiğini iddia ediyor.

Alman “kadın” politikacının çeşitli zamanlarda verdiği, “Irak Savaşı olmasaydı IŞİD olmazdı, Libya bombalanmasaydı bu kadar güçlenmezdi” gibi, yaşanan savaşın asıl sorumlusu olarak ABD’yi işaretletici demeçleri ve ayrıca Paris saldırılarından sonra, ülkesinin de desteklediği Suriye’ye dönük hava operasyonlarını kasten, “Suriye’de masum sivilleri bombalarla öldürmek, Paris’te restoran ya da konser salonlarında etrafa ateş açarak insanları öldürmekten daha hafif bir suç değil” ifâdeleri, batının kendi iç muhasebesine dönük ciddi seslerdir.

Geçen gün yeni anayasa taslağında yer alan “terör suçuna karışanların vatandaşlıktan çıkarılmasına” dönük maddeye itiraz ederek istifa eden Fransa Adalet Bakanı Christiane Taubira’dan sonra bir başka dürüst sesi bu defa Almanya’dan ve yine bir “kadın” politikacıdan duymak ayrıca dikkate değer. Ki aslında Sahra Wagenknecht’in NATO karşıtı söylemleri yeni bir şey değil.

Alman Sol Parti sözcüsü Wagenknecht’in demeçleri dikkatli okunursa, “milyonlarca insanın ölmesine ve mülteci durumuna düşmesine sebep” Kuzey Atlantik Terör Örgütü NATO olduğu tezimizi destekleyen bir duruşu olduğu görülür.

Almanya’da Sol Parti sözcüsü NATO’yu böyle görür ve Irak, Libya saldırılarına karşı çıkarken, bizim Türkiye’de ise “biji Obama’cı” Kürtçülüğün kıçı etrafında dolaşmak dışında söylem geliştiremeyen ve kendilerinin şu şartlarda Amerika ile müttefik duruma düştüklerini bile idrâkten aciz sözde sosyalistlere ne demeli? Müttefik dediysek, lâfın gelişi… Yoksa esasta durumları son derece adi bir tetikçiliktir. Başka türlü, ABD karşıtı söylemin tam merkezinde duran Adımlar’la niye uğraşsınlar ve en çok ABD’yi rahatsız eden söylemlerinden ötürü Adımlar’a niye düşman olsunlar ki? Birkaç yazıdır üzerinde durduğumuz “Amerikancı sosyalizm”, “NATO’cu sol”, “BOP piyadeleri” ifâdeleri basit bir ironi değil, Türkiye’deki sosyalist hareketin Kürtçülüğün akıl hocalığında geldiği yerin somut resmidir. Hâlâ sağlam duran, durmaya çalışanlarını tenzih ederiz.

NATO’culuk vatan ihanetine denk bir suçtur ve Türk ordusunun milli vasfını ayaklar altına alıp, onun sevk ve idaresini batılı güçlere teslim etmektir.

Buna karşın birileri de çıkıp “Türkiye NATO toprağıdır“ diyebiliyor. O birilerinin her dediğine ayet-hadis gibi şeksiz şüphesiz iman eden bir başka birileri de, “iyi ama gardaşım, NATO olmasa bu vatanı nasıl savunuruz?” diyebiliyor.

Bunun anlamı şudur: “Evin sevk ve idaresini ırz düşmanına teslim etmez isek, ırz ve namusumuzu koruyamayız.”

“NATO’ya Hayır!” duruşu, samimi vatanseverliğin de, samimi anti-emperyalist duruşun da olmazsa olmazıdır. Bu çerçevede bu toprağın evlâtları arasında farklı kesimler tarafından dile getirilen “vatanseverlik” ile “yurtseverlik” arasında fark yoktur.

Kim ne kadar hakiki İslâmcı, kim ne kadar hakiki milliyetçi, kim ne kadar hakiki sosyalist ve kim ‘Kuvva-i Milliye’ciliğinde ne kadar samimi; NATO konusunda düşündüğüne bakın, anlarsınız.
Kaynak: Adımlar dergisi

Kaddafi öncesi ve sonrası Libya
20.10.2017

İnfografikiçin tıklayın:
https://cdntr1.img.sputniknews.com/images/103068/62/1030686248.png

Libya'da 'özgürlük devrimi'nin ardından geçen 6 yıl içinde ülke, çeşitli silahlı grupların kontrol altında tuttuğu çok sayıda bölgeye ayrıldı.
Sputnik'in hazırladığı infografik, ülkenin Muammer Kaddafi öncesi ve sonrası durumuna ilişkin bilgiler içeriyor.
Sputnik

Ailemin 13 üyesini öldürdükleri için NATO’yla davalıyım’
23.10.2017



Barış, Bakım ve Rahatlama için Uluslararası Organizasyon Başkanı Halid el-Hamidi'nin ailesinden 13 kişinin öldürülmesinin ardından Libya halkına karşı işlenen suçlar nedeniyle NATO'ya açtığı davanın duruşması 30 Kasım'a ertelendi.
Dava, Trablus merkezli sivil toplum kurumu Barış, Bakım ve Rahatlama için Uluslararası Organizasyon Başkanı Hamidi tarafından açıldı. Hamedi, NATO bombardımanında hamile eşi, iki oğlu, teyzesi ve yeğeni dahil ailesinin 13 üyesini kaybetti. Babası, annesi, kız kardeşleri ve diğer akrabaları da bu bombardımanda yaralandı.

'BABAMIN OFİSİ VE EVİ BOMBALANDI'
Bombardımanın, eski Libya lideri Muammer Kaddafi’ye yakınlığıyla bilinen babası Hveylid el-Hamidi ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy arasındaki telefon görüşmesinden birkaç hafta sonra gerçekleştiğini kaydeden el-Hamidi, “Sarkozy babama Libya’dan kaçması teklif edildi. Ailesinin Tunus’tan Paris’e götürecek uçağın hazır olduğunu söylediler. Babamın Sarkozy’ye cevabı şöyle oldu: ‘Ben, 1969 El Fatih Devrimi’nde paralı asker değildim, devrimin bir parçasıydım. Ülkemi sömürgecilere karşı savundum ve hain veya başka bir ülkenin ajanı olmayacağım.’ Sonra babamın önce Trablus’taki ofisi sonra da evi bombalandı” ifadelerini kullandı.

'SİVİL OLMAMIZA RAĞMEN BİNLERCE İNSANI ÖLDÜRDÜĞÜMÜZÜ SÖYLEDİLER'

Babasının toplumda büyük etkiye sahip olduğunu anlatan Hamidi, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanlar ona saygı duyuyor, sözünü dinliyordu. Babam, Libyalı aşiretleri birleştirebilirdi. Ülkemizdeki NATO ajanlarının Sarkozy ve (Katar Emiri) Hamad’a onun hakkında bilgi verdiğinden eminim, kaderi belirlenmişti yani. Babama karşı bu kampanyada, sahte bilgi ve kirli söylentiler yayan El-Cezire televizyonu büyük rol oynadı. Onlar, babam ve benim, sivil olmama rağmen, binlerce kadın ve çocuk öldürdüğümüzü söylediler."

'ÜLKEYİ KAOSA SÜRÜKLEDİ'

Ailesinden kimsenin ülkeden kaçmadığını kaydeden aktivist, “Kadın ve çocuk dolu evin bombalanacağı kimsenin aklına gelmezdi. Evimize saldırarak koalisyon ülkeyi dağılma eşiğine getirdi ve halihazırda hakim olan kaosa sürükledi” dedi.

Libya’ya karşı açılan savaşın gayri yasal olduğuna dikkat çeken Hamidi, bu konuyla ilgili şu yorumda bulundu:

“BM Antlaşması’na göre, bu tür durumlarda diplomatik ve ekonomik abluka ile başlanıyor, sonra güç kullanılıyor. Üstelik bunun için Rusya, ABD, Fransa, İngiltere ve Çin’in BM Genel Sekreteri ile bir araya gelip plan geliştirmesi gerekiyor. Ama bunlar yapılmadı, Fransa tek başına Libya’ya saldırdı. Daha önce Afrika’daki çatışmalarda örneğin Kongo’da yapıldığı gibi gerçeklerin tespiti için komisyon kurulmadı. Politikacılar, El-Cezire’nin yaydığı yalan ve söylentiler temelinde karar aldı. Libya yatırım ve ekonomik birlikler sayesinde Afrika Birliği’ni kurdu. Bu birlik, Fransa’nın Afrika’daki çıkarları için tehdit oluşturdu. Üstelik Sarkozy’nin, seçim kampanyası için Libya’dan para aldığını gösteren tüm delilleri yok etmesi gerekiyordu. Fransa ve Katar, amaçlarına ulaşmak için ülkeme karşı alçakça komplo kurdu."
Hamidi, davayı 2011’de Belçika mahkemesinde açtı. 2012’de yapılan ilk duruşmada, sunulan delillerin ve NATO dokunulmazlığının kaldırılması talebinin incelendiğini aktaran Libyalı aktivist, NATO’yu Belçika’nın temsil ettiğini kaydederek, “Talebimiz reddedildi çünkü davacı Avrupa vatandaşı değil yani Belçika’da dava açamaz. Mahkemenin kararına itirazımızı 2013’te verdik. Temyiz mahkemesinin duruşması 12 Ekim 2017’de yapılmalıydı ama 30 Kasım’a ertelendi” ifadelerini kullandı.

Hiçbir devlet veya hükümet kurumundan resmi destek almadıklarını kaydeden el-Hamidi şunu dedi: “Sadece çeşitli ülkelerden bazı ünlülerin sempatisi var. Bu davada uluslararası yardım almayı umuyoruz. Zira NATO bir ülkeyi yok etti."
Sputnik

Halaçoğlu'ndan Hükümete: NATO Kararlarını Veto Edin
03 Haziran 2017



Kayseri milletvekili Halaçoğlu, NATO'nun PYD'ye yardım edeceğini açıklamasının ardından hükümete öneride bulundu.

NATO, terör örgütü PYD'ye destekte bulunacağını açıklamasının ardından tepkiler büyüyor...

Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu da NATO'nun tutumuna sosyal medya hesabından tepki gösterdi.

Hükümete NATO'nun veto edilmesi konusunda öneride bulunan Halaçoğlu, "Madem NATO PYDye yardım kararı aldı. Bizim Türkiye olarak NATO kararlarını veto yetkimiz var. VETO edin bitsin. Neden etmiyorsunuz?" ifadelerini kullandı.

İşte Halaçoğlu'nun paylaşımı:



Mehmetçik Tv

Brüksel'de 9 bin kişi sokakta: "Savaşa hayır, NATO'ya hayır, Trump'a hayır, Erdoğan'a hayır"
24 Mayıs 2017



NATO zirvesi için üye hükümet ve devlet başkanlarının geldiği Brüksel'de eylemciler, NATO, Trump ve Erdoğan karşıtı eylem düzenledi. Eyleme yaklaşık 9 bin kişi katıldı.

Brüksel'de yarın gerçekleşecek NATO zirvesi öncesinde, çeşitli siyasi gruplardan oluşan protestocular ABD Başkanı Donald Trump'ın Belçika'ya inmesinin ardından protesto gösterilerine başladı.

"Trump'a hayır, Erdoğan'a hayır" eylemi

NATO'nun politikalarına tepki gösteren eylemcilerin, İngilizce "Savaşa hayır, NATO'ya hayır, Trump'a hayır, Erdoğan'a hayır" yazılı pankart taşıdıkları görüldü.

NATO karşıtları, Trump'ın küresel iklim değişikliği sorunu karşısındaki tutumunu ve ırkçı ideolojisini" protesto ettiklerini dile getirdi. Protestolar sırasında çok sayıda kişi, çalgılarla eyleme destek oldu.
Cumhuriyet

Münih'te NATO'ya ve savaş politikalarına tepki yürüyüşü
19 Şubat 2017



Münih'te düzenlenen 53. NATO Güvenlik Konferansı, savaş karşıtları tarafından protesto edildi.
Almanya'nın Münih kentindeki Bayerischer Hof otelinde toplanan 53. NATO Güvenlik Konferansı'nda ABD ile AB arasındaki ilşikilerin Donald Trump döneminde nasıl devam edeceği konuşulurken, otele yakın Marien Meydanı'nda bir araya gelenler savaş karşıtı, NATO ve savaş poltitikalarını protesto etti.

Münih ve çevresinde bulunan çok sayıda savaş karşıtı antifaşist, kurum, inisiyatif ve parti tarafından çağrısı yapılan gösteriye 2 bini aşkın kişi katıldı. Marien Meydanı'nda bir araya gelen savaş karşıtları yapılan konuşmaların ardından konferansın yapıldığı otelin etrafındaki güzergahta bir yürüyüş yaptı. En önde “NATO yerine barış-Savaşa Hayır” pankartını taşıyan kitle, sık sık savaşa ve ırkçılığa karşı sloganlar attı.

Eyleme Sol Parti Genel Başkan Yardımcısı Tobias Pflüger, milletvekilleri Sevim Dağdelen ve Nicole Gohlke de katıldı. Yürüyüşten sonra Marien Platz'ta yapılan mitingde konuşan Dağdelen; "İki sene önce parlamento seçimlerinden önce Türkiye'ye giderek Erdoğan'a destek veren Merkel, bu sefer de referandum öncesinde giderek Erdoğan'ın baskıcı politikasına destek verdi. Bu hamlelerle, Türkiye'de yaşayanlara Erdoğan'ın iyi uluslararası ilişkilere sahip olduğu yansıtılıyor” dedi. Dağdelen, Binali Yıldırım'a Almanya'da miting izini verilmesini de eleştirdi.

MÜNİH POLİS ABLUKASINDA

Gösteri sırasında polis yoğun güvenlik önlemleri aldı ve eylemcilerin NATO Güvenlik Konferansı'nın yapıldığı otele yanaşmasını engelledi. Konferans boyunca Münih'te 4 bin polis görev yaptı. Özellikle Bayerischer Hof çevresi ve eski şehir bölgesine giriş ve çıkışlar kontrollü yapıldı. Devlet başkanlarının geçtiği güzergahlar ulaşıma kapatıldı.

Bu nedenle konferans bir kez daha Münih halkı için günlük yaşamın değişmek zorunda kaldığı olağanüstü günlere dönüştü.

Savaş karşıtları ayrıca alınan güvenlik önlemlerinin abartılı olduğunu belirterek, yüz binlerce avronun güvenlik önlemlerine ayrılmasını eleştirdi. (EVRENSEL)

Doğruysa güzel haber:The Times, Türkiye’nin, NATO’daki Batı yanlısı asker ve diplomatları geri çekerek yerine Rusya, Çin ve İran yanlısı isimleri atadığını iddia etti
10.12.2016



Odatv'nin haberine göre; İngiliz gazetesi The Times, Türkiye’nin, NATO’daki Batı yanlısı asker ve diplomatları geri çekerek yerine Rusya, Çin ve İran yanlısı isimleri atadığını iddia etti.

Sputnik’in haberine göre, ele geçirilen bazı e-posta yazışmalarının bu iddiaları doğruladığını belirten Times, NATO’daki kilit görevlerden alınan Türk askerlerin, Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral Curtis Scaparrotti’ye yazdığı mektupta, Türk askerler arasında aşırı milliyetçi ve Batı karşıtı eğilimin yükseldiğini kaydetti.

Scaparrotti’ye gönderilen mektuplardan birinde, “NATO’daki yeni Türk temsilcilerinden bazılarının radikal görüşe sahip olduğunu görmek tedirginlik yaratıyor. Aralarından bazıları, NATO değerlerini sorguluyor ve hatta Batılı örgütlerden nefret ederek aynı zamanda Rusya, Çin ve İran’ı destekliyor” ifadelerinin kullanıldığı aktarıldı.
Haber 93

AKP’li Bakan NATO’yu eleştirdi HDP’li “solcu”lar NATO’ya sahip çıktı
10.08.2016



Hükümet ile NATO arasında karşılıklı açıklamalar yapılırken, HDP, Türkiye'nin NATO üyeliğine destek çıktı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun NATO’dan beklenilen desteğin alınamadığını söylemesi üzerine, NATO bugün Türkiye ile ilgili açıklama yaptı. Karşılıklı açıklamalar sürerken HDP ise Türkiye’nin NATO üyeliğine destek çıkarak, NATO’dan ayrılma beklentisinin diğer komşularla ilişkilere zarar vereceğini öne sürdü.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rusya ile görüşmelerin ardında NATO’ya ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin NATO'dan beklediği desteği alamadığını ifade eden Çavuşoğlu, "Savunma sanayi tamam NATO'nun içindeyiz, sorumluluklarımızı biliyoruz. PKK, DAEŞ saldırıyor, bunlar varken NATO yok. Türkiye'deki hava savunma sisteminin tüm Türkiye'yi kapsayacak şekilde olmalı diyoruz, karar var ama uygulama yok. Teknoloji transferi yok, ben de kendi teknolojimi kullanmam lazım. Müttefik olarak sen bunlara yanaşmıyorsan Türkiye de başka arayışlara girmek zorunda. Kendi güvenliğimi kurmak zorundayım. O ülkeden olmaz, bu ülkeden olmaz. Hem de izin vermiyorsun. Bu olmaz. Türkiye dış politikasında olduğu gibi güvenliğini sağlamak için adımlarını atar, kimse engel olamaz" dedi.

NATO’DAN AÇIKLAMA

NATO’dan da 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, Türkiye'nin üyeliğine ilişkin çıkan spekülasyonlara karşı açıklama yapıldı. NATO'dan yapılan açıklamada, "Türkiye'nin NATO üyeliği tartışma konusu değil" denildi.

Moskova ile Ankara arasındaki yakınlaşmanın ardından gözlerin çevrildiği NATO'dan Türkiye açıklaması geldi. NATO Sözcüsü tarafından yapılan açıklama, Türkiye'nin değerli bir müttefik ve NATO operasyonlarına azımsanmayacak katkıları bulunduğu vurgulandı. Açıklamada, "Türkiye'nin NATO üyeliği tartışma konusu değildir. NATO Türkiye'nin sürekli katkılarına güveniyor, Türkiye de NATO'nun dayanışma ve desteğine güvenebilir" görüşüne yer verildi.

Ayrıca, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hem Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü vurgulanarak, NATO'nun, Türkiye'deki seçilmiş hükümete tam destek verdiği, darbe girişimi sırasında yaşamını yitirenler için başsağlığı dilekleri iletildi.

HDP'DEN TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİNE DESTEK AÇIKLAMASI

HDP Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen dün yaptığı açıklamada, Türkiye’nin NATO’dan ayrılma beklentisinin diğer komşularla ilişkilere zarar vereceğini öne sürdü.

HDP Parti Sözcüsü ve Kars Milletvekili Bilgen, Türkiye’nin Rusya ile kriz öncesinden daha da yakın bir ilişki için adımlar atmasına ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ‘birbirinin alternatifi olmayacak tercihleri çok keskin biçimde hamaset içeren bir yaklaşımla’ gündemine taşıdığını dile getiren Bilgen, “AB’den vazgeçmek, bir günde NATO’dan ayrılmak gibi bir beklenti, Türkiye-Rusya ilişkilerine de Türkiye’nin bölgedeki diğer komşularıyla ilişkilerinde de gerçekçi bir ilerlemeye katkı sağlamayacaktır. Burada elbette ki Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması hem demokratikleşmesi, hem iç barışı hem de dünyayla saygın bir ilişki kurmasının da olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla bu birini diğerinin alternatifi gibi görme, birini tümden terk etme, öbürünü bir anda aşırı yüceltme eğilimi nasıl uçak düşürüldüğünde doğru bir sonuç ortaya çıkartmadıysa bugün de daha dikkatli, daha zamana yayılan bir politikayı tercih etmelidir” ifadelerini kullandı.

Bilgen, “Türkiye elbette anlık tepkilerle tutum almak ve gerçekçi olmayan beklentilere girmek yerine barışı, ticari ilişkiyi ve işbirliğini esas alan bir dış politikayı bölgede hayata geçirmenin tarafı olmayı tercih etmelidir. Bir anda bütün sorunların çözülmesini beklemek ve sanki ray değişikliği yapılacakmış gibi beklenti oluşturmak doğru değildir. Sertlikte aşırıya gitmek nasıl Türkiye’ye zarar verdiyse, bölge ülkelerine ve bölge halklarına zarar verdiyse gerçekçi olmayan beklentilere girmek de yine yeni yanılgıları beraberinde getirecektir.” şeklinde konuştu.

Odatv.com







Üsler, limanlar yetmedi, AKP hava sahamızı da haçlı ordusuna açtı: NATO'nun AWACS uçağı hava sahamızda uçacak
12.03.2016



Sputnik'in haberine göre; Genelkurmay Başkanlığı, ‘Suriye krizi ve bölgede yaşanan gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’ye yönelik güvence tedbirleri kapsamında, bir NATO AWACS uçağının 12-15 Mart tarihleri arasında Türk hava sahasında görev icra edeceğini’ bildirdi.

Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yapılan açıklamada ayrıca şunlar kaydedildi:

"Bu görevlerin düzenli olarak belirli periyotlarda önümüzdeki aylarda da icra edilmesi planlanmaktadır. NATO'nun ana görevlerinden olan kolektif savunma ve ittifakın güvenliğinin bölünmezliği ilkesi kapsamında icra edilecek görevlerde, NATO'nun Türkiye'ye desteği ile ittifakın birlik ve dayanışmasının sergilenmesi, ittifak topraklarının bütünlüğüne yönelik potansiyel düşmanca tehditlere karşı caydırıcılık sağlanması amaçlanmaktadır."
Haber 93

Hatip Dicle'den tehdit gibi açıklama: "Türkiye'de iç savaş çıkarsa NATO müdahale edecek"
05 Ocak 2016



Cumhuriyet'in haberine göre Diyarbakır'da basın toplantısı düzenleyen Hatip Dicle, tehdit gibi bir açıklama yaparak, Türkiye'de iç savaş çıkması durumunda NATO'nun müdahale edeceğini iddia etti.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Hatip Dicle ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Emine Ayna, Diyarbakır'da basın toplantısı düzenleyerek bölgede yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi.

Dicle, HDP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin açıklamalar yaparken 'Türkiye'ye dış müdahale olabilir" iddiasında bulundu.

TÜRKİYE'DE İÇ SAVAŞ ÇIKARSA NATO GELİR
Dicle gazetecilerin, “Dış müdahaleye açık hale gelir” sözlerine açıklık getirmesini istemesi üzerine şunları söyledi:

-“Türkiye'nin bir NATO üyesi olma gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. NATO'nun 5'inci maddesinin A şıkkı çok konuşulur. Hiç konuşulmayan B şıkkı da var. B şıkkı ise, eğer bir NATO devletinde bir iç savaş çıkar ve buna engel olamaz ise, NATO buna müdahale eder. Devletler her zaman kendi çıkarlarını düşünür. Biz hiç bir devletin yapacağı açıklamalar ne olursa olsun, hiç bir zaman halkın dostu olmayacağını biliyoruz. Biz kendi sorunumuzu aramızda çözelim. İradeyi kaybetmemek önemlidir. 3 yıl denediğimiz ve devletin devirdiği o masayı kaldırarak bu tehlikelerle başarabiliriz."
Haber 93

TAKSİM’DE PROTESTO: KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ NATO, ANADOLU'DAN DEFOL!
13 Aralık 2015



Adımlar dergisinin haberine göre; Bugün, Taksim’de bulunan Fransa Konsolosluğu önünde NATO protesto edildi.

Bir grup tarafından gerçekleştirilen eylem öncesinde konsolosluk civarında polis tarafından geniş güvenlik önlemleri alındı.

Göstericiler, üzerinde Türkçe, İngilizce ve Fransızca “NATO Anadolu’dan Defol!” yazılı pankartı açtıktan sonra sloganlar eşliğinde basın açıklaması okudular.

Gerçekleşen protesto eyleminde “Ünsal Zor Ölmedi, Kavgamızda Yaşıyor!” yazılı bir döviz yanında, Fransa’da 22 yıldır cezaevinde tutulan kumandan Carlos (Ilich Ramirez Sanchez'ile ilgili Fransa’ya “Gönüldaş Carlos’u İstiyoruz!” yazılı bir döviz de açıldı.

Grup adına Tufan Ersöz okuduğu basın açıklaması şöyle:

"Kuzey Atlantik Terör Örgütü NATO, ANADOLUDAN DEFOL!

Soykırımcı, sömürgeci, İşgalci, Haçlı-Yahudi gücü, KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ NATO’yu Anadolu’da istemiyoruz!

91 Irak Saldırısıyla başlayan süreçte, İslâm Milleti’nin vatan topraklarına saldıran;

Sadece Irak’ta 5 milyondan fazla kardeşimizi katleden;

Topraklarımızın yer altı-yerüstü kaynaklarını yağmalayan, sömüren;

İslâm Milleti’ne ait coğrafyaları işgal ederek parçalayıp bölen;

“Bu bir Haçlı Savaşıdır” sloganlarıyla başlattıkları savaş karşısında direnen bütün Kurtuluş Savaşçılarını itibarsızlaştırıp canavarlaştıran, işkencelerden geçirip zindanlara atan ve katleden;

Irak’da, Afganistan’da, Libya’da, Somali’de, Sudan’da ve nihâyet Suriye’de işlediği suçların, daha hesabını almadığımız;

Terör Örgütü Amerika’nın başını çektiği Hıristiyan-Yahudi Emperyalizmine mensup hiçbir ülkenin işgalci, soykırımcı, katil, terörist askerlerini topraklarımızda istemiyoruz!

Bu noktada Hükümeti ve onun da tepesinde yer alanı uyarıyoruz:

7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında meydanlarda kullandığınız dile ihanet etmeyin!

Milletimizden oy isterken;

Amerika, İsrail ve Avrupa Birliği ülkelerini kastederek “Üst Akıl’a karşı Kurtuluş Savaşı verebilmemiz için bize oy verin!”, “Bölücülüğe karşı taviz vermeyeceğiz!” dediğin için seni tek başına iktidar yapan insanımızı aldatma, kandırma!

Bu vaadlerle Milletimizden aldığın vekâletin gereğini yap!

Sana verilen vekâlet, Haçlı Terör Örgütü NATO’nun İslâm-Türk Düşmanı Ülkelerine Anadolu kapılarını açman için verilmedi!

NATO’nun Anadolu’da ne işi var?!

Amerika’nın, Fransa’nın, İngiltere, Hollanda ve Almanya’nın vatanımızda ne işi var?!

Irak’ın Bölücü Çapulcusu Barzani’yi, Ankara’da kırmızı halılarla ağırlamak da ne oluyor!

2003 yılında Haçlı işgâlcileriyle birlikte, Türkmen ve Arap beldelerini yağmalayan, kadınların ırzına geçen, Felluce’de, Telafer’de, Musul’da ve Kerkük’teki katliamlara çapulcu Peşmergeleriyle katılan bu yağmacı-etnikçi teröristi meşrulaştırma çabası, Dinimize, Vatanımıza ve size oy veren Milletimize yapılacak en büyük ihânetlerden biridir.

Amerika’nın, Terörist-İşgâlci İsrail’in güvenliğini sağlamak ve bunun için Ümmet dediğimiz İslâm Milleti bütünlüğünün iki ana unsuru Arap ile Türk’ün arasına SİYONİST bir DUVAR (İsrailci Kürdistan) çekmek için başlattığı BOP’a (Büyük Ortadoğu projesine) destek vermeyin!

Sanki 25 yıldır, sadece Irak’ta 5 milyon Arap kardeşimizi katleden, bombalayan, parçalayan Rusya'ymış gibi, Milletimizde köklü olan Amerika-İsrail düşmanlığını köreltmek, Rusya üzerine aktarmak, Amerika-İsrail-NATO ve AB’ye hizmet etmek değil de, nedir?

Teröristbaşı Obama’nın, daha dün söylediği “İsrail’in güvenliği en önemli ilkemizdir!” sözüne kulak ver ve Terörist Amerika ile yaptığın anlaşmaları yırt, at!

Sana verilen vekâletin gereğini yap ve söz verdiğin şekilde Üst Akıl’a karşı (NATO-Amerika-İsrail-AB) Kurtuluş Savaşını ver!

Kuzey Atlantik Terör Örgütü NATO’dan çık!

*

Bugün burada, Libya’ya Haçlı Saldırısı düzenleyerek NATO’nun işgâline öncülük eden;

Türk dostu Muammer Kadafi’yi çapulcularına katlettiren;

Tarihte yaptığı işgâl ve soykırımları unutturacak uygulamalar yapacağına, ısrarla İslâm’a yeniden savaş açan Fransa üzerinden NATO’yu uyarıyoruz:

Sizleri, Maraş’tan, Antep’ten, Urfa’dan nasıl söküp attıysak, bugün, bütün Anadolu sathında evlerimize kadar girmiş zihniyetinizi, medyanızı, sembollerinizi, işbirlikçilerinizi, temsilciliklerinizi, insanınızı söküp atacağız!

Siz, bizim sesimizi, Anadolu ahâlisinin küçük bir aksi diye alın!

Ve sizi topyekûn kovacağımız günü bekleyin!

– Terörist NATO Hesap Verecek!

– Katil Fransa, Hesap Verecek!

– İşgalci ABD, Hesap Verecek!

– Yahudi İsrail, Köpeği Barzani!"

Haber 93

Rusya’nın Akdeniz hamlesi Batıda tartışma başlattı: NATO gerekli mi?



Rusya'dan NATO'ya sert Karadağ yanıtı: "Misillemede bulunacağız"
02.12.2015
Karadağ'ın NATO'ya davet edilmesine Rusya'dan sert tepki geldi. Putin'in sözcüsü Dmitri Peskov NATO'nun bu hamlesine karşı misillemede bulunacaklarını açıkladı.

Rusya'dan askeri önlemler

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sözcüsü Dmitri Peskov, NATO'nun doğuya doğru genişlemesine karşı misillemede bulunacaklarını açıkladı.

Peskov, gazetecilerle yaptığı açıklamada, Karadağ'ın NATO'ya davet edilmesini değerlendirdi.

NATO'nun askeri altyapısının sürekli doğuya doğru genişlediğini savunan Peskov, "Bu duruma karşı yanıt verilmemesi mümkün değil. Güvenliğimiz ve çıkarlarımız doğrultusunda misillemede bulunacağız" dedi.

NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı'nın ikinci gününde, Karadağ ile üyelik müzakerelerine başlanması yönünde karar alınmıştı. Karadağ, aylar sürebilecek katılım sürecinin ardından ittifakın 29. üyesi olacak.

Arnavutluk ve Hırvatistan'ın 2009'da katılımının ardından NATO'nun Balkan ülkelerinden birine yaptığı bu ilk davete, Rusya karşı çıkıyordu.
cnnturk

Rusya’nın en yakınındaki “sıcak denize” kalıcı bir biçimde inmesi ve Tartus’taki deniz üssünü Rimeyli hattında genişletip İncirlik’e karşı da Lazkiye hattında bir karşı odak oluşturması, NATO içindeki kartların da yeniden dağıtılmasına yol açabilecek sonuçlara gebe görünüyor.

Rusya’nın hamlesi tartışma yarattı: NATO gerekli mi? (*)
Osman Çutsay
16 Kasım 2015

Moskova’nın Suriye'ye doğrudan müdahalesi, sadece ABD ve AB’yi değil, ortak savaş örgütü NATO’yu da sarsıyor. NATO üstyönetiminin Akdeniz ve çevresindeki ülkelerde yeni müdahaleler için zemin yokladığı, bu arada ittifak içi aktörler arasında yeni çekişmelerin filizlendiği gözleniyor. Örneğin Berlin’in dış politika konusundaki yönlendirici yayın organlarından “Internationale Politik”, NATO’yla ilgili bir kâr-zarar bilançosu için zamanın geldiğine yönelik değerlendirmelerle bir “sıkıntının” altını çiziyor.

TEHLİKELİ OYUNLAR

Alman dış politikasının etkili ve bir gösterge konumundaki bu yayın organı, son sayısında Justin Logan’ın bir makalesine yer verdi ve Batı dünyasında, elitler hariç, böyle bir savaş örgütüne artık pek gerek kalmadığı duygusunun giderek yayıldığına dikkat çekti. Kuzey Amerika ve Avrupa’daki devletlerin mevcut güvenlik sorunlarının altından NATO’suz da kalkabileceği ileri sürülen değerlendirmede Logan, NATO’nun özellikle Rusya ile Batı dünyası arasındaki ilişkileri kötüleştirdiğini hatırlattı. Foreign Policy, National Interest, Harvard International Review gibi yayınlarda da yazan ve “Ortadoğu’nun pek önemli olmadığı, resmen abartıldığı” yolundaki tezleriyle dikkat çeken Logan, bu makalede ABD’nin artık AB’yi “kendi kendisini savunabilir” bir doğrultuya yönlendirmesi gerektiğini vurguladı. Washington merkezli Cato Institute uzmanlarından Justin Logan’ın, 1 Aralık’ta başlayacak NATO dışişleri bakanları toplantısı öncesindeki bu çıkışı, Batı ittifakı içindeki çalkalanmanın bir türlü durulmadığına yeni bir örnek olarak algılandı.

Gerçekten de Rusya’nın Suriye’ye yerleşerek, Akdeniz’deki emperyalist yerleşikliği yerinden ettiği, bölgeyi tartışmalı bir konuma soktuğu NATO’nun genel duygusu. Sicilya’ya yeni insansız hava araçlarının yerleştirileceği biliniyor. Ayrıca Tunus, Ürdün ve Irak ile başlayan ilişkilerin, en kısa sürede Libya ile de yoğunlaştırılacağı, NATO uzmanlarının şimdiden bu ülkelere yerleşip faaliyete geçtiği de herkesin malumu... Justin Logan’a göre, “NATO’nun abartılı önemi” giderek daralan bir kesimde etkisini sürdürüyor. Örneğin artık sadece “NATO elitleri” Batı’nın güvenliğini bu savaş örgütünün garantilediğine inanıyor.

Gerçekten de Rusya’nın Suriye’ye müdahale ederek İncirlik’i, bu arada da “yükselen değer” Erbil’i doğrudan göğüsleme kararı alması, sözü geçen abartının Batı içinde gözden geçirilmesine yol açabilir.

NATO’YA GEREK VAR MI?

Batı’da bir şaşkınlık, en azından bir telaş var. Sosyalistlerin, daha doğrusu solun tanımları arasında yer alan NATO karşıtlığının ne kadar önemli olduğu bu telaşla bir kez daha kendisini kanıtlıyor. Batı’da, terörizmle ve diğer sorunlarla mücadele için NATO gibi örgütlere pek gerek kalmadığı inancının, hatta “NATO şart mı?” sorusunun yayıldığı anlaşılıyor. Kolektif askeri yeterliliğin iyileştirilmesinde NATO’nun önemli bir rol oynadığına inanmayanlar açıkça sahne alabiliyor. Nitekim Justin Logan da, özellikle Rusya’yla bozulan ilişkilerde NATO’nun olumsuz rolüne işaret ediyor. Ayrıca Rusya içinde ve Putin karşısında liberal, yani Batı yanlısı ve etkili bir muhalefet çıkamamasının da sorumluluğu NATO’ya bağlanıyor. Gerçekten de liberal güçler NATO’nun girişimleri sonucu Rus politikasında Putin politikalarına karşı halk desteği alamıyor. Rus[E1] liberallerine “idiot” muamelesi yapılmasında, Rus ulusalcılarının argümanlarına yoğun kitle desteği, NATO’daki elitlerin bir türevi. Anlaşılan Logan gibi genişleyen bir çevre, “Batılı elitlerin NATO’nun yol açtığı bu zararı görmemekte ısrarlı olmasından” rahatsız.

SIRADA ‘GÜNEY STRATEJİSİ’ VAR

NATO içinde yeni bir “Güney Stratejisi” arayışı bu ortamın ürünü. En önemli neden, Rusya’nın Akdeniz’de büyüyen varlığı. Şubat ayında Kıbrıs ile Rusya arasında, Rus savaş gemilerinin Kıbrıs limanlarına giriş yapabilmesi için anlaşma sağlandığı biliniyor. Akdeniz’deki filosunu güçlendiren Rusya, özellikle mayıs ayında Çin savaş gemileriyle ortak bir manevra gerçekleştirerek dikkatleri üzerine toplamıştı. NATO Genel Sekreter Yardımcısı Alexander Vershbow, iki hafta önce Rusya’nın bu ülkedeki yeni hava üssüne işaret etmiş ve Rusya’nın Suriye’de uzun bir süre bir iktidar faktörü olacağının altını çizmişti. Rusya’nın varlığı ve bunun İran Körfezi’ndeki Amerikan savaş gemileri başta olmak üzere bölgede yaratacağı sonuçlar, yeni endişeleri tetikliyor. Örneğin NATO yönetim kademelerinde, Rusya’nın varlığı daha önce ortaya çıksaydı, Libya’ya 2011’de askeri müdahale mümkün olamayacağı açıkça dillendiriliyor.

Artık tüm Avrupa’nın Rus füzelerinin menzili içinde olması bir başka faktör olarak kendini dayatıyor. Amerikalı Amiral John Richardson, basına da sızan açıklamalarında, “Rus maceracılığını engellemek için bölgeye savaş gemileri ve denizaltılar gönderilebileceğine” dikkat çekmişti. Caydırıcılığın devamı için “NATO elitlerinin” Güney’de yeni bir devamlılık örgütlemeye çalıştığı gözleniyor. Bu çerçevede Sicilya’ya beş insansız hava aracı (“Global Hawk”) yerleştirilebileceği, böylece Akdeniz, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın sürekli bir biçimde gözaltında tutulabileceği hatırlatılıyor.

NATO, yeni savaş oyunlarını savunanlar ve buna temkinli yaklaşan çevrelerin gerilim hattında Güney Stratejisi’ni 1-2 Aralık’ta resmen tartışmaya açacak. Bu stratejinin 8-9 Haziran 2016’da Varşova’daki NATO Zirvesi’nde karara bağlanması bekleniyor.

NATO içinde aktörler birbirlerinin ayağına basmaya devam ediyor. Bu, bölge için yeni kan banyoları demektir. NATO içi veya dışı emperyalist aktörlerin hiçbirinden barış çıkmayacağı o kadar açık ki...

* Bu yazı Boyun Eğme'nin 7. sayısında yayınlanmıştır.



Haçlı Ordusu NATO'nun başı Rasmussen: "Rusya ABD’nin kurduğu dünya düzenini bozuyor"
20 Haziran 2014



Rusya'nın Sesi Radyosu'nun haberine göre Rusya’nın Ukrayna tutumunun dünya düzenini bozarak NATO müttefikleri için tehdit oluşturduğunu açıklayan Haçlı Ordusu NATO Genel Sekreteri ne söylediğini çok iyi biliyor. Amerika’nın dünya üzerindeki hakimiyeti sona eriyor ve Ukrayna’daki olaylar bunun en iyi kanıtıdır.

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Rusya’nın Ukrayna tutumunun dünya düzenini bozarak NATO müttefikleri için tehdit oluşturduğunu açıkladı. NATO Genel Sekreteri yaptığı bu açıklama ile Ukrayna’daki olayların ABD’nin planlarına aykırı olduğunu itiraf etmiş oldu.

Ukrayna’nın AB ile Ortaklık Anlaşmasını imzalayacağı tahmin ediliyordu, bundan sonra onun topraklarında NATO üslerinin kurulması an meselesi olurdu. Ama Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç anlaşmanın imzalanmasını ertelemişti. Ülke yönetimindeki Batı yanlıları ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in verdiği talimatıyla Yanukoviç’i iktidardan uzaklaştırmışlardı. İşte şu an Ukrayna halkının büyük kısmı bütün bunları protesto ederek isyan etmişti. Gösterileri sessiz sedasız basırmak istemişler ama olmamıştı.

Ukrayna nüfusunun en azından üçte biri Rus asıllı, yarısı Rusça konuşuyor. Tabii ki Rusya bu insanları korumak için elinden geleni yapmış, haklarını uluslararası kurumlarda savunmaya başlamıştır. Tüm engel ve provokasyonlara rağmen zamanla Moskova Batı toplumunun Ukrayna’daki olayları gerçekçi bir gözle değerlendirmesini sağlamayı başardı.

Bu durum ABD’nin uluslararası imajına büyük zarar veridi, önceleri Washington’un Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımları destekleyen AB ülkeleri onlarıgenişletmeyi reddetti, Rusya ile ekonomik ve siyasi işbirliğine devam etti.

Yani, AB ülkeleri Washington’a Amerikan çıkarları bu defa Avrupa’nın çıkarlarına aykırı olduğu için eskisi gibi ABD’nin talimatlarına uymak istemedikleri mesajını verdi.

Ukrayna krizi ABD’ye dünya üzerindeki hakimiyetinin sona erdiğini göstermiş oldu. Dış Politika Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Veronika Kraşeninnikova, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünden kaynaklanan ‘ne istersem onu yaparım’ stratejisinin şu an sadece Amerikalılar’a inandırıcı geldiğini kaydederek şunu söyledi:

‘Amerika’nın istisnailiği kavramı ulusal Amerikan kimliğinin temelini oluşturmaktadır. Bu kavram çerçevesinde Amerika’nın istisnailiğinin uzun tarihe dayanan köklerinin olduğu belirtiliyor. Ancak istisnailik aslında hep saldırganlığın örtbas edilmesi, saldırgan politikanın izlenmesi için kullanıldı.

Dünya üzerinde hakimiyetini kurmak isteyen tüm imparatorluklar mutlaka istisnailiğinden bahsettiler. Eskiden İspanya, İngiltere buna başvurmuştu. Bunun en korkunç örneğini Nazi Almanya’sı vermişti. İstisnailiği fikrini ne şekilde kullandığını hepimiz biliyoruz’.

Bir yıl önce Rus diplomatları Batı’nın Suriye’ye saldırı gerçekleştirmesine izin vermediklerinde ABD uzun zamandan beri ilk kez üstünlüğüne darbe vurulmuş olduğunu hissetmişti.

Amerika’nın ikinci ve daha büyük hatası Ukrayna olmuştur. Bu nedenle Washington Moskova için düşman ve saldırgan söylemlerini kullanarak histerik birpropaganda kampanyası başlattı.

Kısaca,Rusya, ABD’nin her şeyini kontrol altında tuttuğu dünya düzenini bozuyor. Bunu kabullenip Amerika’nın hakimiyetinin sona erdiğini itiraf etmek Batı için elbette çok zor.
haber93

Haçlı Donanması Körfez'e Dayandı
28 Ekim 2010


"Neler oluyor? Bu yüzyılın en büyük istilasına mı hazırlık yapılıyor?Bütün Batılı ülkeler, İslam dünyasına karşı tarihin hangi döneminde ortak hareket etmişlerdi?..."

İbrahim Karagül/ Yeni Şafak

Bu yüzyıl, büyük istilalarla başladı. "İslam'ın kanlı sınırları"ndan dem vuranlar, kanı İslam'ın kalbine taşıdı. Mezopotamya'ya yerleşti. Üç kıtanın kesiştiği bütün kavşaklara yerleşti. Denizlere, kara parçalarına yerleşti. İki okyanus arasında uzanan devasa kuşakta hangi ülke, hangi toplum varsa hepsi bu derin ve süresiz istila projesiyle sarsıldı. Ülkeler işgal edildi, işgal edilmeyen onlarcası istikrarsızlıklara, iç çatışmalara, belirsizliklere sürüklendi.

İki okyanus arasındaki coğrafya, bizim coğrafyamız yeni bir Haçlı dalgasıyla boğuşuyor. Bahanelerle, popüler gerekçelerle kamufle edilmiş bu büyük hesap, zihinlerini özgür tutanlar için ne acı bir durum. Haçlı seferlerine tanık olanlar, Moğol istilasını yaşayanlar, Birinci Dünya Savaşı yıkımını görenler aynı acıyı yaşadılar. Ama her yıkımdan sonra şaşırtıcı bir yükselişe tanık oldu bu coğrafya. Bunu bilenler, işte bu yükselişin, büyük dönüşün önüne geçmek için belki yüzyıllık bir istila projesini uygulamaya koydu. Bu güne kadar da, o projeden zerre kadar geri adım atmadı.

Dün; ABD'nin bir uçak gemisinin daha Arap Denizi'ne gittiği haberini gördüğümde, Afganistan'daki işgal, Pakistan'daki iç savaş hali, Irak'ın durumu, İran'ı savaşla dize getirme tehditleri, Ortadoğu'ya yığılan silahlar, Afrika kıyılarına yönelik işgal hazırlıkları, Doğu Akdeniz'deki tehlikeli güç mücadelesi ve yirmi yıldır iki okyanus arasında tanık olduklarımızı düşündüm.

Her hareket, girişim, siyasi ve askeri müdahale, proje birbirini tamamlıyor, hepsi bir büyük projenin unsurlarını oluşturuyor. Ama görünüşte hepsi birbirinden farklı gerekçelerle pazarlanan, kitlelerin öyle sandığı, insanlığın geleceğini kurtarmak için yürütülen adalet ve özgürlük operasyonlarıydı. Ancak bu toprakların son bin yılını az çok bilenler, hepsinin arkasında aynı düşüncenin, inancın yattığını, bir medeniyet mücadelesinin olduğunu fark ediyorlar.

USS Abraham Lincoln uçak gemisi, beraberindeki savaş gemileriyle birlikte 17 Ekim'de bölgede olacak. USS Harry Truman uçak gemisiyle buluşacak. Ardından Fransa'nın tek uçak gemisi Charles de Gaulle, beraberindeki savaş gemileri, denizaltılar ve uçaklarıyla bölgeye gelecek. Arap Denizi, Umman Denizi dev bir donanma yığınağına sahne oluyor. Irak işgalinden sonra, bildiğimiz yeni bir işgal projesi yok. Kızıldeniz ve Basra Körfezi'ndeki bu askeri hareketliliğin sebebi ne olabilir?

Söz konusu donanma birlikleri bir süre önce korsanlarla mücadele için Cibuti merkezli operasyonlar yapıyordu. Ancak, bu operasyonların 11 Eylül'den önce başladığını biliyoruz. Resmi gerekçe, Afganistan'daki savaşın şiddetini artırması. Ülkede bulunan ABD ve NATO'ya bağlı güçler bu saldırıları önleyemiyor mu? NATO ve ABD'nin Afganistan operasyonunda elli ülkeden 120 bin asker görev yapıyor.

Pakistan'daki iç savaş için de böyle bir güce ihtiyaç yok. Çünkü Afganistan ve Pakistan'daki güçler, Körfez'deki gemiler bunu pekala yapıyor. Öyleyse Kızıldeniz'le Basra Körfezi arasında, böylesine büyük bir askeri yığınağın sebebi ne olabilir? Bilmediğimiz, dikkatimizden kaçan yeni bir işgal senaryosu mu? İran'ı mı vuracaklar? Yemen'i mi istila edecekler? Somali ve çevresinde mi bir şeyler yapacaklar?

Doğu Afrika, ABD, Fransız ve NATO birlikleri için eğitim sahalarına dönüştürüldü. Buralarda eğitilen askerler, Afganistan'a, Pakistan'a ve diğer bölgelere gönderiliyor.

Mayıs ayında USS Truman uçak gemisiyle Fransız uçak gemisi Akdeniz'e hangi işgalin tatbikatını yaptılar? Hemen bütün Batılı ülkeler neden bu deniz geçiş bölgelerine donanma gönderiyor? Terörle mücadele mi? Allah aşkına kimse bu saçmalığı tekrarlamasın artık...

Her ne olacaksa Basra Körfezi merkezli olacak. Tam da bu bölgelere yönelik silah satışlarına bakalım. Financial Times'ın haberine göre ABD, Suudi Arabistan, Kuveyt, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne 123 milyar dolarlık silah satışı yapıyor. Bu paketin 90 milyar dolara yakını S. Arabistan'a ve satış kesinleşti.

Batı, Amerika ve NATO, bütün bu bölgelerde tatbikatlar yapıyor. Tatbikat yapılan bölgelerin çevresindeki ülkelerden bazılarına tarihte görülmemiş oranda silah satıyor, askeri yığınak yapıyor. Bazı ülkeleri de garnizon ülkeye dönüştürüyor.

Arap Denizi'ndeki, Basra Körfezi'ndeki askeri birliklerin alarm düzeyinde olduğu haber veriliyor. Neler oluyor? Bu yüzyılın en büyük istilasına mı hazırlık yapılıyor? Bütün Batılı ülkeler, İslam dünyasına karşı tarihin hangi döneminde ortak hareket etmişlerdi? Haçlı savaşları sırasında! Ve tabi Osmanlı siyasal otoritesini yok edip bu coğrafyaya tarihin en büyük hezimetini yaşatan Birinci Dünya Savaşı'nda....

Bütün bu resmi görüp de kimse "haçlı savaşı" ifadesini yadırgamasın, yargılamaya kalkışmasın. Anlamayanlar son altı yüzyıllık tarihe baksın yeter! Ne yazık ki, hiçbir şeyin değişmediğini göreceklerdir...

60. Yılında Terör Örgütü Nato!
08/04/2009
Editör



NATO(Kuzey Atlantik Anlaşması) isminden de anlaşılacağı üzere Atlantik merkezli olarak kurulan bu yapılanma ABD’nin dünyada estirdiği terör ve katliamlarında da taşeronluğu görevini yürütmektedir. Bugünlerde NATO’yu gündeme getiren gelişme ise, 60. kuruluş yıldönümünde AB-D ile işbirliğine girmiş emperyalizmin gönüllü işbirlikçilerinin Strasbourg ve Baden’de 3-4 Nisan tarihlerinde bir araya gelerek, ellerinde milyonlarca insanın kanı olan bu suç şebekesinin kuruluşunu kutlayacak olması.

NATO üyelerinden Fransa-Almanyasınırında yapılan bu zirvenin iki temel özelliği var: Birincisi, yukarıda bahsettiğimiz gibi, NATO’nun 60. yılını kutlaması. Diğeri ise, emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik kriz koşullarında NATO’nun izleyeceği stratejinin tartışılması. Kuşkusuz ABD’nin “dünyayı yönetme”si için ödenek temini ve askerlerinin yetersizliği, NATO bünyesindeki diğer ülkeleri de bu işgallerde kullanmasına vesile teşkil etmektedir.

NATO’nun kuruluş amacı, 2. Dünya Savaşı sonrası Soyvetler Birliği’nin Avrupa’daki etkisini artırma çabalarına ve komünizm tehdidinin yayılmasına karşı çıkmaktı. 1991’de Sovyetler dağıldı ve ABD küresel tek süper güç olma avantajını kazandı. 1993 yılında ise, tek küresel güç ABD’nin küresel amaçları için ortam hazırlamakla görevli ABD stratejistlerinden S. Huntington, İslâm ülkelerinin topraklarındaki enerji kaynaklarını ele geçirmek için ‘medeniyetlerin niçin savaşacağını’ açıklarken, Fukuyama ise, ‘Batı değerlerinin galip geldiği ideolojik savaşın bittiğini ve bu nedenle de tarihin sona erdiğini’ açıkladı. Brezinski ise, “İslâm ülkelerinin enerji kaynaklarını ele geçirme projesi”nin jeostratejik haritasını çiziyordu.

1949’da 12 üyeyle kurulan NATO, Soyvetler Birliği’nin 1991’de dağılması sonrası hedefsiz kalmıştı. Ancak, kurulu olan bu ittifak, o tarihten bu yana savunma rolünü “alan dışı” faaliyetlerde de kullanmaya başladı. ABD’nin “yeni bir dünya düzeni” kurma amaçlı olan bu projelerinin uygulanabilmesi için de NATO’ya çok önemli işler düşmekteydi. 11 Eylül saldırısı tüm dünya için olduğu gibi NATO için de bir dönüm noktası oldu. 11 Eylül hadisesinden sonra dönemin NATO genel sekreteri, NATO’nun meşhur 5. Maddesini yürürlüğe sokacak ve “ABD’ye yapılan saldırı bütün üyelere yapılmıştır” diyerek NATO’nun yeni stratejik konseptini belirleyecekti.

MADDE 5

“Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde Tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak , Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır.” Aslında bu kurgu Uluslararası Terör Örgütü NATO’nun tamamen işlevi dışına çıktığı ve emperyalist devletlerin silahlı gücü ve baskı aracı olarak kullanıldığının da kanıtıdır. 5. Madde’de yazan ‘silahlı saldırıdan’ kasıt tamamen kendi hegemonyalarını kurmak amacı ile yöneldikleri, sömüreceği ülkeleri işgal etme amacı güden NATO için zemin hazırlamaktan başka bir şey değildir. Buna en güzel örnek ise, bugün hâlâ daha NATO katliamlarına direnen Afganistan’dır diyebiliriz.

NATO, başta ABD emperyalizmi olmak üzere, emperyalist devletlerin bir terör makinesi, katliam aracıdır. Bunu dün Bosna vesilesi ile soykırıma tabi tutulan Müslümanlar üzerinde seyretmiştik, bugün de hususen Afganistan’da seyrediyoruz. Afganistan operasyonu NATO’nun kuruluşundan bugüne uluslararası alanda yaşanan değişimler nedeniyle pek çok ilki ifade etmektedir. Öncelikle 11 Eylül Hadisesinin ardından, 4 Nisan 1949’da ABD’nin Başkenti Vaşington’da imzalan ve NATO’nun Anayasası olarak nitelendirilen anlaşmanın 5. maddesi ilk kez Afganistan için devreye sokulmuştur.

Aslında Afganistan için Emperyalistler arası çıkar çatışmalarının sergilendiği bölge de diyebiliriz. Bu çıkar çatışmaları sadece NATO üyesi ülkeler arasında değil, ABD-Rusya çekişmesi üzerinden de seyredilebilir: Rusya’nın kendini toparladığı ve daha da sertleştiği Rusya-Gürcistan Savaşı ile kendini göstermişti. Ardından Doğu Avrupa’ya füze kalkanı konuşlandırılması gündeme oturmuştu. Münih’teki NATO konferansında bu sorun da emperyalistler arası pazarlığın konusu oldu. NATO’nun belli bir süredir gündemine aldığı ve bu zirvede de tartışacağı gündemlerde biri de şüphesiz ki, Afganistan olacaktır.

Afganistan’da Mücahid Taliban Silahlı Kuvvetleri’nin verdiği İstiklâl Savaşı karşısında çaresiz kalan ABD ve NATO güçleri, baharın gelmesiyle direnişin daha da gelişeceği korkusunu yaşamakta ve bundan dolayı ek olarak on binlerce asker göndermeyi istemektedirler. Ancak Irak’ta sadece ABD’li asker sayısını 160.000’e çık armasına rağmen hakimiyet sağlayamayan ve her gün kayıplar vermeye devam eden ABD’nin, gerek Irak’tan bir kısım askerini Afganistan’a sevk etmesi ve gerekse de Almanya gibi NATO üyelerinin asker sayısını artırmaları, Afganistan’a hakim olmalarını sağlayamayacaktır. ABD ve NATO, Irak’ta da, Afganistan’da da yenilgiye mahkûmdur. Bu yenilgi Uluslar arası terör şebekelerinin yani NATO, BM, ISAF vs’lerin de yenilgisi olacağından Afganistan’daki Taliban rejimini ortadan kaldırmak isteyen ve tüm gücünü burada ki savaşa odaklayan Obama için de çöküş olacaktır. Diğer Maddeler

-Bu Antlaşma’nın Tarafları, Birleşmiş Milletler Yasası’nın amaçları ve ilkelerine olan inançlarını ve bütün halklar ve bütün hükümetlerle barış içinde bir arada yaşama arzularını teyid ederler.

-Demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün halkların özgürlüklerini, ortak miraslarını ve uygarlıklarını korumakta kararlıdırlar.

-Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesini amaçlarlar. -Toplu savunma ve barış ile güvenliğin korunması için çabalarını birleştirmekte kararlıdırlar. Washington

4 Nisan 1949 NATO’nun aldığı bu kararlar doğrultusunda NATO ve BM’in hangi “barış”ı tesis ettiğini de görmüş oluyoruz: Irak ve Afganistan ve öncesinde Bosna, Somali’de uygulanan gizli ve açık katliamlarında bir numaralı sorumlularıdır bunlar. Bütün yaşananlar, Teröristbaşı ABD’nin Terör Örgütü NATO’yu kuruluşundan itibaren sömürme ve katliamları meşrulaştırma görevi ile çok da güzel bir şekilde kullandığını gösteriyor. “Demokrasi” denilen ve ne olduğu uygulayıcısı ülkeler tarafından da kestirilemeyen ve her işgal altına aldığı bölgeye götürülen sahte özgürlük ve hukuk ise IRAK’ta işgalin 6.yılında katledilen 3 milyon insan ile ortaya çıkmaktadır

. Türkiye’nin NATO İttifakındaki Rolü

Türkiye yeni NATO konsepti açısından bölgesel bir aktör veya bölgesel bir liderlik için, NATO ve emperyalist güçlerin uç karakolu vazifesini ifâ etmektedir. Bu açıdan Türkiye’ye verilen, askeri terimlerle, “ileri karakol” rolü bugün Ortadoğu ve Asya’da uygulanmaya konulmuştur. Bütün bunlardan çıkarabileceğimiz sonuç ise NATO’yu ayakta tutma- yaşatma görevi ile Türkiye’ye önem atfedilmesi ki; Afganistan’da bulunan ISAF ismi altındaki birlik de görevini bize açıklamaya yetiyor. “NATO içinde yapılan birçok çalışma, Avrupa-Asya bölgesinde yer alan 22 sıcak noktanın 19’unun Türkiye’yi doğrudan ya da dolaylı ilgilendirdiğini gösteriyor.” (Serkan Demirtaş, Büyük NATO Projesi, Cumhuriyet Strateji, 5 Temmuz 2004).

Haziran 2003 tarihli NATO Savunma Planı Komitesi kararlarına göre, NATO, acil müdahale kuvvetlerinin planlanan üç merkezinden biri İstanbul’dadır. İstanbul’daki 3. Kolordu, NATO görevlerinde sevk edilmeye hazır olma derecesi yüksek karargah olarak hazırlanmaktadır. NATO Güney Saha Komutanlığı’nın yeniden yapılanması çerçevesinde Güney Bölge Hava Kuvvetleri komutanlığı İzmir’e gidecektir… “Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi” olarak adlandırılan uluslar arası terörle mücadele birimlerinden biri Türkiye’de kurulacaktır.” (Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, www.turksae. com ) “Burada başka bir hususa geçeyim.

NATO’nun yayınladığı bir bültende, bizim gücümüzün ancak savaş sonrasında işe yarayacağı söyleniyor. Bunun Türkçesi nedir biliyor musunuz? Adam geldi buraya bir bomba attı ve burası yıkıldı; meydana gelen moloz yığınını kaldırmak için amele lâzım... Bizim gücümüz de bu... Anlatabildim mi?.. Türkiye bütçesinin üçte birini götüren bir hâdise, iktisadî bakımdan da belimizi kıran bir hâdise olmasına rağmen, Çin ordusunu andıran kuru sayı çokluğu muhafaza ediliyor!..” (Salih Mirzabeyoğlu Üç Işık / Sohbet-Konferans, İBDA Yay., İstanbul 1996, s. 67-98)

Obama Türkiye’ye gelecek ve muhtemelen Afganistan için daha çok asker isteyecek. Şu ân orada bulunan askerler ne yapıyor sizce? Tabi ki ABD’nin işgal sonrası durumunu bir Müslüman ülke sayesinde meşrulaştırmasını ve “Mehmetçik”i emperyalist çıkarları için kullanılması görevini üsleniyor. NATO bir terör örgütüdür ve bu örgütte Türkiye’nin yeri yoktur.

NATO dahil bütün emperyalist kuruluşlar dağıtılmalı ve Türkiye bu kuruluşlarla ilişkilerini kesmelidir. Türkiye çok geçmeden “Tarihi Misyon”u doğrultusunda bölgesinde bir güç oluşturmalıdır.
Baran

Immanuel Wallerstein
NATO Gürcistan’dan sonra ayakta kalabilir mi?
24 Eylül 2008
Yeni bir Soğuk Savaş’la ilgili gazetelerde koparılan tüm bu yaygaranın ortasında, analistlerin çoğu Saakaşvili’nin Güney Osetya’ya yaptığı tedbirsiz ziyaretle ayyuka çıkan gerçek krizi gözden kaçırıyor. NATO’nun varlığı tartışma konusu.

Bunu anlamak için, NATO’nun kurum ve konsept olarak başlangıcına geri dönmeliyiz.

Hikaye 1947’de Birleşik Krallık ve Fransa’nın Alman askeri saldırganlığının durdurulması için müşterek yardım taahhüt eden Dunkirk Anlaşması’nı imzalamalarıyla başladı. Grup 1948’de, yine Almanya’ya karşı savunma hedefiyle Brüksel Anlaşması ile Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’u içine alacak şekilde genişletildi. Bunun ardından bu beş millet bir araya gelerek birleşik bir Genelkurmay Başkanları Komitesi’ne sahip Batı Birliği Savunma Örgütü’nü kurdular. Anlaşmalarla ilgili iki noktayı belirtmek gerekir. Birleşik Devletler bunların bir parçası değildi ve bunlar başlangıçta Sovyetler Birliği’ne karşı değil, Almanya’ya karşı bir araya gelmişlerdi.

NATO’nun 1949’daki kuruluşu, 1948 Berlin ablukasının hemen arkasından geldi. NATO, aslında Batı Birliği Savunma Anlaşması’nı yürürlükten kaldırıyordu. Canlanan Alman militarizminin tehlikelerine değil, Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşa odaklanmaktaydı. Birleşik Devletler açısından NATO birçok amaca hizmet etmekteydi. Bu, Birleşik Devletler’in Avrupa’da Berlin Ablukası ile tehlikeye girdiği görülen güç bölüşümünün sınırlarını korumayı üstlenmiş olduğuna dair Sovyetler Birliği’ne verdiği bir mesajdı. Fransa’yı ve İngiltere’yi Batı Almanya’nın yeniden silahlanması konusunda ikna etmenin bir yoluydu. Bunun yanında, henüz olgunlaşmamış askeri yapılarını iyiden geçersiz kılarak ve askerlerini ABD komutasına sokarak, müttefiklerin askeri harekatlarını kontrol etmenin de yoluydu.

Siyasi liderler ve batı Avrupalı ülkelerin nüfusunun çoğunluğu, başlangıç için NATO konseptine gayet olumlu bakmaktaydı. Onlar için bu, Sovyetler Birliği’nin Yalta Anlaşması’nı ihlal etmesi halinde Birleşik Devletler’in onları savunacağının garantisiydi. Fransa ise tarihsel mutabakatının bir sonucu olarak Batı Almanya’nın yeniden silahlanmasını kabul etmeye hazırdı. Ne var ki, Fransa üçüncü hedeften tedirgindi. Bu hedef, Fransız askerlerinin ABD komutasında olmasıydı ki, Charles De Gaulle’ün 1966’da Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çıkarmasına ve dolayısıyla karargahın da Paris’ten Brüksel’e taşınmasına neden olacaktı.

1970’lerin başında batı Avrupa sadece Almanya ile ilgili endişeleri üzerinden atmakla kalmadı, Sovyetler Birliği’nin artık yakın bir saldırı tehdidi teşkil etmediğini düşünmeye başladı. Sadece Fransa değil, diğer ülkeler de Stalin sonrası Sovyetler Birliği’ni batı Avrupa ile daha yoğun bir işbirliğine girmesi için nasıl ehlileştireceklerini düşünmeye başladılar. Bu, Batı Almanya’nın Ostpolitik yaklaşımıyla yakından ilişkilidir. 1980’lerde ise Sovyetler Birliği’nden batı Avrupa’ya uzanacak bir doğalgaz boru hattı fikri öne sürüldü. Bu fikir Margaret Thatcher yönetimindeki Birleşik Krallık tarafından bile olumlu karşılandı.

Birleşik Devletler bu gelişmelerden kaygılandı. Doğalgaz boru hattına karşı çıkmasıysa başarıya ulaşmadı. NATO’nun parçası olmayacak bir Avrupa ordusu kurulması yönündeki tüm görüşmelerin önüne geçmeye çalıştı. Genel olarak, Kuzey Atlantik topluluğunun dışında, Avrupa gibi Avrupa fikrine hiç de dostça yaklaşmadı.

Bu gerginlik, 1989’da komünizmlerin çökmesiyle ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yoğunlaştı. NATO, batı Avrupa’yı Komünist Parti tarafından yönetilen Sovyetler Birliği’ne karşı savunacak bir yapı olarak kurulduysa, NATO’nun işlevi artık neydi? Birleşik Devletler NATO’yu sürdürmeye karar verdi ve kendi rolünü yeniden tanımlamaya çalıştı. Ayrıca, Birleşik Devletler ile bağlantısı olmayan özerk bir Avrupa yapısının çıkmasına ve daha da kötüsü Mihail Gorbaçov’un da tasarladığı gibi Rusya’yı da içerecek bir “bir ortak Avrupa evinin” oluşturulmasına izin vermeme kararı verildi.

NATO’nun yeni yapısal sorunu ise artık, Sovyetler Birliği ile bağlarından kurtulmuş olan eski Sovyet uydularını da içererek şekilde genişleyip genişlemeyeceği sorunuydu. Birleşik Devletler neredeyse bir anda bunların NATO’ya katılmalarını destekledi. Batı Avrupalılarsa buna daha az hevesliydi. Eski uydular bu katılımı Birleşik Devletler’e bağlanmak olarak gördüler, bu onlar için Rusya’ya karşı bir korunak ve ekonomik iyileşme demekti. Birleşik Devletler, bu ülkelerin katılımını Rusya’nın muhtemel canlanışına karşı bir kısıtlama ve daha çok “Avrupa”nın muhalif oldukları ABD’yle yakın ittifaktan kopmaması için bir garanti olarak gördü. Batı Avrupa ise bu konuda özellikle daha az hevesliydi çünkü Birleşik Devletler’in ne yaptığını anlamıştı.

Irak savaşı bu durumu iyice şiddetlendirdi. Donald Rumsfeld bu iki Avrupa’nın; bitmiş,“eski” ve uzlaşmaz Avrupa ve Birleşik Devletlerle dünyaya ilişkin aynı amaçlara sahip “yeni” Avrupa’nın keyfini çıkardı. Aslında, 2003 Irak işgalindeki halihazırdaki durumda üç Avrupa mevcuttu: Rumsfeld’in “yeni” Avrupa’sı (yani, eski Sovyet uyduları), “istenen koalisyona” katılmayı reddedenler (özellikle Fransa ve Almanya) ve 2003’te ABD işgalini destekleyen Avrupalı ülkeler (özellikle Birleşik Krallık, İspanya ve İtalya). Fransa ve Almanya Putin’in Rusya’sının yanına, Birleşik Devletler’e Birleşmiş Milletler’e karşı ortak muhalefetlerinden dolayı daha kolay çekildiler.

Gerginlik devam etti. Birleşik Devletler, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılması sürecini başlatmaya çalıştığındaysa, karşısında sadece Fransa ve Almanya’yı değil, Birleşik Krallık’ı İspanya’yı ve İtalya’yı da buldu. Aslında, bunu sadece dört doğu Avrupalı devlet destekliyordu: Polonya ve üç Baltık devleti. Diğer doğu Avrupalı devletlerse suskun kaldılar.

Ardından, Saakaşvili’nin Güney Osetya’ya yürüyüşü ve Rusya’nın güçlü ve başarılı cevabı geldi. Polonya ve üç Baltık ülkesi Gürcistan’a hemen tam destek verdiler ve Birleşik Devletler daha sonra sesini ancak retorik düzeyinde yükseltebildi ve insani yardım yüklü gemilerini gönderdi.

Batı Avrupa ne yaptı? Fransa başkanı Sarkozy, ansızın ve hiç kimseye danışmadan bu kavgada ateşkes pazarlığına girişti ve Avrupa Birliği’ne bu emrivakiyi kabul ettirdi. Ardından Alman şansölyesi Merkel, Rusya ile müzakerelere başladı. İtalya başkanı Silvio Berlusconi bile Putin’e telefon etti. Tüm bunlar olurken Condoleezza Rice gerçek diplomatik tablonun dışındaydı.

Diplomasi işe yaradı mı? Rus askerlerinin nerede konuşlandığı ve Rusya’nın bağımsız Güney Osetya ve Abhazya’yı kesin olarak tanıması konularındaki çelişkiler devam ediyorsa, ancak bir noktaya kadar yaradığı söylenebilir. Ne var ki, batı Avrupalı devlet adamları Rusya ile bağların koparılmamasının önemini belirten açıklamalar yapmaya devam ediyorlar. Avrupalı basının en fazla yapabileceğinin batı Avrupa ile dostane ilişkilerin bozulması sebebiyle Rusya’ya çıkışmak olduğu görülebilir. Tüm bunlardan da açık olan, New York Times’ın Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Baltık ülkelerinin sorunu etkisini kullanarak çözmesi için Rice’ı değil Angela Merkel’i çağırıyor olduğuna dair haberidir. Angela Merkel, Almanya’nın Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğini desteklemekten uzak olduğunu açıkladı.

En dikkat çekense, Financial Times’ta, fazlasıyla Batı Singapur yanlısı deneyimli akademisyen Kishore Mahbubani’nin kaleme aldığı op-ed yazıdır. Mahbubani dünyanın %10’unun Rusya’yı suçladığını, geri kalan %90’ın “Gürcistan hakkındaki batılı yorumlardan kafası karışmış olduğunu” ve Mao Zedung’un bir noktada haklı olduğunu söylüyordu; bu da baş çelişki ve öteki çelişkiler arasındaki özdeşliktir. “Rusya batının yüzleştiği baş çelişki olmaya aday değildir.” demekte ve dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirenin Batı’nın “hatalı (stratejik) görüşü” olduğunu söyleyerek bitirmektedir.

Birleşik Devletler, henüz batılı olmayan dünyadaki dostlarının bilgece öğütlerini dinlemeye hazır değil. Batı Avrupa kendilerini tehlikeye atacak şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyor. NATO ise Mahbubani’nin “soğuk savaş sonrası” dediği çağda stratejik faaliyetlerinin yetersizliğini telafi edemez durumdadır.

[Binghamton.edu adresindeki İngilizce orijinalinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

NATO'nun yeni misyonları
Erdal Şafak
Kararlara göre, NATO'nun Hint Okyanusu'ndaki filosu Somali açıklarında cirit atan korsanlarla, Afganistan'daki ISAF (Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti) askerleri ise uyuşturucu kaçakçılarıyla mücadele edecek.

Türkiye'nin yeni misyonlarda görev almayacağını sanıyoruz. İki nedenden ötürü:

1-Üyelerin bu yeni mücadelelere desteği gönüllülük ilkesine bağlandı.

2-Afganistan'da ISAF bünyesinde bulunan Türk güçlerinin uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleye katılması, görev çerçevesinin (İnşa, eğitim, Afgan asker ve polis güçlerinin yetiştirilmesi) dışına çıkması olur.

Kafalardaki düşman: Rusya

Türkiye'nin bu sözde misyonlardan uzak durması NATO'nun kabuk değiştirmesinden kaynaklanan sorunlardan etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor.

Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'yı Sovyet tehdidinden korumak amacıyla 4 Nisan 1949'da kurulan NATO, Doğu Bloku'nun dağıldığı 1990'a kadar hiçbir askeri çatışmaya girmedi. Buna karşılık komünizm tehdidinin tarihe karışmasından bu yana cepheden cepheye koşuyor! BosnaHersek, Kosova, Somali, Afganistan...

NATO antlaşmasında müttefik güçlerin asla ilk silaha davranan olmaması şart koşuluyor. Ama yaptığı operasyonlarda hep tetiğe ilk basan oldu. Yine anlaşmanın ünlü 5'inci maddesinde, "Üyelerden birine yapılan saldırının tüm NATO'ya yapılmış sayılıması" öngörülüyor. Ama girdiği savaşların hiçbirinde NATO üyelerinden birine saldıran olmadı. Çok zorlayıcı yorumla sadece Afganistan istisna sayılabilir. Çünkü 11 Eylül 2001 saldırılarının, "Tüm NATO'ya yapıldığı" ilan edildi. "Asimetrik savaş" kavramı işte böyle doğdu. Düzenli orduların gölge düşmanla savaşması!

NATO'nun ve onun politikaları ile kararlarında belirleyici güç olan ABD'nin tek "Gölge düşman"ı El-Kaide değil. İster "Gölge" deyin, ister "Gizli", ister "Potansiyel", NATO asıl düşman olarak Rusya'yı görmeye devam ediyor. Varşova Paktı'nın eski üyelerinin bünyeye alınmasının, yüzyıllar boyunca Rusya ile et-tırnak ilişkisi sürdürmüş Ukrayna ile Gürcistan'ın da üye yapılmak istenmesinin, ABD'nin Karadeniz'deki Rus filosuna meydan okuyabilmesi için Ukrayna'ya yığınla savaş gemisi armağan etmeye hazırlanmasının, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nde "Füze kalkanı" sistemleri kurulmasının nedeni hep bu "Gizli düşman"ı kuşatmak stratejilerinden kaynaklanıyor.

Bugün Rusya, yarın Çin

Bu gizli veya potansiyel düşmanlar listesinin ikinci sırasına yarın hiç kuşkusuz Çin yazılacak. ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in "Bundan sonraki hesaplaşma Pasifik'te olacak" demesi boşuna değil. İşte o stratejiler ve hedefler için Avustralya, Japonya ve Güney Kore, NATO'nun yeni üye adayları olarak sayılıyorlar!

NATO'nun ve onu çekip çeviren ABD'nin küresel satranç tahtasındaki bu yeni hamlelerini sadece bir aktör bozabilir: Avrupa. Evet, Avrupa!

Dünyayı uçuruma sürükleyen finansal kriz de bu yeni aktör için yıllardır süregelen bocalamalarını, sona erdirme fırsatı olabilir. 3 gün önce Fransa'nın Evian kentindeki konferansta bunun ilk işaretleri görüldü. Rusya Başkanı Dimitri Medvedev orada Avrupa'ya 5 maddelik öneri sundu. En önemlileri: Gelin, diğer ülkeler için tehdit oluşturan askeri ittifaklardan vazgeçelim. Gelin, yeni bir Avrupa Güvenlik Anlaşması hazırlayalım.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ne yanıt verdi dersiniz; "Sevgili Dimitri'nin önerilerinin pek çoğuyla mutabıkım!"

AB Dönem Başkanı Sarkozy'nin bu şaşırtıcı yanıtı, Avrupa'nın ABD'ye bağımlılıktan kurtulma arzusunu yansıtan bir mesaj olarak değerlendiriliyor. Daha doğrusu ikinci mesaj. İlki geçen hafta Saint-Petersburg'da Almanya Başbakanı Angela Merkel'den geldi: "Ukrayna ve Gürcistan'a NATO üyeliğine adaylık statüsü vermeyi düşünmüyoruz!"

Ne dersiniz; Batı'ya alternatif olarak Rusya-Çin güzergâhı hayalleri kuran Türkiye'deki "Anti-emperyalist" çevreler, değişim sancıları çeken Avrupa'yı severler mi?
Sabah

Haçlı ordusu NATO Atatürk ve Erdoğan fotoğraflarını atış hedefi yaptı, AKP ise tatbikata katılan askerleri çekmekle yetindi
18.11.2017



Millî Gazete'nin haberine göre;Haçlı Ordusu NATO tatbikatında yaşanan skandalı Tayyip Erdoğan açıkladı. Norveç'te NATO koordinesinde tatbikat yapan 40 Türk askerini çektiklerini belirten Erdoğan, "Dün Norveç'te bir durum oldu. Düşman tablosu diye bir tablo koymuşlar. Burada Atatürk'ün resmi ve şahsımın ismi var. Hedefte bunlar. Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB'den sorumlu bakanımız bizi aradılar böyle durum var. 40 askerimiz var, bunları çekme kararı verdik çekiyoruz dediler. Böyle bir ittifak olamaz" dedi.
Ana Haber

NATO’DAN ÇIKILSIN, NATO ÜSLERİ KAPATILSIN!
Ahmet ÖLÇÜLÜ
19 Kasım 2017



Kuzey Atlantik Haçlı Terör Örgütü NATO ile yaşanan son kriz, “Türkiye’nin NATO’da ne işi var?” sorusunu bir kez daha gündeme getirirken, bu yaşananlara rağmen Beştepe etrafından hâlâ NATO yanlısı ve NATO’da kalmamız gerektiğine dair sesler yükselebiliyor.

NATO ile yaşanan kriz bir varoluş krizi midir yoksa ne kadar ciddî olursa olsun bir nezaketsizlikten mi ib
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Oca 21, 2010 12:31 am    Mesaj konusu: “Füze Kalkanı”nda Da AB-D’nin Dediği Oldu Alıntıyla Cevap Gönder

AKP Yine Boyun Eğdi: “Füze Kalkanı”nda Da AB-D’nin Dediği Oldu
Ertuğrul Horasanlı
20.11.2010

Aslında yukarıdaki fotoğraf her şeyi anlatmıyor mu?

Obama isimli “kan içici demokrat” ile “eli kanlı demokrat avanesi”nin ağızları kulaklarında...

Onlara bu mutluluk tablosunu yaşatan Abdullah Gül ise...

Verilen ödevi başarıyla yapan bir öğrencinin öğretmeninden takdir uman...

Abisinin kendisinden istediği zor bir işi bitiren küçük kardeşin aferin bekleyen...

(....................)

Bakışlarıyla “kan içici demokrat” Obama’ya bakıyor...

Obama ise ağzı kulaklarında, kanlı eli Abdullah Gül’ün omuzunda...

Amerikan filmlerinin o laubali ve bayat repliğini söylüyor gibi:

- Aferin sana adamım; iyi iş çıkardın!..

Bu nedir?

Bunun ne olduğunu en iyi “Stratejik Derinlik” kitabının yazarı Ahmet Davutoğlu biliyor...

Bu onun Dışişleri Bakanı olmasından itibaren uygulamaya çalıştığı “komşularla sıfır sorun” ve “bölgesel güç olma” politikalarının iflâs ettiğinin de fotoğrafıdır çünkü...

Bu fotoğrafta kimin eli kimin omuzundaysa patron da odur...

Ve o, bu laubali tavrıyla ne derse o olacağını, kendinden habersiz işler çevirmeye kalkan müstahdemine -bütün kabalığıyla- hatırlatatan bir patron gibi görünmüyor mu:

- Gördün mü adamım Patron kimmiş? Bu küre de kimin borusu öter, kimin dediği olurmuş?

Haberlere göre Abdullah Gül’ün imzaladığı belge “NATO'nun 21'inci yüzyıldaki rolünü tarif eden/tanımlayan” stratejik bir belgeymiş...

Böyle bir belgenin kavgasız gürültüsüz ve çok kısa bir sürede imzalanıvermesi de gösteriyor ki; mutabakatlar çok önceden yapılmış, kararlar çok önceden -Patron tarafından dikte edildiği şekilde- alınmıştır...

Gerisi Kimin Patron kimin çalışan/müstahdem olduğunu gösteren fotoğrafların çekilmesi gibi teferruatlardan ibarettir...

O fotoğraflara iyi bakın...

Fotoğraf makinelerinin odaklandığı orta noktada kim duruyorsa haçlı ordusu NATO’nun gerçek patronu odur..

Yani...

Lizbon’a gitmeden önce AB-D/AKP medyasının “Türkiye o şartı öne sürecek, bu şartı öne sürecek, NATO’da bunu kuzu kuzu kabul edecek” gibi haberler külliyen yalan imiş...

