EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Suudî Sapık ZorbalarIn Esaretindeki Ülke: Arabistan

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İSLÂM DÜNYAS!
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Eyl 20, 2008 10:10 pm    Mesaj konusu: Suudî Sapık ZorbalarIn Esaretindeki Ülke: Arabistan Alıntıyla Cevap Gönder

Kumandan Carlos: Lübnan’da Siyonist Tezgâhı
10 Kasım 2017



Lübnan’da yaşanan rahatsız edici gelişmeler hakkında konuşmak istiyorum. Rahatsız edici diyorum; çünkü Lübnan Başbakanı Suudi Arabistan rejiminin adamı olarak bilinirdi. Esasında bir suikast neticesinde öldürülen babasının Suudi Arabistan ile yakın ilişkileri vardı. Şimdi de Başbakan Hariri, öldürüleceğinden endişe ettiğini söyleyerek istifasını verdi. Onun üzerinden bir takım planlar yapıldığı anlaşılıyor.

Yaşanan hadiselerin hepsi gerçekten enteresan ve ben geçmişte de, bugün de söylenenlerin hepsinin düşman manipülasyonundan ibaret olduğunu düşünüyorum. Lübnan hükümetini indirmek için bahane arıyorlar. Çünkü Lübnan hükümeti vatansever bir hükümettir ve bir Hıristiyan Marunî olan Lübnan Cumhurbaşkanı General Mişel Avn da gerçekten bir Lübnan vatanseveridir. Aynı zamanda o Hizbullah’ın da müttefikidir, çünkü Hizbullah İsrail ile savaşmaktadır. Lübnan Cumhurbaşkanı, kesinlikle İsrail yahut emperyalist ajanı değildir. Şu anda tabiri caizse bir komedi yaşanıyor ve yalanlar söyleniyor. Hizbullah Hariri’yi öldürmek istiyor olabilir, bunun için bir mesaj da göndermiş olabilir, bu mümkündür. Fakat, bu tehdidin cumhurbaşkanı aleyhinde propaganda yapmak için bahane edildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla Harirî’nin istifa etmesi gerektiği yönünde kandırıldığını düşünüyorum. Böylece Lübnan’da yeni bir başbakanın göreve başlaması suretiyle siyasî gerilim oluşturabilecekler.

Bu oyunun bir tarafında Suudiler var. Suud ailesi, yapmış olduğu şeylerle bölgeyi dış müdahaleye açık bir vaziyete getiriyor. Körfez’de Suudların en büyük destekçisi, ABD ve İsrail’dir. Suudi Arabistan, İsrail’in İslâm dünyasındaki en önemli müttefikidir. Suudi Arabistan önemli bir aktör ve bu insanlar mukaddes şehirler olan Mekke ve Medine’nin koruyucusu taklidi yapmaktadır. Gerçekte ise Suudi Arabistan’ı yöneten Suud ailesinin bir kısmı Siyonist-Yahudi orijinlidir. Dolayısıyla mukaddes şehirlerimiz Mekke ve Medine Siyonist himayesi altındadır. Bundan evvel müteaddit kere söylediğim üzere, Mekke’nin güvenliğinden sorumlu olan şirket bir İsrail şirketidir. Bu dahî, Müslüman ülkedeki bu hükümeti ortadan kaldırmak için yeterli bir sebeptir; ki buna mukabil nasıl oluyor da bu hükümet iktidarda kalabiliyor ve rejim korunabiliyor?

Lübnan’a dönersek; Lübnan’ın Araplarının Suriye hükümetiyle tekrar barıştığı bir dönemde bunlar yaşanıyor. Lübnan’ın Suriye meselesinin başlangıcında aldığı tavır değişmişti. Aynı şekilde Türkiye’nin de öyle. Şunu unutmamalıyız ki; bana göre Cumhurbaşkanı Erdoğan çok önemli bir şahıs ve dünya siyaseti açısından en önemli siyasî figür. Suriye savaşı çıkmadan evvel Erdoğan’ın Beşar Esad ile çok yakın ilişkileri vardı. Daha sonra bu ilişkiler bozuldu; fakat Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından Türkiye rejiminde bir takım iyileşmeler yaşandı ve bu gelişmenin devam etmesini bekliyorum. Elbette Türkiye hükümetinin Suriye meselesinde durduğu pozisyon kabul edilebilir değil; fakat şunu asla hatırımızdan çıkarmamalıyız ki, Türkiye bağımsız bir devlet değildir, bir NATO üyesidir. Türkiye hâlâ dış güçler tarafından işgal altında olan bir ülkedir. Türkiye bundan kurtulmaya çalışıyor. Birçok mensubu hakkında davaların açıldığı ordunun bir kısmı Siyonist, Yahudi ve emperyalist ajanlığı yapıyor, bugüne kadar Siyonistlerin ve emperyalistlerin çıkarına hareket ediyordu. Elbette ordunun tamamı değil; ama sözünü ettiklerimiz haindir. Bu söylemek hoş değil; ama devlet teslim edilmiş bir vaziyetteydi, apaçık durum buydu.

Türkiye ve Suriye üzerinde planlar yapanlar, Lübnan cumhurbaşkanını görevinden uzaklaştırmak ve Lübnan’ı karıştırmak için harekete geçti. Bu adam Lübnan’ı muhafaza etmeye çalışan, bu çerçevede Suriye’nin de içinde olduğu diğer Arap devletleriyle de ilişkiler geliştiren, Filistin’in işgaline karşı olan bir adam. Cemayel tarafından kurulan Hıristiyan faşist partisinin ilk üyelerindendi, Cemayel tarafından İsrail’e gönderildi ve o ise sadece Kudüs’e gitti ve dua edip geri geldi. Mesele çok açık, bugün tüm ideolojik ve fikrî ayrılıklara mukabil hangi tarafta olunması gerekiyorsa orada olmak lâzım; Siyonistlerin karşısında olmak lâzım.

İran, dünyadaki en anti Siyonist rejimdir; seversiniz ya da sevmezsiniz. İran ordusu, İsrail’e karşı savaşmıştır; fakat ne yazık ki aynı zamanda Irak direnişine karşı da savaşmıştır. Irak direnişçilerinin bir kısmıyla geçmişte tanışmışlıklarımız oldu. İran son olarak Kürdistan’a müdahale etti kendisini tehlikede hissettiği için. Çok akıllıca bir siyaset izlediklerini düşünmüyorum. Tarihî olarak İran’ın antisemitik olduğunu söylememiz de mümkün değil. Yüzyıllardır kendisini sorumlu hissettiği Şiileri her fırsatta koruyor. İddia edildiği gibi insan hakları da Şiiler bakımından sıkıntılı değil. Fakat İran’ın politikalarından ve Şiilerin tutumundan dolayı Sünnî Müslümanların Şiîlere karşı duruşu her geçen gün daha da sertleşiyor. Onlar sadece Hazreti Ali bin Ebu Talib’i kabul ediyorlar; diğer İslâm halifelerini ise kabul etmiyorlar. Benim fikrime göre Hazreti Ömer bin Hattab en iyi yönetici ve halifedir. Şia’nın bu husustaki fikirleri tabiî ki kabul edilebilir değildir; fakat Siyonizm’e karşı durduklarında yanlarında bulunmak gerekir.

Hülasa; istifa eden Başbakan Said Hariri’nin babası Refik Hariri Beyrut’ta bir suikast sonucu öldürüldü. Suikastın ardından bir takım manipülasyonlar yapıldı. Suriye tarafından bu suikastın gerçekleştirildiği yalanı söylendi. Şunu bilmemiz gerekiyor ki Haririler hain değildir. Yine Lübnan’ı oğul Hariri’ye istifa ettirerek ve istifa ederken bir takım şeyler söyleterek durdurmak ve karıştırmak istiyorlar. Dış müdahalelerle bölgede binlerce Müslüman öldürüldü, öldürülmeye devam ediyor. Biz ve tüm gerçek Müslümanlar, gerek Lübnan için, gerek Suriye için, gerekse de diğer İslâm beldeleri için Allah’a dua etmeli ve mücadeleye devam etmeliyiz.

Allahu Ekber!

04.11.2017
Ilich Ramirez Sanchez

Görüşen: Av. Güven Yılmaz

Tercüme: Faruk Hanedar

Kaynak: Adımlar dergisi

İsrailli lider: Suudi Prens Selman büyük devrimci!
11 Oca, 2018



İsrail ana muhalefet lideri İshak Herzog, Suudi Arabistan’ın Londra merkezli yayın yapan İlaf gazetesine verdiği röportajda, İsrail ile Filistinliler arasında kesintiye uğrayan barış sürecini Suudi Arabistan’ın “diriltmesine” yardımcı olması gerektiğini savunarak, Riyad yönetimine Mescid-i Aksa’yla ilgili gelecekteki anlaşmalarda “merkezi rol verilmesi” gerektiğini söyledi.
Suudi Arabistan’ın İslam’ın kutsal mekanlarında üstlendiği rolü metheden Herzog, Mescid-i Aksa’da da Riyad yönetimine rol verilmesi gerektiğini savundu.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı “Orta Doğu’daki en büyük devrimcilerden biri” olarak niteleyen Herzog, “Kudüs ve Aksa gibi kutsal mekanlar hakkında müzakereler olacak. Suudi Arabistanlılar İslam’ın kutsal mekanlarında büyük sorumluluk sahibi. Mekke ve Medine’deki sorumluluklarını göz önünde bulundurursak, bence Riyad yönetimine bu konuda (Kudüs ve Mescid-i Aksa) merkezi bir rol verilmeli.” ifadelerini kullandı.

Herzog, son haftalarda Suudi Arabistan gazetesi İlaf’a konuşan üçüncü İsrailli lider oldu. İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot ile Ulaştırma ve İstihbarat Bakanı Yisrael Katz da İlaf gazetesine konuşarak Suudi Arabistan’a sıcak mesajlar vermişti.
İlk Kurşun

İsrailli Bakan'dan veliaht Prens Selman'a davet
13 Aralık 2017



İsrailli Bakan'dan Riyad'a Netanyahu çağrısı

İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz, Suudi Elaf gazetesine verdiği demeçte Suudi Arabistan veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı ülkesine davet etti. Veliaht Prens Selman'ı İsrail-Filistin görüşmelerinde arabuluculuk yapması için davet ettiğini söyleyen İsrailli Bakan Katz, Suudi Kralı Selman'ı da İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yu Riyad'a davet etmeye çağırdı.

​"Amerikan barış planının sponsoru olun"

Sputnik'te yer alan habere göre, Suudi Arabistan'dan 'Arap dünyasının lideri' diye söz eden Katz şunları söyledi:

''Amerikalılar bir barış planı şekillendiriyor, ama içinde ne var bize söylemediler. 'Yaratıcı' bir şeyle ortaya çıkacaklarını ve kimseye anlaşma dayatmayacaklarını söylüyorlar. Bence bu Suudi Arabistan'ın inisiyatif üstlenmesi için bir fırsat. Suudi Arabistan'a, Arap dünyasının lideri olduğundan, bizzat inisiyatif üstlenmesini, Filistinlilere gitmesini ve sponsor olmasını tavsiye ederim.''

Riyad'a Netanyahu çağrısı

Suudi liderliğinde müzakerelere hazır olduğunu söyleyen İsrailli Bakan "Kral Selman'a Netanyahu'ya ziyaret daveti yapması ve Veliaht Prens'e de İsrail'i ziyaret etmesi çağrısında bulunuyorum" dedi.

T24
ETİKETLER
İsrail İstihbarat bakanı yisrael katzsuudi arabistan veliaht prens muhammed bin selman davet

Suudi Arabistan'dan basına Kudüs uyarısı: Trump'ın kararına ilişkin haber ve programlara yer ve
09 Aralık 2017



Trump'ın kararına ilişkin haber ve programlara yer verilmemesine ilişkin bildiri gönderildiği belirtildi

Suudi Arabistan yönetiminin, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma ve Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv'den bu kente taşıma kararı hakkında medya kuruluşlarına uyarıda bulunduğu ileri sürüldü.

Londra merkezi Arapça gazete El Arabi el Cadeed gazetesi, talimatın ülkede bulunan TV, radyo ve gazete yöneticilerine gönderildiğini ifade etti. Haberde Suudi yetkililer televizyon kanallarına Trump'ın kararına ilişkin haberlere, haber programlarında çok fazla yer vermemesine ilişkin bildiri gönderdi. Suudi yetkililerin neden bu şekilde bir karar aldığı ise bilinmediği belirtildi.

Suudi Arabistan elçilğinden yapılan yazılı açıklamada, "Ürdün'de yaşayan ve okuyan Suudi Arabistan vatandaşlarının güvenliği korumak adına protestolardan uzak durmaya davet ediyoruz" ifadesine yer verildi.

Bahreyn elçiliğinden de benzer açıklama yapılarak, "halka açık yerlerdeki protesto gösterilerinden uzak durlması" çağrısında bulunuldu.

T24
ETİKETLER
suudi arabistan haber medya basın trump sınırlama basına kudüs uyarısı israil başkent

CIA'dan itiraf niteliğinde açıklama!
04 Aralık 2017

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Başkanı Mike Pompeo, Kaliforniya'da düzenlenen Reagan Ulusal Savunma Forumu'nda Ortadoğu'da neler planladıklarını itiraf eden bir konuşma yaptı.

İSRAİL VE SUUDİ ARABİSTAN ORTAKLIĞI

Pompeo, Suudi Arabistan, İsrail ve bazı Körfez ülkerinin "terörizmle mücadelede" birlikte çalıştıklarını vurguladı. Pompeo bu işbirliğinin Körfez bölgesini ve Ortadoğu'yu "daha güvenli" hale getireceğini savundu.

ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Başkanı Mike Pompeo'nun bu açıklaması geçen hafta içinde ABD'nin Ortadoğu'da yeniden bir dizaynın peşinde olduğu tezini de güçlendirdi.

Bu teze göre Amerika , Suudi Arabistan üzerinden yeni bir savaş başlatacak ancak bunu bu kez açıktan değil perde arkasından yapacak.

Haber Fedai
Etiketler : israil, Suudi Arabistan, Mike Pompeo

İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, Suudi Arabistan'a İran'a karşı işbirliği yapma teklifinde bulundu
17.11.2017



Suudi Arabistan 'ın "İlaf" gazetesine konuşan İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, " İran 'a karşı Suudi Arabistan ve diğer ılımlı Arap ülkeleriyle tecrübe ve istihbarat paylaşmaya hazırız" dedi.

Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir çok ortak çıkar bulunduğunu savunan Eisenkot, " ABD Başkanı Donald Trump 'ın liderliği altında bölgede yeni bir uluslararası ittifak kurma fırsatı bulunuyor. İran tehdidini bertaraf etmek için büyük ve kapsamlı bir stratejik planı hayata geçirmeye ihtiyacımız var" ifadelerini kullandı.

Bir Suudi Arabistan gazetesine röportaj veren "ilk" İsrail Genelkurmay Başkanı olan Eisenkot, İran'ın Ortadoğu'daki nüfuzunun hem İsrail hem de Suudi Arabistan için kaygı verici olduğunu belirtti.

Eisenkot, şunları kaydetti:

"İran'ın planı, iki Şii hilaliyle Ortadoğu'yu kontrol etmek. Bunlardan ilki İran'dan Irak'a, oradan da Suriye üzerinden Lübnan'a uzanıyor. Diğeri ise Bahreyn ve Yemen üzerinden Kızıl Deniz'e uzanıyor. Bunun gerçekleşmesini önlemek zorundayız."

İran'ın "yayılmacılığı" hakkında Suudi Arabistanlı yetkililerden duyduklarının İsrail'in endişeleriyle bire bir aynı olduğunu kaydeden Eisenkot, bu konuda Suudilerle İsrailliler arasında "tam bir anlayış birliği" olduğunu söyledi.
Millî Gazete

Suudi Kral'dan İsrail Başbakanı'na 80 milyon dolar
10.05.2016



Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, İsrail Başbakanı Benyamin Natanyahu'ya seçim çalışmalarında kullanması için 80 milyon dolar yollamış.

İsrail İşçi Partisi Başkanı ve İsrail milletvekili İzak Herzog, Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz'in, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun seçim kampanyasını finanse ettiğini açıkladı.
Cumhuriyet'in haberine göre, Panama Belgeleri'ni kaynak gösteren Herzog, Selman'ın Muhammed Eyad Kayali isimli bir Suriyeli-İspanyol kişi aracılığıyla Netanyahu'ya 80 milyon dolar ulaştırdığını belirtti.

Paranın, Netanyahu'ya ulaştırılması amacıyla İsrailli milyarder Teddy Saggi'nin Britanya Virjin Adaları'ndaki bir şirketine aktarıldığı söyleniyor.

TÜRKİYE'DEN 101 ŞİRKET YER ALIYOR

Panama Belgelerinin ikinci dalgasında Türkiye'den 101 şirketin yer aldığı hesaplar da ilk kez dünya kamuoyuna açıklandı.
Sputnik

Suudi Arabistan müftüsünden skandal fetva: Hamas terör örgütüdür, İsrail'le savaşmak caiz değil
14.11.2017



Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh verdiği fetvada Hamas hareketini terör örgütü ilan etti, İsrail'le savaşmanın caiz olmadığını belirtirken Hizbullah'a karşı İsrail ordusuyla iş birliği yapılabileceğini de savundu.

Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh'in skandal bir fetva verdiği ortaya çıktı.

Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh, verdiği fetvada İslami Direniş Hareketi Hamas 'ı terör örgütü ilan ederken İsrail 'le savaşmanın da caiz olmadığını savundu.

Anadolu Ajansı'nın aktardığı habere göre Suudi Müftüsü Abdülaziz Al-i Şeyh'in geçtiğimiz aylarda yerel bir televizyon kanalında katıldığı programa telefonla bağlanan izleyicinin geçen temmuz ayında Mescid-i Aksa'da yaşanan olaylarla ilgili sorusuna verdiği cevapta, "İsrail'e karşı savaşmanın caiz olmadığını, Hamas'ın terör örgütü olduğunu ve Hizbullah'a karşı İsrail ordusuyla iş birliği yapılabileceğini" cevabını verdiği ortaya çıktı.

SUUDİ MÜFTÜYE İSRAİL'DEN TEBRİK

Siyonist İsrail Rejimi İletişim Bakanı Eyüp Kara, Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh'i verdiği skandal fetvadan ötürü tebrik etti.

Siyonist Bakan , "İsrail'e karşı savaşmanın caiz olmadığı ve Hamas'ın terör örgütü olduğu" yönündeki fetvasından dolayı Abdülaziz Al-i Şeyh'i tebrik ederek İsrail işgali altındaki topraklara davet etti.

Bakan Kara, Twitter hesabından şu mesajı paylaştı:

"Suudi Arabistan Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Abdülaziz Al-i Şeyh'i Yahudilere karşı savaşmayı ve onları öldürmeyi yasaklayan fetvasından dolayı tebrik ediyoruz. Al-i Şeyh, Hamas'ın terör örgütü olduğunu ve Filistinlilere zarar verdiğini, Aksa'da yapılan gösterilerin demagojik olduğunu ve İsrail ordusu ile Hizbullah'ı yok etmek için iş birliği yapılabileceğini söyledi. Ben Müftü'yü İsrail'i ziyaret etmeye davet ediyorum; yüksek düzeyli bir saygı ile karşılanacaktır."
Millî Gazete

Tutuklu prenslere işkence: 800 milyar doları verin özgür olun
18 Kasım 2017
Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a yakın isimler, Ritz-Carlton Oteli'nde tutulan zanlılara ‘Parayı verin, serbest kalın’ mesajını ulaştırdı. El konulacak toplam servetin büyüklüğü 800 milyar doları buluyor.