Sahi neydi o şartlar?

Tayyip Erdoğan füze savunma sistemi projesiyle ilgili, "Türkiye, topraklarının genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa komutasının Türkiye'ye verilmesi gerektiği"ni söylemişti...

Sistem bir çok parçadan oluşuyor ve Türkiye’ye sadece bu sistemin radarları yerleştirilecek...

Bu radarlar aldıkları sinyalleri Pentagon ve İsrail’e aktaracaklar...

Sen bunun neyini nasıl kontrol edecen?

Bunları ülkene kurdurduğun andan itibaren sinyalleri hangi merkezlere gidecekse kontrol de onların olacak...

Yok sistemin bütününün kontrolünü istiyorsan alacağın cevap en kibar ifadeyle “Yok artık! Daha neler?” olacaktır...

[BBC: Füze kalkanı projesi hayata geçtiğinde komuta Türkiye'de olmalı görüşü ne kadar gerçekçi?

Ümit Pamir: Kontrolün tek ülkede olması diye birşey sözkonusu değil, çünkü kontrol NATO komutanındadır. Yani bir füze krizi yaşandığında o füzeyi etkisiz hale getirme yetkisi (..) Komutandadır.]
(1)

Ümit Pamir böyle diyor...

“Yetki komutanındır” peki bu sisteme komuta etme yetkisini ABD bir başkasına verir mi?

Bunu yapacak kadar keriz midir Küresel eşkiya?

Ha Ümit Pamir de kim oluyormuş derseniz...

NATO’nun bu, bizi ketenpereye getiren belgesini hazırlayan heyette TC adına yer alan emekli büyükelçi...

İşi de işleyişi de bilen biri yani...

Başka?

Türkiye sistemin, 'özellikle İran'ı hedef almaması'nı isteyecekti...

Ama bu sistemin İran Suriye, Pakistan ve Kuzey Kore’yi hedef aldığı Bush zamanından beri herkes tarafından biliniyordu.

Bu bilgiyi Başbakan’dan acaba kim gizledi?

Geçtiğimiz günlerde Abdullah Gül'e 'Yılın devlet adamı' ödülünü veren düşünce kuruluşu Chatham House'un Türkiye Uzmanı Fadi Hakura bu konuda çok açık konuşuyor:

- Bu füze sistemi gerçekten İran'ın nükleer kabiliyetini, bir ölçüde de Suriye'yi hedef alıyor. Ama başta İran tabi. Amerikan yönetimi bunu pek çok kez açıkça söyledi. Nato belgesinde İran'ın adının geçip geçmemesi teorik anlamda önemli. Ama pratikte bu füze savunma sistemi İran'ı hedef alıyor. (2)

Başka?

“Türkiye'nin bütününü kapsamalıdır...”

Bu anlaşmaya göre bu sistem Türkiye’nin bütünü kapsayacak mı?

Kapsayacak..

Da...

Bu bir şey ifade eder mi?

Onu da Bülent Yıldırım’ın şu değerlendirmesinden görelim:

''Hükümete sesleniyorum; baskılara boyun eğmeyin, halk olarak yanınızdayız. NATO patentli bu teklifle Türkiye'nin önüne getirilmek istenen gerçek anlamıyla koruculuktur. İncirlik üssünden kalkan uçaklar Müslümanları vurdu. Şimdi de 'Füze Kalkanı Projesi' ile yine Müslümanlar vurulacak. Bu proje bir NATO müttefikini korumak yerine, İsrail'i koruma amacı taşıyor. Hani NATO, kendi üyelerine karşı yapılan bir saldırıya müdahale ederdi. Türkiye'de bir NATO üyesiydi. İsrail'in Mavi Marmara gemisinde Türkiye vatandaşlarına yaptığı bu saldırıya neden bir tepki vermedi? Neden bu saldırıyı bertaraf edecek hiçbir girişimde bulunmadı? Polonya ve Çek Cumhuriyeti bu projeye karşı çıktı. Biz de karşı çıkmalıyız. Türkiye uzunca bir süredir ithal tehdit algısıyla şekillenmiş olan NATO'nun füze kalkanı projesini onaylaması yönünde baskı altında tutulmaktadır. Bu durumda ya komşularla sıfır sorun politikasını sürdürecek ya da bütün İslam dünyasını karşısına alacak, NATO'nun bir piyonu olacaktır. Biz Türkiye'nin komşularını tercih etmesini temenni ediyoruz.'' (3)

Evet...

Burnumuzun dibinde...

İçinde vatandaşlarımızın ve insanî yardım malzemelerinin bulunduğu gemilerimiz...

Akdenizin uluslarası sularında İsrail’in korsanlığına maruz kalırken...

9 vatandaşımız vahşice katledilir onlarca vatandaşımız yaralanır ve sağ kalanların tamamı esir alınarak İsrail zindanlarına götürülürken...

NATO neredeydi?

Ne yaptı da...

İsrail bize füze sallarsa ne yapabilecek?

Bülent Yıldırım şöyle devam ediyor:

''Filistin'de bayram boyunca süren ABD destekli İsrail saldırılarında 3 kişi hayatını kaybetti. ABD işgalinde olan Irak'ta, 50 bini aşkın Müslüman zindanda bayram yaptı. Keşmir'de, ABD'nin destek verdiği Hindistan işgalcileri bayram boyunca onlarca Müslümanı gözaltına aldı. Şimdi bu kadar Müslümanı öldüren bir ülkeyle siz masaya oturup ortak savunma anlaşması yapacaksınız ve Amerika gelip sizin ülkenizde sırf İsrail'i koruma adına İran'a karşı, Suriye, Ürdün ve Filistin'e karşı 'Füze Savunma Sistemi' kuracak. Yani Müslümanlar Türkiye'nin eliyle vurulacak. Buna Türkiye olarak 'hayır' dememiz lazım. Türkiye, ABD ve İsrail çıkarları için İslam dünyası ile karşı karşıya gelmemelidir.'' (4)


Yalan mı?

Değil...

Ama siz bugün AB-D/AKP medyasından Abdullah Gül’ün Lizbon’da AB-D’yi nasıl dize getirip her istediğini kabul ettirdiğine dair hikâyeler dinleyeceksiniz...

Ne hikâyeler...

İçi kahramanlıklarla dolu ve sonu “İyi uykular çocuklar” diye biten...

AKP’nin Lizbon zaferi hepimize kutlu olsun!

İyi uykular Türkiyem...

Dipnotlar:
1-) Aylin Bozyap, ‘Komuta NATO'nundur', 19 KASIM 2010, BBC Türkçe.
2-) 'Türkiye ABD'ye hayır diyemez', 19 KASIM 2010, BBC Türkçe.
3-) Bülent Yıldırım, ''Füze Kalkanı Projesi'' ile kendi suçlarına Türkiye'yi de ortak edecekler, 19 Kasm 2010 Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=4732#4732
4- Agh.



Özgür-Der'den NATO Füze Kalkanına Tepki

Özgür-Der, Lizbonda gerçekleştirilecek NATO zirvesi öncesinde Füze Kalkanının Türkiyeye kurulmasını engellemeye yönelik Hükümete ve Dışişleri Bakanlığına çağrıda bulunacak

08 Kasm 2010
Anadolu Haber

Ortadoğu'ya yönelik yeni NATO saldırıları için Türkiye'nin rampa kılınmak istendiğini belirten Özgür-Der, coğrafyamızı, halklarımızı, ümmeti tehdit edecek olan NATO Füze Kalkanı'na karşı duyarlılık çağrısında bulundu.

8 Kasım Pazartesi günü 13.00'te Fatih PTT önünde basın açıklaması yapacak olan Özgür-Der, Müslüman halklara karşı Emperyalist saldırganlığa evsahipliği yapmak anlamına gelecek bu projenin onaylanmaması için Cumhurbaşkanlığı'na, Başbakanlığa ve Dışişleri Bakanlığına mektup gönderecek.

Konuyla ilgili Özgür-Der Genel Merkezi'nden aşağıdaki açıklama yapıldı:

Ortadoğu'ya Yönelik Yeni NATO Saldırıları İçin Türkiye Rampa Kılınmak İsteniyor!

FÜZE KALKANI PROJESİNE HAYIR!

NATO gelecek 10 yılına yön verecek olan Stratejik Konsept'ini hayata geçiriyor. Füze Kalkanı Projesi bu planlama çerçevesinde en önemli basamaklardan birini oluşturuyor. Savunma amaçlı olduğu iddia edilen bu projenin NATO'nun yayılmacı kimliğine yakışır bir biçimde çok boyutlu bir saldırı girişimi olduğu çok açık. Bu yolla tehdit kategorisinde değerlendirilen güçlere karşı baskı altına alma, sindirme ve ilerleyen aşamalarda imha siyaseti hedefleniyor.

4 Kasım günü NATO müttefiklerine iletilen taslakta yer alan "Nükleer silahların yayılmasına öncülük yapan, istikrarsız, düşmanca tutum içerisinde, konvansiyonel silah birikimi yapan, kendini yönetme kabiliyeti olmayan aktörler" ifadesiyle başta İran olmak üzere Emperyalizme ve Siyonizm'e karşı politikalar geliştiren tüm güçler tehdit olarak görülüyor.

19-20 Kasım tarihlerinde Lizbon'da gerçekleştirilecek NATO Zirvesinde Türkiye'nin bu saldırgan projeyi kabul etmeye zorlanacağı görülüyor. Nitekim uzunca bir zamandır bir yandan emperyalist Batılı güçler, diğer yandan içerideki uzantıları eliyle Hükümet baskı altına alınmaya ve "eksen kayması" iddialarını boşa çıkartmak istiyorsa mutlaka bu meşum projeyi onaylaması gerektiğine ikna edilmeye çalışılıyor.

Oysa böylesi bir projeye onay vermenin başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada barıştan ve kardeşlikten yana bir dış siyaset izleme iddiasındaki Hükümet açısından ölümcül bir darbe olacağı açıktır. Müslüman halklara karşı Emperyalist saldırganlığa evsahipliği yapmak anlamına gelecek bu projenin onaylanmaması için kamuoyunu duyarlı olmaya davet ediyoruz. Bu yöndeki uyarı ve taleplerimizi içeren açıklamamızı Cumhurbaşkanlığı'na, Başbakanlığa ve Dışişleri Bakanlığına iletmek üzere 8 Kasım Pazartesi günü Fatih Postanesi önünde bir araya geliyoruz.
ÖZGÜR-DER

NATO’YU TARTIŞMALIYIZ
Murat ÇABAS
19.10.2010

Dün ABD’nin bize dayatmaya çalıştığı füze sisteminin Türkiye’ye yerleştirilmesi projesi, netice alınmayınca, NATO kapsamında önümüze sunuldu.

“NATO üyeliği, müttefikliği” adı altında bir şekilde Türk kamuoyu ikna edilerek, Türkiye, bu tehlikeli sürecin içine çekilmeye çalışılıyor.

Tehlikenin boyutlarından daha önceki yazılarımızda ifade etmiştik, ama kısaca özetlemek gerekirse böyle bir füze sistemi, komşumuz İran’ın güvenliğini tehdit edecektir ve dolayısıyla İran’la aramızda sonu savaşa kadar varacak ciddi bir gerginliğe yol açacaktır.

NATO’nun bu son isteği Türkiye’yi hedef haline getirmektedir, peki, daha önceki isteklerinden Türkiye hiçbir menfaat elde edebilmiş midir?

Bugün “NATO’nun bizden istediklerini yapalım mı yapmayalım mı” tartışmalarından ziyade asıl konuşulması gereken konu “NATO’nun bugüne kadar bize herhangi bir faydası oldu mu, olmadı mı, NATO’da devam edelim mi etmeyelim mi?” olmalıdır.

NATO’ya girebilmek için Kore’de girdiğimiz, bizim için anlamsız olan savaşta binlerce şehit verdik. Sınavı kanımızla kazanınca sonra da lütfedip bizi NATO’ya aldılar.

ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanan gerilimde kapitalist dünyanın kalkanı Türkiye yapıldı, yani Türkiye yine NATO kapsamında hedef tahtasına oturtuldu.

Eğer Rusya ve ABD arasında soğuk savaş değil de sıcak bir çatışma yaşansaydı, çatışmaların odak noktası Türkiye olacak, füzeler Türkiye’de patlayacak ve ülkemiz yerle bir olacaktı.

Hatırlarsanız ABD’li Pentagon yetkilisi Türkiye için “ön cephe” ifadesini kullanmıştı. Savaşlarda her zaman ilk vurulan ve en çok zarar gören yer ön cephedir.

NATO, Türkiye’nin içişlerine de müdahale etti.

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ın bu noktada verdiği örnek çok önemli.

1980 öncesi Türkiye’de çıkarılan sağ–sol kavgalarını da NATO’nun hedefleri doğrultusunda organize ettiler. Hedef, Türkiye’nin Rusya’ya karşı diri tutulmasıydı.

Yine anlamsız bir şekilde binlerce gencimizi kurban verdik.

NATO’ya girdikten sonra sözde Rusya tehdidine karşı NATO kuvvetleri ülkemizin önemli yerlerine yerleşti. Bu süreçten sonra birçok faili meçhul cinayetlerin yaşandığını da gördük. Bu konunun konumuzla bir alakası var mı elbette ki araştırılması lazım.

Yine NATO’ya girdikten sonra tedavülden kalkmış NATO silahları Türkiye’ye satıldı. Türkiye’nin milli bir silah üretim hamlesinin de böylece önüne geçilmiş oldu.

NATO milli menfaatlerimiz doğrultusunda yaptığımız operasyonlara bile karışır oldu. Yani askeri sahadaki bağımsızlığımıza sınır getirmeye kalktılar. Örneğin 1974 Kıbrıs Barış harekatı…

Bu harekattan sonra NATO yetkilileri, “Nasıl olur da izin vermediğimiz bir saldırıda NATO silahlarını kullanırsınız” diye bize hesap sordular ve ambargo uyguladılar.

Konu ABD’nin ve İsrail’in menfaatleri olunca bizden can bedeli de dahil istediler, konu Türkiye’nin menfaatleri olunca her türlü cezayı uyguladılar.

NATO Türkiye’ye her zaman çifte standart uygulamıştır.

Prof. Dr. Haydar Baş’ın ifadesiyle, NATO’nun icraatları hep NATO’nun menfaatine Türkiye’nin aleyhine olmuştur.

Bugün ise daha tehlikeli bir süreç yaşanmaktadır.

Türkiye NATO kapsamında başta İran olmak üzere İslam dünyasına karşı kullanılmaktadır. Bize zarardan başka hiçbir şey getirmeyen NATO’dan derhal çıkmak Türkiye’nin menfaatinedir.
YeniMesaj

Rasmussen Türkiye Ziyaretini Protesto Ettiler

06 Ekim 2010
Kendilerine Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri adını veren bir grup, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in Türkiye'ye yarın yapacağı ziyareti protesto etti.

NATO Genel Sekreteri Rasmussen, 19-20 Kasım'da Lizbon'da düzenlenecek NATO zirvesi hazırlıkları çerçevesinde yarın Ankara'ya geliyor. Rasmussen'in Türkiye'ye gelmesini istemeyen TGB üyeleri, Rasmussen maketi ile yürüdü. TGB'li gençler, 'NATO kafa, NATO mermer' sloganı atarak, NATO'yu ve Rasmussen'i protesto etti. Özgürlük Parkında konuşan TGB İl Başkanı Anıl Okan Şan, "İktidarı uyarıyoruz. Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)'nin Eşbaşkanı olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan'ı uyarıyoruz. Türkiye'yi bölünmeye götürüyorsunuz. Bu yüzden gayri meşrusunuz. NATO'cu Amerikancı olduğunuz için gayri meşrusunuz." şeklinde konuştu.

Şan, konuşmasının ardından Rasmussen maketini önce boyun kısmından kırdı ardından maketi parçalamaya başladı. Hızını alamayan gençler, maket parçalarını ateşe verdi. aktifhaber

İbrahim Karagül
Bunlar ne ki! Daha ne bilgiler çıkacak ortaya

Bir karanlık tarih, bazı istihbarat bilgilerinin, gizli belgelerin açıklanmasıyla aydınlanabilir mi? Elbette hayır. Ama gerçeklere ulaşmak için bir kapı aralayabilir. Demokrasi ve özgürlük savaşı veren devletlerin, bu söylemlerin ardına gizlenerek insanlığa ettiği kötülükler hakkında kanaatimizi güçlendirebilir. İyi ve kötünün, doğru ve yanlışın bize öğretilenler gibi olmadığını gösterebilir. Resmi tarihe yazılanların dışında utanç verici bir gerçeğin varolduğunu üstelik bu gerçeğin, öğretilenlerden çok daha doğru olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir.

Wikileaks adlı bir internet şirketi, ABD ordusunun ve müttefiklerinin Afganistan'daki gizli savaş günlüğünden doksan binden fazla belgeyi deşifre etti. ABD ve Avrupa'nın büyük yayın organları, bu bilgileri eleyerek okuyucusuna ulaştırdı. 2004 ile 2009 arası askeri faaliyetleri kapsayan bilgiler, artık kanıksadığımız bir savaşın ürpertici yüzünü tekrar düşünmemizi sağladı.

İnsan avı yapan gizli birliklerin faaliyetlerini, otobüs bombalayan Fransız askerlerini, düğün vuran Polonya askerlerini, öldürülen kadın ve çocukların nasıl dünyadan gizlendiğini, Nevada Çölü'nden düğmeye basıp insansız hava araçlarıyla nasıl katliamlar yapıldığını, Taliban'ın elindeki füzeleri, bu tarih aralığında Afganistan'da yaşanan tüm çatışmaları, öldürülen sivilleri ve ölen askerleri ve savaşın gidişatıyla ilgili tüm bilgileri bu bölgelerde öğreniyoruz.

Hepsini mi? Elbette hayır. Aslında çok azını öğreniyoruz. Her altı ayda bir başlatılan ve fiyaskoyla sonuçlanan büyük nihai operasyonların aslında yalan ve imaj kurtarmaya yönelik olduğunu, savaşın asla kazanılamayacağını, terörle mücadele gerekçesinin sadece aptalları inandırmak için uydurulduğunu, savaş ne kadar ölümcül olsa da kimsenin Afganistan'dan çekilmek istemediğini çünkü ortada başka bir büyük hesabın bulunduğunu, on milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının nasıl paylaşıldığını, Obama döneminde Afganistan-Pakistan savaşının neden daha fazla şiddetlendiğini, Pakistan'ı da aynı kötü duruma çekmek içine tür planlar yapıldığını bu bölgelerden öğrenemiyoruz maalesef.

2004'ten öncesini de öğrenemiyoruz. İlk işkence merkezinin Afganistan'da kurulmasını, ardından dünyanın her yerinden insanların kaçırılıp Avrupa'dan Uzakdoğu'ya ve Afrika'ya kadar bir çok ülkede kurulan gizli esir kamplarına kapatılmasının Afganistan'la başladığını öğrenemiyoruz. CIA ile esir ticaretinin Afganistan'la başladığını, bu ticaretin içinde olan ülkeleri, yüzlerce uçak seferlerinin detaylarını öğrenemiyoruz.

Daha işgalin ilk günlerinde, Cenk Kalesi'nde yüzlerce esiri nasıl öldürdüklerini televizyon ekranlarında naklen izlemiştik. Bir zafer havasında izlemiştik. Kötü insanlar, dünyayı kana bulayan insanlar demokrasi ve özgürlük savaşçısı ABD ve İngiliz özel birlikleri tarafından imha ediliyordu. Bazılarımız seyrederken alkış tutmuştu. Ardından binlerce insan, esir Mezar-ı Şerif'teki hapishanelerden alınıp kurşuna dizildi ve çöllere gömüldü. Esirler boyunları kırılarak, üzerlerine asit dökülerek, çöle götürülüp toplu şekilde kurşuna dizilerek öldürülüyordu. Köpekler cesetleri parçalamasaydı haberimiz olmayacaktı. İnsanlığı kötülüklerden kurtarmak için yapılmıştı her şey.. Kimse bu cinayetlerin hesabını sormadı, soramadı.

Peki gerçek neydi? Gerçek, özellikle son on yıldır bir propaganda mekanizmasının gözlerimizi kör eden, zihinlerimizi rehin alan, vicdanlarımızı susturan yalanları mıydı? O gün başlatılan ve insanlığın en temel değerlerini ayaklar altına seren süreç hala devam ederken, neden bunları sorgulayacak mecalimiz kalmadı? Biz neyi kaybettik?

Türkiye dahil, hiçbir ülke Afganistan'daki işgale, savaşa meşruiyet sağlayacak hiçbir gerekçeye sahip değil. Her ne sebeple olursa olsun, Afgan halkının kalbini ne kadar kazanırsa kazansın, böylesine kirli, tarih önünde yargılanacak, utanç verici bir işgale katılmanın, birilerinin büyük hesaplarına katkıda bulunmaktan başka hiçbir anlamı olmayacak. Tarih bunu böyle yazacak. Gelecek nesiller bunu böyle sorgulayacak. Bu iki yüzlülüğü bırakalım artık. Hemen her gün yüz masum sivilin hayatını kaybettiği, ABD'deki üslerden düğmeye basıp insansız uçaklarla öldürmelerin devam ettiği, iyi ve kötünün sadece bu savaşı başlatanların çoğumuzun bilemediği özel hesaplarına göre şekillendiği bir savaş, Türkiye'nin hafızasına hiç de iyi anılar bırakmayacak.

Sızdırılan bilgiler sadece Bush dönemini kapsıyormuş, Obama döneminde planlar tamamen değişmiş. En son yalan da bu olmalı. Asıl Obama döneminde bu savaş şiddetlendi. Üstelik Pakistan'da iç savaş başlatıldı. Bush döneminde yapılan her şey aynen devam ediyor. Artık kanıksadığımız bu savaş ve işgali zihinlerimizde ve kalplerimizde bir yere oturtabilmek için böylesine istihbarat belgelerine ihtiyacımız olmamalı. Çünkü biz bunlardan çok daha fazlasını biliyoruz. Bu kirli dosya bir gün tüm ayrıntılarıyla ortaya serilecek...
Yeni Şafak

TSK: NATO Go Home
18 Mart 2010
Ceyhun BOZKURT’un Haberi

Türkiye, NATO ile yol ayrımına geldi.

Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni tehdit algısında önceliği NATO’ya verdi. TSK’da yapılan değerlendirmelerde NATO’nun Soğuk Savaş sürecinde oynadığı olumlu rolün globalleşme ve küreselleşme ile birlikte ortadan kalktığı tespiti yapıldı. Karargahta yapılan gayrı resmi değerlendirmelerde NATO ile yapılan anlaşmaların Türkiye’yi açmaz ve oldu bitti ile karşı karşıya bırakabileceği dile getirildi.

Üst düzey emekli bir komutan Avaztürk’e yaptığı açıklamada TSK içinde NATO’dan çıkılıp çıkılmaması konusunda ciddi tartışma ve değerlendirmelerin yapıldığını söyledi. Emekli komutan NATO’nun ikili ve gizli anlaşmalara dayanarak Türkiye’yi zora sokacak isteklerde bulunduğunu ifade etti. İran ve Rusya ile Türkiye’nin karşı karşıya getirilmek istendiğini ve her an özellikle Karadeniz’de bir oldu bitti ile karşılaşılabileceğine dikkat çekti:

“ABD zaten NATO üzerinden Karadeniz’de güç oluşturmak istiyor. Bunun içinde NATO üzerinden Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek isteyebilir. Bu konuda uyanık olmak lazım.

Türkiye ile Rusya arasında son yıllarda sıcak bir ilişki var. Bu ilişki askeri anlamda da gelişiyor. Ortak bir Karadeniz gücü var ve bu güçte Türkiye ile Rusya başat güç. Karadeniz’deki dengeler ise çok kritik. Romanya, Bulgaristan gibi ülkeler şimdi ABD’nin kontrolünde. Gürcistan ve Ukrayna’da siyasi durum bir öyle bir böyle. Sallantıdalar.

ABD ise Montrö’yü tartıştırmaya çalışıyor. Rusya-Gürcistan savaşında boğazlardan geçiş yapmak için her türlü baskıyı yaptılar. İki tane hastane gemisi geçirdiler. Hastane gemisi miydi, meçhul.

Tarihe bakın, bu toprakları yöneten bir güç isek, Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmalıyız. Ne zaman Rusya ile kavgalı hale gelsek, ülke olarak zayıflıyoruz. Mesela Rusya ile karşı karşıya gelmediğimiz dönemlerde Osmanlı güçlü bir devlet. Ama ne zamanki Kırım harbi vs. gibi savaşlarla Türkiye de Rusya da zayıfladı. İlişkiler düzeldiği anda da bu iki devlet yeniden güçlendi. Biz kesinlikle kendi çıkarlarımızı koruyarak Rusya ile ikili ilişkileri güçlendirmeliyiz.

Tabii ki NATO konusunda yaşanan bu gelişmeler TSK içinde de tartışılıyor, değerlendiriliyor. Ciddi rahatsızlıklar var. Şimdiye kadar yaşananlar hafızalarda ve arşivlerde duruyor. Bunları unutmak mümkün değil.

Bu konuda İran boyutunu da unutmamak gerekiyor. ABD özellikle açılım konusunda Türkiye’ye destek veriyor ki, bu desteğin karşılığı İran olabilir. ABD, İran için büyük bir hazırlık yapıyor. Bu hazırlık planlarında Türkiye’yi de kullanmak var. Mesela geçenlerde üst düzey bir Amerikalı 'Türkiye İran konusunda bize yeteri kadar yardım etmiyor' dedi. Bu bir mesajdır. Bunu iyi okumak lazım.”
Kaynak: avaztürk

Beyoğlu'nda NATO karşıtı protesto
06 Şubat 2010

Afganistan ,Irak başta olmak üzere dünyanın her yerinde terör estiren Emperyalist katillerin İstanbulda gerçekleşen Nato toplantısı protesto edildi.

NATO Savunma Bakanları toplantısı kapsamında İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Kampüsü'nde NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jean-Francois Bureau'nun katılımıyla düzenlenen "Barış ve Güven İçin Bilim" konulu toplantı bir grup öğrenci tarafından protesto edildi.

Toplantının yapıldığı Süleyman Demirel Kültür Merkezi önünde toplanan öğrenci kollektiflerine bağlı 15 kişi, "Katil NATO defol, İTÜ Bizimdir" yazılı pankart açtı . Yaptıkları açıklamada NATO karşıtı olduklarını dile getiren öğrenciler, bir arkadaşlarının toplantıya katılım talebini yetkililere iletti. Bu talepleri reddedilen öğrenciler, toplantının yapıldığı binanın kapısına yumurta ve kartopu fırlattılar. Grup daha sonra konferans merkezi önünden ayrıldı

NATO'ya füzeli saldırı!

Öğrenci Kollektiflerinin protesto gösterisinin ardından bu kez aynı yere 4 kişilik bir öğrenci grubu geldi. Öğrenciler kartondan yaptıkları füze maketini yetkililere teslim etmek istediler. Bunu kabul etmeyen güvenlik görevleriyle öğrenciler arasında sözlü tartışma yaşandı. Yaptıkları füzeyi bina içerisine atan grup, alkışlarla ayrıldı. Öğrenciler binadan ayrılırken konferansa katılan bir araca da kartopu attılar

NATO'nun, ''dünya halklarına karşı kullanılan bir katliam karargahı'' niteliğinde olduğu iddia edilen açıklamada, ''Emperyalizm, tüm güç gösterilerine, üstün teknolojilerine rağmen halkların kurtuluş umudunu yok edemez'' denildi.

Grup, basın açıklamasının ardından bir süre slogan attıktan sonra dağıldı.
haber101

Coni'nin silahında İncil'den mesaj var
20 Ocak 2010

Irak ve Afganistan'daki ABD ordusunun kullandığı tüfeklerin nişangahlarına İncil'den dua şifreleri kazındığı ortaya çıktı

Eski ABD Başkanı George Bush'un, bir konuşmada Irak'tan söz ederken ağzından kaçırdığı "Haçlı Seferi" tartışması Irak ve Afganistan'da kullanılan gizemli silahlardan dolayı yeniden gündeme geldi. ABC televizyonu, bu ülkelerde ABD askerlerinin kullandığı silahların üzerinde İncil şifreleri olduğunu ortaya çıkardı.

Bu resmen Bir Haçlı Seferidir!

Amerikan ordusunun silahlarında İncil'den ayetler yazılı... Üretici firma Trijicon'un Irak ve Afganistan'da kullanılan silahlara İncil'den ayet şifreleri yerleştirdiği belirlendi. Tüfeklerin nişangahlarına '2COR4:6' veya 'JN8:12' gibi değişik rakam ve harfler kazılı olduğunu saptayan Amerikan ABC Televizyonu, bu silahlarla Irak ve Afgan askerlerine de eğitim verdiğini belirtti.

Rakam ve harflerin peşine düşen ABC, bunların İncil'deki bazı dua veya pasajların bulunduğu sayfa ve bölümleri gösteren 'şifreler' olduğunu ortaya çıkardı. Tüfeğin nişangahında yazılı olan '2COR4:6', İncil'in 'İkinci Korintliler 4:6' bölümünü işaret ediyor. İncil'in bu bölümünde 'Karanlığı aydınlatan ışığı veren Tanrı, yüceliğini İsa'nın şahsında göstermek için yüreklerimizi de aydınlattı' yazıyor.

Bir başka grup tüfeğin üzerinde ise 'JN8:12' şifreleri bulunuyor. Bu da 'Yeniden Doğuş Bölümü'nü gösteriyor. Burada 'Ben dünyanın ışığıyım. Beni takip edenler asla karanlıkta yürümeyecekler, hayatın ışığıyla donanacaklar' ifadesi kullanılıyor.

ABD askerlerinden bazılarının, silahlar üzerindeki İncil referanslarının, Taliban tarafından aleyhte propaganda olarak kullanılmasından' endişe ettiği iddia edildi.Taliban'ın dahi farkettiği bu hadisede gösteriyor ki Amerika ve müttefiklerinin İlam dünyasına karşı giriştiği işgal hareketlerinin tümü Haçlı Seferi niteliğini taşıaktadır.

Silahları üreten şirketin yöneticisi ise, BBC'ye yaptığı açıklamada, amaçlarının "Amerikan askerlerine terörle savaşta yüksek kaliteli silahlar sağlamak" olduğunu, "inançları doğrultusunda 20 yıldır bu silahlar üzerine İncil'den ayet numaraları koyduklarını" söyledi.

Şirketin internet sitesinde ise, "Amerikan halkının iyiliğinin İncil'deki standartlara bağlı olduğu" iddia edildi.

Amerikan Ordu Sözcülüğü harf ve rakamların İncil'e gönderme yaptığından haberdar olmadıklarını savundu.
haber101

'NATO, RUSYA'NIN DÜŞMANI DEĞİL'

6 Şubat 2010
Rusya'nın NATO'nun genişlemesini birinci tehdit olarak gören yeni askeri doktrinine cevap geldi. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen Reuters'a yaptığı açıklamada, Rusya'nın yaklaşımının gerçekleri yansıtmadığını, NATO'nun Rusya'nın düşmanı olmayacağını söyledi
Münih'de gerçekleşen 46. Güvenlik Konferansı çerçevsinde açıklamada bulunan NATO Genel Sekreteri, "Rusya'nın yeni askeri doktrininin gerçekleri yansırmadığını söylemek zorundayım. NATO, Rusya'nın düşmanı değil. Rusya'nın yeni askeri doktrini bizim Rusya ile ilişkileri geliştirme çabamızla örtüşmüyor." eleştirisi getirdi.

Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev cuma günü 2020 yılına kadar geçerli olacak yeni askeri doktrini imzaladı. Yeni yakalaşımda 'NATO'nun genişlemesi' ve 'füze kalkanı' birinci öncelikli tehditler olarak yer alıyor. Yeni doktrinde önemli bir değişiklik de, Moskova'nın müttefiklerine ya da kendine yönelik herhangi bir tehdit algılaması durumunda 'önleyici nükleer saldırı' anlayışını kabul ediyor olması.
haber10

İngiliz Komutandan Şok Eden Açıklama
İngiliz komutan, 12 sivilin ölümü ile ilgili açıklama: Füze, hedeflenen yeri vurdu
16 Şubat 2010
Afganistan'ın güneyindeki İngiliz güçlerinin komutanı, 12 sivilin öldüğü eve düşen füzenin, hedeflediği yeri vurduğunu söyledi.

General Nick Carter, gazetecilere yaptığı açıklamada, füzenin ne arızalı olduğunu ne de yanlış hedefe düştüğünü söyledi. Carter füzenin olması gereken hedefe ulaştığını belirtti.

NATO'dan yapılan açıklamada ise füzenin hedeften 300 metre saptığı ve "müşterek" adlı operasyonun yapıldığı Marcah'ın dış kesimlerindeki eve düştüğü bildirilmişti. Ölenlerin 6'sının çocuk olduğu açıklanmıştı.
aktifhaber

NATO YİNE : 4 SİVİLLERİ ÖLDÜRDÜ
12 Nisan 2010
Afganistan'ın güneyinde Kandahar kenti yakınında NATO askerlerinin "terör unsurundan kuşkulandığı" otobüse açtığı ateş sonucu 4 sivil hayatını kaybetti.
Kandahar valiliği yetkilisi Zelmay Eyyubi, ölenlerin iki kadınla bir çocuk ve erkek yolcu olduğunu açıkladı. Yaralanan 12 yolcu ise askeri hastaneye kaldırıldı. Haber10

NATO VE YENİ STRATEJİK HEDEFLERİ!
Prof. Dr. Nurullah AYDIN
19.10.2010
NATO; üye ülkeler dışında tartışılan örgüt! Soğuk savaş döneminde Sovyetler birliğine karşı oluşturulan birlik. Soğuk savaş bitmesine SSCB tehlikesi ortadan kalkmasına rağmen varlığını sürdürüyor. Bugüne Afganistan’da işgal gücü olarak ABD’nin örgütü olarak vahşete, yıkıma, katliamlara yol açmakla meşgul!
NATO’ya üye 28 ülke, Avrupa’da ortak bir füze savunma sistemi kurulması konusunda temelde uzlaştı, ancak projeye kuşkuyla yaklaşanlar da var.

Yeni strateji konsepti, 19 Kasım'da devlet ve hükümet başkanlarının onayına sunulacak. İttifak içinde reformun acil olduğunu, NATO'nun hâlâ 1999 yılında kurulan temeller üzerinde geliştiğini, ancak bu süre içinde dünyada çeşitli açılardan çok şey değiştiğini belirten Alman savunma bakanı Guttenberg, "Karşısında kendimizi savunmamız gereken, NATO'nun yeni konseptler belirlemesi gereken pek çok nokta ortaya çıktığı için yeni bir stratejik konsept, acilen gerekli” diyor.

NATO Genel Sekreteri Rasmussen; enerji nakliyatı ya da sanayi tesislerini tehdit eden siber saldırılara karşı da yeni savunma taktikleri geliştirilmesinin gerektiğini, planın hayata geçirilmesi için üye ülkelerin destek vermesini ve zirveden füze kalkanı konusunda bir karar çıkacağını umduğunu söylüyor.

ABD tarafından gündeme getirilen füze kalkanı önerisinin başlıca hedefi İran! İran'ın düzenleyebileceği uzun menzilli füze saldırılarına karşı oluşturulması planlanan projenin Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Romanya'da kurulması söz konusu. Fransa ve Türkiye'nin mesafeli yaklaştığı projeye Almanya ise destek veriyor. Almanya, temelde füze kalkanını iyi bir fikir olarak gördüklerini, ancak silahsızlanma gibi diğer ögelerin de önemli bir yer tutması gerektiğini belirtiyor.

ABD'nin, ülkesinde kalan son nükleer silahlarından kurtulmaya çalışan Almanya, nükleer silahsızlanma persfektifinin de NATO'nun gelecek konseptinde yer almasını istiyor. Ancak öneriye Paris ve Washington karşı çıkıyor. Nükleer güç olarak etkinliğinin azalacağından endişe eden Fransa Savunma Bakanı Morin, NATO'nun gelecekte de inandırıcı nükleer caydırıcılığa ihtiyacı olduğunu ve füze kalkanı ile bunun sağlanamayacağını söylüyor.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates ise “Ben füze kalkanı ve nükleer silahsızlanma arasındaki bağlantı konusunda hiçbir şey duymadım. Hatta buradaki bir dizi konuşmacı, nükleer silahların bulunduğu bir dünyada yaşadığımız sürece NATO'nun da bu silahlara sahip bir ittifak olarak kalması gerektiğinin önemini vurguladı” açıklaması yapıyor.

ABD’nin, füze kalkanı projesinin en önemli ayağı Türkiye’ye yerleştirmek istediği X-Band adı verilen radar sistemi. 5 bin kilometre uzaktaki tenis topunu bile görecek. 900 milyon dolarlık bu sistem 5 bin kilometre ötedeki bir tenis topunu tespit ederek füze bataryalarına tam koordinatını verebilme kapasitesine sahip...

Türkiye ile ABD arasında İran ve Kuzey Kore’nin uzun menzilli füzelerinden kaynaklanan tehdit nedeniyle NATO bünyesinde bir füze kalkanı kurulması için müzakereler yürürken pazarlığın kilit noktası dün Amerikan Washington Post gazetesinde yer aldı. Türkiye, “Bu sadece Türkiye bünyesinde konuşlandırılacak bir proje olmamalı. NATO içinde geniş bir alana yayılmalı” itirazı yaptı. ABD füze kalkanı projesinin en önemli ayağı olarak görülen ve atılan füzeyi tespit edip izleyerek onu vuracak bataryalara koordinat bildiren radar sistemi X-Band’i kurmak istiyor. Bu radar sistemi belirli bir bölgeye sabit olarak yerleştirildiği gibi gemi üzerine ya da denize platform olarak da kurulabiliyor. Gemi üzerine kurulduğunda mobilite imkanı bulması sayesinde çok daha geniş bir alan için radar faaliyeti yürütebiliyor.

Washington’un Türkiye’ye bir sabit radar sistemi kurmanın yanısıra Akdeniz ve Karadeniz’e konuşlandırılacak gemilere yerleştirilecek radar sistemleri için de onay istiyor. Hem karada hem de kuzey ve güneydeki denizlerde bu radar sisteminin kurulması olası bir İran füze tehdidinde 3 radardan edinilecek bilgilerle İran füzesinin yerinin, hızının ve rotasının çok hızlı bir şekilde tespit edilebilmesini sağlayabilecek. Türkiye’nin buna karşı çıkması durumunda ikinci adres ise Bulgaristan olacak. X-Band dünyanın en gelişmiş radar sistemi olarak kabul ediliyor. Ortalama menzili 2 bin kilometre olmasına rağmen mobil haldeyken bu menzil 5 bin kilometreye kadar çıkabiliyor. Amerika’da yapılan testlerde uzmanlar 4 bin 700 kilometre uzaklıktaki bir beyzbol topunu havaya atıldıktan sonra takip edebildi. Amerikan Savunma Bakanlığı bu sistemlerden birini Kuzey Kore’nin füzelerine karşı Alaska’ya yerleştirdi, bir diğer ise Pasifik’te hareket halinde bulunuyor. İsrail’e de radar sistemi yerleştirilmiş durumda.

Öyle anlaşılıyor ki Türkiye bir kez daha NATO’ya evet diyecek!

Günün SÖZÜ: Akılsız yöneticilerin hatasını gelecek kuşaklar çeker.

ordu millet

Moldova'dan NATO'ya ret
7 Kasım 2010
Moldova hükümeti, "tarafsız" bir ülke oldukları gerekçesiyle NATO'ya üyelik amaçlarının olmadığını bildirdi.

Kişinev'den yapılan açıklamada, Moldova'nın temel stratejik hedeflerinin, Avrupa Birliği (AB) entegrasyonu, Avrupa-Atlantik yapılar ile siyasi diyaloğun ve ilişkilerin konsolidasyonu, dostluk ve işbirliği ruhu içindeRusyaile ikili işbirliğinin geliştirilmesi olduğu vurgulandı. aktifhaber



Lizbon'da "sivillleri öldürüyorsunuz" protestosu

02:50 - Dünya liderleri NATO Zirvesi için Portekiz'e gelirken, başkent Lizbon'da gösteriler başladı. Onlarca eylemci, başkentin merkezinde yerlere yatarak NATO saldırılarında sivillerin ölmesini protesto etti. "NATO, oyun bitti" yazılı pankart taşıyan eylemciler sokaklarda üzerlerini kırmızıya boyayarak ölü taklidi yaptı ve NATO'yu protesto etti. 21.11.2010 LİZBON netgazete

İnsanlığın önündeki en büyük tehdit: NATO!.
Yusuf Kaplan
22 Kasm 2010
NATO`nun kuruluşu da, varoluşu ve varlığını sürdürüş gerekçeleri de, geleceği de sorunludur ve tartışmaya açıktır.

Yani NATO`nun esaslı bir meşrûiyet problemi vardır. Bugün tartışılması gereken asıl yakıcı sorun, NATO`nun varlığı ve meşrûiyeti olması gerekirken, NATO`nun dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde nasıl kilit rol oynayabileceği konuşulabilmektedir. Hele de Türkiye gibi özellikle de yakın dönemde ilkeli bir dış politika izleyen, uluslararası ilişkiler terminolojisine modern tarihte -belki de- ilk kez güvenilirlik, erdem, vicdan, ahlâk gibi kadîm metafizik kavramları girdiren bir ülkenin son Lizbon toplantısında takındığı tavırla, her bakımdan köklü, sorgulanması gereken bir kimlik krizi yaşayan ve meşrûiyeti tartışmaya açılması gereken NATO`nun meşrûlaşmasına yaptığı katkının hiç de küçümsenecek bir katkı olduğu sanılmasın.

NATO`nun varlık nedeninin neden tartışmalı ve meşrûiyet sorunuyla malul olduğu meselesi hakkında -nedendir bilinmez- pek üzerinde durulmayan bir iki temel meseleye dikkat çekmek gerekiyor.

Öncelikli olarak, NATO`nun kurulmasında İngilizlerin pek bilinmeyen bir rolleri vardır: NATO`nun "beyni" ya da "gizli el"i, dün de İngilizlerdi; bugün de İngilizlerdir. NATO`nun giriştiği her operasyonun gerisinde Amerikalıları lojistik, diplomatik, stratejik ve tabiî askerî olarak destekleyen, kışkırtan aktör hep İngiltere olagelmiştir: Son çeyrek asırda, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu`da (yani Osmanlı coğrafyasında) Amerika`nın NATO üzerinden gerçekleştirdiği operasyonların -çoğunlukla gerçek olmadığı daha sonra ortaya çıkan- gerekçelerinin üretilmesinde ve NATO operasyonlarının meşrûlaştırılmasında hep İngilizler belirleyici roller oynadılar ve nüfûz alanlarını -çaktırmadan- alabildiğine genişlettiler.

Unutmayalım: Amerikalılara NATO`yu kurdurtan ve ABD`yi Avrupa`ya müdahale etmeye kışkırtan kişi Churchill`dir. Churchill, Amerikalılara, "eğer Avrupa`ya müdahale etmezseniz, biz Avrupa`da birbirimizi yiyeceğiz, , siz de dünya gücü olma fırsatını kaybetmiş olacaksınız" diyerek NATO`nun kurulmasına ve ABD`nin Avrupa (gerçekte Osmanlı) coğrafyasına yerleşmesinde belirleyici rol oynadı.

Buradan da anlaşılabileceği gibi, NATO`nun kuruluşunun görünüşteki gerekçesi, iki paylaşım savaşıyla birlikte harab-u tûrâb olan Avrupa`nın -Anglo-Amerikan hegemonik çatısı altında- toparlanmasıdır. Ama asıl görünmeyen gerekçesi, Toynbee`nin "durduruldu" dediği Osmanlı medeniyetinin çocuklarının yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmesini nihâî olarak önlemektir.

Bunun için Türkiye, aslâ kendi hâline bırakılmamıştır; bugünden sonra da kendi hâline bırakılmak istenmiyor. O yüzden Türkiye, NATO`ya alınarak, enterne -dolayısıyla hadım- edilmeye çalışıldı.

Fakat evdeki hesabın çarşıdaki pazara -her zaman- uymadığı görülüyor: Öncelikli olarak, Türkiye`nin NATO`ya girmesi, Türkiye`nin tarihte tatil yapmasına yol açmışsa da, Türkiye`nin Batı`dan gelecek ölümcül, yok edici darbeyi savuşturmasına; bu arada zaman kazanmasına; en önemlisi de toparlanmasına ve şu geçtiğimiz süreçte gözlendiği gibi kendine gelerek, rotasını bularak dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde yeniden gözardı edilemeyecek bir güç, bir aktör konumuna yükselme sürecine girmesine de yol açmıştır.

O yüzden Türkiye, mevcudiyetiyle, NATO`nun tartışmalı varlığına meşrûiyet kazandıran bir rol oynuyor olsa da, aynı zamanda NATO`nun "serseri mayın"ı andıran gücünü ve stratejisini az biraz da olsa frenlemeye çalışıyor. Ancak bu arada Türkiye, kendi rolünün, yeniden tarihî bir yürüyüşe soyunma imkânlarının tehlikeye girme riskiyle karşı karşıya olduğunu da mutlaka göz önünde bulundurmalı.

Çünkü şu ân yeni bir dünya kuruluyor ve NATO, kurulmakta olan yeni dünyanın önündeki en büyük engeldir. Ve meşrûiyeti sadece kaba güce dayanmasından ötürü sorunlu olan ve bu nedenle istediği yeri, istediği gerekçeyle işgal eden bir "serseri mayın" gibi hareket eden NATO, dünyanın önündeki en büyük tehdittir.

Lizbon toplantısında NATO`nun Uzak Asya`yı tehdit olarak konumlandırması madalyonun görünen yüzüdür; madalyonun görünmeyen yüzünde, NATO`nun hedefinde, Türkiye`nin, enterne edilerek, yeni bir tarihî yürüyüşe soyunmasını önleme kaygısı gizlidir.
Yeni Şafak

Trabzon'da füze kalkanı eylemi
01 Aralk 2010

Trabzon'daki çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, NATO'nun füze kalkanının Türkiye'de kurulmak istenmesini protesto etti. TRABZON 'daki çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, NATO'nun füze kalkanının Türkiye'de kurulmak istenmesini protesto etti.

Atatürk Alanındaki Meydan Parkı'nda toplanan yaklaşık 30 sendika ve sivil toplum örgütünün temsilcileri adına açıklama yapan gazeteci yazar Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu, NATO'nun bir savunma ittifakı olmadığını iddia ederek, "NATO'nun bugünkü varlık nedeni, yeni bir dünya düzeni oluşturulmasına direnen güçlerin şiddet ya da baskı yoluyla sindirilmesini sağlamaktır" dedi.

Lizbon'da yapılan son NATO zirvesinin en önemli gündem maddesinin füze kalkanı sisteminin ana unsurlarının Türkiye'ye yerleştirilmesi konusu olduğunu ifade eden Mollamehmetoğlu, "Ne yazık ki AK Parti hükümeti ABD, AB ve NATO kaynaklı bu baskılara boyun eğerek, ayrıntıları henüz belli olmamakla birlikte sistemin Türkiye'ye yerleştirilmesini kabul etmiştir. Hükümet bir yandan komşularla sıfır sorun politikası güttüğünü, bölgesel işbirliğini artırmayı amaçladığını söylemekte, öte yandan komşularımızı tehdit eden savaş araçlarını topraklarımıza konuşlandıracak adımları atmaktan geri durmamaktadır" dedi. Mollamehmetoğlu, sistemin önemli bir parçası olan bir kısım radar ya da dinleme istasyonlarının Trabzon ve Doğu Karadeniz'e kurulacağının söylendiğine dikkati çekerek, şöyle devam etti: "Karadeniz havzası giderek stratejik mücadelenin bir arenasına dönüşmektedir. 2008 yazındaki sıcak olaylar, Karadeniz'in ve boğazların statüsü konusundaki zorlama ve tartışmalar, bunun en önemli kanıtlarıdır. Karadeniz'e savaş gemilerini ve askeri üslerini sokamayan ABD ve NATO şimdi füze kalkanı sistemi ve radar istasyonları gerekçesiyle bu amacına ulaşmayı hedeflemektedir. Karadeniz'de seyir halinde olacak gemilere yerleştirilmesi tasarlanan füzeler, bölgede gerginliğin artmasına, Türkiye'nin egemenliğinin en önemli hukuksal belgelerinden biri olan Montrö Boğazlar Sözleşmesinin tartışmaya açılmasına yol açabilecektir."

Türkiye'nin, Karadeniz'in ve Trabzon'un, ABD ya da NATO'nun saldırı üssüne, ileri karakoluna, çatışma bölgesine dönüştürülemeyeceğini vurgulayan Mollamehmetoğlu, "Eğer bir korunma, savunma kalkan gerekiyorsa bu ABD ve NATO'dan korunma kalkanı olmalıdır. Hükümeti, henüz ayrıntıları belirlenmeyen bu vahim adımdan derhal geri dönmeye çağırıyoruz. Bu utanç verici girişimlere, her koşulda karşı duracağımızı ilan ediyoruz" diye konuştu.

Hükümet ve ABD aleyhine çeşitli sloganlar atan grup, açıklamanın ardından dağıldı.
haber101

Afganistan: NATO saldırısında 50 kadın ve çocuk öldü
25 ŞUBAT 2011

Ölen ve yaralananlar arasında çocuklar olduğu da belirtiliyor
Afgan hükümeti yetkilileri BBC'ye yaptıkları açıklamada, 50'si kadın ve çocuk olmak üzere 65 sivilin geçen hafta düzenlenen NATO operasyonlarında hayatını kaybettiğini söyledi.

Kunar vilayeti valisi geçen hafta sonu NATO'nun dağlık kesimlerdeki bir yerleşim yerine düzenlediği saldırıda sivillerin öldüğünü açıklamıştı.
Cumhurbaşkanı Hamid Karzai de dahil olmak üzere Afgan yetkililer Kunar vilayetindeki NATO saldırısı sırasında ayrım gözetmeden yapılan bombalamalarda 20'si kadın 29'u çocuk ve geri kalanları da silahsız erkekler olmak üzere 65 sivilin öldürüldüğüne inanıyor.

İlahî Adalet; İşgalci haçlı ordusu NATO Karzai'nin kuzenini öldürdü
11.03.2011


Haçlı işgali altındaki Afganistan'ın kukla Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin bir kuzeninin işgalci NATO askerleri tarafından öldürüldü.

İşgalci haçlı ordusu NATO askerleri dün gece Kandahar’ın Dand ilçesine düzenledikleri saldırı sırasında Karzai’nin kuzeni Yar Muhammed Han’ı öldürdü.

Kandahar kukla Eyalet Meclis Başkanı Ahmed Veli Karzai, "Evinin yakınlarında operasyonlar vardı. Yalnışlıkla öldürüldü. Hedef değildi" dedi.

İşgalci haçlı ordusu NATO, konuyla ilgili yaptığı açıklamada olayı araştırdıklarını belirtmekle yetindi.

Geçtiğimiz hafta başkent Kabil’de yüzlerce kişi sokağa dökülerek, işgalci batılı güçlerin yol açtığı sivil ölümleri protesto etmişti.
Sıradışı

Afganistan'da işgalci haçlı ordusu NATO yine çocukları hedef aldı
27 Mart 2011
Afganistan'ın güneyinde, işgalci haçlı ordusu NATO'nun sivil araçlara yönelik hava saldırısında 7 sivilin öldüğü bildirildi.

İşgalci haçlı ordusu NATO'dan yapılan açıklamada hava saldırısında sivillerin öldürüldüğü kabul edildi.

Helmand Valisi Gulab Mangal, dün Nav Zad yöresinde 7 sivilin öldürüldüğünü belirtti.

Mangal, ölenlerden 3'ünün çocuk 2'sinin kadın olduğunu, 3'ü çocuk biri kadın 5 kişinin de yaralandığını ifade etti. haber1001



02 Ağu 2011
“NATO Libya’da 30.000 sivili Öldürdü”
Milli Birlik Ruhu
02.08.2011

Temsilciler Meclisi üyesi, Michele Bachmann, Obama’nın Muammer kaddafi’ye karşı başlatılan askeri saldırıya katılma kararı hakkındaki görüşlerini açıkladı.

Fox News’den Chris Wallace ile konuşan Bachmann, NATO’nun hava saldırılarında Libya’da 30.000 sivili öldürdüğünü anlattı.

“Halkın Başkan Obama’nın bu aptalca kararına öfkelenmesi gerekirdi.” Diyen Bachmann, Obama’nın Libya’ya insani amaçlar için gitmek istediğini söylediğini de hatırlattı. Bachmann, “10.000 ile 30.000 arasındaki sivilin NATO saldırılarında öldürüldüğünü öğrenidik” dedi.

Bunun üzerine Fox news muhabiri Wallance, “NATO saldırılarında 10.000 ile 30.000 arasında insan mı öldürüldü ?” diye sordu.

Temsilciler Meclisi üyesi, Michele Bachmann, evvelki gece kendisine Tripoli Büyükelçisinden bir haberin geldiğini söyleyen Bachmann, Elçinin Libya’da NATO saldırılarında 10.000 ile 30.000 arasında insanın ölmüş olabileceğinden bahsettiğini anlattı.

Muhabir “ölenlerin Libyalı olduğunu mu söylüyorsunuz?” diye sorduğunda, ABD Temsilciler Meclisi üyesi, Michele Bachmann bu soruya da “evet” diyerek cevap verdi.
Kaynak: Fox News

'NATO'nun Somali'de ne işi vardı?'
25 Ağustos 2011
HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Afrika'daki açlık ve kuraklıktan Batılı sömürgeci devletleri sorumlu tuttu.

Partisinin Denizli il teşkilatınca Anemon Otel'de verilen iftar yemeğine katılan Kurtulmuş, gündemdeki konuları değerlendirdi.

İslâm âleminin ramazan ayını tebrik eden Genel Başkan Kurtulmuş, Afrika'daki açlık ve kuraklıktan Batılı sömürgeci devletleri sorumlu tuttu. Bundan 50 yıl önce kimsenin Afrika'da hayatını kaybetmediğini vurgulayarak, "Ne oldu da bugün 'da her 1,5 dakikada bir insan ölüyor? Ya da şöyle soralım, 1991-1995 yılları arasında General Barre, yani ABD'nin kendi adamı düştüğü zaman Somali'ye 34 ülkeyle birlikte NATO harekât yapmıştı. NATO'nun Somali'de ne işi vardı? Şimdi o 34 ülkenin kılı kıpırdamıyor. Bırakın 34 ülkeyi, üç ülkenin kılı kıpırdamıyor." dedi.
haber1001





Mesut Barzani'ye Haçlı Ordusu NATO'dan Ödül
27.95.2012
İtalyan Senatosu NATO işlerinden sorumlu üyesi Sergio de Gregorio, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'ye İtalyan NATO Asamblesi Atlantik Barış Ödülü'nü verdi. Barzani de kendisine ödül verilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
haber1001

Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 15, 2010 4:21 am    Mesaj konusu: NATO’nun Kurban Bayramı 19-20 Kasımda Alıntıyla Cevap Gönder

NATO’nun Kurban Bayramı 19-20 Kasımda Ve Bu Bayramın Tek Kurban var: Türkiye -1-
Oğuz Gürses
15.112010



İslâm aleminin Kurban bayramı yarın başlıyor...

Bir Peygamber’in, "Allah rızası" için bu dünyada en çok sevdiği varlığı; evlâdını, kurban etmeyi göze alması ve kurban edilenin de hiç itiraz etmeden boynunu bıçağa uzatmasının doğurduğu fedakârlık tablosunun celbettiği rahmetin neticesinde, gökten ikram olarak indirilen bir koçun, sevgili evlâdın yerine kurban edilmesiyle kutlanmaya başlayan kurban bayramının biri daha yarın ( 16 Kasım 2010) kutlancak...

Bir kulun, -o kul peygamber de olsa- Allah’tan daha çok sevebileceği hiçbir varlık olmaması gerektiğini ihtarla başlayıp, doğru bir sevgi hiyerarşisinin nasıl olması gerektiğini...

Allah sevgisinden daha üstün bir sevginin Allah’ı yeteri kadar sevmemek anlamına geldiğini, bir tablo halinde bizlere gösteren...

Kurban bayramı...

İçinde bizim idrakimize değmeyen kimbilir hangi sırlarıyla birlikte asıl anlamından uzaklaştırılarak, düpedüz bir et bayramı haline dönüştürüldüğü günümüzde...

O kurbanların bu dünyadaki en sevgili varlıklarımızın yerine kestiğimizi hatırlamasak da...

Kurbanlar kesilmeye devem ediliyor...

İslâm aleminde bunlar olurken...

Daha kesilen kurbanların kanı bile kurumadan...

Bayramın üçüncü günü...

Lizbon’da ayrı bir ritüel var:

Haçlı ordusu NATO’nun kurban bayramı...

Bu bayramda...

AB-D emperyalizmi, iktidara getirdiği AKP’nin sadakatini test edecek...

AKP, ya “füze kalkanı” tuzağına düşerek Türkiye’yi kurban edecek (Kuvvetli ihtimal bu)...

Veya çok zayıf bir ihtimal de olsa bu tuzağa “hayır” diyerek düşmeyecek ve seçimler arafesinde bıçağa boynunu uzatıp “al diyetini” diyerek kendini kurban etme pahasına Türkiye’yi kurtaracak...

İşte böyle...

Ona takiyye buna takiyye derken bir yer gelir duvara dayanırsın...

Kimler hangi sözlerin karşılığında boynuna hangi madalyaları takıp seni iktidar yaptı ise...

Bu tür kirli anlaşmaların diyeti bitmez...

Elini verdin mi kolunu kurtarmazsın...

Kolunu da verirsen parça parça herşeyini isterler...

Son parçanı da aldıktan sonra bir başka “partner/eşbaşkan” bulmaları hiç de zor değildir...

Çünkü onlar, senin bir bir geçtiğin kapılar önünde “lacileri çekip”, çoktan kuyruğa girmişlerdir...

Onların da senin gibi çıkarabilecekleri birer gömleği vardır elbet...

Düşünsenize bu vahim tablo karşısında kitleleri hareketlendirebilecek gücü olan ne siyasî partiler (CHP, MHP, BDP, SP)den, ne STK (Özgür-Der dışında)’lardan, ne işçi ve memur sendikalarından, ne de meslek örgütlerinden hiçbir kıpırdanma yoktur.

Bunların hepsi kuzuların sessizliği içinde, gömleği çıkarma sırasının kendilerine gelmesini beklemiyorlarsa neyi bekliyorlar?

İsrafil Aleyhisselâmın Sur’u üfürmesini mi?

***

Nedir bu füze kalkanı?

Mehmet Bedri GÜLTEKİN (1):

- AKP Hükümeti, geçtiğimiz yıllarda Çek Cumhuriyeti ve Polonya’nın reddettiği Amerikanın füze kalkanının, Türkiye’ye yerleştirilmesini kabul etmeye hazırlanıyor.
Sormak gerekiyor: Türkiye’nin hangi komşusu ile sorunu vardır ki, füze kalkanına ihtiyaç duysun?
Türkiye’nin Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Ermenistan hariç hiçbir komşusu ile en ufak bir sorunu yoktur.
Yunanistan NATO üyesi, Rum kesimi, üye olmaya çalıştığımız AB üyesidir.
Ermenistan ise “stratejik müttefikimizin” ve Avrupa’nın koruması altındadır. Dolayısı ile Füze sisteminin bu ülkelere karşı konuşlandırılması söz konusu değildir.
Diğer komşularımız, Rusya, İran, Irak, Suriye ve Bulgaristan ile ise en ufak bir sorunumuz yoktur.
O halde neden komşularımızın güvenliği için tehdit oluşturabilecek bu sistemler, Türkiye’ye yerleştirilmek istenmektedir?
TÜRKİYE’NİN DEĞİL, AMERİKA’NIN ÇIKARI
Çünkü Amerika Bölgemizde tam on yıldır bir saldırı savaşı yürütmektedir. Irak ve Afganistan’ı işgal etmiştir.
İran’a yönelik kuşatma ve saldırı hazırlıkları herkesin malumudur.
İsrail saldırganlığına verdiği destekten dolayı bütün Arap Dünyasını karşısına almıştır.
Batı Asya’nın enerji rezervleri konusunda Çin, Rusya ve Hindistan gibi Asya’nın büyük devletleri ile rekabet halindedir.
İşte bütün bunlardan dolayı Türkiye değil ama Amerika; bütün bir Asya kıtası ile husumet halindedir. Saldırgan politikasını güçlendirecek ve yürütülmesini kolaylaştıracak yeni araçlara ihtiyacı vardır.
Kısacası Amerika kendi çıkarı için Türkiye’yi ateşe sürmektedir. Hiçbir sorunumuzun bulunmadığı, tam tersine gelişen ilişkilere ve geniş işbirliğine sahip olduğumuz komşularımız ile Türkiye karşı karşıya getirilmektedir.

Ali Serdar BOLAT (2):

- Amerika, füze kalkanını önce Polonya'ya yerleştirmek istedi.
Fakat Rusya'nın sert tepkisi ile karşılaştı.
Bunun üzerine Çekya, Romanya ve Türkiye seçenekleri söz konusu oldu.
Bence, aslında, Amerika'nın hedefi bu sistemi Türkiye'ye yerleştirmekti.
Bu hedefini gizlemek için önce Polonya seçeneğini öne çıkardı. Rusya'nın itiraz edeceğini biliyordu.
"Ne yapalım, Rusya istemediği için Polonya olmuyor, bari Türkiye olsun" konumuna geldi.


Erhan BAŞYURT (3):

-Uzmanlara göre şu an ABD nükleer silahla Rusya'ya saldırsa, Moskova'nın yarım saat içerisinde cevap vermesi mümkün.

Ancak planlandığı gibi etkin bir füze savunma sistemi kurulabilirse, ABD saldırdığı halde Rusya'nın füzeleri havada yok edileceği için "dehşet dengesi" ve "caydırıcılık" kaybolmuş oluyor.

ABD, nükleer silah sahibi diğer bütün ülkelere göre büyük üstünlük sağlamış oluyor.

Gerçi NATO kapsamında füze kalkanı gündeme getirilirken farklı gerekçeler üretiliyor.

İran ve Kuzey Kore'nin çılgınlık yapmaları, teröristlerin bu silahları ele geçirmeleri ya da kazara bu silahların ateşlenmesi gibi hallere karşı füze kalkanı ile tedbir alınacağı belirtiliyor.

İran'ın nükleer silah geliştirmek için çalıştığına dair henüz elde edilmiş kesin bir kanıt yok.

Nükleer başlıklı uzun menzilli füze teknolojisine ulaşmasının da en az 10 yıl süreceği hesaplanıyor.

O halde Türkiye'ye füze kalkanı kurulması talebi ve ısrarının altında başka nedenler aramak gerekiyor.

Çünkü planlanan füze kalkanı projesi İran sınırında bir radar istasyonu kurulması ve ihtiyaç halinde de Akdeniz'deki ABD gemilerinden anti-balistik füzelerin atılmasını öngörüyor.


Açık İstihbarat (4):

"Üzerimize düşen GÖREV neyse yaparız" söylemine sahip "liderlerin" yönettiği bir ülkede füze kalkanı "tartışması" yaşanıyor.

Bu sefer küresel ağababaların öngördüğü görev terör algılarına "KALKAN" olmak ve ABD'nin küre bazında yerleştirmeye çalıştığı füze savunma sisteminin bir bölümünü topraklarımızda barındırmak. Dolayısı ile olası bir nükleer savaşta İran'ın hedef listesine girmeyi garantilemek.

(..) 24 Temmuz 2009'da ABD ve İsrail ortak bir askeri talim gerçekleştirdi....

Talimin amacı ABD'nin İsrail Negev çölüne yerleştirdiği füze kalkanının parçası olan X-Band radarın testiydi ve test başarı ile gerçekleşti.

Bu sistem, yine ABD'nin İsrail'e yerleştirmeyi planladığı Aegis savunma sistemleri ve THAAD sistemleri (füzeleri atmosfer-uzay sınırında yüksek irtifada vuran anti-füze sistemleri) ile koordineli bir şekilde çalışıyor.

(..) Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta; ABD'nin öngördüğü bu füze kalkanı sistemi , sistemin diğer unsurları ile bir ağ mantığı içerisinde koordineli çalışıyor.

Sistemin etkili çalışması için Türkiye'ye yerleştirilecek radar sisteminin ; İsrail'deki ile ile iletişim içinde olması, bunların da ABD'nin bu iş için Akdeniz'e konuşlandıracağı özel füze sistemlerine sahip gemileri ve Avrupa'daki komuta merkezi ile iletişim içinde olması gerekiyor.

Anlayacağız ABD , İsrail'le birlikte Türkiye'nin üzerine bir elektronik ağ daha atıyor.

Bu füze kalkanı sisteminin nereye yerleştirileceği tartışması yaşandığı söyleniyor.

Böyle bir tartışma yaşandığı kanaatinde değiliz. Bu tarz bir sistemin nereye yerleştirileceğini biraz coğrafya, biraz da Hakkari'de son bir kaç yıldır kurulan özel üsleri bilen biri rahatlıkla tahmin edebilir.

Bu füze kalkanı doğası gereği farklı birimleri farklı noktalara yerleştirilecek bir sistem olsa da, ana unsurunun Hakkari 'de konuşlandırılması kimseyi şaşırtmaz.


Dipnotlar:

1-) Mehmet Bedri GÜLTEKİN “FÜZE KALKANI PROJESİ, TÜRKİYE’NİN, AMERİKAN ÇIKARLARI ADINA ATEŞE SÜRÜLMESİDİR!” 16.10.2010 yazının tamamı için Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3222
2-) Ali Serdar BOLAT, “HEDEF ZATEN TÜRKİYE’YDİ” , 16.10.2010, yazının tamaı için Bkz: http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=657&B=hedef-zaten-turkiyeydi
3- Erhan BAŞYURT, “Türkiye'ye füze kalkanı üzerinden İran baskısı”, Bugün gazetesi, 14.10.2010.

4-) “Füze Kalkanı Bahane, Hakkari Şahane...” , Açık İstihbarat Özel, 18.10.2010, yazının tamamı için Bkz: http://www.acikistihbarat.com/


(Devam edecek)

Etiketler: akp, BDP, chp, eşbaşkanı, füze kalkanı, Haçlı ordusu, İsrafil, Mehmet Bedri GÜLTEKİN, MHP, NATO, Polonya, SP, Türkiye, Özgür-Der

Kaynak ve bu yazı dizisinin devamı için: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Füze kalkanıza da .... Amerikanıza da .... AB'nize de .... NATO'nuza da .... İşbirlikçilerinize de...



http://universiteliblog.blogspot.com/

NATO mu Türk dış politikası mı?
Gültekin AVCI
18 Kasım 2010

Türkiye önemli bir kırılma sürecinde. (..)

ABD, NATO ve AB'ye rağmen kendi menfaatlerini önceleyebilen Türk dış politikası gerçekten önemli bir sınavla daha karşı karşıya bulunuyor.

Önce ABD'nin şimdiyse NATO'nun bir projesi olarak füze kalkanı.

ABD Başkanı Reagan döneminde Yıldız Savaşları Projesi (Stratejik Savunma Girişimi) olarak düşünülen balistik füze savunma girişimi, 2001 yılında Başkan G. W. Bush tarafından başka bir isimle tekrar gündeme getirilmişti.

Fakat Rusya'nın sert tepkisiyle karşılaşan proje ABD tarafından geri çekilmişti.

2009 Eylül'ünde Obama ABD'sinin tekrar gündeme getirdiği proje, Rusya'nın eski sert tavrını büyük ölçüde aşmış durumda.

Yıldız Savaşları veya şimdiki görünümüyle Füze Kalkanı Projesi, öyle görülüyor ki ABD açısından siyaseti ve başkanları da aşan bir devlet çizgisi.

Projeyi NATO bünyesinde hayata geçirebilme eşiğinde olan ABD için Türkiye'nin çekinceleri kuşkusuz sürpriz oldu.

ABD Savunma Bakanlığı müsteşarı Jim Townsend'in "Şimdi Türkiye bir karar verecek" diyerek diplomatik olmayan bir dil kullanması, ABD-Türkiye ilişkilerinin tekrar dar bir koridordan geçeceğini gösteriyor.

19-20 Kasım'da Lizbon'daki NATO toplantısı neticesinde tespit edilecek NATO vizyonu, Türkiye'nin bölgesel ilişkileri üzerinde etkili olacak.

Bölgesel imajı üzerinde de.

Soğuk Savaş döneminin bitiminden bu yana Türkiye ile ABD hatta NATO'nun tehdit algısı arasında ciddi farklar ortaya çıktı.

Bugün İran, Türkiye için bir tehdit değil.

Ama ABD motorlu NATO'ya göre tehdit unsuru.

Türkiye'nin ısrarı sonucu düşman ülkeler açıkça zikredilmeyecek olsa da, Füze Kalkanı Projesi'nin özellikle İran'a karşı hayata geçirildiğini bilmeyen yok.

Füze savunma sisteminin İran merkezli düşünülmesi, projenin samimiyetinde ciddi bir zaaf oluşturuyor.

Zira İran'ın ABD'yi ve Batı Avrupa'yı vurma kapasitesine sahip uzun menzilli füzeleri yok.

2015 yılından önce böyle bir ihtimal de yok.

Türkiye'ye konuşlandırılacak dünyanın en gelişmiş radarları olan X-Band radarlarıyla, ülkemizin bir cephe ülkesi konumuna düşeceği gözardı edilmemeli.

Türkiye açısından şu noktalar gözardı edilmemeli;

1- Sistemin komutasında Türkiye'nin söz sahibi olması, topraklarımızın tümünün füze kalkanı kapsamında olması ve sistem açısından açıkça düşman bir ülke belirtilmemesi kabul edilse bile...

Komşularla sıfır sorun politikası ve Ortadoğu imajımız zarar görebilecek.

2- İran-Türkiye ilişkileri neredeyse tarihinin en iyi noktasında. Füze kalkanı projesi ise İsrail'i, İran'ın fırlatabileceği füzelerden koruma kapasitesine sahip. İran'la ilişkilerimizin gölgelenmesi ihtimal dâhilinde.

3- ABD, Türk Hükümeti'ni kendi dış politik vizyonu ile NATO arasında bir tercih yapmaya zorluyor. Türkiye'nin Ortadoğu politikasını kontrol altına almak istiyor.

4- Türkiye'nin amaçladığı ise muhtemel zararları minimuma indirmek. Bölge ülkelerini hedeflemediğini açıkça göstermek. Bu ise oldukça zor.

Bugün

'NATO'ya karşıyım, çünkü savaşın nedeni...'

Portekiz'in başkenti Lizbon gergin.. Yüzlerce eylemci Afganistan'da sivilleri katleden NATO'yu protesto için dünden beri gösteri düzenliyor. Eylemciler, 'Soğuk savaş bitti ama NATO hala varlığını sürdürüyor. Peki, kimin için?' diye sordu.

20 Kasım 2010

Portekiz'in başkenti Lizbon'da dünden beri NATO karşıtı gösteriler düzenleniyor. Yüzlerce eylemci, başkentin merkezinde yerlere yatarak NATO'nun Afganistan'daki saldırılarında sivillerin ölmesini ve Füze Kalkanı projesini protesto etti.

Eylemler henüz çatışmaya dönüşmedi. Ama protestocular, dikkat çekici gösterilerine başladı. Eylemciler sokaklarda ölü taklidi yaparak NATO'yu protesto etti. Sloganlar attı: "Benim için savaşla, militarizmle ilgili her kuruluşa destek verilmemeli. NATO da bunlardan biri. Ben NATO'ya karşıyım, çünkü savaşın nedeni..."

"Ben NATO'yu tehdit olarak görüyorum. Çünkü onların yaptıklarından hoşlanmıyorum. Soğuk savaş bitti ama NATO'nun halen neden varolduğunu anlamış değilim."

NATO'nun Afganistan'da sivilleri katlettiğini belirten eylemciler, Füze Kalkanı projesinin büyük savaşların habercisi olduğunu açıkladı. Füze Kalkanı'nın çok masum olmadığı vurgulayan eylemciler, dünyayı büyük tehliklerin beklediğini ve bu tehdidin de NATO'dan geldiğini bildirdi.

Gün boyu süren eylemler gece de devam etti. Eylemciler, NATO saldırılarında ölen sivilleri temsilen yerlerde yattı. Portekiz polisinin yoğun güvenlik önlemleri dikkat çekti.

NATO zirvesi için bölgeye gösterici akını da sürüyor. Portekiz polisi Avrupa ülkelerinden en az 20 bin kişinin NATO karşıtı eylemler için Lizbon'da olduğunu söylüyor.

Kaynak: Timeturk

'Natonun kendisi teröristtir'

Tabi ki Türkiyede değil.Portekiz'in başkenti Lizbon'da düzenlenen NATO Zirvesi'nin son günü, NATO karşıtı grupların gösterilerine sahne oluyor.Nato'ya karşı göstericilerin ortak sloganı 'Natonun kendisi teröristtir' oldu.

20 Kasm 2010
Anadolu Haber

Lizbonda gösteriler sürerken özellikle Afganistan'da kanlı katliamlara imza atan Nato ve Askerlerinin göstericiler tarafından sürekli gündemde tutulduğu ve protestolarını bu yönde sürdürdükleri gözlemlenmektedir.Nato karşıtı göstericilerin çoğunun hristiyan olmasına karşılık Afganistan'da ki Müslüman Katliamına vurgu yapmaları Türkiyede ki STK'ların ise sessiz kalmaları oldukça manidar bulundu.

Lizbon'da bugün 4 gösteri yapılmasına resmi olarak izin verilirken, sabahki gösterilerde yaklaşık 40 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Portekiz haber ajansı LUSA, polis kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, gözaltıların gerekçesinin güvenlik güçlerine karşı gelmek ve kamu düzenini bozmak olduğu belirtildi.

Lizbon'da NATO karşıtı son gösteri saat 17.00'de yapılacak.

O Elde 2 Milyon Müslümanın Kanı Var

BAŞBAKAN Erdoğan, Seuldeki G-20 Zirvesinde ABD Başkanı Obamayla buluştu.

13 Kasm 2010

5 milyon çocuğu yetim bıraktı

2003’te Irak’ı işgal eden ABD, 7.5 yıl içinde 2 milyon masumu katletti. Ülkede 5 milyonu aşkın yetim çocuk ve 2 milyon kadın dul kaldı. 6 milyondan fazla insan açlık sorunu çekiyor.

Haber: Fatih ERBOZ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Güney Kore’nin başkenti Seul’de gerçekleştirilen G20 Zirvesi’nde bir araya geldiği ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı görüşmede, NATO’nun Türkiye’ye yerleştirmeyi planladığı füze kalkanı sisteminin de gündeme geldiğini söyledi.

Elinde 2 milyon insanın kanı var

Başbakan Tayyip Erdoğan, Seul’deki G20 Zirvesi’nde Irak’ı kana bulayan ABD Başkanı Barack Obama ile sıcak bir sohbet yaptı. Obama’yla kucaklaştı, elini sıktı. Ancak o elde 2 milyon insanın kanı var. ABD, kimyasal silahları bahane ederek 2003 yılında girdiği Irak’ta ölüm saçtı. İşgal ile birlikte çoluk-çocuk. kadın-erkek 2 milyon masum Iraklı katledildi. Ülkede 5 milyonu aşkın yetim çocuk ve yaklaşık 2 milyon kadın dul kaldı. Halkın yüzde 75’i fakirlik sınırında bulunuyor. 6 milyondan fazla insan açlık sorunu çekiyor. İşgal nedeniyle yaklaşık 3 milyon Iraklı, vatanlarını
terk etmek zorunda kaldı.

Obama’nın yeni hedefi İran

14 yaş altındaki çocukların yüzde 15’inin ise çocuk işçi. 10 bin kişiye 6 doktorun düştüğü Irak’ta canlı doğan her bin çocuktan 107’si doktor ve hastane sayısının yetersizliği sebebiyle ölüyor. Ülkedeki 34 bin doktordan 2 bini öldürülürken, 20 bini ülkeyi terk etti. Son 5 yılda 500’den fazla akademisyen ve eğitimci öldürüldü. Bununla yetinmeyen Obama, Afganistan’da da ’demokrasi getireceğim’söylemiyle sivil halkın üzerine bomba yağdırıyor. Öte yandan Amerikan savaş uçakları, Pakistan’ın Afganistan’a komşu köylerini de vuruyor. ABD yeni hedefine ise Müslüman bir ülke olan İran’ı oturttu.

yeniçağ

NATO ZİRVESİNDE ASLINDA NELER OLDU
Barış Zeren
22.11.2010

Lizbon’da gerçekleşen NATO zirvesi iyimser beyanatlarla bitti. Yeni bir stratejinin benimsendiği, AB ile ABD arasında beklenmedik konularda uyum sağlandığı, bunlarla bağlantılı ve en önemli olarak da Rusya’yla olan karşıtlığın ortadan kaldırıldığı dile getirildi. Bununla birlikte 1999 yılında hazırladığı bir önceki strateji konseptinin başarısızlığı ve bundan doğan sonuçlar yanında, NATO’nun bu zirvedeki iyimserliği oldukça aldatıcı görünüyor.
BİR YALAN MAKİNASI OLARAK TÜRK BASINI
Aldatma deyince, kuşkusuz kendimizden başlamak gerekiyor. Türk basını, NATO zirvesi konusundaki haberleriyle, birkaç dürüst yazar haricinde, bir yalan makinasına döndüğünü kanıtlamıştır. Bu yalan makinasına yanıt yetiştirmenin çok güç ve anlamsız olduğunu sanıyorum. Çünkü bu seri üretimin doğrularla durdurulması mümkün değildir. Ayrıca bir makina kabilinden otomatik yalan ürettiği için, kimsenin bu yalanlara inanmıyor olması da makinayı ilgilendirmemektedir. Amacı doğruyu söylemek, insanları inandırmak vs değil. O yalnızca yapması gerekeni yapıyor.
Anlaşılan, füze kalkanının düğmesini denetimine alamayan Abdullah Gül, zirvenin sonunda elindeki haber üretme makinasının düğmesine basmakla yetinmek zorunda kalmıştır.
NATO’NUN YENİ STRATEJİSİ
Öyleyse bu seri yalan üretimini bırakıp zirvede çıkan sonucun anlamını ve gerilimleri anlamaya çalışalım: NATO zirvesinde gerçekte ne oldu?
NATO, Avrupa Birliği inisiyatifiyle oldukça saldırgan bir stratejik değişikliğe gitti. Atlantik Konseyi Strateji Danışmanları grubundan Rob de Wijk’e göre örgüt, toprakların korunmasından stratejik çıkarların korunmasına yönelmiş durumda. “Stratejik çıkar”, zaten Afganistan müdahalesinde gündeme gelen ve uygulanan bir ilkeydi, ama ABD’nin, buna dayanarak Afganistan’a müdahaleye müttefiklerini ikna etmek için ittifakın hukuksal çatısını epey zorlaması gerekmişti.
Lizbon zirvesinde bu güçlük ortadan kalkıyor. Bu kararlara göre, NATO Afganistan’daki varlığını bitirirken, çok daha esnek bir müdahale gücü haline gelmiş bulunuyor; liderlerin bunu “uzun zamandır yapılması gereken bir değişiklik” olarak tanımlamış olmaları rastlantı değildir.
NATO’nun önceki düşmanları Varşova Paktı, sonra Rusya ya da olsa olsa herhangi bir ülkenin imkanlarını sömüren “terörist” gruplardı. Şimdi ise, siber terörden nükleer silahlanmaya kadar pek çok alanda “nokta” vuruşları yapabilecek bir kapasite öngörülmektedir. Başka deyişle, NATO için düşmanın artık adı yoktur ve NATO ülkeleri, sayılan potansiyel tehditlerden biri saptandığında, bunu bertaraf etmeye yönelebilecektir.
Bu, Bush dönemine özgü ağır militarist doktrin olan “önleyici vuruş” anlayışını andırıyor. Nitekim, bu yılın başlarında da, NATO’nun çağrısıyla yapılan, özel uzmanlardan oluşan bir grubun panelinde bu strateji değişikliği gündeme getirildi. Panele, Clinton döneminde Yugoslavya Savaşı’nı ve parçalanma sürecini yönetmiş olan, kuvvet kullanımında mütereddit Colin Powell’a “Eğer kullanamayacaksak bu büyük orduyu elde tutmanın anlamı ne?” diyen, yeni muhafazakarlara en yakın adlardan Madeleine Albright başkanlık ediyordu. Albright, bir önceki, 1999’daki doktrinin de kurucuları arasındadır.
Başka deyişle, NATO’nun bu yeni militarist anlayışı, bir süredir “çok-taraflı” biçimde tartışılıyor, örülüyordu. Dolayısıyla, Abdullah Gül’ün ya da Tayyip Erdoğan’ın “İran” adını geçirmemesi NATO’nun yeni doktrini açısından hiçbir önem taşımamaktadır. NATO, İran’a müdahale seferberliğini rahatlatacak kararları almış bulunuyor.
SARKOZY MEMNUN
Bu noktada, Sarkozy’nin tutumu dikkat çekicidir. Sarkozy, aslında pek çok NATO liderince de gereksiz görülen bir ısrarla “İran” adını bir resmi tehdit olarak onaylatmak istiyordu. Bu tutumu, uzun süredir istikrarla sürdürdüğü kökten İsrail-yanlısı ve –Yeşil protesto döneminde doruğa çıkan– İran-karşıtı dış politikasıyla tutarlıydı. Sarkozy’nin bu isteği, Abdullah Gül’ün değil, başından beri İsrail’i biraz dizginlemeye çalışan Obama’nın telkinleriyle geri çevrildi. Resmi açıklamada yer almadı, ama muhtemelen bir pazarlık sonucunda, Sarkozy, NATO’nun hedefindeki ülkenin İran olduğunu toplantı sonunda ilan edebildi.
Fransa basını, Sarkozy’nin zirveden memnun ayrıldığında hemfikir. Fransa Cumhurbaşkanı’nın önceden gözettiği üç nokta istediği gibi sonuçlandı: Füze kalkanı projesi tek-taraflı (yalnızca ABD’nin gereksinmelerine göre) tasarlanmadı, AB’ye maliyeti düşük (Türkiye’ye maliyeti belirsiz) ve en önemlisi, Rusya’yı karşısına almadan gerçekleşti.
RUSYA SÜRPRİZİ Mİ?
Lizbon sürecinin en çarpıcı sonuçlarından biri de Rusya’nın tehditler arasından çıkarılıp müttefik ülke konumuna çekilmesi olarak görülüyor. İran aleyhine bu kadar net kararların alındığı bir süreçte, Medvedev’in doğrudan görüşmelere davet edilmesi, karşılıklı verilen olumlu mesajlar, Rusya’nın İran-Çin çizgisini bırakıp Batı’ya mı yanaştığı sorusunu gündeme getiriyor.
Burada vurgulanması gereken ilk nokta şudur: NATO’nun yeni doktrininde Rusya’yla karşıtlığın törpülenmesi, Rusya’dan önce NATO ülkeleri için bir zorunluluktu. Çünkü Bush yönetimi sırasında kurulmuş Avrupa güvenlik dengesi, ABD destekli renkli darbe rejimlerinin art arda çöküşüyle iflas etmişti.
Burada can alıcı eşik, 2008 yazındaki Gürcistan savaşıdır. Bu savaşta bir renkli darbe hükümetini ağır yenilgiye uğratan Medvedev-Putin Rusyası, tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini, ayrıca Batı’nın –Doğu Avrupa’ya füze savunma sistemi kurmaya dayalı– güvenlik stratejisinin de geçersiz olduğunu ilan etti.
Bu “kırmızı çizgilerden” sonra, Batı elindeki diplomatik hareket sahasını yitirdi. Ukrayna’dan Kırgızistan’daki ayaklanmaya kadar birer domino taşı gibi düşen rejimleri artık ne AB ne de ABD korumaya gönüllüydü. Moldovya’daki renkli darbe girişimine, Batı’dan hiçbir destek gelmeyince darbeciler iki günde çöküyordu.
Bir alternatif, Kafkaslar’da Gürcistan yerine yeni müttefikler bulmaktı. Odatv’de çokça yazdık: İsrail’in, Ermenistan ve Azerbaycan’la ilişkileri geliştirmesi bu dönemdedir. Ermenistan’a “Gül” gönderilmesi, iki ülke arasındaki Karabağ gibi sorunların çözümü, gene bu kapsamdaydı. Söz konusu olan, ABD’nin görece mesafeli kaldığı, AB’nin ise etkin biçimde desteklediği bir “İran’ı kuşatma” stratejisiydi.
Rusya ise bu alternatif adımları soğukkanlılıkla izledi. Çok güçlü bir milliyetçi muhalefeti olan Ermenistan’ın, Moskova’yla sıkı tarihsel bağları olan Azerbaycan’ın ve diğer Türkî Cumhuriyetler’in İsrail’le, genelde de Batı’yla girecekleri ittifak sınırlı olmak durumundaydı. Şu anda da süreç Rusya’nın denetiminde ilerliyormuş gibi görünüyor.
Nitekim, en son, Lizbon Zirvesi’nin hemen arifesinde, 18 Kasım tarihinde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ev sahipliğinde, Hazar denizine komşu ülke liderleri Bakü’de buluştu; İran ile Rusya eksenli bu üçüncü zirvenin ikincisi 2007 yılında Tahran’da yapılmış ve Batı’da büyük tedirginlik uyandırmıştı. Şimdi ise, NATO zirvesinden hemen önce Medvedev ve Ahmedinejat’ın açıklamalarındaki her alanda işbirliği vurgusu, Aliyev’in Hazar Denizi’nin bölümlenmesi meselesinin, Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan arasında çözüldüğü açıklamasıyla pekişiyordu.
Kısacası, NATO zirvesindeki yeni tutumla, Rusya NATO’ya yanaşmadı, NATO Rusya’nın konumuna göre, biraz daha “realist” ve çok-taraflı bir askeri strateji belirledi. Bu konuda, Rusya’yı rahatlatacak bazı tavizler açıklamaktan da geri kalmadı. Doğu Avrupa’da füze savunma sistemini rafa kaldırdı, Rusya’yı tedirgin edecek tasarımlarını geri çekti. NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in 20 Kasım günü “Karabağ’ın yeniden düzenlenmesinde NATO’nun bir rol oynayabileceğini sanmıyorum” açıklaması, bütün tabloyu sergilemeye yeterlidir.
PEK İYİMSER BİR STRATEJİ
Meselenin Rusya cephesini bir başka yazıya bırakıyorum. Bununla birlikte şu söylenebilir: NATO ile Rusya arasındaki bu yakınlaşma oldukça kırılgan, hatta umutsuz görünüyor. En önemli anlaşmazlık konularında kesin bir uzlaşma olduğunu söylemek çok güçtür.
Örneğin, Rusya NATO’daki bu iyi niyet yaklaşımları karşısında, ortak bir güvenlik sözleşmesi önerdi. Buna göre, BDT ile NATO ülkelerini kapsayacak bir ortak güvenlik ağı kurulacak ve buradaki ülkelerden herhangi birinin güvenlik paktı tercihi, diğer ülkelerce veto edilebilecekti. On dokuzuncu yüzyıldaki “Concert of Powers” yani Avrupa Güçler Konvansiyonu’nu andıran bu öneri NATO zirvesinde hiç ilgi görmedi. Başka deyişle, NATO, Rusya nüfuzundaki alana yayılmasını gerçekten önleyecek kurumsal düzenlemeleri tartışmaktan kaçındı ve “iyi niyet açıklamalarıyla” yetindi. Avrupa’nın jandarması olduğu günlerin hülyasındaki Rusya’nın bu abartılı özgüvenini şimdilik kırmak istemedikleri anlaşılıyor.
Rusya bir yana, NATO kapsamında çözülmesi güç olan ve ABD-AB gerilimini epey kaşıyacağı öngörülen bir sorun daha var: Avrupa içinde kurulacak bu güvenlik mekanizması kimin denetiminde olacak? Abdullah Gül’ün düğmeyi basma emrini uygulayacağı kesin, ama hangi büyük ülkenin NATO hukuku içinde inisiyatifi alacağı büyük bir anlaşmazlık konusu olarak görünüyor.
NATO’nun 1999 yılında büyük övgülerle ilan edilen stratejisi, göz göre göre iflas etmişti. Rusya SSCB dönemindeki hayallere kapılıp ölçüsüz tavizler vermedikçe 2010 stratejisi de selefiyle aynı yazgıyı paylaşacakmış gibi görünüyor. Öngörmesi zor değil; bunun anlaşılması için gene milyonlarca insanın kanının dökülmesi gerekecek. Bize maliyetini hesaplamayı ise başımızdakilere bıraktığımız için, herhalde bu iflasın en ağır yükü bize düşecektir.

Odatv.com

Pişmiş manşete su katıyorum
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
22 Kasım 2010

“ESKİ Türkiye”de manşetler her zaman çok önemliydi.

Zafer çığlıkları hep manşetlerden atılır, tarihi hep manşetler yazardı.

“Sarışın Güzel Kadın”ın Avrupa’yı salladığını, hep manşetler haykırdı.
Dünya liderlerinin Turgut Özal’a kıskançlıkla karışık bir hayranlık beslediklerini, hep manşetler duyurdu.
Manşetler olmasa “Ta Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” ortalığı sarstığımızı katiyen anlayamazdık.

* * *
“Yeni Türkiye”de de değişen bir şey yok.
Manşetler tıpkı “Eski Türkiye”de olduğu gibi yine çığlık atmaya başladı.
“Yeni Türkiye”nin manşetlerine göre...
NATO’yu dize getirmişiz.
Büyük zafer kazanmışız.
Sadece istediğimizi değil, istemediklerimizi bile almışız.
Dünya liderleri “Türkiye” demiş de başka bir şey dememiş.
Herkes Abdullah Gül’ün sergilediği olağan üstü liderliği konuşuyormuş.
* * *
Tıpkı “Eski Türkiye”de olduğu gibi, “Yeni Türkiye”de de manşetler çığlığı basınca...

Sorulması gereken sorular da arada kaynayıp gitti tabii...

Mesela...

“Madem NATO’yu dize getirdik, bunu neden sadece bizim manşetlerimiz haykırıyor da Batı basının manşetlerinde tık bile çıkmıyor?” sorusunu soran yok.

Mesela...

“Madem Abdullah Gül olağanüstü bir liderlik sergiledi, bunu neden sadece bizim manşetler söylüyor da Batı basınında mübalağasız da olsa bir Abdullah Gül övgüsü yok?” sorusu da gündem dışı.

Hadi hepsini geçtik...

Şu basit ve temel soru bile kimsenin aklına gelmedi:

“Eğer füze kalkanları İran’dan gelebilecek tehlikelere karşı konuşlandırılmıyorsa ne için konuşlandırılıyor? Uzaylı saldırısına karşı mı?”

Lizbon’da “başlamadan başını yarmak!”
Samet DOĞAN
sdogan@habertaraf.com
21 Kasım 2010

Portekiz’in başkenti Lizbon’da başlayan zirvede, Füze savunma sisteminin bir bölümünün Türkiye topraklarında kurulması karara bağlandı. Ancak bu sistemin teknik durumu hala muallakta olmasıyla birlikte AB-NATO’nun “masum” askeri projesinin Türk kamuoyunda yeterince sorgulanmadığı gözlemlenmekte…

Zirvede, İran’ın endişesini giderecek ve Türkiye’yi arada kalmaktan kurtaracak şekilde İran’ın tehdit olarak tanımlanmasından vazgeçildi. Ancak Batı’nın Türkiye’yi Doğu’ya karşı tampon bölge olarak kullanmasına karşı çıkanların duyduğu endişenin de yerinde olduğunu saptamak zor değil.
Türkiye’ye yerleştirilecek sistemin Avrupa’yı hedef alacak bir saldırıda devreye girecek olması komşularıyla sıfır sorun ilkesine dayalı bir strateji güden Türkiye’yi de savaşın kucağına oturtmak anlamına geliyor. Bu durumda ABD’nin doğal olarak müttefiki İsrail’in ve NATO askerlerinin bu coğrafyada istediği gibi at koşturması söz konusu. Ayrıca (AB) Batı’nın kendine işgal edecek yeni topraklar seçmesi durumunda, örneğin Ortadoğu’daki bir ülke karşılaşacağı olası bir saldırıya cevap vermek istemesiyle birlikte Türkiye ile karşı karşıya gelecek. Avrupa’yı vurabilecek bir füze sistemine sahip olan farazi bir ülkenin de zaten ABD - AB baskısı altında olduğunu bilmemek güç değil. Ki daha düne kadar, İran’a olası bir saldırı senaryoları gündemden düşmüyordu.

Kirli bir geçmişe sahip olan NATO’nun Afganistan ve Pakistan’da binlerce “Müslüman” sivili genelde “yanlışlıkla” katletmesi bir tarafa, soğuk savaş sonrası varlık sebebini “yenilemesi” adına füze kalkanı projesiyle bunu gerçekleştirmesi söz konusu. Aynı zamanda da Türkiye üzerinden yerini korumaya devam ederek ve AB’nin kendini güvenceye alarak bölgeyi tekeline alması anlamını taşımaktadır.
Fransa gibi elinde kimyasal silah bulunduran ülkelerin oluşturduğu askeri güç olan NATO İslam dünyasının tanımıyla, emperyalizmin kılıcı demektir. Emperyalist güçler halkları ideolojik kuşatma ve piyasa mekanizmaları ile ezemediği zaman NATO'nun bombalarını devreye sokarak halkları tehdit etmeye devam edeceklerdir.

Türkiye, Lizbon’dan mutlu ayrılırken, alınan kararların altında yatan samimiyetsizliğin göstergesi olan bir açıklama Sarkozy’den geldi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Anadolu deyimiyle “daha başlamadan başını yardı” dedirtecek bir açıklamada bulundu. Sarkozy, NATO zirvesinin yapıldığı Portekiz'in başkenti Lizbon'da, zirvenin ikinci günündeki açıklamasında, “NATO'nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir isim yer almıyor ama biz kediye kedi deriz, bugünün füze tehdidi İran'dır” ifadesini kullandı. Bu cümlelerden de açıkça görüldüğü üzere, bu füze sistemi İran’a ve gelecekte askeri gücü eline alabilecek Ortadoğu ülkelerine bir tehdit olarak kullanılabilme temennisi gütmekte.

Başbakan'ın "kesinlikle bizde olmalı" dediği komuta kontrol şartı prensip kararlarının konuşulduğu zirvede görüşülmedi. İşin teknik boyutu sonraya kalsın denildi. Türkiye, düğmeye kimin basacağı konusunda ısrarlı davransa da henüz resmi olarak Türkiye’ye verilmediği bilinmemekte. Aynı zamanda diğer teknik bilgilerde ortaya konulmuş değil ancak menzili 3 bin kilometreye kadar olan orta ve uzun menzilli füzelere karşı bir savunma sistemi olacağı söyleniyor. Sistemin radar sensörlerinin Türkiye’nin doğusuna yerleştirilmesi planlandığı düşünülüyor. Buna göre, Türkiye’nin doğusunda yer alan bir ülkeden, Avrupa’yı hedef alan bir füze ateşlenmesi durumunda bu sensörler devreye girecek. Sensörlerin füzeyi havadayken tespit etmesiyle birlikte kalkan devreye sokulacak ve Akdeniz’e yerleştirilecek durdurucular harekete geçecek. Durduruculardan ateşlenen füzeler, saldırı füzelerini havada vurarak etkisiz hale getirecek. Özellikle nükleer başlık taşıyan bir füzenin havada, örneğin Türkiye üzerinde, imha edilmesi durumunda yayılacak olan artık materyalin yaratacağı zararların nasıl önleneceği ise belli değil.
habertaraf

NATO ZİRVESİNDE ASLINDA NELER OLDU
Barış Zeren
22.11.2010

Lizbon’da gerçekleşen NATO zirvesi iyimser beyanatlarla bitti. Yeni bir stratejinin benimsendiği, AB ile ABD arasında beklenmedik konularda uyum sağlandığı, bunlarla bağlantılı ve en önemli olarak da Rusya’yla olan karşıtlığın ortadan kaldırıldığı dile getirildi. Bununla birlikte 1999 yılında hazırladığı bir önceki strateji konseptinin başarısızlığı ve bundan doğan sonuçlar yanında, NATO’nun bu zirvedeki iyimserliği oldukça aldatıcı görünüyor.
BİR YALAN MAKİNASI OLARAK TÜRK BASINI
Aldatma deyince, kuşkusuz kendimizden başlamak gerekiyor. Türk basını, NATO zirvesi konusundaki haberleriyle, birkaç dürüst yazar haricinde, bir yalan makinasına döndüğünü kanıtlamıştır. Bu yalan makinasına yanıt yetiştirmenin çok güç ve anlamsız olduğunu sanıyorum. Çünkü bu seri üretimin doğrularla durdurulması mümkün değildir. Ayrıca bir makina kabilinden otomatik yalan ürettiği için, kimsenin bu yalanlara inanmıyor olması da makinayı ilgilendirmemektedir. Amacı doğruyu söylemek, insanları inandırmak vs değil. O yalnızca yapması gerekeni yapıyor.
Anlaşılan, füze kalkanının düğmesini denetimine alamayan Abdullah Gül, zirvenin sonunda elindeki haber üretme makinasının düğmesine basmakla yetinmek zorunda kalmıştır.
NATO’NUN YENİ STRATEJİSİ
Öyleyse bu seri yalan üretimini bırakıp zirvede çıkan sonucun anlamını ve gerilimleri anlamaya çalışalım: NATO zirvesinde gerçekte ne oldu?
NATO, Avrupa Birliği inisiyatifiyle oldukça saldırgan bir stratejik değişikliğe gitti. Atlantik Konseyi Strateji Danışmanları grubundan Rob de Wijk’e göre örgüt, toprakların korunmasından stratejik çıkarların korunmasına yönelmiş durumda. “Stratejik çıkar”, zaten Afganistan müdahalesinde gündeme gelen ve uygulanan bir ilkeydi, ama ABD’nin, buna dayanarak Afganistan’a müdahaleye müttefiklerini ikna etmek için ittifakın hukuksal çatısını epey zorlaması gerekmişti.
Lizbon zirvesinde bu güçlük ortadan kalkıyor. Bu kararlara göre, NATO Afganistan’daki varlığını bitirirken, çok daha esnek bir müdahale gücü haline gelmiş bulunuyor; liderlerin bunu “uzun zamandır yapılması gereken bir değişiklik” olarak tanımlamış olmaları rastlantı değildir.
NATO’nun önceki düşmanları Varşova Paktı, sonra Rusya ya da olsa olsa herhangi bir ülkenin imkanlarını sömüren “terörist” gruplardı. Şimdi ise, siber terörden nükleer silahlanmaya kadar pek çok alanda “nokta” vuruşları yapabilecek bir kapasite öngörülmektedir. Başka deyişle, NATO için düşmanın artık adı yoktur ve NATO ülkeleri, sayılan potansiyel tehditlerden biri saptandığında, bunu bertaraf etmeye yönelebilecektir.
Bu, Bush dönemine özgü ağır militarist doktrin olan “önleyici vuruş” anlayışını andırıyor. Nitekim, bu yılın başlarında da, NATO’nun çağrısıyla yapılan, özel uzmanlardan oluşan bir grubun panelinde bu strateji değişikliği gündeme getirildi. Panele, Clinton döneminde Yugoslavya Savaşı’nı ve parçalanma sürecini yönetmiş olan, kuvvet kullanımında mütereddit Colin Powell’a “Eğer kullanamayacaksak bu büyük orduyu elde tutmanın anlamı ne?” diyen, yeni muhafazakarlara en yakın adlardan Madeleine Albright başkanlık ediyordu. Albright, bir önceki, 1999’daki doktrinin de kurucuları arasındadır.
Başka deyişle, NATO’nun bu yeni militarist anlayışı, bir süredir “çok-taraflı” biçimde tartışılıyor, örülüyordu. Dolayısıyla, Abdullah Gül’ün ya da Tayyip Erdoğan’ın “İran” adını geçirmemesi NATO’nun yeni doktrini açısından hiçbir önem taşımamaktadır. NATO, İran’a müdahale seferberliğini rahatlatacak kararları almış bulunuyor.
SARKOZY MEMNUN
Bu noktada, Sarkozy’nin tutumu dikkat çekicidir. Sarkozy, aslında pek çok NATO liderince de gereksiz görülen bir ısrarla “İran” adını bir resmi tehdit olarak onaylatmak istiyordu. Bu tutumu, uzun süredir istikrarla sürdürdüğü kökten İsrail-yanlısı ve –Yeşil protesto döneminde doruğa çıkan– İran-karşıtı dış politikasıyla tutarlıydı. Sarkozy’nin bu isteği, Abdullah Gül’ün değil, başından beri İsrail’i biraz dizginlemeye çalışan Obama’nın telkinleriyle geri çevrildi. Resmi açıklamada yer almadı, ama muhtemelen bir pazarlık sonucunda, Sarkozy, NATO’nun hedefindeki ülkenin İran olduğunu toplantı sonunda ilan edebildi.
Fransa basını, Sarkozy’nin zirveden memnun ayrıldığında hemfikir. Fransa Cumhurbaşkanı’nın önceden gözettiği üç nokta istediği gibi sonuçlandı: Füze kalkanı projesi tek-taraflı (yalnızca ABD’nin gereksinmelerine göre) tasarlanmadı, AB’ye maliyeti düşük (Türkiye’ye maliyeti belirsiz) ve en önemlisi, Rusya’yı karşısına almadan gerçekleşti.
RUSYA SÜRPRİZİ Mİ?
Lizbon sürecinin en çarpıcı sonuçlarından biri de Rusya’nın tehditler arasından çıkarılıp müttefik ülke konumuna çekilmesi olarak görülüyor. İran aleyhine bu kadar net kararların alındığı bir süreçte, Medvedev’in doğrudan görüşmelere davet edilmesi, karşılıklı verilen olumlu mesajlar, Rusya’nın İran-Çin çizgisini bırakıp Batı’ya mı yanaştığı sorusunu gündeme getiriyor.
Burada vurgulanması gereken ilk nokta şudur: NATO’nun yeni doktrininde Rusya’yla karşıtlığın törpülenmesi, Rusya’dan önce NATO ülkeleri için bir zorunluluktu. Çünkü Bush yönetimi sırasında kurulmuş Avrupa güvenlik dengesi, ABD destekli renkli darbe rejimlerinin art arda çöküşüyle iflas etmişti.
Burada can alıcı eşik, 2008 yazındaki Gürcistan savaşıdır. Bu savaşta bir renkli darbe hükümetini ağır yenilgiye uğratan Medvedev-Putin Rusyası, tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini, ayrıca Batı’nın –Doğu Avrupa’ya füze savunma sistemi kurmaya dayalı– güvenlik stratejisinin de geçersiz olduğunu ilan etti.
Bu “kırmızı çizgilerden” sonra, Batı elindeki diplomatik hareket sahasını yitirdi. Ukrayna’dan Kırgızistan’daki ayaklanmaya kadar birer domino taşı gibi düşen rejimleri artık ne AB ne de ABD korumaya gönüllüydü. Moldovya’daki renkli darbe girişimine, Batı’dan hiçbir destek gelmeyince darbeciler iki günde çöküyordu.
Bir alternatif, Kafkaslar’da Gürcistan yerine yeni müttefikler bulmaktı. Odatv’de çokça yazdık: İsrail’in, Ermenistan ve Azerbaycan’la ilişkileri geliştirmesi bu dönemdedir. Ermenistan’a “Gül” gönderilmesi, iki ülke arasındaki Karabağ gibi sorunların çözümü, gene bu kapsamdaydı. Söz konusu olan, ABD’nin görece mesafeli kaldığı, AB’nin ise etkin biçimde desteklediği bir “İran’ı kuşatma” stratejisiydi.
Rusya ise bu alternatif adımları soğukkanlılıkla izledi. Çok güçlü bir milliyetçi muhalefeti olan Ermenistan’ın, Moskova’yla sıkı tarihsel bağları olan Azerbaycan’ın ve diğer Türkî Cumhuriyetler’in İsrail’le, genelde de Batı’yla girecekleri ittifak sınırlı olmak durumundaydı. Şu anda da süreç Rusya’nın denetiminde ilerliyormuş gibi görünüyor.
Nitekim, en son, Lizbon Zirvesi’nin hemen arifesinde, 18 Kasım tarihinde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ev sahipliğinde, Hazar denizine komşu ülke liderleri Bakü’de buluştu; İran ile Rusya eksenli bu üçüncü zirvenin ikincisi 2007 yılında Tahran’da yapılmış ve Batı’da büyük tedirginlik uyandırmıştı. Şimdi ise, NATO zirvesinden hemen önce Medvedev ve Ahmedinejat’ın açıklamalarındaki her alanda işbirliği vurgusu, Aliyev’in Hazar Denizi’nin bölümlenmesi meselesinin, Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan arasında çözüldüğü açıklamasıyla pekişiyordu.
Kısacası, NATO zirvesindeki yeni tutumla, Rusya NATO’ya yanaşmadı, NATO Rusya’nın konumuna göre, biraz daha “realist” ve çok-taraflı bir askeri strateji belirledi. Bu konuda, Rusya’yı rahatlatacak bazı tavizler açıklamaktan da geri kalmadı. Doğu Avrupa’da füze savunma sistemini rafa kaldırdı, Rusya’yı tedirgin edecek tasarımlarını geri çekti. NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in 20 Kasım günü “Karabağ’ın yeniden düzenlenmesinde NATO’nun bir rol oynayabileceğini sanmıyorum” açıklaması, bütün tabloyu sergilemeye yeterlidir.
PEK İYİMSER BİR STRATEJİ
Meselenin Rusya cephesini bir başka yazıya bırakıyorum. Bununla birlikte şu söylenebilir: NATO ile Rusya arasındaki bu yakınlaşma oldukça kırılgan, hatta umutsuz görünüyor. En önemli anlaşmazlık konularında kesin bir uzlaşma olduğunu söylemek çok güçtür.
Örneğin, Rusya NATO’daki bu iyi niyet yaklaşımları karşısında, ortak bir güvenlik sözleşmesi önerdi. Buna göre, BDT ile NATO ülkelerini kapsayacak bir ortak güvenlik ağı kurulacak ve buradaki ülkelerden herhangi birinin güvenlik paktı tercihi, diğer ülkelerce veto edilebilecekti. On dokuzuncu yüzyıldaki “Concert of Powers” yani Avrupa Güçler Konvansiyonu’nu andıran bu öneri NATO zirvesinde hiç ilgi görmedi. Başka deyişle, NATO, Rusya nüfuzundaki alana yayılmasını gerçekten önleyecek kurumsal düzenlemeleri tartışmaktan kaçındı ve “iyi niyet açıklamalarıyla” yetindi. Avrupa’nın jandarması olduğu günlerin hülyasındaki Rusya’nın bu abartılı özgüvenini şimdilik kırmak istemedikleri anlaşılıyor.
Rusya bir yana, NATO kapsamında çözülmesi güç olan ve ABD-AB gerilimini epey kaşıyacağı öngörülen bir sorun daha var: Avrupa içinde kurulacak bu güvenlik mekanizması kimin denetiminde olacak? Abdullah Gül’ün düğmeyi basma emrini uygulayacağı kesin, ama hangi büyük ülkenin NATO hukuku içinde inisiyatifi alacağı büyük bir anlaşmazlık konusu olarak görünüyor.
NATO’nun 1999 yılında büyük övgülerle ilan edilen stratejisi, göz göre göre iflas etmişti. Rusya SSCB dönemindeki hayallere kapılıp ölçüsüz tavizler vermedikçe 2010 stratejisi de selefiyle aynı yazgıyı paylaşacakmış gibi görünüyor. Öngörmesi zor değil; bunun anlaşılması için gene milyonlarca insanın kanının dökülmesi gerekecek. Bize maliyetini hesaplamayı ise başımızdakilere bıraktığımız için, herhalde bu iflasın en ağır yükü bize düşecektir.

Odatv.com

Pişmiş manşete su katıyorum
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
22 Kasım 2010

“ESKİ Türkiye”de manşetler her zaman çok önemliydi.

Zafer çığlıkları hep manşetlerden atılır, tarihi hep manşetler yazardı.

“Sarışın Güzel Kadın”ın Avrupa’yı salladığını, hep manşetler haykırdı.
Dünya liderlerinin Turgut Özal’a kıskançlıkla karışık bir hayranlık beslediklerini, hep manşetler duyurdu.
Manşetler olmasa “Ta Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” ortalığı sarstığımızı katiyen anlayamazdık.

* * *
“Yeni Türkiye”de de değişen bir şey yok.
Manşetler tıpkı “Eski Türkiye”de olduğu gibi yine çığlık atmaya başladı.
“Yeni Türkiye”nin manşetlerine göre...
NATO’yu dize getirmişiz.
Büyük zafer kazanmışız.
Sadece istediğimizi değil, istemediklerimizi bile almışız.
Dünya liderleri “Türkiye” demiş de başka bir şey dememiş.
Herkes Abdullah Gül’ün sergilediği olağan üstü liderliği konuşuyormuş.
* * *
Tıpkı “Eski Türkiye”de olduğu gibi, “Yeni Türkiye”de de manşetler çığlığı basınca...

Sorulması gereken sorular da arada kaynayıp gitti tabii...

Mesela...

“Madem NATO’yu dize getirdik, bunu neden sadece bizim manşetlerimiz haykırıyor da Batı basının manşetlerinde tık bile çıkmıyor?” sorusunu soran yok.

Mesela...

“Madem Abdullah Gül olağanüstü bir liderlik sergiledi, bunu neden sadece bizim manşetler söylüyor da Batı basınında mübalağasız da olsa bir Abdullah Gül övgüsü yok?” sorusu da gündem dışı.

Hadi hepsini geçtik...

Şu basit ve temel soru bile kimsenin aklına gelmedi:

“Eğer füze kalkanları İran’dan gelebilecek tehlikelere karşı konuşlandırılmıyorsa ne için konuşlandırılıyor? Uzaylı saldırısına karşı mı?”

Lizbon’da “başlamadan başını yarmak!”
Samet DOĞAN
sdogan@habertaraf.com
21 Kasım 2010

Portekiz’in başkenti Lizbon’da başlayan zirvede, Füze savunma sisteminin bir bölümünün Türkiye topraklarında kurulması karara bağlandı. Ancak bu sistemin teknik durumu hala muallakta olmasıyla birlikte AB-NATO’nun “masum” askeri projesinin Türk kamuoyunda yeterince sorgulanmadığı gözlemlenmekte…

Zirvede, İran’ın endişesini giderecek ve Türkiye’yi arada kalmaktan kurtaracak şekilde İran’ın tehdit olarak tanımlanmasından vazgeçildi. Ancak Batı’nın Türkiye’yi Doğu’ya karşı tampon bölge olarak kullanmasına karşı çıkanların duyduğu endişenin de yerinde olduğunu saptamak zor değil.
Türkiye’ye yerleştirilecek sistemin Avrupa’yı hedef alacak bir saldırıda devreye girecek olması komşularıyla sıfır sorun ilkesine dayalı bir strateji güden Türkiye’yi de savaşın kucağına oturtmak anlamına geliyor. Bu durumda ABD’nin doğal olarak müttefiki İsrail’in ve NATO askerlerinin bu coğrafyada istediği gibi at koşturması söz konusu. Ayrıca (AB) Batı’nın kendine işgal edecek yeni topraklar seçmesi durumunda, örneğin Ortadoğu’daki bir ülke karşılaşacağı olası bir saldırıya cevap vermek istemesiyle birlikte Türkiye ile karşı karşıya gelecek. Avrupa’yı vurabilecek bir füze sistemine sahip olan farazi bir ülkenin de zaten ABD - AB baskısı altında olduğunu bilmemek güç değil. Ki daha düne kadar, İran’a olası bir saldırı senaryoları gündemden düşmüyordu.

Kirli bir geçmişe sahip olan NATO’nun Afganistan ve Pakistan’da binlerce “Müslüman” sivili genelde “yanlışlıkla” katletmesi bir tarafa, soğuk savaş sonrası varlık sebebini “yenilemesi” adına füze kalkanı projesiyle bunu gerçekleştirmesi söz konusu. Aynı zamanda da Türkiye üzerinden yerini korumaya devam ederek ve AB’nin kendini güvenceye alarak bölgeyi tekeline alması anlamını taşımaktadır.
Fransa gibi elinde kimyasal silah bulunduran ülkelerin oluşturduğu askeri güç olan NATO İslam dünyasının tanımıyla, emperyalizmin kılıcı demektir. Emperyalist güçler halkları ideolojik kuşatma ve piyasa mekanizmaları ile ezemediği zaman NATO'nun bombalarını devreye sokarak halkları tehdit etmeye devam edeceklerdir.

Türkiye, Lizbon’dan mutlu ayrılırken, alınan kararların altında yatan samimiyetsizliğin göstergesi olan bir açıklama Sarkozy’den geldi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Anadolu deyimiyle “daha başlamadan başını yardı” dedirtecek bir açıklamada bulundu. Sarkozy, NATO zirvesinin yapıldığı Portekiz'in başkenti Lizbon'da, zirvenin ikinci günündeki açıklamasında, “NATO'nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir isim yer almıyor ama biz kediye kedi deriz, bugünün füze tehdidi İran'dır” ifadesini kullandı. Bu cümlelerden de açıkça görüldüğü üzere, bu füze sistemi İran’a ve gelecekte askeri gücü eline alabilecek Ortadoğu ülkelerine bir tehdit olarak kullanılabilme temennisi gütmekte.

Başbakan'ın "kesinlikle bizde olmalı" dediği komuta kontrol şartı prensip kararlarının konuşulduğu zirvede görüşülmedi. İşin teknik boyutu sonraya kalsın denildi. Türkiye, düğmeye kimin basacağı konusunda ısrarlı davransa da henüz resmi olarak Türkiye’ye verilmediği bilinmemekte. Aynı zamanda diğer teknik bilgilerde ortaya konulmuş değil ancak menzili 3 bin kilometreye kadar olan orta ve uzun menzilli füzelere karşı bir savunma sistemi olacağı söyleniyor. Sistemin radar sensörlerinin Türkiye’nin doğusuna yerleştirilmesi planlandığı düşünülüyor. Buna göre, Türkiye’nin doğusunda yer alan bir ülkeden, Avrupa’yı hedef alan bir füze ateşlenmesi durumunda bu sensörler devreye girecek. Sensörlerin füzeyi havadayken tespit etmesiyle birlikte kalkan devreye sokulacak ve Akdeniz’e yerleştirilecek durdurucular harekete geçecek. Durduruculardan ateşlenen füzeler, saldırı füzelerini havada vurarak etkisiz hale getirecek. Özellikle nükleer başlık taşıyan bir füzenin havada, örneğin Türkiye üzerinde, imha edilmesi durumunda yayılacak olan artık materyalin yaratacağı zararların nasıl önleneceği ise belli değil.
habertaraf

Nato kafa nato mermer
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr
30 Mart 2011

1952...

NATO’ya girdik, Coniler İzmir’e girdi. Kavaklıdere Köyü’nde dağı oydular, dağın içine (dışardan göremezsin) nükleer saldırıya dayanıklı savaş karargâhı döşediler. Tesadüfe bakın ki, ABD Büyükelçiliği de Ankara Kavaklıdere’ydi. Hep Kavaklıdere’den döşediler yani.
*
1961...
İzmir’e Amerikalı yağdı, bu sefer Çiğli’de inşaat başladı. Betondan iskele tarzı dalga motorlar dikmeye başladılar. E kabak gibi ortada tabii, ahali merak etti. “Bu ne?” dediler. “Salça fabrikası kurucaz, domates kurutucaz” cevabı aldılar. Ahali sevindi. İskeleler bitti, 18’er metre boyunda boru gibi bi şeyler yerleştirdiler. Ahali gene merak etti. “Bu ne?” dediler. “Minare” cevabı aldılar. Evet, “minare” dediler ahaliye... Ahali gene sevindi. Sonra baktılar ki, minarelerden ezan mezan okunmuyor, tel örgüyle çevrili, kapısında kurt köpekli Amerikan askerleri nöbet tutuyor. “E hani minareydi?” dediler. “Bunlar İbrahim” cevabını aldılar.
*
IRBM yazıyordu kenarında, intermediate range ballistic missile kelimelerinin başharfleri, orta menzilli balistik füze... Jüpiter füzesiydi. Sovyetler’i vurmak için... Üstüne, Türk bayrağı monte ettiler, IRBM’yi İbrahim’in kısaltılmış hali diye kakaladılar.
Ahali gene sevindi.
*
1962...
Ahaliye “minare” dedikleri sırada, asker-sivil iki bin TC vatandaşını ABD’ye götürdüler, eğittiler. NASA’nın Cape Canaveral uzay üssünde,
tamamen Türklerin komutasında bir Jüpiter’in deneme atışı başarıyla gerçekleştirildi. Baktılar ki, bizimkiler güzel fırlatıyor, “aferin” dediler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emrine verdiler. Ama küçücük bi şart vardı, füzenin anahtarı Amerikalı subayda duracaktı. Minareyi döşeyen, kılıfına da uydurmuştu.
*
1962...
ABD Senato heyeti İzmir’e geldi, yalaka basınımız “ticari yardım için geldiler, zengin olucaz” diye yazdı. Ahali sevindi. Halbuki, füzeleri denetlemeye gelmişlerdi. Raporlar incelendi, ki, skandal ortaya çıktı. Bizim ahalinin trafik levhası, çöp bidonu, elektrik direğindeki fincan gibi hedeflere zırt pırt ateş etme alışkanlığı olduğunu bilmiyorlardı. Hıyarın biri, Hiroşima’ya atılanın 100 katı tahrip gücüne sahip füzelerden birine mermi sıkmıştı iyi mi... Motora isabet etmiş, güç bataryası patlamış, kontrol paneli devre dışı kalmıştı. Tel örgülerin çapını genişlettiler, Amerikalı askerleri geri çekip, Türk askerlerini nöbete diktiler. Bizim ahali baktı ki, minare füzeleri Mehmetçik koruyor, gene sevindi.
*
1963...
Küba krizi bitti. “İzmir’e diktiğimiz İbrahim’leri söküp götürdük” dediler. Ahali sevindi.
*
1974...
Kıbrıs’a çıktık. İzmir Çiğli’ye “minare füze” diken ABD, utanmadan ambargo uyguladı. Kolumuzu büküyorlardı. Kaddafi yetişti. Benzin, uçak lastiği, mühimmat verdi. Ahali sevindi.
*
1977...
Gergin günlerdi. Birleşmiş Milletler “İşgalcisiniz, Kıbrıs’tan derhal çıkın” deyince, Dışişleri Bakanlığımızın Kıbrıs özel sorumlusu Onur Öymen, Kanada’da katıldığı toplantıda, “Bizi zorlamayın, gerekirse duvarın öte tarafına geçeriz” dedi. Yani? “Canımızı sıkmayın, Kıbrıs’ı komple alırız” demek istedi. O hafta... Kıbrıs’a çıkan Ecevit, İzmir’e geldi. O zamanlar sivil uçaklara hizmet veren Çiğli Havaalanı’na indi. Bir Türk polis memuru, Ecevit’e ateş etti. Mermi, Ecevit’i ıskaladı, Robert Kolej’den beri kankası olan Mehmet İsvan’ın bacağına saplandı. Yara hafifti. Komaya girdi. Çünkü, mermi, o güne kadar Türkiye’de kullanılmayan, içinde kimyasal barındıran görülmemiş bir mermiydi. Doktorlar çaresizdi. Tabanca Amerikan malıydı. Türk Emniyeti’ne üç adet hibe edildiği açıklandı. Özel Harp Dairesi’ne kayıtlı olduğu iddia edildi. Amerikan tabanca firması, pek mahcup oldu, Mehmet İsvan’ı İsviçre’ye götürdü, tedavi masraflarını üstlendi, iyileştirdi. Ahali sevindi. Ateş eden polis serbest bırakıldı. Menemen savcısı soruşturma açtı ama tıkandı, üstü örtüldü. Ahali unuttu.
*
1987...
İzmir’e yeni havalimanı yapıldı, Türkiye’yi ABD’nin kucağına oturtan rahmetli Adnan Menderes’in adı verildi, böylece, Çiğli Havaalanı sivil uçuşlara kapatıldı, komple askeri oldu.
*
2004...
NATO’ya girdiğimiz
andan itibaren, Amerikan
savaş uçakları Çiğli’ye konuşlanmıştı zaten... Ama AKP iktidar olunca, NATO’nun Napoli’deki hava unsurları karargâhı İzmir’e taşındı.
*
2006...
ABD’nin 16’ncı filosu, Almanya’nın Ramstein Üssü’nden tası tarağı topladı, İzmir’e yerleşti.
*
2010...
Kasım ayında “Füzeyle kalkan, zararla oturur” başlıklı yazı yazdım... “İzmir’deki Amerikan konsolosluğu kapatıldı ama, son iki senedir İzmir’e ha bire Amerikalı subay taşınıyor. Öyle hale geldi ki, Şirinyer’deki NATO lojmanlarına sığmıyorlar artık, 2 bin 200 dolar kira yardımı alıyorlar, Bornova’da Urla’da villa kiralıyorlar. Sizce niye?” diye sordum. “Goygoycu manşetlerle uyutuluyor Türk halkı, İzmir üzerinden bi iş çeviriyorlar” diye ilave ettim.
*
2010...
Hep sevinen ahali, bu yazıma çok kızdı. “Şerefsizsin sen, haysiyetsizsin” dediler. “Sanki Amerika’nın emrindeymişiz gibi yalanlar yazıyorsun, hükümetimize iftira atıyorsun” dediler. İsrail ajanı, Rum dönmesi olduğumu, annemin Ermeni, babamın Kürt, benim ters manyel veren gizli Amerikancı olduğumu öne sürdüler. Ağabeyim sitem etti, bana bi şey yok mu?
*
2011...
“NATO’nun Libya’da ne işi var?” dediler. Savaş gemisi gönderdiler. Henüz söylemediler ama, F16 da gönderiyorlar. Üstüne, NATO’nun Libya’yı vurma karargâhı yaptılar İzmir’i.
*
“Minare füze” dikilen İzmir Çiğli’den, Amerikan ambargosu uygulandığında yardımımıza koşan Kaddafi’yi, İzmir Çiğli’den vuracak minareci arkadaşlar...
*
“Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız”
diye bi şiir hatırlıyorum sanki.
*
Hülasa...
Libya’yı vuruş “haçlı seferi” olduğuna göre, haçlı seferinin karargâhı, bu arkadaşların “gavur” dediği İzmir olmayacaktı da, neresi olacaktı birader?
Yarın öbür gün, “Biz vurmadık, gavur İzmirliler vurdu” diye yemin etse, başı ağrımaz yani.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17407746.asp?yazarid=249

NATOPERSTLER- Yalakalık İrsidir
Bülent ESİNOĞLU
22.04.2011

CIA’nın örtülü operasyonları, yayın organları tarafından, Türk halkının üzerine masum bir haber ve yorummuş gibi boca edilir.
Haber ve yorummuş gibi boca edilme işinde, hep Cumhuriyet Gazetesi öne çıkar. Solcu gibi görünmesi, halk nezdinde güven sağlıyor gibi görünmesi, bu tür haberlerin bu gazeteye sızdırılmasında önemli rol oynar.
Cumhuriyet Gazetesinin Dış Haberler Servisi, İsrail ve Amerika ile haberler yapar. İsrail ve Amerika’nın İslam ülkelerinde yaptığı mezalim, laiklik penceresinden Türk halkına çok doğru uygulamalar gibi aktarılır.
Cumhuriyet Gazetesinin Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer, “ Türkiye’de NATO’yu sevdirme Kampanyası” başlıklı bir makale yazmış.
Dikkatle okudum, Çakırözer’in bu sevdirme kampanyasının ne tarafında diye…
Son yıllarda, Türk halkının NATO’ya güvenini yitirdiğinden söz ediyor. NATO’nun Türk halkı nezdinde, yeniden güven kazanması için NATO gençlik üzerinde çalışma yapacakmış. Yazı bir makaleden ve yorumdan çok haber niteliğinde.
Yani medya kanalı ile NATO öyle bir imaj tazeleme çalışması yapacak ki, bize medya kanalı ile “NATO’yu sevin” diyecekler, bizde seveceğiz.
Çakırözer’in verdiği haberden sonra, şu cümlesine bakın, Cumhuriyet Gazetesinin en öndeki kişisinin, Amerika’yı bize sevdirmek için ne kadar uğraştığına siz karar verin.
“Veto gücüne sahip olduğumuz ve bölgesel-küresel barışı sağlamak için önemli görevler üslendiğimiz NATO’nun, Türk halkı nezdinde imajının düzeltilmesinin Türkiye’nin kendi ulusal çıkarları açısından önemlidir.”
Amerika’nın çıkarları ancak bu kadar ince bir teknikle savunulur. Bu cümledeki Türkiye kelimesini kaldırın yerine Amerika koyun daha iyi.
Yani Çakırözer’e göre, NATO’nun Afganistan da Müslümanların canına kıyması bir modernizasyon ve demokrasi hareketi. NATO’nun Libya saldırısı demokrasi hareketi oluyor.
Türk halkı bu beyleri solcu sanıyor. Cumhuriyet Gazetesini de solcu sanıyor.
Emperyalizmi bize küreselleşme ve demokrasi diye anlatanlar solcu olamazlar.
Çakırözer’in şunu bildiğinden eminim.
NATO bir savunma örgütü değildir.
NATO Batının saldırı aygıtıdır.
NATO savunmaz böler.
Emperyalizmin Türk halkı nezdinde imajını düzeltmeye Cumhuriyet Gazetesinin gücü yetmez.
Emperyalizme, emperyalizm denir. Başka bir şey denmez. Emperyalizmi, uluslar arası ilişkiymiş gibi Türk halkına kakalamanın artık modası geçmiştir.
Cumhuriyet Gazetesinin de sürekli tiraj kaybetmesi de bundandır.
Emperyalizme karşı olmadan solcu olunamaz. Anti emperyalizmin kendini ifade ettiği tek gazetenin Aydınlık olacağı görünmektedir.

http://www.ordumillet.com/


Afganistan'da işgalci haçlı ordusu NATO 2 çocuk daha öldürdü
15 Mart 2011 Salı 19:19
Afganistan'ın Kunar vilayetinde işgalci haçlı ordusu NATO tarafından düzenlenen hava saldırısında iki çocuk hayatını kaybetti. Aynı eyalette birkaç hafta önce, bir NATO saldırısında, dokuz çocuk odun toplarken öldürülmüştü. haber1001

Afganistan'da İşgalci Haçlı Ordusu NATO 1 Kız Çocuğu Daha Öldürdü
12 Mayıs 2011
Afganistan'daki İşgalci Haçlı Ordusu NATO ve Afgan birliklerinin ülkenin doğusundaki Nangarhar vilayetinde dün gece düzenlediği baskında, bir polisle bir kız çocuğunun "yanlışlıkla" öldürüldüğü bildirildi. haber1001

NATO Libya'da Otobüsü Vurdu: 12 Sivil Öldü
15.06.2011
NATO'nun Trablus yakınlarında bir otobüse düzenlediği hava saldırısında 12 kişinin öldüğü bildirildi.

Libya Devlet Televizyonu, otobüsün başkentin güney kesimindeki Kikla kenti girişinde vurulduğunu, "otobüsteki 12 yolcunun hayatını kaybettiğini" belirtti. TRT
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Hzr 15, 2011 10:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ksm 21, 2010 12:36 am    Mesaj konusu: Türkiye kimseye 'kalkan' olmayacak! Alıntıyla Cevap Gönder

Fidel Castro: NATO Askeri Bir Mafyadır



Küba'nın eski lideri Castro, NATO'nun askeri bir mafya olduğunu söyleyerek NATO'nun Afganistan'da bir soykırım gerçekleştirdiğini belirtti

24 Kasm 2010
Anadolu Haber

Salı günü yayınlanan bir makalesinde eski Küba Başkanı Fidel Castro Batılı ülkelerin oluşturduğu NATO’yu “saldırı kuruluşu” olarak tanımlayarak, milyarlarca insanın yoksulluk, açlık, sefalet ve geri kalmışlıktan çektiği acının NATO’nun umurunda olmadığını söyledi.

Lizbon Zirvesinde, NATO işgal güçlerinin 2014 yılında Afganistan’ı terk edeceği yönündeki kararın aldatıcı olduğunu belirten Castro “inanıyorum ki NATO Afganistan direnişi karşında yenilgiye uğrayıp Afganistan’ı terk etmek zorunda kalacaktır” dedi.

Türkiye kimseye 'kalkan' olmayacak!
21 Kasm 2010


NATO Füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesinin onaylanmasına Türkiyeli müslümanlardan tepki yağıyor.Yurdun dört bir yanında düzenlenen protestolarda 'Nato'nun askeri olmayacağız' mesajı verildi.

NATO'nun Lizbon Zirvesi'nde Füze Kalkanı'nın Türkiye'ye yerleştirilmesinin onaylanmasına Türkiyeli sivil toplum kuruluşları ve özgürlük platformlarından sert tepki geldi.

SAKARYA: TÜRKİYE İSRAİL'E KALKAN OLUYOR

Sakarya Adalet Girişimi 271. hafta basın açıklamasında NATO’nun Füze Kalkanı Projesi’nde asıl hedefin Doğu ve İslam ülkeleri olduğunu belirterek, projeye verilen destek ile ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet edildiğini savundu

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu’nun haftalık devam ettirdiği adalet ve özgürlük eylemlerinde 271. hafta geride kaldı. Platform adına Sakarya Dayanışma Derneği’nden Kadrican Mendi’nin yaptığı açıklamada Lizbon Zirvesi’nde NATO’nun füze kalkanı projesine Türkiye’nin verdiği destek protesto edildi. Mendi, projeyle ilgili olarak “Her ne kadar bunun bir savunma sistemi olduğu söylense de gerçekte biliyoruz ki; Batı’nın ve bu arada NATO’ya katılması konuşulan İsrail’in çıkarlarını ve güvenliğini esas alan bir proje bu. ABD ve İsrail’in balistik füzelerinin tehdidine karşı hiçbir yaptırımı bulunmayan bu yeni konseptle başta İran olmak üzere İslam ülkeleri, ABD ve İsrail’in nükleer güç karşısında bir denge oluşturabilme şansından dahi yoksun bırakılacaklar. Bu konseptin tam meali ABD ve Batı, dünyanın istediği bölgesini istediği zaman vurabilir ama kimse onlara karşılık veremez, hatta bunu aklından dahi geçiremezdir.” değerlendirmesinde bulunarak projeyi savunmak için söylenenlerin kamuoyuyla dalga geçmekten başka bir anlam ifade etmeyeceğini söyledi.

Başörtüsü sorunuyla oynamayın!

Kadrican Mendi, başörtüsü sorununda gelinen noktayla ilgili olarak da “Bir zamanlar Cumhurbaşkanlığını başörtüsü meselesini çözmek için nihai hedef olarak gösteren kadro buraya yerleştikten sonra bu sefer Anayasa Mahkemesi’ni mazeret olarak kullandı ancak referandum sonrası bu “engeli” de aştığını bildiğimiz Hükümet halen, Başbakan’ın çok sevdiği futbol ağzını kullanırsak, orta sahada top çevirmektedir. Gül’ün eşine destek mesajının ardından Başbakan ise sorunun çözümünü bir kez daha seçim sonrasına atmaktadır. Kendisinin son seçimi olacağını aylar öncesinden ilan eden bir siyasetçinin meselenin çözümünü böyle bir final sahnesine bağlamasını nasıl izah edebiliriz? Bu son seçimden sonrada kalkıp “Kusura bakmayın arkadaşlar, ben artık gidiyorum, siz başınızın çaresine bakın” derse bunun hesabı kimden nasıl sorulacaktır? Yoksa Başbakanın son seçiminden sonra bir de Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı olmasını mı bekleyeceğiz? Kamuoyu ile adeta alay eden bu tavra karşı sessiz kalmamız söz konusu olamaz.” dedi. “Katil NATO’ya hayır!”, “Ne NATO ne kalkan” dövizlerinin taşındığı eylem “Direne direne kazanacağız” sloganlarıyla son buldu.

Basın açıklaması metni:

Dün Lisbon’da toplanan tarihi NATO zirvesinde kamuoyunda “füze kalkanı sistemi” olarak bilinen yeni konsept Türkiye’nin de onayı ile kabul edildi.

Tüm dünyanın bildiği gibi bu sistemin muhatabı Türkiye’nin komşusu Doğu-İslam ülkeleri ve yine herkesin bildiği gibi Amerika’nın öncelikli düşman ilan ettiği İran İslam Cumhuriyeti idi.

Her ne kadar bunun bir savunma sistemi olduğu söylense de gerçekte biliyoruz ki Batının ve bu arada NATO’ya katılması konuşulan İsrail’in çıkarlarını ve güvenliğini esas alan bir proje bu.

ABD ve İsrail’in balistik füzelerinin tehdidine karşı hiçbir yaptırımı olmayan başta İran olmak üzere İslam ülkeleri bu yeni konseptle ABD ve İsrail’in nükleer güç karşısında bir denge oluşturabilmek şansından dahi yoksun bırakılacaklar.

Bu konseptin tam meali ABD ve Batı dünyanın istediği bölgesini istediği zaman vurabilir ama kimse onlara karşılık veremez, hatta bunu aklından dahi geçiremezdir.

Türkiye’nin İslam ülkeleri nezdindeki itibarını ve Ortadoğu halklarının kaderini belirleyecek böyle önemli anlaşmaya dönük hükümetin geliştirdiği; “Anlaşmada hiçbir ülkenin adı geçmiyor, İran düşman olarak gösterilmiyor” şeklindeki savunuları kamuoyu ile alay atmaktan başka bir şey değildir.

Komşularla sıfır sorun gibi bir sloganı diline pelesenk eden “Davutoğlu konsepti”, Irak seçimlerinde ABD’nin planına alet olduktan sonra son NATO konseptini de onaylayarak inandırıcılığını yitirmiştir.

Bu sürecin devamında İsrail’in de aynı kalkan içine alınarak İran’a karşı dokunulmaz kılınması meselesi konuşulmaktadır.

Bu noktada “One minute” çıkışlarının “İsrail bizden özür dileyecek” laflarının samimiyetini kamuoyunun değerlendirmesine bırakıyoruz.

Dış siyasette yaşanan bu işbirlikçi tutum maalesef Başörtüsüne karşı takınılan resmi tutumun bir devamıdır.

Hayrünnisa Gül’ün ilköğretimde başörtüsünü savunan biz “cahilleri” eğitmekten bahseden açıklamasına destek veren Cumhurbaşkanı basının ısrarla bu meseleyi sorması üzerine “artık bu konuyu duymaktan rahatsız olduğunu” söylemektedir.

Oysa bizler çok iyi biliyoruz ki bir zamanlar Cumhurbaşkanlığını başörtüsü meselesini çözmek için nihai hedef olarak gösteren kadro buraya yerleştikten sonra bu sefer Anayasa mahkemesini mazeret olarak kullandı ancak referandum sonrası bu “engeli” de aştığını bildiğimiz hükümet halen, başbakanın çok sevdiği futbol ağzını kullanırsak orta sahada top çevirmektedir.

Gül’ün eşine destek mesajının ardından Başbakan ise sorunun çözümünü bir kez daha seçim sonrasına atmaktadır.

Kendisinin son seçimi olacağını aylar öncesinden ilan eden bir siyasetçinin meselenin çözümünü böyle bir final sahnesine bağlamasını nasıl izah edebiliriz?

Bu son seçimden sonrada kalkıp “Kusura bakmayın arkadaşlar, ben artık gidiyorum, siz başınızın çaresine bakın” derse bunun hesabı kimden nasıl sorulacaktır?

Yoksa Başbakanın son seçiminden sonra bir de Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı olmasını mı bekleyeceğiz?

Kamuoyu ile adeta alay eden bu tavra karşı sessiz kalmamız söz konusu olamaz.

Başörtüsü 8 yıl süren ilköğretimde, üniversitelerde ve hayatın her alanında serbest oluncaya kadar hesap sormaya devam edeceğiz.

Allah yolunda adanmışlığın şiarı olan Kurban Bayramını hayatımızı nelere adadığımızın muhasebesini yapmak için bir vesile sayıyoruz.

Bizlere Hakkı, Adaleti, Dürüstlüğü, Fedakârlığı emreden Rabb’imize adanmış bayramlarda buluşmak üzere hepinizi Allahın adı ile selamlıyoruz.

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına

Sakarya Dayanışma Derneği

KONYA: NATO MÜSLÜMANLARIN TOPRAKLARINI İŞGAL EDEN BİR ÖRGÜTLENMEDİR

Konya İnanç Özgürlükleri Platformu düzenlediği basın açıklaması eyleminde, NATO füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesinin onaylanmasına sert tepki gösterdi.

Basın açkılaması metni platform adına Abdurrahman Akcan tarafından okundu:

Basın açıklaması metni:

Rahman, Rahim, Allah’ın adıyla

Tehdit ederek her yolun başına oturup da Allah’ın yolundan O’na inananları çevirmeyin ve yolun eğriliğini, çarpıklığını arzu etmeyin. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı Bakın bozguncuların sonu nasıl olmuştur. (Araf Suresi 86. Ayet)

Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;

İki kılıbık sohbet ediyorlarmış. Birisi: ‘’Evde otorite benim. İşlerime kimseyi karıştırmam.’’ demiş ve eklemiş: ‘’Önce yemek sonra bulaşık sonra da çamaşır işleriyle uğraşırım. Sıraya asla müdahale ettirmem.’’ deyince, diğeri: ‘’O da laf mı? Evde son sözü her zaman ben söylerim. Sen bilirsin hanım derim. Üzerine de söz söyletmem.’’ demiş.

Son günlerde etkin dış siyaset muhabbetleri, bu hikâyede olduğu gibi cereyan ediyormuş gibi geliyor bize… ‘’İran’ın adının anılmasına müsaade etmedik. Hedef ülkeler arasında zikredilmesine mani olduk. Komuta bizim kontrolümüzde olacak. Savunma sistemine Türkiye’yi de dâhil ettik.’’ gibi ifadeler, bize çok şirin geldi. Türk mizahına yapılmış önemli bir katkı gibi algıladık. Dümbüllü İsmail sizinle gurur duyuyordur. Dış siyaset mi, komedi dükkânı mı belli değil.

Terör örgütü İsrail’in resmi kuruluşundan bir yıl sonra kurulan NATO, 2. Dünya savaşından sonra bir savunma paktı olarak ortaya çıktı. Katılımcı ülkelerin savunulmasını esas alan bu yapılanmaya 1952 de Türkiye’de dâhil oldu. Sovyet yayılmacılığı tehlikesi bahane edilerek dâhil olunan NATO, Sovyetler birliğinin çökmesi ve dağılmasıyla birlikte varlık nedeni hususunda ciddi tartışmalar yaşadı.

Türkiye’nin bu ittifaka dâhil olma gerekçesi ortadan kalkmış olmasına rağmen, bu ittifakta bulunma, ülkemizde tartışmaya dahi açılmadı. Türkiye bu ittifakın önemli bir üyesi olarak ittifak bünyesinde kalmaya devam etti. NATO, Varşova paktının dağılmasıyla birlikte kendisine yeni düşman olarak, kızılın yerine yeşili belirledi. Artık sosyalizm tehlikesi bitmiş, yerine İslam bir tehlike olarak konulmuştu. O günden sonra da NATO, tüm stratejisini Müslümanlara düşmanlık üzerine belirledi. Irak ve Afganistan’ın işgali Müslümanlara yönelik saldırıların en uç noktasını oluşturdu.

NATO, Müslümanların topraklarını işgal eden bir işgal örgütlenmesidir! İkinci hedefi de, kendisinin işgal etmediği Müslümanların topraklarını işgal eden diğer devletleri destekleyip korumak, gözetmektir. İşgalci terör örgütü İsrail, bu destekleme listesinin başını çekmektedir.

Son günlerin önemli tartışma konusu olan Füze kalkanı projesinin, elinde nükleer güç bulunduran ve bulundurma ihtimali olan Müslüman ülkelere yönelik olduğu gayet açıktır. Ve bu ülkelerin, Türkiye’yle hiçbir sorunu yoktur. Açıkça düşmanının İsrail olduğunu belirten ve İsrail’i yeryüzünden sökülüp atılması gereken habis bir ur olarak nitelendiren İran’a yönelik bir savunma sistemi olduğu da gayet açıktır. Yani bu füze kalkanı sistemi, İsrail’i İran’a karşı korumak ve olası bir İran – İsrail savaşında NATO’nun İsrail’in yanında olacağı anlamına gelmektedir.

Komşularıyla sıfır problem politikası yürüten ve İsrail’le gemi krizinden sonra İsrail’e üç ay mühlet verip ‘’Özür dilemezlerse ilişkileri keseriz!’’ diyen bir dış politikanın gelmiş olduğu nokta Lizbon toplantılarının sonucunda, şerefli mağlubiyetler dönemi ve onurlu kılıbıklık diplomasisi diye nitelendirilebilecek bir haldedir.

Biz dış politika üretenlere daha sağlıklı bir yöntem öneriyoruz. Hem de daha mizahi olur. Füze kalkan sistemini ülkemize yerleştirin. Ülkemizdeki işgal edilmiş toprakların kilometre karesini arttırın. Fakat karşılığında NATO ülkelerine kılıç kalkan ekibi kurmalarını da şart koşun. Daha tutarlı davranmış hem de onurlu bir dış politika sergilemiş olursunuz. (!)

Acziyetin kudret, yenilgilerin zafer olarak adlandırılmadığı; izzet ve şerefin, Tevhid ve adalet üzere şekillendiği bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 168. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.

KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMUKOCAELİ: AMERİKA'YA KARAKOL, İSRAİL'E KALKAN, İRAN'A DÜŞMAN OLMAYACAĞIZ

Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu 292.hafta basın açıklaması 20 Kasım 2010 Cumartesi günü, saat 12.30’da İzmit İnsan Hakları Parkı, Özgürlük Meydanında yapıldı.Basın açıklamasını Gönüllü Kültür Teşekkülleri üyelerinden MAZLUMDER Kocaeli Şubesi başkanı Çetin Tahtacı yaptı.Konusu ülkemize kurulması planlanan füze kalkanına halkın gösterdiği tepkiydi.

Basın açıklaması metni:

Değerli basın mensupları ve çok kıymetli halkımız,

292.Haftaya giren, Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformunun

basın açıklamasına hoş geldiniz.

ABD, kendi tehdit algısına göre İran’daki, Suriye’deki, Lübnan’daki ve Filistin’deki gelişmeleri dizginlemek ve sözde İsrail’in güvenliğini garanti altına almak için Türkiye’de Füze Kalkanı kurmak istemektedir. NATO patentli bu teklifle Türkiye’nin önüne getirilmek istenen gerçek anlamıyla koruculuktur. Türkiye uzunca bir süredir ithal tehdit algısıyla şekillenmiş olan NATO'nun Füze Kalkanı Projesini onaylaması yönünde baskı altında tutulmaktadır. Bu durumda ya komşularla sıfır sorun politikasını sürdürmek ya da gerçek hedefi kardeş halklar olan sipariş projede "cephe ülkesi" rolünü üstlenmek gibi iki farklı misyon arasında bir tercihte bulunmasına zorlanacaktı. Fakat dün Lizbon’ da gerçekleşen zirvede NATO, yeni yol haritası olan 'stratejik belge'yi ve bu çerçevede füze savunma sistemi oluşturulmasını kabul etmesiyle Türkiye’ye koruculuk görevini vermiştir.

Füze kalkanı projesinde hem Türkiye’yi hem de Batı dünyasını bölgeden kaynaklanan nükleer füzelere karşı korunacağından bahsedilmektedir. Herkesinde bildiği gibi Ortadoğu’da İsrail’in nükleer silahı elinde bulunduğu bilinmesine rağmen hiç konu bile edilmezken neden İslam coğrafyasındaki halklar tehdit olarak algılanmaktadır ? Bir realite karşısında sessiz kalanların bir ihtimal üzerinde kıyameti koparmaları ikiyüzlülüğün ta kendisidir. Buradan da anlaşılıyor ki Müslüman halkları tehdit olarak algılayan NATO füzeleri, Filistin işgalcisi İsrail devleti için "muhafız" rolü üstlenecektir.

Türkiye hükümetinin girişimiyle tehdit algısı ülke olarak herhangi bir ülkenin bu belgeye yazılmaması önemlidir. Fakat füze kalkanının yapıldığı takdirde Türkiye üzerinde imha edilecek olan nükleer füzelerin oluşturacağı serpintinin ülkemiz insanına vereceği zararı kim telafi edecektir. Daha öncesinde yaşadığımız Çernobil faciasının ülkemize verdiği zarar hala hafızalarımızda diri durmaktadır.

Hükümet’ten, NATO füzelerine ev sahipliği yapmak gibi kardeş halklar nezdinde hepimizin başını öne eğeceği kesin olan ve tarih önünde kendilerini de vebal altına alacak bu karara geri adım atması hepimizin dileğidir.

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu adına
MAZLUMDER Kocaeli Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Çetin TAHTACI


AKYAZI: NATO'NUN FÜZE KALKANI İSLAM ÜMMETİ'NE AÇILMIŞ BİR SAVAŞTIR

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu düzenlediği basın açıklaması eyleminde NATO füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesine sert tepki gösterdi.

Basın açıklaması metni:

Hangi Çözümden Bahsediyorsunuz?

Başörtüsü yasağı artık çözüldü gibi açıklamaların kamuoyuna yansıması acaba hangi türden algılamalar için yapılmaktadır.

Onbinlerce başörtülü memur, öğretmen veya görevli hergün başlarını açmaya zorlanıyorken, bazı üniversitelerde başörtülü öğrenciler kampüse giremezken, orta öğretimde ve ilköğretimde başörtülü öğrencilere yönelik yasak sürerken hangi çözümden bahsediyorsunuz?

Biz çocuklarımızı yetiştirirken ‘firt laydlere’ soracak değiliz. İnancımızın gereği neyse çocuklarımızı o şekilde yetiştirmek en tabii hakkımızdır. Siz birilerine şirin gözükeceksiniz diye onların taktirlerine muhatap olacaksınız diye başörtüsüne yaş sınırlaması getirerek ailelere cahil yakıştırmasında bulunmak hakkını kullanamazsınız.

Milli güvenlik derslerini muvazzaf subayların vermesi olmazsa olmazmıdır. Bu dersleri görev yapan öğretmenlerden herhangi biri rahatlıkla verebilir. İktidarların görevi özgürlüklerin önünü açmaktır. Hayatın tüm alanlarında insanlar inançlarının gereğini yapabilmelidir.Eğer bir iktidarözgürlüklerin önünü açamıyorsa ‘Beyaz Türk’lerin’ hegomanyasından kurtulamamış demektir. İktidarın görevi bu hegomanyayı kırmaktır. Halka rahmen iktidarınızı sürdüremezsiniz.

Natonun füze kalkanı islam ümmetine açılmış bir savaştır.

Amerika natoyu kullanarak israile yapılacak saldırıları önlemek için için füze kalkanlarını türkiyede konuşlandırmak istiyor. İncirlik üssü israilin mefaatlerini korumak için yeterli gelmiyormu?

Akp hükümeti ağa babalarının ramına iş yapamadığı aşikar. İktidar küresel emperyalizmin oyununa alet olmamalıdır. İslam ümmetine karşı konuşlandırılması düşünülen füze kalkanlarına kesinlikle karşıyız. Füze kalkanlarının ülkemize konuşlandırılması ülkemize ihanettir. İktidar bu kirli oyundan derhal çekilmelidir.

Gelecek hafta cumartesi saat 12:30’da buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu Adına
Mazlum sözcüsü
İrfan ALEMDAR


ANKARA: TÜRKİYE TEHDİT ALTINDAKİ İSLAM TOPRAKLARINA KALKAN OLSUN

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu düzenlediği basın açıklaması eyleminde, NATO Füze Kalkanı'nın Türkiye'ye yerleştirilmesine sert tepki gösterdi.

Basın açıklaması metni:

Saygıdeğer gönül dostları Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 251. Hafta basın açıklamasına hepiniz hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Geçmiş Kurban bayramınızın hayırlara ve özgürlüklere vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Bugün NATO zirvesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında Lizbon’da düzenleniyor. ABD’nin üye tüm ülkelere füze kalkanı projesini kabul ettirmesi bekleniyor.

NATO ülkemizde üs kuracakmış..! Amerika’nın girdiği yerden çıktığı nerede görülmüş?! Afganistan ve Irak’ta yaşananlar ortadayken böyle bir proje nasıl kabul edilebilir? Bir İncirlik’ten kurtulmaya çalışırken yeni İncirlikler kabul edemeyiz. Amerikan askerleri bu topraklara asla girmemelidir.

NATO, İran’a, Suriye’ye ve bu bölgenin Müslüman halklarına karşı bir füze kalkanı kurmak istiyor. Müslüman bir ülke olan Türkiye’ye kurulacak füze kalkanıyla bu topraklar kirletilecektir. Bunun barış amaçlı bir proje olduğu büyük bir yalandır. Biz Türkiye’nin Avrupa’ya değil, tehdit altındaki İslam topraklarına; İran’a, Suriye’ye, Filistin’e kalkan olmasını istiyoruz.”

Bizler sesimizi yükselterek zulüm yapanlara kalkan olmak istemediğimizi ifade ediyoruz. Masum insanların üzerinde süper güçlerini çekinmeden kullanan katillere zulümlerini gizlemekte kalkan olmadık olmayacağız. Yapılacak bu antlaşmadan ötürü katillerle masaya oturanları kınıyoruz. Devlet büyüklerinin bebek katilleri ile sıkılan ellerin bir gün boğazımızı sıkmak için fırsat kolladıklarını unutmasınlar.

Hükümet ve diğer oy kaygısı güden partilerce bir oy deposu olarak görülen siyasete Allah’ın emrini alet etmekten çekinmeyen samimiyetsiz ve vicdan yoksunu parti liderleri bu sorunu çözmektense iyice kördüğüm edip kangrenli bir uzva dönüştürmeye çabalıyorlar. Eğitime %100 destek verdiklerini her türlü yayın organından gösteriş yapan eğitim gönüllülerinin aldığı yoklamaya tarladan, bağdan, bahçeden ve düğün evinden değil; okul kapılarından başörtümüzle ‘BURDA’ diyoruz. Kız çocuklarının çalıştırılması, küçük yaşta evlendirilmesi ve tarlada iş gördürülmesine karşı çıkan eğitim gönüllülerine başörtüsü ile okul kapılarında güvenlik görevlilerince şiddet görmesine sessiz kalması çok düşündürücüdür. İdeolojik ayrılıklar yüzünden kendilerinin her konuda haklı olduklarını fakat özgürlük mücadelesi veren mazlumları her konuda haksız gören yobazlar zulümden çekinmemekte. ‘Baba beni okula gönder’ diye türkü yakanlara karşılık olarak bizde ‘Baba beni okula almıyorlar’ diyoruz.

Devletin okullarına, hastanelerine, adliyelerine başörtülü hanımların okul kapılarında emir kulu olarak addedilen, kraldan çok kralcı, sistemin güvenlikçileri tarafından kapıdan içeri alınmayıp tartakladığı, hakaret ve kötü muamele ile karşılaştığı bu çarpık düzeni kınıyoruz. Hak, özgürlük, adaletten yüreklice bahsediyor ve buradayız diyoruz.

Kalpleri yerlerinden sökülmüşçesine, vicdanlarını geçirdikleri operasyonla aldırmışçasına tepkisiz ve ilgisiz duranlara Allah’dan acil şifalar diliyoruz. Bizler inanç özgürlükleri tam anlamıyla yaşanıncaya kadar mücadelemizi sürdürmeye söz veriyoruz. Haftaya 252. Basın açıklamasında buluşana kadar sizi Allah’a emanet ediyoruz. Selam ve dua ile…

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına
MAZLUMDER Ankara Şubesi
velfecr.com



Afganistan'da NATO Protestosu

Afganistan'da düzenlenen saldırılarda yaşanan sivil can kayıpları, başkent Kabil'te düzenlenen gösteri ile kınandı.

06.03.2011

Kabil’de yüzlerce kişi, NATO ve Amerikan saldırıları sırasında öldürülen ve yaralanan sivillerin fotoğraflarını taşıdı.

Amerika ve NATO karşıtı sloganlar atan, Amerikan Başkanı Barack Obama’nın bir kuklasını yakan göstericiler, bütün yabancı askerlerin Afganistan’dan çekilmesini istedi. Sıradışı

NATO Afrikalı göçmenleri ölüme terk etti'
9 Mayıs 2011
Guardian bugünkü manşetinde bir özel habere yer vermiş: "NATO 61 göçmeni açlıktan ölüme terk etti."
Gazetinin ortaya çıkardığı olay Mart ayı sonlarında Akdeniz'de gerçekleşmiş. Afrika ülkelerinden 72 sığınmacıyı taşıyan gemi İtalya'nın Lampedusa adasına gitmek üzere Libya'dan ayrıldıktan sonra arızalanmış. Ancak İtalyan sahil güvenlik birimleri ve yakınlardaki bir NATO gemisi ile bağlantı kurulup yardım istenmesine rağmen gemi kaderine terk edilmiş.
16 gün açıkta bekleyen geminin 72 yolcusundan 61'inin açlık ve susuzluktan öldüğünü yazan Guardian, sağ kurtulanlardan Abu Kurke'nin şu sözlerini aktarıyor:

"Her sabah uyandığımızda yeni cesetler ile karşılaşıyorduk. 24 saat bekletip denize atıyorduk. Son günlerde kendimizde değildik. Birileri ölüyor, kalanlar da dua ediyordu."

Guardian Kuzey Afrika'da yaşanan isyan hareketleri nedeniyle deniz yoluyla Avrupa'ya kaçmaya çalışanların sayısında büyük artış olduğunu da hatırlatmış haberinde. Gazete son dört ayda 300 bin göçmenin bu tehlikeyi göze alarak denize açıldığını, geçen ay Libya'dan yola çıkan ve Avrupa'ya ulaşamayan 800 kişinin de öldüğünün tahmin edildiğini belirtiyor. BBC

Yine Nato Yine Müslüman Katliamı!
08 Haziran 2011
Anadolu Haber

Libya hükümeti, NATO tarafından gün içinde yapılan yaklaşık 60 saldırı bombardımanında 29 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.Bu açıklama Nato'nun bir katliam örgütü olduğunu adeta tescilledi.

Libya'nın başkenti Trablus'a yapılan NATO bombardımanında 29 kişinin öldüğü bildirildi. Hükümet sözcüsü Musa İbrahim, yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada, bugün yapılan 60 kadar saldırıda en az 29 kişinin öldüğünü söyledi.

Bunun başkentte şimdiye kadarki en şiddetli bombardıman olduğunu belirten İbrahim, saldırılardan bazılarında Libya lideri Muammer Kaddafi'nin karargahının ve karargahın yakınındaki bir askeri kışlanın da hedef alındığını ifade etti.

Pazartesi sabaha karşı yapılan saldırıların Libya Televizyonunun bir binasını da hedef aldığını belirten İbrahim, burada 16 kişinin yaralandığını bildirdi.

Gündüz yapılan saldırıların daha korkunç olduğunu çünkü günboyu aile üyelerinin ayrı ayrı yerlerde bulunduğunu belirten İbrahim, "Trablus'ta on binlerce çocuk var. Çocukların yaşadığı şoku ve dehşeti tahayyül edebilirsiniz. Çocukları kendilerinden uzakta bulunan ve kontrol etme imkanına sahip olmayan ebeveynlerin endişesini tahayyül edebilirsiniz" dedi.

Şişli’de NATO üssü!
06.10.2912



ABD İstanbul Başkonsolosluğu 5 ay önce hizmete açılan Trump Towers’ta 20 daire birden satın aldı. ABD’liler bu lüks dairelere “NATO görevlisi” olarak yerleşti

ABD Konsolosluğu’na yakın

NATO, ABD Başkonsolosluğu aracılığıyla İstanbul’un böğründe üs kurdu! İstinye’deki konsolosluğa da yakın olan Trump Towers’ı seçen ABD’liler, buradan aldıkları 20 süper lüks daireye “NATO görevlisi” sıfatıyla yerleştirildi. 16 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan tarafından hizmete açılan Trump Tovers, biri ofis diğeri konut olmak üzere 2 kuleden oluşuyor.

Binanın projesi bile ABD’ye gitti

Trump Towers Yönetim Kurulu Üyesi ve D Yapı Genel Müdürü C. İlder Tokcan, ABD’lilerin niçin bu binayı seçtiklerini şu sözlerle açıkladı: Burayı seçmelerinin nedeni güvenli oluşumuz. Birkaç binaya baktılar, statik projeleri dahi alıp Amerika’ya gönderdiler, güvenlik projelerini incelediler ve bizim binayı uygun buldular. Bu bizim için iyi bir şey çünkü çok seçiciler.

Trump Towers’ın açılış törenine Başbakan Tayyip Erdoğan eşi Emine Erdoğan’la birlikte katılmıştı. Kurdelayı kulelerin sahibi Aydın Doğan’la (üstte küçük resim) birlikte yapmıştı.
Kaynak: Yeni Çağ
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Ekm 07, 2012 9:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Ksm 27, 2010 11:29 pm    Mesaj konusu: NATO: Hedef Asya Alıntıyla Cevap Gönder

TC, Libya halkına ambargo uygulamak için savaş gemileri yolladı
Ertuğrul Horasanlı
24 Mart 2011



Saldırgan haçlı ordusu NATO sözcüleri, Libya halkına uygulanacak alçakça ambargoyu denetlemek için Libya açıklarındaki deniz kuşatmasına 16 savaş gemisi ve denizaltının katılacağını, bunlardan 5 gemi ve bir denizaltının Türkiye'den geleceğini bildirdi.

Saldırgan haçlı ordusu NATO sözcüleri dün bunu açıkladıklarında TBMM o gemiler için AKP hükümetinin hazırladığı utanç verici tezkereyi henüz gündemine alıp onaylamamıştı.

Buna rağmen iki TSK ait savaş gemisi çoktan Libya açıklarında haçlı donanmasının kuşatmasındaki yerini almışlar ve diğer Savaş gemileri ve deniz altılarsa Libya'ya doğru yola çıkmışlardı...