Suudi sarayı, gözaltına aldırdığı prenslere mal varlıklarını devretmeleri karşılığında serbest bırakma teklifi götürdü. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a yakın isimler, Ritz-Carlton Oteli'nde tutulan zanlılara ‘Parayı verin, serbest kalın’ mesajını ulaştırdı. El konulacak toplam servetin büyüklüğü 800 milyar doları buluyor.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gözaltına aldırdığı prenslere mal varlıklarını Riyad yönetimine devretmeleri halinde serbest bırakılma teklifi götürdü. İngiliz Financial Times gazetesi, yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alınan 11 Suudi prens, işadamı ve onlarla bağlantılı kişilerin mal varlıklarının yüzde 70’ine el konulmasının amaçlandığını yazdı. Ülkede dondurulan bin 700 banka hesabı dahil el konulacak toplam servetin büyüklüğü ise tam 800 milyar dolar değerinde.

YA PARAN YA ÖZGÜRLÜĞÜN!

Konuyla ilgili bilgi veren bir kaynak, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a yakın yetkililerin gözaltındakilere ‘Parayı verin, serbest kalın’ dediğini aktardı. Bir başka kaynak da Suudi sarayının ülke hazinesine bu şekilde kaynak sağlamayı hedeflediğini ileri sürdü. Uzun süre düşük seyreden petrol fiyatları nedeniyle Suudi Arabistan’ın bütçe açığı geçen yıl 79 milyar dolar seviyesine kadar yükselmişti. Servet transferini amaçladığı ortaya çıkan tutuklama dalgasında yeni gözaltıların olabileceği de söyleniyor. Yürütülen pazarlıklar sonucunda bazı mal varlıklarının el değiştirdiği ve Riyad yönetiminin kontrolüne geçtiği de ifade ediliyor.

BAZILARI RAZI OLDU

Suudi Arabistan’da 100 milyar dolarlık yolsuzluk iddiasıyla yürütülen operasyonla gözaltına alınanlar arasında, dünyanın en zengin 100 kişisi listesinde bulunan Prens El Velid bin Talal da var. Bazı kaynaklar, gözaltındaki bazı isimlerin, mal varlıklarının önemli bir bölümünün Riyad’a devri karşılığında serbest kalmaya razı olduğunu iddia ediyor. Pazarlıkların gözaltındaki isimlerin tutulduğu Ritz-Carlton Oteli'nde yapıldığı da gelen haberler arasında.

Selman tahta veda edecek

Suudi Arabistan’daki iktidar savaşında son perde oynanıyor. Suudi Arabistan Kralı Selman gelecek hafta tacını 32 yaşındaki oğlu Veliaht Prens Muhammed Bin Salman’a devredecek. İngiliz Daily Mail gazetesinin Kraliyet ailesine yakın bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, Kral Selman bundan sonra siyasette İngiltere’deki Kraliçe gibi bir rol alacak ve yalnızca “Hâdimü’l-Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin Hizmetkarı) ünvanını kullanmaya devam edecek. Görev devrinin ardından yeni kralın İsrail desteğiyle Lübnan ve Suriye’de Hizbullah’la savaşa, İran’a karşı saldırgan politikalara odaklanması bekleniyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın İsrail’den destek almak için milyarlarca dolar vadettiği kaydediliyor.

Tutuklu prenslere işkence

Suudi Arabistan’da gözaltınna alınan Prens Mutab bin Abdullah ve diğer beş kraliyet üyesine güvenlik güçleri tarafından işkence yapıldığı doğrulandı. 2015 yılında hayatını kaybeden Kral Abdullah’ın oğlu Prens Mutaib’ın de aralarında bulunduğu altı prens tutuklanmalarının ardından hastaneye kaldırılırken hastane yetkililerine intihara teşebbüs ettikleri söylendi. Middle East Eye sitesinin haberine göre şiddet gören prenslerden biri karaciğer ve böbrek yetmezliğinden dolayı yoğun bakıma alındı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın emriyle gözaltına alınanlardan en az 17’sinin ağır şiddet gördüğü ancak güvenlik kaygıları nedeniyle isimlerinin gizli tutulduğu aktarıldı.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Suudi sarayı prensler mal varlıkları Veliaht Prens Muhammed bin Selman

‘Suudi Arabistan'ın ılımlı İslam'a geçişi kılıf, asıl mesele petro-dolar'
08.11.2017
Elif Sudagezer



Suudi Arabistan'daki son gelişmeleri uluslararası ekonomi politik bağlamında değerlendiren EPPEN Başkanı Dr. Volkan Özdemir Riyad'da, petrolün uluslararası ticaretinin dolarla yapılmasına yönelik muhaliflerin tasfiye edilmekte olduğuna; meselenin yükselen Çin'in karşısında ABD'nin mücadele çabası olarak anlaşılması gerektiğine işaret etti.

Ortadoğu'da ABD'nin en önemli müttefiki olarak bilinen Suudi Arabistan'da önemli değişim yaşanıyor. Kısa bir süre önce ‘Ilımlı İslam' modeline geçeceğini açıklayan Suudi Arabistan, 4 Kasım'da yapılan bir dizi tutuklama ve görevden almaya sahne oldu. Peki ilk olarak 2015'te Kral Abdullah'ın ölümünden sonra tahta geçen Kral Selman bin Abdülaziz el-Suud'un veliaht değişimine gitmesiyle gündeme gelen yönetim anlayışı değişikliği neyle açıklanabilir? Konuyu Sputnik'e değerlendiren Enerji Piyasaları ve Politikaları Enstitüsü (EPPEN) Başkanı Dr. Volkan Özdemir'e göre Riyad'ın dönüşümü ancak ekonomi politik bağlamında bir değerlendirme üzerinden anlaşılabilir.
Suudi Arabistan'ın günde 10 milyon varil üzeri petrol üretimi ve ortalama günlük 7 milyon varil ihracatıyla petrol ihracatında dünya lideri olduğunu hatırlatan Özdemir "Son 44-45 yıldır dünyada petro-dolar sistemi hüküm sürüyor. Bu da petrolün uluslararası ticaretinin çok büyük oranda dolarla yapılıyor olduğu anlamına geliyor. Bunun temeli 1970'li yıllarda Ortadoğu'daki krizlerle atıldı. Suudi Arabistan o dönemde petrolünü dolarla satmanın taahhüdünü verdi. Doların rezerv para birimi olmasında Suudi petrolünün payı büyük olduğundan; ABD de Suudi Arabistan'ın güvenlik garantörü oldu. Böylece dolar bugüne kadar uluslararası rezerv para birimi oldu; ki bu Amerikan hegemonyasının temel ayağını oluşturuyor" dedi.

SUUDİ ARABİSTAN'DA OLUŞAN PETRO-DOLAR ÇATLAKLARI

Söz konusu durumun son yıllarda, özellikle Obama'nın son döneminde ABD'nin İran'la yakınlaşması dolayısıyla, değişiklere uğradığına işaret eden Özdemir "Ortadoğu'daki Arap Baharı sürecinde Suudlar da kendi güvenlikleri açısından tehdit hissetmeye başladı. Suudlar nezdinde "Acaba, ABD bu garantörlüğü bitirecek bizi ve İran'la mı değiştirecek?" gibi bir şüphe başladı. Bu da Suudi kraliyet ailesi içerisinde ABD dışı güvenlik aktörlerine yönelmeyi gündeme getirdi. Son 3-4 yıldır kraliyet ailesi ilk defa petrolün ticareti konusunda uluslararası politikalar konusunda görüş ayrılığına düştü" diye konuştu.

DEV PETROL İHRACATÇISI ÇİN DEVREDE

Bu görüş ayrılığının öneminin çeşitli dış faktörler ışığında incelenmesi gerektiğine işaret eden Özdemir "Bunlardan birincisi, ABD'nin doğalgazdan sonra petrolde de kendine yeter hale gelmeye başlaması. Bu da Suudi Arabistan petrolüne çok büyük ihtiyacı olmadığına anlamına geliyor. Başka bir deyişle, Suudi Arabistan'ın en büyük alıcısı artık ABD değil, günde 8 milyon varil ortalamayla Çin. Çin de 2020 hedeflerinde Şanghay Uluslararası Enerji Borsası'nda petrol ve gaz ticareti için kendi endekslerini kurma konusunda çalışmalarda bulunuyor. Bütün bu etmenler, Çin'in artık petro-dolar sistemini sürdürmekten yana değil; bunun yerine kendi petrol ithalatında altın veya değerli metal destekli yuan ile yapmak istediğine işaret ediyor" ifadelerini kullandı.

‘KRALİYETTEKİ ABD HEGEMONYASI KARŞITI UNSURLAR TEMİZLENİYOR'

Son dönemde Çinli ve Suudi yetkililerin yuanla ticaret konusunda önemli görüşmeler gerçekleştirdiğine işaret eden Özdemir "Bazı iddialara göre son bir yılda Suudiler kendi petrollerini dolar yerine yuanla satmak konusunda meyil gösterdiler. Aynı dönemde Donald Trump ABD'ye başkanlık yapmaya başladı. Trump, Obama'nın aksine geleneksel ABD dış politikası devam etme taahhüdünde bulundu. Suudi Arabistan ve İsrail'le iş birliği İran'a karşı gündeme geldi. Suudilerle yakın ilişkiler tesis edilirken birden bu darbe sürecine tanıklık ettik. Benim anladığım Suudi Arabistan kraliyetinde petro-dolar sistemine karşı çıkan unsurlar temizleniyor" diye konuştu.

Suudi Arabistan'ın "ılımlı İslam'a" geçişinin bir kılıftan ibaret olduğuna işaret eden Özdemir "Eğer Suudi Arabistan'ın ABD'nin istediği yönde Batı'yla entegre etmek istiyorsanız, Vahhabiliğe yönelik destek yerine, Batı'ya şirin görülecek yeni söylemler içerisinde olmak gerek. Bu söylem, tekrar ABD-Suudi Arabistan iş birliğinin yapılması için bir kılıftan ibaret" dedi.

‘PETRO-DOLAR SİSTEMİ YOK OLMAYA MAHKUM'

Petro-dolar sisteminin orta vadede ayakta kalmasının neredeyse imkansız olduğunu ifade eden Özdemir "Benim gördüğüm Trump'la birlikte petro-dolar sisteminin ayakta kalmasını isteyen anlayış kısa süreliğine galip gelse de orta vadede bu sistemin sürme şansı yok. Bundan sonra Çin'in diğer büyük petrol tedarikçileri olan Rusya ve İran'a yeni hamleler beklenmeli. Çünkü Çin'in ithalattaki sıralaması Rusya, İran, Suudi Arabistan. Petro-dolar sisteminin bitmemesi için İran da hedef tahtasına oturacak. Hatta Trump, İran'la bazı anlaşmalardan çekildiğini açıkladı bile. Amerika hegemonyayı devam ettirmek için bu tür çabalarını sürdürecek. Ama ABD'nin orta vadede çok şansı yok. 2020'lerde bu sistem sona erecek diye düşünüyorum. (ABD) Ortadoğu'da Suudi Arabistan üzerinden İran'ı belli oranda sıkıştırabilirler ama İran'ın Yemen üzerinden tepkisini kestirmek de zor olduğundan bunun da ne kadar işe yaratacağı tartışılır" diye konuştu.

Petro-dolar sisteminin tartışılmazlığının geride kaldığına işaret eden Özdemir "Petro-dolar sisteminin tartışılmazlığı bitmesi, yuanın IMF'de resmi rezerv para birimi kabul edilmesi, Çin'in uluslararası ödemelerde ortaya attığı yeni sistemin varlığı, takas bankalarının geliştirilmesi, ulusların ticarette dolar yerine kendi para birimlerini kullanmaya başlamasının yanı sıra Rusya ve Çin'in askeri kabiliyetlerini müthiş şekilde arttırmasıyla açıklanabilir" dedi.

'DÜNYANIN YENİ GÜÇ MERKEZİ ASYA-PASİFİK'

Söz konusu bağlamda güç dengesinin ve dolayısıyla gerilimin Asya Pasifik'e kaydığının altını çizen Özdemir "Dünyada son birkaç yıldır, Çin Denizi, Sarı Deniz, Kore ve Myanmar'ın tanıklık ettiği gerilimden bahsediyoruz. Güç dengesi bu bölgeye kaydı; Pasifik gerilimlere sahne olmaya başladı. Çin‘in bu sistemi korumak için askeri yatırımları, Kore geriliminin perde arkası oyuncusu olması uluslararası sermayeye gruplarıyla perde arkasında iş birliği yapması hem Amerikan hegemonyasının hem de petro-dolar sisteminin son perdesini yaşadığımız anlamına geliyor" diye ekledi.
Sputnik

Fehim Taştekin: Suudiler Lübnan’ı neden ateşe atıyor?
06 Kasım 2017

"Amaç Lübnan’ı istikrarsızlaştırıp Hizbullah’a karşı yeni bir müdahalenin zeminini mi hazırlamak?"

Gazeteci-yazar Fehim Taştekin, Lübnan Başbakanı Saad el Hariri'nin Suudi Arabistan'da bir televizyon kanalına katılarak "Hayatımı hedef alacak bir planın gizlice hazırlandığını hissediyorum" diyerek istifa ettiği açıklamasıyla ilgili olarak, "Yine de Hizbullah için Lübnan’ı yakabilirler mi, yakabilirler. Bölge kendisini olası çılgınlıklardan koruyacak sigortalardan yoksun" dedi.

Taştekin'in Gazete Duvar'da "Suudiler Lübnan’ı neden ateşe atıyor?" başlığıyla (6 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

İran, Suriye ve Hizbullah’tan nefretini gizlemeyen Hariri, Suudilerin dizginleri salınmış yeni siyasetinde taşeronluk yapamayacak kadar önemsizleşmiş olabilir. Ya da Hariri, Muhammed bin Selman’ın ‘dost-müttefik listesi’ne giremeyenlerden biridir. Birkaç güne bunu da göreceğiz.

Her şey bir film şeridinden fırlamış gibi.

Lübnan Başbakanı Saad el Hariri, Hizbullah’a karşı sert retoriğine rağmen çaktırmadan İran-Suriye eksenine yanaşmaya çalışıyor.

Hizbullah geçen yaz Lübnan ordusuyla birlikte Arsel’de El Nusra Cephesi ve IŞİD’e karşı başarılı bir askeri operasyon yürütüyor. İki güç arasında görülmemiş bir yakınlaşma sergileniyor.

Politika değişikliğine işareten ekim sonunda Şam’a yeni bir büyükelçi atanması kararlaştırılıyor.

İran dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti geçen cuma Beyrut’ta Hariri tarafından ağırlanıyor.

Bütün bunlara sinirleri bozulan Suudi Arabistan Körfez İşleri Bakanı Semir el Sabhan, İran ile Hizbullah’ı yok edecek uluslararası bir koalisyonun kurulması ve Hizbullah’ın parlamentodan atılması çağrısı yapıyor.

Hariri apar topar Suudi Arabistan’a gidiyor.

Ve Hariri Riyad’dayken İran’ın bölgede ellerinin kesilmesi gerektiğini söyleyip istifa ediyor.

“Hariri Suudilerin rehinesi mi, zorla mı istifa ettirildi, Riyad’da gözaltında olabilir mi?” gibi sorular Lübnanlıların aklına düşerken Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz ve oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman saray darbesine bir yenisini daha ekliyor; 11 prens, kraliyet muhafızları komutanı, dört aktif bakan ve 34 eski bakan tutuklanıyor. Sorulara bir yenisi daha ekleniyor: Yolsuzluk bahanesiyle tepelerine binilenler arasında ‘Saudi Oger’in sahibi Saad el Hariri de var mı?

Ki eski Milletvekili Viyam Vehhab’ın “Hariri, Suudi Arabistan’da gözaltında tutuluyor” iddiasını paylaşan çok oldu. Dün Hariri’nin Riyad’da Ritz Carlton Oteli’nde kaldığı ya da tutulduğu da söylendi. Şimdilik bunlar sadece iddia. Yarın bambaşka bir hakikatle de karşılaşabiliriz. Her halükarda hayli tuhaf ve başd
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Nis 14, 2013 9:17 pm    Mesaj konusu: Bülent ESİNOĞLU: Arabistan’dan devrim çıkar mı? Alıntıyla Cevap Gönder

Bülent ESİNOĞLU: Arabistan’dan devrim çıkar mı?



Charlie Hebdo baskınından sonra, İslam-ı terör daha fazla tartışılır oldu.
Hangi İslam, ya da herkesin kendi çıkarına göre tanımladığı İslam’lar arasında bir gürültüdür gidiyor.

Süren tartışmaların içinde, İslam’ın kendisi de dâhil olmak üzere, akla gelen tüm komplo teorileri boy gösteriyor.

İslam’ı terörün arkasındaki Batının varlığı savı iki türlü gelişiyor.
Birincisi; Batı İslam ülkelerinde ki ayrılıkçı unsurları şiddet kullanmaya sevk ediyor. Doğan zafiyetten istifadeyle, İslam ülkelerini dolayısıyla da petrolü yönetiyor.

İkincisi ise; İran hariç, İslam ülkeleri zaten Batının işgali altındadır. Ortaya çıkan şiddet, Batıdan kurtulma savaşıdır.

İster İslam ülkeleri Batının(ABD) işgali altında olsun, ister İslam’ı dolaylı yollardan kullanarak olsun, sonuç itibariyle, Batı ile İslam ilişkileri gereken zeminde olmadığı kesindir.

Çıkar ilişkileriyle, şiddet ilişkilerinin eşzamanlı ve eş zeminde olduğu aşikârdır.
Bu ilişkinin dinden ötürü değil, tamamen çıkardan kaynaklandığı da kesindir.
İslam ülkelerinin Batıdan bağımsızlaşması, Batı ile haklı zeminlere oturan bir ilişki kurabilmesi, Suudi Arabistan olduğu müddetçe mümkün değildir.
Söyleyeceğimizi baştan söylersek; Suudiler güçlü olursa, İslam’ı şiddet durmaz, çoğalır.

Suudilerin İslam’ı şiddet içindeki varlığı; Amerika’nın şiddet içindeki varlığıdır.
İslam’ın bağımsızlaşması için Suudilerden kurtulması gerekir.
Daha net söylesek, Suudi yönetimi demek, ABD+İsrail yönetimi demektir.
Suudi petrolünün dolarla satıldığını bilirsek, ABD’yi süper devlet yapanın enerji olduğunun bilincindeysek, bu böyledir.

Aslında İslam ülkelerinde, bir bağımsızlık mücadelesi yapılacaksa, bu mücadelenin Suudilere karşı yapılması gerekir.

Peki, Suudi Arabistan’da bir devrim olur mu?

Yani ABD yönetimine karşı bir bağımsızlık hareketi olur mu?

Ya da soruyu şöyle soralım. Arabistan halkı kendi petrolüne sahip çıkar mı?
Asıl soru; ABD böyle bir mücadeleye izin verir mi?

Şimdi anladık mı? Kavga’nın ve şiddetin asıl kaynağı İslam’ın içindeki anlayış farkları değil, ABD’nin kendisidir.

“Suudi Arabistan dünyadaki terörün asıl sorumlusudur” cümlesi, terörün asıl sorumlusu Amerika’dır, anlamındadır.

Arap dünyası Suudileri aşamazsa, ne terörden çıkış vardır, ne de, Arap ülkelerine huzur vardır.

Dünyayı yöneten asıl siyasetin enerji olduğunu bilirsek, şiddetin de süreceğini kesin olarak söyleyebiliriz.