Binbaşı Mustafa Kemal, Trablusgarb cephesi, 1911

Daha 100 yıl önce Osmanlı İmparatorluuğu'nun özel harekâtçı bir avuç kahraman subayının yerli halkı haçlı işgaline karşı koymak üzere örgütleyip eğitmek göreviyle gizlice çıktıkları Trablusgarp denizlerini Haçlılarla birlikte Libya halkına karşı uygulanacak ambargoyu sıkılaştırmak için bu ne acele?

Bu nasıl bir heveskârlık?

100 yıl uzun bir süre...

Hafızalarımız Lozan'da silinmeye başlanmıştı ya...

Hafızalamıza karşı yapılan bu haçlı saldırısı, o zamandan bu zamana şiddetini her daim arttırarak sürüyor...

Yukarıda tam yüz yıl önce Libya halkını haçlı işgaline karşı gayrınizami harp usullerince örgütleyip eğitmekle görevli olarak kelle koltukta Trblusgarb'a çıkan
bir avuç kahraman Osmanlı askerinden biri olan Binbaşı Mustafa Kemal'le bugün
bizlere resmî kaynakların/makamların anlattığı -anlatmak ne kelime kafamıza vura vura ezberletmeye çalıştığı Atatürk'le herhangi bir benzerliği var mı?

O yüzden onu geçelim...

Yıl 1974...

Kıbrıs'ta yaşayan soydaşlarımızı haçlı soykırımından kurtarmak için TSK Kıbrıs'a harekât düzenledi diye Bugün Libya halkına uygulanan haçlı ambargosuna benzer bir ambargoyla yüz yüze kaldığımızda bu ambargoyu kim kırma cesaretini göstermişti)

Bugün haçlı ordularının hedefindeki isim: Libya Lideri Albay Muammer Kaddafi...

Peki 37 yıl sonra bu hükûmet, bu Meclis, bu ordu ne yapıyor?

Haçlı saldırısına maruz kalan Libya halkı ve onun Lideri'ne uygulanan Haçlı ambargosuna haçlılar adına bekçilik yapmaya koşturuyor...

Hem de nasıl?

Ortada TBMM kararı bile yokken...

Koştura koştura...

Meclis Kararı gemilerin arkasından zar zor yetişiyor..

İnsanlık...

Ahlâk...

Dostluk...

Vefa...

Bu işin neresinde var?

Bugün bu ülkenin vatandaşı olmaktan utanan o kadar çok insan gördüm ki...

Onların hiçbirinin...

TBMM'ye sunulan bu utanç verici tezkere(*)yi hazırlayanları da, gıkını bile çıkarmadan kabul edenleri de, daha ortada kabul edilmiş bir tezkere bile yokken savaş gemilerimizi bu haçlı barbarlığına bekçilik etmek üzere yola çıkaranları da unutabileceklerini hiç sanmıyorum...

(*) Libya halkına yönelik silah ambargosunu haçlı saldırganlar adına denetleyecek haçlı ordusu NATO'nun deniz gücünde TSK unsurlarının da görev almasını öngören utanç verici Başbakanlık Tezkeresi, TBMM Genel Kurulu’nda açıkça, milletin gözüne baka baka görüşülmesi göze alınamadığı için; önce gizli oturum kararı alındı. Meclis kürsüsünde yapılan konuşmalar ve oylamalar milletten gizlenerek kabul edildi. Oylamada AKP bütünüyle evet, CHP kısmen evet, MHP ve BDP ise hayır oyu verdi. Bu haçlı oyununa gelmeyen MHP ve BDP'li vekillere şükranlarımı sunuyorum.

Kaynak: http://millibirlikruhu.wordpress.com/2011/03/25/tc-libya-halkina-ambargo-uygulamak-icin-savas-gemileri-yolladi/

Rick Rozoff
NATO: Hedef Asya
27 Kasım 2010

NATO zirvesinden dünyanın ve özel olarak Türkiye’nin payına ne düştü? Rick Rozoff’un zirveden bir gün önce Global Research’te yayımlanan bu makalesi; “Demokratik uluslar birliği”, “ortak tartışmalarla biçimlenen kararlar”, “Türkiye’nin ağırlığını koyması” gibi mavallarla gürültüye getirilen bu zirvenin gerçek biçim ve içeriğine dair önemli veriler sunuyor...

Birinci küresel imparatorluğun sonuncu imparatoru Barack Obama; Kuzey Atlantik Paktı’nın (NATO) 27 üyesinin alkışlarını ve Afganistan’daki savaştan kıtalar arası füze kalkanı sistemine, Amerika’nın Avrupadaki taktik nükleer silahlarının devam eden mevzilenişinden Pantagon’un siber savaş planlarına ve gezegenin güneyinde ve doğusunda yayılmakta olan askeri görevlere katılmaya kadar bir dizi konuda sadakat beyanlarını almak için 19 Kasım’da Lizbon’da olacak.

NATO’nun “Avrupa ve Kuzey Amerika’daki demokratik devletlerin askeri ittifakı” olduğu mavalını sürdürmek için, önemsiz ayrıntılar üzerine yürütülecek üstünkörü ve şekli tartışmaları bir kenara bırakırsak; 26 Avrupa ulusunun, Kanada’nın ve Afganistan görevi için askeri katkıda bulunan çok sayıda diğer ülkenin bayrak ve flamaları, dünya gücü liderinin huzurlarında dalgalanacak.

Avrupa’yı kim birleştirdi?

En az 38 Avrupa ulusu, Afganistan-Pakistan’daki savaşı desteklemek için askeri eğitim sahaları ve aktarma merkezleri sağlamanın yanı sıra, savaşa NATO kapsamında birlikler yolladı. Avrupa, barışçıl ya da barışçıl olmayan yollarla en az bir yüzyıldır tasarlandığı gibi, birleşti. Ama bu Avrupa Birliği sayesinde olduğundan çok NATO bayrağı altında ve Afganistan’ın ölüm tarlalarında gerçekleşti. Avrupa’ya şimdi de yayılma öncesi eğitim sahası ve Ortadoğu, Afrika ve Asya’daki askeri harekatlar için ileri operasyon üssü olma rolü verilmiş durumda.

Avrupa, Obama’nın ve bir bütün olarak emperyal metropoldeki yönetici elitin zaten kıta dışından yeni askeri partnerler aramakta olduğunu dikkate alarak hiç eleştirmeden ve sorgulamadan itaat edeceğini ortaya koydu. NATO Beşlisi’nin ABD dışındaki ülkeleri -Britanya, Almanya, Fransa ve İtalya (Britanya diğerlerinden daha çok, İtalya da az olmak üzere)- hariç, İttifak’ın ortakları Puerto Rico, Guam ve Kuzey Mariana Adaları gibi Amerikan toprakları ile aynı statüde tanınmakta ve aynı fonksiyonları üstlenmektedir: Canlı atış askeri eğitim ve askeri birlik, savaş uçağı ve savaş gemisi konuşlandırma için jeopolitik olarak uygun mekanlar.

Pax Romana değil Bellum Americanum

İki bin yıl önce Augustus’un Pax Romana’sı işgal edilmiş topraklara yollar ve limanlar, su kemerleri ve arklar, amfi-tiyatrolar ve kütüphaneler ve Aristo’dan Eshilo’ya Yunan yazarlarını taşımıştı. Bellum Americanum (Amerikan Savaşı) ise kölelerine ve haraçgüzarlarına askeri üsler, füze kalkanı bataryaları, Mc Donald’s’lar ve Lady Gaga yolluyor.

Obama, Lizbon’da NATO’sunu ve NATO ortaklığındaki yadımcılarını ve foederatilerini*, küresel hakimiyetinden doğan bir ayrıcalığı ve adeti olduğu üzere ve selefi George W. Bush’un yakın zamanda yaptığı gibi, Afganistan’daki savaş için daha fazla para ve kan dökmek konusunda cimri davrandıkları için eleştirecek. Ama egemen kişiliğine yakışır biçimde yüce gönüllülük de göstererek, Avrupalı satraplarının** eğik başlarını okşayacak ve şöyle diyecektir: “Aferin, iyi ve sadık uşaklar. Bazı konularda sadakata gösterdiniz; ben de size birçok sorumluluklar vereceğim.”

NATO’nun çok halkalı Aşil kalkanları, ABD nükleer silahları, bir füze önleme sistemi ve bir siber savaş komutanlığı altına güvenle yerleştirilen Avrupa kıtasıyla birlikte, Washington henüz bütünüyle fethedilmemiş diyarlara doğru hareket ediyor.

Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika, Asya…

Afrika üç yaşındaki ABD Afrika Komutanlığı’na (AFRICOM) havale edildi ve kıtanın 54 ulusundan belki de yalnızca beşi (Eritre, Libya, Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti, Sudan ve Zimbabwe) Pentagon’la ikili askeri bağlar ve buna eşlik eden ABD-öncülüğündeki askeri tatbikatlar ve konuşlanmalar tuzağına düşmekten kaçındılar.

ABD aynı zamanda, Irak, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Amman, Katar ve Yemen’deki faaliyetleri ile Ortadoğu’daki askeri varlığını genişletti.

Washington iki yıl önce de Karayip Denizi, Orta ve Güney Amerika’ye yönelik faaliyetler yürüten Dördüncü Filo’yu yeniden aktifleştirdi. Buna ek olarak geçen yıl Honduras’ta gerçekleşen darbe ve bu Eylül’de Ekvador’da gündeme gelen darbe girişimi, ABD’nin Latin Amerika’daki gelişmelerin kendi doğal akışı içinde gitmesine izin vermeyeceğinin kanıtlarıdır.

ABD Asya-Pasifik bölgesinde askeri ittifakları ve konuşlanmaları ilerletme ve genişletmeye yönelik çabalarını yoğunlaştırdı, ancak hâlâ bir elin parmakları kadar da olsa Amerika’nın jeostratejik tasarımlarında bağımlı bir rolü kabullenmek istemeyen ülkeler var. Bu özelliği değişik derecelerde ve farklı bağlamlarda sergileyen ülkeler şunlar: Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore ve Burma (Myanmar). 2007’den beri, eski Sovyet cumhuriyetlerinde uygulanan “renkli devrim” modelini Burma ve İran’da uygulama girişimleri başarısız oldu, Kuzey Kore’ye yönelik “rejim değişikliği” planları da öyle; ve ne Çin ne de Rusya’da, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan ve Moldova’daki bu sözde Gül, Turuncu, Lale ve Twitter devrimlerinin hemen uygulanabilmesi mümkün görünüyor. Rusya’ya karşı şu an uygulanmakta olan öncelikli teknik içerme yöntemi. Ancak Rusya sınırlarındaki ABD ve NATO askeri yığınağı azaltılmadan varlığını koruduğundan bunun da bir garantisi yok.

Asya’yı askerileştirmek

Geriye kalan askeri çaredir. ABD dış politikasının başındaki dörtlü (Başkan Obama, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Robert Gates ve Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen) Kasım’ın ilk yarısında Asya-Pasifik bölgesini turladılar. On ülkeyi ziyaret ettiler: Hindistan, Endonezya, Güney Kore, Vietnam, Kamboçya, Malezya, Avustralya, Yeni Zelanda, Papua Yeni Gine ve Tonga.

Clinton ve Gates farklı zamanlarda Malezya’dalardı ve her ikisi de 8 Kasım’da yıllık Avustralya-Birleşik Devletler Bakanlar Toplantısı (AUSMIN) için Melbourn’de Mullen’le buluştular. ABD genelkurmay başkanı bu toplantıda 21. yüzyılın “Pasifik yüzyılı” olacağını söyledi.[1]

Hindistan’da, Obama, Yeni Amerika Vakfı Silahlar ve Güvenlik İnisiyatifi Direktörü William Hartung’un ABD tarihindeki en büyük altıncı silah anlaşması olduğunu hesapladığı anlaşmayı ayarladı.[2]

Avustralya’da Gates ve Mullen, ABD askeri güçlerinin bazı Avustralya üslerine geçişine yönelik bir perde arkası sözleşmesi kotardı.

Bu arada Yeni Zelanda’da, Clinton, ev sahibi ülke nazarında 24 yıllık bir aradan sonra, tam bir üç taraflı müşterek savunma paktı olarak Avustralya, Yeni Zelanda, Birleşik Devletler (ANZUS) Güvenlik Paktı’nı yeniledi.

Japonya ABD’yi çağırıyor

13 Kasım’da Japon Başbakanı Naoto Kan, “Rusya ve Çin’le Tokyo arasındaki bir dizi uyuşmazlıkta kendilerini desteklediği için… Birleşik Devletlere teşekkür etti.”[3] Kan ‘destek’ derken, Clinton’un 27 Ekim’de, Senkaku/Diayou adaları konusunda Çin’le arasındaki uyuşmazlık karşısında ABD’nin Tokyo’ya askeri destek taahhüdünde bulunmaktan gurur duyacağı yönündeki açıklamasını ve beş gün sonra Clinton’un sözcüsü Philip Crowley’in Japonya toprağı olarak tanımladığı Kuril Adaları ile ilgili olarak Rusya’ya hakaret edişini ima ediyordu.

Japon devlet başkanı, Yokohama’daki Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi öncesindeki bir özel görüşmede “ABD Başkanı Barack Obama’dan Asya-Pasifik bölgesinde savunma teminatı istedi,” çünkü “Tokyo’nun Çin ve Rusya’yla teritoryal gerilimleri, Obama’ya bir çevirmen vasıtasıyla ‘ABD askeri varlığı yalnızca daha da önem kazanıyor’ diyen Kan açısından yüksek öncelikler haline geliyordu.”[5]

Kan, harfi harfine şunları söyledi:

“Japonya ve Birleşik Devletler olarak, pan-Pasifik ülkelerinin, APEC’in bu toplantısında, işbirliğimizi kuvvetlendirmeliyiz. Pekala bunu yapmak konusunda anlaştık. Japonya’nın Çin’le ve Rusya’yla olan ilişkilerinde, yakın zamanda bazı sorunlarla karşılaştık ve Birleşik Devletler Japonya’yı destekledi, bu nedenle de ona bu desteğinden dolayı takdirimi sundum.

“Bölge ülkelerinin güvenliği ve barış için, Birleşik Devletler’in varlığı ve ABD ordusunun varlığı, inanıyorum ki yalnızca giderek artan bir öneme sahip olmaktadır.”[6]

Obama da yanıt olarak, “Japonya’ya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi haline gelmesi için destek açıkladı ve ABD-Japonya günvelik ittifakını yeniden teyit etti.”

Obama aynı zamanda Kan’a ABD-Japonya ittifakının “Amerika’nın Asya Pasifik’teki stratejik yükümlülüğünün köşetaşı” olduğuna ve “Birleşik Devletlerin Japonya’nın savunması için taahhüdünün sarsılmaz” olduğuna dair söz verdi.

Bir ABD silahlı kuvvetler yayınına göre, “Obama’nın güvenlik ittifakının devamına yönelik desteği sürpriz olmazken, tam da Çin’in… Doğu Çin ve Güney Çin denizleri topraklara ilişkin iddiaları üzerine Japonya’da oluşan gerilimin üstüne denk geldi.”[7]

Pentagon Asya Pasifik’te

Beş aydan kısa bir süre içinde Pentagon Asya Pasifik sahası boyunca askeri varlığını hissedilir hale getirdi:

ABD Deniz Piyadeleri ve Donanması Doğu Timor’da 19-26 Haziran tarihlerinde Crocodile 10 Tatbikatı’na katıldı. Bu tatbikat, “silah ateşleme becerilerini, amfibi taarruz serilerini, cangıl eğitimini, uçuş operasyonlarını ve terk edilmiş bir hapishaneye yönelik helikopter baskınını” sergiledi ve “karmaşık bir askeri tatbikatın planlaması ve yürütülmesinde birlikte çalışmak için çokuluslu güçlere için bir olanak” sağladı.[8]

Ekim 2009’da Doğu Timor’da gerçekleştirilen askeri tatbikata 2500 ABD ve Avustralya askeri katıldı. Bu, ABD-Doğu Timor’un ilk birleşik askeri talimiydi.

Bu Temmuz’da ABD Komboçya’da Amerikan güçleriyle ve ev sahibi ülkeden, Britanya’dan, Fransa’dan, Almanya’dan, İtalya’dan, Avustralya’dan, Hindistan’dan, Endonezya’dan, Japonya’dan, Moğolistan’dan ve Filipinler’den birliklerle askeri talimler gerçekleştiren çokuluslu Angkor Sentinel 2010 kuvvetlerini yönetti.

Haziran sonu ve Temmuz’u kapsayan 40 gün boyunca, ABD, Pasifik Okyanusu’nda Hawaii çevresinde 32 gemi, beş denizaltı, 170’ten fazla uçak ve Amerikan silahlı kuvvetlerinin dört dalının hepsinden ve Avustralya’dan, Kanada’dan, Şili’den, Kolombiya’dan, Fransa’dan, Endonezya’dan, Japonya’dan, Malezya’dan, Hollanda’dan, Peru’dan, Güney Kore’den, Singapur’dan ve Tayland’dan 20 bin askerin katıldığı Paisifik Ağzı (RIMPAC) 2010 savaş oyunlarını yönetti.

ABD 25-28 Temmuz tarihleri arasında da Güney Kore ile Japon Denizi / Doğu Denizi’nde nükleer balistik füze taşıyıcısı USS George Washington’ın da aralarında bulunduğu 20 savaş gemisinin, F22 Raptor hayalet uçaklarının da aralarında olduğu 200 savaş uçağının ve 8 bin askerin katıldığı savaş oyunlarını yönetti.

Bir sonraki ay ABD Pasifik Komutası ve ABD Pasifik Ordusu, Moğolistan’daki Han Macerası 2010 askeri tatbikatına nezaret etti. Aynı ay içinde Amerikan ve Britanya askerleri Kazakistan’daki Bozkır Kartalı 2010 NATO Barış Ortaklığı tatbikatını yönettiler.

Ağustos’un başında, USS George Washington ve USS John S. McCain destroyeri, Güney Çin Denizi’nde deniz manevralarını da içeren tarihin ilk ABD-Vietnam ortak askeri tatbikatını yönetti.

Bir haftadan daha kısa bir süre sonra ABD ve Güney Kore, Güney Kore topraklarında 30 bin ABD ve 50 bin Güney Kore askerinin katılımıyla bu yılki Ulchi Freedom Guardian askeri tatbikatına başladı.[9]

Eylül başında Washington ve Seul, Sarı Deniz’de bir anti-denizaltı savaş tatbikatı gerçekleştirdi.

Eylül sonunda da Hindistan askerleri, Habu Nag 2010 kod adıyla Doğu Çin Denizi’ndeki Okinawa adası kıyılarında gerçekleşen beşinci yıllık iki taraflı AD-Hindistan amfibi eğitim tatbikatı için ABD deniz kuvvetlerine ve denizcilerine katıldı.

Ekim’de ise en az 3 bin ABD askeri, Filipinler’deki dokuz günlük Amfibi Çıkarma Tatbikatı 2011’e katıldı. “Filipinler Silahlı Kuvvetleri ile birlikte yönetilen, iki taraflı eğitim tatbikatı, birlikte işlerliği geliştirmek, hazırlık derecesini yükseltmek ve iki ülke arasında profesyonel ilişkiler kurmaya devam etmek için tasarlandı.”[10]

Aynı ayın başlarında, ABD savaş gemileri ve askerleri, kuzeydoğu Avustralya’da, yerel basın tarafından “devasa savaş oyunları” diye tanımlanan Hamel Tatbikatı için 6 bin Avustralya askeri ve Yeni Zelanda’dan emsallerine katıldılar.[11]

Ekim ayında ayrıca, Güney Kore ilk kez olarak, ABD tarafından oluşturulan Nükleer Silahların Yayılmasına Karşı Güvenlik İnisiyatifi’nin 14 üyesiyle birlikte, ABD, Kanada, Fransa, Avustralya ve Japonya’dan gemilerin ve askeri personelin katıldığı bir çokuluslu askeri tatbikata ev sahipliği yaptı.

ABD deniz kuvvetleri 6 Kasım’da Singapur’da “kentsel eğitim tatbikatları yürüttü.” Bir ABD deniz piyade teğmeni “bir savaş ortamında tehlikeli alanları tanımlama üzerine kısa bir ders verdi” ve “buraları nişangahla ya da süpresif ateşle yalıtmak ve düşman topraklarında güvenli yerler ele geçirmenin önemi üzerine konuştu.”[2]

14 Kasım’da ABD ve Hindistan orduları Alaska’daki 14 günlük Yudh Abhyas 2010 askeri tatbikatını tamamladılar. Geçen yılın Yudh Abhyas’ı gelmiş geçmiş en büyük ABD-Hindistan askeri tatbikatı olarak nitelenmişti.

Amerika’dan 100 bin ve diğer NATO ülkelerinden de 50 bin asker Afganistan’daki on yıllık kolektif savaşlarında savaşıyor. ABD insansız hava araçlarıyla düzenlediği ölümcül füze saldırılarını tımandırıyor ve NATO da Pakistan’daki savaş helikopteri akınlarına hız veriyor.

Pentagon gerçekten de bu yüzyılın adını Asya-Pasifik yüzyılı koydu.

Çevirenin notu:

* Foderati: Roma döneminde, sınırları düşman saldırılarına karşı savunma koşuluyla yerleşmelerine izin verilen ve savaşlarda kendi liderlerinin komutası altında Roma ordusuna katılan kavimlere verilen ad.

** Satrap: Pers İmparatorluğu’nun ele geçirdiği topraklarda kurduğu, satraplık adı verilen eyaletlere atadığı valiler.

Dipnotlar:

1) ABD Savunma Bakanlığı, 7 Kasım 2010

2) Business Insider, 6 Kasım 2010

http://www.businessinsider.com/top-10-us-arms-deals-in-history-2010-11

....

Obama, Gates And Clinton In Asia: U.S. Expands Military Build-Up In The

East

Stop NATO, November 7, 2010

http://rickrozoff.wordpress.com/2010/11/07/obama-gates-and-clinton-in-asia-u-s-expands-military-build-up-in-the-east

3) Rusya Haber Ajansı Novosti, 13 Kasım 2010

4) ABD Ada Gerilimleri Üzerinden Japonya’yı Destekliyor, Çin’le ve Rusya’yla Karşı Karşıya geliyor (U.S. Supports Japan, Confronts China And Russia Over Island Disputes)

Stop NATO, 4 Kasım 2010

http://rickrozoff.wordpress.com/2010/11/04/u-s-supports-japan-confronts-china-and-russia-over-island-disputes

5) Deutsche Presse-Agentur, 13 Kasım 2010

6) Beyaz Saray, 13 Kasım 2010

Remarks by President Obama and Prime Minister Kan of Japan in

Statements to the Press in Yokohama, Japan

http://www.whitehouse.gov/the-press-office/2010/11/13/remarks-president-obama-and-prime-minister-kan-japan-statements-press-yo

7) Stars and Stripes, 14 Kasım 2010

8) Avustralya Hükümeti Savunma Bakanlığı

24 Haziran 2010

9) ABD Çin Krizi: İhtilaf Sözlerinin Ötesinde (U.S.-China Crisis: Beyond Words To Confrontation)

Stop NATO, 17 Ağustos 2010

http://rickrozoff.wordpress.com/2010/08/17/part-ii-u-s-china-crisis-beyond-words-toward-confrontation

10) U.S. Marine Corps, 22 Ekim 2010

11) Australian Broadcasting Company, 4 Ekim 2010

12) U.S. Marine Corps, 9 Kasım 2010

[Globalresearch.ca adresindeki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]

sendika.org

Wikileaks'den Sızanlar Rusya'nın NATO'ya Güvenini Yıktı
Cuma, 10 Aralık 2010

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, NATO'nun Baltık ülkelerine yönelik WikiLeaks'den sızan bilgilerle ilgili açıklama beklediklerini söyledi. ABD'li diplomatların konuşmalarında yer alan iddialarda NATO çatısı altında, Baltık ülkelerini Rusya'ya karşı korumak için ABD, Almanya, İngiltere ve Polonya askerlerinden oluşan gizli birlik oluşturduğu iddia edilmişti.

Moskova'da gerçekleşen Bağımsız Devletler Topluluğu Dışişleri Bakanları Toplantısının ardından basına açıklamada bulunan Lavrov, "Gelecek yıl İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasının 70'inci yılına girmiş oluyoruz. Savaşın hatıraları hiç bir zaman unutulmamalı... Ülkelerimizin büyük kayıplarını düşünerek bu tür trajedilerin bir daha tekrarlanmaması için çalışmalıyız" dedi.

WikiLeaks'den yayınlanların tamamını okumanın imkansız olduğuna değinen Rusya Dışişleri Bakanı, "İlginç bilgiler var... Bazen de çok ciddi soru işaretleri meydana getiriyor. Rusya'nın Baltık ülkelerine yönelik korumasına ilişkin iddialara özel bir dikkat verdik. Çünkü bu iddialar geçen yıl Aralık ayını kapsıyor. Ağustos 2008 savaşının ardından ilk kez bu tarihte Rusya-NATO Konseyi toplandı. Bir taraftan NATO bizimle ortaklık görüşmeleri yapıyor, diğer taraftan da bizden kendilerini korumak için kararlar alıyor" eleştirisi getirdi.

NATO'NUN SAMİMİYETİ KONUSUNDA SORU İŞARETLERİ VAR

Daha vahim olanının iddia edilen planların Lizbon zirvesinde kabul edildiğinin anlaşıldığına dikkat çeken Lavrov, "Rusya-NATO Konseyi'nin önemli toplantılarından biri olan Lizbon'da bu planın uygunluğunun kararlaştırıldığını düşünüyoruz. NATO liderleri, Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev'in de katıldığı toplantıda Moskova'yı stratejik ortak ilan etti. Burada NATO'nun samimiyeti konusunda soru işaretleri var... Bizimle açık bir şekilde ortaklığı konuşuyorlar. Kendi aralarına gizli bir kısım değerlendirmeler yapıyorlar. Biz o zaman bir kısım sorular sormak ve cevabını bekleme hakkına sahip olduğumuzu düşünüyorum..." tepkisini dile getirdi.
Yeni Hareket

Nato ve Afgan askerleri 64 sivili öldürdü
Afganistan'da bir yerel yetkili, dört günde 64 sivilin öldürüldüğünü söyledi
20 Şubat 2011
Anadolu Haber

NATO ve Afgan askerlerinin düzenlediği ortak operasyonlarda 64 sivilin öldüğü ileri sürüldü.

Afganistan'ın doğusundaki Kunar vilayetinin Valisi Fazlullah Vahidi, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, NATO ve Afgan güçlerinin Gazi Abad bölgesinde dört gündür düzenledikleri kara ve hava saldırılarında, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 64 sivili öldürdüğünü söyledi.

Afganistan'da işgalci haçlı ordusu NATO 2 çocuk daha öldürdü
15 Mart 2011 Salı 19:19
Afganistan'ın Kunar vilayetinde işgalci haçlı ordusu NATO tarafından düzenlenen hava saldırısında iki çocuk hayatını kaybetti. Aynı eyalette birkaç hafta önce, bir NATO saldırısında, dokuz çocuk odun toplarken öldürülmüştü. haber1001

Bir NATO Müdahalesi Daha mı? Libya : Gene mi Kosova?
Diana Johnstone
Counterpunch

Daha NATOnun Yugoslavyayı parçalara bölen bombalamasıyla Kosova bölgesini Sırbistandan koparmasının üzerinden 12 yıl bile geçmeden askeri birliğin, bu kez Libyaya karşı bir başka muzaffer küçük bir insancıl savaşa hazırlandığının işaretleri gelmektedir.

Farklar, tabii ki, müthiştir. Ama gelin, bayağı rahatsızlık veren benzerliklere bir bakalım.

İblisleştirilmiş bir lider

1999'da, nefret etmekten çok zevk duyulan ve mahvedilmesi gereken, yeni Hitler Slobodan Miloşeviç, bugünün Kaddafisiyle karşılaştırılırsa, acemi bir çaylakmış meğer.

Medyanın Miloşeviçi bir canavara çevirmesi için 10 yıldan biraz az bir zamanı oldu. Ama Kaddafi için birkaç on yıldır uğraşıyorlar. Kaddafi daha yabancıl, daha az İngilizce konuşuyor ve kamu önüne John Gallianonun (yakınlarda ortaya çıkarılmış bir başka canavar) kreasyonlarından olabilecek giysilerle çıkıyor.

Bu yabancıl yön, Batının kazanılmasına ve dünyanın afyon bağımlılığını garantiye almak için savaşan Batılı askerlerin Pekin Yaz Sarayını yağmalamalarına neden olan, daha düşük kültürlere alaycı ve aşağılayıcı geleneksel bakışı heyecanlandırıyor.

Ama bişeyler yapmamız lâzım korosu

Kosovada olduğu gibi, Şahinler için Libya, güçlerini göstermek için bir bahane.

Adının bile anılmaması gereken John Yoo, hani, 2. Bush yönetimine tutsaklara işkence edilmesinin avantajlarından bahseden kanun danışmanı, şimdi de Wall Street Journal gazetesinde Obama yönetimine Birleşmiş Milletler Beyannamesine kulak asmayarak Libya dövüşüne katılmasını önermektedir. Yoo iddiasında, "artık eskimiş BM kurallarını bir yana koyarak ABD hayat kurtarabilir, küresel refahı artırabilir ve aynı zamanda da kendi milli çıkarlarına hizmet eder" demektedir.

Başka bir insancıl emperyalizmin teorisyeni, Geoffrey Robertson, The Independent gazetesine, görünüş bir yana, uluslararası yasalara karşı çıkmanın ne kadar yasal olduğunu söylemiştir.

Savaşı haklı çıkartmak için İnsanlığa Karşı Suç hayaleti ve soykırım konusu

Kosovada olduğu gibi, sadece tek tarafın, yani hükümetin suçlu gösterildiği, bir hükümetle silahlı ayaklanmacılar arasındaki bir iç karşıtlık insanlık krizi olarak lanse ediliyor. Bu daha en baştan suçlu ilanı, işlenmiş olduğu varsayılan ya da işlenmek üzere olduğu sanılan suçları araştırması için bir uluslararası kanunî örgüte çağrıyla kendini göstermektedir.

Geoffrey Robertson, yazdığı köşe yazısında, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) nasıl sonunda bir askerî müdahale için kullanıldığını müthiş net bir şekilde anlatmaktadır. Robertson, Batının, BM Güvenlik Konseyinden askeri bir eyleme karşı veto çıkma riskine karşı UCMnin kullanılabileceğini açıklıyor.

Libya konusunda, konsey oybirliğiyle Uluslararası Ceza Mahkemesine göndermeyi onaylayarak en azından bir öncelik yaratmıştır. […]

Peki, tutuklanmamış Libyalı suçlananlar suçlarını işlemeyi daha da artırırlarsa yani, karşıtlarını, potansiyel görgü tanıklarını, sivil halkı, gazetecileri, ya da savaş tutsaklarını- yakalayıp ya da vurup öldürmeyi hızlandırırlarsa, ne yapılacaktır?

[Dikkat edilmeli ki, şu ana kadar, ne bir suçlu, ne de bunların tahayyül edilebilecek bir şekilde hızlandıracağı, artıracağı düşünülen güya suçlar bulunmaktadır. Ama Robertson, Güvenlik Konseyi bir şey yapmamaya karar verirse NATOnun çizmeleri çekmesi için bir yol aramaya çok heveslidir.]

Güvenlik Konseyindeki hatalar, onun yaptırımının olmadığı yerlerde, kısıtlı bir hakla, NATO gibi bir ittifakın insanlığa karşı suçları önlemek için güç kullanmasını tanımasını gerektirir. Bu hak, konsey bir durumu dünya barışına tehdit olarak gördüğü zaman başlar ki, UCMnin davasına referans vermesiyle konsey, Libyayı böyle tanımlamış oluyor.

Yani, bir ülkeyi UCMnin savcısına şikâyet etmek bu ülkeye savaş açmanın bahanesi oluyor!Bu arada şu da söylenmeli ki, UCMnin kararları güya bu mahkemenin oluşturulması anlaşmasını imzalayan ülkeler için geçerlidir ve benim anladığım kadarıyla, Libya için (ya da ABD için de) geçerli değildir.

Ancak buradaki en büyük fark, Amerika Birleşik Devletleri, karara imza atmış olan birçok ülkeyi, ya zorla ya da rüşvetle, hiç ama hiçbir şekilde, ne şart altında olursa olsun, Amerikalı suçluları UCMye şikâyet etmemek için ikna etmiştir. İşte Kaddafiye gösterilmeyen ayrıcalık da budur.

BM adalet konseyi üyesi Robertson, masumların kitlesel cinayete kurban gitmesini önlemek görevi, eğer bizden talep ederlerse, elimizden en iyi gelen şekilde salt NATO gücünü meşru kılmakla değil, aynı zamanda kanunî yapmakla da somutlanmıştır sonucuna varıyor.

Solcu aptallıklar

On iki yıl önce, Avrupa solunun büyük bir kısmı, NATO'nun şimdi Afganistanda devam ettirdiği sonsuz yolculuğunun başladığı Kosova savaşını destekledi. Bundan hiçbir şey öğrenmeyenler, bu temsilin şimdi bir tekrarına daha hazır gibi görünmekte.

Kendilerine Avrupa Solu diyen bir partiler koalisyonu bir bildiriyle, Albay Kaddafinin suçlu rejiminin uyguladığı baskıyı şiddetle kınadıklarını ve Avrupa Birliğini şiddet kullanmayı mahkûm etmeye ve özgürlükleri için mücadele eden ve sakince gösteri yapan halkı korumaya çağırdıklarını bildirmişlerdir. Kaddafi karşıtlarının sakince gösteri yapmadıkları ve bir kısmının silaha sarıldıkları göz önüne alınırsa, bu bildiri şiddet kullanan bir tarafı mahkûm etmekte, öteki tarafı etmemektedir.

Ama bu bildiriyi yazan politikacılar büyük bir ihtimalle ağızlarından çıkanı kendileri de anlamamaktalar.

Bu dar görüş kendini bir Troçkist dergide şu şekilde göstermektedir:

Kaddafinin bütün suçları içinde, şüphesiz en ciddi olanı fakat en az bilineni, kendisinin AB göç politikalarıyla suç ortağı olmasıdır...

Aşırı sol için Kaddafinin en büyük günahı Batı ile işbirliği yapmasıymış, aynı, Batının Kaddafi ile işbirliği yaptığı için mahkûm edilmesi gibi. İşte bu sol, tamamen kafa karışıklığından, sonunda savaş çığırtkanlığına soyunuyor.

Mülteciler

NATO bombalama kampanyasına başladığında Kosovadan mültecilerin kitlesel kaçışı bombalamayı haklı çıkartmak için kullanılmıştı.

Temel nedeni büyük bir ihtimalle bombalamanın kendisi olduğu halde, bu geçici kaçışın nedeninin bağımsız bir incelenmesi bile yapılmadan, bu bahane kullanılmıştı.

Bugün de, Libyadaki sorunlar başladığından beri Libyayı terk eden mültecilerin medyada nasıl haber yapıldığına bakılırsa, bunların Kaddafinin zulmünden kaçtığı sanılacak. Çoğu kez olduğu gibi, medya açıklamalar yapmadan yapay görüntülere odaklanmaktadır.

Belki biraz derin düşünce bu boşluğu kapatabilir.

Kaddafinin Libyaya getirip de önemli altyapı projelerinde iş verdiği yabancı işçilere saldırması olası değil. Ama gayet açık ki, bu demokratik ayaklanmacılar yabancı işçilere salt yabancı düşmanlığından saldırmışlardır.

Kaddafinin Afrikalılara açıklığı bazı Araplarca pek hoş karşılanmamaktadır. Ama bu konuda pek fazla bir şey söylenmemelidir, çünkü onlar artık bizim iyi komşumuzdurlar. Bu ise, Arnavutların Kosovada Romanlara saldırısının Romanlar Sırplarla işbirliği yaptı bahanesiyle göz ardı edilmesine ya da NATO işgalcilerince hoş karşılanmasına benzemektedir.

Usame bin Ladin

Eski Yugoslavya ile başka bir benzerlik de Amerika Birleşik Devletlerinin (ve NATO müttefiklerinin) o Afgan Mücahit günlerinden eski dostu Usame Bin Ladin ile gene aynı tarafta yer almaları.

NATO güçlerince sürekli olarak göz ardı edilen bir gerçeklik, Usame bin Ladinin Bosna iç savaşı sırasında Aliya İzzetbegoviç'in İslamcı Partisiyle gizliden müttefik olmasıdır.

Tabii ki, Batı medyası çoğunlukla, Kaddafinin bugünlerde Bin Ladine karşı savaştığı iddiasını deli bir adamın saçmalıkları olarak dikkate almıyor.

Ancak Kaddafi ile Bin Ladin arasındaki savaş gayet gerçek olup, 11 Eylül 2011deki İkiz Kulelere ve Pentagona saldırıdan çok öncelere gider. Gerçekten de, Bin Ladin hakkında Kaddafi İnterpolü ilk uyarmaya çabalayanlardandır ama Amerika Birleşik Devletlerinden hiçbir işbirliği gelmemiştir.

2007nin Kasımında, Fransa Haber Ajansı AFP, Libyadaki İslamcı Savaş Grubunun El Kaideye katıldığını açıklamıştır. Aynı Bosna'da savaşan Mücahitler gibi, Libyadaki İslamcı grup da, ABD desteğinde, Sovyetlere karşı 1980'lerdeki Afganistan savaşının gazilerince 1995de kurulmuştur.

Bunların bildirdikleri amaçları Kaddafi rejimini yıkarak köktenci bir İslam rejimi kurmaktır. Son günlerde Libyada ayaklanmaların başladığı doğu bölgesi köktenci İslamın Libyada konuşlandığı temel bölgedir. Bu ayaklanmalar, Mısır ve Tunustaki diktatörleri yerinden edenler gibi sakin gösterilere hiç benzemediğinden ve bariz şekilde içinde silahlı militanlar bulunduğundan, İslamcıların bu ayaklanmada yer aldıkları varsayımı mantıklıdır.

Görüşme isteklerinin reddedilmesi

1999 yılında, NATO'nun bölgesinin dışındaki yeni görevinde ateşle sınav vermesi için ABD çok hevesliydi.

Rambouilletdeki barış görüşmeleri zırvalıkları, daha ılımlı Kosova Arnavutlarını kenarda bırakarak suç eylemleriyle ün kazanmış Kosova Kurtuluş Ordusunun lideri Haşim Taçiyi öne çıkaran ABD Devlet Bakanı Madeleine Albright tarafından seyrinden çıkarılmıştı. Kosovadaki Arnavutlar içinde her cins bulunmakla beraber, çoğu zaman olduğu gibi, ABD bunların içinden en berbatını seçip almıştı.

Libyada durum daha da kötü olabilir.

Trablusta daha 4 yıl önce bulunmuş olmamın da katkısıyla, benim kişisel görüşüm, son günlerin ayaklanmaları ciddi iç çelişkiler potansiyeline sahip olan birçok çeşitlilik göstermektedir.

Mısırın aksine, Libya, binlerce yıllık bir tarihle dolu halkı olan, güçlü bir ulusal kimliği ve uzun bir politik kültürü olan bir ülke değil.

Libya, yarım yüzyıl önce dünyanın en yoksul ülkelerinden birisiydi. Kabile kültüründen de hâlâ tam anlamıyla sıyrılmış değil.

Kaddafi, kendi eksantrik tarzıyla, petrol gelirlerini kullanarak bir modernleştirici güç olmuş ve ülkesini Afrika kıtasının en yüksek yaşam standardı olan ülkelerinden biri haline getirmiştir.

Çelişkili bir şekilde, Kaddafiye muhalefet hem kendisini görece ilerici görüşlerinden dolayı İslamın kurallarına karşı çıkan birisi olarak gören geleneksel gerici İslamcılardan, hem de, Kaddafinin imajından utanan ve daha fazla modernleşme isteyen ama yaratılan modernleşmeden yararlanan Batılılaşmış kesimden gelmektedir.

Bunlara ek olarak, ülkede iç savaşa neden olabilecek ve ülkeyi coğrafik çizgiler üzerinden bölebilecek gerginlikler de bulunmaktadır.

Şu sıralar savaş köpekleri şimdiye kadar dökülen kanlardan daha da fazlasını dökebilmek için havayı koklamaktalar. Gerçekten, BM, Kosova çatışmasını müdahale etmek zorunluluğu için kışkırtmıştı ve yapacaklarının daha berbat olacağının bilincinde olmayan Batı açısından aynı riskler bugün de Libya için geçerlidir.

Bir tam çöküşü engellemek, Chavezin önerdiği tarafsız arabuluculuk yolundan geçmektedir. Ama NATO bölgesinde, sorunları güç kullanarak çözmek yerine barışçıl arabuluculuk yapmak fikri tamamen yok olmuş durumdadır.

(Diana Johnstone, Aptalların Haçlıları: Yugoslavya, NATO ve Batının delilikleri kitabının yazarı olup kendisine diana.josto@yahoo.fr adresinden ulaşılabilir )

[Counterpunchtaki İngilizce orijinalinden Mehmet Bayram tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]

Sendika.Org



NATO SİSTEMİNDE KALMAYI ERGENEKON İSTER!
Kenan Çamurcu
27 Mart 2011

Başbakan Erdoğan'ın, Fransa'nın önderliğinde Libya'ya yapılan saldırıya gelinceye kadar NATO'nun Libya topraklarında veya bu ülkenin iç krizinde ne işi bulunduğunu sormasının bize umut veren düşünce altyapısı; Doğu Akdeniz, Afrika ve Doğu (ağırlıklı olarak İslam ülkeleri) bölgesinde yaşanan sorunların hallinde NATO'nun görev almasını gerektirecek bir durum görmemesidir.

NATO, ittifak ülkelerine yönelecek saldırıya karşı savunma örgütü olma tarifini benimsediğine göre Libya'nın veya benzeri bir ülkenin iç işlerinin neden NATO'yu ilgilendirdiği haklı bir sorudur. NATO'nun dünyada jandarmalık yapmasını gerektiren tarif, askeri gücün yanısıra yumuşak gücü de kullanarak toplumların değişim dönüşüm işlerine ilgi duyan, gerekirse bu değişimi askeri darbe ve toplumsal karışıklık çıkarma gibi yöntemleri de kullanarak hayata geçiren alt örgütlenmelere ruh vermemiş miydi? Gladio ve Ergenekon böyle bir kimliğin ürünü organizasyonlar değil miydi?

Muhafazakar iktidar, Fransa'nın yaptığına benzer ani ve acil saldırı heveslerine gem vurmanın yegane yolu olduğu gerekçesiyle Libya'nın iç karışıklıklarına müdahalenin NATO sistemi içinde gerçekleşmesine boyun eğmek zorunda kaldı. Fransa'nın veya başka bir devletin BM'nin kararını dayanak yaparak Türkiye'nin etki alanı dışında askeri güç kullanmaya kalkmasını önlemek için meseleyi NATO çerçevesinde disipline etme kararı ilk bakışta doğru gözükebilir.

Fakat burada ihmal edilmemesi gereken önemli soru ve sorunlar var:

Acaba Fransa, Türkiye'nin NATO çerçevesini kabul etmek zorunda kalması için mi o acele saldırıyı düzenledi? Fransa'nın yaptıklarına tanık olan Türkiye, veba gösterilip sıtmaya mı razı edildi?

Türkiye NATO müdahalesini kabul ettikten sonra komuta mekanizmasının üstünde bir koalisyon oluşturulmasına karar verildiğini hatırlayalım. NATO sözde kollektif bir yapı olmasına rağmen Türkiye, organizasyonun işleyiş kurallarına atıf yaptığında NATO'nun üzerine adeta gecekonduvari çıkma bir ilave yapı oluşturularak ihdas edilen organ Libya'ya veya başka ülkelere Irak benzeri işgal kararı alırsa Türkiye ne yapacak? Çünkü asıl sorun, batı ittifakının gönlünce davranmaktan vazgeçmemesi, kendi çıkarlarını milletlerin ve ülkelerin çıkar, güvenlik ve hassasiyetlerden her halükarda üstün tutmasıdır. Bundan vazgeçmedikleri sürece hiçbir Uluslararası kurum yazılı belgedeki gibi çalışmayacaktır, nitekim çalışmamaktadır.

Eğer NATO komuta mekanizmasının üstüne monte edilmiş siyaset belirleme ve karar organı Libya'ya saldırma kararı alırsa bu defa Libya'da kan akıtacak merkez artık Paris'te değil İzmir'de çalışıyor olacaktır!

Muhafazakar iktidar NATO ile üçüncü imtihanını yaşıyor. Hz. Peygamber'e hakaret karikatürlerinin yayınlandığı ve bu saldırgan eylemin devlet düzeyinde savunulduğu Danimarka'nın eski başbakanı Rasmussen'in NATO genel sekreteri yapılmak istenmesine hükümet sert tepki vermiş, fakat bu girişime boyun eğmek zorunda kalmıştı. İran'a karşı Türkiye topraklarına füze kalkanı kurma projesi de NATO'nun bir başka saldırgan eylemi olmasına rağmen muhafazakar iktidar bu girişime de teslim oldu. Şimdi Erdoğan hükümetinin NATO ile üçüncü imtihanını takip ediyoruz ve Türkiye bu imtihanda NATO güçlerinin Libya'ya saldırmasını önlemeye çalışıyor. Eğer NATO, üstelik de İzmir'den komuta edilerek Libya'ya saldırır ve Libya'yı işgal ederse Fransa saldırısının bu planın bir parçası olduğu ortaya çıkacak ve Türkiye tam anlamıyla tuzağa düşürülmüş, Müslüman bir ülkenin yerle bir edilmesinin liderliğini üstlenmiş olacak.

Bütün bu durumları yaşamamızın sebebi NATO sistemi içinde ısrarla duruyor olmamızdır. Neden NATO sistemi içinde hareket etmek zorunda olduğumuzu tartışmalıyız artık. Türkiye neden buna ihtiyaç duyuyor? Kime karşı?

Neden NATO içindeki varoluşumuza stratejik mana yüklüyoruz? Tehdit değerlendirmesinde NATO'nun bizim için anlamı nedir? Türkiye'nin NATO'ya girmesi pragmatik nedenle değil miydi? Nasıl oldu da bu mesele ideolojik/stratejik hale dönüşüverdi?

Libya meselesi de gösterdi ki Türkiye'nin NATO sisteminde kalmasının tek yararı bize verdiği zarardır. NATO, tıpkı AB gibi, egemen ülkelerin senaryo yazdığı, diğerlerinin oynadığı bir sahnedir. Türkiye dilediği kadar örgüt içindeki etkinliğinden sözetsin hiçbir şekilde nihai amaçlara müdahale edememektedir. Ne Rasmussen'in NATO genel sekreteri yapılmasına, ne İran'a karşı füze kalkanı için ev sahibi tayin edilmesine karşı koyamamıştır. Muhtemeldir ki Libya'ya saldırı konusunda da yine NATO'daki Avrupalı ve Amerikalı egemenler son sözü söyleyecek ve Türkiye bunu kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu kadar stratejik konularda bile kendi çıkarını gerçekleştiremeyen Türkiye NATO'da bulunmakla nasıl bir menfaat sağlıyor olabilir?

Türkiye'nin NATO'da bulunmasının zarardan başka bu ülkeye ve millete ne faydası vardır?

“İşgal mühim değil” diyerek batılı güçlerin Libya'ya saldırmasına tam destek veren liberal demokrasizmin içimizdeki uzantılarının yürüttüğü kampanyayla Erdoğan'ı NATO sistemi içinde tutmak istemeleri anlaşılabilir. Çünkü liberal demokrasizmin beşinci kol faaliyeti, NATO'nun geçmişte Gladio ve Ergenekon gibi örgütlenmeler eliyle, bugün de yeni NATO ve yeni Ergenekon aracılığıyla yürüttüğü operasyonlarla Müslüman ahaliyi batı sistemi içinde tutarak batılılaştırma ve modernleştirme amacını tam anlamıyla benimsiyor. Bu amacın tahakkuku için Türkiye'nin NATO ve AB sistemi içinde kalması onlar açısından hayat memat meselesidir ve bu uğurda nasıl canla başla çalıştıklarını yazılarından, konuşmalarından ve faaliyetlerinden anlayabiliyoruz.

Fakat dindar kökenlerden gelen muhafazakarlara ne oluyor da liberal demokrasizmin içimizdeki uzantılarıyla aynı cephede, onların güdümünde ve nüfuz alanında yeralarak onlarla aynı beşinci kol faaliyetinin sadık neferliğine rıza gösterebiliyorlar?

Acaba liberal demokrasizmin beşinci kolu ve onların hoparlörlüğünü yapan muhafazakarlar, Türkiye'yi NATO-AB sistemi içinde tutmak için ne tür psikolojik operasyonlar çeviriyorlar! Gözümüzün önünde cereyan eden acaip ve garip bir dolu gelişmenin gerçek amacı, iktidarı NATO-AB sistemi içinde tutarak Türkiye'nin batılılaşmasını ve batı çıkarlarının karakolu haline gelmesini sağlamak olmasın sakın!

Geçmişte dindarlar komünizmin (Sovyetler Birliği'nin) Türkiye'yi işgal edeceği tehdidiyle korkutuluyor ve böylece NATO sistemini kurtarıcı görmeleri ve Türkiye'yi, Rusya'dan doğu Avrupa'ya uzanan alanda özgür kalabilmiş vaha saymaları sağlanıyordu. Geçmişte Türkiye'yi komünizm tehdidinden koruyan güç olarak selamlanan NATO, Türkiye içindeki yumuşak güç yapılanmasında kendisine dindar ve muhafazakar kesimlerden insan kaynağı devşirmekte bu nedenle hiç zorlanmadı. Bu senaryoda şimdi komünizmin yerini Ergenekon almıştır. Ergenekon örgütünün darbe yaparak ülkede dindarları imha edeceği varsayımına karşı sığınılacak liman, tıpkı geçmişteki gibi yine NATO sistemi ve ilaveten AB olarak gösteriliyor. Geçmişte komünizme karşı kapitalist dünyanın şefkatine koşan muhafazakarlar, bugün de Ergenekon'a karşı yine kapitalist dünyanın korumasına zimmetliyor kendisini. Muhafazakarlardaki bu halet-i ruhiyenin, liberal batıcıların batılılaşma ve modernleşme ideolojisini egemen kılma operasyonlarında nasıl da kullanışlı olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?

Liberal batıcılar, batılılaşma bayrağını kemalist batıcılardan devralmıştır ve muhafazakarları askeri darbe ile korkutarak Türkiye'nin batı ve NATO sisteminde kalmasını sağlamlaştırmaktadır. Muhafazakarlar, liberal batıcıların zehirlediği atmosferde nefes alıp verdikçe, geçmişte komünizm tehlikesine karşı NATO'ya duydukları sempatiyi, bugün Ergenekon tehlikesine karşı yeniden üretmekten kendilerini alamamaktadırlar.

Türkiye'nin gücünün NATO sisteminde yeralmasından geldiğini propaganda eden liberal demokrasizmin beşinci kolunu ihanetleriyle ve onların hoparlörlüğünü yapan muhafazakarları da hamakatleriyle tarihe gömmek lazımdır!

Gözümüzün önündeki net gerçek şudur ki, NATO ve AB Türkiye'nin kapasitesini törpülüyor, imkanlarını sınırlıyor, yapabileceklerini kısıtlıyor, gücünü eritiyor, yürüyüşünü engelliyor. Oysa Türkiye, NATO ve AB'den bağımsız kalsa gücünü güç katacaktır, bölgesinin en nüfuzlu kudreti olacaktır ve batının peşinden koştuğu bağlantısız güç haline gelecektir.

Yeni sömürgeciliğin askeri gücü NATO'yu ve onun sivil toplum gücü AB'yi “sen ben bizim oğlan” yalnızlığına terketmek onlara verilecek en büyük cezadır. Türkiye'nin bağlantısız ülke haline gelerek NATO ve AB'yi kendi yalnızlığına terketmesi bölgesel ve küresel sorunların çözüm yönteminde dehşet dengesini oluşturacaktır. Türkiye'nin bu yeni dengede yeterince ağırlık oluşturamayacağını söylemek, bugünkü etkinlik söylemleriyle temelden çelişir. Türkiye eğer söylendiği gibi güçlü, etkin ve ağırlığı olan bir ülkeyse NATO ve AB bağımlılığına ihtiyacı yoktur. Aksine, bağımsız ve güç sahibi bir etkinlik kapasitesi olarak bütün bu kurumsal yapılarla kendi koşulları ve çıkarları doğrultusunda bağımsız ve bağlantısız ilişki kurabilir, bu ilişkiden de kendisinin ve bölgesinin çıkarlarını azami biçimde tahakkuk ettirmiş olarak sonuç alabilir.

Kaynak: http://www.mizikacilar.com/Makale.aspx?ID=189

NATO’nun Libya’da, Türkiye’nin NATO’da Ne İşi Var?
Oğuz gürses
29.03.2011

“Bağımsız devletler… Bunlar,dış ve iç
hükümranlık haklarını serbestçe, hiç
bir kayıt ve şarta tabi olmaksızın
kullanırlar. (..) işin aslı şudur ki,
görünüşte bağımsız nice devlet vardır
ki, bu sadece lâftan ibarettir; bu
meseleye nazaran bağımsızlık, gerçekte,
hükümranlık gücünün müşahhas
görüntüsü nispetincedir ve gerisi palav-
radan ibarettir.”
Başyücelik Devleti’nden (1)

Şu resim 1911 Yılında Türklerle Arapların Trablusgarb’da haçlı İtalyan işgaline karşı omuz omuza savaştıkları anı tasvir ediyor…

Bu savaştan tam yüz yıl sonra ise bakın ne oluyor?

Akşam gazetesinin haberine göre; Deniz, hava ve özel kuvvetlerden bir grup asker, haçlı ordusu NATO’nun Libya’yı işgaline destek vermek için bugün (29.03.2011) yola çıkıyormuş… Aynı haberde Türkiye, şu anda Libya halkına uygulanan haçlı ambargosununun denetimi için oluşturulan 17 gemilik haçlı deniz filosuna 5 gemi ve 1 denizaltıyla katkı veren Türkiye’nin, haçlı saldırısının uzaması durumunda bir filo Türk jetinin de bölgeye gidebileceği belirtiliyor.

Hafızaları hergün haçlı medyası tarafından formatlanarak yeniden kurgulanan İnsanlarımızın çoğuna bu haber gayet normal gelecektir…

Zira TBMM Genel Kurulu’ndaki kapalı (24.03.2011) oturumda halktan gizli olarak görüşülüp AKP ve CHP’nin oylarıyla kabul edilen, Libya’yı işgale giden haçlı ordusuna yardım ve yataklık etme karararının öncesi artık o insanların hafızalarında yoktur.

Halbuki…

Şu haberi okuyalı çok değil daha bir ay bile olmadı:

“Başbakan Erdoğan, Almanya’dan Kuzey Afrika’daki olaylar nedeniyle dünyaya sert mesajlar gönderdi.” (2)

Şöyle diyor Başbakan, Libya’nın haçlılar tarafından işgali ve bu işgale haçlı Ordusu NATO’nun öncülük etme niyetlerine karşı, bu sert mesajında:

[Erdoğan, “Gazeteciler soruyor: ‘NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da?” dedi.

Erdoğan özetle şöyle konuştu:

Müdahalenin karşısındayız

Libya’daki olaylar karşısında müdahale ya da yaptırımların gündeme alınmasını Libya halkı adına, Libya’daki yabancılar adına kaygı verici buluyoruz. Yönetimlerin yanlışlarının faturası, halklara ödetilmemelidir. Libya halkının cezalandırılması anlamına gelecek her türlü yaptırım ve müdahale büyük ve kabul edilemez sıkıntılara sebep olabilir.

Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da?

Basın mensupları soruyor; ‘NATO Libya’ya müdahale etmeli midir?’ Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey düşünülemez, konuşulamaz. Tunus Tunus halkının, Mısır Mısır halkınındır. Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirler.

Kimse petrol hesabı yapmasın

Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın.. Çünkü bunun faturası, bunun bedeli çok ağır olur. Bu noktada çok dikkatli hareket edilmesi, Libya halkını ve yabancı ülke vatandaşlarını sıkıntıya sokacak her türlü girişimden sakınılması gerekiyor."
]

Başbakan'ın büyün Türkiye halkının hislerine tercüman olarak yaptığı bu konuşmanın Tarihi: 1 Mart 2011… Yer Almanya…

Var mı hatırlayan böyle bir konuşmayı…

Çok az…

Çok az olduğu için de Akşam gazetesinin yukarıdaki haberine, yani, Deniz, hava ve özel kuvvetlerinden bir grup askerimizin , Libya’yı işgale etmek için Libyalıların tepesine hergün tonlarca bomba yağdıran haçlı ordusu NATO’ya destek vermek için bugün (29.03.2011) yola çıkışına.. Tezkerenin Meclis’te kabul edilmesinin ardından Kayseri Komando Tugayı Hava İndirme Taburu ile Bolu Komando Tugayı’nda da cepheye gitme hazırlıklarına başlanılmasına ve bu hazırlıkların kısa sürede bitirilmiş olmasına kimse şaşırmıyor?

Asker evlâtlarımız Haçlıların doymak bilmez çıkarları için bir kere daha ateşe sürülüyor ama…

Durum “kuzuların sessizliği içinde” kabul edilmiş görünüyor…

Buna itiraz edenlerden birisi de HAS PARTİ Genel Başkanı Numan Kurtulmuş…

Sayın Kurtulmuş durumun vahametini çok açık özetliyor:

[Konya'da, gazetecilere yaptığı açıklamada, Müttefik güçlerin aynen Irak'ın işgalinde olduğu gibi yine Birleşmiş Milletler kararlarına dayandırılarak Libya'ya işgal başlattığını öne süren Kurtulmuş, şunları kaydetti:

''Batılı ülkelerin Libya ile ilgili dertleri Libya'da insan halkları ihlallerinin önlenmesi değildir. Libya'nın petrolünün dışında iki önemli kaynağı daha var. Bunlardan bir tanesi yıllardır devam eden 'Nehrülazim Projesi' adı altında, 'Fizan' denilen bölgedeki yer altı suları Afrika'nın en geniş su altı kaynaklarının bulunduğu bölgedir. Bu bölgedeki suların boru hatlarıyla kuzeye kadar taşınması ve böylece buradan elde edilecek suların Avrupa Kıtası'nın su ihtiyacının karşılanmasıdır.

İkincisi ise Libya dünyanın en önemli güneş enerjisi bölgelerinden birisidir. Sahra'daki, çöldeki güneş enerjisi fevkalade büyük bir elektrik üretme kapasitesine sahiptir. Bu projede yaklaşık 460 milyar avro mesabesinde büyük bir maddi imkanı oluşturan çölden elektrik üretme projesidir. Oluşturulacak olan elektrik tarlası projesiyle yine hatlarla kuzeye getirilecek, kuzeyden de İtalya üzerinden Avrupa'nın elektrik ihtiyacı karşılanacaktır.''


-''TÜRKİYE'NİN NATO'DA NE İŞİ VAR?''

TBMM'deki tezkere oylamasını da değerlendiren Kurtulmuş, tezkerenin teknik olarak problemli olduğunu öne sürdü. Tezkerenin öncelikli olarak kapsamının belli olmadığını belirten Kurtulmuş, ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi diye bir tezkere çıkardılar. Türk Silahlı Kuvvetlerinin hangi gücünü nereye göndereceğiz bu belli değildir'' diye konuştu.

Çıkarılan tezkerelerde coğrafi bölgelerin tanımlanması gerektiğini bildiren Kurtulmuş, Hükümet'in çıkardığı tezkerede görev tanımının olmadığını savundu.

Başbakan Erdoğan'ın 15 gün önce 'NATO'nun Libya'da ne işi var' dediğini ancak Meclis'ten tezkerenin geçirildiğini belirten Kurtulmuş, şöyle devam etti:

''Başbakan konuşmalarında 'NATO'nun Libya'da ne işi var' diyordu. Şimdi ben de Sayın Başbakana soruyorum. NATO'nun orada ne işi var? Türkiye'nin NATO'da ne işi var? NATO'nun bu operasyonda ne işi var?

Başbakan Libya'ya müdahale taleplerine sert çıkmış 'Böyle bir saçmalık olur mu?' demişti. Ben de soruyorum, böyle bir saçmalık olur mu? Kim sizi bu saçmalık fikrinizden vazgeçirdi?''
] (3)

Vaziyet budur…

Ve bu durum hem bizim için, hem Libya halkı için hem bölge halkları için, hem de bütün insanlık için çok vahimdir…

Bu ateş herkesi ve herşeyi yakabilecek hale doğru hızla ilerlemektedir…

Ama…

Durumun vahametinin farkına varıp karşı çıkanların sayısının azlığı, vahametin derecesini daha da arttırmaktadır…

Dipnotlar:
1- Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti –Yeni Dünya düzeni-, sayfa:18, İbda yayınevi, Şubat, 1985, İstanbul.
2- Bkz. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17150261.asp
3- Bkz. http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=5247#5247

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

CIA, FBI, NGO ve GENERALLER TÜRKİYE'DE
Nurullah Aydın
Ha-Ber
06.04.2011

Özgürlük, demokrasi ve insan hakları, dünya üzerinde siyaseten en çok kullanılan kavramlardır. Batının yeni sömürge politikası olarak, halkları uyuşturmak için kullandığı çağdaş argümanlar. Bunlara, ileri demokrasi, küresel adalet projesi kavramları da eklendi.


Dönemsel olarak güvenlik yetkileri, yargı mensupları ABD’de eğitime kurslara gönderildi. Döndüler ve çalışmaya başladılar. Her birine önemli görevler verildi.


Türkiye- ABD ilişkisi; 1939 askeri anlaşma ve 1946 Missouri zırhlısının karşılanışından sonra ve 1952’de NATO’ya girişle birlikte, Millici unsurlarla ABD’ci unsurlar arasındaki iktidar savaşı bugünlere geldi. İç içe geçen asker, istihbarat ve eğitim işbirliği yeni yapılandırmayla birlikte o dönemdeki gibi muhalifleri etkisizleştirmeye yöneldi.

Indiana eyalet yöneticilerinin Türkiye'den ortak aradıkları konusu, heyetin bir haftalık ziyareti boyunca gündemden düşmemişti.

ABD Ticaret Odası'na bağlı Türk Amerikan İşadamları Derneği TABA-AMCHAM tarafından konuk edilen heyet, daha sonra Anadolu iş dünyası ile görüştü. TABA yöneticileri, heyetin Bahçeşehir Üniversitesi ve Sanko Holding başta olmak üzere yatırımcılarla buluştu.

17 kişilik Amerikan heyeti, başta Marmara Grubu Vakfı olmak üzere iş ve siyaset dünyasından üst düzey yöneticilerle buluştu. Askeri ve sivil yetkililerden oluşan heyette, ABD Milli Savunma Üniversitesi (NDU) Caps programı katılımcılar ve 2 sivil var.

17 kişilik heyette Chris Aquilino Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Strateji ve Mevzuat Direktörü

Steve Arquiette Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Operasyon Direktörü Vekili

Beth Flanagan Ulusal Valiler Birliği Sivil Kaynak Keşfi Direktörü

Gretchen Herbert Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Bilişim Teknolojisi Direktörü

Kevin Mangum Kara Kuvvetleri Tuğgeneral Hava Destek Komutanı

Jeff Mathis Ulusal Muhafızlar Tuğgeneral Antiterörizm-Ulusal Savunma Direktörü

Fred Midgette Sahil Güvenlik Tuğamiral 9'uncu Sahil Güvenlik Bölgesi Komutanı

Vic Petrenko Kara Kuvvetleri Tuğgeneral Halkla İlişkiler Komutanı

Tim Ray Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Operasyon Direktörü

Badfinger Rocco Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Avrupa Masası Direktörü

Cowboy Rydholm Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Denetleme Sorumlusu

Jack Shanahan Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Birlik Komutanı

Herm Shelanski Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Takip ve İntikal Birliği Direktör Vekili

Kevin Slates Deniz Kuvvetleri Tuğamiral Birlik Komutanı

Ken Tovo Kara Kuvvetleri Tuğgeneral Birlik Komutanı

Scott Vander Hamm Hava Kuvvetleri Tuğgeneral Birlik Komutanı

Kathy Zuback Savunma Bakanlığı Sivil Şirket Yönetimi-Portföy Sorumlusu

Akdeniz çanağında ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar artıyor. İspanya, İtalya ve Yunanistan ekonomik krizle boğuşuyor. Tunus ve Mısır'da iktidarlar sokak gösterileriyle devrildi. Libya; haçlılarca bombalanıyor. Yemen, Suriye’de olaylar devam ediyor.

14 haçlı savaşına karşı İslam dünyasını koruyan, set olan Türkiye; 15 inci ve 16’ıncı haçlı savaşlarında ne yazık ki haçlılarla ittifak kuran İslam’dan dönme münafık cemaat-tarikat-liboş, dönek yöneticiler eliyle, tarihi geçmişini, bir anda sildi, attı.

ABD-İngiltere; Ankara ve İstanbul’a yerleştirdiği CIA, FBI, NSA istihbarat ağıyla, NGO sivil örgüt mensuplarıyla, devşirdiği işbirlikçi siyasetçi, gazeteci ve akademisyenleriyle, yargı güvenlik birimlerinde yeniden yapılandığı Yeni Gladio ile Türkiye’nin yönetim iradesini teslim almıştır.

ABD; Türk Milleti’nin tarihi kimliği ile özdeş "Ergenekon" kavramını dejenere edecek şekilde bu adla muhalifleri tasfiyeyi İslamcı parti ve cemaat eliyle gerçekleştirirken, Türkiye-ABD ilişkilerinin varolan durumunu çarpıcı bir şekilde tarihe not düşecek şekilde ortaya koymuştur.

Türk Milleti’nin dirilişinin odak noktası da budur. Tarih bir kez daha tekerrür edecek ve işgalciler ve işbirlikçileri geldikleri gibi gideceklerdir. Ancak bu kez ihanetlerinin bedelini ödeyerek.

Günün Sözü: Acizler için imkansız, korkaklar için müthiş gözüken şeyler kahramanlar için idealdir.

Afganistan'da Haçlı Ordusu NATO'ya Karşı Protestosu Devam Ediyor

Afganistan'ın Talukan kentinde Haçlı Ordusu NATO hava saldırısını protesto eden gösteriler devam ediyor.

19 Mays 2011

Şehirden gelen haberlere göre, güvenlik güçleri göstericilere ateş açtı, ancak henüz hayatını kaybeden olup olmadığı bilinmiyor.

Salı gecesi gerçekleşen ve ikisi kadın dört kişinin ölümüyle sonuçlanan Haçlı Ordusu NATO saldırısını protesto eden gösteriler dün başlamıştı.

Dün gerçekleştirilen protestolardan askerlerin ateşi sonucu 12 kişi ölmüş onlarca kişi yaralanmıştı.

Şehirden gelen haberlere göre, güvenlik güçleri göstericilere ateş açtı, ancak henüz hayatını kaybeden olup olmadığı bilinmiyor.

Salı gecesi gerçekleşen ve ikisi kadın dört kişinin ölümüyle sonuçlanan Haçlı Ordusu NATO saldırısını protesto eden gösteriler dün başlamıştı.

Dün gerçekleştirilen protestolardan askerlerin ateşi sonucu 12 kişi ölmüş onlarca kişi yaralanmıştı.
haber1001


NATO’DA YENİ HAREKETLENMELER VAR
Bülent ESİNOĞLU
18.05.2011

Türkiye kendisinin hiçbir derdine deva olmayacak 12 Haziran Seçimlerine odaklanmışken, Batılı güçler, Türkiye’nin gücü ile Türkiye’yi bölmenin peşindeler.
Önce CIA Başkanı Ankara’yı ziyaret etti.
CIA savaştan önce ve savaştan sonra bölünecek ülkelerde çalışmalar yapar.
CIA Başkanının ardından, Amerikan savaş makinesinin ikinci adamı Orgeneral Cartwright Ankara’ya geldi. İzmir de teftişler yapacak.
Dün Amerikan Dışişleri Bakanı Bayan Cilington, Suriye’ye yaptırımlardan söz etti.
Gelişmeleri alt alta sıralayacağım. Ancak bir hatırlatma yapmam yerinde olacak.
NATO’nun Irak’ın kuzeyine ve Türkiye’nin güneydoğusuna konuşlandırılması konusunda, daha önce yetkili ağızlardan yapılan açıklamalar var. Bu açıklamalar hem Başbakan Erdoğan tarafından, hem de PKK’nin başı Öcalan tarafından yapılmıştı.
Erdoğan 29 Haziran 2010 tarihinde, Kanada-Toronta’da G-20 zirvesinde, “Afganistan’da Taliban-a karşı verilen mücadeleyi örnek göstererek, NATO’nun aynı katkıyı Türkiye’ye yapmasını istedi.”
1 Temmuz 2010 tarihinde, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, NATO Sözleşmesinin Beşinci Maddesi gereğince NATO’ya bu talebin yapıldığını beyan etmişti.
24 Kasım 2010 tarihinde, Öcalan NATO’nun Kürt sorununa müdahil olmasını istemişti.
Özetlersek, hem PKK, hem Hükümet, hem de Amerika Kürt Sorununa NATO’nun müdahil olmasını istiyor.
Amerika’nın Irak’tan çekiliyor gibi yapması, sizi yanıltmasın. Amerika krizler dolayısı ile masrafları başkalarının üzerine yıkmak, savaşı başkalarına yaptırmak gayreti içindedir.
Türkiye’nin güneydoğusundaki durum Amerika’ya bu fırsatı veriyor. Daha doğrusu Amerika bu fırsatı yaratmanın peşindeydi. Kullanabileceği bir iktidarı yakalamışken bu işi bitirme peşindedir.
Amerika Free Kürdistan’ı kurması için Büyük Ortadoğu Projesindeki stratejisini, Türkiye, İran ve Suriye’yi bölüme esasına göre kurmuştur.
Tabi bu bölme operasyonunda NATO’nun kullanılması Amerika’ya bir sürü avantaj sağlamaktadır.
Saldıran NATO olunca, her şey sanki yasal ve uluslararasıymış gibi oluyor.
NATO’daki hummalı hareketlilik bundandır.
Bir de, acil Libya meselesi var.
İzmir’in, NATO’nun temel karargâhı olma ve Libya’ya yapılacak kara harekâtının hazırlanması hususu gündemde.
Gelip, giden Amerikalı yetkililerin ziyaret sebebinin, PKK’dan alınacak istihbarat ile ilgili olduğunu kamuoyuna açıklamaları da manidardır. Size istihbarat verelim sizde İzmir’i verin diyorlar.
Özetlersek, aslında hazırlanan NATO operasyonu Türkiye’ye yapılacak. Başlangıçtan beri olan da budur. Çekiç Güç’ün kurulduğu günden beri, Amerika ve Türk Devletinin içindeki işbirlikçiler, birlikte Büyük Kürdistan’ı kurma peşindeler.
Geri çekile çekile, uçurumun kenarına gelmiş durumdayız.
Gene Batının denetiminde, kendimize ait bir sorunu, Batıya teslim ederek çözeceğimizi sanıyoruz.
Aslında sorunumuz Kürt Sorunu değildir. Sorunumuz; yabancılar ile işbirliği yaparak sorunları büyütme sorunudur.
Bölücülük sorununu çözmenin yolu, öncelikle, kendi içimizdeki Batı işbirlikçilerini temizlemekten geçer.
Bu temizliğin başka adı; Devrimdir.
Batı bize bölünmeyi dayatıyor. Biz bu bölünmeye, ancak bir devrimle cevap verebiliriz.
Hayat bize kör çıkmazlardan çıkmak için devrimi dayatıyor.
Mustafa Kemal devrimlerini kaybeden, cemaatlere etnik bölünmeler teslim olanların, devrimden başka çıkışı kalmamıştır.
Ne kadar Kürdistan sözcüğü öne çıkarsa, o kadar çok milli devrim sözcüğü öne çıkacaktır.
http://www.ordumillet.com/

Afganistan'daki İşgalci haçlı ordusu NATO 12 çocuk daha öldürdü
29 MAYIS 2011

Afganistan'ın Helmand eyaletindeki hava saldırısında iki evi vuran işgalci haçlı ordusu NATO güçleri 12'si çocuk 14 sivilin ölümüne sebep oldu.

İşgalci haçlı ordusu NATO dün Amerikan deniz piyadelerinin saldırıya uğradığı Nevzad bölgesine hava saldırısı düzenledi.

Bu saldırıda sivillerin yaşadığı iki ev vuruldu, evdeki 12 çocuk ve 2 kadın hayatını kaybetti.

Haçlı saldırısında yakınlarını kaybedenler ise öfkeliydi.

Sera Kala köyünden Helmand'ın başkentine taşıdıkları cesetleri gazeteciler ve yetkililere gösteren köylüler, "Bunlar mı Taliban?" diye haykırdı.

İşgalci haçlı ordusu NATO saldırılarında çok sayıda sivilin ölmesi, uzun süredir ülkedeki uluslararası güç ile Afgan hükümeti ve kamuoyu arasında gerilim yaratıyor.

İşbirlikçi Hamid Karzai bile NATO'yu özellikle gece saldırılarında yaşanan bu kayıpları önleme konusunda üzerine düşeni yapmamakla eleştirmişti.

Çarşamba günü ülkenin kuzey doğusunda saldırıda 20 Afgan polisinin yanı sıra 18 sivil de hayatını kaybetmişti.
haber1001

Rusya: "NATO BM kararlarını yanlış yorumluyor"
6 Haziran 2011
Rusya başbakan yardımcısı, Libya’da NATO güçlerinin Kaddafi güçlerine karşı kullandığı aşırı güçten duydukları rahatsızlığı dile getirdi. Sergei Ivanov, BM kararının keyfi bir şekilde yorumlandığına dikkat çekti.

Birleşmiş Milletlerin kurucu ülkelerinden olan Rusya’dan, NATO kuvvetlerinin Libya’da Kaddafi güçlerine karşı kullandığı güce eleştiri geldi. Rusya başbakan yardımcısı Libya’daki saldırılarda aşırı ve artan bir güç kullanıldığını, BM kararının yanlış yorumlandığını ifade etti. Rusya dışişleri bakanı da bundan önce yaptığı açıklamalarda NATO’nun saldırılarının yavaş yavaş kara saldırısına dönüştüğüne işaret etmişti.

Rusya, NATO güçlerinin Libya’da birilerinin hesabına belli bir tarafı destekleyerek aşırı güç kullanmasından rahatsız olduğunu dile getirdi.

Rusya Başbakan Yardımcısı Sergei Ivanov dün yaptığı açıklamada Moskova’nın, Birleşmiş Milletler kararlarının netliğine karşın NATO güçleri tarafından Libya’da kullanılan aşırı ve artan güçten endişe duyduğunu dile getirdi.

Ivanov, Rusya’nın kararı onaylamada hedefinin barışı desteklemek, şiddetin artmasının ve sivillerin öldürülmesinin önüne geçmek olduğunu ifade etti. Ardından şöyle ekledi: ‘NATO’nun operasyonları ancak bir tarafın hesabına iç savaşa girmek adına BM’nin kararlarını keyfi yorumlamak olarak vasıflandırılabilir. Libya’daki tüm tarafların anlaşmazlıklarını BM’nin ve bölgesel kuruluşların aracılığıyla barışçıl yollarla çözmesi gerekir.’

Diğer taraftan NATO Kuvvetleri’nin bu sabah şafak sökmeden helikopterlerle Ajdabiya’nın batısında Kaddafi güçleri tarafından kontrol altında tutulan noktaları vurduğu bildirildi. Bu noktalar şehrin batısına 40 km. uzaklıktaki; nehir yolunda bulunmaktadır.

Rusya dışişleri bakanı Sergey Lavrov da dün yaptığı açıklamalarda NATO güçlerinin operasyonlarının yavaş yavaş kara operasyonuna dönüşmekte olduğu uyarısında bulunmuştu.

Lavrov şöyle dedi: ‘Fransa ve İngiltere’nin savaş helikopterleri kullanmaya niyetlendiğini biliyoruz ve bu durumu kasıtlı ya da kasıtsız bir kara operasyonuna hazırlık süreci olarak nitelendiriyoruz.’ haber10



Gates:'NATO askeri olarak etkisiz hale gelebilir'
10 HAZİRAN 2011

[img]http://wscdn.bbc.co.uk/worldservice/assets/images/2011/06/09/110609133210_robert_gates_304x171_afp.jpg [/img]

Amerikan savunma bakanı Robert Gates, eğer Avrupalı üyeleri askeri harcamalarını artırmazsa, NATO'nun askeri olarak etkisiz kalma riskiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı.

Bu ayın sonunda emekliye ayrılacak olan Gates, konuşmasında Libya ve Afganistan'da NATO önderliğinde gerçekleştirilen operasyonların, bazı mğttefiklerin askeri kapasite ve siyasi iradesine ilişkin ciddi eksiklikleri ortaya çıkardığını söyledi.

Gates, Amerikan vatandaşlarının, ödedikleri vergilerle sınırsız bir süre boyunca Avrupalı ülkelerin savunma bütçesindeki kesintilerin yarattığı güvenlik yükünü taşıyamayacağını da ekledi.

AP haber ajansı, Gates'in NATO bürokrasisi ve Avrupalı müttefiklerin Afganistan savaşına katılımları konusunda getirdikleri sınırlara ilişkin kızgınlığını uzun süredir ifade ediyor olduğunu aktarıyor.

Ajans, Avrupa'da konuşlanmış onbinlerce Amerikan askeri olduğunu, bu askerlerin amacının olası bir işgale karşı Avrupa topraklarını korumak değil, Avrupalı birliklerle ortak eğitimlere katılmak ve Avrupa birliklerinin savaşa katılma kapasitesini artırmak olduğunu da ekliyor.

Gates'in karamsar konuşması, aynı zamanda Pentagon başkanı olarak yaptığı son konuşmayı teşkil ediyor.

Ay sonunda emekliye ayrılacak olan Gates'in görevini Leon Panetta'nın devralması bekleniyor.
BBC

NATO’yu göreve çağıran ulusalcı!
Yener Dönmez/ Yeni Akit
28 Haziran 2011
Ulusalcı yazar Melih Aşık, Ergenekon ve Balyoz davalarına karşı NATO’yu göreve çağırdı.

23 Haziran 2011 günü Milliyet Gazetesi’nde yer alan köşe yazısında ABD’li gazeteci Claire Berlinsky’nin yazısından alıntı yapan Melih Aşık, “NATO’ya Davet” başlığını attığı yazısında “İlginç” diyerek şu ifadelere yer verdi:

“Sonu belirsiz uzunluğuna ve yasal standartların eksikliğine rağmen siyasi açıdan önemli bir dava. Yargılanan insanlar kilit NATO üyesinin üst düzey komutanları. Bunun önemli olduğunu düşünmüyor musunuz? Bölged
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Ağu 12, 2016 3:40 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Hzr 29, 2011 10:37 pm    Mesaj konusu: Seçimler Bitti, Sandıklar Açıldı: Ya Sonra? -3- Alıntıyla Cevap Gönder

Seçimler Bitti, Sandıklar Açıldı: Ya Sonra? -3-
Alihaydar Can



[Demokrasi bu halka,
Burunlarda bir halka.]
(*)

CHP, Mudanya Lozan hattında varılan mutabakatlara uygun olarak, zamanın Batı emperyalizminin patronu İngiltere’nin çizdiği yol haritası çerçevesinde dinsiz imansız, ahlâksız, tarihsiz, soysuz, sopsuz, kültürsüz; burnu halkalı köle olmaya hazır yeni bir millet yaratma projesi çerçevesinde; bu milletin diline, dinine imanına, tarihine, kültürüne, örfüne adetine, kısaca binlerce yıllık tarih içinde millî şahsiyeti ve haysiyetini oluşturan bütün değerlerine öylesine vahşice saldırdı, öylesine barbarca zulümler yaptı ki...

Bu Vahşet ve barbarlıkların bu milletin hafızasından silinmesi mümkün değildir..

Buna psikiyatrik bir hastalık ismi olarak halktaki CHP fobisi/sendromu diyelim...

Ve...

Demokrat Parti’yi iktidara getiran sloganı hatırlayalım:

- “Yeter Söz Milletindir!”

Peki daha önce söz kimindi?

CHP’nin...

Söz, yani iktidar...

Pekiyi...

1950 seçimlerinde “söz” halka geçti mi?

Tabiî ki, geçmedi...

DP’ye geçti...

DP dediğimiz şey neydi?

CHP’den istifa etmiş bir grup –eski- CHP’li

Bu DP ne yaptı?

CHP fobisi/sendromu iliklerine işlemiş bu çaresiz/örgütsüz halkın ağzına bir parmak bal çalıverdi:

CHP tarafından orijinali yasaklanarak “Türkçeleştirilen” Ezan’ı yeniden eski haline döndürdü..

Çeyrek asırdır görmediği zulüm, işitmediği hakaret kalmamış bu halkın incinmiş gönlünü almaya bu minicik adım yetti de arttı bile...

DP de 10 yıllık iktidarı boyunca halk için bundan başka somut bir şey yapmadı...

İşler Batı emperyalizminin yeni patronu ABD nasıl isterse öyle götürülüyordu...

Ezanına yeniden kavuşan halkın gözü başka bir şey görmüyordu..

Bunları niye anlatıyoruz?

Bir “türban, bir “van minut” işlem tamam, tıpkı bir ezan gibi...

Bugün kendilerini “laik, kemalist, atatürkçü, cumhuriyetçi, ilerici, çağdaş” olarak pazarlamaya kalkan CHP ve onun vesaire cinsinden klonlarının seçim sonuçlarının niye böyle çıktığını bir türlü kavrayamamalarındaki körlüğü göstermek için...

“Laik, Kemalist, Atatürkçü, cumhuriyetçi, ilerici, çağdaş” sıfatlarını ister tek tek, ister topluca kullanın bu sıfatların her birinin bu milletin hafızasındaki karşılığı CHP’dir... Aynı hafızada CHP’nin karşılığı ise insafsız bir zulüm, saldırgan bir halk ve hak düşmanlığıdır...

Ergenekon davası sanıklarından biri, seçimlerden çok önce bir duruşmada “CHP seçimlere girmese AKP’nin oyları en az yüzde 10 düşer” demişti...

Çok doğru bir tespit...

Bu demokrasi müsameresi sürdükçe ve bu müsamerenin “kötü adamı” olan CHP seçimlerde boy gösterdikçe, karşısındaki DP versiyonu parti (AP, ANAP, AKP gibi)ler yüzde elliler civarında oy almaya devam ederler...

Kendilerini “Laik, Kemalist, Atatürkçü, cumhuriyetçi, ilerici, çağdaş” olarak pazarlayan dangul dungul tipler de, her seçim yenilgisinden sonra “Ulan bu bidon kafalı, göbeğini kaşıyan cahil ayılar gene gidip gerici AKP’ye oy verdi. Demokrasi bizim nemize abi? Bunların sırtından sopayı eksik etmicen” diye hırlayıp dururlar...

Bu demokrasi müsameresinde kendilerine “tecavüzcü coşkun” rolü düştüğünü bir türlü anlayamazlar...

Nasıl anlayacaklar?

Beyinleri alkolden pert olmuş durumda...


***

DP yaptığı bir “ezan kıyağı”yla 1950’den sonra yapılan iki seçimi 1954-1957) daha sandıkları doldurarak aldı...

Seçim konuşmaları, sloganları ve afişlerinde hep “kötü adam” CHP’nin iktidarı döneminde yapıp ettiklerine atıf dikkat çekici...

1957 seçimlerinden bir kaç afiş örneği:

- “dağlar yol, viraneler bağ oldu”.

- Türkiye’de işi azaltacaklara, yapılan işleri durduracaklara rey verme”.

- “Daha çok yol, daha çok fabrika, daha çok refah istiyorsan reyini demokrat Parti’ye ver”.

- “demokrat Parti: Yedi Yılda Türkiye’yi büyük devlet yapan parti”.

- Köylü vatandaş, Demokrat Parti seni kimseye ezdirmez”.

- “Rey çalanı... Mazbata sahtekârlığı yapanı... Dayak atanı... Unutma... Oyunu DP’ye ver”.

- “Pahalılık var diyorlar. Şekerin kilosunu 5 liraya yedirdiklerini unutma”.

- “Başlayan işlerin bitmesi lâzım. Kalkınmaya devam. Reyini demokrat parti’ye ver”.

1957 seçimlerinde de sandıktan DP çıktı çıkmasına ama, halktaki CHP fobisi/sendromu içinde pısıp kalmış Anadolu insanı da korkularının üzerine yığdığı ölü torağını sikeleyip atmaya başlayarak DP içinde o zamanki deyimiyle “miliyetçi-mukaddesatçı” kuvvetli bir grup oluşturmuştu. Bu sebeple İki arada bir derede kalan Menderes, parti içindeki mason-dönme takımıyla Milliyetçi-Mukaddesatçı dengesini bir arada tutmakta zorlanmaya başlamıştı.

“Bu millet isterse hilafeti bile geri getirebilir” sözünü bu denge çabası içinde söylemiş olabilir.

Batı emperyalizminin yeni patronu ABD, çok şeye katlanabilirdi belki ama bu milletin kendi özüne, ruh köküne yani onu var eden millî ve manevî değerlerine dönmesine asla göz yummamazdı.

Çünkü bu sadece Türkiye’yi değil Balkanlar’dan Çin’e, Kafkaslardan Afrika’ya uzanan çok geniş bir siyasî coğrafya (Emevî, Abbasî, Selçuklu, Osmanlı) yı da kaybetmek demekti.

Devreye Pentagon girdi...

O zamana kadar Osmanlı-Millî Mücadele geleneğini muhafaza edebilmiş TSK içindeki adamlarına 27 Mayıs darbesini yaptırdı.

Bu darbe sadece DP’yi devirmekle kalmadı ordu içinde Osmanlı-Millî Mücadele geleneğini muhafaza ettiğinden şüphelenilen bütün subaylar bir gecede tasfiye edildi...

Bu tasfiye işinin finansmanının ABD tarafından karşuılandığını, tasfiye işinin başındaki isim Alpaslan Türkeş anlatıyor...,

Bu tasfiye tamamlandıktan sonra Alpaslan Türkeş ve Milî Birlik Komitesi’ndeki diğer Milliyetçi subaylar da ayrı bir tasfiyeye maruz kaldılar.

Artık TSK tam bir NATO ordusu haline gelmişti...

Dipnot:
* Necip Fazıl Kısakürek’in Manzara isimli şiirinden.


(Devam edecek)

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=5513#5513

NATO'nun öldürdükleri bin 100'ü geçti
14 Temmuz 2011
Anadolu Haber
Libya, NATO'nun hava saldırılarında bin 100'den fazla Libyalının öldüğünü açıkladı. NATO, 19 Mart'ta başlattığı saldırılarını sürdürüyor

Libyalı savcı Muhammed Zikri El Mahcubi, NATO'nun 19 Mart'tan beri ülkesine düzenlediği hava saldırılarında bin 100'den fazla Libyalının öldüğünü söyledi.

Mahcubi, yaptığı açıklamada, NATO'nun hava saldırılarında yaralananların sayısının ise 4 bin 500 kişi olduğunu ifade etti.

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'i hava operasyonları nedeniyle Libya mahkemesinde soykırım ile suçlayacaklarını bildiren Mahcubi, Rasmussen hakkında aralarında adam öldürme ve yaralama, kamu binalarını yıkma ve Libya lideri Muammer Kaddafi'yi öldürmeye çalışmanın da olduğu 10 ayrı suçlamada bulundu.

Haçlı ordusu NATO Güçleri 3 sivili daha öldürdü
24 Temmuz 2011
İşgalci haçlı ordusu NATO güçleri'nin, Afganistan'nın Vardak vilayetinde 3 sivili daha öldürdüğünü bildirdi.
Ölenler arasında bir kadın doktorun da bulunduğu açıklandı. haber1001

Kaddafi yakınlarından NATO'ya dava
28 Temmuz 2011
Libya lideri Muammer Kaddafi'nin akrabası olduğu belirtilen Hamidi Halid adlı bir Libyalının avukatları, NATO aleyhine tazminat dava açtı.

Fransız avukat Marcel Ceccaldi ve Belçikalı ortalığı Ghislain Dubois tarafından Brüksel Asliye Hukuk Mahkemesine verilen dava dilekçesinde, 20 Haziran'da Libya'nın başkenti Trablus yakınlarındaki Surman kentinde, muhtemelen bir insansız uçak tarafından gerçekleştirilen ve ''bilinçli'' olarak nitelendirilen saldırıda, Halid'in emekli general ve aşiret lideri babasının evinde bulunan 34 yaşındaki eşi ile 4 ve 5 yaşındaki kızları ve 3 yaşındaki oğlunun hayatını kaybettiği belirtildi.

Dilekçede, mahkemeden davacıya uğradığı maddi ve manevi zarar nedeniyle ilk aşamada 100 bin avro ödenmesi ve hasar tespiti için bir emlakçı ve sağlık uzmanının Libya'ya gönderilmesi talep edildi.

Davayla ilgili basına konuşan avukatlar, NATO'nun sivilleri öldürerek BM Güvenlik Konseyi'nin 1973 sayılı kararını ihlal ettiğini savundu.

Avukatlara göre, NATO'nun uluslararası bir örgüt olmasından kaynaklanan cezai dokunulmazlığı medeni hukuku ilgilendiren konularını kapsamıyor. haber10

Robert Mugabe: "Nato Bir Terör Örgütüdür!"
10 Austos 2011



Zimbabve cumhurbaşkanı Robert Mugabe, Libya'da gerçekleştirdiği hava saldırılarından dolayı NATO'nun bir terör örgütü olduğunu söyledi

Mugabe, Libya lideri ve ailesinin hedef alınmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi.

"MUAMMER KADDAFİ'NİN ÇOCUKLARINI BİLEREK ÖLDÜRDÜLER"

Mugabe, bu açıklamalarını azınlıktaki beyaz iktidara karşı savaşırken ölenleri anmak için yaptığı bir konuşma sırasında yaptı.

Mugabe, konuşmasında NATO'nun sivilleri bombaladığını söyledi.

"Kaddafi'yi öldürmeye çalışıyorlar," diyen Mugabe, "Çocuklarından bazılarını bilerek öldürdüler.".diye sözlerine devam etti.

Mugabe'nin, "Bu yüzden NATO bir terör örgütüdür diyorum" sözleri alkışlarla karşılandı.

Mugabe, "NATO, Uluslararası hukuku ihlal ediyor, kuralları yok ve öldürmek kastıyla hareket ediyor. Bunun adı cinayet ve suikasttir." dledi.
haber1001

NATO haçlı ordusu mudur?
Savaş SÜZAL
26 Ağustos 2011



Libya operasyonu, demokrasi ve özgürlük zaferi midir? Yalnız Libya değil, Irak, Mısır, Tunus ve Suriye de. Batı oralara gerçekten demokrasi ve özgürlük mü getirmiştir? Bence bu zırvaya inananlar, bu sürece destek verenler, kendi sonlarının da bir gün böyle olacağını görmek zorunda.

Önce size Türkiye’de yakın tarihimizde medya dünyasında yaşanan bir olayı anlatayım. Hatırlayın 2000’li yılların başında Sabah grubuna el konuldu.

Bu operasyon sırasında, rakip gruplar, Aydın Doğan ve Cem Uzan adeta operasyonlara destek veren yayın yaptı. Bu el koyma sürecine yalnızca Karamehmet grubu sessiz kaldı; olayları, haber olarak verdi. Bir süre sonra Cem Uzan’ın grubuna savaş açıldı ve el kondu; bu operasyon sırasında da Aydın Doğan, Cem Uzan ve grubuna verdi veriştirdi. Ve nihayet hükümet, kalan son grup Doğan grubuna ait medyaya el koydu. Vergi borçları çıktı, Aydın ortadan çekildi; kızları da şimdi hükümetle dans ediyor. Son olarak Turgay Ciner ve elindekiler var, ama ne kadar, nereye kadar?

Ben bu durumu bugün Arap dünyasında yaşananlara çok benzetiyorum. Aralarından biri düşerken, ötekiler hemen güçlünün yanında yer alıp, yalakalık yapıp alkış tuttu. Ancak gerçek şu ki bu ülkelere karşı yapılan operasyonlar artık gizlenemeyecek boyutlarda bir haçlı seferidir. Mesela, adı ne olursa olsun aynı olayların yaşandığı bir Yunanistan’daki sokak gösterilerine karşı ne hikmetse operasyon yapılmadı. Aynı şey İngiltere için de geçerli. Neden adı değiştirilmiş haçlı ordusu NATO, Yunanistan, İngiltere, İspanya ve hatta öteki Avrupa ülkelerine müdahale etmemiştir.

Peki, savunma amacıyla kurulmuş olan NATO, batılı süper güçlerin, haçlı ideolojilerinin bir sopası mıdır? Bu Türk basınında ilk kez yazılmıyor. Biliyorum birçok makale araştırma çıktı konuyla ilgili. Ama biz karar vermek zorundayız. Afganistan diyorsunuz Amerikan askerlerinin adı NATO gücü. Irak deseniz öyle. Her ne kadar öteki müttefikler bu operasyonlara birkaç yüz asker veriyorsa da, o askerlerin orada olması ABD’ye yasal bir ittifak havası ve hakkı veriyor. Aynı Papa’nın 1095-1270 arasında İslam dünyası üzerine sürdüğü ve bir araya getirdiği ulusların, adı haçlı olan, orduları gibi şimdilerde NATO’da değişen Vatikan’ın haçlı ordusu rolünde.

Vatikan ise bu günlerde, Washington’a taşındı. Yeni papalar ABD başkanlarıdır. ABD Başkanlarının seçiminde kilisenin rolü oldukça büyüktür. AB ülkeleri liderleri de Haçlı ordusuna asker veren Hıristiyan krallar. Şimdi aklınıza peki Türkiye’nin bu ordu içinde işin ne, gibi abuk sabuk bir soru gelebilir. Tabii biz okumayı sevmeyen bir ulus olduğumuz için BOP yani Büyük Orta Doğu Projesi’nin ne amaçla hazırlanıp yürürlüğe konduğunu da bilmeyiz. Aslında bu proje dün hazırlanıp bugün yürürlüğe konmuş bir şey değil. Erdoğan’ın da eş başkan seçilmesi tesadüf değil.

BOP’ta Orta Doğu ve İslam dünyasının nasıl karıştırılacağı gayet açık seçik bir şekilde anlatılır. İyi de İslamcı bir ideolojiyi savunan ve bu ideoloji etrafında toplanan dini bütün Müslüman Türk seçmeni tarafından iş başına getirilen AKP’nin bu haçlı ordusunun sözcüsü ve öncüsü gibi hareket etmesinin gerekçesi ne?

Ben Libya lideri Kaddafi’yi de öteki Arap diktatörleri de hiç sevmedim ve sevmem. Ama gerçekçi olmalısınız, Kaddafi birbirini yiyen Arap aşiretlerini bir araya toplayıp, adını yeni tür bir sosyalizm dediği rejimle 42 yıl yönetti. Her Libyalıya ev ve araba verdi. Okullar açtı, kentleri imar etti. Aynı Irak diktatörü Saddam gibi. Neresinden bakarsanız bakın, Saddam Irak’ı bir arada tuttu. Eğitim ve imarda Irak Arap ülkeleri içinde en uygar olanıydı. Mısır, Suriye aynı takımdan.

Artık açın gözünüzü, Hıristiyan dünyası gözünü açan İslam ülkelerine karşı haçlı seferi başlatmıştır, gerekçesi de demokrasi ve özgürlük. Bu operasyon öncesinde aynı Papa’nın 1095’te yaptığı gibi Müslüman ülkeler içinden de bir işbirlikçi seçilmiştir o da biz olduk. Aynı Selahattin Eyyubi tarafından öldürülen Fatımi veziri Dargum gibi.

Bu tiyatroda Türkiye’nin oynadığı oynatıldığı rol açıkça her açıdan kendimizi inkâr ve birilerine alet olmaktan öte bir şey değildir. Adını ne koyarsanız koyun.
savassuzal@habergazete.com
KAYNAK: http://www.guncelmeydan.com/


BAŞLARI DERİN BELADA!
30.08.2011
BM Güvenlik Konseyinin 21 Haziranda Libya'yla ilgili almış olduğu 1970 ve 1973 sayılı kararların içeriği gayet açık. Bu kararlara göre, BM üyesi bağımsız ve hükümran bir ülke olan Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi topraklarına, hiç bir yabancı askeri personel veya paralı asker gönderilmeyecekti, çatışmanın taraflarına silah satılmayacaktı ve de asker ve silah taşıdığından şüphe edilen gemiler durdurulup denetlenecekti. Nato sayılan bu dört hususu da ihlal etti, böylece uluslararası hukuk çerçevesinde kovuşturma açılması gereken bir sorumlu durumuna düştü.

Güvenlik Konseyinin almış olduğu anılan kararlar, gayet açık ve kategoriktir; Libya toprakları üzerinde hiç bir yabancı asker ve paralı asker bulunamayacağı gibi, yabancı güçlerin çatışmanın taraflarını silahlandırması da yasaktı. Ayrıca kararların yürütülmesiyle ilgili taraflar, asker ve silah taşıyan gemileri denetleme görevini yerine getirmekle yükümlü tutuluyorlardı, Nato sadece bu dört hususun gözetilmesinde yetersiz kalmadı, fakat hepsini kategorik olarak bizatihi ihlal etti.

Nato, uluslararası hukuku çiğnemekten suçludur ve bu davranışının (katlanması gereken) sonuçları olacaktır.

Uluslararası hukuku apaçık ihlalleri dışında, Nato ayrıca savaş suçları işlemiş olmaktan sorumludur. Su dağıtım şebekeleri gibi sivil alt yapıları bombalamak, kendi tabirleriyle "nüfusu kırmak", sivil yapıları bombardıman etmek, hassas bombardımanlarla sivilleri evlerinde öldürmek, Amerikadan Apaçi helikopterleriyle sivillere saldırmak... (Amerikada bununla ilgili bir kanun yok mu?)

Bu çatışma devam ettikçe, Nato daha da habisleşecek ve Albay Kaddafi'nin projelerini farkında olup, o harika insancıl politikaları için -ki batı lobilerinin bütün oyuncularını son derece rahatsız eden proje ve politikalardır- ona teşekkür eden bizler de, sonucu ne olursa olsun, bu çatışmanın başından beri doğru davranmış olduğumuza daha da inanmış olacağız. Bu dediğimiz, bugün Yeşil Komiteler Hareketi Lideri olarak, Dünya Yeşil Komitelerine hitap ettiği mesajında, takipçilerinden sağlam durmalarını isteyen, ruhen sarsılanlarını cesaretlendiren, gerekmedikçe şiddet kullanmamalarını öğütleyen Kaddafi'nin söylemiş olduklarıyla da doğrulandı.

Albay Kaddafi, bütün Afrika kıtasında bilgiyi; çeşitli eğitim ve teletıp programlarını yaygınlaştırdı; korkuyu değil. Diğerleri, Nato ülkeleri, Afrika'nın kaynakların tecavüz edip yağmalayan sömürgeciliğin 500 yıllık kölelik mirasından başka ne bıraktılar ki
geride?

Albay Kaddafi, yazdığım gibi, bitmedi. Nato'nun maksadı onu katletmek ve ülkesini tahrip etmek değilse eğer, fırsat verilirse, bu sosyal ve gelişimsel programları yaygınlaştıracaktır.

Dünya bir yol ayrımında. Bugün, 2011 yılı Ağustosunda, kötülüğün güçleriyle, masum bir adam ve onun masum, kahraman halkı arasında kopan muazzam bir savaşla yüz yüzeyiz. Dünya, Golyat'ın, sokaklarda insanların kafalarını kesen, çocukları öldüren (Nato'nun yaptığı gibi) kadınlara tecavüz eden, yağmalayan kötülüğün şeytani güçleriyle, Nato'ya karşı kahramanca savaşan David'i nasıl yutmaya çalıştığını seyretmekle meşgul.

İngiliz, Fransız, Katar'lı yabancı paralı askerlerin Nato tarafından görevlendirildiğine ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden askeri personelin esir alındığına ilişkin taze deliller mevcut. Mesela İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri onları bombalarken, Libya Silahlı Kuvvetleri, bağrışıp kaçışan bu yaralı paralı askerlerini ve ölülerini gelip almaları için İngilizlere izin veriyordu.

Nato'nun şer gücü temsil ettiğinin bir işareti daha; şimdilerde bağımsız gazetecilerin facebook hesaplarını silmeye başladılar. CNN görevlilerinin Trablus'ta çok sayıda bağımsız gazeteciyi tehdit ettiklerine ilişkin iddialar mevcut (bu iddialar soruşturuluyor). Ve de medya, Libya'da olup-bitenler üzerinde karartma uyguluyor. Ama yine de örtemiyorlar. Zira (hakikati öğrenip, duyurmak için) Facebook haricinde, başka yollara ve araçlara sahibiz.

Başka sosyal ağlar var. SKY, CNN, BBC ve El Cezire'den başka araçlara sahibiz. Adı geçen bu kanallara yönelik uluslararası bir boykot söz konusu. (Bu saldırının) ticari sonuçları da olacak; Nato ülkelerini Afrika'dan dışlamak için bir pan-Afrika hareketi başladı. Siz Libyalı çocukları mı öldürdünüz? Afrika'da yeriniz yok, ihale, anlaşma yok. Git kendi ülkenin kaynaklarını yağmala, bizimkileri değil.

Cemahiriye tarzı yönetim sistemine yoğun alaka gösterenlerce, yeni bir uluslararası topluluk biçimlendiriliyor. (Yeşil Kitabı okuyun)

Nato'nun (bu saldırıdan) nasıl bir sonuç umduğunu bilmek güç . Görüşme tekliflerini reddettiklerine göre, barış değil. Seçimlere gitme teklifine de kulaklarını tıkadıklarına göre, istedikleri demokrasi de olamaz. Peki, basitçe, sadece hükümran bir ülkenin halkını katlederek zenginliklerini çalmak istiyorlar diyebilir miyiz?

Şimdi gelecek kuşaklar buna ne diyecekler acaba, bayanlar ve baylar?

Messrs, Cameron, Obama ve Sarkozy ve Nato içindeki o iğrenç ödlek klik, hepinzin başı belada!

Yaratıcı, bu yaptıklarınızın bedelini hepinizden fitil fitil tahsil edecek!

(Yararlanılan kaynak:Timothy Bancroft-Hinchey Pravda.Ru www.mathaba net)
A.Y. Ajans

ABD tarafından NATO'ya tahsis edilen füze kalkanı radarı Türkiye'ye "yerleştiriliyor"
02 Eylül 2011

Sözcü Selçuk Ünal, kendisine yöneltilen bir soruya şu yanıtı verdi:
''NATO, Türkiye dahil bütün müttefik ülkelerin katıldığı kapsamlı bir danışma süreci sonunda yeni stratejik konseptini geçtiğimiz sene Lizbon'da gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nde kabul etmiştir. Yeni Konsept İttifak'ın 21. yüzyıl güvenlik sınamalarına mukabele edebilmesini ve savunma yeteneklerine dayalı olarak NATO'nun caydırıcılığının güçlendirilmesini teminen atılacak adımları ortaya koymaktadır. ''
Ünal, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bu çerçevede, NATO'nun caydırıcılığına katkı sağlamak üzere balistik bir füze tehdidine karşı savunma sistemi geliştirilmesi kararı keza Lizbon Zirvesi'nde alınmıştır. Ülkemiz bu karara yönelik çalışmalara başından itibaren destek vermiş ve sürece aktif katkıda bulunmuştur. Müttefik ülke kuvvetleri, toprakları ve halklarının korunmasına yönelik olan bu NATO yeteneğinin mimarisinde ülkemizin üstleneceği sorumlulukla ilgili teknik çalışma ve müzakereler hükümetimizin talimatı doğrultusunda ilgili kurum ve kuruluşlarımızın yakın iş birliği ve eşgüdümü içinde yürütülmüş, nihayet bu çalışmalarda sonuç aşamasına gelinmiştir. Bu bağlamda söz konusu mimarinin bir unsurunu teşkil edecek olan ve ABD tarafından NATO'ya tahsis edilen erken uyarı radarının ülkemizde konuşlandırılması öngörülmektedir.''
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal, şunları kaydetti:
''Türkiye'nin bu unsura ev sahipliği yapması ülkemizin NATO'nun yeni stratejik konsepti çerçevesinde geliştirilen söz konusu savunma sistemine katkısını oluşturacak, NATO'nun savunma kapasitesini güçlendirecektir.''
Haber1001

NATO hava saldırılarında bir gecede 354 kişi öldü
17 Eylül 2011

Sirte ile Beni Velid yakınlarında çatışmalar sürüyor. Libya lideri Kaddafi'nin sözcüsü NATO hava saldırılarında bir gecede 354 kişinin öldüğünü iaçıkladı.

Libya lideri Kaddafi'nin sözcüsü Musa İbrahim, Beni Velid'de muhaliflere ağır kayıplar verdirildiğini çok sayıda muhalifin de yakalandığını söyledi.

İbrahim " Kaddafi Libya'da ve komuta etmeyi sürdürüyor.Zaferden emin ! " dedi.

Sözcü, yeterli silah ve cephanelerinin olduğunu belirterek aylarca sürecek bir savaşa hazır olduklarını ibelirtti.

NATO'nun Kaddafi'nin memleketi Sirte'ye yönelik olarak düzenlendiği hava saldırılarına da değinen sözcü " Sadece dün geceki saldırılarda 354 kişi öldü, 700 kişi yaralandı. 17 gündeki toplam can kaybı ise 2 bini geçti " dedi.
haber1001

Ankara'ya NATO'dan sürpriz ziyaret
26 Eylül 2011
Nato Müttefik Kuvvetler Başkomutanı Stavridis Ankara'ya geldi.

NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Oramiral Stavridis, Ankara'ya geldi.

Oramiral Stavridis, temaslarına yarın başlayacak.

NATO Müttefik Kuvvetler Komutanı Oramiral Stravridis'in çantasında, Malatya'ya kurulacak füze kalkanı radar üssü, Doğu Akdeniz'de Rumların başlattığı sondaj krizinin NATO'yu zaafa uğratmadan sonlandırılması, PKK terör örgütüne karşı Türkiye'nin düzenlemeyi planladığı kara harekatı ile ilgili görüş alışverişi gibi pek çok konunun yer aldığı belirtiliyor.

NATO ÜLKELERİ HER LİBYALI'NIN 30 BİN DOLARINI ÇALIYOR
Kıymet Nadir BİNDEBİR
30.10.2011



Muammer Kaddafi'nin dünyanın çeşitli ülkelerinde 200 milyar doları olduğu açıklandı. Bu paralar yurtdışı bankalara Kaddafi adına değil, Libya Merkez Bankası, Libya Yatırım Kurumu, Libyan Foreign Bank, Libya Ulusal Petrol Şirketi ve Libya Afrika Yatırım Portföyü adına yatırılmıştı. Libya'yı işgal eden NATO ülkeleri, Kaddafi ailesinin istediği takdirde bu paraları çekebileceğini iddia ediyorlar. Oysa 200 milyar dolar, petrol zengini Libya'nın yıllık ekonomik çıktısının iki katı.
Paranın tamamı, Libya halkına ait olduğu düşüncesiyle Libya kurumları adına yatırılmış olmasına rağmen, Batı bu paranın Kaddafi'nin kişisel serveti olduğu ileri sürerek el koymaya hazırlanıyor. Para Libya halkına ait olsaydı dokunulamayacaktı, oysa 'bir diktatörün kişisel serveti' kılıfına sokulduğunda NATO için 'savaş ganimeti' sayılacak ve el konulacak.
200 milyar dolar demek, her Libyalı için kişi başına 30 bin dolar demek. Libya halkından çalınacak olan miktar budur. Çatışmalar ilk başladığında, Amerika bir acele Libya'nın 29.3 milyar dolarına zaten el koymuştu. Geriye kalan miktar diğer işgalci NATO ülkeleri ile paylaşılacak.
ABD ve Avrupa, Kaddafi'nin 'dondurulan' servetinin yeni geçiş hükümetine devredileceğini açıkladılar. Şİmdiye kadar Birleşmiş Milletler'in izniyle serbest bırakılan miktar sadece 1,5 milyar dolar. ABD Hazine Sözcüsü Marti Adams, Libya'nın 200 milyon dolarına el koyduklarını açıkladı bile. Batan Amerikan ekonomisine can simidi olmuştur.
Libya'ya ait 144 ton külçe altın İngiltere'de Bank of England'ın kasalarındaydı. İngiltere bu altınları 2 ay önce gasp edip satmaya başlamıştı. Altın fiyatlarındaki durağanlığın sebebi NATO teröristlerinin Libya'dan çaldığı altınlardır. Mısır'da Hüsnü Mübarek devrildiğinde de aynı şey olmuştu. Mısır'ın İsviçre Swiss Bank kasalarındaki platin sayesinde, platin fiyatlarında büyük düşüşler kaydedilmişti. Şimdi Libya altınları sayesinde altın fiyatları kontrol altında tutulacak.
Rotschild ailesi (ki 'gangster'den bozma 'bankster' olarak adlandırılmaktadır), dünyada bu ailenin Merkez Bankasını kontrol edemediği 5 ülke kalmıştı: İran, Kuzey Kore, Küba, Sudan ve Libya. Amerikan Federal Reserve Bank dahi Rotschild ailesinin kontrolündedir. Para basma tekelini elinde tutan bu aile, altın fiyatını daima düşük tutmaya çalışır ki, altın uluslarası para birimi haline gelemesin. Hatırlayın, Kaddafi altın Libya Dinarı basıp altını dolaşıma sokmaya hazırlanıyordu.
2010 Haiti depreminden sonra toplanan 'yardım' paralarını idare eden fonun başına, Hillary Clinton kocası Bill Clinton'ı atadı. Haitili deprem mağdurları, toplanan onca yardıma rağmen (Clinton ailesi sayesinde) bir senedir çadırda yatıyorlar. Şimdi Libya mallarının 3 kuruşa hangi şirketlere satılacağını, bu operasyonu kimin yöneteceğini de göreceğiz. Libya'nın parasını-altınını gasp edenler, Libya'nın yasadışı işgalini destekleyip onay verenler olacaktır.
Libya'da çatışmalar ilk başladığında, bazı uluslararası şirketler NATO liderlerleriyle toplantı üstüne toplantı yapmaktaydı. O Şikagolu petrolcüler, o para gangsterleri, şaşkın isyancıların arasına çoktan karıştı, neo-liberal mucizelerini(!) sergilemekteler.
Bu yazıya kullandığım resimde Libya Misrata'da bir sokak görüyorsunuz. Sokağın 2007'deki hali ve NATO'nun 'sivilleri koruyarak'(!) bombaladığı 2011'deki hali.
Kaynak: BakiSelamlar

Haçlı ordusu NATO Genel Sekreteri Rasmussen Kolunu Kırdı
14 Kasım 2011

Haçlı ordusu NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in bisikletten düşerek kolunu kırdığı bildirildi.

Haçlı ordusu NATO Sözcüsü Oana Lungescu, Brüksel'deki ormanlık alanda bisiklet gezisine çıkan Rasmussen'in kaza geçirdiğini, sol kolunun omzuna yakın bölgede üç yerinden kırıldığını açıkladı.
haber1001

Haçlı Ordusu NATO Afganistan'da Yine Çocukları Vurdu: 7 ölü
24 KASIM 2011


Afganistan'ın güneyinde öldürülen altısı çocuk yedi sivilin Haçlı Ordusu NATO'nun hava saldırısında öldürüldüğü bildirildi.

Kandahar'daki Zeray ilçesi Kaymakamı Niaz Muhammed Serhadi BBC'ye yaptığı açıklamada Çarşamba günü sivillerin öldürülmesinden NATO'nun sorumlu olduğunu söyledi.

Taliban sözcüsü Kari Yusuf Ahmedi, Haçlı Ordusu NATO'nun Zeray bölgesini ağır şekilde bombalandığını söyledi.

Çocuk ölümleri Afgan halkında da büyük tepkiye yol açıyor.

Afganistan'da Ocak ayından Haziran ayına kadar Haçlı Ordusu NATO en az 1462 sivili katletti. Bu rakam Haçlı Ordusu NATO'un sebep olduğu sivil ölümlerin geçen yıla oranla yüzde 15 arttığını gösteriyor.
haber1001

Haçlı Ordusu NATO Pakistan'a Saldırdı: 26 Pakistan Askeri Öldü
26 KASIM 2011



Pakistanlı yetkililer, haçlı ordusu NATO helikopterlerinin, Pakistan-Afganistan sınırındaki bir kontrol noktasına düzenlediği saldırıda en az 26 Pakistanlı askerin öldüğünü söylüyor.
Pakistan ordusundan yapılan açıklamada, aşiret bölgesi Muhmand'da yapılan saldırının, 'her hangi bir kışkırtma olmaksızın ve hedef gözetmeksizin yapılan bir saldırı' olduğunu belirttiler.

Saldırının yerel saatle gece 2'de, Afganistan sınırının 2,5 kilometre uzağındaki Salala kontrol noktasında düzenlendiği belirtildi.

Ölenler arasında iki subayın da bulunduğu ve yedi askerin yaralandığı açıklandı.

Afganistan'daki Uluslararası Haçlı İşgal Gücü ISAF'ın sözcüsü ise, sınırın yakınındaki olaydan haberdar olduklarını ve olayla ilgili ayrıntılı bilgi topladıklarını kaydetti.

BBC Karaçi muhabiri Şuayib Hasan, Pakistanlı yetkililerin öfke içinde olduklarını ve saldırı sırasında söz konusu bölgede militan etkinliği olmadığına dikkat çektiklerini belirtiyor.

Saldırının, Amerikalı General John Allen'ın Pakistan Genelkurmay Başkanı Eşfak Pervez Kayani ile sınır kontrolü ve işbirliği konularını görüşmesinden bir gün sonra düzenlendiğine de dikkat çekiliyor.

Pakistan, Afganistan'daki haçlı ordusu NATO helikopterlerinin, Pakistan'daki kontrol noktasına düzenlediği saldırıdan sonra, haçlı ordusu NATO birliklerine ikmali durdurdu.

Yerel yetkililer Pakistan'ın, Afganistan'daki haçlı ordusu NATO birlikleri için önemli bir ikmal yolunu kapattığını, kamyon ve yakıt taşıyan tankerlerin, Hayber bölgesindeki Camrud kentinde durdurulduğunu belirtti.

Üst düzey hükümet yetkililerinden Mutahir Zeb, 'ikmalin İslamabad'daki federal hükümetin emri üzerine durdurulduğunu, 40 tanker ve kamyonun Pakistan'daki Camrud kontrol noktasından geri döndüğünü' belirtti.

Söz konusu saldırının ABD-Pakistan ilişkilerine yeni bir darbe vuracağı yorumları yapılıyor.

Geçen Mayıs ayında ABD'nin Pakistan yetkililerinin haberi olmadan, bu ülkenin topraklarında yaptıkları operasyonla el Kaide lideri Usame bin Ladin'i şiehid etmesi iki ülke arasında gerilimi iyice artırmıştı.
Haber1001

Pakistan ordusu: NATO saldırısı planlıydı
Pakistan ordusu, 24 kişinin yaşamını yitirdiği NATO sınır ötesi harekatının planlı bir saldırı olduğunu ileri sürdü. Pakistan Ordusu Askeri Operasyonlar Genel Başkanı Tümgeneral İsfak Nedim, gazetecilere yaptığı açıklamada NATO güçlerine Pakistan karakoluna saldırdıkları konusunda bilgi verildiğini, ancak helikopterlerin ateş etmeye devam ettiğini söyledi. 30.11.2011 İSLAMABAD netgazete

Pakistan, NATO Saldırılarına Cevap Verecek
03 Aralk 2011

NATO'nun sınır karakollarını vurması ve 24 askerin hayatını kaybetmesinden sonra Pakistan Genelkurmay Başkanı Eşfak Parvez Kayani, orduya 'Bundan sonra saldırı kimden gelirse karşılık verin.' emri verdi.

Birliklerine bir bildiri ile seslenen Komutan, "Saldırganların kaçmasını seyretmeyin. Saldırı ile karşılaşırsanız, maliyeti ne olursa olsun tüm gücünüzle karşılık verin." talimatı verdi. Üsame bin Ladin'in Pakistan'da öldürülmesinden sonra iki ülke arasında başlayan gerginliği son noktaya getiren 'karakol saldırısı'nın ardından atılan bu adımın tehlikeli boyutlara ulaşmasından endişe ediliyor.

Bu arada Pakistan ordusu, NATO helikopterlerinin sınırda düzenlediği ve 24 Pakistan askerinin öldüğü hava saldırısına hava kuvvetlerinin iletişimindeki bir sorun nedeniyle müdahil olamadıklarını açıkladı. Pakistan ordusunun internet sitesinde yer alan açıklamada, 'Pakistan Hava Kuvvetleri'nin de bilgilenmesi durumunda olaya daha etkili bir şekilde müdahale edebileceği, ancak bunun Hava Kuvvetleri'nin hatası olmadığı' belirtildi. Açıklamada, karakollar ile iletişim kesilmediği ve olay tam olarak netleşmediği için zamanında müdahale yapılamadığı kaydedildi.
Zaman

Pakistan'da "NATO" öfkesi
Geçen ay sonunda Pakistan'ın Afganistan sınırındaki güvenlik noktasına saldırı düzenleyerek 24 Pakistan askerinin ölümüne neden olan NATO, başkent İslamabad başta olmak üzere ülkenin diğer büyük kentlerinde düzenlenen eylemlerle protesto edildi. Başını avukatların çektiği binlerce kişi başkent İslamabad'da NATO ve ABD saldırılarını kınadı. 08.12.2011 İSLAMABAD netgazete

NATO'nun Libya'da yaptığı sivil katliamı gün yüzüne çıkıyor
18 Aralık 2011


New York Times'ın haberine göre, Haçlı ordusu NATO’nun Libya’da yedi ay süren hava saldırılarında Çok sayıda sivil ölürken, işgalci Haçlı ittifakı bu kayıpları kabul etmeyi veya soruşturmayı reddetmiş.

Haçlı ordusu NATO’ya göre, 31 Ekim’de sona eren ve sivilleri Kaddafi güçlerinden korumayı amaçlayan hava saldırıları neredeyse kusursuzdu. Haçlı ordusu NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen geçen ay, bu saldırıların "dikkatli bir şekilde, sivil kayıp olmadığına dair onay alınarak" gerçekleştirdiklerini iddia etmişti.

Ancak New York Times’ın bombardımanlardan hayatta kalanlar, doktorlar, görgü tanıkları, tıbbi raporlar, ölüm belgeleri ve fotoğraflara dayanarak yaptığı araştırma, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda sivilin Haçlı ordusu NATO saldırılarına kurban gittiğini gösterdi. Kurbanların çoğu uykularında bombalara hedef oldu.

NT gazetesinin hazırladığı ve 9 ayrı saldırıda ölen sivilleri gösteren 27 sayfalık raporun yayımlanmasının iki hafta sonrasında, Haçlı ordusu NATO tavrını değiştirdi.

Haçlı ordusu NATO sözcülerinden Oana Lungescu, “yaşanmış olabilecek sivil kayıplardan üzüntü duyduklarını ve doğru olanı yapmak için Libyalı yetkililerle çalıştıklarını” belirtti. Ancak Haçlı ordusu NATO, bu konuda soruşturma yapılması sorumluluğunu, iktidara gelmesi hava saldırıları sayesinde mümkün olan Libya’daki işbirlikçi geçici hükümete yükledi.

Libya’nın bu işbirlikçi liderleri ise bugüne kadar Haçlı ordusu NATO’nun hatalarına hiç değinmedi.

Haçlı ordusu NATO’nun kendi saldırılarında yaralanan sivillere yönelik ilgisizliği, bu kişilerin gerekli tedaviyi görmelerini de engelledi. Bu kişiler arasında sağ gözüne şarapnel isabet eden bir çocuk, sol bacağı kesilen bir kadın, sol ayağı ezilen Kuzey Koreli bir doktor ve kafatası çatlayan karısı da var.

NT, aralarında başkent Trablus, yoğun çatışmaların yaşandığı Zintan, Misrata, Sirt, Brega ve Ecdebiye kentlerinin de bulunduğu yerlerde, sığınak, bina ve araçların oluşturduğu 150 hedefi inceledi.

Belli saldırılarda sivil altyapıya önemli hasar veren Haçlı ordusu NATO, hala patlamayan bombalarının koordinatları hakkında Libya’ya bilgi vermedi. Dahası, Haçlı ordusu NATO’nun bombalamadığını belirttiği bir binanın kalıntılarında müttefik uçaklarının mühimmatı bulundu.

Haçlı ordusu NATO, bu lakayt tavrını İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Civic örgütüyle düzenlediği ve önüne hatalarını gösteren belgeler sunulduğunda bile değiştirmedi. Civic Genel Direktörü Sarah Holewinski, “Afganistan’da çıkarılan derslerin Libya’da uygulanamadığını” ifade etti.

Haçlı ordusu NATO uçakları, yedi ay içinde 9,700 sorti yaparak 5,900 hedefi yok etti.

Haçlı ordusu NATO saldırısı başladığı ilk günlerde sivil kayıplar baş gösterdi. Bunlar arasında belki de en öne çıkanı gizli bir isyancı zırhlı araç konvoyunun çölde vurulmasıydı. 7 Nisan günü, Brega’dan yaklaşık 32 km uzaklıktaki bir tepede, Haçlı ordusu NATO’nun lazer güdümlü füzeleri, konvoyu vurdu. Çok sayıda isyancı hayatını kaybetti. Uçaklar saldırılarına, olay yerine ambulanslar geldiğinde bile devam etti.

Olay yerine giden çoban Abdül Rahman Ali Süleyman, iki kuzeniyle bombalara hedef oldu. Süleyman, “Bir kuzenim ikiye bölündü, diğeri göğsüne şarapnel yedi ve öldü” dedi. Haçlı ordusu NATO, bu olay hakkında değerlendirme yapmayı reddetti.

Mustafa Naci Morabit, isyancıların giderek yaklaşması üzerine Temmuz ayında Zintan’daki evini ailesiyle terk etti. 2 Ağustos’ta, tehlikenin geçtiğini düşünerek geri döndüler. İki gün sonra sabahın erken saatlerinde evleri üzerinde bir bomba patladı. Morabit, eşini ve üç çocuğundan ikisini kaybetti, kendisi ve annesi ağır yaralandı.

Morabit’in harabeye dönen evi, Haçlı ordusu NATO’nun sadece yanlış hedefi vurduğunu değil, zamanlamasında da hata olduğunu gösterdi. Morabit, “Madem uzmanlar bu kadar dikkatliler, neden bu kadar korkunç bir hata yaptılar?” dedi.

Haçlı ordusu NATO, dört gün sonra yine sivillerin kaldığı iki binayı 200 kiloluk GBU-12 lazer güdümlü bombayla vurdu. Ali Hamid Gafez’e ait evde beş kadın ve yedi çocuk öldü, çok sayıda kişi yaralandı. Birkaç dakika sonra, kurbanları kurtarmak için enkazı kazan sivilleri ikinci bomba vurdu. 18 kişi hayatını kaybetti.

Zintan hastanesi ölü sayısını 34 olarak duyurdu. Cerrah Mustafa Ekhial, Haçlı ordusu NATO bombalarının savaş boyunca tanık olduğu en ağır yaralanmalara neden olduğunu belirtti.
haber1001

27 Mayıs NATO Darbesinde Generaller darbeci askerler tarafından tekme tokat dövülmüş
18 Ocak 2012


Aksiyon'un haberi:

Darbeciler G.Kurmay Başkanını Dövmüş

Başbuğ'un ‘darbeye teşebbüs'ten tutuklanmasına karşı çıkan CHP, 27 Mayısçıların gözaltına aldığı paşalara yapılan işkence ve kötü muameleleri destekliyordu.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un ‘darbeye teşebbüs'ten tutuklanmasına karşı çıkan ve mahkemelere hakaret eden CHP, 27 Mayısçıların gözaltına aldığı paşalara yapılan işkence ve kötü muameleleri destekliyordu.

Eski bir askerdi. Yarbaylıktan ayrılıp Ankara Emniyeti'ne girmiş, Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne kadar yükselmişti. Gümüşhane Valiliği'ne tayin olmuş, giderken bir emirle İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine atanmıştı. Emekli Yarbay, İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay, Yassıada'da işkencede hayatını kaybetti. İlk gözaltına alındığında düzenli alması gereken ilaçları Davutpaşa Kışlası'na götüren eşi ve çocukları kapıdan kovulmuştu. Uzun süre babalarından haber alamamışlar, neyle suçlandığını gazete ve radyolardan öğrenebilmişlerdi. 27 Mayıs'tan itibaren ‘Sabıkların tertipleri' başlığı altında ağır iftiralarla karşılaştılar. CHP'lilerin başını çektiği bir kesim ‘Düşükler' ve ‘Kuyruklar' diyerek onlara nefret kusuyordu. Sokakta, çarşıda, okulda hakarete, tacize uğruyorlardı. DP'liler Yassıada'da, yakınları dışarıda tecrit edildi ve yargısız infaza uğradılar. Oğlu Emre Oktay, “Korgeneral Cemal Madanoğlu İstanbul'da bizim apartman komşumuzdu, babamın da Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşı. Yüksek Adalet Divanı Üyesi Ferruh Adalı da ailece görüştüğümüz bir dostumuzdu; ama darbeden sonra ikisi de telefon bile etmedi, biz arayınca da çıkmadılar...” diyor. 27 Mayıs'ta basın, üniversite ve CHP'nin tam bir dayanışma içinde darbecilerle birlikte çalıştığını anlatan Oktay, “Silivri'yi toplama kampına benzeten CHP, o gün DP'lileri linç kampanyalarında başı çekiyordu.” şeklinde konuşuyor.

İlker Başbuğ'un darbeye teşebbüs suçlaması ile tutuklanması, 27 Mayıs darbesi ile tutuklanan ve Yassıada'da yargılanan emekli ve muazzaf askerleri akıllara getirdi. Başbuğ'dan, ‘Cumhuriyet tarihinde tutuklanan ilk genelkurmay başkanı' olarak söz edilse de onun durumu daha çok eski Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut'unkine benziyor. Yamut, 27 Mayıs'ta tutuklandığında emekli bir genelkurmay başkanıydı. Peki, CHP'nin zemin hazırladığı darbenin mağduru emekli ve muazzaf askerler nasıl bir muameleye tabi tutulmuştu?

Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Ankara'daki evine tutuklamak için gelen subaylara “Ben Çanakkale kahramanıyım, Atatürk'ün silah arkadaşıyım, gaziyim, eski genelkurmay başkanıyım... Bana hakaret edemezsiniz!” diye karşı çıkmıştı. Yamut'u önce tokatladılar, sonra merdivenlerden yuvarladılar. Yamut, hakaret ve işkencelere dayanamadı, Yassıada'da yargılamalar sırasında hayatını kaybetti.

27 Mayıs'ın tutukladığı asker ve generaller sadece bu iki isimle sınırlı değildi. Salih Coşkun, Kore kahramanı; Avni Karaca, süvari yarbayıydı. Mehmet Nuri Yamut, Gazi Yiğitbaşı ve Yümni Üresin, İstiklal Savaşı'na katılmıştı. Hepsi emekli, Oramiral Sadık Altıncan, Org. Nurettin Aknoz, Org. İshak Avni Akdağ, Org. Nazmi Ataç, Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun, Yassıada'da aynı hücreleri paylaşmıştı.

27 Mayıs cuntasının gözaltına aldığı generallerin suçu darbelere karşı olmaları ve cuntalara katılmamalarıydı. Gözaltına alınan üst düzey muvazzaf-emekli komutanlar en ağır işkencelere ve hakaretlere maruz kaldı. Gözaltı sırasında başlayan kötü muamele, Yassıada ve yargılanma sırasında da devam etti. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sadık Altıncan (Giresun Milletvekili) Yeşilyurt'ta ismi okununca birkaç kara subayı tarafından tartaklandı. Denizciler eski komutanlarına saygılarından dolayı araya girip Altıncan'ı karacıların elinden aldı. O sırada botların komutanı Albay Muzaffer Grebene, eski komutanına saygı gösterip kaptan köşküne aldığı için amirallik rütbesinden oldu. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Altıncan, Yassıada'ya büyük emek vermişti. Adaya ayak basar basmaz, yaşlı gözlerle, “Kendime bir mahpes hazırlamışım.” demişti. Yeşilyurt'ta bir yandan dayak yiyen bir yandan da tükürük yağmuruna tutulanlar arasında General Namık Argüç de vardı. Ada Komutanı Tarık Güryay, İzmir Milletvekili, general kızı ve Org. Tekin Arıburun'un eşini mahkemedeki savunmasından dolayı saçından sürükleyerek dövdü.

Yassıada'da en hazin hadise kısa süre öncesine kadar şerefli Türk ordusunun Genelkurmay Başkanlığı görevinde olan Rüştü Erdelhun'un suratına yumrukların acımasızca indirilmesiydi. Erdelhun Paşa hakaretlere uğradı, rütbeleri söküldü. İdamla yargılandı. Mayıs 1960 öncesinin genelkurmay başkanı Erdelhun, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'le sınıf arkadaşıydı. 1948'de Amerikan askerî yardımı henüz başlamıştı ve Genelkurmay Karargahı'nda dil bilen kurmay subay yok denecek kadar azdı. Rüştü Paşa, İngilizce bilen nadir generallerden biriydi. Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki süreçte, İzmir müstahkem mevki kumandanı olan Hüseyin Hüsnü Erkilet Paşa genelkurmay eğitim başkanıyken, kimi seçkin kurmayları, sadece dil öğrenmelerini temin maksadıyla, çeşitli ataşemiliterliklerin emrine dil subayı (language officer) olarak göndermişti. Tuğgeneral Rüştü Erdelhun, bu seçkin subaylardan birisi olarak Tokyo'ya gitmişti. Japonca yanında İngilizce de biliyordu. Londra Ataşemiliterliği de yapmıştı. Bu niteliklerinden ötürü, Genelkurmay Başkanlığı ile Amerikan Askerî Yardım Kurulu (JUSMAT) arasında koordinatörlük görevi verilmişti kendisine. Rüştü Paşa'nın en belirgin niteliği, son derece kibar oluşuydu: Makam odasına giren en küçük rütbeli kurmayı bile ayağa kalkarak selamlar, onu karşısındaki sandalyeye oturtarak dinlerdi. Çok çalışkan, son derecede iyi niyet sahibi, insanlara sevgi ve şefkatle yaklaşan, yasalara saygılı bir askerdi. Eşi keza; omurgasındaki rahatsızlık sebebiyle çelik korseye mahkûm olduğu halde sosyal faaliyetlerini aksatmayacak kadar enerjik bir yapıya sahip, görmüş geçirmiş, örnek bir subay eşiydi, çocukları yoktu.

Ankara'dan Yassıada'ya nakledilecek sanıklar arasındaki asker kökenli milletvekillerinden biri de Kore kahramanı Tahsin Yazıcı'ydı. Darbecilerin gözaltına aldığı asker, sivil bürokratlar yolculuk esnasında da her türlü işkenceye maruz kalıyordu. Uçaklarda hava delikleri açılarak soğuk hava cereyanına tabi tutuluyorlardı. General Tahsin Yazıcı, uçakta gösterilen yere asil ve vakur bir tavırla oturmuştu. Tomsonlu hava yarbayı elinde tuttuğu gocuğu ona uzatmıştı. Paşa dik dik bakmış ve sert bir şekilde “İstemem!” diye bağırmıştı. Uçak komutanı elindeki tomsonu paşaya çevirdi. Elini tetiğe götürüyor, sonra çekiyor… Yine götürüyor, yine geri çekiyordu. General Salih Coşkun, millî savunma müsteşarıydı. Hava meydanında ve Yeşilyurt'ta hakarete maruz kaldı, tekme, yumruk saldırısına uğradı. Avni Karaca, süvari yarbayıydı. Türk bayrağını şeref direklerine çektiren usta millî binicilerimizdendi. Teğmenken elinde taşıdığı kupayı halkın omuzlarında Türkiye'ye getirmişti. Karaca uçakta dövüldü. Ankara Merkez Komutanı Namık Argüç de aldı yumruk ve hakaretlerden payını. Yassıada'da işkence ve hücre cezası vardı. Zindan cezasını en çok İstanbul grubu ve onların içindeki Merkez Komutanı Kemal Binatlı çekmişti.

Yassıada'da hayatını kaybeden eski Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut Paşa, eski Kolordu Komutanı Korgeneral Yümnü Üresin ve Gazi Yiğitbaşı'nın kahramanlıklarla dolu parlak geçmişleri vardı. Mehmet Nuri Yamut; TSK'nın 6. genelkurmay başkanıydı. 1908'de teğmen rütbesi ile harp okulundan mezun oldu. Anadolu'ya geçerek İstiklal Savaşı'na katıldı ve İstiklal Madalyası kazandı. 6 Haziran 1950'de atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 10 Nisan 1954'de kendi isteği ile emekli oldu. 11. dönem İstanbul milletvekili iken 27 Mayıs'ta tutuklandı ve 5 Haziran 1961'de orada hayatını kaybetti. Yümnü Üresin; 1898 doğumlu, 1911'de Harbiye'ye girdi. Birinci Dünya Savaşı'nda, Çanakkale, Kafkas ve Sina cephelerinde savaştı. Kütahya Eskişehir Muharebeleri, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz'a katıldı. Çeşitli görevlerden sonra 1951'de Millî Savunma Bakanlığı Tetkik Kurulu'ndan emekli oldu. Eylül 1951'de yapılan 9. ara dönemi seçimine girerek Bilecik milletvekili seçildi. 1952-54 arasında Ulaştırma Bakanlığı yaptı. Gazi Yiğitbaş; 1898 Afyon doğumlu. 1913'te Bolvadin askerî okulundan mezun oldu. 1920'de Afyon'da 23. Fırka 69. Alay 3. Tabur'a iştirak ederek Geyve, Adapazarı, Sapanca ve İzmit muharebelerine katıldı. 1 ve 2. İnönü savaşları ile Sakarya Meydan Muharebesi'nde savaştı. 1946'da DP'ye girdi. 9. dönem seçimlerinde Afyonkarahisar milletvekili seçildi. Yassıada'da kalp krizinden hayatını kaybetti.

Peki, İlker Başbuğ'un ‘darbeye teşebbüs' suçlaması ile tutuklanmasına ‘genelkurmay başkanı' diye karşı çıkan ve tepki gösteren CHP ile bazı basın organları, 27 Mayıs'ın gözaltına aldığı İstiklal Savaşı madalyalı paşalara yapılan işkence ile kötü muameleleri nasıl karşılamıştı? Babasını işkencede kaybeden Emre Oktay, “Basın, 27 Mayıs'a destek verdi, işkence ve cinayetleri görmedi, hatta bu muameleleri alkışladı. 27 Mayıs'tan sonra da zaten 27 Mayıs'ı eleştirmek ve DP'yi övmek bir yasa ile yasaklandı.” diyor.
Aksiyon

İşgalci Haçlı ordusu NATO 8 Afgan Çocuğu öldürdüğünü kabul etti
15 Şubat 2012



İşgalci Haçlı ordusu NATO, Afganistan'da yine sivilleri öldürdüğünü kabul etti.

İşgalci Haçlı ordusu NATO'dan yapılan açıklamada, ülkenin doğusundaki bombardımanda 8 çocuğun ölmesinden dolayı özür dilendi.

İşgalci Haçlı ordusu NATO'nun yaptığı açıklamaya göre, 8 Şubatta Najrap bölgesinde, 8 şüpheli görüldüğü yolunda hem Afgan güvenlik güçlerinden, hem de yerdeki İşgalci Haçlı ordusu NATO kaynaklarından istihbarat gelmesi üzerine gönderilen İşgalci Haçlı ordusu NATO uçağı da grubun üzerine 2 bomba attı. Daha sonra bombardımanda ölenlerin yaşları 4 ile 14 arasında değişen çocuklarla bir zihinsel engelli genç olduğu ortaya çıktı. Gelen istihbaratın aksine, çocukların yanında silah bulunmadığı belirtildi.

Çocukların, askerler köyde arama yaptıkları için, inek ve koyun sürülerini dağlara götürdüğü, burada bir kayanın altında ateş yakıp ısınmaya çalışırken vuruldukları anlaşıldı
haber1001

İşgalci Haçlı ordusu NATO Kur'an-ı Kerim de dahil olmak üzere bir çok İslâmî içerikli kitabı imha ederken suçüstü yakalandı
21 Şubat 2012



Afganistan'da işgalci haçlı ordusu NATO askerlerin, dini içerikli kitaplarla birlikte Kur'an-ı Kerim de imha ettiklerinin ortaya çıktı.

Afganistan'da haçlı ordusu NATO'un, işgal Gücü (ISAF) Komutanı General John Allen, ülkede Kur'an-ı Kerim kitapları dahil olmak üzere çok sayıda dini içerekli materyalin imha edilmesi konusunda soruşturma emri verdiğini de söyledi.

Allen, Uluslararası haber ajansı Associated Press'e telefonla yaptığı açıklamada, Bagram Hava Üssü'nde Kur'an-ı Kerim dahil olmak üzere dini içerikli materyalin imha edilmesini doğrulayarak bunun "kasıtlı bir şey olmadığını iddia etti ve özür diledi.

Afgan halkı, işgalci haçlı ordusu NATO askerlerinin Kuran-ı Kerim imha etme olayını protesto etmek için Bagram Hava Üssü'nün önünde gösteri yaptı.
MBR haber

etiketler: Haçlı ordusu, NATO, Kur'an, imha, özür

İşte ABD üslerinin yarattığı ‘kültürel ve iktisadi zenginlik’
23 Şubat 2012



Japonya'nın Okinawa Adası'ndaki Kinser üssünün girişi. Okinawa'da 50 bin civarında ABD askeri bulunuyor.
Savunma Bakanı İsmet Yılmaz dün NATO’nun“kültürel bir zenginlik” olduğunu, Kürecik’e yapılmakta olan füze radar üssünün de “ekonomiyi canlandıracağını söyledi. Dünya çapındaki ABD askeri üslerinin ne çeşit bir “canlılık” ve “kültür” yarattığını araştırdık.

Savunma Bakanı İsmet Yılmaz dün Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan röportajında Malatya’nın Kürecik ilçesine yapılan füze radar üssüyle ilgili, “Malatyalılar merak etmesin, güvendeler, ben şahsen radar üssünün de Sivas Şarkışla’ya kurulmasını isterdim, hiç değilse ekonomi canlanır” diye konuştu. İzmir’de kurulacak yeni NATO üssünü de savunan Yılmaz, “Hem demokratikleşme, hem kültürel alışveriş farklı unsurlara açılmakla olur. NATO’nun orada bir birliğinin olması kültürel zenginliğe katkı sağlar” sözleriyle, askeri üsleri bir “kültürel zenginlik” kaynağı olarak gördüğünü ifade etti.

Dünya çapına yayılan ABD askeri üslerinde ve kurulu bulundukları bölgelerde yaşananlara bakarak, üslerin ne çeşit bir canlılık ve zenginlik kaynağı olduğu görülebilir. Zira Irak ve Afganistan’dakilerle birlikte bütün dünyaya yayılmış olan 1000’in üzerindeki ABD askeri üssü, Bakan İsmet Yılmaz’ın yaklaşımına göre büyük bir canlılık ve zenginlik yaratıyor olmalı

Okinawalılar üslerden neler kazandı?
ABD ile Japonya arasında II. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Kuvvetlerin Durumu Antlaşması çerçevesinde halen Japonya’da 50 bin civarında ABD askeri bulunuyor. Bu askerlerin büyük bir bölümü ise Okinawa Adası’ndaki askeri üslerde ikamet ediyor.

Geçtiğimiz yıllarda Okinawalı köylüler adadaki ABD denetimiyle ilgili Japon mahkemelerine başvuruda bulunduklarında, mahkemelerden Japonya’nın ABD’nin askeri operasyonları üzerinde herhangi bir tasarrufu olamayacağı yanıtını almışlardı. Köylülerin konuyu mahkemeye taşımak istemeleri nedensiz değil. Adada doğan bebekler arasında, ülke ortalamasına kıyasla, daha yüksek bir oranı düşük doğum ağırlığına sahip; kanser ve lösemi ise daha yaygın. Bu sağlık sorunlarıyla petrol, solventler, ağır metaller gibi askeri üs kaynaklı atıklar arasındaki ilişki ise akademik çalışmalarla gösterilmiş. Hatta ada sakinleri 1996’da ABD Deniz Piyadeleri tarafından talimlerde okyanusa atılan seyreltilmiş uranyum bombalarının şarapnellerini bulmuş. Ancak söz konusu atıklar, adadaki toprak, su ve havayı zehirlemiş olsa da, ABD ile Japonya arasındaki askeri anlaşma çevresel temizliğe yönelik herhangi bir hüküm içermiyor.

Gerçek mühimmat kullanılarak yapılan tatbikatların çok sayıda orman yangınına, toprak kirlenmesine, yer sarsıntılarına ve kazalara neden olduğunu gösteren bulgular da mevcut. Üslerdeki askeri faaliyetin çevreyi tahrip etmesinin örnekleri kuşkusuz sadece Okinawa’da gözlemlenmiyor. Örneğin 2003’te yerel halkın ayaklanması üzerine kapatılan Porto Riko’daki Vieques üssü boşaltıldıktan sonra geriye patlamış ve patlamamış durumda binlerce bomba, seyreltilmiş uranyum, ağır metaller, petrol, çeşitli yağlar, solventler ve asitle kaplanmış bir alan kaldığı aktarılıyor. Vieques’de kanser yüzdesinin Porto Riko genelinden yüzde 30 yüksek olduğu bildiriliyor.

ABD üssünün Okinawa ekonomisine ve kültürüne yaptığı “katkılar”dan bir diğeri de adada yaşayan 7000’in üzerinde Filipinli seks işçisi. Filipinli seks işçileri Okinawa’da ABD askerlerine “hizmet vererek” ada halkının başka kültürlerle tanışmasını da sağlıyor!

Adadaki işsizlik oranı Japonya genelindeki işsizlik oranının yaklaşık iki katı… Çünkü ada yüzde 20’si ya da ekilebilir alanlarının yüzde 40’ı ABD askeri üssü olarak kullanılıyor. Üste binlerce askerin ve ailesinin olması Okinawalıların tarım yerine hizmet sektörüne yönelmelerini beraberinde getirmiş olmalı diye düşünülebilir. Kaldı ki üste 8000 Okinawalı ABD askerlerine hizmet veriyor. Ancak Okinawa belediyesi ve Japon hükümeti ABD üslerinin pek çok masrafını karşılıyor. Gerçek mühimmat kullanılan tatbikatlardan sonra temizlik yapılması, üslere elektrik verilmesi ya da ABD askerlerinin otobanlardan ücretsiz yararlanması gibi hizmetler de Japon devleti tarafından ABD’lilere sunuluyor. Sunulan hizmetlerin toplamının asker başına yıllık 100 bin dolar maliyet anlamına geldiği tahmin ediliyor. Japon devletinin sunduğu hizmetler arasında üslere kilise yapılması gibi dini başlıklar da mevcut.

ABD askerleri kültürel alışveriş konusunda çok aktif!
ABD ile Japonya arasındaki anlaşma uyarınca askeri personel suç işlediğinde, ABD ordusu onay vermediği takdirde Japon mahkemelerinde yargılanamıyor. Okinawa’da 25 yıl içerisinde ABD askerlerinin kayda geçen 4700’in üzerinde suç işlediği bildiriliyor. İşlenen suçların başında cinsel taciz ve tecavüz geliyor.

2008’de 14 yaşındaki bir kız çocuğunun bir ABD deniz piyadesinin tecavüzüne uğraması ada halkını ayağa kaldırmıştı. 1995’te ise bir grup askerin 12 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etmeleri 85 bin kişinin sokaklara dökülmesine neden olmuştu. Okinawalı bir kadın hakları örgütünün başkanı Suzuyo Takazato, “Sürekli olarak yapacaklarından korkarak yaşıyoruz. Yakalandıklarında hafif cezalarla salıveriliyorlar. Öyle görünüyor ki, bir kız çocuğuna tecavüz edeceksen bunu Japonya’da yap mesajı veriliyor” diyor.

Üslerdeki Amerikan askerlerinin yerel halka karşı işledikleri suçlar Okinawa’ya özgü değil. 2011’de Güney Kore’nin başkenti Seul’de iki ABD askeri genç kızlara tecavüz etmiş, ABD ordu yetkilileri olaylardan ötürü resmi olarak özür dilemişti. Tuğgeneral David Conboy, resmi özründe tecavüz eden askerlerden bir tanesinin henüz “20’li yaşlarının başında” olduğunu söylemiş ve bu asker polis tarafından sorgulansa da tutuklanmamıştı.
ABD askerleri 1967 ile 2002 arasında Güney Kore’de 52 binin üzerinde suça karıştı. Suç işleyenlerden çok azı cezalandırıldı. Tecavüzcü iki asker de derhal ABD’ye geri yollandı. 1998’de İtalya’da yaşanan bir olayda ise ABD’li pilotun bir teleferiğin kablolarını kopartması sonucunda 20 kişi ölmüş, ancak pilot yargılanmak üzere İtalyan makamlarına teslim edilmemişti.

Üslerin içindeki “kültürel ortam”
Temmuz 2005’te kadın piyade LaVena Johnson’un, henüz 19 yaşındayken, Irak’taki Balad askeri üssündeki odasında ölü bulunduğu ailesine bildirildi. Ordu başlangıçta cinayet soruşturması başlatmış, ama daha sonra soruşturma aniden kapatılarak, Johnson kendisini tüfeğiyle vurarak intihar ettiği söylenmişti. Ancak Johnson’un ailesi durumdan kuşkulandı; çünkü kızlarının her gün kendilerine telefon ettiğini ve sesinin mutlu geldiğini söylüyorlardı. Johnson’ın emekli asker olan babası kızının cenazesini gördüğünde kuşkuları daha da arttı. Çünkü cesedin yüzünde morluklar vardı, silah yarası otopsi sonuçlarında söylenene uymuyordu ve eldivenleri eline yapıştırılmış durumdaydı. Johnson, kızının olay yerinde çekilen fotoğraflarına ulaştığında kızının, üste tecavüze uğradıktan sonra öldürüldüğünden emin oldu.

2007 yılında ABD ordusunda bildirilen cinsel taciz suçlarından yalnızca yarısı hakkında resmi işlem yapıldı; iddiaların üçte biri hakkında soruşturma başlatıldı ve sadece vakaların yüzde 8’inde ceza verildi. Aynı yıl Emekli Askerler Bakanlığı’nın yayımladığı bir raporda, ordudan ayrılmış kadın askerlerin yüzde 20’sinin askeri tesislerde tecavüze veya cinsel tacize uğradıkları yazılmaktaydı. Savunma Bakanlığı ise ordudaki tecavüz vakalarının yüzde 80’inin bildirilmediğini kabul ediyor.

California Senatörü Jane Harman konuyla ilgili Kongre’deki tanıklığında “ABD ordusuna hizmet veren kadınların Irak’ta düşman tarafından öldürülmesi ihtimali kendi askerlerimizin tecavüzüne uğrama ihtimalinden daha düşük” diyordu.

ABD’nin dünya çapında 1000’in üzerinde askeri üssü bulunuyor. Yabancı ülkelerde bulunan askeri üslerin yüzde 95’i ABD’ye ait… Burada aktardıklarımız ise bu üslerin bulundukları ülkelere kültürel ve iktisadi “katkılarının” yalnızca çok küçük bir bölümü…

Kaynak: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/iste-abd-uslerinin-yarattigi-kulturel-ve-iktisadi-zenginlik-haberi-51919

Savunma Bakanı: NATO kültürel zenginlik, ekonomiyi de canlandırır
22 Şubat 2012



Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, savaş aygıtı NATO'yu 'kültürel zenginlik' olarak tanıtırken, füze radar üssüne karşı büyük eylemler düzenleyen Küreciklilere ise 'ekonomiyi canlandırır' dedi.

Bugün Cumhuriyet gazetesinde Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ile yapılan röportaja yer verildi. Bakan Yılmaz, Kürecik'e NATO füze radar sistemi kurulmasına ilişkin olarak "Malatyalılar merak etmesin, güvendeler, ben şahsen radar üssünün de Sivas Şarkışla’ya kurulmasını isterdim, hiç değilse ekonomi canlanır" dedi.

"İzmir'de kurulacak NATO üssünü de isterlerse Sivas'a taşıyabiliriz" diyen Yılmaz, Kürecik halkının düzenlediği kitlesel eylemleri duymamış gibi konuşarak "NATO'ya sadece gençler karşı çıkar" dedi.

NATO'nun 2010 yazında Lizbon'da düzenlediği toplantıda karar altına aldığı füze kalkanı projesi kapsamında Malatya Kürecik'e füze radar sistemi kurulacak. Füze kalkanı sisteminin İran ve Rusya gibi ülkeleri hedef aldığı hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Nitekim, İran ve Rusya resmi makamları her fırsatta füze kalkanı projesinden ve Türkiye'ye kurulacak radar üssünden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar.

Bakan Yılmaz'ın NATO gibi kanlı bir savaş örgütünü 'ekonomiyi canlandırır' diye övmesi bugünkü TKP'nin Sesi'ne de konu oldu:

Bu nasıl Savunma Bakanı!

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz bugün bir gazeteye verdiği demeçte; “Malatyalılar merak etmesin, güvendeler, ben şahsen radar üssünün de Sivas Şarkışla’ya kurulmasını isterdim, hiç değilse ekonomi canlanır” diyor!

“İzmir’de kurulacak yeni NATO Üssü’nü de isterlerse biz Sivas’a taşımaya hazırız” diyerek skandal sözlerine devam ediyor. “Hem demokratikleşme, hem kültürel alışveriş farklı unsurlara açılmakla olur. NATO’nun orada bir birliğinin olması kültürel zenginliğe katkı sağlar.”

Irak’ta, Afganistan’da, Yugoslavya’da milyonlarca insanın ölümüne sebep olan emperyalist savaş örgütünden, işgalcilerden, NATO’dan, ABD’den, silahından, askerinden, postalından demokratikleşme ve kültürel zenginlik bekleyen zihniyete bak!

Biz söyleyelim: İzmir’de NATO, Adana’da İncirlik, Malatya’da Radar Üssü, kültürel zenginlik ve demokrasi değil, Suriye’ye, İran’a, Libya’ya bomba, savaş ve işgal içindir!

Ne İzmirlilerin, ne Malatyalıların, ne Adanalıların ve ne de Sviaslıların işgalci ABD’nin “kültürel zenginliğine” ihtiyacı var!

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/savunma-bakani-nato-kulturel-zenginlik-ekonomiyi-de-canlandirir-haberi-51906

Rasmussen, Kur'an-ı Kerimleri yakan işgalci ABD askerlerini övdü
28.02.2012

İşgalci Haçlı Ordusu NATO'nun Başı Rasmussen, Kur'an-ı Kerimleri yakan işgalci ABD askerlerini övdü: 'Son derece güç şartlar altında dikkate değer dikkate değer bir itidal gösteriyorlar'
haber1001

Pakistan'da, hükümetin NATO'ya ikmal kararı halkı sokağa döktü
23 Mart 2012


Geçen Kasım ayında Afganistan'dan havalanan NATO helikopterleri, Pakistan topraklarındaki bir askeri karakolu vurmuştu.

Sınıra yakın bölgede düzenlenen saldırıda, 24 Pakistan askeri ölmüştü.
NATO karakolun yanlışlıkla vurulduğunu açıklamış ancak bunu gerçekdışı bulan Pakistan hükümeti, NATO'nun ikmal yolunu kapamıştı.

Ancak son günlerde çıkan ikmalin yeniden başlayabileceği yolundaki haberler, Pakistan halkını sokağa döktü.

Karaçi kentinde gösteri yapan bir grup, hükümete ikmal yolunu yeniden açarak milli güvenliği tehlikeye atmaması uyarısında bulundu.
'' Kahrolsun Amerika! " , "İkmale Hayır! " şeklinde sloganlar atan göstericiler, Amerikan karşıtı ifadelerin yazılı olduğu çeşitli pankartlar taşıdı.
Lahor kentinde de benzer bir gösteri düzenledi.
Göstericiler " NATO : Yollarımız Sana Kapalı! yazılı pankartlar taşıdı.
haber1001

Numan Kurtulmuş: "Ben NATO'nun Türkiye'ye 'şu faydası oldu' dediğimiz bir olay hatırlamıyorum"

Has Parti Genel Başkanı Prof.Dr.Numan Kurtulmuş, Türk askerinin neden Afganistan'da neden bulunduğuna dair soruya işöyle cevap verdi: ''NATO-Türkiye ilişkisi başından beri problemli kurulmuş bir ilişkidir. Ben NATO'nun Türkiye'ye 'şu faydası oldu' dediğimiz bir olay hatırlamıyorum. Afganistan'a niye gittik, niçin oradayız? Afganistan'da hangi milli menfaatimiz var? Türkiye ile NATO arasındaki ilişkinin külfeti hep bize, nimeti hep NATO'yadır. Bu milletin sırtında NATO bir gâvur leşi gibi duruyor. Bu millet bu gâvur leşini kaldırıp kenara koymasını da bilecektir''
MBR haber

Bizi Utandırıyorsunuz
Naci Beştepe
E.Tümg.
09.12.2012



Harbiye’ye başladığım zaman US damgalı mataramız, ekmek çantamız, çatal kaşığımız ve kasaturamız vardı.

Tüfeğimiz de ABD yapımı M1 idi.

İçten içe üzülürdük.

Eziklik duyardık.

Her atışta dağılan Kırıkkale tüfeklerine sarılırdık.

Topçu olunca gittiğimiz Polatlı’da düşürdüğüm bir US dürbün için aylarca uğraşmıştım.

“Bulunmaz Hint kumaşı“ derler ya öyleydi.

Teğmenden kıymetliydi neredeyse.

İlk görev yerim doğudaydı.

Kışlık malzemeler vardı; kayak, hedik, parka...

Hepsi US.

Bir Amerikan parkası kaybetmek silah kaybetmeye eşdeğerdi.

Zamanla bunlar azaldı, azaldı ve bitti.

ABD üsleri her yeri sarmıştı.

Bitmedi ama azalmıştı.

Türk subayı olarak onur kırıcı durumlardan giderek kurtuluyorduk.

Kürecik ve Patriot olayı gururumuzu incitti yeniden.

NATO, Sovyetler’in dağılışından sonra düşman arar olmuştu.

NATO derken ABD demek istediğimi kabul edebilirsiniz.

Sonunda buldu.

Petrol ve doğal gaz, yani enerji kaynaklarının bol yerini.

Düşman yarattı Irak’tan, İran’dan ve de Suriye’den.

NATO üyesiyiz ya, bize de düşman oldu birden komşularımız.

“Sıfır sorun“ derken hem de.

Kol kola tatil yaparken.

Suriye’yi ne kadar zorlasanız Türkiye’ye tehdit olmaz, olamaz.
Eti ne budu ne garibin.

Zaten kendi derdine düşmüş.

Milli güç unsurlarını tek tek ele al, biri bile Türkiye ile boy ölçüşemez.
Ne ekonomisi, ne insan gücü, ne coğrafyası, ne silahlı kuvvetleri ne diğerleri.

US damgalı bir general çıkmış

“Türkiye’yi koruyacağız, Türkiye’nin sınırlarını koruyacağız“

diye nutuk atıyor.
Utanıyorum yazmaya.
Hani köpekleri uzaklaştırmak için denir ya.
Aynen öyle.

İzmir’de oluşturulan NATO Kara Komutanlığı’na gelmiş.

Bizi koruyacakmış.

Bu adama değil konuşturanlara bakmak lazım.

“Türkiye NATO toprağıdır“

diyene.

“Suriye bize askeri tehdittir“

diye o sözün sahibini bilgilendirene.

“Biz, ulusal olanaklarımızla, Suriye’den gelecek her türlü tehdidin üstesinden geliriz“

diyemeyene.

“Suriye, durup dururken bize neden füze saldırısında bulunsun, öyle bir şey yaparsa anasından emdiğini burnundan getiririz“

diyemeyene.

Benim sitemim US Korg. Hodges‘e değil bizi yönetene ve onun askerine...

Kaynak: Aydınlık gazetesı

İsa Gök: Bağımsızlığımızı kaybetmişiz ve işgal ediliyormuşuz duygusu açığa çıkmaya başlamıştır.
22 Ocak 2013



PATRİOTLAR VE YABANCI ÜLKE ASKERLERİ KONUSUNDA
Türkiye’nin, Almanya’dan ve Hollanda’dan Patriot füze bataryaları talep etmesi ile ilgili haberler sadece Türkiye’de değil söz konusu ülkelerin parlamentolarında da ciddi tartışmalara yol açmıştır. Bu konunun özellikle Almanya’da Federal Meclise taşınmaması ihtimali büyük bir rahatsızlık yaratmıştır. Sosyal Demokrat ana muhalefet partisi, “Federal Meclis’in onayı alınmadan Türkiye’ye asker ve silah gönderilemez” demiştir. Almanya’da güvenlik politikaları ile ilgili her konunun açıkça tartışmaya açılması ve bunun yerinin de Federal Meclis olması gerektiği ısrarları sonucu, Federal Hükümet iç politik tartışma yaratmamak için Türkiye’nin talebinin Meclis’e sunulacağını duyurdu.
Aynı şekilde
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Arl 11, 2012 6:41 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Mar 16, 2012 11:46 pm    Mesaj konusu: İşgalci Haçlıları Korumak İçin Toprağa Düşen 12 Mehmetçik Alıntıyla Cevap Gönder

İşgalci Haçlıları Korumak İçin Toprağa Düşen 12 Mehmetçik
Oğuz Gürses
16.03.2012

“Afganistan'ın başkenti Kabil'de Türk askerlerini taşıyan bir helikopterin bir evin üzerine düşmesi sonucu en az 14 kişinin öldüğü bildiriliyor.”

Böyle başlıyor BBC’nin haberi...

“Türk Silahlı Kuvvetleri, helikopterde ikisi binbaşı, biri üstteğmen olmak üzere 12 askerin öldüğünü duyuruyor.”

Diye devam ediyor...

Neticede 12 evlâdımızı daha kaybettik...

Niçin?

Başımızdakiler haçlı Batı emperyalizmine yaransınlar diye...

Bu kadar boktan bir sebepten...

Pırıl pırıl 12 evlâdımızı daha kaybettik...