ABD Suudi Arabistan’da sadece yönetimi elinde bulundurmaz. Aynı zamanda, Suudilerin istihbarat ve güvenlik işini de elinde tutar.

Halka karşı bir yönetimin, halka rağmen iktidarda kalması, iç ve dış şiddetle mümkündür.

Suudi devletinin güvenliği ABD’nin güvenliğidir.

Dolayısıyla, Suudi Arabistan bir devlet mi, yoksa zaten ABD’nin kendisi mi olduğuna bizlerin karar vermesi gerekir.

ABD’nin Suudi Arabistan’daki mutlak hâkimiyeti, diğer İslam ülkelerinde tedricen azalır.

Petrol miktarı artıkça, o ülkedeki ABD hâkimiyeti artar.

Dünya hâkimiyeti demek petrol hâkimiyeti demektir.

Bizim gibi İslam ülkelerindeki ABD hâkimiyeti ise, gene petrole bağlı jeostratejik çıkarları içindir.

Özetle; Suudi Arabistan’ı anlamadan İslam-i şiddeti anlamak mümkün değildir.
Kaynak: https://www.facebook.com/BanuAVAR/posts/944256035584410:0

Suudi istihbaratında yeni düzenleme
21-02-2014



Suudi Arabistan İstihbarat Şefi Bender bin Sultan’ın Suudi rejimi içerisindeki karar verici pozisyonunu kaybettiği bildirildi.

YDH-Fransız haber ajansının Batılı diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberine göre Suudi Arabistan’ın Suriye politikasını belirleme görevi Bender bin Sultan’dan alınarak İçişleri Bakanı Muhammed bin Naif’e verildi.

Geçtiğimiz hafta ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’nin istihbarat yetkililerinin katıldığı Washington’da düzenlenen Suriye konulu toplantıda Suudi Arabistan’ı Bender bin Sultan’ın değil Muhammed bin Naif’in temsil ettiği bildirildi.

Kudsu’l Arabi gazetesi de Suudi İçişleri Bakanı Muhammed Naif’in ABD ziyareti ile ilgili haberinde Batılı kaynakların, Muhammed bin Naif’in ABD’den döndükten sonra Bender bin Sultan’ın yerine istihbarat servisi başkanlığına getirileceğini söylediğini belirtti.

Wall Street Journal gazetesi de konuyla ilgili haberinde “Suudi Arabistan’dan gelen haberlere göre Krallık, son dönemde Suriye’deki operasyonlar nedeniyle ABD ile ters düşen deneyimli istihbarat şefi Prens Bender bin Sultan’ı görevden alarak; yerine özellikle Yemen el-Kaide’sine karşı düzenlediği operasyonlarla adından söz ettiren ve “terörizmle mücadelede” Washington’un da güvenini kazanmış olan İçişleri bakanı Muhammed bin Naif’i atadı” dedi.

Wall Street Journal (WSJ) gazetesindeki habere göre ise Suud Kralı Abdullah’ın oğlu Prens Miteb bin Abdullah, Muhammed bin Naif ile birlikte Suudi Arabistan’ın yeni Suriye politikasından sorumlu bir diğer isim olarak ön plana çıkıyor.

Al-Riyad gazetesi Prens Miteb Bin Abdullah’ın, Şubat ayının başında Suudi Arabistan Milli Savunma Bakanlığı görevine getirildiğini aktarıyor.

WSJ Kraliyet ailesine yakınlığı ile bilinen bir uzmanın konuyla ilgili görüşünü aktarırken, Suriye dosyasındaki bu değişikliğin, meseleye ilişkin siyasi araçların kullanılmasının önünü açma çabası olduğunu belirtiyor.

Gazete, Suudi Arabistan’ın bundan sonraki süreçte Suriye Cumhurbaşkanı Esad’a ve en büyük destekçileri olan Rusya, İran ve Hizbullah’a karşı diplomatik unsurlar kullanarak baskı kurmaya çalışacağını not ediyor.

Suudi Arabistan’ın Suriye dosyasından sorumlu olan Muhammed bin Naif’in ise Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ve CIA Şefi John Brennan ile iyi ilişkileri olduğunu belirtiyor ve Naif ile Brennan’ın tanışıklığının 1999’a kadar uzandığını belirtiyor.

Bir Arap diplomatın ve Suriye’deki bazı muhalif unsurların aktardıkları bilgiye göre ise Suriye dosyasındaki değişikliğe rağmen Suudi Arabistan, muhaliflere ulaştırılmak üzere uçaksavar ve tanksavar füzelerin sevkiyatı için hazırlıklara başlamış durumda.

Suudi Arabistan’ın Suriye dosyasındaki değişiklik, Suriye’de el-Kaide bağlantılı gruplara karşı sürdürülecek olan ABD-Suud ortak savaşı olarak yorumlanıyor ve Muhammed bin Naif’in bu konuda ABD’nin çıkarlarını da göz önünde bulunduracak en doğru isim olduğu ifade ediliyor.

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD12662_suudi-istihbaratinda-yeni-duzenleme.html


22-10-2012
Kabe'de tarih bir gün.. Hacılar bugün yağan yağmur ile sırılsıklam ıslandı... İşte o müthiş manzara..
haber1001

Suudi rejimin devrilmesi çağrısı
10.04.2013



Rusya'nın Sesi Radyosu'nun haberine göre Arap Yarımadası’ndaki El Kaide ikinci ismi Said Ali el-Şehri, destekçilerine seslendiği konuşmasında, Suudi rejimi yok etmeye çağırdı.

Radikallerin kullandığı sitelerinden birine yerleştirilen videoda , Said Ali el-Şehri, El Suud kraliyet ailesinin, ABD’nin bölgedeki başlıca ajanı olduğunu öne sürdü. Said Ali el-Şehri, Suudi Arabistan rejiminin, Müslümanları katletmek isteyen Amerikalıların kraliyet topraklarını kullanmaya izin verdiği için suçlu olduğunu belirtti.

31 yaşındaki Said Ali el-Şehri’nin, 2009 Ocak ayında kurulan Arap Yarımadası’ndaki El Kaide örgütünün lideri Naser Abdel Karim el Vahişi’nin yardımcısı olduğu biliniyor.
haber1001

El-Kaide’den Suudilere Sünni düşmanlığı suçlaması
16-03-2013



YDH-Arap Yarımadası el-Kaidesi, Suudi Arabistan'ı Yemen'deki Ehl-i Sünnete ve davetçilerine karşı savaş açmakla suçladı.

Yemen'deki el-Kaide örgütünün önde gelen liderlerinden Memun Abdulhamid Hatim, Suudi Arabistan'ı Yemen'deki Ehli Sünnet Müslümanlarına yönelik saldırılar düzenlemekle suçladı.

Yemen el-Yovm gazetesinde yer alan habere göre "Tevhid ve Sünnet devleti Suudi Arabistan, Ehli Sünnet'e davetçilerine ve gerçek savunucularına savaş açtı. Bize casus insansız uçaklar gönderiyor" dedi.

Hatim, Suudi Arabistan'ın Abyan şehrindeki el-Kaide'ye karşı sürdürülen savaşa katılıp katılmadığı yönündeki bir soruya yönelik olarak "Gerçekte Yemen, Abyan savaşında Suudi Arabistan'a katıldı. Yemen'in ne gücü ne de kudreti var. Haçlılarla mücahitler arasında devam eden savaşta iş, Amerika ve Suudi Arabistan'da bitiyor. Suudi Arabistan da bize karşı Amerika adına savaşıyor" dedi.

Afganistan, Irak, Somali başta olmak üzere birçok bölgede devam eden çatışmalara dikkat çeken Hatim, Suudi Arabistan'ı İslam’a ve Müslümanlara karşı yürütülen savaşın ön cephesinde yer almakla suçladı.

Hatim "Amerika'yı İslam topraklarına sokan, Şeriata karşı yürütülen savaşa önderlik eden, mücahitlerin izini sürerek tutuklayan ve hapseden Suudi Arabistan'dır" diye konuştu.

Aralarında kadınların da bulunduğu binlerce alim ve davetçinin Suudi Arabistan hapishanelerinde zulme maruz kaldığını hatırlatan Hatim, "Müslüman kadınların gelecekleri Suudi Arabistan hapishanelerinde meçhuldür. Bazen de namusları çiğneniyor" dedi.
http://www.ydh.com.tr/

Çok sayıda Suudi güvenlik yetkilisi tutuklandı
23-10-2012



YDH-Suudi Arabistan’daki bazı güvenlik yetkililerinin ülkenin doğusundaki gösterileri bastırmada yetersiz kaldıkları ve emirlere itaatsizlik ettikleri gerekçesiyle tutuklandığı bildirildi.

Suriye’de yayımlanan Teşrin gazetesi, aralarında Suudi ulusal muhafızları komutanlarının da bulunduğu çok sayıda güvenlik yetkilisinin gösterileri bastırma konusunda verilen emirlere itaatsizlikte bulundukları gerekçesiyle tutuklandığını bildirdi.

Söz konusu güvenlik yetkililerinin uzun süredir rejim karşıtı gösterilerin düzenlendiği Avamiye ve Katif bölgelerinde görev yaptıkları ve gösterilerin bastırılması konusunda verilen emirleri yerine getirmedikleri gerekçesiyle geçtiğimiz cuma günü tutuklandıkları bildirildi.

Her türlü siyasi gösterinin "haram" sayıldığı Suudi Arabistan'da göstericilerin “emir sahibine isyan” etmek suçlamasıyla yargıladığı belirtiliyor.
kAYNAK: http://www.ydh.com.tr/

İslam'ın Kutsal Şehri Mekke: Las Vegas'a Dönüştürülüyor!
26 Ekim 2011

Tarihi ve kültürel olarak öneme sahip olan alanlar, lüks oteller ve alışveriş merkezleri yapmak uğruna bir bir yok ediliyor.

Mekke'de din polisinin dinleme yapamadığı yerlerde, şehir sakinleri kendi şehirlerinden ikinci bir Las Vegas gibi bahsetmeye başladılar. Yapılan benzetme ise hiç de abartılı değil. Geçen 10 yıl içinde, İslam'ın en kutsal şehri olan Mekke, muazzam bir değişime uğradı.

Önceden ıssız bir çöl kasabası olan Mekke, Dünya'nın çeşitli yerlerinden haccetmek için buraya gelen insanların giderek artan sayılarıyla başa çıkabilmek için şimdilerde gökdelenler, lüks oteller ve alışveriş merkezlerinin göz alıcı ışıltısıyla çevreleniyor. Suud Monarşisi, gurur duydukları muazzam petrol zenginliğini, Mekke'yi çelik ve betondan mamül bir metropol haline getirmek için kullanmaya devam ediyor.

Özellikle Mekke ve Medine gibi iki kutsal şehirde sayıları giderek artan vatandaşlar, kendi miraslarının korunmasına karşı din adamlarının yaptıkları vaazlardan etkilenerek, ulusal miraslarının bir inşaat hastalığı neticesinde ayaklar altına alınmasını korkulu gözlerle seyrediyorlar. Mekke bir zamanlar Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bütün müslümanları eşit ilan ettiği yer iken, şimdi zenginlerin oyun ve eğlence mekanı haline geldi. İnsanlar bu kutsal şehrin maneviyatının ve var olma sebebinin kapitalizm tarafından gasp edildiğini söylüyorlar.

Otoriter krallığının kendi resmi politikasını eleştiren insanlarla ilişkili riskler nedeniyle çok az insan korkularını açık bir şekilde tartışmak için gönüllü oluyor. Hac yolculuğu için vatandaşlara vize veren Suudi Arabistan Krallığı ile olan diplomatik ilişkilerin bozulma korkusuyla Türkiye ve İran gibi ülkeler ise dillerini tutuyorlar.

Batılı arkeologlar ise sadece birkaç arkeolojik sitenin erişiminin kapatılmasıyla ilgili endişe duyuyorlar. Ama Suud arkeolog ve tarihçilerin önemli bir kısmı, tarihsel bölgeleri korumak ve gittikçe azalan zamanlarını değerlendirmek için fırsatlarını kullanıyor ve inançları gereğince konuşuyorlar.

İslami Miraslar Araştırma Komisyonu direktörü Dr. Irfan al-Alawi konuyla ilgili şunları söyledi:
"Kimse bu kültür katliamını kınamaya cesaret edemiyor. Şimdiden 400-500 tarihi bölgeyi kaybettik. Umarım işleri tersine çevirmek için henüz çok geç değildir."

İslami mimari üzerine uzman olan Sami Angawi ise benzer olarak bir kültür katliamından bahsetti; "Bu kesinlikle Mekke'nin doğası ve Allah'ın eviyle ters düşen bir durum" diyen Angawi Reuters haber ajansına geçen sene verdiği demeçte şunları söyledi:

"Mekke de Medine de tarihi anlamda neredeyse çökertildi. Buralarda bulabileceğiniz tek şey gökdelenler."

Dr. Alawi'nin üzerinde durduğu en önemli konu ise içinde Kabe'nin de bulunduğu Harem-i Şerif'in genişletilme çabaları ile ilgili. İnşaat projesi yapılacak olan binaların müslümanlar için çok önemli ve kutsal olduğunu dile getirerek bu ayın başında Adalet Bakanı Muhammed el-Eissa tarafından başlatıldı. Bu planlara göre her yıl 12 milyon hacı ağarlayan şehrin 2025 yılına kadar 25 milyon hacı ağarlaması bekleniyor.

400.000 metrekare alana yapılacak olan inşaat, ekstradan yılda 1.2 milyon hacı ağarlayabilecek ve Harem-i Şerif'in son haliyle dünyadaki en büyük ibadet mekanı olması bekleniyor. Bütün bunlara rağmen İslami Miras Kuruluşu tarihi anlamda çok büyük öneme sahip olan, Hz. Peygamber'in evi, Hz. Hamza'nın büyüdüğü ev, eski Osmanlı ve Abbasi zamanından kalmış olan bazı yapıların, Mekke'nin gelişen inşaat sistemi içinde tehlikede olduklarını belirttiler.

Washington merkezli Körfez Enstitüsü, Mekke'deki geçen binyılın eski binalarının %95 oranında yıkılmış olduğunu ve kalan binaların sadece son yirmi yıl içinde yapılanlar olduğunu tahmin ediyor. Suud Krallığının resmi inanışı olan Vahhabilik sayesinde bu yıkımlar kolayca yapılabiliyor.

1920'li yıllarda Mekke'ye giren Vahhabilerin ilk yaptığı iş, sahabelerin mezarlarını dümdüz etmek olmuştu. Suudlar, sadece 3 tarihi bölgede araştırma yapmaları için BM yetkililerine izin verdiler ve hiçbirinin İslami bir geçmişi yok.

Suud Monarşisi'nin gözü doymaz mimari lüksünün son örneğini görmek için Kabe'nin çevresine bakmak yeterli olacaktır. 650 metre yüksekliğe sahip olan Saat Kulesi bu senenin başında faaliyete geçti ve bunun ardından 5 yıldızlı otel inşaatları çok büyük gelişmeler kaydediyor. Gökdelenden bir şehir inşa etmek için Osmanlı zamanında yapılmış olan ve üzerinde Ecyad Kalesi bulunan bütün bir dağ kütlesi dinamitle yerle bir edildi. Mescid-i Haram'ın civarında bulunan Hz. Peygamber'in eşi Hatice'nin evi ise tuvalet olarak kullanılıyor. Hz. Muhammed'in doğduğu evin akıbeti ise kesin değil. Bunlara ek olarak da sahabenin isimlerini içeren Osmanlı yapımı sütunların da, Vahhabilerin nefretlerinden nasiplerini alıp yok edilmeleri planlanıyor.
Gayri müslimler, Mekke ve Medine'yi ziyaret edemezler. Ancak "The Independent" kendi değişen şehirleriyle ilgili hoşnutsuzluğunu dile getiren birçok vatandaşla görüşebildi. Evleri henüz dümdüz edilmiş olan genç bir kadın, ailesinin nasıl hala tazminat beklediğini şöyle anlattı: "Sadece ufak bir uyarı yaptılar ve ardından gelip evin dümdüz olacağını söylediler."

Başka bir Mekkeli şunları ekledi: "Eğer kraliyet ailesinden biri arazisini genişletmek isterse sormaz, sadece gelir yapar. Halkdan da kimse bu konu hakkında konuşma hakkına sahip değildir. Kısacası her yere korku hakim."

Dr. Alawi, uluslararası komitenin İslam'ın beşiğinde neler olup bittiğinin farkına varıp harekete geçeceğini umuyor: "Biz kimsenin piramitleri yok etmesine izin vermeyiz, öyleyse neden bunun İslam'ın tarihi için görmezden gelinmesine izin verelim."

TEHDİT ALTINDAKİ YERLER

Hz. Peygamber'in doğduğu ev:

Vahhabiler 1920'lerde Mekke'ye girdikleri zaman Hz. Peygamber'in doğduğu evin kubbesini tahrip etmişlerdi. Önceleri bir büyükbaş hayvan pazarı olarak kullanılan ev, halkın gayretleriyle kütüphane haline getirildi. Harem'in genişletme çabalarından dolayı evin ortadan kaldırılması gündemde.

Harem'deki Osmanlı ve Abbasi sütunları:

Yıkım için planlanan yapının ayakta kalan en eski bölümlerinden olan sütunların tarihi 17. yy'a kadar uzanmaktadır. Sahabenin isimlerini taşıyan bu sütunlar Vahhabiler'in oldukça canını sıkıyor. Osmanlı'ın Mekke'si artık yok oluyor.

Mescid-i Nebevi:

İslam'ın en kutsal ikinci mekanı olan Mescid'in yeşil kubbesinin altında Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer'in mezarları bulunmaktadır. Mezar ziyaretini puta tapıcılık olarak gören Vahhabiler, yeşil kubbeyi yıkıp basık şekilde bir mezar bırakmayı düşünüyor.

Nur Dağı:

İlk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ, Güney Asya'dan gelen hacılar için oldukça popüler bir yer. İçindeki resimler ve çizimler de onların eserleri. Hacıları dağa çıkmaktan soğutmak için çabalayan Vahhabiler'in planları arasında dağı yok etmek bile var.

Kaynak: Jerome Taylor, "Mecca for the Rich: Islam's Holiest Site 'Turning into Vegas'", independent.co.uk, Çev. Furkan Demirpehlivan, yaklasansaat.com

Bu konuda daha fazla bilgi için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3016

Yerine üvey kardeşi atandı
Yaşamını yitiren Suudi Arabistan Veliaht Prensi Naif bin Abdülaziz'in yerine üvey kardeşi Salman Bin Abdulaziz atandı. Devlet televizyonu, Kral Abdullah'ın veliaht prensinin yerine 76 yaşındaki Salman'ı atandığını duyurdu. Televizyon, Salman Bin Abdulaziz'in veliaht prensi ve başbakan yardımcısı olarak atandığını, ayrıca Savunma Bakanlığı görevini de sürdüreceğini belirtti. 19.06.2012 RİYAD netgazete

Medine'de Şiilerle Sünniler çatıştı
18 Aralık 2010

Geçtiğimiz Perşembe günü akşamı Medine-i Münevvere'deki Kuba Camii civarında toplanan Şiiler ile Medine halkından bir grup arasında kavga çıktı.

Medine'de yaşayan ve "En-Nahavile" adı verilen Şiilerin Şia sloganları atması üzerine başlayan kavgaya Suudi güvenlik güçleri müdahale etti.

Görgü tanıkları, Suudi polisinin kavga eden grupları dağıtmak üzere havaya ateş açmak zorunda kaldığını bildirdi.