Aynı yerde bir helikopterimiz daha düşmüştü...

Kaç evlâdımıza mezar olmuştu hatırlayan var mı?

Ondan daha önce de Afganistan'daki birliklerin komutanı bir Albayla beraber iki subayımızı daha...

Bunlar bize duyurulanlar...

Gizlenemeyenler...

Oradan gizlice kimbilir kaç asker evâdımızın cesetleri getirilip, gizlice toprağa verildi bilen var mı?..

Soran da yok zaten...

AKP’den geçtik onun zaten yatacak yeri yok...

Ya CHP ve MHP?

Afganistan'ı işgal eden haçlı ordularına yardım ve yataklık etmek üzere kurbanlık koyun gibi Afganistan'a gönderilen 1.800 evlâdımız için...

Bir itiraz sesi yükselttiklerini duyan, gören var mı?

Yanlış hatırlamıyorsak sadece BDP muhalefet etmişti bu tezkereye...

Afganistan neresi?

Tarih boyunca bir çok Müslüman Türk devletinin hakimiyeti altına girmiş kadim bir vatan toprağı...

Bir müslüman memleket?

O kadar müslüman ki...

Millî mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa, Afgan Müslümanlardan yardım istemek üzere Medine Müdafaası’nın kahraman kumandanı Fahreddin Paşa’yi görevlendirmişti. Onlar da, o fukara halilerine rağmen; müslümanlığımızdan ötürü bizi kardeş bildikleri için ellerinden gelen yardımı esirgememişlerdi...

Afgan halkı savaşçı bir halktır...

19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında İngilizlerle 3 kere savaşmışlar ve İngilizlere haddini bildirmişlerdir.

Sonra Sovyet İşgali...

Ardında 10 binlerce ölü bırakarak çekilmek zorunda kalmışlardır...

Son olarak da dünyanın ne kadar haçlı devleti varsa toplanıp Afganistan’a çulandı ve Afgan halkı bu gözü dönmüş haçlı sürülerine karşı 10 yıldır kahramanca direniyor.

Peki Mehmetçiğin Afganistan’da ne işi var?

Haçlı istilasına uğramış dost ve kardeş bir halka yardım etmek için olsa....

Eyvallah...

Bu Mehmetçiği Mehmetçik yapan misyona uygun da olurdu...

Ama...

İşin aslı öyle mi?

Değil...

Ya?..

NATO isimli haçlı ordusu tarafından, haçlıların dünyayı ele geçirme ve dünyadan İslâm’ı silme stratejisi çerçevesinde işgal edilmedi mi Afganistan?..

Ve...

Mehmetçik de bu kaatil haçlı sürülerini Afgan halkının hışmından korumak...

Haçlıların Afganistan’ı işgallerini kolaylaştırmak...

Kısacası...

Haçlılara yardım ve yataklık etmek için oraya gönderilmedi mi?..

Askerdir hükümet nereye gönderirse gidecek çaresi yok...

Burada asıl sorumlu ve suçlu Mehmetçiği haçlıların yanında, vatanları istilaya uğramış Afgan halkına karşı ateşe süren tezkereyi Meclise gönderen AKP hükümeti ve o tezkereye olumlu oy veren iktidar ve muhalefet partisi milletvekilleri değil midir?

Ocaklarına ateş düşmüş ailelelere ilk hesap vermeleri gereken de onlar olmalıdır...

Bakmayın siz medyaya karşı suratlarına üzgün bir maske takıp timsah gözyaşı dökmelerine...

İçlerinde bir tane...

“Mehmetçiğin orada ne işi var... “Afganistan'daki birliğimiz derhal oradan çekilmelidir” diyebilen var mı? (*)
.
Afganistan'daki direniş oradaki haçlı işgalini söküp atmak üzeredir...

Haçlılar apar topar oradan kaçtıklarında haçlı işgalinin bütün hışmı ve faturası oradaki Mehmetçiğe kesilecektir...

Bu yıl Afganistan’dan dizi dizi Mehmetçik tabutlarının geldiğini görme ihtimalimiz çok yüksektir...

Sadece Afganistan'dan mı?

İsrail’i lübnan halkının hışmından korumak için Lübnan’a gönderilen birliğimizin de, İsrail İran ve Lübnan’a saldırdığında, ilk hedef olacakları ve oraya sağ gönderdiğimiz evlâtlareımızın tabut içinde dönmeleri çok muhtemeldir...

Şu anda Suriye içlerinde haçlılarla birlikte gayrınizami harp yaptığı söylenen özel harp birliklerimize ilaveten; baharla birlikte Haçlılar adına Suriye'yi istila etmek için gönderilecek birliklerimizdeki binlerce Mehmetçiğin toprağa düşme tehlikesi çok yakın ve çok açıktır...

Haçlılar tarafından tarumar edilmiş Somali halkının öfkesine muhatap olan haçlı ticaret gemilerini korumak için gönderilen savaş gemilerimizdeki Mehmetçikler de -kara birliklerimiz kadar olmasa da- haçlılar için hayatlarını ortaya koymakta değil midir?

Tarih boyunca Haç’a karşı Hilâl’i kahramanca temsil eden ve o hilal uğruna seve seve toprağa düşen eden Mehmetçiği kim ve nasıl gırtlağına kadar bu haçlı pisliğine gömdü?

Kore'de haçlılar uğruna kurban ettiğimiz binlerce Mehmetçik uyanmamıza yetmedi...

Bakalım haçlıları korumak uğruna toprağa düşen kaçıncı mehmetçik tabutu bizi bu gaflet uykusundan uyandıracak da...

“Artık yeter diyeceğiz?”

Başbakan’ı soruyorsanız o rahat...

Çünkü onun iki erkek evlâdından biri “dövizli” olarak o vazifeyi ifa edip tezkereyi aldı... Öbürününse kapı gibi çürük raporu var... Damadı da "dövizli"...

Yani Başbakan’ın erkek çocuklarına da damadına da cephede ölüm yok...

Siz kendi evlatlarınızı düşünün...

Bugün Afganistan’da evlâtları bulunanlardan 12’sinin cernazeeleri yola çıktı...

Yarın benzer tabutlar hepimizin evinin kapısını tek tek çalabilir diyorum...

Hepimizin evlerine ateş düşebilir diyorum...

Evlât acısı kolay mı?

Vatan için toprağa düşşesler...

“Vatan sağ olsun” deriz...

Ama...

Birileri iktidar olsun ve iktidarda kalsın diye göz göre göre ateşe sürülen evlâtlarımızın acısının tesellisi olur mu?...

Bunun için...

Türkiye NATO’dan hemen çıkmalı...

Askerimiz Afganistan ve Lübnan’dan hemen çekilmeli..

Suriye topraklarında haçlılarla birlikte yürütülen gayrınizami harpten derhal vazgeçmeli ve birliklerimiz haçlılar adına Suriye’yi İstilâ için asla gönderilmemelidir.

Suriye sınırımızdaki Suriyeli terörist gruplarının üsleri derhal kapatılmalıdır.

Somali açıklarındaki askerî gemilerimiz acilen yurda dönmelidir...

Dipnot:

* Yazı bitmek üzereyken MHP genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Afganistan’ın karanlık ortamında güvenlik görevlilerimizin kaybı, artan şiddet ve tahrik yüklü gelişmeler buradaki askeri varlığımızın tekrar gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır”açıklamasınıi gördüm... Herkesin yalandan timsah gözyaşları döktüğü bir günde hiç yoktan iyidir. Ama İş kuru bir demeçte kalmamalı MHP bunun meclis içinde de Meclis dışında da takipçisi olmalı ve bu demecin arkasına kitle desteğini de koyarak tepkisini meydanlarda da göstermelidir...



Afganistan’da Taliban'ın bombalı eyleminde askerlerimiz de vuruldu: ! ölü, 1 yaralı vurdu
27.02.2015

Yeni Çağ'ın haberine göre; Afganistan’da Taliban'ın, Afganistan’daki Türk büyükelçinin yakınındaki bomnalı eeyleminde, elçiliğin koruma timinin aracı da isabet aldı. Eylemde Uzm. Çvş. Adem Şengül şehit oldu, Uzm. Çvş. Ahmet Basatlı yaralandı.
İşgalci haçlı ordusu NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi Büyükelçi İsmail Aramaz’ı almak üzere Afganistan Türk Görev Kuvvet Komutanlığı’ndan Türk Büyükelçiliği’ne gelen iki zırhlı araç, yol kenarında duran bomba yüklü araçla hedef alındı. Büyükelçiliğe arka kapıdan giriş yapmak üzere olan araçlardan biri ağır hasar gördü. İkinci araçta bulunan astsubaylar, yaralı arkadaşlarını NATO üssü hastanesine götürdü. Yaralanan Basatlı’nın sağlık durumunun iyiye gittiği bildirildi. Eylemde bir Afgan sivilin de öldüğü açıkladı. Patlamada Büyükelçilik lojmanlarının camları kırıldı.
Haber 93

"Haçlılarla gel..."
Hasan DEMİR
hasandemir54@hotmail.com.tr
27 Mart 2012



Afganistan’da düşen helikopterde 12 Türk askerinin şehit olması, “Bu ülkede ne işimiz var” tartışmaları başlatınca Başbakan Erdoğan küplere bindi ve bakınız neler dedi:

“- Bizim Afganistan halkıyla dayanışmamız söz konusu. Bu insanlar bizim zor günlerimizde varıyla yoğuyla bizimle beraber olmuş insanlar!”

Erdoğan’ın kastettiği hadise Milli Mücadele’de Afgan halkının Türk milletine gönderdiği tenekeler dolusu altındır. Evet, Afgan halkı elinde kolunda ne varsa, İslâm’ın sancaktarı Türk milleti emperyalist Haçlılara mağlup olmasın, İngiliz’i, Yunan’ı, Fransız’ı, İtalyan’ı Türk yurdunu işgal edemesin diye Ankara’ya göndermiştir. Ankara’nın eline o paranın çok azı da geçmiş olsa bile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin mayasında Afgan halkının bu yardımları vardır. Allah onlardan razı olsun.

İyi de Afgan halkı o paraları bir gün Haçlılar, Afgan ülkesini işgal ettiğinde Türkiye İngilizlerle, İtalyanlarla, Amerikalılarla, Fransızlarla velhasıl bilumum Haçlılarla birlik olsun Afganistan’a çullansın diye mi göndermişti? Yani bir hadise ancak bu kadar özünden saptırılabilir. Hiç kimse inkâr etmesin, Afganistan’da yaşanan bir Haçlı çullanmasıdır ve o Haçlılara karşı Müslüman Afgan halkının verdiği bir var yahut yok olma mücadelesidir. Haçlılar bunun bir Haçlı seferi olduğunu kamufle ihtiyacı bile duymamışlardır. Bizzat Bush, “Bu bir Haçlı seferidir” demiştir. Zamanın İngiltere Başbakanı Sosyalist Blair bile, “Afganistan’a asker göndermemde dini inançlarım etkin oldu” itirafında bulunmuştur. Ne acıdır ki Türkiye bu mücadelede haklı olan tarafta, toprakları işgal edilen Afgan halkının yanında değil, işgalci Haçlılar tarafında yer almıştır.
Kimse ne kendini ne bizi kandırmaya çalışsın. Afgan halkı Türkiye’nin Haçlıların yanında yer almasından hiç memnun değildir. Elbette Mehmetçiğe Coni muamelesi yapmamaktadırlar amma dost ortamlarında, “Sizin burada, bunlarla birlikte ne işiniz var” diye sitem etmektedirler. Yunan ordusu Bursa’ya girdiğinde aralarında Afgan askerleri bulunsa siz ne hissederseniz, bugün Afgan halkı işte o duygular içerisindedir. Biz hâlâ, “Araplar bizi arkadan vurdu” diye feryat etmiyor muyuz? O gün Arapların bir kısmını o hale getiren İngilizler değil miydi? Bugün İngilizlerle birlikte Afgan topraklarında İngiliz’ine, İtalyan’ına, ABD’sine lojistik destek sağlayan ve onların bu çirkin savaştaki yükünü hafifleten Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı farklı bir şey mi?

Afganistan’a saldıran NATO gücünde yer alması, Türkiye’nin bir ayıbıdır. O ayıbın altına imza atanlar ve bugün o ayıbı savunanlar Allah ve tarih huzurunda prangalıdırlar. Gerçek şu ki, Afganistan’a yapılan Haçlı seferinde Türkiye’nin yer almasını Afgan halkı istememektedir. Elhamdülillah, Türk halkı da Afganistan’a çullanan Haçlı sürüsü içerisinde Mehmetçiğinin bulunmasını istemiyor. Öyleyse Başbakan’a düşen; Türk ve Afgan halkını, Mehmetçiğin Haçlı savaşında Haçlılar tarafında olmasını ikna etmeye çalışmak değil bu ortak istek doğrultusunda bu girdaptan kurtuluşun çarelerini üretmek olmalıdır.

Hele şu “Butik devlet” tartışmalarına hiç girmek istemiyoruz. Haçlılar Afganistan’da, Mısır’da, Suriye’de Tunus’ta ne isterlerse onu yapmak, butik devlet olmanın ta kendisidir. Kıbrıs Rum kesimine bile Akdeniz’de söz geçiremeyen bir ülkeyi yönetenlerin biz butik devlet değiliz, büyük devletiz demesi, herhalde birilerini bıyık altından güldürüyordur.

(..)

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=22191

NATO'YA NOTA
Serdar Akinan
02 Nisan 2012



Bizimkiler İran'a güvence vermiş: 'NATO, Türkiye'nin şartlarına uymazsa sistemin kapatılmasını talep ederiz. Altı ayda da kapatırız alimallah!' Gülümsedim.

Gülümsememe neden olan şey bu haberden hemen önce okuduğum bir makale oldu.

Korkut Boratav hocamız Solhaber'de yazmış.

'ABD taşeronluğu mu?'

İki Amerikalı uzmanın görüşlerini paylaşmış.

Biri Emile Nakhleh.

Nakhleh eski bir CIA çalışanı ve bir süre önce 'Suriye'ye Müdahale Zaman Meselesidir' başlıklı bir yazısı Financial Times'ta yayınlanmış.

Kısaca 'Suriye'ye müdahale edilmelidir' diyor bu zat.

Türkiye'yi 'mayın eşeği' gibi önden yolluyor ardından da işgal olacaksa 'Batı'nın rolüne dikkat çekiyor.

'Bölge Türkiye'ye bitişik olacağı için, (tampon bölge) oluşturulup desteklenmesinde Ankara kritik bir rol üstlenmelidir.'

Boratav hocamızın yazısında bahsi geçen ikinci isim yönetimde çok önemli pozisyonda direktörlük yapmış biri.

Hillary Clinton'ın danışmanı Anne-Marie Slaughter.

Bu hanımefendi de, çok kısa süre önce 'Türkiye'nin Sınavı' başlıklı yazısında önce Türkiye'yi övüyor:

'Türkiye'nin uluslararası yıldızı son zamanlarda yükselmiştir. Başbakan Erdoğan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın pek çok ülkesinde yüceltilmiştir.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, artan etkili bir gücü temsil ederek dünyayı dolaşmaktadır.'

Buraya kadar şahane!

Sonra sadede geliyor.

'Davutoğlu, Rusya ve Çin'in vetosundan sonra [Suriye için] bir konferans örgütlenmesini öneriyor. Hala mı konferans? Türkiye devamlı olarak konuşmayı önermekte ve gerçekten fark yaratacak önlemleri almayı hep ertelemektedir' diyor ve ihale şartnamesini açıklıyor:

'Türkiye, yerel eşgüdüm komiteleriyle sıkı işbirliği kurmalı; Suriye'nin kuzeydoğu sınırında Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO'nun) saldırıya yasak bölgeler oluşturmasını lojistik, istihbarat, silah, eğitim, iletişim hatta uçak desteğiyle sağlamalı; ÖSO'ya [verilecek] uçaksavarlar ve tanksavarlar sayesinde Suriye ordusunun bazı bölgelere girişi böylece önlenmelidir. Bu strateji başarısız olursa, Türkiye ve Arap Birliği devletleri, kara kuvetlerini Suriye'ye yollamayı (NATO'nun lojistik ve iletişim desteğini alarak) düşünmelidirler.'

Bu herhangi bir gazetecinin ya da politik analistin bir temennisi değil.
ABD Dışişleri Bakanı'nın danışmanıdır.

Yazıdan sonra devreye Annan Planı girdi. Arap Birliği Başkanlığı Irak'a geçti.
Suriye konusunda Türkiye fena halde açığa düştü. Ancak kapalı kapılar ardında nasıl bir baskı gördüğünü bu yazıdan anlayabiliyoruz.
Şimdi kalkıp NATO'ya nota denebilecek açıklamaları okuyunca sadece gülümsüyorum.

http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=854

Antakya / Kisecik
15.04.2012

Antakya / Kisecik'te; NATO'ya ait bir ÜS bulunduğunu, bu üssü Amerikan askerlerinin kullandığını, üssün Hatay sınırları içerisinde bulunan en yüksek noktalardan birine kurulduğunu (1790 metre), bu üssün halk arasında genel olarak "radar" olarak bilindiğini, bu üs sayesinde Ortadoğu'nun rahatlıkla izlendiğini ve bu üssün 5 yıldır faaliyette olduğunu biliyor muydunuz? Lütfen paylaşınız ve bilmeyen vatandaşlarımızı bilgilendiriniz.

Ekleyen: Suriye Arap Haber Ajansı

Pakistan Muhalefetinden Hükümete Haçlı Ordusu NATO Tepkisi:"NATO ikmal yolunu açmayın"

Pakistan'da Cemaat-i İslami partisi, Difa-i Pakistan Konseyi hareketi ve Leşker-i Tayyibe örgütünün siyasi temsilcisi olan Cemaat-üd-Dava yayınladıkları ortak bildiriyle hükümeti NATO ile ilişkileri düzeltmemesi konusunda uyardı.

"NATO ikmal yolu açılırsa Karaçi'den İslamabad'a yürüyüş başlatacağız."
19 Mayıs 2012

Bugün Lahor'da ortak basın toplantısı düzenleyen üç grubun temsilcileri, geçtiğimiz Kasım ayında 24 Pakistan askerinin Amerikan hava saldırılarında öldürülmesi sonrasında kapanan haçlı ordusu NATO ikmal yolunun açılması halinde önce 25 Mayıs'ta büyük bir protesto eyleminin düzenleneceğini, daha sonra 27 Mayıs'ta Karaçi'den başkent İslamabad'a protesto yürüyüşü başlatacaklarını açıkladı.

Pakistan hükümeti haçlı ordusu NATO ikmal yolunun açılacağını duyurmuştu. İkmal yolunun açılmasıyla Afganistan'da 140 binden fazla askeri bulunan haçlı ordusu NATO birliklerine ikmalin yüzde 70'inden fazlası Pakistan üzerinden sağlanacak.

Difa-i Pakistan Konseyi Başkanı Mevlana Sami-ül Hak yaptığı açıklamada, "Pakistan halkının onuru, haysiyeti ve korunması için" ortak hareket kararı aldıklarını söyledi.

Sami-ül Hak, "Bu ikmal yolu yeniden açılırsa, 25 Mayıs'ta protesto eylemi yapacağız. Ayrıca Karaçi'den İslamabad'a uzun bir yürüyüş gerçekleştirme kararı aldık. Bu ikmal yolu yeniden açılır ve devam ederse, Amerika bir 10 yıl daha Afganistan'dan çıkmaz. Böyle hem Pakistan, hem Afganistan doğrudan Amerika ile karşı karşıya gelir. Pakistan da kendisini bu 10 sene boyunca Amerika'nın baskısı altına sokmuş olur" ifadelerini kullandı.
"Müslüman kardeşlerimizin ölmelerine göz yummuş oluruz, insansız uçakların saldırılarına yardımcı olmuş oluruz" diyen Sami-ül Hak, "Tüm bu suçlara ortak olmak istemiyoruz. Bugün burada bir araya geldik.Bu konuyla ilgili olarak yeni bir komite oluşturduk. Önümüzdeki komite toplantısında Karaçi'den İslamabad'a yapılacak uzun yürüyüşün detayları görüşülecek" dedi.
haber1001

Haçlı Ordusu NATO Mardin Kalesi'ne el koymuş kimsenin haberi yok...
Alihaydar Can
28.06.2912



Mardin Kalesi (1)'nde restorasyon çalışmaları yapılmak istenince kalede haçlı ordusu NATO'ya ait bir radar ve bu radarı işleten yabancı askerler olduğu ortaya çıktı.

Şimdi AKP hükümeti Mardin Kalesi'nin restorasyonu için NATO'dan izin almaya çalışılıyor.

Yeni Şafak gazetesinin haberine göre (2); AK Parti İl Başkanlığı'nın düzenlediği tanışma toplantısında konuşan AKP Mardin Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey, kalede NATO'nun hava radarı olduğundan restorasyonla ilgili izin sürecinin ağır işlediğini söylemiş:

AK Parti Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey, Mardin Kalesi'nde NATO birliği bulunduğunu ileri sürdü. Şahkulubey, "Şimdi kaleyle ilgili, NATO'nun da içinde bulunduğu bir hava radarı var. Ama işin içinde NATO olduğu için NATO kriterleri ağır işliyor. En son Milli Savunma Bakanı'na sorduğumuzda da bu işi kendisinin bizzat takip ettiğini söyledi. Bu kolay bir sistem değil, işin içinde NATO olduğu için... Çünkü oranın esas sahibi NATO. Biz talep ettiğimizde de bilmiyorduk. Yani NATO kriterlerine göre de istememiz gerektiğini bilmiyorduk." şeklinde konuşmuş.

Şu hale bakın...

Kendi vatanımızda tarihi bir kaleye haçlı ordusu NATO resmen el koyuyor. Bundan o şehrin milletvekillerinin bile kalede restorasyon yapmaya kalkınca haberleri oluyor...

Böyle bağımsız bir ülke olur mu?

Kendi ülkenizdeki bir kale haçlı ordusu tarafından resmen işgal edilmiş ama Ankara'dakilerin haberi yok...

"Büyük ülke", "Bölgesel güç" havalarına girip komşu ülkelerle savaş çıkarmak için taşeronluk yapıyorlar..

Sonra da "Taşeron" deyince kızıyorlar....

Siz komşu ülkelerin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne göz dikmeden önce işgal edilmiş Mardin Kalesi'ni işgalden kurtarın da...

Sonra sağa sola salça olun...

Dipnot:

1-) Mardin Kalesinin diğer bir ismi "Kartal Yuvası"dır. Şehrin büyük bir kısmının dayanmış olduğu zinin üst kafesine kurulmuş müstahkem bir mevkidir. Subari, Sümer, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdaniler, Selçuklular, Artuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safaviler, Osmanlılar dönemlerini, kimi zaman zaferleri, kimi hayal kırıklıklarını yaşamış çok önemli bir kaledir.

2-)Bkz: http://www.yenisafak.com.tr/Gundem/?t=27.06.2012&i=391385


NATO'nun 'harika' maşası Türkiye
06.12.2012



Türkiye, adeta 1. Dünya Savaşı sonrasında işgal günlerinde olduğu gibi "emperyalist komiserlikler" tarafından yönetildiği günlere döndü. İzmir'de açılan ve dünyada tek olan NATO Müttefik Kara Kuvvetleri Komu-tanlığı'nın komutasına getirilen Korgeneral Frederick Ben Hodges, Türkiye'ye müstemleke muamelesi yaptı.


NATO'nun harika maşası Türkiye

11 Eylül sonrası ABD adına Afganistan'ı işgal eden emperyalizmin bekçisi NATO'da görev yapan kuvvetler içinde Türkiye'nin aldığı önemli rollere değinen Hodges, 'Türk askerlerinin, özellikle Afganistan'da harika işlere imza attığını' söyledi. "Bu, çok büyük başarıdır. Türkiye kritik rol oynadı. Türk askeri inanılmaz. Bugüne kadar atandığım tüm NATO görevlerinde, her zaman yanımda Türk subaylarının ve görevlilerinin olmasını tercih ettim. Türk halkı, gerçekten gurur duymalı" diyen "NATO Komiseri"nin utandıran övgüsü, 70 milyonun boynunu büktü.

İşte NATO'nun bazı "harika"(!) işleri

Ağustos ayında Helmant bölgesine bağlı köyleri kuşatan NATO güçleri, bazı yerel unsurlarla birlikte 2'si kadın toplam 17 kişinin kafasını kesti. Yine Helmant'ta NATO saldırısında 12'si çocuk 14 sivil katledildi. Haziran ayında Taliban liderlerine yönelik gerçekleştirilen hava saldırısında sivil bir minibüs vuruldu, saldırıda 18 sivil öldü. NATO uçaklarının 2010 Şubat'ında üç sivil araca açtıkları ateş sonucu 27 kişi hayatını kaybetti. Öte yandan geçtiğimiz Şubat ayında NATO askerlerinin konuşlandığı Bagram Hava Üssü'nde kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim yakılmıştı. Buna tepki gösteren Afganistan halkı günlerce NATO kuvvetlerine lanet yağdırmıştı.

NATO'nun tek kara üssü İzmir'de

NATO'nun yeni yapılanması içerisinde tek kara üssü İzmir'de geçtiğimiz hafta faaliyete başlanmıştı. İzmir'deki Müttefik Kara Komutanlığı'nın komutasını üstlenen Korgeneral Hodges, Türkiye'nin, Afganistan'da NATO önderliğinde kurulmuş olan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti içerisinde başkent Kabil'in güvenliğinden sorumlu olduğunu ve sürecin sonunda kentin güvenliğinin artık Afgan güçlerince sağlanabilecek hale geldiğini belirtti.

NATO Müttefik Kara Komutanı Korgeneral Frederick Ben Hodges, NATO'nun askeri kanadındaki yeni yapılanmasının, sadece bütçe ve harcamalara yönelik alınmış bir tedbir olmadığını, bunun tasarruftan öte daha etkili ve istim üzerinde bir komuta kontrol merkezi oluşmasına yardımcı olacağını söyledi. NATO'nun yeni yapılanması içerisinde İzmir'de yeni faaliyete başlayan Müttefik Kara Komutanlığı'nın komutasını üstlenen Korgeneral Hodges, yaptığı açıklamada, ''soğuk savaş'' döneminde kurulmuş olan NATO'nun, uluslararası sistemin hala en etkili örgütleri arasında yer aldığını belirtti.

Doğu bloğunun yıkılmasının ardından NATO'nun misyonunu tamamlamış olduğunu düşünenlerin yanıldığını ifade eden Hodges, NATO'nun üye ülkelerin yanında çok sayıda devlet ve örgüt ile sağlam bir diyalog içerisinde olmasının, bunun yanı sıra üye olmayı bekleyen ve arzulayan devletlerin varlığının, örgütün bugün de ne kadar önemli olduğunun kanıtı olduğunu söyledi.

"Türkiye ittifaka her zaman önemli katkılar sağladı"

Hodges, yeni yapılanma içerisinde İzmir'de oluşturulan Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın 1 Aralık itibariyle resmen görevine başladığını hatırlatarak, komutanlığın, NATO bünyesinde görev alan kara güçlerinin etkin müdahale ve operasyon yeteneklerini korumaları başta olmak üzere birçok alanda hizmet vereceğini kaydetti. Türkiye'nin, NATO'ya her zaman önemli katkılar sağlamış bir üye olduğunu belirten Hodges, Türk askerlerinin, özellikle Afganistan'da harika işlere imza attığını söyledi. Hodges, Türkiye'nin, Afganistan'da NATO önderliğinde kurulmuş olan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF) içerisinde Başkent Kabil'in güvenliğinden sorumlu olduğunu ve sürecin sonunda kentin güvenliğinin artık Afgan güçlerince sağlanabilecek hale geldiğine işaret ederek, şöyle konuştu: ''Bu, çok büyük başarıdır. Türkiye kritik rol oynadı. Türk askeri inanılmaz. Herkes onlara güveniyor, aynı zamanda çok disiplinliler. Bugüne kadar atandığım tüm NATO görevlerinde, her zaman yanımda Türk subaylarının ve görevlilerinin olmasını tercih ettim. Türk halkı, gerçekten gurur duymalı.'' Hodges, Afganistan'daki, ISAF misyonunun görev süresinin 2014 Ocak'ta dolacak olmasına ilişkin olarak ise NATO'nun Afganistan'a istikrar için bir şans verdiğini söyledi. Afganistan'da, cesur, kendini adamış birçok Afgan tanıdığını dile getiren Hodges, Afganistan'ın geleceği için realist, ama aynı zamanda da iyimser olduğunu ifade etti. ISAF misyonunun sona ermesinin NATO'nun Afganistan'dan ayrıldığı anlamına gelmediğini belirten Hodges, ''Sadece misyon değişiyor''

Kaynak Millî Gazete

NATO’NUN SARHOŞ ASKERLERİ
Ekrem Şama
ekremsama@hotmail.com



Geçenlerdeki o olaydan bahsedecek değilim.

Hani İncirlik’teki camiyi basıp, Kuranı Kerimleri yakıp camı çerçeveyi indiren sarhoş ABD askerlerinden…

O konuda sağolsun hükümetimiz araştırmaya, soruşturmaya (!) devam ediyormuş. Elbet bir gün kamera kayıtlarına ulaşırlar (!) da gerçek bilgileri kamuoyuna açıklarlar.

Sarhoş NATO askerlerinin Afganistan ve Irak’taki rezalet ve zulümlerinden, öldürdükleri Müslümanların cesetlerine işemelerinden, kadın-çocuk-bebek demeden yaptıkları katliamlardan, yırtıp çiğneyip hakaret ettikleri “Kitabımız”dan da bahsetmeyeceğim.

Ben Saratoga-Muavenet olayını hatırlatacağım.

Yıl 1992 Ekim ayı…

Türkiye’nin de üyesi bulunduğu NATO donanması Ege Denizi’nde gerçek mermiler kullanarak bir askeri tatbikat yapmaktadır. Tatbikata katılan ABD’nin uçak gemisinin adı “Saratoga”dır.

Türk Deniz Kuvvetlerine ait donanma da bu tatbikata katılmaktadır. “Kararlılık tatbikatı” denilen bu savaş oyununa katılan Türk savaş gemilerinin isimleri şunlardır: Yavuz,Turgut Reis, Muavenet, Fatih,Yıldırım.

Savaş oyunlarının en heyecanlı bir anında, Saratoga’dan üst üste atılan 2 tane füze Muavenet muhribimizin kumanda merkezine arka arkaya isabet etmiş, büyük bir gürültü ile kaptan köşkü havaya uçmuştur. Muhribimiz kullanılamayacak kadar ağır yaralanmış, gemi komutanı dahil, 5 Türk askeri şehit olmuş, 18 asker de ağır veya hafif yaralar almışlardır.

Sarhoş bir NATO askerinin yaptığı bir hata olarak izah edilmeye kalkışılan olay, aslında Haçlı ruhunun bir tezahürü ve bir intikamdan ibarettir.
Nasıl mı?

Atılan füzelerin ismi “sea sparrow”dur. Bu füzelerin kaza ile ateşlenmesi ve programlanmayan bir hedefe yanlışlıkla gitmesi mümkün değildir. Hedefe ancak ve ancak bilerek ve kılı kırk yarıp, rota çizdirilerek ve bu çalışma bilgisayara yüklenerek gider. Sea sparrow füzesinin ateşlenebilmesi icin de 6 kademenin tek tek geçilmesi gereklidir. Basılan tek bir düğme ile harekete geçemez. Üstelik bir değil iki füze atılması söz konusudur.

Bu da gösteriyor ki, bu füzeler, planlanarak ve 6 kademe kumanda sistemlerinin her biri tek tek harekete geçirilerek ateşlenmiş, muhribimiz bilerek ve isteyerek vurulmuştur. Bunun başka bir izahının olması, sarhoş askerin elinin dokunması gibi izahlar ancak çocuk kandırmaya yarayabilir.
Şimdi de bu olaydan 77 yıl önce meydana gelmiş, Çanakkale savaşlarındaki bir sahneyi hatırlatıyorum:

Çanakkale savaşlarının en enteresan olaylarından birisidir, bu olay. 12 Mayıs 1915 gecesi Morto koyunda demirli bulunan İngilizler’in Goliath isimli zırhlı gemisinin, donanmamıza bağlı bir torpidobot tarafından batırılması olayıdır. Çanakkale’deki düşman başkumandanı General Hamilton’un, hatıralarında “Türkler madalyayı haketti.” demek zorunda kaldığı olay kısaca şöyle olmuştur:

Kirte cephemizin sol kanadındaki her harekatta, Morto koyunda bulunan düşman donanmasının ateşleri pek etkili oluyordu. Hergün yüzlerce binlerce askerimizin şehit olmasına sebep olan etkili ateşleri vardı. O halde icabına bakılmalıydı. Ancak kolay bir iş değildi bu. Zira en modern cihazlarla donatılmış bulunan İngiliz zırhlıları, ayrıca devamlı olarak bir destroyer perdesi tarafından da korunuyordu. Bir torpidobotun atış menziline gelip onlara ateş edebilmesi imkansız gibiydi.

Osmanlı donanmasının “Muaveneti Milliye” isimli torpidobotu, aldığı emir üzerine 12 Mayıs akşamı bağlı bulunduğu Çanakkale iskelesinden ayrıldı. Soğanlıdere açıklarında gece yarısını bekledikten sonra, tekrar hareket etti. Kısa bir süre sonra iki düşman destroyeri tarafından görüldüyse de, gece karanlığında bunlardan kurtulmasını bildi. İstikamet Morto koyu idi. Bu koyda Goliath ve Cornwallis zırhlıları, sahilden 200 metre açıkta yan yana yatmakta idi. Devamlı taciz ateşleri yüzünden, askerlerimiz tarafından “Kocakarı” adı verilen Goliath’ın kulesindeki nöbetçi, yabancı bir teknenin yaklaştığını fark etmişti. Telsizle sorduğu parolaya, Muavenet ingilizce birtakım cevaplar vererek oyalamayı başardı. Muavenet, müsait mesafeye geldiğinde, besmele ile birbiri peşi sıra Goliath’a 2 tane torpil gönderdi ve hemen dümen kırarak, tehlikeli sulardan bütün gücü ile uzaklaşmaya başladı. Karanlığı yırtan patlamalarla sarsılan Goliath 5 dakika içinde sulara gömüldü. İçinde uyumakta bulunan yaklaşık 500 düşman askerinden kurtulabilen olmadı.

Muavenet gemimiz Çanakkale’de coşku ile karşılandı.

Bu olay düşmanın kendi kara askerlerini denizden etkili bir şekilde desteklemesinin de sonu oldu. Bölgeden uzaklaşmak zorunda kaldılar. Ayrıca İngiltere’deki donanma ve denizcilik bakanlarının da peş peşe istifaları geldi.

1992 yılındaki NATO tatbikatında, Saratoga gemisinin füzeleri, 77 yıl önce meydana gelmiş bulunan ve Goliath’ı batıran Muavenet’in “adaş”ından almaya çalıştığı bir intikam girişimidir. İşin ilginç yanı bunun “sarhoş asker” açıklaması ile geçiştirilmeye kalkışılmasıdır. Elbette askerlerimiz bu numarayı yutmamışlar ama, ABD dostluğunun gölgesindeki siyasilerin “gargara” yapması ile seslerini de çıkaramamışlardır.

Bunlar Haçlı ruhu taşıdıklarından dolayı, geçmişteki her olayın intikamını almak için türlü imkanları kullanmaktan çekinmezler.

Bugün de gerek Kürecik’teki füze kalkanları tesislerindeki, gerekse Patriot bahanesi ile yurdumuza sokulan NATO askerlerinin “sarhoş asker” numarası ile başımızı derde sokacak işler yapması endişesi ile ben şahsen tedirgin olmaktayım. Her ne kadar bu Patriotların savunma amaçlı olduğu açıklansa bile, içlerinde saldırı amaçlı başka silahların da ülkemize getirilip getirilmediğinden emin olamayız. Çünkü bunların denetimleri yapılmamıştır.

Bırakın denetimlerini, bizim askerlerimiz bunların çevrelerine bile yaklaştırılmamaktadır.

İşin enteresan tarafı da şudur ki, bizi 1.Dünya Savaşı’na sokan iki Alman gemisine Osmanlı bayrağı çekip, o bayrak altında Rus limanlarını bombardıman etmesini kaza ile ya da yanlışlık ile izah edememiştik.

İttihatcıların sadrazamı Sait Halim Paşa’nın bu izah çabaları inandırıcı bulunmamıştı. Rus, İngiliz ve Fransız büyük elçiliklerine gönderdiği yazılarda şöyle diyordu:

“Bu bombardımanlar yanlışlıkla yapılmıştır. Bir kazadır. Amacımız savaşa girmek değildir. Bir komisyon kuralım ve zarar ziyan tespiti yapalım. Bunları tazmin etmeye hazırız!”

Ama bu tarzdaki izahlar ilgililerce reddedilmiş, böylece başımız belaya girmişti.Sadrazam Hazretleri bu dehşet tablosu üzerine görevi bırakıp kaçmak istemişse de gırtlağına kadar batmış olması sebebiyle kaçamamıştır.

Şimdi de ülkemize sokulan ve ne olduğunu bile tam olarak bilemediğimiz, üstelik de “tetik bizde” diye bütün dünyaya ilan ettiğimiz bu silahlar, bir “sarhoş NATO askeri” tarafından ateşlenirse, işin lamı cimi kalmaz, ateşe atlamış oluruz. O günkü Sait Halim Paşa’nın makamında bugün bulunanların izah çabaları da başımızı dertten kurtaramaz.

Bari bu sefer erken uyansak da, şu başımızı derde sokması muhtemel “tarihin tekerrür etmesi”ni önlesek diyorum…

Bu endişe ve hatırlatmalarıma belki gülüp geçecekler ama ben tarihe not düşüyorum.

SARHOŞ ASKER

Haçlıların amacı katliam yarışı,
Her rezaleti beklerim ben domuzdan;
“Sarhoş asker” katletmesin barışı,
Ölüm marşı çıkmasın bandomuzdan!..

Kaynak: http://www.ekremsama.com/

NATO Güvenlik Konferansı Münih’te protesto edildi
03.02.2013



Münih’te bu yıl 49′ncusu düzenlenen NATO Güvenlik Konferansı, uluslararası birçok sivil toplum kuruluşu, gençlik örgütü, parti ve sendikaların yer aldığı, “NATO Güvenlik Konferansına karşı Platform” un gerçekleştirdiği mitingle protesto edildi

Karlsplatz Stachus’da (Karl Meydanı) bir araya gelen savaş karşıtları, NATO’yu ve saldırgan politikalarını protesto etti. Kentin önemli cadde ve meydanları boyunca yürüyen binlerce kişi “Savaş burada başladı, onu burada bitir! NATO’yu ve Güvenlik Konferansını parçala!” dedi.

Patriot füzelerinin ve Alman askerlerinin Suriye-Türkiye sınırına gönderilmesine duyulan tepki eylemin duyurusunda ve eylemde taşınan dövizlerde ön plandaydı. Yürüyüş boyunca oldukça renkli dövizler taşındı, sokak sanatçıları savaşı anlatan kostümlerle ritm grubu eşliğinde eyleme hareket ve renk kattılar. Uzun bir yürüyüşün sonunda kentin en önemli meydanı olan Marienplatz’da toplanıldı ve yapılan konuşmaların ardından eylem sona erdi.

NATO Güvenlik Konferansı, her yıl Şubat ayının ilk hafta sonu Almanya’nın Münih kentindeki Bayerischer Hof otelinde toplanıyor. 90 ülkeden yüksek rütbeli askeri uzman ve siyasi temsilci katıldığı konferans her yıl gelenekselleşmiş bir şekilde kentte düzenlenen büyük bir miting ile protesto ediliyor.

Sendika.Org

Yeni Şafak: Buradan Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağlanıyor
28.01.2018



CHP'nin insa edildiği süreçten bu yana denetlenmesi için defalarca girişimde bulunduğu ve her seferinde AKP Hükümeti'nden olumsuz yanıt aldığı Kürecik Radar Üssü'nün Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağladığı iddia edildi. İddianın sahibi ise yandaş Yeni Şakaf gazetesi. CHP'li Ağababa ise, "Eğer AKP iktidarı gerçekten ABD'ye karşı bir şey yapacaksa Kürecik'i kapatsın" dedi.

Aralık 2011'de Malatya Kürecik'te kurulan NATO Radar Üssü, üssün kurulacağının açıklandığı andan itibaren tartışmaların odağında oldu. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba olmak üzere CHP'li vekiller pek çok kez Kürecik Radar Üssü'ne girmek ve incelemede bulunmnak istediler. Ancak her defasında Milli Savunma Bakanlığı'ndan olumsuz yanıt aldılar.

ABD YÖNETİMİNDEN NATO'YA GEÇTİ

CHP'nin Kürecik için izin istediği Milli Savunma Bakanlığı, üssün yönetiminin NATO'da olduğunu ve Brüksel'den izin alınması gerektiğini bildirdi. CHP'nin NATO'ya yaptığı başvuruya gelen yanıtta ise üssün komutasının ABD'de olduğu bildirildi. CHP'nin bu konudaki itirazları üzerine Mayıs 2012'de dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın talimatı ile üssün yönetimi NATO'ya devredildi.

CHP'LİLER DEFALARCA BAŞVURDU AMA ÜSSE ALINMADI?

2012 yılında Dünya Emekçi Kadınlar günü etkinlikleri kapsamında Malatya’ya gelen dönemin CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan ile milletvekilleri Sabahat Akkiraz, Ayşe Nedret Akova, Ayşe Eser Danışoğlu, Hülya Güven, Sedef Küçük, Sena Kaleli, Melda Onur, Binnaz Toprak, Dilek Akagün Yılmaz ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba Kürecik’te kurulan Radar Savunma Üssü’ne gitti.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, milletvekilleri olarak kurulan üsse ziyaret etmek istediklerini bunun için de Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazdıklarını ifade ederek, "Genelkurmay bize, ’Yetkimiz yok, Dışişleri Bakanlığı’na yazın’ dediler. Cevap Milli Savunma Bakanlığı’ndan geldi; ’Yetkimiz yok’ dediler izin vermediler. İzni kimden alacağız? Buraya girmek için ABD’den mi, Pentegon’dan mı izin alacağız?" dedi.

Ağbaba, "Küçük bir üsse girmek için koskocaman TBMM’nin iradesini yok saydılar" diyerek hükümeti eleştirdi. Ağbaba, "Radar üssünün kumandasını ABD’ye teslim eden AKP, Meclis’in kumandasını kime teslim etti? Siz ne yaparsanız yapın conileri bu topraklardan kovacağız" diye konuştu.



YENİ ŞAFAK: "ÜSTEN PKK'YA İSTİHBARAT VERİLİYOR"

CHP'nin yıllardır kuruluş amacını ve konumunu tartıştığı ancak AKP'nin vekillerin bu konuda soru önergelerine ve üssü denetleme taleplerine olumsuz yanıt vermesine kayıtsız olan yandaş medya, Zeytin Dalı Harekatı'nın ardından aralarında Kürecik'in de olduğu ABD üslerinin PKK/PYD'ye anlık istihbarat verdiğini gündeme getirdi.

Yeni Şafak gazetesinin bugünkü haberinde, "ABD’nin, TSK ve ÖSO tarafından çepeçevre kuşatılıp Afrin’e sıkıştırılan PKK’ya, bölgeyi kontrol eden Kisecik Radar Üssü’nden anlık istihbarat sağladığı, örgüte koordinatlar verdiği belirtiliyor. Terör örgütü, İHA istihbaratı bilgileriyle, Türkiye’den havalanan her uçaktan, bu uçağın vuracağı noktalardan ve atılan her füzeden haberdar ediliyor. Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinin de bu amaçla kullanıldığına dair ciddi şüpheler var." ifadelerine yer verildi.

Haberde şu ifadelere yer verildi:

ABD TÜM VERİLERİ GÖRÜYOR

NATO ağında bulunan radar verileri üzerinden Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının her hareketini görebilen ABD ordusu, bu araçların vurabileceği muhtemel noktalara ilişkin verileri PKK’ya servis ediyor. ‘Sahibinden’ aldığı istihbaratı değerlendiren teröristler ise gelen bilgiler doğrultusunda tedbir alıp mevzileniyor. Afrin’e yönelik hava taarruzunda uçak, İHA ve hatta füzeleri ilk olarak tespit edebilecek radar, Hatay-İskenderun’daki Arsuz beldesinin Kisecik köyünde bulunuyor. 2004 yılında Amanos dağlarının zirvesinde kurulan Kisecik Radar Üssü bir NATO tesisi. Dolayısıyla ABD, radarın tüm olanaklarından faydalanıyor.

KİSECİK, KEL DAĞI, KÜRECİK

Kisecik’e ek olarak Hatay-Yayladağı’nda sınırın sıfır noktasındaki Kel Dağı’nda da bir radar üssü bulunuyor. Kel Dağı ve Kisecik’teki üslerde konuşlu radar sistemleri en az 400 kilometrelik bir yarıçaptaki her hava hareketini takip edebiliyor. Yani ABD, neredeyse Suriye’nin tamamını NATO şemsiyesi altında kurduğu üslerden gözlüyor. Kisecik ve Kel Dağı’ndan başka Malatya’daki Kürecik radarı ise hepsinden daha gelişmiş özellikte. 1000 kilometrelik yarıçapta gökyüzünü tarayan radarın kapsama alanına Suriye, Irak ve İran, hatta Kıbrıs da giriyor. Türkiye’nin hava ağı ve toplanan istihbarat bilgileri NATO’nun güneydoğu sınırlarını kapsadığı için açık durumda. Türkiye istediğinde ve özellikle milli bir harekât icra edildiğinde bazı bilgileri gizleyebiliyor. Ancak bu gizlemenin ne derece başarılı olduğu meçhul. ABD’nin, bu önlemlere rağmen radar bilgilerini kullanarak elde ettiği kritik verileri PKK’ya aktarmakta olduğu kaydediliyor.

CHP'Lİ AĞBABA: AKP SAMİMİYSE KÜRECİK ÜSSÜNÜ KAPATSIN



CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, konuyla ilgili olarak cumhuriyet.com.tr'ye şunları söyledi:

"Burası Amerika tarafından kurulan ve Amerika'nın kontrolünde olan bir üs. Bunu da cümle alem biliyor. Burası İran ve Suriye'ye karşı İsrail'i korumaya yönelik bir üs olarak inşa edildi. Burası için ne kadar NATO üssü dense de, NATO'ya devri sonradan yapıldı. Buradan kime istihbarat verilip verilmediğini Türkiye kontrol etmiyor. Türkiye'nin burada bir hakimiyeti yok. YPG'ye PKK'ya istihbarat veriyor mu; veriyor olabilir. İsrail'e nasıl veriyorsa buralara da veriyor olabilir. Ama hükümetin buradaki samimiyetini sorgulamak lazım. Hükümet burayı kapatamaz da, kapatma girişiminde bulunamaz da. Biz başından beri söylüyoruz. Eğer Amerika'ya bir tavır alınacaksa ilk yapılacak şey Kürecik'teki üssü kapatmaktır. Tamamen iç kamuoyuna yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanıyor burayı."

Dönemin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone arasında imzalanan bir mutabakat metni ile Kürecik Üssü'nün yapıldığını hatırlatan Veli Ağbaba "Bu üssün yapılması ile ilgili anlaşma da Meclis'e getirilmedi. Çok gizli kapaklı bir anlaşmaydı ve bir ayıp saklar gibi yapılmış bi anlaşmaydı" dedi.

Cumhuriyet

"Eğer haber doğruysa Kürecik'in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey"
29 Ocak 2018



Ahmet Hakan: "Niye Kürecik'i kapatmıyorsun ey Kılıçdaroğlu” diye bir başlık atacak mı?"

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Yeni Şafak gazetesinin pazar günkü manşetinde yer alan "ABD'den PKK'ya anlık istihbarat" başlıklı haberini yazdı. Hakan, "Yeni Şafak manşet atmış. Diyor ki manşette: ABD'den, PKK’ya anlık istihbarat veriyor" dedi. "Verilen istihbaratın adresi: Kürecik Radar Üssü" olduğunu belirten Hakan, "Yeni Şafak’ın bu manşeti doğruysa... Kürecik’in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey" yorumunda bulundu.

Hakan'ın (29 Ocak 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Yeni Şafak manşet atmış.

Diyor ki manşette:

- ABD, PKK’ya anlık istihbarat veriyor.

- Verilen istihbaratın adresi: Kürecik Radar Üssü.

Yeni Şafak’ın bu manşeti doğruysa...

Kürecik’in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey.

Yeni Şafak bakalım yarın...

“Niye Kürecik’i kapatmıyorsun ey Kılıcdaroğlu” diye bir başlık atacak mı?

T24
ETİKETLER
ahmet hakan yeni Şafak manşet kürecik kürecik radar Üssü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Oca 29, 2018 9:23 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal May 29, 2012 9:39 pm    Mesaj konusu: Amerikan İşgal Programında : NATO, 12 Eylül ve 28 Şubat Alıntıyla Cevap Gönder

Amerikan İşgal Programında : NATO, 12 Eylül ve 28 Şubat
Kaan Turhan
Açık İstihbarat
16.05.2012



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Tarabya Köşkü'nde ağırladığı ABD'den misafirleri Senatör John Mccain ve Joseph Lieberman Türkiye'ye iltifatlar yağdırmıştı. Türk Hükümeti'nin masraflarını yüklendiği senatörler Suriye sınırına gitmiş, mülteci kamplarını gezmişti. Amerikalı politikacılar, mültecilere kucak açan Türkiye'ye minnettar olduklarını, insani yardımların Türkiye'nin demokrasiye bağlılığını gösterdiğini söylemişti.[1]

Suriye’nin Dostları grubu olarak kendilerini ifade eden, Suriye ulusal çıkarlarına karşı örgütlendirilen Esad muhalifleri, batı emperyalizmi tarafından silahlandırılmaktaydı.

Öyle ki, “Suriye'nin Dostları”na 01.04.2012 tarihinde İstanbul'da ev sahipliği yapmıştı, Türkiye. Emperyalistlerin arkasında olduğu her oluşumdan, gerici AKP'nin çıkması, emperyalizmi arkasına alanın gericileşeceği tezini destekliyordu.

“Toplantı esnasında Suriye’den gelen açıklamalar da diplomasi yolunun iyiden iyiye köreldiğini[1]” göstermekteydi. Sedat Laçiner, AKP'nin Esad muhaliflerine kucak açmasını, diplomatik kanalların iyiden iyiye köreldiği noktasında değerlendiriyor ve Suriye'de bir iç savaş senaryosu planlayan Amerikan propagandasının sözcülüğünü üstlenmiş oluyordu.

Türkiye'nin ileri demokrasisi, AKP faşizmiyle birlikte tüm doğu ülkeleri için umut(!) olmaya devam etmekteydi.

Bölge merkezli dış politika yerine, Amerikan çıkarlarına uygun Barzani ve İsrail çeperinde hareket politikası yerleşmişti. Emperyalizme hizmette kusur etmeyen AKP kadrolarına İran'dan sert açıklamalar gelmişti.

İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanvekili İsmail Kevseri, “Maalesef, Türk yetkilileri yeterince dürüst değiller. Çünkü kendi sözlerini söylemiyorlar. Ankara, bir nevi dünya emperyalizminin taşeronu ve aracı haline gelmiştir. Erdoğan ve Türkiye'deki karar vericiler, kendileri karar veremiyor ve onlara dikte edilenleri yapmaktalar” demişti.

Dikte edilenlerle hareket ettiği komşu ülkesi tarafından söylenen Türkiye'de bu durumu, bağımsız dış politika olarak görenler maalesef ki çoğunluktaydı. Özellikle yandaş medya, kendisine vazife çıkarmaktaydı. Özellikle başbakanın danışmanı olan Yalçın Akdoğan ilginç bir yazı kaleme almıştı:

“Küreselleşen dünyada gözlemlediğimiz bir husus, bazı devletlerden büyük şirketlerin, çok uluslu finans yapılarının ve sınırları aşan sermaye dayanışmalarının stratejik ilişkilerin denklemini, mahiyetini ve şeklini değiştirdiğidir. Mesela birbirine hasım görünen büyük ülkelerdeki Yahudi sermayesi birbiriyle iyi ilişki içinde kalarak başat güç olma özelliğini koruyor. Devletler, tavır takındıkları ülkelere özel şirketler üzerinden girebiliyor ve her türlü manipülasyonu yapabiliyor... Türkiye doğalgaz ve petrol ihtiyacının önemli kısmını Rusya ve İran’dan karşılıyor. 2013’te inşaatı, 2019’da işletmesi başlayacak nükleer santralleri de Rusya ile yapacak. Türkiye’nin enerji projelerine ABD’li şirketlerin katılımı büyük önem taşıyor, bu ise devletin yeni modeller geliştirmesine ve bunun zeminini oluşturmasına bağlı, yoksa kendi haline bırakılan bu düzende özel şirketlerin harekete geçmesi hiç mümkün görünmüyor.[2]”

Akdoğan, Amerikan şirketlerinin Türkiye'de etkinliğinin artırılması noktasında, sermaye hareketlerinin yönünün Amerikalılardan yana yaşanmasından yana politika tercih edilmesi gerektiğini açıkça yazıyor. Şirketleri, Rusya ve İran'la yürüyen anlaşmalar gereği, bu ülkelerin stratejik hamlelerine karşı ABD merkezli şirketler olarak tanımlanmaktaydı. AKP, Rusya ve İran'la olacak olan gelecekteki projelerde hamle yapmalı ve denge kurmalıydı.

Elbetteki kapitalizmden yana ve ABD çıkarlarından yana.

Dengeden kastedilenin de aslında, Amerikan ağırlığının önceliğinin olması gerektiği olarak anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla, “Türkiye’de yeni bir rejim kuruluyor-kuruldu. Yeni rejim emperyalist düzen içinde farklı bir yere oturuyor. Emperyalizmin gereksinimleri sosyalist sistem sonrasında değiştiği için, Türkiye’ye bakışı, Türkiye’den beklentileri de değişmiştir. Burada, bir çevre ülke olarak Türkiye ile sistemin tepesindeki emperyalist blok arasındaki ilişkilerde, kapitalist üretim ilişkilerinin kalıcılığı zemininde bir süreklilik, ancak kapitalist üretim ilişkilerinde yaşanan iktisadi/siyasi gereksinimler, krizler ve emperyalizm ile sosyalizm-sol arasındaki güç ilişkilerinin değişmesine bağlı olarak da bir kopuş söz konusudur. Türkiye emperyalist sistemin çevresinde, fakat, yeni işlevlerle, yeni misyonlarla, yeni sorumluluk ve olanaklarla yüklü durumda, tutulmaya devam edilmektedir.
AKP iktidarının kendisi de bir darbedir: 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan destek alarak, güç kazanarak iktidara yerleştirilen bir partidir bugün iktidarda olan.
Şimdi AKP, üzerine yüklenen görevinin gereği olarak, eski rejimin tüm kalıntılarını ortadan kaldırmakta ve İslami referanslı, kendi gibi düşünmeyen bütün muhalefet odaklarını, Kemalist, Kürt, Alevi, sosyalist demeden ortadan kaldıran bir yeni rejim kurmaktadır. Bu yeni kuruluşun parlamenter teamüller çerçevesi içinde yapılıyor olması, kurulan rejimin otoriteryen özelliğini gizleyemez. Faşizm parlamento aracılığıyla da tesis ve icra edilir.
Bütün bu nedenlerle, demokrasi, askerlerin yargılanması demek olamaz. Bir dönemin Alevi, Kürt, sosyalist düşmanlarının yargılanması demokrasi olarak kutsanamaz.[3] İlker Belek'in saptamalarında olduğu gibi, Türkiye'de bir faşizm iktidara gelmiş ve ülkeyi alt üst etmiştir.

(..)



Merdan Yanardağ, AKP'nin mağdur edebiyatında 28 Şubat ve 12 Eylül'ün yerini irdelemişti:

“Bilindiği gibi, uzun süredir İslamcı-muhafazakâr çevreler, yeni muhafazakârlar ve kendi hayatlarına ihanet eden kimi liberaller 28 Şubat üzerinden bir mağduriyet edebiyatı oluşturmaya çalışıyorlardı.

Bir ılımlı islam rejimi olarak İkinci Cumhuriyetin tarihsel gerekçesini oluşturmak, onun ideolojik ve ahlaki arka palanını kurmak için böyle bir mağduriyet söylemine ihtiyaçları vardı. (..)
Dahası aynı İslamcılar Soğuk Savaş döneminde ABD’nin hizmetine girdiklerini de itiraf etmişti. Sadece kör inanç böyle bir sicile haklı gerekçeler bulabilirdi. Sinsi, iki yüzlü ve hileye dayalı bir mücadele yöntemleri vardı. Durum böyle olunca sözkonusu çevrelerin topluma bir “mazlum” profili vermeleri, kendi taleplerini bütün ulusun talebi olarak yeniden kurmaları gerekiyordu. İşte 28 Şubat onlara bu olanağı sundu. Geliştirilen sahte mağduriyet edebiyatı bu ihtiyacı karşıladı...



28 Şubat esas olarak AKP’nin ve başta Fethullah Gülen hareketi olmak üzere “ılımlı islamcı” diye düşünülen güçlerin önünü açmıştır. AKP 28 Şubat’ın çocuğudur.

Öyle ki, 28 Şubat döneminde Refah Partisi parçalanmış ve kendilerine “yenilikçi” diyen ekip desteklenerek önü açılmıştır. AKP, iktidar olmak için Batı ve ABD ile çatışmak yerine onlarla uzlaşmak gerekliliğini gören ve anlaşmayı tercih edenlerin partisidir. Bu nedenle Milli Görüş hareketini ve Erbakan'ı terk ettiler. AKP’nin kuruluşu 28 Şubat döneminde hem askerler hem merkez medya hem de Batı ve ABD tarafından büyük bir hararetle desteklendi. AKP, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası, ılımlı İslam siyasetinin taşıyıcı örgütü olarak tasarlandı..[4]”


AKP her hamlesinde mağduriyeti kullanmaktaydı.

Öylesine ki, gerçeklerin üzeri örtülüveriyordu. 12 Eylül'ün ürünü olan yapının parçası AKP'nin, 12 Eylül'le hangi noktada hesaplaşacaktı ya da 28 Şubat'çılarla hangi yüzleriyle karşı karşı geleceklerdi.

Tevfik Çavdar'ın dediği gibi:

“Cehalet, gafletin yani aymazlığın anasıdır. Size katılıyorum. Evren’i ve Cunta’yı suçlayın. Onların Şili’deki kanlı cuntadan hiçbir farkı yoktu. Ama (..) ilk ölümcül adımının Özal tarafından atıldığını bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım. Neo-Liberal ekonominin gereği olarak yapılan özelleştirme furyasında 45 milyar dolar değerinde taşınmaz, Sanayi ve Banka vb Kamu Tesisi yağma edildi.[5]”

Neo-liberal soygun sonucu, Özal'ın kapitalizmi Türkiye'ye sonuna kadar açtığı 12 Eylül sonrası dönemde, kamu kaynak ve varlıkları ortadan kaldırılmaktaydı. AKP döneminde yapılan özelleştirmelerse, 12 Eylül'ün hesabını soracak AKP'nin, bir 12 Eylül çocuğu olarak belinde taşıdığı kamayı halkın bağrına dayadığı benzetiminde anlam kazanmaktaydı.

Fetullahçı yandaşların başı olan Hüseyin Gülerce'yse, 12 Eylül'le Ergenekon ve Balyoz davaları arasında ilişkiler kurmakla meşguldü. Şöyle yazmıştı:

“Ergenekon ve Balyoz davaları, 12 Eylül yargılaması boyunca daha iyi anlaşılacak, itibarsızlaştırılmaktan, vesayetçi himayeden kurtulacaklardır. Vesayetin kalemleri çok daha mahcup olacaklardır. Varsa eğer, yüzlerindeki kızarıklığı gizleyemez hale geleceklerdir... Darbecilik, cuntacılık sürekli gündemde kaldıkça Ergenekon dostlarının sesi kısılacaktır. 12 Eylül yargılaması Ergenekonculara en büyük darbeyi indirecektir.
Düşünün, 12 Eylül acılarını daha şimdiden mahkeme salonuna, ekranlara taşıyan insanların o yürek burkan feryatlarını... Onlar darbenin acımasızlığını, insan onuruna indirilen balyozları her gün hatırlatacaklar. Bir darbe olduğunda ne acılar çekilmiş her gün insanların gözü önüne gelecek. Ergenekoncuların süngüsü asıl bundan sonra düşecek. Artık işleri çok daha zor...[6]”


(..)


Bu kara propaganda da Yeni Şafak yazarı Osman Özsoy o kadar ileri gitmiştir ki, ergenekon ve balyoz gibi davalarda iddianamelerde yazılmayan ve savcılar tarafından hâkimlere şifahi olarak söylenen çok daha “derin” bilgilerin olduğunu savlamıştır:

“İddianamelerde ülke ismi zikredilmemesinin makul bazı gerekçeleri olabileceğini düşünüyorum. Bir dava dosyasının iddianamesinde bir ülkeyi suçlayıp, 'içişlerimize karışarak, hükümeti devirmeye çalışan çevrelere destek verdiğiniz yönünde elimizde somut bilgiler var' demek kolay değildir. Böyle bir iddianın sadece yargı açısından değil, iki ülke ilişkilerini siyasi, askeri, diplomatik pek çok açıdan derinden etkileyecek bir tablo ortaya koyması kaçınılmazdır. Hiçbir ülke, diğer bir ülkeyi dünya kamuoyunun önünde bir konuda suçlayıp ardından hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edemez.

Devletlerin ilgili birimleri bunları bilirler ve konuyu yüksek sesle dillendirmeden gerekli stratejiyi ona göre belirlerler. Savcıların bu konuda gösterdiği özenin anlaşılabilir nedenleri olduğu ortadadır. Silivri'de devam etmekte olan pek çok davanın savcılarının, gerek diğer ülkelerle bir sorun ve kriz yaşamama, gerekse de davanın içeride dallanıp budaklanıp çok farklı mecralara akıp gitmemesi adına, iddianamelere yazdıkları suçlamalardan çok daha fazlası hakkında hâkimlere şifahi bilgilendirme yaptıklarını düşünüyorum. İddianameler ortada olduğu halde, tutukluluk durumlarına itirazların reddedilmesinde bunların etkili olduğunu düşünüyorum. Interpol'ün Ergenekon ve İrticayla Mücadele Planı davalarının firari sanıkları hakkında Türk makamlarının yaptığı kırmızı bülten başvurularını reddetmesi de bu tür derin ilişkilerle irtibatlı olabilir.[7]”


Türkiye'de kara propaganda merkezi adeta fabrika gibi işlemektedir.
(..)

Zaman Gazetesi yazarı İslamcı Ali Bulaç'ın dahi, NATO'yla ilişkileri sorgulayan, İslam dünyasıyla NATO'nun hiçbir zaman bir araya gelemeyeceğini ifade ettiği yazıları bile yadırganmıştır.

Ancak Ali Bulaç'ın saptamaları dikkatle okunacak niteliktedir. Bulaç şunları ifade etmiştir:

“İslam Dünyası ile NATO arasında çıkar birliği yoktur ve bu NATO'ya üye olan bütün ülkeler için geçerlidir. Yani konumlanışı, yeni tehdit değerlendirmesi ve el'an yürüttüğü savaşlar dolayısıyla Türkiye de, ilk ve son tahlilde İslam Dünyası'nın yanında değil, NATO ittifakının aktif üyesi olması hasebiyle İslam Dünyası'nın karşısında, ona hasmane tutuma sahip bulunan küresel bir gücün yanında yer almış bulunmaktadır. Dünyanın enformasyon donanımını kendinde toplamış bütün stratejistleri ve uzmanları bir araya getirseniz, bu gerçeği değiştiremezsiniz…
NATO'nun müdahaleleri giderek genişliyor. Suriye, Lübnan, İran ve başka İslam topraklarına da yayılabilir, biz Türkiye olarak yine propoganda makinasını hareket geçirip "Ne kadar büyük bir ülke olduğumuzu, bölge halkının bizi nasıl hayranlıkla izlediğini, işgal altındaki ülkelerde Müslüman halk Türk bayrağını görünce nasıl hüngür hüngür ağladığını" anlatmaya çalışacağız. Bir gün bakacağız ki, İslam Dünyası tümüyle tıpkı Moğol ve Haçlılar zamanındaki gibi yabancı güçlerin istilası altına girmiştir, biz de bu istilanın parçası olmuşuz. Ki benim kaygım zaten o güne gelmeden bizim de aynı istilaya uğrayacak olmamızdır.[8]”


Bulaç bir başka yazısında:

“28 Kasım 2006'da Letonya'nın başkenti Riga'da gerçekleştirilen NATO zirvesi tarihinin önemli kararlarından birini almıştı. Buna göre NATO sadece askeri olarak değil, "medeniyetler ittifakı" çerçevesinde de kendine yeni bir misyon belirliyordu.

NATO 1949'da kurulduğu tarihten 1989'a kadar Sovyetlere ve Doğu Bloku'na karşı bir savunma ittifakı olarak iş gördü. 1990'ların başından itibaren "bölgesel krizlere karşı müdahale gücü" olarak yeni bir görev tanımı yaptı, Riga zirvesiyle yeni bir misyon üstlenme aşamasına geldi.

Paradox, NATO'nun en büyük gücü -ve aslında gizlenemez patronu- olan ABD'nin bir yandan "medeniyetler çatışması" tezi çerçevesinde (hâlâ) Ortadoğu'da operasyonlar yürütür ve çatışmaların -mezhep ve etnik savaşların- derinleştirilmesine çalışırken, öte yandan BM'nin öncülüğünde başlatılmış bulunan "medeniyetler ittifakı" zemininde NATO'ya yeni misyonların yüklenmesine onay vermesidir.

Hemen söyleyelim, paradox gibi görünen şey, zahirde olanla zamirde olan arasındaki söylem farkından kaynaklanmaktadır, gerçekte Batı cephesinde yeni bir şey yok.

Dönemin NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, birliğin artık "jandarma rolü oynama" yerine, "küresel ortaklıkları sağlamlaştıracak bir rol üstlenmesi" gerektiğini söylemişti… NATO'nun "medeniyetler ittifakı" çerçevesinde yeni bir pozisyon alması ve kendine küresel ortaklar araması yeni bir cephenin teşkili anlamına gelir ki, bu ittifakta yer alacak medeniyetler içinde "İslam medeniyeti"nin asli ve sahih hüviyetiyle yer almayacağı sonucu çıkar.

NATO'nun yeni konseptine göre, ittifak halinde olan medeniyetlerden eğer İslam ittifakı içinde yer alacaksa, "Batı'nın küresel çıkarlarına itiraz etmeyen, Batı değerleriyle uyum içinde olan İslam" olacaktır, itiraz edenler hakkında verilecek hüküm "terörist" ilan edilip etkisiz hale getirmektir.[9]”

NATO, 4 Nisan 1949'da Sovyetler Birliği'ne ve komünizm tehlikesine karşı Avrupa'nın güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş askerî bir ittifaktı. 1990'lara kadar bu amaçla görev yapması anlaşılır bir durumdu. Ne var ki 1991'de Sovyetler'in tarih sahnesinden çekilmesinden, komünizmin çökmesinden ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra, "illet ortadan kalkınca hüküm de ortadan kalkar" fehvasınca NATO'nun da kendini feshetmesi gerekirdi.

Soğuk Savaş boyunca tehdit ya ittifaklardan veya ulus devletlerden kaynaklanıyordu, bu tarihten sonra tehditler organize suç örgütleri, insan kaçakçılığı ve terörizm gibi kaynağını sosyo-ekonomik sorunlardan alıyordu ki, bu sorunların çözümü askerî güç kullanmak değil, sosyal ve ekonomik tedbirler almak, daha adil ve yaşanabilir uluslararası bir düzen tesis etmekten geçiyordu.

"Küreselleşme" adı altında bütün dünyaya dayatılan liberal kapitalizm eşitsizlikleri derinleştirdikçe çatışma ve tehdit potansiyelleri o oranda arttı. Batı, sorunu, adaletli ve paylaşımcı bir düzenle çözmek yerine, daha çok askerî güç oluşturmakta, NATO'yu "küresel jandarma"ya dönüştürmekte buldu.

Bosna ve Kosova müdahalelerinden sonra, bu sefer müdahale alanını İslam dünyasını merkez alarak "kitle imha silahlarının yaygınlaşması; çökmüş devletlerde ve rejimlerde ortaya çıkan kaosun istikrarı bozması ve terörizm" gibi gerekçelerle tehdit tanımını kendisi yaparak her yere müdahale edebileceğini deklare etti ve bunu yaptı da.

NATO 1999'da genişleme kararı aldı, 2006 Riga zirvesinde Bosna ve Kosova operasyonlarını öne sürerek sınır ötesi operasyonlar kararı aldı -Afganistan ve Irak'ta görevler üstlendi- hiç üstüne vazife değilken "insanî görevler" adı altında ülkelerin -tabii sadece İslam ülkelerinin- eğitim, sosyal ve ekonomik yapılarına karışmaya başladı.

Halen NATO'nun askerî operasyonları, işgal ve bombalamaları sürüyor.

Temmuz 2011'de aynı anda NATO kuvvetleri tam 6 İslam ülkesini (Afganistan, Pakistan, Yemen, Irak, Libya ve Somali) bombaladı, binlerce masum insanı katletti.

Yeni dönemde NATO'nun belirlediği stratejik hedefleri şu şekilde sıralamak mümkün:

1) İslam dünyasının Batı karşısında -veya Batı'nın izni dışında- güç birliği oluşturmasına imkân vermemek;

2) Batı'ya karşı koyabilecek herhangi bir gücün teşekkülüne engel olmak;

3) Bölgede İsrail'den daha güçlü ve daha etkin bir gücün oluşmasına fırsat vermemek.

4) İslam dünyasının enerji kaynaklarını, enerji nakil hatlarını, beşeri ve tabii zenginliklerini kontrol etmek;

5) İslam'ın sosyo-kültürel bir din, alternatif bir medeniyet ve bölgesel-küresel bir sistem olarak iddia sahibi olmasının önüne geçmek.[10]”

Ali Bulaç'ı gerçekleri yazmaya iten nedenler, kara propagandanın bu denli kirli bir medya imparatorluğu kurmasından başkaca bir anlam ifade etmemektedir.

Bulaç, NATO'yu İslam dünyası ve Türk dünyası için batının bir suikast silahı olduğunu ifade etmesi ve medeniyetler ittifakı, dinlerarası diyalog gibi çabalarla İslamiyetin İsevileştirilmesi projesinin yaşamsal önemde olduğunu bir kez daha anımsatmamıza yardımcı olmuştur.

“Eğer bugün darbeleri sanık sandalyesine oturtabiliyorsak, burada siyasi iradenin hakkını da vermemiz gerekiyor. En büyük pay, yaptığı güçlü liderlikten dolayı Başbakan Erdoğan'a ait. Böylece ürkek demokrasiden, erkek demokrasiye geçtik.[11]”

diyebilen yazarların olduğu bir ülkede, Ali Bulaç'ın etkisi ne kadar olabilecektir, tartışmalıdır.

Ya da:

“Türkiye'nin vesayet düzeni uzun süre bu duygu ve güdülerle savaştı. Kökleri koparmaya, kimliği yontmaya çalıştı. Soruyu ve bilmeyi yasak, merakı tehlikeli kıldı. Bunun içindir ki, Türkiye'nin 1980 sonrası yaşadığı değişimin, en önemli yönü, toplumun tarihi, kökü ve kimliğiyle buluşmasıdır. Rejimin bunlarla tanışması ve barışmasıdır.[12]”
diyebilen kara propagandistin olduğu bir ülkede...!

Halbuki 12 Eylül ruhu, dışa açılmanın, dış ticarette liberalleşmenin, mali politikaların sınırsız ve sorunsuz uygulanmasının, gelir ve vergi dağılımı adaletsizliğinin, yeni sömürgeciliğin iç yansıması olarak yaşarken, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidarını da buldu.

12 Eylül’ün seçimsiz dönemi ve seçimli dönemin tek parti iktidarı dönemi dahil, önceki dönemlerde, “sermaye sınırsız korunup, emek sınırsız bastırılırken”, AKP, eksikleri tamamlayarak uygulamaları pekiştirdi; (..).[13]”

12 Eylül rejiminin çocuğu olan AKP, 12 Eylül'le hesaplaşma adı altında mağduriyetini dillendire durmuş ve ardından da 28 Şubat “darbesi”ni gündeme yerleştirmiştir. Elbette yine aynı kanaatlerle ve aynı kavram bozundurmalarıyla: “vesayet düzeni kalkıyor”, “darbeciler yargılanıyor”, “intikam alınıyor”...

28 Şubat'ın generallerinden olan ve AKP'ye yakın bir şirkette yönetim kurulu üyeliği yapan Orgeneral Çevik Bir hakkında tutuklama kararı çıkarılmış ve kendisi 28 Şubat'ın mimarı olarak hapsedilmiştir.

Middle East Quarterly dergisinde on yıl önce, “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlığı altında özetle şunları söylemişti, Çevik Bir:

“Necmettin Erbakan İsrail’i, ebedi bir düşman olarak görüyordu. İsrail ile Ankara arasındaki anlaşmaları iptal etmeye söz vermişti.(...) Ülkenin yüzünün İslâm’a dönmesini ve İsrail ile ilişkilerin riske atılmasını izlemeyeceğiz. Erbakan kontrol altında tutuldu. Türkiye, İsrail ve MGK baskısıyla İslâmcı Başbakan, istifasını sundu.”[14]

Senaryo açık bir biçimde ortadaydı:

“30-31 Mayıs 1998 tarihlerinde ABD’de Amerikan Ulusal Savunma Enstitüsü bir toplantı düzenledi. Eski CIA Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller ile ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi Prof. Henry Barkey, toplantıda senaryolarını açıkladılar.

Senaryoya göre “Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Kayseri ve Çorum’da cuma namazında camilerde bombalar patlayacak. Ayaklanan halk, valiliklere, kaymakamlıklara yürüyecek. Polis halkın önüne geçemeyince askeri birlikler devreye girecek. Laik-anti laik, Alevi-Sünni çatışması patlak verecek. Ağırlıklı olarak Sünnilerin safına geçen polis, askeri birliklerle çatışmaya girecek. Radikal İslamcılar, ayrılıkçı Kürtlerle birleşerek orduya karşı silâhlı mücadeleye başlayacaklar. Orduda çözülmeler baş gösterecekti.”

Böyle olmadı ama Cumhuriyet mitingleri ile o karşıtlık oluşturuldu ve muhafazakar halkın tepkisi sağlanarak AKP, iktidara getirildi. Bu arada Amerika’nın cami bombalama planlarından Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları sorumlu tutularak hapse atıldı..

ABD, 1997 yılının haziran ayında, AKP iktidarın bugünkü açılım söylemi ile bire bir örtüşen bir Türkiye raporu hazırlatmıştı. Yine Graham Fuller ve Henri Barkey imzasını taşıyan raporda,

“Bir değişim gerçekleştirmek için sivil politik liderler çok zayıf. Türkiye’de bu sorunu askeri olmayan yöntemle çözme cesaretini gösterecek lider yok”
deniyor ve cesur bir lider bulunması gerektiği işleniyordu.

Refah Partisi’nden sonra Fazilet Partisi’nin de kapatılacağı süreçte, Graham Fuller Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ileri sürüyor ve “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağını ve Yenilikçi Hareket’in ılımlı İslâma liderlik yapacağını” söylüyordu!

Fuller bu sözleri Abdullah Gül ile gizli bir görüşme yaptıktan sonra söylemişti. Nitekim aranan lideri buldular ve iktidara getirdiler.

Yetmedi, Büyük Orta Doğu Projesi eş Başkanlığına tayin ettiler. Yetmedi, Erdoğan’ı Arap Baharı’nın öncüsü haline getirdiler.

Yetmedi, Libya’ya NATO gücünü davet ettirdiler. Yetmedi, Kandil’e operasyon için Türkiye’nin Güneydoğusu’na NATO’yu davet ettirdiler.

Yetmedi, Suriye sınırına NATO gücünü davet ettirdiler...

Bu davetler yapılırken de Türk kamuoyunu, içerideki operasyonlarla oyaladılar. Direnç odaklarını, etkisizleştirdiler. 28 Şubat Amerikancı bir darbeydi. Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak’a girmesinin en hararetli savunucusu da Çevik Bir idi. Şimdiki iktidar da Amerikancı...

Amerikancıların Amerikancılardan hesap sorması tamamen hedef saptırmadır. Türkiye’nin Suriye üzerinde sürdürdüğü Amerikancı operasyonu örtme ve gizleme işlevi görmektedir. Dizginler Amerika’nın elindedir.[15]

Yeni Osmanlı, Yeni Sol, Yeni Düzen ve Aynı Sömürge Türkiye

1947 sonrasında batılı dünya düzeninin 'sadık' bir müttefiki olan Türkiye son dönemde daha da ötesine geçti. Şimdi aynı zamanda 'stratejik ortak' konumunda. Bu ortaklık genelde 'doğudan gelen' tehditlere karşı yapılmaktaydı. Irak'la başlayan süreç İran ve Suriye'yle sürecekti.[16]

İthal tehdit algılamalarıyla örülü bir siyasal ortamı oluşturmanın koşulu, elbette ki muhalefetin niteliğinin belirlenmesinden geçmekteydi.

İktidar sadık müttefik olarak konumlandırılmıştı ki, bağımlı bir muhalefet de pekiştireç olacaktı.

Hatta Graham Fuller, açık ve seçik olarak: “Türkiye'de daha çok sol hareket görmek isterdim” diyecekti! CHP'nin muhalif(!) varlığı yetmemekteydi.

CIA, yeni ve özgün fikirleriyle, Türkiye'nin yeni konumuna uygun bir sol(!) tasarlamaktaydı. Taraf, Birikim çevresinde toplanan “eski solcu liberal yığınak”la işi götüremeyeceklerini, onların miadını doldurduklarını ve sol harekete yeterince nüfuz edemediklerini düşünmüş olacaklar ki[17], “içeriden bir dönüşüm” arzulamaktalar.

Bundan sonrası için her sol söylemle oluşturulmuş yapı, mevcut sol siyaset üreten kesimlerdeki radikal ya da tereyağından kıl çeken ince hareketlerle yapılacak kadro değişimleri bile izlenmesi gereken konular olacaktı.

Yapılacak yeni düzenlemeler ya da benimsenecek yeni söylemler, Noam Chomsky'nin solculuğuyla eş değer olacağı aşikârdır.

Chomsky, Ortadoğu'nun Osmanlılaştırılmasını uzun vadede akla yatkın bulmaktadır.

Nihai olarak, ABD'nin, İsrail ve uzun vadede Türkiye aracılığıyla Ortadoğu'nun birbirine düşman etnik ve dinsel cemaat devletçiklerle, Osmanlı İmparatorluğu gibi bir sistemi Ortadoğu'nun ihya edilmesi olarak düşünür. Bu planın Türkiye'de ilk uygulayıcısı Turgut Özal'dı.[18] Şimdiki uygulayıcısı başbakan Erdoğan'dan daha da hevesli olan ve uluslararası arenada da kabul gören Ahmet Davutoğlu olduğu gün gibi açıktır.



Mehmet Ali Güller'in saptamasıyla[19], Davutoğlu'nun taşeron müttefikliği şöyle açıklanabilirdi:

“Dışişleri Bakanı Ahmet DAvutoğlu Ortadoğu'da “yüzyılın muhasebesi yapıldığını” belirterek hedefini ilan etti:

'Ortadoğu'dan çıkışımızın 100. yılı... 1911'le 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011'le 2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız. Uluslararası düzeni de yeniden inşa edeceğiz.”

Davutoğlu, 'Ortadoğu Birliği' diye isimlendirilen Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasında imzalanan deklarasyon sonrasında yaptığı açıklamada: “İnşallah zamanla bu diğer bölge ülkelerini de kapsayacak şekilde gelişecektir.” dedi.

Davutoğlu, Washington'da kendisiyle röportaj yapan gazeteci Jackson Diehl'e “Osmanlı milletler topluluğu” hedefini anlattı:

“İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlarda, Ortadoğu ve Orta Asya'da yeniden liderlik kurmasın?”
demekteydi. Türkiye, dışişlerinde Amerikan hakimiyet ve yakın müttefik stratejisine uygun konumlanmaktaydı.

“Türk askerinin Afganistan'da ne işi var” diye soranlara,

“İçine kapalı bir butik devlet mi istiyorlar? Türkiye bir butik devlet değildir. Türkiye dünyaya açık bir devlettir ve güçlü bir devlettir. Güçlü bir devlet olmanın gereği de budur. Bunu yapmak durumundayız.”
diye yanıt veren Tayyip Erdoğan, ABD'nin “açıklık”, “stratejik müttefiklik” bağlamına vurgu yapmaktaydı.

“ABD'nin en çok önem verdiği şey, dünyanın her tarafının ABD'nin askeri müdahalesine açık tutulmasıdır. Hem NATO'nun yeni Strateji kavramına, hem de ABD'nin yeni güvenlik stratejisinde, NATO ve ABD'nin, görülecek lüzum üzerine dünyanın istediği yerine müdahale hakkına dokunulamayacağının altı döne döne çizilmektedir. Bu hakka dokunmaya kalkışanların nasıl yanacağı, diplomatik dilin sınırlarını zorlayacak bir biçimde betimlenmeye çalışılmaktadır.

Bu hakkın lafta kalmayıp, gerçekten kullanılabilir olması için de ABD'nin gerekli gördüğü yerlerde askeri üsler oluşturmasının önemi vurgulanmaktadır. Buna göre söz konusu olan, dünyanın gerisinin ABD ve Batı'ya açık tutulmasıdır. O zaman, kendi topraklarında ABD'ye askeri üs sağlayanlar, dünyayı kendi ülkelerine değil, ülkelerini ABD'ye açmaktadırlar. Dünyaya açık devletten kasıt budur. ABD, dünyanın diğer ülkelerinin kendi malî sermayesinin ve doların dolaşımına açık tutulmasını istemektedir. Son otuz yıldır, ezilen ya da gelişen dünyanın milli devletlerinin tasfiyesi için bütün gücüyle uğraşması bu nedenledir. Hatta kendi icadı olan, “Ilımlı İslam”ın en önemli yönünü, “İslam'ı, Batı'yla bütünleşmenin önüne engel çıkaran bütün unsurlarından arındıracak yeni bir tefsire tabi tutma”nın oluşturması da bu amaçladır. Açık ekonmiden kasıt da budur.[20]”

Richard Holbrooke, Amerikan emperyalizminin Türkiye'yi tanımladığı biçimde, siyasal ortamı “ılımlı islam demokrasisi”yle anmaktaydı:

“11 Eylül'den beri, ABD dünyanın her yerinde ılımlı İslami demokrasiler istiyoruz diyor. İşte, sadece iki tane var. Türkiye ve Malezya. Türkler çok dramatik seçim yaptı. Barış içinde ve dürüst seçimler oldu. Ilımlı bir Müslüman parti, meşruiyetini Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman parti, İsrail'le de iyi ilişkiler içinde ve AB'ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum.[21]”

Holbrooke, Amerika'nın hedeflediği ılımlı islam siyasetinde başrol oynayan AKP'yi destekliyordu.

12 Eylül'ün sonucu neo-liberal politikalarda belirleyici olan islamcı, liberal entelektüel tortunun nasıl bu başarıyı yakaladığı da ABD'nin çıkarlarıyla barışık olmasıyla açıklanabilirdi.

“TÜSİAD ve ABD için Erbakan, yüzü Doğu'ya dönük, anti-liberal ve anti Batıcı olarak güvenilir bir siyasi lider değildi.”

örneğin ve “28 şubat 1997'de, ABD-TÜSİAD mutabakatıyla TSK'nın postmodern darbesi geldi...

28 Şubat sonrası TÜSİAD, elindeki son merkez sağ – merkez sol barutunu da 2002'ye kadar tüketti. 2002 seçimlerinde, bitkin atlarının yerine koşacağı dingin atı yoktu TÜSİAD'ın.

28 Şubat'ta defterini dürdükleriyse Milli Görüş gömleklerini atarak Gülen ve ABD'yle mutabakat sağladılar, iktidara talip oldular. 12 Eylül mahsulü seçim barajının da yardımıyla tek başlarına iktidara geldiler. Şimdi, hesap sırası İslamcı fillerdedir. Yargı-asker vesayetinden, TÜSİAD'dan hesap sorulup sivil darbelerini yaparlarken kendi içlerinde de AKP Cemaat hesaplaşmasına tutuştular ve böyle sürüp gidiyor.[22]”

(..)

28 Şubat, Erbakan karşıtlığıyla yetinmişti, Gülen'e dokunulmamıştı. 28 Şubat'ta İmam Hatip liselerinin orta kısımları kapatılırken, Gülen'in öncülük ettiği 150 civarındaki kolejden bir tanesinin bile kapatılmaması olgusunu, ehven-i şerci bir tavırla değerlendirmek mümkündü. (..)"[23]

AKP faşizminin Türkiye'yi getirdiği nokta, ileri demokrasiyle ya da demokrasinin herhangi bir türeviyle açıklanabilir bir durumla bağdaşmamaktaydı.

AKP ileri demokrasi savlarıyla gelmişti ve ahmak liberallerin, birtakım eski solcu taslaklarının gözlerini boyamayı da başarmıştı. Sonra yırtıcı hayvanlar gibi, kurnaz ve örgütlü, hedeflerine adım adım ilerledi. Bugün geldiğimiz noktada ileri bir demokrasiden değil, olabilecek en kötü, en baskıcı, en ikiyüzlü, en ürkütücü bir yönetim biçiminden söz edebiliriz. Ülke siyasetinde yalan ve demagoji hiçbir zaman bu kadar ikiyüzlü bir kılığa bürünmemişti.”[24] diye tanımlıyordu, Ataol Behramoğlu.

Tayyip Erdoğan'ın kalemşörlerinden Fehmi Koru, Star'da, 28 Şubat Amerikancı darbesinin 10. yılında Ertuğrul Özkök'ün 27.02.2007'de yazdığı yazı hakkında,

'şu hüküm cümlelerini de okuyalım' diyor ve Özkök'ün yazısından şu paragrafı alıntılıyor:

“Belki onuncu kez yazıyorum. 28 Şubat sürecinde yazdığım her yazının altındaki imzam aynen duruyor. 28 Şubat, Türkiye demokrasisinin gerçek bir balans ayarıdır.”

Ergenekon, Balyoz vs. soruşturmalarının Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünü açmak için yapıldığı gerekçeleri sıralanmıyor muydu?

Yoksa başka bir ülkede mi okumuştum o yazıları, değerlendirmeleri?

Türkiye'nin 'ileri demokrasi'sini inşaa ettiği varsayılan Ergenekon, Balyoz soruşturmalarını yazan ve AKP'nin baş kişisinin 'kalemşörlerim' dediği kargalar topluluğunun, hep bir ağızdan: 'demokrasi', 'vesayet sistemi', 'asker rejimi' vs. lafazanlıklarıyla sorumlu/sorumsuz herkesi zan altında bıraktıkları bir hukuksuzluk ortamını kendileri hazırlamamış gibi, geçmişin hesabını sorarken aynı dili kullananların tuzağına düşüyor.

Ha Ertuğrul Özkök, ha Fehmi Koru; ikisi de Amerikancı çizginin 'ulu mimarları' oyununda, sahnenin dekorlarını kuranlardır. Özkök'ün Amerikancı darbe 28 Şubat'ta ne yaptıysa; şimdi Koru da 2002'de iktidara gelen Amerikan destekli Kürtçü-İslamcı siyasal partinin sivil darbesinde onu yapıyor. Hizmet, hizmettir anlayışı egemendir.

28 Şubat konusunda, laiklik konusundaki atılımlar neye yaramıştır?

Amerikan destekli bir iktidarın yapı taşları daha 1994'lü yıllarda, bizzat Amerikan ajanlarıyla görüştürülüp; Abdullah Gül'ün geleceğin başbakanı olarak görülmesinden; Tayyip Erdoğan'ın geleceğin lideri olarak tanımlanmasından bellidir.

Meseleyi dallanıp, budaklandırmanın anlamı var mı bilmiyorum? Duru bir bilinçle, sakin bir kafayla düşünüldüğünde; 28 Şubat da, 2002 Amerikancı sivil darbe de ortadadır!

Kaldı ki, 7 Şubat 2009’da eski Refah Partisi milletvekili Bahri Zengin şunları söylemişti:

“28 Şubat öncesinde 1-2 yıl boyunca Refah Partisi içinde görüş ayrılığı çıktı; anti-Amerikan Erbakan’a karşı, ABD ile işbirliği yapılarak amaca ulaşılacağını ifade edenler bulunuyordu.” Zaten 28 Şubat süreci başlarken ABD büyükelçiliğinde ve İstanbul büyük sermaye çevrelerindeki hareketlenmelerin izi sürüldüğünde, “ılımlı ve uyumlu İslam formülüne 28 Şubat süreci ile ulaşıldığı açıkça görülür”.

Amerika tamamen işin içindedir.

Erol Manisalı'nın çözümlemelerine göre 28 Şubat’ın sonuçları:

- Kimi askeri çevreler, “şeriatçı düzen yavaş yavaş yerleştiriliyor ” düşüncesi ile ve “iyi niyetle” tepki gösteriyorlardı . (ABD - Batı Çalışma Grubu - büyük sermaye) üçgeni, bu “iyi niyeti” kullanarak harekete geçti.

- “Üçüncü dünyacı” ve ABD karşıtı Erbakan sıkıştırılıp tasfiye ettirilerek onun yerine “Batı kapitalizmi ve ABD ile işbirliğine soyunmak isteyen ılımlı ve uyumlu İslam iktidara getirilecekti.” Ve bu yapıldı.

- Avrasya ve İslam dünyasına karşı bir hareket olarak bu operasyon ABD için çok önemliydi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilerlemesi buna bağlıydı. İşin nasıl tezgâhlandığı Rand Corporation’ın Türkiye ve bölge raporlarında yazılıdır.

Kimlerin hangi formülle getirileceği isimleriyle, cisimleriyle sayılmıştı.

Bu bağlamda, “tamamen karşı uçlarda gösterilmek istenen 28 Şubat süreci ve Ergenekon arasında” ilginç ortak hedeflerin bulunduğunu görmek gerekir.

Her ikisinden de kazançlı çıkanlar Amerika ve AKP olmadı mı?


[1] Yılmaz Polat, Cumhurbaşkanı Gül ABD'li Senatörlere Ne Dedi?, Yurt Gazetesi, 14.04.2012

[2] Yalçın Akdoğan, Serbest Piyasa ve Stratejik Ortaklık, Star, 10.04.2012

[3] İlker Belek, 28 Şubat Operasyonu: Yine Bir AKP Müdahalesi, Sol, 16.04.2012

[4] Merdan Yanardağ, Şu 28 Şubat Nedir, Ne Değildir?, Sol, 13.04.2012

[5] Tevfik Çavdar, Biraz Ciddiyet Beyler..!, Sol, 09.04.2012

[6] Hüseyin Gülerce, Ergenekonculara 12 Eylül Darbesi, Zaman, 06.04.2012

[7] Osman Özsoy, Silivri Davalarının Yurtdışı Bağlantısı, Yeni Şafak, 17.04.2012

[8] Ali Bulaç, NATO, Türkiye ve İslam Dünyası, Zaman, 09.04.2012

[9] Ali Bulaç, NATO’nun Yeni Misyonu, Zaman, 05.04.2012

[10] Ali Bulaç, NATO’nun Alan Dışı Stratejisi, Zaman, 07.04.2012

[11] Abdülkadir Selvi, Ürkek Demokrasiden Erkek Demokrasiye, Yeni Şafak, 14.04.2012

[12] Ali Bayramoğlu, Derin Tarih, Yeni Şafak, 07.04.2012

[13] Ali Rıza Aydın, 12 Eylül ve Yargılama Yanılsaması, Sol, 12.04.2012

[14] Hasan Demir, Çevik Bir(ler)in Sonu!, Yeniçağ, 16.04.2012

[15] Arslan Bulut, Operasyonun Perde Arkası, Yeniçağ, 13.04.2012

[16] Nazif Ekzen, Yeni Türkiye'nin Düzeni, Aydınlık, 05.04.2012.

[17] Atilla Akar, Graham Fuller ve CIA'nın Solcuları, Yurt, 09.04.2012

[18] Halit Payza, ABD'nin Ortadoğu Politikası ve Chomsky, Aydınlık, 29.03.2012

[19] Mehmet Ali Güller, Davutoğlu'nun Yeni Osmanlı Tuzağı, Aydınlık, 15.04.2012

[20] Semih Koray, Dünyaya Açık Devlet Nedir?, Aydınlık, 23.03.2012

[21] Yılmaz Polat, CIA'nın Muteber Adamı, Ulus Dağı Yayınları, 2. Basım, Ankara – 2008, s. 126

[22] Mustafa Sönmez, Sıkıldık Bu Fil Tepişmesinden..., Cumhuriyet, 20.04.2012

[23] Deniz Hakan, Ehven-i Şerle Mahkûmiyet, Aydnlık, 23.03.2012

[24] Ataol Behramoğlu, Ülke AKP'ye Teslim, Cumhuriyet, 31.03.2012

Kaynak ve yazının tamamı için: http://www.acikistihbarat.com/

NATO'dan bir katliam daha: En az 17 sivil öldürüldü
06.06.2012

NATO, Afganistan'da bir katliama daha imza attı. Dün gece düzenlenen baskında aralarından kadınların ve çocukların bulunduğu en az 17 sivilin yaşamını yitirdiği bildirildi.

ABD, Afganistan'daki katliamlarına devam ediyor. Ülkenin doğusundaki Logar eyaletinde bir köye ABD kuvvetlerince düzenlenen gece baskınında en az 17 sivilin öldürüldüğü bildirildi. Öldürülen kişiler arasında çocukların ve kadınların bulunduğu ifade ediliyor.

Aynı aileden 17 kişi öldürüldü
El Cezire'nin haberine göre, Logar eyaleti konseyi yöneticisi, saldırının Baraki Barak bölgesinde bir köyde gerçekleştirildiği ve hedef alınan evde aynı aileden 17 kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Suriye Arap Haber Ajansı

"Patriotların gerçek amacı NATO’yu bölgeye yerleştirmek, gerçek hedef İran"
20 Aralık 2012



Rusya’nın RİA Novosti Haber Ajansı’nda düzenlenen “Patriot füzeleri Türkiye’de: NATO-Esad yüzleşmesi mi?” konulu açık oturuma katılan Rus uzmanlar, Suriye’nin Türkiye’ye savaş açacak güçte olmadığına dikkat çekerek bu füzelerinin gerçek amacının NATO’yu bölgeye yerleştirmek olduğunu belirttiler.

Rusya’nın önde gelen askeri ve siyasi uzmanları, Türkiye’de konuşlandırılacak “Patriot” füzelerinin başlıca hedefinin Suriye değil İran olduğu görüşünde.

Türkiye’nin askeri gücünün Suriye’nin iki misli olduğuna dikkat çeken Rusya Jeopolitik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı General Leonid İvaşov, “İç savaş halinde olan Suriye’de bugün Türkiye’ye saldırmak kimin aklına gelebilir? Türklerin de zaten Suriye’nin saldırı ihtimaline ciddi yaklaşacaklarını sanmıyorum. Patriot füzelerinin Kahramanmaraş’ta konuşlandırılması sadece Suriye’ye askeri müdahale hazırlığıdır. Çünkü Suriye’ye askeri müdahale Güvenlik Konseyi’ndeki Rusya vetosu engeline takıldı. Dolayısıyla şimdi Güvenlik Konseyi kararına gerek kalmadan Suriye’ye müdahale için bir bahane aranıyor” dedi.

“ABD SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALE ARAYIŞLARI İÇERİSİNDE”

ABD’nin Suriye’yi hızlı bir şekilde ele geçirme planının bozulduğunu ve bunda Rusya’nın da büyük rol oynadığını kaydeden General İvaşov, “ABD askeri gemilerinin Suriye sınırlarına yaklaşması ve Patriot füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale arayışlarıdır. ABD tarafından Arap ülkelerinde başlatılan ve nihai hedefi Güney Kafkaslar, Azerbaycan ve İran olan istikrarsız bölgeler oluşturma planı şimdilik Suriye engeline takılmış durumda” dedi. Patriot füzelerinin Türkiye’de konuşlandırılmasını NATO’yu bu bölgeye çekmek çabası olarak değerlendiren ünlü jeopolitik uzmanı Vladimir Anohin ise “En çağdaş silahlarla donatılmış 700 bin kişilik bir orduya sahip Türkiye’ye Suriye’nin saldıracağını düşünmek mantık dışı bir şey. Türkiye’de konuşlandırılacak “Patriot” sisteminin ABD, Hollanda ve Alman uzmanların kontrolü altında tutulacak olması ise her hangi provokasyon durumunda batılı ülkelerin bu sistemi savunma bahanesiyle bölgeye müdahalede bulunmasına imkân sağlamasır” dedi.

“GERÇEK HEDEF İRAN”

General İvaşov, Türkiye’ye yerleştirilen “patriot” füzelerinin gerçek maksadının İran’a karşı bir tedbir olduğu görüşüne de katıldığını belirtti: “Bu sistemin gerçek maksadının İran balistik füzelerini etkisiz hale getirmek olduğuna ilişkin görüşlere katılıyorum. Patriot füzelerinin Suriye füzelerine karşı savunma maksadına yönelik olmadığından kesinlikle eminim.”

“TÜRKİYE’NİN SURİYE’YE MÜDAHALESİ ORTA DOĞU’DA BÜYÜK BİR PATLAMAYA YOL AÇABİLİR”

Şimdilik Türkiye’nin Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunmaktan çekindiğini belirten Ortadoğu uzmanlarından Boris Dolgov ise “Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi Orta Doğu’da büyük bir patlamaya yol açabilir. Bu durumda İran’ın da bu savaşa katılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla Türkiye askeri müdahale için acele etmiyor, ama bunun her türlü hazırlığını da yapıyor. Bu çerçevede Suriye’ye askeri ve politik baskılar devam ediyor” dedi. Bu arada Rusya’nın Suriye’de Beşar Esad rejiminin devrilmesi durumunda ne yapacağına ilişkin bir hazırlığı olup olmadığı sorusunu cevaplayan General Leonid İvaşov, “Tabii ki Esad’ın gitmesi durumunda Rusya’nın ne yapacağı konusunda bazı hazırlıkları vardır. Bunlar hem siyasi ve hem de askeri sahalara yönelik hazırlıklardır."
Kaynak: anti gazete-haber1001

İran Savunma Bakanı: "Patriotlar Türkiye'ye Zarar Verir"
22 Aralık 2012

İran, NATO'nun Türkiye'de konuşlandıracağı Patriot füzeleri konusundaki sert açıklamalarına devam ediyor.

İran Savunma Bakanı Ahmed Vahidi, Patriot'ların Türkiye'nin güvenliğini artırmayacağını, aksine zarar vereceğini iddia etti.

Vahidi, İran Öğrenci Ajansı'nda yayınlanan demecinde, Patriotların Türkiye'nin güvenliğini artırmayacağını ileri sürdü.

Batı'nın bölgede kendi çıkarlarını garantiye almak istediğini belirten Vahidi, Batılı güçlerin Müslüman ülkelerde bulunmasının bölge ülkeleri arasında çatışma ve problemlere yol açtığını iddia etti.

Vahidi, Batılı ülkelerin Ortadoğu'ya müdahalesine karşı olduklarının altını çizdi.

NATO üyeleri Almanya, Hollanda ve Amerika Birleşik Devletleri'nden temin edilen 6 Patriot füzesinin Türkiye'de konuşlandırılma işleminin gelecek ay sonuna kadar tamamlanması bekleniyor.

İran Genelkurmay Başkanı da geçen hafta, Patriotların dünya savaşına yol açabileceğini söylemişti.
TRT

Kamalak: ''Füze kalkanları, patriot füzeleri neyin nesi?''
23.12.2012



Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, ''Füze kalkanları, patriot füzeleri neyin nesi?

Gerçekten sizler Suriye'den Türkiye'ye bir saldırı yapılacağını düşünebiliyor musunuz?'' dedi.

Kamalak, partisinin İnegöl ilçe teşkilatının olağan kongresinde yaptığı konuşmada, ''Türkiye'ye yerleştirilmesi planlanan patriot füzelerinin Müslümanları vurmak için kurulduğunu'' iddia etti.

''Füze kalkanları, patriot füzeleri neyin nesi?'' diyen Kamalak, ''Gerçekten sizler Suriye'den Türkiye'ye bir saldırı yapılacağını düşünebiliyor musunuz? Peki, Malatya'mızın bağrına Kürecik beldemize bu füze kalkanları niçin yerleştiriliyor? Sonra 3 gazi ilimize, Adana'mıza, Kahramanmaraş'ımıza, Gaziantep'imize haçlıların füzeleri niçin yerleştiriliyor? Acı da olsa ben ifade ederim ki, Müslümanları vurmak için yerleştiriliyor. Bu böyle gitmez. Bu oyunu bozmamız lazım'' ifadelerini kullandı.
netgazete

Haçlı ordusu NATO gemileri Marmaris'te
09 Mart 2013



Haçlı ordusu NATO Daimi Deniz Görev Grubu 2 haftadır Doğu Akdeniz'de

NATO Daimi Deniz Görev Grubu-1'e mensup 2 Alman gemisi, Muğla'nın Marmaris ilçesine geldi.

Gemiler, "Akdeniz'de terörle mücadele" adı altında yürütülen İsrail'in güvenliğini sağlama ve Suriye'nin işlgali için yürütülen "Etkin Çaba Harekatı"nda yer alıyor.

Haçlı ordusu NATO'nun bu gemileri 2 haftadır Doğu Akdeniz'de.

Almanya tarafından komuta edilen gruba ait bir firkateyn ve lojistik gemisi Marmaris Aksaz Deniz Üssü'ne geldi.

Pazartesi günü Aksaz'dan ayrılacak Alman gemileri, 1 Türk ve 1 Fransız firkateyni ile akdenize yeniden açılacak.
haber1001

NATO Üssünü Urla'ya taşıma planı...
Gazanfer Eryüksel



Amerika, Napoli'deki NATO üssünü Urla'ya taşımak istiyor.
... 4,000 ABD askeri için Urla'da evler hazırlanmış bile, İngiltere, "Uzunada İngiltere'nin malı" diyor...

Bölgede NATO'ya bağlı olmayan Ege Ordumuz, Güney Deniz Saha Komutanlığı (GDSK) ile aynı alanlar üzerinde konuşlanmış. Merkezi, Urla Uzunada'da.

Uzunada, İzmir Körfezinin boğazında, her yere hakim bir konumda. Bölgedeki en stratejik yer. GDSK'na ait ikmal depoları ve Amfibi birliklerinin eğitim alanları da Uzunada'da.

İşte şimdi, bu bölgeden Türk Silahlı Kuvvetleri kovularak NATO Üssü ve Amerikan askerleri buraya yerleştirilmek isteniyor. Amaç, buradaki birliklerimizi zafiyete uğratmak, Ege'yi buradan kontrol altına almak.

İzmir İngiltere Konsolosluğu 2003'de Urla Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Uzunada hakkında mülkiyet davası açtı. 1878'den kalan bir tapu sorununu delil gösteriyorlar.
Son duruşmada İngiliz Konsolosluğu' nun veraset ilamı kabul edildi ve dava esastan görülmeye başlandı. Osmanlı kayıtlarında da bir şerh yoksa bu tapu çakma tapudur.

Buraya yerleşecek olan NATO Üssü ve ABD askerleri, birliklerimizin çok yakından denetleyecek konuma ulaşacaklar. Kıbrıs ve Ege konusunda atacağımız her adımı anında haber alacaklar. Yani kılımızı bile kıpırdatamayacağız.

Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, BOP görevlileri, Ergenekon Savcıları tek vücut halinde saldırıya geçmişler, Donanmamızı ve Ordumuzu şaibe altında bırakmak, saygınlığına gölge düşürmek ve kıpırdayamaz hale getirmek için var güçleri ile çabalamaktadırlar.

Ordumuz öz yurdunda, bulunduğu stratejik noktalardan kovulacak, ve onların yerine, Kıbrıs ve Ege konusunda milli çıkarlarımıza düşman konumda olan NATO ve ABD askerleri yerleşecektir.

Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ve Foça Çıkarma Gemileri Komutanı Tuğamiral Fatih Ilgar'ın "Ergenekon Terör Örgütü üyesi" oldukları iddiası ile "şüpheli" olarak ifadelerinin alınması, Berk Albayımızın intiharına yol açacak iftiraların ortalığa saçılması, hep bu uğursuz planın uygulanması içindir...

Kaynak: UyanIk Türkler Kulubü

Rusya yeni askeri doktrinini açıkladı: 'Dış tehdit NATO'
26.12.2014

Sputniknews'in haberine göre; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in imzaladığı yeni askeri doktrinde, NATO'nun genişleyen askeri kapasitesi ve ittifakın altyapısının Rusya sınırlarına doğru genişlemesi başlıca dış tehditler olarak gösterildi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya'nın yeni askeri doktrinini imzaladı. Kremlin'in resmi sitesinde yayımlanan doktrinde, NATO'nun genişleyen askeri kapasitesi ve bazı bölgelerde yaşanan istikrarsızlıklar Rusya'ya yönelik başlıca dış riskler olarak yer aldı. Belgede, Avrupa'da konuşlandırılan füze savunma kalkanı projesi, küresel istikrarı ve nükleer güç dengesini bozan bir tehdit olarak nitelendirildi.

Rusya'nın yeni askeri doktrininde nükleer savaşın önlenmesine önemli yer ayrılırken, Rusya'ya nükleer saldırı yapılması halinde, Rusya'nın da buna aynı şekilde cevap verme hakkı olduğu belirtildi.

Doktrinde iç tehdi faktörleri olarak, ülkenin istikrarını bozmaya yönelik eylemler ve 'terörist' faaliyetler gösterildi.

Rusya, son yıllarda NATO'nun Doğu Avrupa ve Kafkasya ülkeleriyle kurduğu ilişkiden rahatsız. Moskova yötimini asıl endişelendiren ise, NATO'nun Avrupa'yı kapsayan füze kalkanı projesi. Rusya bu projeyi kendisine yönelik bir askeri tehdit ve İttifak'ın genişleme politikası olarak değerlendiriyor.

Rusya 2014 yılında Ukrayna'daki ayaklanmalar ve Kırım'ı ilhak etmesi nedeniyle Soğuk Savaş'tan bu yana Batı'yla en gerilimli dönemini yaşıyor.
haber 93

Yunan askeri uçağı İspanya'da NATO tatbikatında düştü: En az 10 ölü, 13 yaralı
26 Oca 2015



İspanya'nın güneydoğusundaki Los Llanos askeri üssünde Haçlı ordusu NATO'ya bağlı çalışmalar yapan F-16 tipi Yunan askeri uçağının düşmesi sonucu en az 10 kişi öldü, 13 kişi yaralandı.

İspanya Savunma Bakanlığının ülkenin resmi haber ajansı EFE'ye verdiği bilgiye göre, Yunan askeri uçağının havalandıktan kısa bir süre sonra askeri üste bulunan park halindeki uçakların olduğu bölgeye düştü.
haber 93

Askeri uzman: Türkiye zaten NATO’nun dolaylı ambargosu altında
26.05.2017



Brüksel’de yapılan NATO liderler zirvesine katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile bir araya geldi. Görüşmede İncirlik meselesi de ele alındı.

Daha önce Merkel, Türkiye’nin Alman vekillere İncirlik üssünde görev yapan Alman askerlerini ziyaret etme izni vermemesi durumunda, askerleri İncirlik’ten çekme tehdidinde bulunmuştu.

Peki böyle bir hamle ne gibi sonuçlar doğurur ve Türkiye’yi nasıl etkiler?

Konuyla ilgili Sputnik’e konuşan Bilkent Üniversitesi’nden askeri uzman Güneydoğu Gazisi Koray Gürbüz şunları söyledi:

'KIBRIS SAVAŞINDAN SONRA UYGULANAN AMBARGO GİBİ'

"Şu anda Türkiye’ye karşı NATO üyesi ülkelerinin zaten gizli bir ambargosu söz konusu. Nasıl? Şu anda Türkiye, NATO üyesi olduğu için NATO standartlarına uygun silahlar kullanması ve NATO standartlarına uygun silahları da NATO üyesi ülkelerinden temin etmesi gerekiyor. Ama NATO üyesi ülkeler, bu NATO standartlarına uygun silahlar için gerekli mühimmatları ve tamamlayıcı parçaları vermemekte. Böylece dolaylı olarak NATO tarafından Türkiye’ye karşı gizli, örtülü bir ambargo uygulanmış oluyor. Aynen Kıbrıs savaşından sonra uygulanan ambargo gibi.

"NATO, eğer ciddi anlamda bölgede istikrarın ve barışın sağlanmasını istiyorsa, her şeyden önce terör örgütlerine karşı desteğini kesmeli. Suriye’de birçok terör örgütü var. Ve o terör örgütlerinin lojistik desteklerinin birçoğu NATO üyesi ülkeler tarafından verilmekte. Geçmişte de hatırlarsanız, IŞİD’e karşı mücadele adı altında Özgür Suriye Ordusu’na pek çok silah yardımında bulunuldu. Ve o silah yardımlarının hepsi terör örgütüne gitti. Bugün PKK, NATO üyesi ülkelerin verdiği silahlar sayesinde Türk sınırları içinde rahat bir şekilde hareket etmekte."

"Angela Merkel’in tehditlerine rağmen Türkiye kendi tutumunda ısrar edecektir. Nitekim Alman askerlerinin Türkiye’deki İncirlik üssünden çekilmesi, Türkiye için çok fazla bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Çünkü Alman askerlerinin İncirlik’te çok fazla bir gücü yok. Onların Ürdün gibi başka bir ülkeye gitmesi de, Türkiye açısından çok önemli değil. Bana kalırsa NATO’nun en büyük üslerinden biri olan bu İncirlik üssünün kapanması, Türkiye için ve bölgedeki barışın sağlanması açısından çok önemli olacağını düşünüyorum."

"Alman askerleri, terör örgütü IŞİD’e karşı çok fazla mücadele etmemekte ve oradaki kara harekatına da karışmamakta, aksine oradaki terör örgütü PKK’ya silah yardımında bulunmakta. Bu, kabul edilebilecek bir şey değil."

"Dolayısıyla Angela Merkel’in bu tür açıklamalarını tamamen göstermelik ve yersiz görüyorum. Çünkü Almanya, Türkiye’ye karşı gizli bir ambargo uyguluyor ve terör örgütlerine silah ve para yardımında bulunuyor. Kaldı ki, Alman vekillerinin İncirlik üssüne girmesi, tamamen İncirlik üssündeki komutanlara kalmış bir şey. Bunun Türkiye ile hiçbir bağlantısı yok. "
sputnik
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt May 27, 2017 12:59 am tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal May 21, 2013 11:26 pm    Mesaj konusu: Trabzon'da Neler Oluyor? Alıntıyla Cevap Gönder

AKP, Trabzon'un deniz ve hava limanlarını haçlı ordusu NATO'ya tahsis etmiş
Ertuğrul Horasanlı
17 Mart 2013



TIMETURK'ün haberine göre (*)...

İşgal ettiği Afganistan'dan 2015 yılına kadar tamamen çekilmeyi planlayan haçlı ordusu NATO'ya, AKP üs olarak Trabzon’u kullanma izni vermiş.

Afganistan’dan çekilecek olan işgalci Haçlı ordusu NATO’nun Trabzon limanını ve hava alanını kullanacağı ve Almanların 190 haçlı askerinden oluşan öncü birliğinin bugün Trabzon’a geleceği belirtiliyor söz konusu haberde...

Haçlı Alman askerleri için Trabzon’daki bir otelin 28 aylığına kiralandığı öğrenildi.

2 yıl Trabzon limanında kalacak olan Haçlı ordusu NATO askerlerinin zamanla artacağı ve farklı ülkelerden de gelişlerin olacağı anlaşılıyor.

Almanya’nın ardından Danimarka, Hollanda ve İngiltere’ye ait tehlikeli asker’ malzemenin de, Türkiye üzerinden çıkarılacağı dolayısiyle bu ülkenin haçlı askerlerinin de Trabzon'da konuşlanacağı da belli...

Bu haliyle Trabzon’un Haçlı Ordusu NATO tarafından örtülü bir işgale uğrayacağı kesin...

İşgal ettiği Afganistan’dan 2015 yılına kadar tamamen çekilmeyi planlayan Haçlı Ordusu NATO’nun Trabzon’un hem hava limanını hem deniz limanını kullanacakmış...

Afganistan’dan hava yoluyla Trabzon’a getirilecek olan helikopter, tank, top, zırhlı personel taşıyıcı gibi askeri ekipmanlar Trabzon Limanı’nda depolanacakmış...

“Uluslararası Haçlı İşgal Gücü (ISAF)” çatısı altında Afganistan’ı işgal eden ülkelere ait 50 ülkeden 130 bin asker kullandığı, tüm askerî malzeme -ki, bunlarıb içinde tahrip gücü yüksek, bomba roket ve diğer patlayıcılar illaki vardır- Avrupa ülkeleri hava sahası üzerinden bu askeri malzeme taşınmasının yasak olması nedeniyle; kargo uçaklarına yüklenerek Trabzon’a getirilecekmiş...

Adamlar kendi ordularının ağır silahlarını kendi hava sahalarından geçirme riskini göze alamıyorlar da...

AKP hükümeti, altında bizim yaşadığımız bu hava sahasını bu tehlikeli maddelerin taşınması için hangi akla hizmet ederek açıyor?

O tehlikeli maddeler bizim hava sahamızın üzerinden geçirilirken olabilecek muhtemel kazalardaki can ve mal kayıplarının sorumlusu bu izni verenler olmayacak mı?

Hoş kaza gerçekleştikten sonra sorumlu olmuş olmamış ne ki?

Ölen öldüğüyle giden gittiğiyle kalacak işte...

1959 yılında iktidara getirilen DP’nin ilk yaptığı iş ne oldu?

Binlerce Mehmetçiği haçlı çıkarlarını korumak için Kore’ye yolladılar..

Binlerce Mehmedimiz bizimle hiçbir ilgisi ve ilişkisi olmayan bir savaşta kurban olmadı mı?

Peki sonra ne oldu?

Ondan sonraki iki seçimde daha DP tek başına iktidar oldu...

Kore’de ölenlerin evlerine düşen ateş sadece o evleri yaktığıyla kaldı...

Ha...

Trabzon hava alanına indirilecek bu tehlikeli malzemenin sonrasına geçmeden önce...

Bir uçağın kaza riskinin en fazla olduğu iki durumun bulunduğunu, bunlardan birinin kalkışla, kalkış sırasında tırmanışın gerçekleştiği zaman aralığı, diğerinin ise uçağın inişe geçtikten ininceye kadar olan zaman aralığı olduğunu belirtelim...

Haçlılar bunu bildikleri için tehlikeli askerî malzemeyi kendi hava sahasından geçirilmesine izin vermiyorlar...

Yoksa Afganistan’dan kalkan bir uçak daha kısa bir rota kullanarak gideceği ülkeye daha çabuk varabilir.

Malzemeyi uçaktan indirip, oradan limana taşımanın, limandan gemiye yüklemenin zaman kaybı ve ek maliyetleri de böylece ortadan kalkmış olur...

Ama kendi ülkelerinin şehirlerini riske sokmaktansa Trabzon’u riske sokmayı tercih ediyorlar...

“Parasıyla değil mi arkadaş, veririz budala Türklere üç beş kuruş, ölürse onlar ölür” diye düşünüyor olmalılar...

Ki...

Kendileri açısından haklılar...

Peki...

Bu tehlikeli izni veren hükümet ve askerî bürokrasi bu konuda hangi haklı gerekçeleri kullanıyor?

Bu soru zor tabiî...

Sorunun muhataplarından makul ve mantıklı bir cevap bekliyor da değiliz...

Trabzon hava limanına indirilen askerî malzeme, oradan Trabzon Limanına götürülüp, deniz yoluyla haçlı NATO ülkelerine yani Avrupa’ta nakledilecekmiş.

Bu durumda Trabzon limanın, bir askeri karargâha dönüştürüleceği., bununsa Trabzon limanına yanaşacak sivil gemiler için de ayrı bir tehdit ve tehlike unsuru olacağı bir yana...

Bu tehlikeli askerî malzeme taşıyan gemiler muhtemelen Boğazlarımızdan da geçirilecektir...

Yani...

İçinde milyonlarca insanımızın yaşadığı binlerce yıllık tarihi değerlere sahip İstanbul ve Çanakkale şehirleri de, aynı tehdit ve tehlikelere maruz bırakılacaktır...

130 bin haçlı askerinin işgal için kulladığı bu tehlikeli malzemenin taşınması için herhalde binlerce uçak ve gemi seferi yapılacak ve yapılan her bir seferde Trabzon, İstanbul ve Çanakkale şehirleri aynı ölümcül risklere maruz bırakılacaktır...

Bir iktidar partisi bunu kendi halkına nasıl ve niçin reva görür?


Haberde Genelkurmay Başkanlığı ile Afganistan’ı işgal eden Haçlı Ordusu NATO ülkeleri arasında anlaşmaların tamamlandığı da belirtiliyor.

İş bitmiş ama bizim haberimiz bile yok...

Ama tehdit ve tehlike altında olan da biziz...

Buna da “ileri demokrasi” diyorlar...

İyi mi?

Dahası var...

Haçlı Ordusu NATO'nun tehlikeli askerî malzemeleri, Trabzon üzerinden deniz yoluyla taşınırken, NATO askerleri Türkiye hava sahasını kullanarak ülkelerine döneceklermiş...

AKP hükümeti Türkiye hava sahasını kullanmak isteyen NATO ülkelerine “üst geçiş izni”ni de vermiş.

Adamlar bizim ülkemizi yol geçen hanı yapmışlar işte...

Bu kadar mı?

Daha vahimi var...

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin halen Afganistan’da 1650 personeli bulunuyor.

Türkiye, bu rakam ile Afganistan’daki işgale destek veren 50 ülke arasında 8’inci sırada yer alıyor...

AKP hümeti, bugüne kadar Afganistan’ın işgali için bütçeden yarım milyar dolardan fazla kaynak harcamış...

Yarım milyar doların lâfı mı olur?

Memuruna, işçisine,emeklisine 40-50 lira zammı çok gören AKP hükümeti Suriye’deki haçlı işgalini kolaylaştırmak için kaç milyar dolar harcadı bileniniz var mı?

Bakanın biri bütçedeki açığın 5 milyar dolarının “Suriye masrafları”ndan kaynaklanığını ağzından kaçırmıştı bir kaç ay önce...

“Neticede altı üstü paradır Haçlılara feda olsun” der geçeriz bonkör milletiz ya...

Ama...

Afgan direnişi karşısında bozguna uğrayan Haçlı Ordusu NATO’nun askerleri Afganistan’dan çekilmesine rağmen Türkiye, Haçlı gücünün Afganistanı işgaline destek olmak için gönderdiği Mehmetçikleri, Haçlıların güven içinde çekilmelerini sağlamak için orada bırakıyor.

Bu durumda 1650 Mehmetçiğimiz tıpkı Kore'de olduğu gibi Haçlıları korumak için riske atılmış olmuyor mu?

Oluyor...

Son işgalci Haçlı askeri Mehmetçiğin koruması altında Afganistan'ı terk ettikten sonra...

Afgan direnişinin; yıllardır süren bu kanlı ve vahşî Haçlı işgalinin bütün acısını; orada kurban olarak tek başına bırakılmış Mehmetçiklere ödetmeyeceğini, kim nasıl garanti edebilir?

Haçlılar orayı Mehmetçik sayesinde güven içinde terk ettikten sonra Afganistan'dan gelmeye başlayacak ölüm haberleri karşısında ah vah etmenin, timsah gözyaşları dökmenin bir faydası olacak mıdır?

Orada evlâtları, eşleri, babaları, kardeşleri bulunan asker yakınları bu konuda acaba ne düşünüyor?

Bitti mi?

Beterin beteri en sonda...

Belki de Afganistan'dan çekilen bu Askeri malzeme söylendiği gibi ülkelerine geri götürülmeyip Suriye ve İran'ın haçlı orduları tarafından istila ve işgalinde kullanılacak.

O zaman da; Trabzon bundan 100 yıl önce olduğu gibi yeniden Rusların saldırı hedefi haline gelecek...

Sadece Rusların mı?

Trabzon İran füzelerinin de menzili içinde olduğundan, ayrı bir risk altına daha sokulmuş olmuyor mu?

100 yıl önce Trabzon'dan Güneydoğu'ya uzanan Kafkas Cephesi boyunca Rus ordularının ve Ermeni çetelerin saldırısını durdurabilmek için 600 bin Mehmetçik şehid düşmüştü.

O cephede, Sultan Murad yaylası, 2350 rakımlı tepede şehid düşenler arasında benim dedem de vardı...

Trabzon'da bu kanlı savaşı dedelerinden babalarından dinlemiş olanlar halâ hayattadır...

Bu yeni durum için acaba Trabzonlular ne düşünüyor?

Bu ülkedekiler ne düşünüyor?

100 yıl önce Almanların tezgâhına gelerek girdikleri 1. Dünya savaşı’nda milyonlarca insanını ve koskoca bir dünya imparatorluğunu kaybeden İttihatçılar gibi...

100 yıl sonra AB-D’nin kuyruğuna takılarak 3. Dünya savaşına doğru hesapsız kitapsız koşan Neo İttihatçı AKP ve bu felâkete doğru gidişi “oh oh maşallah Yeni Osmanlı kuruluyor inşallah” diye alkışlayan saftirikler ne düşünüyor diyemiyorum...

Çünkü onların içinde bulunduğu bu durumun ne izahı, ne çaresi, ne de şifası yok...

Onlar felâketin çapını tepemize bombalar, füzeler yağmaya başlamadan anlayacaklarmış gibi görünmüyorlar...

Dipnot:

* http://www.timeturk.com/tr/2013/03/17/nato-trabzon-u-us-olarak-kullanacak.html

Trabzon'da Neler Oluyor?
Türker Ertürk
İlk Kurşun
08.05.2013



Güney sınırlarımız ve bu sınırlarımıza komşu bölgelerimizi biliyorsunuz terörist ve casus kaynıyor.
Bu bölgelerimizde değil halkın güvenliğini silahlı kolluk kuvvetlerimizin güvenliğini bile sağlayamıyoruz.

Suriye ile sınırlarımız adeta yolgeçen hanıdır.

Zeytinyağından mazota, çalınmış araba kaçakçılığından uyuşturucuya kadar her türlü melanet Erdoğan liderliğinde AKP iktidarı döneminde gerçekleşmektedir.

Bu değerlendirme yalnızca bu köşenin sahibine ait değildir.

Yabancı basın, hatta AKP’yi işbirlikçi ve taşeron olarak kullanan emperyalist ülkelerin basınında bile bu değerlendirmenin arkasını dolduracak bir kamyon yükü veriyi her gün bulmanız mümkündür.

İki yılı aşkın süredir ABD’nin emir ve direktifleri gereğince 400 yıl beraber yaşadığımız, ortak tarihi ve kültürel değerlere sahip olduğumuz Suriye’ye terör ihraç ediyoruz ve bu komşumuzla vekaleten savaşıyoruz.

Güney bölgelerimizde oluşturulan bu savaş hali ve istikrarsızlık ortamı sanırım yavaş yavaş ülkemizin diğer bölgelerine de yayılma emaresi gösteriyor.

Bu konudaki en son gelişmeleri Trabzon’dan alıyoruz.

Trabzon’da çok ciddi bir hareketlilik var.

Şehir casus kaynıyor.

Nedeni ise Almanya’nın Afganistan’da Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti ( International Security Assistance Force ) içinde görev yapan askerlerini, silah ve malzemesini Trabzon üzerinden geriye çekecek olması.

Almanya bu geri çekilme için, limanı, havaalanı ve diğer özellikleri nedeniyle Trabzon’u ara lojistik üs olarak belirlemiş.

Bu konuda çalışmalarını tamamlamış hatta Trabzon’da irice bir otelin tamamını şimdiden 2,5 yıllığına kiralamış bile!

Almanya’nın şu anda Afganistan’da asker ve polis olmak üzere yaklaşık toplam gücü 5350 kişidir.

Ayrıca Aralık 2001’den beri Afganistan’da olduğu için askeri ağırlıkları, silah, malzeme ve cephanesi vardır.

Yapılan açıklamaya göre bu güç ağırlıkları ile beraber önce havayolu ile Trabzon’a buradan da deniz yolu ile Almanya’ya gönderilecektir.

Bu planlama bu işten biraz anlayan bu köşenin sahibi için inandırıcı değildir.

Trabzon en kötü seçenek

Afganistan’ın başkenti Kabil ile Trabzon arası 2700 km, Trabzon ile Almanya’nın ortalama en uzak noktalarına hava yolu ile mesafe ise 2500 km’dir.

Almanya geri çekilirken yolun yarıdan fazlası olan Trabzon’a kadar hava yolu ile geldikten sonra buradan deniz yoluna geçmesi mantıklı değildir.

Çünkü deniz yolu intikali Almanya’nın kuzeyine Hamburg veya Bremen gibi limanlarına olmak zorundadır.

Bu da Almanya’nın örneğin Stuttgart ve Frankfurt gibi şehirlerine intikal ettirilecek askeri ağırlıkları için üçüncü uzun bir kara yolu intikalini gerektirir.

Eğer Kabil’den hava yolu ile direkt olarak Almanya’ya gidilse askeri ağırlıkları nereye gidecekse oraya götürmek mümkün olabilecektir.

Hayır, yolun yarısını denizden dönmek istiyoruz “ Çocuklar çok yoruldular biraz dinlenip deniz havası alsınlar ” diyorlarsa ona da saygımız var ama Trabzon’dan daha iyi seçenekler mevcut.

Bunlar; Karaçi-Pakistan, Hayfa-İsrail, Batum-Gürcistan ve İskenderun-Türkiye’dir.

Bu seçeneklerden Karaçi, Almanya’ya daha uzun bir denizden intikali gerektirmesine rağmen Trabzon seçeneğine kıyasla daha kısa hava yolu ( 1130 km ) mesafesine sahiptir.

Tüm seçenekleri masaya yatırır, maliyet, güvenlik ve limanların/ havaalanlarının imkanlarını ve hinterlantlarını analiz ettiğimizde Almanların Afganistan’dan geri çekilme için kullanabilecekleri en yer olarak karşımıza İsrail’i Hayfa limanı çıkmaktadır.

Hayfa-Hamburg, Trabzon-Hamburg’a kıyasla bir gün daha kısadır.

Hayır, biz İsrail’i bazı nedenlerden dolayı kullanmak istemiyoruz derseniz size Gürcistan’ın Batum limanını tavsiye ederim.

İmkanları, güvenliği, halkının bu faaliyete dostça bakışı ve maliyetinin düşüklüğü açılarından Trabzon’dan kat kat daha iyidir.

Hayır, onu da istemiyoruz.

Biz illa Türkiye gibi bir NATO ülkesi olsun diyorsanız İskenderun limanı alternatifi her bakımdan Trabzon limanı ile kıyaslanmayacak kadar bu iş için biçilmiş kaftandır deriz.

Bu işin içinde başka iş var

Hayır, onu da beğenmedik, mutlaka Trabzon’u istiyoruz derseniz, bizde bu işin içinde başka bir iş var deriz!

Esasında görebilen için durum çok açıktır.

ABD ve İsrail bir bahane yaratarak ve punduna getirerek İran’a müdahalenin peşindedir.

Böyle bir müdahalede Trabzon limanı ve Karadeniz kritik bir öneme haizdir.

Sorun maliyet, güvenlik ve geri çekilmenin daha kolay yapılabilmesi meselesi değildir.

ABD ve NATO, Alman askeri gücünün Afganistan’dan çekilirken kullanacağı lojistik üs bahanesi ile Trabzon’a yerleşmeye ve Karadeniz’e girmeye çalışmaktadır.

İşte bunun için Rus ve İran istihbarat örgütleri Trabzon’da neler olduğunu görmek ve hangi dolapların çevrildiğini anlayabilmek için buralarda cirit atmaktadır.

Ağırlıklarıyla da olsa 5350 kişinin Afganistan’dan Almanya’ya intikalinde kullanılacağı ifade edilen Trabzon’da bu faaliyetler için bir otelin 2,5 yıllığına kiralanması çok uzun değil midir?

Yazık değil mi Alman vergi mükelleflerinin parasına?

Almanya’da yaşayan ve vergi mükellefi olan Türkler ne diyor bu işe?

2,5 yıl!

Bu sürede 200 bin kişilik bir istila ordusu bile tahliye edilebilir.

Desenize hesap başka!

Aklınıza geliyordur, Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuya ne diyor?

Gıgını bile çıkaramaz!

Çünkü Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi operasyonlar bunun için var ve devam ettiriliyor.

Dz.Kur.Alb Ali Türkşen’in “ Kardak’ta Kahraman, Hasdal’da Esir “ ve Kur.
Alb İkrami Özturan’ın “ ELVEDA “ ( Elbirliğiyle Vatanında Esir Düşürülen Askerler ) kitaplarını size okumanız için öneririm.

Saygılar sunarım.

Taliban: "Peygamberimizin en büyük düşmanı Rasmussen, NATO'ya Genel Sekreter oldu"
16 Nisan 2009
Afganistan'daki Taliban liderleri, NATO'nun yeni Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'i, Danimarka Başbakanı olduğu dönemde, Hazret Muhammed'e hakaret içeren karikatürlerin yayınlanmasını savunduğu için "Müslümanların büyük düşmanı" olarak niteledi.
Bu ay sonuna kadar başbakanlık görevini sürdürecek olan Rasmussen, Afganistan'da Taliban'a karşı mücadele eden 56 bin kişilik uluslararası gücün genel sekreterliğine atanmıştı.
Sözkonusu iğrenç karikatürlerin Danimarka'da bir gazete tarafından yayınlanması, 2006'da Afganistan'daki kanlı protesto eylemleri dahil, İslam dünyasında sert tepki ve ayaklanmalara sebep olmuştu.
Rasmussen, ülkede ifada özgürlüğü olduğunu söyleyerek yayınları savunmuş ve İslam aleminden özür dilemeyi de reddetmişti.
Taliban tarafından kullanılan internet sitesinde yayınlanan makalede, Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği görevine getirilmesinin, "NATO'ya karşı mücadelede, Müslümanların inançlarını daha da güçlendireceği ve Afganistan'daki savaşın alevlenmesine yol açacağı" belirtildi.
Taliban liderleri makalede, "Peygamberimizin büyük düşmanı NATO Genel Sekreteri oldu" ifadeleri kullandı. netgazete

Hedeftekiler Müslümanlar Olunca Haçlı Ordusu NATO nun 'Yanlışlıkla Vurduk'ları Bitmiyor
21 Ağustos 2010
Afganistan'ı işgal eden haçlı ordusu NATO kuvvetleri yeni bir "yanlışlık" daha yaparak Müslüman bir kadın ile iki küçük çocuğu vurarak öldürdü..
Haçlı işgasl ordusu NATO'dan yapılan başka bir açıklamada da işgalci NATO askerlerinin ateşi sonucu 3 işbirlikçi Afgan polisin öldüğü belirtildi. haber 1001

Hiç kimse fark etmezken İsrail AB'ye sızmayı başardı
Robert Fisk
Bu hafta beş İsrail askerinin Romanya’da bir helikopter kazasında ölmesi manşetlerde pek yer almadı.

Sürmekte olan bir Nato-İsrail ortak askerî tatbikatı vardı. Peki, tamam. Şimdi de, bu hafta, gene Romanya’daki bir helikopter kazasında beş Hamaslı dövüşçünün ölmüş olduğunu farzedin. Bu olağanüstü olayı hâlâ soruşturuyor olurduk. Şunu belirtmek isterim, İsrail ve Hamas’ı birbiriyle kıyaslamıyorum. İsrail, 19 ay önce, 300’den fazlası çocuk, 1,300 Filistinli’yi haklı olarak Gazze’de katletmiş bir ülkeyken, şiddet yanlısı, kan-emici, terörist Hamas 13 İsrailliyi öldürmüştür (bunlardan üçü yanlışlıkla birbirini vuran İsrail askerleri).

Ama bunlar arasında bir paralellik var. Yüksek mevkîli bir Güney Afrikalı Yahudi olan Yargıç Richard Goldstone, Gazze katliamı üzerine Birleşmiş Milletler soruşturması kapsamında hazırladığı 575 sayfalık raporunda, iki tarafın da savaş suçu işlediğine karar vermiştir. ABD’deki, tabii mazur görülür bir şekilde galeyana gelen, İsrail destekçilerinin haklı olarak “şeytan” diye adlandırdıkları Goldstone’un kusursuz, mükemmel raporu, yedi Avrupa Birliği devleti tarafından reddedildi. Böylece bir sorun ortaya çıkıyor. Nato, savaş suçları işlemekle suçlanan bir orduyla savaş oyunları oynayarak ne yapmaya çalışıyor?

Veya, daha da üstünde durulması gereken nokta, tanrı aşkına, İsraillilerle bu kadar rahat ve sıcak ilişkiler kurarak AB ne yapmaya çalışıyor? Olağanüstü, kayda değer ayrıntılarıyla – biraz aşırı-öfkelendirici de olan – ve Kasım’da yayımlanacak olan kitabında David Cronin, yorulmadan, İsraille “bizim” kurduğumuz ilişkilerin mikroskopik bir incelemesini sunacak. Kitabın taslaklarını okuyup henüz bitirdim. Tek kelimeyle beni soluksuz bıraktı. Önsözde Cronin, “Son on yıl içinde, İsrail, Avrupa Birliği ile o denli güçlü politik ve ekonomik bağlar geliştirdi ki, birlikte adı olmasa da şimdi AB’nin üyesi bir devlet konumunda” demektedir. Gerçekten de, AB dış politikasının en üst sıradaki patronu (Nato eski genel sekreteri) Javier Solana, geçen yıl, “İsrail’in, AB kurumunun üyesi olmadan AB’nin üyesi olduğunu söylememe izin verin” demiştir.

Özür dilerim. Bunu biliyor muyduk? Bunun için oy verdik mi? Bunun yapılmasına kim izin verdi? Şimdi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini zorla pazarlayan David Cameron, İsrail’in bu konumunu kabul ediyor mu? Muhtemelen evet, çünkü Dubai’deki katillerine verilmek üzere bu ülke, mükemmel bir dizi sahte İngiliz pasaportu hazırladıktan sonra bile Cameron, kendisini, “İsrail’in dostu” olarak tanımlayabilmiştir. Cronin’in dediği gibi, “Avrupa Birliği’nin İsrail’e karşı takındığı korkakça tavır, İsrail’in girdiği diğer çatışmalarda gerçekleştirdiği büyük mezalimlerin karşısındaki sağlam İsrail yanlısı duruşunun tamamen zıddıdır.” Örneğin, 2008 Rusya-Gürcistan savaşında, AB, ülkenin iç yasalarının ihlâl edilip edilmediğini araştırmak üzere bir birlik görevlendirdi, ve Sri Lanka’nın Tamil Kaplanlarıyla giriştiği iç savaş sırasındaki insan hakları ihlâlleri konusunda uluslararası bir soruşturma talep etti. Cronin, Avrupa Birliği’nin, Yahudi Soykırımı hakkında sorumluluk duymasına karşı değil, ve bunun birdaha asla olmamasını garanti etmek üzere hükümetlerimizin “ahlâkî görev”lerinin herzaman olaması gerektiğiyle hemfikir – ama bu arada farkettim ki Cameron, bu hafta, Türklere yaltaklanırken 1915 Ermeni Soykırımından bahsetmeyi unutmuş.

Fakat asıl konu o değil. Batı Şeria’yı ve de Gazze’yi işgal etmiş ve bu işgali sürdürmekte direnen, ve Arap torakları üzerinde Yahudiler, ama yalnızca Yahudiler, için, gayrı-meşru sömürgeler inşa etmeye devam eden bir ülkeye, İngiltere’nin, 1999 yılında sattığı silahların değeri 11.5 milyon Sterlindi; ve iki yıl içinde bu rakam hemen hemen ikiye, 22.5 milyona katlandı. Bu satışta diğer silahların yanı sıra, hafif silahlar, el bombası yapımında kullanılan setler, ve savaş uçakları ve tanklar için yedek parçalar da vardı. 2002’de, İsrail Filistinlilere karşı, geliştirilmiş Centurion tanklarını kullandığı zaman biraz itiraz geldi, fakat, Hizbullah’ın “dünya terörüne” karşı İsrail’in gerçekleştirdiği, ve hemen hepsi sivil 1,300 Lübnanlıyı boğazladığı 2006 yılındaki hücumda, İngiltere, İsrail’i 200 çeşit silah kullanabilmesi için yetki bağışlayarak ödüllendirdi.

Şüphesiz bazı İngiliz silahları İsrail’e, ABD aracılığıyla gitmektedir. 2002’de, İngiltere’de, İsrail için, BAE Sistemleri tarafından üretilip, F-16 savaş bombardıman uçaklarına monte etmesi için Amerikan Lockheed Martin silah şirketine gönderilen “füze başlıkları”, bu şirket tarafından derhal monte edilerek İsrail’e yollandı. AB buna itiraz etmedi. Aynı yıl, İngiltere, İsrail ordusundan 13 kişiyi eğittiğini itiraf etti. 2006 Lübnan savaşı sırasında, İsrail’e silah taşıyan ABD uçakları, yakıt ikmallerini İngiliz havalimanlarından (ve ne yazık ki İrlanda hava limanlarından da) yapıyorlardı. 2008’in ilk üç ayında, tam da İsrail’in Gazze’ye düzenlediği şiddetli hücum sırasında, İsrail’e 20 milyon Sterlin değerinde silah satılmasına izin verdik. Cronin, Filistinlilere karşı kullanılan Apaşi helikopterlerinin, İngiltere’deki Nottinghamshire SPS Aerostructures, Cheltenham Smith Industries, Middlesex Page Aerospace, ve Hampshire Meggit Avionics tarafından üretilen parçaları içerdiğini söylemektedir.

Devam etmeme gerek var mı? Bu arada, İsrail, Nato’ya, bizim bir yılda İsrail’in genelde Filistin’de öldürdüğünden çok fazla insanı öldürdüğümüz Afganistan savaşında “lojistik” yardımda bulunduğu için takdir gördü. Bu hiç şaşırtıcı olmamalı çünkü İsrail askerî şefi Gabi Ashkenazi, Brüksel’deki Nato karargâhına giderek, Nato ile daha yakın ilişkiler talep etmiştir. Cronin’in iddia ettiği ve “Filistin” için düzenlenen olağanüstü -neredeyse tiksindirici derecede güzel- finansal plânlar, oldukça inandırıcı: AB, Gazze’nin inşa projelerinde kullanılmak üzere milyonlarca Sterlin değerinde fonlar ayırıyor. Ve yeni inşa edilen bu yapılar, düzenli olarak, İsrail’in Amerikan-yapımı silahlarıyla tahrip ediliyor. Ve bu böylece devam edip gidiyor. Avrupa vergi mükellefleri çalışıp projelerin inşası için para ödüyor. ABD vergi mükellefleri çalışıp, bu projeleri tahrip eden İsrail silahlarının üretimi için para ödüyor. Sonra AB vergi mükellefleri çalışıp, bütün herşeyin yeniden yapımı için para ödüyor. Ve sonra ABD vergi mükellefleri… Evet, işin nasıl döndüğünü sanırım anladınız. Bu arada, söyliyeyim, İsrail, daha şimdiden, Nato ile “bireysel bir işbirliği programı” çerçevesinde, kendisini Nato’nun bilgisayar ağlarına kilitlemiş durumda.

Herşeyi hasaba katarak söyleyebiliriz ki, ordusu saldırgan ayaktakımı ve bazı askerleri savaş suçluları olsa bile, İsrail gibi sert bir müttefiği bizim tarafımızda görmek iyi birşey. Yeri gelmişken, niçin Hizbullah’ın da Nato’ya katılmasını sağlamıyoruz –gerilla taktiklerinin Helmand’daki adamlarımıza nasıl faydalı olacağını bir düşünün. İsrail Apaşi helikopterleri sık sık Lübnan’lı sivilleri öldürürken – örneğin 1996’da bir ambulans dolusu kadın ve çocuk, Boeing CehennemAteşi AGM 114C havadan karaya atılan füzeyle havaya uçurulup parçalara ayrılırken – Lübnanlıların Nottinghamshire, Middlesex, Hampshire ve tabiî Cheltenham halkına hâlâ dostça sevgilerini gönderebileceklerini umalım.

[Bu makale Independent.Co.uk sitesindeki orijinalinden Hatice Aksoy tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Türkiye’de NATO’culara Sınırsız İmkân
07 Ağustos 2009
NATO ile 6 yıldan beri süren müzakereler sonucu, NATO çalışanlarının vergisiz satın alabileceği içki, araç miktarları ve bazı diplomatik ayrıcalıkları tanımlandı. 1951’den beri yasal statüleri bulunan Türkiye’deki NATO personeline “ev sahibi ülke desteği” sağlanıyor.

Türkiye'deki tüm müttefik karargâhlar ile NATO askeri birimlerine atanan personelin ayrıcalıklarını düzenleyen uluslararası anlaşma, Ankara Anlaşması'nın eki olarak TBMM'ye sunuldu. Anlaşmaya göre karargâhlarda görevli personel, KDV ve ÖTV ödemeden motorlu araç, akaryakıt, alkollü içki satın alabilecek. Ayrıca bu personelin posta hizmetlerine diplomatik kurye ve çantalara uygulanan ayrıcalıklar uygulanacak. NATO mühürlü paketler, ücretsiz ve yasaksız gümrük kontrolüne tabi olacak. NATO çalışanları, yalnızsa bir, eşleri bulunuyorsa iki motorlu aracı vergi ve harçlardan muaf olarak satın alabilecek veya ithal edebilecek. Bu kişiler, bir motosikleti de vergisiz alabilecek.

Vergi ve harçlardan muaf bir karavan ve motorsuz gezinti teknesi de alabilecek.

Türkiye, aynı anlaşmayla NATO ülkelerinin silah ve mühimmat gönderme uygulamasını genişletti. Buna göre NATO askeri birimleri ile uluslararası karargâhlara personel sağlayan devletler Türkiye'ye silah, mühimmat ve teçhizat gönderecek. Bu gönderimler NATO askerinin statüsünü belirleyen SOFA'ya göre yapılacak. Devletler, silahların varış tarihini bir ay önce Türkiye gümrüğüne bildirecek. Bu malzemenin Türkiye içinde talim ve atış amacıyla nakliye yöntemlerini Genelkurmay belirleyecek. anadoluifhaber

İslam'ı Durdurmak İçin Çağrı
29 Aralık 2009
İtalya'daki La Padania gazetesi, "İslam'ı durdurmak için yeni bir İnebahtı" başlığıyla yayımladığı başyazıda ilginç iddialara yer verdi.

Gazete, bugünkü nüshasında, "İslam'ı durdurmak için yeni bir İnebahtı" başlığıyla yayımladığı başyazıda, Batı için "yeni bir (Papa) 5. Pius"un ve de "yeni bir İnebahtı"nın şart olduğunu iddia etti.

"Hristiyan Batı"nın Osmanlılara karşı çıktığı dönemlerde olduğu gibi günümüzde de İslam'la mücadele için Papa önderliğinde bir "kutsal ordu" oluşturması gerektiğinin iddia edildiği yazıda, kilisenin halihazırdaki tavrının, "Ne var ki günümüzdeki kilise, korku içerisinde. Mücadeleye yanaşmıyor. Son derece pasif bir tutum içerisinde, saldırıları kabullenmekle yetiniyor. Barışı istemeyenler barış olamayacağını unutuyor" sözleriyle eleştirilmesi de dikkati çekti.

Batı'nın tıpkı 1500'lü yılların ikinci yarısında olduğu gibi günümüzde de İslam tehlikesiyle karşı karşıya olduğu öne sürülen başyazıda, şu ifadeler kullanıldı:

"O eski dönem ile şu günlerde yaşanan olaylar arasında paralellik olduğu açıkça ortada. Ama tarih sadece kısmen tekerrür ediyor: Zira bu tehlike karşısında Hristiyan Batı, günümüzde çok farklı bir tavır sergiliyor. Eski dönemlerde kararlılıkla hareket etmiş olan kilise, günümüzde özür dilemekle meşgul. Papa 5. Pius, o dönemlerde, Türklere karşı kutsal ittifakın öncülüğünü yapmıştı. Günümüzdeki kilise ise korkmakla meşgul."

Başyazıda, kilise yetkililerinin dünyaya Hristiyanlık inancını yaymaktan başka bir şey düşünmemeleri de eleştiri konusu yapılarak, "Kilisenin, en azından bir kısım kilisenin derdi, dünyayı hidayete erdirmek. Bu nedenledir ki, Türkiye'de bir kilise daha açabilme uğruna, neredeyse bizi satmaya bile razı olmaya hazır vaziyetteler" ifadeleri de yer aldı.

İtalya'da yabancı düşmanı politikaların savunuculuğuyla bilinen KBP, zaman zaman Po ırmağı civarındaki bölgelerin "Poistan" (La Padania) adı altında özerk bir yapıya kavuşturulması gerektiğini savunan ayrılıkçı söylemleriyle de ön plana çıkıyor. aktifhaber

[size=24Afganistan'daki İşgalci Haçlı Ordusu 45 Sivili Daha"Yanlışlıkla" Öldürdü[/size]
26 Temmuz 2010
İşbirlikçi Afgan hükümeti, geçen hafta güneydeki Helmand vilayetinin Sangin bölgesinde düzenlenen roket saldırısında en az 45 sivilin öldüğünü duyurdu.

Saldırıdan sonra iki görgü tanığı roketlerin çok uluslu haçlı işgal ordusuna ait helikopterden atıldığını ve 40 kadar sivilin ölmüş olabileceğini belirtmişti. haber1001

NATO askerlerinden Kuran Kerim'e saldırı
29 Temmuz 2010
Afganistanda NATO askerleri Kuran-ı Kerimi yırttı; halk meydanlara döküldü; Güvenlik güçleri Afgan halkının üzerine ateş açtı

Zafer ÇEBİ / TİMETURK

Afganistan güne protestolarla uyandı. Ülkede binlerce kişi kutsal kitap Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan saldırıyı kınamak için sokaklara döküldü.

Afganistan’ın Trinkut şehrinde gerçekleştirilen gösteriye binlerce kişi katıldı. Afgan halkının amacı ise ABD’nin öncülük ettiği NATO kuvvetlerinin Kuran-ı Kerim’e karşı göstermiş oldukları insanlık dışı saldırıyı protesto etmekti.

Olay bir Afgan kadınının NATO askerlerinin kendilerine saldırmamaları için askerlere Kuran-ı Kerim’i uzatmasıyla meydana geldi. NATO’da görevli askerler kutsal kitabı alarak yırttı ve kadına hakaret etti.

Bu olayın hemen ardından sokaklara dökülen binlerce Afganistanlı Afgan Hükümetini göreve çağırarak Kutsal Kitap Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan saygısızlık karşısında askerleri yargılamasını istediler ve işgale lanet yağdırdılar.

NATO kuvvetleri tarafından organize edilen Afgan polisi gösteriler sırasında halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateş sonucunda yaralı yada ölü olup olmadığına dair kesin bir bilgiye ise ulaşılamadı

ABD Büyükelçiliği önünde eylem
2 Ekim 2010
Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyesi bir grup, Türkiye'ye gelecek NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'i protesto etti.
Çeşitli slogan atarak Kurtuluş Metrosu'ndan yürüyerek ABD Büyükelçiliği önüne gelen grup, polis barikatı nedeniyle büyükelçiliğe yaklaştırılmadı. Grup adına basın açıklaması yapan TGB Genel Başkanı İlker Yücel, ''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, NATO'yu Türkiye'ye çağırdığını ve Kürt meselesine müdahil olmasını istediğini'' iddia etti.

NATO artık büyük bela!
Mustafa YÜREKLİ
17 Nisan 2009
NATO genel sekreterliğine Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in getirilmesi konusunda yaşanan tartışmalar dikkatinizi çekmiştir.

Bakmayın siz yapılan pazarlıklarda, herkes kendisine göre bir “başarı” payı biçmesine; bundan daha önemli olanı, ABD, AB ve Türkiye’nin birbirleriyle ilişkilerine ve gelecekte alacağı şekle ilişkin sinyaller vermiş olması.

Türkiye, “Strasbourg’daki pazarlıktan kârlı çıktığının propagandasını yapa dursun, daha atılan imza bile kurumadan, Rasmussen, hem de İstanbul’da, verildiği ileri sürülen sözleri yerine getirmeyeceğinin açık işaretlerini verdi.

AVRUPA’NIN RASMUSSEN ATAĞI

NATO’nun asıl sahibi emperyalist ülkeler ile Türkiye arasında genel sekreterliğine Rasmussen’in getirilmesi konusunda yapılan pazarlıkta, Ankara’nın ne aldığı ne verdiği konusunda değişik iddialar ortaya atılıyor, yorumlar yapılıyor.

Öncelikle belirtmeliyim ki Rasmussen’in politik kişiliğini, nasıl adaylık pozisyonuna geçtiğini merak edenler, o günlerde Avrupa basınında, özellikle Alman basınında yer alan haberlere ve yorumlara şöyle bir bakmalılar..

Alman basını Rasmussen’in en önemli özelliğinin “ultra-liberal” ve “pragmatist” olduğunu yazıp çizdi. Bunun anlamı çok açık: Rasmussen’in sabit bir görüşü yok. Rotasını, somut duruma göre çiziyor, çıkarına göre yön belirliyor. Anders Fogh Rasmussen’in Danimarka Başbakanı oluşuna ve son olayda NATO’nun genel sekreterliğine gelişine bakılırsa, sözkonusu politikasını uygularken de hep kârlı çıkmayı başarmış görünüyor.

Bu arada Rasmussen’in NATO genel sekreteri seçilmesinde Almanya’nın büyük rol oynadığını da tespit etmeliyiz. Avrupa basınında yazılanlara göre, Danimarka, Rasmussen’in adaylığı konusunu ilk olarak Almanya’ya açmış. Başbakan Merkel, Rasmussen’in adaylığına “ikna” olunca, durmamış, açıkça destek vermiş, konuyu Sarkozy’e açmış ve onu da “ikna” edip onayını almış. Böylece Rasmussen, AB’nin ortak adayı olarak öne çıkmış.

Yine basına yansıdığına göre, NATO genel sekreteriliğine Avrupa Birliği’nin ortak aday olarak Rasmussen’i önermelerine Barack Obama ilk etapta soğuk bakmış. Çünkü, Irak işgali konusunda Bush’un sadık müttefiki olan Rasmussen, Obama’nın politikalarına pek uymamaktaymış. Fakat Obama, katıldığı ilk uluslararası resmi zirvede itibarını sarsacak bir gerilimi ve başarısızlığı göze almadığı için taraflar arasında arabuluculuk yapmayı uygun görmüş ve sonunda istediğini elde etmiş.

Burada AB içinde Danimarka’nın Türkiye ve İslam düşmanlığıyla öne çıkışına vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Danimarka’nın eti ne, budu ne, ama Roj TV’ye yayın imkanı vermesi ve “karikatür” komplosu isminden ve cisminden büyük bir rol kazandırdı işte. Fransa ve Almanya’nın Danimarka’yı maşa olarak kullandıkları anlaşılır bir durum aslında.

Rasmussen’in AB’nin ortak adayı olduğu şeklindeki açıklamalara Cumhurbaşkanı Gül’ün gösterdiği tepki üst üste konulunca, fotoğraf ortaya çıkıyor: NATO toplantısında AB’nin büyük Rasmussen atağı, aynı zamanda büyük fiyaka.. Hatta NATO’ya biçilen yeni rolün işareti..

TÜRKİYE’NİN TAVRI

Bu gelişmeler üzerine Türkiye de NATO toplantısında AB’ye dair taleplerini pazarlık masasına sürmüş.

Pazarlıkların içyüzü, Financial Times Deutschland gazetesinin sağlam kaynaklara dayandırarak verdiği “NATO, Rasmussen için yüksek bedel ödedi” başlıklı haberinde, biraz daha ayrıntılı olarak ortaya konuldu.

Buna göre, Türkiye ile AB arasında devam eden müzakereler kapsamında, “enerji” ve “vergi” başlıklarının açılmasına karşılık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Rasmussen’e yeşil ışık yakmış.

NATO toplantısında AB pazarlığı yapılırken, Obama’ya da AB’ye Türkiye’yi tam üye yapmayı telkin etmek düşmüş. Obama’nın bu çıkışı, ABD dış politikasında bir değişikliğin olmadığını ve olamayacağını gösteriyor. Ondan önceki liderler Clinton ve Bush da sık sık AB’ye Türkiye’nin üyeliği için çağrıda bulunmuştu çünkü ve Avrupa Birliği’ne üye ülkeler, özellikle Fransa ve Almanya şimdi olduğu gibi tepkiyle karşılamıştı.

Türkiye üzerinden Obama ile Sarkozy-Merkel ikilisi arasında yaşanan “görüş ayrılığı”, ABD’nin yeni dönem için belirlediği “her şeye sıfırdan başlama” (reset) stratejisinin çok fazla uzun ömürlü olmayacağını da gösteriyor. Çünkü taraflar arasında o kadar çok fazla görüş ayrılığı ve çatışma noktası var ki...

NATO’nun gelecekte nasıl şekillendirileceği ve muhtemel yapıda Türkiye’ye biçilen rol, sözkonusu ABD ile AB’nin çatışma noktalarının önemli kavşakları olsa gerek.

Burada Türkiye’nin düştüğü duruma dikkatinizi çekmek isterim: Türkiye, AB karşısında eline tarihi bir koz geçiriyor ve bunu da AB’ye üyelikte kullanıyor. Çok trajik değil mi? Görünen o ki aşkından gözleri görmez hale gelen Türkiye’yle oynamakta AB hiç zorlanmıyor. AB Türkiye’yi belalı aşığı görmekte haksız mı?

NATO ŞİMDİ “BÜYÜK BELA”

Kuruluşunun 60. yılında NATO en zor ve zayıf dönemini yaşıyor:

Afganistan’da bataklığa saplanmış.

İç çelişkiler gittikçe büyüyor ve çatışmalar şiddetleniyor.

Ayrıca NATO’ya karşı yeniden yükselen muhalefet de dünya çapında gittikçe güçleniyor.

Bu durumda “ultra-liberal” ve “pragmatist” Rasmussen’in işinin o kadar kolay olmadığı aşikar. anlaşılıyor.

NATO bu zor durumdan çıkmak için her zamankinden çok daha tehlikeli, saldırgan olacaktır. Tıpkı yaralı bir hayvan gibi sağa sola saldıracaktır.

NATO’nun yeni düşmanı İslam dünyası. Bu konuşuldu, biliniyor. NATO artık Haçlı Seferleri düzenleyecek..

Rasmussen ise bu saldırganlığa en uygun isim: Afganistan ve Irak işgalleri sırasında Bush’a tam destek verdi; hatta asker gönderdi. Rasmussen ülkesinde yabancı düşmanı Danimarka Halk Partisi ile dirsek teması içerisinde olmasını da burada anmalıyız. İki dönem yabancı düşmanı bir parti ile gayet uyumlu bir şekilde çalıştı ve onların göçmenlere yönelik talep ettiği pek çok uygulamayı hayata geçirdi.

NATO’nun başında şimdi Bush’çu ve yabancı düşmanlığını tolere eden bir pragmatist lider, Türkiye ve İslam dünyasına düşmanlığıyla öne çıkmış Rasmussen bulunuyor.

Bir Bush’çuyu, bir Türkiye ve İslam düşmanını NATO’nun başına getirmek için bunca çaba harcayan ülkelerin liderlerinin aslında Bush’a özendikleri, Türkiye ve İslam dünyasına düşmanlıkları Rasmussen tercihinden anlaşılmıyor mu?

NATO artık büyük bela..
Haber 7

Hristiyan askerler ileri"
19 Mayıs 2009
Bush yönetiminin Haçlı Seferi mantığıyla hareket ettiği belgeleriyle ispatlandı.

"Tanrı'dan bir görev aldım. Afganistan ve Irak'a o yüzden savaş açtım. Bu Yeni bir Haçlı Seferi'dir." diyen ABD eski başkanı Bush'a, dönemin Savunma Bakanı Rumsfeld'in sunduğu brifing notlarında "Hıristiyan askerler ileri!" başlığı ve muharref İncil'den ayetler yer alıyor.

Bush 2005'de ABD'nin 11 Eylül sonrasında dünyada giriştiği mücadeleyi, "Haçlı Seferi (Crusade)" olarak tanımlamış, ancak Müslümanlardan tepki görünce sözlerini "Terörle savaş" diye düzeltmişti. GQ Dergisi'nde, ABD askerleri için hazırlanmış dini içerikli afişler de kullanıldı.

"Tanrı'dan bir görev aldım. Afganistan ve Irak'a o yüzden savaş açtım" diyen ABD eski başkanı Bush'a dönemin Savunma Bakanı Rumsfeld'in sunduğu brifing notlarında "Hristiyan askerler ileri" başlığı ve muharref İncil'den ayetler yer alıyor.

Irak işgalinin başladığı 2003 yılında dönemin savunma bakanı Donald Rumsfeld'in eski başkan Bush için özel olarak hazırladığı brifing notları GQ dergisi tarafından dün yayınlandı. Pentagon'dan sızdırılan notlarda Rumsfeld'in Irak işgaliyle ilgili fotoğrafların üzerine İncil'den ayetler koyduğu ve Irak'a "Tanrı'nın kendisine verdiği bir misyon" nedeniyle girdiğini söyleyen Başkan George Bush'u bu şekilde yönlendirdiği ortaya çıktı. Bush 2005'de ABD'nin 11 Eylül sonrasında dünyada giriştiği mücadeleyi, "Haçlı seferi (Crusade)" olarak tanımlamış, ancak Müslümanlardan tepki görünce sözlerini "Terörle savaş" diye düzeltmişti. GQ Dergisi'nin "Hani Haçlı Seferi değildi" başlığıyla verdiği notların tümünde ana başlık olarak "Hristiyan askerler İleri" ifadesi yer alıyor.

Derginin haberine göre, Raporlardan birinde Saddam'ın resminin üzerinde, "Aptalları susturmak ve iyi olanı yapmak Tanrı'nın emridir" ayeti yer alıyor.