Kavga sırasında her iki gruptan da yaralananlar olduğu ve yaralıların Kral Fahd Hastanesi'ne kaldırıldığı kaydedilirken, Suudi Arabistan Polisi sözcüsü olayla ilgili gözaltına alınanlar olduğunu ve kavganın sorumlularının belirlenmesi için soruşturma başlatıldığını söyledi.
HaBertaraf

Medine'de daha önce de Baki Mezarlığı'nda gösteri yapmak isteyen Şiiler ile Medineli gençler arasında çatışmalar yaşanmıştı.

Gözlemciler, genellikle Medine'nin El-Avali semtinde oturan Şii azınlığın Irak işgalinden sonra sessizliğini bozduğuna ve varlığını gösterme arzusunda olduğuna dikkat çekerek,

Şiilerin bu tür provokatif eylemlerinin devam etmesi halinde Medine'de çok büyük karmaşaların yaşanabileceğini ve Sünni refleksi yüksek Medine halkını Suudi güvenlik güçlerinin dahi durduramayacağını kaydetti.

HaBertaraf.com
Anahtar Kelimeler:Medine Sunni-Şii

25 Kasım 2009
Mekke'de Son Osmanlı İzi de Siliniyor

Yeni projeyle Osmanlı'nın Kâbe'ye saygı için kısa tuttuğu kubbelerin yerini, 55 kat yüksekliğe çıkan binalar alacak.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde tavaf alanına yaptırılan ve Kâbe'ye saygıdan alçak tutulan revakların, Kurban Bayramı sonrası başlayacak proje kapsamında yıkılacağı ortaya çıktı. Revakların yıkılması, Kâbe çevresindeki son Osmanlı eserinin tarihe karışacak olması anlamına da geliyor. Binlerce insanın giriş çıkış yaptığı ve namaz saatlerinde ziyaretçi sayısı milyonları bulan Kâbe çevresinde bugünlerde bir de inşaat yoğunluğu yaşanıyor. İnşaatı süren proje, Mekke'nin yüzünü tamamen değiştirecek.

YIKIM OCAK AYINDA
Proje tamamlandığında Kâbe'nin dört bir yanı, yükseklikleri 55 katı bulan onlarca binayla çevrelenmiş olacak. Vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu, tavaf alanında yaptırdığı revak adı verilen 500 küçük kubbeyi Kabe'den alçakta tutarak tarihe geçen bir nezakete imza atmıştı. Revakların yıkımına Kurban Bayramı'nın ve hac döneminin bitmesinin ardından başlanacak. 2010'un Ocak ayında bitirilecek olan yıkımla bölgedeki son Osmanlı eserleri de böylece tarihe karışacak. Yıkım bölgesinin daha da genişletilebileceği belirtiliyor. Daha önce de Osmanlı Kalesi olarak bilinen Ecyad Kalesi ve Osmanlı kışlası olarak bilinen kışla yıkılarak yerlerine gökdelenler dikilmişti. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Münir Atalar'a göre, revakların yıkımı Kurban Bayramı'ndan sonra gündeme gelecekse, hükümetin acilen konuya el atması gerekiyor. Atalar, şunları anlatıyor: "Ecyad Kalesi gibi tarihi bir eseri koruyamadık. Yerinde oteller yükseldi. Şimdi revaklar elden gidecek. Osmanlı, Kâbe'ye Mizab- ur Rahmet (Rahmet Oluğu) dediğimiz yağmur oluklarını altından yapacak kadar önem vermiştir. Sürre alaylarıyla her yıl Kâbe'ye değerli hediyeler ve nakit para gönderiliyordu. Şimdi bunların yaşanıyor olması ise çok üzücü."

DERTLERİ OSMANLIYLA
Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmed Akgündüz de projeyi değerlendirirken, "İslam aleminde Türkiye'ye karşı halkının değil, ancak idari kesimlerin problemi olan iki ülke var. Biri Suudi Arabistan diğeri Mısır" diyerek şunları söylüyor: "Kâbe gibi tarihi ve otantik olması gereken bir tarihi mabette, Osmanlı revakları hem tarihi andırıyor hem de mimari süs teşkil ediyor. Bu revaklar aynı zamanda tarihi sanat eseri... Bunun Kâbe'nin genişlemesinde bir engel olduğunu aklı başında hiç kimse söyleyemez. Üzülerek, bu ülkenin idarecilerinin Osmanlı'yla problemi olduğu ve 'Mekke'deki her şeyde Suud damgası olsun' anlayışı taşıdıklarını düşünüyorum. Türk Dışişleri'nin engellemek için girişimde bulunacağına eminim ancak ne kadar etkili olur bilemiyorum."

PLANLARI MİMAR SİNAN'DAN
Mescid-i Haram'ın ortasındaki Kâbe'nin yüksekliğini aşmayan revakların planlarını Mimar Sinan hazırlamıştı. Hicretin on yedinci ve yirmi altıncı yıllarında etraftaki evler yıktırılarak Kâbe'nin avlusu genişletildi. Avlunun etrafı da duvarla çevrilip, duvarın iç kısmına da ağaç direklerin üstüne damlı revaklar yapıldı. Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Sinan'ın hazırladığı planlar, 1590'da Mimar Mehmed Ağa tarafından uygulanabildi. Avlusu genişletilmiş revaklardaki sütunlar yenilendi, yenileri eklendi. Tahta kemerler taş ve tuğlaya çevrilerek üzerlerine Türk üslubunda beş yüz küçük kubbe yapıldı.
aktifhaber

Kâbenin Yeni Projesi Olursa...
20 Eylül 2008

Görüntünün sağ alt tarafında, diğer yandaki gökdelenlerin yanında minnacık kalan minarelerin çevrelediği alanın tam ortasında siyah bir nokta: Kâbe'dir

Bu fotoğrafa dikkatle bakın: Uzay filmlerinden kopup gelmiş hayâlî bir şehri andıran görüntünün sağ alt tarafında, diğer yandaki gökdelenlerin yanında minnacık kalan minarelerin çevrelediği alanın tam ortasında siyah bir nokta göreceksiniz.

Burası, Kâbe'dir... İslâm'ın kıblesi Kâbe-i Muazzama...

Şimdilik sadece bir maket olan bu görüntü birkaç sene sonra gerçeğe dönecek ve temellerini Hazreti İbrahim'in attığı Beytullah, yani Kâbe, gökdelen bloklarının çevrelediği devâsa bir alanın ötesinde unutulmuş, terkedilmiş ufacık bir noktaya dönüşecek.

Gazetelerde son haftalarda Mekke ile ilgili olarak çıkan haberler bilmem dikkatinizi çekti mi? Suudi yönetiminin Kâbe'nin çevresindeki binaları ve beş yıldızlı büyük otelleri yıkmaya karar verdiği ve kutsal yapının etrafının genişletileceği söyleniyor, yıkımların başladığı anlatılıyordu.

Bütün bu yıkımlar Kâbe'nin çevresini boşaltıp hacılara çok daha fazla kolaylık sağlamak için değil, Suudi Arabistan'ın hâkimi olan El-Suud ailesinin damgasını taşıyacak maketini gördüğünüz uçuk bir Mekke için yapılıyor...

Atlantis benzeri hayalî uygarlıkların bilim-kurgu yazarlarının rüyalarındaki başkentini andıracak olan bu yeni Mekke'nin siluetini gökdelen azmanı binalar çizecek, meydanlar uzay filmlerinden fırlamış mekânları andıracak ve bu garip manzaranın en ucunda da tepeden bakılan ama noktadan bile küçük kalan bir yapı bulunacak: Kâbe-i Muazzama...

Göğe yükselen ve artık gökdelen değil, "uzaydelen" denmesi gereken binalar hem otel, hem de alışveriş merkezi olacaklar; en arkadaki daha da yüksek kuleler ise, iş merkezleri!

Mekke'nin bizde, yani Türk yönetiminde olduğu yıllarda şehirde Kâbe'den yüksek bina inşa edilmesinin kesinlikle yasak olduğunu ve Beytullah'a hürmetten kaynaklanan bu yasağın 400 seneye yakın istisnasız uygulandı.
aktifhaber

Mekke'de yangın, 25 Türk umreci zehirlendi
Mekke kentinin Aziziye semtinde bulunan ve Türk umrecilerin kaldığı Hisamet Oteli'nde nedeni belirlenemeyen bir yangın çıktı. Yangından kaçmaya çalışan umreciler arasında panik çıktığı ve 25 kişinin dumandan zehirlendiği bildirildi. Zehirlenen kişilerin Mekke'deki Nur ve diğer hastanelere kaldırıldıkları ve sağlık durumlarının iyi olduğu kaydedildi. Otelde Diyanet İşleri başkanlığı'nca götürülen 288 Türk umreci bulunuyor. 30.06.2009 MEKKE netgazete

Arafat vakti Mekke'de şiddetli yağmur
Hac farizasını yerine getirmek amacıyla kutsal topraklarda bulunan 3 milyona yakın hacı adayı bugün Arafat'a çıkmaya hazırlanıyor. Öte yandan Haftalardır güneşli ve sıcak havaya alışan hacı adayları, bu sabah kapalı bir hava ve gök gürültüsüne uyandı. Öğlene doğru başlayan yağmur, öğlen saatlerinde şiddetini arttırdı. Trafikte sıkışıklığa yol açan yağmur, hazırlıksız yakalanan sürücüleri de zor duruma soktu. 25.11.2009 MEKKE netgazete

Suudi Arabistan'da göçmen işçiler ayaklandı
10 KASIM 2013



BBC'nin haberine göre; Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da polisle, hükümeti protesto eden göçmen işçiler arasında çıkan çatışmada 2 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı.

Polis, Menfuha semtinde yaşanan olaylarla ilgili olarak yüzlerce kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Sosyal medyaya yansıyan görüntülerde, polisin kalabalığı copladığı görülüyor.

Güvenlik güçleri, yeni çalışma koşullarıyla bağlantılı affın süresinin sona ermesinden sonra binlerce göçmen işçiyi sınır dışı etmek üzere gözaltına almıştı.

Polis Menfuha semtinde, ayaklanarak etrafa taşlar ve bıçaklarla eylem yapan yabancı işçilere müdahale ettiğini söylüyor.

Menfuha'da çoğu Doğu Afrika'dan binlerce göçmen işçi yaşıyor.

Ölenlerden birinin Suudi vatandaşı olduğu açıklandı. Diğer kişinin kimliği tespit edilemedi. Yaklaşık 70 kişin de yaralandığı olaylar sonrasında 560 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Pazar günü askeri birlikler ve özel güçler, semtin çevresinde geniş güvenlik önlemleri aldı.

AFP muhabiri, yüzlerce erkek, kadın ve çocuğun sınır dışı edilmek üzere polis otobüslerine bindirilerek bir gözetim merkezine götürüldüğü aktarıyor.

Geçen Pazartesi, statülerini yasallaştırmaları için verilen yedi aylık sürenin dolmasından sonra kaçak işlere baskın düzenlenmeye başlamıştı.

Çarşamba günü polisin kaçak işçilerin kaldığı bir kampa düzenlediği baskında bir Etiyopya vatandaşı öldü.

3 ayda 1 milyon işçi gitti

Son 3 ay içinde Bangladeş, Hindistan, Filipinler, Nepal, Pakistan ve Yemen'den bir milyon kadar işçinin ülkeyi terk ettiği belirtiliyor.

Geçen Pazar affın süresi dolmadan 4 milyon yabancı işçinin çalışma izni aldığı kaydedildi.

Suudi Arabistan'da dokuz milyon kadar yabancı işçi bulunuyor. Ülkede toplam işgücünün yarısını yabancılar oluşturuyor.
haber93

Suudi Arabistan'ın zorba Kralı Abdullah "klinik olarak" ölmüş
27 Mayıs 2013



TRT'nin haberine göre Merkezi Londra'da bulunan Es-Sark El-Avsat gazetesinin Suudi muhabiri, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın geçtiğimiz Çarşamba gününden bu yana klinik olarak ölümünün gerçekleştiğini iddia etti.

Haberini hastane kaynaklarına dayandıran Suudi muhabir, Kral Abdullah'ın kalp, böbrek ve ciğerleriyle birlikte diğer önemli organlarının da fonksiyonlarını yitirdiğini ileri sürdü.

Doktorların, Kral Abdullah'ı hayata döndürmek için kalbine defalarca "şok" uyguladığı belirtildi. Kral Abdullah'ın şu anda suni bir solunum cihazına bağlı olduğu da ileri sürüldü.

Suudi Kralı Abdullah, uzun süredir kamuoyu önüne çıkmıyor. Törenlerde, Kral Abdullah'ı veliaht prens temsil ediyor.

89 yaşındaki Kral Abdullah son yıllarda önemli sağlık problemleri nedeniyle defalarca ameliyat olmuştu.
haber1001

Mekke'ye 22 gökdelen daha yapılacak
06 Kasım 2010
Mekke'de Kabe'nin yakınında bulunan Zemzem Towers'ın arka kısmına 22 gökdelen yapılması için proje hazırlandı. Gökdelenlerden 8'inin yapılacağı bölgeye Türk Mahallesi adının verilmesi düşünülüyor.
Harem-i Şerif'in bitişiğinde yer alan Suudi Arabistan Krallığı binasının bir kısmının yıkılarak Zemzem Towers kulelerine taşınması planlanıyor.

Zemzem Towers'ın idare, işletme ve tanıtımını yürüten Ravza Şirketinin Danışmanı Nazım Karaman, Zemzem Towers'ın devam eden inşaatı ile yeni projeler hakkında Türk gazetecilere bilgi verdi.

Zemzem Towers adıyla bilinen ve 7 kuleden oluşan gökdelenlerin Kral Abdülaziz Harameyn Şerifeyn Vakfı tarafından yaptırıldığını belirten Karaman, bu kulelerin gerçek isminin Beyt kuleleri anlamına gelen "Abracl Beyt" olduğunu söyledi.

Osmanlı döneminde Kâbe'nin korunması amacıyla inşa edilen Ecyad Kalesi yerine aynı amaçla Zemzem Towers kulelerinin yaptırıldığını savunan Karaman, en yüksek kule olan 111 katlı Beyt Oteli'nin üst kısmında saat bulunduğunu, bu saatin alt katına Kral Abdülaziz'in makamının taşınacağını bildirdi.
Saat kulesinden daha alçak olan ve Merve, Safa, Hacer, Zemzem, Sara, Makam isimli kulelerin üst katlarına ise Krallık emirlerinin yerleşeceğini belirten Karaman, kulelere yerleşme nedeniyle Harem-i Şerif'in çevre duvarına bitişik olan Suudi Arabistan Krallık Binası'nda boşalan bazı bölümlerin yıkılacağını kaydetti.

Nazım Karaman, Kâbe manzaralı Zemzem Towers'ın arka kısmına 22 gökdelen yapılması için proje hazırlandığını bildirdi.
Gökdelenlerin yapılacağı alandaki arazilerle ilgili işlemlerin tamamlanmasının ardından inşaata başlanacağını anlatan Karaman, Kâbe'ye yakın bölgede yapılması planlanan 8 gökdelenin bulunduğu alana Türk Mahallesi isminin verilmesinin ve bu gökdelenlerin Türk hacı adaylarına hizmet vermesinin düşünüldüğünü kaydetti.
Zemzem Towers'ın 8 bin yatak kapasiteli olduğunu anımsatan Karaman, yapılması planlanan 22 gökdelenin 27 bin yatak kapasiteli olacağını bildirdi. netgazete

Kâbe-i muazzama'nın gökdelenden görünüşü



Müslüman Dünyası'nın kalbi, milyarlarca müslümanın namaza dururken yüzünü döndüğü Kâbe-i muazzama'nın son fotoğraflarını görüyorsunuz. NASA'nın uzaya fırlattığı bir uydudan çekilmiş olduğu intibaını uyandıran bu kareler, belki inanmayacaksınız, ama, Mekke-i mükerreme'yi kuşatan gökdelenlerin birinden çekildi. Suudîler tarafından yıkılan Osmanlı kalesi El Ecyad'ın yerine kurulan otellerde kalanlar, pencerelerinden Kâbe-i muazzama'yı görebilmek için, kendi ayak uçlarına bakmak zorunda kalıyor 05.09.2010 MEKKE netgazete

Mekke

Lasvegas

Mekke

Lasvegas

Mekke

Lasvegas

Kabe manzaralı içki sofrası
25-05-2011
THY dergisinde ilginç reklam

BeyazTV`de canlı yayına katılan Hulki Cevizoğlu, Türk Hava Yolları`na ait Skylife dergisinde yer alan bir reklamda fotoğrafında Kâbe`ye karşı şarap servisi fotoğrafı yer aldığını kaydetti.

Skylife dergisinde yer alan ve Kâbe ile şarabın aynı karede teşhir edildiği lüks otel reklamında yer alan içeceğin şarap olduğunu iddia eden Hulki Cevizoğlu, Türk Hava Yolları`nın bu yayınla büyük bir skandala imza attığını dile getirdi.
haber5

Hazreti Hadice’nin türbesini işte böyle yıkıp dümdüz ettiler
Murat Bardakçı
8/15/2011
habertürk
HAZRETİ Muhammed’i bizzat görmüş ve onun yanında bulunmuş olanlara “sahabe” denir. Dualarda ve dini sohbetlerde sahabenin çok sık bahsi geçer. Bu kişilerin ölümlerinden sonra nereye ve nasıl defnedildiklerini, türbelerinin bugün bilinip bilinmediğini acaba hiç merak ettiniz mi?

DEFALARCA YIKTILAR

Mekke’deki sahabiler, Kâbe’nin birkaç kilometre ötesindeki bir mezarlığa defnedilirlerdi. “Cennetu’l-Muallâ” denilen bu yer İslâmiyet öncesi dönemlerden beri Mekkeliler tarafından mezarlık olarak kullanılırdı. Hazreti Muhammed’in dedesi, amcası ve ilk eşi Hazreti Hadice buraya defnedilmişti ve Mekke’nin fethinden sonra ölen sahabilerin türbeleri de buradaydı. 17. asırda yaşayan Evliya Çelebi Cennetu’l-Muallâ’dan bahsederken burada yetmiş beş adet kubbeli türbenin bulunduğunu, ama Hazreti Muhammed’in dedesiyle amcasının türbelerinin üzerinde kubbe olmadığını ancak yerlerinin bilindiğini yazıyordu. Hazreti Hadice’nin kabrinin tam yeri, 14. yüzyıla kadar bilinmiyordu. Kabrin yeri, bir Mekkeli’nin 1329’da gördüğü bir rüyayla belirlendi ve 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından üzerine kubbeli bir türbe yapıldı, ayrıca aylıklı bir de türbedar gönderildi. Cennetu’lMuallâ’daki son restorasyonu 1879’da zamanın hükümdarı Abdülhamid yaptırdı. Başta Hazreti Hadice’ninki olmak üzere türbeler baştan aşağı elden geçirildi.

HALK MEZARLIĞI OLDU

Ve konunun en acı tarafı: Mekke’nin Türk hâkimiyetinden çıkması, Cennetu’l-Muallâ’nın da sonu oldu. Arap yarımadasını ele geçiren ve bugünkü Saudi hanedanının kurucusu olan Abdülaziz bin Saud, 1925’te Cennetu’l-Muallâ’daki bütün türbelerin yıktırılmasını ve mezar taşlarının kaldırılmasını emretti. Abdülaziz’in bağlı olduğu Vehhabi mezhebine göre mezarların yerlerinin belli olmaması gerekiyordu. Cennetu’l-Muallâ’da kimin nerede gömülü olduğunun unutulması ve artık bilinmemesi için elden gelen herşey yapıldı. Hazreti Muhammed’in akrabalarıyla sahabilerinin türbeleri kazmalarla dümdüz edildi, arazinin altı üstüne getirildi ve Cennetu’l-Muallâ herkesin defnedilebildiği sıradan bir halk mezarlığına çevrildi.