Bir başka raporda da, tanklar Irak'ta ilerlerken görülüyor ve "Tanrı'nın tüm silahlarını hazırla. Şeytanın günü geldiği zaman kendini savunmak zorunda kalacaksın. Ne yaparsan yap kendini koru" şeklindeki muharref İncil'den alıntılanmış ayetler görülüyor.Milli Gazete

NATO Genel Sekreteri Hastaneye Kaldırıldı
21 Temmuz 2009
NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer'in, damarında pıhtı oluşması yüzünden hastaneye kaldırıldığı bildirildi.

NATO'dan yapılan açıklamada, damarı açmak için yapılan operasyonun başarıyla tamamlandığı, kendisinin istirahat ettiği belirtildi.

NATO Türkiye'deki Komuta Kontrol Yapısını Derinleştiriyor

NATO; Türkiye'deki komuta kontrol altyapısını güçlendiriyor.

Janes Defense dergisinde yeralan makaleye göre Operasyonel yeteneğe sahip Hava Komuta Kontrol sisteminin (ACCS LOC1) Avrupa çapında 8 bölgede daha kurulması onaylandı ve ülkelerden biri Türkiye.

Yeni sistem NATO'nun mevcut dağınık komuta kontrol sistemlerini entegre bir yapı altında topluyor. 300 algılayıcı bölgeden gelen algılayıcı sinyalleri 40 çeşit radar ile birleştirerek, 160 standart arayüzü destekleyecek olan bu sistemin NATO'nun hava operasyonlarının planlanması, izlenmesi ve görevlendirilmeler için entegre bir platform sunacağı belirtiliyor.

Hali hazırda test amacıyla Belçika, Fransa, Almanya ve İtalya'da kurulu bulunan sistem;
bir TRS şirketi olan Air Command Systems International aracılığı ile France (Cing Mars La Pile) ; Macaristan (Vezprem) , Hollanda (Nieuw Milligan) , Norveç (Soerreisa) , Polonya (Krakow) , Portekiz (Monsanto) , İspanya (Torrejon) ve Türkiye(Eskişehir) 'de kurularak işlevsel hale getirilecek.

NATO'nun bu yeni komuta kontrol sisteminin bu kadar ülkede devreye girerken; İngiltere'nin bu sistemin kurulmasına yanaşmaması dikkat çekiyor.

TRS sisteminin başkanı Jack Harrington; sistemin gelecekte hava ve füze savunma yeteneklerinin birleştirilmesi yönünde geliştirilebileceğini belirtiyor. NATO C3 Ajansı şimdiden TRS şirketine bir füze savunma prototipi geliştirme ihalesi vermiş durumda.

NATO'nun üye ülkelerin hava operasyonlarını ve füze sistemlerini ortak bir komuta kontrol sistemi üzerinden entegre etme projesi; ABD'nin füze savunma sistemleri üzerinden ülkelerin savunma sistemleri üzerindeki etkisini arttırma projesi ile örtüşüyor.
AçikIstihbarat

Büyükanıt: Dünyada bir 'Karanlık savaş' başladı
16 Nisan 2009
Genelkurmay eski başkanı emekli orgeneral Yaşar Büyükanıt, Amerikalıların genelde terörle mücadele için asker istediğini belirterek, "Obama'nın da Türkiye ziyareti sırasında Afganistan için asker istediğini düşünüyorum. Biz yıllarca bu ülkede şehit verdik. Bir de orada şehit verirsek bunu Türk halkına nasıl anlatırız" dedi. Büyükanıt, dünyada bir karanlık savaş başladığına dikkat çekerek, "Türkiye Kıbrıs'ta bir sorun yaşarsa Akdeniz ekonomik bölgesinde sadece Antalya Körfezi'ne mahkum olur" diye konuştu.
Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) tarafından düzenlenen "2'nci Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyumu", üniversitenin Taksim Yerleşkesi'nde gerçekleştirildi. "21'nci Yüzyılda Ulusal Savunma" konulu sempozyuma Türkiye ve dünyadan uzman isimlerin yanı sıra Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cuma Bayat, TBMM eski başkanı Hüsamettin Cindoruk, Genelkurmay eski başkanı emekli orgeneral Yaşar Büyükanıt da katıldı.
Kürsüye gelen Cindoruk, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un yaptığı değerlendirme konuşmasına destek verdi.
Daha sonra kürsüye gelen Yaşar Büyükanıt, "Türkiye'de Savunmanın Değişimi" başlığı altında bir konuşma yaptı. Büyükanıt, NATO'yu eleştirerek, "NATO, son dönemlerde bir tehdit bulmak istedi. İlk olarak Kuzey Afrika'daki aşırı dinci gruplar tehdit olarak algılandı ancak 11 Eylül'de ABD'ye yapılan saldırılar sonrası tehdit kavramı değişti. Birleşmiş Milletler tarihte bir ilk olarak 5. maddeyi öne koydu. NATO burada büyük bir hata yaptı. Artık günümüzde savaş kavramı da değişmiş durumda. Silahlı tehdit
haricinde artık ekonomik tehditler de var. Ekonomik manipülasyonlar, Türkiye ekonomilerini bozmaya çalışarak politik amaçlarda kullanmak, vakıfları ve sivil toplum kuruluşlarını yönlendirerek kamuoyunu kendi istikametine doğru kullanarak savaş başladı. Biz buna karanlık savaş diyoruz" ifadelerini kullandı. Karanlık savaşın en iyi örneğinin 2001 krizi olduğunu belirten Yaşar Büyükanıt, manipülasyon yapılarak kriz ortamı oluşturulduğunu savundu. Büyükanıt, "Bir de siber savaş var. Teknoloji kullanılarak bu
savaş gerçekleştiriliyor. Türkiye'nin yaşadığı coğrafya çok belalı bir coğrafya. Kafkaslar'da, Suriye'de potansiyel bir tehdit söz konusu. Nitekim Kıbrıs da çok önemli. Kıbrıs Rum Kesimi, bazı ekonomik anlaşmalar için faaliyetlere geçti. Petrol arama gibi faaliyetlere başlamak için anlaşmalar yaptı. Türkiye Kıbrıs'ta bir sorun yaşarsa Akdeniz ekonomik bölgesinde sadece Antalya Körfezi'ne mahkum olur. Biz hep onların yaptıklarını takip ediyoruz ve 'olmaz' diyoruz. Halbuki bizim de artık ekonomik anlamda
orada bir şeyler yapmamız gerekir. Yunanistan'da hava sahasının ihlalleriyle ilgili tartışmalar yaşanıyor. Halbuki Türkiye uluslararası hava sahasında eğitim uçuşu yapmaktadır. Yunanistan orayı bir milli egemenlik sınırı gibi görüyor. Bu tamamen yanlıştır. Eğer bu sorun aşılırsa, Yunanistan'la aramızda bir sorun kalacağını düşünmüyorum" açıklamasında bulundu.
Türk Silahlı Kuvvetleri sağlam adımlarla ilerlediğini belirten Büyükanıt, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sadece savaşmak için değil, caydırıcı bir güç olmak için de önemli olduğunun altını çizdi. Büyükanıt, Türkiye'nin 1998 yılında Suriye ile bir savaş ortamına girdiğini hatırlatarak, "O zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz bana 'çok kanlı bir savaş olmaz mı?' dedi. Ben de 'kansız savaş olur mu?' dedim ama bizim ordumuzun ne kadar güçlü olduğunu ifade eden sözler söyledim ve bu etkili oldu. Bu yüzden Türk Silahlı
Kuvvetleri çok güçlüdür. Şimdi Afganistan'da Türk ordusu var ama bu terörle mücadele için değil, bölgeyi komuta etmek için. Bizim ordumuz yıllarca Türkiye'de terörle mücadele ediyor. Şu anda Afganistan'a da terörle mücadele için ek asker gönderirsek, orada bir asker şehit olursa Türk halkına ne söyleriz, nasıl anlatırız" dedi.
Konuşmasının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un konuşmasıyla ilgili sorular üzerine, "Eski bir Genelkurmay mensubu olarak, Genelkurmay Başkanımızın yaptığı konuşması değerlendirmem doğru olmaz" ifadelerini kullandı.
Büyükanıt, ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ziyaretinde, Afganistan'ın terörle mücadelesi için Türkiye'den ek asker istediği yönündeki söylemlerin hatırlatılması üzerine ise, "Ben de istediğini düşünüyorum ama makamlarla neler konuştuğunu bilmiyorum. Amerikalılar genelde terörle mücadele için asker ister. O yüzden de Obama'nın da asker istediğini düşünüyorum. Biz yıllarca bu ülkede şehit verdik. Bir de orada şehit verirsek bunu Türk halkına nasıl anlatırız" diye konuştu. netgazete

NATO kapatılmalıdır
05/04/2009
Mustafa Özcan

60'ıncı yılında NATO işlevsiz kalmasa bile misyonsuz kalmıştır. Misyonu ve geleceği yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. SSCB'nin çöküşüyle birlikte kurulma amacını kaybetmiştir. Ortadan kalkan amacın yerine yeni amaçlar ikame edilmeye çalışılmıştır.

Bunun ilk işaretlerini İngiliz Neocon Başbakan Margaret Thatcher vermiş ve akabinde bu politikayı yürütmek küçük Bush'a nasip olmuştur. Esasen Soğuk Savaşın ortadan kalkmasıyla birlikte NATO'ya ihtiyaç kalmamıştır. Lakin Batı, hegemonyasını sürdürmek için NATO'yu lağvetmek bir yana küreselleştirmek istemiştir. Nedense yine bir şubat ayında (1995) dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes, NATO'nun yeni rolünü ve düşmanını tanımlamıştır. Adını 'İslâmî fundamentalizm ile yüzleşmek ve onu etkisiz hale getirmek' koymuştur. Akabinde, 'küçük Bush' iktidara geldikten sonra bu politikaya hız vermiştir. Lakin bugün NATO en son sınırlarına varmış dayanmış ve gerileme süreciyle karşı karşıya kalmıştır. Bu gerilemeleri iki noktada görüyoruz. Bunlardan birisi, Afganistan diğeri de Gürcistan ve Ukrayna havzasıdır. Sovyetler Birliği'nin Afganistan ve Polonya'da tıkanması ve havlu atmasına mukabil NATO'nun da yine Afganistan, Gürcistan ve Ukrayna'da tıkandığını görüyoruz. Gorbaçov'a söz verdikleri halde aksini yaparak doğuya doğru yayılma politikalarını sürdüren NATO bu genişleme çerçevesinde Gürcistan ve Ukrayna'yı da yutarak Rusya'yı kuşatmaya çalışıyordu. Rusya'nın Güney Osetya'daki mukabelesi ile birlikte NATO neredeyse mıhlanmış ve daha ileri gidemez hale gelmiştir. Cheney'in gayretlerini Merkel gibi Avrupalılar etkisiz hale getirmiştir. Yine NATO Çek Cumhuriyetine de füze kalkanı sistemini kurarak Rusya'nın nükleer tehdidini daha da azaltmak istiyordu. Afganistan, Gürcistan ve Ukrayna, NATO'nun en geniş sınırlarını tayin etmiştir. Daha doğrusu NATO'nun yürüyüşünü durdurmuştur. Sıra gerilemeye gelmiştir.

60'ıncı kuruluş yılında NATO'nun 28 üyesi var. En son Fransa da de Gaulle'ün çıktığı NATO'nun askeri kanadına yeniden geri dönmek istemektedir. İlginçtir, daha önce Fransa Avrupa'nın bağımsızlığını korumak için örgütten veya ittifaktan çıkmıştır. Bunu yapan da de Gaulle'dür. Lakin de Gaulle'cü bir ekolden gelen Sarkozy ülkesini yeniden NATO'nun askeri kanadına sokmak istemektedir. Belki de son yıllarda NATO ile alakalı en sevindirici gelişme bu olsa gerek. NATO, Afganistan'a müdahale etmeden önce 1995 yılında Bosna'ya ve 1999 yılında da Kosova'ya müdahale etti. Bu her iki müdahale de Clinton döneminde gerçekleşti. Bu müdahaleler biraz da Rusya'nın zayıf olduğu Soğuk Savaş sonrasına rastladı. Bugün NATO yeniden bir yapılanmanın ve kendisini yeniden tanımlamanın eşiğinde bulunuyor. Bu bağlamda, varlık nedeni ve zıt partneri Varşova Paktı ortadan kalktığı için misyonu da kalmamıştır. Buna mukabil kendisine göre yeni bir misyon edinmek isteyen NATO Avrupa amaçlı olmaktan da çıkmış ve misyonunu Asya'ya; İslâm dünyasının merkezine kaydırmıştır. Bu bir amaçtan sapma ve alan dışına kayma olmuştur. SSCB'nin ortadan kalkmasıyla birlikte yeniden tanımlanma noktasında NATO maalesef kendisini İslâm karşıtı bir pozisyona sokmuş ve konuşlanmıştır. Willy Claes'a mümasil yine ülkesindeki Peygamberimiz aleyhtarı karikatürleri fikir hakkı ve düşünce özgürlüğü diyerekten savunan Rasmussen'in genel sekreterliği gündemdedir. Dolayısıyla onun olması halinde NATO'da sarahaten ikinci kez İslâm aleyhtarlığıyla iştihar etmiş bir yetkili genel sekreterlik makamına oturacaktır. Bunun izah edilebilir bir yanı olmasa gerek. 12 ülke ile kurulan NATO dev bir yapı haline gelmiş ve küreselleşmiştir.

Lakin Varşova Paktı gibi paktlar kalmadığından dolayı denge unsuru olmaktan çıkmış dengesizlik ve tehdit unsuru haline gelmiştir. Bugün NATO'nun işlevi Taliban, İran ve İslâm fundamentalizmi şeklinde sıralanmaktadır. Soğuk Savaştan sonra anlamını kaybetmiştir. NATO 28 Şubat sürecinde olduğu gibi varlık nedeni bulmak için durumdan vazife çıkarmakta ve önce İslâmî fundamentalizmden bahsederken zamanla bunu İslâmî terör kavramına kaydırmıştır. Mısırlı askeri uzman Safvet Zeyyat ve Ahram yazarlarından Ahmet Hamroş'un dediği gibi NATO'nun sonu gelmiştir. NATO kapatılmalıdır. Zira denge ve barış yerine tehlike ve tehdit saçmakta ve üretmektedir. ABD, NATO'yu istismar etmektedir NATO da İslâm dünyasını istismar etmektedir. The Los Angeles Times'da, NATO'nun yeni yapısıyla alakalı yapılan en yeni tekliflerden birisinin sahibi Andrew Bacevich'dir. O, ABD'nin NATO'dan çıkmasını ve NATO'nun kıtayı savunmak ve özellikle Rusya'ya karşı münhasıran bir Avrupa askeri ittifakı haline getirilmesi gerektiğini savunuyor. Bu nispeten tehdit haline gelen NATO'nun yeniden denge kazanması ve dolayısıyla barış ittifakı haline gelmesini sağlayabilir.

Yarın (bugün) Türkiye'ye gelecek Obama hâlâ NATO'yu Türkiye'yi Batı'ya bağlayan bir köprü ve ittifak zincirlerinden birisi olarak görüyor. Halbuki, 2009 artık NATO'nun kurulduğu 1949 yılı değil. Türkiye ve çevresi açısından da siyasi ve askeri konjonktür değişmiştir. NATO yayılmacı emelleriyle Gürcistan üzerinden Türkiye'yi riske sokmuş ve Rusya ile fiili olarak karşı karşıya getirmiştir. Miadı dolmuş NATO, savaş savmak yerine barış savıyor.
anahaber

Taliban: "Peygamberimizin en büyük düşmanı Rasmussen, NATO'ya Genel Sekreter oldu"

16 Nisan 2009 Afganistan'daki Taliban liderleri, NATO'nun yeni Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'i, Danimarka Başbakanı olduğu dönemde, Hazret Muhammed'e hakaret içeren karikatürlerin yayınlanmasını savunduğu için "Müslümanların büyük düşmanı" olarak niteledi.
Bu ay sonuna kadar başbakanlık görevini sürdürecek olan Rasmussen, Afganistan'da Taliban'a karşı mücadele eden 56 bin kişilik uluslararası gücün genel sekreterliğine atanmıştı.
Sözkonusu iğrenç karikatürlerin Danimarka'da bir gazete tarafından yayınlanması, 2006'da Afganistan'daki kanlı protesto eylemleri dahil, İslam dünyasında sert tepki ve ayaklanmalara sebep olmuştu.
Rasmussen, ülkede ifada özgürlüğü olduğunu söyleyerek yayınları savunmuş ve İslam aleminden özür dilemeyi de reddetmişti.
Taliban tarafından kullanılan internet sitesinde yayınlanan makalede, Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği görevine getirilmesinin, "NATO'ya karşı mücadelede, Müslümanların inançlarını daha da güçlendireceği ve Afganistan'daki savaşın alevlenmesine yol açacağı" belirtildi.
Taliban liderleri makalede, "Peygamberimizin büyük düşmanı NATO Genel Sekreteri oldu" ifadeleri kullandı. netgazete

Haçlı ordusu NATO uçakları Afganistan'da sivilleri vurdu: Çok sayıda ölü ve yaralı var
29 Ağustos 2017
Afganistan'ın batısındaki Herat vilayetinin Zir Koh ilçesinde haçlı ordusu NATO'ya ait uçakların sivilleri vurduğu bildirildi. Saldırıda aralarında çocukların bulunduğu, en az 13 sivilin öldüğü, 7 sivilin de yaralandığı duyuruldu.

Taliban'dan yapılan açıklamada saldırıda 35 sivilin öldüğü bildiridi.

Ana Haber

Bu Kadar Alçaklığa Rağmen, “Türkiye Aynı Zamanda NATO Toprağıdır” Demedik mi?
Müyesser YILDIZ
19 Kasım 2017



Norveç’teki NATO Müşterek Harp Merkezi’nde icra edilen bir tatbikatta oynanan senaryoda Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef alındığı ortaya çıkınca, NATO’nun “büyük şeytan” olduğunu anladık!.. Oysa AKP yöneticileri, Amerika’yı daha 1990’lı yıllarda keşfetmiş,...
Pazar 20:21Bu haber 132 kez okundu
PaylaşTweetlePaylaşPaylaşPaylaşYazdırYazıyı BüyütYazıyı Küçült
Bu Kadar Alçaklığa Rağmen, “Türkiye Aynı Zamanda NATO Toprağıdır” Demedik mi? – Müyesser YILDIZ
Norveç’teki NATO Müşterek Harp Merkezi’nde icra edilen bir tatbikatta oynanan senaryoda Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef alındığı ortaya çıkınca, NATO’nun “büyük şeytan” olduğunu anladık!..

Oysa AKP yöneticileri, Amerika’yı daha 1990’lı yıllarda keşfetmiş, mesela partinin kurucu isimlerinden Abdullah Gül, “Bölücü terörü NATO ve ABD’nin teşvik ettiğini, Bosna-Hersek’te yaşanan katliamın mimarlar ve ortaklarından birisinin de NATO olduğunu” söylemişti.

Ama devr-i iktidarlarında neler oldu?.. Birazdan geleceğiz.

Harp oyunu veya senaryolar ABD ve NATO’nun en iyi bildiği iştir. Bu senaryoların Pentagon, Atlantik Konsey ve Brüksel’deki NATO merkezinde “liberallerle” alenen paylaşılması da…

Daha 1980’lı yılların sonunda ABD Harp Akademisi’nde Irak’ın işgâlini, 2000’de de İngiltere’de Suriye’nin işgâli senaryosunu oynadılar.

Irak’ın işgâli senaryosunda dağıtılan haritalarda, Güneydoğu’nun üstünde “Kürdistan” yazılıdır. Oradaki 4 Türk askeri öğrenci haritaya itiraz eder.

2007’de Hudson Enstitüsü’ndeki bir senaryoda Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, PKK’nın Beyoğlu’nda 50 kişiyi öldürmesi, ardından Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesini içeren bir senaryo konuşulur. Senaryo “Ergenekon”a bağlanır.

Haziran 2012’de Brookings Enstitüsü’nde oynanan bir senaryoda ise Türkiye’nin hangi şartlarda Suriye’ye müdahale edebileceği canlandırılır. Senaryoya göre, Suriye’de ölenlerin sayısı artar, Türkiye müdahaleden uzak durur. Suriye’den kaçan mültecilerin sayısı artar, Türkiye yine müdahaleye yanaşmaz. Ne zaman ki, Türkiye’de bombalama olayları başlar, işte o zaman Türkiye devreye girer!..

ABD eşittir NATO olduğu için bu örnekleri verdik. NATO’ya gelince;
2006’da Roma’daki NATO Savunma Koleji’nde Ortadoğu’daki gelişmeler hakkında brifing veren ABD’li Albay, Türkiye’yi bölünmüş gösteren harita kullanır. Buradaki Türk subaylar salonu topluca terk eder. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ABD Genelkurmay Başkanını arayıp, tepki gösterir. Genelkurmay 2. Başkanı ile kuvvet komutanları da muhataplarını arayıp, olayı protesto eder. ABD’li yetkililer, “yanlışlık oldu” diyerek, özür diler.

NATO yine o yıllarda, PKK’ya “terörist” dememek için terör örgütleri listesini güncellemez.

Dönemin siyasi yöneticileri ise ne o haritaya, ne de liste meselesine herhangi bir tepki göstermez!..

Peki, Ergenekon-Balyoz kumpaslarında tasfiye edilen subaylar arasında NATO’da görev yapmış ve NATO’nun bu senaryolarına karşı çıkmış isimlerin olması tesadüf müydü? Veya bugün “FETÖ’cü askerlere” kucak açan NATO’nun, o kumpaslar için, “Türk ordusu bağırsaklarını temizliyor” demese bile sessiz kalması?!.

Ya da o dönem “bu yollarda beraber yürüyen” liberal isimlerden birisinin televizyonlarda açık açık, “Ergenekon’un adli bir mesele değil, ulusal-uluslararası düzeyde stratejik tercihlere dayandığını, operasyonda AKP iradesinin değil, NATO ve ABD’nin belirleyici olduğunu, TSK’nın ABD ve NATO emperyalizminden kurtulması gerektiğini savunanlardan temizlendiğini” söylemesi?!.

Son “skandal” üzerine Türkiye’den 3 gündür özür üstüne özür dileyen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in, IŞİD’e karşı savaşmak üzere Suriye’ye asker göndermeyeceklerini, bunun yerine yerel güçlerin kuvvetlendirilmesi gerektiğini açıklarken, gerçekte ABD tezlerini sahiplenmesini ve “Bu savaşı Müslümanlar için yürütemeyeceğiz” demesini, PKK’ya yönelik operasyonlar konusunda, Türkiye’yi “ölçülü” davranmaya ve yeniden “müzakere masasına dönmeye” çağırmasını da unutmayalım.

Keza, NATO’nun mülteci akınına karşı Ege’de görev üstlenmesinin gerçek sebebinin bu değil, Ege’nin Yunan gölü yapılmasına katkı ve daha birkaç hafta önce Ege’de ABD ve Yunanistan’la birlikte gerçek füzelerle düzenlenen tatbikatın Türkiye’ye karşı olduğunu görmedik mi?

-AKP’nin NATO Bilançosu-

Çuvaldızı ABD ve NATO’ya batırdık, şimdi de iğneyi kendimize batıralım.

Danimarka’da Hz. Muhammed’e hakaret karikatürleri yayınlandığında kıyamet koydu. Başbakan Rasmussen bunları, “fikir özgürlüğü” diyerek sahiplendi. Türkiye’nin “özür” beklediği duyuruldu, ancak Rasmussen, “Türkiye Danimarka’dan özür bekleyen Müslüman ülkelere katılmadı. Bana gelen bilgilere göre, Türk hükümeti benden özür beklemediğini bildirdi” iddiasında bulundu.

2009’da biz, “Obama’nın hatırına” bu Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri yapılmasını destekledik. “Dini unsurların çok fazla gündeme getirilmesine gerek yok” diyen yetkililerimiz, “NATO’nun stratejik bir dönüşüm içinde olduğunu, dünya barışı için büyük fedakarlıklar yaptığını” anlattı. Rasmussen’in Genel Sekreterliğine destek karşılığında, bir yardımcısının Türk olması ayrıca karikatürler için özür dilenmesi sözü verildiği bildirildi, ama hiçbiri olmadı.
Yıl 2011; NATO’nun Libya’ya müdahalesi gündemdeydi. Dönemin Başbakanı Erdoğan şöyle tepki gösterdi:
“Basın mensupları soruyor; ‘NATO Libya’ya müdahale etmeli midir?’ Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirir. Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey düşünülemez, konuşulamaz.”
Çok değil, 1 ay sonra ise, “Şu anda NATO’nun devreye girmesi söz konusudur. NATO devreye girecekse, bizim bazı şartlarımız vardır. NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir. Yeraltı kaynaklarının, zenginliklerinin birilerine dağıtımı için değil” diyerek, NATO müdahalesini destekledi.
Yıl 2012; Patroit füzelerinin ülkemize konuşlandırılması tartışılıyordu. Başbakan Erdoğan, “Şu anda bizim topraklarımızın dördüncü maddeye göre, aynı zamanda NATO’nun da toprağı” olduğunu savundu.
Ve 2016’da Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e, “Bakın, Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz, Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor” uyarısında bulunduğunu açıkladı. Bu açıklamayı yaptığı 10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı’nda NATO ile ilgili olarak özetle şunları da söyledi:

“Varşova’da 8-9 Temmuz 2016’da yapılacak NATO Zirvesinin önemi daha da artmıştır. Bu zirveden ittifakın kolektif savunma ve caydırıcılığını güçlendirmeye matuf somut sonuçlar çıkmasını arzu ediyoruz. Saraybosna ve Üsküp’ün, Podgoritsa da oranın izinden giderek NATO üyelik süreçlerini en kısa sürede giderek tamamlamaları, Balkanlar’da güvenliğin kalıcı temellere oturtulması bakımından önemlidir. Balkan ülkelerinin NATO, Avrupa Birliği ve AGİT başta olmak üzere Avrupa Atlantik kurumlarıyla entegrasyon süreçlerine yönelik desteğimizi bir kez daha burada teyit ediyorum. Kapasite geliştirme çabalarınıza katkılarımızı NATO kapsamında da sürdüreceğimizi yine vurgulamak isterim. Karadeniz’i, kıyıdaşlar arasında işbirliğini esas alan güvenlik işbirliği temelinde tekrar bir istikrar havzası kılmalıyız. Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız. Olayın gerek hava, gerek deniz, gerek kara bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız. Eğer atmazsak tarih bizi affetmez ve mevcut işbirliğimizi bölgesel anlayışına uygun olarak derinleştirmeliyiz.”

-Erdoğan NATO’yu Suçlarken Akar Kimi Suçladı?-

Yeniden Norveç’teki skandala dönersek; Türkiye olayı Erdoğan’ın ağzından şu sözlerle duydu:

“Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB’den Sorumlu Bakanımız bizi aradılar. ‘Böyle böyle bir durum var. Bu tatbikat da NATO tatbikatı. 40 tane askerimiz var, biz şimdi bu askerimizi çekme kararı verdik, çekiyoruz’ dediler. Dedik ki ‘Tabii, hiç durmayın hemen. Velev ki o hedefler kaldırılsa dahi 40 askerimizi süratle oradan çekin.’ Böyle bir ittifak, böyle bir müttefiklik olamaz.”

80’li yıllardan itibaren bırakın subaylarımızı, askeri öğrencilerimizin dahi bu senaryolara tepki için toplantılardan çıktığını belirtmiştik.

Burada ne oluyor; Genelkurmay Başkanı, Erdoğan’ı arıyor, o da “çekin” diyor. Ne yani Erdoğan, “çekin” demese, çekilmeyecekler miydi?

Bir diğer merak konusu; Senaryoda Erdoğan değil, sadece Atatürk hedef alınmış olsa acaba yine aynı şiddette tepki gösterilecek miydi?

Devam edelim:

Erdoğan dün Rize’de NATO’ya şöyle yüklendi:

“NATO tatbikatındaki terbiyesizliği siz de gördünüz. Bazı yanlışları aptallar değil, ancak alçaklar yapar. Bu da öyle bir hadisedir. Bu terbiyesizliği NATO içinde varlığını bir süredir takip ettiğimiz çarpık bir bakışın dışa vurumu olarak anlıyoruz. NATO’nun güvenilirliği sorgulanır hale gelmiştir. Biz kendimizi savunmak için S-400 almaya kalktığımızda kimileri tarafından ortaya konulan tepki de bu çarpıklıktandır. Başkalarına ses çıkarmayanlar nasıl oluyor da Türkiye’ye ses çıkarıyorlar. İş Türkiye’ye gelince farklı tavır sergiliyor. Kusura bakmasınlar Türkiye birilerine sorarak karar vermeyecek, milleti ile konuşarak karar verecektir. Bunları Kıbrıs Barış Harekatı’nda ve terörle mücadele döneminde kime ne kadar güvenebileceğimizi gördük. Bu kuru bir özürle üzeri örtülebilecek bir şey değildir.”

Peki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar Kanada’daki Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda ne söyledi? Şunları:

“Yakın zamanda NATO’nun düzenlendiği askeri tatbikatların birisinde söylenilenlere göre, bireysel olarak ve belki de FETÖ tarafından desteklenmiş kişiler tarafından gerçekleştirilmiş çirkin ve kabul edilemez bir olay yaşandı. NATO idarecileri, zamanında ve gereğine uygun bir şekilde tepki gösterdi. Kimsenin müttefikliğimizi ve dayanışmamızı baltalamasına izin vermemeliyiz.”

Erdoğan bile NATO’nun “ihanetini” Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar götürüp, “alçaklık” suçlamasında bulunurken, Akar’ın faturayı sadece “FETÖ’cülere” kesip, NATO’ya toz kondurmaması ve hâlâ “müttefiklik ve dayanışmadan” söz etmesi nasıl bir anlayışın sonucudur?

-NATO Darbesinin Sebebi-

Yılların kurumu ve dahi Türkiye sicili ayan beyan ortada olan NATO’da birkaç kişi böyle bir “skandala” yol açacak, öyle mi?.. Geçiniz!..

Bu açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti’ne yönelik bir darbedir. Artık planlarını gizleme gereği duymama pervasızlığıdır.

Sormamız gereken; Şimdi Türkiye’den neler istendiğidir?.. Rusya’dan alınacak S-400 füzeleri, Ege, Kıbrıs, Güneydoğu, Suriye’de “İsrail koridoru”, “soykırım” iftirasını kabul ve İran mı?.. Kuru özürle yetinip, böbürlenme değil, hepsine dikkat kesilme zamanıdır…

Biliyoruz ki, NATO’nun yeni misyonu “Radikal İslâm’la savaş ve İsrail’in güvenliğini sağlama” olarak belirlendi.
Bunun için ise NATO’nun karar mekanizmalarında değişikliğe gidilmesi, Türkiye’nin karar mekanizmasından dışlanıp, ikinci çembere alınması, bir anlamda NATO’da söz hakkının kalmaması, beraberinde İsrail’in de adım adım NATO’ya dahil edilmesi kararlaştırıldı. Yıllar önce, “Tahran’a, İsrail’in NATO’ya alınmasından daha güçlü bir sinyal verilemez… İsrail-AB-NATO işbirliğinin geliştirilmesi, ABD tarafından da net olarak desteklenmektedir” denildi.
Uzmanlar, NATO ile ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerektiğini savunuyor. Doğrudur, geç bile kalınmıştır.
Dileriz ki, Norveç skandalı Türkiye’yi tamamen NATO’nun emir eri haline getirecek o planların hayata geçirilmesinin değil de gerçekten bağımsız planların önünün açılmasının vesilesi olsun!..

Müyesser YILDIZ
19 Kasım 2017

Adımlar dergisi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt May 27, 2017 1:12 am    Mesaj konusu: Uzmanlar uyardı: NATO’nun Suriye’ye girmesi krizi büyütür Alıntıyla Cevap Gönder

NATO’DAN ÇIKILSIN, NATO ÜSLERİ KAPATILSIN!
Ahmet ÖLÇÜLÜ
19 Kasım 2017



Kuzey Atlantik Haçlı Terör Örgütü NATO ile yaşanan son kriz, “Türkiye’nin NATO’da ne işi var?” sorusunu bir kez daha gündeme getirirken, bu yaşananlara rağmen Beştepe etrafından hâlâ NATO yanlısı ve NATO’da kalmamız gerektiğine dair sesler yükselebiliyor.

NATO ile yaşanan kriz bir varoluş krizi midir yoksa ne kadar ciddî olursa olsun bir nezaketsizlikten mi ibarettir?

Meselenin bizce cevabı dünden belli. Bunun yanında Beştepe etrafında hadiseyi hâlâ algılayamayanların oluşu, Türkiye adına endişelenmemize de sebep olmaya devam ediyor.

Bizim NATO’ya yanaşmamızdaki hata aptallık mı yoksa Erdoğan’ın dediği gibi başka bir şey mi?

Bu günlere nasıl gelindi ve bu hatalar nasıl işlendi?

İşte Millî Gazete’nin internet sayfasında yayınlanan aşağıdaki haber duruma ışık tutucu nitelikte:

“Hata değil, ‘Margaret Planı’nın bir parçası!

Norveç’teki NATO tatbikatında, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedefteki düşman olarak gösteren skandal NATO ve Türkiye ilişkilerini yeniden tartışma konusu yaptı.

İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında; “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır” sözleriyle yeni dönemi başlatmıştı.

Rusya’nın öncülük ettiği komünist bloka karşı kurulan NATO, Sovyet Bloku’nun dağılmasının ardından strateji değiştirmiş ve yeni düşman olarak İslam dünyasını belirlemişti. Nitekim, İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında; “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır” sözleriyle yeni dönemi başlatmıştı. Margaret Thatcher’in 12 Şubat 2002 yılında İngiliz The Guardian için kaleme aldığı makalenin başlığı da, “Yeni Bolşevizm İslam’dır” başlığını taşıyordu. Thatcher söz konusu makalesinde “Tıpkı komünizm gibi İslamizm’i de yenmek için uzun süreçli ve kapsayıcı bir strateji gerekiyor” uyarısında bulunuyordu.

DÜŞMAN RENGİ KIRMIZIDAN YEŞİLE DÖNDÜ

1990 yılında İskoçya’daki tarihi toplantının ardından NATO, özellikle Amerika ’daki NATO tatbikatlarında düşman şehirlerinin adı İslam şehirleri ile değiştirilmiş, komünizmin simgesi olarak kullanılan kırmızı renk yerine İslam’ı simgeleyen yeşil renk, düşman rengi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bu gelişmeler dikkate alındığında, Norveç ’deki skandal, basit bir hatadan öte, İslam’ı düşman olarak tanımlayan NATO stratejisinin bir yansıması olarak değerlendiriliyor.”

Hata yapıldı şu oldu, bu oldu…

Bundan sonra yapılması gereken acilen NATO’dan çıkmak ve üsleri kapatmaktır.

Yoksa, “hata yapıldı” demekle hatalar telafi edilmiş olmuyor. Bilakis, güya karşı koyar gibi yapılarak milletin hassasiyeti bir kez daha istismar edilmekten başka bir netice ortaya çıkmayacak.

Yoksa, bu hata değil, başka bir şeydir!

Kaynak: Adımlar dergisi
Etiketler:
Cumhurbaşkanı Erdoğan Kuzey Atlantik Haçlı Terör Örgütü Mustafa Kemal Atatürk NATO NATO ÜSLERİ KAPATILSIN NATO’DAN ÇIKILSIN

HAÇLI SEFERLERİ İLE GÜNÜMÜZ MUHASEBESİ VE ANTİ-EMPERYALİST CEPHE
Suat KURSAT
19 Kasım 2017

Bugün tarihi okumak yerine, propaganda malzemesi olarak sunulan dizilerden ve medya taklacılarından öğrenen insanımız üretilen sahte kahramanlar ile avutuluyor.

Bu sahte kahramanların, Amerika Başkanı Bush’un, ”Bu bir haçlı seferidir” tanımlaması ve bu sürecin öncüsü olan dönemde üstlendikleri rolü gözden geçirmeliyiz! Gözden geçirmeyle birlikte öncelikle Haçlı Seferleri’ni anlamalıyız ki bu sahte kahramanların sicilindeki cürümlerin dehşetini iyi kavrayabilelim. Haçlı seferlerinin bir paragraflık kısa bir muhasebesi bile, bu sahte kahramanların çıplak olduğunu göstermek için yeterlidir. Bu muhasebenin tam olarak yapılması ise bugün elzemdir. Bunu, meseleleri lif lif açarak kalemi ve zihni bu muhasebenin üstesinden gelecek Üstadlara bırakarak bazı yönlerine değinmekte fayda görüyorum.

“Haçlı Seferleri, İslâm’a karşı Haçlılardan gelen bir cevaptır. Kökleri İslâm’ın zuhuruna ve Müslümanların Arap Yarımadası’ndan çıkıp Bizans’la çatışmasına dayanmaktadır. Bu seferler canlı bir organizma gibi asırlar içinde gelişti durdu. Bir merhale bitmeden ikincisi meydana geldi.” der Prof. Ali Muhammed Sallabi; Selahaddin Eyyûbî ve Kudüs’ün Yeniden Fethi’ni anlattığı eserinde. Sallabi, Haçlı Seferleri’nin çıkış sebebi olarak Haçlı sömürüsü üzerinde tarihçilerin hemfikir olduğunu belirtir. Batı Avrupa’dan çıkıp İslâm beldelerine -Şam’a, Irak’a, Anadolu’ya, Mısır’a ve Tunus’a- silâhlı hücumlar gerçekleştiren Haçlıların hedefinin Müslümanları yok etmek ve Beytül Makdis’i ele geçirmek olduğunu belirten Sallabi, Haçlı seferlerinin dinî, içtimaî, fikrî, iktisadî ve siyasî sebeplerini sıralar. Genel olarak dinin ön plâna çıkarılmasını ise maske olarak nitelendiren Sallabi, Haçlı seferlerini Hicrî 488 ila 690 yılları arasında sınırlandırmayı da yanlış bulur.

Amerikan Başkanı Bush’un ilânı ile başlayan yeni süreç, Haçlı Seferleri’ni belirtilen tarihler arasında sınırlandırmanın yanlışlığını bir kere daha ortaya çıkarmıştır. Osmanlı Devleti üzerine yapılan saldırıların aynı seferlerin devamı olduğunu görmek ve Sallabi’nin Haçlı Seferleri hedefi olarak belirttiği gibi Beytülmakdis’i işgâl hedefi ile Filistin topraklarından Osmanlı Devleti’ni çıkarmak da bu seferlerin birer uzantısıdır. Birinci Dünya Harbi olarak nitelenen sürecin içerisinde bu hedefin olduğu, -bizce kara gün olan- 1948 yılında İşgâl Şebekesi İsrail’in devlet olarak ilânı ve Emperyalistlerce tanınması bu seferlerin hâlâ sürdüğü gerçeğini kabule zorlayan pratiklerdir.

Bu gerçeğin kabulü ile bugün ülkeyi idare eden iktidar ve bu idare tarzında kendisine yer bulan iktidar dışı siyasal görüşlerin sicili, yeni Haçlı Seferleri’ne ortaklıkta birleşmektedir. Biz, Haçlı Seferleri’ni Buşt oğlu Buşt’un açıklamasından daha öncelere götürerek, Baba Buşt’un Irak’a yaptığı 1991 saldırısı ile başlatırsak sanıyorum yanlış yapmış olmayız. Ardından gerçekleştirilen Afganistan işgâl saldırısı ve Irak’a yönelik 2003 saldırısı ile Türkiye’deki 28 Şubat sürecini de bu saldırılara dâhil etiğimizde, Sallabi’nin Haçlı Seferleri’ni tanımlarken belirttiği, bu saldırıların canlı bir organizma olduğu gerçeği bir kez daha karşımıza çıkar. Bugün ülkeyi idare eden iktidarı hükümet dışından destekleyen siyasal hareketler, iktidara vermiş oldukları destekle Haçlı saldırılarına yardım ve yataklık etme noktasında iktidarla yolları kesişmiş olmaktadır.

Bugün anti-emperyalist olarak pazarlanan mevcut siyasal yapının ve destekçilerinin emperyalizm ile ilişkilerinde millî, yerli ya da İslâmî bir duruşu bulunmuyor. Burada bu güç dengesinin millî, yerli ve İslâmî nitelikler taşıyıp taşımadığını ortaya çıkaran ana faktör, geçmiş pratikte net olarak gördüğümüz, -her birine ayrı ayrı bakarak- 28 Şubat, Afganistan ve Irak işgâllerindeki duruş ve tavırlarında emperyalizm ile ilişki biçimidir.

ABD-İsrail ortak yapımı 28 Şubat’ı destekleyen, hatta bu müdahaleyi yeterli görmeyenler ile bu süreçte alınan kararları adım adım uygulayan ve Afganistan işgâlinde ABD’ye tam destek veren iktidarın bir parçası olan ya da Irak’ın işgâlinde ABD ve askerlerine methiyeler dizerek ülkeyi işgâl üssüne çevirme sözüyle iktidar olanların bir araya gelerek oluşturdukları cephe, anti-emperyalist bir cephe olma niteliğinden fersah fersah uzaktır. Bugün bu söylemin arkasında gizlenerek sicillerindeki emperyalizm uşaklığını örtmeye çalışmaları beyhude bir gayrettir.

Yine Sallabi’nin belirttiği gibi din maskeli Haçlı Seferleri’nin sebepleri arasında yer alan içtimaî, fikrî, iktisadî ve siyasî hesaplar, bugün de yeni Haçlı Seferleri’nin sebep ve hesapları arasındadır. 28 Şubat, Afganistan ve Irak saldırılarının bu hesaplar penceresinden muhasebesini yaptığımızda karşımıza çıkacak ağır bilançoda, ABD-İsrail ile işbirlikçilik yapan kesimlerin, bugün Anti Emperyalist söylem ile suçlarını unutturmaya çalışması mümkün değildir.

Edward Hallett Carr ”Tarih Nedir?” sorusuna cevap ararken, İngiliz tarihçi George Grote’nin kaleme aldığı Yunan Tarihi’nde, Britanya orta sınıfının özlemlerini idealize edilen bir Atina Demokrasisi tablosunda canlandırdığını ve Atina’daki kölelik sorununu ihmalinin, bağlı olduğu grubun fabrikalarda çalışan yeni İngiliz işçi sınıfının sorunlarıyla yüz yüze gelmekten kaçınmasının bir yansıması olduğunu belirtir. Bugün uygulama ve pratikleriyle emperyalizm ile işbirliği aşikâr olan kesimlerin, Haçlı Seferleri tablosundaki Fatımîlerin rolünün kendi üzerlerine yapışması korkusu ile bundan algıları ters yüz etmeden bahsetmeleri olanaksız olacaktır. İktisadî ve siyasî dar menfaatleri için geniş İslâm topraklarının işgâlinde emperyalistler ile yaptıkları işbirliğini anımsatacak her şey, tarih tablosunda günlük siyasî polemik, medya taklacıları ve dizi senaryoları ile ters yüz edilerek ihmal edilecektir. Irak’ın işgâlinde emperyalistlere kucak açıp duacı olanlar, Abdulhamid Han’ın bir karış Filistin toprağı satmadığını anlatırken algıları ters yüz ederek kendilerini O’na benzeten dizi senaryoları karşısında yüzleri kızarmamaktadır. Ekonomiyi ABD ve Batılı emperyalistlerin eline veren, bununla her türlü manipülasyona açık hale getiren, tarımı ve hayvancılığı bitiren ve Batı destekli krediler ile beton ekonomisi oluşturan yöneticiler, dizi senaryosu ile oluşturdukları algılarla Ertuğrul Gazi’nin Hanlı Pazar siyasetini kendilerine atfedecek, tarih okumayan ve yaşadığı tarihi unutacak kadar algısı ile oynanan milleti avutacaktır. Yandaşlarını dolara boğmak için Batılı küresel kan emici şirketlerin eline ve insafsızlığına teslim edilen ekonomi manipule edilince, yine bir dizi senaryosu ile oluşturulan algıyla -Abdulhamid Han devrinde küffârın desteği ile Osmanlı’yı zora sokmak için İstanbul’da fırıncıların ekmeğe zam yapması-, Haçlı Seferleri’nin iktisadî ayağındaki cürümlerini örtemeyeceklerdir.

Haçlı Seferleri’nin ana hedefi olan Kudüs’ün işgâlinin pratiğini ortaya koyan İşgâl Şebekesi İsrail’in direkt kontrolünde gerçekleşen 28 Şubat’ı destekleyen, hatta yeterli görmeyen bir kesim ve bu süreçte alınan kararları sonrasında adım adım uygulayan başka bir kesimin desteği ile oluşan bir cephe, anti-emperyalist bir cephe olamaz. Velhasıl, bu kesimler, bugün Haçlı Seferlerinin dinî, siyasî, içtimaî, fikrî ve iktisadî hedeflerinin en az birinin gerçekleşmesinde, 28 Şubat’tan bu yana kendi dar menfaatleri doğrultusunda -en hafif tabirle- ABD-İsrail ile işbirliği yapmış, işlenen cürümlerde ortak olmuşlardır. Bugün bir anti-emperyalist cepheden bahsedilecekse 28 Şubat, Afganistan ve Irak işgâllerine karşı tavır alan ve bu tavrı hâlâ süren kesimlerin bir araya gelmesi ile mümkün olabilecektir. Bu suçların herhangi birine ortak olanlar ise toplum karşısında muhasebeye çekildikten sonra ancak bu cephede yer alabilirler. Yeni Haçlı Seferleri’nin iktisadî, dini, içtimaî, siyasî ve fikrî hedeflerinin muhasebesi yapıldığında, anti-emperyalist cephenin ne olduğu tam olarak anlaşılmaktadır.

KaynakAdımlar dergis

‘NATO'nun ‘gladyosu' olan FETÖ, ABD'nin Türkiye'ye yönelik son tehdit aracıydı'
17.10.2017
Elif Sudagezer



Türkiye ve ABD arasında vize kriziyle sonuçlanan gerginliği değerlendiren Vatan Partili Polat "FETÖ, Batılı çizgiden kayan ülkelere müdahale için NATO'nun kullandığı araçtı. Ancak darbe girişimiyle son kozunu oynayan ABD'nin hiç bir kozu kalmadı" dedi.

ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz'un, Ankara'nın 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tuttuğu FETÖ'nün üyesi olduğu suçlamasıyla, tutuklanmasının ardından Türkiye ve ABD bu sefer de vize kriziyle karşı karşıya geldi. Hem Ortadoğu'daki dengelerin değişimi hem de Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerinin salt gerginlikten ibaret bir hale gelmesiyle birlikte savunma ve dış siyaset gibi makro konularda temel tezatlıklar içine giren iki ülke arasındaki ilişkiler, vizelerin karşılıklı olarak süresiz şekilde askıya alınmasıyla kopma noktasına geldi. Ancak dev bir yapboza dönen Türkiye-ABD ilişkilerini incelemek için, çok çeşitli parçaları bir araya getirmeye ihtiyaç var. Bu parçaların ilki, Irak ve Suriye'de büyük çıkar ayrılığı içerisine giren iki ülkenin karşıt taraflarda yerini alması. Başka bir deyişle, ABD'nin Irak ve Suriye'de YPG'ye verdiği desteğe karşılık Türkiye'nin stratejik çıkarlarını Avrasya'ya yaklaşmakta ve bölgesel entegrasyonda bulması.
Türkiye'nin Rusya'yla ilişkileri çok büyük oranda geliştirerek; sadece ilişkilerin iyileşmesine değil ayrıca stratejik hamlelerindeki değişikliğe işaret eden S-400 anlaşmasını imzalaması ise yapbozun ikinci büyük parçası. İkili ilişkilerdeki üçüncü önemli değişken ise 15 Temmuz başarısız darbe girişimiyle su yüzüne çıkan ve ilişkileri onarılması neredeyse imkansız hale getiren FETÖ meselesi. Zira, 15 Temmuz 2016'da yaşanan darbe girişiminin ardından Ankara ve Washington'ın en çözümsüz konusu Fetullah Gülen'in iadesi konusunda mutabakata varılamaması, hatta süreçte bir arpa boyu yol alınamaması oldu. Peki, ilişkilerin bu hale gelmesinde önemli rolü olan FETÖ sürecin tetikleyicisi mi, yoksa sonucu mu? Başka bir deyişle, FETÖ, bir ABD projesi mi yoksa ülkenin Türkiye'ye karşı taktiksel olarak kullandığı silahlardan yalnızca bir tanesi mi?

‘ABD'NİN ASIL DERDİ TÜRKİYE'NİN AVRASYA'YA KAYIŞI'

Konuyu Sputnik'e değerlendiren Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı Soner Polat'a göre FETÖ, Türk-Amerikan krizindeki önemli etmenlerden birisi olsa da, krizi anlamak için bakılması gereken büyük resim ‘bölgedeki jeopolitik fay hatlarının hareketlenmesi.'

Türkiye'nin Avrasya'ya kayış sürecinin önüne geçilemez bir hal aldığına işaret eden Polat "Bugün Türkiye emin ve ağır adımlarla Avrasya'ya doğru kayıyor. Bunu, ülkenin attığı adımlarla görebilirsiniz. Rusya, İran ve dolaylı olarak Suriye'yle anlaşmanın sonucu gerçekleşen İdlib harekatı da; İran ve Irak'la birlikte ortak bir strateji dahilinde karşıt olunan Barzani referandumu da, bu sürecin en önemli göstergeleri. Bakın, şimdi Kerkük'e yönelik bir müdahale var. Türkiye müdahaleyi desteklediğini söyledi. Habur Sınır Kapısı'nın Irak merkezi hükümetine geçmesi için Milli Güvenlik Kurulu hükümeti bu yönde adım atmak için destekledi" ifadelerini kullandı.

‘ABD TÜRKİYE'NİN GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDEN UNSURLARI DESTEKLİYOR'

ABD'nin bu süreçte Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden unsurları desteklediğine ve bölgedeki istikrarsızlığı sürülebilir kılmayı hedefleyen adımlar attığına değinen Polat "Kuzey Suriye'de terör kantonları kuruluyor. Burada Kobani ve Cizre kantonlarında Amerika'nın en az 10 tane üssü var. Burada ABD'nin PKK'ya verdiği silahlar normal ihtiyacın 30 kat üzerinde. Bizim yaptığımız hesaplara göre, 50 bin kişilik bir askeri birlik donatılıyor. Amerikan koalisyonu sözcüsünün verdiği bilgiye göre Rakka'da şu an 1500 IŞİD'li var. Zaten onlarla da kimsenin çatıştığı yok, koridor açtılar. Dolayısıyla burada, geçici konjonktürel düzeltilebilir bir kriz yok. Kriz derin ve geriye dönüş ihtimali çok az. Çünkü bunun için Amerika'nın hem Irak hem Suriye'deki projelerinden vazgeçmesi lazım. Bu da mümkün değil" dedi ve ekledi:

"Tabii, bu esnada Türkiye stratejik önemdeki Türk Akımı projesini imzaladı, Rusya'yla ilişkilerini belirli bir olgunluğa getirdi. (ABD'nin) buradaki çabası, Türkiye'nin Avrasya blokuna kayışını engelleyerek ülkeyi Batı Bloku'nda tutmak. Ama şu an karşılarında eski Türkiye yok. Türkiye eskiden belki çeşitli mekanizmalar kullanılarak geri döndürülebilirdi. Ama bu artık pek mümkün değil. Çelişkiler genel anlamda derin olduğu ben Türkiye'nin genel olarak Batı, özel olarak da ABD'yle mesafesinin her geçen gün daha da açılacağını düşünüyorum" diye konuştu.

ABD'nin Suriye'de yaklaşık 1000 askeri bulunuyor. Fotoğrafta, Rakka'da görevli bir ABD askeri görülüyor.

‘AMERİKANCI POLİTİKALARIN TÜRK HALKINDA KARŞILIĞI YOK'
ABD'nin artık Türkiye'de operasyonel ve etki gücü olmadığını söyleyen Polat "Eskiden hem ABD hem de AB çeşitli baskı mekanizmalarını devreye sokardı, Türkiye üzerinde etkili olduğu bir takım gruplar vardı, onları hareketlendirirdi. Bunlar azaldı. Fethullahçı darbe girişimiyle beraber, bunların devlet içindeki örgütlenmesi darmadağın edildi" dedi.

Polat "İkincisi Türkiye'de fütursuzca Batı lehine propaganda yapan gruplar çok daha temkinli davranıyor. Türkiye, artık ABD karşıtlığında dünya birincisi. Yabancı bir şirkete göre Türkiye'deki ABD karşıtlığı yüzde 72, Türk bir şirkete göre ise yüzde 83. Bu yüzden artık Amerikancı politikaların Türk halkında karşıtlığı yok. Eskiden oy getiren bu politikalar, şimdi ters etki yapıyor" ifadelerini kullandı.

Batı'nın Türkiye'nin her alanda çıkarlarına saldırdığına ve Türkiye'nin de bunları kabul edecek bir pozisyonda olmadığını vurgulayan Polat "Türkiye ‘nin mecburiyetleri ve jeopolitik zorunlulukları var. Batı, Türkiye'nin bütün stratejik çıkar alanlarına saldırıyor. Türkiye bunlara razı olursa da bölünecek ama tarihinde imparatorluk kurmuş olan bir köklü bir devletin de bunları kabul etmesi mümkün değil Bu çatlaklar büyüyecek. Bugün, daha batıya yakın gözüken muhalefet partileri de iktidar olsa bu değişmez. Çünkü devletler jeopolitik varlıklardır" dedi.

‘FETÖ, NATO'NUN GLADYOSUYDU'

İki ülke arasında, FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanan ABD Konsolosluğu çalışanı Topuz'un yarattığı gerilim ve vize krizinin anlaşılması için NATO-FETÖ bağının anlaşılmasının gereğini savunan Polat "NATO sadece bir askeri ittifak olarak değil üye ülkelerin siyasi hayatına bir müdahale eden bir güç. ‘Gladyo' diye çok bilinen bir kurum var. Bu kurum NATO ve Batı çizgisinden uzaklaşan ülkelere ayar verme aracı. Bu ayar verme süreci, İtalya'da başbakanlarının öldürülmesine kadar gitmişti. Bu ‘Gladyo' görevini de Türkiye'de Fethullahçı çete devraldı. Düşünsenize, silahlı kuvvetlerden, emniyete hatta Hakimler ve Savcılar Kurulu'na (HSYK) kadar sızmış bir örgüt bu. Küçük bir rakamdan bahsetmiyoruz; 12 bin hakimden 5 bini bu örgüttendi. Balyoz, Ergenekon ve askeri casusluklarda bu örgüt görev yapıyordu. Tabii son olarak da silahlı bir biçimde 15 Temmuz darbe girişiminde…" dedi.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ABD'nin Türkiye'de etki mekanizmasının kalmadığını söyleyen Polat "ABD, artık Türkiye'ye, askeri bir yolla veya tertip kurarak, müdahale etme şansını kaybetti. Bunu ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ve Eski ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper bizzat itiraf etti. Şu an çaresizlikten, Türkiye'yi vize veya NATO üyeliği gibi hususlarla tehdit etmeye çalışıyor. Kaldı ki, ABD, Türkiye'yi NATO'dan da çıkaramaz. Türkiye NATO'dan çıkınca jeopolitik denge tamamen Batı aleyhine olacak; Türkiye'nin Avrasya'ya yolculuğunun seyri daha hızlanacaktır" ifadelerine yer verdi.
Sputnik

TÜRKİYE – NATO İLİŞKİLERİ
İgor MOLOTOV
11 Temmuz 2017



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le Hamburg’da gerçekleştirdiği görüşmeyi değerlendiren Russia Today muhabiri İgor Molotov, Türkiye’nin ABD ve NATO işgalinden kurtulmaya başladığını belirtti.

Hamburg’da yapılan G20 Zirvesi’nden geriye çok sayıda Putin-Erdoğan fotoğraflarının kaldığını belirten Molotov, fotoğraflarda her iki liderin içten gülümsediğine dikkat çekti.

Putin’in, Erdoğan’ın Suriye’deki krizin çözümündeki katkısını takdir etmesini ve teşekkür etmesini değerlendiren Rus gazeteci, bu açıklamadan iki ülkenin ortak çalışmasının yoğun biçimde sürdüğünün anlaşıldığını belirterek, “Medyadan Türk-Rus ilişkilerine dair hep olumsuz şeyler duymaya alıştık. Oysa Türk Akımı’nın deniz derinliğindeki bölümü döşenmeye başladı, yani bu projenin bozulacağı yönündeki söylentiler asılsız çıktı. Ayrıca sürekli Suriye konusunda istişareler yapılıyor. Türkiye sadece iş ortağı değil Rusya’nın bu istikrarsız bölgesindeki jeopolitik müttefiki haline gelmeye başladı” diye yazdı.

Erdoğan’ın referandum sonucu aradığı tam iktidarı nihayetinde aldığına dikkat çeken Molotov, “Evet her şey pürüzsüz değil ama bu Rusya için çok iyi bir sonuç oldu. Biz, en zor anda, neredeyse fiziksel olarak öldürüleceği bir zamanda, Erdoğan’a destek verdik. Türkiye’deki darbe teşebbüsü sırasında Erdoğan’a yardım elini uzatan Putin oldu. Böylelikle, Rus uçağın düşürülmesiyle ateşlenen kriz aşılmış oldu” ifadelerini kullandı.

Rus uçağın düşürülmesinin büyük ölçekli provokasyon olduğu şimdi ortada olduğunu belirten Molotov, bu konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu: “Bunu sineye çekip yoluna devam edebilmek için büyük bir cesarete ihtiyaç vardı. Türkiye’nin muhafazakar NATO karşıtı çevrelerinde bu saldırı açık bir şekilde algılandı: Entelektüel yazar ve siyasetçi Ali Osman Zor, uçağın, ABD’nin çıkarları için çalışan ‘turuncu güçler’ tarafından düşürüldüğünü söyledi bana. ‘Suriye semalarında Türkiye vuruldu’ böyle söyledi bana. NATO mantalitesine sahip güçler tek bir vuruşla Erdoğan’ı Rusya’yla müttefik ilişkilerden koparmak istedi. Aynı bu güçler, yüzde yüz ABD yanlısı cumhurbaşkanını iktidara getirmesi gereken darbenin organizatörleriyle de işbirliği yaptı. Açık biçimde Rusya’yla jeopolitik ittifaktan yana tavır sergileyen Ali Osman Zor bana şunu söyledi ki, şimdi Rusya ve Türkiye karşıtı partiler yeniden rövanş peşinde, bunu Rusya’dan yana seçim yaptığı içinde Erdoğan’ın maruz kaldığı suçlamalar yağmurundan görüyoruz”.

Bir zamanlar dost olan ve dış politikayı ortaklaşa belirleyen Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın arasını ABD yanlısı güçlerin bozduğunu kaydeden Molotov, aynı bu güçlerin Moskova’yı da ‘tarihi düşman’ olarak göstermeye çalıştığını ve insanların, Türkiye ve tüm bölgenin düşmanı olan ABD’nin işlediği suçları unutması için elinden geleni yaptığını yazdı.

Erdoğan’ın sıkça NATO mantalitesine sahip güçlerin öfkesini üzerine çekme riskiyle karşı karşıya kalarak Rusya yanlısı duruş aldığını belirten, “Referandumdan sonra Türkiye’nin muhafazakar çevreleri, yeni sultanlarından Rusya’yla işbirliği konusunda ilkeli duruş sergilemesini bekliyor. Bu güçler çoktandır jeopolitik partner olarak seçimini Rusya’dan yana yaptı. Muhafazakarlar gözlerimin içine baka baka bana, ‘Avrupa yolundan bıktık’ diyorlar” ifadelerine yer verdi.

“Türkiye’nin siyasi işgalden kurtulmaya başladığını görüyoruz” diyen Molotov, eski CIA Başkanı John Brennan ve yardımcısı David Cohen’a karşı darbeyi organize etme suçlamasıyla açılan davaya dikkat çekerek bu konuda şu yorumda bulundu: “Bu ABD karşıtı vektörü güçlendiriyor. Buna karşılık ABD’de CNN, Türkiye’deki oylamayla ilgili haberi ‘Türk demokrasinin ölümü’ başlığıyla veriyor. Avrupa Parlamentosu da Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili görüşmelerin askıya alınması çağrısının yer aldığı tasarıyı kabul ediyor. Tüm bunlar aslında Türk entelektüeller ve politikacılar için büyük sevinç. Türk komünist ve troçkistlerden sevinç dolu mektuplar aldım. Belki Recep Tayyip Erdoğan da İstanbul rezidansında, NATO yanlısı partinin bir kez daha yenilmesine sevinerek gülümsemiştir”.

‘Türkler çok açık çocuklar’ diyen Molotov, “Onlar bizim ortak ve karmaşık tarihimizi anımsamayı seviyor. İngiltere’nin bu tarihteki rolünü de. O rol ki, yüz yıl sonra şimdi ABD oynuyor” diye ekledi.
Sputnik

'Türkiye, Batı ve NATO'dan emin adımlarla uzaklaşıyor'
20.07.2017URL'yi kısaltın
Elif Sudagezer



Berlin-Ankara gerilimini Sputnik'e yorumlayan Emekli Tümamiral Soner Polat, Almanya'nın suni krizler yaratarak Erdoğan ve Türkiye karşıtlığı üzerinden prim yapmaya çalıştığına işaret etti. Polat, "Türkiye Batı'dan ve NATO'dan emin adımlarla uzaklaşıyor" dedi.

Almanya ve Türkiye'nin içinde bulunduğu kriz, aralarında Alman vatandaşı Peter Steudtner'ın da bulunduğu altı aktivistin İstanbul Büyükada'da gözaltına alındıktan sonra tutuklanmasıyla bir kez daha tırmanışa geçti. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel'in Türkiye'yi ticari ilişkiler ve turizm alanlarında sıkıntı bir döneme girilebileceğine işaret etti. Peki Almanya ve Türkiye arasındaki bu gerilim yalnızca ekonomiye mi olumsuz etki eder?
Sputnik'e konuşan Emekli Tümamiral Soner Polat'a göre, Almanya'nın "bile isteye tırmandığı" bu kriz, Türkiye'nin NATO'dan uzaklaşmasının da önemli bir kilometre taşı. Türkiye'nin NATO'dan uzaklaşmakta olduğunu söyleyen Polat "Türkiye emin ama ağır adımlarla Avrasya'ya yaklaşıyor. Bu sancılı bir süreç. 1952 senesinden beri Batı kulübünde olan Türkiye'nin NATO'dan sancısız ve sorunsuz bir şekilde geçiş yapmasını beklemek fazla inandırıcı olmaz. Almanya'nın bu açıklamaları Türkiye'nin NATO'daki pozisyonunu mutlaka etkileyecektir" dedi.

‘SUNİ KRİZLERLE PRİM YAPMA PEŞİNDELER'

Batılı ülkelerin Avrupa karşıtlığının da NATO'dan kopuşa tuz biber eker nitelikte olduğuna işaret eden Polat "Zira Batılı ülkelerin halihazırda Türkiye karşıtlığı söz konusu. Bu karşıtlık özellikle de 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından daha da arttı. Avustralya'dan Yeni Zelanda'ya; Avrupa'dan ABD'ye Türkiye'ye karşı bir ön yargı var" dedi.

Polat "Türkiye karşıtlığı AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden maskeleniyor. Asıl hedef Türkiye ama bütün olayların sorumlusu Erdoğan'mış gibi gösteriliyor. Almanya bu krizi bilerek tırmandırıyor, İncirlik krizini de kendi çıkardı. Normalde İncirlik Üssü'ne veya Konya'ya milletvekili gelse ne olur, gelmese ne olur? Oraya milletvekili gelse, Alman uçakları daha mı iyi uçacak? Bunlar suni krizler" ifadelerini kullandı.

Erdoğan karşıtlığı Avrupa'da iç siyasette prim yaptığını söyleyen Polat "Aynı Brexit sürecinde İngiltere Dışişleri Bakanı ve Londra'nın Belediye Başkanı Boris Johnson, Brexit sürecini kampanyasını Türkiye karşıtlığı üzerine inşa etmiş olması gibi şimdi de Hollanda ve şimdi de Almanya'da da benzer bir Türkiye karşıtlığı söz konusu. Erdoğan'ın G-20 zirvesinde konuşturulmaması büyük bir skandaldır. Türkiye, Batı'dan uzaklaşıyor" diye konuştu.

‘TÜRKİYE, YUNANİSTAN VEYA SURİYE DEĞİL'

Almanya'yı ‘rasyonel adımlara atmaya' çağıran Polat "Bana kalırsa, Almanya da bir Avrasya ülkesi. Bu sebeple daha dengeli adımlar atması gerekirken Türkiye'yi ticaret ve turizm alanlarıyla ilgili tehdit ediyor. Ama şunu unutmamak lazım ilişkiler durursa, daha çok malı satan Almanya daha büyük zarara girer. Almanya'yı rasyonel çizgiye davet ediyorum" dedi.

Berlin'in Türkiye'deki yargı sürecine müdahaleci bir söylem içinde olduğunu savunan Polat "Fethullahçı darbe terörüyle ilgili her şey belirliyken, Almanya'nın tutumu belli, doğrudan Türk yargısına müdahale anlamında sözcükler kullanıyorlar. Herkes Türkiye'nin Yunanistan, Irak veya Suriye olmadığını anlaması gerekiyor. Anlamazlarsa da öğreneceklerdir" diye ekledi.
Sputnik

Putin: NATO kiminle savaşmaya hazırlanıyor?
31.05.2017

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, NATO’nun Moskova’yla ilişkileri iyileştirme ve askeri harcamalarını artırma planları arasında çelişki olduğunu belirtti.

Fransa ziyaretinin sonunda Le Figaro gazetesine konuşan Putin, "ABD'nin günümüzde geriye kalan tüm ülkelerin toplamından daha fazla askeri harcama yaptığı çok iyi biliniyor. Bu yüzden bu yükün bir kısmını NATO müttefiklerinin üstüne atmak isteyen ABD Başkanı'nı çok iyi anlıyorum. Bu açık ve pragmatik bir yaklaşım" dedi.
Putin, "NATO zirvesinde, Rusya'yla iyi ilişkileri kurmak istedikleri ifade edildi. Bu durumda neden askeri harcamalar artırılıyor? Kime karşı savaşmayı düşünüyorsunuz? Bu noktada bazı iç çelişkiler var" diye konuştu.

'KENDİMİZDEN EMİNİZ'

"Aslında bu bizim işimiz değil" diyen Putin, "Hangi ülkenin kaç para vermesine gerektiğine NATO karar versin, bizi pek endişelendirmiyor. Biz kendi savunmamızı sağlıyoruz, bunu geleceğe yönelik güvenilir biçimde yapıyoruz. Kendimizden eminiz" açıklamasında bulundu.

Sputnik

Uzmanlar uyardı: NATO’nun Suriye’ye girmesi krizi büyütür
26.05.2017
MUSTAFA KÖMÜŞ



Prof. Dr. Ünal: NATO’nun koalisyona girmesi için bir neden yok. Girerse de ne Almanya ne de Norveç kara birliği olarak yer almaz. Bu olsa olsa Türkiye’yi NATO yoluyla Suriye’ye sokmak olur.

Doç. Dr. Doster: ABD emperyalizminin işgal aygıtı NATO, koalisyona katılarak imaj tazelemek istiyor. NATO girerse Suriye’yi mevcut halinden çok daha korkunç günler bekliyor olacak.

NATO’nun ABD’nin önderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyona katılacağı açıklandı. Brüksel’de gerçekleştirilen NATO zirvesi öncesinde açıklanan karar tartışmalara yol açtı. NATO’nun daha önce müdahale ettiği Libya ve Yugoslavya’daki kirli sicili, benzer bir senaryonun Suriye’de de hayata geçirilmek istendiği sorularını gündeme getirdi. Uzmanlar NATO’nun koalisyona katılmasının ne anlama geldiğini, Rakka operasyonu öncesinde bu kararın zamanlamasını değerlendirdi. Atılım Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hasan Ünal ve siyaset bilimci Doç. Dr. Barış Doster, NATO kararının yaşanan çıkmazı daha da derinleştireceğini kaydetti.

»NATO’nun IŞİD karşıtı koalisyona katılım kararı alması ne anlama geliyor?

Ünal: NATO’nun katılma kararı alması için Türkiye’nin de onayı gerekir. Türkiye üye bir devlet olarak bunu veto eder. Bence etmelidir de. NATO’nun IŞİD karşıtı koalisyona katılmasını gerektiren bir durum yok şu anda. Eğer sadece Amerika ve YPG’yle böyle bir operasyon yapılmaması gerektiği düşünülüyorsa, o zaman buradan Türkiye’nin çıkarı ne olur diye bakmak lazım. Türkiye’nin çıkarı bu işin içinde YPG’nin olmamasıdır. Eğer “YPG’yi çıkaralım, NATO’dan kara birlikleri oluşturalım” kararı alınırsa ve “Bunlarla IŞİD’in üstüne gidelim” deniliyorsa bu olabilir. Bu da tabii teorik bir şey. Ben örneğin ne Almanya’nın ne de Norveç’in bu koalisyonda kara birliği olarak yer alabileceğini düşünmüyorum. Bu olsa olsa Türkiye’yi NATO yoluyla Suriye’ye sokmak olur. Türkiye ise defalarca müzakerelerde YPG bu işe katılmazsa, Rakka operasyonunda yer alacağını söylemişti. Fakat ABD tarafından bu kabul görmüyor. Dolayısıyla ben bu çerçevede NATO kararı çıkacağını düşünmüyorum. Tabii bizim bilmediğimiz bir takım görüşmeler var ise durum başka bir şekilde ilerleyebilir.

Doster: NATO niye kurumsal kimliğiyle bu koalisyona geç katıldı. Şu sebeplerden: Zaten NATO üyeleri başta ABD ve İngiltere, bölgesel düzlemde Türkiye başta olmak üzere IŞİD karşıtı koalisyonun bir parçası oldular. NATO bu koalisyona kurumsal olarak katılarak imaj tazelemek istiyor. NATO, Soğuk Savaş’tan sonra işsiz kalmıştı, Varşova Paktı dağıldıktan sonra NATO’ya yeni bir düşman aranıyordu. NATO’da diyor ki: “Benim kurumsal kimliğimin devamını eleştirenler, karşı çıkanlar var. Aynı zamanda SSCB yıkıldı, Varşova Paktı dağıldı, Berlin Duvarı çöktü, Soğuk Savaş bitti, NATO’ya ne gerek var diyenler de var. Bunun önü alınmaya çalışılıyor. NATO küresel ölçekte terörün karşısında olduğunu göstermek, varlığına ihtiyaç olduğunu göstermek istiyor. Bu yüzden de koalisyona girdik denilmek isteniyor. NATO da düşmansız kalmadığını kendisini eleştirenlere, varlığını sorgulayanlara göstermek için bir imaj tazelemesi yapmaya çalışıyor. Yoksa hiçbir inandırıcılığı yoktur bu girişimin. Zaten ABD demek, NATO demektir. NATO ABD emperyalizminin işgal aygıtıdır. NATO’da ABD’ye rağmen bir karar çıkmaz. ABD dilediği zaman NATO’yu kendi projelerini hayata geçirmek için araç olarak kullanır. Kendi burnunu sokamadığı yerlere NATO şemsiyesiyle giriyor. Baltık Cumhuriyetlerine NATO kılıfıyla yanaşıyor, oralarda NATO tatbikatları yapıyor.

»NATO’nun koalisyona katılma kararı alması Rakka operasyonu sonrasında bir dizayn planı olabilir mi?

Ünal: Rakka operasyonu tamamlandıktan sonra YPG’nin orada kendi yönetimini kurmasını engellemek için yine asker gönderme anlamında böyle bir şey olabilir. Fakat ABD’nin böyle bir fikri var mı onu da bilmiyorum. ABD’nin şu anki politikası orada YPG’nin yönetimini sağlamlaştırmak yönünde. Dolayısıyla pratik olarak bana pek mantıklı gelmiyor.

Doster: Rakka harekâtından önce Suriye şekillendirilmeye başlandı. Onun için Rakka operasyonunun sonucunu beklemeye gerek yok. Şu anda Türkiye’nin sınırında ABD var, Rusya var, PYD var bir de İran’ın rejim üzerinden bir nüfuzu var. Bunu dikkate aldığımızda Rakka harekâtından evvel şekillendirilmeye başlanan Suriye sahası Rakka harekâtından sonra da şekillendirilmeye devam edecektir. Şu anda Suriye’de Rusya nüfuz sahibi, Irak’ta ABD nüfuz sahibi. İki büyük güç böyle bir iş bölümü yaptılar gibi bir fotoğraf söz konusu. Ben ABD ve Rusya’nın Suriye’de stratejik düzlemde örtüşmeseler dahi kimi taktik konularda ikisinin uzlaştıklarını düşünüyorum. Misal; her ikisi de PYD’yi destekliyor.

»NATO daha önce Yugoslavya’ya ve yakın zamanda da Libya’ya müdahale etti. Yugoslavya birçok parçaya bölündü, Libya da benzer durumda. Suriye’de de böyle gelişmeler olabilir mi?

Ünal: Suriye zaten o yolda ilerliyor. Bunun için NATO’nun müdahalesine gerek yok. Suriye zaten hızla bölünmeye doğru gidiyor. Bölünmeyi hızlandıran olayların müsebbibi bir taraftan ABD ve YPG, öbür taraftan da Türkiye’nin bizzat kendisi. Türkiye bu politikayla Suriye’yi bölünmeye zorluyor. Çünkü Suriye’nin meşru hükümetiyle işbirliği yapmamakta ısrar ediyor ve bunu bir takıntı haline getirmiş durumda. Bunun Türkiye’nin dış politika çıkarlarına hizmet eden bir tarafı da yok.

Doster: ABD emperyalizminin işgal aygıtı olan NATO, ABD’nin şemsiyesi olarak giriyorsa, orası mevcut halinden çok daha korkunç günlere gebedir. Maalesef mevcut durumundan çok daha korkunç günlere gelecektir demektir.

»NATO’nun koalisyona katılmasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bu koalisyona katılmasının önü açılabilir mi?

Ünal: TSK’nın oraya girebilmesi için ABD’yle Türkiye arasında bir mutabakat lazım. NATO kendi kendine karar alan bağımsız bir örgüt değil. Orada Türkiye’nin veto hakkı olduğu gibi ABD’nin de bir veto hakkı var. Dolayısıyla NATO’nun ne yapacağı konusunda ABD’yle Türkiye arasında bir ön uzlaşma gerekir. Türkiye ile ABD uzlaşırsa, NATO’nun ne tür bir operasyon yapacağını, siyasi amacının ne olacağını belirlerse yapılabilir. Ancak ben şu an buna uygun bir siyasi ortam oluştuğu kanaatinde değilim. Çünkü ABD, YPG’yi o bölgeye egemen kılmakta kararlı görünüyor. Türkiye ile ilişkilerine zarar vermesini de göze alarak bunu yapıyor. Türkiye de bunu kabul etmeyeceğini ısrarla söylüyor. Dolayısıyla iki tarafı bir araya getirecek sihirli bir NATO formülü bulunabilir mi, bilemiyorum.

Doster: ABD Rakka’nın IŞİD için ne kadar önemli olduğunu, IŞİD’in oraya ne kadar büyük yığınak yaptığını, ne kadar orada direneceğini ve mukavemet edeceğini biliyor. Bu bağlamda ABD kendi imkân ve kabiliyetine ilaveten PYD’nin tamamen yeterli olmayacağını, muhakkak sahada TSK’nın olması gerektiğini de biliyor. Ama Türkiye’nin bu konuda bir rezervi var. Diyor ki: “Ya benimle hareket et, ya da ben PYD’yle aynı fotoğraf karesine girmem.” Bana kalırsa ABD bu operasyonun son dakikasına kadar Türkiye’yi ikna etmek için çabalayacak. Türkiye de kendi tezinde ısrar edecektir. Ama ABD kendi tercihi açısından Türkiye’nin bu operasyonda kendisiyle yan yana görmek ister.
BirGün

DÜNYA BARIŞINI SAĞLAMAK İÇİN BRÜKSELE ACİL MÜDAHALE LÂZIM
18 Kasım 2017



Kuzey Atlantik Haçlı Terör Örgütü NATO’nun merkez ininin bulunduğu Brüksel’de iki hafta öncesinden başlayan isyan, her geçen gün şiddetini artırarak devam ediyor.

Göçmen gençlerin ağırlıklı olduğu, taş ile sopa kullandıkları gözlenen farklı gruplar polise saldırıyor, süpermarketleri yağmalayıp yıkıyor, arabaları yakıyor ve Brüksel sokaklarında Noel süslemelerini tahrip ediyor.

Üç gündür şiddeti artan isyanda onlarca polis feci şekilde yaralanırken, Place de la Monnaie ve özellikle Brüksel Operası’nın çevresi isyan ateşini en şiddetli yaşandığı yerler oldu.

Sosyal paylaşım ağları üzerinden iç savaş benzeri tabloları aratmayan çatışma görüntüleri paylaşılıyor.

Güvenlik kuvvetlerinin yetersiz kalması ve korkudan ne yapacaklarını bilmemesi meseleyi daha bir enteresan kılıyor ve isyanların çıktığı noktalara müdahale edebilmek için kalabalık takviye birliklerini beklemek zorunda kalıyorlar.

Soğuk Savaş döneminde Komünizm tehlikesine karşı Batı’nın koruma gücü olarak kurulan NATO, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ardından, kuruluş gerekçesinin ortadan kalkmış olmasıyla birlikte ya yeni bir görev tanımı yapmak veya kendisini lağvetmek durumunda kalmıştı. Bu süreçte NATO’ya yeni bir görev tanımı yapıldı. NATO artık bir koruma gücü değil, Batı medeniyetin hâkim olduğu dünyada, bu medeniyetin düzenleyici jandarma rolü oynayacaktı. Artık Batı medeniyetinin hâkim olduğu bu yeni dünyada, Batı düzenine karşı gelerek kaosa yol açabilecek yegâne güç de Müslümanlar olduğu için, NATO’nun düşman rengi, kırmızıdan yeşile tebdil edilmişti.

Yâni Müslümanlar askeri bir güç olarak da değil, ancak bir asayiş meselesi olarak görülüyordu ve NATO da Batı düzeni içinde asayişi bozacak Müslümanlara karşı global köyün jandarması olacaktı.

Olacaktı diyoruz çünkü evdeki hesaplar çarşıya uymadı.

Müslümanlar askerî bir güç olarak Amerika’nın başını çektiği emperyalizme karşı anti-emperyalizm bayrağını yükseltirlerken, Batı’nın İslâm dünyasına karşı başlattığı bu son Haçlı saldırısında terör estirip Müslümanları katletmenin aracı oluyordu.

Şimdilerde ise dünyaya nizam verme fikrini geçtik, artık kendi merkezleri düzene muhtaç durumda. Kendi merkezleri en büyük asayiş problemleri ile karşı karşıya.

İşin doğru-yanlış kısmını geçtik, durum, “himmete muhtaç dede, gayrıyaasıl himmet ede?” deyimiyle açıklanabilecek bir keyfiyet arzediyor ve dünya barışına sağlamak için Brüksel’e acil müdahale edilmesi gerekiyor.

Adımlar Avrupa
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com