MEDİNE DE YIKILDI

Aynı rezalet ve ayıp Medine’de de yaşandı ve Saudi hanedanının kurucusu olan Abdülâziz bin Saud, Medine’yi ele geçirmesinden hemen sonra, 1926’da, çok sayıda sahabinin defnedildiği Cennetu’lBâkî mezarlığını da yerle bir etti. Cennetu’l-Bâkî’de tek bir türbe ve mezar taşı bırakmadı, hepsini yıktırdı ve araziyi sıradan bir mezarlık haline getirdi. Şimdi Mekke dönüşü Medine’ye geçen hemen bütün hacıların mutlaka ziyaret ettiği Cennetu’l-Bâkî, bugün bir köşesinde süs niyetine birkaç kırık taşın olduğu ama her yeri apartmanlarla ve geniş caddelerle çevrili bir alandan ibaret...
Kaynak: http://edirnesarayi.blogcu.com/

Kâbenin Yeni Projesi Olursa...
20 Eylül 2008



Görüntünün sağ alt tarafında, diğer yandaki gökdelenlerin yanında minnacık kalan minarelerin çevrelediği alanın tam ortasında siyah bir nokta: Kâbe'dir

Bu fotoğrafa dikkatle bakın: Uzay filmlerinden kopup gelmiş hayâlî bir şehri andıran görüntünün sağ alt tarafında, diğer yandaki gökdelenlerin yanında minnacık kalan minarelerin çevrelediği alanın tam ortasında siyah bir nokta göreceksiniz.

Burası, Kâbe'dir... İslâm'ın kıblesi Kâbe-i Muazzama...

Şimdilik sadece bir maket olan bu görüntü birkaç sene sonra gerçeğe dönecek ve temellerini Hazreti İbrahim'in attığı Beytullah, yani Kâbe, gökdelen bloklarının çevrelediği devâsa bir alanın ötesinde unutulmuş, terkedilmiş ufacık bir noktaya dönüşecek.

Gazetelerde son haftalarda Mekke ile ilgili olarak çıkan haberler bilmem dikkatinizi çekti mi? Suudi yönetiminin Kâbe'nin çevresindeki binaları ve beş yıldızlı büyük otelleri yıkmaya karar verdiği ve kutsal yapının etrafının genişletileceği söyleniyor, yıkımların başladığı anlatılıyordu.

Bütün bu yıkımlar Kâbe'nin çevresini boşaltıp hacılara çok daha fazla kolaylık sağlamak için değil, Suudi Arabistan'ın hâkimi olan El-Suud ailesinin damgasını taşıyacak maketini gördüğünüz uçuk bir Mekke için yapılıyor...

Atlantis benzeri hayalî uygarlıkların bilim-kurgu yazarlarının rüyalarındaki başkentini andıracak olan bu yeni Mekke'nin siluetini gökdelen azmanı binalar çizecek, meydanlar uzay filmlerinden fırlamış mekânları andıracak ve bu garip manzaranın en ucunda da tepeden bakılan ama noktadan bile küçük kalan bir yapı bulunacak: Kâbe-i Muazzama...

Göğe yükselen ve artık gökdelen değil, "uzaydelen" denmesi gereken binalar hem otel, hem de alışveriş merkezi olacaklar; en arkadaki daha da yüksek kuleler ise, iş merkezleri!

Mekke'nin bizde, yani Türk yönetiminde olduğu yıllarda şehirde Kâbe'den yüksek bina inşa edilmesinin kesinlikle yasak olduğunu ve Beytullah'a hürmetten kaynaklanan bu yasağın 400 seneye yakın istisnasız uygulandı.
aktifhaber

'Suudi rejimi düşerse, dünya değişir'

25 ŞUBAT 2011

İngiltere'nin önde gelen üniversitelerinden London School of Economics'in Orta Doğu Programı Direktörü Fawaz Gerges Independent'taki yazısında, Suudi Arabistan'daki gelişmeleri değerlendirdi.
Fawaz Gerges, Suudi Arabistan'da rejimin muhtemelen düşmeyeceğini ancak düşmesi halinde dünyanın değişeceğini söylüyor.

Şöyle devam ediyor Gerges:
"Orta Doğu'da bir devrim yaşanmakta. Genç insanlar hiçbir zaman olmadıkları kadar güvenliler ve Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn ve Libya'da gördüklerimiz bölgedeki diğer ülkelere de erişebilir.
"Ama devrim bir yerde duracaksa bunun Suudilerin kapısı önündeki çölde olması muhtemel. Burası dünyanın en büyük petrol arzı."
Gerges'e göre Suudi Arabistan'da yaşanabilecek bir devrim, dünya ekonomisinde deprem etkisi yaratır.
Fawaz Gerges bunu açıklarken Batı ülkelerinde geçmişte enflasyonda gözlenen iki büyük artışın, 1973'te Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC'in Amerika'nın İsrail'i silahlandırmasını protesto edip petrol arzını sınırlandırmasını ve 1979'da İran'daki devrimi izlediğini hatırlatıyor.
Guardian da "Değişme ihtiyacı" başlıklı başyazısında Suudi egemen sınıfının, komşu ülkeler Bahreyn'le Yemen'deki gelişmeleri kaygıyla izlediğini belirtiyor.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın, memur maaşlarının yüzde 15 artırılacağını, öğrencilere ve işsizlere daha fazla yardım yapılacağını, ev kredisi olanaklarının artırılacağını açıklamasının nedeni de bu Guardian'a göre.
Gazete Bahreyn'deki Şiilerin güç kazanmasının Suudi Arabistan'daki Şiilere de cesaret vereceğini, içişlerine sürekli karıştığı Yemen'deki bir değişimin de Suudi Arabistan için tam bir kabus olduğunu vurguluyor.
Yazı şöyle noktalanmış:
"Bazen öyle bir noktaya gelinir ki, ne kadar cömert olursa olsun, bir hükümetin halkına, hediyelerden daha anlamlı birşey vermesi gerekir.
"Çöldeki aşiret liderlerinin himayeye dayalı tarzı, dünyanın en büyük petrol üretim kapasitesine sahip modern bir devletle örtüşmüyor.
"Kraliyet Ailesi'nin reformcu üyelerinden Talal bin Abdül Aziz'in geçen hafta BBC'ye konuşurken söylediği gibi, sıradan Suudiler sadece iktidardan faydalanmayı talep etmiyor, iktidardan da pay istiyor." BBC

El Kaide'den çağrı: Kral'ı devirin!
26 Şubat 2011
El Kaide bağlantılı bir grup, kraliyet ailesinin devrilmesi çağrısında bulundu...

El Kaide ile bağlantılı Abdullah Azzam Tugayları adlı grup, Suudilerden ülkeyi yöneten kraliyet ailesini devirmelerini istedi.
Grubun bir internet sitesinde yayımlanan açıklamasında, ''halkın ihtiyaçlarını dikkate almayan ve savurgan harcamalar yapan kraliyet ailesinin devrilmeyi hakkettiği, kraliyetin ABD ile gizli anlaşma yaparak ülkenin petrol gelirlerinden Suudilerin yararlanmasına izin vermediği'' öne sürüldü.

Krallığa karşı saldırı düzenleyecekleri tehdidinde de bulunan grubun açıklamasında, Tunus ve Mısır devlet başkanlarının devrilmesinden duyulan memnuniyet de dile getirildi. haber10

Suudi Kralı hastanede, gözler tahtında

21 Kasım 2010 Suudi Arabistan Kralı Abdullah, önceki gün rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Kralın muhtemel bir ölümü ya da görevden ayrılması durumunda yerine kimin geçeceği konusunda ise farklı spekülasyonlar yapılıyor.

Halen dünyanın en yaşlı devlet başkanı sıfatını elinde bulunduran Kral Abdullah'ta bel fıtığı ve kan pıhtılaşmasının sebep olduğu rahatsızlıklar bulunduğu açıklandı. Kral Abdullah, üvey kardeşi Kral Fahd'ın 2005 yılında ölmesiyle tahta oturmuştu.

Kralın muhtemel bir ölümü ya da görevden ayrılması durumunda yerine kimin geçeceği konusunda ise farklı spekülasyonlar yapılıyor. Suudi kanunlarına göre kralın yerine veliaht prens atanıyor. Ancak Kral Abdullah'ın üvey kardeşi ve Sudeyri ailesinin en yaşlı üyesi Veliaht Prens Sultan bin Abdülaziz de iki yıldır yurt dışında tedavi oluyor. Bu durumda geçtiğimiz hafta kabine toplantısına başkanlık eden ve 35 yıldır İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Prens Nayif bin Abdülaziz'i (77) de facto veliaht prens yapıyor.

Krallığın yanı sıra başbakanlık görevini de yürüten Kral Abdullah, 2009 yılında Prens Nayif'i başbakan yardımcılığı görevine atamıştı. Fakat Çarşamba günü Kral'ın, oğlu Mit'eb'i kendi kontrolündeki 260 bin kişilik Özel Muhafız Birliklerinin başına getirmesi ve Bakanlar Konseyi üyesi yapması, "Kral kendinden sonra oğlunun tahta geçmesini istiyor" yorumlarına yol açıyor. Kral Abdullah'ın 1962 yılından beri başında bulunduğu ve kendi elleriyle oluşturduğu Muhafız Birlikleri, Suudi Arabistan ordusundan daha eğitimli ve daha etkin olarak adlandırılıyor. Önceleri tamamen resmi merasimler için tanzim edilen Muhafız Birlikleri, daha sonra kraliyet ailesini korumak için kullanılmaya başlandı. Kraliyet ailesine mensup sadece prenslerin sayısının 7 bini bulduğu tahmin ediliyor.

Kral Abdullah Ekim 2006'da yaptığı bir düzenleme ile tahta kimin oturacağını daha şeffaf bir hale getirmişti. Buna göre Kral Abdülaziz'in mirasçılarından oluşan bir Sadakat Komisyonu oluşturulmuş ve bu komisyon, Kral'ın ölümü ya da iş yapamaması durumunda yerine kimin geçeceğine karar verecek. Ancak bu komisyonun şu anda işlevinin nasıl olacağı konusunda herhangi bir bilgi bulunmuyor. Kral Abdullah'tan önce tahta geleneksel olarak Sudairi 7'lisi olarak adlandırılan Kral Abdülaziz bin Suud'un Sudairi kabilesinden olan eşi hanımı Hassa'dan olan çocukları geçiyordu. Ancak Kral Fahd, bu kuralın dışına çıkarak yerine üvey kardeşi Abdullah'ı veliaht prens olarat tayin etmişti. Ancak Kral Abdullah tekrar eski geleneğe dönerek Sudairi 7'lisinin hayattaki en yaşlı üyesi Prens Sultan'ı veliaht tayin etmişti.

Uzmanlar, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ve en büyük ihracatçısı Suudi Arabistan'da muhtemel bir taht kavgasının sadece Suudi Arabistan'ı değil, tüm dünyayı etkileyeceğini, dolayısıyla başta ABD olmak üzere dünyanın buna seyirci kalamayacağını belirtiyor. haber7

Suudi Prens Hizmetçisini Öldürdü

Hizmetçisini öldürmek suçundan mahkemeye çıkarılan Suudi Prensi Abdulaziz Bin Nasir Al Suud, suçunu itiraf etti.

06.10.2010

Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz Al-Suud’un torunu Prens Suud Abdulaziz Bin Nasir Al Suud, hizmetçisi ve aynı zamanda eşcinsel sevgilisi olduğu iddia edilen 32 yaşındaki Bandar Abdulaziz’i boğarak öldürmek suçundan Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkarıldı.

Mahkemede suçunu itiraf eden Suudi Prens’in hizmetçisini asansörde feci şekilde darp ettiği asansördeki anlar ise otelin güvenlik kameralarına yansıdı.

Mahkemede öne sürülen iddialara göre, prens hizmetçisine haftalarca fiziksel saldırı ve cinsel tacizde bulundu. Geçen Şubat ayında aşırı alkol alan prens kral dairesinde birlikte kaldığı hizmetçisini feci şekilde dövdü.

Prens, yumruk darbeleri sonucu kanlar içinde kalan uşağının boynunu kırdıktan sonra boğarak öldürdü. Prens, daha sonra kan izlerini temizledi, otel görevlilerine ve polise haber verdi.

Suudi prens, ilk ifadesinde, hizmetçisinin sokakta soyulduğu ve darp edildiğini söyledi. Güvenlik kamerasına yansıyan darp görüntülerinin ortaya çıkmasından sonra ise suçunu kabul etti. TRT

İki yılda üç Suudi prensi ortadan kayboldu!
15.08.2017



BBC Türkçe'nin haberine göre son iki yılda yaşamlarını Avrupa'da sürdüren üç Suudi prens ortadan kaybolmasının ardından, prenslerin akıbeti yavaş yavaş belli olmaya başladı. Suudi hükümetini eleştiren açıklamalar yapan bu üç prensin her birinin kaçırılarak uçakla Suudi Arabistan'a götürüldüğüne ilişkin deliller bulunduğu açıklandı.

Kimse 2015 ve 2016'da Avrupa'da birdenbire ortadan kaybolan 3 Suudi prensten haber almadı.
Bir zamanlar Suudi polis teşkilatında üst rütbeli bir pozisyonda olan Prens Turki bin Bandar, bir miras anlaşmazlığı sonrası hapse atılmıştı. Cezaevinden çıkışta Fransa'nın başkenti Paris'e kaçtı ve 2012 yılından itibaren Suudi Arabistan'da reform çağrıları yapan videoları YouTube'da paylaşmaya başladı.
Suudi yönetimi Prens Turki'yi geri dönmeye ikna etmeye çalıştı. Bunu reddeden Turki, ikna için kendisini arayan İçişleri Bakan yardımcısı ile yaptığı telefon konuşmasını da kaydederek bunu sosyal medyada paylaştı.
İki yılda üç Suudi prensi ortadan kayboldu
O konuşmada bakan yardımcısı, Turki'ye, "Herkes dört gözle senin dönmeni bekliyor" diyordu.
Turki'nin buna yanıtı ise,"Dört gözle beni mi bekliyorlar? Peki ya memurlarının, 'Seni o….. çocuğu, seni Sultan Bin Türki gibi geri getireceğiz' diyen mektuplarına ne demeli?" şeklindeydi.
Milat

Kral'ın ölümüne en fazla kim üzüldü?
Bülent Esinoğlu
25 Ocak 2015



13 Şubat 1945’den beri, Suudiler Amerika’nın kölesidirler.

Arabistan halkı da Suudilerin kölesidir.

Kendi halklarına refah ve huzur dağıtmak yerine, Amerikan bankalarının içini petro-dolar doldurmakla ömür geçirirler.

Elde ettikleri petrol gelirlerini, orta doğunun huzurunu bozmak için harcarlar.

Kral Abdullah öldü. Salman geldi.

Değişen bir şey olmaz.

Olmaz.

Çünkü Arabistan’da iç güvenliği de Amerikan uzmanları gerçekleştirir. Özellikle kraliyet sülalesini…

Görmüşünüzdür. Taziyeye gelen Batılı devlet adamlarının Suudilere çektiği yağı…

Kral Abdullah, Avrupa’da, Batılı liderlerin ahlak bozucusudur diye anılırdı.

Batılı liderlerin Abdullah’ın ölümü ile ilgili beyanları okuyunca, bu kanaatin doğruluğuna inanıyorum. Beyanatları okursanız, sizin de mideniz bulanır. En mide bulandırıcı olanı da İngiliz Başbakanın ki olsa gerek…

Çünkü istiyorlar ki, Batı yararına kurulu olan düzende, bir değişiklik olmasın.

Petrol düzeni böylece işlesin.

Petrolün asıl karını petrolü rafine eden Batı şirketleri alır.

Suudi petrolü Batının daha çok da Amerika’nın malıdır.

Suudiler hep Rusya’ya karşı olmuşlardır. Onun için Amerika’nın Yeşil Kuşak planında yer almışlardır. Petrol gelirlerini bir zamanlarda, Yeşil Kuşak projesinde harcamışlardır.

Şimdi de, Amerika’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımları, daha doğrusu Amerikan menfaatleri için, petrol fiyatını düşürerek, Amerikan silahının yanında yer almıştır.

Yeşil Kuşak planından sonra, Büyük Orta Doğu Projesinde, projenin mali kaynağını sağlamışlardır.

Bir başka İslam ülkesi ile arasına Berlin Duvarı inşa eden, tek İslam ülkesidir. Irak ve Arabistan arasına duvar inşası devam ediyor.

Suudi Arabistan’ı terörle bağlantısı olan, terörü Batı adına finanse eden belki de tek devlettir.

En son şahit olduğumuz Suudi Vakası; Suriye’dir.

Bir devletten çok, kabileyi andıran yapılarıyla, İslam ülkeleri içinde en geride olan bir yapılanmadır.

Ölümün, işkencenin, yaşamın en iptidaisi Arabistan’dadır. Kadına yaşam hakkı verilemeyen belki de tek ülke burasıdır.

Diyeceksiniz ki, Suudiler bağımsız bir siyaset izlese, Amerika izin verecek mi?

Hayır.

Benim üzüldüğüm; devlet terörü öyle bir nesil ortaya koymuş ki, köleliği doğal yaşam koşulu olarak anlıyor.

Suudiler sadece petrol satmakla kalmazlar. İslam’ı da satarlar. İslam ülkelerinin aralarındaki dayanışmayı da, ABD adına satarlar.

Bu gün İslam ülkeleri, yoksulluğun ve çukurun içinde yaşıyorlarsa, bunun müsebbibi Suudilerdir.

Gelelim Yemen işine…

Yemen petrolünün kime satılacağını hangi para ile satılacağına, paraların hangi banlara konacağına Suudiler karar verir.

Yemen’de bir bağımsızlık hareketi olursa, Amerikan silahlarıyla Müslümanları katlederler.

Bu gün orta doğuda Müslüman Müslümanı kırıyorsa, Batının Suudiler ile olan kirli ilişkisinin sonucudur.

Dünya dengeleri değiştikçe, umuyorum bu kirli ilişkiler azalır.

Suudi Kral’ın öleceğini, 31.12.2014 tarihinde, yani geçen yılın sonunda yazmıştım.

2015’de kimler ölür diye, bir liste yapmıştım. Listenin başına da Abdullah’ı yazmıştım.

Listenin ikinci sırasında, Baba Bush var. Bakalım bu kehanetimde çıkarsa…

bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.tr

Cemaat dediğin böyle olmalı: Kral'a gıyabi cenaze namazı kıldırmak isteyen imamı dövdüler
25 Ocak 2015

Yeni Şafak'ın haberine göre; Mescid-i Aksa'da kılınan cuma namazı hutbesinde, dün gece ölen Suud Kralı Abdullah Abdullah Bin Abdulaziz'i överek, gıyabi cenaze namazı kıldırmaya kalkan Aksa İmamı İsmail Navahda, cemaat tarafından darp girişimine maruz kaldı. İmamın üstüne yürüyen cemaatin görüntüleri ortaya çıktı.

Aksa'da kılınan cuma namazı hutbesini sakin bir şekilde dinleyen cemaat, hutbenin sonunda, imamın vefat eden Suud Kralı Abdullah'ı överek, gıyabi cenaze namazı kılınacağını açıklamasının ardından, Aksa'nın içindeki ve avlusundaki cemaat bir anda ayaklanarak İmam aleyhinde slogan atmaya başladı.İmamı "fasık" olmakla suçlayan cemaat, daha sonra imamın "cenaze namazı" çağrısına uymayarak, üzerine yürüdü.Cami içerisindeki Filistinli güvenlik görevlileri tarafından etrafı çevrilen imam, "darp" girişiminden zor kurtuldu ve Kıble Mescidi'nin iç sol kısmındaki bir odaya götürülerek, cemaatin saldırısından kurtuldu.

Öte yandan, cuma namazının ardından bir grup, Aksa avlusunda pankart açarak slogan atmaya başladı. Grubun çevresine toplanan binlerce kişi, "Charlie Hebdo" ve "batılı güçler" aleyhinde slogan attı. Hazreti Muhammed'e salavat getiren grup daha sonra bir bildiri okudu.

Olayın videosu için: http://dunya.haberdex.com/789843
Haber 93

Suudi Arabistan Kralı Abdullah öldü
23/01/2015



Suudi Arabistan Devlet Televizyonu Kral Abdullah'ın öldüğünü ve yerine prens Salman'ın tahta geçtiğini duyurdu.
Radikal
Alptekin Dursunoğlu @Alptekin_D 13 dk.13 dakika önce:
İkili görüşmeler yapanlara göre Salman'ın ciddi hafıza problemi var Birkaç dakika sonra konuşmanın bağlamından kopup ilgisiz şeyler söylüyor
Haber 93
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 06, 2017 10:02 pm    Mesaj konusu: "Suudlar Vahabi yayılmacılıktan vazgeçmeye başlıyorlar Alıntıyla Cevap Gönder

"Suudlar petrol devrinin bittiğini anladılar, Vahabi yayılmacılıktan vazgeçmeye başlıyorlar"
06 Kasım 2017



Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Suudi Arabistan’da Kral Salman’ın kararıyla kurulan yolsuzlukla mücadele komitesinin ardından başlayan yolsuzluk operasyonlarında; 11 prens, eski bakanlar ve üst düzey yetkilerin gözaltına alınması olayının Türkiye'yi yakından ilgilendirebilecek sonuçlara yol açabileceği yorumunda bulundu. ABD'nin ısrarıyla Suudi Arabistan'ın 'ev temizliği' yaptığını belirten Yetkin, "Suudlar, hem terörist hareketlere el altından verdikleri destekten kendi ağızları da yanmaya başladığı için, hem de petrol devrinin bitmekte olduğunu görmeye başladıkları için, petrol parası destekli Vahabi yayılmacılıktan vazgeçmeyi tartışmaya başlamış görünüyorlar" dedi.

Murat Yetkin'in "Suudi Arabistan’ı anlama kılavuzu" başlığıyla yayımlanan (6 Kasım 2017) yazısı şöyle:

Suudi Arabistan’da 4 Kasım’da yapılan bir dizi tutuklama ve görevden alma Türkiye’yi yakından ilgilendirecek sonuçlara yol açabilir. Hayır, kimilerinin aceleyle söylediği üzere tatillerini Bodrum’da geçiren prens Alwaleed (ya da Elvelid) bin Talal da tutuklanan 11 prens arasında yer aldığı için bu hamle Türkiye’ye karşı yapılmış filan değil; dünyayı kendi etrafımızda dönüyor zannetmekten vazgeçelim artık lütfen.

Çünkü çok daha önemli gelişmeler söz konusu. Örneğin aşağıda sayacağım bütün gelişmelerin 4 Kasım günü olması, sizi bilmem ama benim için tesadüften fazlası:

- Suudi Arabistan yönetimi bir tutuklama ve tasfiye rüzgârıyla sarsıldı. Yalnızca dünyanın en zengin adamlarından, dünyanın kadınların en hiçe sayıldığı ülkesini koyu bir taassupla yönetirken kendisi Batı uygarlığının her nimetinden müsrifçe yararlanan bin Talal değil, örneğin saray muhafızlarının güçlü komutanı dâhil pek çok isim gitti. Görünüşteki gerekçe yolsuzluk operasyonuydu; o kurulun başındaysa Veliaht Prens Muhammed bin Selman vardı. Bu hamlenin veliaht prensin gelecek hamleleri önündeki engelleri temizlemeyi amaçladığı yorumları yapılıyor.

- Aynı gün Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlediği basın toplantısıyla görevinden istifa ettiğini duyurdu. Daha önce pek örneği görülmemiş bu istifasının gerekçesi olarak da İran’ın Hizbullah üzerinden ülkesini kontrole almaya çalışmasını gösterdi; “Sonumun babam gibi olmasını istemiyorum” dedi. Babası Refik Hariri başbakan iken 2005’te bombalı saldırıyla öldürülmüştü; ancak 2014’te açılan suikast davasında iddianame Hizbullah üzerine kurulmuştu.

- Aynı gün Riyad’a bir balistik füze saldırısı düzenlendi. Açıklamaya göre füze havadayken (bir ihtimal Patriot füzeleri ile) imha edilmiş can kaybına yol açmamıştı. Saldırıyı Yemen’de Suudi Arabistan ile savaşmak için İran’dan destek alan Huti milislerinin üstlendiği duyuruldu.

- Hariri’nin istifasına ilk tepki verenlerden birisi Londra’da bulunan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu. Netanyahu’ya göre bu istifa “Suriye’yi de Lübnan’a çevirmek isteyen İran’ın saldırganlığına karşı” önlem alınması doğrultusunda dünya için bir uyarı işareti sayılmalıydı. Netanyahu geçenlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşerek, Suriye’de Beşar Esad rejimini savunmak için savaşan binlerce İran devrim muhafızı ve Hizbullah güçlerinin İsrail sınırına yaklaşmalarına engel olmasını istemiş, aksi takdirde kendisinin harekete geçeceğini söylemişti.

- İran bu sözlerin altında kalmadı. Önce Dışişleri Sözcüsü Behram Kasemi, Hariri’nin “Siyonist rejim, Suudi Arabistan ve Amerikalıların sahte ve temelsiz suçlamalarının tekrarı” olduğunu söyledi. Ardından İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı Hüseyin Şeyh ül-İslam, Hariri’nin istifa konuşmasının “ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın planlaması” eseri olduğunu öne sürdü.

Bu gelişmelerin ne kadar birbiriyle bağlantılı olduğunu açıklamak için şu ayrıntıyı da eklememiz gerekiyor: Hariri istifasından bir gün önce, 3 Kasım Cuma günü Beyrut’ta İran dini Lideri Hamaney’in özel temsilcisi (ve eski İran Dışişleri Bakanı) Ali Ekber Velayeti ile görüşmüştü. Velayeti aynı gün Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile de Beyrut’ta bir araya gelmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Hariri bu görüşmelerin ardından ülkesini terk ederek Suudi Arabistan’a gitti ve orada Suud yetkilileriyle görüştükten sonra istifasını açıkladı.

Türkiye’de ise Beştepe bu gelişmeyi şimdilik Suudi Arabistan’ın iç siyaseti olarak değerlendirmek suretiyle belli bir mesafede kalarak tahlil etmeye çalışıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın NTV yayınında şunları şöyledi:

- “Zihniyet yapısı nasıl değişecek? Bununla ilgili adımlar atmaya çalışıyorlar. Yeni bir kral ve sonrasıyla ilgili bir takım siyasi düzenlemeler yapılıyor. Bir 2030 vizyonu var. Umarız Suudi Arabistan'ın barışına katkı sağlayacak bir süreç yaşanır burada.”

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise bölgesel güvenlik perspektifi içinde ama temkinle yaklaştı konuya:

- “Orta Doğu’daki gerilim büyüme eğilimi taşıyor. Türkiye’nin çıkarı bölgede yeni bir çatışmanın çıkmasını önlemeye katkı vermeyi gerektirir. Türkiye’nin bu çatışmaya taraf olmadan, dikkatli ve barışçıl politika izlemesi lazım. Son yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu’daki görünümü yıpranmış olsa da, akılcı bir tutumla bu güven de yeniden tesis edilebilir.”

Kılıçdaroğlu, 1980’lerde İran-Irak savaşı sırasında Turgut Özal’ın izlediği aktif tarafsızlık siyasetinden de örnek veriyordu.

Suudi Arabistan’da olanlar görüldüğü gibi Suudi Arabistan’ın sınırlarını aşan özellikler taşıyor. Ne olup bittiğini daha iyi anlayabilmek için konuyu birbiriyle ilintili üç koldan analiz etmekte yarar var.

- Müslüman Kardeşler: Arap Baharıyla birlikte Mısır’da 2012’de Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) destekli Muhammed Mursi’nin seçilmesi Suudi Arabistan ve onun gibi İhvanı (tıpkı Türkiye’nin PKK’yı, IŞİD’i gördüğü gibi) terörist sayan pek çok Arap yönetimini tedirgin etti. ABD’nin perde arkası desteğiyle önce Katar’da bir saray darbesiyle babasının yerine Temim El Sani geçti, bir hafta kadar sonra da Suud destekli Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi 3 Temmuz 2013’te bir darbeyle yönetimi ele geçirdi.

İhvanın Mısır’da devrilmesi Suriye’de Esad’a karşı İhvan merkezli başlayan ayaklanmayı çökertti, o boşlukta El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra ve IŞİD güç kazanmaya başladı. Ancak o süreçte ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar arasında kurulan koalisyon da çözülmeye başladı. Türkiye ve ABD’nin arası PKK/PYD yüzünden, Suud ve Katar’ın arası da İhvan yüzünden 2014’te açılmaya başladı.

O boşlukta İran’ın ısrarıyla Rusya 2015’te Suriye’ye ağırlığını koydu. Gelişmeler, 2017 Haziranında Suudi Arabistan, Mısır ve destekçilerinin Katar’a ültimatom verdiği krize dek evrildi. Türkiye’nin desteğini alan Katar Emiri, koltuğunu korumak için Müslüman Kardeşlere doğrudan desteğini kesmeye başladı. Bu süreçte İhvan’ın en önemli dayanaklarından Gazze’deki Hamas yönetimi, İsrail’i tatmin etmese de uzlaşma adımı attı ve Mısır istihbaratının devreye girmesiyle Ramallah’taki Filistin hükümetiyle anlaşma yolunu seçti.

Bu uzun özetin kısası, Arap Baharından bu yana Suud yönetiminin Müslüman Kardeşlere karşı üstünlük sağladığı ama Amerikalıların ısrarıyla kendi ev temizliğini de yapmak zorunda kalmalarıdır.

- Suud’da ev temizliği ve dönüşüm: Yaşlı Kral Abdullah 23 Ocak 2015’te ölünce yerine kendisi de 80 yaşına gelmiş Kral Selman geçti. Selman’ın ilk köklü icraatı, 12 Aralık 2015’te kadınlara yerel seçimlerde oy kullanma hakkı vermesi oldu. Dünyanın en zengin petrol ve gaz yataklarından birisine sahip olmasına rağmen ekonomik kriz eşiğindeki krallıkta yapılan en köklü değişikliklerden birisi de ekonomik zorlamayla yapıldı: Suudi Arabistan, resmi işlerde, devlet bürokrasisi ile sınırlı olsa da 3 Ekim 2016’da Gregoryen takvime geçti. (Bu gelişme, yani Suudi Arabistan’ın da Türkiye’nin Atatürk önderliğinde Cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığı gibi Miladi takvime geçmesi Türkiye’de dikkatlere pek getirilmedi.) Bu takvim değişikliği Suud ekonomisinin küresel ekonomiye göre her yıl kaybettiği tam 11 günden tasarruf edeceklerini hesaplaşmışlar.

Sonra asıl dönüşüm adımı geldi: Katar krizi zirvedeyken 21 Haziran 2017’de Kral Selman yeğenini azlederek Veliaht Prensliğe 31 yaşındaki oğlu Muhammed bin Selman’ı getirdi. Veliaht prens 26 Eylül’de Suudi Arabistan’ın yüz karası uygulamalardan birine son vererek kadınlara araç kullanma yasağını –kademeli olarak da olsa- kaldırdı. Dahası, 24 Ekim 2017’de Müslümanlığın en katı yorumlarından olan (ve Amerikalıların gelinen noktada terörist hareketlerin doğumundan sorumlu tutmaya başladığı) Vahabiliğin yerine “ılımlı İslamı” esas almayı hedeflediklerini söyledi.

- Dış düşman ihtiyacı ve İran: Burada İbrahim Kalın’ın vurguladığı “iç barış” konusuna başka açıdan yaklaşabiliriz. Bir yandan Müslüman Kardeşleri ile iç mücadele, bir yandan çok partili yapının olmadığı ülkede aşiretler ve prensler arasındaki saray kavgaları ve diğer yandan köklü reformların hayata geçirilmesi, milli birlik ve beraberlik ruhunu ateşlemeyi, dolayısıyla bir dış düşmanın varlığını gerekli kılıyor. O da zaten hazır: İran.

Suudi Arabistan’ın örneğin Irak’taki Kürt referandumuna şiddetle karşı çıkmasının bir nedeni de o. Birincisi, kendisini Arap ve Müslüman dünyasının önderi sayan Suud hanedanı, bir Arap ülkesinin Arap olmayanlar tarafından bölünmesini kabul etmez. İkincisi, Irak bölünürse, İran etkisindeki –deyim yerindeyse- Basra körfezi bir “Şiistan”a dönebilir, Üstelik Suudi Arabistan’ın Irak, Kuveyt sınırında, zengin petrol ve gaz kaynaklarının bulunduğu Dahran bölgesinde ağırlıkla Şiiler yaşıyor.

Dolayısıyla hem Sünni-Şii eksenindeki zıtlaşma, hem de İran’ın fazlasıyla yayılmacı halleri, Suudi Veliaht Prensin eline fazlasıyla işlevsel malzeme veriyor.

Biraz uzun oldu ama derdimizi anlatabildik sanırım biraz.

Suudlar, hem terörist hareketlere el altından verdikleri destekten kendi ağızları da yanmaya başladığı için, hem de petrol devrinin bitmekte olduğunu görmeye başladıkları için, petrol parası destekli Vahabi yayılmacılıktan vazgeçmeyi tartışmaya başlamış görünüyorlar.

Bu Türkiye’yi de elbette etkileyecektir. Örneğin, yalnızca Türkiye değil, Balkanlardan Kafkaslara, sahili Afrika’dan Orta Asya’ya dek Vahabilik propaganda ve örgütlenmesine vesile olan Rabıta sistemine devam edecek mi Riyad? Washington bunu desteklemeye son verecek mi? Dolayısıyla bir yandan Suud-İran çatışmasına yol açabilecek gelişmelerin, diğer yandan köklü dönüşümlerin eşiğinde olabiliriz.

Nasıl? Daha çok petrol ve gaz var, petrol devri bitmez mi? Öyle mi gerçekten?

Taş devri, hanımlar, beyler, taş bittiği için bitmedi.

T24
ETİKETLER
murat yetkin vahabi suudi arabistan hürriyet yayılmacılık türkiye abd operasyon

Suudi Arabistan’da iç savaş çok yakın
01 Ağustos 2017



Suudi halkının öfkesi her geçen gün arttığına dikkat çeken Middle East Eye (MEE) yazarı, iç savaş tehlikesi uyarısında bulunuyor.
Suudi Arabistan’da hükümetin sorumsuz politikaları karşısında, Suudi vatandaşları ve yabancı işçiler, her geçen gün benzeri görülmemiş ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalıyor.

Hükümetin sorumsuz politikaları nedeniyle küçülen ekonomi ve Yemen savaşının yükü altında ezilen Suudi halkının öfkesi her geçen gün artıyor. Halkın sokaklara dökülüp rejim değişikliği talep etmesinin an meselesi olduğunu belirten Middle East Eye (MEE) yazarı, Suudi Arabistan’ı bekleyen iç savaş tehlikesi için de uyarıda bulunuyor.

Cidde, canlı bir Suudi şehri ve ülkenin ekonomi merkezi değil artık. Bu günlerde biraz hayalet şehir izlenimi veriyor. Her şey eskisi kadar cazip ve umut verici görünmüyor. Ancak bu, şehre özgü bir durum değil: Ülke genelindeki işletmeler, mali yükümlülüklerini yerine getirmek için mücadele etmekte. Bunlara maaş, kira ve giderek artan devlet ücretleri ve gereklilikleri gibi sabit işletme giderleri dahil.

YABANCI İŞÇİLERE YÜKLENEN EK ÖDEMELER

Hükümet, Suudi iş piyasasında çalışan yabancıları sürekli kazanç elde etmek için meşru bir kaynak olarak görüyor. Temmuz ayında yayımlanan ve Suudi medyasında çıkan Banque Suudi Fransi raporuna göre Suudi Arabistan’da 11,7 milyon yabancı yaşadığı tahmin ediliyor.

Bunların 7.4 milyonunu çalışanlar ve 4.3 milyonunu da onların refakatçileri oluşturuyor.

1 Temmuz’dan itibaren Suudi yetkililer, refakatçilerin kimlik kartlarını yenileyerek onlardan ücret tahsil etmeye başladı; bu oturma izni her yıl yenileniyor. Refakatçiler her ay 100 riyal (94 lira) ödeyecek. Bankaya göre, 2020 yılına kadar bu rakam 400 riyale (376 lira) yükselmesi ve Suudi hazinesine 20 milyar dolar (yaklaşık 70 milyar) katkıda bulunması bekleniyor.

Görünüşe göre, bu yeni kararlara imza atan politika üreticileri girişimlerinin ötesinde yüzleşeceklerini göremiyor. Evet, bu yeni ücretler doğrudan gelirleri artırabilir, ancak ülkenin girişimciliğini, aynı zamanda küçük ve orta ölçekli işletmeleri de yok edecektir. Bu işletmeler zaten çok sınırlı bütçe ve kaynaklarla çalışıyor. Dolayısıyla, zaten hayatta kalmak için mücadele veren bu işetmeler, yeni düzenlemelerle daha da zora sokulacaktır.

Bu nedenle, birçok işveren, yeni kabul edilen ücretleri çalışanlarına ve emekçilerin sırtına yükleyerek karşılık verdi. Sonuç olarak, yabancı işçilerin büyük çoğunluğu şimdi bu yeni ücretleri kendi kazançlarından ödemek zorunda.Yasanın çıkarılmasından sonraki haftalarda on binlerce çalışan bu yeni ücreti ödemek yerine ülkeden kaçmayı seçti, bunları başkaları da takip edecek.

Sonuç olarak, iş gücü piyasası gün geçtikçe küçülürken, işçi çalıştırma ve hizmet maliyetleri artıyor. Doğal olarak, etkilenen işletmeler tarafından sağlanan çok sayıda malın ve hizmetin fiyatları da artacak. Unutmayın: Tüm bunlar zaten küçülmekte olan bir ekonomide yaşanıyor.

‘KÖRFEZ SAVAŞINDAN BU YANA EN DÜŞÜK RAKAMLAR’

Bu küçük ve orta ölçekli işletmeler üzerinde giderek artan aşırı baskılar, Suudilerin satın alma gücünün uzun yıllar sonra en düşük seviyesine inip kötüleştiği bu dönemde bir çok işletmenin iflasına neden olacak. Cidde merkezli National Commerical Bank’ın 2016 yılı raporuna göre, Şubat 2015’te nakit çekme oranı, geçen yıla kıyasla yüzde 13.3 oranında azaldı; satış noktası işlem değeri, yılda yüzde 9.0 oranında gerileyerek 2009’dan bu yana görülen en büyük düşüşü yaşadı. National Commerical Bank raporu ekliyor: “Tadawul’daki (Suudi Menkul Kıymetler Borsası) yıllık gerilemelerden kaynaklanan olumsuz sermaye etkilerine ek olarak, enerji ve su fiyatlarındaki artışlardan elde edilen harcanabilir gelirin daha düşük olmasının tüketim harcamalarını zayıflatacağına inanıyoruz ...”

Raporda ayrıca, 2015 yılında Suudi bankacılık sistemindeki toplam mevduatın yüzde 1.9 oranında büyüdüğü ve bunun ‘Körfez Savaşından bu yana en düşük rakam’ olduğu da belirtiliyor.



SUUDİLER NEDEN AYAKLANIR?

Peki burada farklı olan ne diye sorulabilir? Ekonomik sıkıntı, her zaman insanları hükümet aleyhinde ayaklanmaya iten belirleyici faktör değildir. Suudi Arabistan’dan daha kötü ekonomiye sahip onlarca hatta muhtemelen yüzlerce ülke var. Sahraaltı Afrika, Latin Amerika ya da kötü ekonomik gerçeklerden bağımsız olarak baskıcı hükümetlerin varlığını devam ettirdiği diğer birçok ülkeye bakın.

Durum Suudi Arabistan’da biraz farklı. Bir aile eviniz olduğunu hayal edin uzun yıllar çalıştıktan sonra satın alabildiğiniz yalnızca bir ev. Orada nesiller boyu yaşadınız ve aniden onu kaybetmek üzeresiniz. Bu size- veya bir başkasına nasıl hissettirir?

HÜKÜMETİN YAŞATTIĞI HAYAL KIRIKLIĞI

Yaşayacağınız hayal kırıklığını hayal edin: Ailenizin yıllarca ondan kaçıp sonsuza kadar kurtulduğuna inandığı an tekrar yoksulluğa ve evini kaybetmeye mahkum oluyor.

Bireylerin bazıları bu durumda baştan başlamak zorunda kalacaklarını düşünürken; bazıları ise delireceğini hatta intihar bile edebileceğini düşünebilir. Bununla birlikte, Suudi toplumunun bütününde bu yalnızca bir tek şey anlamına gelecektir: Devrim. İnsanlar elindeki her şeyi kaybettiklerinde, verecekleri tek tepki hayal kırıklığı içinde kendilerini sokakları vurmaktır. Suudi ekonomisi hâlâ dibe vurmadı. İşlerin daha da kötüye gitmesi için hala gidilecek yol var. Örneğin hükümet, kamu sektöründe yeni işe alımları resmen dondurduktan sonra on binlerce devlet çalışanı için işsizlik tehlikesi oluşacağına dair söylentiler var. Büyümenin şiddetli ve ani bir şekilde tersine dönmesinin psikolojik ve finansal şoklarının yanı sıra, artık daha fazla aile, kitlesel işsizliğin bir sonucu olarak yoksulluğa düşecek.

Ani servet kaybından başka, Suudi Arabistan’ın bir diğer farkı, krallıktaki yoksulların ve çoğunlukla nüfusun geri kalanının şehirlerde yoğunlaşmış olması. Bu nedenle, Suudi Arabistan’da kitleler etkili bir şekilde eyleme geçmek için diğer 3. dünya ülkelerindeki yoksulların karşılaştıklar yapısal engellere takılmayacaktır.

Tıpkı Tunus ve Mısır ayaklanmalarında olduğu gibi, yoksul Suudilerde iletişim altyapısına sahip, coğrafi olarak da iyi bağlanmış durumda. Bu nedenle kolayca organize edilebilecek ve bir araya getirilebilecekler.

PARA AKIŞININ DURMASI İSTİKRARI BOZACAK

Suudi politikasındaki bir diğer önemli faktör ise: Para. Suudi yöneticiler her zaman krallığın maddi gücünü istihdam ve inşaat sözleşmeleri yoluyla nüfuzlarını arttırmak ve istikrarı sağlamak için kullanmıştır. Bu nedenle para akışının durması yakın gelecekte krallıkta istikrarı daha da bozacaktır.

Krallığın ekonomiyi boşaltmak için ani, yoğun ve kararlı çabaları meşruiyetini sarsıyor. Suudi kamuoyu, artık hükümeti çözümün bir parçası olarak algılamıyor. Aksine, ihanete uğradıkları hissi hakim... Güvenilirlik krizinin üstesinden gelmek için, hükümetin önümüzdeki aylarda ve yıllarda çok çalışması gerekecek.

2030 VİZYONU HOŞNUTSUZLUK YARATTI

GEÇEN yıl Muhammed bin Salman tarafından getirilen ekonomik reform programı olan 2030 vizyonundan duyulan hoşnutsuzluk ve yaygın bir şekilde reddedilmesi bu noktada önem arz ediyor.

İnsanlar sert ve beklenmedik bir gerçeklikle uyanıyor. Onların çıkarlarını gözetmesi gerekirken, ekonomik kriz ve Yemen savaşındaki yıpranma karşısında hükümetin oldukça tuhaf ve sorumsuz bir şekilde davrandığı gerçekliğine uyanan halk şaşkın...

ABD Başkanı Donald Trump’ın krallığa yaptığı son ziyaretinde hükümetin 350 milyar dolara mal olan anlaşmayı imzalaması Suudiler arasında yaygın bir şekilde aşağılayıcı olarak değerlendiriliyor. Suudi hükümeti ayrıca Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fattah el-Sisi’nin hükümetine milyarlarca dolarlık yakıt, nakit ve diğer hibeler vermişti.

Halkın öfkesi yükseliyor ve ne zaman taşma noktasına ulaşacağını kimse bilmiyor. Halk, hükümet harcamaları yüzünden giderek bezmiş durumda sağlık, konut ve iş girişimleri için gerekli fonların sağlanmasını talep ediyor.

FARKLILIKLARA YER YOK

Bütün karışıklıkların ortasında, krallığı egemenlik altına almakla övünen Suudi liderler kendi vatandaşları arasında bile olsa fetihçiler gibi davranmaya devam ediyorlar. Bu, hükümetin onaylamadığı bir nedene ya da Katar gibi sevilmeyen bir ülkeye sempati dâhil olmak üzere, resmi görüşten farklı davranılmasına izin vermeyen mutlak bir monarşidir. Örneğin, yakın tarihli diplomatik çatışmada Katar’a sempati duymak suçlamasıyla Suudi vatandaşları, 15 yıla kadar hapis ve yarım milyon dolar kadar para cezasına çarptırılabilir.

Üstelik hükümet, yönetici Al-Saud ailesinin bulunduğu Necd’in dışındaki Suudi bölgedeki yerel alt kültürleri de dışlamış durumda. Bölgesel geleneksel kıyafetleri kaldıran hükümet herkesi Najdi elbisesini resmi devlet üniforması olarak kabul etmeye zorladı.

Suudi Arabistan’daki memurlar bu ulusal kıyafet kurallarına uymak zorundadır ve yerel bölgesel giysilerini işyerinde kullanamazlar. Suudiler, nüfus cüzdanı ve pasaportları için fotoğraf çekilirken de ‘resmi’ Najdi elbisesi giymek zorunda. İnsanlar Aseer veya Hicaz’ın bölgesel geleneksel kıyafetlerini giyemez çünkü hükümet ancak muzaffer ailenin kıyafetinin giyilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu şekilde kendi halkına yenilmiş bir düşman gibi anıyor.

İÇ SAVAŞ NASIL BAŞLAR?

ARTIK iç savaşın ortaya çıkması için tek bir kıvılcıma ihtiyaç var. İç savaşın başlaması için sosyoekonomik faktörler mevcut. Öte yandan toplum, herhangi bir siyasi kargaşanın askerileşmesine karşı savunma duvarı olarak işlev görebilecek çok kültürlülüğe sahip değil.

Buna ek olarak, hükümetin siyasi ve ekonomik performansı benzeri görülmemiş düzeyde hayal kırıklığı yaratıyor. Bu, ülkede politik ifadenin tek aracı olan tüm sosyal medya platformlarında hissedilmektedir. Ayrıca sosyal medya bardağı taşıran noktaya gelindiğinde halk arasında iletişim ve seferberlik için de kullanılabilir.

Yalnızca birkaç bin kişinin öfkesini sokaklarda ifade etmesi ve güvenlik güçlerinin buna şiddetle cevap vermesiyle, durum iç savaşın ilk aşaması olarak nitelenen noktaya gelecektir.

Bu bağlamda Libya ve Suriye’yi düşünün. 2011 Arap ayaklanmaları sırasında, iki ülkedeki diktatörler, protestocular rejim değişikliği talep ettiklerinde aşırı güçle tepki gösterdi. Bu ise bazı güvenlik güçleri arasında itaatsizliğe ve zamanla büyük bölünmelere neden olur. Özgür Suriye Ordusu bu şekilde böyle yaratılmıştır.

Bu gerçekleştiğinde, ülke dış müdahalelere açık hale gelecektir. Sonuç: Suudi hükümeti çok geç olmadan halkın öfkesini frenlemek için harekete geçmelidir.

Kısaltarak çeviren Elif Özmen Belek
Evrensel

'Suudi prensinin tutuklama ve reform hamleleri durmayacak ama...'
06.11.2017



İslam Özkan'a göre Suudi Arabistan'da veliaht prens Salman’ın prensler, bakanlar ve işadamlarına yönelik tutuklama hamlesiyle 2030 ekonomik hedefi ve sosyal reformlar içeren pragmatist çizgi yerleştirme çabası. Ulemanın şimdilik zahiren girişime onay verdiğini söyleyen Özkan’a göre bu süreç durmayacak ama toplumun gelişmeleri kaldırması da zor.
Gözaltındaki Suudi prenslerin tutulduğu Ritz Carlton Oteli

Suudi Arabistan'da 4 Kasım gecesi Kral Selman bin Abdulaziz tarafından yayınlanan kararnamelerle ‘yolsuzluk karşıtı komite’ kurulduğu duyurulurken, 11 prens ve 38 bakan ve yardımcısı üst düzey yetkili ile zengin işadamlarına yönelik tasfiye hareketi başlatıldı. Bu kişiler bir otelde gözaltına alınırken, seyahat yasakları ve servetlerin dondurulması devreye sokuldu. Gerekçeleri tam bilinmemekle birlikte iki prens hayatını yitirirken, gelişmeler yolsuzluk karşıtı komitenin başına atanmış birinci veliaht prens Muhammed bin Salman’ın (MbS) rakiplerini ‘temizleme’ hamlesine yoruluyor.
Yemen savaşının müsebbibi olan 32 yaşındaki genç prensi dünya siyasetinde öne çıkartan son hamleleri Arap alemini yakından takip eden araştırmacı gazeteci İslam Özkan'la konuştuk.

'RİYAD OLANLARI DARBEYİ SAVUŞTURMA OLARAK GÖSTERİYOR

İslam Özkan, Riyad merkezli kaynakların Suudi Arabistan’da yaşanan son gelişmeleri 'darbeyi önleyici bir girişim’ gibi yansıtmaya çalıştıklarını vurgularken, böylelikle yaşananların ‘masum gösterilmeye çalışıldığı’ görüşünü dile getirdi:

”Arap basınında birkaç değerlendirmenin öne çıktığını görüyoruz. Riyad merkezli kaynaklar 'karşı darbe' yahut ‘darbeyi savuşturma girişimi’ yorumlarını öne çıkartıyorlar. Bu değerlendirmeler yapılanları çok masum gösteren bir yorum oluyor. Bu yaklaşımı şahsen çok benimsemiyorum. Bu zaten uluslararası siyasette de görmeye alışkın olduğumuz bir şey: 'Ben yapmasaydım karşı taraf yapacaktı, ben önceden davrandım'. Muhtemelen Muhammed bin Salman bu yaptıklarına devam edecek olsaydı —ki muhtemelen edecek- zaten buna yönelik tepkiler gelişebilirdi. Bu tepkiler askeri, siyasi yollardan ve toplumsal tepki şeklinde gelişebilirdi.”

Özkan Suudi Arabistan’da prenslere, bakanlara ve işadamlarına yönelik tutuklama dalgasından önce de başka tutuklamalar olduğunu anımsatırken, ilk dalgada ulemadan, akademisyenler ve bürokrasiden etkili isimlerin ekarte edildiğini vurguladı:

“Son tutuklamalardan önce birinci ve ikinci dalga tutuklamalar oldu. Ulema, akademisyenler, kanaat önderleri, bürokrasiden önemli şahsiyetlerin olduğu isimler tutuklandı. Tabii ikinci dalga diyebileceğimiz dalga içerisinde eski Kral Fahd'ın oğlu da tutuklanmıştı. Onun yanında birkaç haneden üyesi de tutuklandı. Bunun hemen öncesinde Fahd'ın oğlunun yani Abdülaziz'in Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) lideri Bin Zayed'e yönelik küfür derecesine varacak sosyal medya paylaşımlarında bulunduğunu biliyoruz. Bunun üzerine tutuklandı ve tabii bunu hiç beklemiyordu. Tutuklandığında İbiza Adası civarında yatındaymış ve daha sonra Fas'ta bulunan Kral Salman'la görüşüyor. Suudi Arabistan'a görüşme yapmak üzere çağrılıyor, geliyor ve ardından tutuklanıyor.”

'TECRÜBESİZ POLİTİKACI OLMANIN GETİRDİĞİ CESARET’

Özkan, operasyonun arkasında bulunan veliaht Prens Muhammed bin Salman için “Bunlar Muhammed bin Salman'ın hırsına, tutkusuna ve siyasi iktidar arzusuna işaret ediyor. Aslında bir de tecrübesiz ve acemi bir politikacı olmanın getirdiği bir cesaret de mevcut” vurgusu yaptı. Genç prensin sosyal ve ekonomik ajandasının ülkeyi zorladığını söyleyen Özkan, öncelikle turizm eşliğinde liberalleşmenin öne çıkartılacağı görüşünü dile getirdi:

“MbS veliaht olduktan sonra —Türkiye'deki 2023 hedefi gibi- 2030 hedefini açıklayalı bir yılı geçti. 2030 hedefi çok kapsamlı ve asıl amaç petrole bağımlılığı azaltmak. Bu durumda Suudi Arabistan hem işgücü hem yapısal nedenlerden ötürü büyük bir üretim hamlesi yapamayacağından dolayı 2030 hedefinin ekonomik sacayağını turizm ile sağlamaya çalışmak gibi bir arayışa girildi. Zaten halihazırda 'din turizminden' büyük gelir elde ediliyordu. Fakat bu hamleyle MBS'nin amaçladığı turizm hamlesi bizim Türkiye'de turizm denilince akla gelen neyse (Bodrum, Antalya) ona benzer bir proje gündeme getiriliyor. Tabii bu tek başına bir ekonomik bir reform paketi olarak kalamazdı. Çünkü bu tarz bir turizm açılımı beraberinde başka şeyleri getirmek zorundaydı. Orada mayolu ya da bikinili olarak denize girebilmek, içki içebilmek yani kendi hayat tarzına uygun bir şekilde yaşayabilmesi bir sosyal reformu da dayattı.''

’SALDIRGAN VE PRAGMATİST BİR SİYASET'

Suudi Arabistan'daki son gelişmelerin toplumsal yapı açısından 'devrim' niteliğinde olduğunu belirten Özkan, bu tarz bir liberalleşmenin yanında saldırgan ve pragmatist bir siyasetin de bulunduğuna dikkat çekti:

”Geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan’ın kuruluş kutlamaları yapıldı. MBS'nin niyetleri çok daha açık ortaya çıktı. Suudi toplumunun pek aşina olmadığı şekilde başı açık kadınlar konser verdiler, kadın-erkek karışık bu konserleri dinlediler. Bizim açımızdan çok normal şeyler gibi geliyor ama Suudi toplumu açısından bunlar 'devrim' niteliğinde. Bu durum Batı'da ılımlı karşılanıyor ama burada BAE izini görüyoruz. Bir açıdan bakıldığında liberalleşme politikaları gündeme gelirken diğer yandan tam bir saldırgan, başka ülkelerin iç işlerine müdahale eden, siyasette hiç bir ilke tanımayan, sonuna kadar oportünist ve pragmatist siyasetin egemen olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla buradaki liberalleşme ve mecburen sekülerleşme diye isimlendirmek gereken bir durum var ama öbür taraftan müthiş bir makyavelizmin siyasete hakim kılınmaya çalışıldığını görüyoruz.”

Ülkede geçmişte de bazı benzer girişimler olduğunu söylerken, “Ama o zaman az çok bir denge vardı” diyen Özkan, “Muhammed bin Salman'ın gelişiyle bu dengenin tamamen bozulduğunu ve tamamen farklı bir mecraya doğru evrildiğini görüyoruz” vurgusu yaptı.

'PRENS SALMAN'IN KAFASINDAKİ MODEL 'BAE' MODELİ'

Özkan, Riyad ile BAE'nin birçok konuda beraber hareket ettiklerini ve Salman'ın kafasında tasarladığı modelin BAE modeli olduğu görüşünde:
”Bu noktada Muhammed bin Salman'ın Bin Zayed ile kişisel ilişkilerini de gündeme getirmek gerekiyor. İki sene önce Arap basınında Kral Selman iktidara geldikten sonra makalelerde şöyle bir şey vardı: BAE yönetirken ABD'den iki danışma ajansıyla çalışıyordu ve aynısını Suudi Arabistan'a önermişti. Bunu Kral Selman kabul etmiş. Yani Amerikan ajanslarıyla, danışma şirketleriyle istişare halinde yönetilen bir ülkeden söz ediyoruz. Bir de BAE'nin şöyle bir özelliği var: Yedi emirlikten oluşuyor ve altı emirlikte şeriat kuralları uygulanıyor. Sadece Dubai emirliğinde uygulanmıyor ve bu emirlikte her türlü özgürlük sonuna kadar var. Hatta Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerinde bulunmayan medeni kanunlara, kadın-erkek eşitliğine ilişkin özgürlükler bulunuyor. Muhammed bin Salman'ın BAE'den etkilenmenin de ötesinde kafasındaki modelin BAE modeli olduğunu düşünüyorum. Zaten iki ülke büyük ölçüde birlikte hareket ediyorlar. Katar örneğinde de gördük. Siyasette çok makyavelist ve saldırgan bir tavır uyguluyorlar.”

'YEMEN'DEKİ SAVAŞ İHTİLAF YARATTI'

Diğer yandan Özkan, Suudi ekonomisinin dış politikada özellikle Yemen savaşında uluslararası toplum nezdinde zorda kalma eşliğinde alarm verdiğini aktarırken, asıl amacın iktidarda kalmak olduğu görüşünü dile getirdi:

”Olan biteni modernleşme kelimesiyle ifade etmeye çalışmak çok uygun olmaz. Çünkü pragmatist ve eklektik bir yapı sözkonusu. İşine geldiği yerden, işine geldiği gibi faydalanabilen ama temel amacı iktidarda kalmak, iktidarı tahkim etmek ve hatta ele geçirmek olan bir yaklaşımdan söz ediyoruz. Bunun için çok büyük risklere girilmiş, çok cüretli adımlar atmış bir mekanizmayla karşı karşıyayız. Örneğin Yemen'de bir savaş başlatıldı. Bu savaş Suudi ekonomisini ve ülkeyi insan hakları açısından uluslararası toplumda zor durumda bırakma pahasına yapıldı. Bu durum İttifaklar Konseyi'nde ihtilaf yarattı. Annesinin Yemenli olduğu belirtilen Prens Mukrin'in bunu onaylamadığı ifade ediliyor. Ama Suudi Arabistan kapalı bir toplum. Son tutuklamalar hakkında bile basına yansıyan resmi bir şey yok. Ancak bazı hissiyatlar var ve nabız yoklamaları yapıldığında aslında Yemen savaşına başında da itiraz edildiği görüldü.”

'RİYAD YEMEN'DE İRAN'DAN ARABUCULUK TALEP ETTİ’

Özkan'a göre Yemen Savaşında ilk planda hedeflenen gerçekleşmeyince kesin itirazlar yükseldi ve hatta eski İran dış işleri bakanının söylediğine göre Suudiler aracılar koyarak İran'dan arabuluculuk yapmasını istedi:

”Savaşta ilk planda hedeflenen şeyler gerçekleşmeyince bu noktada kesin itirazların yükselmiş olduğu söyleniyor. Hatta İran'ın eski dışişleri bakanı yardımcısı Abdullahyan, Suudi Arabistan'ın aracılar koyarak İran'ın Husilerle–Ensarullah hareketiyle kendisi arasında aracılık etmesini talep ettiğini söylemişti. Yani buradan aslında Suudi Arabistan'ın Yemen savaşını bitirmek istediğini ve bunu kendince muzaffer bir şekilde yapmak istediğini görüyoruz. Muhtemelen İran bunu kabul etmedi ya da Ensarullah ile Husiler anlaşamadılar. Sonra BAE devreye girdi.”

'KATAR KRİZİNİN HAKİKİ GEREKÇELERE DAYANDIĞI ŞÜPHELİ’

Suudi Arabistan'daki siyasi yapının gerçek temeli olmayan nedenlerle 'kendince' savaş ilan eder hale geldiğini de anlatan Özkan’a göre, Katar krizinin de hakiki gerekçelere dayanıp dayanmadığına dair ciddi şüpheler var:

”Netice itibariyle Yemen savaşını başlattılar. Katar'ı ablukaya aldılar. O da tutmadı. Hem içeride hem dışarıda dengeleri göz etmeyen, mutedil bir yaklaşımdan uzak, farklı düşünen herkese düşmanca yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Katar krizinin başlangıcının bile yani Katar Haber Ajansı’nın hacklenmesiyle başlayan sürecin hakiki gerekçelere dayanıp dayanmadığına dair ciddi şüphelerimizin var. Yani başka şeyleri bahane edip başka şeylere savaş açan bir yapı mevcut. Bu Suudi Arabistan'ın toplumsal yapısını, geleneksel kalıplarını zorlar. Şeriat polisi olarak konuşulan konseyin de ilga edilmesi gündeme geldi.”

'TUTUKLANANLAR KRALİYETE KARŞI TEPKİLERİNİ DIŞA TAŞIMAYA BAŞLAYANLAR'

Suudi Arabistan'da son dönemde reform adına atılan adımların radikal bir biçimde uygulandığını söyleyen Özkan'a göre, ülke içinde ciddi reaksiyonlar meydana gelmeye başladı. Özkan, prenslerin de bu tepkiyi yansıttıkları için tutuklandıklarını söyledi:

”Yani eğer bir toplumu liberalleştirmek ya da dünyaya açmak istiyorsanız bunun tedricî olarak yavaş yavaş yapılması gerekiyor. Ama şu anda atılan adımlar çok radikal ve benim şahsi kanaatim Suudi Arabistan toplumu içerisinde buna karşı çok ciddi reaksiyonlar meydana gelmektedir. Bu tutuklamalarla ve aslında Katar kriziyle ilgili, MbS'nin Donald Trump'la olan parasal ilişkisi ilgili olarak dış politika, Müslüman Kardeşlere yönelik tavır, genel olarak Kraliyet yönetiminin tavrına ilişkin bence haneden içerisinde çok ciddi reaksiyonlar meydana geldi ve bu tutuklamaların büyük ölçüde bu reaksiyonlarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunların hepsi haneden içerisinde kapalı bir evrende gerçekleşiyordu ve dışarı yansıtılmıyordu. Fakat son süreçte tutuklananlar bu reaksiyonları dışa taşımaya başlayan ve iktidar içerisinde güçlü olan insanlar. En önemli tutuklamalardan biri eski kralın oğlu ve ulusal muhafızların başkanı Mutaib bin Abdullah, iktidarın önemli sacayağıydı ve onun eski veliaht prens Muhammed Bin Nayif'e yakın olduğunu söyleniyordu.''

'SUUD TOPLUMU BUNU KALDIRAMAZ'

İslam Özkan, daha önceki dalga tutuklamaların bir nevi nabız yoklama işlevi gördüğünü de anlatırken, büyük tepkiler gelmeyince son hamleye başvurulduğunu da kaydetti. Vahhabi ulemada şu an 'zahiren' bir desteğin bulunduğunu söyleyen Özkan, fakat onların da kendi iç dünyasında bu duruma destek vermeyeceğini, Suud toplumunun bu durumları kaldıramayacağını savundu:

”Özellikle Suudi Arabistan'ın sosyal medya fenomeni Mujtahid, iki dalga tutuklamalarda halkın ve önemli isimlerin nabzı yoklandığını ve çok tepki gelmeyince de buraya kadar gelindiğini söyledi. Tutuklamaların daha da devam edeceğini düşünüyorum. Bu reform adımlarına devam edilecek ve daha radikal adımlar atılacak. Ama bunun tabii ki bir yansıması olacak. Suudi Arabistan kapalı bir toplum olabilir, ulema sınıfının yardımıyla itaat kültürü hakim olabilir ama hiçbir yönetim içeriden ve dışarıdan bu kadar baskıya dayanamaz. Vahhabi ulemanın son süreçte geri çekildiğini ve iktidarla bütünleştiğini görüyoruz. Ben bu Vahhabi fanatik ulemanın atılan bu liberal adımlara kendi iç dünyasında destek vereceğini düşünmüyorum. Ama birincisi buna cesaret edemeyecekleri için ikincisi iktidarın kendi evrenlerinde koydukları yer nedeniyle zahiren baktığımızda onların da destek sunduğunu görüyoruz. Kabe imamı Es-Sudeys ABD'ye gittiğinde ABD ile ilgili temennilerini paylaşmıştı. Orada Suudi Arabistan ve ABD'nin bütün düşmanlarını birlikte 'kahretmesi' için dua ettiğini söylemişti. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Dini ve sosyal durum bu çerçevede ama bu yapılanlar ne kadar toplumu yenileyecek ve bu yapılacakların devamına ne kadar müsaade edilecek çok ciddi bir muamma. Dediğim gibi Suud toplumu bunu kaldırmaz, kaldıramaz.”

Sputnik

Fehim Taştekin: Suudiler Lübnan’ı neden ateşe atıyor?
06 Kasım 2017



"Amaç Lübnan’ı istikrarsızlaştırıp Hizbullah’a karşı yeni bir müdahalenin zeminini mi hazırlamak?"

Gazeteci-yazar Fehim Taştekin, Lübnan Başbakanı Saad el Hariri'nin Suudi Arabistan'da bir televizyon kanalına katılarak "Hayatımı hedef alacak bir planın gizlice hazırlandığını hissediyorum" diyerek istifa ettiği açıklamasıyla ilgili olarak, "Yine de Hizbullah için Lübnan’ı yakabilirler mi, yakabilirler. Bölge kendisini olası çılgınlıklardan koruyacak sigortalardan yoksun" dedi.

Taştekin'in Gazete Duvar'da "Suudiler Lübnan’ı neden ateşe atıyor?" başlığıyla (6 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

İran, Suriye ve Hizbullah’tan nefretini gizlemeyen Hariri, Suudilerin dizginleri salınmış yeni siyasetinde taşeronluk yapamayacak kadar önemsizleşmiş olabilir. Ya da Hariri, Muhammed bin Selman’ın ‘dost-müttefik listesi’ne giremeyenlerden biridir. Birkaç güne bunu da göreceğiz.

Her şey bir film şeridinden fırlamış gibi.

Lübnan Başbakanı Saad el Hariri, Hizbullah’a karşı sert retoriğine rağmen çaktırmadan İran-Suriye eksenine yanaşmaya çalışıyor.

Hizbullah geçen yaz Lübnan ordusuyla birlikte Arsel’de El Nusra Cephesi ve IŞİD’e karşı başarılı bir askeri operasyon yürütüyor. İki güç arasında görülmemiş bir yakınlaşma sergileniyor.

Politika değişikliğine işareten ekim sonunda Şam’a yeni bir büyükelçi atanması kararlaştırılıyor.

İran dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti geçen cuma Beyrut’ta Hariri tarafından ağırlanıyor.

Bütün bunlara sinirleri bozulan Suudi Arabistan Körfez İşleri Bakanı Semir el Sabhan, İran ile Hizbullah’ı yok edecek uluslararası bir koalisyonun kurulması ve Hizbullah’ın parlamentodan atılması çağrısı yapıyor.

Hariri apar topar Suudi Arabistan’a gidiyor.

Ve Hariri Riyad’dayken İran’ın bölgede ellerinin kesilmesi gerektiğini söyleyip istifa ediyor.

“Hariri Suudilerin rehinesi mi, zorla mı istifa ettirildi, Riyad’da gözaltında olabilir mi?” gibi sorular Lübnanlıların aklına düşerken Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz ve oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman saray darbesine bir yenisini daha ekliyor; 11 prens, kraliyet muhafızları komutanı, dört aktif bakan ve 34 eski bakan tutuklanıyor. Sorulara bir yenisi daha ekleniyor: Yolsuzluk bahanesiyle tepelerine binilenler arasında ‘Saudi Oger’in sahibi Saad el Hariri de var mı?

Ki eski Milletvekili Viyam Vehhab’ın “Hariri, Suudi Arabistan’da gözaltında tutuluyor” iddiasını paylaşan çok oldu. Dün Hariri’nin Riyad’da Ritz Carlton Oteli’nde kaldığı ya da tutulduğu da söylendi. Şimdilik bunlar sadece iddia. Yarın bambaşka bir hakikatle de karşılaşabiliriz. Her halükarda hayli tuhaf ve başdöndürücü olaylar silsilesi.

***

Saad el Hariri, Suudilerin Lübnan’daki ‘sevgili oğulları’. Babası Refik el Hariri, Suudi Kraliyet Sarayı tarafından milyar dolarlara hükmeden bir imparatora dönüştürüldü ve sonra Lübnan siyasetine armağan edildi. 2005’te öldürülen Hariri’nin ekonomik ve siyasal mirası oğluna kaldı. Saad el Hariri, 2008’de Suudiler, Fransızlar ve Amerikalıların yönlendirmesiyle Hizbullah’la uğraşmaya başlayınca kısa sürede iktidardan oldu ve İran’ın ağırlığını koymasıyla geçen yıl sağlanan siyasi uzlaşma sayesinde yeniden başbakan oluncaya dek Beyrut’a dönemedi. İran, Suriye ve Hizbullah’tan nefretini gizlemeyen Hariri de Suudilerin dizginleri salınmış yeni siyasetinde taşeronluk yapamayacak kadar önemsizleşmiş olabilir. Ya da Hariri, Muhammed bin Selman’ın ‘dost-müttefik listesi’ne giremeyenlerden biridir. Birkaç güne bunu da göreceğiz.

***

Lübnan’ın iç siyaseti anormalliklerle yüklü olduğundan olağanüstü herhangi bir gelişmeye bahane bulmak zor değil. Saad el Hariri de istifasına gerekçe olarak bir suikast girişimini gösterdi. Bu saldırı girişiminin ne olduğu ya da olup olmadığı muamma. İstifasını duyururken İran ve Hizbullah’a karşı kullandığı dil de Suudilerin üslubuyla örtüşüyor. Bu olayın Suudi Arabistan’ın iç hesaplaşmasıyla ne kadar bağlantılı olduğunu şimdilik bilmiyoruz.

Ancak istifayı bölgesel gelişmelerden bağımsız düşünmek de imkânsız. Zamanlama açısından öne çıkan birkaç husus var: Hariri’nin istifa etmesi ya da buna zorlanması Irak ordusu ve Haşd el Şaabi güçlerinin Suriye sınırındaki El Kaim’i, Suriye güçlerinin de Deyr el Zor’u kontrol altına aldığı bir sırada geldi. Irak ve Suriye’de tezgâhlanan savaşlarda İran ve bağlantılı milis kuvvetler güçlenerek çıktı. Bu ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) hesaplarını bozan bir sonuç.

2013’ten sonra Suriye’deki savaşın seyrini değiştiren Lübnan’daki Hizbullah, Irak’ta IŞİD’e karşı Haşd el Şaabi ve Yemen’de Suud-BAE müdahalesine karşı Husilerin direniş gücü Ensarullah bu saydığım dört ülkenin en öncelikli sorunu haline geldi.

Irak ve Suriye’de savaş, bu dehşet kumpasın arkasındaki güçlerin istemediği yönde ilerlerken İran ve bağlantılı unsurlara karşı bir şey yapma gereği duyuluyor.
Trump yönetiminin Hizbullah ve Devrim Muhafızları’na yeni yaptırım kararları bunun işaret fişeği idi. ABD Dışişleri 10 Ekim’de Hizbullah’ın dış operasyonlar sorumlusu Talal Hamiye için 7 milyon dolar, örgütün komutanlarından Fuad Şükrü için 5 milyon dolar ödül koydu.

Bu arada El Kaide’nin öldürülen lideri Usame bin Ladin ile İran arasında bağlantıların olduğuna dair bir takım CIA belgeleri sızdırıldı. Tam da ABD’de 11 Eylül kurbanlarının yakınları hukuki yollarla Suudi Arabistan’a bedel ödettirme çabası içindeyken.

Suudi dosyasını iyi takip eden kaynaklar, Suudi Arabistan’ın bütün bu hamleleri Trump yönetimiyle koordineli yaptığını söylüyor. Gerçi Kral Selman ve oğlu, ABD ve İsrail’i geride bırakacak şekilde saldırgan bir politika izliyor. Önceden İsrail, Körfez ülkelerini İran’a karşı harekete geçirmek için dürterdi; şimdi tam tersi Suudiler İsrail’i Lübnan’a sokmak için kışkırtıyor. Trump da Obama yönetiminden farklı olarak İran’a karşı sert tutumuyla Riyad’ın yelkenlerine rüzgâr oldu. Trump’ın İran’ı durdurma planında özellikle Muhammed bin Selman’ın başrol oynamaya hevesli olduğunu söylemek mümkün. Bu rol ona kraliyet koltuğuna giden yolda olası taşları tekmeleme fırsatı da veriyor. Baba-oğul İran’a karşı fazladan risk alırken evdeki pürüzlerin temizlenmesi de önem kazanıyor. Haziran’da Katar ile krizin gölgesinde veliaht Prens Muhammed bin Nayif azledildi ve yerini Muhammed bin Selman aldı. Şimdi Lübnan ateşe atılırken prensler, bakanlar, medya patronları ve holding sahipleri hapse tıkılıyor.

***

Hariri’nin istifa ettirilmesi Lübnan’da Hizbullah’ı elimine edecek bir iktidar formülünün yolunu açabilir mi? Alternatif her kim olacaksa da yine Sünnilerden atanması gereken yeni başbakan Hizbullah’ın belini kıracak bir irade gösterebilir mi? Yoksa amaç Lübnan’ı istikrarsızlaştırıp Hizbullah’a karşı yeni bir müdahalenin zeminini mi hazırlamak? Tarihindeki ilk yenilgiyi Hizbullah karşısında tadan İsrail böyle bir müdahaleye kalkışır mı? Hizbullah dediğiniz yapı Suriye’deki grupların yaptığı gibi bir mahalleyi çevirip hakimiyetini ilan etmiş basit bir örgüt değil. Hizbullah binlerce askeri olan bir güç. Aynı zamanda mecliste vekilleri ve hükümette bakanları olan bir parti. Hizbullah’ın Hıristiyan aktörler arasındaki müttefiki Mişel Aun bugün cumhurbaşkanı koltuğunda. Hizbullah’ın Şii müttefiki Emel Hareketi, meclis başkanlığını elinde tutan önemli bir siyasal aktör. Hariri’yi istifa ettirenler, Hizbullah’ın olmadığı bir hükümet formülünü dayatıp daha sonra yürütecekleri karşı operasyonların önünü açmayı umuyor olabilirler. Mevcut parlamento aritmetiğinde Hizbullah ve müttefiklerinin onay vermediği birinin başbakan olması çok zor. Yeni bir hükümet oluşturmak çıkmaz bir yol olacağından Cumhurbaşkanı Aun önümüzdeki yıl yapılacak seçime kadar Hariri’nin istifasını işleme koymayabilir. Nasıl olsa Lübnan devletmiş gibi yapmaya alışık!

Elbette İsrail’in Hizbullah’ı geriletmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağını söylemeye gerek yok. Fakat İsrail için de durum dünden daha fazla karmaşık. Lübnan’da sohbet ettiğim siyasi yorumcular genelde İsrail’in 2006’daki senaryonun tekrarını göze alamayacağını vurguluyor.

Çünkü Hizbullah Suriye’deki savaşa müdahil olarak operasyon kabiliyetini ve silah kapasitesini artırdı. Lübnan dışında İsrail’e uzanan bölgelerde mobilizasyon imkânı buldu. Söz gelimi İsrail’in Lübnan’a saldırması halinde Hizbullah, Suriye’den işgal altındaki Golan Tepeleri’nden rahatlıkla yeni bir cephe açabilir. Suriyeli bir takım unsurlar da Golan için hazırlık yapıyor zaten. Yani İsrail’e karşı misillemeler bu kez Şeba Çiftlikleri’ndeki vuruşlarla sınırlı kalmayabilir. Geçmişte savaş çıktığında yanan hep Lübnan’dı. Hizbullah, İsrail’in gurur duyduğu savunma sistemi olan Demir Kubbe’yi delebileceğini ve Tel Aviv’i vurabileceğini gösterdi.

İsrail başlatacağı bir savaşta artık sadece Hizbullah değil Suriye ve Irak’ta deneyim kazanan onlarca milis gücünü de karşısında bulabilir. Bir keresinde Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah bu olasılığı açıkça dile getirdi. Yani İsrail’i çevreleyen yeni koşullar artık caydırıcı unsurlar içeriyor.
Bir kızgın sac üzerinde tutulan Filistin de bu oyuna gecikmeden girebilir. Golan’dan açılacak bir cephe Suriye ordusunu da işin içine çekebilir. Bölgede artık bir de Rusya faktörü var. Rusya 2015’ten bu yana Suriye’de elde ettiği kazanımların Lübnan üzerinden geliştirilip Suriye’yi de içine alacak bir savaşla heba olmasına sessiz kalmayabilir. Aynı şey İsrail’in Körfez’deki yeni ortakları için de geçerli. Tam da Hariri’nin istifasının ardından Yemen’den Riyad’a ulaşan füzeler çok sayıda cephenin birbiriyle koordine bir şekilde tetiklenebileceğine işaret ediyor. Suudi Arabistan’ın petrol bölgesi Kâtif ve Avamiye’de Şiilere karşı yürüttüğü operasyonlar da bu bölgeyi patlatacak kadar öfke biriktirdi. Haliyle taraflar atacakları adımları iyice tartmak durumunda. Hizbullah’ın da Suriye’de savaş sürerken İsrail’le bir savaşı tercih etmeyeceğini son birkaç yılda yaşanan gerilimlerde gördük.

Yine de Hizbullah için Lübnan’ı yakabilirler mi, yakabilirler. Bölge kendisini olası çılgınlıklardan koruyacak sigortalardan yoksun. Lübnan onlarca yıldır hiç savaş olmayacakmış gibi coşkunca yaşayan, yarın savaş çıkacakmış gibi tetikte uyuyan bir ülke.

T24
ETİKETLER
kral selman hariri lübnan suudi arabistan İsrail İran suriye
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İSLÂM DÜNYAS! Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com